eyupoglu sebahattin koy enstutuleri uzerine

126
KÖY ENSTİTÜLERİ ÜZERİNE SABAHATTİN EYUBOĞLU Sürüm: 1.0 Nisan 1999 Yeni Gün Yayıncılık 1

Upload: bahar-ciyiltepe

Post on 11-Mar-2016

244 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

Sebahattin Eyüpoglu

TRANSCRIPT

Page 1: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

KÖY ENSTİTÜLERİ ÜZERİNE

SABAHATTİN EYUBOĞLU

Sürüm: 1.0 Nisan 1999 Yeni Gün Yayıncılık

1

Page 2: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

KÖY ENSTİTÜLERİ ÜZERİNE

Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafındanhazırlanmıştır.

Dizgi − Baskı − Yayımlayan:

Yeni Gün Haber Ajansı

Basın ve Yayıncılık A.Ş.

Nisan 1999

KÖY ENSTİTÜLERİ ÜZERİNE

SABAHATTİN EYUBOĞLU

CUMHURİYET GAZETESİNİN

OKURLARINA ARMAĞANIDIR.

***

2

Page 3: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

İÇİNDEKİLER

KÖY ENSTİTÜLERİ ÜZERİNE

Okuryazarlar ve Köy Enstitüleri

Başaran'a Mektup

Köy Enstitüleri Üzerine

İmece

Köy Enstitüleri ve Gerçek Bilim

Eğitim Üstüne

İş ve Eğitim

Eğitimde Eşit Şans

Köy Kadınlığı ve Eğitim

İmece Dergisi Üzerine

17 Nisan Köy Enstitüleri Bayramı

Köylüler Bekleye Dursun

Eğitim Üstüne

Türkiye'de Köy Enstitüleri

17 Nisan: Bir Gurbet Bayramı

3

Page 4: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Köy Enstitülerini Anarken

17 Nisan

YİTİKLER ÜZERİNE

Tonguç

3. Ölüm Yıldönümünde Tonguç

Yücel

Yücel'i Anarken 1

Yücel'i Anarken 2

KİTAPLAR ÜZERİNE

Süleyman Edip Balkır'ın Anıları

Şair Başaran

Piramidin Tabanı

Devrim Açısından Köy Enstitüleri

***

4

Page 5: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

5

Page 6: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

OKURYAZARLAR ve KÖY ENSTİTÜLERİ

Devrimin son yıllardaki gelişmesi inanışlarda daha fazlaaçıklık, düşünce ayrılıklarında daha fazla dürüstlük istiyor.Memleket meseleleri üstünde söylenen ve yazılan her şey,her zamankinden daha dokunaklı. İnanış ayrılıklarınınciddiye alınmadığı, hesaba katılmadığı zamanlar geçiyor.Okur ve yazarlar yurt ve dünya meseleleri karşısındakidavranışlarını belli etmek zorunda kalıyorlar. Bu gidişledevrime gerçekten bağlı olmayanlar düşüncelerini uluortasöylemekten çekinmeyecekler. Dostun düşmandan,koyunun kurttan, kurunun yaştan ayırt edilmesi belki dahakolay olacak.

Bu yılın en ateşli tartışma konularından biri ve bence enönemlisi Köy Enstitüleri oldu. Cumhuriyetin zorunlu vemantıklı sonucu olarak girişilen bu eğitim seferberliğikarşısında okuryazarların serbestçe vaziyet alışları, ilerigeri birçok anlayışları, düşünceleri, alışkanlıkları ortayakoydu. O kadar ki, insanın rastgeldiğine; "Köy Enstitülerihakkında ne düşündüğünü söyle, kim olduğunusöyleyeyim" diyeceği geliyor. Aşağıya gelişigüzelsıralayacağım sözler okuryazarlardan duyduğum vebenzerlerini herkesin duymakta olduğunu sandığımsözlerdir:

"Bütün köylüleri okutmak güzel fikir, ama sonra topraklarıkim ekecek? Koyunları kim güdecek?"

"Daha şehir çocuklarını doğru dürüst okutamıyoruz,kalkmışız köylüleri okutmaya.. İnsanın yorganına görebacağını uzatmak; para yok, öğretmen yok, kitap yok,binlerce çocuğu totplayıp yarım yamalak yetiştirmeninmanası var mı?"

"Köy Enstitülerinde okuyanlar köyde kalacaklar mıbakalım? Sen olsan kalır mısın? Zorla bırakmaya da

6

Page 7: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

hakkımız yok."

"Bence bu iş böyle olmaz. Milletin parasını böylefantezilere harcamaya hakkımız yok. Önce köylümüzüsefaletten, hastalıklardan kurtarmak gerek."

"Köylü çocuklarını şımartıyoruz. Enstitüde okuduk diyeçalımlarından geçilmiyor. Göreceksiniz sonunda bunlar bizekafa tutacaklar. Besle kargayı oysun gözünü."

"Biz memlekette birlik yapalım derken bu çocuklar ortayabir köylü şehirli ikiliği çıkaracaklar, bize düşman gibibakacaklar."

"Kendim görmesem inanmazdım. Ankara Halkevi'nde,Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencileri Faust'u görmeyegelmişlerdi. İlkin asker zannettim. Kaba kaba elbiseler,kapkara yüzler, korkunç bir ter kokusu. Bir facia. Bunlaröğretmen olacak da.."

"Bunlar Shakespeare'in, Goethe'nin, Gogol'ün, Balzac'ıneserlerini okuyorlarmış. Güler misin, ağlar mısın? Bueserleri biz bile okuyup anlayamıyoruz."

"Köy Enstitülerinin sola kaymalarından korkulur. Millitehlike karşısında esaslı tedbirler almak lazım."

"Vallahi acıyorum köylülere. Bu kadar da olmaz. Enstitümezunlarını yetiştireceğiz diye adamların canlarınıçıkarıyoruz. Şehirlilerden istemediğimiz bir fedakârlığıonlardan ne hakla istiyoruz? Ufacık bir köy on binlerce liraverecek, insaf. Bari bu eziyetlere karşı köye doğru dürüstbir öğretmen gitse, hayır efendim, dün akşam gören birisianlatıyordu, ne kültür varmış ne sanat, konuşmasını bilebilmiyorlarmış."

"Köy bir tecrübe tahtası değildir. Uzun tetkikler yapmadan,

7

Page 8: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

pedagojik, sosyolojik esaslara dayanmadan böyleceffelkalem yenilik yapmaya kalkılmaz.."

"Canım bu çocuklar öğrenci mi, işçi mi? Zavallılar akşamakadar boğaz tokluğuna çalıştırılıyorlarmış. Gıdasızlıktanverem olanlar varmış. Yazık, günah değil mi? Zaten birinsana hem kültür hem sanat kazandırmak olacak iş midir?"

Bütün bu tenkitlerde ortak olan özellik, meseleye uzaktanve dışardan bakmaktır. Köy Enstitüleri millet ölçüsünde biriş olmak dolayısıyla az çok hepimizin ortak davası olduğuhalde birçok okuryazar başkalarının giriştiği bir denemedenbahseder gibi davranıyorlar. Oturdukları yerden meçhulülkelere hükmeden sultanlar gibi konuşuyorlar. Tenkitetmek için işin içinde olmak gerektiğini, bir şeyi tenkitedenin işi yapan kadar sorumluluk yüklenmesi, ne istediğinibilmesi, işin daha ileri gitmesine yol açması beklenmez mi?Oysaki yukarıdaki sözler çevremizde şüphe, duraksama vegüvensizlik uyandırmaktan başka ne işe yarayabilir? Butenkitleri elbirliğiyle çoğaltmaktan ne kazanabiliriz?Başladığımız bu işi bırakıp kimbilir kaç yıl sonra aynı işeyeniden mi başlayacağız?

Aslında bu sözler tenkit değil kötüleme, yadırgama,küçümsemedir. Bunları söyleyen veya benimseyereknakledenler bilerek bilmeyerek devletin bir yenilikteşebbüsüne sorumsuzca karşı koymuş oluyorlar. Kendiçocuklarının ilkokuldan, ortaokuldan, liseden ve hattaüniversiteden yoksun kalmasına tahammül edemeyenokuryazarlar arasında böyle bir davranışın ne sebepleriolabilir? Bunları aramak boynumuzun borcudur.

*

Biz bir imparatorluk kalıntısıyız. Cumhuriyet yeni birmilletin temellerini atmıştır. Bir toplumun bir düzendenbaşka bir düzene geçmesi en kanlı denemelerde bile

8

Page 9: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

çarçabuk gerçekleşmiyor. Yüzyılların alışkanlığı yenidüzenin altında da nesillerce sürebiliyor. Bugünkalkındırmaya çalıştığımız çoğunluk bir sömürge halkındanpek farklı değildi. İdare edenlerle edilenler ayrı birer milletgibiydiler. Devlet, kendine bağlananlarla birlikte,çoğunluğun ötesinde Tanrısal bir âlemdi. Gerçi talihli kullariçin çoğunluğun karanlıklarından sıyrılıp devletliler arasınakatılmak hiç de zor değildi. Osmanlı devleti kendine kulolmak isteyenlerin sınıfına, dinine, mezhebine bakmamaktahayli demokrattı. İşe yarar bir insan için, talihin istediği gün,idare edenler arasına katılmak Müslüman olmak kadarkolaydı. Fakat devlete ve servete erişenler birdenbireçoğunluktan ayrılıyor, içinden çıktığı kalabalığa isteristemez ihanet ediyordu. Çünkü devletliler arasına gireninsan iyiniyetli de olsa, yaşayabilmek, kendine vebaşkalarına faydalı olabilmek hatta çoğunluğun gözündebile şerefli kalabilmek için yeni girdiği çevrenin gereklerineaz çok uymak zorunda kalıyor, aşağılarda bıraktığıinsanlara olsa olsa acıma, sevgi, dostluk, akrabalık gibibağlarla elinden geldiği kadar sadık kalabiliyordu.

Kısacası eski düzenimizde bir devlet ve servet kapısı, birde bu kapılara girenlere kâh inanç, kâh korku, kâh sevgi,kâh nefretle bakan, onlara yaranmaktan başka hiçbirkurtuluş yolu bulamayan köyler dolusu ve yürekler acısı birsürü insan vardı. Bu düzen içinde bile imparatorluğun güzelgünleri olmadı mı, oldu elbet, ama neler pahasına ve kaçgün! Bu topraklar üstünde insan yığınları yüzyıllarca can,mal ve iş güvenliği tanımadı. İdare edenler, en babacan, entatlı dilli oldukları zaman bile tehlikeli insanlardı. Onlar dakendilerini emniyette hissetmedikleri için büyük sürüyükurnazca bir müsamaha ile sürüyorlardı. İşler yolundagittikçe keselerinin ve kalplerinin ağzı açıktı. Ama devletlilerbir kuşkulanmaya görsün, en merhametliler, en zalimler biranda birleşiyor, din kardeşi dinlemiyorlardı. Fil, en çokdüşmekten korktuğu için yolunda biraz çamura rastlayıncadurumuna ve hortumuna en yakın ne bulursa çamurun

9

Page 10: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

üstüne kor, basar geçermiş.

Osmanlı devleti zamanla halka yaklaşacak yerdegeliştikçe halktan uzaklaştı. İlkin halktan yalnız kudret verefahça ayrılan devletliler, beyzadeler kapalı Osmanlımedeniyeti içinde efendileştiler, okuryazar oldular. Din,bilim, sanat gibi toplumsal değerleri kendi tekellerine alaraküstünlüklerine bir yaldız daha sürdüler. Okuryazarlık,bilimseverlik, sanatseverlik, dindarlık gibi vasıflar idareedenler arasına geçmenin yolu oldu. O kadar ki, halk devletkapısıyla okul kapısını bir görüyordu. Hâlâ bazı yaşlıköylüler okuryazar olan çocuklarına, "Eh, sen de devletlilerarasına girdin gayrı" diyorlarmış.

Okuryazarların halkseverliği bize Batı kültürü ve uyanıkdevlet adamları yoluyla girmiş bir yeniliktir. Tanzimattansonra devletin büyük gövdesi köylüleri hâlâ kendi dışındabir yığın olarak görmekte devam etmekle beraber,yukarılarda söz sahibi olmaya başlayan bazı yeni fikirliokuryazarlar, iktidar sahiplerinin anlayışsızlığından,kayıtsızlığından veya aczinden faydalanarak devrimintohumlarını kanunlara, kitaplara ve çeşitli kurumlarasokuyorlardı. Bunlar Fransız Devrimi'nden önceki uyanıkokuryazarlar gibi, öne sürdükleri demokrat düşünüşünkendi hesaplarını aşacağını, bağlı oldukları Osmanlıdüzeninin büsbütün yıkılacağını bilmiyorlardı. Mithat Paşa,Namık Kemal, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp cömert ruhlarıylaTürk milleti için nasıl olacağını bilmedikleri bir cennetistiyorlardı. Öyle bir cennet ki, içinde köylüler yine köylü,devletliler yine devletli kalacak, fakat mucizeli bir nefeslehepsi iyiniyetli, temiz vicdanlı, mutlu ve ileri insanlaroluverecekti.

Türk devrimi, okuryazarlığı, yeni anlamıyla, çoğunluğamaletme çabası olarak tanımlanabilir. Atatürk ve İnönü,Cumhuriyetin ilk günlerinde okuryazarlığın büyük kitleyeyani köylüye ulaşmasını çağdaş bir millet olarak yeniden

10

Page 11: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

doğuşumuzun koşulu saymışlardı. Yeni devletin bu yöndegittikçe artan çabaları nihayet, okuryazarlarla köylülerarasındaki utanılacak ayrılığın yakın bir gelecekte ortadankalkacağı umudunu uyandırmıştır. Köy Enstitüleri buumudun ta kendisidir.

Bu böyledir ama biz henüz eski devletli okuryazarlarınalışkanlıklarından kurtulmuş, köylülerin okuryazarlığa bizimçocuklarımız kadar hakkı, istidadı ve zorunluğu olduğunatoptan ve gerçekten inanmış değiliz. Okuryazarlarımızınbirçoğu ve özellikle hallerinden memnun olanlar, devletin ilkönce onların isteklerine cevap vermesini, onlarınbeğenisine göre aş pişirmesini istiyorlar. Çabasını vedikkatini büyük kütleye çeviren devlet adamlarınıbeğenmiyorlar, köylüye sayısı ölçüsünde önem verilmesinebir türlü katlanamıyorlar. Devletin kendilerini okutmuş,yerleştirmiş, ayağına otobüs, yataklı vagon, uçak, tramvaygetirmiş, çocuklarına ilk, orta ve yüksekokullar hazırlamışolması fedakârlık sayılmaz. Bunları düşünmek devletintarihi, tabii, apaçık ödevidir, ama köylüler için harcananparanın ve emeğin adı, en uyanıklarımızın ağzında bile,fedakârlıktır. Sanki devlet bizim kadar onların da devletideğilmiş gibi.

Kırk bin köyün her birine bir nefes devrim götürmenin enkestirme, en ucuz, en mütevazı yolu olarak kanunlaşan KöyEnstitüleri karşısında bazı okuryazarlarımız niçin ya öfkeli,ya duraksar, ya küçümser, ya kötümser bir tavırtakınıyorlar? Niçin kendi çocuklarında meziyetli bir tavırtakınıyorlar? Niçin ortaokulda, lisede, üniversitede veyüksekokullarda hoş gördükleri kusurları Köy Enstitülerindetehlikeli sayıyorlar? Niçin kendi çocuklarında meziyetsaydıkları türlü çocukluk ve gençlik hallerini köylüçocuklarında affetmiyorlar? Niçin bunca zamandır bütündertlerine sağır kaldıkları köylülerden bazılarının köy okuluhakkındaki haklı haksız şikâyetlerini sorgusuz sualsizdestekliyorlar? Niçin camilerini kendileri yapan köylülerin

11

Page 12: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

kendi ortak malları olarak gözlerinin önünde duracak olanokullarını, zaruretin karşısında, kendilerinin yapmasınıadaletsizlik saymaya kalkışıyorlar? Niçin işi idare edenlerinhangi koşullar içinde neler yaptıklarını sormaya bile lüzumgörmeden dedikoduları can kulağıyla dinliyorlar? Niçinaralarından, on yıldır yirmi bin gencin giriştiği bu işin dörtyanını yakından incelemek isteyenler çıkmıyor? Çünküokuryazarlarımızın eski alışkanlıklarını bilerek veyabilmeyerek (daha çok bilmeyerek) devam ettiriyorlar, ya daettirenlere alet oluyorlar. Çoğunluğun okuryazar olmasınakarşı koymakla eskiden kalma imtiyazlarını korumuşoluyorlar. Zaten devrim kendini eski okuryazarlığıntemsilcilerinden bir türlü kurtaramamıştır. Devlet adamlarıokuryazar azlığı yüzünden ya da tarafsız kalmakkorkusuyla eski kafalı, fakat iyiniyetli Babıâli efendilerinebüyük işler vermek zorunda kalmışlardır. Böylece devrimigörünüşte benimsemiş, fakat için için eski okuryazarsaltanatına bağlı kalem efendileri, akrabalık, ahbaplık gibimünasebetlerin de yardımıyla devrimciler arasına yerleşmişbulunuyorlar. Bunlar Atatürk'ün ve İnönü'nün milletimiziyeniden kurmak isteyen taraflarına değil, bağımsızlığımızıve tarihi varlığımızı kurtaran taraflarına bağlı kalmışlardır.Bu bağlılık aynı önderlerin devrimci atılışlarına, pasif birşekilde de olsa, karşı koymalarına engel olamıyor. Geçişdevrinin bu emekli ve saf gericileri devrimi kendivarlıklarından çok genç kuşaklara aşıladıkları duyuş,düşünüş ve davranış tarzlarıyla köstekliyorlar. GözleriniCumhuriyet içinde açmış gürbüz delikanlılar arasında şöylekonuşanlara rastlarsınız:

"Ahlakımız nereye gidiyor? Nedir bu plajların hali? Ben dedevrimciyim ama kızlarımızın bu kadar açılmasına taraftardeğilim."

"Hırsızlık aldı yürüdü. Babalarımız, dedelerimizzamanında bu kadar değilmiş. Ben bunun sebebini dinterbiyemizin azalmasında görüyorum. Kendim dindar

12

Page 13: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

değilim, ama milletimize daha uzun zaman dini ahlakınlazım olduğuna kaniim."

"Dayaksız terbiye iyi şey, ama cahil ve tembel köylü laftananlar mı? Realiyeti bilmeyenler halkımızın iyilikle yolageleceğini sanıyorlar, nerde."

"Avrupa, Avrupa... Anladık, ama milletimizin eskiâdetlerini, geleneklerini bırakmamalıyız. Avrupa bize ilim veteknik bahsinde örnek olabilir, ama ahlak dersi veremez.Mertlik, cömertlik, insanlık bahsinde o bizden örnekalmalıdır. Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!Japonlar milli geleneklerinden hiç ayrılmadan Avrupamedeniyetini pekâlâ benimseyebildiler."

"Kardeşim zaten makine medeniyetine pek o kadar hayranolmaya da lüzum yok. İnsanların mum ışığıyla daha mesutolmayacakları ne malûm?"

"Milletler birbiriyle anlaşacakmış da savaş ortadankalkacakmış, kim inanır bu laflara."

Devrimimizin hiçbir ilkesi, Atatürk'ün ve İnönü'nün hiçbirsözü bu çeşit bir dünya görüşüne ipucu vermediğine görebu köhne düşünceler taptaze kafalara nerden giriyor?Bunlar Tanzimat okuryazarlarının Avrupa karşısındakiduraksamaları değil mi? Kapalı kültür, kapalı medeniyetisteği Atatürk sevgisiyle nasıl bağdaşabilir? Dünyayaaçılmaksızın artık Türk vatandaşı olamayacağımızı çoktananlamadık mı?

Köy Enstitüleri en geniş milli kaynağımızdan, yeni birmemleket ve dünya görüşüyle, çağdaş eğitim metotlarıylakatıksız bir cumhuriyet okuryazarlığı türetiyor. Kısa birzamanda kendi duvarlarını kendi elleriyle yaparak devrimigerçek anlamıyla benimsemiş, hayatta tek mürşidin ilimolduğuna inanmış, okuryazarlıkla alınterini karıştırmış köy

13

Page 14: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

öncülerinin tenkit edilecek tarafları mı yok? Var elbet; fakatbunlar zaruretlerin kendi yağıyla kavrulmanın, duvarınıkendi yapmanın doğurduğu eksiklikler değil midir? Kollarıve kafalarıyla yardım edemeyen veya etmek istemeyenokuryazarlar bu muhteşem çabayı birer kültür dostu olarakmerakla seyredebilseler, oturdukları yerden karakuşyargıları vereceklerine Avrupalı gazeteciler gibi enstitülerigidip gezseler, vatan ve millet sevgilerinden bile şüpheettikleri bu kazanılmış vatandaşların vatana ve millete hangikoşullar içinde nasıl hizmet ettiklerini kendi gözleriylegörseler. Anlasalar ki, tenkitleri peşin yargılardan,kuruntulardan, dedikodulardan başka bir şeye dayanmıyor.İsraf dedikleri yerde millet ölçüsünde kanaat, pis dedikleriyerde millet ölçüsünde temizlik, geri dedikleri yerde, milletölçüsünde ilerilik vardır, şımarık ve saygısız dediklerienstitülü, devrimin ve yasaların kendisine verdiği haklarıaramaktan başka bir şey yapmıyor. Ter kokusuna gelince,lütfen bir müddet bu kokuya katlanalım. Çoğunluğun işekarıştığı her yerde şimdilik bu koku olacak. Herkesin bolsuya kavuşacağı günlere daha çok zaman var. Milyonlarıntemizliğe doğru bir adım atması, birkaç yüz kişinin missabunuyla yıkanmasından çok daha güzeldir.

En çok aldanan okuryazarlar köy çocuklarının her çeşityeniliği kendileri kadar anlayıp benimseyebileceklerindenşüphe edenlerdir. Gerçi medeniyet ve kültür büyükşehirlerde gelişir, fakat birçok büyük şehrin kayıtsız kaldığıileri değerlere cahil köylülerin bile aşina çıktığını görmüyormuyuz? İnsan Beyoğlu'nda dolaşmakla yeni olsaydı en gerifikirlere orada yaşayanlar arasında rastlamazdık. Köylülerincahilliğinde, tezek kokusunda, kağnıda, mum ışığındaromansı güzellikler bulan köylüler değil biziz. Bakın birkaymakam tam yirmi beş yıl önce yazdığı bir kitapta nediyor:

"Taşra halkı her teceddüdü, her atılganlığı İstanbul'unaksine iyi görür. Çünkü İstanbul esasen şehir olmak

14

Page 15: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

itibarıyla bedbindir, korkaktır. Atılganlıklarla huzurununkaçacağını düşünür, endişelenir. Halbuki taşra zatenbugüne kadarki vaziyetlerin hiçbirisinden iyilik görmemiş,bilakis sağmal bir inek gibi yalnız büyük şehir ve kasabalarnamına sağılmış, mahkûm olmuş olduğu için belki daha iyiolurum, diye ümitlenir."

Enstitülerde öyle her kitap okunmamalıymış, her ileri fikirsöylenmemeliymiş. Ya Allah korusun bu çocuklar solcuolurlarsa ne yaparmışız! O zaman ne vatan sevgisikalırmış, ne millet düşüncesi. Bu solcu sözünü, gerçekanlamını anlatmadan, iyi veya kötü niyetli insanların elinesilah olarak verenler Türk köylüsüne ve Türk devriminedostluk etmiyorlar. Halkın kafasında az belirsizlik varmışgibi bir de bu çıktı. Dünyaya açılmış olduğumuz içinsağ−sol gibi milletlerarası davranış kavramlarının bize degirmesi pek tabii idi. Fakat her nedense bu iki söz hemenkanun dışı bir renk alıverdiler. Kimse bunları rahatçabenimseyemiyor. Okuryazar ancak tarafsız, renksizkalmakla şerefini, rahatını ve iş görme gücünükoruyabiliyor. Oysaki renksizlik, tarafsızlık en azındantoplum hayatına ilgisizlik sayılmaz mı? Madem ki, sol vesağ dünyada iyi kötü bir ölçü olmuştur, Türk okuryazarlarıda siyasi düşünüşünü dilerse bu kelimelerden faydalanarakanlatabilmelidir. Partilerin dışında bir davranışı belirtmekiçin kullanılan bu sözler ilmi bir kesinlik taşımamaklaberaber büsbütün belirsiz de değildir. Batılılar bunlarlasayısız siyasi inançları iki büyük bölüme ayırmışlar. Heryerde, her zaman okuryazar toplum hayatının nasıl birdüzene girmesi gibi meseleler üzerinde az çok bir fikirsahibidirler. Bir kısım insanlar, ister çıkarları, ister gönülhevesleriyle, sistemli veya sistemsiz olarak aşağı yukarıderler ki: "Atalarımızın kurdukları düzenden, bulduklarıdeğerlerden uzaklaşmamalıyız. Bize düşen onları devamettirmek, düzeltmek, zamanımıza uydurmaktır. İnsanlarıninanışlarıyla oynanmaya gelmez, değiştirelim derken herşeyi berbat edebiliriz." Bir kısım da der ki "Düzenin iyisi

15

Page 16: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

geçmişte değil, gelecektedir. Eski değerler, eski inanışlarbu düzene doğru gitmemize engel oluyor. Onları müzelerekoyun, güzel taraflarını seyretmek ve kendi hayatımız içintıpkı atalarımız gibi yenilerini aramak boynumuzunborcudur."

Kaba taslak birine sağ birine sol denen bu iki davranıştanher birinin kendi içinde açıklık, koyuluk farkları olacağıtabiidir. Hatta sistemli düşünmeye alışkın olmayınca insandüşüncelerinde kâh sağ, kâh sol da olabilir. Toptan veçabuk değişmeyi istemekle, hiçbir şeyin hiçbir zamandeğişmesini istememek arasında seksen çeşit davranışayer vardır. Fakat sorarım size: Türk devrimine gerçekteninananlara, yani imparatorluktaki toplum düzenini, din, ırkve sınıf farklarının tarihe karışmasını isteyenlere soldenemez mi? Halkçılık, devletçilik, devrimcilik, laiklik,cumhuriyetçilik ve Atatürk'ün açık olarak anlattığı anlamdamilliyetçilik (daha yerinde bir deyimle milletçilik) ilkelerisağcılığın hangi rengiyle uzlaştırılabilir? Şunu daunutmayalım ki Avrupalılar sağcısı geri olmakla berabergene Avrupalıdır. Bizde ise sağcı olmak demek atalarımızgibi Avrupa'ya kapalı kalmak demektir. Yok eğersolculukları maksat, keyfi bir anlayışla, millet, vatan vebağımsızlık dışı bir çeşit aşırı solculuksa, böyle birdavranışı vatanı, milleti ve bağımsızlığı sağlam temelleredayanmak için alınteri döken, yoksulluklar içinde akla karayıseçen insanlar arasında değil, olumlu hiçbir iş görmeyen,rahatlarına ve çıkarlarına her şeyden daha çok bağlı kalanokuryazarlar arasında aramalıdır. Kaldı ki, böyle birdavranışta olanların düşüncelerini açıkça söylemeleridevrime açıklık kazandırmaktan başka bir sonuç vermez.Açıklıksa bugün Türk okuryazarlarının en çok muhtaçolduğu bir şeydir. Açıklık olmaması yüzünden devriminkaybettiği güçler yadırganmayacak kadar çoktur.

1948

16

Page 17: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

17

Page 18: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

BAŞARAN'A MEKTUP

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ruhbilim öğretmeniYunus Kâzım Köni, Reşat Şemsettin Sirer tarafındanİlköğretim Genel Müdürlüğü'ne getirilmişti (Tonguç'unyerine). Bakanına yaranmak için elinden geleni yapıyordu oda... Aşağıdaki mektupta sözü edilen yazısı o türdendi.

İstanbul 10.1.1950

Sevgili Başaran,

Mektubuna teşekkürler. Sık sık ne halde olabileceğinidüşünüyorum. Neye yarar diyeceksin. Ben de öyle diyorum.Senin halin köylü hali: İşlerini paylaşmadığımız müddetçedüşünmüşüz kaç para eder.

Umutlar umutlar

Gökdeki bulutlar

Şimdilik umutların üstüne habire kar yağıyor, dayansınaltta kalan tohum!

Yunus Kâzım Köni sizlere "Bir ütopinin kurbanları diyor,Ulus'ta okudun mu? Yaman söz doğrusu. Bir taşta kaç kuşvuruyor! Hem kurban oluyorsunuz, hem de boşuna... Dahane istersiniz.

Kar yağıyor kar, kurbanların üstüne.

Karlı yollarına, karına, kafandaki tohumlara selam.

Geçmiş gelecek günlere hasret.

Gözlerinden...

18

Page 19: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

19

Page 20: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

KÖY ENSTİTÜLERİ ÜZERİNE

Köy Enstitülerinden soğukkanlılıkla konuşmak zamanıgeldi mi bilmiyorum. Bugün adları bile değişmiş olan bukurumları zamanında tanımamış bazı aydınlarımızıntarafsız, kadirbilir yazıları ve sözleri böyle bir umutuyandırıyor. Gönül ister ki bu konuda vaktiyle aldanmış,Köy Enstitülerine, bu destanlık milli eğitim seferberliğinebilerek bilmeyerek kötülük etmiş, leke sürmüş, kayıtsızkalmış aydınlarımız er geç duyacakları vicdan azabını biran önce duysun, içlerini dökmek cesaretini göstersinler.Onların konuşması gerçeğin ortaya konmasını, zararınazından dönülmesini kolaylaştırırdı. Böyle bir itirafı,köylümüzün uyanmasından zarar göreceklerden,demokrasinin ve laik kültürün her türlüsüne dişbileyenlerden beklemek budalalık olur tabii; fakat KöyEnstitülerini ta kuruldukları yıllarda pir aşkına, hatta kendimeslekleri, mezhepleri, partileri zararına görmeden,bilmeden baltalayan aydınlarımız ne yazık ki pek çoktur.Hükümetleri, devlet adamlarını Enstitüler konusunda asılaldatanlar da belki onlar olmuştur.

Beş altı yıl içinde Köy Enstitülerinin başardıkları eğitimreformu, en kötü şartlar içinde kurdukları binlerce yapı, ençorak yerlerde tutturdukları yüz binlerce ağaç, gelmezdedikleri yere getirdikleri su, hem de elektriği ile birlikte,gidilmez dedikleri köylere gönderdikleri on binlerceöğretmen ve eğitmen, hem de bir zanaatla birlikte,memleketin bir ucundan öbür ucuna gönderdikleri birbirinetanıttıkları ekipler, ortak değerler, bilgiler, sevgiler... bütünbunlar işe uzaktan bakanlara, nerede neyin başarıldığınıbilmeyenlere küçük görünebilir. Aslında, kırk bin köyü olanbir memlekette bu işlere kırk yıl önce Enstitü kurucularınınkırk misli bir aydın ordusuyla girişmek gerekirdi. KöyEnstitüleri mezunlarının kültür seviyesini düşük bulanlar daher Türk köyünde bir hekim, bir hâkim ve daha neler nelerbulunmasını isteyenler kadar haklıdırlar. Ama diyelim ki

20

Page 21: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

tenkitçi, şartlara değil sonuçlara bakar, bunlar da dünyaölçüsünde devede kulaktır. Hatta bir işi yarım yapmaktansahiç yapmamak, dönülecek yola hiç girmemek daha iyidirdiyenlere de hak verelim. Müspet iş Einstein'i yetiştirmekolduğuna göre Köy Enstitülerinden müspet iş çıkmadığınıda akla inat kabul edelim. Köy Enstitülerinin gördüğü,görmediği işler bir yana eğitim bahsinde getirdiği fikirleri elealalım. Belki de bu fikirlerin bilinmemesi, yeterincekavranmaması birçoklarını Enstitülere düşman etmiştir.

Bu fikirlerden biri, öğretimle eğitimin ayrılmazlığı ilkesiydi.Bu demekti ki, okul insanı bir bütün olarak ele alacak,ahlakını bilgisinden, kafasını gönlünden ayrıdüşünmeyecek, ders öğütün, öğüt dersin içine girecek,daha doğrusu biri ötekinin ta kendisi olacaktı. Aslında bufikir hiç de yeni değildi. Dinin bilgiden, bilginin dindenayrılmadığı okullar bu ilkeye dayanıyordu. Din yayanlarıngücü de zaten böyle yetiştirilmek olmaktan geliyordu. Dinlebilgi birbirinden ayrılmaya yüz tutunca okullar bilgi vermekleyetinir, öğrencinin eğitilmesi, adam olmasını hayata, anababaya, din adamlarına bırakır oldular. Bu yolunçıkmazlığını Avrupa'da, ta başından beri haber verenuyanık yeni çağ insanları çıktı, ama asıl gürültüyü koparanRousseau oldu. Meseleyi iyi kötü ortaya koydu, hattaeğitimle öğretimin nasıl birleştirilebileceği üstüne hayallerbile kurdu. Ondan sonra birçokları daha olağan teklifler ilerisürdüler, çeşitli denemelere giriştiler, binlerce kitap, dergiçıkardılar. Gel gelelim köylere kadar dal budak sarmış,yüzyılların alışkanlığıyla kabuklaşmış yüz binlerceöğretmen kafasını değiştirme zorluğu bir yandan, okuluneski değerleri korumasını isteyen belli bir toplum düzeninindirenişi öte yandan, eğitim yeniliklerine geniş nefesaldırmamış ve hâlâ da aldırmamaktadır. Köy Enstitüleriöğretmenin eğitmen olmasını, bir çeşit inkılap misyonerliği,Cumhuriyet imamlığı yapmasını istiyordu.

Buna bağlı ikinci bir fikir, öğretim ve eğitimin işle

21

Page 22: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

birleştirilmesi, bilginin hayat savaşı içinde kazandırılmasıfikriydi. Ders ev yapmanın, ağaç dikmenin, hastalıklarlasavaşın, toprağını tanımanın, hayvanı, makineyikullanmanın, kooperatifi idare etmenin ta kendisi olacak,hayat ve kültür bir arada kazanılacaktı. Bu da Avrupa'daçoktan doğmuş bir fikir olmakla beraber dünyanın pek azyerinde ve derslerin pek azında uygulanma sahasıbulabilmiştir. İş eğitimi ilkesinin karşısında bir yandan anababanın, toplumun eski okula alışkanlığı, bir yandan dabilimi ve sanatı gündelik ihtiyaçlardan, yaşanan gerçektenayıran bir öz kültür, bir zaman ve mekân dışı kültür anlayışıçıkıyordu. Bir işe yaramak çocuklar için en büyük saadetolduğu halde, nice büyükler okulda temizleme işinin bilebüyüklere para ile yaptırılmasını çocukların lehine sanırlar.İşe yarayan bilgi onlarca asaletini kaybeder. Ne tuhaftır kiaynı büyükler çocuğun okulu bitirir bitirmez bilgi adamı değilişadamı olmasını isterler. Gerçi derslerin değerini pratikfayda ile ölçmek, hem işe yaramayan bilgileri hor görmek,bilim düşmanlığının ta kendisidir, ama okulun duvarınıkendi ören, suyunu elektriğini kendi getiren bir öğrencinindar ve kör bir faydacılıktan kurtulması daha kolay olduktanbaşka bu işleri yaparken kendisine verilmeyecek hiçbir bilgide yoktur. El verir ki bilgi veren gerçekten bilgi vermekniyetinde olsun. Köy Enstitüleri işi sadece bir öğretim yoludeğil, bir ahlak kaynağı da sayıyordu. Ezberci öğretimkadar, eğitici ahlak da eski okulu hayattan ayırmış, sözleişin, kafa ile yüreğin arasını açmıştı. Çorak bir yeri yemyeşiletmek, bir bataklığı kurutmak, susuz yere su getirmek KöyEnstitülerinde ahlak eğitiminin ta kendisi oluyor, vatansevgisi, insan sevgisi, bilim sevgisi bu işler içindekendiliğinden kazanılıyordu. Uzun sözün kısası bozkırdaağaç dikmek ve tutturmaktı.

Köy Enstitüsü kurucularının bir başka ilkesi, her türlüeğitim ve öğretim işine, çevrenin en kötü şartları içindebaşlamaktı. Sulak, uğrak, yumuşak yerlerden mahsus kaçıpenstitüleri en olmayacak sayılan yerlerde kuruyorlardı.

22

Page 23: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Böylece iş ve masraf artıyor, zaman kaybediliyor amaöğrencinin gideceği yeri yadırgamaması, her çeşit zorluğuyenmeye alışması gibi paha biçilmez bir insan değeri, biröncülük gücü kazanılmış oluyordu. Üstelik okul, hazırakonan, verilenle yetinen bir kurum olmaktan çıkıp yaratıcı,yeşertici bir çehre kazanıyordu. Köy Enstitülerinin en fazlayadırganmış, çatılmış olan kaba sabalığı, ter kokusu, tozutoprağı arkasında işte bu cömert, bu asil düşünce saklıydı.Kaldı ki bugün Köy Enstitülerini gezenler, ilk durumlarınıbilmedikleri için, hepsinin en güzel yerlerde kurulmuşolduğunu sanabilirler.

Köy Enstitülerinin kuruluşunda etkisi olan bir başka fikir,büyük değerlerin büyük çoğunluktan, niteliğin niceliktençıkacağı fikriydi. Okulun amacı seçkin bir azınlık değil,içinden seçkin azınlığın kendiliğinden çıkacağı aydın birçoğunluk yetiştirmek olacaktı. Bu fikir yanlış anlaşılmaya,yarım yamalak bir kültür verme yolu, yüksek kültürlü teklerinküçümsenmesi, bir aydın kişi ucuzlaştırması diyekötülemeye elverişliydi. Sanki köy okullarına bir dahiyollamak mümkünmüş de Köy Enstitüleri bunuistemiyormuş gibi. Dahiler, aydınları hem az, hem de yıllaryılı devlet yardımı ile okunmuş yerlerde çıksaydı Doğumemleketlerinde dahiden geçilmezdi bugüne kadar. KöyEnstitüleri turfanda büyük aydın yetiştirme işçilerini başkaokullara bırakıp göreceği işin ehli kültür işçilerini, kırk binköyün beklediği cumhuriyet öncülerini yetiştirme amacınıseçmişlerdi. Asıl mesele bu öncülere kendi kendini aşma,karanlık dünyalarını aydınlatma kaygısını vermekti. Bukaygıysa Köy Enstitüsü öğrencilerinin ilk göze çarpan ortakvasıflarıydı. Üstelik, on binlerce genç arasından her yıl kırkkişi seçecek olan Yüksek Köy Enstitüsüyle de en seçkinaydınlığa bir kapı açılmıştı. "Az adam okusun, ama çok iyiokusun" diyenler haklı olsalar bile bu çok iyi okuyacakazınlığın ancak çokluk içinden seçilebileceğini kabuletmeleri gerekir. Kaldı ki ilk öğretim her yurttaşın devletkarşısında hem hakkı, hem borcudur, cumhuriyet de zaten

23

Page 24: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

büyük değerleri çoğunluktan bekleyen rejimdir.

Bütün bu fikirlerin ortak özelliği kitaptan çıkma, yeniliğeözenme olmaktan çok yerli şartlar ve denemeler içinden,kendi gerçeğimizden doğmalarıydı. Hepsinin kaynağı olançetin mesele, ilkokul öğretmenini bir inkılap öncüsü olarakköye yerleştirmek, hiç değilse imam kadar köy hayatınaetkisi olan bir kuvvet olarak yaşamasını sağlamaktı. KöyEnstitüsü kurucuları eski sistemle ilköğretim davasının yüzyıl daha yerinde sayacağını, en iyi yetişmiş öğretmenlerinbile köyde aciz ve verimsiz kaldıklarını, en cömertemeklerin boşa gittiğini görmüşlerdi. Köye yenilikgetiremeyen öğretmen köyün eskiliğine uyup kalıyor yahutda köyden kaçıyordu. Köyde köklü ve verimli bir ilköğretimiancak köyün bünyesini ve hayat şartlarını bilenler, geniş,devamlı bir devlet korumasıyla sağlayabilirdi.

Köy Enstitüleri Türk eğitimcilerinin ilk orijinal büyük eserive köy çocuklarının yaratıcılık destanı olmuştu. Hiçbir eskimodele uymayan yeni tip öğretmenin köyde kentteyadırganacağı, eski toplum bünyesinin ve eğitim anlayışınıntepkisiyle karşılaşacağı pek tabii idi. Bu yadırgama ve tepkibirtakım dış sebepler, anlaşmazlıklar ve ilk mezunların isteristemez şaşkın, toyca davranışlarıyla beklendiğinden çokdaha şiddetli oldu. Devlet de enstitüleri kurtarmak içinyadırganan, tepki gören taraflarını törpülemek zorundakaldı. Bu arada kendi davalarını baltalayan, kendi dostlarınısatan köylü kentli yurttaşlarımızı ibretle gördük. Kendiçocuklarının nice kusurlarına göz yuman aydınlar arasındabile enstitü gençlerinin en olağan aşırılıklarını,görgüsüzlüklerini, acemiliklerini zifiri karanlık bir öfkeylekarşılayanlar oldu. İnsan şeftali ağacına düşman olur mu?Enstitülerin diktiği şeftali ağacına düşman aydın kişiler çıktı.Sağlık olsun. Meyveli ağaca taş atmak eski âdetidirinsanların. Hele bu ağaç bir pir aşkına dikilmiş olursa.Dünyada hiçbir yeniliğin hiçbir yere rahat yerleştiğigörülmemiştir. Olur böyle şeyler, ola dursun. Ama mesele

24

Page 25: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

yine bizim meselemiz: çoğunluğumuzun karanlıktankurtulması meselesi: bütün meselelerimizin başı ve sonu.Bu yolda ne yaptık, nasıl, niçin yaptık, daha neleryapacağız, bunları daha yıllarca yeni baştan konuşacağızve konuşmalarımızda ister istemez en çok KöyEnstitülerimizin adı geçecek.

1956

25

Page 26: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

İMECE

İmece bütün ocak yıkanlara, umut kıranlara, çamuratanlara, bindikleri dalı baltalayanlara, küf ve külbirikintilerine, vurdumduymazlıklara inat sönmemiş bircoşkunluğun, küsmemiş bir sevginin iyimser bir belirtisi,ağaç kesmekten çok ağaç dikmesini sevenlere dostça birseslenişi olarak çıkıyor.

Köy Enstitüleri eğitim ve öğretim ilkelerini bir yandan işe,bir yandan da memleket gerçeklerine, bu arada Anadolu'daHititler'den beri yaşaya gelmiş verimli bir geleneğe,imeceye dayıyordu. O kadar ki, şimdi düşünüyoruz da, KöyEnstitülerine eğitim imeceleri denseymiş, belki bukurumların özelliği halka daha iyi anlatılırmış diyoruz.İnsanların, hele yoksulların dağılmaya bereketli topraklardabile kısırlaşmaya mahkûm iş güçlerini birleştirmek, teklerinuzun zamanda, kaygılar kuşkular içinde, asık yüz ve açgözle yapacağını, çokluğun birbirini hızlandırıp coşturanyüzlerce kolu, kafasıyla en kısa zamanda, güvenle türküsöyler gibi yapmak, Köy Enstitülerinin gerçekleştirmekistediği, yer yer, zaman zaman gerçekleştirdiği buydu;başardıklarını bununla başardılar; bozkırların kaderinideğiştirebilecek duruma bununla geldiler; kuruluş yıllarınıno görülmedik hızı, dirilten, yeşerten soluğu, dağ delenFerhatlığı, yaşama ve çalışma sevinci bundan geliyordu.

Nice kültür kurumlarımızın, bilim ve sanatçalışmalarımızın, devrimci çabalarımızın çok kezbocalamaları, özenti olmakla kalmaları, topraklarımızdabilinçsiz de olsa yaşayan, kendi yağıyla kavrulan toplumsaldeğerlere bağlanmamalarından, getirdikleri yeniliklegelişmeye elverişli eski köklere aşılanmış olmamalarındanötürüdür. Eskiden Arap'a, Fars'a, bugün Batı'ya çevrikaydınlığımız Anadolu'nun imece ve benzeri köklügeleneklerinden yararlanmamış, bu yüzden de Anadolu biryanda kalmış, en büyük, en temelli gerçeğimiz, en gür

26

Page 27: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

insan kaynağımız olan köy dünyasıyla aramız açıldıkçaaçılmış. Cumhuriyetin getirdiği aydınlıkla yeni yenianlamaya başlıyoruz ki, dilimiz, düşüncemiz, bilim vesanatımız Türk köylüsünü yani milletimizin çoğunluğunuhesaba katmadıkça, ilerlemeye onun geriliğindenbaşlamadıkça, en rahat köşklerde, en ışıklı bahçelerde bilegelişemez, en güzel çiçekleri de açsalar olgun dolgunmeyveler veremez, kendi kendilerine gelin güveyi olmaklakalırlar.

Kimi aydınlarımıza göre bunlar laftır: Aydınlık baştan gelir;baş olan insanlarsa ister istemez bir azınlıktır; bu azınlığınyükselmesini, pırıl pırıl olmasını sağlamalı; büyükbilginlerimiz, sanat teknik adamlarımız olunca, onlarınışığıyla halk da aydınlanıp kalkınır yükselir. Bu aydınlaragöre örneğin dil sorunumuz, bu gittikçe büyüyen kördüğümşöyle çözümlenir; Batıdakilere benzer bir dil bilginimiz, birüstün yazarımız, Shakespeare'e, Goethe'ye, Puşkin'e,Hugo'ya benzer bir ya da birkaç şairimiz çıkar; halk daonların diline kendi dilini uydurur. Aynı görüş Türkiye'desporun dünya şampiyonlarıyla, kadınlığın güzellikkraliçeleriyle, meyveciliğin üçer kiloluk birkaç şeftaliyle,hayvan bakımının yel gibi uçan birkaç Arap atıylayükseleceği umuduna götürür.

İmece'yi çıkaranlarsa, Köy Entitülerini kuranlar gibi,aydınlığın alaca karanlıklardan, seçkinliğin az çok uyanmışçoğunluktan, en yüksek çamın en sık, en geniş ormandayetişeceğine, milletçe gidilmeyen bir yolda teklerin yayakalacağına inanıyorlar. Onlara göre bir milletin eğitimi neyukardan aşağı, ne aşağıdan yukarı değil, toptan ve milletingenel şartlarına göre düşünülmelidir. Aydınlar mı halkainecek, halk mı aydınlara yükselecek gibi kısır tartışmalarıbırakıp köyü kentten, başı bedenden, ilkokulu üniversitedenayırmayan bütün bir görüşle yüzyıllardır birikmiş karanlıklarıhep birlikte, İmece'yle dağıtmanın yollarını aramalı,bulunmuş yollara dökülmeliyiz. Türkiye, cumhuriyetin

27

Page 28: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

kurulduğu günden beri kansız bir devrim içindedir. Budevrimin amacı mutlu bir azınlık yaratmak değil, yüzyıllardırhakkı yenmiş, karanlıklarda kalmış Türk çoğunluğununçağdaş bir toplum bilincine ererek toptan uyanması,kalkınmasıdır. Bu amaca yaklaştığımız ölçüde, Türkhalkının egemenliği de bir dilek olmaktan çıkacaktır. İsteristemez bir azınlık olacak aydın yöneticiler, yaratıcı bilim vesanat adamları uyanan çoğunluğun içinden daha köklü,daha bereketli bir bilinçle yetişecektir.

İmece'nin ikinci ilkesi ve inancı, çağımızda mutluluğaancak iş ahlakıyla erilebileceğidir. Kimi aydınlara göreahlak, birtakım kuralların insanlara zorla, öğütlerle,telkinlerle, güzel ya da korkunç örneklere aşılanarak, ya dainsanın kendi kendini yenmesi dinine, büyüklerine,devletinin kanunlarına boyun eğmesiyle varılan kutsal birdeğerdir. Bu değer insana soyundan sopundan da gelebilir.Bu görüş eğitime uygulanınca, eğitenin yapacağı iş öğüt,ceza ve mükâfat vermekten öteye geçmez. Bu yoldankimseyi adam edemediğini görünce de hep kendi dışında,kanda, çevrede, zamanda, kitaplarda, sporda, sinemadaşurada burada türlü etkenler arar bulur. Oysa ahlak hiçbirkurala sığmayacak ve hiçbir etkene bağlanamayacak kadarkarmaşık, değişken, bağlantılı ve insanlar arası birdeğerdir. Hele bizim gibi kökten yenileşme, eskisinden çokbaşka bir dünyaya ayak uydurma durumunda olan birtoplumda, taban tabana karşıt dünya görüşlerinin yan yana,iç içe yaşadıkları, akla karanın, koyunla kurdun zor ayırtedildiği çevrelerde hangi kurallar, hangi ölçülerle ve hangisözcülerle nasıl benimsetebilirsiniz? Ancak yaşayışındeğişmesinden bekleyebilirsiniz ahlakın da değişmesini.Yalnız kadın erkek bir arada çalışanlar, çarşafsız, peçesizgezmenin bir ahlaksızlık olmadığına akıl erdirebilirler.Ahlak, aynı zorlukları ve sevinçleri bölüşen insanlararasında kendiliğinden doğan, dayanışmayı kolaylaştırançarkların, dişlilerin birbirini yıpratmasını, kırmasını önleyenbir düzen olarak düşünülüyor artık çağımızda. Böyle olunca

28

Page 29: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

da ahlaklı insanlar yetiştirmenin en kestirme yolu, onları biriş ortaklığında birleştirmektir. İş ortaklığı kimsenin kimseyisömürmesine imkân vermemekle bütün ahlaksızlıklarınbaşı olan haksızlığı önler. Bundan başka iş kendiliğindeninsanı dünyaya, insanlara bağlayan değeri ortaya çıkaraner meydanıdır. İşini iyi gören insan ister istemezdoğruluktan yanadır. İşten kaçan, işini hor gören, kötüyapan kişilerse her zaman ister istemez bütünahlaksızlıklara çevriktir.

İş eğitimine inancımız, bu eğitimin yakından gördüğümüzsomut ve devce başarılarından başka, okullarda olağansayılan türlü ahlaksızlıkların Köy Enstitülerinde eğitimcilerişaşırtacak kadar azalmasını görmekten de geliyor. Onbinler arasında görüldüğü ileri sürülmüş ve çoğunun yalanolduğu ortaya konmuş olan sapıklıklar doğru da olsa hertopluluğun, hele bunca yoksulluklar içinden gelmiş birtopluluğun vereceği firenin altındadır. Kaldı ki Köy Enstitülügençlerde ahlaksızlık diye gösterilen özellikler arasındasağlam bir ahlakın temeli sayılabilecek olanları vardır.Büyük bir devlet adamı, bir Köy Enstitüsü'nü gezerken birişlikte taş yontan on beş yaşlarında bir öğrenciye, sözedayanan eski bir eğitim alışkanlığıyla: Oğlum ne yapıyorsunbakalım? diye sormuş. Öğrenci yüzüne bakmış ve karşılıkolarak sadece işine devam etmiş. Bırak taş yontmayıoğlum, demiş devlet adamı; sana ne yaptığını soruyorum,onu söyle. Öğrenci işini bırakmadan: Görüyorsunuz ya, taşyontuyorum, demiş. Ne büyük saygısızlık diye anlatmışlardıbunu bana. Oysa bunda biraz kabaca da olsa yeni birsaygının, iş saygısının belirtisi görülmeliydi. İş başında veaçık havada öğretimi kötüleyenler bilim gibi ahlakı dahayatın ötelerinde bir yerde düşünenlere bilerek bilmeyerekkatılmış oluyorlar. Yalnız karatahta ve kitap okuluylaAnadolu içlerine imam bile yerleştirilemeyeceğini söyleyenbizleri de ya bilim ya da ahlak adına kötülüyorlar. Üstelikbunu sözde bir yurtseverlik adına da yapıyorlar; işedökülmeyen kuru sevgiler yüzünden bu memleketin

29

Page 30: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

çektikleri, kurum kurum kurudukları yetmiyormuş gibi.

Bozkırda yüz binlerce ağaç dikmiş ve nice sözde bilginlereinat tutturmuş bir Palamar öğretmenimiz vardı bizim. Dahaçokları vardı onun gibi; örnek diye veriyorum. Niçin yıllardırağaç dikmez oldu Palamar öğretmen? Niçin adı sanıbilinmez oldu? O yurdunu lafla değil işle seviyordu daondan. Bozkırı yeşerten Palamar öğretmeni işindenuzaklaştıran mutsuz, karanlık ve kısır düşünceler arasındaişten dolayısıyla hayattan uzaklaşmış eski okul anlayışınınpayı büyüktür. Bu anlayışı değiştirmenin ne kadar zorolduğunu, neleri değiştirmeye bağlı olduğunu bilmiyordeğiliz. İmece'nin yapabileceği, insaflı aydınları bu konudadüşünmeye ve iş okulunu bir dergi imkânları içindegeliştirmeye çağırmaktır. Daha somut olarak bu çağrımızışöyle anlatabiliriz:

1) Herkes bulunduğu iş alanındaki memleket gerçekleriniaklın ve bilimin ışığıyla, gündelik politikadan, kişiselkaygılardan elinden geldiği kadar sıyrılıp inceleyerekulaştırsın.

2) Herkes bulunduğu iş alanında denediği eğitim veöğretim yeniliğini nedenleri, koşulları ve sonuçlarıyla birlikteyol arkadaşlarına bildirmeyi İmece'den istesin.

3) Herkes bulunduğu çevrede İmece'nin daha sınırlı birörneğini bir yaprakla da olsa gerçekleştirsin.

1961

30

Page 31: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

KÖY ENSTİTÜLERİ VE GERÇEK BİLİM

Köy Enstitüleri Cumhuriyet eğitim tarihinin en başarılıkurumu olmalarını, bir Türk buluşu olarak Batı'da yankılaruyandırıp Doğu'da örnek tutulmalarını, geriliğimizinbamteline bastıkları için gördükleri sert tepkiye on beş yıllıkkötülemelere, budamalara karşı hâlâ aydınlarcasavunulmalarını, bilimsel ilkelere, gözlem ve deneyleredayanılarak kurulmuş olmalarına borçludurlar. Onları bilimadına baltalayanlar olmadı değil. Ama memleketimizdebilim adına baskı makinesinin iki yüz yıl yasak edildiğini,medreselerin ortaçağı yirminci yüzyıla kadar sürdürdükleriniunutmayın. Bilgisizliğin mutluluk getireceğini ileri süren bilimadamları olduğu gibi bilimlerin sade cüppesini giymişolanlar da vardır. Ne yazık ki bu sözde bilginler, isteristemez yadırganacak düşüncelerle ortaya çıkan gerçekbilim adamlarını, bulundukları baş köşelerden kolaycabaltalayabilirler.

Mustafa Kemal bir bilim adamı değildi; ama en büyükisteği sözde bilimin yerine gerçek bilimi getirmek oldu."Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözünü süs diye yazılmakiçin değil, bütün hayatını, zaferlerini ve devrimlerini bugerçekle yoğurduğu için söyledi. Ne yaptıysa bu inançlayaptı. Ama yığılmış bunca karanlığa gerçek biliminaydınlığını getirmek kolay iş değildi; üstelik karanlığındiretişine sözde bilim adamları da önayak oluyor, bilimintemeli olacak yazı dilimizin şekilce Latinleşip özceTürkçeleşmesine bile engel oluyorlardı, hâlâ da olanları var.

Kendilerini pek bilgin sanan bazı aydınlarımız, hattaAtatürk'ün Batı'ya yollatıp yetiştirdiği bilim adamlarımızarasında bile, Atatürk'ün Batı kültürünü dış görünüşleriyleele alıp özüne gitmemiş, gidememiş, ya da gitmekistememiş gibi gösterenler vardır. Devrimlere karşıkoyanların saygı ve sevgisini kazanan bu bilginler heleşapka ve harf devrimlerini demagogca bir silah olarak

31

Page 32: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

kullanırlar: Kafa şapkayla Batılı olmaz, Latin harfleriylekarınca duası da yazılır, derler; yahut da bilimsel terimler,tez kılıklı kitaplarla bunu demek isterler. Düşünmezler ya dadüşünmek işlerine gelmez ki, Atatürk bu kadar basit birgerçeğe erememiş olsa, ne Batı'nın sömürgen yanına karşıİstiklal Savaşı'nı kazanabilir, ne de bugün mezarından bilebu memleketin aydınlarını, gerilikle savaşan gençlerinidestekleyecek bir güç, paradan, silahlardan yaman bir güçolabilirdi. Kaldı ki Ziya Gökalp gibi gerçek bilgin, gerçekülkücü insanlarımız bile, Batı'nın tekniğini alalım, kültürünüalmayalım derken, Mustafa Kemal değer verdiği bu bilginisaymayarak tekniğin kültürden, yani biçimin özdenayrılamayacağını ileri sürüyordu. Böylece bilginden dahabilimsel düşünüyordu. Atatürk, öz mü biçimden çıkar, biçimmi özden çıkar gibi sözde bilimsel kafa cambazlıklarınadüşmüyordu. İçinde bulunduğu koşulları tarihsel nedenlerive olanaklarıyla görüp, görebildiği kadar görüp, yerinde,zamanında ve kaçamaksız kararlar veriyordu. Kelimenintam anlamıyla gerçekçiydi Atatürk. Değişmesi gerektiğineinandığı Doğulu kafamızı ve düzenimizi değiştirebildiğikadar değiştiriyor, gerililiklerimizi sözle değil işle, gerininüstüne adım adım yürümekle yenebileceğimizi biliyordu.Bilimin istediği kabuklarımızı kırdıkça kırmak, kendimiziaştıkça aşmak değil midir? Atatürk de bunu istiyor,yetiştireceği insanların kendisini de aşacağına inanıyordu.Bir efsane de olsa Atatürk'e yakıştırıyorum şu hikâyeyi:Atatürk'e demişler ki; Paşam, siz köylüyü okutmakistiyorsunuz, ama köylü aydınlanınca sizi de, bizi debırakmaz bu memleketin başında. Atatürk: Ah, nerde ogünler, demiş.

Gelelim Köy Enstitülerine. Bu kurumları Atatürk'ün nicebilim adamlarımızdan daha bilimsel davrandığına bir örnekolarak gösterebilirsiniz. Atatürk İstiklal Savaşı'ndan beriköylünün, efendimiz dediği, yüzyıllardır hakkını yiyipkemiklerini dünyanın dört bucağına bıraktığımız,Mehmetçiğiyle yurdu yeniden kurtardığımız dediği köylünün

32

Page 33: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

aydınlanmasını, çağdaş bir dünya görüşüne ermesiniistiyor. Bakıyor ki sözde bilim adamlarının, İstanbul'unbirkaç kilometre ötesine bile çıkıp bakmadan, Fransa'da,İsviçre'de gördükleri, görebildikleri okul sistemleriyleAnadolu köylerinde dikiş tutturmak mümkün değil. Bakıyorki Batı okullarının sadece biçimlerini, dış görünüşlerinigörmüş aydınlarımızın kurdukları okul havanda su dövüyor.Okul köyü aydınlatacak yerde, köy okulu karartıyor. Bunugören Atatürk ilkin Batılı bilginlere başvuruyor. John Deweyde ona, kuracağı okulların Batı okullarına benzemesi değil,Türkiye'nin gerçeklerine uyması gerektiğini söylüyor. Bununüzerine Atatürk çevresindeki eğitimcileri köy gerçekleriniinceleyip bir rapor hazırlamak üzere köylere yolluyor. BuBatılı ve bilimsel kaygıyla köyleri gezenler (ki KöyEnstitülerini kuracak olan Tonguç, gerçek bilim adamıTonguç da bunlar arasındadır) üç kaba, beklenmedik, amabilimsel gözlemle dönüyorlar:

1− Batı taklidi öğretmen okullarından köylere gidenler yadayanamayıp gitmiş ya da kalıp köyün karanlığında erimiş,ağanın, imamın yoluna girmiş.

2− Köy okulunda sadece okuma yazma öğrenmiş köylüdört beş yıl sonra okuma yazmayı bile unutmuş.

3− Ordudan dönüp tarlasını işleyen bazı çavuşlar köylüçocuklarına kendiliklerinden okuma yazma öğrettiktenbaşka, cumhuriyetin padişahsız bir düzen olduğunu,şimşekle elektrik ışığının bir anadan doğduğunu, sıtmanınsivrisinekten geldiğini, otomobilin benzinle, trenin buğuylaişlediğini anlatmışlar.

Atatürk ve İnönü'nün bu gözlemleri ilgiyle karşılamaları,Köy Enstitülerine varacak olan denemelerin, önceEskişehir'deki eğitmen kurslarının ve Kızılçullu'daki (İzmir)ilk Köy Enstitüsü'nün dayanağı oluyor. Kısacası KöyEnstitüleri, sözde bilimcilerin Batılı okul görünüşlerini taklit

33

Page 34: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

etme yolundan çıkıp, gerçeklere ve gözlemlere dayananyerli bir okul kurmak isteğinden, tam anlamıyla Batılı birbilim gerekçesinden doğuyor. Bu gerekçeyi destekleyendaha geniş bir bilimsel görüş de şudur: Türkiye'ninkalkınması, yüzde yetmiş beş, o zaman yüzde sekseni olanköylünün yaşama ve üretme yollarının yani ekonomikoşullarının değişmesine bağlıdır. Bu ise yalnız okuma veöğretmekle gerçekleşecek bir iş olmadığı gibi, yalnız okumayazma öğreten okulun bunca köyde devlet parasıylayapılmasına, yaşamasına, köylüce tutulmasına yineekonomi koşulları imkân vermeyecektir. Öyle ise devlet biryandan bütün memleketin ekonomisini yenileştirme yolunagidedursun, köydeki eğitim ve öğretimin de hem devletin buçabasını destekleyici bir yanı olması, hem de devletbütçesinin kaldıramayacağı (hatta bizim durumumuzda enzengin devlet bütçelerinin bile kaldıramayacağı) bir yükolmaması gerekiyordu.

İşte gözlemlere dayanan, Türkiye'nin ve dünyanın gidişinigöz önünde tutan ve bundan ötürü bilimsel olan bugörüşten, işletme ve üretmeyle eğitim ve öğretimibirleştiren, kendi kendini kuran, besleyen yeni bir köy okulutipi doğdu. Bu okulu Rousseau'dan, Pestalozzi'den bu yanaBatı'da da savunan bilim adamları vardı. Onlara göre zatenbütün okullar dinsel alışkanlıklarla bir türlü hayatakarışmıyor, kitaplara ve karatahtaya fazla önemveriyorlardı. Öğretmenler bildiklerini işbaşında, deneyler,her yerde az çok değişen gerçekler üzerinde göstererekdeğil, daha çok ezberleterek öğretiyorlardı. Bu soyutöğretim insan zekâsını dar bir faydacılıktan uzaklaştırıpzaman zaman parlak buluşlara götürmekle beraber, aydınkişilerin hayat adamı olmalarına engel oluyordu, o kadar kinice Batılı devlet ve bilim adamları klasik okullar dışında,hatta bu okullarla çatışarak, hayat ve tabiat okulunda, işdünyası içinde yetişiyorlardı. Kısacası Batı'da işle eğitim, işiçinde öğretim ilkelerini savunan, ama yüzyıllardırkabuklanmış, köylere kadar dal budak sarmış eğitim

34

Page 35: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

ordusunu kolay kolay sarsamayan yeni eğitbilimciler vardı.Biz, geçmişle bağlarımızı koparmış olduğumuz için, Batılıbilginlerin yeni buluşlarını daha kolay uygulayabilirdik.Nitekim Batılıların bir türlü değiştiremedikleri eskimiş(örneğin Bernard Shaw'un saçma bulduğu) eski imlakurallarını biz birden değiştirip insanlık tarihinin en rasyonelyazma yollarından birine kavuşuverdik. Bazı aksaklıklarınarağmen yeni alfabemizin bilimden yanalığı su götürmez.

Kaldı ki iş eğitimine dayanan ve üretici olan okul Anadolutarihinde de köksüz değildi. Nice dinler ve tarikatlarAnadolu köylerini bu metotla eğitmişlerdi. Yunus Emre biletekkeye (zamanının okuluna) odun taşıyarak Yunus Emreolmuştu. Köylüler camilerini kendi elleriyle yapmış, eskihocalar köylere, türlü dertlere deva bularak (daha doğrusu,deva olmak için ellerinden geleni yaparak), çift çubukedinerek, caminin duvarlarını boyayarak, sellerde,salgınlarda, kıtlıklarda halkın dert ortağı, baş vurağı ya dahiç değilse avunağı olarak yerleşmişlerdi. Bugün bile birçokköyde eski hocalar köylülerin öteki dünyadan çok bu dünyaile ilgili kaygılarını karşılamaktadırlar.

Kısacası, Köy Enstitülerinin dayanakları bilimseldi. Ne varki bu bilimsellik, akademik çevrelerde, tıpkı Pasteur'ün veFreud'ün bilimselliği gibi gerçek bilimin bütün buluşları gibi,acayiplik, densizlik, saygısızlık sayılıyor, bilim adına aforozediliyordu. Batılı bilim görüşüyle Türkiye gerçeklerininkaynaşmasından doğan ve cumhuriyetin zorunlu bir sonucuolan Köy Enstitüleri, kurucularıyla birlikte, bilim dışı, hattabilim düşmanı kurumlar diye curnal ediliyorlardı. Oysa KöyEnstitülerinin yalnız ilkeleri değil, duvarları bile bilimışığında örülüyordu. Pek az yerde hazıra konmuş olan KöyEnstitülerinin kuruluş yerlerini seçmede bile bilimsel birtitizlik gösteriliyor, her bölgenin tabiat ve ekonomiözelliklerini ve öğrencilerin sonradan kendi köylerinderastlayacakları işletme zorluklarını bir araya toplayan yerleraranıyordu. Kurulacak enstitünün projelerini titiz

35

Page 36: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

şartnamelere göre yüksek mimarlar yarışmaylayapıyorlardı. Dikilecek ağaçların tutması ve köylülere umutvermesi için Ankara Ziraat Fakültesi'yle, yerli yabancıuzmanlarla işbirliği yapılıyordu. Hasanoğlan'ın gölgesizbozkırında umulmadık çamların bugün yapılar boyuncayükselmiş olmaları bundandır. Aynı yerde bugünbakımsızlıktan çürüdüğünü duyduğum bağların bir aramucizeli bir berekete kavuşması bundandı.

1962

36

Page 37: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

EĞİTİM ÜSTÜNE

Eğitim geleneklerimizi değiştirmek yasalarımızıdeğiştirmekten çok daha zordur. Neden derseniz, insanıdoğar doğmaz saran eğitim çemberleri en kanlı devrimlerinbile kolay kolay sarsamayacağı kadar temelli, aklınkucaklayıp dizginleyemeyeceği kadar karmaşık, en sıkıyönetimlerin eline avucuna sığmayacak kadar sinsi vekaypaktır. Dinsel inançlar gibi eğitim gelenekleri dedevrimlerden, yıkımlardan arda kalır, varlıklarının sebebiortadan kalktıktan sonra bile, kuşaktan kuşağa sürergiderler.

Ne ileri aydınlar bilirim: Bütün kör inançlardan sıyrılmış,bilim aydınlıklarına yönelmiş, devrimleri yiğitçe desteklemiş,eski düzenin kökten değişmesi gerektiğine inanmışlardır;böyle iken kendi çocuklarının eğitiminde, çemberleri kırmakşöyle dursun, kendi ana babalarından daha titiz, dahainsafsız bir tutuculuğa düşerler. Yalanın, dayağın vebaskının eski düzeni besleyen, eski kafaları yetiştireneğitim yolları olduğunu bildikleri, başkalarına öğrettiklerihalde, kendileri dayak da atar, yalan da söyler, baskı dayaparlar çocuklarına. Üniversitelerde okumuş nice analarçocuklarını şımartmakta kara cahillere taş çıkarırlar. Hakedilmemiş ayrıcalıkların insanlık için bir mutsuzluk kaynağı,kısır bir bencillik yatağı olduğunu bilen nice hakseverlerkendi çocuklarına bütün ayrıcalıkları yakıştırır, bütünkolaylıkları araştırır, bütün süsleri takıştırırlar.

Bizim eski düzenimiz "gemisini kurtaran kaptan", "herkoyun kendi bacağından asılır" ve benzeri atasözlerinin debelirttiği gibi, dayanışmasız, kaderin ve padişahınkarşısında insanları tek tek bırakan bir düzendi. Henüz pekdeğişmiş sayamayacağımız, ama değişme yolunu tutmuşolan bu düzenin gerektirdiği eğitim bencillikten yanaydı isteristemez. Çocukların eğitimi, kara günler için gizli çıkınlardaaltın biriktirmelere benziyordu. Camide herkes başkalarının

37

Page 38: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

derdine ortak görünüp evde kendi çocuğuna: "Sen kendiçıkarına bak oğlum, ötesi nene lâzım" diyordu. Bunu açıkçasöylemese bile kimseye güvenmemeyi, etliye sütlüyekarışmamayı, göründüğü gibi olmayıp olmadığı gibigörünmeyi, başkasının ezilmesi pahasına da olsa,devletliler katına yükselme fırsatını kaçırmamayı, akıllıolmaktan çok kurnaz olmayı öğretiyordu ona. Akıllı, bilgiliolmanın insana bir şey kazandırmadığı, üstelik başına belâgetirdiği yerlerde ve çağlarda akla ve bilgiye dayanan bireğitimi hangi ana babadan isteyebilirsiniz? O ana baba kiçocuklarının budala bir zengin olmasını, yoksul birpeygamber olmasından daha hoş görürler; "keşkeyaşasınlar da, isterlerse bize bile yararları olmasın" derler.Ama, kimseye yararı olmadan yaşamak insanca yaşamakdeğilmiş, çıkarcılığa dayanan bir eğitim insanı kurtlara,tilkilere benzetirmiş, kulak asmazlar öylesi düşüncelere.Çocuklarının bilgi edinmesini, bilginin sağladığı çıkarölçüsünde isterler: Hemen karın doyurmayan bilgiler insanıne kadar yüceltirse yüceltsin, dünyayı ne kadar aydınlatırsaaydınlatsın, boştur onlar için. Çıkar sağlamayandüşünceleri, tehlikeli böceklermiş gibi, sabah akşamayıklarlar çocuklarının kafalarından. Para kazandırmayanbilgiye, akıllara yatsa bile, kuşkuyla bakarlar.

Bir masal ne güzel anlatır bu gerçeği. Fakir bir köylüeşeğini önüne katmış yürüyormuş bozkırda. Eşeğinsırtındaki koca heybe bir garip biçimde yüklüymüş: Bir yanıbuğday doluymuş, bir yanı taş. Yolda ak sakallı, dervişkılıklı bir adama rastlamış köylü. Birlikte hoş beş edipyürürken bu adam köylüye: Eşeğin bir yanına ne diye taşyükledin? diye sormuş. Buğday bir yana tartmasın diye,demiş köylü. Adam taşları attırmış; buğdayın yarısınıheybenin öbür güzüne boşalttırmış. Yük böylelikle azalıncaköylüyü de eşeğe bindirmiş. Köylünün aklı yatmış bu işe,dualar etmiş adama, ardından sormuş: Sende bu akılvarken ne diye yaya gezersin dağda bayırda? Malınmülkün, atın, deven yok mu senin? Yok, demiş adam.

38

Page 39: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Şehirde beyler yanında niye iş tutmazsın? diye sormuşköylü. Beni, işe yaramaz diye, şehirden kovdular, demişadam. Bunun üzerine köylü eşekten inmiş, buğdayı yineheybenin bir gözüne doldurup öbür yana taş yüklemişeskisi gibi ve eşeğine deh deyip uzaklaşmış adamdan.

Çıkarcı eğitim, aklı böylesine yaya bırakır ve gelenek yürürgider yoluna. Siz ne dersiniz bilmem, benim görgüme görebu eğitim bizim şehirlerimizde, köylerimizden daha fazlakök salmıştır. Küçük ve yoksul topluluklar, hele dağköylerinde, yaşayabilmek için dayanışmak zorundaoldukları için çocuklarını daha az bencil yetiştiriyorlar. İş vekader birliği oralarda, bilinçli olmasa bile, daha sosyal birortam yaratıyor. Okuryazarlığın girmediği köylerde eğitiminister istemez okuryazar şehir çevrelerinden daha geriolduğu sanılmamalıdır. Birçok köyümüzde kadın erkekilişkileri, yardımlaşmalar, ortak eğlentiler, nice çarşaflıpeçeli kasabalarımızda gâvurluk sayılacak kadaruygarcadır. Kızılbaşlık diye kötülenen eski Anadolugelenekleri arasında laik eğitim örnekleri vardır. Genelolarak şehirlerde yobazlık köylerden daha ağır basmıyormu? Geri kafalılığın en karanlık örneklerine İstanbullardarastlamıyor muyuz?

Köy Enstitülerindeki ileri eğitim ve öğretim sistemine karşıtepkinin kentten, hem de başkentten geldiği ve ağaların,imamların daha çok çıkar bakımından gösterdikleri tepkiyibeslediği unutulmamalı. Eski kafanın en Doğulu alışkanlığıolan alaturkayı sürdürmekte, Osmanlı sarayınıngötüremediği yerlere götürmekte, devlet radyosundantaksilere kadar yeni çağın güzelim makinelerini müziklerinen bayağısına, en uyuşturucusuna alet etmekte direten güçköylerde değil, şehirlerdedir. Başlı başına bir eğitim kurumusayılan ve belki de ruhları, Eflatun'un dediği gibi, herşeyden daha iyi yoğuran müziğin memleketimizde, hele sonyıllarda Zeki Müren'lerle düştüğü durum gerçekten yürekleracısıdır. Bu bayağılık okulu Yeni Türkiye'nin milli eğitimini

39

Page 40: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Tanrı'nın günü en ıssız köşelerde bile can evindenvurmaktadır. İşin en kötü yanı da şudur ki, en ileri tekniktenyararlanan bu geri müzik, Batı müziğine kökten yakınlıklarıolan Anadolu halk müziğini bozum bozum bozmakta,türküleri şarkıya, uzun havaları gazele, oyun havalarınıgöbek havalarına çevirmektedir.

Ne demek istiyorum bütün bunlarla? Benim inancıma göreTürkiye'de eğitim sorunu devletin baş sorunu olmadıkçaçözümlenemez, o çözümlenmedikçe de hiçbir plangerçekleşemez. Halkımızın tümünü okula kavuşturmakla dabir çeşit medreseye çevirdiğimiz, dört duvar arasınakapayıp karatahtaya kara cüppeye bağladığımız okul, eskieğitim çemberlerini kırıp topraklarımızın özlediği yapıcı,dünyaya açık, ileriye çevrik ve gerçekten laik insanıyetiştiremez, yetişirse de zor barındırır.

Kimi dostlarımıza göre eğitim kalkınmanın ardından tıpıştıpış gelir, kalkınma planla, plan da ancak baskıyla, yanieskilerin cennetten çıkma dayağıyla gerçekleşir. Baskınınhangi ellere geçeceği ve bu elleri yurdumuzda hangigüçlerin tutacağı, tutmayacağı bir yana, zorbalıktan hayırummak, eski kafaya dönmek, bilim yolundan ayrılmak, geçmeyve veriyor diye ağacını kesip sopa yapmaktır. Dayaksömürgen düzenlerin eğitim aracıydı, demokrasi ise dayağıkaldırmak isteyen düzen diye tanımlanabilir.

1962

40

Page 41: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

İŞ ve EĞİTİM

İnsan emeği kutsaldır demesine diyoruz; durma çalış diyeöğütler vermesine veriyoruz; tembelliği kötülemesinekötülüyor, köylülerin gereği kadar çalışmadıklarındanhaksız yere yakınmasına yakınıyoruz. Gelgelelim bir aydınkişi çıkıp da çalışanların, emekleriyle geçinenlerin haklarınısavunmaya yeltendi mi, çalışmadan dünyanın parasınıkazanan, üstelik de dünyanın daha iyiye gitmesine engelolan sömürgenlere dil uzattı mı, gelmeyen kalmıyor oaydının başına: Bütün kuşkular karakuşlar gibi çullanıyorüstüne, vatan hainliğine kadar da gidiyor işin ucu. Enhazini, haklarını korumak istediği insanlar bile onu korumakşöyle dursun oh olsun diyorlar, üstelik, yardım bile ediyorlartepelenmesine. Olacak şey mi bu? Oluyor işte,görüyorsunuz. Görmüyorsanız, çıkın ortaya, koruyunçalışanları çalışmayanlara karşı, sömürülenleri sömürenlerekarşı, köyümüz, köylümüz yoksul deyin; ağayla imamişbirliği edip geriliği, haksızlığı, tembelliği, kulluğu,bilgisizliği, kör inançları sürdürüyorlar, deyin; Cumhuriyetçalışan çoğunluğu çalışmayan azınlığa karşı tutan, tutmasıgereken bir düzendir deyin, kanunun her Türk'e verdiği,yüklediği ilk öğretimi gerçekten her yurttaşa götürmeninyollarını arayın, rahatınız bahasına bu işin ardına düşün,acı gerçeği görür, anlarsınız hanyayı Konyayı. TuttuğunuzAtatürk bile tutamaz olur sizi. O Atatürk ki bakın nelerdiyerek kurmuş bu Cumhuriyeti. Eli dert görmesin ÇetinAltan Milliyet gazetesinde arayıp çıkarmış bu sözleri, çokyakın ve çok uzak geçmişimizden;

"Milletimizin bugünkü idaresi, hakiki mahiyeti ile bir halkidaresidir. Türkiye'deki bu değişiklik şekilde değil,milletimizin zihniyetinde görülmektedir. Emek sahibiolmayanlar insandan sayılmamak, hakkı emeğedayandırmak asli inancı nazarı itibara alındı. Türkiye'nin bumahiyetini takdir ve tasdik etmek, Türkiye halkınınmevcudiyetini, istiklal ve saadetini ciddi olarak arzu

41

Page 42: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

etmektir."

"Vatan en çok sizin (köylülerin) emeğinize dayandığı haldeen az bahtiyar ve mesut olan yine sizlerdiniz. Bunun sebebisizinle meşgul olunmamasıydı. Sizi düşünen pek az kimsevardı. Siz çiftçiler o eski hükümette hemen hiçdüşünülmüyordunuz. Sizi ne zaman düşünürlerdi, bunu pekiyi bilirsiniz. Sizi ya harp olunca ya hazinelerini doldurmaklazım gelince hatırlarlardı. Demek çalışan sizdiniz,kazanan, ölen sizdiniz. Neticede siz sefalete mahkûmolurdunuz ve sizin faaliyetinizden, fedakârlığınızdanbaşkaları istifade ederdi. Artık bundan sonra böyleolmayacaktır. Artık her şeyden önce kendinizi düşünecek,kendi evinizi mamur kılacak, ikinci derecede başkalarınıdüşüneceksiniz. Hepinizin malûmudur ki, milletin çoğunluğusizlersiniz."

Sorarım size, bunca yıldır solcu diye kovuşturulan, bu fakirmilletin milyonlarca lirasına kıyılarak, tonlarca dosyalarıtutulan aydınların bundan öteye giden sözleri, düşüncelerinedir? Köy Enstitülerinde bu sözlerin gerektirdiği milletseferberliğinin yüzde birini aşan nedir? Çalışmadankazandığı parayı harcamak üzere Avrupa'ya gidenleri gülegüle diye insanca uğurlarken neden bunca yüzyıl hakkınıyediğimiz, Mustafa Kemal'in ardından gittiğini, Atatürk'ündileklerini gerçekleştirmek üzere köylerde çalıştığınıgördüğümüz Türk köylüsünün kendi yetiştirdiğimiz bilinçliçocuklarına, örneğin Mahmut Makal'a naylon çorap, samurkürk falan getirmek üzere değil, düşünce getirmek üzereyurttan çıkmasına izin vermiyoruz? Bu soruyu sormaktanmaksadım Mahmut Makal'ın yurtdışına çıkabilmesinisağlamak değil. Tanıdığım kadarıyla onu da asıl üzen kendiişinin olmayışı değildir. Atatürk'ün, şu yukardaki sözlerisöyleyecek kadar gerçeği görmüş, hakka saygı göstermişbir büyük insanın kurduğu bir devletten onun istediklerinintam tersinin yapılması ve en acıklısı, bunu çalışmadankazananların değil, çalışanlar adına kurulmuş bir devletten

42

Page 43: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

maaş alan memurların yapması, yapabilmesi.

Çoğunluğun haklarını korumak üzere kurulmuş bir devletinkadrolarında gerici bir azınlığın buyruğuna girenlerinbulunması, sadece yazar, sanatçı olarak değil canlarınıdişlerine takmış öncüleri olarak çoğunluğun hizmetinegirmişlerin solcu molcu diye damgalanıp çalışamaz halegelmeleri, öte yandan çalışmayanların ya da insafsızca veyalnız kendi çıkarına çalışanların Cumhuriyetin getirdiğibütün kolaylıklardan yararlanıp, üstelik devletmemurlarından da saygı görmeleri hiçbir politikabakımından haklı gösterilemez. Çalışanların en azındançalışmayanlar kadar bu dünyada rahat etmeleri bir haksa,bu hakkı savunma değil, bu savunmayı engellemektirmemleketin zararına olan. Bu ise bizde hiç ceza görmeden,hatta aferinler alınarak yapılagelmektedir.

Çalışmayan, babasından kalan tarlayı, konağı, hanı,hamamı değerlendirmek şöyle dursun, görmek bileistemeden kiraya verip geliriyle bir köşede keyfine bakan biradama çamur atıldığını gördünüz mü hiç? Kötülükleri göregöre neme lazım deyip ağzını kapayan sorumlu kişilere, hertürlü devlet hizmetini angarya sayıp fırsat buldukça yançizen, askerlik hizmetini bile yapmamak için şeytanın aklınagelmez hilelere, rapor mapor, rüşvet müşvet gibi yollarabaşvuranlara vatan haini, yurt düşmanı, gomonist dendiğiniduydunuz mu hiç? Daha fazla kira almak, hava parası daalıp vergiden kaçmak için evinden beş çocuklu biröğretmeni çıkarıp yerine, hırsızlığı henüz ispat edilmemişkerli ferli, kürklü mürklü bir hacıağayı, ya da parası bolyabancıları koyan nice sayın yurttaşlarımıza gerici dergi vegazetelerin toz kondurduğu olmuş mudur? Bakıyorsunuz,okkanın altına giden, başına dert açan, peşinde curnalcıdolaşan hep bu memlekette yeni bir şeyler olsun isteyenler:En zengininden en fakirine, fabrika sahibinden koyunçobanına kadar Doğulu alışkanlıklarımızdan çıkmayı,haklıya hakkını, işe değerini vermeyi isteyen öncü, ileri

43

Page 44: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

yöncü yurttaşlar.

Benim görüşüme göre her zengin ister istemez kötü, herfakir ister istemez iyi değildir. Dilenci zenginler, zengindilenciler bir yana; zenginleri soyan fakirler, fakirleri soyanzenginler bir yana; zenginleri soyan fakirlerden ya dafakirleri soyan zenginlerden yanaymış gibi görünenler biryana; halka talkın verip kendileri salkım yutanlar bir yana,insanın insanı sömürmesine karşı olan ve olmayan, buhaksızlığa duygu, akıl ya da bilimle karşı koyan vekomayan, koyarmış ya da koyamazmış gibi görüneninsanlar vardır. Birçok çeşitlerimizi unutmuş olabilirim: Amabiz insanların ve her insanın içindeki değişik insalarınbence en iyisi kendinden çıkabileni, dünyaya açılabileni,başkasının halinden anlayanı, bildiğinin yarın eskiyeceğineinananı, bir tek de olsa başka bir insanla gerçekten dostolabilenidir.

Sokrates, Musa, Brahma, İsa, Muhammed, Dante,Montaigne, Galile, Shakespeare, Descartes, Spinoza,Rousseau, Marx, Freud, Pasteur, Darwin, Einstein... gibiinsan büyüklerinin getirdikleri ortak gerçek, bütüngerçeklerin aşılması gerektiği, kimsenin kimseyi ezmeyehakkı olmadığı, iyiliğin de, güzelliğin de, doğruluğun dayalnız çalışan, arayan, zincirlerini kıran, sınırlarını aşan,köleliklerin her türlüsünden, bir dinin bile köleliliğindenkurtulmasını bilen insanlara vergi olduğudur. En büyük bilimve sanat adamlarının, önünde sonunda en çok değerverdikleri, özendikleri insan, çalıştığı ölçüde yükselen,yediğini hak eden, kimsenin hakkını yemeyen insandır. Üsttarafı bir sürü değişecek gerçeklerdir. Bin yıl sonra,tasarladığımız bütün düzenler kurulup eskidikten sonra,sapasağlam kalacak gerçek budur olsa olsa.

Böyle iken niçin, emeğiyle geçinen aydınlarımız arasındabile, iş, işçi, işçinin hakkı sözlerinin altında umacı arayanlarçıkıyor? Niçin Orhan Veli'nin aklına "Hak deyince işçi"

44

Page 45: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

gelmesinmiş? Niçin şairlerimiz, hikâyecilerimiz,ressamlarımız iş görmeyenlere karşı iş görenlerden yanaolamaz, canları isterse hallerini anlatamaz, onlar adınakonuşamazlarmış? Sanat, edebiyat ağaların, beylerinövgülerini yapmak, evlerini süslemekle mi yetinecek?Hacının hocanın elleri öpülmeye değer de yediğimizekmeği taştan çıkaranların elleri değmez mi?

Köy Enstitülerine en çok niçin çamur atıldı, bilir misiniz?Bu kurumlarda iş ilkesi öne sürüldü, iş eğitimi yapıldı,öğrenciler duvar ördü, ağaç dikti, işçilere benzedi diye. Nedemekmiş okulda işçilik? Okul efendi yetiştirirmiş, terkokulu, eli nasırlı işçi değil. İşçiyi köle sayan düşünüşüntepkisiydi bu. Okulun üretici değil tüketici olmasını istiyordu.Ağaç dikme, aşı yapma karatahtada öğretilebilirdi yalnızöğretmen olacak efendiye. Hasanoğlan gençlerinin suçıkmaz denen kıraç dağlarda su bulup kendi döktükleriborularla bu suyu köye ve enstitülerine getirmeleri, busudan elektrik çıkarmaları sevinç yaratacak yerde kuşkuyarattı. Aynı gençlerin elleriyle yaptıkları tohum atan köylüheykeli bir umacıya benzetilip yıktırıldı. Çalışan köylüyeheykel ha? Ne demekmiş bu? Çalışıyor diye elin ayısını,kölemizi baş tacı mı edecektik?

Bu düşünüş kolay kolay kafalardan söküleceğebenzemiyor. Sökülmeyince de kırk bin köyümüzü nasılşenletiriz bilmem.

1962

45

Page 46: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

EĞİTİMDE EŞİT ŞANS:

HALK ÇOCUKLARININ OKUTULMASI

DEVLET ve TEMEL EĞİTİM

Devlet önce büyük bilginler yetiştirmeliymiş; sonra bubilginlerin göstereceği yoldan halkımızı eğitipkalkındırmalıymış; yoksa boşuna imiş ilköğretimler, temeleğitimler, yenileşme çabaları, evrimler, devrimler. Bilgisizçoğunluk yarım yamalak bir şeyler öğreneceğine hiçbir şeyöğrenmesin, önce Batı'da sonra İstanbul'da yüksek bilimkatlarına çıkacak, köklü, yüklü, apaydın, upuzman kişileribeklesinmiş.

Böylece düşünen aydınlarımız olmasına, hâlâ olmasınapek o kadar şaşmıyorum da, böylelerini dinleyen devletadamlarımızın çıkmasına şaşıyorum doğrusu. Bu düşünüşbir bilim adamında, yıllar yılı Avrupa'larda İstanbul'lardaelbebek, gülbebek yetiştirdiğimiz, rütbeler, cüppelergiydirdiğimiz bir aydın kişiden de gelse, kılık değiştirmiş birORTAÇAĞ düşünüşüdür: Batı'da da bizde de gerçek bilimeçelme takan, işkence eden, karanlığı sürdürmekte çıkarıolan sözde bilginlerin düşünüşü. Böyle düşünen bilimadamları Batı'da bile var da bizde niçin olmasın? Bilimeinsanlığın gözbebeği, tek mürşidi bilime saygısı olan devletadamı böylelerine şunu söylemeli artık, kendisi de onlar gibibilim tekelcisi değilse:

46

Page 47: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

"Bilgin yaratmak devletin ne haddine? Bilgin dediğin kendikendini yetiştirir, hem de çoğu zaman devletle, kuruludüzenle çatışarak. Senin, benim kuracağımızcamekânlarda bilgin yetişmez ya, yetişse bile, o camekânındışında yaşayabilir mi? İstanbul'da Batı'nın en seçkinbilginlerini bir araya getirip Ortadoğu'nun en ileriüniversitelerini kursak (ki kurduk), bu üniversite yüzdeyetmişi okuryazar bile olmayan bir toplum ortamına kaç yılkarşı koyabilir (beş−altı yıl karşı koyabildi). Siz devlete akılvereceğinize bulunduğunuz küçük çevreye gerçek bilimhavasını getirmeye, bu fakir milletin size verebildiği,verebileceğinden fazlasıyla verdiği rahatlıktan veimkânlardan faydalanmaya bakın. Devletimiz bugüne dekmutlu bir azınlığın çocuklarına bel bağlayıp milyarlarcayatırım yaptı ve yapıyor. Bundan fazlasını istemeniz, hiçbirdemokrasi anlamına girmedikten başka, bilimsel hiçbirtemele de dayanmaz. Biz bundan böyle yatırımlarımızıbüyük bilgin, büyük sanatçı namzetlerine değil, onlarıyaratıp besleyecek olan Ortam'a yapacağız. Yetmiş ikidevletin bir araya gelip yetiştiremeyeceği büyük kalfalar,büyük yürekler, aydınlanan bereketli çoğunluğun içindenister istemez ve birbirleriyle yarışarak çıkacaktır."

Gerçek aydınlar her yerde, her zaman mutlu (çok kez demutsuz) bir azınlıktır, orası doğru: Ama, bu azınlık bütün birmilletin içinden seçilip, yarışıp gelmiyorsa kendi içinde kururkalır, aydınlık imtiyazını yitirmemek için milletinaydınlanmasına engel bile olur. Batı'nın eski, bizim yenitarihimiz bu mutsuzluğun örnekleriyle doludur. İnsanlığınbütün gerileme, yeniliklere karşı direnme hareketlerininbaşında ya da gizli gizli arkasında zamanın cüppeli, rütbeliaydın kişileri vardır.

Bizde devletin büyük çoğunluğumuza çevrilen eğitim veöğretim çabalarını köstekleyen aydınlar Batı kültürünümutlu azınlıkların, devletlerin, zenginlerin beslediği dâhiteklerin yarattığını ileri sürerler: Kuyruklu yalan! Batı'nın

47

Page 48: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

gerçek aydınları Rönesans'tan bu yana daha genişkalabalıklara yayılan, sarayların, kiliselerin kara aydınlığınıyırtan Latince yerine kaba halk dilini kullanan, her yerde hertürlü kültür imtiyazlarıyla çelişen, kendilerini devletlereyalnız değerlerinin zoruyla kabul ettiren, arkalarında uyuyankalabalıklar olmasa bir kaşık suda boğulacak olan halkadamları, ya da halktan yana adamlar. Batı tarihi, gittikçeaydınlanan halk yığınlarının tarihidir. Yoksa zor kurulurduBatı demokrasisi, dünya halkları da zor kavuşurduegemenliğe. Tarih kitaplarında tek tek görüp birer mucizesandığımız Batılı bilim ve sanat adamları yüzlerce, binlercebenzerleri arasından yetişmiş kalburüstü değerlerdir.Shakespeare yüzlerce Shakespeare denemesininsonucudur, Pasteur de öyle idi, Einstein de öyle, Picassoda öyle, daracık kapalı bir çevre içinde nazlı nazlıyetiştirilmiş hangi büyük bilgin var Batı'da?

Batı'da ilköğretimi (ama laik ilköğretimi) zor ve geçkanunlaştığı, daha on dokuzuncu yüzyılda bu kanununİngiliz Parlamentosu'nda dirençle karşılaştığı hatta birLord'un halkı okutmayı, bindiğimiz atın bizim kadar bilgiliolmasını istemek kadar budalalık saydığı doğrudur. AmaBatı'da Rönesans'tan, hatta hümanistlerden bu yana birtemel eğitim kendiliğinden başlamıştır. On yedinci yüzyıldakontların, baronların uşakları arasında kendileri kadar bilgiliuşaklar vardı. Ana diline çevrilen din kitaplarıyla kiliseler,yenileşen sanatlar, zanaatlar, basımevleri birer halkokuluydu. Dinsel kurumlar yaşayabilmek için gelişen bilimve sanatlara kapılarını açmak, bilim adamları, sanatçılar,romancılar yetiştirmek, dünya işlerini engellemektenvazgeçmek zorunda kalmışlardır. Üstelik de, halkın mutluazınlıklar arasına girmesine karşı koymak nice devletlerdekanlı devrimlere mal olmuştur. Kendi kendini binbir mihnetleyetiştiren halk, doğmaktan başka zahmete girmeyenefendilerini er geç başından atmıştır. Durum bu iken bizdetemel eğitime karşı Batı tarihini kullanmaya kalkanlarasadece pes diyebilir insan.

48

Page 49: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Cumhuriyetin, yani halk egemenliğinin kırkına basacağısırada halk çoğunluğunun zifir karanlığında yaşamasınıbilim adına hoş görenler hiç değilse halk dostugeçinmekten vazgeçsinler; açık açık biz halkçı değilizdesinler, kendilerini alınteriyle besleyen halkı aldatmasınlar:Yalnız bu şerefi olsun, halka kırk yıl önce verilen hakkıarayanlara bıraksınlar. Ama laf bu benimkisi: Bırakırlar mıhiç? Elverir ki, devlet baba, daha doğrusu baba olası devletdinlemesin artık bu halkı binek atı bellemişleri. Bu umutbelirdi yine bu günlerde; tabii belirmesiyle birlikte çelmeler,çamur atmalar da başladı. Karanlığın bekçileri nişanalmaya başladılar ışıltılara. Onlarınki de kolay değildoğrusu: Hep birlikte olmak, çağımız ilerledikçe, halkdevlete, devlet halka yaklaştıkça. Bu iki güç birleşti mikaranlığın bekçilerine ekmek yok artık. Bu birleşme oldu muyani gerçekten halkçı, halk gerçekten devletçi oldu mu (kiözlediğimiz buna bağlıdır bence) çoğunluğun haklarınıarayanlara pusu kurmak kimin haddine? Zor durdururlar ozaman köyleri uyandırmak isteyen devleti; zor toplatır,yaktırırlar devletin bastığı kitapları; zor orak çekiç resimleriyaptırırlar okul duvarlarına; zor döverler Mehmetçiği kitapokuyor diye; zor aldatırlar halkı dinimiz, ruhumuz,maneviyatımız elden gidiyor diye; bir arada okuyan kızerkek çocuklar ahlaksız oluyor diye, halk çocuklarının işçikılığı giymesi, duvar örmesi, demir dövmesi, ağaç dikmesi,mandolin çalması komünistlik diye; köylü yalnız dayaktananlar, dayak yemedikçe adam olmaz, iş çıkarmaz, düzenegirmez diye.

Halkçı bir devletin temel eğitimi ne pahasına olursa olsunve en kısa bir zamanda sağlaması su götürmez birzorunluluk olduğuna göre, eğitimle uzaktan yakından ilgilibütün aydınlarımızı Tûbâ ağacı tartışmalarına son vererek,devletin bu yönde çabalarını desteklemeleri gerekir.Önyargılardan sıyrılarak, masanın üstünü temizleyerek,temel eğitim ve öğretim sorunlarımız üstüne düşüncealışverişleri yapmalıyız.

49

Page 50: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Çok zaman yitirdiğimiz için kurduğumuz ve kuracağımızokulları çağımızın ve yurdumuzun gerçeklerine uydurmak,çevrelerine getirecekleri aydınlık ve işgücünü arttırmak içinneler yapılabilir? İş ve üretim ilkelerini bütün okullarımızınprogramlarına ne ölçüde sokabiliriz? Köy okullarınınköylünün hayatına cami kadar olsun girmesini sağlamakiçin nelere başvurulabilir? Okulların az çok birer işletme,işletmelerin birer okul haline getirilmesi düşünülemez mi?Geniş bir temel eğitim seferberliğinde ordumuzla nasıl birişbirliği kurulabilir? Çağımızın en verimli buluşturma,görüştürme araçları olan sinema, radyo ve televizyondantemel eğitim ve öğretim için nasıl yararlanabiliriz? Banasorarsanız, gerçek bilim ve sanat adamlarının eliyle devletinbu üç yeni zaman devine gördüreceği eğitim işihayallerimizi aşacak, yitirdiğimiz zamanları umulmadık birhızla kazandıracak kadar büyük olabilir. Hele sinemayı,kendiliğinden kafaları ve yürekleri gelişigüzel yoğuran bu enkalabalık okulu, tiyatro kadar bile ele almamış olmasışaşılacak şeydir gerçekten.

Kısaca şöyle diyebiliriz: Devletin ekonomik kalkınmamıziçin bulacağı çözüm ne olursa olsun, en kestirme, engerçekçi yoldan temel aydınlığımızı sağlamak, yaniTürkiye'nin en büyük insan tarlasına yeni dünya ve yurtgörüşünü, yeni bilim, sanat ve tekniğin tohumlarınıgötürmek, tutturmak zorundadır.

1962

50

Page 51: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

KÖY KADINLIĞI VE EĞİTİM...

ANALARI YETİŞTİRMEK

1960 Haziran ayında, Ankara'nın diri ve keskin ışıklı birsabahı, Tonguç, Kanadalı bir halk eğitimi uzmanı ve benHasanoğlan Köy Enstitüsü'ne gitmiştik. Kanadalı uzmanTonguç'la orada, güçlü bir eğitim soluğunun yeşerttiği obozkır toprağı üstünde tanışıp konuşmak istemişti. Tonguçda, ben de on dört yıldır gitmemiştik Hasanoğlan'a. Acı tatlıduygular içindeydik. Kuruluş yıllarının anıları sığırcıksürüleri gibi havalanıyordu gözlerimizin önünden. Trenyoluyla köy arasındaki yamaçta Tonguç'un soluğu, yeşil vebeyaz dona kalmış gibiydi. Tren de, tabiat da unutmuştuçoktan buralarda bir destan rüzgârı estiğini, tutmaz denençamların tuttuğunu, gelmez denen suların geldiğini, yanmazdenen ışıkların yandığını.

Eski enstitümüzün yeni yöneticileri anlayış ve sevgiylekarşıladılar bizi. Niçin, nasıl geldiğimizi sormadılar bile.Hoyrat yeller esebildiği kadar esmiş, hınçlar, kinler kendikendilerini yemiş, Tonguç'un tertemiz yüreği yeni baştankucaklayıvermişti Hasanoğlan'ı. Ufukta kara bulutlaryığıladursun, Tonguç o gün birkaç saat eski umutlarınınhızını bulur ve buldurur gibi oldu. Meğer o gün sonbakışlarının pırıltısıymış gözlerindeki. Bir hafta sonraTonguç yeşerttiği topraklara, uyardığı yüreklere karışıpgidecekti.

İşte o gün Tonguç'la Kanadalı uzman arasında ilginçkonuşmalar olmuştu. Bir ara Tonguç, Türkiye'de halk veköy eğitiminde en çok kadınlar üzerinde durulmasıgerektiğini ileri sürdü. Kendi kendisini de eleştirerek dedi ki:

51

Page 52: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Biz köy okullarında ve enstitülerde kız öğrencilerin sayısınıarttırmak için elimizden geleni yapmadık, oysa Anadolu'daanaları yetiştirmenin, babaları yetiştirmeden, uyarmadandaha önemli olduğunu sonraları daha iyi anladık. Köykadınlarını kazanmakla köy çocuklarının eğitiminde enkestirme yolu tutmuş olurduk. Çünkü köy çocuğunun ilkeğitimini ister istemez ve yapabildiği kadar anası yapar.Baba evde, hatta köyde değildir çoğu zaman. Çocuküzerindeki etkisi, yalnız erkek çocuğu üzerindeki etkisi çokgeç başlar. Hele sağlık işlerinde seyircidir her zaman.

Böylece Tonguç, köy gerçeğinin bir başka bamtelinebasmış oluyordu. Yeniden iş başına gelseydi (ah,gelebilseydi!) en çok köy kadınlığı üzerinde duracaktıbesbelli. Bu kapalı dünyayı hangi yoldan, nasılzorlayabileceğini de, düşünmüştü herhalde, ama onusöylemesine vakit kalmadı. Belki son yazılarında,mektuplarında bir ipucu bırakmıştır.

Anadolu insanı gerçekten dünyaya ananın eli, gözü vesözüyle açılır. Duyarlığını, alt bilincini ana besler. O ana ki,çok yerde hâlâ kölelikten kurtulmuş değildir, babadan çokdaha az açılmıştır dünyaya. Masalları, türküleri, öğütleri,avutmaları, kışkırtmaları, yakınmaları, hınçları, özlemleriyleo emzirir çocuğun ilk düşüncesini. Baba sözde başıdır evhalkının. Kaldı ki birçok köylerde erkeklerin, muhtarın,imamın, hatta bazen ağaların sözlerini ağızlarına tıkayananalar da vardır. Yaşar Kemal'in, Fakir Baykurt'unromanlarında köy gerçeğinin gürbüz bir yanı, diri bir rengiolarak görüyoruz onları. Anadolu'nun ilk ana Tanrıçalarınınmutsuz kalıntılarını andıran bu kadınlar, yüzyıllardır birikmişdertlerin, öfkelerin sözcüsü olurlar zaman zaman ve köydeumulmadık yaşama rüzgârı estiriverirler. Ama çok sürmezbu rüzgâr! Bir an yerinden oynattığı köy yine erkeklerinsürdüğü uyuşuk düzene gömülür. Analar, kızlar yeniden, elitespihli babaların, dedelerin ardından, çocukları sırtlarında,gözleri önlerinde düzülürler yola.

52

Page 53: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Benim görebileceğim kadarıyla bizim köy kadınlarımız,genel olarak erkeklerden daha az uyanık da olsalar, hiç dedaha az anlayışlı, yeniliklere daha az yatkın değildir.Erkeklerden daha çok çalışmak, gündelik hayatın ocağınıarasız tüttürmek zorunda oldukları için daha gerçekçidirlerbelki de. Yanlarına zor yaklaşılır, güvenlerini zorkazanırsınız, amma açtılar mı tam açarlar yüreklerini,düşüncelerini. Daha az kandırırlar sizi, daha az gizlerlergerçeği.

"Kaltaklar girin içeri..."

Ürgüp köylerinden birinde dolaşıyorduk. Düz damlarınüstüne kadınlar, kızlar renk renk meyveler seriyorlardıkurutmak için. Beyaz peribacalarının ortasında, neredeysetaştan çıkarılıp güneşe serilen bu insan emeği mucizelerive onları avuçlayan kadınlar, kızlar, Göreme bölgesinideğerlendirmek için çekmekte olduğumuz renkli bir filmeçok uygun göründü bize. Uzaktan, resminizi çekebilir miyiz,diye bağırdık. Bir yaşlı teyze bize gülerek baktı, ne bileyimder gibi omuzlarını silkti. Bir başkası, çek istersen, dedi. İşekoyulduk. Kamera tam bu insan ve tabiat kaynaşmasınısevine sevine içine alacakken acı bir ses allak bullak ettiortalığı: Kaltaklar, girin içeri! Çabuk! Koşun içeri! Bir andabütün damların üstündeki kadınlar, kızlar, tüfek sesiduymuş güvercinler gibi dağılıverdiler. Karşı evinpenceresinde gözleri dönmüş bir sakallı, bütün heybetiylegörünmüş ve bize bakmaktan bile tiksinir gibi karanlığındakaybolmuştu.

Buna benzer çok olaylar görmüşüzdür Anadolu köylerindeve yollarında. Softalık kadınları sindirmiş, amainandıramamıştır her dediğine. Bir kurtulsalar, gerçektenerkekle eşit haklara kavuşsalar köyde çok şeylerin, çokdaha çabuk gelişebileceğine inanırım ben de. Ama zor, çokzor bir iştir bu! Çok savaşlar, çok bilgiler, çok denemeler,erkek kadın çok Tonguçlar ister. Çünkü bunun da

53

Page 54: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

arkasında, bütün devrimlere karşı koyan eski ve sinsiortaçağımız ve hâlâ sülüklerle dolu bulanık sularımız var.Köy kızlarının hayata karışıp yüksek sesle konuşmalarıdeğil, bir tek sesli gülüşleri bile eski düzeni sürdürmekisteyenleri gocundurur. Köy kadınlığı alınan, satılan, en ağırişlere sürülen bir kol gücüdür çok yerlerde. Onunuyanmasıyla milletimizin kalkınması iki kat hızlanır, amanice sömürgenlerin küçük çıkarları da allak bullak olur.

Köy Enstitülerinde genç kız ve erkeklerin eşit haklarla birarada çalışmalarının ne sevinçli, ne umutlu bir eğitimhavası yarattığını görmemiş olanlar, hayal bile edemezler.Enstitü yöneticileri kız erkek beraberliğinin şehirlerderastlanan cinsten aksamaların hiçbir türlüsüyle uğraşmakzorunda kalmamışlar, üstelik bu beraberliğin kendiliğindenbir ahlak ve çalışma coşkunluğu düzeni sağladığınısevinerek görmüşlerdi her yerde. Bunu anlata anlatabitiremezler ve bütün enstitülerin disiplin tutanakları da bubakımdan şaşırtıcı, sevindiricidir. Böyle iken enstitülere buyüzden atılmadık şamar kalmamış, sonunda gericilerkızlarla erkekleri birbirlerinden ayırıp mutlu bir eğitimgelişmesini hoyratça, insafsızca baltalamışlardır. Bubaltalamaya önayak ya da alet olanlar, bilerek bilmeyerek,milletimizin çağdaşça, kardeşçe ve özgürce yaşamaisteğine karşı durmuşlardır.

1962

54

Page 55: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

İMECE DERGİSİ ÜZERİNE

Eyuboğlu başkanlığında bir ekip, Tonguç'un ölümündensonra, enstitülerde uygulanan çalışma yöntemiyle (imece)Tonguç'a kitabı hazırlamıştı. İş bitirilince, "İmece"ninsürdürülmesi düşünülmüş, bu adla bir dergi çıkarılmayabaşlanmıştı.

Eyuboğlu, İmece'nin geniş tabandan, gerçekçi seslergetiren, Köy Enstitüleri Dergisi gibi bir dergi olmasınıistiyordu. Zaman zaman bu konuda imecilerle yazışıyordu.

Aşağıdaki mektup, Ankara'daki başimeci Engin Tonguç'ayazılan mektuplardan biridir.

22.9.1962

Engin Kardeş,

Önce sorduklarınıza sıra ile karşılık vereyim:

1. Bir dergi çıkarmanın, gönlümüzce yazıları bulmanınzorluklarını bildiğim için, uzaktan gazel okuyanlarındurumuna düşmek istemem. Bununla beraber, İmece'deyenilikler yapılması mümkün olursa, bunların daha çokgözlem ve deneylerden yana olmasını dilerim. Köygerçekleri üstüne imecileri daha açık, daha edebiyatsızkonuşmaya çağırmalıyız. Ayrıca öğretici yazılarımız dahaçok olmalı derim. İmecilerin seviyesini aşıyor, ağır geliyor,yadırganıyor diye çetrefil filozofi ve bilim konularındankaçınmamalıyız. İmecilere hep bildikleri şeyleritekrarlayacak değiliz ya. Dursun Kut kardeş, benim belkifazla basite indirdiğim Fransızca derslerini bile imeciler içinağır buldu. Öğretim fazla pratik olunca, her şeyin fazlakolayına gidince, uyarıcı olmaktan çıkabilir. Ayrıca pratikbilgiler de verilmesin demiyorum, ama onların yeri başka.Kafa kendini biraz zorlamalı ki, genişlesin. Öğretimi

55

Page 56: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

kolaylaştırmak, 'armut piş ağzıma düş'e kadar da gitmemeli.

Azra, yazılarının beklendiğini öğrenince, hemen hareketegeçti. Bu yazılar tamamlanınca ileride kitap halindeçıkarmayı düşünürüz. Ben de yakında bir yazıyollayacağım. Yeniden ders hazırlamaya başladığım ve ikiayrı çeviriye çalıştığım için fırsat bulamıyorum makaleyazmaya. Tıpta Yenilikler dergisinde çıkacak Çocuk veSanat adlı yazımı İmece'ye aktarın isterseniz. İmecilerinçok azı o dergiyi okur.

Bazı sayıların İstanbul'da hazırlanması cazip olmaklaberaber tehlikeli göründü bana. Arkadaşlar çok dağınıkburada. Bununla beraber Başaran, bu işi başardıktan,yazıları topladıktan sonra size olgun halde gönderirse,mesele yok. Yakında buradaki imecilerle bir toplantıyapmayı kuruyoruz. Başaran'dan başka İmece ile ilgilenenkalmadı galiba.

2. Kirby'nin kitabından sonra Pestalozzi basılmalı hazırsa.Ben bu kitabı okumuş değilim, ama Tonguç çok önemveriyordu bu kitaba: "Bu kitap düşüncemi, dolayısıylahayatımı kurtardı bu karanlık günlerde" cümlesinihatırlıyorum bir mektubundan. İmece yayınları başkalarınınbasmayacağı kitapları basmalı bence. Fakir'in romanınıbezirgânlar kapışır nasıl olsa ve onlar bizden daha çok dadağıtırlar. Ama kooperatif bir işletmeye başlayacak halegeldiyse, o başka. (Kooperatife ben de yakında beş yüz liraile katılacağım.) Ama ben derim ki, bizim gönlümüzcekitaplar kendiliğinden yayılıyorsa, bir başka iş alanıarayalım.

3. Kadri Yörükoğlu kendini çoktan harcamış, emekliolmazdan çok önce emekli olmuş eski bir dostumuzdur. Birzamanlar, bakanlığın en uyanık insanları arasındaydı.Yalnız memurluk yanı, bakanına bağlılığı ağır basardı herzaman. Dürüstlüğüne, efendiliğine, mahrem konuşulduğu

56

Page 57: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

zaman anlayışına diyecek yoktur, ama en çok inandığı,bağlandığı konularda bile bir bakanla çatışmak, onun içindevletle, dolayısıyla Tanrı ile çatışmak gibi bir şeydir. Oncamemur, dairede bakanın buyruklarını yerine getirir, evindedilediği gibi düşünür; düşünmek, bir görüşe bağlanmakdairedışı bir fonksiyondur. Bakan enstitüleri tutmuyorsa,dairede o da tutmaz, ama evinde tutar, enstitüleri sever,onlara elinden gelen hiçbir yardımı esirgememiştir de.Enstitülerin değilse bile, tek tek birçok enstitülünün dahakötü budanmasını gizli yollardan önlemiştir.

Talim ve Terbiye'nin uyuşukluğuna çatmakta siz elbettehaklısınız. İmece'nin haberler kısmında, kişisel sempatilerifazla işe karıştıran dostlara takılmanız da yerinde. Amaderginin başyazısını Yörükoğlu'na ayırmanız hiç iyiolmamış bence. Olayın tuhaflığını belirtip geçmek endoğrusuydu. Kırk yıl eğitim işlerinin memuru olmuş birinsanın ayrılış günlerinde, hele bizde, duygulu muyguluanlar olması tabiidir. Böyle bir zamanda öfkelerimizeveryansın etmek yersiz, yararsız, üstelik zararlı da olabilirbence. Bir topluluk adına konuştuğumuz zamanlarda vebaş sayfalarda, öfkemizi dizginlemek bazı sabırsızdostlarımıza ne kadar sevimsiz de gözükse, davamızbakımından yararlı bir ödevdir. Temizlik işinde de kabımızazarar verecek bir öfke sirkesi var gibi geliyor bana. Değişikhuylu insanlarla çalışmak zorundayız. Çıkar sağlamayantopluluğumuzda temizlik kendiliğinden olabilir şimdilik.Eleştirme, tartışma ve uyarmalarla yetinmeli derim.

4. Tahir Alangu ukala dümbelekliği yapıyor sadece.Enstitüleri tutanlar ve tutmayanlar arasında fink atıyor.Başaran'la arasında bir atışma olmuş Vatan gazetesinde.Başaran, Kirby'nin kitabını göstererek, "Bunu okuyun, sonrakonuşuruz" demiş. Yüksek onuruna yedirememiş bu kitaplauyanmayı. Kuruluş günlerinden beri enstitülerin bu çeşiteleştiricileri vardı. Ne yapılması gerektiğini herkesten iyibilirmiş gibi, her yapılanı, enstitü adına küçümser,

57

Page 58: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

problemleri hep gerçeğin dışına, yapılanın ötesinekaydırırlardı. Yön'ün de, Vatan'ın da yazıişleri dalgageçmiş. Başaran, Vatan'da çıkmak üzere bir cevaphazırlıyor. Ben de yazmak istiyorum. Siz İmece'dedokunursunuz elbet, bu kendilerini dokunulmaz sananlara(mümkünse okuyucuyu daha çok güldürerek)...

58

Page 59: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

17 NİSAN KÖY ENSTİTÜLERİ BAYRAMI

17 Nisan'ı yıllardır sözle kutluyoruz yalnız. Bir zamanlar 17Nisan biten ve başlanan işlerin müjdesiydi. Yeşertilentopraklar, örülen duvarlar, ışığa çevrilen sular, sevinçlihoronlardı 17 Nisan. O da söz bayramı, sözde bayram oldubirçok bayramlarımız gibi. Ama beterin beteri var: Susmakvar. Susmamak için konuşuyoruz.

Köy Enstitüleri üstüne söylenmedik, hem de tekrar tekrarsöylenmedik ne kaldı ki bilmem. Neyin, niçin, nasılyapıldığı, niçin, nasıl yıkıldığı bir bir açıklandı. Yalanlara,iftiralara, curnallara sabırla, belgesel rakamlarla, alınaklarıyla cevap verildi. Kirby'nin kitabıyla gerçekler, objektifBatılı gözle de açıklandı. Kös dinleyenler kös dinlemektedevam ededursun, aldatılmış iyi niyetli yurttaşlar ayılmayabaşladılar. Çok geç de olsa aydın gençlik, enstitülerle,bindiğimiz ne yeşil, ne mutlu bir dalı kestiğimizi anladı. Buarada gençlik, daha önemli olarak şunu da anladı ki, KöyEnstitülerine oynanmış olan oyunun arkasında Atatürkdevrimlerine, çağdaş bir halk devleti olma çabalarımızaoynanan büyük oyun vardır ve her iki oyunu oynayanlar,hangi partiden olursa olsunlar (ne yazık ki böylelerininolmadığı yer pek yok) aynı kafada olan, aynı çıkarlarıgüden ve gericilerle aynı pazarlığa giren kimselerdir. KöyEnstitülerine karşı girişilmiş olan amansız savaş bu açıdanele alınmalıdır. İstanbul'daki köşelerinden, köye gerçektengiremeyen okullara değil, giren kara kitaplara, karacüppelere de değil, yalnız Köy Enstitülerine, köyegerçekten ve Atatürk ilkeleriyle giren Köy Enstitülerine ateşpüsküren Osmanlı uleması kalıntılarının durumu daha iyianlaşılır o zaman.

Sorarım size: Yirmi yıldır Köy Enstitüleriyle sinsice ya daaçıkça savaşmış, yıkıldıklarına sevinmiş, yeniden açılacakdiye de ödleri kopanlar arasında Atatürk'e, devrimleregerçekten bağlı bir tek kişi gördünüz mü? Hangisi Köy

59

Page 60: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Enstitülerini istemez de köyleri daha kestirme daha aklayakın bir yoldan uyaracak, bitlerini, pirelerini, softalarınıayıklayacak bin yıllardır aranmamış haklarını arayacak, birbaşka tip kurum ister? Hangisi köylerin yürekler acısıhalinin, yolunmuş soyulmuşluğunun, yanmışkavrulmuşluğunun açığa vurulmasından, hastalığımızınadıyla, sanıyla söylenmesinden yanadır? Köy Enstitülerinindüşmanı olup da yoksullardan, yani Türk milletinin büyükçoğunluğundan yana olan bir tek insan gösteremezsiniz.

Daha ileri giderek şunu söyleyeceğim: Köy Enstitülerimizinvakitsiz kurulduğunu, bu kurumların köylüye yük olduğunu,bilgisiz, saygısız, ukala birtakım gençler yetiştirdiğini, KöyEnstitülerinin değerleri yanında kusurları da olduğunu ya dabilimsel incelemelere dayanmadığını söyleyenler yok mu,onlar da göründükleri kadar iyiniyetli değillerdir. Birkurumun daha iyi olmasını gerçekten isteyen kişi, okurumun temelleri yıkılırken soyut, basma kalıp, gerçeküstüeleştiriler yapmaya, öğütler vermeye kalkmaz. Bu tipeleştirmenler yeni Türkiye'nin ileri atılışlarını tavsatmaktacurnalcılardan aşağı kalmıyorlar aslında. Katılmadıklarıdevrimleri sözde bilim adına küçümsemenin sorumsuz keyfiiçinde oldukları bellidir sözlerinde, yazılarında.

Türkiye'de Köy Enstitülerinin rahatsız ettiği insanlar, bütündevrimlerin rahatsız ettiği insanlardır: Hacılar, hocalar,ağalar, para babaları, eski bey paşa oğulları, medresekalıntıları, ulema bozuntuları ve bunlara yaranan veyakananlar. Atatürk, Anadolu halkıyla birlikte İstiklal Savaşı'nıyalnız dış sömürgenlere karşı değil, bu iç sömürgenlerekarşı da kazanmıştı. O sağken süt dökmüş kedi gibiydihepsi. Sonradan yoksul ve bilgisiz yurttaşlarımızındertleriyle güçlenip aslan kesilmeye başladılar. Din imangitti, ahlak, Türklük gitti, Türkçe gitti yaygaralarıyla oy avınaçıktılar ve olanlar oldu. Halk, dostunu düşmanını ayırtedemez oldu yeniden. Kendi adına kurulan parti dedevrimlerden ödün verme yolunu tutunca işler büsbütün

60

Page 61: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

karıştı. Kendilerini kurtarmak için Köy Enstitülerini fedaedenler bindikleri dalı kesmiş oldular. Devrimleri, büyükçoğunluğun yaşadığı köyde tepkicilere karşı koruyabileceköncü güçler orada yetişiyordu. Yalnız olar karatahtadankara toprağa inip, sözden işe geçip devrim düşmanının,yani sömürgenin karşısında ayakta durabileceklerdi.

Atatürk devrimleriyle Köy Enstitülerinin kader birliği 27Mayıs'tan sonra daha iyi anlaşıldı. Ne var ki, bugününpolitik ortamında Köy Enstitülerinin tepeden inmesibeklenemez, inmesi doğru da olmaz. Beklenecek şey,sağlanmasına çalışılacak şey, devrimler gibi KöyEnstitülerine de halkın sahip çıkmasıdır. Bu dakaramsarların sandığı kadar ham hayal değildir. Zamanındevrimlerinden ve Köy Enstitülerinden yana çalışması biryana, her ikisine karşı koyanların iplikleri pazara çıkmaküzeredir. Halk aldanmasına aldanır, ama er geç de görüraldatıldığını. Demokrasiye inanmak, halkın sağduyusunainanmaktır. Bütün mesele bu sağduyunun önünegerçeklerin yalansız dolansız serilmesinde. Hükümettenbunu yapmasını ya da aydınların bunu yapmasına engelolmamasını beklemeliyiz. Doğrusunu isterseniz 27Mayıs'tan bu yana hükümetler bu yola az çok girmişlerdir.Sosyal gerçeğimiz ne zaman bugünkü kadar dökülebilmiştirortaya? Ne var ki devrimcilerin yayma ve duyurmaimkânları gericilerinkinden çok daha azdır yine. Köyünkaranlığına gitmekte yarışı gericiler kazanıyor eskisi gibi.Yılmamak, susmamak, halkı uyarmanın yollarını aradıkçaaramak gerek. Halkın isteğiyle yeniden açılacak olan KöyEnstitülerine selam.

1963

61

Page 62: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

KÖYLÜLER BEKLEYE DURSUN...

Köy Enstitülü kardeşler, siz kaş yapalım derken ne gözlerçıkarmışsınız meğer: Bozkırı yeşertelim derken niceyüreklere kara kuşkular salmışsınız; düşmanları dostetmeye çalışırken dostları düşman etmişsiniz kendinize; otoprağa vurduğunuz kazmalar, o tuğla üstüne koyduğunuztuğlalar, o kuruttuğunuz sıtmalı bataklıklar, o dilsizlereöğrettiğiniz diller, o susuz yerlere getirdiğiniz sular, o ışıksızyerlere getirdiğiniz ışıklar gücüne gidiyormuş meğer niceyurtsever, milletsever, haksever kişilerin. Siz bizim köydekiçaresizliğin çarelerini ararken devletin, sizi yetiştirip köyeyollayan devletin bile nasırına basıyormuşsunuz. On beşyıldır hallaç pamuğu gibi atıldınız, satıldınız, azarlandınız,damgalandınız, köylere sahip çıktığınız için. Olur şey değil.Hâlâ kendi bakanlığınızda bile diş bileyenler var size,Anadolu'ya yepyeni, dipdiri bir soluk, Amerikalarda,Hindistanlarda sıcaklığı duyulan bir soluk getirdiniz diye. Osoluğu yeniden estirmek isteyenlerinizi istemiyor, tutmuyorbüyükleriniz.

İşte bakanınız kesti attı sonunda: Köyde okul duvarlarınındışına el atmak yok. Bakanlığın gönderdiği kitabı çocuklaraezberletip etliye sütlüye karışmadan yan gelip yatacaksınız.Köyün hayatına karışmak, kıtlığa, susuzluğa, hastalığagöklerden çare aramak, köylülere talkın vermek, çift çubuksahibi olmak, köye kök salmak din adamının hakkı. Hemkarışık iş bunlar, nene lazım demek istiyor bakan: Senefendi efendi okuluna git, dersini ver, müettişin gözüne gir,terfi et, para biriktir, bir büyük şehre kapağı atmanınyollarını ara; orada borç harç bir arsa al, iki katlı bir evyaptır; bir katını kiraya ver; müdürle anlaşıp bir ek görev dealırsın; partilerde bir tanıdığın varsa yavaştan politikaya dagirersin, oh, gel keyfim gel. Bakanlıktakilerin çoğu böylesiolunca elbet sizin de bu yolda yürümenizi isteyecekler.Rahatları kaçar, siz ille de köyümü kurtaracağım diyediretirseniz. Siz rahatını kaçırıyorsunuz bakanlıktakilerin,

62

Page 63: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

başka türlü bir mutluluk aramakla. Onlarca memleketikalkındırmak, köyleri uyarmak Atatürklerin, İnönülerin,Mendereslerin işidir. Eğitimci dersini verir, dairesine gider,mevzuata, evet mevzuata, durun şu mevzuattan konuşalımbiraz. Bu yapışkan, bu Hacivat sakızımsı, bu softapelesengi, bu beyati araban sesli, bu örümcek bacaklı, buküf saçaklı, bu pas renkli söz yok mu? Bu sözdeniğrenmeyeni hiçbir işin başına getirmemeli memleketimizde.Bu sözdedir bizi kurutan zehirli sıtmanın mikrobu. Busözdür, bütün hızlarımızın iflahını, nur topu devrimlerimizinsoluğunu kesen. Ne demek mevzuat? Vaz edilmiş şeyler.Vaz edilmiş ne demek?.. (Karagöz, bas tokadı Hacivat'a).Vaz edilmiş konulmuş demek, yani kesinleşmiş, katılaşmışbir karar, donmuş bir insan düşüncesi demek. İşte bunaArap grameri gereği mevzu deniyor, bu mevzular hamamböcekleri gibi çoğalıp evi sarınca da mevzuat oluyorlar: Atsoneki donmuş düşünceyi, bugünlerde Trakya köprülerinitıkayan buzlar gibi çoğalıyor. Böylece bütün akışların önünemevzuat diye bir duvar, bir sağır, bir kör, bir vurdumduymazduvar kuruluyor. Mevzuat dediniz mi akan sular duruyor;şaka değil bu söylediğim, düpedüz duruyor: Yüz sene önce,belli bir savaş, barış, yaşayış gereği konulmuş olan biryasak, o yasağı gerektiren bütün koşullar değiştikten sonrabütün heybetiyle yerli yerinde duruyor: Müzede, mezarlıktadeğil, değişen, gelişen taptaze, cıvıl cıvıl hayatın önünde,hayata inat, hayata karşı. Yüzlerce, binlerce, on binlerceinsan da bu mevzuat akan suları durdursun diye ellerindengeleni yapmak zorundalar; bu iş için maaş, ikramiye,madalya alıyorlar; bu işi gereğince yapmadılar mı işlerindenatılıyor, ceza görüyor, hapse giriyorlar; Almanya'danAnkara'ya, bizim canlarımızı kurtarmaya gelen pilotunkarşısına mevzuat adına çıkıp: Dur bakalım, diyorlar.Elbette öyle diyecekler: Can kurtarmaya "Mevzuat müsaitdeğildir" hiçbir zaman, hiçbir yerde. Ancak mevzuatıçiğneyerek can kurtarabilirsiniz; çünkü mevzuat ölümün takendisidir.

63

Page 64: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Ne diyorduk? Bizim Eğitim Bakanlığı'na göre eğitimcidersini verir, maaşını alır ve mevzuata bağlı kalır.Çevresindeki gerçekleri kurcalamaz; doğruyu söyleyipkendini dokuz köyden kovdurmaz; eline kazma kürekalmaz: Onun sadık yari kara toprak değil karatahtadır.Ağacı dikerek değil çizerek öğretir: Bildiğini açıklamazezberletir. İşlik, işletme, üretme, türetme, kurma, onarma,okul dışı şeyler bunlar. Okul, adı üstünde, okuma yeridir,işyeri değil. İşi işçiler, ırgatlar yapar: Öğrenciler onlarınefendisi ve kalem efendisi olmamak üzere yetiştirilir.

Peki ama, devrimciliği nerde kaldı yeni Türkiye'nin? Bumuydu Atatürk'ün, İnönü'nün özlediği yeni eğitim? Köyçocuklarını Osmanlı efendisi mi yapmak istiyorlardı, köylüyüeğitmenin yollarını ararlarken? İşten kaçan, işten ürken birköy okulu nasıl yetiştirir bu toprakların özlediği yapıcı, aydınkolları? Üretici olmayan bir okul hangi büyü ile köyün körinançlarını sarsacak? Uygulanmayan yeni bilgiler köyünhayatında neyi değişterecek? Köyü kalkındırma sevinciniduymayan bir öğretmen, şehir özleminden başka ne duyarve ne duyurabilir köy delikanlısına? Yalnız okuma yazmaöğrenip de neyi okuyup neyi yazsın Mehmet dağ başında?Boşuna dönen değirmenler kurmak için bunca paraya,bunca emeğe yazık değil mi? İçine kapalı okullarda köyçocuklarının beş yılda öğrendiklerini birkaç yılda toptanunuttuklarını aynı bakanlık yirmi beş yıl önce görür de nasılhâlâ öğretmenin okul dışına, hayata çıkmasını yasaklar,kendinin açılan gözlerini kapayacak adamlar arar?

Arar, arıyor işte. Mutsuzluğumuz budur işte bizim. Yıllaryılı uğraşıp karanlıktan çıkmanın yolunu bulur, sonraaydınlıktan ürkmüş gibi gerisin geri döneriz. Özene bezene,dişimizden tırnağımızdan kese kese yetiştirdiğimiz fidanlarıbir vuruşta keser atarız. Bizi uyarsın diye milyonlar harcayıpokuttuğumuz, Avrupalara yolladığımız, yüzlerce firedenarda kalmış bilim, sanat, hukuk adamlarımızı en verimliçağlarında kapı dışarı eder, ya da ellerini kollarını

64

Page 65: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

bağlamak için kanunlar çıkarırız. Gül gibi devrimlerimizimevzuata boğar, bal arılarımız üstüne kara böceklerisaldırtırız. Milletin çoğunluğu uyanıp, yarattığı değerleresahip çıkmadıkça böyle gidecek bu iş: Karalar aklarıkemirecek, "pireler filleri yutacak" Orhan Veli'nin dediği gibi.

1963

65

Page 66: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

KÖY ENSTİTÜLERİNİ KURAN DÜŞÜNCE

Köy Enstitülerini kuranların ana düşünceleri, dünyagörüşleri neydi, diye sordu bana bir üniversiteli genç. Onbeş yıl önce üniversitelerimizde böyle bir soruyu soracakgençler olsaydı, Köy Enstitüleri belki de yıkılmaz ve bugünaynı kurumları yeniden nasıl kurabiliriz diye düşünmezdik.

Köy Enstitüleri İstiklal Savaşı'nın getirdiği yeni bir Türkiyegörüşüne dayanır her şeyden önce. Bu yeni Türkiye,topraklarını kesin olarak sınırlamış İstanbul'daki sarayını,devasız dertlere düşmüş, ayağı yerden kesilmiş, dostunudüşmanını bilemez olmuş sarayını kökünden yıkmış,"imtiyazsız, sınıfsız" olmasını dilediği bir halk devletikurmuş, eski devletin bağlı kaldığı donmuş Doğu kültürünüde bırakıp yaşayan, gelişen Batı kültürüne yönelmişti.Atatürk'ün gerçekleştirdiği devrimlerin dayandığı inanç,Türkiye halkının, büyük çoğunluğu köylü olan Türkiyehalkının kendini yönetecek bağımsız bir devlet kurabileceğiinancıydı. Bu inanç olmasa bugün bizim dediğimiz Anadolubizden başka herkesin olurdu. Halka dayanan, halkagüvenen bir yeni devletin yapacağı ilk iş, halkın yaşadığıher yerde ve en çok köylerde bir tek sözcüsünü olsunbulundurmak, barındırmak, desteklemekti. Köy Enstitüleribu sözcüyü memleket ölçüsünde yetiştirmek amacıylakuruldu.

Yeni Türkiye sözcüsünün köyde kalabilmesi için en azimam kadar köylü olması, köyün geçimine, yaşamınakarışması, çifti çubuğu, çoluğu çocuğuyla köylünün kaderinipaylaşması ve değiştirebileceği kadar değiştirmesigerekiyordu. Bu sözcüyü yetiştirenler ülkücü oldukları kadarda gerçekçi olmak zorundaydılar: Yoksa köyün gerçekleriüstüne bağdaş kurmuş olan imam, yeni Türkiye'ninsoluğunu bir üfürükle kesebilirdi. Köy Enstitüleri onun içinyeni bir öğretmen tipi yaratmaya çalıştılar, içine kapanıkokul ve karatahta geleneklerini kırdılar, işe dayanan bir

66

Page 67: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

eğitim ve öğretim yolu aradılar ve buldular. Hiçbir eğitimkurumumuz Köy Enstitüleri kadar kendi gerçeklerimizden,sosyal, ekonomik koşullarımızdan doğma, dolayısıyla onlarkadar özden, verimli ve yapıcı olmamıştır. Gördükleri tepkide bu nitelikleri ölçüsünde büyük oldu.

Din ahlakı yerine iş ve bilim ahlakını getirmek, kelimenintam anlamıyla laik bir eğitimi gerçekleştirmek, kurucularınana ilkelerinden biriydi. Türlü ırk, inanç, dil ve geleneklerinkaynaştığı, çatıştığı Anadolu'da laiklik sadece çağdaşdüşünüşe ulaşmanın değil, bir millet olarak yaşamanın daşartıydı. Her bölgenin özelliklerine uyan Köy Enstitülerindeiş saygısı ortak bir yeni din gibiydi. Örülecek duvarkurutulacak batak, yeşertilecek toprak önünde, binbir öğütleverilemeyecek birlik, dirlik, düzenlik sevgisi kendiliğindendoğuyor, birlikte iş görmenin sevinci köy çocuklarınınkapanık, kuşkulu, umutsuz yüreklerini dünyaya açıyordu.Köy Enstitülerinin ve okullarının birer imece, işletmeolmaları, öğretmen ve öğrencilerinin aydın birer işçi niteliğikazanmaları böylece gerçekçi olduğu kadar ahlakçı birgörüşe dayanıyordu. İşbirliğinin milli birliği sağlayacağınainanılıyordu. Tatil aylarında Türkiye'nin dört bir yanındangelip Hasanoğlan'da koca yapıları bir solukta bitiren enstitüekiplerini görenler Türkiye'nin hangi ahlaka susamışolduğunu elle tutulur bir açıklıkla anlamışlardır. Bir aradaokuyan, dağda bayırda çalışan binlerce kız erkek gençlerinhemen hiçbir uygunsuzluğa düşmemiş olmaları bir mucizedeğil, iş ahlakının önceden kestirilmiş sonucudur. Busonucu köylü ana babalar görmüş, ama din ahlakınayapışmış nice aydınlar görmek istememişlerdir. Bu konudaiftiraya sapanlar ve onlara alet olan bazı gazeteciler,aydınlığımızın yüzkarasıdır. Böylelerinin hiçbir Tanrı'yainanmadıkları da su götürmez. En çetin yurt hizmetinehazırlanan tertemiz gençlere şeytanın aklına gelmeyecekkaralar çalmak, hangi din ahlakına sığar? En büyükahlaksızlık, ahlak adına yapılanı değil midir?

67

Page 68: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Köy Enstitüsü kurucularının solculuğuna gelince:

Batılı ve gerçek anlamıyla solcu, mutlaka devrimci biledeğil, sadece eski düzenin değişmesini isteyendir. Kimiinsan ataları, babası anası gibi yaşamak ister, yenilikleriyadırgar, bilmediği her şeyden kuşkulanır, kimi insan daeski yaşayışı beğenmez, yenilik ardına düşer, bilmediğinibilmek ister. Sebepleri ne olursa olsun, sol, sağ ayrılığınınözü budur. Her iki türlü insanın aşırıları, ılımlıları, ortacılarıolur elbet. Şimdi sorarım size: Padişahını, halifesini kapıdışarı eden, yazısını, yasalarını, kılığını kıyafetini,düğününü derneğini değiştiren yeni Türkiye'nin ataları gibiyaşamak isteyen sağcıya benzer bir yanı var mıdır?Atatürk'e eski düzeni sürdürmek ya da yeniden kurmakisteyen bir insan denebilir mi? Hem Atatürk'ten yana, hemde sağcı yani devrimcilere karşı olmak mümkün müdür?Atatürkçü ancak yarının Türkiye'sinde daha ileri devrimlerekarşı koyduğu zaman sağa kayabilir.

Köy Enstitüleri, Atatürk ilkelerine harfi harfine bağlıydı vebu bağlılığı ölçüsünde de solcuydu. Bununla beraberAtatürk'ün çevresinde olduğu gibi Köy Enstitülerinde de içiniçin ya da açıkça sağcı olanlar da vardı. Hatta sonunda ağırbasanlar da onlar oldu. Çamur atmalar, kara çalmalaronlardan geldi. Memleket ölçüsünde sağa kaymanın,Atatürk devrimlerini yıpratma hareketinin ilk kurbanı KöyEnstitüleri oldu. Niçin ilk kurbanı? Çünkü bugün alıpyürüdüğüne vahlandığımız gericiliğin karşısındaki ilk engel,yeni Türkiye'nin adsız öncüleri olarak köylere dağılmayabaşlayan Köy Enstitüsü mezunlarıydı. Üstelik kolaydı da buöncüleri vurmak. Kendilerini savunabilecek durumdadeğillerdi. Onları savunabilecek aydınlarsa ya olan bitendenhabersiz ya da aldatılmışlardı. Hâlâ bugün bile KöyEnsittülerinin niçin, nasıl doğduklarını, niçin, nasılyıkıldıklarını bilenler çok azdır. Oysa bunları bilmek, yarınkimutlu Türkiye'yi kurtarmanın koşulları arasındadır.

68

Page 69: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

1964

69

Page 70: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

EĞİTİM ÜSTÜNE

"Ezber bilmek, bilmek değildir." Montaigne baba, Batıdüşüncesinin baş kaynaklarından biri olan bu sözüsöyleyeli dört yüz yıldan fazla zaman geçti. Ortaçağıneğitim, öğretim sistemine karşı bir isyan bayrağıydı bu söz.Kara kitapların yüzyıllarca tekrarlanan kalıplaşmışbilgilerinin yenileşmesini, yaşayıp gelişmesini istiyorduMontaigne. İyi kafa dolu kafa değil, işleyen bir kafaydı onuniçin. Eğitim ve öğretim bilgiç yetiştirmeyi bırakıp insanyetiştirmeye bakmalıydı. İnsansa artık ne Tanrı'nın, nekralın kuluydu: İnsan kendini ve dünyayı kavrayan, alınyazısını değiştirebilen, tek kelimeyle, düşünebilen insandemekti. Kitabın işi insanı belli bir düşüncenin kölesi,hamalı yapmak değil, tam tersine özgürce düşündürmekolmalıydı.

Montaigne'in özlediği insanca eğitim ve öğretimin neBatı'da, ne de dünyanın hiçbir yerinde uluslar, devletlerölçüsünde gerçekleştiği ne yazık ki söylenemez. Dünyaokullarının büyük çoğunluğu ezbercilikten, dolayısıylaortaçağ kafasından kopmuş değillerdir. Kopmuş olsalardıbugün dünyamızı yönetenlerin çoğu hâlâ kitap ağzıylakonuşmaz, bildiklerini bildik sayıp herkesi bir türlüdüşünmeye zorlamazlardı. Ama şunu söyleyebiliriz ki,bugün dünyamıza ışık tutan Batı kültürünün büyük kafalarıyalnız ezbercilikten kurtulmuş olanlarıdır. Montaigne'den buyana Avrupa'nın yetiştirdiği yaratıcı bilim ve sanatadamlarını bir gözden geçirin: Hepsinin, her şeyden önceezbercilikle savaştığını hemen görürsünüz. Doğu kültürünasıl ezberciliğe gittiği ölçüde kısırlaştıysa, Batı kültürüezbercilikten kurtulduğu ölçüde gelişmiştir diyebiliriz.Günümüzün Shaw, Russell, Sartre gibi düşünürleri ne ilesavaşıyorlar hâlâ ve her şeyden önce? Ezbercilikle, banasorarsanız. Hepsinin hiç şaşmadan insan ve toplumsorunlarına önem vermesi de bundan ötürüdür.Ezbercilikten kurtuldukça, insanlaşıyor ve insanlığın

70

Page 71: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

dertlerini benimsiyorlar.

Peki, böyleyken nasıl oluyor da bunca uyanık Avrupa bileezberci öğretimden kurtulamıyor bir türlü? Nasıl oluyor dabir yandan yıldızlara gitti gidecek insanlar öte yandanokullarını gün ışığına, açık havaya, yaşanan gerçeğeçıkaramıyorlar bir türlü? Bu kadar devrimcilikle böylesinetutuculuk nasıl bir arada olabiliyor? Kolay çözülecek birsorun değil bu: Ama çok kaba olarak diyebiliriz ki Batı'daeğitim ve öğretim kurumları, genel olarak, tutucu sınıflarınelinde ya da emrindedir. Değiştirilmesi zaten çok zor olaneğitim ve öğretim alışkanlıkları devrimleri yadırgatan birkadroyla da besleniyorsa sarsılmazlar kolay kolay, kılıkdeğiştirmekle kalırlar. Nice Batı okulları eski geleneklerebağlı kalmak, atom çağına inat manastır havasını az çoksürdürmekle övünürler bile.

Bize gelince, biz yepyeni bir Türkiye kurarken,medreseleri, dili, yazısı, kitapları ve sarıklarıyla geçmiştebırakırken, ezberci okuldan kurtulma fırsatını kaçırdık.Kendi ezberciliğimizden kurtulmuşken Batı'nın ezberciokuluna yeni diye sarıldık. Oysa Batı ta Rousseau'dan,Pestallozzi'den beri kendi okullarını değiştirmenin yollarınıarıyor, bulduğu yenilikleri ancak yer yer uygulayabiliyordu.Biz onun özlediği okulu getirecek yerde, isteyip de bir türlükurtulamadığı okula özendik. Bu yüzden kurduğumuzokullar ne tam anlamıyla Batılı olabildi, ne de yurdumuzunve çağımızın gerçeklerine uyabildi. Kendi kendileriniyetiştirmiş olanlarımız, onun için çok kez, okullarda yıllar yılıdirsek çürütüp imtihan denilen işkencenin türlü türlüsünekatlananlarımızdan daha uyanık oluyorlar. Onun için sınıfbirincilerimiz çok kez değil dünyayı, kendi kendilerini debilmez oluyor, bir çeşit uyur−gezere dönüyorlar, okuldansonra. Liseyi, üniversiteyi başarıyla bitiren bir gencin, bir tekgencin bile, bir yandan Atatürkçüyüm deyip, bir yandan daTürkiye'nin din yoluyla kalkınabileceğine inananlarakatılması eğitim sisteminde kökten bir sakatlık olduğunu

71

Page 72: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

göstermeye yeter. Böylesi gençler sayılamayacak kadarçoğalınca, okuttuğumuz tarih, biyoloji, sosyoloji derslerininneye yaradığını sormak gerekir Bakanlığa.

Geçenlerde İstanbul'da Kültür Özgürlüğü Kongresi'nin birtoplantısı oldu. Bu toplantıda kadroların yetiştirilmesi veyerleştirilmesi üstünde uzun uzun konuşuldu. Önemligerçekler ortaya kondu. Bu arada insan yetiştirmekonusunun can damarına basabilenlerden biri de benceProf. Vehbi Eralp oldu. Okulların genel olarak daha ezberci,kitapta kalmasından yakınan Eralp, Bergson'un birdüşüncesini pek yerinde olarak hatırlattı. Klasik kültürünçağımızdaki belli başlı temsilcilerinden biri olan bu filozofbile lafazan insan yetiştiren ezberci eğitime çatıyor,okullarda elle çalışmanın, iş eğitiminin daha önemli bir yertutmasını istiyor ve şunları söylüyor: "Elle çalışma bireğlence sayılıyor yalnız. Unutuluyor ki, zekâ, özünden,madde ile oynama gücüdür, hiç değilse, öyle başlamıştır,tabiat da onu bu iş için yaratmıştır. Böyle olunca zekâ nasılolur da eğitiminden yararlanmaz? Daha ileri gidelim.Çocuğun eli kendiliğinden bir şeyler kurmaya yeltenir. Onabu kuruculuğunda yardım etmekle, hiç değilse ona kurmafırsatları vermekle çok daha verimli bir insan olmasısağlanabilir. Çocuğun bu kurucu yanını beslemekleinsanlığın yaratma, bulma gücü şaşırtıcı ölçüde artabilirdünyada. Hemen kitapla başlayan bilgi insanın serpilmeyehazır nice yapıcı çabalarını körletip yok eder. Çocuğu işealıştıralım ve bu iş eğitimini herhangi bir işçiyebırakmayarak gerçek bir ustaya verdirelim ki, çocuğunmaddeye dokunuşu hoyratça değil usturupluca olsun: Zekâo zaman elden kafaya doğru çıkacaktır. Ama fazladurmayacağım bunun üzerinde. Doğrusu, fende olsun,edebiyatta olsun, bizim öğrettiğimiz sözel (verbal) kalıyor.Oysa, bugün artık zaman insanın kibar çevrelerdeparlamakla, her şeyi güzel konuşmakla yetinebileceğizaman değildir. Okullarda bilim alanında yapılan nedir? Herşeyden çok bilimin vardığı sonuçları öğretiyoruz. Oysa

72

Page 73: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

gençleri metotlara alıştırmak daha iyi olmaz mı? Hemenuygulamaya geçersiniz, gençleri gözleme, denemeye,yeniden bulmaya çağırırsınız. Bakın nasıl can kulağıyladinlerler o zaman sizi, nasıl anlarlar ne istediğinizi! Çünküçocuk, arayıcı ve bulucudur, hep yeniliğin peşindedir.

Kurallar sıkar onu. Kısacası çocuk yetişkin insandan dahayakındır doğaya. Yetişkin insansa doğadan çok toplumdanyanadır, öğretme işi de onun elindedir. İster istemez,öğretimde, topluma miras kalan ve kendisinin de haklıolarak övündüğü bilgi kazançlarına, varılımş bütünsonuçlarına en büyük önemi verecektir. Oysa öğretimprogramlarını istediğiniz kadar geniş tutun, öğrencininbenimseyebileceği hazır lop bilim pek sınırlı olacak, hiç deseve seve öğrenilmeyecek ve hep çabuk unutulacaktır."

Hiç de büyük bir devrimci sayılamayacak olan Bergson'unbu düşüncesi aslında Fransız milli eğitimini temelindensarsmakta, sarsmaya yeltenmektedir. Ama dünyamızıfilozoflardan çok politikacıların yönettiğini, politikacılarınsane kadar ilerici olurlarsa olsunlar, eğitim ve öğretimkonularında eski alışkanlıklara bağlı kaldıklarını ya da bağlıkalmamakla oy sağladıklarını unutmayalım. Fransa'nınyetiştirdiği büyük kafalar ezberci eğitimi ne kadar yererlerseyersinler, en ilerici parti başkanları bile ezberci eğitimpapazlarından sadece politik davranış ve birakç kitapdeğişikliği istemekle yetineceklerdir. Oysa değişmesigereken eğitim ve öğretimin müfredatı değil, temel ilkelerive metotlarıdır. Yeni dünyanın özlemi söz eğitimi değil, işeğitimidir ve bu eğitim çok az yerde uygulanma fırsatınıbulabilmektedir.

Yeni Türkiye Batılı filozofların etkilerinden çok, hızlıkalkınma zorunluğunun dürtüsüyle bir iş eğitimi denemesiyapmış ve destanı yazılmaya değer sonuçlar elde etmiştir.Bu denemenin adı Köy Enstitüleridir. Nice aydınlarımızınuzaktan bakıp göremedikleri ya da yanlış gördükleri bu

73

Page 74: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

denemede sözden çok işe dayanan eğitimin çok kısa birzamanda ve türlü baskılara karşın kazandığı başarıBergson'a hak verdirir niteliktedir. Okulunun duvarlarınıkendi yapan, kendi ektiğini kendi biçen Anadolu köylüsüKöy Enstitülerinde beş yıl içinde yepyeni ve üstelik üreticibir insan olabilmiştir. 1940−1946 yılları arasında yetişenKöy Enstitüleri iş eğitiminin acıyı tatlı, güçsüzü güçlü,sıkıntıyı eğlence, öğretmeni dost, dostu öğretmen,karatahtayı toprak, toprağı karatahta yaptığını görmüşlerdir.Bugün Türkiye'nin dört bir yanında güler yüzle savaşanlarınçoğu onlardır.

Köy Enstitüleri bizim için biçilmiş kaftandı, iş eğitimiysedünyanın er geç gideceği yoldu. Beş altı yıl içinde alınmışsonuçlara bakılacak olursa enstitüler bugüne dek milletçeokuryazarlığımızı sağlamakla kalmayacak, belki ezbercieğitimin bütün okullarımızdan kalkmasına da yol açacaktı.Üstelik üretici de olan iş eğitimi, kafaya yük olmadığı gibi,devlete de yük olmayacaktı. Yetiştirdiğimiz kadrolarıyerleştirmek, işlerine ve çevrenin hayatına alıştırmak birsorun olmayacaktı.

1965

74

Page 75: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

TÜRKİYE'DE KÖY ENSTİTÜLERİ

Kadroların yetiştirilmesi ve yerleştirilmesi konusundaTürkiye'nin girişmiş olduğu en ilginç deneme kuşkusuz1939−1946 yılları arasında Köy Enstitüsü denemesidir.Üniversiteyi Batılı ölçülere uydurma amacını güden köklüüniversite reformundan sonra Kemal Atatürk nihayet Türkhalkının dörtte üçünün yaşadığı ve devletin tahsildar veaskere alınacakları toplayacak subaydan başka kimseyigöndermediği 40.000 köyün eğitilmesi gibi büyük bir sorunüzerine eğilebiliyordu. Bu köylerin ancak birkaç bininde,büyük kentlerdeki öğretmen okullarında iyi kötü yetişmişilkokul öğretmenleri, her türlü güçlüğü yenerek görevleriniyerine getirebiliyorlardı.

Atatürk tarafından köylerdeki koşulları incelemeklegörevlendirilmiş bir inceleme komisyonu Ankara'ya iki basitgözlemle dönüyordu, bunlardan biri şaşırtıcı, öbürüdüşündürücüydü:

1− Bazı köylerde köy çocukları okulda öğrenmişolduklarını hemen hemen bütünüyle unutmuşlardı veyaşantılarında hiçbir şey değişmiş değildi: Okuma yazmayıbile bilmiyorlardı artık.

2− Okul bulunmayan bir ya da iki köyde, bazı çocukcuklaryalnız okuma yazma bilmekle kalmıyorlar, Türkiye tarihi,yeni makineler, sağlık, aritmetik üzerinde de yeter bilgileresahip bulunuyorlardı. Bu mucize, köylüyle nasılkonuşulacağını bilen, köylerine dönen onbaşı ya daçavuşlar tarafından gönüllü olarak gerçekleştirilmişti.

İlerde İlköğretim Genel Müdürü olacak İsmail HakkıTonguç tarafından değerlendirilen bu iki gözlem önceEskişehir'deki köy eğitmeni yetiştirme kurslarının, sonra daKöy Enstitülerinin temelini teşkil etmiştir; bu enstitülerdegönüllü olarak köy öğretmeni olan erbaşların yerini ilkokul

75

Page 76: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

mezunları alacak ve bunlar altı aylık basit bir kurs yerinebeş yıllık düzenli bir eğitim ve öğretim göreceklerdir. Bu ikiöğretmen yetiştirme yönteminde ortak nokta istihdamşekliydi: Okumuş, aydınlanmış köylü, köyüne dönüphayatını orada kazanacak, buraya kendisiyle yeni fikir vebilgiler getirecek.

İsmail Hakkı Tonguç tarafından düşünülen ve bir 1940yasasında yer alan Köy Enstitüsü yalnız bir okul değil aynızamanda modern bir çiftlik ve öğrencilerin kendi binalarınıbizzat kendileri yapmayı, toprağı işlemeyi öğrendikleri,başlangıçta lise derslerinden çok farklı olmayan derslerinibir yandan izlerken, bir yandan da yaşantılarınıdüzenledikleri bir yatılı kurumdur. Öğretim elden geldiğinceyeni bir dünyanın kuruluşuna yardım etmeliydi. Ortak veüretici çalışma bu yetiştirmenin temel ilkesiydi ve Anadoluköylüsü bunu binlerce yıldan beri imece adı altında bildiğiiçin bu çalışmaya çok kolay ayak uyduruyordu. Frigya'dadoğmuş klasik ozan Ezop da masallarında bu tür ortakçalışmadan söz eder.

Geleceğin öncüsü, köyünde yolunu şaşırmasın diye herenstitünün belirli bir bölgenin koşullarına uyması, özelkolaylıkları olmayan bir yere kurulması, önceden dikkatlehazırlanmış bir tasarıya göre yapılması, pahalı ve bakımıgüç tesislerden kaçınması, acil ihtiyaçlarını bir an öncehazırlayacak duruma gelmesi gerekiyordu.

Tutucu pedagogların karamsarlık ve bozgunculuğunakarşın atölyeleri, meyve bahçeleri, ekin tarlaları,kooperatifleri, kendilerinin ürettikleri elektrik enerjisiyle yirmienstitünün tam bir üretici etkinlik içinde bulunduğu 1946'yakadar her şey çok iyi yürüdü. Birbirlerine yardım ekiplerigönderen bu enstitülerin hepsinde öğrenci sayısımaksimum olan 1000'e erişecekti. Ankara yakınında1943'te kurulan Yüksek Köy Enstitüsü, Köy Enstitüleri içinyeni tipte öğretmenler yetiştirmişti bile, yine öğretmenlerin

76

Page 77: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

köylere yerleştirilmelerini kolaylaştırmak amacını güdenaraştırma merkezleri hemen hemen kendiliklerindendoğmuştu. İlk yetişen köy öğretmenleri enstitü tarafındansağlanan hayvan, araç ve gereçleriyle okul− çiftliklerineyerleşmişlerdi. Köy öğretmeni ayda yalnız 20 lira alıyordu(O zamanın parasıyla aşağı yukarı 4 dolar), amaişlenmemiş tarlaları ekebilirdi, kendisinini ilişkilerinisürdürmek zorunluluğunda bulunduğu enstitüsününgözetimi altında bu tarlaları işleme olanağı vardı.

Ne var ki, bu deneme ilk meyvelerini vermeyebaşlamışken, bir gericilik hareketi hortlayıp birdenbire buatılımı durdurdu. Ama fikir yine bütün canlılığıyla ayaktadurmaktadır ve denilebilir ki Türkiye öğretmen yetiştirme vekullanmada şimdiye dek böylesine özgün, böylesine etkilibir yol bulamamıştır henüz. Bir kişiyi ancak doğupbüyüdüğü bir köye yerleştirmek amacıyla okuyupyetiştirdiğimiz tek kurumumuz bu Köy Enstitüleridir. Buradakültürle teknik, ülküyle gerçek bilinci aynı amaçtabirleşiyordu: Halkın seviyesini yükseltmek.

1965

(İstanbul'da yapılan "Kadroların Yetiştirilmesi" konulukollokyuma sunulan bildiriden)

77

Page 78: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

17 NİSAN:

BİR GURBET BAYRAMI

Sene 1922. Mustafa Kemal konuşuyor, bu memleketigerçekten seven ve bu memleketin gerçekten sevdiği güzelinsan, dünyaya bir yeni renk, bir yeni ses getirmiş,yaşamaya değer bir yaşantısı olmuş, doğru bildiğinekellesini koymuş, herkeslerden önce en güçsüz Doğudevletlerinden biri olarak en güçlü Batı devletlerine karşısavaşmış, saraya karşı halktan, geriliğe karşı ilerilikten,karanlığa karşı ışıktan yana bayrak açmış, verdiği sözütutmuş, tuttuğunu koparmış, sahipsiz Türk'e sahip çıkmışAtatürk konuşuyor. Az ve öz söyleyecek, dinleyin;söylediklerinin en küçük sesi üstünde uzun uzun düşünün;o zamanki dilini kendisinin de sevmeyip değiştirdiğinidüşünerek sözünün özüne varın:

"Efendiler, asırlardan beri milletimizi idare edenhükümetler, tamim−i maarif arzusunu izhar edememişlerdir.Ancak, bu arzularına vusul için şarkı ve garbı taklittenkurtulamadıklarından, bu netice milletin cehildenkurtulamamasına müncer olmuştur. Bu hazin hakikatkarşısında, bizim takibe mecbur olduğumuz maarifsiyasetimizin hudut−u esasiyesi şu olmalıdır:

Demiştim ki, bu memleketin sahib−i aslisi ve heyet−iiçtimaiyemizin unsur−u esasisi köylüdür. İşte bu köylü,bugüne kadar, nur−u maariften mahrum bırakılmıştır.Binaenaleyh bizim takip edeceğimiz maarif siyasetinintemeli evvela mevcut cehli izale etmektir. Teferruatagirmekten içtinaben bu fikrimi birkaç kelime ile tavzih etmekiçin diyebilirim ki, alelıtlak umum köylüye okumak, yazmak

78

Page 79: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

ve vatanını, milletini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafi,tarihi, ve ahlaki malumat vermek ve âmal−i erbaayıöğretmek maarif programımızın ilk hedefidir."

Mustafa Kemalimizin bu sözlerini mahsus onun özlediği,yarattığı, onsuz da gelecek, ama çok gecikebilecek yeniTürkçeye çevirmiyorum. Mahsus çevirmiyorum ki, sayınokuyucularım, bu sözleri anlamak için sağa sola başvurupanlamaya çalışsın, yeni Türkiye'yi kuranlar nerden gelmiş,nereye gitmek istemişler bilin. Bu acayip Türkçe üstündekafa yormakla şunu anlayacaksınız ki Atatürk sevmektehaklı olduğumuz, düşmanlarıyla haklı olarak savaşacağımızbir insanoğlu insandır ve kendi kendisini aşmasını bilmiştir.Atatürk konuştuğu dille özlediği Türkiye'ninuzlaşamayacağını anlayıp yeni bir Türkiye için yeni birTürkçe gerektiğini anlamış, anlamakla da kalmayıp, dilinibile, değiştirilmesi en zor dilini bile değiştirmiş, dahadoğrusu milletini kendisi gibi konuşmaya çağırmıştır. En ileriinsanlık bunu gerektirir işte: Gereğinde dilini biledeğiştirebilmek. Atatürk değişmenin gerekli olduğunubilmiş, bilmekle kalmayıp canını değişme ülküsüne vermişve herkesin değişmez sandığını değiştirmiş insandır.Atatürk yaşamanın değişme olduğunu bilen ve bu bilgisiniuygulayan binde bir insanlardan biridir. İşte, Köy Enstitüleribu insanın, bu söylediği sözlerden, yaşanmışdüşüncelerden doğmuştur.

Köy Enstitüleri, yeni bir Türkiye kurmak, Türkiyeçoğunluğunu Atatürk'ün özlediği, Çanakkale'de,Dumlupınar'da savaşırken tasarladığı bir dünya için, birülkü, bir düş için kurulmuş ve Atatürk'ün düşmanları eliylekösteklenmiş bir kurumdur. Bunu böyle bilesiniz eyAtatürk'ü sevenler!

Bugün Köy Enstitülerinin kurulduğu, Türkiye'de haklarıyenmiş insanların haklarının tanındığı ve demokrasininsözünden önce özünün, adlı adsız kahramanlarca

79

Page 80: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

gerçekleştirilmeye başlandığı gündür. Yirmi yıl önce 17Nisan'ın anıldığı bir gecede bir köylü çocuğuHasanoğlan'da Anadolu'nun tam ortasında bir akşamüstü,kendi eliyle diktiği bir Atatürk heykelinin önünde şunusöylüyordu: "Anadolu köylüsü, Anadolu'yu açlıktan,susuzluktan, hastalıktan, gericilikten kurtaracaktır."

Bu sözleri söyleyen genç, benim sevgili öğrencilerimdenbiri, bugün nerdedir bilmiyorum. O gece söyledikleriniunutmuş da olabilir bugün; çünkü insanlar arasında Atatürkgibi, İnönü gibi sözlerinin eri olanlar binde birdir. Amagerçek değişmiş değildir: Türkiye, Atatürk'ün dediği gibi,çoğunluğu köylü olan ve geleceği bu köylünün uyanmasınabağlı bir millettir. Bu milleti emperyalizm canavarınınağzından kurtaran Atatürk ve İnönü gibi gerçekten yürekli,kafalı ve sabırlı insanların karşısında bu memleketi binyıllardır sömüren, sömürmesini bilen, güç karşısında sinipfırsat bekleyen, paranın büyülerden büyülü gücünükullanan sinsi insanlar vardır. Bu insanlar yeni Türkiye'ninmutsuz ve bilgisiz çoğunluğunu gerçek dostlarına karşıçıkarmanın yolunu bulmuş ve Köy Enstitüleri gibi,Atatürk'ün yukarıdaki sözlerini gerçekleştirmek içinkurulmuş ve gerçek demokrasinin bir yuvası olmayayönelmiş bir kurumu çiçek açarken budamışlardır.

Köy Enstitüleri bu memlekette kurulmuş, kurulacak halkçı,gerçekçi, ilerici, kelimenin tam anlamıyla milli eğitimkurumlarının başında gelir. İlkin bu kurumlarda taklitçiliktenkurtulup çağdaş dünya görüşüyle kendi koşullarımızauygun, varlığımızın köklerine giden bir yol bulmuşuz.Tüketici okuldan üretici okula geçmişiz, ezberciliğin yerineyaşayan, yaşatan bilgiyi koymuşuz; insanoğlunun seveseve, sevine sevine de çalışacağını, işe koşacağınıkanıtlamışız; işçilikle öğrenciliği birleştirerek her ikisini deangarya olmaktan kurtarmışız; yeşermez bozkırlarıyeşertmeye başlamışız. Sonra? Sonra kendi yaptığımızıdüşmanımız gibi yıkmışız.

80

Page 81: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Köy Enstitülerinin kuruluş yıllarında olumlu, verimli bireğitimin ne mucizeler yaratabileceğini gören bizler şaşaraksoruyorduk birbirimize: Bu kadar kestirme, bu kadar bizegöre, bize giden bir yola girmekte neden bu kadar geçkalmışız, diye. Meğer, tam tersine, erken girmişiz o güzelimyola. Daha doldurulacak çileleri varmış Anadolu'nun.Gecenin rotasında öten horozlar, vakitsiz açan kayısıçiçekleriymiş meğer Köy Enstitüleri. Daha sürüyle karanlıkörücüleri, düşünce buzulları varmış içimizde, dışımızda.Genç üniversitelerimiz bile hazır değilmiş henüz bu Kolombyumurtasına, kendi buluşumuza, bin dereden su getiripkavuştuğumuz ışığa. İmam−hatip okulları açmayı, yoksulAnadolu çocuklarının beyinlerini, gözlerini karartmayı,okullara din dersleri sokmayı milletimize daha uygun (yahutmilletimizi ancak bunlara layık) görenler varmış Atatürk'ünpartisi içinde, Atatürk'ün bilim getirsinler diye Batı'da yıllaryılı okuttuğu gençler arasında. Mehmetçiğin kanı, alınteri,gözyaşıyla rütbeler, cüppeler giyinip Mehmetçiğin başınaçorap, örümcek ağı örecekler çokmuş henüz bu güzelimmemlekette, bu cennete benzer cehennemde.

Bir vahlanma değil bu söylediklerim, ne kadar öyle gibigörünse de. Yıpratılan devrimler karşısında yazıklar olsundemenin bir yararı olmadığını çoktan görmüşlerdenim bende. Bir acı gerçeği dile getirmek istiyorum, her şeyin nekadar acı da olsa gerçeklere dayanılarak düzeleceğineinanarak. Mutsuz olmasına mutsuz bu kutladığımız bayram,bu kışla ilk yaz arası 17 Nisan. Ama az bayram onun kadarcandan, için için yaşayan umutlarla kutlanır. Tonguç Babadirilir her yıl bugün ve haber sorar er geç yeniden kurulacakenstitülerden. Ölümünden birkaç yıl önce enstitülerin,sosyal reformların gecikmesine kurban gittiğini çok iyianlamış ve enstitüleri diriltecek olan sosyal reformlarıbeklemeye başlamıştı. Nitekim 27 Mayıs sosyal devletkavramıyla birlikte enstitüler umudunu da getirmişti. Amakara güç pusudaydı hâlâ. Kesti yine köylerin yolunu. Amayol da çok daha iyi biliniyor artık, yolu kesen de. Görünen

81

Page 82: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

köy kılavuz istemeyecek artık.

1966

82

Page 83: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

KÖY ENSTİTÜLERİNİ ANARKEN

Köy Enstitülerini halk adına aydınlar kurdu, halk adınayine aydınlar yıktı. Halk, Köy Entitülerini istiyordu daaydınlar onun için kurdu demek gerçeğe ne kadaraykırıysa, halk istemiyordu da aydınlar onun için yıktıdemek de o kadar aykırıdır. Ama kuranlar mı gerçektenhalktan yanaydılar, yıkanlar mı? Bu sorunun karşılığınıvermek biz enstitülülere düşmez; ama merak edenlereşöyle bir yol gösterebiliriz: Baksınlar, kuranlar mı, yıkanlarmı daha çok çıkar peşindeydiler, kuranların kişisel kazancıne oldu, yıkanlarınki ne?

*

Köy Enstitüleri elbet ortanın solunda bir eylemdi, onlarıyıkanlar da elbet ortanın sağındaydılar. O yıllarda CHPiktidarda olduğuna göre demek CHP ortanın hem solunda,hem sağında, ya da bir sağında, bir solundaydı. İşte CHPile birlikte Köy Enstitülerinin başını yiyen bu ikilik oldu.Ortanın sağındakiler Celâl Bayar'la birlikte CHP'denayrılmış olsaydılar, CHP kendine gelmek, yani ortanınsolunda diretmek için bunca yenilgilere uğramak zorundakalmazdı.

*

Bugün CHP'yi iktidarda düşünün: Bir partininaydınlarından hangisi Köy Enstitülerini kurar ve hangisiyıkar? Elbet Bülent Ecevit kurar ve elbet Turan Feyzioğluyıkar. Biri ne kadar kaçamaksız konuşuyor, öteki ne kadarkaçamaklı. Besbelli hangisinin halktan yana, hangisininkapalıca para babalarından yana olduğu. Dert belli, devabelli artık CHP için: Kurduklarını yıkanlarla birlikte iktidaragelemez, gelse de yararlı olamaz.

*

83

Page 84: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Her devrimci kurum gibi Köy Enstitülerini de dışarıdan veiçeriden yıkanlar oldu. Dışarıdan yıkanlar, bilerekbilmeyerek, paranın uşaklarıydı; içeriden yıkanlar, bilerekbilmeyerek, paranın uşaklarının uşakları oldular.

*

Köy Enstitüleri yalnız köylüyü uyarmanın en kestirmeyolunu buldukları için değil, kentlerde ve başkentteki eğitimve öğretim sistemini temelinden sarstıkları içinkapatılmışlardır. Köy Enstitüleri on yıl hızlarınısürdürebilmiş olsalardı, Türkiye'de orta ve yükseköğretmenlerin çoğu öğrencilerinden ders almak zorundakalabilirlerdi.

*

Köy Enstitüleri, fakir Türkiye'de, öğrencinin, öğretmenin,okulun üretici olmasını istiyordu. Batı'da, ezberci okulakarşı öne sürülen iş eğitimi ilkesi, Türkiye'de yarınkidünyanın eğitim yolu olmakla kalmayıp, bağımsız bir milliekonomi kurmanın yolu, yollarından biri olmak üzereydi.Kurulabilmiş yirmi Köy Enstitüsü'nden her biri on yıl sonrakendi kendisini beslemek, hatta bazı bölgelerde devletekazanç sağlamak inancı, hiç değilse umuduyla kurulmuştu.Arifiye Köy Enstitüsü'nün balık işletme kurumu birkaç yıliçinde umutları aşmış bir duruma gelmişti bile.

*

Kendini herkesten akıllı saymak, akılsızlığın en kesinbelirtisidir. Kendini herkesten daha akıllı sananlar da en çokpolitikacılar, en az da bilim adamları arasında görülür,görülmesi gerekir. Bir bilim adamı kendini herkesten dahaakıllı sayıyorsa, siz de onu bilim adamı olamamış birpolitikacı ya da politikacı olamamış bir bilim adamısayabilirsiniz. Bizde böyleleri öteden beri çoktur. Bunlardan

84

Page 85: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

biri rütbesinin, cüppesinin gösterişine dayanarak ve kendibenzerlerine katılarak Köy Enstitülerinin bir ütopya olduğufetvasını verdi. Bu fetva hiçbir Köy Enstitüsünün semtineuğramadan, kuruculardan hiçbiriyle görüşmeden yıkıcıpolitikacıları bilim adına desteklemek için verilmişti. Birkaçyıl içinde Türkiye'nin dört bir yanında gelmez denen sularıgetiren, yetişmez denen bitkileri, insanları umutlar ötesindeyetiştiren, bozkırlar ortasında on binlerce ışıklı pencereaçan ve −hepsinden önemlisi− bunca yılgın köydelikanlısına bir ülkücülük aşılamış, güven vermiş,kapatıldıktan yirmi yıl sonra bile kuruluş bayramı kutlananbir kuruma bir bilim adamı ütopya değil, gerçekleşmiş birütopya diyebilir olsa olsa, yurdunda ummadığı bir başarısağlamış olduğunu görmenin sevinciyle.

*

Coşku yaratmak eğitim ve öğretim kurumlarınınulaşabileceği en büyük başarıdır ve Köy Enstitüleri bubaşarıya ulaşmıştır. Ortak coşku kötüye de kullanılabilir,diyebilirsiniz; doğru, kullanılabilir; dünyada bütün gericilercoşkuyu kötüye kullanmanın yolunu bulmuşlardır; amahiçbir bilim adamı, hatta Köy Enstitülerine ütopya diyensayın profesör bile bu kuruma gerici diyemez, çünkü bütünütopyalar ileriye çevriktir ve Köy Enstitülerinde kötüyekullanılmış bir tek kazma, bir tek kürek bile yoktur. Bulanaaşk olsun!

*

Köy Enstitülerinin gerçekleşmesine İnönü'nün bütünağırlığını koyduğu da bir gerçektir, bu kurumun İnönü'nünCumhurbaşkanı olduğu bir zamanda yıkıldığı, kurucularınve benim gibi kurucu yardımcılarının kapı dışarı edildiği debir gerçektir. Bu iki gerçek arasındaki tutarsızlığın nedenleriüzerinde duygulara kapılmadan, önyargılara saplanmadandüşünülürse son yirmi yıl içinde olup bitenler daha iyi

85

Page 86: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

anlaşılır. Köy Enstitülerini İnönü'nün kurtarabilecekkenkurtarmadığını sananlara karşı Tonguç'un verdiği karşılıkşu olmuştur: Siz ne Köy Enstitülerini biliyorsunuz, neİnönü'yü.

*

Köy Enstitülerini yıkan güçle Amerika'da Kenndy'yiöldüren güç arasındaki ilişkiyi görmeyen çağdaş dünyadaolup bitenleri görmüyor, göremez demektir. Kennedy, KöyEnstitülerini kuranların, Johnson, Köy Enstitüleriniyıkanların adamıdır.

*

Bugünkü iktidarın Köy Enstitülerini kurmasını istemek,kurdun kuzuya hak vermesini istemek demektir. KöyEnstitülerinin yeniden kurulabilmesi için halkın bugünküiktidarı haksız görmesinden başka çare yoktur. Şimdi artıkKöy Enstitülerinin yukarıdan aşağıya değil, aşağıdanyukarıya bir güçle kurulmasını istemeli, özlemeliyiz. Atatürkbile dirilse bugün artık ancak aşağıdan yukarıya gelebilirTürkiye'de. Kaldı ki Atatürk dün bile, hiç değilsebaşlangıçta, aşağıdan yukarı gelmek zorunda kalmıştır.

*

Tonguç Baba kendine ütopyacı dedirtecek kadar ülkücü,baba köylü dedirtecek kadar da gerçekçiyidi. Düşüncesihem yarınlara çevrikti, hem de birçok Anadolu köylerinintarih öncesi durumuna. Tasarılarında küçük hesaplardankurtulur, uygulamalarında en küçük hesaplara inerdi.Düşüncesi koşulların hem ötesinde hem içinde, dahadoğrusu bir ötesinde, bir içindeydi. Bir ömür boyu ülküylegerçek, gökle yer arasında mekik dokudu Tonguç.

*

86

Page 87: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Tonguç Baba Batılı olduğu kadar yerliydi. Kafasındakurduğu yapının planı Batılı, taşı toprağı yerliydi. İzlediğieğitimciler Batılı, özlediği aydın insanlar yerliydi. Köy veEnstitü kavramlarını bir araya getirmesi bundandır.

*

Bütün kurucular gibi Tonguç da yumuşaklıktan sertliğe,çekingenlikten atılganlığa, kararsızlıktan karara çok çabukgeçiverdi. Bu özelliği az çok bütün Köy Enstitülülerdegörülmüş, gelenekçi çevrelerde yadırganmış, yanlışyorumlara ve bazen sert tepkilere yol açmıştı. Hiç unutmamkaymakam olmuş bir okul arkadaşım bana bir Köy Enstitülüöğretmenden şöyle dert yandı: "Ben onlardan yanayım,kendilerine yardım etmek istiyorum. Bu öğretmen süklümpüklüm odama geldi; bir köylü gibi gereğinden fazla saygılı.Kalktım, yanıma oturttum, kahve ısmarladım. Güzel güzelkonuşurken birden bana: "Ben buraya öğüt dinlemeye değilsizi ödeve çağırmaya geldim" demez mi! Şu küstahlığa baksen; bir köy öğretmeni bir kaymakama, hem de kendisinikorumak isteyen bir kaymakama söylüyor bunu."

Okurlar kaymakamla öğretmen arasındaki çatışmanınneden olduğunu anlamışlardır; ama ben yine de anlatayımkısaca: Köy Enstitülü öğretmen ağanın ve imamın okulyapımına engel olduklarını söyledikçe kaymakam onlarla iyigeçinmesini, yoksa köyde tutunamayacağını söylüyormuşkendisine.

*

Tonguç anlatmıştı bana övünerek: Adana'nın bilmemunuttum hangi kazasında bir eğitim müdürlüğüne beş KöyEnstitülü gitmiş. Müdürle konuşurlarken bir yangın çıkmış.Koca hükümet konağında enstitülülerden başka kimsekalmamış ve enstitülüler yangını söndürdükten sonrakaymakamın evinde çay içmeye çağrılmışlar.

87

Page 88: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Sene 1944. Bir cip Kastamonu'dan Ankara'ya getiriyor biziTonguç'la. Köylere uğrayıp geç kalmışız. Sabahındördünde yoldayız güle söyleye. Ankara'ya beş onkilometre kala cip durdu. Benzin bitti dedi şoför. Tonguç tekkelime söylemedi şoföre; yürüyelim, dedi bize. İki saatyürüdük yakınmadan ve yorulmadan. Yakınmak, yorulmaknedir bilmezdi Tonguç, bu bilgisizliğini yanında yürüyenlerede aşılardı. Türkü söylemek gibi bir şeydi onunla yürümekdoğan güne karşı.

*

Bizim yurdumuzun hemen her yerinde nisan ayı kutsalbilinir. Nisan ayında toprak umutla ürperir çünkü, umutlarsonradan savrulup gitse de. Hele on yedi Nisan'da biruğultu gelir toprağın derinlerinden. Masallardaki yeşilyaprak çıkar gibi olur yeryüzüne karanlık kuyulardan,kabaran sularla. Yeşil toprağı görünce korkmayacaksın, dermasal: Korktun mu taş kesilirsin. On yedi Nisan'da birmüjde şimşeği parlayıp söner; mutsuzlar mutlu düşler görürtoprak uğrunda ölen, üstünde çalışan yoksullara gülümser;yılanlar, çıyanlar, sülükler, keneler yoktur o güngörünürlerde. On yedi Nisan'da yer demir, gök bakır değildirhenüz; Yaşar Kemal'in, Fakir Baykurt'un köy anaları acıkaramsarlıklarından sıyrılıp ağayı, muhtarı, imamı ve kaderibir başka gözle ve daha az kuşkuyla görürler. On yediNisan'da insan insanı sömürmez oluverir birden; özgürlüksoyut bir ülkü, bir palavra olmaktan çıkıp büyük çoğunluğunyaşama, okuma hakkı, kömürü topraktan çıkaranlarınkömürle ısınma hakkı olur; eşitlik Sıvas'ın Sivrialanköyündeki Âşık Veysel'in belki çok akıllı kızıyla, İstanbul'unbüyük adasındaki tüccar Veysel'in belki çok akılsız kızınınaynı yükselme olanaklarını bulmaları anlamına gelir o gün.Mevlana ve Yunus, Baki ile Karacaoğlan, Şeyh Galip'leMuhyi, Orhan Veli'yle Başaran kol kola girerler, köylü kentlibir uğurda savaşır on yedi nisanda. Bir yaman imecekurulur ki o gün Edirne'yle Erzurum ilk kez el ele verir;

88

Page 89: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

horon, halay, bar, zeybek yeni Türkiye'nin ortak harmanyerinde oynanır; yalnız o gün türkülerin her türlüsü hepbirlikte ve alaturkaya düşmeden söylenir. Ruhi Su koro başıolmuş gibi.

1967

89

Page 90: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

17 NİSAN

On yedi Nisan Türk köylüsünün er geç sömürülmekten,kahır çekmekten kurtulacağına, köyler karanlıkta kaldıkçaTürkiye'nin kutlu aydınlıklara eremeyeceğine, Türkköylüsünün yüreğinde tepilmiş, saklı kalmış yaratma güçleriolduğuna inananların bayrakları yarı yarı indirerek de olsakutlamakta direttikleri, yeni adı Atatürk olan pir aşkına vefakir aşkına direttikleri bir bayram günüdür. O gün tomurtomur umut gülleri açmıştı bozkırın ortasında. Yolbulunmuş, iş yürümeye kalmıştı. Bir yürüyüş eylendi ki birgünde on günlük yol alındı; her atılan adım çorak topraktanbir telli kavak çıkardı; Enstitü kurucularının yürekleri,kafaları yediveren güllere döndü. Bilmeyenlere,görmeyenlere nasıl gelir, bu söylediklerim. Değil kardeşim,masal değil, insanda çok keramet olduğunu; enstitülerin bukerameti işleyiş ot bitmez denen yerlerde bağlar, bahçeleryaptıklarını, su gelmez denen yerlere su getirip o sudan daışık çıkardıklarını ben gözlerimle gördüm.

On yedi Nisan, emeğin Tanrısal bir güç olduğuna ve ÂşıkVeysel'in dediği gibi, Tanrı ne kadar cömert de olsa tembelitutmayacağına, işgücüne ve üretime dayanmayan eğitim veöğretimin efendi−köle düzenini sürdüreceğine, kısazamanda kalkınmak için paradan puldan çok insan yüreğinive elini işletmek gerektiğine, bilimi tek mürşit saymaklabirlikte en büyük bilim düşmanlarının bilim cüppesi giyenlerarasında bulunabileceğine, bilimin özgürlük gibi her günyeniden kazanılması gerektiğine inananların bayramıdır.

On yedi Nisan elbet Türk solunun, yani Atatürk gibi, İnönügibi laik ve sınıfsız bir yeni türkiye özleyenlerin bayramıdır.O gün Türk köylüsü kendisini hor görmeyecek, derdinederman arayacak, yanı başında çalışacak, halindenanlayacak hem yerli hem ilerici bir eğitim kurumunakavuşuyordu. Bu kurumda köylü, yani Türkiye halkınınbüyük çoğunluğu tarihte ilk kez kendi yöneticisini kendisi

90

Page 91: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

yetiştirecek ve kendi kendini yöneten halkın, yani gerçekdemokrasinin yepyeni bir örneğini verecekti.

On yedi Nisan dünya eğitim tarihine Tonguç adında birTürk'ün değeri gittikçe daha iyi anlaşılacak bir fidan diktiğigündür. Bizim budadığımız bu fidan, özgürlük savaşımızgibi, dünyanın birçok ülkelerinde, özellikle Hindistan'da,Türkiye'den getirildiği saklanmayarak dikilmiş ve yüzlerceHint Köy Enstitüsü doğurmuştur. Bu fidanın kısacatanımlanması ÜRETİCİ EĞİTİM'dir. Bu eğitim yolu kısazamanda öyle beklenmedik başarılar sağladı ki, Atatürk'ünkurduğu Cumhuriyet Halk Partisi içindeki sözde köylüdostları maskelerini çıkarıp Köy Enstitülerinin karşısınadikildiler: Ünlü generaller, ünlü profesörler, ünlü politikacılar,ünsüz ama memlekette sözü geçen eşraf, ağalar veimamlarla birlikte: Yooo, köylünün köylü kalması, devletişlerine karışmaması, efendilerine boyun eğmesi gerek,dediler. Koca İnönü kendi partisine, kendi kurduğu orduya,savunduğu devlet yöneticilerine karşı, kurulmasını candanistediği, desteklediği Köy Enstitülerini koruyamadı. Gününkoşulları da, enstitüleri içinden de sarsmaya başlayantepkiyi zorla önlemeye elverişli değildi. Savaş yıllarınınİnönü'ye verdiği olanaklar elinden çıkmış, sonuçlarınıbildiğimiz politika dolapları dönmeye başlamıştı. KöyEnstitüleriyse devlet ve toplum güçlerinin çatışmasızelbirliğiyle yürütülebilecek yurt çapında devrimci birkurumdu. Girdiğimiz çok partili düzende bu kurumu ancak,halkın desteğiyle devlet başına gelecek sol güçlerkurabilecektir, er geç de kuracaklardır.

On yedi Nisan, kısa bir süre için de olsa, coşkun birimecede el ele vermenin sevincini tatmış insanlarınbayramıdır. Neydi o mutlu, o mutlu günlerde, yediklerini hakeden, aldıklarından çoğunu veren, emeklerinin boşa vesömürücüye gitmediğini gören gençlerin elleriyleyeşerttikleri topraklar üstünde kutladıkları on yedi Nisanlar?Bilmeyenler ne bilsin, bilenlere selam olsun!

91

Page 92: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

1968

92

Page 93: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

YİTİKLER ÜZERİNE

TONGUÇ

Devletimiz halka hizmet etmek zorunda mıdır? Evet.Halkımızın çoğunluğu köylü müdür? Evet. Köylümüzünbüyük çoğunluğu kara cahil midir? Evet. Anayasamızdailköğretim mecburi olduğuna göre, devletçe, milletçeilköğretimi bütün köylülere ulaştırmak zorunda mıyız? Evet.Ne duruyoruz öyleyse? Kafa, yürek, para gücümüzü bu işeyöneltmek, bir ilköğretim seferberliği yapmak için nebekliyoruz?

Tonguç Baba'nın sesi, 23 Haziran sabahı kaybettiğimizgürbüz ses, 1936'larda bu çağrıyla yüklüydü. Aynı ses, busu götürmez mantık örgüsüne şu gerçeği ekliyordu:

Türk köyünün şartları bilinmeden, Ankara'nın yanıbaşındaki köylere gönderdiğimiz öğretmenler bilegörevlerini gereğince başaramamakta, Cumhuriyet'in elçisiolamamakta, öğrettikleri okuma yazma da birkaç yıl sonrasilinip gitmektedir. Buna karşılık Osmanlı İmparatorluğunun,kendi dünya görüşünü, isteklerini benimsetmek üzereköylere yerleştirmiş olduğu medreseli kalıntıları bile köyünşartlarına uydukları, köylünün dertlerine kendilerince devaaradıkları için hâlâ etkin olmaktadırlar. Köyde yerleşecek,devletçe desteklenecek, işini sevecek, köyde sözü geçecekbir yeni köy öğretmeni tipi yaratmak zorundayız. Bu tipiyetiştirecek okul, şehir şartlarına göre kurulmuş eskiöğretmen okulu olamaz. Sözden çok işe bakan köylüler içinişle eğitimi uzlaştıran bir yeni okul kurmak gerekir. Kaldı kita Pestalozzi'den beri Batı'da kendini kabul ettirmeyeçalışan ve son yıllarda değerlenen bir iş okulu vardır.

93

Page 94: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Kurabileceğimiz bu yeni okulun ipucunu bir çavuş verdibize. Atatürk'ün istediği ilköğretim raporunu hazırlamaküzere çıktığımız bir köy gezisinde hiç öğretmen girmemişbir köyde okuryazar çocuklar bulduk. Birkaç yıl önceordudan dönen bu çavuş çocuklara kendiliğinden tarlada,değirmende okuma yazma öğretmiş. "Cumhuriyetinpadişahlık olmadığını, Atatürk'ün neler yaptığını,hastalıkların mikroptan geldiğini, trenin su buharıylaişlediğini anlatmış..."

Bu sözlerde de Tonguç'un idealist sesinin gerçekçi yanıbeliriyordu. İdealizm de, gerçekçilik de Atatürk − İnönüTürkiyesi'nde eksik değildi: Ama eğitim ve hele ilköğretimişlerinde bu iki değeri en verimli şekilde birleştiren ilkeğitimcimiz Tonguç oldu. Köy Enstitülerinin yurt ve dünyaölçüsünde bir başarı olmasının, bütün budanmalara karşıhâlâ ayakta kalmasının sırrını bu mutlu birleşmede, buülkücü gerçekçilikte aramak gerekir. Tonguç okuduğu kadargezen, sevdiği kadar bilen, yeni dünyaya açık olduğu kadareski kalmış Anadolu'ya çevrik, coşkun olduğu kadarsoğukkanlıydı. Düşündüğünü hemen kurmak, yaşamak,işler hale getirmek ister, yapıcı olmayan, şartları hesabakatmayan, gerçekleşmesi başkalarına bırakılan düşüncelerihoş görse bile benimsemez, çevresinde barındırmazdı.Düşünceden işe, ya da işten düşünceye: Köy Enstitülerininprogramlarını hazırlarken de, gündelik hayatını yaşarken deTonguç'un desturu buydu. 1936−1946 yıllarında Tonguç'unpazarı, bayramı, gecesi, gündüzü, ekmeği, sigarası,sevgisi, rüyaları − rüya görecek kadar uyuyabildiyse − tekerteker her birinin kuruluşunu iş edindiği Köy Enstitüleriyledoludur. Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nün kuruluş günlerindeonunla aynı odada yattığımız bir geceyi hatırlıyorum.Nedense birden uyanmış, karanlıkta parlayıp sönen ufacıkbir kızıl ışık görmüştüm. Yıldız mı, uzaklarda bir çoban ateşimi, bir acayip ateşböceği mi derken uyku sersemliğimdağılınca, Tonguç'un sigara içtiğini anladım. Sessizceseyrettim. Bu sönüp parlayan ışıltıda ne kaygılar, ne

94

Page 95: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

özlemler, ne öfkeler sezinliyordum. O gece belki de birbaşka bozkırda bir başka enstitü kuruluyordu. Birbiriniyakan birkaç sigarayı nerdeyse söz gibi dinledikten sonrauyuya kalmış, gün doğarken uyanınca Tonguç'un cipleAnkara'ya döndüğünü öğrenmiştim.

Köy Enstitülerinin doğması, kanunlaşması, kurulması,yaşaması şüphesiz, başta İnönü olmak üzere devletadamlarımızdan, Saffet Arıkan, Hasan Âli Yücel gibibakanlarımızın önderliği, sayısız öğretmen ve öğrencilerindestanı yazılmaya değer çalışmalarıyla mümkün olmuştur;ama en ağır yükü Tonguç seve seve kendi genişomuzlarına yüklenmişti. Bu okulların bize göreliğini, köyegöreliğini, yeni pedagoji ilkelerine göreliğini iş üstünde,masa başında, şûralarda, köy kahvelerinde, şoföruyumadıkça durmayan ciplerde sağlayan oydu. İş eğitimiilkelerini on binlerce insana yazıyla, sözle tükenmez inancı,sevgisiyle benimseten o oldu. Kimin nerde, nasıl ve neyaptığını, nelere muhtaç, nelere tok olduğunu o bilirdi.

Adı, resimleri gazetelerde çıkmayan, iş gerektirmedikçenutuk söylemeyen, her türlü övünmeden, övülmedenkaçınan, gördüğü işin keyfiyle yetinen, kendinden yüzçevirenlere bile kolay kolay küsmeyen de oydu. Onunla veonsuz Köy Enstitülerinin farkını bu destanı yaşamış olanlarbilir ve herhalde yazacaklardır.

1960

95

Page 96: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

3. ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE

TONGUÇ

İsmail Hakkı Tonguç yeni bir Türkiye'nin özlemi içindeyaşlı bir genç, bir eğitim delikanlısı olarak öldü. Öldüğü günher işe yeniden başlayacak durumdaydı. Bütün gerçekülkücüler gibi ölümü hesaba katmadan, yaptıklarından çokyapacaklarına çevrilerek yaşıyordu. Dünya eğitim tarihineKöy Enstitüleri sayfasını eklemiş olan bu yaman kişi,ölürken şanlar, şerefler beklemek şöyle dursun, kendieserini eleştirmekle uğraşıyordu: "Enstitülere daha çok kızöğrenci almalıydık", "Fırsat varken İnönü'yü dinleyip dahaçok enstitü açmalıydık", "Eğitimde sinemadanyararlanmalıydık" diyordu. En haklı dava uğruna gördüğüen acı haksızlıklar, nankörlükler, kalleşlikler onu neyıldırmış, ne işinde soğutmuş, ne de yurduna küstürmüştü.Kendini yakmadan köylerin karanlığına ışıkgötürülmeyeceğini biliyordu çoktan.

Köy Enstitülerinin gerçekleşmesinde İnönü, Yücel veTonguç adları birbirinden ayrılmaz, ama bu işte en büyükyükü ve sorumluluğu Tonguç'un sırtlamış olduğu da sugötürmez. Devletin verdiği harcı yoğuran odur. Bu kurumlarıdünya eğitim tarihinde bir yenilik yapan onun düşüncesi,enstitülü gençleri bunca yıkım ve kırımlara inat ülkülerinebağlı tutan onun gürbüz yüreğidir. Devletin verdiğiimkânların tek damlasını boşa harcamayan Tonguç, herörülen duvarın, her kazılan toprağın yanı başında dururgibiydi. Ama gözetlemek, çalışmaya zorlamak için değil,güven, umut ve sevinç vermek için! Tonguç'la birlikte taştaşımak, türkü söylemek gibi tatlı gelirdi insana. Ne mutluTonguç'la çalışmış olanlara!

Okulu bir eğitim işletmesi haline getirmek sadece

96

Page 97: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Türkiye'nin ekonomik koşullarına ve hızlı kalkınma gereğineuygun bir buluş değildi; bu buluş, dünya okullarını ortaçağalışkanlıklarından biraz daha kurtarmak için her yerdeatılmaya başlayan ileri adımlardan biriydi. Ortaçağ kalıntısıokul, her bakımdan tüketerek öğreten okuldur. Tonguç'unve devrimci Batı eğitimcilerinin öne sürdükleri okulsaüreterek öğreten okuldur. Bu okulda iş sözden önce gelir;öğrenciye bilgi verilmez, öğrenci bilgiyi alır. Çocuk yıllar yılıboşuna işleyen bir öğrenme makinesi olmakla kalmaz,okula geldiği gün kendi kaderini yoğurmaya başlar. Ağacıdikip büyüterek, suyu arayıp bularak, her şeyi kendigözleriyle görerek, kendi hayatını ve dünyasını kazanan,taştan ekmeğini ve bilgisini çıkaran bir işçi! Eski okuldaöğretme çocuğa zorla ya da yalvara yakara hap yutturmagibidir; yeni okulun aradığı ise, çocukta kendiliğinden varolan kurma, türetme, üretme gücünü bilimle uzlaştırmanınyoludur. Bu yol bulunduğu gün, okul, öğrenciler veöğretmenler için bir zorlama ve zorlanma yeri olmaktançıkıp, okuldan kaçmakla bulduğumuz yaşama sevincinin takendisi olacak. Ne imtihan kalacak o zaman, ne yoklama,ne azar, ne özür, ne çatık kaş, ne sınıf birinciliği, neöğretmene saygısızlık ya da dalkavukluk, ne de müdürlerecurnalcılık. Yaratıcı iş, ahlakı da kendiliğinden getirecekokula.

Tonguç böylesi bir okulu hayal etmekle kalmadı. Eskialışkanlıkların, karşı komaların, çelmelerin ortasında KöyEnstitülerine bu okulun tohumlarını ekti. Kısa zamandaaldığı sonuçlar yer yer kendi umutlarını da aşan birer eğitimmucizesini andırıyordu. Eski okullarda yetişmişöğretmenlerle iş eğitimini uygulamak deveye hendeğiatlatmaktı: Deveye hendeği atlattı Tonguç. Yüksek KöyEnstitüsü kapatılmasaydı deveye hendek atlatmaya dalüzum kalmayacaktı. Tasarlayıcı olduğu kadar dauygulayıcı bir düşüncesi vardı Tonguç'un. Gerçekçi düşlergören ve düşlerini gerçekleştirmesini bilen bir eğitimciydiTonguç. Batılılar onun için Türklerin Pestalozzi'si dediler

97

Page 98: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

kendisine. Bununla beraber başarısı yalnız düşüncesiyleaçıklanamaz. Bu başarıda insanlara güvenmenin payıbüyüktür. Atatürk gibi, İnönü gibi Tonguç da halka,Mehmetçiğe güveniyordu. İş arkadaşlarına, en acı ihanetlerbahasına da olsa güveniyordu. Zorla yaptırılamayacak işleriköy çocuklarına sevinçle yaptıran, İstanbul çocuklarına dağbaşlarında, bozkırlarda İstanbul'u aratmayan bu güvenoldu. Yapabilirsiniz dedi herkese ve herkes yaptı.

Tonguç'un, İstiklal Savaşı'nı kazanan ve devrimleribaşaranlarla ortak bir başka özelliği de, kafasıyla Batı'ya,yüreğiyle halka bağlı olması, Batı'yı bildiği kadar Anadolu'yuda bilmesiydi. Bu iki taraflı bilgisi onu Batı züppeliğinedüşmekten de korumuştur, köy romantizmine de. En ilerieğitim ilkelerini en geri çevrelere uygulaması bu bilgiylemümkün olmuştur. Batılı kalarak yerli koşullara uyma:Tonguç'un değişmez taktiği buydu. Onun için yarattığı yeniokulu Batılı bilginler de yadırgamadı, Türk köylüsü de.Yadırgayanlar yalnız bizim kara cüppeli ya da fraklı yarıaydınlarımız, halk dayaktan anlar diyen idarecilerimiz, işsözünden, işçi kılığından gocunan sömürgenlerimiz, Batı'yıda, memleketi de yarım yamalak bilen kendini beğenmişsözde bilginlerimiz oldu. Böyle okul olmaz, olsa da bizegelmez dediler. Onlar diye dursunlar, Tonguç'un düşüncesiAnadolu topraklarına sökülmez kökler salmıştır. Bu kökleronun özledği okulu er geç yaratacak. Enstitüler konusundaaldatıldığını anlamaya başlayan halk, büyük dostuTonguç'un hakkını arayacak, ülküsünü yeşertecek,göreceksiniz. Ta Hindistan'da filiz vermiş olan bir düşünceyibizde baltalayan mutsuz, nursuz kişilerin varsa er geçkızaracaktır yüzleri. Onların yıkıcı emekleridir boşa gidecekolan: Tonguç gibilerin emekleri boşa gitmez. Bozkırda,yemyşil umutlar içinde yatıyor Tonguç.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde koskoca bir heykel vardı,tohum saçan bir köylü heykeli. Her sabah ilkin o çıkardıkaranlıklardan. Yamacı dönen trenlere merhaba derdi.

98

Page 99: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Köylü çocukları, Hasanoğlan'a pir aşkına gelmiş bir cömertsanatçıyla, Nusret Suman'la birlikte çamura biçimvermesini, kalıp çıkarmasını, beton dökmesini öğreneöğrene yapıvermişlerdi bu heykeli. Yıkanların nasıl ellerivardı yıkmaya o heykeli? Ne hakla, ne kafayla? O heykelidüşündüm bugün, Tonguç'u anarken. Tohum atanlarınsembolü, tohum kıranların da sembolü oldu. Yarının mutluTürkiye'si tohum atanlarındır, tohum kıranların değil!

1963

99

Page 100: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

YÜCEL

Memleketçi insan. Memleketi de, insanı da YeniTürkiye'nin gerçeklerine uygun olarak düşünürseniz, bu ikikelime size erken yitirdiğimiz, kadrini birçok değerlerimizgibi sonradan bileceğimiz Hasan Âli Yücel'in kişiliğiniözetler. Yücel, çağdaş aydının bütün sorunlarını memleketaçısından ele alır, her düşünceye memleketindeuygulanabildiği ölçüde değer verir, bu yüzden dünyaaçısından düşünen dostlarıyla çatışır, dar görüşlüsayılmaya razı olurdu. Gündelik yaşayışında bile Yücel,ayağının memleket gerçeklerinden, yurttaşlarının zevkikliminden, kesilmesin istemezdi. Her düşüncesi, her savaşıyeni ve umutlu bir Türkiye'ye çevrikti. İnsan olaraksadünyaya, hiçbir sınır tanımayacak kadar açıktı: Her türlüinsana hepimizden daha çabuk yaklaşmasını, hemen sıcakbir anlaşma ortamı sağlamasını bilirdi. İnsanlığın sözünüetmek kolay ama her insanla halleşmek zordur; Yücel,ayağı kaydırılmak, arkasından vurulmak bahasına, dahakötüsü, gerçek dostlarını yitirmek bahasına her insanındüşünce sofrasında içebiliyordu. O kadar ki Yücel, en sağcıve en solcu düşünceleri bile memleketçi olmak şartıyla,hoşgörürlükle karşılar, nice aydınlarımızın düştüğü yersiz,memleket için yararsız bağnazlıklara, parlak da olsaverimsiz aşırılıklara düşmezdi.

Yücel bu memlekette, kelimenin cömert, su götürmezanlamıyla iş görmüş adamdır. Koşulların gönlümüzceolmadığı, koyunun kurttan ayrılmadığı, derdin de devanında alacakaranlıkta göründüğü bir yerde iş görmenin,gereğince öğretmen, müfettiş, eğitim bakanı, yazar olmanınzorluğunu bilmeyen bilmez, anlatmaya çalışmak da boştur,anlamak istemeyene. Geri kalmış bir memlekette hiçbirbaşarı dünyanın gözünü doyuramayacağı için oradaişgörenlerin kadrini yalnız insafı olanlar bilecektir: Yücel'inkadrini de yalnız insafı olanlar bilmiş, olmayanlarsazamanla ister istemez bileceklerdir.

100

Page 101: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Bizim gömlek değiştiren yurdumuzda iş görmenin ilk şartıkendi kabuklarını kırmaktır. Kabuklarını Yücel'den daha çokkıran, ondan daha yeni düşüncelere ulaşanlarımız vardır;ama kendi kabuklarını kırmak başka, kendisiyle birlikte onbinlerin, yüz binlerin kabuklarını kırmak başkadır. Yücelköşesinden konuştuğu zaman bile, bir köşe adamı değildi:Orta insana, ortanın insanına seslenmek, onunla yan yanailerlemek istiyordu. Bir kişinin atabileceği dev adımındançok, bin kişinin atacağı insan adımlarını istiyordu Yücel.Herkes de aynı şeyi mi istemeli? Hayır. İş görmenin tekyolu bu mudur? Hayır. Toplumla bağlarını koparıp engineseslenmek de güzeldir, önünde sonunda toplumunyararınadır: Ama yalnız tepelerden seslenen insanlardankurulu bir toplum düşünün: Nasıl yürür o toplum?

Kaldı ki biz Yücel'i ortalarda iş görmeye bile bırakmadık:Kimimiz sağcı dedik Yücel'e, kimimiz solcu . Kendi partisibile Yücel'i yolunda yalnız bırakıp, onun yaptığını yıkacak işgörmez insanlara başvurdu. Nice aydınlarsa Yücel−KenanÖner davasında seyirci kalmakla bile yetinmeyip için için yada açıkça Kenan Öner'den yana oldular. Politika her yerdebindiği dalı keser böylesine.

Yücel'in büyük küçük bütün çabalarının yöneldiği hedefneydi? Memleketine Batı kültürünün, kendi deyimiyle Garpkafasının girmesi. Yücel bu uğurda sevmediği, çatıştığıinsanlarla bile işbirliği etmek büyüklüğünü göstermiştir.Memleketindeki aydın kıtlığını bildiği için eli kalem tutaninsanı, düşmanı da olsa, harcamaktan çekinirdi. Kendinihoş görmeyecek kimseleri hoş görmesi doğru muydu?Dostluğun ancak düşünce birliğiyle mümkün olduğu birçağda kapısını her kafadaki insana bir dergâh gibi açıktutması yerinde miydi? Hoş görürlüğün bu derecesi onunözlediği Garp kafasıyla uzlaşabilir miydi? Bunlar su götürür;ama Yücel'in açık, yürekli, kin tutmaz, herkese karşı iyiniyetli bir insan olduğu su götürmez.

101

Page 102: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Yücel'in iyimserliği de sınır bilmez. Bütün yüzlerin asıldığıgünlerde onun yüzü güler. Savaşta tek başına kalmanınbile acı yanını görmez, tadını çıkarmaya çalışırdı. Hephayata, umuda, mutluluğa çevrik gürbüz bir sağduyusuvardı Yücel'in. Bu yüzden sanatta, edebiyatta, felsefedeaşırı acılığı, "zehir yeşilini", zifiri karanlığı, bunalmışlığıtadamaz, bunlardaki insan derinliğini görse de yadırgardı.

Yücel öldüğüne inanılmayan insanlardandır: Çünküsağken ölmüşlerden değildi. Derdinden çok sevinciniyüceltir, yayar; hiç ölmeyecekmiş gibi yaşardı. Değişmesebile değişmeye, yorgunsa bile çalışmaya, mahzunken bilegülmeye hazır bir hali vardı. Onunla konuşurken, çalışırkenhiç akla gelmeyen bir şey varsa o da ölümdü. Yüz yıl dayaşasa ölüm düşüncesini semtine uğratmayacak gibigörünürdü. Kim bilir, belki de ölümden çok korktuğu içinölüm yokmuş gibi yaşıyordu. Bize kendini ölümünyenemeyeceği bir insan gibi tanıtmıştı. Taşkın diriliği,gürbüz kahkahası ve hele yalın, keskin bakışlı, sağlamrenkli gözleri ölümü kovar gibiydi çevresinden. Ölümün birfiskeyle yıktığı Yücel gürül gürül yaşayan bir insandı.

Eğitimci olarak İnönü'ye yaranarak değil inanarak tuttuğuyol açık ve seçik düşüncesiyle belirttiği, savunduğu,gerçekleştirdiği görüş şuydu: Bir yandan Türkiye'nin insankaynaklarına, daha kısacası, bir yandan hümanizmaya, biryandan köylüye gitmek. Karanlıklar içinde bir çoğunluk veyarım yamalak bir Tanzimat aydınlığıyla Yeni Türkiye'ninkurulabileceğine inanmıyor, eğitim ve öğretim ilkelerinin buiki acı gerçeğe çevrilmesini istiyordu. Köy Enstitüleri veDünya Klasikleri için yıllarca, geceli gündüzlü, cenkleşetartışa, Büyük Millet Meclisi'nden köy kahvelerine kadar heryerde giriştiği savaşın özü sözü buydu. Ona çatanlardüşüncelerini açıkça söylemiyor, hangi ilkeleredayandıklarını açıklamıyor, sadece çelme atıyorlardı. Nekazandık bu iki seferberliğin gevşetilmesinden? Bir başkaYücel, bir başka Tonguç'la eğitim ve öğretim işlerimize

102

Page 103: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

daha ışıklı, daha umutlu, daha hızlı bir akış mı kazandırdı?Kimin dili varsa söylesin, kazandırdı diye.

Yücel yine de küsmüş değildi. Yeniden onarmaya,Sokrates'le Türk köylüsünü buluşturmaya hazırdı.Ölmüşken bile yine hazırmış gibi geliyor bana.

1961

103

Page 104: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

YÜCEL'İ ANARKEN

Hasan Âli Yücel insanı politikadan iğrendirmeyen sayılıinsanlardan biriydi. Kelimenin kötü anlamında politikacıolmadığı için de, bütün iyi niyetine karşın belki de iyi niyetlikalmasından ötürü, politikadan ve ne yazık ki devletişlerinden uzaklaşmak zorunda kalarak, yeniden hizmetegirmenin, sağduyusunu eğitim işlerimize getirmeninözlemiyle bir köşede öldü.

Hasan Âli Yücel, kendi kuyusunu kazanları yanı başındakikoltuklara oturtacak, yüreğinin ve evinin kapısınıdüşanmanlarına açacak bir insandı. İkiyüzlü olmaktansazevksiz, dobra dobra, hatta kaba görünmeye razı olurdu.Türkiye'ye yararlı belli bir iş için çalıştığınız sürece onundostluğunu, yardımını hemen kazanabilirdiniz. İşarkadaşları arasında hiç hoşlanmadığı kimselerbulunabilirdi. Hiç kimseye kin beslemiş olduğunusanmıyorum.

Yücel kumanda etmekten hoşlanır, saklamazdı dahoşlandığını. Tepilmiş, acılaşmış duyguları yoktu. İşinibilmenin, kendine güvenmenin rahatlığı içinde iyimser vegülümserdi her zaman. Kendinde ve başkalarında hiççekemediği şey asık yüzdü. Çalışmanın bir sevinci olmasınıister, en zor işleri güle söyleye başarırdı. Vehim, kuşkunedir bilmezdi. Engeller karşısında şaşırmaz,duraksamazdı. Belalar karşısında kayıtsız değildi, amaezilip kalmazdı da belaların altında. Kaygıları gürbüz birkahkahayla dağıtıvermesini bilirdi. Sanatçı yanınıköreltecek kadar bulutsuz, gölgesiz bir iç rahatlığı,dolambalçı yollara, alacakaranlıklara pek girmeyenkendinden emin bir sağduyusu vardı. Düşünce ayrılıklarınıhoş görür, ama kendisi orta yoldan şaşmazdı. Aşırı gitme,onun yaradılışına aykırı bir davranıştı. Her çeşit insanıanlayışla dinleyebilirdi. Hayatın her türlüsünü tanımış,memlekette ve dünyada çok dolaşmış olmak, insanları

104

Page 105: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

geniş bir açıdan görme gücünü kazandırmıştı ona.

Yücel bütün bu özellikleriyle, bizim koşullarımız içinde,yapıcı bir devlet adamı olmaya namzetti ve oldu da. Yıllaryılı, eğitim tarihimizde görülmedik bir hız ve verimlilikleçalıştı da; Atatürk'ün, İnönü'nün dilediği halktan yana birçokeğitim ve öğretim işlerine ayak oldu da. Büyük MilletMeclisi'nde, kasabalarda, köylerde, okullarda, sokaklarda,her aydının göstermeyeceği sabır, ustalık ve keyifle, yüzbinlerce yurttaşa Yeni Türkiye'nin, demokrasinin anakurallarını benimsetti de. Böyle iken nasıl oldu da YeniTürkiye, kendi yarattığı, kendine hizmet eden bu adamı,para pul kazanmaktan çok bir yapıcılık ünü kazanmakisteyen bu eğitimciyi bir kenara atıverdi ve yerine, iyi niyetli,iyi yürekli olmakla beraber, onun da dost olarak tuttuğu,ama her insan elini sıktıktan sonra mikrop kaptım vehiminekapılarak gizl gizli odasında ellerini ispirtoyla yıkayan ReşatŞemsettin Sirer'i getirdi? O Reşat Şemsettin Sirer ki,İnönü'ye kendini beğendirmek için Çankaya'da hümanizmaüstüne konferanslar verirken bir yandan da Yeni Türkiye'ninbilerek bilmeyerek kuyusunu kazan ırkçılar ve ırkçıların,bilerek bilmeyerek kendilerinden saydıkları ağalar, beylerleİnönü'ye karşı, bilerek bilmeyerek, işbirliği yapıyordu.Neden Atatürk'ün kurduğu Halk Partisi, dünyanın enilerisinde olmamakla beraber en gerisinde de olmayanHasan Âli Yücel gibi bir eğitim bakanını bırakıp, daha ilerigörünmekle beraber en geri güçlerimizle anlaşan solgörünüp sağcı olan, daha açıkçası Nazizme, Faşizmekayan Reşat Şemsettin Sirer'den yana gitti? İşte, DemokratParti, Menderes'in asılması, 27 Mayıs, koalisyon, 22 Şubatdahil bütün sorunlarımız bu soruya vereceğimiz karşılıklailgilidir.

Hasan Âli Yücel'in var gücüyle sözcülüğünü, işçiliğiniyaptığı parti günün birinde, kendi düşmanlarıyla işbirliğiyapmak zorunda kaldı. Bu düşmanlar, kendilerinegülümseyen Reşat Şemsettin gibi saf yürekli politikacılara

105

Page 106: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

katılacak yerde, kendi çocuklarını bile bile aldatan şeytanpolitikacıların yolunu tutup, zavallı Anadolu'nun bin yıllardırçektiği sıkıntıyı ve devlet düşmanlığını sömürüp, YeniTürkiye'yi kuran Atatürk−İnönü politikasına karşı kodular.Yücel kendi partisindeki gerilemenin kurbanı oldu. Bugerilemenin İnönü'den geldiğini sanmak, Türk aydınlarındanbirçoklarının üstünde durulmaya değer gafletlerinden biridir.Çünkü İsmet İnönü, Hasan Âli Yücel'in eğitim alanındayaptığı bütün değişikliklerle candan ve yakından ilgiliydi.Onun da, Tonguç'un da en verimli zamanlarında işlerindenayrılmalarına en çok üzülen yurttaşlarımızdan biri de İnönüolsa gerektir. Ama birçoklarına göre İnönü istese onları datutar, partisinden ve memleketten gericileri de atar,Türkiye'yi bütün mikroplarından, sömürücülerinden, ruhhastalarından kurtarırdı. Onlara sorarsanız bugün bileİnönü istese huzuru da getirebilir, kendi partisini de, ötekipartileri de temizleyebilir, Köy Enstitülerini şıp diye eskidurumlarına sokabilir, aklımızdan her geçeni yapabilir.Oysa İnönü öteden beri neyi ne zaman yapabileceğinidüşünen, her adımını elindeki güçleri hesaplayarak atangerçekçi bir devlet adamıdır. Türkiye'de Yücel gibileritutacak bir ortamın gelişmesine çalışmak, onun için Yücel'itutmaktan daha önemliydi: Kaldı ki Yücel'i, demokratikgelişmenin zorunlu tepkilerine karşı da tutabildiği kadartutmuştu.

Köşesine çekilen Yücel, memleketine de, dünyasına daküsmüş, karamsarlığa düşmüş değildi. AslındaAtatürkçülüğe saldıran Kenan Öner'e karşı kendini,dolayısıyla Atatürkçülüğü, partisinin devrimci yanınısavunduktan sonra söz, yazı ve işle, düşüncesinin yönünüdeğiştirmeden, yurttaş Yücel olarak çalıştı ve umudunuyitirmeden güzel ömrünü bitirdi. Son yıllarında Yücel'inyazılarında belki yalnız dinle ilgili olanlar, bazı okurlarınışaşırtmış olabilir. Bu konuda önce Halk Partisi'ninDemokrat Parti'yi önlemek kaygısıyla, sonra DemokratParti'nin oy sağlamak tutkusuyla yol açtığı çorap söküğüne

106

Page 107: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

benzer gerilemeler, Yücel'in, içten de olsa, Allah bir demesi,bir çeşit zamana uyma gibi görülebilir. Ben, Yücel'in dinüstüne konuşmalarında kişisel bir politika olduğunusanmıyorum. Öyle olsa, Tanrı ile ilgili şiirlerini kendisağlığında çıkarırdı. Yücel sadece, gerçekten laikolduğunu, insanın Tanrı ile politika dışı ilişkileriolabileceğini, Köy Enstitülerinden, dünyaya açılmanın illede dine karşı, gerçekten inananlara karşı olmayıgerektirmediğini anlatmak istiyordu bence. Onun gibiduymak ve düşünmek, din karşısındaki davranışınıpaylaşmak zorunda da değiliz, ama dinden söz etti diyeonu da din bezirgânlarıyla karıştırmaya hakkımız yoktur.Asıl önemli olan Yücel'in devlet adamı olarak, yazar olarak,yurttaş olarak insan düşüncesinin özgürlüğünden, insanhaklarının kutsallığından yana çıkmış, çıkarcı gericiliklesavaşmış olmasıdır.

1962

107

Page 108: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

YÜCEL'İ ANARKEN

Otuz yıl kadar önce bir yazımda Türk sanatçısının Batılıokulunda yetişmesi, ama yurt gerçekleri ve değerlerindenkopmaması gerektiğini ileri sürmüş, bunu gerçekleştiren birşair örneği olarak da, "Ben Paris'e alafranga gittim, alaturkadöndüm" diyen Yahya Kemal'i göstermiştim. Yücel buyazıma bir doçentin gafleti diye sert bir karşılık vermiş,dediklerimden çok da verdiğim örneğe çatmıştı. Dahatanışmıyorduk kendisiyle. Kendisi tanışmak, konuşmakistedi benimle. Tepebaşında bir yerde buluştuk, tartıştık;örneğin dışında anlaştık da az çok. Derken söz NurullahAtaç'a geçti. Araları açıkmış, bilmiyordum. Nesinibeğenirsiniz bu adamın, diye sorunca Yücel, her şeydenönce kimseye dalkavukluk etmeyişini, dedim ben de. Meğerbilmeyerek, istemeyerek o günlerde Yücel'e söylenebileceken acı sözü söylemişim: Ataç onun Atatürk'e dalkavuklukettiğini söylemiş bir yerde. Yücel bunu bildiğimi sanıp banane kadar kızsa haklı olurdu. Kızmadı, daha doğrusuöfkesini yendi ve işte benim kendisine sevgim, saygım daböyle başladı. Böyle bir durumda az kişinin gösterebileceğibir olgunlukla, her hayranlığı dalkavukluk saymanın kolayolduğunu, Atatürk'e iktidarda olduğu için değil Atatürkolduğu için ve gösterdiğinden daha da fazla bağlı olduğunu,Atatürk'ü gerçekten sevenlerle sevmeyenleri benim gibiAtatürk'ün kurduğu üniversitede çalışanların ayırt etmesigerektiğini, Ataç'ın kendisine haksızlık ettiğini günün birindeanlayacağımı uzun uzadıya anlattı.

Aradan aylar, yıllar geçti. Bu arada Atatürk öldü. Yücel,bakan oldu. Şu oldu, bu oldu. Derken, bir gün ben deüniversiteden (o zaman kendi isteğimle) ayrılıp Yücel'inyakın iş arkadaşları arasına katıldım. Talim ve Terbiye'de,tercüme bürosunda, Köy Enstitülerinde çalıştım ve Yücel'inözü sözü bir, hoşgörür, kin tutmaz, kişisel hınçlara kapılmazbir insan olduğunu türlü örnekleriyle yakından gördüm.Ataç'ın Tercüme Bürosu'na gelmesi gerektiğini söylediğim

108

Page 109: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

zaman: Keşke gelse dedi ve Ataç geldi.

Yücel bütün iş arkadaşlarına saygılı olmakla kalmaz,hepsini var gücüyle çalıştırmanın yollarını bilirdi. Onunbakanlığa getirdiği çalışma hızının şevkinin olağanüstüolduğunu sonraki yıllar gösterdi. İşleri yürütmek için kaşçatıp surat asmanın şart olmadığını, işte ciddiliğin, titizliğingüler yüzle de sağlanabileceğini ispatlamış nadiryöneticilerdendi Yücel. Birçoklarının yadırgadığı laubaliliği,şakacılığı aslında iş gördürme gücünün bir yanıydı onun.Bu yanıyla çok insan kazandığını, işleri hızlandırdığınıgördüm. Yücel gülen, söyleyen, ama güler söylerken işini,bir an önce başarmak istediği işi aklından çıkarmayan birbakandı. Bir işin yürümesi için nereye, ne zaman, nasılbaşvurulacağını bilir, çözülmez sandığımız düğümleri biranda çözüverirdi.

Yücel'in bu kişisel özelliklerini andıktan sonra biraz dapolitik serüvenine değinmek isterim. Yücel, Atatürk'ünkurduğu Halk Partisi'nde, bugün ortanın solu adını alandevrimci kanadın birkaç gerçek temsilcisinden biriydi.Ortanın o kadar içtenlikle solundaydı ki, partisinin türlünedenlerle sağa çarketmesini beceremiyordu. Halk Partisionu feda etmekle bindiği dalı kesmiş olduğunu şimdianlamaya başlıyor, başlayabilir. Başlamalıdır. Yücelpartisine küskün olarak öldü. Yaşasaydı ortanın solu onupartisiyle barıştırabilirdi ve Yücel bugün de partisininbulabileceği en iyi eğitim bakanı olurdu. Ne varki HalkPartisi'nde bindiği dalı kesecek, Yücel'e yapılanı Ecevit'e deyapabilecek, yapmak için fırsat kollayan tümenle insan vardiyorlar.

1968

109

Page 110: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

KİTAPLAR ÜZERİNE

SÜLEYMAN EDİP BALKIR'IN ANILARI

Arifiye!

Şoför durdu, Enstitü Mektebi, dedi

Süleyman Edip bey müdürün adı

Bir yol da burada duralım

Ellerinde nasır, yüzlerinde nur

Yarına umutla yürüyenlere

Bir selam uçuralım

Orhan Veli

(Destan Gibi 1946)

Süleyman Edip Balkır'ın Eski Bir Öğretmenin Anıları diyeyayımladığı güzel kitabı okurlarıma, öğrencilerime salıkverirken Orhan Veli'nin dizelerinden daha iyi bir girişbulamazdım. Orhan Veli gibi kimselere yaranmakistememiş, kişiliği ve şairliğiyle çıkarcılığın, gericiliğinkarşısına dikilmiş bir insanın bir okula, hele bir müdüreselam uçurması üstünde durulmaya değer bir olaydır. Budizelerde devrimci Türk şiirleriyle devrimci Türk eğitimimutlu bir rastlantıyla kucaklaşıyorlar.

Destan Gibi'nin çıktığı 1946 yılı ne yazık ki umutlu

110

Page 111: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

yürüyüşlerin birden durakladığı yıl oldu. Orhan Veli'ninuçurduğu selam daha yerine ulaşmadan, elleri nasırlılarıngözlerindeki nur donuklaşıverdi. Etkinin tepkisisandığımızdan daha erken geldi. Kendi devleti bir kez dahaAnadolu'nun soluğunu kesti. Kırk bin köyümüz, yüzdeseksenimiz, Kurtuluş Savaşı'nı kazananlarımız bir kez dahaelleri böğründe garip kalıverdiler. Padişahlar padişahı,krallar kralı PARA sen misin eli nasırlılara selam uçurandedi Orhan Veli'ye, ve Enstitü Mektebi Süleyman EdipBey'le birlikte şoförün de, şairin de durup bakamayacaklarıbir yer oluverdi.

Gelelim kitabımıza. Günü gününe tutulmuş anılaradayansaydı Balkır'ın kitabı son elli yıllık ilköğretimçabalarımızın en zengin destanı olurdu. Çünkü, KurtuluşSavaşı sırasında köy öğretmenliğini ancak müezzinliklebirleştirip yürütebilen Balkır, yaman bir iş ve diretiş gücüneeklenen mutlu rastlantılarla yeni Türkiye'nin, CumhuriyetTürkiyesi'nin bütün ilköğretim seferberliklerine katılmış, türlüsorumluluk basamaklarında yer almış, en büyük yetkililerlesenli benli olmuş, en yoksul yurttaşlarımızla en seçkindevlet adamları arasında mekik dokumuş bir meslek eri, birkültür seferberidir. İlköğretimin işçiliğini bırakmadan,yöneticileri arasına girmiş bir insandır.

S. E. Balkır'ın anlattığı yıllar, Türkiye'nin özgürlüksavaşıyla başlayan diriliş ve yeniden kuruluş yıllarıdır.Yazar bu yılları acı ve tatlı gerçekleriyle anlatırken daha çokkendi iş alanına bağlı kalıyor. Hep ilköğretim çabalarınaçevrilen anılar bize yeni Türkiye'nin bir ilk eğitimcisinin nasılyetiştiğini, işe nereden başlayıp ne yollardan geçtiğini,neleri özleyip ne kadarını başarabildiğini açık seçikörnekleriyle gösteriyor. Ayrıca Atatürk ve İnönü'nün ilkeğitim çabalarını da adım adım izleyebiliyoruz; ve şunugörüyoruz ki, Cumhuriyet'in ilk otuz yılı içinde ülkücü, ilerici,devrimci öğretmenler yetişmiş, devleti arkalarında bildikleriiçin köyde, kentte zorlukların, yoksullukların her türlüsüne

111

Page 112: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

seve seve katlanmışlardır. S. E. Balkır ve ona benzeyenyüzlerce devrimci eğitim savaşçısının, memleketin herköşesinde aynı inanç ve coşkunlukla çalışmasını her devletve her hükümet kolay kolay sağlayamaz. Bir hava eser,insanı, hele Balkır gibi tuttuğunu koparan bir insanı mutluazınlığın rahatlığından koparıp karanlık çamurlar içindecenkleşmeye yollar; bir hava eser ki, mutsuz çoğunluğuninsanlarını bile yurtlarından kaçıp Amerika'lara sığınmayasürükler.

Balkır'ın anlattığı yıllar, öğretmenlerin kafasında Atatürkyelleri estiği yıllardır. O yılların adsız eğitim kahramanlarıkolayca sağlayabilecekleri rahatlıklar ve çok kez de canlarıbahasına karanlıklarla, bugün İstanbul'un TaksimMeydanı'nda Atatürk'e ve İnönü'ye açıkça saldırma fırsatınıbulan sinsi kara güçlerle nasıl savaştılar kimbilir! Ne var ki oyıllarda öğretmen devleti arkasında biliyor, bir halktürküsündeki gibi: "Ben ölürsem, benden daha genci var",diyebiliyordu. Köylüyle aydın, aydınla köylü arasındaözgürlük savaşında gerçekleşen bir kaynaşma, ilk eğitimdeher gün biraz daha olağan görünüyordu.

Balkır'ın anlattığı yıllar, ayrıca, ağalar ve imamlarındevrimler karşısında sus pus olup pusuya yattıkları yıllardı.Ülkücü öğretmenin karşısında çıkan bugünkü gibi gerici,imam, hatip, Necip Fazıl, Orhan Seyfi, Falih Rıfkı, BediiFaik, Mümtaz Faik Fenik vb. gibi iktidar yardakçıları değil,devletin, Atatürk'ün ve İnönü'nün isteyip de yenemedikleri,sosyalizme gitmeden yenemeyecekleri kadrosuzluk,araçsızlık, parasızlık, adamsızlık, sesini duyurmamazlık gibizorluklardı. Dikkat ederseniz Balkır'ın kitabında yakınma,şuna buna çatma, yoktur: Öğretmen her gittiği yerdeyapabileceğinin en çoğunu yapar ve susar. Yıllarca çalışıpgerçekleştirdiğinin yıkılması karşısında da "Yazık oldu"demekle yetinir.

Balkır'ın kısaca "Yazık oldu" demekle yetindiği yıkılmış

112

Page 113: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

kurumlardan biri eğitmenlerdir. Bu kurum eğitim tarihindekatıksız bir Türk buluşu ve Balkır'ın Eskişehir veKastamonu'da canla başla uygulamasını sağladığı birkurumdur. Ordu'dan köyüne dönen askeri milli eğitimseferberliği için kazanmak basit olduğu ölçüde zengin vegericileri ürküttüğü ölçüde yerinde bir yerli buluştu. Eğitmenhiçbir öğretmenin gitmediği, kolay kolay da gidemeyeceğinibilerek gidiyordu. En az bilgi edinmiş eğitmen bile köyeelbet imamdan daha fazla ışık götürüyordu. Üstelikkendiliğinden bir iş eğitimcisi, bir üretici eğitim uygulayacısıoluyordu. Daha da üstelik devlet bu yoldan Mehmetçiğe:"Sana güveniyorum", demiş oluyor, savaştaki işbirliğinibarışta sağlıyordu.

Kendisine güvenilen, işgücü depreştirilen Mehmetçiğinneler yapabileceğine Balkır'ın anılarında birçok örneklerbulacaksınız. Bunlar arasında en güzeli Gölköy'deki tuğladestanıdır. Evet, bir destandır gerçekten, kurs binalarınınüç yüz elli bin tuğlasını yapıvermeleri. Bu destanıyaşayanlar hangi okulda dava yaratıcı bir eğitimgörebilirlerdi? Tonguç ve onun Balkır türünden kurucuarkadaşları iş eğitimi ilkesine ve Köy Enstitülerine,memleket gerçekleri, koşulları, zorunlulukları içinde pişerekvarmışlardır. Eğitmen kursları ve onların başarılarındadayanılarak kurulan Köy Enstitüleri, Atatürk'ün HAYATTAEN HAKİKİ MÜRŞİT BİLİMDİR sözünü ve Türk köylüsünükaranlıktan ve kulluktan kurtarma istemini ciddiye alaneğitimcilerimizin kenarda köşede cömertçe harcadıklarıgösterişsiz bilim çabalarının sonuçlarıdır. Balkır'ın anıları,ne yazık ki, Köy Enstitülerinin kurulmasıyla sona eriyor.Arifiye Köy Enstitüsü müdürlüğündeki anılarını bir başkakitaba bıraktığını kendisinden öğrendim. Kardeşim MustafaEyüboğlu ile eşinin de katıldığı Arifiye destanını yakındanbilirim. Yirmi beş yıl önce orada çok başka rüzgârlaresiyordu. O güzelim yurt köşesi semtine uğranmaz birsivrisinek yatağı iken birkaç yıl içinde Orhan Veli'ninönünde durup selam uçuracağı bir yer oluvermişti:

113

Page 114: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Derslikleri, işlikleri, öğretmen evleri, meyve ve balık işletmekurumları ile. Arifiye'ye her uğrayanın içi umutlarladoluyordu. Ben ilk gittiğimde, enstitünün ne kadar çabukgeliştiğine şaşarken, Balkır, işlerin türlü nedenlerle ağırgittiğinden yakınıyordu. Balkır, birçok iş arkadaşları gibi, enverimli çağında, en verimli olduğu işten ayrılıp, işgücününyüzde birini harcayarak rahat yaşamak zorunda bırakıldı.Ve olanlar yine Türk köylüsüne oldu.

1968

114

Page 115: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

ŞAİR BAŞARAN

İnsanlığın yıldızlı saatleri, yahut mutlu demleri diye birkitabı vardır Stefan Zweig'in. Kitap belki isminin vaat ettiğinivermiyor, ama yalnız bu isim bir kitap kadar yüklü geliyorinsana. tarih birden, beklenmedik bir ışıkla aydınlanıyor;mucizelerin, ama insan gücünün yarattığı mucizelerindiriltici havasıyla doluyor.

Tek insanın hayatını bile bir hatırlayışta abâd eden,manalandıran gücü kolay, ırağı yakın, samanlığı seyraneden günleri vardır. Bir de insanlığın öyle günlerini, hepberaber tadılan mutlu demleri düşünün. O zaman dünyabizim için kurulmuş bir sofradır. Tanrı bizden yanadır ozaman. Ölü canlar dirilir. Gurbet sılaya döner. Bozkır çayırçimen, gelen geçen kardeş gibi gelir insana.

İşte ben Başaran'ı böylesine yıldızlı bir demdeHasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nde tanıdım. Birkaç yılönce tabiat anadan yeni doğma çıplak halini görmüşolduğum bozkırda seksen bin fidan yeşermeye, memleketindört bir yanından gelen enstitülerin kendi elleriyle kurduklarıocaklar tütmeye başlamıştı. Gelmez denen sular gelmiş,tutmaz denen çamlar tutmuştu. Bağ için kazılantopraklardan Roma imparatorlarına şarap gönderenasmaların kökleri çıkıyordu. Tren sesi bir sevinç çığlığıolmuştu. Açık hava tiyatrosunda geçen hafta yatakçarşafından kostümlerle "Julius Caesar" oynanmış, bu haftaenstitülerin yazdığı "Bizim Köy" piyesi oynanıyordu. YeniTürkiye'nin insanını, bitkisini, hayvanını, folklorunu yenibaştan ve yerli yerinde görmeye başlayacak bilimmerkezlerinin temelleri atılmıştı. Kış geceleri dağlardanHasanoğlan'a inen aç tilkilerin fosforlu gözleri enstitüye yenigelenlerin gözleri kadar ışıklı değildi. Sabah şafakla, İstiklalMarşı'ndan sonra, kız erkek, büyük küçük bin kişinin birdençevirdiği horonda silinmedik kötülük, savrulmadık hayal,dirilmedik gönül kalmıyodu. Bu horonu kuran yapıcı ellerin

115

Page 116: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

bir çifti de Başaran'ındı.

Kırk bin köyün en yoksullarının birinden geliyorduBaşaran. Kendi yağıyla kavrulmuş insanların sabırlısessizliği hâlâ üzerindeydi. Sin sin, için için bakışları,yakalanması güç, ama yakalanınca da insanı birden ısıtanbakışları vardı. Köylünün bahtı gibi kolay kolay açılmaz,ama açıldı mı yaman açılır, birden sözün en acısı veya entatlısıyla boşanıverirdi.

Başaran'ı tanıdığım zaman daha büyük şehir görmemişti.Hâlâ da görmüş sayılır mı bilmem. Ama bir yenidendoğuşun tozu toprağı... köylü Başaran bir yandan duvarörmüş, bir yandan düşüncesini dünyaya açmıştı. İlkkonuşmamızda kendimi uyanık ve işlek bir zekâ karşısındabulmuştum. İstanbul'da, Ankara'da düşüncenin ve sanatınne sularda olduğunu biliyordu. Başaran şiire dersten kaçıpgelenlerden değildi. Bu tatlı belayı başına ne zamansarmıştı bilmem; ama kısa zamanda, Almancayısöktürdüğü kadar kısa bir zamanda çıraklık devresinigeçirmiş, sorumsuz şairânelikten, dumanlı edebiyattankurtulmuştu. Daha yeni şairleri tanımadan, yeni şiirinaradığı yalın sözü sezinlemişti.

Okuyordu çünkü Başaran, zorlanmadan, nazlanmadan,davarın peşinde zeytin ekmek yer gibi okuyordu. Hoş buokuma iştahasının enstitüde kimseyi şaşırttığı yoktu. Ozamanlar enstitülerde eksik olan bu iştaha değil, adetakendiliğinden ve alabildiğine açılan bu iştahayıdoyurabilecek kitaplardı. Tonguç baba, diriltilecek topraklarüstüne topladığı köy çocuklarına öğretmen, hekim, ekmek,tuğla ararken karşısına doymak bilmeyen, kitapları nezaman, nerde, nasıl kemirdiği anlaşılamayan yeni bir devle,okuma deviyle karşılaşmıştı. Enstitüye kız gibi gelenklasikler bir hafta içinde yıllanmış köylü çarığınadönüşüyordu. Okul kitaplarını kapalı dolaplarda, her demtaze ebedi bakireler halinde görmeye alışanlar için

116

Page 117: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Hasanoğlan'ın kitaplığı vandalların hücumuna uğramış biryerdi.

Okumak, Başaran'ın düşüncesini şehre indirdi, amagönlünü köyden ayırmadı. Daha nice enstitülünün içindekibu iki köklülük Başaran'ın hayatında kim bilir nelere maloldu. Bunda bir ikilik, şehre karşı köylülük yahut köye karşışehirlilik nasıl dert anlatır bilmem. İkilik yapmak şöyledursun Başaran mevcut ve yürekler acısı bir ikiliği ortadankaldırmak isteyen Cumhuriyet neslinin ön safındadır. Köyünşehirde, şehrin köyde eriyebileceğini ve bu erimeden enlezzetli fikir meyvelerimizin doğacağını insan Başaran veBaşaran gibileri gördükçe anlıyor. Ahlat ağacı iki köklüağacın ta kendisidir.

1953

117

Page 118: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

PİRAMİDİN TABANI (*)

Piramit biçimlerin en oturaklısı, en kolay kurulup en zorbozulanı, yan yatırmakla bile yuvarlanmak, yürümekbilmeyeni, zamana, dış etkilere en dayanıklı olanıdır.Olduğu gibi kalmasını istediğimiz anıtın piramidimsi olmasıdoğanın ve aklın kanunlarına uygundur. Ama, değişmesiniistediğimiz bir toplum düzeni piramid biçimindeyse, doğanınve aklın ilk buyruğu bu biçimi değiştirmek olacaktır. Bubiçimin en büyük özelliği tabanın genişliği ve dört yanınadağılan ağırlık altında yere yapışıklığıdır. Bu yüzdenbiçimlerin en çok statik, en az dinamik olanı denebilir ona.Öyleyse, tabansız ya da yere yapışmaz, yürür tabanlı birbiçim aramak gerekir toplum yapısı için. Hangi biçimolabilir, bu geometrinin bütün biçimleri arasında? Silindir,evet, dönen ve yürüyen tabanlı dinamik silindir...

Neredeyse kırk yıl önce, Cumhuriyetimin bugün artıkunutulmaya başlayan yoksulluk yıllarında, bir öğretmenokulu öğrencisi böylesi devrimsel biçimler ya da biçimseldevrimler yoğuruyormuş kafasında. Sonradan somut olarakgörmüş piramidi ve kırk bin köyü kapsayan tabanını. Butabanı, yüzyıllardır taşıdığı ağırlıktan kurtarmak içinkurulmuştu Türkiye Cumhuriyeti. Mustafa Kemal bu tabanıkımıldatmak için girişmişti üst−yapı devrimlerine ve şöyleanlatmıştı piramidin tabanını ve özlediği yeni toplumbiçimini: "Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? Bununcevabını derhal birlikte verelim: Türkiye'nin hakiki sahibi veefendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkestendaha çok refah, saadet ve servete hak kazanan ve layıkolan köylüdür. Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet MeclisiHükümeti'nin iktisat siyaseti bu temel gayeyigerçekleştirmeye yönelmiştir.

Efendiler! Diyebilirim ki, bugünkü felaket ve sefaletin biriciksebebi bu hakikatın gafili bulunmuş olmamızdır. Gerçekten,yedi yüz yıldan beri dünyanın dört bucağına sevkederek,

118

Page 119: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımızve yedi yüz yıldan beri emeklerini ellerinden alıp israfeylediğimiz ve buna karşılık daima tahkir ve tezlil ilemukabele ettiğimiz ve bunca fedakârlık ve ihsanlarına karşınankörlük, küstahlık, cebbarlıkla uşak menzilesine indirmekistediğimiz bu asil sahibin huzurunda bugün utanç vesaygıyla hakiki yerimizi alalım." (1 Mart 1922)

Bu bir sosyal devrime çağrıydı elbet, ama Mustafa Kemalbir sınıf adına dikta yolunu tutmadı, tutamazdı. Sınıfsız birtoplum özlemiyle yeni bir devlet, millet ve anayurt kurmaktıişi. Sosyal yapıya yeni biçimini gittikçe uyanacak tabanverecekti; bu uyanışı engelleyen üst−yapı kurumlarınıtoptan değiştirecekti. Sözde bilimsel kimi sosyalistlerinbiçimsel diye hor gördüğü dil, tarih, yazı, din, yasa, töre,kılık, eğitim, öğretim, yönetim reformlarının her biri sınıfayrıcalıkarına karşı ve sosyal devrimden yana atılımlardır.Atatürk tabandan gelecek devrime, tepeden inme ışıklar vetutamaklar getirmiştir. Bir başka türlü söylersek, Atatürksosyal devrimin öncüsü olmaktan çok yardımcısı olmakistiyordu. Taban bilinçlenerek tabanlıktan kendi istemiyleçıkmalıydı. Yoksa piramidi yerinden oynatmaya hiçbirkadronun gücü yetmez, boşuna kan dökmekle kalırdı.

İşte Köy Enstitüleri, Atatürk'ün tabanı bilinçlendirmeçabalarının en verimlilerinden biri olarak ve türlünedenlerden gecikerek ölümünden hemen sonra yurtölçüsünde gelişmeye başlamıştı. Piramidi silindire çeviripyürütmeyi tasarlayan gencin yeri elbet Köy Enstitüleriolacaktı; öyle de oldu. Ben kendisini Hasanoğlan YüksekKöy Enstitüsü'nde müdürüm olarak tanıdığım zamanHürrem Arman bu büyük eğitim seferberliğine çoktankatılmış, tabanın Karadeniz kıyısında Beşikdüzü KöyEnstitüsü'nü kurmuştu. Tonguç Baba'nın en güvendiğimüdürlerden biriydi. Birkaç yıl içinde köylü öğrencilerininemeğiyle bir balık işletmesini kendi kendine yürüyecek halegetirmişti. O işletme daha birçokları gibi işletilmez olalı yirmi

119

Page 120: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

yıl geçti gitti. Ama Hürrem Arman'ın yeni çıkan "Piramid'inTabanı" adlı kitabında bir daha yaşıyoruz o coşkun günleri.

Bu kitap, ikinci yarısı da çıkınca, Köy Enstitülerinin ne olupne olmadıklarını anlatmakla kalmayacak, sosyal devrim içintaban eğitiminin ne ölçüde önemli ve ne cömertçe verimliolduğunu gösterecektir. Ayrıca sağdan ve ne yazık kisoldan Köy Enstitülerini bir ütopya sayanlar bu kitaptanalabilirlerse, yaman bir gerçekçilik dersi alacaklardır.

Er geç uyanacak tabanın silip süpüreceği sağcıların KöyEnstitüleri üstüne söyledikleri abuk sabuk sözlerleilgilenmesek de olur. Ama insanlığın geleceğine çevrik olansolcuların Köy Enstitüleri üstüne söyledikleri kalburdangeçirilmeli ve abuk sabuk konuşmaları karşılıksızkalmamalıdır. Kimi solculara göre sosyal devrimi olmayanAtatürk ve İnönü'nün yönettiği Türkiye'de kurulmuş olanKöy Enstitüleri ancak faşist olabilecekleri için hiçkurulmamalıydılar. Bunlara, Hürrem Arman'ın kitabındankanıtlar çıkarılarak verilecek karşılık şudur: Toptanaldanmanız bir yana Köy Enstitüleri faşist eğilimli gençleribile sosyal devrimciliğe çevirmiş oldukları gibi, KöyEnstitülerini yıkan yöneticilerin de faşist eğilimli olduklarıdır.Kimi solcularımıza göre de Köy Enstitüleri her ne kadarsosyal devrime çevrik değerli kurumlarsa da, vakitsiz veboşuna kurulmuşlardır. Önce sosyal devrim yapılıp sonrabu yola engelsizce girilmeliydi. Bunlara verilecek karşılıkda, yine Hürrem Arman'ın kitabına dayanarak şu olabilir:Türkiye'de tabandan gelmeyen bir sosyal devrim dayanakbulamaz; tabandan gelmeyenlerin yapacakları sosyaldevrim boşuna kan dökmekle kalır; birikim sağlayacak herkurum bir gün yaşayacak da olsa kurulmalı, birikimsiz vebilinçsiz sosyal devrimlerden yalnız sağcılarınyararlanacağı düşünülmelidir. Kimi solcularımıza göreysesosyal devrim köyden değil şehir işçilerinden çıkacağı içinKöy Enstitüleri ha olmuş ha olmamış. Bunlara verilecekkarşılık da şudur: Türkiye şehirlerinde işçilerin büyük

120

Page 121: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

çoğunluğu köyden gelmedir ve sömürülenlerden çoksömürücülerden yana olmak eğilimindedir, daha doğrusubu eğilimde oldukça ekmeğini kazanabilmektedir. Bu durumancak işçi yoğunluğunun büyük ölçüde arttığı zamandeğişeceğine göre devrimci çabanın her olanaktanyararlanıp köye yönelmesi gerekti. Köy Enstitülerini boşunaharcanmış bir çaba sayanlar gerçeklerimize çok uzaktan,çok yukardan bakanlardır.

121

Page 122: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

DEVRİM AÇISINDAN KÖY ENSTİTÜLERİ (*)

Aylar güzeli nisan bu yıl güzel bir kitapla geldi: EnginTonguç'un "Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç"kitabıyla. Her yıl on yedi Nisan'da kuruluşlarını yıkıcılarainat ve yeniden kurulacaklarına inanarak kutladığımız KöyEnstitüleri niçin, nasıl kuruldu, niçin, nasıl yıkıldı? Bukurumlar sağdan ve soldan nasıl eleştirildi, nasılsavunuldu? Bu soruları eşine az rastlanır bir araştırma vebelgeleme çabasıyla cevaplandırıyor Engin Tonguç.Babasının eseriyle birlikte savunmak değil yalnız gördüğüiş: Devrim açısından yurt gerçeklerimize ve yakın tarihimizeyaman bir ışık tutuyor. Gerçek ve gerçekçi devrimcilerimizincan gözüyle okumaları gereken bir kitap bu; girişecekleriher işte karşılarına nelerin nasıl çıkacağını, sözde devrimleişte devrimin nerde, nasıl çatışacağını görürler bu kitapta.

Sözde devrimciler, ki asıl ütopyacılar onlardır, hâlâ ütopyadeyip durmadalar Köy Enstitüleri için. Hemen şunusöyleyeyim ki, biz Vedat Günyol kardeşimle birlikteütopyaları sevip saymakla kalmadık, devrimcilerimize ışıktutarlar diye onları Türkçeye çevirdik de. Ama bizim, yineGünyol kardeşle gördüğümüz ve birisinde, karıncakaderince çalıştığımız Köy Enstitüleri gerçekleşmiş,meyveleri umutları aşmış, yurdun dört bir yanında elletutulur, gözle görülür bereketli başaklarla donanmışkurumlardı. Gerçeğin ta kendisiydi yoğrulan taşı, toprağı veinsanıyla birlikte, Hacı Bayram Veli'nin kurulduğunugördüğü şehir gibi:

Gezerken bir şarı gördüm

Ol şarı yapılur gördüm

Ben dahi bile yapıldum

Taş−u toprak arasında.

122

Page 123: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Ne biçim ütopya ki bu, uygulanmakla kalmayıp yıkıldı bile:Gerçekleşemez olduğu için değil, çarçabuk gerçekleştiği,gerçeğe dayandığı için değil, gerçeğin bamteline bastığıiçin yıkıldı hem de. Kaldı ki Enstitülerin yeşerttiği topraklarve insanlar, ördüğü duvarlar, susuzluğa getirdiği sular,karanlığa getirdiği ışıklar gözlere şenlik ortadalar hâlâ.Yıkılan daha çok Enstitülerin yapacak oldukları, bugünedek yapmış olacaklarıdır.

Köy Enstitülerinin tutunamayacağını kestirip kurulmamasıgerektiğini söyleyenlerse, alt−yapı, üst−yapı teorilerinibilmenin devrimci olmaya yettiğini sananlardır. Ütopyalargibi teoriler de güzel şeylerdir; kurabildiğimiz kadarkurmalıyız onları, uyabildiğimiz kadar uymalıyız onlara.Ama teoriye uymuyor diye elimize geçmiş bir devrimfırsatını kaçırmak hangi akla sığar? Teoriye uymuyor diyeAtatürk yapmasa mıydı devrimlerini? Başarılı bir devrimiteori yönünden yanlış sayanlar ya kendilerinin ya dateorinin eksik yanını görmeyen, görmek de istemeyenlerdir.

Ama, gelin biz şimdi ütopya kurmaktan ve teoriye aykırıdüşmekten korkmayarak ve Köy Enstitüleri denemesininbaşarılı sonuçlarına dayanarak şöyle bir eğitim ve öğretimdevrimi düşünelim: İlkinden yükseğine, sivil asker, bütünokullar yüz binler ve yakında milyonlarca kız erkeköğrencisi ve öğretmeniyle üreterek eğitip öğreten, eğitimöğreterek üreten birer işletme, birer imece olacaklar. Herbirinde, her şey derslikten çok işlikte, şantiyede, tarlada,gezide, pazarda, en azından tükettiği kadarını üretme vedeğerlendirme çabası ve sevinciyle birlikte öğrenilecek,öğrenciler yönetim sorumluluğunu öğretmenlerlepaylaşacak, başarı ve başarısızlık ölçülerini hep birliktebulacaklar, yurt ve dünya sorunlarını tartışacaklar.

Okulun bir işletme, bir imece haline gelmesi bugünküdünya gençliğinin isteklerine uygun olmaktan başka bizimen soylu geleneklerimize aykırı da değildir. Anadolu'da

123

Page 124: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

İslamlıktan önce ve sonra eğitim imeceleri diyebileceğimizkurumlar yaşamış ve kimi köylerimizde izleri kalmıştır. İlkOsmanlı çağındaki Ahi kuruluşları, loncalar, tekkeler, hattabelki ilk medreseler öğretimle üretimi bir aradayürütüyorlardı. Okulun hayattan, halktan, işlikten vetopraktan kopması, üreticilikten tüketiciliğe geçmesi,okuryazarlık ayrıcalığını yaratması, sömürü düzenininbuyruğuna girmesiyle başlar. Kendi kendini besleyenokulların besleme okul haline gelmesi Osmanlıimparatorlarının işine gelmiş ve bilerek bilmeyerek,ülkelerindeki insan kafalarını kısırlaştırmıştır. Bizim eskidünyamızda gerçek aydınlar, bilginler, sanatçılar,devrimciler besleme okullardan değil, kendini besleyenokullardan yetişmedir daha çok.

Ezbercilik hayattan kopan okulun düştüğü, düşürüldüğübir karanlık çıkmazdı. Tutucu güçlerin okulu ezberci olmak,düşünceyi dondurmak zorundaydı. Laik okul bu medresealışkanlığından ne dereceye kadar kurtulabildi? Hayata vehalka dönük eğitimi ne kadar sağlayabildiyse o kadar.Medreseden Darülfünuna, Darülfünundan üniversiteyegeçiş çok şeylerden kurtardı elbet bizi, ama ezberciliktendolayısıyla besleme okuryazar ayrıcalığından kurtaramadı.Yaratıcı kafalarımız ezberci öğretime kafa tutanlararasından çıkıyor hâlâ. İş eğitiminin girmediği okula er geçkara kaplı kitap giriyor ve sınıf birincileri Kapı−Kulu oluyorister istemez.

Gerçekten halkçı olan devrimcilerimizin kurduğu ve tutucuaydınlarımızın yıktığı Köy Enstitülerinin başarısını veunutulmasını sağlayan büyülü anahtar, kördüğümü kesenkılıç iş eğitim ilkesidir. Bu ilkeyi bulmak değil (çünküinsanlığın çoktan bulup dile getirdiği bir buluştu bu), amabüyük ölçüde ve devlet gücüyle uygulamak, bağımsızlıksavaşımız kadar önemli bir katkımızdır yeni dünyaya.Tonguç, o kadrini bilmediğimiz büyük eğitimci, yalnızTürkiye için değil, bütün dünya için geçerli, Paris

124

Page 125: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

Üniversitesi'ni basan gençlerin isteklerine de uygun birokulu Anadolu'nun bozkırında gerçekleştirmiş insandır.Türk köylerini canlandırmak isterken, dünya gençlerininözlediği yeni okulun, üretici okulun bir örneğini vermiş,mutluluğu mutsuzluğu, cenneti cehennemi böylesi bir okulukurma çabaları içinde yaşamıştır.

Bir dostumun dediği gibi bugün bize düşen KöyEnstitülerinin yıkılmasına vahlanmak değil, er geç, isteristemez yeniden kurulacak olan devrimci okullarımızıhazırlamaktır. Ama Köy Enstitülerinin nasıl kurulup, nasılyıkıldığını bilmek, üstünkörü değil bütün gerçekliğiylebilmek yeni girişimlere girecek olanın boynunun borcudur.Benim görebildiğim kadarıyla Köy Enstitüleri Türkiye'de MillîŞeflik zamanında gerçekleşmiş ve Millî Şefliğin bitmesiylede yıkılmıştır. İnönü, Millî Şef olduğu, olabildiği sürece KöyEnstitülerini var gücüyle ve bütün içtenliğiyle desteklemiş,çok partili düzenin Cumhurbaşkanı olmak yolunu seçtiği yada seçmek zorunda kaldığı andan sonra, Köy Enstitülerininyıkılışına şaşarak, vahlanarak da olsa seyirci kalmıştır. KöyEnstitülerinin kurulması Millî Şefin, Tonguç'u ve Tonguç'unMillî Şefi bulmasıyla başarılmış; yıkılış ikisinin birden yıkılışıolmuştur. Bundan sonra artık Köy Enstitüleri ve iş eğitimiilkesine dayanacak daha devrimci kurumlar halkın isteği vedesteğiyle tutunabilir ancak. Bu isteğin ve desteğinsağlanması da sanıldığı kadar zor değildir. Karşı koymayine yukarıdan sinsice gelecektir, devrimci aydınlarıbölerek, yıpratarak. Onun için devrimci aydınların bir eğitimpolitikaları olması gerekir. Millî Şef tutuyor diye KöyEnstitülerini tutmamış, semtine uğramamış, halka boşunaeziyet diye baltalamışlar arasında ne yazık kidevrimcilerimiz de vardı. Sonradan Millî Şef yıktı diyetutanlar da oldu. Daha garibi yeni Köy Enstitüleri kuracakyeni millî şef özleyenler de var.

Köy Enstitüleri Türkiye'nin gerçeklerine, olanaklarına, kısazamanda halkına özlemine uygun bir yeni okul örneği

125

Page 126: Eyupoglu Sebahattin Koy Enstutuleri uzerine

verebilmiş midir? Bu okul devrimci bir eğitim politikasınınçıkış noktası olabilir mi? Bütün okulların üretici yolasokulması gerekli ve mümkün müdür? Böyle bir devrimitutacak ve tutmayacak güçler hangileridir? Üniversitegençliğinde üretici eğitim isteyecekler çoğunluksağlayabilirler mi? Hangi partiler, ne ölçüde bu devrimidestekleyebilirler? Biraz da bunları düşünmekdevrimciliğimize toz mu kondurur dersiniz? Hep başkalarınıve birbirimizi suçlamakla mı geçecek ömrümüz? Nisanaylarında olsun yapıcı yönde işletelim düşüncemizi,kaşlarımızı daha az çatıp daha az kesip atarak.

SON

126