etkĐlĐ dĐn ÖĞretĐmĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/d194642/2010/2010_koylum2.pdf ·...

29
ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ Geliştirilmiş 3. Baskı TÜRKĐYE ĐLAHĐYAT TEDRĐSATINA YARDIM EDEN DERNEKLER FEDERASYONU Đstanbul, Eylül 2010

Upload: others

Post on 01-Sep-2019

9 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

ETK ĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ

Geliştirilmi ş 3. Baskı

TÜRK ĐYE ĐLAH ĐYAT TEDR ĐSATINA YARDIM EDEN

DERNEKLER FEDERASYONU

Đstanbul, Eylül 2010

Page 2: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  168

Dinî İletişim∗

Prof. Dr. Mustafa KÖYLÜ∗∗

Giriş Allah’ın emir, yasak ve tavsiyelerinin insanlara nakledilmesi görevi olarak

tanımlayabileceğimiz irşad ve tebliğ görevi, ilk peygamber Hz. Adem‘den baş-lamış, son peygamber Hz. Muhammed’e kadar devam etmiştir.13 Bununla bera-ber, dinî tebliğ, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed ile doruk noktasına ulaşmıştır denilebilir. Bunun da nedeni, daha önceki peygamberlerin mesajları sadece kendi kavimleri ve toplumlarıyla sınırlı iken, onun mesajı tüm insanlığı kapsamaktadır.14

Kur’an’ı Kerim’de peygambere hitaben, “tebliğ et,” “ilet,” “çağır,” “söyle,” “haber ver,” “bildir”, “anlat,” “öğüt ver,” “uyar,” “hatırlat” ve “tavsiye et” gibi ilâhî mesajın insanlara iletilmesine ilişkin yüzlerce ayet vardır.15 Ancak Kur’an-ı Kerim, ilâhî mesajın insanlara iletilmesinde sadece son Peygamber Hz. Mu-hammed’i değil, tüm İslâm toplumunu da aynı derecede sorumlu tutmuştur.16 Dolayısıyla Kur’an‘a göre, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, sadece iste-ğe bağlı ve gönüllü bir iş olmayıp, hem bu dünyada hem de ahirette sorumlulu-ğu olan önemli bir görevdir.17

                                                            ∗ Bu makale Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 25-26 Mart 2005 tarihleri arasında Ankara’da düzenle-

diği “hutbe ve vaazlarla” ilgili istişarî bir toplantıda sunulan tebliğin bir özetidir. ∗∗ Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi; E-posta: [email protected] 13 Bkz. Kur’an, Yûnus (10): 47; Fâtır (35): 24; Bakara (2): 129. Nahl (16): 36. 14 Kur’an, Nisâ (4): 1; A’râf (7): 158; Sebe’ (34): 28; Enbiyâ (21): 107. 15 Bu konudaki bazı âyetler için bkz: Kur’an, Mâide (5): 92, 99; En’am (6): 70, 80,90,92, 126,

134, 152, 155; A’râf (7): 1,164, 184, 188, 199; Tevbe (9): 11, 122; Yûnus (10): 2, 57; Hûd (11): 2, 12, 57, 114, 120; Yûsuf (12): 104; Ra’d (13): 7, 19, 36, 40. vs.

16 Bkz. Kur’an, Âl-i İmran (3); 104, 110; Tevbe (9): 71. 17 Bu konuda Allah şöyle buyuruyor: “Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz

de kötülükten men edenleri kurtardık; zulmedenleri de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azap ile yakaladık.” Kur’an, A’râf (7): 165; Hz. Peygamber de, “Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğe karşı çıkarsınız; zalimin iki elini tutar, onu doğruluğa çevirir, hakka zorlarsınız; ya da Allah, sizin de iyilerinizin kalplerini kötülerinkine benzetir ve -

167

Page 3: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  169

Kur’an’ı Kerim Müslümanlara sadece İslâm‘ın irşad ve tebliğini emretmek-le kalmamış, aynı zamanda onlara dinî iletişimin metotlarını da göstermiştir.18 Ne var ki Müslümanlar tarih boyunca belki irşad ve tebliğ konusunu ihmal et-memişler, ancak metot ve yöntemleri konusunda çok fazla bir gelişme de göste-rememişlerdir. Bu konuyla ilgili olarak M. Faruk Bayraktar şöyle demektedir:

Bilindiği gibi, vaaz yoluyla eğitim Hz. Peygamber‘den günümüze kadar bir yaygın din eğitimi faaliyeti olarak devam ede gelmiştir. Ancak bu alanda ya-pılmış teorik incelemeler az olduğu gibi, özellikle de uygulamalı alan araştırma-ları son derece azdır. Hâlbuki günümüzde şartlar değişmekte, ilimler hızla ge-lişmekte, buna bağlı olarak insanların ihtiyaçları, ilgileri ve problemleri de fark-lılaşmaktadır. Bu durum karşısında vaizlik müessesesini meydana getiren öğe-ler; vaiz ve hitap ettiği kesim nasıl bir yapıya kavuşturulmalıdır ki, bu müessese vasıtasıyla sağlıklı bir din eğitimi gerçekleşebilsin. Bu nedenle, bu alanda yapı-lacak ilmî araştırmalara ihtiyaç vardır.19

Oysa etkili ve ikna edici konuşma artık toplumlarda o kadar önemli bir yer almıştır ki, dünyanın pek çok üniversitesi ve iş merkezi, öğrenci ya da persone-line, etkili konuşma kurs ve seminerleri vermektedir.20 Gelişmiş ülkelerde ileti-şim konusu sadece üniversitelerde değil, toplumun diğer kesimlerinde de önem-li bir yer tutmaktadır. Hatta bazı şirketler, zamanlarının üçte birini halkla ilişki-lere tahsis etmeyen şirket yöneticilerinin işten çıkarılacağını ifade etmişlerdir.

İletişime ilişkin bilgi, yetenek ve kabiliyetler, sadece siyasî, ekonomik ve diğer sosyal ilişkilerde olmayıp, dinî alanda da önemli bir yer tutmaktadır. Eğer din, büyük ölçüde insan hayatının ayrılmaz bir parçası ise, o takdirde dinî ileti-şim de hem fert, hem de toplumlar açısından son derece önem arz etmektedir. Ne var ki günümüzde, hem dinin öğretimi, hem de topluma yansıması ciddî sorunlar teşkil etmektedir. Aslında sorun dinin kendisinde olmayıp, dinle ilgili aktarımda bulunan kişilerin yeterli bilgiye sahip olamamaları ya da yeterli ileti-şim teknik ve becerilerini kullanamamalarıdır.

O halde geçmişte olduğu gibi günümüzde de din eğitiminin ayrılmaz bir parçası olan vaazı nasıl daha etkili bir duruma getirebiliriz? Farklı yaş, cinsiyet, sosyo-ekonomik ve kültürel arka plana sahip olan insanlara dini nasıl irşad ve tebliğ edelim ki, onlarda olumlu bir etki bırakabilsin? Elbette bu temel sorulara hemen bir reçete sunar gibi çözüm yolları bulmak kolay değildir. Ancak çağdaş                                                                                                                                                   İsrailoğullarında olduğu gibi- size lânet eder.” Ebu İsa Muhammed b. İsa et-Tirmîzî, Sünetü’t-Tirmîzî, Mısır 1975, Tefsiru Maide 48/6, c.5, s. 252.

18 Kur’an, Zümer (39): 18; İsrâ (17): 53; Tâhâ (20): 44; Nisâ (4): 63. 19 Mehmet Faruk Bayraktar, Türkiye’de Vaizlik (Tarihçesi ve Problemleri), M.Ü.İ.F. Vakfı Yay., İstanbul 1997, s. 10.

20 Larry Samovar, A. ve Jack Mills, Oral Communication: Message and Response, sixth ed., WCB, Dubuque, Iowa 1986, s. 4.

168

Page 4: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  170

iletişim teknikleri çerçevesinde, en azından teorik olarak bir şeyler söylemek de mümkündür.

İşte bu makalenin de amacı, vaazın temel unsurları olarak sıralayabileceği-miz, vaiz, cemaat ve sunulacak mesajı çağdaş iletişim teknikleri çerçevesinde ele alarak Kur’an ayetleri ışığında incelemektir.

A. VAİZ (KAYNAK KİŞİ) Bilindiği gibi Kur’an tebliğinin amacı, sadece karşı taraftaki hedef kitleyi

bilgilendirmek değil, aynı zamanda onları herhangi bir şeye inandırmak ya da bir eyleme yönlendirmek yani ikna etmeye çalışmaktır. Bu durum da kaynak durumunda olan kişinin birtakım niteliklere sahip olmasını gerektirmektedir. Buna göre, bir vaizde bulunması gereken temel unsurları şu şekilde sıralayabili-riz.

Güvenilir Olmak: Her ne kadar konuşmacının etkinliğini göstermek için, örneğin karizma, imaj, kişilik, cazibe vs. gibi farklı terimler kullanılsa bile, etki-li iletişimdeki en temel unsur, kaynak kişinin güvenilirliğidir.21 Yaklaşık 2.500 sene önce Aristo‘nun ethos olarak adlandırdığı, çağdaş araştırmacıların da aynı şekilde “hâkim faktör” olarak ileri sürdükleri inandırıcılık ve güvenilirlik bir vaizde bulunması gereken en temel özelliktir. Güvenilirlik hedef kitlenin ko-nuşmacıya karşı duyduğu saygı ve güvendir.22 Eğer alıcı konumundaki cemaat, kaynak konumundaki vaizin güvenilir bir kişi olduğuna inanmazsa, vaizin suna-cağı bilgilerin ya çok az bir değeri vardır, ya da hiçbir değeri yoktur. Bunun aksine, eğer cemaat, kaynak durumundaki vaize güvenip saygı duyarsa, diğerle-rine anlamsız gelen şeylere bile inanabilir.

Bir kişinin güvenilirliğini etkileyen ya da oluşturan bazı önemli faktörler vardır. Ancak bunlar arasında en önemlileri, niyet ve doğruluk’tur.23 İnsanların niyetleri, özellikle diğer kişilerin onu sevmesi, güvenmesi, saygı duyması, ya da inanması konusunda son derece önemlidir. Eğer kişi, karşısındaki kişinin, ken-disine herhangi bir şeyi önerirken, başka bir amacı ve niyetinin olduğunu fark ederse, elbette o kişiye karşı olan güveni sarsılır. Yok, eğer böyle bir amacı ve çıkarının olmadığına kani olursa, o kişinin sözlerine daha çok güvenir.24 Bu bakımdan vaizin, niyeti itibariyle de güvenilir olması gerekir.                                                             21 Charles Mudd S. ve Malcolm O. Sillars. Speech: Content and Communication, fifth ed. Harper

and Row, Cambridge 1986, s. 136. 22 Çiğdem Kağıtçıbaşı, İnsan ve İnsanlar, Evrim Yayınları, İstanbul 1988, s. 168. 23 Donald Yoder ve Diğerleri, Creating Competent Communication, Brown and Benchmark,

Madison, Wisconsin 1993, s. 436; Ayrıca bkz. Roy M. Berko ve Diğerleri, Communicating: A Social and Career Focus, second ed., Houghton Mifflin Company, Dallas 1981, ss. 356-362.

24 Rudolp Verderber ve Kathleen S. Verdener, Inter-Act: Using Interpersonal Communication Skills, fifth ed., Wadsworth Pub.,Belmont, California 1989, ss. 249-250; Aristo. “Rhetorica,”

169

Page 5: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  171

Kur’an-ı Kerim, doğruluk ve niyet kavramlarını da içine alan güvenilirlik konusuna, büyük önem vermektedir. Her şeyden önce peygamberlerin en belir-gin vasıflarından bir tanesi, güvenilir olmaktır.25 Kur’an Hz. Peygambere, “Bundan dolayı sen (Hakka) çağır ve emrolunduğun gibi doğru ol; onların key-fine uyma…”26 derken, daha kapsamlı olarak “Ey inananlar, Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin,”27 buyurmaktadır. Kur’an‘ın önemle üzerinde durduğu bir diğer konu da dinî iletişimde niyet meselesidir. Aşağı yukarı tüm peygam-berlerin kavimlerine ilişkin olarak verdikleri mesaj şu olmuştur: “Ey kavmim, ben sizden bunun için bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratana ait-tir…”28 Tüm bu örnekler de göstermektedir ki, dinî tebliğdeki en önemli husus, vaizin doğruluğu, samimiyeti ve güvenilirliğidir.

Alanında Yeterli ve Uzman Olmak: Yeterlilik demek, bir vaizin, alanıyla ilgili yeterli ve geçerli bilgiye sahip olması demektir.29 Bir kişinin, herhangi bir alanda yeterli olması için, ille de o alanda uzman olması gerekmez. Ancak ko-nuşmacının, konuştuğu alanda yeterli bilgiye sahip olması gerekir. Aynı zaman-da yeterlilik, yaş, tecrübe, gerekli olan eğitimsel arka plan ve diğer önemli fak-törleri de içerir.

İletişim uzmanları, konuşmacının kendi alanında yeterli olmasının yanı sıra, bu yeterliliğini dinleyicilerine de bir şekilde bildirmesi gerektiğini vurgularlar. İkna konusunda yapılan araştırmalar, alanlarında uzman olan kişilerin, uzman olmayan kişilere oranla, daha fazla ikna edici olduklarını ortaya koymuştur.30 Bunun anlamı şudur: Eğer kişi, konuştuğu alanda gerçekten uzman biriyse ve bu durum da dinleyiciler tarafından kabul ediliyorsa, bu gibi kişiler, uzman olmayan kişilere oranla, daha fazla ikna edici güce sahiptirler. Kur’an-ı Kerim de, meslekî yeterliliğe büyük önem vermektedir.31

O halde vaiz, her şeyden önce kendi alanında yeterli bilgiye sahip olmalı ve bu yeterliliğini de cemaatine uygun bir tarzda göstermelidir. Bu, özellikle karşı taraftaki kişileri iknada, oldukça önemli, hatta zorunlu bir durumdur. Ancak                                                                                                                                                   

trs., by W. Rhys Robert, The Basic Works of Aristotle, Random House, New York 1941, s. 1380.

25 Bu konudaki ayetler için bkz. Kur’an, Şuarâ (26): 107; A’râf (7): 68, Şuarâ (26): 143, 162, 178; Neml (27): 39; Kasas (28): 26.

26 Kur’an, Şûrâ (42): 15. 27 Kur’an, Ahzâb (33): 70. 28 Kur’an, Hûd (11): 51. Diğerleri için bkz. Kur’an, En’âm (6): 90; Furkan (25): 57; 29 Bert E. Bradley, Fundamentals of Speech Communication, 5th ed. WCB, Dubuque, Iowa, 1988,

s. 75. 30 Robert A. Baron ve Donn Byrne, Social Psychology: Understanding Human Interaction, sixth

ed. Ally and Bacon, Boston 1991, s. 151; Robert B. Cialdini, Influence: Science and Practice, second edition, Harper Collins Publishers, 1988, s. 122-123.

31 Örnek olarak bkz. Kur’an, Bakara (2): 247; İsrâ (17): 36, Âl-i İmran (3), 66; Enbiya (21) 7; Yûsuf (12): 55.

170

Page 6: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  172

burada, günümüz din adamlarına şunu da hatırlatmak gerekir ki, Kur’an’ı tebliğ ederken, sadece Arapça bilip, onun anlamını karşı tarafa aktarmak yeterli değil-dir. Zira Kur’an, sadece dinî konulardan değil, aynı zamanda çeşitli bilim dalla-rından da bahsetmektedir. Bunlar arasında arkeoloji, tarih, coğrafya, sanat, fizik, astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir. Elbette bir din adamından, tüm bunları detaylı bir şekilde bilmesi beklenemez. Ancak en azından, bu bilim dalları konusunda temel bilgilere sahip olması ge-rekir. Aksi takdirde, pek çok âyeti açıklamak ve bu alanda bilgi sahibi olan kim-seleri ikna etmek mümkün olamayacaktır.

Empatik olmak: Tüm iletişim nitelikleri içersinde, belki uygulanması en zor, ancak en etkileyici tutum, empatik olma kabiliyetidir. Bilindiği gibi, birine karşı empati duymak, karşıdaki kişinin hissettiği gibi hissetmek, onun dünyası-na, onun bakış açısıyla bakmak ve ona, kendi dünyasını tanıtmak için doğru geribildirimde bulunmak demektir.32 Dolayısıyla empati, diğer bir kişinin tecrü-be ettiği şeyi, zihinsel ve duygusal olarak anlama kabiliyetidir. İletişim açısın-dan önemli olan, sadece karşıdaki insanların ne hissettiğini anlamak, ya da aynı hisleri paylaşmak değil, bunu iletişim ortamında da göstermektir. O halde, vai-zin görevlerinden birincisi, daha fazla anlayışı sağlamak için empatiyi tecrübe etmek, ikincisi de iletişim faaliyetlerini artırmak için bu empatik anlayışı ilet-mektir.33

Ancak buradaki sorun, empatinin nasıl başarılacağıdır. Empatiyi başarmanın yolu, diğer insanların davranışlarını yargılamaktan kaçınmaktır. Zira bir kere, muhatabın davranışı, doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü olarak değerlendirilme-ye kalkışılırsa, artık onun güzel davranışları dahi görülemeyebilir. Bu yüzden insanları yargılamaktan, yorumlamaktan ya da eleştirmekten, olabildiğince ka-çınmak gerekir.

İşte vaazlarda da, cemaati yargılamaktan ve sorgulamaktan ziyade destekle-yiciliğe yer vermek gerekir. Destekleyicilik de, yargılamadan ya da değerlen-dirmeden ziyade tasvir edici bir atmosfer ortamında oluşur. Eğer vaazın, bilgi ya da herhangi bir olayı tasvir edici mahiyette olduğu kabul edilirse, genellikle o tehdit edici olarak algılanmaz, kişi de kendisini savunma ihtiyacı hissetmez. Diğer taraftan, eğer vaaz, yargılayıcı ya da değerlendirmeye yönelik ise, o tak-dirde bu durum, cemaati savunmacı bir pozisyona, karşı koymaya ya da vaiz ile cemaati arasında bir engel oluşturmaya iter. Elbette bu, değerlendirici mahiyet-teki konuşmaların hepsinin, kişileri savunmaya iteceği anlamına gelmez. Ancak, değerlendirme ve yargılamaya ilişkin konuşmalar, ister olumlu ister olumsuz                                                             32 Joseph A. DeVito, The Interpersonal Communication Book, 5th. Ed. Harper and Row,

Cambridge,1989, s. 97. 33 DeVito, a.g.e., s. 97.

171

Page 7: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  173

olsun, insanları, betimleme türündeki konuşmalardan daha fazla savunmacı bir pozisyona iter.34

Olumlu kişilik özelliğine sahip olmak: Kişiler arası iletişimdeki en önemli hususlardan bir tanesi de, iletişimcinin olumlu bir kişilik özelliğine sahip olma-sıdır. Olumlu kişilik özelliğine sahip olanlar, bu duygularını diğer insanlara da yansıtacaklarından, karşıdaki kişiler de kendilerine karşı olumlu tutum geliştire-bilirler. Diğer taraftan kendileri hakkında olumsuz tutuma sahip olan kişiler, genellikle bu duygularını diğerlerine de ileteceklerinden onlar da muhtemelen benzer olumsuz duygular sergileyebilirler. O halde vaizin, vaaz sürecinde olumlu bir ortam yaratması gerekir. Bunun yolu da muhatabın onore edilmesi-dir. Karşıdaki kişiler onore edilmek suretiyle, olumluluk tutumu daha da gelişti-rilebilir. Muhataba önem verme bir bakıma ilgisizliğin bir antitezi olup, bir var-lığı bildirir ve diğer kişinin önemini ortaya koyar.35

Kur’an-ı Kerim de, açık bir şekilde, dinî iletişimcinin muhatabına olumlu yaklaşmasını emretmektedir. Şu âyet bu durumu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Allahın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılıp giderlerdi…”36 Hatta Kur’an, bu konuda daha da ileri giderek, kötülüğe karşı bile iyilik yapılmasını emretmektedir: “İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) En güzel olan şeyle sav. O zaman bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dosttur.”37

Değişime açık olmak: Vaazda, cemaati etkilemedeki en önemli faktörlerden birisi de, vaizin açık bir düşünceye sahip olarak, zıt fikirleri işitmeye tahammül gösterip, gerektiğinde de kendi fikrini değiştirebilmesidir. Zira insanlar, her şeyi bilen, ya da her soruya mutlak cevap veren, sadece kendi fikirlerinin doğru ol-duğunu savunup, farklı görüşlere tolerans göstermeyen insanları pek sevmezler. Bu tür davranış, insanlarda değişim yerine daha savunmacı bir tutuma neden olur. Halbuki insanlar, fikirlerini değiştiren kişilere karşı daha açık bir tavır takınırlar. Zira bu tür insanlarla kişiler, kendilerini eşit hissederler.38

Kur’an‘ı Kerim pek çok âyetinde katı ve sabit fikirliliği reddetmekte, bunun yerine akıl ve mantık çerçevesinde hareket edilmesi gerektiğini ifade etmekte-dir.39 Dolayısıyla ister kaynak kişi konumunda olan vaiz olsun, ister hedef kitle

                                                            34 DeVito, a.g.e., s. 100. 35 DeVito, a.g.e., s. 102. 36 Kur’an, Âl-i İmrân (3): 159. 37 Kur’an, Fussilet (41): 34. Diğer âyetler için bkz. Kur’an, Âl-i İmrân (3): 159; Nisâ (4): 94; Ra’d

(13): 22; Mü’minun (23): 96; Mümtehine (60): 8-9. 38 DeVito, a.g.e., s. 100. 39 Örnek olarak bkz. Kur’an, Mâide (5): 104; Yûnus (10): 78; A’râf (7): 70-71, 173; Hûd (11): 62,

87; Enbiyâ (21): 52-56; Mü’minun (23): 24, 82-85; Şuarâ (26): 69-76, 137; Neml (27): 67-68;

172

Page 8: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  174

konumunda olan cemaat olsun, körü körüne bir şeye inanmak, katı ve sabit fi-kirlere sahip olup onları savunmaktan ziyade, makul alternatiflere karşı açık olmalıdırlar.

Cemaate karşı olumlu tutum ve davranışlarla yaklaşmak: Vaizin kendi ki-şisel yeterlikleri kadar, cemaatine karşı davranış tarzı da oldukça önemlidir. Bu davranış tarzlarının başında da cemaatin duygularına hitap etmek gelmektedir. Duygulara hitap etmek derken, daha çok, hedef kitleyle ortak ve benzer yönlerin ortaya konularak, ortak bir zemin oluşturmaya çalışmak kastedilmektedir.40 Bu retorik teknik, yüzyıllardan beri kullanılmaktadır. İletişimde buna denge teorisi (balance theory) denmektedir. Bu teoriyi formüle eden Fritz Heider’e göre,41 insanoğlu denge için güçlü bir psikolojik ihtiyaca sahiptir. İnsanlar kendi inanç, tutum, değer ve hislerinin diğerleriyle uygunluk arz etmesini ister, böyle bir dengenin olmadığı zaman da, o dengeyi yaratmaya çalışırlar. İnsanlardaki bu denge arzusu, kendilerinin sahip olduğu özelliklere sahip insanları sevmelerine neden olur. Ya da insanlar, kendi değerlerine sahip olan insanlara, kendilerini daha yakın hissederler.42 Bunun için mümkün olduğu kadar, vaiz, kendisi ile hedef kitle arasında, birtakım ortak noktalar bulmaya ve bu ortak noktalara vur-gu yapmaya çalışmalıdır. Bu teknik, onları anlamaya yardım eder. Eğer konuş-macı ile dinleyici, birçok ortak noktayı paylaşıyorsa, aynı zamanda bu durum, onların birçok konu üzerinde hem fikir olduğunu da gösterir.43

Dinleyicilerin değerlerine saldırmak ve düşüncelerini reddetmek suretiyle onları etkilemek mümkün değildir. Böyle bir durum onları savunmacı bir pozis-yona ve konuşmacının fikirlerine karşı gelmeye iter. Bu konuda hikmetli bir söz vardır: “Sinek, sirkeden daha çok balla yakalanır.”44 Aynı şey, vaazda da geçer-lidir. Cemaate saygı göstermek gerekir. Vaiz, kendi fikirleriyle cemaatinin fikir-lerinin nasıl uyuştuğunu göstermek suretiyle, konuşmasını daha etkili hale geti-rebilir.

                                                                                                                                                  Kasas (28): 36; Lokman (31): 21; Ahzâb (33): 67; Sâffât (37): 69-70; Sâd (38): 7; Zuhruf (43): 22-23.

40 Aristo, a.g.e., s.1444. 41Onun bu konudaki çalışması şudur: The Psychology of Interpersenol Relations, Lawrence

Erlbaum Assoc., Hillsdale, NJ. 1983, aktaran Stewart L. Tubbs, ve Sylvia Moss, Human Communication, sixth ed., McGraw-Hill, New York 1991, s. 66.

42 Tubbs ve Moss, a.g.e., s. 66. 43 George Rodman, Public Speaking, third ed. Holt, New York 1986, s. 251. 44 Stephen E. Lucas, The Art of Public Speaking, second ed., Random House, New York 1986, s.

313.

173

Page 9: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  175

Kur’an da karşıdaki muhatabın hislerine başvurarak, daima onun kalbinin kazanılmasını hedeflemiştir.45 Allah, şirk koşan, hatta tanrılık iddiasında bulu-nan Firavun’a bile elçisini gönderirken şu talimatı vermiştir: “Firavun’a gidin; çünkü o azdı. Ona yumuşak söz söyleyin; belki öğüt alır veya korkar.”46 Yine, Kur’an çarpıcı bir şekilde, müşriklerin taptıkları sahte putlara bile doğrudan kötü söz söylenmemesi gerektiğini vurgular.47

Kur’an-ı Kerim, yumuşak söz ve hoşgörüyü tavsiye ederken, muhatabı it-ham ve ilzam etmeyi reddetmektedir. Bunun sonucu olarak vaizler, insanların hatalarını isim ve şahıs belirtmeden ve onları doğrudan hedef almadan zikret-melidirler. Allah, peygamberine ve diğer Müslümanlara zulmeden insanları -Ebu Leheb hariç- isim vererek kınamamış, sadece onların hata ve zulümlerini dile getirmekle yetinmiştir.48 Dolayısıyla bir vaiz de, daima hedef kitlenin sahip olduğu hisleri dikkate alıp, onları iyi yönde ikna etmeye çalışmalıdır.

Cemaatin psikolojik durumuyla ilgili kavramlardan bir tanesi de vaizin eşit-lik ilkesine riayet etmesidir. Eşitlik bir kişiyi kabul etme ve onu onaylama anla-mına gelir. Tabi ki eşitlik ilkesi, karşıdaki insanın tüm sözel ya da sözel olma-yan davranışlarının kabul edilmesini gerektirmez. Ancak amaç, hep kazanmak, kendini haklı ve üstün görmek olmamalıdır. Eşitlik ilkesiyle ilgili olarak, vaizin, cemaatine, “yapmalısınız” ya da “yapsanız iyi olur,” gibi ifadeler kullanmaktan kaçınması gerekir. Zira bu tür ifadeler eşitlikten ziyade eşitsizliğin bir işaretidir. Bu tür ifadeler, karşıdaki insanları küçük görmek ve onları aşağılamak demek-tir.

Kur’an-ı Kerimi incelediğimizde, onda eşitlik ilkesiyle ilgili olarak önemli uyarı ve örneklerin bulunduğunu görmekteyiz. Örneğin peygamberler, gönde-rildikleri toplumlara hep şu gerçeği vurgulamışlardır: “De ki: ‘Ben size, Al-lah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size ‘Ben mele-ğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum…”49 Kur’an daha genel bir ifadeyle, elçilerin de diğer normal insanlar gibi olduğunu, kendilerine verilen vahyin dışında herhangi bir üstünlüklerinin olmadığını belirterek şöyle

                                                            45 Bkz. İsrâ (17): 53; Hûd (11): 75; Meryem (19): 42-45; Yûsuf (12): 14, 100; Lokman (31): 13,

16, 17. Daha geniş bilgi için bkz. Abdurrahman Çetin, Hitabet ve İrşad: Güzel Konuşma ve İn-sanları Etkileme Yolları, Aksa Yayınları, Bursa 1998, ss. 106-107.

46 Kur’an, Tâhâ (20): 43-44. 47 Kur’an, En’am (6), 108. 48 Hayati Aydın, Kur’an‘da Psikolojik İkna, Timaş Yayınları, İstanbul 2001, s. 37. Âyetler için

bkz. Kur’an, Bakara (2): 204-205; Hümeze (104): 1-4; Kevser (108): 3; Felâk (113): 4-5. Yine bu konuda çeşitli örnekler için bkz. Aydın, a.g.e., s. 37-44.

49 Kur’an, En’âm (6): 50; Hûd (11): 31. Bu konudaki diğer ayetler için bkz. , İbrâhim (14): 11. Diğerleri için bkz. Kur’an, İsrâ (17): 94-95; Kehf (18): 110; Fussilet (41): 6; Furkan (25): 20.

174

Page 10: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  176

buyurmuştur: “Senden önce gönderdiğimiz bütün elçiler de yemek yerler, çarşı-larda gezerlerdi. Biz, sizi, birbiriniz için sınav yaptık…”50

Kur’an-ı Kerim dinî iletişimci ile hedef kitle arasındaki bu eşitlik ilkesini di-le getirirken, bu ilkeye uymayanı da şiddetli bir şekilde ikaz etmektedir. Abese Sûresi’nde Hz. Peygamberle ilgili olan benzer bir durum şu şekilde tasvir edil-mektedir: “Surat astı ve döndü; kör geldi diye. Ne bilirsin belki o arınacak? Yahut öğüt dinleyecek de öğüt, kendisine yarayacak. Kendisini zengin görüp tenezzül etmeyene gelince; sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sana ne? Fakat koşarak sana gelen, saygılı olarak gelmişken, sen onunla ilgilenmi-yorsun. Hayır (olmaz böyle şey); o (âyetler), bir hatırlatmadır.”51

Tüm bu âyetlerden de anlaşılıyor ki, dinî iletişimci, karşısındaki kişiyi etki-leyebilmek için, kendi konumu (bilgi, sosyo-ekonomik seviye itibariyle) ne olursa olsun, muhatabına eşitlik ilkesi çerçevesinde onun psikolojik durumuna uygun olarak davranmalıdır.

B. (HEDEF KİTLE) CEMAAT Kaynak durumunda olan vaizden sonra, vaaz sürecindeki en temel unsurla-

rından bir tanesi de hedef kitle yani cemaattir. Dolayısıyla başarılı bir vaaz için, kişinin kendisini, üstün ve zayıf yönlerini tanıması kadar, hitap edeceği cemaa-tini de tanıması önemli ve gereklidir. Eğer amaç, karşıdakilere bilgi vermek ya da onları bir şekilde etkilemekse, o zaman onları analiz etmek, vaazın en temel prensiplerinden bir tanesi olacaktır. Zira her çeşit insanı içerecek evrensel bir dinleyici kitlesine hitap etmek çok nadir, ya da imkânsız olacağından, dinleyici analizinin önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 52

Dinleyici analizi, “sunulacak mesajı, hitap edilecek kişilerin özel ilgi, ihti-yaç, tutum, inanç, değer ve arka planlarına adapte edebilmek için onlar hakkın-da bilgi sahibi olmaktır.”53 Dolayısıyla vaizin de, cemaatine ilişkin olarak, din-leyicilerinin kim olduğunu, özelliklerinin neler olduğunu, sunacağı konu ve kendisi hakkında neler düşündüklerini ya da düşüneceklerini hesaba katması gerekir. Dinleyici analizinde esas olan, dinleyicilerin teker teker özellikleriyle tanınmasıdır. Ancak bu durum çoğu zaman mümkün olamayacağından, en azın-dan dinleyicilerin özelliklerini ana hatlarıyla bilmek gerekir. Konuşmacı dinle-yicilerin bu özelliklerini dikkate alarak, konu seçimini, toplayacağı materyali ve uygulayacağı konuşma metodunu belirleyebilir.

                                                            50 Kur’an, Furkan (25): 20. 51 Kur’an, Abese (80): 1-11. 52 Stafford H. Thomas, Personal Skills in Public Speech, Prentice-Hall, New Jersey 1985, s. 60. 53 Samovar ve Mills, a.g.e., s. 44.

175

Page 11: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  177

Şimdi hedef kitlede göze çarpan en belirgin değişkenleri ve bunların ko-nuşmaya olan etkilerini kısaca inceleyebiliriz.

Yaş: Dinleyici analizinde göz önünde bulundurulması gereken ilk husus, hi-tap edilecek kişilerin yaş durumudur. Zira yaş, çoğu zaman kişilerin ilgi, bilgi, motivasyon, değer, tutum ve diğer faktörlerini etkiler. Bu alanda yapılan pek çok araştırma, yaşın sadece ilgi, öğrenme, tutum, davranış ve düşünce değişimi üzerine değil, iletişim üzerine de etki ettiğini göstermiştir.54 Örneğin, gençleri ikna etmek daha kolay iken, yaşlı insanları ikna etmek veya bir şeye inandırmak o kadar kolay değildir. Dil konusunda da gençlerle yaşlılar arasında farklılık vardır. Yaşlılar daha fazla tutucu ve gelenekçi iken, gençler daha liberal, daha açık görüşlü, yeni deneyim ve yaşantılara daha açık, daha iyimser, atılgan, fevrî, maceraperest, radikal olmaya ve düşüncelerini hızlı bir şekilde değiştirmeye meyillidirler. Orta yaşlılara gelince, bunlar her iki aşırı ucun ortasında yer alır-lar.55 Ayrıca, genç kişilerin siyasî ve dinî bağımlılıklarında daha esnek ve muh-temelen daha idealist oldukları söylenmektedir. İnsanlar yaşlandıkça, fikirleri-nin pratiği konusuyla daha fazla ilgilenir, siyasî ve dinî tutumlarına ilişkin ola-rak, daha kararlı tutumlar geliştirmeye başlarlar. Elbette yukarıda belirttiğimiz özellikler herkese uygun olmayabilir, ancak daha özel analizler için bir başlan-gıç noktası teşkil edebilir.56

İşte vaazda, dinleyici analizi olarak göz önünde bulundurulması gereken en temel özelliklerden birisi, dinleyicilerin yaş durumudur. Bu bağlamda vaiz takınacağı tavra, kullanacağı dile ve konu içeriğine dikkat etmelidir.

Cinsiyet: Her ne kadar ülkemizde vaazlar büyük ölçüde erkeklere yönelik dini bir faaliyet olarak yürütülse de, zaman zaman bayanlar da vaaz dinledikle-rinden, vaizin dinleyici analizinde göz önünde bulundurması gereken ikinci bir husus da, hedef kitlenin cinsiyetidir. Zira ta çocukluk yıllarından itibaren, cins-ler arasında farklı bir inanç tasavvuru vardır.57 Meseleye vaaz açısından baktı-ğımızda, yapılan araştırmalar, kadınların erkeklere oranla daha çabuk ve daha kolay ikna olduklarını göstermektedir. Bununla beraber bu alanda yapılan araş-tırma ve tecrübeler, kadınların, kendi cinslerinden daha çok, erkekler tarafından ikna edildiklerini ortaya koyar. Hem erkek hem de kadınlar, kendilerinden üstün                                                             54 Samovar ve Mills, a.g.e., s. 47-48. 55 Elizabeth G. Andersch ve Lorin C. Staats, Speech for Everyday Use, revised ed., Holt, New

York 1966, s. 185; Thomas, a.g.e., s. 62. 56 Mudd ve Sillars, a.g.e., s. 77. 57 Bu konudaki farklılıklar için bkz. David Heller, The Children’s God, University of Chicago

Press, Chicago and London, 1988, s. 58; David Heller, The Children’s God, University of Chicago Press, Chicago and London, 1988, s. 58, 70; Kerim Yavuz, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1979, s. 97; Bu konuda bay ve bayanlar arasındaki farklılıklar için bkz. Mustafa Köylü, Psiko-Sosyal Açıdan Dinî İletişim, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2003, ss. 70-75.

176

Page 12: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  178

olan kişiler tarafından ikna olma temayülü gösterirken, erkeklerin kendi akran-ları ya da kendilerinden alt seviyede olan kişiler tarafından kolay kolay ikna olmadıkları bilinmektedir.58

Dinleme konusunda da, cinsler arasında bazı farklılıkların olduğu ileri sü-rülmektedir. Erkekler olayları daha iyi yorumlayıp, daha seçici ve dikkatli din-lerken, kadınların olaylara biraz daha duygusal, sezgisel ve parçacı yaklaştıkları görülmüştür.59 Aslında dinleme olayı da beyin gelişimiyle ilgili bir durumdur. Kadınlar dinledikleri mesajın çok azını reddettiklerinden, onun çoğunu dinler-ler; erkekler ise mesajı dinlerken, tüm mesajın genel bir yapısını oluşturduğun-dan, mesajdan daha tutarlı bir anlam çıkarırlar.60

İşte vaiz de erkeklerle kadınlar arasındaki tüm bu farklılıkları mümkün ol-duğu kadar dikkate alarak vaazını yapmaya çalışmalıdır.

Eğitim Durumu: Kişiler arası iletişimde dinleyici grubunun eğitim seviyesi de oldukça önemli bir husustur.61 Burada eğitim derken, sadece okullarda alınan resmî eğitimin değil, hayat tecrübesi denilen gayri resmî eğitimin de dikkate alınması kastedilmektedir. Eğitim düzeyi, insanların mevcut olaylara, dünya işlerine, geleceğe ilişkin beklentilerine ve olayları kontrol etmedeki yeterlik düzeylerine etki eder. Ayrıca, insanların sahip olduğu eğitim seviyesi, onların diğer insanlara karşı olan tolerans seviyesine, tutumların durağanlığına, yoğun-luğuna ve tutarlılığına da etki eder. Eleştirel düşünce ve kelime hazinesi de, yine büyük ölçüde, eğitim seviyesiyle şekillenmektedir.62 Dinleyicilerin sahip oldukları hem formal eğitim, hem de işleri icabı sahip oldukları tecrübeler, onla-rın ne düşündüğüne ve nasıl tepki göstereceğine yardımcı olur.63

İşte vaiz, cemaatinin eğitim seviyesini göz önünde bulundurarak, onların konuşulacak konu hakkındaki bilgi seviyesini dikkate almalıdır. Hem genel, hem de konuşulacak konu hakkında dinleyicilerin sahip olduğu bilgi miktarı, konuşmacının etkili bir şekilde fonksiyonunu yerine getirebileceği entelektüel seviyeyi belirleyecektir. Örneğin belli ölçüde din eğitimi almış kişilere verile-cek dinî bir konuşmayla, dinî konularda hiçbir bilgisi olmayan bireylere sunula-cak dinî bilgi elbette farklı olacaktır

                                                            58 Thomas, a.g.e., s. 62; Kağıtçıbaşı, a.g.e., s. 189-190; Judy Cornelia Pearson, Gender and

Communication, WCB Pub., Dubuque, Iowa 1985, s.58. 59 Robert E. Franken, Human Motivation, second edition, Brooks/Cole Publishing Company,

Pacific Grove, California, 1988, s. 50. 60 Pearson, a.g.e., ss. 160-163. 61 Yücel Ertekin, Halkla İlişkiler, 4. baskı, Yargı Yayınevi, Ankara 2000, s. 42. 62 Bradley, a.g.e., s. 98; Donald C. Bryant,ve Karl R. Wallace. Fundamentals of Public Speaking,

third ed., Appleton, New York 1960 , s. 313. 63 Samovar ve Mills, a.g.e., s. 49-50.

177

Page 13: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  179

Dinleyici sayısı: Vaazı etkileyen en temel hususlardan bir tanesi de cemaa-tin sayısıdır. Zira cemaatin sayısı arttıkça, bireyler daha fazla görüş ayrılığı göstermekte ve diğerlerine karşı daha büyük olumsuzluk sergileyebilmektedir-ler. Ayrıca, dinleyici kitlesi arttıkça, daha fazla alt gruplar ortaya çıkmakta bu da dinleyiciler arasındaki uyumu zorlaştırmaktadır. Küçük gruplar arasında sevgi bağı ve yakınlık oluşturmak daha kolay iken, bunu büyük grup üyeleri arasında oluşturmak daha güçtür. Tüm bunların sonucu olarak, küçük grupları ikna etmek daha kolay iken, büyük grupları ikna ve memnun etmek, o kadar kolay olmayacaktır.

Vaaz ortamındaki kişi sayısı, vaazda takip edilecek iletişim yöntemlerini de etkiler. Örneğin, tek kişiyle olan iletişimde, mümkün olduğu kadar göz kontağı kurmak, dokunmak, karşılıklı konuşmak temel özelliklerken, sayı arttıkça bu özellikleri göstermek mümkün olmayabilir. Diğer taraftan, dinleyici sayısı, ko-nuşmada kullanılacak dil şeklini de etkiler. Zira dinleyici grubu ne kadar büyük olursa, kullanılacak dilin de o kadar resmî bir şekil alması gerekir. Diğer bir ifadeyle, kelime seçimine ve ses düzenine daha çok dikkat edilmesi gerekir.64 Ayrıca, özel konuşmalarda daha çok gayri resmiliğe ve doğallığa önem verilir-ken, kalabalık gruplara yönelik konuşmalarda daha çok, amaçlı ve düzenli bir konuşma yapılması tavsiye edilmektedir.65 Dolayısıyla kamuya yönelik konuş-malarda öyle amaçsız ve düzensiz konuşmalar uygun değildir. Bunlara ilave olarak, dinleyici sayısı arttıkça, geribildirimleri yorumlamadaki yanlışlık hatası da artmaktadır. Zira herkesi aynı anda kontrol etme imkânı yoktur. İşte tüm bunlar dikkate alınarak, konuşmanın şekli, içeriği, teknik ve metotları düzen-lenmelidir.

Sosyal arka plan: İnsanların önceki yaşam şartları, büyüme şekilleri, ebe-veynlerinin sahip oldukları inanç ve değerleri, toplumdaki mevcut konumları, ikâmet yerleri, meslekî durumları ve sahip oldukları siyasî düşünceler vs., din-leyicilerin sosyal arka planını oluşturur ve konuşmacının fikirlerine ne şekilde tepki gösterecekleri konusunda önemli etkilere sahiptir.66

Sosyal arka plan ile ilgili en önemli hususların başında grup üyeliği gelmek-tedir. Her ne kadar ülkemizde çok yaygın olmasa da, yine de eğitim ve kültür seviyesine bağlı olarak hitap edilen insanlar belli gruplara üye olabilir. Bu grup üyeliği, herhangi bir siyasî grup olabileceği gibi, dinî bir cemaat ya da tarikat grubu da olabilir. Dolayısıyla, vaazlarda daima bu durumun göz önünde bulun-durulması gerekir. Bu bağlamda vaiz, cemaatinin ortak bir grup ilişkisine sahip olup olmadığını araştırmalıdır. İşte bu yüzden vaiz, onların inanç ve değerlerini                                                             64 Andersch ve Staats, a.g.e., s. 186. 65 Tubbs ve Moss, a.g.e., s. 293. 66 Mudd ve Sillars, a.g.e., s. 79.

178

Page 14: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  180

bilerek, seçilen konunun içeriğini ve metodunu ona göre ayarlamaya çalışmalı-dır.67

Kişilerin meslekî durumları onların ne çeşit bilgilere sahip olduklarını ve ne tür konulara ilgi duyacaklarını az çok belirleyebilir. Örneğin, bir üniversite öğ-rencisi ile maden işçisinin ilgisi, ziraatçılarla, serbest meslek sahibi bir doktor veya avukatın ilgi ve bilgi durumları farklıdır. Bu nedenle vaiz bu gibi durum-larla ilgili olarak şu soruları sormalıdır: “Dinleyicilerin meslekleri nedir? Onlar, sadece belirli meslekten mi, yoksa farklı mesleklerden gelen kişiler midir? Kır-sal kesimde çalışan köylüler mi, yoksa devlet memuru mudurlar?” Dinleyici meslekleri de yapılan konuşmanın etkili olup olmamasında önemli bir faktör-dür. Eğer konuşmada ele alınan konu, meslek sahibi kişilerin meslekleriyle iliş-kilendirilirse, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir.

C. (MESAJ) VAAZ KONUSU Yapılan vaazların etkili olabilmesi için, her şeyden önce vaizin yaptığı ko-

nuşma türünün farkında olması gerekir. Yapacağı konuşma, cemaati bilgilen-dirmeye mi, ikna etmeye mi, yoksa motive etmeye mi yöneliktir? Önce vaiz buna karar vermeli, zamana, mekana ve duruma dikkat ederek bu doğrultuda metot ve teknikler geliştirmelidir. Zira her tür konuşma şekli farklı yaklaşım ve metotları gerektirir.

Şimdi biz genellikle iletişim uzmanlarının sınıflandırdığı üç tür konuşma şeklini vaaza uyarlayarak, vaizlerin konuşmalarında dikkat etmeleri gereken hususlara kısaca değinelim.

Bilgi Ağırlıklı Vaazlar: Yapılan vaazların en temel fonksiyonlarından bir tanesi, İslamî mesajın en etkili bir şekilde karşı tarafa aktarılmasıdır. Bilgi ağır-lıklı konuşmaların temel amacı “dinleyicinin seçilen konuyu daha iyi anlamasını sağlamaktır.”68 Dolayısıyla bilgi ağırlıklı vaazdaki temel amaç, dinleyicileri ikna etmek ya da bir şeye inandırmak olmayıp, cemaatin bilgisinin artmasını sağlamaktır. Eğer bu amaç yerine getirilemiyorsa, o zaman yeterli derecede bilgi ağırlıklı vaaz yapılmamış demektir. Bilgi ağırlıklı vaazda, cemaatin düşün-ce ve davranışlarını etkilemekten ziyade, yeni bilgiler kazandırmak temel hare-ket noktasıdır. Daha fazla bilgili bir dinleyici, konuşmacının temel hedefidir.69 Bilgi ağırlıklı konuşmanın diğer önemli bir amacı da, dinleyicilerin kendilerine

                                                            67 Mudd ve Sillars, a.g.e., s. 79. 68 James E. Sayer ve Villiam E. Rickert, Functional Speech Communication: Theory and Practice

in Oral Communication, second ed., Kendall/Hunt, 1985, s.88. 69 Bradley, a.g.e., s. 299; Alan H. Monroe, Principles and Types of Speech. fourth ed., Foresman

and Company, Scott 1955, s.389

179

Page 15: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  181

sunulan bilgiyi daha sonra hatırlayabilmelerini sağlamaktır.70 Burada amaç, dinleyicilere sadece bilgi vermek değil, daha sonraki zamanlarda da verilen bu bilgileri hatırlamalarını temin etmektir.

Her ne kadar bilgi ağırlıklı vaazla ikna edici vaaz arasında birtakım benzer-likler olsa da, bilgi ağırlıklı vaazların kendine has iki önemli özelliği vardır. Bunlardan birincisi açıklıktır. Açıklık ilkesi, bilgi ağırlıklı vaazların vazgeçil-mez bir unsurudur. Vaizin ifade ettiği anlamlar kesinlikle açık olmalıdır. Eğer anlam karışıklığı olursa, dinleyicinin konuyu gerçekten anlaması engellenmiş olabilir. Bilgi ağırlıklı vaazın ikinci bir özelliği, dengeli ve tarafsız bir konu gelişiminin sunulmasıdır. Hâlbuki ikna tarzındaki konuşmalarda, konuşmacı kendi görüşlerini destekleyen fikir ve düşüncelere ağırlık verirken, muhalif gö-rüş ve düşünceleri görmezden gelebilir. Oysa bilgi ağırlıklı konuşmada, tarafgir-lik ya da materyalleri seçici bir şekilde kullanmak uygun değildir.71

Meseleye vaaz açısından bakıldığında, dinin pek çok kısmının bilgi ağırlıklı konu alanına girdiği söylenebilir. Kur’an-ı Kerim, müminlerin evlere girme adabından,72 konuşma adabına;73 evlenmeden,74 boşanmaya;75 miras taksimin-den,76 savaşlardaki ganimetlerin dağıtımına77 kadar pek çok bireysel, toplumsal ve uluslar arası bağlamda, sosyal, siyasî ve ekonomik alanlarla ilgili konuları açıklamaktadır.78

Kur’an, fert ve toplumları ilgilendiren pek çok konuya değinmenin ötesinde, bazı âyetlerde özellikle “Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar,”79 “Senden fetva istiyorlar,”80 “Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar,”81 “Sa-na ganimetten sorarlar,”82 “ruhtan sorarlar”83 gibi ifadelerle de müminlere bilgi vermeyi amaçlamaktadır.

                                                            70 Yoder ve diğerleri, a.g.e., s. 402. 71 Bradley, a.g.e., s. 300-301. 72 Kur’an, Nûr (24): 27-28, 58. 73 Kur’an, Tâhâ (20): 43-44; Hucurât (49): 2-4. 74 Kur’an, Bakara (2): 129, 221, 230, 232, 235, 237; Nisâ (4): 3, 6, 19, 22, 25, 34, 35, 127-129;

Mâide (5): 5; Nûr (24): 3, 32, 33, 60; Kasas (28): 27; Ahzâb (33): 30, 37, 49, 50, 52, 53; Mümtehine (60): 10

75 Kur’an, Bakara (2): 228-232, 241; Nisâ (4): 20, 21, 35, 180; Ahzâb (33): 28, 29, 49, 52; Talâk (65): 1-7; Tahrîm (66): 5.

76 Kur’an, Nisâ (4): 11-12, 19, 33, 176. 77 Kur’an, Enfâl (8): 1. 78 Kur’an‘da bilgi ağırlıklı olarak sunulan konular için bkz. Kur’an, Bakara (2): 178, 184, 189,

194, 196, 215, 217, 219, 220, 222, 228-232-233, 282; Nisâ (4): 11-12, 23, 127, 176; Mâide (5): 4-5, 89, 95; En’âm (6): 151; A’râf (7): 187; Enfâl (8): 1; Tevbe (9): 60; İsrâ (17): 32-38, 85; Nûr (24): 58-61;

79 Kur’an, Nisâ (4): 127. 80 Kur’an, Nisâ (4): 176. 81 Kur’an, Mâide (5): 4-5. 82 Kur’an, Enfâl (8): 1.

180

Page 16: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  182

Bilgi ağırlıklı konuşmanın hangi çeşidi olursa olsun, amaçlanan hedefleri gerçekleştirmek için temel olarak dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır. Bunlar şu şekilde kısaca izah edilebilir.

Uygun bir konu seçmek: Bazı konular diğerlerinden daha fazla bilgi ağır-lıklıdır. Bunun sonucu olarak, cemaatin nazarında, seçilecek konunun her şey-den önce yeni bir konu olması gerekir. Genellikle insanlar, hâlihazırda bildikleri ya da bildiğini zannettikleri konuları dinlemekten ziyade, orijinal konuları din-lemeyi tercih ederler. Elbette her vaazda yeni bir konu ortaya koymak mümkün olmayabilir. Ancak, bu gibi durumlarda da konuya farklı açılardan bakarak yeni bir boyut kazandırmak mümkündür. Her ne kadar, konunun kendisi değiştiril-mese bile, konunun ana amacındaki vurgu ya da bakış açısı cemaatin dikkatini toplayabilir.84

Seçilen konu dinleyicilere uygun olmalıdır. Vaiz, seçtiği konuya kendi bakış açısından değil, cemaatin açısından bakmalıdır. Eğitim seviyesi yüksek olan kişiler genellikle, bilimsel temele dayanmayan konulardan hoşlanmazlar. Bu yüzden daha önce de değindiğimiz gibi, dinleyici analizi son derece önemlidir. Yani, bu konudaki tutum dinleyici-merkezli yaklaşım olmalıdır. Bu yaklaşım, konuyu ilgisiz ya da basmakalıp olmaktan kurtarır.

Seçilen konu, yerinde ve uygun olduğu kadar sürükleyici ve motive edici de olmalıdır. Vaiz, hiçbir zaman amacının cemaatin bilgisini artırmak olduğunu hatırından çıkarmamalıdır. Konuyu seçen cemaat değil, konuşmayı yapan kişi-dir. Onun için, seçilecek konu dinleyicilerde bir merak uyandırmalı ve onların ilgisini çekmelidir.85

İyi bir organizasyon oluşturmak: İletişimin en önemli unsurlarından bir ta-nesi organizasyondur. Bu, bilgi ağırlıklı vaazlarda kendisini daha açık bir şekil-de hissettirmektedir. Zira her ne kadar güzel bir organizasyon bilginin tamamı-nın hatırlanmasını sağlayamasa da, iyi bir organizasyon dinleyicilerin hangi bilgileri hatırlayacaklarına yardımcı olur.86

Organizasyona ilişkin olarak bilgi ağırlıklı vaazlarda şu hususlara dikkat etmek gerekir: Birincisi, çok fazla temel noktalara değinilmemelidir. Mümkün-se vaazda üç ya da dört temel nokta olmalıdır. Daha sonra, kalan diğer gerçek-ler, bu üç ya da dört temel başlık altında toplanmalıdır. İkinci olarak, bu temel noktalar arasında mantıkî bir ilişki kurulmalıdır. Konular arasında tutarlılık olmalıdır. Konudan konuya atlama olmamalı, aynı yönde devam edilmelidir.

                                                                                                                                                  83 Kur’an, İsrâ (17): 85. 84 Rudolph F. Verderber, The Challenge of Effective Speaking, seventh ed., Wadsworth Pub.

Belmont, California 1988, ss. 154-158. 85 Samovar ve Mills, a.g.e., s. 189. 86 Verderber, a.g.e., s. 158-160.

181

Page 17: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  183

Üçüncü olarak, konudan konuya geçişler açık olmalıdır. Ne zaman, hangi konu-da konuşulduğunu cemaatin bilmesi gerekir.87

Konuyu doğrudan dinleyicilerle ilişkilendirmek: Bilgi ağırlıklı vaazlarda, vaizin üstesinden gelmesi gereken en büyük sorun, cemaatinin konuşmaya ilgi gösterip göstermemesi konusudur. Oysa konuşmanın değeri, ancak onun dinle-yici üzerine yaptığı etki ile ölçülür. Yani, yapılan vaazdan yalnızca vaizin değil, cemaatinin de memnun olması ve ilgi göstermesi gerekir. Vaizin şunu unutma-ması gerekir ki, kendilerini büyüleyen herhangi bir şey, herkesi aynı şekilde ilgilendirmeyebilir. Örneğin, bir tefsirci herhangi bir âyetle ilgili çok önemli bir yorum yapabilir, ya da bir İslâm hukukçusu çok önemli bir konuda önemli bir açılım sunabilir. Ancak, aynı ilgiyi dinleyicilerden beklememek gerekir. İnsan-lar kendilerine sunulan bilgileri bir sünger gibi değil, bir filtre gibi alırlar ve sadece kendilerini ilgilendiren ve kendi işlerine yarayan bilgileri almaya istekli-dirler. Alâka insanların bilgide gördükleri kişisel bir değerdir. O, dinleyicilerin ilgi ve ihtiyaçlarına ne kadar uyduğuna işaret eder. Uygunluk ve alâka “bilme ihtiyacı” olarak da adlandırılabilir.88

Seçilecek konunun hayati bir önem taşıması gerekir. Bir konunun hayatî önem taşıması cemaatten cemaate fark edebilir. Ancak, buradaki ölçü, insanla-rın refah ve mutluluğunu bir şekilde ilgilendirmesidir.89 Dinleyiciler ancak bu tür bilgileri dikkatle dinlerler. Bazı konular kendiliğinden hayatî önem taşıyan konulardır. Onları sunmada ya da dinleyicilerin dikkatini çekmede çok fazla sıkıntıya girmeye gerek kalmayabilir. Ancak, bazı konular da cemaati çok fazla ilgilendirmeyebilir. İşte o zaman, vaize daha büyük görev düşmektedir. Şu da unutulmamalıdır ki, iyi bir sunuş yöntemiyle en ilgisiz konular bile ilgili hale getirilebilir.90

Açık ve sade bir dil kullanmak: Her ne kadar, bazı kişiler bilimsel ve aka-demik bir kişi olduğunu göstermenin bir kanıtı olarak, yabancı kelimeleri kul-lanmaktan hoşlansalar da, çoğu insanlar böyle bir uygulamadan rahatsız olur. Geniş bir kelime hazinesine sahip olmak, ancak iletişimin fonksiyonel sürecine zarar vermediği takdirde faydalıdır.91 Oysa bilgi ağırlıklı vaazın amacı, cemaati, vaizin bildiği ve kullandığı kelimelerle etkilemek ve büyülemek değil, aksine cemaatin o konu hakkındaki bilgisini artırmaktır. Amerikan eski Başkanlarından Abraham Lincoln bir keresinde şöyle demiştir: “En düşük seviyedeki insanların

                                                            87 Monroe, a.g.e., s. 389-392. 88 Verderber, a.g.e., s. 160. 89 Wil A. Linkugel ve Diğerleri, Contemporary American Speeches, fourth ed. Kendall, Dubuque,

Iowa, 1978, s. 30-34. 90 Verderber, a.g.e., s. 160-161. 91 Sayer ve Rickert, a.g.e., s. 89.

182

Page 18: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  184

anlayacağı şekilde konuş, (eğer böyle yaparsan) geri kalan dinleyiciler herhangi bir zorlukla karşılaşmayacaklardır.”92

Bu tür konuşmalarda takınılacak tutum, tamamen konuşulacak konuya ve hitap edilecek dinleyiciye bağlıdır. Ancak temel bir prensip olarak konuşma, “anlaşılacak derecede yavaş ve ilgi çekecek kadar hızlı olmalıdır.”93 Çok hızlı bir şekilde konuşmak, dinleyenlerin kafasını karıştıracağı gibi, çok yavaş ko-nuşmak da, onları uykuya itecektir. Konunun anlaşılması ve kavranılması ne kadar zor olursa, o kadar yavaş konuşulmalıdır.

Vaazda dikkat edilecek temel hususlardan bir tanesi de konuşulacak kelime-lerin seçimidir. Mark Twain bu konuyla ilgili olarak şu güzel benzetmeyi yap-maktadır: “Doğru kelimeyle, aşağı yukarı doğru kelime arasındaki fark, şimşek-le ışık böceği arasındaki fark gibidir.”94 O halde, bir vaiz, tam olarak anlamını bilmediği ya da emin olmadığı kelimeleri kullanmamalıdır. Dolayısıyla, zor duruma düşmemek için en iyisi, manasını iyi bilmediği ya da değişik anlamlara gelecek kelimeler kullanmamaktır.

Konuşmanın açık, sade ve anlaşılır olması kadar hızı da önemlidir. Genelde, konuşma hızı konuşmanın şekliyle yakından ilgilidir. Konuşma hızı ifade edilen düşünceyle uyum içinde olmalıdır. Yani, ağır ve karışık konular, dinleyicilerin onu anlamasına ve hazmetmesine imkân tanımak için daha yavaş sunulmalıdır. Genel olarak dakikada 185 kelimeden fazla konuşmak çok hızlı iken, 140 keli-me veya altında konuşmak da yavaş olarak kabul edilmektedir. Bazı otoriterler dinleme oranının 400-800 kelime arasında değişebileceğini söyleseler de, vaaz-da ortalama olarak konuşma hızı 140-185 kelime arasında olmalıdır.95 Ancak, şu da bir gerçektir ki, etkili bir konuşma için, konuşma hızı zaman zaman değiş-tirilmelidir. Konuşma hızı aynı zamanda iki unsura bağlıdır: kemiyet ve durak-lama. Kemiyet demek, konuşma anında geçen zamanın süresidir. Konuşma aralarında daha doğrusu kelimeler arasında bazen ara vermek yani susmak da iyi bir konuşmanın özelliğindendir.

Kur’an-ı Kerim’in de iletişimle ilgili olarak ısrarla üzerinde durduğu konu-lardan bir tanesi, dil ve kullanılan dilin anlaşılırlığı ve açıklığı meselesidir.96 Pek çok ayet dinî iletişimcilerin güzel bir dil ve konuşma yeteneğine sahip ol-maları gerektiğini göstermektedir. Hatta Kur’an genel anlamda güzel konuşma-

                                                            92 Lucas, a.g.e., s. 280. 93 Monroe, a.g.e., s. 389. 94 Woodrow M. Kroll, Prescription for Preaching, Grand Rapids, Michigan: Baker Book House,

1980, s. 56. 95 Kroll, a.g.e., s. 33. 96 Bkz. Kur’an, Yûsuf (12): 2; Zuhruf (43): 3; Duhân (44): 58; Fussilet (41): 44. Şuarâ (26): 195;

Nahl (16): 103; Meryem (19): 97; İbrâhim (14): 4; Hac (22): 16; En’âm (6): 105; A’râf (7): 58; Furkan (25): 50; Tâhâ (20): 27-28; Şuarâ (26): 13; Kasas (28): 34.

183

Page 19: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  185

nın bir peygamberlik vasfı olduğunu belirtir.97 Kur’an‘ı Kerim açık, güzel ve anlaşılır konuşmaya bu kadar önem verirken, muğlâk konuşanları, dilini eğip bükenleri ve özellikle de kasıtlı olarak anlam ve manayı bozan kişileri şiddetle kınamaktadır.98 Tüm bu âyetlerden çıkan sonuç şudur: Vaiz her şeyden önce hitap ettiği toplumun diline en iyi şekilde hâkim olmalı, konuları açık, sade ve anlaşılır bir şekilde sunmalıdır.

Cemaatin motivasyonunu devam ettirmek: Cemaati sadece dinlemeye mo-tive etmek yeterli olmayıp, asıl önemli olan, bu motivasyonlarını konuşma bo-yunca devam ettirmektir. Ne yazık ki, birçok konuşmacı bu önemli durumu fazla dikkate almaz. Çoğu konuşmacılar, kendilerinin o konuyla ilgilendiği gibi, dinleyicilerin de onu aynı coşkuyla dinlemek istediklerini farz ederler. Oysa durum hiç de öyle değildir. Onun için, dinleyicileri motive etmeyi becerebilmek ve yapılan konuşmanın kendileri için oldukça yararlı olduğunu kavratarak ilgi ve alâkalarını canlı tutmak, başarılı olmak için son derece önemlidir.99

Geribildirime dikkat etmek: Son olarak, vaizin cemaatinden gelen geribildi-rimlere tepki verebilmesi gerekir. Sözel olmayan geribildirimler, dinleyicilerin reaksiyonunu, kabul ya da reddetmesini, tam ya da eksik anlamasını, karıştırma-sını vs. ölçmede faydalı bir gösterge olabilir.100 Dolayısıyla vaiz, cemaatinden gelen her türlü sözel ya da sözel olmayan geribildirimleri dikkate alıp, konuş-masını ona göre sürdürmelidir. Sonuç olarak vaiz, sadece kendi küçük dünyası-na dalıp kalmamalı, cemaatinden gelen geribildirimleri de hesaba katmalıdır.

2. İkna Edici Vaaz: İnandırma olarak da dilimize tercüme edilen ikna ke-limesi, “kabul ettirme ve razı etme” diye tanımlanabilir. Buradan hareketle ikna tarzındaki konuşmalar da, “konuşmacının arzu ettiği doğrultuda, karşıdaki bi-reylerin inanç, değer, tutum ve davranışlarını değiştirmeye ilişkin yapılan planlı konuşmalar” olarak tanımlanabilir.101 Bu tanımda, iki önemli husus ortaya çık-maktadır. Birincisi, burada “karşıdaki bireyler ya da diğerleri” derken, bir din-leyici grubundan bahsedilmektedir. İkincisi, konuşmacının arzu ettiği şekilde derken, ikna tarzındaki konuşmaların belli bir amacı vardır.

                                                            97 Konuyla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Onun mülkünü güçlendirmiştik, kendisine

hikmet (peygamberlik, yüksek bilgi, hakkı batıldan ayırma, davaları çözme) ve açık, güzel ko-nuşma (yeteneği) vermiştik.” Kur’an, Sâd (38): 20.

98 Örnek olarak bkz. Kur’an, Mâide (5): 13; Bakara (2): 58-59, 104; Nisâ (4): 46, 135. 99 Bruce E. Gronbeck,ve Diğerleri. Principles and Types of Speech Communication., eleventh ed.,

Scott, Glenview/Illinois 1990, ss. 354-355. 100 Sayer ve Rickert, a.g.e., s. 90. 101 Thomas L. Tedford, Public Speaking in a Free Society. McGraw-Hill, New York 1991, s. 274.

Ayrıca bkz. Andrew T. Weaver ve Ordean G. Ness. An Introduction to Public Speaking, The Odyssey Press, New York 1961, s. 105-106; Taylor ve Diğerleri, a.g.e., s. 356.

184

Page 20: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  186

Vaaz açısından baktığımızda, bilgi ağırlıklı vaazlar daha çok hedef kitleye bilgi sunmayı amaçlarken, ikna tarzındaki vaazlar, hedef kitlenin inanç, değer, tutum ve davranışlarını değiştirmeyi amaçlamaktadır. Dolayısıyla, yapılan vaa-zın da bu amaca yönelik olarak belli bir plan dahilinde hazırlanması ve verilme-si gerekir. Ancak burada, şuna da dikkat etmek gerekir ki, inanç, tutum ve dav-ranışları değiştiren, ikna edici konuşma ya da konuşan kişi değil, dinleyicinin kendisidir. Burada, ikna edici konumundaki kişinin görevi, mevcut inanç, tutum ve davranışlarla kendi sunduğu tavsiyeler arasında bir seçim sunmaktır. Daha sonra seçim yapmak dinleyiciye düşen bir görevdir. Eğer konuşmacının tavsiye-leri yeterli derecede etkileyici olursa, arzulanan değişiklik gerçekleşebilir. O halde çekici bir alternatif sunmak, ikna etmenin kalbini oluşturmaktadır.102 George Rodman, bilgi ağırlıklı konuşma ile ikna tarzındaki konuşmayı şöyle değerlendiriyor. “Eğer bilgi ağırlıklı konuşma sınıftaki bir konuşma şekliyse, ikna konuşmaları da mahkemedeki bir konuşma gibidir.”103 Gerçekten de karşı tarafı iknaya çalışmak, savunma avukatlığı gibi bir görevi gerektirmektedir.

Bilgi ağırlıklı konuşmaların amacı nasıl ki hedef kitleyi belli konularda bil-gilendirmek ise, ikna tarzındaki konuşmaların nihaî amacı da diğerlerinin dav-ranışlarında değişiklik meydana getirmektir. Bu, kişilerin sahip oldukları tutum ve davranışların devamlılığını sağlamak olabileceği gibi, mevcut bir tutum ya da davranışı bıraktırmak, ya da herhangi bir yeni davranışın kazanılmasını veya yeni tutumların oluşmasını sağlamak şeklinde de olabilir.104 Sonuç olarak bir karşılaştırma yapılırsa, bilgi ağırlıklı konuşma, dinleyicilere bir fikir ya da olay hakkında daha fazla bilgi vermeyi amaçlarken, ikna edici konuşmalardaki temel amaç, değişiklik ya da eylemdir.105

Kur’an-ı Kerimi incelediğimizde, O’nun da iknaya önemli bir yer verdiğini görürüz. Kur’an her şeyden önce, körü körüne bir şeye inanmayı ve kabul et-meyi reddetmekte, bu tür insanları da kınamaktadır.106 Bunun yerine, araştırma ve incelemeden sonra mantıkî olarak inanmayı emretmektedir.107 Kur’an‘ı Ke-rim pek çok yerde kâinatın düzenine,108 Allah’ın varlığı, birliği ve kudretine,109

                                                            102 Samovar ve Mills, a.g.e., s. 216. 103 Rodman, a.g.e., s. 234. 104 Yoder ve Diğerleri, a.g.e., s. 426-28. 105 Gronbeck ve Diğerleri, a.g.e., s. 370. 106 Örnek olarak bkz. Kur’an, Mâide (5): 104; A’râf (7): 70-71, 173; Yûnus (10): 78; Hûd (11):

62, 87; Yûsuf (12): 37-38; Enbiya (21): 52-56; Mü’minun (23): 24, 82-85; Şuarâ (26): 69-76, 137; Neml (27): 67-68; Kasas (28): 36; Lokman (31): 21; Ahzâb (33): 67; Sâffât (37): 69-70; Sâd (38): 7; Zuhruf (43): 22-23.

107 Kur’an, Beyyine (98): 1. 108 Kur’an, Bakara (2): 164; Âl-i İmrân (3): 190; En’âm (6): 1, 95; A’râf (7): 57; Yûnus (10): 6. 109 Kur’an, Bakara (2): 258-259; En’âm (6): 75-79, 101; A’râf (7): 185; Yûnus (10): 31; Enbiya

(21): 22; Yûsuf (12): 39; Nahl (16): 66; Meryem (19): 8-9; Mü’minun (23): 91.

185

Page 21: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  187

Kur’an’ın gerçekliğine,110 putların işlevsizliğine,111 ve özellikle de öldükten sonraki hayat konusuna ilişkin birçok delil kullanmaktadır.112

İkna edici vaazlarda, kaynak durumunda olan vaiz ve cemaat kadar,113 me-sajın kendisi ve nakli de önemli bir yer tutmaktadır. Davranışları değiştirmeye yönelik olduğu hissini vermeyen mesajlar, insanları yönlendirme niyetinde gö-rülen mesajlardan daha etkilidir. Diğer bir ifadeyle, insanlar kasıtlı olarak ken-dilerini değiştirmeyi hedefleyen mesajlara güvenmezler ve onu reddetmek ister-ler. Bu yüzden de satış uzmanlarının kullandığı “yumuşak satış yaklaşımı” kul-lanılmalıdır.114 Nasıl ki bir satıcı, müşterisine, “Benim esas amacım size mal satmak değil, sadece malımızı tanıtmaktır. Eğer memnun olmazsanız hiç tered-düt etmeden geri verebilirsiniz” diyerek, onu ikna etmeye çalışıyorsa, konuşma-cı da kendi amacını ortaya koymak ve onu gerçekleştirmek niyetinden ziyade, dinleyicilerini düşündüğü hissini vermelidir. Dolayısıyla, sadece konuşmacının kim olduğu değil, aynı zamanda ne söylediği de önemlidir. İşte, iletişimciler ikna tarzındaki konuşmalarda sunulacak mesajın şu özellikleri taşıması gerekti-ğini belirtmektedirler: Mesaj mantıkî olarak iyi bir şekilde mi hazırlanmış, yok-sa iknadan ziyade hislere mi hitap etmektedir? Verilen mesaj dinleyicilerin gö-rüşlerinden ne derece ayrılık göstermektedir? Dinleyicide köklü değişiklikler mi, yoksa az bir değişiklik mi yapılmak isteniyor? Sunulan mesaj, sadece ko-nuşmacının kendi görüş ve yaklaşımını mı içeriyor, yoksa değişik görüşlere de yer veriyor mu?115

İkna tarzındaki konuşmalarda diğer bir sorun, bu mesajın insanlara sunuluş şeklidir. İnsanları ikna etmede, duygusal konuşma mı, yoksa akla ve mantığa hitap eden konuşmalar mı daha etkilidir sorusu, ilk dönemlerden beri tartışıl-maktadır. Çağdaş iletişimciler, ikna tarzındaki konuşmalarda duygulara baş-vurmanın geçerli bir metot olmadığını ileri sürmektedirler. Onlara göre ikna edici konuşmalar daima sağlam gerçekler ve mantık üzerine bina edilmelidir. Bu, hem ahlâkî hem de pratik sonuçlar için önemlidir. Dolayısıyla, önce gerçek ve ussal düşünceye, daha sonra dinleyicilerin duygularına başvurulmalıdır.116

İkna tarzındaki vaazlarda mantıkî nedenlere başvurmak, en başta gelmekte-dir. Herkes aynı şekilde kabulcü değildir. Bazı kişilerin, inanç konuları da dahil

                                                            110 Kur’an, Bakara (2): 2; Fussilet (41): 53. 111 Kur’an, Mâide (5): 76; A’râf (7): 191-195, 198; Yûnus (10): 18; Enbiya (21): 43; İsrâ (17): 56;

Meryem (19): 42; Tâhâ (20): 88-89; Enbiya (21): 57-67. 112 Kur’an, Bakara (2): 28; İsrâ (17): 98-99; Kehf (18): 21; Meryem (19): 66-67; Yâsîn (36): 78-

79, 81; Mümin (40): 57; Fussilet (41): 39; İsrâ (17): 49-51; Rum (30): 19, 50. 113 Kaynak kişi ve hedef kitle konusu daha önce incelendiğinden burada tekrar etmek istemiyoruz. 114 Baron ve Byrne, a.g.e., s. 151. 115 David G. Myers, Social Psychology, fourth ed., McGraw-Hill, New York 1993, s. 270. 116 Lucas, a.g.e., s. 326.

186

Page 22: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  188

olmak üzere bazı şüpheleri olabilir. Aslında bu yadırganacak bir durum da de-ğildir. Hz. İbrahim de aynı şüpheyi yaşamıştır.117 Bu gibi durumlarda yapılacak iş, vaizin, görüşlerini delillerle desteklemesidir. Çoğu konuşmacılar için, güçlü ve yeterli deliller kullanmak mutlak anlamda gereklidir. Bu durum konuşmacı-nın güvenirliliğini ve mesajın hem kısa hem de uzun süreli etkinliğini artırır, ikna olmaya karşı olan dinleyicilerin aşılanmasına yardımcı olur.118

3. Motive Edici Vaaz: Latince motivum kökünden gelen motivasyon keli-mesi bir şeyi hareket ettirmeye neden olan şey anlamına gelmekte olup, insanlı-ğın ilk tarihinden itibaren hep büyüleyici bir konu olmuştur. İlk psikologlar, insanları herhangi bir şey yapmaya iten nedenlerin sadece biyolojik ihtiyaçlar olduğunu ileri sürmüşlerdi.119 Ancak daha sonra anlaşıldı ki, insanlar sadece biyolojik ihtiyaçlar için değil, bilişsel, duyuşsal ya da toplumsal bir ihtirası ger-çekleştirmeye yönelik ihtiyaçlar için de motive olabilirler.120

Dinî alanda yapılan konuşmaların pek çoğu motive edici konuşmalar grubu-na girmektedir. Bu tür vaazların esas amacı cemaatte heyecan, coşku ve derin hisler uyandırmaktır. Tabiî ki bu yegâne amaç değildir ve olmamalıdır. Alan H. Monroe‘nin dediği gibi “Hedefsiz bir heyecan ya da derin hisler, yükü olmayan bir trenin vahşi ormanlarda yol almasına benzer.”121 Konuşmacı, dinleyicilerini coşturmaya gayret etmeli, aynı zamanda onları açık bir amaca ve eyleme doğru da yönlendirmelidir. Pek çok konuşmacı, dinleyicilerinde büyük heyecanların oluşmasını sağlayabilir. Ancak onları o konu hakkında hiçbir şey yapmaya zor-lamaz ya da itmez. Dolayısıyla konuşmacı dinleyicilerini coşturmalı, ancak bunun yanında onların yapacağı bir şeyi de kendilerine sunmalıdır.

Bu vaaz şeklinde sorulması gereken ilk soru şudur: “Benim yapacağım vaaz dinleyicilerin motivasyonuyla ne derece ilgilidir? Onları ne derece ilgilendir-mektedir? Onları motive edecek mahiyette midir?” Bu sorulara motivasyon konusuyla ilgili olarak geliştirilen çeşitli teoriler çerçevesinde cevap verilebilir. Bu konuda Alan Monroe’nin ortaya koyduğu teori (motivasyonel süreç) her ne kadar satış elemanlarına yönelik olarak geliştirilmiş bir yaklaşım olsa da, dinî iletişimi de yakından ilgilendirdiğinden kısaca buna değinmek istiyorum.

Bu yaklaşım temel olarak John Dewey‘in problem-çözüm sürecine ben-zer.122 Ancak Monroe’nin geliştirdiği motivasyon basamakları onun biraz daha geliştirilmiş şekli olup beş basamaktan oluşmaktadır.

                                                            117 Bkz. Bakara (2): 260. 118 Lucas, a.g.e., s. 315. 119 John P. Dworetzky, Psychology, second ed., West Publishing Company, New York 1985, s.

274. 120 Dworetzky, a.g.e., s. 274; Franken, a.g.e., s. 17. 121 Monroe, a.g.e., s. 417. 122 Gronbeck ve Diğerleri, a.g.e., s. 181-182’den naklen John Dewey, How We Think, D.C. Heath

Co., Boston, MA: 1910, s. 72.

187

Page 23: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  189

Dikkat basamağı: Bir konuşmacı olarak dikkat edilecek ilk husus, dinleyici-lerin dikkatini çekmektir. Bunun için de birtakım tekniklere başvurmak gerekir. Dinleyicilerin dikkatini çekme çeşitli şekillerde olabilir. Örneğin konuşmacının konuşma şekli, güvenirliliği, kullanılan dilin çekiciliği, rengi ve şekli gibi hu-suslar dinleyicilerin konuya ilgisini çeker. Ancak, esas dinleyicilerin dikkatini çeken ve celbeden husus, dinleyicilere sunulan fikirdir. Dinleyiciler, dinlemeye zorlanmadan ilgilerini çekebilmeli ve motive etmelidir.

İhtiyaç basamağı: Her ne kadar kısa olsa da, ihtiyaç basamağı son derece önemlidir. Pek çok konuşmacı zanneder ki, konuşan kişinin her söylediğini dinleyiciler dikkatle dinliyorlar. Oysa durum hiç de sanıldığı gibi değildir. Bu yüzden de konuşmacı, sunacağı konuların dinleyiciler açısından ne kadar önem-li olduğunu göstermeye çalışmalıdır. Dinleyicilere anlatılan konuların kendileri açısından son derece önemli olduğu hissi verilmelidir. Onun için öncelikle din-leyicilerin, konunun kendileri açısından ne kadar önemli olduğunu anlamaları gerekir. Yapılan konuşmalar herkesi ilgilendirmeyebilir, ya da günlük işleriyle veya yaşamlarıyla ilgili olmayabilir. O takdirde en azından herkesin olağan dışı ya da gizemli şeylere karşı bir ilgisi olduğu göz önünde bulundurularak, dinle-yicilerde bu hislerin uyandırılması gerekir.

Tatmin etme basamağı: Bu basamağın amacı, dinleyicilere sunulan bilginin ya da hedeflenen herhangi bir inanç veya eylemin nedenini anlamaya muktedir kılmaktır. Tatmin etme basamağının yapısı biraz da konuşma çeşidine göre değişir. Zira konuşmanın temel amacı herhangi bir konu ya da olayı açıklamak ise, bu basamak söz konusu alanda verilen bilgiyle ölçülür. Eğer ikna etme ya da motive etme amacına yönelik ise, yapılan konuşmanın ya da verilen bilginin dinleyicinin hangi sorunlarına çözüm bulacağı, onun ne işine yarayacağı, ondan ne şekilde faydalanacağı gibi hususlara ağırlık vermesiyle belirlenir. Bu basa-makta en önemli husus, anlatılan konuların ve fikirlerin birbirleriyle ilişki için-de, bir düzen ve bütünlük içinde olmasıdır.

Tasavvur etme basamağı: Bu basamağın fonksiyonu dinleyicileri yoğun bir şekilde bir şeye inandırmaya, hissetmeye ve belli bir eylem yapmaya ilgi ve arzu uyandırmaktır. Yine bu basamağın amacı, dinleyicileri geleceğe yönlendi-rerek, ortaya konan bir inancın, fikrin ya da eylemin kabulünü canlı bir şekilde göstermektir.

Bu basamağı etkili bir şekilde kullanmak için dinleyicilere, ortaya atılan fik-rin gelecekleri açısından ne kadar önem taşıdığını ortaya koymak (positive method), ya da yapılan tavsiyeleri veya fikri kabul etmedikleri takdirde, karşıla-şabilecekleri olumsuz şartları tasvir etmek (negative method) gerekir. Bu metot, -iyi ve kötü sonuçlarını, avantaj ve dezavantajlarını ortaya koymak- bir mesele-nin sadece olumlu ya da olumsuz yönünü ortaya koymaktan daha etkilidir.

188

Page 24: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  190

Bu metotla ilgili hangi yaklaşım kullanılırsa kullanılsın, burada önemli olan, bu basamağın dinleyicilerin görüşünde daima gerçeklik testinin mümkün olma-sıdır. Ortaya atılan görüş ve sonuçlar dinleyicilerce inanılır ve ihtimal dahilinde olmalıdır. Dinleyiciler bunları sadece basit ihtimal dahilinde olan bir şey olarak değil, gerçek ihtimaller olarak kabul etmelidirler. Ayrıca, dinleyicilere olaylar öyle canlı tasvir edilip, öyle zihinsel imajlar kullanılmalıdır ki, dinleyiciler tas-vir edilen şeyin avantaj ve dezavantajlarını görme, işitme, hissetme, tatma ve koklama şansına sahip olmalıdırlar. Sunulan konu ne kadar canlı ve gerçekçi olursa, dinleyicilerden o kadar olumlu ve önemli tepkiler almak mümkün olur.

Eylem basamağı: Tabiî, her konuşma çeşidi bir eylem basamağını gerektir-mez. Ancak, motive edici konuşmalar genellikle bir eylem basamağını gerektirir. Bilgi ağırlıklı vaazlarda, konuyla ilgili daha fazla bilgi sahibi yapmak öncelikli iken, ikna tarzındaki vaazlarda mevcut inancı korumak, motive edici vaazlarda ise, dinleyicilere sunulan fikir doğrultusunda bir eylemde bulunmaları beklenir.123 Örneğin içki ve sigaranın bırakılması, beş vakit namaza başlama gibi.

Yukarıda da belirtildiği gibi, motive edici konuşmada ya da diğer konuşma şekillerinde konuşmada önemli olan, sadece dinleyicilerin dikkatini çekmek, onları coşturmak değil, onların bu motivasyonlarını devam ettirmektir. Bunun için konuşma tarzı, içerik ve konudaki metotlar da önemlidir. Eğer yapılan vaaz, motive edici bir vaaz olacaksa, o takdirde sunuşun kendisinin dinamik olması gerekir. Ancak bu dinamiklik, konuşma durumuna göre değişir. Eğer vaizin amacı cemaatini heyecanlandırmaksa, vaizin kendisi hem zihinsel hem de be-densel olarak dinç olmalıdır. Hareketli olmak, el ve kol hareketleriyle, savundu-ğu noktaları vurgulamayı gerektirir. Diğer taraftan, eğer derin bir saygı, bağlılık ve sadakat durumu sergilenmek isteniyorsa o takdirde de, fizikî olarak daha ağır başlı olmak ve hissin derinliğini sese uyarlamak gerekir. En önemli hususlardan bir tanesi de, notlara bakarak ya da kitaptan okuyarak dinleyicilerde his ve he-yecanın uyandırılamamasıdır. Onun için de vaizin kendisi dinamik olmak du-rumundadır.

Vaazın içeriğine gelince, böyle bir durumda şunu kabul etmek gerekir ki, zaten cemaat prensip olarak böyle bir konuşma şeklini kabul etmiştir. Onun için onlarla tartışmaya girmeye gerek yoktur. Vaizin buradaki görevi cemaatini teşvik etmek ve onları hareketlendirmektir. Bunun için de, göze çarpıcı, ilgi çekici ifadeler ve mümkün olduğu yerlerde, anahtar kelime olarak sloganlar kullanmak gerekir.

Burada karşımıza mesajın sunuş şekli de çıkmaktadır. İkna tarzındaki vaaz-larda mantıkî delillere başvurmak önce gelirken, motive ağırlıklı vaazlarda daha

                                                            123 Monroe, a.g.e., s. 311-330.

189

Page 25: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  191

çok, hislere hitap etmek önem arz etmektedir. Hislere hitap etmek, Aristo‘nun pathos olarak adlandırdığı bir nitelik olup, dinleyicilerin psikolojisine başvurma metodur. Konuşmanın etkili olması için, sadece konuşmacının yeterli ve inandı-rıcı, içeriğin de açık ve mantıklı olması yeterli olmamaktadır. Bunun da ötesin-de, Aristo’nun da belirttiği gibi, yapılan konuşmanın insanların duygularına da hitap etmesi gerekir.124

Hisler; korku, zevk, kaygı, övülme ve sevgi duygularıdır. İnsanlar hissî ola-rak mesajlara tepki gösterdiklerinde, genellikle konu, durum ve konuşmacı hak-kındaki gerçeklere fazla önem vermezler. Vaizler, iddiaların kabulünde veya onlara karşı ilgi uyandırmada, mantıkî delillerden ziyade bu hissî delilleri daha etkili olarak kullanabilirler.125 Ancak burada hissî delilleri ya da hisleri kullanır-ken dikkat edilmesi gereken hususlar da vardır. Eğer dinleyici grubu kendileri-nin manipüle edildiğini fark ederse, o zaman bu metodun bir faydası olmaz. Bu hissî başvurmalar çok açık, gereğinden fazla abartıldıysa, ya da çok dramatize edildiyse, insanlar o zaman da bunun samimî olmadığını, kendilerinin aldatıl-mak istendiğini düşünerek bu hissî delillere inanmayabilirler.126

Dinleyicilerin duygularının nasıl coşturulacağı, konuya, dinleyiciye ve ama-ca göre değişebilir. Bunun her tür konuşmaya uygulanacak bir formülü yoktur. Ancak, bilinen ve tavsiye edilen husus, hissî gücün en kuvvetli kaynağının ko-nuşmacının kendi samimiyetidir. Dolayısıyla, konuşmacının kendisi duygulan-madıkça ve anlattığına gerçekten kendisi inanmadıkça,127 ne kadar dinleyicileri okşayıcı kelime kullanırsa kullansın ya da ne kadar canlı ve etkileyici örnekler seçerse seçsin, sonuç istendiği gibi olmayacaktır. Eğer vaizin kendisi bunu be-cerebilirse, onun duyguları kendiliğinden cemaate geçer.

Kaynak durumundaki kişi, diğer insanları etkilemek için birtakım saikler ve teşvik edici unsurlar kullanır. Temel teşvik edici unsurlar olarak da ya ödüle ilişkin “olumlu pekiştireçler” ya da korku uyandırıcı nitelikteki “olumsuz pekiştireçler” kullanılabilir.128 Olumlu pekiştireçler dinleyicilere aldıkları bilgi sayesinde elde edecekleri faydayı ve menfaati sunan pekiştireçler olurken, olumsuz pekiştireçler de sunulacak bilgiyi öğrenmedikleri takdirde dinleyicileri bir ceza ya da olumsuzlukla tehdit eden pekiştireçlerdir.129

Olumsuz pekiştireçler içindeki en önemli unsurlardan biri korku unsurudur. Doğru ve ölçülü kullanıldığı takdirde korku unsuru insanları belli bir noktaya

                                                            124 Tedford, a.g.e., s. 288. 125 Yoder ve Diğerleri, a.g.e., s. 433. 126 Yoder ve Diğerleri, a.g.e., s. 436. 127 Bkz. Bakara (2) 285. 128 Franken, a.g.e., s. 463. 129 Tedford, a.g.e., s. 264.

190

Page 26: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  192

kadar etkiler. Ancak alıcı ne kadar çok korkutulursa, o kadar çok inandırılır ya da daha garantili olarak harekete geçirilebilir yaklaşımı da yanlıştır.130 Yani düz orantılı bir etki-sonuç artışı yoktur. Korkunun şiddeti arttıkça, bir noktaya kadar inanma ve harekete geçme sonucu da olumlu şekilde artarken, bir noktadan sonra birdenbire sonucun düştüğü, korku şiddetlendikçe inanma-harekete geçme olayının da bozulduğu, yerini inanmamaya, istenilen hareketi yapmamaya bı-raktığı deneylerle ortaya çıkmıştır.131 Son zamanlarda yapılan araştırmalar, kor-ku ile davranış değişikliği arasındaki ilişkiyi ters U’ya benzetmektedir. Eğer korkunun derecesi çok düşükse, bu takdirde dinleyici mesaja özel bir ilgi gös-termeyecektir. Korkunun derecesi arttıkça davranış değişikliği de artış göstere-cektir. Buna karşılık eğer korkunun derecesi aşırı derecede artarsa o zaman da davranış değişikliği keskin bir şekilde düşer. Bunun da nedeni dinleyicinin me-saja savunmacı tarzda yaklaşmaya çalışmasıdır. Kur’an‘daki şu âyet de bu du-rumu ilginç bir şekilde ortaya koymaktadır: “…Biz onları (çeşitli biçimlerde) korkutuyoruz. (Fakat korkutmamız) onların azgınlıklarını daha da artırmaktan başka bir katkı yapmıyor.”132

Kur’an-ı Kerim’de de insan davranışlarını motive etmeye yönelik pek çok âyete rastlamak mümkündür. Ancak Kur’an‘ın ortaya koyduğu motivasyon şekli psikologların ortaya koyduğu motivasyon şeklinden farklıdır. Kur’an’ın ortaya koyduğu motivasyona, sadece temel insanî ihtiyaçlar açısından bakıla-maz. Her ne kadar bu temel ihtiyaçlar insan hayatında önemli bir yere sahip olsa da, dinî motivasyon bunun da ötesinde, daha ulvî ve daha kapsamlıdır. Zira o sadece dünya hayatını değil, ahiret hayatını da içerir.133

İslâm‘daki temel motivasyon imandır.134 Kur’an’da imanın değişik şekiller-de yedi yüz kereden fazla zikredilmesi bunu açıkça göstermektedir. Aslında iman, esası şekillendirir ve tüm motivasyonlar için gerekli olan enerjiyi sağlar. Zira iman, bir Müslüman’ın hayatında, tüm hareketlerine yön veren bir moti-vasyondur. İman sayesinde kişiler birtakım davranışlarda bulunur, onlara yön verir ve onları her türlü pisliklerden temizlemeye çalışır.135 Müslüman’ın haya-tında iman, sadece dille ifade edilen soyut bir kavram olmayıp, insanın en temel ihtiyaçlarını bile -örneğin yeme, içme ve cinsel ihtiyaç gibi- düzenlemektedir.

                                                            130 Bkz. Jonathan L Freedman,ve Diğerleri, Sosyal Psikoloji. Çev. Ali Dönmez, Ara Yayıncılık, İstanbul 1989, ss. 309-312.

131 Reha Oğuz. Türkan, İkna ve Uzlaşma Sanatı, 2. baskı, Hayat Yayıncılık, İstanbul 1998, s. 113-114.

132 Kur’an, İsrâ (17): 60. 133 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Aydın, a.g.e., s. 77-180. 134 Shafiq Falah. Alawneh, “Human Motivation: An Islamic Perspective.” The American Journal

of Islamic Social Sciences, vol. 15, number 4, ss. 19-39, s.27. 135 Alawneh, a.g.m., s. 27.

191

Page 27: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  193

Örneğin açlık, bir Müslüman’ı bir şey yemeye sevk eder, ancak tüm yeme süre-cini kontrol eden onun imanıdır. İman sayesinde doğru yiyecek bulur ve doğru yeme alışkanlığını devam ettirir. İçme ve cinsel ihtiyaçları tatmin konusu da aynı şekildedir.136

Kur’an‘ın ortaya koyduğu motivasyon, “ummak ve korkmak”ın karşılığı olarak tasvir edilen “mükâfat ve cezadır.”137 Aslında, inanan bir kişinin sonuçta en büyük arzusu bu büyük mükâfata ulaşmak ve cezadan kurtulmaktır. Ancak, burada şu hususa da dikkat etmek gerekir ki, Kur’an’daki ceza ve mükâfat, hem nitelik hem de nicelik açısından farklılık arz etmektedir. Kur’an’ı Kerim, bili-nen ve hayal edilen her türlü mükâfat ve cezayı zikretmektedir. Örneğin en te-mel biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçlar olan yeme, içme, dostluk ve giyinme pek çok yerde zikredilmektedir.138 Yine Kur’an, çok çarpıcı bir şekilde, inanan ve inanmayan kişileri gelecekte nelerin beklediğini ortaya koyarak onları inanmaya motive etmektedir.139 İşte kişi bir kere ahirette insanların iki gruba ayrılacağına tam olarak inanınca, elbette kurtuluşa erecekler arasına girme konusunda moti-ve olacaktır. İşin daha ilginç yanı, çağdaş psikologların (F. B. Skinner) ortaya koyduğu ceza ve mükâfat teorisinin asırlar önce Kur’an‘da ortaya konmasıdır. Kur’an’da iki temel, iki de alt basamakları olmak üzere dört çeşit pekiştireç kullanılmaktadır. Bunlar olumlu ve olumsuz ceza; olumlu ve olumsuz mükâfat-tır.140

Olumlu ceza (positive punishment), Cehennem’dekiler için Kur’an‘da muh-telif yerlerde zikredilmektedir. Örnek olarak şu âyet mealleri verilebilir: Çağlar boyunca cehennemde kalmak,141 su istediklerinde kaynar su ve irin içmek,142 derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka derilerin verilmesi,143 zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateşin hazırlanması,144 cehenneme odun olmaları,145 ve yüzükoyun ateşe sürüklenmeleri.146

Olumsuz (pasif ya da dolaylı) cezaya (negative punishment) gelince, “bir şeyden mahrum etme” şeklinde pek çok yerde zikredilmiştir. Olumsuz cezaya örnek olarak, serin su içmekten engellenmek,147 rehberlik ve aftan mahrum bı-

                                                            136 Alawneh, a.g.m., s. 29. 137 Alawneh, a.g.m., s. 33; 21: 90. 138 Kur’an, Muhammed (47): 15; İnsan (76): 17-18; Vâkıa (56): 18-23; Rahmân (55): 56-58. 139 Kur’an, Nebe’ (78): 21-25; Nebe’ (78): 21-25. 140 Bu sınıflamayı Alawneh yapmaktadır. Bkz. Alawneh, a.g.m., s. 33-35. 141 Kur’an, Nebe’ (78): 23. 142 Kur’an, Nebe’ (78): 25. 143 Kur’an, Nisâ (4): 56. 144 Kur’an, İnsan (76): 4. 145 Kur’an, Cin (72): 15. 146 Kur’an, Kamer (54): 48. 147 Kur’an, Nebe’ (78): 24.

192

Page 28: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  194

rakılmak,148 konuşmaya, hatta özür dilemelerine bile izin verilmemek,149 ağızla-rının mühürlenmesi, elleri ve ayaklarının dünyadayken yaptıkları şeyleri söyle-mesi,150 ifadeleri verilebilir.

Olumlu ve olumsuz mükâfatlar da Kur’an‘da birçok farklı durumda zikre-dilmiştir. Olumlu pekiştireçler için şu örnekleri verebiliriz: Her çeşit yiyecek ve meyvenin yenmesi,151 cennet bahçeleri ve orada diledikleri her şeyin olması,152 iri gözlü huriler,153 altından ırmaklar akan hoş bir mekân.154

Allah tarafından zikredilen olumsuz (dolaylı) mükâfatlar (negative rewards) da şunlardır: Korku ve hüzünden korunma,155 kızgın ateşten ve birden fazla ölüm tatmaktan korunma,156 günahların affedilmesi ve kaldırılması,157 boş ya da günaha sokan bir şey işitmemek158 ve cehennem ateşinden kurtulmak.159

Yukarıdaki örnekler, Kur’an‘da zikredilen mükâfat ve cezaların hep böyle ayrı kategorilere ayrıldığını göstermez. Aksine muayyen bir davranışa vurgu yapmak için çoğunlukla birlikte de verilmektedir. Bazen ceza bir çeşit mükâfat ile birlikte zikredilirken,160 bazen iki çeşit mükâfat yan yana zikredilmekte,161 bazen de olumlu ve olumsuz pekiştireçler aynı anda geçmektedir.162

Netice itibariyle şu söylenebilir ki, bir vaiz, konuşmalarında çağdaş psiko-logların geliştirdiği motivasyonel teorilerden ilham alarak, Kur’an ve hadisteki olumlu veya olumsuz pekiştireçleri kullanabilir. Ancak, şu da unutulmamalıdır ki, insanları motive etmede olumsuz pekiştireçlerden ziyade olumlu pekiştireçlerin daha etkili olduğu psikolojik verilerin ortaya koyduğu bir gerçek-tir.

                                                            148 Kur’an, Nisâ (4): 168. 149 Kur’an, Mürselât (77): 35-36. 150 Kur’an, Yâsîn (36): 65. Ayrıca bkz. Fussilet (41): 21-22; Nûr (24): 24. 151 Kur’an, Yâsîn (36): 57; Tûr (52): 22. 152 Kur’an, Şûrâ (42): 22. 153 Kur’an, Tûr (52): 20. 154 Kur’an, Zümer (39): 20. 155 Kur’an, Ahkaf (46): 13; Zuhruf (43): 68. 156 Kur’an, Duhân (44);56. 157 Kur’an, Saf (61): 12; Fetih (48): 5. 158 Kur’an, Vâkıa (56): 25; Nebe’ (78): 35. 159 Kur’an, Âl-i İmrân (3): 185; Alawneh, a.g.m., s. 33-35. Ayrıca Kur’an’daki motivasyon için

bkz. Aydın, a.g.e., s. 65-180. 160 Bkz. Kur’an, Mâide (5): 98; En’âm (6): 165; A’râf (7): 167; Mümin (40): 3; Fussilet (41): 43. 161 Kur’an, Sebe’ (34): 4; Âl-i İmrân (3): 185. 162 Örnek olarak bkz. Kur’an, Bakara (2): 174.

193

Page 29: ETKĐLĐ DĐN ÖĞRETĐMĐ - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/D194642/2010/2010_KOYLUM2.pdf · astronomi, biyoloji, kimya, hukuk, ekonomi gibi bilim dalları başta gelmektedir

 

  195

Sonuç

Şimdiye kadar değindiğimiz bu kısa incelemeden şu sonuç ortaya çıkmakta-dır ki, vaaz etmek sıradan bir iş olmayıp, birtakım bilgi, beceri ve donanımları gerektiren bir sanattır. Bundan dolayı da Allah, dinin tebliğini herkese değil, sadece bu konuda ihtisas sahibi muayyen bir gruba tahsis etmiştir. Dolayısıyla, başta tebliğci konumunda olan vaizin, belli bazı özelliklere sahip olması gere-kir. Bu pedagojik ve psikolojik özellikler açık bir şekilde Kur’an’da ortaya konmuş ve günümüz sosyal psikolojik araştırmaları tarafından da desteklen-mektedir. Diğer taraftan, sadece kaynak durumunda olan kişinin birtakım özel-liklere sahip olması yetmez, iyi bir hedef kitle tahlilinin yapılması da gerekir. Zira tıpatıp aynı özelliklere sahip evrensel bir dinleyici kitlesi bulmak neredeyse imkânsızdır. Bunun için de en belirgin olarak göze çarpan; yaş, cinsiyet, eğitim durumu, dinleyici sayısı ve sosyal arka plan gibi, en azından daha kolay incele-nebilecek olan bu özellikler göz önüne alınmalıdır. Bundan sonra da yapılacak vaazın türünü belirlemek gerekir. Yapılan vaaz, daha çok bilgi ağırlıklı mı, ikna edici tarzda mı yoksa motive edici şekilde mi olacak? Buna karar verdikten sonra da söz konusu vaaz şekillerine göre, uygun yöntem ve metotlar belirlemek gerekir.

194