fecr sÛresİ nuzul 11 / mushaf 89€¦ · hemen (allah’ın kendisini desteklediğini...

28
FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89 Surenin Adı: Adını ilk âyetinden alır. ‘’(Karanlığı) yarıp çıkaran sabah vakti şahit olsun’’ (1) Fecr; ‘’yarıp çıkarmak’’ manasına gelir. Hayır olanı Fecr, Şer olanı Fucur, ile adlandırılır. Geceyi yarıp çıktığı için sabaha ve Toprağı yarıp çıktığı için kaynak suya da Fecr denir. İnsan kişiliğini yarıp onu yaraladığı için günaha fucur, Haram ayın hürmetini yarıp kırdığı için cahiliye savaşlarına ficar denmiştir. Fecr’in mânası içinde “tüm sabahlar” veya “O malum sabah” veya “varlığın ilk sabahı” gibi çağrışımlar vardır. Sureye adını veren ayetteki Fecr; zımnen yokluk karanlığını yarıp varlık sabahını çıkarmaya delalet eder. Fecr; İnfitar ve Felak suresi ile birlikte oluşu ifade eder. Bozuluşu ifade eden sure sayısı ise 11’ dir. Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Sûre Mekke’de indirilen ilk sûrelerdendir.

Upload: others

Post on 30-Sep-2020

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

FECR SÛRESİ

Nuzul 11 / Mushaf 89

Surenin Adı:

Adını ilk âyetinden alır.

‘’(Karanlığı) yarıp çıkaran sabah vakti şahit olsun’’ (1)

Fecr; ‘’yarıp çıkarmak’’ manasına gelir.

Hayır olanı Fecr,

Şer olanı Fucur, ile adlandırılır.

Geceyi yarıp çıktığı için sabaha ve

Toprağı yarıp çıktığı için kaynak suya da Fecr denir.

İnsan kişiliğini yarıp onu yaraladığı için günaha fucur,

Haram ayın hürmetini yarıp kırdığı için cahiliye savaşlarına ficar denmiştir.

Fecr’in mânası içinde “tüm sabahlar” veya “O malum sabah” veya “varlığın ilk sabahı” gibi çağrışımlar vardır.

Sureye adını veren ayetteki Fecr; zımnen yokluk karanlığını yarıp varlık sabahını çıkarmaya delalet eder.

Fecr; İnfitar ve Felak suresi ile birlikte oluşu ifade eder. Bozuluşu ifade eden sure sayısı ise 11’ dir.

Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı:

Sûre Mekke’de indirilen ilk sûrelerdendir.

Page 2: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

MEKKEMina Müzdelife Arafat

KABE

İlk tertipler sûreyi Leyl sûresinin hemen ardına yerleştirir. Bu sıralamaya itiraz etmek için elimizde makul bir

neden bulunmamaktadır. Sûre ilk bakışta tek celsede inmediği izlenimi verir. Fakat fasıla harflerinin çokluğu

(sekiz harf) ve Mekke-Medine okullarının 15 ve 16. âyetleri dört âyet saydığı dikkate alındığında, sûrenin iki

ayrı zamanda indirildiği iddiasının mesnedi kalmaz. Vahyin ilk yılında inmiş olmalıdır.

Kûfe okuluna göre sûre 30 âyettir. Mekke ve Medine okulları 15 ve 16. âyetleri ikişer âyet sayar. Bu durumda

sûre 32 âyet olur. Basra okulu 29 ve 30. âyetleri bir saydığı için sûreyi 29 âyet olarak tesbit eder.

Surenin Konusu:

Sûrenin temel konusu imkanlarıyla ve zaaflarıyla insandır.

Önce çok özel zamanlara yemin edilerek, bu yeminin amacı vurgulanır.

(Karanlığı) yarıp çıkaran sabah vakti şahit olsun!

O tarifsiz on gece şahit olsun!

Çift ve tek şahit olsun!

Sabaha yürüyen gece şahit olsun!

Ne yani, şunların hepsinde sahibini koruyan oturaklı bir aklı olanlar için, sağlam bir şahitlik yok mudur? (1-

5)

Tüm zamanlardaki muhataplara kadim sapma örnekleri verilir. ‘Âd ve Semud kavimlerinin ve Firavun

iktidarının helâki hatırlatılır (6-14).

Âd ve Semud Kur’an’da tam yirmi iki yerde birlikte ya da art arda anılır.

Bunun verdiği mesaj şudur:

Hata ve noksanlığı davranış bozukluğunda değil de yapı malzemesinde görüp onu değiştirmek, bir toplumu

Allah’ın gazabından kurtarmaz ve tarih ibret alınmazsa tekerrür eder.

Page 3: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

İlk vahiylerde yer alan helâk edilen kavimlerin kıssaları özet halinde geçer.

Kadim kavimleri helâke götüren nedenlerin temelinde;

Yanlış servet tasavvuru ve

Bu tasavvurun doğurduğu biriktirme ve yığma hırsı yatar.

Ve insana gelince,.. Ne zaman Rabbi onu (varlıkla) sınayıp ona ikram edecek ve nimetlere gark edecek olsa,

hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der.

Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp onun geçim alanını sınırlandıracak olsa, bu kez de ‘’Rabbim beni

zelil ett’’ der.

Asla, Bilakis siz yetime ikram etmiyorsunuz,

Yoksulu doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz,

Emeksiz kazancı haram-helal demeden açgözlülükle boğazınıza geçiriyorsunuz.

Dahası ölçüsüsz bir sevgiyle malı seviyorsunuz (15-20)

Böyle yapanları dünyada bekleyen uyarıcı ve ahrette bekleyen cezalandırıcı sarsıntılar haber verilir (21-26).

Sûrenin zirve âyetleri, dünya, mal-melal ile tatmin olmamış, Allah ve cennet ile tatmin olmuş kamil ve mesut

insana hitap eder:

“Ey (Allah’la) tatmin olmuş insan! Rabbine, O’ndan razı ve O’nu razı etmiş olarak dön! Gir kullarımın arasına!

Gir cennetime!”

Rabbim! Bizleri de sonsuz saadete eren o kullarından eyle!

Page 4: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

بس ممللا ارحمن حمن RAHMÂN RAHÎM ALLAH’IN ADIYLA

م﴿ فج ﴾١وح

1 (KARANLIĞI) yarıp çıkan sabah vakti (1) şahit olsun! (2)

(1) Zımnen;

Yokluk karanlığını yarıp çıkan varlık sabahı;

Ya da “cahiliyye karanlığını yarıp çıkan vahyin nurlu sabahı”;

Veya “bütün sabahlar”.

F-c-r kökü “yarıp çıkmak” mânasına gelir.

Hayır olanı fecr,

Şer olanı fucur ile ifade edilir.

Geceyi yardığı için sabaha ve toprağı yarıp çıktığı için artezyene fecr denir.

İnsan kişiliğini yarıp parçaladığı için günaha fucur,

Haram ayın hürmetini yarıp kırdığı için Cahiliyye savaşlarına ficâr denilmiştir.

(2) Kasem vavı ile ilgili bir not için bkz. Duhâ: 1.

(Nuzul 5 / Mushaf 93 : Duha 1 Aşağıdadır.)

ى﴿و ﴾١حض

1 SABAHIN berrak aydınlığını temsil eden kuşluk vakti şahit olsun, (1)

(1) Çevirimiz Kur’an’ın duhâ’yı akşam’ın mukabili olarak kullanmasına dayanmaktadır (krş. Nâzi‘ât: 46).

Zımnen: Cahiliyye gecesini sona erdiren vahiy güneşinin ilk sabahı şahit olsun.

Yemin vav’ı ile başlayan 16 sûreden biridir. Tümü de Mekkî olan bu sûrelerin başında gelen vav aslen bağlaçtır, yemin mânası asli değil

arızidir.

Zâriyât hariç bu sûrelerin hiç birinde Allah’ın Rab dışındaki herhangi bir sıfatı kullanılmaz. Zira bu âyetler Allah’ın eşyaya müdahalesi

hakkında tereddüt gösteren aklı reddetmektedir.

Elbet uksimu bi’d-duhâ ile ve’d-duhâ arasında mâna farkı vardır.

Kasem vav’ı ile başlayan sûrelerin genelinde;

Yemin edilenler gözlemlenebilen ve hissedilebilen fizikî ve maddî şeyler,

Yeminin cevabında gelenler ise metafizik ve mânevî durumlardır.

Yemin edilen şeyler maddî olandan mânevî olana zihnî intikal için bir destek noktası hükmündedir. Bununla da soyut düşünme yeteneği

gelişmediği için melek ve cin gibi görünmez varlıkları somutlaştıran ilk muhatapların bu yeteneğini geliştirmek amaçlanmıştır.

م﴿ ﴾٢و العش

2 O tarifsiz on gece şahit olsun! (3)

(3) Zımnen: Vahyin başlangıcı olan Kadir gecesini içinde barındıran on gece...

Belirsiz gelen bu on gece;

İkisi de bayramla biten Ramazan’ın son on günü

Veya Zilhicce’nin ilk on günü olabilir.

Ramazan’ın son on günü itikaf ve vahyin iniş günü olan Kadir gecesini içinde barındıran günler,

Zilhicce’nin ilk on günü hac günleridir.

Page 5: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Bu ikincisi Hz. İbrahim’e emredilmiş, fakat “nesi” geleneğiyle bu günlerin gerçek zamanı kaybolmuştur (bkz.

Tevbe: 37).

Surenin iniş zamanı dikkate alınacak olursa, bu on günün vahyin iniş gecesi olan Kadr’i içinde barındıran

Ramazan’ın son on günü olması daha güçlü görünmektedir. “On gün” ibaresinin belirsiz gelmesi, anlamın teke

indirilmesini güçleştirmektedir. Bu, yokluk karanlığından varlık sabahına geçişteki “varlığın ilk on günü” de

olabilir.

(Nuzul 117 / Mushaf 9 : Tevbe 37 Aşağıdadır.)

م ضلبهحنذ ركالنسیءحنناا كف زز ادةفىحمللا من لوحاا ف

مللا من ةاا اونهعااا وحطؤحعدن م لونهعاااو كافم ر﴿فموح مح و د ح

وللا م اا حع سو ﴾٧٣ رم

37 Aylara yapılan ilave, olsa olsa küfre yapılmış bir ilavedir: (46) İnkârda direnenlerin çarpıtma yöntemidir bu; Allah’ın haram kıldığı ay

sayısına denk getirmek amacıyla bu uygulamayı bir yıl serbest bir yıl yasak sayıyorlar ve işte bu şekilde Allah’ın yasakladığını meşru

görüyorlar. Kötü fiilleri onlara pek cazip göründü; kaldı ki Allah inkâra gömülmüş bir toplumu doğru yola yöneltmez.

(46) Nesî, “eklemek, ilave etmek” anlamına.

Güneş yılının aksine, 33 yılda bir çevrimini tamamlayarak yılın tüm günlerine isabet eden ay takvimini savaş, ekonomi vb. gibi kaygılarla en

uygun mevsimde dondurmak isteyen Mekke toplumunun bu iş için bulduğu bir ‘kılıf geçirme’ yöntemi.

Âyetin ilk cümlesinde, anlamı “ilave etmek” olan nesi sözcüğüyle, ona kinayeli bir atıf olan ve yine “ilave” anlamına gelen ziyade sözcüğü

arasındaki harika korelasyon hayli dikkat çekicidir.

Müşrik aklın zamana sentetik müdahalesi tek değildi.

Aynı şeyi zıhar adı verilen eşini anne yerine koyma

Ve tebennî uygulamasıyla bir kişinin gerçek anne-babasının yerini alma konusunda da yapıyordu.

Vahiy bütün bu sentetik uygulamaları reddetti (krş. Ahzab: 4 ve Mücâdile: 2).

م﴿ وت عوح ف ﴾٧وحشن

3 Çift ve tek (4) şahit olsun!

(4) Yani: yaratılan ve Yaratan. “Çift” mahlukatın çift kutuplu tabiatını ifade etse gerektir. Âyet varoluşun

ardından ilk element olan Hidrojen’in ve ondan diğer çift elementlerin oluşmasına atıf olarak da yorumlanabilir.

م﴿ لحذح س ﴾٤وحن

4 Sabaha yürüyen (5) gece şahit olsun! (6)

(5) es-Sera, “bitkilerin toprağın altında yol alan saçakları”. Zımnen, kökün güçlenmesi bitkiyi büyüttüğü ve

yücelttiği için “yücelik” anlamı kazanmıştır. İsrâ ile aynı köktendir (krş. İsra: 1).

(1) Kur’an’da hiçbir yerde mücerret karanlığa yemin edilmez.

Geceye de iza şartıyla edilir:

iza seca,

iza yağşa,

iza ‘as’ase,

iz edbera,

iza vekab…

Bu geceyi gece yapan karanlığın, ışığın yokluğu hali olduğunu ifade eder.

Page 6: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Karanlık izafi, arızi ve geçicidir, kendi başına bir varlığı yoktur. Aynı zamanda karanlığın iki fecr ve iki gündüz

arasında olduğunu, vahyin insanı aydınlığa çıkaracağını îmâ eder.

(Nuzul 68 / Mushaf 17 : İsra 1 Aşağıdadır.)

و نا صاحنذ بامك ق جدح اس محمحىح جدح اس لارح ده م بعب ارحنذ حس ح اتناحننههوحسب بص م﴿هنم هار ا عح ﴾١سن

1 YARATTIKLARINA benzemekten münezzeh, mutlak aşkın ve yüce O (Allah) ki, (1) kulunu (2) gecenin bir vaktinde (3) Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız (4) Mescid- i Aksâ’ya, (5) âyetlerimizden bir kısmını gösterelim (6) diye yürüttü: (7) zira O, evet

sadece O’dur her şeyi işitip gören. (8)

İsra ve Mirac

‘(1) İsimleşmiş bir mastar olan subhân, “aşkın olanı aşkın bilmek, yüceliği takdir etmek” anlamında, vahyin muhatabının Allah tasavvurunu

inşaya yönelik bir anahtar kavramdır.

İsra ile ilgili bir âyetin başında gelmiş olması hayli anlamlıdır. Çünkü İsra, Hz. Peygamber’e ruhânî âlemde yaptırılan sırlarla dolu bir

yolculuktur. Hz. Peygamber’in yaşadığı bu çok özel tecrübenin niteliğini ancak o tecrübeyi yaşayan bilir.

Bu ruhani yolculuk üzerinde yapılacak spekülasyonlara üç âdet sınır çizen âyet,

Bu tecrübenin zihin tarafından tasvir edilmesi ve yorumlanması sırasında, Allah’ın mutlak aşkın ve tüm beşeri niteliklerden beri olan

yüce zâtına yönelik her tür kişileştirme ve indirgeme teşebbüsünü daha baştan reddetmeyi amaçlar. Bu, birinci sınırdır.

Subhanallah tesbihinin anlamını Hz. Peygamber şöyle açıklar: “Allah’ın her tür olumsuzluktan uzak bilinmesidir” (Taberî).

(2) Yukarıdaki notta açıkladığımız subhân, nasıl ki İsrâ olayını tasavvur ederken Allah’ın mutlak ve sınırsız zâtını içkinleştirmemeyi

hatırlatıyorsa, buradaki “kul” da Hz. Peygamber’in beşeri ve sınırlı kimliğini aşkınlaştırmamayı hatırlatır. Bu da ikinci sınırdır.

Bu sınırların üçüncüsü ise âyetin sonunda yer alan “zira O, evet sadece O’dur her şeyi işitip gören” cümlesidir. Bu cümle, neden Allah’ın sembollerinden sadece bir kısmının (min âyâtinâ) gösterildiğini de açıklamaktadır. Çünkü Hz. Peygamber de dahil hiçbir

insana aşkın hakikatlerin tümü sunulmamıştır.

Muhataba söylenen şudur:

İsrâ olayı anlaşılmaya çalışılırken bu sınırlar gözetilmeli,

ne Allah’ın aşkın yüceliğine halel getirecek,

ne Peygamber’i beşeri kimliğinden soyutlayacak,

ne de aşkın hakikatlerin tümüne Hz. Peygamber’in vakıf kılındığı anlamına gelecek bir yoruma meydan verilmemelidir.

60. âyette, İsra’ya atıf olduğu açık olan “gece müşahedesi”nin (ru’ya), tıpkı Kur’an’da geçen “lânetli ağaç” örneğinde olduğu gibi “insanlar

için bir sınav” kılındığı ifade edilir.

İsrâ’nın “sınav” olma niteliğiyle bu âyetteki uyarıları birleştirdiğimizde, İsrâ olayı konusunda bilincimize çizilen sınırlar da ortaya

çıkmaktadır.

Page 7: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Hiç şüphesiz İsrâ, ilerleme mitine karşı yücelme hakikatini temsil eder.

Birincisi Allah’tan kopuk,

İkincisi Allah’lı, Allah’la ve Allah’adır.

Birincisi dünyevileşmedir ve fiyatlar üzerine inşa edilir.

İkincisi ulvileşmedir ve değerler üzerinde yükselir.

(3) Veya: “kısa bir vaktinde..” Leylen’in belirsiz olarak gelmesi, anlama “bir vakti” ya da “kısa bir vakti” olarak yansır (krş. Zemahşerî ve

İtkân II, 292). Leylen bir vakit tayinidir. Oysa ki düş zamandan bağımsızdır. Kur’an’da sözü edilen diğer rüyalarda zamandan bahsedilmez.

(4) Bu bereketin niteliği için bkz. A’râf: 137

(5) el-Mescidu’l-Aksa: “en uzak mabed” veya mescid’in lügat anlamıyla “secde edilecek en uzak yer”.

Tefsirlere göre bu, Kudüs’te bulunan ve çevresinin bereketli kılındığı ifade edilen (krş. A’râf: 137; Enbiya: 71, 81) Süleyman Mabedi ve

onun çevresinde yer alan verimli topraklardır.

Buradaki problem, âyetin indiği tarihte Kudüs’te Süleyman Mabedi’nin tamamen harap bir hâlde bulunmasıdır. MS. 70’teki Titus

katliamında mabed yerle bir edilmiş ve yeri çöplük hâline getirilmiştir. Vahyin indiği dönemde de bu hâlde bulunuyordu.

Bu durumda iki ihtimal vardır:

1) Ya Allah Rasulü’ne İsrâ müşahedesinde gösterilen el-Mescidu’l-Aksa, Süleyman mabedinin yıkılmadan önceki hâlidir ve bir mucize

olarak gösterilmiştir.

2) Ya da buradaki el-Mescidu’l-Aksa, tıpkı Tur 4’teki el-Beytu’l-Ma’mur gibi göklerin ötesindeki “en uzak mescid” anlamına gelir.

Rûm 3’te Filistin topraklarının “yakın” olarak nitelendirilmesi bunu teyit eder.

Bazıları, Ezrakî ve Vakıdî’nin rivayetine dayanarak, bu mescidin mü’minlerin gizlice toplanıp ibadet ettikleri Mekke’ye on mil mesafedeki Cirane’de olduğunu söyler.

“En uzak mescid” ile Medine’deki Mescid-i Nebi’nin kastedildiğini söyleyenler de olmuşsa da bu tutarsızdır.

İkinci şıkka giren görüşler içinde en tutarlısı göklerin ötesindeki en uzak mescid görüşüdür.

Secde’nin hakikatinin, kulun Allah’a bağlılığını sunması olduğu hatırlanacak olursa, el-Mescidu’l-Aksa’nın karşılığı şu olur: “İnsanın Allah’a bağlılığını sunabileceği en yüksek makam”.

Fakat âyetin devamında hayli ayrıntılı bir biçimde İsrâiloğullarından söz edilmesi, Hz. Peygamber’e müşahede ettirilen mescidin Süleyman Mabedi’nin orijinal hâlinin görüntüsü olduğunu teyit eder.

Bununla şu mesaj verilmiş olsa gerektir: Davud ve Süleyman peygamberlerin nübüvvet mirasının vârisi sensin ey Muhammed! Allahu a’lem.

(6) Min âyâtinâ ibaresi, gaybi hakikatin sembollerinden bir kısmının gösterildiğine delalet eder. Necm 18’de ise Rabbinin en büyük âyetini

gördüğü ifade edilir. Orada görülen, vahiy meleğinin asli sûretidir. Olayın anlatıldığı pasaj bu âyetle son bulur.

Necm sûresinde nurani-meleki âlemin beşeri âlemin ufkuna inişi (nüzûl),

Burada ise beşeri âlemin ufkunun nûrâni-meleki âleme yücelişi (İsrâ) dile getirilmektedir.

(7) Esrâ, “insanlık, şeref, onur” anlamına gelen es-serv kökünden türetilmiştir (Etimolojik bir tahlil için bkz. Fecr: 4, not 5).

es-Seriyy, “büyümek ve yücelmek” anlamına gelir (Lisân).

Esrâ’nın “yüceltme” anlamı;

Yürüyüş”ün maddî değil mânevî,

Yolculuğun yatay değil dikey,

Amacın da yolcuya kilometre kat ettirmek değil “yüceltmek” olduğu sonucunu verir.

Kur’an bu müşahedenin adını açık ve net olarak İsrâ koymaktadır.

Bağlamla alâkası olmayan me’âric (Zuhruf: 33; Me‘aric: 3) kelimesi hariç, bu sûrede ve Kur’an’ın hiçbir yerinde Miraç geçmez. Biz de burada bu çok özel müşahedeyi Kur’an’ın koyduğu adla andık.

Hadislerde bu yolculuğun burak adı verilen bir vasıtayla yapıldığı ifade buyurulur. Burak “şimşek” anlamına, farklı bir ifadeyle “doğal elektrik akımı” anlamına gelen berk’in mübalağa kipidir. Tabi ki bu aracın niteliğini ve işlevini bilmemiz mümkün değildir. Bu bir

mucizedir.

Mucizeler ona muhatap olanların yapmaktan aciz kaldıkları hakkı isbat, bâtılı iptal amacı taşıyan ilâhî müdahalelerdir.

Her mucize eşyada bulunan ilâhî bir potansiyelin;

Ya zayıfken güçlendirilmesi veya tersi,

Ya atılken harekete geçirilmesi veya tersi,

Ya pasifken aktişeştirilmesi veya tersidir.

Page 8: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Bu durumda büyük kuvvet zayıf olanı âtıl hâle getirir, fakat asla bâtıl hâle getirmez (krş. Neml: 40).

Kur’an olağan mucizeleri göremeyenin olağandışı mucizeleri de göremeyeceğini söyler: “Göklerde ve yerde ne mucizeler var ki, insanoğlu

yanından geçip gider de onlara dönüp bakmaz bile” (Yusuf: 105).

Gözüne gösterileni göremeyen, gönlüne gösterileni nasıl görsün?

(8) Miraç rivayetlerinde;

Beş vakit namazın bu sırada verildiği nakledilmişse de, bu sûreden yıllarca önce indiği kesin olan;

Tâhâ 130’da (krş. Hûd: 114)

* güneşin doğum ve (tam) batımından önce,

* gecenin bir kısım saatinde ve gündüzün kenarlarında olmak üzere” beş vakit namaz farz kılınmıştı.

Ayrıca Miraç’ta verildiği söylenen üç şey arasında Bakara’nın son iki âyeti de sayılmaktadır. Oysa Bakara sûresi tümüyle Medine’de inmiştir. Aksi iddialar, bu rivayetlere dayanır. Fakat sözkonusu âyetlerin 284. âyetten ayrılamayacağını, yine bu âyetin nüzûl sebebi

rivayeti söyler.

Öyle anlaşılmaktadır ki, Rasulullah’ın bu özel tecrübeyi ümmetiyle paylaştığı haberlerin arasına başka şeyler de karışmıştır. Bu haberlerin bu

gibi problemli kısımları dışında yer alan bölümlerinde kullanılan yoğun mecazi dil dikkat çekicidir.

م﴿ ج ىذكقسمذ ف ﴾٥هل

5 Ne yani, şunların hepsinde (7) sahibini koruyan oturaklı bir aklı olanlar için, sağlam bir şahitlik yok mudur?

(8)

(7) Hem öndeki yemin edilenlerde, hem arkadan gelen kıssalarda.

(8) Akıl Kur’an’da fonksiyonlarına göre isim alır. Buradaki hicr’in açılımı “oturaklı, sağlam, taş-kaya gibi bir

akıl” vurgusu taşır. “Taş, kaya” mânasına gelen hacer ile aynı köktendir.

Nûhâ “çirkin şeyi engelleyen akıl”;

Kalb “devinen, gezinen akıl”;

Fikr “bir noktada karar kılan akıl”;

Fuâd “iç akıl, içli akıl, öz akıl, tasavvur”.

Bu âyet sûrenin kalbidir. Sûrenin tüm âyetleri bu kalbe bağlanan birer damar hükmündedir. Bu âyet insana bu

cihana sahip olmak için değil şahit olmak için geldiğini hatırlatır.

Zımnen: zaman ve mekân şahit olsun da ey insan sen şahit olmayasın, olur mu hiç?

ففعلمبكبع تمك ﴾٦اد﴿حم

6 Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd kavmine, (9)

(9) Âd’ın hikayesi, cenneti dünyada arayan zavallıların acıklı hikayesidir.

Kur’an’da 24 kez geçen ‘Âd kavminin nüzul sürecinde ilk geçtiği yer burasıdır.

Kur’an’da 22 yerde Âd, Semud ile birlikte veya art arda anılır.

Ayrıntılı olarak Şu‘arâ: 123-159; Hûd: 50-68; Fussilet: 15-18; Mü’minûn: 31-44; Ankebût: 38’de ele alınır.

Bu iki kıssa Kitab-ı Mukaddes’te hiç yer almaz.

Nûh kavminin ardından gelir.

Page 9: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

İnsanlık tarihinde dillere destan olmuş efsanevi İrem Bağları’ nın sahibi olan bu uygarlık Ahkaf’ta kurulmuştu.

Burası, Arabistan yarımadasının güneyinde okyanusa paralel ve Rub’u’l-Hali çölünün alt kıyısı boyunca uzanan

ve bugün adına Hadramevt (Ölüyeşil) denilen vadide bulunuyordu.

Hz Hud ve Ad Kavmi

Page 10: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Hz Hud ve Ad Kavmi

Hz Hud ve Ad Kavmi

Page 11: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Hz Hud ve Ad Kavmi

Hz Hud ve Ad Kavmi

Page 12: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Refahın verdiği şımarıklık sonucu Hûd peygamberi dinlemedi ve helâke uğradı.

Onlardan arta kalanlar, helâk bölgesinden uzaklaşarak yarımadanın Kuzeyinde, görkemli kaya kentlerin olduğu

Hicr diye anılan bölgeye yerleştiler. Semud adıyla anıldılar.

Hz Salih ve Semud Kavmi

Page 13: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Hz Salih ve Semud Kavmi

Hz Salih ve Semud Kavmi

Page 14: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Semud ‘Âd’ın yaşadığı tecrübeyi yanlış okudu. ‘Âd’ın helâkini inşaat malzemesinin çürüklüğüne bağladı. Kum

tepelerinin (Ahkaf) eteğinde bir medeniyet kurduğu için helâk olduğunu düşündü ve gitti kayalardan kendisine

görkemli kentler inşa etti. Buraya Vadi’l-Kura denildi.

Vadi’l Kura

Vadi’l Kura

Page 15: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Vadi’l Kura

Sorunu böyle çözdüğünü düşünmüştü. Fakat helâk sebebinin yapı malzemesinden değil insandan

kaynaklandığını akıl edemedi.

Ve sonunda “kaya gibi sağlam” mekânlarında onlar da helâke uğradılar. Şimdi onlardan geriye kalan harabeler,

Medain-i Sâlih adıyla anılmaktadır.

Page 16: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Medain-i Salih

Page 17: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

عااد﴿ ﴾٣حممذحتح

7 Sütun (gibi bina)lar (10) sahibi İrem’e (11)

(10) Parantez içi açıklamamız Şu’arâ sûresinin 128-129. âyetine dayanmaktadır.

(11) İrem’in bir yerleşim birimi olduğu bir sonraki âyetten anlaşılmaktadır.

İrem

İrem

Page 18: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

İrem

بلد﴿ افىح ل اث لق خ ىم ﴾٨حنت

8 Ki, o (günün) dünyasında bir benzeri daha inşa edilmemişti?

وحد مبا خ ﴾٩﴿وثاودحنذ رجابوححصن

9 Yine kayaları vadiler oluşturma amacıyla kesip oyan (12) Semud’a? (13)

(12) el-Cevb (veya el-ceyb): “kesmek” (el-kat’) mânasına gelir. Soru soranın sesini kestiği için verilen karşılığa

cevab denmiştir. Rivayete göre kayalara 1700 mağara-şehir oymuşlardır (Râzî).

(13) Semud: “az su” anlamına gelen semd’den türetilmiştir. Bir su uygarlığıdır. Yılda yağması beklenen bir karış

suyu kayalarda açılan sarnıçlarda biriktirip tasarruflu kullanarak inşa edilen görkemli bir medeniyettir.

Sâlih peygamberi yalanladı ve helâke uğradı. Kamu malı bir deveyi önce susuz bırakıp sonra işkenceyle

öldürmeleri bardağı taşıran son damla oldu (bkz. Hûd: 64).

Bugün Kuzey Arabistan’daki bu mekân Medain-i Sâlih olarak bilinmektedir. MÖ. 7. yüzyılda yazılmış olan

Sargon Kitabesi, ayrıca Aristo, Ptolemy ve Plini eserlerinde Semudlulardan (Samudai) söz ederler (krş. Şu‘arâ:

142-159).

Page 19: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Hz Salih ve Semud Kavmi

Page 20: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Hz Salih ve Semud Kavmi

Hz Salih ve Semud Kavmi

Page 21: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

(Nuzul 70 / Mushaf 11 : Hud 64 Aşağıdadır.)

ف ا خذ وهابسو تاس وضللا ىحم ف ح ةفذموهاتا كل كم

ناقةللا مهـذه ﴿و اقو قم عذح ﴾٦٤كم

64 “İmdi ey kavmim! Allah’a ait olan bu dişi deve(79) sizin için bir sembol kılınmıştır. O hâlde bırakın da Allah’ın arzında otlasın! Sakın

ona kötülük yapayım demeyin! Sonra ânî bir azaba çarptırılırsınız.”

(79) Lafzen: “Allah’ın devesi”. Bu ifade tıpkı,

Beytullah (Allah’ın evi) ve

Bu âyette geçen ‘ardullah (Allah’ın arzı) gibi anlaşılmalıdır.

Bu son ikisi nasıl kamu malını ifade ediyorsa, hakkında bir yığın mesnetsiz yorum yapılan bu deve de kamu malını ifade eder. Etiyle canıyla

bilinen bir devenin “bilinmeyen mucizevi bir belge” (âyeten) olması, o deve üzerinden yapılan sınavın azametine ve asla tahmin

edilemeyecek olan sonucuna işaret etse gerektir.

Muhtemelen bu deveyi ayrıcalıklı kılan, onların varlıktaki ilâhî hiyerarşiye müdahale anlamına gelen sahte kutsallık icadı sayılabilecek uygulamalarıydı.

Allah için hayvan kurban etmenin hikmeti de, ilâhî hiyerarşiye (meratibü’l-vücûd) saygı taliminden başkası değildi (krş. Hac: 36-37, notlar).

Bu, Mâide 103’ten öğrendiğimiz Mekke ve çevresinde yaygın olan bir geleneği andırır. Bu geleneğe göre, özellik sahibi hayvanları önce adayarak sahte bir kutsallık kılıfı geçiriyorlar, bu süreç o hayvanlara eza-cefaya dönüşerek ölüme kadar varabiliyordu. Bu geleneğin

köklerinin Semud’a kadar uzandığını düşünebiliriz.

تاد﴿ و رذ ح عو ﴾١١وفم

10 Ve (piramitlerle dünyaya) kazık çakan Firavun’a? (14)

(14) “Kazık” anlamına gelen evtâd, aynen Nebe’ 7’de dağlar için kullanılır. Buradaki kullanımının da insan

eliyle yapılan bir dağı andıran piramitlerle ilgili olsa gerektir.

Firavun ve Kazıkları

Page 22: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Firavun Cesedi

بلد﴿حنذ ر حفىح ﴾١١طغو

11 Onların hepsi de kendi ülkelerinde haddi aşmış kimselerdi;

فساد﴿ اح ثموحف ﴾١٢فاك

12 Derken oralarda ahlâkî çürüme ve toplumsal yozlaşmayı körüklediler;

﴿ طعذح مبكسو م عل ن ﴾١٧فص

13 Bu yüzden Rabbin onların üzerine tevir türlü azab kamçısı yağdırdı.

صاد﴿ ام مبنكبا ﴾١٤حرن

14 Şu kesin ki Rabbin her zaman ve mekânda herkesi gözetleyicidir.

اهف ماهونعن هفاك تل همب سارحذحااحب ن اح مار﴿فاان ىحك ﴾١٥ولمب

15 VE insana gelince… Ne zaman Rabbi onu (varlıkla) sınayıp ona ikram edecek ve nimetlere gark edecek olsa,

hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) “Rabbim bana ikram etti” der; (15)

(15) Zımnen: “Rabim bana ikram ettiğine göre beni destekliyor demektir” der. Yani;

Serveti Allah’a yakınlığın nedeni,

Yoksulluğu Allah’a uzaklığın nedeni olarak görür.

Page 23: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

ىحهانر﴿ قهف ولمب همز دمعل تل هف احذحااحب ﴾١٦وحان

16 Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp onun geçim alanını sınırlandıracak olsa, bu kez de “Rabbim beni

zelil etti” der. (16)

(16) Bu âyetlerdeki ikram ve zilletin dünyada değil âhirette olduğunu söyleyenler vardır (Taberî). Fakat bunların

imtihan (ibtila) olması, dünyada olmasını gerektirir.

ت م﴿ ماورح تك بل ﴾١٣كلن

17 Asla! Bilakis siz yetime izzet ikram göstermiyorsunuz,

ك ر﴿ اس ورعلىطعامح اض ت ﴾١٨و

18 Yoksulu doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz,

ا﴿وتا كلورحتم لا ﴾١٩حثحك

19 Emeksiz kazancı (17) haram-helâl demeden açgözlülükle boğazınıza geçiriyorsunuz,

(17) Lafzen: “mirası”. Bu ilâhi yergi rantçılığın her türünü içerir.

ا﴿ اجا ب اال بورح ﴾٢١وت

20 Dahası ölçüsüz bir sevgiyle malı seviyorsunuz.

ا﴿ ادك ضدك م تح حذحدكن ﴾٢١كلن

21 Yoo, öyle yapmayın! Yeryüzü art arda (18) sürekli bir sarsılışla sarsılıp dümdüz olduğu zaman,

(18) Mutlak mef’ul olan birinci dekken mecaz ihtimalini dışlar, ikincisi bunun “art arda” olduğunu ifade eder.

الكصفاصفا﴿ مبكوح ﴾٢٢وجا

22 Rabbinin (fermanı) da gelmiş ve melekler saf saf dizilmiş olacak;

م ﴿ ك ىهحذ ساروحن ن مح ائذ تذكن م و نن ائذبج و ی ﴾٢٧وج

23 O gün Cehennem (19) de ortaya getirilmiş olacak; o gün (sınavı kaybetmiş) insan (gerçeği) itiraf edecek; ama

bu itirafın hiçbir yararı olmayacak.

(19) Cehennem: Nüzul sürecinde ilk geçtiği yer.

İbranice “derin kuyu” anlamına gelen go-hinnom’dan gelir. Kelimenin etimolojisinde ateş çağrışımı

bulunmamaktadır “Cehennem azabı” ve “yakıcı azab”ın Buruc 10’da yan yana gelmesi, bu ikisinin

mahrumiyetin iki ayrı türünü ifade etmesi olarak anlaşılabilir.

Cehennem âhiretteki ilâhî ceza mekanının cins ismidir. Kur’an’da “ateş” anlamındaki nâr cehenneme izafe

edilir.

Page 24: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

Cahîm,

Hutame,

Sa’ir ve

Lezâ ise sanıldığı gibi cehennem’in değil, “ateş”in sıfatlarıdır.

Bize göre sıfatların farklılığı insanı ateşe mahkûm eden günah kaynaklarının farklı oluşuna delalet eder.

Kaynağında duyuların olduğu ve göz önünde işlenen günahlar göze dair bir kelime olan cahîm sıfatlı bir ateş

ile cezalandırılır (bkz. Müzzemmil: 12).

Kaynağında insan duygularının ve iç dünyasının yer aldığı günahlar, Kur’an’da insanın bütün bir iç

dünyasını yakıp kavuracağı ifade edilen hutame ile cezalandırılır (Hümeze: 5-7).

Haddini ve Allah’ın sınırlarını tecavüz eden bir akıl yüzünden cehennemi boylayanlar, “çıldırmış bir ateş”

anlamındaki sa’ir ile cezalandırılır (İnsan: 4).

Tensel hazlar ve dünyalıklar yüzünden ateşi boylayanlar ise, deriyi yakıp kavuracağı buyurulan lezâ ile

cezalandırılır (Me‘aric: 15-18).

Hâviye ise ateşin değil cehennemin vasfı olarak geçer (Kâri‘a: 9).

(Nuzul 3 / Mushaf 73 : Müzzemmil 12 Aşağıdadır.)

كا ناحن د حيماحرن ج ﴾١٢﴿و

12 (Onların hakkından geliriz), çünkü yanımızda prangalar ve gözleri fal taşı gibi açan bir ateş var; (13)

Page 25: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

(1) Muhtemelen cahîm’in ilk geçtiği yer burası.

Semantik dönüşümler sonucu “şiddetli ateş” anlamını kazanan kelimenin etimolojik kökeni;

‘göze yansıyan’ ya da

‘gözden yansıyan’ duyusal bir yanış ve yakışla ilgilidir.

Muhatabını gözü aracığıyla yüreğini yakıp tutuşturmaya el-cahmetu’l-‘ayn denilir. Bazı durumlarda gözler tutuşturulmuş iki meşale gibi yanar ve yakar. Gördüğü karşısında dehşete düşerek “gözleri faltaşı gibi açılan kişi” için cahhame’rracul denilir (Mekâyîs ve Lisân).

(Nuzul 34 / Mushaf 104 : Hümeze 5-7 Aşağıdadır.)

طاة﴿ م كااح ﴾٥وااحد

5 Sahi sen nereden bileceksin kırıp geçiren ateş nedir?

اوقدة﴿ ح﴾٦نامللا

6 O Allah’ın tutuşturulmuş ateşidir.

پدة﴿ف لععلىح ىتطن ﴾٣حنت

7 O öyle bir ateştir ki, bütün bir iç dünyalarını (3) kaplayarak yükselir: (4)

(3) Duygunun kalpteki en yoğun halini ifade eden fuâd’ın çoğulu olan ef’ideh,

Duyma ve düşünme,

Bilme ve inanma gibi insani yeteneklerin tümüne birden delalet eder.

Kalp hem maddî/fizikî hem mânevî mânada kullanılırsa da, ef’ideh yalnızca mânevî duyular için kullanılır. Çoğul geldiğinde “insanın bütün

bir iç dünyasını” ifade eder (Hûd: 120, not 3).

(4) Tettali‘u fiili bu ateşin dışarıdan değil içeriden dışarıya yükseleceğini, içinden yanıp dışını yakacağını ifade eder. Adeta;

Emanet edilen fıtratın,

Bastırılan vicdanın,

Saptırılan bilincin,

Güdülerin emrine verilen bilinçaltının ve duyguların,

Kendilerini Allah’tan mahrum eden sahiplerinden intikam almak için yaktığı bir ateştir.

Page 26: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

(Nuzul 32 / Mushaf 76 : İnsan 4 Aşağıdadır.)

وسع مح﴿ ل نال كافم رسلسلوحغ تد ﴾٤حنناحع

4 En sonunda (inkârı tercih eden) kâfirler için tarifi imkansız zincirler, tasmalar ve kışkırtılmış çılgın bir ateşi Biz hazırladık. (7)

(7) Sa‘r, ateşi “yakmak, tutuşturmak, kışkırtmak, alevi yükseltmek” anlamlarına gelir. Kışkırtılmış bir ateşe benzediği için saldırgan deliliğe

de es-su‘r adı verilir (Mekâyîs).

Dolayısıyla sa‘ir normal bir ateş değil “çılgın bir ateş” ya da “çıldırtan bir ateş”tir.

Zincir suçluluğu,

Tasma Allah’tan başkasına kulluğu,

Ateş derin pişmanlığı ve yürek yangınını simgeler.

(Nuzul 46 / Mushaf 70 : Me’aric 15-18 Aşağıdadır.)

اظى﴿ حنن ﴾١٥كلن

15 Fakat ne mümkün! (Onu bekleyen) değdiğini çarpan tarifsiz bir alevdir;

حعةلشنو ﴿ ﴾١٦نزن 16 Derisini kavuran bir alev;

ى﴿ بموتو حد عوحار ﴾١٣تد

17 O, (hakka) sırt dönenleri ve (vahiyden) yüz çevirenleri kendine davet eder;

عى﴿ ﴾١٨وجاعفاو

18 Zira o, (serveti) toplayıp (paylaşmayarak) biriktiriyordu.

Page 27: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

ىق تن ی﴿ ول ا ات ت ا ﴾٢٤دن

24 O diyecek ki: “Ah n’olaydım, keşke bu hayatım için hazırlık yapmış olaydım!”

د﴿ عذحبهح عذ ائذ ﴾٢٥ف و

25 İşte o gün hiçbir kimse O’nun tattırdığı can yakıcı mahrumiyeti tattıramaz; (20)

(20) ‘Azâb’ı çevirimizin gerekçesi için bir önceki nota ve ayrıca Kalem sûresinin 33. âyetinin notuna bkz.

(Nuzul 7 / Mushaf 68 : Kalem 33 Aşağıdadır.)

خرة اكبر لو كانوا يعلمون ﴿ ولعذاب كذلك العذاب ﴾٣٣ال

33 İşte (dünyevî) mahrumiyet (29) böyle bir şeydir; ve ahret (30) mahrumiyeti, hiç kuşkusuz daha beterdir: keşke bilmiş olsalardı.

(29) ‘Azâb’ın ilk kullanıldığı iki yerden biri (diğeri Müzzemmil: 13).

Kur’an’da ‘azâb kelimesinin, kök anlamına nisbetle “mahrumiyet” anlamında kullanılmasına tipik bir örnek. Kıssa kahramanları sonunda

cennete kavuştuklarına göre, burada bilinen anlamda bir “azap”tan değil ancak “mahrumiyet”ten söz edilebilir.

Azab Kur’an’da 41 yerde geçer. Hz. Süleyman ve Zülkarneyn’e isnat edilen iki yer hariç (Neml: 21; Kehf: 86-87) diğerlerinin tümünde

Allah’a isnat edilir.

Azab, “terk ve mahrum etmek” anlamına gelen ‘azb kökünden türetilmiştir (Lisân; Tâc; Esâs).

Kelime ta‘zîb formunda fiilî şiddet ile buluşmuş, buradan da dayak aleti olan kamçının “vurunca yakan tarafı” anlamını kazanmıştır (Râ-ğıb).

Her halükarda ‘azab, acının aracına değil sonucuna işaret etmekte ve nedenler değiştikçe azabın niteliği de (‘azâbun elîm, ‘azâbun muhîn,

‘azâbun ‘azîm, ‘azâbun ğalîz) değişmektedir.

Azab’ın dünya hayatındaki “Allah tarafından terk edilmişlik” anlamına kullanıldığı bir yer için bkz. Sebe’: 8.

İnsana zor gelen ve onu hedefine ulaşmaktan alıkoyan her şey azabtır.

Istılahta; Azab,

insanı kendi haline terk eden,

hedefe ulaşmasını engelleyen,

yalnız ve yardımsız bırakan” bütün bunların sonucunda da

mutsuz, umutsuz ve kahredici bir iç yangını ve vicdan azabına mahkûm eden durum”dur (krş. Külliyyat).

Azab’ı, “Allah’la birlikte başka bir ilâh edinme! Sonra kınanmış olarak bir köşeye atılıp orada bir başına kalakalırsın” (İsra: 22) âyeti

ışığında anlamak gerekir. Bu durumun verdiği acı öylesine dayanılmazdır ki, bu duruma düşen kişi yok olmak gibi ölümden öte bir şeyi

(sübûr) isteyecektir.

Onlara “Yoo! Bugün yok olmak için bir tek ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm ölümleri çağırın!” denilecek (Furkan: 14; ayrıca krş.

İnşikâk: 11).

(30) Âhiret için muhtemelen ilk kullanıldığı Müddessir 53’ün notuna bkz.

د﴿ وثقوثاقهح ﴾٢٦و

26 Ve hiçbir kimse O’nun zaptettiği gibi zaptedemez.

ت ة﴿ اح ن ائنن اط سح ف ﴾٢٣احنن

27 (İMDİ) ey (Allah’la) tatmin olmuş insanoğlu:

ض نة﴿ ىمبكمحض ةام ىح جع ﴾٢٨حم

28 Rabbine, O’ndan memnun olmuş ve O’nu razı etmiş olarak dön!

Page 28: FECR SÛRESİ Nuzul 11 / Mushaf 89€¦ · hemen (Allah’ın kendisini desteklediğini düşünerek) ‘’Rabbim bana ikram etti’’ der. Ne zaman da Rabbi onu (darlıkla) sınayıp

ی﴿ ىعباد ىف خل ﴾٢٩فاد

29 Bunu (başarman) halinde (21) gir (sadık) kullarımın arasına,

(21) Tafsil ve tefsir’ için olan fâ’nın bu bağlamdaki en uygun karşılığı.

ی﴿ ت ىجنن خل ﴾٧١وحد

30 Ve gir cennetime! (22)

(22) Sahabe bu âyetleri, sadece vefat veya kıyamet anına hasretmemiş, bazen de büyük fedakârlıklarından ötürü

Hz. Osman gibi yaşayan sahabilere yormuştur. Bu âyetleri doğrudan hayattaki mü’min muhataba ilâhi bir emir

olarak algılamak daha doğrudur (krş. Elmalılı).