faşizmin Özü - wordpress.com · polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “the essence of...

38
mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 137 Faşizmin Özü Karl Polanyi Çeviri: Benan Eres Çevirmenin Notu: Bu yazı ilk olarak 1930 yılında Avusturya’da mütedeyyin sosyalist bir grubun dergisi olan Menschheits Kampf’ta 1 , “Das Wesen des Faschismus” başlığıyla yayınlandı. Aşağıdaki Türkçe çeviri, Karl Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri Christianity and the Social Revolution adlı 1935 tarihli kitapta yer alan versiyona dayanmaktadır. 2 Polanyi yazıyı 1920’lerin sonunun Sosyalist Viyana’sında, tüm Avrupa’da Faşizmin yükselişini gözlemlediği sıralarda kaleme almıştır. MUZAFFER FAŞİZM sadece Sosyalist Hareket’in düşüşü değildir; Hıristiyanlığın da, en bayağı biçimleri bir kenara bırakıldığında, sonudur. Alman Faşizmi’nin hem işçi sınıfı hareketinin örgütlerine hem de kiliselere karşı müşterek saldırısı sadece bir tesadüf değildir. Bu, Faşizmin, onu Sosyalizm, Hıristiyanlık ve benzerlerinin ortak düşmanı yapan saklı felsefî özünün simgesel bir dışavurumudur. Temel savımız budur. Tüm Orta Avrupa’da Sosyalist Partiler ve sendikalar Faşistler tarafından baskı altına alınıyorlar. Aynı şekilde Hıristiyan Barışseverler ve Mütedeyyin Sosyalistler de. Almanya’da Nasyonal Sosyalizm kesinlikle Hıristiyanlık karşısında bir karşı- din olarak tasarlanmakta. Kiliseler baskı görmekte; laik bir gücün Hıristiyanlık karşıtı rekâbetinden değil, dünyaya karşı tüm tavizlerine rağmen, Hıristiyan olmaktan vazgeçmedikleri için. Devlet Protestan Kiliselerin dinî bağımsızlıklarına saldırıyor ve, bağımsızlıklarını savunmakta başarılı olduklarındaysa, sakince 1 İnsanlığın Savaşı 2 Karl Polanyi (1972[1935]). “The Essence of Fascism,” John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin (der.) Christianity and the Social Revolution, Hollandale: New World Book Manufacturing Co. içinde, s.359-94.

Upload: others

Post on 30-Jul-2020

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 137

Faşizmin Özü

Karl Polanyi Çeviri: Benan Eres

Çevirmenin Notu: Bu yazı ilk olarak 1930 yılında Avusturya’da mütedeyyin sosyalist bir grubun dergisi olan

Menschheits Kampf’ta 1, “Das Wesen des Faschismus” başlığıyla yayınlandı. Aşağıdaki Türkçe çeviri, Karl

Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K.

Kitchin’in derledikleri Christianity and the Social Revolution adlı 1935 tarihli kitapta yer alan versiyona dayanmaktadır. 2 Polanyi yazıyı 1920’lerin sonunun Sosyalist Viyana’sında,

tüm Avrupa’da Faşizmin yükselişini gözlemlediği sıralarda kaleme almıştır.

MUZAFFER FAŞİZM sadece Sosyalist Hareket’in düşüşü değildir; Hıristiyanlığın da, en bayağı biçimleri bir kenara bırakıldığında, sonudur.

Alman Faşizmi’nin hem işçi sınıfı hareketinin örgütlerine hem de kiliselere karşı müşterek saldırısı sadece bir tesadüf değildir. Bu, Faşizmin, onu Sosyalizm, Hıristiyanlık ve benzerlerinin ortak düşmanı yapan saklı felsefî özünün simgesel bir dışavurumudur. Temel savımız budur.

Tüm Orta Avrupa’da Sosyalist Partiler ve sendikalar Faşistler tarafından baskı altına alınıyorlar. Aynı şekilde Hıristiyan Barışseverler ve Mütedeyyin Sosyalistler de. Almanya’da Nasyonal Sosyalizm kesinlikle Hıristiyanlık karşısında bir karşı-din olarak tasarlanmakta. Kiliseler baskı görmekte; laik bir gücün Hıristiyanlık karşıtı rekâbetinden değil, dünyaya karşı tüm tavizlerine rağmen, Hıristiyan olmaktan vazgeçmedikleri için. Devlet Protestan Kiliselerin dinî bağımsızlıklarına saldırıyor ve, bağımsızlıklarını savunmakta başarılı olduklarındaysa, sakince 1 İnsanlığın Savaşı2 Karl Polanyi (1972[1935]). “The Essence of Fascism,” John Lewis, Karl Polanyi ve Donald

K. Kitchin (der.) Christianity and the Social Revolution, Hollandale: New World Book Manufacturing Co. içinde, s.359-94.

Page 2: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271138

toplum ve eğitimi laikleştirmeye koyuluyor. Roma Kilisesi bile Almanya’da ağır ateş altında. İtalya’daki Lateran Anlaşması’nın Roma Kilisesi’nin beklentilerini gerçekleştirdiğine dair şüphe duymak gerçekçi. Avusturya’da olduğu gibi, görünürde tutunduğu yerlerde ise konumu hem siyasî hem de ahlakî olarak nazik eşiğin ötesinde.

Çizdiğimiz resim Almanya’daki gelişmelere fazla vurguda bulunuyor ve Faşizm ve Kiliseler arasındaki mücadelenin umumî olmaktan uzak olduğu gerçeğini ihmal ediyor görülebilir.

Kuşkusuz ki, Roma Kilisesi farklı ülkelerde farklı siyasî hatları takip etmekte ve aynı ülke içinde dahi çeşitli Hıristiyan topluluklarının Faşist Parti Devleti karşısındaki tutumları farklılık göstermekte. Papalık genelgesi Quadragesimo Anno’da Papa, Faşist sosyolojiye taviz yolunu açtı. Bu Nasyonal Sosyalizm’in zaferinden önce gerçekleşmiş olsa da, Roma’nın gelecekte nihaî olarak tayin etmeye hazır olduğu yön hakkında şüphe bırakmadı. Avusturya’da bir çeşit Katolik Faşizm’iyle yaptığı deney bu durumu kesin olarak ispatlamakta.

Ancak, Katolik iradenin taviz veren bu hâlleri, ciddiyeti ve gerçekliği küçük görülmemesi gereken Alman Kilise çatışmasının önemini azaltmaktan ziyade arttırır görünmekte. Kanâatimiz odur ki, tam olgun Faşizm’in siyasî ve felsefî niteliklerini keşfetmek için Nasyonal Sosyalizm’e bakmalıyız. Diğer ülkelerdeki paralel hareketler asıl nüshanın görece az gelişmiş çeşitlemelerinden başka bir şey değiller. İtalyan Faşizmi, Mussolini’ye rağmen, kendine ait ayırt edici bir felsefeye sahip değil. Bilakis, bilinçli şekilde felsefesiz oluşu belirleyici özelliğini oluşturuyor. Korporatif Avusturya hazırolda yerinde saymakta. Faşizm sadece Almanya’da siyasî bir felsefenin bir dine dönüştüğü kati aşamaya erişti. Sovyet Rusya’daki Sosyalizm, Orta Avrupa’daki İşçi Hükümetleri’nin Sosyalist politikalarının ne kadar ilerisindeyse, aslında Nasyonal Sosyalizm de İtalyan ya da Avusturya Faşizmi’nin neredeyse o kadar ilerisinde.

Ancak, yine de, Alman Kilise çatışmasının, Faşizm’in Hıristiyanlıkla olan içkin uzlaşmazlığının bir ispatı olarak kullanılmasına itirazlar var. Her şeyden önce, Hıristiyanlığın Kiliselerle aşikâr olarak özdeş olmadığı gerçeği; ikinci olarak, Sosyalist Hareket’le Kıtadaki Kiliseler arasındaki geleneksel kan davası.

Kuşkusuz ki, Hıristiyan Kiliseleri’ne saldıranın Hıristiyanlığa saldırıyor olduğunu ileri sürmek imkânsız olurdu. Tarih boyunca sıklıkla gerçekleşen bunun tersidir. Bugün Almanya’da dahi Hıristiyan Barışseverler ve Mütedeyyin Sosyalistler, her zaman olduğu gibi çoktandır resmî Kiliselerin solgunluğundan

Page 3: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 139

uzaktalar. Aynısı Avusturya’daki Mütedeyyin Sosyalistler için de geçerli. Baskılara müştereken maruz kalmak bile Hıristiyan devrimcilerin canlı inançlarıyla, örgütlü Hıristiyanlık arasındaki uçurumu gideremez. Ancak, Almanya’daki Kilise Hıristiyan inancını savunmak adına Faşizme karşı durduğu sürece vazifesinin evrenselliği içerisinde şehadetinin önemi yadsınamayacaktır. Arızî olarak bu durum Almanya’daki Batılı Kiliselerle Rusya’daki Ortodoks Kilise arasındaki önemli bir farkı gün yüzüne çıkarmakta. Rusya’da Kilise Hıristiyan vazifeye bağlı olduğundan değil, olmadığından baskı altına girmişti. Hıristiyanlığın toplumsal gayesi, niteliği gereği devrimin yanındayken, Rusya’daki Ortodoks Kilise’nin çarcı tiranlığın başlıca siyasî dayanağı olduğunu kim yadsıyabilir?

Bu, Kıta Avrupası’ndaki Sosyalist Partilerle Kiliseler arasındaki kan davasına gönderme yapan ikinci itirazın cevaplanmasına yardım ediyor. İşçi sınıfı hareketinin yükselişinden beri bu düşmanlık vardı. Ancak, Rus örneği bunu bir sav olarak ileri sürmenin karşısında güçlü bir uyarı teşkil etmeli. Kaldı ki kitlelerin gözünde Batılı Kiliseler, Hıristiyanlığın ideallerini içermekten de çok uzaktılar. Örgütlü Hıristiyanlık Sosyalizmin idealist amaçlarına sözde bağlıymış gibi görünürken, Sosyalizm’in ilerlemesine tüm gücüyle karşı koydu. Ancak, bugünkü dönüm noktasında kiliseler, ağırlıklı olarak gerici olsalar da, şuursuz biçimde Hıristiyanlığın, Sosyalizmle ortak olan özünün farkına varıyorlar. Demek ki, Nasyonal Sosyalizm Marksist Sosyalizmle olan uzlaşmaz çelişkisine rağmen değil, tam da bu çelişkinin sonucu olarak kiliselere saldırıyor. Bu bizim savımızı tam olarak anlatmakta.

Hemen ilk bakışta, iddia gerçekten de aşırı derecede basit. Sosyalizme yapılacak hiçbir saldırı, bu hareketin dinî ve ahlâkî köklerini kazımadığı sürece kalıcı şekilde etkin olamayacaktır. Ancak bu köklerde Hıristiyan mirası yatmakta. İnsanoğlunu Sosyalizmin sözde yanılgılarından kurtarmaya koyulan Faşistler, İsa’nın öğretilerinin nihaî hakikât ya da sahtelik sorgusunu geçemezler.

Ancak siyaset soyutlamalarla uğraşmaz. Saf düşüncede, çözümsüz bir çelişki olarak görülen, gerçekte illa bir çatışmaya yol açmaz. Eğer Faşist hükümetler Hıristiyan dinine pagan unsurlar aşılamak uğruna büyük riskler alıyorlarsa, bunu tamamıyla pratik bir tertibin mecburî nedenleriyle yapıyorlar. Nedir bu nedenler? Tesadüfîler mi; yoksa kaçınılmaz olarak, Faşizmin toplumun yapısını, Sosyalizme doğru gelişme ihtimalini sonsuza dek ortadan kaldıracak şekilde yeniden şekillendirme çabalarından mı kaynaklanıyorlar? Ve eğer öyleyse neden, aynı zamanda Hıristiyan ideallerinin Batı medeniyetinin siyasî ve toplumsal kurumları üzerinde olabilecek her etki zerresini de yok etmeden, Sosyalizm ihtimalini ortadan kaldıramıyorlar?

Page 4: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271140

Cevap için Faşizmin felsefe ve sosyolojisine bakmalıyız.

I. Faşist Bireyselcilik Karşıtlığı

Faşizmin kendisine ait kapsayıcı bir felsefe üretmemiş olduğu suçlaması Viyanalı Profesör Othmar Spann’a haksızlık olur. Korporatif ilkenin İtalyan Faşist siyasetinde ortaya çıkışından daha beş yıl önce bu fikri yeni bir devlet kuramının temeli yapmıştı. Daha sonraki yıllarda bu kuramı beşerî evrenin bir felsefesine doğru geliştirdi ve detaylı biçimde siyaset, iktisat, sosyolojinin yanı sıra genel yöntem, ontoloji ve metafizikle de ilgilendi. Ancak Spann’ın sisteminin bizi bu incelemede özel olarak ilgilendiren yönü ne üstünlüğü ne de kapsayıcılığı. Bizi ilgilendiren yazarının bu sistemin temeli olarak aldığı ve şu ya da bu biçimiyle, nasıl tanımlandıkları fark etmeksizin tüm Faşist düşünce ekollerinin yol gösterici ilkesi haline gelen fikrin ortaya koyuluş biçimi: Bireycilik karşıtlığı fikri. 3

Bu gerçeği önce uzun uzadıya ortaya koyduktan sonra daha az gözle görülür sonuçlarını daha yakından soruşturacağız.

Spann, karşı devrimin peygamberi, kariyerine 1919’da, orta sınıfın yıkıntısı ve ümitsizliğinin tam ortasında başlar. Neredeyse geri dönülmez noktaya gelmiş olduğumuz inancındadır. İki dünya sistemi arasında seçim yapmak zorundayızdır: Bireycilik ve Evrenselcilik. 4

İkincisini kabul etmediğimiz takdirde ilkinin ölümcül sonuçlarından kaçamayız. Çünkü Bolşevizm, bireyci, insanın doğal hakları öğretisinin siyasî alandan iktisadî alana uzantısından başka bir şey değildir. Bireyciliğin zıddı olmak şöyle dursun, onun tutarlı icrasıdır. Hegel’e karşın Marx, Spann’ın iddiasına göre, baştan sona bireyci kalmıştır. Devlet kuramında Marx anarşist ütopyacılık derecesinde bireycidir. “Marksizmde ‘Devletin Ölümü’, toplumu özünde, insanın insana tahakkümünün olmadığı, bireylerin ‘özgür birlikteliği’ olarak gören içkin bireyciliğinin sonucudur.” Doğru, Sosyalist ideal kesinlikle “Devletsiz” toplumdur. Tarihsel olarak Bireycilik, Demokrasi ve Liberalizm yoluyla Bolşevizme yol açar. Liberal Kapitalizmin, Spann’ın kendi deyimiyle “barbar, acımasız ve kanlı” egemenliği, temsili Demokrasinin siyasî mekanizmalarının sağladığı geçişin, yani iktisadî hayatın Sosyalist örgütlenmesinin yolunu hazırlar. Bireyci virüsün bir kere ortaçağ toplumunun evrenselci ilkesini sonuna kadar yok etmesine izin verirsek, başka bir sonuç mümkün değildir.

3 O zaman “Liberalizmdeki ahlâkî çürüme, Demokrasi yoluyla kültürel felç ve Sosyalizmin nihaî bozulması” kaçınılmazdır.

4 Bu kavramın Spann’ın kullandığı anlamının, hâlihazırda Hıristiyan Kiliselerinin kabul edilmiş kullanımıyla hiçbir ortak noktası yoktur.

Page 5: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 141

Spann’ın sisteminin ayırt edici özelliği bu virüsü konumlandırmaya kalkışma üslûbu. Onun için bireycilik sosyal felsefeyle sınırlandırılmış değil, biçimsel bir inceleme yöntemi. Esasen modern bilimde doğal olguya habis, nedenselci yaklaşımdan ve nihayetinde, kendi zararımıza, toplumu anlamlandırmada kullanır hale geldiğimiz atomistik bireycilikten sorumlu. Spann’ın “Evrenselciliği” 5 ise bu kapsamlı bireycilik mevhumunun karşı yöntemi olduğunu ileri sürüyor.

Bugün sosyalizm lehine çalışan güçlerin doğasının bireyci olduğuna dair bu derin kanı Faşizme tüm biçimlerinde hâkim oluyor. Ernst Krieck, önde gelen Alman pedagogu, Nasyonal Sosyalist devrimi, bir yanda Batı Avrupa’nın son yüzyıllarında içerilen bireyciliğin iki aşamasıyla, öte yandan da Sosyalizmle karşı karşıya getirir. Rönesans’tan itibaren “Halk, devlet, toplum, iktisadî hayat özerk bireylerin sadece bir toplamı olarak görülürdü... Ardından Marksizm ile birlikte topluluğa doğru diyalektik yöneliş eklendi. Sosyalizmde toplam, toplamı meydana getiren parçalardan daha yüksek bir mertebeye sahip. Bunun nedeni ise temsiliyetçi kitle Demokrasisi içerisinde önceden şekillendirilmiş biçimde yatan cebrî bir mekanizmadır.” Dediğine göre Sosyalizmde bireycilik aşılmaz, sadece çekim merkezinde bir kayma gerçekleşir. Kasıca, Sosyalizm Demokrasi içerisinde önceden şekillenmiştir. Çünkü Sosyalizm vurgusu farklı bir bireycilikten başka bir şey değildir. İtalyan Faşistleri arasında da Sosyalizmin bireyci ve liberal kökenleri hakkında aynı ısrara rastlıyoruz. Mussolini’nin kendisini ele alın: “Düşmanımız Hür Masonluk, Liberalizm, Demokrasi ve Sosyalizmdir.” Ya da Katolik Faşist Malaparte’yi alın: “Yakın zamanda Liberalizm ve Sosyalizmle muzaffer olmuş olan, kökeninde Anglo-Saxon medeniyetidir.” Son olarak, gerici aristokrat Baron Julius Evola: “Reformasyon hiyerarşinin yerine, otoritenin kelepçelerinden kurtulan İnançlıların manevî ruhbanlığını geçirdi ki bu herkesi kendi kendinin yargıcı ve türdeşinin eşiti yaptı. Bu, Avrupa’da ‘Sosyalist’ çürümenin başlangıç noktasıdır.” Fakat özdeş bir tutum siyasî Nasyonal Sosyalizmde de belirgin. Hitler’i 5 Evrenselcilik terimi genel bir isimdir. Spann’ın kendi felsefesine verdiği özel isim

“Tümselcilik”tir (Ganzheitslehre).

[Ç.N.: Karl Polanyi, Othmar Spann’ın Ganzheitslehre terimini İngilizce Totalitarianism olarak çevirmiştir. Başka yerlerde İngilizce “Holistic Theory” olarak da anılmaktadır. Totalitarianism kelimesi İngilizce’de, İtalyanca “tam, mutlak, totaliter” anlamlarındaki “totalitario”yu model alarak (ve iki dildeki ortak Latince “total”dan yola çıkılarak), İtalyan Faşizmine gönderme yapmak üzere ilk olarak 1926’da kullanılmıştır (bkz. Oxford Çevrimiçi Etimolojik Sözlüğü). Bugün Türkçe’de de totaliter kelimesi mevcuttur. Ancak diğer dillerde olduğu gibi bugün Türkçe’de de, Spann’ın kendi felsefî yaklaşımına isim olarak verdiği terimden çok daha geniş ve, özel olma niteliğini yitirip genel cinsi ifade eden bir anlam kazanmıştır. Spann’ın bu özel isimlendirmesini karşılamak üzere Tümselcilik kelimesinin daha uygun olacağını düşünüyoruz. Ayrıca Almanca Ganzheitslehre’nin, parçalanamaz tümlük, bütünlük anlamındaki “Ganzheit” ve öğreti anlamındaki “Lehre” kelimelerinden oluşan bir birleşik kelime olduğunu ve Almanca’da bugün ayrıca totalitercilik kelimesini karşılayan “Totalitarismus” kelimesinin de bulunduğunu belirtmekte fayda var.]

Page 6: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271142

alıntılarsak: “Batı Demokrasisi Marksizmin öncüsüdür ve o olmadan Marksizm kesinlikle tasavvur edilemezdir.” Benzer şekilde Rosenberg: “Demokratik ve Marxgil hareketler duruşlarını bireyin mutluluğu üzerinden belirlerler.” Ve Gottfried Feder’in parti programına yarı resmî yorumu kısaca, “Kapitalizm ve onun Marxgil ve burjuva uyduları”ndan söz eder – ses düşüren bir deyiş biçimi: Bariz aykırılık içeren önermesinin altında taktiksel olarak iyi düşünülmüş bir bireycilik ve Sosyalizm alaşımını saklıyor. Bu fikir birliği etkileyici. Bir ya da iki nesil boyunca Sosyalizm, eleştirenleri tarafından insan benliğinin düşmanı ilan edilerek saldırıya uğruyordu.

Oscar Wilde gibi duyarlı zekâlar aldatmacanın farkına varmış olsalar da, bu eleştiri günün yazarlarının gözde suçlaması olarak kaldı: Bolşevizmin benliğin sonu olduğu, orta sınıf yazınında neredeyse değişmez bir ifadedir. Faşizm bu saftirik eleştiri ekolüyle tüm dayanışmayı reddeder. Sosyalizmi yok etme konusundaki iradesi, böyle aciz, yalan yanlış suçlamaları silah olarak kullanmaya zaman ayırmak için fazla ciddi kalmaktaydı. Onun yerine aslı olan bir tanesinde karar kıldı: Sosyalizm bireyciliğin varisidir. Bireyciliğin gerçek özünün modern dünyada korunabileceği tek iktisadî sistemdir. Sistematik, özgün Faşist bir bilgi birliği, yani radikal, bireycilik karşıtı bir felsefe üretme çabalarını böyle anlamak mümkün. Bu başlık altında, Prinzhorn gibi psikologlar, Baümler, Blüher ve Wirth gibi etnologlar, Spengler gibi tarih felsefecilerinin çalışmalarının önemli kısmı bizim sorunumuzla ilgili. Faşizmi, Sosyalizm karşıtlığının diğer tüm tonlama ve çeşitlemelerinden ayıran görünmez sınır çizgisinin, indirgenemez ve aşırı bireycilik karşıtlığından oluştuğunu söylemek doğru olacaktır. Bireycilik fikrinin hiçbir manevî atası, ne denli saygın olursa olsun, Faşistin insafsız hücumundan bağışık değil ve istisnasız, uğradığı saldırıda Bolşevizmin müsebbibinin bireycilik olduğu suçlamasıyla karşılaşacak. Almanya’da yeni, devlet destekli dinler, ister ırksal, ister kavimsel, isterse sadece ulusal ve aşırı yurtsever akidelere dayanıyor olsun, ahlâktan tam bir muafiyeti keşfettiklerini ilan etmeden dahi, bireyciliğin aleyhine dönüyorlar. Bundan dolayıdır ki, yazarı Friedrich Gogarten’in ulusalcı olmayan eğilimi daha sonra Alman Hıristiyan Hareketi’nde oynayacağı rol hakkında ipucu vermeyen Politische Ethik sosyal ahlâkı, manidar biçimde, bireyselcilik karşıtı anlamda yeniden tanımlamayı amaçladı. Tüm Hıristiyan inanışlar içerisinde, öğretilerinde bireyci unsurlara en az vurgu yapma eğilimiyle bilinen Katolik Kilisenin bile, Faşizmdeki Hıristiyanlık dışı temayüllerden, Faşizmin içinde insan bireyi değerinin eksikliğine dem vurarak şikâyet etmesine şaşmamak gerek.

Son olarak, Alman İnanç Hareketi, Alman Hıristiyan duruşunun tüm utanç verici muğlâklığından bağışık. Bu hareket Alman, Hıristiyan değil. Bu iki sözüm ona alternatif arasında yaptığı seçimden de gurur duyuyor. Bu nedenle de insanların temelde eşit olmadıklarını din adına iddia etmeye hazır. Bu şekilde

Page 7: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 143

nihaî amaca ulaşılıyor. Çünkü açık ki, bireyciliğin demokratik sonuçları bireylerin bireyler olarak eşit olduğunun kabulünden doğmakta. 6

Bu, üzerine demokrasinin inşa edildiği ve Faşizmin yıkımını hedeflediği bireyciliktir. İncil’in bireyciliğidir. Başladığımız noktaya geri dönüyoruz. Spann’ın, demokrasinin Sosyalizmle bireycilik arasındaki kurumsal bağ olduğu konusundaki ısrarına işaret etmiştik. Bu temsili demokrasiyi, Faşizmin saldırı hedefi olarak tayin etmektedir. Bu görüşün temelinde yatan siyasî inancın gerçeğe sağlam bir şekilde dayandığını kavramak büyük önem taşıyor.

Avrupa’nın tamamında değilse bile Orta Avrupa’da genel oy hakkı sanayi işçi sınıfının iktisadî ve sosyal yasama üzerindeki etkisini muazzam bir şekilde artırdı. Ne zaman bir kriz vuku bulsa halkoylamasıyla seçilen parlamentolar istisnasız Sosyalist çözümlere meyil gösterdiler. Sosyalist Hareketin istikrarlı ilerleyişi, temsili demokrasinin devamına izin verildiğinde, kıtanın savaş sonrası dönemdeki belirleyici tarihsel deneyimini oluşturuyor. Bu, Kıtadaki temel kanının kaynağı: Temsiliyetçi kurumlar zarar görmeden hayatlarına devam ederlerse sonuçta Sosyalizm gelecektir. Öyleyse, eğer Sosyalizmin gelmemesi isteniyorsa demokrasi gitmelidir. Bu Avrupa’daki Faşist hareketlerin esbab-ı mucibesidir. Bireycilik karşıtlığı bu siyasî bakışın akılcılaştırılmasından başka bir şey değildir.

Dahası, bireycilik karşıtı formül bu hareketin pratikteki gereklerini de en uygun biçimde karşılıyor. Sosyalizm ve Kapitalizmin ikisini birden bireyciliğin sonuçları olarak lanetlemek Faşizmi kitlelerin önünde ikisinin de ezeli düşmanı gibi gösterme imkânı veriyor. Liberal kapitalizme duyulan yaygın hoşnutsuzluk bu yolla, kapitalizmin liberal olmayan, yani korporatif biçimleri es geçilerek, etkin bir biçimde Sosyalizme yönlendiriliyor. Bilmeden yapılsa da bu dalavere oldukça dâhiyane. Önce liberalizm kapitalizmle özdeşleştiriliyor; sonra liberalizm idama mahkûm edilirken, aynı suçtan yargılanan kapitalizm ise burnu bile kanamadan başka bir adla hayatına devam ediyor.

II. Tanrıtanımaz ve Hıristiyan Bireycilik

Fakat biz burada öncelikli olarak siyasetle ilgili değiliz. Bireycilik karşıtlığının genel anlamda tüm Faşist düşünce ekollerinin nişanı olduğu gerçeğini ortaya koymakta başarılı olduğumuzu umuyoruz. Fakat Faşist saldırının hedef aldığı 6 Wilhelm Stapel “Teoloji ve Milliyetçilik” adlı kitabında (alt başlığı, Der Christliche Staatsmann’ın

(Hıristiyan Devlet Adamı) da anlattığı gibi) ahlâka karşı neredeyse düşüncesizce dürüst bir nefreti sergiliyor: “[Ahlâk] varlığını, sadece yanılsamalardan kurtulmayı henüz becerememiş olanların duygusallıklarına borçludur.” Ernst Krieck bile, eğitim üzerine el kitabında, “zorunlu bir ahlâkın, uygun şekilde hareket etmemizi gerektirecek değer ve yasaları belirlemesine izin veremeyiz” demektedir.

Page 8: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271144

bireycilik tam olarak nedir ve onun Sosyalizm ve Hıristiyanlıkla ne ilgisi bulunmaktadır?

Spann’ın iddiasından çıkartmaya çalışacağımız cevap oldukça çelişik bir niteliğe sahip. Kısaca, Sosyalizmin temel olarak üzerinde yükseldiği ve Spann’ın saldırısının ister istemez hedef aldığı bireycilik, iddialarının gerçekte yöneldiği bireycilikten tamamen farklı. Bu nedenle, Faşizme eleştirel bir katkı olarak Spann’ın iddiaları başarısızdır. Yine de, istemeden sorunun gerçek doğasını istisnaî bir açıklıkla ortaya koymakta: Bireyciliğin, Sosyalizm ve Hıristiyanlığın ortaklaştığı anlamı.

Spann’ın bireyciliğe karşı suçlaması, onun hem birey hem de toplum mevhumlarının düzmece ve kendi kendiyle çelişir oldukları çifte iddiasına dayanır. Bireycilik insanları manevî olarak “kendi başlarına”, gerçekte öyleymişler gibi kendi kendine yeten teklikler olarak kavramak zorundadır. Ancak böyle bir benlik gerçek olamaz. Manevî özerkliği hayalîdir. Varlığı dahi bir kurmacadan daha fazlası değildir. Aynısı bu tür bireylerden müteşekkil bir toplum için de geçerlidir. Var olup olmaması bireylerin onu “oluşturmaya” karar verip vermemesine bağlıdır. Bu, yine, birbirlerine karşı yakınlık ya da soğukluk beslemeleri, kişisel çıkarları hakkında akılcı ya da akıldışı görüşlere sahip olmaları ve bunun gibi az ya da çok arızî koşullara dayanır. Bu şekilde anlamlandırılan bir toplum olmazsa olmaz gerçeklikten yoksundur.

Kimse bu iddiaların güçlülüğünü yadsıyamaz. Hakikâten de reddedilemez kesinlikteler. Ve, yine de kanıtlamaya niyetlendiklerinin tam tersini kanıtlıyorlar.

Spann’ın bireycilik eleştirisi temel bir muğlâklık nedeniyle geçerliliğini yitiriyor. Çürütmeyi hedeflediği, Sosyalizmin özünü oluşturan bireycilik. Bu, aslen Hıristiyandır. İddialarıysa tanrıtanımaz bireyciliği işaret ediyor. Bireyciliğin bu iki biçimi de kökeninde teolojiktir. Ama Mutlak’a yapılan gönderme birinde müspetken diğerinde menfîdir. Aslında biri tam olarak diğerinin zıddıdır. Birbirine karıştırılırsa geçerli bir sonuca ulaşılamaz. Tanrıtanımaz bireyciliğin formülü Dostoyevski’nin Ecinniler’indeki Kirilov’inkidir: “Eğer tanrı yoksa, o zaman ben, Kirilov, tanrıyım.” Çünkü tanrı, insan hayatına anlam veren ve iyi ve kötü arasında bir fark yaratandır. Benim dışımda böyle bir tanrı yoksa eğer, bunları kendim için ben gerçekleştiririm. Bu iddia reddedilemez. Romanda Kirilov, ölüm korkusunu bertaraf ederek, kendi ilâhîliğini gerçek ve sahici kılmaya azmeder. Bunu intihar ederek gerçekleştireceğini ileri sürer. Ölümü dehşet verici bir başarısızlıktır.

Dostoyevski’nin acımasız Kirilov çözümlemesi benliğin manevî özerkliğinin gerçek doğası ve sınırlılığı hakkında şüphe bırakmamakta. Titansı Süper İnsan Nietzsche’nin, ölmüş olduğunu ilan ettiği tanrıların vârisidir. Mitolojik

Page 9: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 145

Raskolnikov, Stavrogin figürlerinde, Ivan ve ondan türemiş Smerdyakov’da, ve hepsinden daha güçlü olarak Kirilov’da, Dostoyevski bize insan benliğinin bu mevhumunun neredeyse matematiksel katîlikte bir reddini sunuyor. Spann’ın bireycilik eliştirisi, Dostoyevski’nin, konumunun üstesinden yarım yüzyıl önce gelmiş olduğu Nietzsche’ye karşı geç kalmış bir saldırıdır. Tarihsel olarak Nietzsche ve Dostoyevski’nin ikisi de Søren Kierkegaard’ın yalnız dehası tarafından öngörülmüştü. Onlardan bir nesil önce, eşsiz diyalektik bir çabayla, yine Özerk Birey’i yaratmış ve sonra da ortadan kaldırmıştı. 7

Ancak Othmar Spann sadece kapıları açılmaya zorlamıyor, aynı zamanda bu kapılardan yanlış odalara giriyor. Tanrıtanımaz bireyciliğe yönelttiği etkin ama yersiz saldırısıyla, korporatif kapitalizmde yüceltmek istediğini çürütüyor: Eşitsizlerin bireyciliği; ve çürütmek için yola koyulmuş olduğunu da istemeden yüceltiyor: Eşitlerin bireyciliği. Çünkü ikincisi, ayrılmaz biçimde Hıristiyan, ilki de tanrıtanımaz bireyciliğe bağlı. 8

Hıristiyan bireycilik Mutlak’la olan tam olarak yukarıdakinin tersi ilişkiden ortaya çıkar. “Benlik sonsuz değere sahiptir, çünkü tanrı vardır.” Bu bireycilik insanın kardeşliğinin öğretisidir. İnsanların ruhları olduğunu söylemek, onların bireyler olarak sonsuz değere sahip olduklarını belirtmenin bir başka yoludur. Eşit olduklarını söylemek ruhları olduğunu sadece tekrar ifade etmektir. Kardeşlik öğretisi benliğin topluluğun dışında gerçekliği olmadığını imâ eder. Topluluğun gerçekliği bireylerin ilişkisidir. Topluluğun gerçekliğinin olması tanrının iradesidir.

Bu hakikâtler dizisinin tutarlılığının en iyi ispatı, Faşizmin kendisini, bu bağların birinden kurtarmak için tamamını terk etmek zorunda bulması gerçeğidir. İnsanın eşit olduğunu yadsımaya çalışır, ancak bunu ruhu olduğunu da yadsımadan yapamaz. Geometrik bir şeklin farklı özellikleri gibi bu ifadelerde de gerçekten bir teklik vardır. Bireyin keşfi insanoğlunun keşfidir. Tekil ruhun keşfi toplumun keşfidir. Eşitliğin keşfi toplumun keşfidir. Her biri bir diğerinde imâ edilir. Bireyin keşfi, toplumun bireylerin ilişkisi olduğunun keşfidir.

Çünkü insan düşüncesi ile toplum düşüncesi birbirinden ayrı ele alınamaz. Faşizmin mücadele ettiği, bir bütün olarak Hıristiyanlığın insan ve toplum düşünceleridir. Bu bütüncül düşüncenin merkezinde de birey mevhumu, dini

7 Aslında, kısmen, Zerdüşt’ün kendisinin yayınlanmasından da önce.8 Titansı bireycilik, benliğin değerini tanrının var olmadığı iddiasından türetir. Luther’in ya

da Calvin’in ya da Rousseau’nun bireyciliğiyle, kapitalizmin yükselişinde farklı yönleriyle saptanmış bireycilikle karıştırılmamalıdır. Titansı bireycilik, Kierkegaard’ın Baştançıkarıcısı’nın, Stirner’in Tek Olanı’nın, Nietzsche’nin Süper İnsanı’nın tanrıtanımaz bireyciliğidir; liberal kapitalizmin muzaffer olduğu kısa geçiş döneminin felsefesidir.

Page 10: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271146

yönüyle birey bulunur. Bireyin bu yönü üzerinden Faşizmi tutarlı biçimde reddetmesi, bu düşüncenin Hıristiyanlıkla Faşizmin kesin uzlaşmazlığının farkında olduğunun işaretidir.

III. Çözümler

Sorunu tekrar ifade edelim. Bireylerin ilişkisi olmayan bir toplum nasıl kavranabilir? Bu, birimi birey olmayan bir toplum anlamına gelir. Fakat böyle bir toplumda iktisadî yaşam – her ikisi de bireyler arası kişisel ilişkiler olan – ne işbirliği ne de mübadele olmadığı sürece nasıl mümkün olabilir? İrade ya da dileklerini dışavuracak bireyler var olmadığında güç nasıl ortaya çıkar, nasıl denetlenir ve yararlı amaçlar için kullanılır? Ne tür bir insanın, kendisi hakkında hiçbir bilince ve bilinci de kendisini türdeşleriyle ilişkilendiren bir etkiye sahip değilken, bu toplumu meydana getirmesi beklenir? Bildiğimiz türde bir bilinçle donatılmış insanda böyle bir şey doğrusu imkânlı değildir.

Aslına bakarsanız imkânlı. Faşist felsefe kasıtlı olarak diğer bilinç düzlemlerine kayar. Bu düzlemlerin doğası iki terimle ortaya konuluyor: Dirimselcilik ve Tümselcilik. Canlı merkezli bir felsefe olarak Dirimselcilik Nitzsche’den, Tümselcilik Hegel’den türer. Ancak burada ikisi de, sadece düşünce sistemleri olmanın çok daha fazlasını amaçlıyorlar. Katî birer varoluş biçimini işaret ediyorlar. Nietzsche’nin Dirimselci felsefesi Ludwig Klages tarafından dehşet verici bir aşırılığa taşınmıştır. Genellikle bilincin beden-ruh kuramı olarak bilinir. Hegel’in Mutlak Akıl felsefesi de Spann tarafından aynı ölçüde aşırı bir tarzda kullanılmıştır. Tümselci felsefe olarak bilinir; bazen de, daha geniş anlamı olan Evrenselcilik terimiyle anılır. Birtakım yönleriyle Hegel’in Nesnel Akıl kuramının bir benzeştirmesidir, fakat merkezî ilke olarak Aklın yerini Tüm alır.

Toplumsal felsefeler olarak Dirimselcilik ve Tümselcilik birbirinden farklı, ya da daha ziyade birbirine zıt insan varaloşu tipleri tanımlarlar. Dirimselcilik, daha karanlık ve daha maddî bir bilincin hayvanî düzlemini temsil eder. Tümselcilik ise daha muğlâk, daha gölgeli ve sığ bir bilinci imâ eder. İşin tuhafı, dirimsel bilincin özüne “Ruh” adı verilmekte (Kalges tarafından kullanılan bir terim); Tümselciliğin özüne de Akıl. Kural olarak Faşist düşünce bu ikisi arasında gidip gelmekte. Faşist felsefenin kısmî görüleri ve ölümcül çelişkileri en iyi bu iki mevhum arasındaki çekişme içerisinde anlaşılabilir.

IV. “Ruh”a Karşı Akıl

Esaslı bir aykırılıkla başlayalım. Birinci bilinç türü “Ruh”. Bitkisel ya da hayvanî yaşam düzlemine ait. Ego yok. Özbenlik olmadığından kendini gerçekleştirme eylemi de yok. Bilinç cereyanı idrak yetisine kadar uzanmaz;

Page 11: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 147

doruk noktası esrikliktir. Hiçbir Akıl buharı Ruhun yüzeyinden tütmez ve hayvanî dürtü dokusuna iradenin kamasını saplamaz. Kabilesel varoluşun gündüz düşünde ne güç ne de değer billûrlaşır. Yaşam dolaysızdır, dokunuş gibi: “Dokunuş beyaz akıl uyuduğunda/ ve yalnız o zaman gelir/…/Benlikler birbirinden ayrı varlar;/ ve bedensel yakınlığın kalbi ise yok./ Dokunuş kanın dokunuşu/ kirlenmemiş, zihin taşımayan taşkın.” 9

Kadınlığın mı, yoksa erkekliğin mi egemenliği olduğu şüphelidir. Her iki durumda da yaşamın akışını belirleyen yalnızca tek bir cinse ait topluluklarıdır, ya genç erkeklerin kulüplerinde ya da anaerkil kızkardeşliklerde. Cinsel arzu eşcinsel duygusallığın zengin taşkınında ince bir lif gibi işler. Kan ve toprak, bu neredeyse cisimleşmiş ve doğanın rahmine hâlâ sıkıca yapışık olan beden-ruhun metafizik besinidir. Seyreltilmemiş Dirimselcilikteki bilincin yapısı böyledir.

Alternatif tür bilinç ise bundan tahayyül edilebilecek en uzak olanıdır. Kişisel ilişki olmayan toplumun bulunduğu diğer varoluş düzleminin hazırlanmasında baş aktör Akıldır. Tümlüğün hâkim olduğu toplum birim olarak bireylerden oluşmaz. Birimler Siyasî olan, İktisadî olan, Kültürel olan, Sanatsal olan, Dinî olan, vesairedir. Bireyler bir diğer bireyle, ikisini birden içeren ilgili Tümsellik evreninin aracılığının dışında ilişkide değildirler. Mallarını mübadele ediyorlarsa Tümselliğin denkleşmesini, yani Bütünü icra ediyorlardır. Malların üretiminde iş birliği yapıyorlarsa eğer, kendilerini diğeriyle ilişkilendirmiyor, ürünle ilişkilendiriyorlardır. Burada kişisel olanın nesnelleştirilmediği, yani gayrişahsîleşmediği sürece hiçbir cismi yoktur. Dostluk bile iki kişi arasındaki dolaysız bir ilişki değil, ikisinin de müşterek olan Dostluklarıyla olan ilişkileridir. Tekil bireyin taşıdığı varsayılan öznel tecrübe kendi içindedir. Böylelikle kendi dışında renksiz, yarı saydam nesnellikle karşı karşıyadır. Toplum, Akıldan yapılma elle tutulmaz kendindenliklerin uçsuz bucaksız bir mekanizmasıdır. Kişisel varoluşun gerçekliği yalnızca bir gölgenin gölgesidir. İnsan dışında her şeyin yaşama sahip olduğu anlaşılan bir hayaletler dünyasındayız.

Bu geniş karşıtlığın detayları az çok rastgele seçilmiş. Karşıtlıkların her biri tüm bir düşünce ekolünün ruhunun bileşimleri. Yine de içlerinde ortaya sunulan değerler ve yöntemler nihayetinde sırasıyla Nietzsche ve Hegel’den kaynaklanıyor. İlk betimlemede anlatılan sistemde canlı merkezliler, yani hayatta kalmaya yönelik, mâneviyatsız, faydacı, mitolojik, hazcı, estetik, dürtüsel, akıl dışı, savaşçı ya da hissiz. Akıl ve Tinin nesnel varoluşlarının hâkim olduğu, değer

9 D.H. Lawrence, Pansies

[Ç.N: Hercaî menekşeler. Argoda kadınsı erkekler. Argosunun Türkçe karşılığı “labunya.” D.H. Lawrence’ın, kendisini, romanlarının müstehcenlik ve pornagrafiyle suçlanmasına karşı savunduğu iğneleyici şiirlerinin bir kısmının toplandığı kitabı].

Page 12: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271148

ve fikirlerin akla göre hiyerarşik biçimde değerlendirilip ilişkilendirildiği ikinci betimlemede ise kavram (söz) merkezciler.

Nietzsche ve Hegel’in ikisi de, yüksek derecede düşünsel tutkuya sahip düşünürlerdi. Ancak onların düşüncelerinin bu günkü ifade buluşları, itibar açısından daha aşağı olsalar da, tek taraflı düşünce çizgisi ortaya koyma kapasitesi açısından onları oldukça geride bırakıyor. Klages, Süper İnsanın olmadığı Nietzsche’dir. Spann diyalektiği yolunmuş Hegel’dir. İki eksiklik de o kadar elzem ki bu düşüncelerin bu yeni ifadeleri, portreler değil birer karikatür ortaya koyuyorlar. Klages’te olduğu gibi Spann’da da bu değişiklik sadece gerici etkinin artırılmasına hizmet ediyor. Anarşist bireycilikten kopartılmış Nietzsche, devrimci dinamiklerden yoksun Hegel, biri yüceltilmiş Hayvanîlik, diğeri durağan Tümselcilik: Açık ki, değişiklikler, Faşist felsefenin bakış açısından, kendi sistemlerinin yöntemsel kullanışlılığını büyük oranda artırmakta.

V. Spann, Hegel ve Marx

Spann’ın, Hegel’in Nesnel Akıl mevhumunu diyalektiği olmaksızın kullanma yöntemi, yeni bir tür metafizik, kapitalizm savunusu üretme eğiliminde.

Bu, Marx’ın kapitalist toplum eleştirisiyle karşılaştırılarak kolayca görülebilir.

Marx, insanlığın ilk durumu olarak ilkel komünizmden başlar. Burada gündelik yaşamdaki insan ilişkileri dolayımsız, doğrudan ve kişiseldir. Gelişmiş bir piyasa toplumunda iş bölümü araya girer. İnsan ilişkileri dolaylı hale gelir. Dolaysız işbirliğinin yerini, metaların mübadele edilmeleri yoluyla gerçekleşen işbirliği alır. İlişkinin gerçekliği devam eder, üreticiler bir diğeri için üretir. Ancak şimdi ilişki malların mübadelesinin arkasına gizlenir. Gayrışahsîdir: Kendini metaların nesnel değişim değeri kisvesinde ifade eder. Nesneldir, eşya gibidir. Öte yandan metalar bir yaşam sureti edinirler. Kendi yasalarını takip eder, piyasaya girer çıkar, yer değiştirir, kendi kaderlerini kendileri tayin ediyormuş gibi görünürler. Hayalî, ama hayaletlerin gerçek olduğu bir dünyadayızdır. Metanın sahte yaşamı için değişim değerinin nesnel karakteri yanılsama değildir. Paranın değeri, sermaye, emek, devlet gibi diğer “nesnelleştirmeler” için de aynısı geçerlidir. İnsanın kendisinden yabancılaşmış olduğu bir gidişat durumunun gerçeklikleridirler. Özbenliğinin bir bölümü şimdi, kendilerine ait tuhaf özbenliklere sahip olan bu metalarda içerilir. Aynısı, devlet olsun, hukuk olsun, emek, sermaye ya da din olsun, kapitalizmdeki tüm toplumsal olgular için geçerlidir.

Ancak insanın gerçek doğası kapitalizme karşı isyan eder. İnsan ilişkileri toplumun gerçeğidir. İş bölümüne rağmen dolaysız olmalıdırlar, yani kişisel. Üretim araçları topluluğun denetiminde olmalıdır. İnsan toplumu o zaman gerçek

Page 13: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 149

olacaktır, çünkü o zaman insanî olacaktır, yani bireylerin bir ilişkisi olacaktır. Spann’ın felsefesinde toplumun gerçekliği olarak tespit edilen tam olarak insanın bu kendine yabancılamış durumudur. Böylelikle sahte gerçeklik savunulur ve sürdürülür. Sosyal olgular evrensel olarak şeylermiş gibi gösterilir ancak yine de kendi kendine yabancılaşmanın olduğu yadsınır. Hegel’de olduğu gibi sadece devlet, hukuk, aile, gelenek ve benzerleri değil, aynı zamanda iktisadî ve özel yaşamı da içine alan her tür toplumsal grup işlevi ve temâsı da “nesnelleştirme”dir. Bu, birey için tutunacak bir yer bırakmaz. İnsan kendi yabancılaşmasının içerisinde tuzağa düşürülmüştür. Kapitalizm sadece haklı değil ayrıca ebedîdir de.

Bu duruşun bireycilik karşıtı uzantıları Hegel’in çok ötesine geçer. Bunun nedeni kolayca görülebilir. Hegel’in Mutlak Devlet savunusu ve yarı feodal Prusya devletine olan övgüsü ne de olsa siyasî ahlâk alanıyla sınırlı; bireyi etkilemiyor. Toplumu değil, devleti, “yeryüzünde var olduğu şekliyle İlâhî Tasarı” olarak ilan etmiştir. Ancak, Hegel’ e göre, devletin kendisi bir bireydir ve bir birey olarak kendisini özgürlüğün metafizik esasından – kendini gerçekleştirmekten – asla tamamen sıyıramaz. Özgürlük mevhumunu İnsanın dünyasından tümüyle çıkartmak için – devlet değil – toplum en yüce mertebeye taşınmak zorundadır. Aslında, Spann’la Hegel arasındaki farklılaşma noktası da tam olarak budur. Spann, sisteminde devleti, olabilecek en mütevazı konuma (arızî olarak, ortaçağa ait organik anlayışlara uygun bir konuma) geriletirken Tümselliği bir bütün olarak topluma atfetmekte. Bu kurnazca hamleyle özgürlük ihtimalini tümüyle saf dışı bırakmakta. Çünkü köleci bir devlet bile nihayetinde bir devlettir ve özgürleşebilir. Ancak, devletin zor gücü olmadan da varlığını sürdürebilecek kadar mükemmel biçimde örgütlenmiş köleci bir toplum hiçbir zaman özgür olamayacaktır. Böyle bir toplum kendini özgürleştirme mekanizmasından yoksundur. Demek ki, Hegelci yöntemin kullanılmasına rağmen, tümselliği içerisinde insanın dünyası bir birey değildir, bilinçten yoksun âciz bir kütledir. Özgürlük yoktur. Değişim yoktur. Toplum içinde kendi kendini belirlemenin, hiç bundan daha tam bir eksikliğinin tasavvur edilip edilmediğinden şüphe duyulabilir.

VI. Klages, Nietzsche ve Marx

Nesnel Akıl, insan bireylerinde, onları kişisel ilişkilerle birbirine bağlamayan bir tür bilinç öne sürerken, Dirimcilik hiçbir akılcı bilinci olmayan insanı imâ etmektedir.

Bu ürkütücü düşünce hattının cazibesini Almanya’daki genç nesle sunan, Ludwig Klages’in felsefesidir.

Klages kendi düşüncesini Nietzsche’den türetir. Nietzsche’nin zihninde bulunan iki farklı görüden sadece birini, olabilecek en yüksek tutarlılıkla takip

Page 14: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271150

ediyor. Nietzsche, bilinçsiz de olsa, bağlılığını Süper İnsan ile Sarışın Vahşi arasında bölüştürmüştü. Klages ikincisinde karar kıldı. Ustasının hem büyüklüğünü hem de sınırlılığını şöyle özetliyor: “Nietzsche vahşi hazzın filozofuydu; bunun dışındakiler işe yaramazdı.” “Bunun dışındakiler” Zerdüşt, Titansı Bireycilik ve Süper İnsandır.

Klages Nietzsche’nin tutarsızlığından dehşete düşüyor. Hıristiyanlığa, Doğa ve Yaşamın yasalarına karşı başkaldırmış kölelerin bu akılsızca cüretli, aşağılık ve yüreksiz dinine sövüp sayıyor. Ancak kendisi, “daha soylu” ve “daha yüce” bir var oluş biçiminin hayali peşinde budalaca koşarken bu yasalara uymayı reddediyor. Klages, Hıristiyanlığa karşı duyduğu tüm o hiddetli tiksintiye rağmen Nietzsche’nin, hiçbir zaman, hayvanî yaşamın yetersiz olduğuna dair Hıristiyan hurafesinin üstesinden gelememiş olduğundan şüphe duyuyor. Ona göre Nietzsche’nin Doğal Değerler felsefesi mânevî unsurlarla kirletilmiştir. Klages, bu felsefenin arındırılmasını kendine ödev olarak kabul etti.

Klages Nietzsche’nin vahşi haz düşünce çizgisinden, insan karakterinin bilincinin bir kuramı, tarih öncesi kültür ve mitolojiden oluşan bir antropoloji çıkarsadı. J.J. Bachofen’in kurguladığı, tarih öncesi kültürün, bir yanda yeraltına dair (chothonic), öte yanda güneşe dayalı (solar) ilkeleri arasındaki karşıtlık Klages’in bu çalışmalarına ilham vermiştir.

Klages’in antropolojisinin çekirdeği, Beden ile, bir yandan “Ruh”, diğer yandan da Akıl arasındadır. Beden ve “Ruh” birbirlerine aittirler. Çünkü “Ruh” Klages için anima’yı (dişil) değil animus’u (eril) işaret ediyordu: Bedenin fizyolojik yoldaşı. Akıl uzakta durur. Bilincin ilkesidir. Beden-Ruh dünyasının içine doğru düşmanca bir hücûmdur. Aslında, hastalıktır. Bu meşum tecâvüz gerçekleşmeden önce insan çevresiyle, Doğanın, yaşamın istila ettiği parçasıyla hayvanî uyum içerisindeydi. Gerçekleşmesiyle bilinç başlar. Ego ortaya çıkar. “Ruh” Akıl tarafından ele geçirilir, bireye, yaşam üzerindeki bir parazite dönüşür; “Ruh” bu yaşamda Ego’nun sadece bir uydusuna indirgenir. Ancak aklın yaşamı tamamen ele geçirdiği biçim iradedir. Çünkü egemenlik akla içkindir. Akıl tüm Güç İsteminin kaynağıdır. Oysa hayvanî içgüdünün itici kuvveti maksatlı değildir. Doğurma eyleminde işbaşında olan güçlere daha çok benzer: Yunanlıların ’si

10 gibi. Bilinç ve ahlâk akıl sürecinin arazlarıdır. Bu akıl süreçlerinin en 10 [Ç.N.: Anangi ya da Ananke. Antik Yunan’da, kader, dürtü ve ihtiyaç tanrıçası. Evrenin

başlangıcından beri var olduğuna inanılan (primordiyal) ilahlardandır. Kaçınılmaz olanın efendisi olarak kabul edilmektedir. Evrenin başlangıcını zamanın efendisi Kronos’la birlikte işaret ettiğine inanılır. Zamanla unutulmuş ve ilginç bir şekilde yerini Eros almıştır. deyimi de kaderin çemberi anlamına gelmekte. Bu çemberin, zorunlu bir devinimin yanı sıra, özellikle 19. Yüzyıl’ın ezoterik felsefe teşebbüslerinde (örneğin Helena Petrovna Blavatski’nin teosofisi ve Rudolph Steiner’in antroposofisi gibi) bedenden ayrılan tekliğin hazzın doruğuna yükselip geri dönmesini de anlattığı söylenmekte.]

Page 15: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 151

zararlı biçimi Hıristiyanlıktır. Mâneviyat dediği “Ruh”un zehiridir. Yaşamın yok edilmesine hasredilmiş Güç İstemidir. Başarılı olduğunda insanlığın sonu gelmiş olacaktır.

Klages için psikoloji kesinlikle bir bilinç kuramı değil. Onun için yaşam bilinçsiz. Psikolojide sadece ikisi bilinçli olan altı temel mevhumu sıralar. Beden, duyumsama sürecinde ve hareket etme dürtüsüyle açığa vurulur. “Ruh” tefekkür sürecinde ve biçimlendirme dürtüsünde (yani imgelerin büyüsel ya da mekanik idrâkinde) açığa vurulur. Akıl ise kavrayış fiilinde ve isteme fiilinde açığa çıkar. Beden ve “Ruh” ile ilişkili olan ilk dördü bilinç olmadan gerçekleşir. Bütünlüklerinde hayvan ve insan diriminin meydana geldiği “hakîkî” süreçlerdir. Kavrayış ve istenç bilinçlidirler. Yabancı ve yaşamı yok eden ilkenin, Aklın ürünleridirler.

Bu, Nietzsche’nin iradeciliğinin çok uzağında. Nietzsche’ye göre istem yaşamın doğal bir işlevidir; Güç İstemi dirimselin vücut buluşudur. Klages’te ise irade Aklın bir ürünüdür. Ancak Akıl, dirimselin hakîkî bir parçası değildir; yaşamın en ölümcül parazitlerinin atasıdır. Klages’te yaşam ruhanîdir. Oysa Nietzsche’nin kendisi, Hıristiyanlıkta ruhanî olanı düşman olarak ilan etmişti.

O halde, işte burası Nietzsche’deki tüm tutarsızlıkların kaynağı. Boşuna Güç İstemiyle Hıristiyanlığı birbirlerine karşıtlaştırmaya çalışmıştı. Çünkü ikisi temelde yakınlar. İstem Gücünü olumlarken Nietzsche, farkında olmadan başka bir kılıkta Hıristiyanlığı yeniden olumladı. Aşkın ahlâkındaki tehlike aşkta değil ahlâkta. Ancak, Zerdüştün ahlâkı, Hıristiyan karşıtı olmanın ahlâkından daha az bir ahlâk mı? Benlik yaşamın bir parazitidir, bu ister insanın benliği olsun isterse Süper İnsan’ın. Görülüyor ki, yanlış anlaşılmış bir psikoloji çelişkiden çelişkiye götürüyor. Çünkü, ya İradeyi dirimselliğin doğal dışavurumu olarak kabullenmeliyiz – ve bu yolla Nietzsche’nin olumlamayı reddettiği manevî bilinç ve ahlâkı olumlamak zorundayızdır – ya da, Klages gibi İrade ve Aklın insana doğal olduğunu yadsımalıyız, ve onun yaptığı gibi Aşkın Hıristiyan “Ruhsallığının” yaşama karşı baskınlığına boyun eğmeyi tutarlı bir biçimde reddedebiliriz. Temel olarak seçim iki insan mevhumu arasında: Bilinçle donanmış insan ve bilinçten yoksun insan. Dirimselciliğin konumu şüphe götürmez: Doğal insan ve doğal toplum bireysel bilinç içermezler. İnsanın gerçekliği bir birey olmama kapasitesinde yatar. 11

İki topluluk kuramının Dirimselcilikle uyumlu olduğu söylenebilir. Biri Karl

11 İmgelerin hâlâ bozulmamış “Ruh” tarafından biçimlendirilişi, bu antropolojinin merkezî bir parçasıdır. Evrensel ve özellikle sahiplenici olmayan bir duygusal kendinden geçiş şeklinde sunulan Eros kuramının parçasıdır. Bu Eros kuramı sadece yüzeysel olarak cinsellikle ilgilidir.

Page 16: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271152

Schmitt’in “Düşmanlık” ilkesi: Ona göre siyaset düşmanlık olgusuna dayanan bir kategoridir. Siyasal kurumların en önde geleni olan devletin ön koşulu, düşmanın fiziksel olarak ortadan kaldırılmasının onaylanmış gerekliliğidir. Buna göre, devlet silahlı mücadelenin bir aracı anlamına gelir. Sadece, varsayımsal görevi bu olduğu sürece devlet var olur. Bir dünya devleti kavramsal bir çelişkidir, çünkü böyle bir devlet düşman olmadığından savaş halinde olamaz. Savaşın ahlâkî ya da iktisadî alternatifleri kavramsal olarak siyasetin dışına çıkartılmıştır.

Schmitt’in siyaset kuramı Dirimselcinin topluma yaklaşımının içerildiği Kabilecilik’le oldukça uyumlu. 12 Bergson’un, kabileye ait, korkudan kaynaklanan içgüdüsel ahlâkın dışavurumu olduğunu göstermiş olduğu morale close’un tipik bir ürünüdür. Bunun karşısında ise Hıristiyanlığın morale ouverte’i durur. 13

Ancak, siyasetin düşmanlık kuramı insan toplumunda varolduğu şüphe götürmeyen içeriği hesaba katmıyor. Öldürülenlerin başka ulustan olmaları, ulusal devletin mantıksal gerekçesi olsa da topluluk içerisinde âhenklilik unsurlarının olduğu yadsınamaz. Hans Prinzhorn, Klages’in önde gelen takipçisi, bu olguyu şöyle açıklıyor: İnsanın hayvanî içgüdüsü bize, eşyanın, mükemmel âhengin hüküm sürdüğü bir düzenini işaret ediyor. Her hayvan sonunun bir başkasının midesinde olacağından emin. Bu, doğal çevresindeki tüm hayvan yaşamını ele geçiren, kaçınılmazın tam kesinliği duygusunun varoluşsal arka plânı. “Yenilip yutulmanın değişmez sıralaması” ilkesi, bilincin yokluğuyla birlikte, ilkel topluluğun anısıyla bağdaştırılan tam saadet hâlinin doğal önkoşullarıdırlar.

İnsan toplumunun doğasına dair bu kuram, Klages’in Nietzsche’yi sözümona Hıristiyanlığından temizlemekte başarısız olmadığını ortaya koyuyor. En sonunda Nietzsche’den Bireyselciliğin tüm izlerini silmiştir. Nietzsche’nin çağdaş Nasyonal Sosyalizm üzerindeki geniş etkisi, büyük ölçüde, Klages’in tüm hayatının çalışmasının beslediği, Nietzsche’nin Dirimciliğinin Bireycilikten sıyrılabileceği – mantıksal olarak sıyrılmak zorunda olduğu – kanısından kaynaklanır. Bu yolla, insanların bir ilişkisi olan toplumun karşı alternatifine hizmet edebilecektir.

Bachofen’in Kalges tarafından yeniden keşfedilişine değinmekte fayda var. Bir düşünce çizgisinin yol ayrımı olduğu anlaşılan bir noktadan başlayarak ilerlemesi her zaman anlamlar içeren bir gerçektir. Bachofen’in anaerkillik üzerine çalışması, Morgan’dan ayrı olarak, Marksizmin ilkel toplum görüsünün ana kaynağıdır. Marx

12 Karl Schmitt’in kendisinin Dirimselci ekole ait olduğunu ima etme niyetimiz yoktur.13 [Ç.N.: Henri Bergson’un “Ahlâkın ve Dinin iki Kaynağı” (Les Deux Sources de la Morale et

la Religion, 1932) adlı çalışmasında tanımladığı, morale close (kapalı maneviyat) ve morale ouverte (açık maneviyat) ikilemine gönderme yapılıyor. İlki toplumsal gereklilik ve ahlâkî görevi içerirken, ikincisi yaratıcı duygu ve bilince karşılık geliyor.]

Page 17: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 153

ve Engels, Bachofen’in çalışmasının tarih öncesi zamanlardaki insan varoluşunun, iddia edilen birliğine yaptığı şiirsel vurgudan, Klages’in kendisi kadar etkilenmiş olabilirlerdi. Ancak onların eğilimleri zıt yöndeydi. Nietzsche’nin Dionysosçu ilkesi ve Klages’in beden-ruh’u geriye, gelişmemiş âhengin haz dolu bölgelerine doğru bir hareketi temsil eder. 14 Marksizm ise ileriye, insanın çevresiyle olan ilksel âhenginin daha yüksek bir benzerine doğru hareketi temsil eder. Demek ki, Sosyalizm ve Faşizm bir anlığına aynı düzlemde belirirler, daha yakınlaşmış bir insan toplumunun koşullarına doğru birbirine zıt yolları temsil ederler. Ancak gerici yol bir kandırmacadır. Gerileme, fakat ne kadar geriye? Alman milliyetçileri 1918’in öncesine gitmeyi önerdi. Moeller van der Bruck gibi gerici romantikler 1789’a çektiler. Spann ve Alman Hıristiyanları bir karşı-Rönesans ilan ettiler, ve böylece gerilemeyi yarım binyıla kadar götürdüler. Alman İnanç Hareketi, saati tam iki binyıl geriye almadığımız sürece gericiliğin ne emniyetinin ne de kalıcılığının mümkün olamayacağının farkına vardı. Hıristiyanlığın yok edilmesinin yeterli olmadığını, on bin yıl geriye gitmenin gerektiğini göstermek ise Klages’in başarısıdır.

Devrimci çözüm gerçeklere dayanıyordu. Karşı devrimci olansa sınırsız bir gerilemeye yönlendiriyor.

Dirimselciliğe ve Tümselciliğe geri dönelim. Onları mantıksal alternatifler olarak görmeye hiç gerek yok. Göze çarpan tezatlıkları, aralarında yüzeysel bir karşıtlıktan daha fazlasının olduğunu ispatlıyor. Zıt kutuplar arası bir ölçüyü ortaya koyuyor. Dirimselcilik bilinç öncesi ve tarih öncesi. Tümselcilik bilinç sonrası ve tarih sonrası. Birinde tarih henüz başlamamıştır, diğerinde “başlamıştır.” Birinde değişim zorunluluğu yoktur, diğerinde değişim imkânsızdır. Birinde gerçeklik “Ruh”tur, Akıl ölümcül bir sapmadır, diğerinde Akıl gerçekliktir, belanın nedeni ise “Ruh” kalıntılarıdır. Birinde kişi henüz topluma doğmamıştır, diğerinde toplum tarafından yutulmuştur. Birinde diyalektik yoktur, çünkü “Ruh” diyalektik değildir, diğerinde diyalektiğin olmamasının nedeni kapitalist toplumun ileriye daha yüksek bir kişiliğe değil, geriye bilinçsiz toplumsal organizmaya doğru yönlendirmesidir. Biri bugünden hayvanî geçmişe kaçmaktadır, diğeri insanî olmayan bugünün kutsanmasıdır. Aslında Dirimselcinin, Akıl-dünyanın kişiliksiz kendindenlikleri tarafından sinsice zayıflatılmış ve yok edilmiş yaşam görüsü tamamen kurmaca değil: Tümselciliğin piyasa-toplumundaki gerçek koşul budur. Ancak, yüksek seviyede gelişmiş bir makine çağı toplumunda kapitalizme 14 [Ç.N.: Nietzsche Apolloncu ve Dionysosçu iki duruşun Yunan Tragedyasının özünü

oluşturduğunu ileri sürer. Kahraman, düzensiz ve belirsiz (Dionysosçu) kaderine bir düzen vermeye (Apolloncu) çalışır ve başarısız olur. Nietzsche’ye göre bu trajedi bize bir özü keşfetme fırsatı verir. O da başlangıçtan beri varolan (primordiyal) birliktir ve Dionysosçu doğamızı, tarifedilemez bir hazzı farketmemizi sağlar.]

Page 18: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271154

Sosyalizmden başka alternatif bulunmaz. Tutarlı dirimselcilik her tür medeniyet ve kültürün sonu demektir. Tümselcilik özgürlüğün kaybının kendine yabancılaşma ve gerçekdışılıkta sağlanan devamlılığına işaret ederken Dirimselcilik mağaranın elini ayağını nereye koyacağını bilmeyen körlüğüne geri dönüşü işaret ediyor.

VII. Irakçılık ve Mistisizm (Gizemcilik)

Gerçekte Faşizm Dirimselcilik ve Tümselcilik kutupları arasında sürekli bir salınım halinde. Her ikisi de Faşist felsefenin temel gerekliliği olan şeyi tesis etmekte başarılı oldu: Bireylerin bir ilişkisi olmayacak insan toplumu mevhumu. Bu sonuca bize, insan varoluşunun bir görüsünü sunarak ulaştılar. Bu görü kabul edildiği takdirde bilincimizi, insanın kardeşliği öğretisininkinden farklı bir kalıba sokmaya zorlayacak. Ancak, Faşizmin eğilimi ayırdedici biçimde Dirimselciliğe doğru. Bu eğiliminde Hıristiyanlığa karşı indirgenemez düşmanlığının en derin kökleri belirginleşiyor.

Faşizm Dirimselci eğilimini en çok Almanya’da ortaya koyuyor. Irkçılık ve gizemcilik bu gelişmenin uzantıları. Bu ikisi, korporatif kapitalizmin kendi içinde sağlayamadığı iki temel gerekliliğini Dirimciliğin karşılamasına olanak sağlıyor: Teknolojik akılcılık ve milliyetçilik.

Dirimselcilik ve Tümselciliğin her ikisinin de kavramsal yapılarında milliyetçiliğe çok az yer ayırmış olmaları şaşırtıcı bir gerçek. Klages genel geçerliliği olan antropolojik yasalar keşfettiğini iddia eder. Spann’ın Nesnel Akıl yöntemi insanoğlunu içermekten geri durmaz. Aslında, Nietzsce de, Hegel de duygusal olarak milliyetçilik karşıtıdırlar.

Ancak, bir kurgu yardımıyla ulus, Dirimselciliğin maddeci örüntüsüne kolayca yerleştirilebilir. Irk mevhumu kabileye ait gerçekliğin ve çağdaş ulusun yapaylığının ortak paydası olarak hareket eder. Nasyonal Sosyalist felsefe, ırkı ulusun ikâmesi olarak kullanan Dirimselciliktir. Faşist düşüncede ırkın öncelikli rolü daha sonra ortaya çıkacaktır.

Akılcılığa olan ihtiyaç daha derin hususlar ortaya çıkarıyor. Çağdaş makinenin korporatif kapitalizmde işlemesi için, akılcılığın sadece mevhumu değil gerçekliği de sağlanmalı. Her dereceden üreticide zekâ ve İradenin başarmaya yönlendirilmiş kullanımı, yani psikolojik Ego’nun örgütlenmiş bilinci şart. Ancak dirimselcilik yaşamın bilinç dışı işlevinin bir tasdîkidir. İnsanın gerçekliğini birey olmama kapasitesinde arar. Ve de tam olarak bu ilkesi onu Faşizmin felsefesi yapmaktadır. Bireyi tekrar tesis etmeden, akılcı bilinç nasıl gerisin geriye dahîl edilebilir? Ve Ego karşılığında Sen (Thou) olmadan nasıl ortaya çıkabilir? Teknolojik medeniyetten ayrılamaz akılcılığa olan ihtiyaç Faşist felsefenin tüm dokusunu tehlikeye atıyor.

Page 19: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 155

Sorun açık bir şekilde dinî bir sorun. Daha doğrusu, dinî biçiminde Faşizmin felsefi sorunu. Sorun şu: Hayatıma, eninde sonunda ötekinin hayatında karşıma çıkmayacak bir anlam vermem mümkün mü?

Faşist çözüm sahte Mistisizmdedir. Gerçek Mistisizm inancın bir ürünü ve kanıtıdır, inancın yerine geçecek bir şey değildir. İnanç olmadan mistisizm, neredeyse herhangi bir estetik ya da dinî içerikle doldurulabilir hâlde, biçimsel bir akla dönüşmek üzere yozlaşır. Böyle bir mistisizm Mâneviyat evrenine değil Ruh evrenine aittir. İster pagancılığın vahşi hazcılığının mistisizmi olsun, ister moda olan çağdaş estetikçiliğin mistisizmi olsun, psikolojiktir, mânevî değildir. Mâneviyata karşı Ruhun (ya da hatta hayvanî bedenin) gerçekliğini ileri sürmek sahte mistisizmdir. İçsel olarak toplumsal olan dinin bakış açısından menfî bir olgudur. Çünkü mistisizm Tanrı ve İnsanın birleşmesidir. Dolayısıyla aynı zamanda insanın insandan tanrı eliyle ayrılışıdır. Mistik insan Tanrıyı elinde tutar, Ebedîyet tarafından kendi türdeşinden ayrılır. Mistik tecrübe komşun dışındaki tüm evreni kucaklar. Mistik Ego’nun, karşılığı olan bir Sen’i yoktur. Bundan dolayı, ortaçağa ait Alman mistisizmini, bu sefer inancın kendisine bir alternatif olarak yeniden olumlayarak Faşizm, mistisizmi dinî ve estetik duyguların, âhlaka sapma tehlikesinden uzak bir çıkış noktası olarak kullanıyor. Aklın mistik hâlinde idrâk ve iradeye en yüksek değerin biçilmesi, ruhun melekelerinin ilahlaştırılması, benliğin kendisinin eksiksiz tasfiyesiyle aynı anda gerçekleşir. Ancak, bu şekilde gizemleştirilen akılcılık ve irade özünde toplumsallık dışıdır. Eckehart’ın Hıristiyan inanç mistisizmi, ortaçağa ait ruhun, temas ve daha kalabalık yoldaşlıkları zorunlu olarak gerektiren yeni dünyaya rağmen, yalıtılmış inzivasına devam etme özleminin dışavurumuydu. Nasyonal Sosyalizmde mistisizm, bireyi bir toplumsal birlik olarak kurmamak koşuluyla, onun için yapay bir bilinç merkezi inşa etmeye hizmet ediyor. Çünkü Eckehart’ın mistik sisteminde Tanrının kendisi insan ruhunda doğar. İnsan ruhunun yasaları Tanrının kendisine hükmeder – doğanın akılcılığının bundan daha kuvvetli bir teminatı tahayyül edilemez. Böylece sahte mistisizm şaşırtıcı şekilde tedbirli bir akıldışılığın gerekliliklerini karşılar. Bu akıldışılık insanın doğayla olan ilişkilerinde aşırı bir akılcılıkla, insanın insanla olan ilşkilerinde tam bir akıl yoksunluğunu birleştirir. Nihayet, kan ve ırk bu mistik araca, dine dönüştürülmüş Dirimselci felsefe ile yakından türdeş olan bir içerik kazandırır. Bu Nasyonal Sosyalist dinin inşa edilişidir.

VIII. Dirimselciliğin Zaferi

Nasyonal Sosyalizmin siyasî bir din üretme eğilimi Rosenberg’in çalışmasında açığa vuruluyor. Rosenberg bu yaratıya mythus adını veriyor. Çabaları, incelememizin bize fark ettirdiği, Faşizmin farklı tüm yönlerini yansıtıyor: Dirimselciliğe ve Tümselciliğe ikili bir bağlılık; Dirimselciliğin makine çağının

Page 20: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271156

ihtiyaçlarına göre uyarlanması; dirimselci üstünlüğe doğru bir meylediş; ve nihaî yeterlilik sınaması olarak bireyselcilik karşıtlığı.

Rosenberg felsefî konumunu, Kalges ve Spann’ın sistemlerinin her ikisini de reddederek tanımlamaya çalıştı. Yine de, kaydedilmesi gereken önemli bir fark bulunuyor: Klages’e karşı eleştirilerine rağmen Rosenberg’in kendisi, Dirimselciliğe derin bir şekilde bağlı kalmıştır. Spann’ı reddedişi ise çok daha derin bir kopuştur.

Rosenberg, Klages’in “medeniyet karşısındaki kötümser görüş”üne keskin bir şekilde karşı çıkar. “Medeniyet öncesi güçler süper medeniyetin hizmetine zorlanamaz” diye buyurur. Çağdaş kapitalizmin, taş devri insanına ait tarzda bir insan bilinci temeli üzerinde işletilmesi çabasının beyhude olduğunun tam olarak farkındadır. Yeni Dirimselciliğin, Nietzsche’nin Aşkın Müjdesini (İncil) bertaraf etmiş olduğu gibi Güç İradesi’ni de yasaklananlar arasına ekleyerek, Nietzsche’den daha ileri gidemediğinden şikâyet eder. Nasyonal Sosyalist düşüncenin, Klages’in, Beden ve Ruh’un ilksel birliği ve insan hayvanının ahlâkî bilinçle bulandırılmamış bir âhengin keyfini sürdüğü “kaçınılmazın tam kesinlik” hâlinin keşfedilişine olan derin borcunun bilincindedir. Ancak Rosenberg, Klages’in ilerleme karşıtı gerici önyargılarının yanı sıra, insan gelişiminin genel yasalarını belirleme peşindeki tiksindirici eğilimlerine karşı çıkar. Bu, hiçbirşeyin iyi ya da kötü olmadığını, iyi ve kötüyü belirleyenin ırk olduğunu savunan ırkçı felsefenin temel ilkelerine tamamen terstir. Rosenberg, Klages’in antropolojisini ırkçı çizgide yeni bir kalıba dökmeye yönelir. Ona göre, Klages’in ilkel insana atfettiği Beden ve Ruh’un yanında Akıl ve Mâneviyatın başka ırklarda âhengi bozan şaşalı nitelikleri Kuzeyli Irk [Nordikler] için itibar teşkil etmelidir. Çünkü, bilincin yüksek biçimleri Kuzeyli Irkta hiçbir zaman, Aklın, bize Hıristiyanlığın sunduğu hastalıklı ifrazatlarına dönüşmek üzere yozlaşmaz. Bu yozlaşmalar tarihte Küçük Asya, Suriye ve Akdeniz havzasına yerleşmiş aşağılık ya da karışmış ırkların bozuk kanının sonucudur. Kuzey Irkının aklı “doğal olarak Dirimselcidir,” dini güneşe tapınmadır – şarkî büyünün, büyücülüğün ve batıl inancın hiçbir zaman kurbanı olmamış, sağlam bir inanış.

Ancak, Rosenberg Klages’in antropolojisini Aryan mitolojisine uydurmakta zorlanır. Kaçınılmazın eksiksiz doğal kesinliğinin ülküleştirilmiş “Ruh”unu Klages, Helenik dönem öncesi Küçük Asya halklarının dinî, mitolojik, şiirsel ve arkeolojik belgelerinden çıkarsamıştır. Rosenberg’in antisemit ve Katolik karşıtı ideolojisinin nefret duyduğu şu “Suriyeli” ırk ve “Akdenizli çeşni” tam da bu halklara karşılık geliyor. Ayrıca, Klages Bachofen’in ilkel anaerkillik konusundaki kuramlarına da inanırdı. Rosenberg Kuzey Irkı için babaerkilliğe inanıyor. Bu konuda da oldukça katî.

Page 21: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 157

Rosenberg’in kendi felsefesi esasen Dirimselci. “Gerçek, yaşamın organik ilkesinin belirlediğidir.” Ya da, “Mantık ve bilimde, sanat ve şiirde, ahlâk ve dinde en yüksek değerler, organik ırk gerçeğinin farklı yönlerinden başka şey değillerdir.” Kuramsal ve uygulamaya yönelik amaçları belki de en iyi şekilde şu ifadede özetlenir: “Tüm gerçek medeniyet, ırkın bitkisel ve dirimsel özellikleriyle uyumlu bilincin biçimlenmesi ve kalıba dökülmesinden başka bir şey olamaz.” Bu ırk mevhumunun kendi içinde illa biyolojik bir mevhum olmasının gerekli olmadığını belirtmekte önem var. Kural olarak ırk, kanla özdeşleştirilse de, aynı sıklıkla, soyun, baskınlığına rağmen, içlerinden sadece bir tanesi olduğu birçok farklı unsurdan meydana geldiği de kabul edilir. Dolayısıyla, ırkın taşıyıcısı Beden değil, “Ruh” tur. Irk kuramının dokusuna milliyetçiliğin [Nasyonalizmin] nakledilmesini çok daha kolaylaştıran, bu mevhumun bir uzantısıdır.

Ancak Klages’in sistemi, Rosenberg’in kendi felsefesinin temeli olarak farkında olunmadan sadece tekrar yükselmek üzere yasaklanırken, Rosenberg’in Spann’ı reddedişi karşılaştırılmaz derecede çok daha kesindir. Rosenberg Evrenselciliğe nefret ve aşağılamayla karşı çıkar. Eski Âhit ve Yahudi zihni, Yeni Âhit ve Hıristiyan zihni, Roma Kilisesi ve Marxgil Sosyalizm, Barışseverlik ve Hümanizm, Liberalizm ve Demokrasi, Anarşizm ve Bolşevizm, tümü sırayla Evrenselci oldukları için kınanırlar. Bu dizi, Zebur’dan, Dağdaki Vaaz’a ve Komünist Manifesto’ya kadar yazarın nefret duyduğu hemen her şeyi içerir. Rosenberg’in Evrenselciliğe yüklediği manayı tam olarak anlamak, Faşist düşüncenin Dirimselci çizgisinde açıkça görülen, Hıristiyanlığa karşı tutkulu düşmanlığı anlamlandırmak için oldukça önemlidir.

Öncelikle, Rosenberg’in lanetlediği Evrenselciliğin, Spann’ın “Evrenselciliği”yle, Viyanalı filozofun kendi Tümselci sistemini betimlemek için kullandığı genel terimle hiçbir ortak noktası yoktur. Spann’ın terminolojisinde Evrenselcilik, Aristocu “Bütün Parçalardan önce gelir” ya da Hegelci, “Gerçek bütündür” görüşlerinden esinlenen mantıksal bir çözümleme yöntemini ifade eder. Rosenberg bu sistemi Evrenselci olarak tanımlarken, terimi tamamen farklı bir anlamda kullanıyor. Aslında kullandığı anlam kabaca terimin, bugün kabul edilmiş kullanılışına karşılık geliyor. Örneğin, Kiliselerin, Hıristiyan vazifelerine içkin olan Evrenselciliğin reddi manasına geldiğinden dolayı ırkçılığı lanetlemelerinde olduğu gibi. Menfî olarak Evrenselcilik, demek ki, az ya da çok ırkçı olmamakla aynı anlama geliyor. Rosenberg’in Mythus’daki en kapsayıcı kullanımından çıkarsanan müspet anlamı, bir insanlık mevhumunu kastediyor. Başka deyişle, bir bütün olarak insanlık için, yani onu oluşturan tüm bireyler ya da birey grupları için geçerli olacak bir düşünce iddiası. Aslında bu anlamıyla Evrenselcilik, farklı ırkların farklı değerlerini sorgulamadan her birini kendi

Page 22: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271158

içinde var sayan ve böylece zımnî olarak bireylerin eşitliği ve insanoğlunun birliği mevhumlarını yadsıyan ırkçı ilkenin tam olarak zıddı. Bu anlamda Evrenselcilik ve Bireyselcilik, birbirinin karşıtı olmak şöyle dursun, bağdaşık terimlerdir. Buna uygun olarak Rosenberg, felsefede nihaî uzlaşmaz çatışmanın, bir yanda ırkçı-milliyetçi ilkeyle, öte yanda bireyselci-evrenselci ilke arasındaki çatışma olduğunu ilan eder.

Bu Rosenberg’in Spann’ın Tümselci felsefesini neden eleştirdiğini açıklıyor. “Evrenselci olduğu için Bireyselci” olmakla itham ediyor. Spann’ın sisteminin temel ilkesini bireyselcilik karşıtlığı olarak koymuş olduğunu hatırlarsak bu durum hayret verici gelebilir. Ancak Rosenberg haklı olarak, ırkçı-milliyetçi ilkeyi kabullenmeyen hiçbir düşünce hattının (Spann’ınki gibi) insanların eşit olduğuna dair bireyselci çıkarımdan tamamen kaçamayacağını ileri sürüyor. Spann’ın çürütmüş olduğu sadece On Dokuzuncu Yüzyıl’ın akılcı ve maddeci bireyselciliği, bu diğeri değil. Doğrusu, biz de Spann’ın saldırısının, Hıristiyan Bireyciliğin çürütülmesi hedefini şaşırdığını göstermeye çalışırken aynı argümanı kullandık.

İyi kurgulanmış bireyselcilik karşıtı bir felsefe, en çıplak zoolojik anlamı dışındaki bütün insanlık mevhumlarını reddetmek zorundadır. Her tonlamadan Faşistin bireyciliğe karşı şiddetli eleştirisinin coşkunluğu buradan kaynaklanmakta. Bu nedenden dolayıdır ki, insanlığın, bireylerin bir topluluğu olduğu fikrinin bireyselci ve evrenselci iki kutbuna karşı direniş için ırkçı-milliyetçi ilkeye bel bağlanmaktadır. Enternasyonalizmin Faşist reddi, Faşizmin Demokrasiyi reddedişinin öteki yüzünden başka bir şey değildir. Korporatif kapitalizm hem otoriterdir hem de milliyetçi. Hem bireylerin hem de ulusların eşit olmadığını savunur. Hitler, hala yeterince dikkate alınmayan, Nasyonal Sosyalizmin temelleri üzerine yaptığı Düseldorf konuşmasında “Enternasyonalizm ve Demokrasi birbirlerinden ayrılamaz” diye ilan etmişti.

Bireyselci-evrenselci ilkeye ırkçı-milliyetçi karşı çıkış din sorununun kalbine kadar iner. İster Nasyonal Sosyalist, ister başkası, ırk ya da ulus Faşizmin en yüksek değeridir. Birey ve insanlık ise, bütün olarak insan dünyası alanındaki Hıristiyan ideolojisinin iki kutbudur. Bu nedenledir ki, yaklaşmakta olan dinî çatışmanın kaçınılmazlığı bilinci Nasyonal Sosyalizm için başından beri ortadaydı. İlk parti programı müspet Hıristiyanlığını ilan etmiş olsa da olaylar gösterdi ki, platformundaki bu payandaya şimdi tamamen bir kenara atılmış diğer payandalardan daha katı biçimde sadık kalınmayacaktır. Hitler’in kendi felsefesi sadece açıkça Hıristiyanlığa ters düşen ırkçı görüşler değil, aynı zamanda Makyavelci taktik ilkelerinin de bir tasdikini içermekteydi. Bu ona, ırkçı

Page 23: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 159

görüşlerine uygun olarak hareket ederken bir yandan, bu hususta samimiyetsizlik suçlamasına ciddi bir şekilde açık olmadan, müspet Hıristiyanlığa sözde bağlılık gösterebilme imkânı tanıdı. Aslında, görece erken bir tarihte Gottfried Feder’in parti programı üzerine yorumu, Nasyonal Sosyalist hareketin yörüngesi içerisinde yeni bir dînin ortaya çıkması olasılığına değinmekteydi. Programı kaleme alanlara karşı bu muhtemel düşünsel çekince işaretinin ardından, Rosenberg’in Mythus’unda “müspet Hıristiyanlığa” karşı savaş ilanına varan bir hamle geldi. Rosenberg dahîce İncil’deki Hıristiyanlığı “menfî Hıristiyanlık” diye isimlendirdi. Bu yolla bir tarafta Hıristiyanlığı tasdikleyip desteklemeyi üzerine almakla, öte tarafta onun yerine yeni bir tür pagancılığı ikâme etmeyi kasıtlı olarak amaçlayan bir politika arasındaki uçurumu kapatacak basit bir araç geliştiriyordu. Rosenberg’in yaşam felsefesiyle ilgili hususlarda “Führer’in Komiseri” olarak atanması, Mythus’un, yazarının felsefî görüşünü tüm Almanya’nın gözleri önüne sermiş olduğu bir zamanda gerçekleşti. Hitler’in ve Rosenberg’in görüşlerinin kamu önünde ortaya konuluşları arasındaki tonlama farkının, bu ikisi arasındaki işlev ve konum farkından kaynaklanmadığı düşüncesi şüphe götürür. On Yedinci Yüzyıl’ın Almanya’yı çöle çeviren din savaşları, Hitler’e göre, yaşadığımız zamanın çehresi olan akıl ve tin yarılmasının gerçek yansımasıdır: Kan ve ulus, savaşma ve hayatta kalma, bir dinin nihaî gerçekleridir. Diğer din ise, insanların eşit ve insanoğlunun bir olduğu yanılgıları adına gerçeklerin sürekli yadsınmasıdır. Komiser de, Avrupalı zihne kök salmış, barışseverlik ve hümanizmin hastalıklı ırsî çarpıklığının Hıristiyan virüsünden kaynaklandığına dair inancını defalarca tekrarlar. Rus Komünistinin kronik enternasyonalizminin izini, haklı olarak, Hıristiyan esinin, Tolstoy ve Dostoyevski’deki şiirsel ifadesinde belirgin olan, insanlığın hizmetine adanmışlığın sınırtanımaz ruhunda sürer. Çünkü, onun için Rusya’daki Sosyalist Rus Devrimi, tarihi boyunca Batı’nın yaşam gücünü baltalamış olan “çöl mâneviyatının” yeni bir patlamasından başka bir şey değildir: Töton Avrupa’nın dinsiz ruhuna dadanan manevî bir veba, Hıristiyanlık.

Evrenselciliğin lehine duran Kiliseler kendi inançlarının özüne sadık kalıyorlar. Ancak, Alman Faşistleri de insanın eşitliğini sonuna kadar yadsıyarak kendi inançlarına sadık kalıyorlar. Mücadele, insan bireyini keşfeden dinin temsilcileriyle, yeni dinlerinin merkezine birey düşüncesini ortadan kaldırma saplantısını yerleştirenler arasında vuku buluyor.

IX. Faşizmin Sosyolojisi

Faşist felsefe Faşizmin oto portresidir. Sosyolojisi ise daha çok bir fotoğraf niteliğindedir. Biri, faşizmi kendi bilincinde yansıdığı biçimiyle; diğeri ise tarihin nesnel ışığında sunar. Bu iki resim ne derecede uyuşurlar?

Page 24: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271160

Faşizmin felsefesi insan dünyasının, toplumun bireylerin bilinçli ilişkisi olmadığı görüsünü yaratma çabasıysa eğer, sosyolojisi, Faşizmin, toplumun yapısını, Sosyalizme yönelen tüm gelişim eğilimlerini ortadan kaldırılacak biçimde dönüştürme teşebbüsü olduğunu ortaya koyar. Bu ikisi arasındaki uygulamaya yönelik bağlantı siyasî alanda bulunur, Demokrasinin kurumlarını yıkma gerekliliğinde yatar. Çünkü kıtanın tarihsel deneyiminde Demokrasi Sosyalizme yol açar ve eğer Sosyalizmin gelmesi istenmiyorsa, Demokrasi yıkılmalıdır. Faşist bireycilik karşıtlığı bu siyasî çıkarımın akılcılaştırılmasıdır. Bu nedenle Bireyselcilik, Demokrasi ve Sosyalizmi birbirleriyle ilintili, insanın ve toplumun doğasına dair tek ve aynı yorumdan türeyen düşünceler olarak görmek Faşist felsefe için esastır. Söz konusu yorumu Hıristiyan yorumla özdeşleştirmekte hiçbir zorluk çekmedik.

Ancak eşyanın bu düzeninde Faşist hareketin sadece sosyolojik doğası değil, aynı zamanda tahayyül edilen Faşist Sistemin doğası da görülüyor. Açık ki Faşizm sadece Demokrasinin ortadan kaldırılmasıyla yetinemez. Demokrasiye geri dönüş ihtimalini tamamen yok edecek bir toplumsal yapıyı kurmaya kalkışmak zorunda. Ancak böyle bir teşebbüsün gerektirdiği görevlerin doğası tam olarak nedir? Ve neden Faşizm, yükselme mücadelesi aşamasında gerekli olan radikal bireycilik karşıtlığı tavrını sürdürmeye mecbur kalıyor? Bu soruların cevabı korporatif devletin doğasına üstünkörü de olsa değinmeyi gerekli kılıyor.

Demokrasi ve kapitalizmin karşılıklı bağdaşmazlığı bugün, neredeyse genel olarak yaşadığımız zamanın toplumsal krizinin arka planı olarak kabul edilmekte. Bu konuda fikir ayrılıkları sadece değerlendirme biçimi ve vurgu farklılıklarıyla sınırlı. Mussolini’nin Dottrina’sı kısaca Demokrasinin bir anakronizma olduğu görüşünde, “çünkü kapitalizmin özündeki çelişkilerle ancak otoriter bir devlet baş edebilir.” İnancına göre demokrasinin zamanı geçmiştir, ancak kapitalizm henüz daha kariyerine yeni başlamaktadır. Hitler’in daha önce değindiğimiz Düseldorf konuşması, siyasetteki demokratik eşitlik ilkesiyle, iktisadî yaşamdaki üretim araçlarının özel mülkiyeti ilkesi arasındaki katî bağdaşmazlığı krizin temel nedeni ilan eder, çünkü “siyasî demokrasi ile iktisadî komünizm benzer ilkelere dayanırlar.” Mises ekolünün liberalleri temsiliyetçi demokrasi tarafından uygulanan fiyat sistemine müdahalelerin kaçınılmaz olarak üretilen malların toplamında bir gerileme yaratacağında ısrar ederler. Onlar için Faşizme, Liberal iktisadın teminatı olduğundan dolayı göz yumulabilir. “Müdahaleci” ve “Liberal” faşistlerin ortak kanısı demokrasinin sosyalizme yol açtığıdır. Marxist Sosyalistler onlarla nedenler konusunda hem fikir olmayabilirler ancak kapitalizm ve demokrasinin karşılıklı olarak bağdaşmaz hale geldikleri konusunda aynı görüşteler. Her inançtan sosyalist Faşizmin Demokrasiye karşı saldırısını, var olan

Page 25: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 161

iktisadî sistemi zor yoluyla kurtarma teşebbüsü olarak lanetliyorlar.

Temel olarak iki çözüm söz konusu: Demokratik ilkenin siyasetten iktisada doğru genişletilmesi ya da demokratik “siyasî alanın” hepten ortadan kaldırılması.

Demokratik ilkenin iktisada uygulanması üretim araçlarının özel mülkiyetinin tasfiyesi ve sonuçta ayrı özerk bir iktisadî alanın ortadan kalkması anlamına gelir: Demokratik siyasî alan, toplumun bütününe dönüşür. Bu esas olarak Sosyalizmdir.

Demokratik siyasî alanın tasfiyesinden sonraysa geriye sadece iktisadî yaşam kalır. Sanayinin farklı kollarında örgütlenmiş kapitalizm toplumun bütününe dönüşür. Bu da Faşist çözümdür.

Her ikisi de henüz gerçekleştirilmedi. Rus Sosyalizmi, demokrasiye doğru eğilimi açık şekilde görülüyorsa da, hâlâ diktatöryel aşamasında. Faşizm korporatif devleti kurma yolunda ağırdan alarak ilerliyor. Hitler ve Mussolini’nin ikisi de, demokrasi görmüş bir neslin korporatif vatandaş olmak için yeterince olgunlaşmış olmadığını düşünüyor gibiler.

Sosyalizmin sosyolojik içeriği kabaca, bütünün bireyin irade ve niyetine bağımlılığının daha eksiksiz bir şekilde gerçekleştirilmesidir – ve ayrıca buna karşılık olarak, bireyin bütün içindeki payından kaynaklanan sorumluluğunun artmasıdır. Devlet ve devlet organları bu amacın kurumsal olarak gerçekleştirilmesi için çalışırlar. Tüm üreticilerin girişimciliğe teşvik edilmeleri, planların her açıdan tartışılması, sanayi sürecinin ve bireylerin bu süreç içerisindeki rollerinin kapsayıcı bir şekilde gözetimi, işlevsel ve bölgesel temsiliyet, siyasî ve iktisadî olarak kendi kendini yönetmeye yönelik eğitim, küçük çevrelerde yoğun demokrasi, liderlik eğitimi, bunların hepsi, toplumu bireylerin bilinçli ve dolaysız ilişkisinin artan şekilde biçimlendirilebilir bir aracı yapmayı hedefleyen bir tür örgütlenmenin özellikleri.

Faşizmin sosyolojik içeriği bütünün, onu oluşturan bireylerin bilinçli irade ve niyetine olan bağımlılığına izin vermeyen yapısal bir toplum düzenidir. Eğer amaç buysa, böylesi bir irade ve niyet hiç ortaya çıkmamalıdır. İtiraz demokrasinin biçimine değil özünedir. İster genel oy hakkı ve parlamenter demokrasi biçiminde, ister küçük gruplar içindeki demokrasiye dayalı örgütlenmiş kamu görüşü biçiminde, ister yerel ve kültürel birimler içindeki düşünce ve ifade özgürlüğü biçiminde, ister toplumu kendine özgü kanallardan yönlendiren dinî ve akademik özgürlük biçiminde, ya da isterse bunların bir kombinasyonu biçiminde olsun, Faşizmde hepsi ortadan kalkmalıdır. Bu yapısal düzende insanlar üretici olarak ve sadece üretici olarak değerlendirilirler. Sanayinin farklı kolları yasal olarak

Page 26: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271162

şirketler olarak tanınır ve kendi alanlardaki iktisadî, malî, endüstriyel ve toplumsal sorunlarla ilgilenme ayrıcalığıyla donatılırlar. Daha önce biçimsel olarak siyasî devlete mahsus olan neredeyse bütün yasama, yürütme ve yargı güçlerinin bir havuzuna dönüşürler. Yaşamın fiilî örgütlenmesi meslek temeli üzerine inşa edilir. Temsiliyet iktisadî işlevle bağdaştırılır. Temsiliyette ne düşünce ve değerler ne de ilişkili insanların sayısı ifade bulur. Böylesi bir yapısal düzen bildiğimiz şekliyle insan bilinci temelinde var olamaz. Başka tür bir bilince geçiş süreci ister istemez uzun olmak durumundadır. Hitler bu sürecin uzunluğunu nesillerle ölçüyor. Faşist parti ve devlet her aracı kullanarak bu değişimin gerçekleştirilmesi için çalışıyorlar. Bu amaca ulaşmakta başarılı olamazlarsa toplumun sosyalizme ani geçişi neredeyse kaçınılmazdır.

Faşizmin nesnel doğasının yalın bir özeti, felsefesi hakkındaki yorumlarımızı destekleme eğiliminde. Faşist sistem Faşist hareketin başlattığı görevi ısrarla sürdürmek zorunda: Toplumdaki demokratik partilerin, örgütlerin ve kurumların ortadan kaldırılması. O halde Faşizm insan bilincinin kendisinin doğasını değiştirmeye koyulmak zorunda. Uygulamada Hıristiyanlıkla çatışmasının nedeni bu gereklilikten kaynaklanıyor. Çünkü korporatif devlet, ne bireye ait toplulukla ilgili bilinçli irade ve niyetin, ne de buna karşılık olarak bireyin topluluktaki payından kaynaklanan sorumluluğun olmadığı bir durumu anlatır. Ancak, toplumu bireylerin ilişkisi olarak kavradığımız sürece, ne böyle bir irade ne de böyle bir sorumluluk dünyamızı tamamen terk edemez.

Page 27: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 163

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Siyasî Başarısının Kaynakları Üzerine

Kısa bir Not*

Benan Eres**

ÖzetBu kısa yazı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin parlamento seçimlerinde üç dönem üst üste

tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu elde etme başarısının gizine ışık tutmak amacıyla ileri sürülen başlıca nedenlerin kısmî haklılıklarından yola çıkarak açıklayıcı genel bir çerçevenin taslağını sunmayı hedeflemektedir. Piyasa tahakkümünün insan toplumunda tesis edilmesi sürecinin çok yönlülüğü bu açıklamanın temelini oluşturuyor. Ayrıca bu çerçeve içerisinde Türkiye’de tam bir faşist rejimin mümkün olup olmadığı sorgulanıyor.

Anahtar Kelimeler: Çift yönlü hareket, neoliberalizm, Adalet ve Kalkınma Partisi, faşizm.

A Brief Note on the Sources of Justice and Development Party’s Political Success

AbstractThis brief note aims at presenting a sketch of an explanatory general framework that would

shed some light on the success of the Justice and Development Party in gaining the majority in parliamentary elections and coming to power without a partner, three times in a row. The multi faceted movements in the process of establishing the market domination in a human society constitute the basis of this explanation. Furthermore, in line with this framework, the possibility of the establishment of a properly fascist regime in Turkey is briefly questioned.

Key Words: Double movement, neoliberalism, Justice and Development Party, fascism.

* Bu yazı sayı editörlerinden biri tarafından kaleme alınmıştır. Editörlük ve hakemlik sürecinin birlikte, bağımsız ve sağlıklı bir şekilde çifte karar mekanizmasıyla işlemesine uygun olmadığından dolayı ayrıca bir hakem sürecine girmemiştir. Yazı bu nedenle doğrudan akademik değerlendirme sürecinden geçmemiş olarak değerlendirilmelidir.

** Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, İktisat Bölümü öğretim üyesi.

Page 28: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271164

Piyasalar ve Toplumun Dönüşümü

Piyasalara dayalı kapitalist örgütlenme biçiminin, ezelî ve ebedî olmayan, tarihsel bilgi ve algısına dayalı bir anlayışının ve incelemesinin peşine düşmüş hemen herkes artık, bu toplumsal örgütlenme biçiminin tarihsel olarak tesis edilişinde en azından iki tane, farklı yönde işleyen hareketin rol oynamış olduğunu kabul ediyor. Bu genel kabul, bu fikri ilk olmasa da en açık ve güçlü biçimde ortaya koymuş olan Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm adlı eserinin 1, uzun süreden beri hukuk felsefesinden antropolojiye, iktisattan sosyolojiye, bilim felsefesinden arkeolojiye, etnografyadan siyaset bilimine kadar alt çalışma alanlarını da içerecek şekilde, tüm sosyal bilim dallarının akademik ve düşünsel çalışmalarında yoğun ve sürekli atıf almasından da anlaşılabilir.

İnsan toplumunun iktisadî gerekliliklerinin örgütleniş biçiminin kurumsal açıdan diğer tüm yönlerinden kopmuş olması, bu iktisadî örgütlenmenin karşısında onunla zıt yönde işleyen en az bir başka sürecin daha ister sistematik ister arızî olarak oluşmasını garanti edecektir. Kaldı ki kapitalizm gibi, kendinden önceki ve hatta kendisinin yarattığı toplumsal yapı ve dokuların her birini dur durak bilmeden “buharlaştıran” devrimci bir dönüşümün sürdürülebilirliği, karşısında sürekli ve sistematik biçimde yükselen bir karşı hareketin varlığına bağlı olmalı. Hürmüz ile Ehrimen’in sonlanmayan güreşinin var ettiği dünyevî yaşam gibi, piyasaların soğuk katîliğinde sağlanan, arzular ve zahmetler dengesi de, insanoğlunun doğasından geleni korumak üzere seferber ettiği kurumlar olmadan varlığını sürdüremez. Ne Ehrimen’in zifirî karanlığı ne de cansız bir mutlak bahtiyarlık tek başına hâkim olabilecektir. Bu kısa yazı bu genel kabul ışığında Türkiye siyasetinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (bundan sonra AKP) kazandığı ve sürdürdüğü başarının çok tartışılan gizine bir ışık tutmayı amaçlıyor.

Böylesi uzun dönemli tarihsel bir bakışın bir ulusal ekonominin sadece son on yıllık bir dönemini anlamlandırmak için kullanılmasının sakıncaları bulunmakta. Bu sakıncalar, Polanyi’nin, insanlığın Büyük Buhran ve dehşet verici savaşların sonrasında piyasa sistemine dayalı ve toplumdan kopartılmış iktisadî bu örgütlenmeyi tekrar tesis etmeyeceğine olan güveninin nasıl boş çıktığı hatırlandığında kolayca anlaşılabilecektir. Ancak aynı örnek böyle bir çabanın o kadar boş olmadığını da gösteriyor. AKP’nin oluşum, siyasî yükseliş ve iktidar yıllarının sadece bir kısmını kapladığı 30 yıllık dönem boyunca dünyanın geri kalanı için olduğu gibi Türkiye için de neoliberal iktisat politikalarının hâkimiyeti söz konusuydu. 2 Toplumun tamamı gittikçe artan derecelerde

1 Karl Polanyi (2010[1946]). Büyük Dönüşüm. Çağımızın Sosyal ve Ekonomik Kökenleri, 9. Basım, çev. Ayşe Buğra, İstanbul: İletişim yayınevi.

2 Neoliberalizm kavramının düşünce tarihi, iktisat politikası vesaire için birden fazla tanımı

Page 29: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 165

piyasaların müdahalesiz işleyişlerinin gerekliliklerine uyacak biçimde yeniden düzenlenmeye ve değiştirilmeye ve hatta inanç ve değerleri piyasaların gerekli ve kaçınılmaz olduğu yargısı üzerine yeniden inşa edilmeye koyuldu. Polanyi’nin “19. Yüzyıl medeniyeti”nin, birçok temel yönden aynı ve fakat daha kapsayıcı, daha amansız ve daha sinsi bir versiyonu 20. Yüzyılı 21.’ye bağlayan on yıllar boyunca dünya üzerindeki tüm insan topluluklarının gerçek tecrübesi haline geldi. Dünyanın kapitalist piyasalara doğrudan ya da dolaylı olarak bağlı her yerinde yaşananlar Türkiye’de de karşılık buldu. Bu süreci, kolaylık olsun diye kapitalist ekonominin merkezlerinde 21. Yüzyıl’ın ilk on yılının sonunda ortaya çıkan ve etkileri bugün iddia edilenin aksine hâlâ hız kesmeden devam eden krizle sonlandırabiliriz. Dünyadaki bu gelişimden hiçbir anlamda yalıtık olmayan bir ülkede bu süreç içerisinde şekillenen, gelişen ve iktidar olan bir siyasî hareketi ve başarısını anlamlandırmak için Polanyi’nin gelişimine en büyük katkıyı yaptığı yukarıda değinilen yaklaşımın kullanılmasının oldukça yararlı olacağı açık. Bu süreci birbirine zıt birden fazla hareketin birlikteliği olarak gören bu yaklaşımın bir başka avantajı da ister taraftarı ister muhalifi olsun AKP’yi açıklamaya çalışan farklı görüşlerin birbirlerine alternatifmiş görünen kısmî olarak haklı ve gerçekçi yönlerini tek bir açıklamada içerebilecek olması.

Piyasa Piyasa Piyasa

AKP’nin toplumun piyasaların istekleri doğrultusunda yeniden örgütlenmesi için gerekli iktisat politikalarını kendinden önceki tüm iktidar parti ya da parti koalisyonlarından çok daha geniş ölçek ve hızda gerçekleştirdiği şüphe götürmez. 3 Partiyi neoliberalizmin uygulayıcısı olarak ilan edenler kesinlikle haklılar. Sadece kamunun sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik sistemlerinin piyasaya tam devri yolunda kararlı ve planlı tasfiyesi bile bu yaftayı yemek için yeterli. Özelleştirmeler ve piyasa hâkimiyetinin tesisi için birçok uygulamayı saymaya dahi gerek yok. Liberal burjuva devletinin tarihsel koşullar altında kurup geliştirdiği bazı mal ve hizmetlerin kamu tahsisi yoluyla sağlanmasına ve bunun da ötesinde bunların birçoğuna ücretsiz ya da düzenlenmiş fiyatlardan ulaşmanın bir vatandaşlık hakkı olduğuna dair inanca karşı sistemli saldırı AKP’nin hiçbir kademesinden eksik olmamıştır. Bunun ötesinde, benzer piyasa yanlısı söylemleri paylaştığı kendinden önceki iktidarların bunların tasfiyesi konusunda siyasî çıkarları için kısmen de olsa takındıkları fiili ayak sürümeler, yavaşlatmalar AKP için geçerli

mevcut. Burada geniş anlamıyla bir genel hareketi, “sermayenin sınırsız tahakkümünü oluşturma, yerleştirme girişimini” anlattığı şekliyle kullanıyoruz. Korkut Boratav (2010). “Geçmişe Dönüşü Savunarak İleriye Gitmek,” Korkut Boratav Emperyalizm, Sosyalizm ve Türkiye, İstanbul: Yordam kitap içinde, s.307-16.

3 Bu yönde bir yorum açısından AKP’nin iktisat politikalarının ayrıntılı bir dökümü için bkz. Nazif Ekzen (2009). “AKP İktisat Politikaları: 2002-2007,” İlhan Uzgel ve Bülent Duru (der.) AKP Kitabı. Bir Dönüşümün Bilançosu. Ankara: Phoenix Yayınevi, s.473-509.

Page 30: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271166

değildir. 1994 ve 2000-2001 krizlerinin sonunda zorunlu olarak bir harabeye dönmüş olan toplumun üretici örgütlenmesi ve onun düzenlenme biçimi AKP’ye başka alternatifin olmadığı palavrasını her zaman olduğundan daha inandırıcı ve caydırıcı şekilde kullanma ve böylece bu yolda harekete geçme imkânı vermiştir:

“AKP bu bakımdan sosyo-ekonomik koşulların “dip noktaya” ulaştığı bir dönüm noktasında iktidara geldi. İktidarının ilk beş yılı…. uluslararası çevrimin “çıkış” aşamasıyla çakıştı. Emperyalist sistemin çevresinde yer almış bir ülkede bir iktidar değişikliği için 2002’den daha ideal koşullar tasarlamak güçtür. Hele o ülke, 2002 Kasımındaki Türkiye gibi ağır bir krizin bitim noktasında ise…” 4

Ayrıca tersini iddia eden tüm söylemlerinin aksine özellikle iktidarının ilk döneminde uygulamaya koyduğu “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” süreci muhtemelen IMF için Türkiye’deki bir iktidarla yaşadığı pazarlık ilişkileri açısından en rahat dönem olmuştur. Bu açılardan bakıldığında AKP’nin yükselişi ve başarısının kaynağının uluslararası ve ona eklemlenmiş yerel sermayenin çıkarlarını daha önce hiç olmadığı kadar hızlı ve kararlı biçimde savunması ve geliştirmesi olarak gösterilebilir. Tabii bu yaklaşım arada ses düşürmektedir. Bu sonuca varmak için aralarında değme komplo teorilerinin de geliştirilebileceği bir zımnî bağlantılar silsilesi söz konusu.

Öncelikle Türkiye’de devletin dolaysız olarak sermayenin denetimi ve şaşmaz yönlendirmesi altında olduğu kabul edilmelidir. Ulusal sermaye ile uluslararası sermayenin çıkarlarının önemli ölçüde ortaklaştığı da ayrıca varsayılmaktadır. Bir diğer zımnî varsayım da Türkiye’de işçi sınıfının ya da daha geniş anlamda yoksul kesimin en azından dolaysız maddî çıkarlarını savunan siyasî hareketlerin namevcut olduğu ya da genel oy hakkına dayalı burjuva liberal devlet içerisinde hiçbir etkilerinin bulunmadığıdır.

AKP’nin başarısının bu şekilde açıklanışını tamamen reddetmek yukarıda özetlenen somut tarihsel gelişmeleri yok saymak olacaktır. Ama görüldüğü gibi tek ve kapsayıcı bir açıklama olarak kabul edilmesi kolaylıkla ve katilikle ispatlanabilmesi mümkün olmayan bir dizi önemli bağlantının da kabul edilmesini gerektirmekte. Devlet-sermaye ilişkisinin, dar anlamda söz konusu dönem açısından dahi tek yönlü ve sabit olmaktan uzak olduğu açıktır. Aynı belirsizliğin ulusal ve uluslararası sermayeler arası ilişki açısından, sadece rekabetçi uluslararası piyasalar göz önüne alındığında bile daha da geçerli olduğu görülebilir. İşçi sınıfının çıkarlarını merkezine alan siyasî hareketlerin, 1980 darbesinden bugüne çalışan karşıtı tüm düzenlemeler ve krizlerin şişirdiği yedek

4 Korkut Boratav (2009). “AKP’li Yıllarda Türkiye Ekonomisi,” İlhan Uzgel ve Bülent Duru (der.) AKP Kitabı. Bir Dönüşümün Bilançosu. Ankara: Phoenix Yayınevi, s.464.

Page 31: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 167

sanayi ordusu nedeniyle oldukça cılız, güçsüz ve etkisiz oldukları kabul edilse bile, en azından AKP öncesi iktidarların çeşitli şekillerde neoliberal politikaların uygulanmasında (neticesiz ya da ikiyüzlü de olsa) sergiledikleri gönülsüzlük, sınıfın çıkarlarının Türkiye’nin arazlı parlamenter burjuva devletinde bile canlı ve yaşıyor olduğunu gösteriyor (kaldı ki kapitalist üretim biçimi devam ettiği sürece tersi mümkün değildir).

Tekrarlamakta fayda var: AKP Türkiye’de neoliberal, çalışan karşıtı iktisat politikalarının en istikrarlı, en inançlı ve en başarılı uygulayıcısı olmuştur. Ayrıca dahası, bu politikalarına muhalefet edenleri ortadan kaldırmak üzere iktidar gücünün sağladığı tüm kamusal ve diğer olanakları meşru ve gayrimeşru yollardan seferber etmiştir. Ancak bu yazının iddiası başarısının gizinin tek başına bu özelliğinde yatmıyor olduğu.

Hayırsever Devlet

21. Yüzyıl’ın neoliberalizminin “19. Yüzyıl medeniyeti”yle olan benzerliğinin kaynaklarından biri genel anlamda toplumun daha önce geliştirmiş olduğu dayanışma ve geçim garantisi örgülerinin (19. Yüzyıl için kapitalizm öncesi yapılar, 21. Yüzyıl için ise refah toplumu gösterilebilir) piyasaların lehine tasfiyeleridir. Bu bakış açısından neoliberal politika demek, daha önce çeşitli şekillerde toplumsal olarak koruma altına alınmış olanların korumalarının kaldırılması politikaları demektir. AKP’nin de başarıyla gerçekleştirdiği buydu.

Ancak bunun gerçekleştirilmesi için tasfiye edilenin yerine başka bir şeyin ikâme edilmesi yazının başında belirttiğimiz çok yönlü hareket hipotezinin uygulamadaki bir gerekliliği. Neoliberal tasfiyeyi tecrübe eden dünyanın her yerinde benzer süreçler yaşandı. 5 MacGregor, neoliberal süreçte metropollerde refah devletinin yok olmadığı ancak keskin şekilde dönüştüğünü savunduğu yazısında, toplumun tamamından vazgeçerek daha çok en alt kesimlerde yoğunlaşan sosyal politikalar açısından “dışlananlar söz konusu olduğunda, politikaların neoliberal olmaktan çok, yeni muhafazakâr ya da otoriter nitelikte olduğu görülüyor: Devletin daha çok müdahale etmesi, daha saldırgan politikalar

5 Aynı kuramsal çerçeveden dünyadaki bu tasfiye ve ikâme sürecini genelleştirerek sunan bir çalışma için bkz. Ayşe Buğra (2009). “Polanyi’nin Çifte Hareket Kavramı ve Günümüz Piyasa Toplumunda Siyaset,” Ayşe Buğra ve Kaan Ağartan (der.) 21. Yüzyılda Karl Polanyi’yi Okumak. Bir Siyasal Proje Olarak Piyasa Ekonomisi, çev. Azer Kılıç, İstanbul: İletişim yayınevi, s.237-59. Ronaldo Munck (2007). “Neoliberalizm ve Siyaset, Neoliberalizmin Siyaseti,” Alfredo Saad-Filho ve Deborah Johnston (der.) Neoliberalizm. Muhalif bir Seçki, çev. Şeyda Başlı ve Tuncel Öncel, İstanbul: Yordam Kitap, s. 106-22 ise aynı sürecin tek yönlü, sadece piyasa sisteminin kurulmasını hedeflediği bir resmini çiziyor.

Page 32: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271168

ve gözetim” diye vurguluyor. 6 Türkiye için bu durumu en can alıcı şekilde örnekleyecek olan AKP’nin yoksulluk politikalarıdır. Bahçe ve Köse yaptıkları ayrıntılı bir çalışmanın sonucunda AKP’nin, “… kamunun ricatı politikası gereği [tasfiye], vicdanlı vatandaşları ve hayır kurumlarını ön plana çıkarma [ikâme]…” hedefini harfiyen yerine getirdiğini ortaya koyuyorlar. 7 Burada AKP’yi benzer piyasa yanlısı diğer iktidarlardan ayıran önemli bir nokta bulunuyor. Piyasaların hâkimiyetinin (“kamu varlıklarının ve kamusal korunakların özel sektör merkezli bir anlayışla yok edilmesi[nin]” 8) genel sonuçlarından biri olan yoksulluğun, kuramsal olarak devletin sermayenin gelirinden el koyduklarıyla karşıladığı kamu kaynak ve korunaklarından değil, başka yollardan telafisinin sağlaması. Genel oy hakkına dayalı liberal burjuva devlet toplumsal vazifelerinden bağışlanıyorken ardında bıraktığı boşluk siyasî bir hareketin muhafazakâr motiflerle inandırıcılık kazandırdığı bir mekanizmayla dolduruluyor ve bunda büyük oranda başarılı olunuyor. Toplumun özellikle daha az avantajlı ve/veya talihli olan mensuplarına karşı duyduğu dayanışma gerekliliği AKP’nin çeşitli doğrudan örgütleriyle ya da temasta olduğu dolaylı kaynaklar yoluyla karşılanıyor.

Bu dayanışma gerekliliğinin birbirinden oldukça farklı iki yönü söz konusudur. Bu yazının boyutlarını aşmasına rağmen kısaca değinelim. İlki, tüm insan toplumlarına ait manevî (etik) bir gerekliliktir ve insanın ve dolayısıyla insan toplumunun “doğasından” kaynaklandığı ileri sürülür. İkincisi ise kapitalist üretim biçimine aittir. İşçi sınıfının nüfusunu düzenleyen ilke olarak Marx tarafından ortaya konulan yedek sanayi ordusuyla doğrudan ilgilidir. Tarihsel olarak çeşitli vadelerde istikrarsız özellikler taşıyan kapitalist üretim örgütlenmesi içerisinde bir atıl işgücü yığınının yedekte tutulması gerekliliği bulunur. Bu elzem stepne kullanılmaktan olduğu kadar kullanılmamaktan da eriyip gidebilir. Fazla kullanıldığında işçi sınıfına toplumsal üründen daha fazla pay isteyebileceği bir pazarlık gücü kazandırır; kullanılmadıkça ise bir daha tekrar “kullanılamayacak” düşkünler ordusuna dönüşmenin yanında İncilvarî toplumsal kötülüklerin türediği bir karanlık kuyu haline de gelecektir.

AKP’nin siyasî söylemine elbette ki ilki damgasını vuruyor. Tek bir farkla: Bu versiyonda manevî gereklilik insan toplumunun değil İslam toplumunun doğasından kaynaklanıyor. Bahçe ve Köse’nin etkileyici şekilde ifade ettikleri

6 Suzanne MacGregor (2007). “Refah Devleti ve Neoliberalizm,” Alfredo Saad-Filho ve Deborah Johnston (der.) Neoliberalizm. Muhalif bir Seçki, çev. Şeyda Başlı ve Tuncel Öncel, İstanbul: Yordam Kitap, s. 240.

7 Köse, A. Haşim ve Serdal Bahçe (2009). “”Hayırsever” Devletin Yükselişi: AKP Yönetiminde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk,” İlhan Uzgel ve Bülent Duru (der.) AKP Kitabı. Bir Dönüşümün Bilançosu. Ankara: Phoenix Yayınevi, s.492-509.

8 Köse ve Bahçe (2009) s. 507

Page 33: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 169

gibi Türkiye’de son on yılda bir “aktarım” toplumu yaratılıyor. 9 Şunu kabul etmek gerekir ki AKP dar anlamda iktisadî eşitsizlikle mücadele açısından oldukça inandırıcı bir politika kurmuş ve izlemiştir. En manidar olan örnekler çeşitli islamî cemaatlerin bünyesi ya da denetimi altında küçük ölçekli Owenvarî üretim birimlerinin dahi hayat bulmuş olması, bazı özel girişimlerin çalışanlarına mahsus yemekhane ya da benzeri tesislerin genel kullanıma açılmasının sağlanması, vb… Kamuoyunda çokça tartışılan ve siyasî malzemeye dönüşmüş olan kömür ve yiyecek yardımlarını saymaya bile gerek yok. Bunlar AKP’nin, yine ister muhalif isterse destekçilerinden geliyor olsun, “Türkiye’de solun yapması gerekenleri yapıyor” olduğu tahlilinin hiç de boş olmadığının kanıtları. O halde AKP’nin başarısının kaynağı toplumsal dayanışma, güvenlik ve piyasanın etkilerine karşı korunma konularında diğer tüm siyasî hareketlerden daha başarılı bir yol tasarlayarak hayata geçirmesi midir? Bunun cevabı, AKP’nin yukarıda tartışılan, neoliberal politikaları uygulamadaki kararlılığı ve başarısı göz ardı edildiğinde pekâlâ evet olabilir. Diğer bir deyişle bu görüş de kısmen haklıdır. Ancak yukarıdaki düşünce silsilesi takip edildiğinde ortaya bir garabet çıkıyor: Toplumun bünyesine ölümcül bir virüs zerk eden politikaların denetimcisi aynı zamanda uygulanmış en başarılı tedaviyi sunuyor!

Bir Dalda İki Kiraz / Biri Al Biri Beyaz

AKP’nin siyasî başarısını anlamlandırmada ikisi de, dayandırıldıkları toplumsal ve tarihsel gerçekler ölçüsünde kısmî olarak haklı olan iki görüşü kısaca özetlemeye çalıştık. Birçok görüş de bu ikisini de bir şekilde içermekte. Çoğu, her ikisinin gerçekliğini yadsımamakta ama bu ikisinden birini diğerinin bahanesi, özrü ya da paravanı olarak sunarak diğerine nazaran değersizleştirmekte. ‘Neoliberal politikalarla dünya sermayesine ödün vermeden harap olmuş bir ekonomide nasıl bu sosyal politikalar, özgürleştirici siyasî hamleler gerçekleştirilebilirdi ki?’ Ya da, ‘zaten yüzeysel ve uygulamada partizan (ya da daha gizli islamî bir acendaya hizmet eden) olan bu sosyal politikalar AKP’nin devleti sermayenin tam bir aygıtı haline dönüştürme projesini gizlemek için kullanılmıyor mu?’ 10 Bu satırların yazarı da belirleyici olan sürecin neoliberal politikaların uygulanması olduğu konusunda benzer görüşlerle mutabıktır. Kapitalist dünya ekonomisine eklemlenmiş olan Türkiye gibi bir aksak burjuva demokrasisinin daha farklı bir öncelik kabul etmesini beklemek zaten akılcı olmayacaktır. Ama bu yazının amacı daha önce de

9 Ahmet H. Köse ve Serdal Bahçe (2008). “Türkiye’de Yoksulluk ve Gelir Dağılımı,” Kongre tebliği, 10. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, ODTÜ, Ankara 28-30 Kasım.

10 Benzer ikiyüzlülük (“sinsilik”) ya da siyasî fedakârlık yakıştırmaları Tony Blair’in İşçi Partisi hükümeti ve ne üdüğü belirsiz üçüncü yolu için de çokça telaffuz edilmişti. Bkz. Phillip Arestis ve Malcolm Sawyer (2007). “Neoliberalizm ve Üçüncü Yol,” Alfredo Saad-Filho ve Deborah Johnston (der.) Neoliberalizm. Muhalif bir Seçki, çev. Şeyda Başlı ve Tuncel Öncel, İstanbul: Yordam Kitap, s. 293-302.

Page 34: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271170

açıkça ortaya koyulduğu gibi AKP’nin neden başarılı olduğunun açıklanmasına bir katkı sunmaktır. AKP öncesi iktidar parti ya da parti koalisyonlarının hangisinin bu öncelikten vazgeçtiği iddia edilebilir ki? Ancak başarısız olmuşlardır.

Yazının başında kısaca açıklanmaya çalışılan çok yönlü tarihsel hareketin bu başarıyı açıklamakta önemli bir aday olduğu kabul edilecektir. AKP bünyesinde iki hareketin uygulamadaki gerekliliklerini karşılayabilecek odak, bağlantı ve bağımlılık ilişkilerini içermeyi başarmıştır. 2008’de metropol ülkelerdeki finansal ve takip eden yaygın iktisadî krizi de içerecek şekilde, Türkiye’de neoliberal ilkelere uygun olarak bir tam piyasa ekonomisinin inşasının iskambil kağıtlarından kale yapmaya benzetebiliriz. Her bir kâğıdın karşısına onu ve tüm kaleyi ayakta tutmak üzere bir diğerinin dikilmesi gereklidir. Piyasanın hâkimiyetinin tesis edildiği her alan şu ya da bu yolla bir toplumsal koruma ve güvenlik “kozunu” gerekli kılmaktadır. Bu iş, destenin sınırlı olduğu göz önüne alındığında ve piyasa kâğıtlarının birçoğunun daha önceki “koz”ların dönüştürülerek elde edilebilecekleri düşünüldüğünde hiç de kolay olmasa gerek. AKP desteye dışarıdan birkaç joker ekliyor. Uluslararası likiditenin bolluğu, liberal burjuva devletine yabancı islamî cemaat ilişki ve örgütlenmelerinin el altında bulunması bunlardan birkaçı. Ancak daha da önemlisi kaleyi tek başına inşa etme becerisini gösteriyor. AKP bunu yapabildiği, özünde birbirinin tersi yönde işleyen iki sürecin idaresini tek bir bünyede gerçekleştirdiği ölçüde başarılı olmuştur. Bu aynı zamanda başarısızlığa düşme koşullarını da açığa çıkarır. Başta iskâmbilden kalenin ne kadar dayanacağı sorusu karşımıza çıkar. İkincisi aşağıda kısaca ele alınacak olan, tek bir bünyede iki ters yönlü hareketin varlığının ne yolla içerildiği ve bunun sürdürülebilirliğiyle ilgili.

Demokrasinin Değersizleştirilmesi ya da Ehrimen’in Zifirî Karanlığı

İnsan toplumuna ait kurumların genel bir kuramı mutlaka işlevselci öğeler taşıyacaktır. Kuramın tamamı işlev esasına dayandırılmasa bile, örneğin, piyasa ya da aile kurumlarının insan toplumlarının hangi ihtiyaçlarını karşıladıkları sorusu oldukça meşru ve gerekli bir sorudur. Genel oy hakkına dayalı liberal burjuva demokrasisinde siyasî partilerin varlık sebebi nedir? Seçmen tabanı olarak adlandırılan çeşitli toplumsal grupların maddî çıkarlarının tesisi ve korunması değil midir? Siyasî partiler elbette, çeşitli kısmî konularda çıkar birliğinin mümkün olmadığı farklı kalabalıkları, ortaklaşabilecekleri daha kapsayıcı bir program altında birleştirme kapasitesine sahip olacaklardır. Kapitalist üretim biçiminin hâkim olduğu bir toplumdaki en önemli fay hattı doğrudan üretenlerle, bu üretimden sadece yasalarla tesis edilmiş olan üretim araçlarının özel mülkiyetinden kaynaklı biçimde pay alanlar arasındadır. Ulusal kalkınma, savunma ve bunun gibi kapsayıcı tarihsel seferberlik süreçleri dışında

Page 35: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 171

beklenen, siyasî partilerin ne kadar muğlâk, ne kadar sınırları belirsiz olursa olsun bu fay hattının iki yanında ayrı ayrı kümelenmeleri olacaktır. Bu fay hattındaki sarsıntıların toplumda katlanılamaz bir hal alması ya doğrudan taviz içeren uzlaşma ya da yapay yollarla siyasî ayrışmanın bu fay hattının çok uzağına hapsedilmesiyle dolaylı olarak denetlenebilir. Bu ikincisinin en güzel örneği zorla inşa edilmiş olan Birleşik Devletler ikili siyasî sistemidir. 11 İlkini ise belki en iyi Kuzey Avrupa Sosyal Demokrasileri örneklemekte. 12

11 Bu yapının inşasının, sınıf merkezli ayrıntılı tarihsel bir anlatısı için bkz. Howard Zinn (2005) Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi. 1492’den günümüze, çev. Sevinç Sayan Özer, İstanbul: İmge Kitabevi. Birleşik Devletler’deki “temsiliyetin temsiliyetinin temsiliyeti” sisteminin Türkiye uygulamasının en önemli ayağını %10’luk seçim barajı oluşturuyor.

12 Neoliberal politikaların Kuzey Avrupa’daki zayıf uygulaması ve hızla terk edilmesi hakkında bkz. MacGreogor (2007).

Page 36: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271172

Bu fay hattının iki yakasındaki karşıt çıkarlar kümesinin aynı siyasî bünyede önemli bir süre boyunca yürütülmesi oldukça maharet isteyen zorlu bir iş. Yukarıda tespit ettiğimiz gibi AKP’nin başarısının gizi de bunu gerçekleştirebilmesinde yatıyor. Şunu da belirtmek gerekli ki Türkiye demokrasisi, bunun başarılabilmesini oldukça kolaylaştıran, 1980 darbesi sonrasında geliştirilmiş çok sayıda siyasî kurum ve yapılarla çevrelenmiş durumda: Sürekli saldırlar altında zayıflamış emek örgütleri, ikili yargı sistemi, tekçi ve niteliksizleştirilmiş yüksek öğretim, siyasi partiler kanunu, seçim barajı ve daha birçokları.

Bütün düzenlemeler ve toplumsal ve tarihsel koşullar bir yana bırakıldığında, böyle bir şizofrenik siyasî örgütlenmenin, örgütün kendisi açısından anti demokratikliği şu ya da bu ölçüde zorunlu kıldığını görmek çok önemli. AKP’ye haksızlık etmeyelim. Yasal düzenlemedeki kastî eksiklikler nedeniyle Türkiye’deki hiç bir siyasî partinin önünde, anti demokratik örgütlenme üzerine oturmasına bir engel yok. Çoğu da uygulamada örgütlenmesini demokratik (eşitlikçi, şeffaf) olmayan biçimde inşa edip sürdürüyor. Ama görülen o ki AKP bu fırsatı kullanmada en başarılıları. Birbirine zıt iki yönlü hareketi bünyesinde taşıyabilmesini de büyük oranda buna borçlu. Fakat maalesef bu sadece AKP’nin sorunu değil. Bu yazıda sırrını aydınlatmaya çalıştığımız başarısını sürdürmeye, yani genel oyla seçimleri tek parti iktidarı olacak şekilde kazanmaya devam ettikçe Türkiye’nin tamamını da kendi çarpık bünyesine benzetmeye çalışmak zorunda. Yine çokça dillendirilen ve “siyasî kadrolaşma,” “laikliğin aşındırılması” tartışmalarını da içeren “AKP’nin devletin kendisi ve toplumun tamamı olma” çabası bunun göstergesi. Tüm siyasî partiler toplumun tamamına yönelik olan kurumların denetimini şu ya da bu şekilde elde etmek arzusundadırlar. Liberal burjuva demokrasisinin rekabeti bunu gerektirir ve hatta bu kuramda rekabet sözümona ilerici ve dönüştürücü doğasına vurgu yapılarak yüceltilir. 13 Ancak, yukarıda söz edilen iki karşıt hareketi ve bu hareketlerin genel anlamda denk düştüğü fay hattının iki yakasındaki toplumsal çıkar kümelerini bünyesinde taşıyan ve bunu yapabilmek için şu ya da bu derecede anti demokratik olmak zorunda olan bir siyasî hareketin böyle geniş ölçekli bir ele geçirme hamlesine girişmesi toplum açısından korkunç sonuçlar doğurabilir.

Bu muhtemel korkunç sonuçlara kısaca değinerek bu yazıyı noktalayalım. Ronaldo Munck neoliberalizmin siyaseti için şöyle diyor:

“Neoliberalizme özgü ideolojiler, şimdiye kadar devletin ağırlığı altında kalmış olan kişisel özgürlüklere dikkat çekerler, ancak siyasî bir temsil sistemi olarak demokrasi değersizleştirilir … Hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde yurttaşların

13 Neoklasik iktisadın kapitalist serbest piyasa sistemine övgüsünün siyasî liberalizme sirayet etmiş bir garabeti. İktisadî olmayanda bile dayanışma yerine rekabeti öven hastalıklı bir düşünce.

Page 37: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271 173

çoğu siyasete olan ilgisini kaybederken… genel bir inançsızlık havası ortaya çıktı. Neoliberal iktisadî gündemin siyasî partilerin çoğunun ortak temeli haline gelmesi ve aralarındaki siyasî farklılıkların ortadan kalkması ölçüsünde siyasî seçenekler son derece kısıtlı hale geldi.” 14

Buna eklenebilecek bir nokta neoliberal tecrübeyi yaşayan birçok ülkede yükselen siyasî hareketlerin çoğunluğunun başarılarını yukarıda belirttiğimiz iki yönlü bünyelerine borçlu olmaları. Bazen geleneksel olarak işçi sınıfı çıkarlarına dayanan partiler metamorfoza uğrayarak neoliberal yapılanmanın öncüsü haline gelirken (Birleşik Krallık’taki İşçi Partisi gibi), bazen de piyasacı muhafazakârlar hayırsever devleti kuruyorlardı. 15 Polanyi, benzer bir toplumsal şizofreninin çözümlemesi sonucunda yaptığı yorumda şöyle söylüyor: “Rastlantı sonucu olmayıp nesnel bir durumun gereklerine cevap vermiş olan bir siyasî hareket varsa o da faşizmdir.” 16 Bahsettiği nesnel durum, piyasa tahakkümünün kurulması sürecinde ortaya çıkan birbirine ters yönlü iki hareketin uzlaşmazlığının felç ettiği insan toplumu. AKP hiçbir açıdan faşist bir hareket olarak nitelendirilemez. 17 Ancak AKP’nin ve diğer ülkelerdeki benzer tüm siyasî hareketlerin bu uzlaşmazlığı içermek için zorunlu anti-demokratikleşmesi ve anti-demokratikleştirmesinin sınırını bu korkunç ihtimalin koyduğunu görmek oldukça önemli. Ehriman’in zifirî karanlığı tarihsel koşullarımız altında ne kadar uzak görülüyor olsa da Hürmüz’le aynı bedende ikici birlikteliği, bu ihtimalin hiç tamamen kaybolmayacağını unutmamamızı gerektiriyor.

14 Munck, (2007) s. 106.15 Birleşik Krallık’ta benzer bir şizofreninin ürünü olan üçüncü yol palavrası Tony Blair’le birlikte

tepelenirken Birleşik Devletler’de bile Obama’nın kişiliğinde Cumhuriyetçi/Demokrat hattı kamuoyunun zoruyla sınıf hattına en azında bir nebze yaklaştı. İspanya’daki son seçimler Sosyalistler’in gerçekten sosyalist olmadıkları için iktidardan uzaklaştırılmalarıyla sonuçlandı. Bu örneklerde partilerin içerdikleri iki yönlü politikanın hangisinde başarısız oldukları sadece ayrıntı.

16 Polanyi (2010[1946]) s. 237.17 Faşizmin genel bir tanımı peşindeki çabaların iyi bir sunumu ve güçlü bir alternatif genel faşizm

tanımı için bkz. Robert O. Paxton (2008). “The Five Stages of Fascism,” The Journal of Modern History, C.70, S.1, s.1-23.

Page 38: Faşizmin Özü - WordPress.com · Polanyi’nin kendi İngilizce çevirisi olan, “The Essence of Fascism” başlığıyla John Lewis, Karl Polanyi ve Donald K. Kitchin’in derledikleri

mülkiye 2011 Cilt: XXXV Sayı:271174

KaynakçaArestis, Phillip ve Malcolm Sawyer (2007). “Neoliberalizm ve Üçüncü Yol,” Alfredo Saad-Filho ve Deborah Johnston (der.) Neoliberalizm. Muhalif bir Seçki, çev. Şeyda Başlı ve Tuncel Öncel, İstanbul: Yordam Kitap, s. 293-302.

Boratav, Korkut (2009). “AKP’li Yıllarda Türkiye Ekonomisi,” İlhan Uzgel ve Bülent Duru (der.) AKP Kitabı. Bir Dönüşümün Bilançosu. Ankara: Phoenix Yayınevi, s.464.

Boratav, Korkut (2010). “Geçmişe Dönüşü Savunarak İleriye Gitmek,” Korkut Boratav Emperyalizm, Sosyalizm ve Türkiye, İstanbul: Yordam kitap içinde, s.307-16.

Buğra, Ayşe (2009). “Polanyi’nin Çifte Hareket Kavramı ve Günümüz Piyasa Toplumunda Siyaset,” Ayşe Buğra ve Kaan Ağartan (der.) 21. Yüzyılda Karl Polanyi’yi Okumak. Bir Siyasal Proje Olarak Piyasa Ekonomisi, çev. Azer Kılıç, İstanbul: İletişim yayınevi, s.237-59.

Buğra, Ayşe ve Kaan Ağartan (der.) (2009) 21. Yüzyılda Karl Polanyi’yi Okumak. Bir Siyasal Proje Olarak Piyasa Ekonomisi, çev. Azer Kılıç, İstanbul: İletişim yayınevi.

Ekzen, Nazif (2009). “AKP İktisat Politikaları: 2002-2007,” İlhan Uzgel ve Bülent Duru (der.) AKP Kitabı. Bir Dönüşümün Bilançosu. Ankara: Phoenix Yayınevi, s.473-91.

Köse, Ahmet H. ve Serdal Bahçe (2008). “Türkiye’de Yoksulluk ve Gelir Dağılımı,” Kongre tebliği, 10. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, ODTÜ, Ankara 28-30 Kasım.

Köse, Ahmet H. ve Serdal Bahçe (2009). “”Hayırsever” Devletin Yükselişi: AKP Yönetiminde Gelir Dağılımı ve Yoksulluk,” İlhan Uzgel ve Bülent Duru (der.) AKP Kitabı. Bir Dönüşümün Bilançosu. Ankara: Phoenix Yayınevi, s.492-509.

MacGregor, Suzanne (2007). “Refah Devleti ve Neoliberalizm,” Alfredo Saad-Filho ve Deborah Johnston (der.) Neoliberalizm. Muhalif bir Seçki, çev. Şeyda Başlı ve Tuncel Öncel, İstanbul: Yordam Kitap, s. 240.

Munck, Ronaldo (2007). “Neoliberalizm ve Siyaset, Neoliberalizmin Siyaseti,” Alfredo Saad-Filho ve Deborah Johnston (der.) Neoliberalizm. Muhalif bir Seçki, çev. Şeyda Başlı ve Tuncel Öncel, İstanbul: Yordam Kitap, s. 106-22.

Paxton, Robert O. (2008). “The Five Stages of Fascism,” The Journal of Modern History, C.70, S.1, s.1-23.

Polanyi, Karl (2010[1946]). Büyük Dönüşüm. Çağımızın Sosyal ve Ekonomik Kökenleri, 9. Basım, çev. Ayşe Buğra, İstanbul: İletişim yayınevi.

Uzgel, İlhan ve Bülent Duru (der.)(2009). AKP Kitabı. Bir Dönüşümün Bilançosu. Ankara: Phoenix Yayınevi.

Zinn, Howard (2005) Amerika Birleşik Devletleri Halklarının Tarihi. 1492’den günümüze, çev. Sevinç Sayan Özer, İstanbul: İmge Kitabevi.