g r İ Ş - turuz...g 1 r İ Ş (1839-1860) türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde...

226

Upload: others

Post on 16-Mar-2021

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni
Page 2: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni
Page 3: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

G 1 R İ Ş (1839- 1860)

Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni­yeti'nin tesiri altında avrupai bir karaktere bürünmeğe başlaması XIX. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. İslami edebiyatın lıütün özelliklerine s:ılıip olabilmek için Xl. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar uzun bir intibak devresi geçiren Türk Edebiyatı; idealist, çok kabiliyedi ve çok enerjik yazarlar sayesinde ve kırk-elli yıl gibi çok kısa sayılabilecek bir süre içinde, isliimi edebiyatın -yüzyıllarca alıştığı- sıkı bağlarından hızla kurtularak, hemen hütiin türlerde, tam anlamiyle avrupai bir kişilik kazanahilmiştir.

1839 yılının, Osmanlı imparatorluğunun Batı Avrupa medeniyeti ile olan münasebetlerinde çok önemli bir yeri vardır. Bu tarih, Osmanlı İmparatorluğu'nun batılı devletlerde uyulmakta olan "İnsan haklarının korunması" prensibini kabul ettiğini bir fermanla bütün dünyaya res­men bildirdiği tarihtir. 3 kasım 1839 da İstanbul'da şimdiki Gülhane Parkı'nda okunduğu için "Gülhane Hatt-ı Hümiiyunu" diye de anılan bu ferman, yapılan resmi bir törenle ve bizzat Hariciye Nazırı Reşit Paşa (1 798-1858) tarafından okunmuştu.

Reşit Paşa, Il. Mahmut devrinde yetişen genç diplomatlardandı. Kabiliyeti ve enerjisi sayesinde padişahın güvenini kazanarak hızla ilerlemiş, fransızcayı öğrenmiş, 1834 de Paris, 1836 da Londra elçilik­lerine ve 1837 de de Hariciye Nazırlığına tayin edilmişti. Böylece, Gül­hane Hattı'nın ilanı sıralarında dış politikada dört-beş yıllık bir tecrü­beye, batılı devletlerin siyasetleri ve Osmanlı İmparatorluğu'nun av­rupalılarca nasıl görülmekte olduğu hakkında da yeter derecede bilgiye sahip bulunuyordu.

I Temmuz 1839 da babasının yerine geçen Abdülmccid (1823-1861 ) ise, bu tarihte henüz on yedi yaşında olmakla beraber, imparatorluğun yükseliş devrinden sonraki şehzadeler gibi sarayda kapalı bir eğitim

Page 4: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

4 KENAN AKYÜZ

görmemiş, iyi yetişmiş, zeki bir gençti. Tecrübesizliğine rağmen, baba­sının imparatorlukta yapmış olıluğu ve yapmak düşüncesinde bulunduğu düzenlemelerden de baberli idi. Reşit Paşa'nın bu sırada Hariciye Nazırı olması, düzenlemelere muhalif olan Sadnizarn Hüsrev Paşa'dan gizli olarak genç hükümdarla tf'masa geçmesi, Il. Mahmut devrinde başlamış olan düzenlemderin daha esaslı ve planlı bir şekilde gelişti­rilmesi gerektiğine onu inandırması, "Tanzimat-ı Hayriyye"nin Abdül­mecid'in tahta çıkmasından dört ay soma ilanını sağladı. Bu süre içinde Reşit Paşa 'nın bir yandan padişahı inaııdınrken, bir yandan da, Os­manlı İmparatorluğu'nun Mısır valisi Mehmet Ali Paşa karşısındaki aczini ve Rusya'nın imparatorluğa sızma teşehhüslerini endişe ile iz­leyen Fransa ve İngiltere'ye, yapılacak esaslı düzenlemelerle imparator­luğun hızla kalkmacağı hakkında garanti verdiği anlaşılıyor. Gerçekten, Reşit Paşa'nın 12 ağustos 1839 tarihinde İngiltere Hariciye Nazırı Lor_9 Palmerston'a gönderdiği bir muhtıra, onun hatılı devletlerdeki teşeh­büsleri ve yapmayı düşündüğü düzeniemelerin esasları ve sebepleri hakkında dikkate değer bilgi vermektedir.

İmparatorlukta yapılacak düzenlemeler için en büyük engel ola­rak o günün devlet adanılarını gören Reşit Paşa 'nın, bu engeli aşabilmek hususunda, batılı develederin desteğine ihtiyaç duyduğu ve düzenle­mehirin ilanından evvel onların da yardımını sağlamağa çalıştığı an­laşılıyor. Yaptığı bu teşehhüsler müshet sonuç vererek, sonunda, Gül­hane Hattı ile düzenlemeleri resmen ilan etmek imkanını buldu.

Gülhane Hattı, Osmanlı İmparatorluğu'nda hakim unsur olan Türk-İslam unsuru ile "reaya" sayılan diğer diniere mensup unsurlar için "can, mal ve namus" güvenliği· kabul ediyordu. O zamana kadar, imparatorlukta en önemsiz fertten en büyük devlet adarnma kadar, kimsenin bu hususlarda bir garantisi yoktu. Padişah, lüzum gördüğü anda, Başvekillerin bile maliarına el kor ve kendilerini idam ettirehilirdi . Bu fermanla, muhakeme edilmcksizin, kimsenin hiçbir cezaya çarp­tırılamayacağı ilan ediliyor, yani padişah bu husustaki yetkisinden vazgeçiyordu. Adaletin sağlanması için yeni kanunlar yapılacak, vergi sistemi yeniden düzenlenecek, askere alma usulü de adaiate uygun bir şekle getirilecekti.

Padişah, bu fermandaki esaslara kesin bir şekilde uyacağına ve onları asla değiştirmeyeceğine resmi bir törenle kendisi yemin ettiği gibi, bütün vükela ve nlemaya da yemin cttirmişti.

Page 5: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

;\!ODERN TÜHK EDEBİYATINI N ANA ÇİZGİLERİ 5

Lord Palmerston 'a yazdığı muhtırada, düzenleme hareketlerinde kesin bir davranış göstermediği için Il. Mahmud'u şiddetle tenkid eden Reşit Paşa'nın da, Gülhane Hattı'nı kaleme alırken bir hayli ihtiyatlı ve ölçülü Javrandı�ı görülüyor. ller şeyden önce fermanda dikkati çeken husus, devletin "batılı anlamda bir düzene" ihtiyacı bulunduğunun ve bunun gerçekleştirilmesi zaruretinin açıkça ifade edilmemesidir. Fer­manda bulunan bütün esaslar batılı bir toplumun dayandığı temel esaslar olduğu halde, bunların halka "islam dininin riayetten düşmüş ve can­landırılması gereken esasları" olarak gösterilmesine dikkat edilmiştir. Böyle davranılmasına, o gün için zaruret bulunduğu muhakkaktır. Çünkü devlet ve halk, tam lıir ortaçağ zihniyetinden henüz kurtula­maınıştı. Büyük devletlerin desteklerini daha kolay sağlayabilmek için, Lord Palmerston'a olan muhtırasında, Reşit Paşa ortadaki güçlükleri yumuşatmak lüzumunu duymuştu. Yoksa, daha III. Selim'den beri yapılmakta olan plansız düzenlernelerin eski zihniyeti henüz ortadan kaldıramadığını kendisi de çok iyi biliyordu. Bu bakımdan, fermandaki esasların Batıdan alındığını açıkça söylemek değil, sezdirmck bile büyük tepkilere, "frenkleşme" ve "dinsizlik" suçlamalarına derhal yol açabi­lir ve hareketi tehlikeye düşürehilirdi. Nitekim, okunmuş olan şekli ile dahi ferman birçok hoşnutsuzluklam yol açtı. Bu hoşnutsuzluklar, türlü ve geniş kaynaklardan geliyordu: Önce, Reşit Paşa ve onun yetiştirmeleri olan Ali ve Fuat paşalar istisna edilecek olursa, Tanzimat devrinin diğer devlet adamları -alışık bulundukları yetkileri çok daralt­tığı, keyfi hareketlere engel olduğu için- Gülhane Hattı'na muhaliftiler. Sonra, hareketin siyasi yönü ile hiç ilgilenmeyen ulcnıa sınıfı da, adalet ve maarif alanlanndaki düzenlemelerle yakından ilgili idi. Adalette şeriat sis�minin ve maarifte de medrese sisteminin koruyucuları olan ulema sınıfı, bu iki alandaki düzenleme hareketlerini sürekli bir kontrol altında bulunduruyor ve kendi düşünüş ve menfaatlerine aykırı değişik­liklere karşı koyarak onlara "dinsizlik" damgasını "·uruyor, halkı kış­kırtıyordu. Kışkırtılmadığı takdirde yeniliklere asla karşı olmayan ve hatta onları kolaylıkla henimseyen Türk halkı ise, dine kuvvetle bağlı bulunduğu yani dolayısiyle ulema sınıfının etkisinde kaldığı için, Gül­hane Fermanı'nın sağladığı haklardan memnun olmakla beraber, bu hakların aynen hıristiyan tebaaya da tanınmasından memnun kalmadı. Bütün bu tepki kaynaklarından başka, işin tuhaf tarafı, insn hakları bahsinde hiçbir itirazı bulunmayan padişah da, bu hakların dışında hiçbir kayda girmek istemiyor ve keyfi hareketlerden hoşlanıyordu.

Page 6: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

6 KENAN AKYÜZ

Bu kanunsuz hareketlerinin başlıca belirtisi, devlet hazinesini keyfine göre kullanması oldu ve bunun sonunda da devlet hem iç, hem de dış borçlanmalara girmek zorunda kaldı. Bunlardan bilhassa dış borçlar, ağır faiz şartlarından başka, hellilıaşlı İstİhsal maddelerini de kontrol altına almak suretiyle, impratorluğun iktisadi durumuna çok ağır dar· h eler in dirler.

Müslüman halkla eşit haklara kavuşturulmalarına rağmen, Tan­zimat Fermanı'na karşı gösterilen bir tepkinin de bazı hıristiyan halk­tan geldiği görülüyor. Rumlar, öteden beri imparatorluğun lıırıstiyan halkı arasında imtiyaziara sahip bulunuyorJu. İstanlıul'daki Rum pat­riği, iınparatorluktaki bütün hıristiyanların dini i�lerini yönetmeğe yetkili bulunduğu gibi; resmi tereümanlar, elçiliklerdeki bazı memurlar ve hatta Eflak ve Buğdan Beyleri patrikhanedeki rumlar arasından seçiliyordu. Bütün halkın ayni haklara sahip hulunduğuııun ilan edil­mesini, imparatol'lukta başlıca fesat unsuru olan Rumlar -asla layık bulunmadıkları - yukarıdaki imtiyazların diğer hıristiyanlara da Yerile­ceği anlamına alarak Gülhane Fermanı'ndan memnun kalmadılar.

Türkiye'deki batılılaşma hareketinin ilk resmi heyanı olan Gülhane Hattı, ilanı sıralarından başlayarak, işte hu önemli direnme noktalan ile karşılaştı. Bu bakımdan, gerçekleştirilmesi gerçekten güç bir hare­ketin ifadesiydi. Bütün bu engellerin tehlikeli bir mahiyct alınalarını önlemekte, Reşit Paşa'nııı zekası ilc iradesi ve padişalıın batılılaşmayı kaçınılmaz bir zaruret olarak kabul etmesi birinci dereceele etkilidir. Bu durum karşısında, "Tanzimat-ı Hayriyye"nin oldukça ağır bir tem­

po ilc, plansız ve eksik olarak gerçekleşmesini tabii karşılamak gerekir. İmparatorluğun sosyal ve moral bünyesini yakıııdan taııımayan hatılı devletlerin, düzenleme hareketlerindeki ağır yürüyüşü zaman zaman tenkid etmeleri haksızdır. Bir toplumun, yi.!zyıllarca alıştığı düşünüş ve yaşayış şartlarından birdenbire sıyrılmasına imkan yoktur. Bunun içindir ki, Tanzimat hareketi hiçbir zaman kökten bir düzenlemeye saptırılamamış, eski müesseselerin derhal ortadan kaldınlmaları yerine onların yanıbaşlarına hatılı örneklerinin de kurularak halkın zamanla onlara alıştınlması yoluna gidilmiş, her an olahilecek tehlikeli tepkileri ve eldeki imkanları kollamak suretiyle,. ortalama bir yoldan yürünü­lehilmiştir. Bunun içindir ki Tanzimat devri, hemen her alanda, eski ile yenin yanyana bulundukları bir geçişme ve ikilik devridir.

Gülhane Fermanı'na uygun olarak askeri alanda yapılan düzen-

Page 7: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

lllODERN TÜHK EDEBiYATıNıN ANA ÇİZGİLEIIİ 7

lemeler, imparatorluk ordusunu modern bir hale getirmek gayesini gü­düyordu. Bu maksatla kur'a usulü konulmuş ve askerlik �üresi beş yıla indirilerek bir kimsenin ömrü boyunca askerlik yapması usUlü kaldırılmıştır. Ordu, teşkilat ve öğretim hakımlarından, tamamİyle hatılı esaslara bağlandı. Piyade kuvvetleri Fransız, topçu kuvvetleri de Prusya sistemine göre yetiştirilmeğe başlandı. Ancak, o zamana kadar askere alınmadıkları için gösterdikleri tepki karşısında, hıristiyanların askere alınmaları bir süre geri bırakıldı.

Tanzimılı hareketi bu şekilde devam ederken, Türk devlet adam­larının, batılılaşmanın kaçınılmaz IJir zamret olduğu hakkındaki kesin inanç ve davranışlarının bir sonucu olan 3 kasım 1839 tarihli Gülhane Hattı'nı, 28 şubat 1856 tarihinde ilan edilen "İslahat Fermanı" izledi. Fakat, Gülhane Hattı'nın dayandığı esasları bir kere daha söyledik­ten sonra onları çok daha gcnişletf'n bu ff'rman, Türk hükümetinden ge­len bir teşehbüsün değil, batılı devletlerden gelen bir baskının ifadcsidir. Kırım savaşınııı ( 1851l-1855) sonunda, bu savaşa Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte katılmış olan hatılı devletler, barış masasına otunılınadan önce, Osmanlı devletinın Tanzimat-ı Hayriyye'yi daha kuvvetle belir­ten yf'ni bir ferman çıkarmasını zaruri görmüşlerdi. Bu zaruret de, on­lara göre, şundan ileri geliyordu: Öteden beri, iktisadi menfaatlerini ge­nişlctmcğe bir bahane hıılmak maksadiyle Fransa imparatorluktaki katolik halkın, İngiltere protestoların ve Rusya da ortodoksların koru­yucusu geçinmektc idiler. Ratılı devletler, barış görüşmeleri sırasında, Rusya'nın imparatorluktaki hıristiyanların müslümanlarla eşit tutul­ınadığıııı ileriye sürerek barış şartlarını kendi lehine çcvirmeğc çalışa­cağı düşüncesiyle, Babiali'den Gülhane Hattı'nın genişletilmesini iste­diler. Bu istek, gerçekte, Rusya'nın muhtemel bir tutumunu bahane ederek, Fransa ile İ ngiltere'nin, imparatorluktaki menfaatlerini sağla­makta kullandıkları hıristiyan halkı daha iyi bir duruma gt>tirmek sure­tiyle hem bu halkı ve hem de hıristiyan olan kendi halklarını memnun etmek içindi. İşte böyle bir ortak siyasetin baskısı altında meydana gelen 28 şubat 1856 tarihli İsiahat Fermanı, Gülhane Hattı'nın prensip­lerini tekrarladıktan ha�ka, lııristiyanlara "devlet memuru olmak, kendi dillerinde öğretim yapmak ve içlerinden isteyenlerin çocuklarını devlet okullarında okutmak" haklarını da tanıyordu. Böylece impara­torluk halkı, medeni ve siyasi haklar bakımından, tam anlamiyle eşitliğe ve demokratik bir düzene ait esasların önemli kısmına sahip oluyordu.

Page 8: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

H KENAN AKYÜZ

Medeniyet değiştirme her şeyden önce bir zihniyet değiştirme ve zihniyet değiştirme de bir kültür mesdesi olduğuna göre, Türk toplu­munun bu yola girebilmesi önce batılı hilimlerin girip yerleşmesiyle mümkündü. Modern bilgiyi ve metotları getirebilmek için, Tanzimat'a kadar devletçe alınmış tedbirler dağınık ve sınırlıydı .

. İlk olarak or­

dıınun modernleştirilmesi amaciyle yurda girrneğe başlamış olan miisbet bilimlerin öğretilmesi için JJI. Selim devrinde açılan Mülıendishant> ve II. Mahmut devrinde açılan Tıhhiye ve Harbiye gibi yüksek okullar lıu bilgiyi yayınağa yeterli değildi. 1831 de kurulmuş olan Takvim-i V eka yi de daha çok resmi bildiriler ve memur tayinleri ile dolu bıılunan basit bir resmi gazete olduğu için, halka Batı dünyasında olup biten­lerden haber verebilecek durumda değildi. Batıya memur olarak veya öğrenim için gidip gelmiş olanlarm sayısı ise henüz pek azdı ve Batı medeniyetine karşı olanların büyük kalabalığı karşısında fazla bir iş göremiyorlardı. Bununla beraber, Tanzimat'tan sonra, Batı medeni­yetinin şiddetle taraflısı olan Abdülmecid'in koruduğu bu küçük zümre, tek çıkar yolu avrupai şekildeki öğretime bir an önce gidilmesinde gördü ve, ilk okullardan başlayarak, bu sistemi gerçekleştirrneğe çalıştı. Bizzat padişah, bu hususta çok titizdi. Ayrıca, ortaçağdan kalma üni­versiteler olan medreselerin yanında, bir de modern üniversite kurulma­sına karar verildi. Bu üniversiteye öğrenci yetiştirmek için, ilk okul­lardan bir kısmının geliştirilerek orta öğretim müesseseleri haline ge­tirilmeleri ve üniversitede okutulacak derslerin kitaplarını hazırlamak üzere de bir Encümcn-i Daniş ( 1 850) kurulması kararlaştınldı. Bu progra­mın gerçekleştirilmesi için sürekli h ir Meclis-i Maarif-i U mumiyye kuruldu ( 1845). Bu meclis, 184 7 de Maarif-i Umumiyye Nezareti haline getirildi. Aynı yıl, yeni okullara öğretmen yetiŞ'tirrnek gayesiyle, Darülmuallimin ve modern bilgilere sahip idareciler yetiştirnwk üzere de 1 858 de Mck­teb-i Mülkiyye açıldı.

Bütün hu çalı�malar, Batı kültürünü yurda sokmak için -o günkü şartiann sağladıkları imkan ölçüsünde- devlet eliyle yapılan teşebbüs­lerdi ve zamanla bunlar -az da olsa- yemişlerini vermektc ve bir "zih­niyet değişmesi"ne doğru giden yolu açmakta idiler.

Okullardan başka, bu zihniyet değişmesinde rol oynayan arniller­den biri de, fransızcanın aydınlar arasında günden güne ve hızla yayıl­masıdır. Fransızcayı öğrenmek zamanla Fransız kültürü ile temasa geç­rneğe yol açtığı için, aydın zümreden Batı kültürüne açılan pencere

Page 9: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

lllODERN TÜRK E DEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ

gittikçe genişlemekle idi. BaLıali'deki Tercüme Odası ile Tophane Müşürlüğü Kalemi, fransızcanın aydınlar arasında yayılmasında �nemli bir rol salıibidir. Ayrıca, yine bir bilim kurumu olarak Encümen-i Daniş de -geniş faaliyette bulunamamakla beraber- Batı kültürünün getiril­ınesine hizmet etmiştir. Bu resmi çevrelerin dışında, yenilik taraflısı devlet adamlarının konaklan yine bu kültürün beslendiği yerlerdi.

Bu sıralarda batılılaşma hareketi, bu gibi büyük sosyal değişmelerde önemli hizmetler görebilen bir vasıtadan, hasının yardımından henüz yoksundur. 1831 yılında resmi bir gazete olarak kurulmuş olan Takvim-i V eka yi, henüz böyle büyiik bir hareketin orgam olabilecek durumda değildi. 1840 da kurulan Ceride-i Havadis de, hükfımet yardımı ile yaşayabilen yan-resmi bir orgaııdı. Her ikisinde de, çoğunlukla, memur tayinlerinden ve günlük şehir ve polis haberlerinden başka bir şey gö­rülemiyordu. Haber alma teşkilatının gereği gibi çalışamamasından, bu haberlerin çoğu da yine İstanbul'da yabancı dillerde çıkmakta olan gazetelerden alınmakla idi. Mesleklerinde daha ileri durumda bulunan bu yabancı dilli gazeteler, sahifclerinde siyasi yazılara da yer veriyor­lardı. Türk gazeteleri, arasıra, bu siyasi yazılardan ve Fransız gaze­telerindeki yazılardan çevirmeler yapıyorlardı. İşte Lu çeviriler vası· tasiyle, zaman zaman, Batı Avrupa medeniyet ve kültürüne ait haber· ler ve bilgiler de gelmekte idi. Bu bakımdan, 1860 yılına kadar Türk basımnın biricik temsilcileri olan bu iki gazetenin-sistemli ve geniş ölçüde olmamakla beraber -Batı dünyasını Türk halkoyuna tamtmak hususun­da sürekli hizmetleri dokunduğu muhakkaktır. Bunların doğrudan doğruya edebiyada ilgili en büyük hizmetleri ise, ileride de görüleceği üzere, Divan nesrinin dışında yeni bir nesir hazırlamalan olmuştur.

Bununla beraber, padi�ahııı azimli davranışı karşısında, impara­torluğun kapıları · bir daha kapanınamacasına· Batı dünyasına açılmıştı. Aydınların henüz sayıca azlığı dolayısiyle, Batı medeniyetine doğru siyasi ve idari alanlarda devletçe atılmış olan adımların ideolojisini yap­nıağa ve onu yayıp yerleştirrneğe henüz maddeten imkan yoktu. Bu sebeple gazetelerde, siyasi olayların dışında olarak, Batı kültürüne ait haberler çoğunlukla bilimsel ve teknik hususlara ait bulunuyor, Batıda yapılan icat ve keşiflerden ve bunların faydalarından bahso­lunuyordu. Zaman zaman verilen bu ufak bilgiler, yavaş yavaş, halkta Batı medeniyetinin bilim ve teknik alanlarındaki üstünlüğü ve bu üs­tünlüğün zararlı değil faydalı şeylerden ileri geldiği inancını uyandır-

Page 10: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

lO KENAN AKYÜZ

ınakta idi. Fakat asıl yapılacak iş, kestirmeden gitmek, Batı medeni­yı>tin� ait şeylerin kötü şeyler olmadığını halka kendi gözüyle gör­dürüp, kendi kulağiyle duyurmaktı. Batı ticaret mallarının ve bilhassa fabrika işi kumaşların imparatorluk pazarlarında gördüğü rağhet, on­ların sadece ucuz oluşlarİyle değil, ayni zamanda kalite ve zevkçe üstün oluşlariyle de ilgili idi. Din ayrılığının doğurduğu biiyük soğukluğun henüz kuvvetle devamma rağmen bilim, teknik ve zevk yönlerinden ll atının taşıdığı üstünlük halkt a genel bir inanış olarak yerle� me yolun­da idi.

Tanzimat'tan sonra, bu yolun genişlemesinde hüyük bir amil de tiyatro olmuştur. Y ahancı tiyatro trupları, bilhassa İtalyan tiyatro kurupanyaları Tanzimat'tan sonra İstanbul'a yaptıkları dencme gezi­lerinin rağhet ve kazanç bakımınıian umduklarının çok üstünde sonuç verdiğini görünce, ziyaretlerini sıklaştırdılar. Hatta Türk halkının yeni tanıdığı bir tür olduğu için, bina yokluğu karşısında, büyük bir hızla İstanbul'da tiyatro binaları hile yaptılar. Böylece, 1840 yılında, daha Tanzimat'ın ikinci senesinde imparatorluğun merkezi bir tiyatro bina­sına sahip bulunuyordu. Üç yıl sonra yine bir İtalyan'ın yaptırdığı Fransız Tiyatrosu'nu, yerli bir teşebbiis olarak, 1845 de Hacı Naum'un yaptırdığı tiyatro izledi. Bu tiyatrolarda, İ talyan ve Fransız tiyatro trupları çok sıkı bir çalışma yaptılar. Oyunlar İtalyanca ve fransızca verildiği ve halkın çoğunluğu da bu dillere tamamiyle yabancı olduğu halde, tiyatrolar biiyük rağbet göriiyordu. Bu rağhetin sebebi ise, tiyatronun halk için hem yeni, hem de göze ve kulağa birlikte hitap eden, çok değişik ve çekici özellikler taşıma;:,ıydı. Ru tiyatrolarda, en basit farslardan en tanınmış operalara kaJar dramatik ttirün gösteril­meyen hiçbir çeşidi kalmadı. Hatta Kavallf'ria Rustİkana gibi bazı operalar, daha Paris'te hile oynaııınadan, İstanbul'da oynandı ve bu çok hareketli tiyatro hayatı hemen hemen 1860 a kadar sürdü.

Önce, bu tiyatroların seyircileri İstanbul'daki yabancılar ve yabancı dil bilen Türk ve azınlık aydınları idi. Kazançlarını arttırmak isteyen trup lar, yabancı dil bilmeyen halkı da çekdıilmek için, oyuanacak oyunların Lir özetini daha önceden gazetelerde yayınladılar ve zamanla bu kadarla tla kalmayarak piyeslerin lanı bir çevirisini yaptırıp oyundan önce hastırdılar. İyi düşünülmüş olan bu tl'dhir, az zamanda yemişini vere­rek, yabancı dil bilmeyenler de oyunları görrneğe gittiler. Yabancı t ruplar bir yandan kazançlarını arttırırken, bir yandan da tiyatıo Türk

Page 11: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATlNıN ANA ÇİZGİLERİ ll

seyirciler üzerinde yapması mümkün olan bütün etkileri yapmaktan geri kalmıyordu. Sadece eğlenmeğe ve yeni bir temaşa çeşidi görrneğe gittiklerini zanneden Türkler, eğlence ilc heraher, Batı medeniyetine ait çok değişik etkilerin altında idiler: Sahnede gördükleri oyuula birlikte Batının giyim-kuşamını, döşemcsini, yaşayış şeklini, vak'amn çeşitli olayları karşısında hatılıların davranışlarını, tepkilerini ve müzikli oyunlarda da Batı musikisini karşılarında buluyorlardı. Bütün bunların, ilk yadırgamalardan sonra, zamanla hir göz ve kulak alışkanlığına ve Batıyı görüşteki sertliğin yumuşamasıııa yol açmamaları inıkansızdı. Tiyatro meraklılarının başında ise, hizzat padişalı vardı. Arasıra, yahancı trupların oyunlarına gittiği ve şehzadeleri de götürdüğü gibi, ayni za­manda - bütün müslümanların dini reisi olduğu için hıristiyan icadı eğlencelere gitmesini uygun görmeyenierin çıkardıklaı dedikodular üzerine- tiyatro merakını kendi imkaniariyle giderrneğe karar vererek, Dolmabahçe Sarayı civarındaki silah deposunu bir tiyatro binası haline getirtti ve saray halkı için yabancı truplara burada özel oyunlar verdirdi.

Tiyatro ile heraber ıııusiki de, ayllınlar arasında zevk değişimine doğru yol açan arniller arasındadır. Batı musikisi, önce askeri zaruret­lerle imparatorluğa girmiş ve İtalyan müzisiyeni Donizetti, II. Mahmut devrinde ilk askeri lıandoyu kurmuştur (1828). Ahdülmecid tahta çık­tıktan sonra handodan başka bir de saray orkestrası kuran Donizetti, padü;ahın isteği üzerine, sarayda opera ve operet programları ve ayrıca saraydaki genç kızlardan ve genç erkeklerden kurulmuş iki fanfarla (fan­fare) bir de bale tcrtiplemiştir. Genç kızların yabancı erkek öğretmen­Ierin yönetiminde ve örtüsüz olarak hale cğzersizleri yapması, o tarihte, Türk sarayı için çok cesurcasına bir hareket sayılmak gerekir. Faofar­lar ve hale tamamiyle Batı çalgıları, Batı musikksi ve Batı dansları üzerinde çalışıyorlardı. Bunların dışında, askeri handoların marşlardan başka opera parçaları da çaldıkları görülüyordu. İkinci Topçu Alayı handosunun 1847 mayısında vf•rd iği hir konserin programında, marş­ların yanısıra Batının tanınmış operalarından seçilen parçalara da yer verilmişti. Ahdülmecid devrinin Batı musikisi yönünden söylenmeğc değer hir olayı da, ünlü hcstcci Liszt'in İstanbul'u ziyaretidir ( 1816). Abdülmecid sanatçıyı huzuruna kahul ederek iltifatta bulunmuş, Liszt sarayda bir konser vermi!i, ayrıca padişah için hir marş lıestelemi� ve bunun üzerine padi�ah kendisine bir nişan vermişti. Donizetti'yi daha pek küçükkcn tanıyan, sarayda Batı musikisi ile kulakları dolu olarak

Page 12: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

12 KE!'iAN AKYÜZ

yetişen ve bizzat piyano çalan Abdülmecid'in de tuttuğu Batı musikisi, Türk toplumumın 1860 a kadarki batılılaşma safhasında müspet etkiler yapınıştır.

Abdülmecid, bütün samimiyeti ve imkanları ilc Batı medeniyetine bağlı i di . Devlet teşkilatının batılı rnekanizmaya uygun olarak işlemesi ıçın bir yandan gerekli kanunları hazırlatırken, bir yandan da batılı yaşayışın Türk toplumuna getirilmesinde öııayak olmağa çalışıyordu. İmparatorluğun genel durumunu ve Tanzimat'ın tatbikatını yakından görebilmek için 1846, 1855 ve 1859 tarihlerinde yaptığı üç büyük gezi, hatılı devlet başkanlannda hasası gibi kendisinin de beğendiği bir usu­lün tatbikinden iharetti. Ahdülmecid'e kadar Osmanlı padişahlan, başkalarına nişan verdikleri halde, kendileri nişan kabul etmezlerdi. Bu geleneği bozarak, hatılı devlet başkanlannın hediye ettikleri nişan­ları kabule karar veren Abdiilmeeid'e ilk nişanı Fransa Cumhurbaş­kanı I II. Napolyon sunmuş, bunu Viktorya'nın nişanı izlemişti. O za­mana kadar, padişahlar yabancıların ziyafet ve kabul törenlerine katıl­ınazlardı. İstanbul'daki bir elçinin verdi�i baloya ( 1856 da Fransız elçisinin verdiği balo) ilk giden Osmanlı padişahı da Ahdülmecid'tir. Padişahın bir yabancı devlet elçiliğinrlc yapılan ve kadınlı erkekli dans edilen bir eğlenceye gitmesi, softalar arasında, dinsizliklc ve firenk hay­ranlığıyle vasıflaııdırılmıştı. Batılı. devlet adamlarının yaptıkları gibi, haftada bir gece evlerinde ziyaretçi kabul etmek usfılünii kendi nazır­Iarına da tatbik ve İstanbul'u sık sık korkutan yangın tehlikesine karşı halkı Avrupa tarzında taştan binalar yapma�a teşvik ettiren de Abdül­ınecid'tir. Padişahın gelenekiere aykırı ve kaynağı Batıda olan bu cesur hareketleri, dinin etkisinde bulunan halk tabakalarında ve aydınların bir kısmında geniş bir memnuniyctsizlik uyandırıyordu. 1859 daki Kuleli Vak'ası'nın sebeplerinden biri de, padişahın kamuoyunca hoş göriilıncycn bu pervasız hareketleri idi.

Türk aydınlan arasında 1839 dan önce lıaşlamış olan fransızca öğrenme çabasının, bu tarihten sonra ı;ok daha arttığını biliyoruz. Bunun da, sonunda, aydınları er-geç Fransız kültürü ve bilhassa Fran­sız cdebiyatiyle temasa getirıni'si tabiidir. Bu temasın ilk sonuçları, öğrenimini Fransa'da yapan ve Fransız edebiyatını tanımak imkanını bulan Şinasi ile başlar. Şinasi, Fransız şairlerinden manzum olarak yap­tığı ilk çevirileri 1858 ıle küçük bir kitapta toplayarak yayınladı. Bunlar Batı şiiri hakkında Türk okuyucusuna ilk bilgiyi veren deneınderdi.

Page 13: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ AN.\ ÇİZGİLERi 13

Bununla beraber Şinasi, çevirilerden önce, şekil bakıınıııdan değilse de, anlayış bakımından eski şiirlerden tamamiyle ayrı olan kişisel deneme­lerini yapmış bulunuyordu. Daha 1849-1858 tarihleri arasında Reşit Paşa'ya yazmış olduğu dört kaside, muhtevası hakımından tamaıniyle hatılı bir toplum ve yönetim sisteminin cdehiyatımızılaki ilk ifadelerini taşırlar.

Yusuf Kamil Paşa'nın 1859 da Fcnelon'dau yaptığı Telemak çevirisi 1862 de yayınlandığı için, batılı roman hakkında Türk okuyucusuna bu dönemde yapılmış hir tanıtma olarak gösterilPmczse de, Türk aydın­larının Fransız edebiyatının çeşitli örnekleriyle temasa geçmiş bulun­duklarını anlatması hakımından dikkate değer. Yine Şinasi, 1860 da yayınladığı Şair Evlenmesi piyesini de hir yıl önce hazırlamış bulunu­yordu. Bütün bunlar, 1839-1860 döneminde Türk aydınlannın, artık Batı edebiyatını hem Türk okuyucularına tanıtabilecek ve hem de ona uygun eserler verebilecek bir duruma girmiş olduklarını açıkça göster­mektedir.

Sonuç olarak şunu belirtmek gerekir ki, 1839-1860 tarihleri Türk toplumunun kapılarını llatı medeniyetine ardına kadar açtığı ve bu hususta hiçbir kontrol ve gümrük işleminin yapılmadığı bir dönemin sınırlarıdır. llatı ile kültürel münasehetlerin hu süre içinde büyük bir hızla gelişmesinde, Osmanlı İmparatorluğu ile hatılı devletler arasındaki siyasi münasehetlerin gelişmesi de büyük bir rol oynamıştır. Her iki taraf da, dostluğa ihtiyaç duymakta idi. imparatorluk bu dostluktan faydalanarak Mısır meselesiııi çözüp Rusya'yı yenmiş, hatılı devletler de Rusya'nııı impartorluğa sızmasına engel olarak kendi iktisadi men­faatiarını korumuşlardır. Kırım Savaşı'ndan sonra yapılan Paris Barış Konferansı'nda (1856) imparatorluğun Avı-upa devletler ailesi içine alınması da, Batı ile olan medeni münasebetlerin gelişmesinde faydalı olmuştur.

Ancak, Batı medeniyetine karşı gösterilen büyük rağbet ve hay­ranlık bazan çok aşırı ve lüzumsuz bir seviyeye yükseldiği için, zamanla, Türk toplumunun bütün milli gelenek ve değerlerinin ortadan kalkması ve onun hızla çökmesi ve soysuzla�ması tehlikesi başgöstermiş ve, bu yüzden, zihniyetçe tamaıniyle batılı olan ve avrupai Türk edebiyatının kurucularından bulunan Ziya Paşa'ya bile:

Milliyyeti nisyan ederek, her işimizde Efkar-ı f irenge tabaiyyet yeni çıktı

Page 14: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

14 KENAN AKYÜZ

mısralarını yazdırmıştır. Fakat, yine bu aşırılığın sağladığı elverişli şartlar içindedir ki, 1860 tan sonra avrupai Türk edebiyatını kuracak olan Şinasi gibi aydınlar kendilerini serbestçeyetiştirme imkanlarını hula­hilmişlerdir. Bu bakımdan 1839-1860 yılları, gelecekteki Türk sanatçıla­rının kendilerini yetiştirme dönemi olduğu kadaı·, aydın Tiirk okuyucu­sunun ve biraz da halkın Batı kültürünün ha�lıca unsurlarını görüp tanıyabildikleri ve Türk edebiyatının 1860 tan sonraki çok hızlı geliş­melerini yadırgamadan izleyip beniınseyebilecek bir ruh haline ve zih­ni gelişmeye eriştikleri bir dönem olarak kalml edilmek gerekir.

I

TANZiMAT DEVRİ ( 1860 - 1896)

1860 tan sonra, imparatorluğun siyasi ve toplumsal durumunda önemli gelişmeler göze çarpar ve bunlar, tabiatiyle, edebiyatın geliş· mesini de kuvvetle etkilerler. Mustafa Reşit Paşa'nın 1858 de ölümünden sonra 1871 tarihine kadar devlet idaresini çoğu zaman elinde tutan ve

karakteri hakımından çok çekiııgcn ve ihtiyatlı olan Ali Paşa, batılılaş· ma hareketinin temposunu da ağırlaştırır. Batılılaşma hareketinin sürek­liliği hakımından burada dikkat edilecek bir nokta, bu harekete muha­lif olmamakla hemher onu sıkı bir kontrol altında tutan politikacıların yanıbaşında, 1825-1850 yılları arasınıla doğup hatılılaşmayı samirniyetle benimsemiş, tarnmiyle idealist ve aydııı kuşakların yetişmiş olmasıdır. Bazı kişisel ihtiras ve kuşkuların etkisiyle, batılılaşma hareketinin geliştirilmesi için politikacılann gösterdikl<tri gevşeklik karşısında bu kuşaklar teşebbüsü ellerine almışlardır. Böylelikle, batılılaşma hareketi yalnız devlet tarafından yürütülen bir hareket olmaktan çıkarak, aydın­ların halka mal etmeğe çalıştıkları çok daha şuurlu ve sistemli bir du­mma gelmiştİJ".

Türkiye'de 1860 dan sonraki batılılaşma faaliyeti, başlıca üç alan· da gelişir: siyaset, toplum, edebiyat. Yukarıda bahsettiğimiz aydın ku­şaklar, hatılılaşmayı hir bütün olarak düşündükleri için, bu üç alanın hepsinde de yoğun bir çaba gösterirler.

Siyaset alanındaki çalışmalarına, imparatorlukta ilk özel gazetecili­ği kurmakla başlarlar. İlk organlar: Agah Efendi ile Şinasi'nin bir-

Page 15: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 15

likte çıkardıkları Terceman-ı Ahval (ilk sayı: 22 ekim 1860), Şinasi'nin tek başına çıkardığı Tasvir-i Efkar (ilk sayı: 28 lıaziran 1862), Ali Suavi'ııin çıkardığı ve Ziya Paşa'nın da yazı yazdığı Mulıbir (ilk sayı: 2 ocak 1867) dir. Bu organlar, çok açık lıir şekilde ve f'Ürekli olarak, şu esasları savunurlar: "Gülhane Hattı ile ilan ediiPn fert lınk ve hürriyet­leri, şimdiye kadar sadece kağıt üzerinde kalmış, gerçekleştirilmesi yoluna gidilmemiştir. Bunların gereği gihi gerçckle�lirilebilmesi için,

batılı devletlerdeki idare sisteminin kabulü şarttH. Bu bakımdan, der-. hal bir Anayasa hazırlanmalı ve bir Millet Meclif'i kurulmalıdır. Yap­

tıklarında şimdiye kadar tamamiyle serbest bulunan hükumet, lıu mec­lisin kontrolü altına girmeli ve kanun yapmak )'!'tkisi rle lıiikfımPttr�n alınmalıdır."

Basma karşı lıüki'ımetin aldığı sert tedbirler karşısında bu yolun tek başına bir sonuca götüremeyeccğini anlayan aydınlar, 1865 hazi­ranında Yeni Osmanlılar adında gizli bir ihtilal denerneği rle kurdular. İtalyan Karbonari derneğinin tüzüğünü esas olarak olan Im dernek, 1867 mayısında hükumet tarafından haber alınınca, başlıca üyeleri olan Namık Kemal, Menapirzadc Nuri, Sağır Ahmetheyzade Mehmet bey ve Kayazade Reşat hey Fransa'ya kaçtılar. Derneğe girmiş bulunma­makla beraber, büklımete muhalif oldukları için, Ziya Paşa, Agah efendi ve Ali Suavi de onlara katıldılar. Fuat Paşa ilc gcçincmediğindvn daha önce sınır dışı edilip Paris'e yerleşmiş bulunan Mustafa Fazı] Paşa'­nın maddi yardımı ile üç yıl süren hu ikinci ve çok daha şiddetli muha­lefet döneminde Ali Suavi Londra'da Muhhir (ilk sayı: 31 ağustos 1867) ve Paris'te Uli'ım (ilk sayı: l ağustos 1869), Ziya Paşa önce Namık Kemal ile birlikte Londra'da ve sonra tek başına Cenevre'de Hürriyet (ilk sayı: 29 haziran 1868), 1\Ielımet Bey Paris'te ittihad (1869), yine Mehmet bey ile Hüseyin Vasfi Paşa Cenevre'de İnkılalı (1870) gazete­lerini çıkarırlar. Yeni Osmanhlar, 1870 ten itibaren tekrar İstanhul'a dönrneğe başladılar ve Namık Kf'mal'in çıkardı�ı İbret (ilk sayı: 13 Haziran 1872) ve Ehuzziya Tevfik'in çıkardığı Hadika (ilk sayı: 18 mayıs 1873) gazeteleriyle siyasi çalışmalarının üçüncü dönemini açtılar.

Şinasi, demokratik bir rejimin esaslarından genel olarak söz eder, fakat onun adını koymaz. Bu adı açıkça koyanlar, Yeni Osmanlılar'dır: Meşrutiyet. Bu siyasi çalışmalara, impartorluğun yaşatılması düşünce­sinden doğan, bir Osmanlılık ideolojisi de karışır. Ancak, lıu ideolojinin arkasında -biraz da- hıristiyan halka geniş haklar tanıyan 1856 ferma-

Page 16: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 6 KENAN AKYÜZ

manının uyandırdığı tepkiye ılayanan İslamcılık ideolojisinin de yer aldığı görülür. Bunların dışında, siyasi bir çalışmaya konu olmaksızın, temsilcileri Ali Suavi, Süleyman Paşa ve Ahmet V efi k Paşa olan bir Türkçülük düşüncesinin varlığını da söylemek gerekir. Yeni Osmanlı­lar'ın bu üçüncü muhalefet dönemi, 1876 da I. Meşrutiyet'in kuml­masına kadar sürer. Ayni yıl tahta çıkan Il. Ahdülhamid'in her türlü siyasi çalışmayı yasaklayan mutlak idaresiyle de siyasi hayatları sona erer. Belirli bir sonuca ulaşamayan bu çabaların en müsbet yönü, hiç şüphesiz, gazeteciliğin bir halk müessesesi olarak kurulması ve bu sa­yede bir kamuoyunun da yaratılmış olmasıdır.

Batılılaşmanın 1860 tan sonraki toplumsal gelişmesini ise gazeteler, romanlar ve piyesler birlikte yürütürler. Bu üç önemli vasıta, bir yandan hatılı yaşayışı -bazan çok lüzumsuz teferruata kadar inerek­Türk toplumuna tanıtırlarken, bir yandan da çok çeşitli konular üzerin­deki hatılı görüş tarzını getirmek suretiyle yeni bir aydın kuşak yetiş­tiriyorlardı. Toplumsal alandaki hu hizmeti ile edebiyat, tamamiyle, Tanzimat'ın getirdiği esaslara bağlıdır. 1860-1875 yılları arasında Türk edebiyatı-arasıra hu yönden ayırılmakla heraher- , hemen hemen bir bütün halinde, kendisini bu esasların gerçekleştirilmesine vermiştir ve, bu tutumu ile, tanı bir "toplumcu" karakter gösterir.

Bu safhanın ilk büyük şalısiyeti Şinasi, Tanzimat'ın getirrneğe çalıştığı Batı medeniyetinin unsurlarını gerçek bir kavrayış ve direnişle açıklamağa çalışır. Hedefe erişmek için, bilgisizliğin ve taasubun bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini düşünerek, halkın fikir seviyesini yükseltrneğe uğraşır. llu hususta gazeteyi en önemli vasıta olarak görür ve halkla kolayca anlaşahilrnek için, yeni bir dile ihtiyaç duyması, yeni bir nesrin doğamasına yol açar. Bu medeniyet temasına Ziya Paşa, Namık Kemal ve Ahmet Mihat'ta da sık sık ra�tlanır.

Yaratılışından gelen bir özellikle, düşündüklerini kimseye açmadan doğrudan doğruya onları gerçekleştirrneğe geçen Şinasi, Türk edbiyatı­nın modernleştirilmesi hakkında ortaya açık bir program koymuş değil­dir. Halbuki eski edebiyatın henüz ortadan kalkmadığı; Yenişehirli Avni (1826-1883), Leskofçalı Galip (1828-1867) ve Hersekli Arif Hik­met (1839-1903) gibi üstad tanınan kuvvetli kişilerin henüz' yaşadığı bir dönemde, ileride yeni edebiyatı kuracak olan kuşaklara onun esas­larını açıklayan bir program vermek gerekli idi. Bu programı, ilk defa, Tasvir-i Efkar'daki "Lisan-ı Osmanl'nin edebiyatı hakkında bazı müla-

Page 17: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK E DEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİLERİ 17

hazatı şamildir" (1866) adlı uzun makalesiyle Namık Kemal dener. Kemal, edebiyatın tarifi ile başladığı ve onun "fikrin gelişmesine ve bir toplumun eğitilmesine olan büyük hizmetinden" söz ederek "edebiyat, bir milletin hekasının teminatıdır" gibi bir hükme vardığı bu makelesin­de, Divan Edebiyatı'nın "realite ile ilgisizliğine, sun'iliğine ve hoşluğuna" şiddetle hücum ederek, Türk edebiyatının yeniden düzenlenebilmesi için birtakım esaslar koymağa çalışır. Üzerinde en çok direndiği esas, her şeyden önce, yine yeni bir ifade vasıtası, yeni bir dil zaruretidir. Bunun için de yazı dilinin düzenlenmesini, bir an önce konuşma diline yaklaştırılmasını ister. Kemal, bu makalesinde ileriye sürdüğü "edebi­yatta toplumsal fayda prensihi"ni, Celalettin Harzemşah adlı piyesinin önsözünde ayrıca savunur.

Böylece, Tanzimat hareketinin prensiplerine de uygun olarak, Türk edebiyatının izlemesi gereken yön açıkça çizilmiş olur. Tanzimat hare­keti, bir anlamda, bir "halka iniş" hareketi olduğu için edehiyatta "halkın anlayabileceği bir dil" üzerinde direnilmesini de tabii karşıla­mak gerekir. Bu konuda Kemal'den sonra konuşan Ziya Paşa ise, bu hedefe tek bir hamle ile ulaşmak ister: 1868 de Hürriyet gazetesinde çıkan meşhur Şiir ve İnşa makalesinde, Divan Edebiyatı'nı "milli bir edebiyat olmamakla" suçlayarak modern Türk edebiyatının ancak "Halk edebiyatma hağlanmakla" kurulahileceği gibi zamanına göre çok ileri bir düşünce ile, b ir sıçrayışta, halkın ifade seviyesine inilmesi teklifinde bulunur.

Burada önemli olan husus, Batı edebiyatını örnek olarak almak kararını veren Tanzimat Edebiyatı'nın, kendi gaye ve kişiliğine uygun bir ifade vasıtası yani yeni bir dil ve üslı1p aramak ihtiyacını hemen duy­muş olmasıdır. İlk çalışmalar bu noktada toplanarak kısa zamanda açık bir sonuca varılmış, gerek nesirde ve gerekse nazımda yeni bir voka­hülere ve yeni bir söyleyişe ulaşılabilmiştir.

Nesir dilinde Tanzimat'tan sonraki bu gelişmenin başlangıcı, 1831 yılına kadar iner. Devlet gazetesi Takvim-i Vekayi'in (ilk sayı: l kasım 1831) dilinde ve üslı1hunda halkın seviyesine uygun olarak yapılmasına çalışılan ayarlama, Tanzimat nesrinin nüvesidir. Gazete dilinin bu tarih­ten başlayarak ayni yönde süren gelişmesine devlet dilinin -bilhassa Tanzimat'ın ilanından sonra- sadcleşme yolundaki hızlı gelişmesi de ek­lenince, 1860 tan sonra, edebi Türk nesrinin kurulması için hayli elverişli bir ortamın varlığını kabul etmek gerekir.

Page 18: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

18 KENAN AKYÜZ

Bu nesrin temelini Şinasi atar. Devlet nesrının üsh1bundan tarna­miyle kurtulamamakla beraber vokabüler hakımından ondan çok ayrı olan bu nesri, "sanatkarane" üsh1hun çekiciliğinden kendisini kurta­ramayan Namık Kemal ve kısmen Ziya Paşa daha yüklü ve süslü bir hale getirirlerken; Ahmet Mithat da, tersine olarak, yalnız vokahüler hakımından değil, üslup bakımından da onu konuşma diline iyiden iyiye yaklaştırır. Fakat Tanzimat devrinin tanınmış yazarları, dilde ve üs­lupta Ahmet Midhat'ı değil, Namık Kemal'i izlediler.

Edebiyatın toplum hizmetine girmesi, çevresindeki her şeyle doğ­rudan doğruya ilgilenmesi prensibi ile; Türk edebiyatı yüzyıllardan beri ilk defa olarak hayatla yüzyüze geliyor, olaylaıı ve insanları oldukları gibi görüp gösterrneğe başlıyordu. Bu durum, eski edebiyatın her alan­daki soyutluğundan kurtuluşun, somuta bağlanışın ifadesidir. Eski edebiyat, bilindiği gibi, kurallar ve kliçeler edebiyatı idi: klişe konu, klişe tabiat, klişe hayal, klişe güzellik, klişe sevgili tipi, klişe aşk, klişe dil v.h. Bütün lıu klişelcrden kurtulup hayatın karşısına vasıtasız olarak çıkan Tanzimat devri sanatçısı, her şeyden evvel, hürriyetini du­yar ve tek başına bir "şahsiyet" olduğunu anlar. Bu anlayışı yeni bir tahiat görüşü, yeni bir estetik, doğrudan doğruya hayattan alınan yeni konular izlerler. Tanzimat'ın "ferd lıürriyeti" prensibi ile tam bir uygun­luk halinde bulunan "sanatçının hürriyeti" prensibi, ona tamamiyle "şahsi terkipler"in yani yaratıcılığın kapılarını açmıştır.

1875 yılına kadar "toplumsal fayda" formülüne bağlanan Tanzimat Edebiyatı, bu tarihten sonra, kendisini yavaş yavaş roınantizme kap­tırdı. Türk Edebiyatımn yüzyıllarca süren alışkanlıklarına ve atmos­ferine de uygun düşen bu kaptırış, önce üslupta başlar. Esasını Şinasi' nin nesrinden alınakla beraber, sanatkarane üslfıp kaygısı ile ondan ayrılan Namık Kemal'in, romanlarındaki tabiat ve insan tasvirlerini daha canlı ve çekici hale getirebilmek için romantik üslubun ihtişaının­dan faydalanmağa kalkışmasİyle başlayan bu etki, zamanla karakter­lerin, vak'aların kuruluşuna ve ternalara kadar yayıldı. 1880 den sonraki Türk romanında görülen bazı realizm ve natüralizın denemelerine rağ­men, Kemal'i izleyen Recaizade Ekrem ve Alıdülhak Hamid'in de ağır hasan şahsiyetleriyle, Tanzimat Edebiyatı genellikle romantizme bağlı kalmıştır.

1860 tan başlayarak gazetesi, tiyatrosu ve romanı ile batılı ede­biyatın bütün türlerini benimseyen Türk edebiyatı, teknikte henüz

Page 19: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 19

yeter derecede ustalaşamamış olmakla beraber, tamamiyle batılı bir anlayışa ve bütün türlerde çok verimli çalışmalara sahiptir.

Ş i r

Tanzimat Edebiyatında, nesirden sonra yenileştirilen ilk tür şür­dir. Roman ve piyes gibi türler henüz denenmeden, şiir üzerinde bazı yenileştirmelere başlanmıştı. Şiirde de, önce, yeni bir vokabüler ve söy­leyiş aranınakla işe girişilir. Bu vokabüler ve söyleyişin yöneldiği kay­nak ise, nesirde olduğu gibi, konuşma dili ve üslubudur.

Daha 1860 tan önce Fransız şairlerinden yaptığı manzum çeviri­lerde Şinasi, yeni lıir vokahüler ve yeni bir üslılp arar. Gerek şekil ve gerekse muhteva bakımından Divan şiirinden ayrılan bu çevirileri, kendi denemeleri izledi. Ziya Paşa bir çok gazel ve şarkılarında dil ve söyleyiş, Namık Kemal de -Şinasi'yi tanımasından sonraki şiirlerinde­hem söyleyiş ve hemde şekil hakımından eski şiirden ayrılırlar. Namık Kemal'in etkisinde olan Recaizade Ekrem ve her ikisinin izinde yürüyen Alıdülhak Hamid, şekilce bazan eskiye bağlı kalınakla beraber, Türk şiiri­ne giren yeni söyleyişi geliştirirler. Bu söyleyişte Şeyh Galip'ten Akif Paşa'ya kadar değişen çeşitli üsluplann da etkisi kabul edilebilir. Bu arada, Edhem Pertev Paşa'nın yine fransızcadan yaptığı bazı manzum çevirilerindeki ( 1870) söyleyiş tarzı da söz konusu olabilir. Tanzimat devri şairleri bu değişik üslılp malzemesini işlernek suretiyle ortak bir "Tanzimat devri üslubu" meydana getirdikleri gibi, bu genel söyleyi§ içinde kişisel birer üslup da yaratabildilcr. Ancak, Şinasi'de konuşma diline yaklaşma çabasını gösteren vokabüler ve üslubun, Namık Kemal ve Ziya Paşa'dan başlayarak, Recaizade Ekrem'de ve Alıdülhak Ha­mid'te konuşma dilinden tamamiyle uzaklaştığını kaydetmek gerekir.

Yeni şiirin ilk temaları, Şinasi'de "medeniyet, bak, adalet, kanun, devletle milletin karşılıklı hak ve ödevleri" gibi toplumsal unsurlardır. Namık Kemal ile Ziya Paşa'da bunlara "hürriyet" ve "vatan" temaları da eklenir. Bunların yanında, "harcıalem fikir" (sagesse) unsurunun da yer aldığı görülür. Bu tarz düşüncelere Şinasi'nin birçok heyit ve müfret­lerinde, Ziya Paşa'nın bazı gazelleri ile terkip ve terci-i bendierinde ve N amık Kemal'in yine gazelleri ile Hürriyet Kasidesi'nde rastlamak mümkündür. Tanzimat şiirinin ikinci kuşağına giren Recaizade Ekrem ve Alıdülhak Hamid ise toplumsal temaları ikinci plana attıkları gibi,

Page 20: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

20 KENAN AKYÜZ

"harcıalem fikir" seviyesinin üstüne çıkarak metafizik düşünüşe de yöneldiler. Ekrem'de daha çok ölüm teması üzerinde toplanan bu düşünüş, Hamid'te ölümden başka "Allah, hayat, dünya, madde, ruh, varlığın mahiyeti ve sonu" gibi meseldere de uzanır. Yeni şiirin üçüncü temasını, ferdin iç hayatı ve bu arada bilhassa "aşk" teşkil eder ve Şi­nasi'den Hamid'e doğru bunun kullanılış grafiği gittikçe yükselir. Eski şiirin sun'i ve klişe sevgili tipinden kurtulan yeni şiir, hayattaki normal insan güzelliğine yönelerek, yeni bir sevgili tipi yaratır. Genellikle ro­romantik bir karakter taşıyan bu yeni aşk teması için, yine Fransız şiirinden geçen yeni bir vokahüler de benimscnir. Nihayet, Tanzimat devrinin ikinci kuşağından sonra şiirde çok geniş yer tuttuğu görülen sonuncu ve önemli bir tema olarak, "tabiat"ı kaydetmek gerekir. Roman­tizmin etkisiyle giren ve gerçek tabiata dayanan bu tema, eski şiirin soyut tabiat anlayışından tamamiyle kurtulmuştur.

Tanzimat şiirinin, Divan şiirinde en çok bağlı kaldığı unsurlar tek­nik unsurlardır. Tanzimat devrinde Hece veznine karşı olan ilgi biraz daha artmışsa da, aruz eski hakimiyetini devam ettirdiği gibi, Divan nazmının şekilleri ve sanatları da tammiyle atılamamıştır. Bunun için­dir ki, şekil bakımından, Tanzimat şiirinde bütünlük yoktur. Yeni şekillerin yanında bazan aynen ve bazan da çok değişik olarak, Divan nazmının şekilleri de (bilhassa gazel, terkib-i bend ve kıt'a) yer alır.

Yeni şiirin ilk temsilcisi olan İbrahim Şinasi (1826-1871), öğreni­mini İstanbul'da yaptıktan sonra devlet memuriyetine girmiş, Tophane Müşiri Fethi Paşa'nın yardımı ile Fransa'ya maliyecilik öğrenimi için gönderilmiş (1849) ve orada beş yıl kadar kaldıktan sonra İstanbul'a dönerek Meclis-i Maarif üyeliğine tayin edilmiştir. Reşit Paşa'ya bağ­lılığından, Paşa'nın iktidarda bulunup bulunmamasına göre, o da göre­vinden uzaklaştırılmış veya yeniden göreve alınmıştır. 1858 de, fran­sızcadan manzum olarak yaptığı bazı şiir çevirilerini Terceme-i Man­zume adı ile bastırdı. 1860 ta -Agah Efendi ile birlikte· ilk özel Türk gazetesi olan ve Şair Evlenmesi adlı komedisini tefrika ettiği Terceman-ı Ahval'i ve sonra da tek başına Tasvir-i Efkıir'ı çıkardı (1862). Aynı yıl, şiirlerini Müntahabat·ı Eş'ar adlı bir kitapta topladı. Bir yıl sonra da, derlediği atasözlerini Durub-i Emsal-i Osmaniyye adıyle bastırdı. Adının Ali Paşa için düzenlenen bir suikasta karışmasından ürkerek, 1865 te Paris'e kaçtı ve orada siyasi sürgün olarak bulunan Mustafa Fazıl Paşa­nın maddi yardımı ile yaşadı. Paris'te bu ikinci bulunuşu sırasıııda,

Page 21: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

:\IODERN TÜRK EDEBiYATıNıN ANA ÇİZGİLERİ 21

bir türkçe sözlük hazırlamakta idi. Eserde izlenecek metot bakımından da, dostu meşhur Littree (Litre) den faydalanıyordu. 1869 da İstanbul'a dönünce, artık siyasetle tamamiyle ilgisini keserek, yalnız matbaa iş­leriyle uğraştı. Tek gayesi, hazırladığı türkçe sözlüğü yayınlamaktı. Fakat bunu da başaramadan, 1871 de öldü.

Şinasi'nin Türk şiiri üzerindeki yenileştirme çabası Fransa'dan ilk dönüşü ile başlar. Gerçekten, Fransa'ya gitmeden önce Reşit Paşa'ya yazdığı bir kaside (1849) ile dönüşünden sonra yazdığı diğer üç kaside (1856, 1857, 1858) arasında gerek vokahüler, gerek üsh1p ve gerekse ha­yal unsurları bakımından olan ayrılıklar bunu açıkça gösterir. Nef'i tarzını taklit eden ve övüşlerindeki aşırılıkla dikkati çeken bu kaside eski kasidelerin bütün özelliklerini taşıdığı halde, diğer üç kaside gerek şe­kil ve gerekse muhteva bakımından eski kasideleri tamamİyle bozmuştur . Bunlar klasik kasidenin kafiye sistemine her zaman uymadıkları gibi, muhteva bakımından da çok değişiktir. Bir kere, eski kasidenin hayal ve mazmun dünya>ı ve acemane mübalagalar bırakılarak, övmede ölçüye ve övülenin ki�iliğini belirten "gerçek özellikler"e dikkat edil­miştir. Bu kasidelerin Reşit Paşa'nın şahsında övdükleri özellikler, klasik kasidede olduğu gibi, övülenin adını değiştirmek suretiyle bir başkası için de tekrarlanamazlar. Sonra, bu üç kasidede, yalnız klasik kasidede değil bütün kli!sik Türk şiirinde rastlayamayacağımız ve ancak Tanzimat'la birlikt� gelmiş olan birtakım toplumsal kavramiara ve onların değerlendirilmelerine de geniş ölçüde yer verilmiştir. Bu kaside­ler, Reşit Paşa'nın şahsında, Tanzimat prensiplerinin de tam birer öv­güsüdür. Bu mulıtevahrına rağmen, "harcıalem fikir" unsuru ile ilgili bulunmadıkları için, onlara "hikemi" yahut "hakimane" vasfuıı ver­rneğe de imkan yoktur. Bu kasidelerde fikrin de üstünde hakim kılı­nan unsur ise, "akıl"dır. Fransız klasiklerinin etkisinde bulunan, aklın prensiplerine sıkı bağlılığı ve lirizmden yana fakirliği ile bilhassa Boileau (Bualo) ya çok benzeyen Şinasi, Tanzimat'tan sonraki Türk edebiya­tında akılcılığın da ilk temsilcisidir. Ayrıca, bu kasidelerin, lüzumsuz hayal unsurundan kaçmarak genellikle düşüncenin ifadesine yaramak gayesinde olan basit ve oldukça açık bir üslfıba ve ona uygun bir voka­bülere sahip odukları da kolaylıkla görülebilir.

Şinasi, klasik kasidede yaptığı bu değişikliklerin dışında, yeni şekiller de getirrneğe çalıştı. Bu bakımdan dikkati ilk çeken, Terceme-i Manzn­me'deki "Souvenirs" parçasıdır. Lamartine (Lamartin) den yapılan

Page 22: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

22 KENAN AKYÜZ

ve dörtlüklerle kurulan bu manzume, kafiyelerinin düzeni ve söyleyiş hakımından tamamiyle yenidir. Bu çeviriyi -Doğu edebiyatında "Mes­nevi Kafiyesi" olarak tanınan ve Fransız şiirinde de çok kullanılan- diiz kafi ye ile yazılmış "Miinacat", "İlahi" ve "Arz-ı muhabbet" adlı şiir­leri ile birkaç kıt'a izledi. Bu şiirlcrin, duyuş ve hayal tarzında olduğu kadar, iislupta da Divan şiirinden ne kadar çok ayrıldıkları açıkça bel­lidir. Şinasi'nin konuşulan türkçeden yeni bir şiir dili yaratmak husu­sundaki çabası, bazan X VI . yüzyıl şairlerinden Edirneli N azmi'nin çabasını andırır. Gayesi konuşulan dile yakla�mak olduğu halde, biraz yaptığı denemenin ycniliğindcn, biraz da sanatçı gücünün eksikliğinden gelme bir kudrctsizlikle bu çaba oldukça verimsizleşir ve "safi tiirkçc" ile yazdığı parçalarda bile dil konuşma dilinin canlılığına ve tabiili­ğine erişemez. Ayni çabayı, hemen hemen ayni verimsizlikle, kırk yıl sonra Mehmet Emin de tekrarlar. Yeni bir şiir dili kurmak hususundaki denemenin başarısızlığına ve siircksizliğine rağmen, Şinasi'nin bu ça­balaınası edebi nesirle şiirde yeni bir dil anlayışının paralelliğini belirt­ınesi ve bu yöndeki çalışmaların ilk merhalesi olması hakımıııdan dikkat­le kaydedilmeğe değer.

Bütün bu özellikleriyle Tanzimat'tan sonraki Tiirk şiirinin temelle­rini attığını gördiiğümüz Şinasi'yi, hatılı şiirin esaslarını gt>reği gibi bilmekle beraber, gerek hayallerinde ve duygularındaki renksizlik ve gerekse sanat giiciindeki yetersizlik yiizünden bildiklerini gerçekleş­tirmek hususunda doyurucu bir başarıya ulaşamamıştır. Onu, ancak orta seviyede bir şair ve sanatçı olarak kab1ıl etmek durumdayız.

Şinasi ilc ayni kuşaktan olan Abdiillıaınid Ziya Paşa (1829-1880), 1860 tan sonra batılı Türk edebiyatının yaratılmasında şiirlerinden çok düşünceleriyle hizmet etmiştir. İlk öğrenimini İstanbul'da yaptıktan sonra Sedaret kalt>mlerinden birine memur girmiş, zamanla Mustafa Reşit Paşa'nın elikkatini çekip saraya tavsiye edilmiş ve oraya katip olarak alınmıştır. Burada fransızca öğrenmeğe başlayan Ziya Paşa, yavaş yavaş, Fransız edebiyatıyle de tPmasa geçti. Bir yandan da şiirle uğraşıyor, padişaha ve Reşit Paşa'ya kasideler yazıyordu. 1859 da yaz­dığı Tcrci'-i bend, ilk şölıretini sağladı. Zamanla Ahdiilaziz'c etki ya­parak, politikalarını beğenmediği Ali ve Fuat pa�alar aleyhine onu tah­rik ettiği için onların düşmanlığını kazanmış ve sonunda saraydan uzaklaştırılmıştır. Bundan sonra gerek İstanbul'da ve gerekse taşrada birçok idari görevlerde bulunmuş ve 1867 de Mustafa Fazı] Paşa'nın

Page 23: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEHİY ATlNIN ANA ÇİZGİLERİ 23

çağrısını kabul ederek Paris'e kaçmıştır. Bu süre içinde fransızcadan bazı çeviriler de yaptı: Viardot (Viyardo) dan Endülüs Tarihi ( 1863) ni, Cheruel (Şeriicl) ve Lavallee (Lavale) den Engizisyon Tarihi ( 1882)ni, Moliere (Molycr) den hecc vczniyle ve Riyanın Enciimı ( 1881 , 1886) adı ile Tartuffe (Tartüf) ü çevirdi . 1868 de Londra'da Hürriyet gazete­sini çıkarınağa ha'ıladı. 1870 te, Cenevre'de iken meşhur Terkib-i hend'ini yayınladı. Yine ayni yıl, .Jean Jacques Rousseau (Jan Jak Ruso)dan Emil'i çevirdi. Paris'te bulunduğu sırada, 1866 dan beri patlak vermiş olan Girit isyanını ele alarak, Ali Paşa 'nın şah�ını ve politikasını şiddetle hicveden ve üç bölümden (kaside, talımis,

·şerh) ibaret bulunan Za­

fername'yi ve Abdülaziz'in padişahlıktaki veraset üsuliinü değiştirmek istediği hakkında çıkan söylentiler üzerine bu isteğe karşı koyan ve iki mektuptan ibaret V craset-i Saltanat-ı Seniyye'yi yazdı . 1871 de Ali Paşa'nın ölümü üzerine, İstanbul'a döndü. Abdülaziz'in tahttan indiril­mesine (1876) kadar Şura-yi Devlet (Danıştay) üyeliğinde, V. Murad'ın Mabeyn Başkatipliğindc ve Kanun-i Esasi Encümcni'nde bulundu. Bu arada, klasik islam edebiyatındau örnekler taşıyan Harahat ( 1874) adlı üç ciltlik büyük antoloj isini, uzun manzum bir önsözle yayınladı. Eski edebiyatın propagandasını yaptığı suçlamasına yol açan bu eseri dola­yısiyle, Namık Kemal'in Tahrib-i Harahat ve Takib adlı eserlerinde çok ağır hücumlara uğradı. I I . Abdiilhamid tahta çıktıktan sonra, ve­zaret rütbesiyle Suriye valiliğine tayin edilerek İstanbul'dan uzaklaş­tırıldı. Oradan Konya Valiliğine gönderildi. Adana valisi iken, 1880 de öldü. Mezarı Adana'dadır.

Ziya Paşa, sağlığında, şiirlerini kendisi toplayıp kitap halinde yayın­lamış değildir. Ölümlinden sonra, şiirlerinin yapılan haskıları şunlardır: I . Eş'ar-ı Ziya (Paşa'nın damadı Harndi Bey tarafından), İ st. 1 88 1 ; 2 . Külliyyat-ı Ziya Paşa - Nazım kısmı (Süleyman Nazif tarafından), İst. 1924; 3 . Ziya Paşa'nın Şiirleri (Buluş Yayınevi tarafından), Ank. 1960.

En eskisi 1851 tarihini taşıyan bu şiirleriyle Ziya Paşa gerek lirik ve fikri muhteva ve gerekse sanat gücü hakımından Şinasi'nin çok üs­tünde ise de, Türk edebiyatının batılılaşmasıııda onun kadar etkili olabilmiş değildir.

Ziya Paşa'nın şiirleri, Hece ile yazılmış birkaç şarkısı istisna edi­lecek olursa, teknik bakımından tamamİyle Divan nazmıııa bağlıdır. Hayallerinde ve duyuş tarzında da eskiden ayrılmış sayılamaz. Onun

Page 24: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

24 KENAN AKYÜZ

şiirlerinde Divan şürinin hayal unsurlarına, mazmunlarına çok bol ola­rak rastlanır. Kullandığı temalar içinde en geniş yeri tutan "aşk" tema­sında da, Divan şiirinin anlayışını aşabilmiş değildir. Lirik manzumelerin­de ise, eski şiirin bütün estetik unsurları yer alır. Bu yönlerden Ziya Paşa'yı batılı Türk edebiyatının tam bir temsilcisi olarak kabul etmeğe imkan yoktur. Ziya Paşa'nın bütün batılılığı, yazılarının fikri muhteva­sından doğar. Ziya Paşa'da, önce, batılı bir edebiyat kavramı vardır ve Türk edebiyatının da böyle bir edebiyata benzemesi isteğini ve zaru· retini tamamİyle duymuştur. Bunun içindir ki Hürriyet'te çıkmış olan Şiir ve İnşa ( 1 868) makalesinde Türk edebiyatını modernleştirmenin ve millileştirmeniıı en üst derece3ine birdenbire sıçrayarak, Divan Ede­biyatını Türk edebiyatı olarak kabul etmez ve gerçek Türk edebiyatının halk edebiyatı olduğunu söyler. Fakat tam bir inkılapçı zihniyeti ile savunduğu bu tezi altı yıl sonra yayınladığı Harahat'ın ösnsözünde reddederek halk edebiyatını küçümser ve Divan edebiyatını göklere çıkarır. Bu açık çclişmedeki birinci davranış onun "medenileşme zaru­reti"nden hareket eden inkılapçı yönünü, ikinci davranış da alışkan­lıklarından ve duygularından doğma muhafazakar yönünü belirtirler. Düşünceleri ile inkılapçı olan Ziya Paşa, duygulariylc tamamiyle alış­kanlıklarına bağlıdır.

Ziya Paşa'nın şiirlerindeki fikri muhtevayı başlıca, "toplumsal" ve "felsefi" iki kadroda toplamak mümkündür. Toplumsal kadronun unsurları, Şinasi'de olduğu gibi, daha çok Tanzimat'ın getirdiği "hak, hürriyet, adalet, kanun, medeniyet, . . . " gibi kavrarnlara dayanırlar. Bunlara, onun üzerinde çok durduğu ve bütün toplumsal bozuklukların kaynağı saydığı "ferdi ahlak" unsurunu da eklemek gerekir. Tanzimat devri yazarlannın -her bakımdan- insan üzerinde durmalarını, bir "yeni insan" yaratmağa çalışmalarını tabii olarak karşılamak gerekir. Çünkü kurulmasını istedikleri yeni toplum, önce, bu yeni İnsanı yarat­makla mümkün olabilirdi. Ancak, Batı medeniyetinin kabulü bahsinde, Ziya Paşa kapıların ardına kadar açılmasına değil, onun yalnız "iyi yönlerinin" alınmasına yani bir gümrük konulmasına tararftardır.

Gerek toplumun düzeninde şikayetçi olduğu aksaklıklar ve gerekse kendi özel yaşayışının istırapları ile yakından ilgili olarak, felsefi muh­tevadaki şiirlerinde insandan, hayattan ve hatta bütün kilinatın düze­ninden sürekli bir sızianma ve bunun doğruduğu bir şaşkınlık, bir kü­çüklük duygusu ve huzursuzluk içindedir. Şair, sanki, toplumsal bozuk-

Page 25: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK E DEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 25

lukların kaynağını ve sebebini kainatın kuruluşundaki düzene bağla­mak ister. Bu kuruluş İnsan hayatını ıstırapla dolduracak bir düzende olduğu gibi, mahiyetini gereği gibi anlamağa imkan bulunmayış da insan için ayrı bir huzursuzluk sebebidir. Etrafımızı çeviren ve hizi tasaya ve huzursuzluğa götüren karanlıkları aydınlatabilecek tek ışık olan akıl da bu hususta çok yetersizdir. Böylece, tam bir ağnostisizme bağlanan ve dinin sınırlarını aşamayan bu düşünüş tarzını tam bir serbest düşünüş olarak kabul etmeğe imkan yoktur. Metafizik meseldere karşı tecessüs duyan ve onlara bir karşılık arayan -dinin çemberinden çıkamasa da- bu düşünüşü, sadece, serbest düşünüşe doğru bir yöneliş olarak kabul etmek daha doğru olur.

Divan Edebiyatı kültürü ile yetişen ve gençliğinde bu şiiri sürdür­rneğe çalışanlarla yakın dostluklar kurmuş olan Ziya Paşa'nın şiirle­rinde, XVIII. yüzyıl şiirinin dil ve üslfip özellikleri göze çarpar. Ol­dukça zengin bir muhayyileye ve zarif duygulara sahiptir. Riodane bir cda taşıyan aşk şiirlerinin yanıbaşında, eski şiirin hakimane muhte­vası da önemli bir yer tutar ve asıl ününü de bu şiirlerine ve toplumsal konudaki hicivlerine borçludur.

Ancak orta seviyede bir şair ve sanatçı olduğu için yeniliği şürlerin­de gereği gibi gerçekleştiremeyen Şinasi'den ve yeniliğe fikren bağlı olmakla beraber tatbikatta ona pek yer vermeyen Ziya Paşa'dan sonra, gerek şair ve gerek sanatçı olarak onlardan çok daha üstün bulunan ve yeniliğe fikren bağlı olduğu gibi fiilen de daha çok hizmet eden şah­siyet Namık Kemal'dir.

21 aralık 1 840'ta Tekirdağ'ında doğan Namık Kemal, annesini pek küçük yaşta kaybettiği için, çocukluğunu dedesi ve valilerden Ab­düllatif Paşa'nın yanında geçirdi. İlk öğrenimini İstanbul'da yaptıktan sonra, özel dersler alınağa başladı. Derlesi ile birlikte Kars ve Sofya'da bulundu. 1857 de İstanbul'a döndii. Tamarnİyle klasik bir edebiyat öğrenimi görmüş olan Kemal'in yazdığı şiirlerin sayısı da bu sırada ol­dukça kabarıktı. Batı dünyası ile henüz hiçbir ilgisi olmadığı için eski edebiyatı devam ettirenlerin çevresine girdi ve Leskofçalı Galip beyle çok yakın dostluk kurdu. 1861 de, ayni şairin şefliğinde kurulmuş olan Encümen-i Şuara'da da yer aldı. Fakat, 1 862 yılı başlarında Şinasi ile tanıştıktan sonra, eski edebiy�t çevresiyle ilgisini keserek Tasvir-i Efkar'da çalışınağa başladı. 1 865 te Şinasi Paris'e kaçınca, gazeteyi tek başına çıkarınağa devam etti. Bu sırada, hükumetin politikası aley-

Page 26: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

26 KENAN AKYÜZ

bine yazdığı yazılar gözden kaçmıyordu. Ayni tarihte Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin kuruculan arasına da girdi. 1867 de cemiyetin hükumetçe haber alınması üzerine Paris'e kaçtı ve Mstafa Fa:r.ıl Paşa'nın maddi yardımını gördü. 1868 de, Ziya Paşa ile birlikte Hürriyet gazetesini çıkararak, siyasi muhalefetine devam etti . 1870 tc, Sadriizam Ali Paşa ile harışarak İstanbul'a döndü. Onun ölümünden sonra, İbret gazete­sini çıkarıp tekrar muhalefete başladı. 1873'te, ilk piyesi Vatan yahut Silistre'nin oyuanınası üzerine Kıbrıs 'ta Mağosa kalesine hapsedil di . Otuz sekiz ay süren bu kalebentlik süresi, onun edebi çalışmalarının en verimli zamanıdır. Diğer beş piycsi ilc birlikte ilk romanını ve bazı tenkid eserlerini de bu sırada yazdı . 1876 da V. Murat'ın tahta çıkınası üzerine serbest bırakılarak İstanbul'a döndü. I I . Abdülhamid'in ilk zamanlarında Ziya Paşa ile birlikte, Kanun-i Esasi Encümeni'nde çalıştı. Padişahın aleyhinde bulunduğu yolundaki bir ihbarla tevkif ve ınuhakeıne edildi. Beraet etti ise de, İ stanbul'da bırakılmayarak Midilli adasında önce ikamete memur ve sonra da oraya mutasarrıf tayin edildi. Rum ahalinin şikayetleri üzerine Rodos'a, oradan da Sakız'a nakledildi ve 2 aralık 1888 de orada öldü.

Ziya Paşa gibi, Namık Kemal de şiirlerini sağlığında bir araya toplayıp yayınlamı� değildir. Ölümünden çok sonra yapılmış olan bas­kılar şunlardır: 1 . Saarlettin Niizhet : Namık Kemal - Hayatı ve Şiir­leri, İst. 1933; 2 . Rıza Nur: Namık Kemal (Arap harfleriyle ve daha tam bir baskı), Türk Revübilik dergisi, İ skenderiye 1936; 3 . Ali Ert em : Namık Kemal'in Şiirleri, İst. 1957; 4 . Buluş Yayınevi : Namık Kemal'in Şiirleri, Ank. 1959.

Naınık Kemal'in Şinasi ile tanışmasına kadar yazdığı şiirler, aldığı klasik edebiyat kültürünün etkisiyle, tamamiyle Divan nazmı çerçe­vesindedir. Gert>k şekil ve gerekse zihniyet ve ınuhteva bakımından nazmının bütün özelliklerine ve hatta o zam�nlar Divan nazmını sür­dürenlerce büyük lıir rağbet gören tasavvuf felsefesine de uygundurlar. Ancak, kendinden çok daima çevresine yönelen ve kayıtlanlan asla hoşlanmayan mizacı, onun ne Divan şiirinin müsamahasız kurallarını ve ne de bu felsefeyi samirniyetle ve uzun süre· hcnimscmesine elverişli değildi. Nitekim, Şinasi'nin etkisinde kalınağa ba�layınca, Divan nazını­ııın özelliklerinden ve tasavvuftan sıyrılarak büyük bir hızla hayata, çev­reye ve Batı dünyasına yöneldi. llöylece, Naınık Kemal'in sanat haya­tında ikinci ve asıl önemli dönem başlar.

Page 27: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEHİYATI NIN A N A ÇİZGİ LERİ 27

Bu dönemde o, düşünüşçe tamamiyle hatıhdır. Hissen kendi çevre­sinin ve islamiyetİn geleneklerine bağlı bulunmakla beraber, hislerine kapılmamasını bilmiştir. Bunun içindir ki, Ziya Paşa gibi dönüşler yap­mamış ve Türk edebiyatının batılılaşması lüzumunu sonuna kadar savunmakla kalınayarak, bütün edebi türlerde başarılı örnekler de vermiştir. Tanzimat hareketinin getirdiği toplumen prensipiere de uygun olarak "toplum için sanat" formülüne bağlı bulunduğunu bil­diğimiz Naınık Kemal'in bu ikinci dönemdeki şiirleri birinci dönem­dekilerden sayıca çok daha azsa da genellikle toplumsal bir muhteva­dadırlar. İşledikleri temalar, "Hürriyet, vatan, kanun, hak, adalet ve ahlak" kavramlarıdır. Bu şiirlerde, şekil bazan yeni ve bazan da eskidir. Fakat bu eski şekiller, Ziya Paşa'da olduğu gibi, klasik durumlarını muhafaza etmeyerek bazı değişikliklere uğrarlar. Buna rağmen, şiir­lerindeki hakim vezin Aruzdur. Heceyi pek az kullanmıştır. Ziya Paşa'da olduğu gibi, onun da ününü sağlayanlar topslumsal konulardaki bu sayılı şiirleridir. Bunların bilhassa Vaveyla ve Hilal-i Osmani gibi yeni ı;;ekillerle yazılmış olanlarında, gerek vokabüler ve gerekse üslfıp ba­kımından, büyük bir değişiklik göze çarpar. Dil konuşma diline yaklaş­ınakla kalmamış, söyleyiş de klasik üsh1ptan tamamİyle ayrılmış ve

Şinasi'nin üslfıbundaki kuruluk da giderilerek canlı ve sevimli bir hale getirilmiştir. Bir hitahet edası, samimi ve pervasız bir erkek sesi bu üslfıhun en belli özellikleridir. Düşüncelerine tam bir samirniyetle bağ­l andığı için, bu samirniyetten gelen bir sevimlilikle, fikri muhtevadaki şiirlerini hile kuru bir didaktizmderı kolaylıkla kurtarabilmiştir. Gazel­lerinde ise, kelime oyunlarına sık sık başvurmakla beraber, oldukça kuvvetli bir lirizme erişmiş, Fransız şiirirırlen yeni hayaller, yeni duy­gular da getirmiştir. Zamanını ve kendisini izleyen aydın ku�aklan hür­riyet ve vatan sevgisinin lıeyecaniyle dolduran Namık Kemal, avrupai Türk şiirinin kurulmasında en önemli rolü oynayan Recaizade Ekrem ve Abdülhak Hamid üzerinde de şiddetle etkilidir.

Recaizade Ekrem ile Tanzimat Edebiyatı'nın ikinci kuşağı baş­lar. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal ve Ahmet Mithat'ı içine alan ve Tanzimat'ın toplumen esa;;larını -değişik ölçülerde- edebiyatta da yaşat­ınağa çalışan ilk kuşaktan sonra ; Ekrem, Hamid, Samipaşazade Sezai ve Nabİzade Nazım'dan kurulu ikinci kuşak bu toplumen sanat anlayı­şını arka plana atarak ön p lana -yine değişik ölçülerde- "iıısan"ı ve onun kişist>l macerasını alır. Böylece, Tanzimat cdehiyatında yenirlen bir

Page 28: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

28 KENAN AKYÜZ

muhteva ve ona uygun bir vokahüler ve üslup değişikliği kendini gös­terir.

Bu ikinci kuşağın başında bulunan ve hemen hemen bütün edebi türlerde eser veren Recaizade Ekrem, 184 7 de İstanbul'da doğdu� Ta­nınmış bir aileye menuptu. İlk öğrenimini tamamladıktan sonra bir askeri okula verildi ise de, mizacına ve sıhhatine uymadığı için, oradan ayrılarak Hariciye Nezareti'ne memur oldu. Orada Namık Kemal ile tanışarak yakın bir dostluk kurdu. Bunun sonucunda, Ekrem de Tasvir-i Efkar'a yazınağa başladı. Namık Kemal, 1867 de Fransa'ya ka­çarken gazetenin idaresini ona bıraktı. 1868 de Şura'-yi Devlet'in kurul­ması üzerine üye yardımcılığına tayin edildi. U zun süren memurluk hayatında Şura-yi Devlet Tanzimat Dairesi üyeliğinde, Mekteb-i Mülkiyye ve Galatasaray Sultanisi edebiyat öğretmcnliklerinde, 1908 den sonra da Evkaf ve Maarif nazıriıkiarında bulundu ve Meclis-i Ayan (Senato) üyesi iken 31 ocak 1914 de öldü.

Şiir kitapları : Nağme-i Sehcr ( 1871), Yadigar-ı Şebab ( 1873), Zem­zcme I ( 1883, 1890), Zemzeme II ( 1884), Zemzeme III ( 1885), Tcfckkür ( 1888), Pejmürde ( 1895), Nijad Ekrem ( 1910), Nefrin ( 1916) .

Şinasi'den başlayarak, yeni bir şiir dili kurmak için gösterilen çaba­ların nasıl bir yoldan geçtiğini biliyoruz. Şinasi'nin "kolay anlaşılmak"­tan başka bir kaygı taşımayan, türkçe fakat cansız dili Ziya Paşa ve Naınık Kemal'de daha canlı fakat daha az türkçedir. Buna rağmen, bütün bu çabalamalar -eskiden belli bir şekilde ayrılan- yeni bir voka­büler ve söyleyiş getirirler. Ekrem ile bt'raber, yine dil ve üsluptan hareket edilerek, yeni şiirin -en ince noktalarına kadar- bütün kuram­larının sistemli bir şekilde açıklamlığını görüyoruz.

Tanzimat'ın ilk kuşağı edebiyatı "toplumun manevi bünyesini düzenlemek ve eğitmek" için bir vasıta saydığı halde, Ekrem'den sonra edebiyat toplumun hizmetinden çıkarak kendi kendisinin hizmetine girer ve böylece "toplum için sanat" formülü yerine "sanat" için sanat" formülü rağbet görrneğe başlar. Eski şiirin ferdiyetçiliğine bu yeniden dönüşteki sebepleri, 1880 den sonra gittikçe ağır basınağa başlayan romantizmin koyu ferdiyetçiliğinde ve II. Abdülhamit devrinin toplum meseleleriyle uğraşmağa şiddetle karşı koyan siyasi şartlarında bulmak mümkündür.

Page 29: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 29

Ekrem, edebiyat ve bilhassa şiir hakkındaki düşüncelerini Mekteh-i Mülkiyye'deki derslerinin notlarından ibaret bulunan Ta'lim-i Edebi­yat (1880) tan başlayarak, III . Zemzeme'nin önsözünde, Takdir-i Elhan (1886) da, Pejmürde'de ve Takrizat (1898) ta etraflı bir şekilde açıklar. Fransız edebiyatma ait edebiyat kitaplarından da faydalanmak suretiy­ıneydana getirdiği Ta'lim-i Edebiyyat, Divan edebiyatının yazı kural­lariyle Fransız edebiyatının bazı yazı kurallarını birleştiren bir eserdir. Genellikle sanat, sanatçı ve şiir hakkındaki düşüncelerini ise, yukan­daki diğer eserlerinde anlatır. Bu düşünceler, gerek devrini ve gerekse Servet-i Fünun Edebiyatı'nı şiddetle etkilemeleri hakımından önemlidir.

Ekrem'e göre, şiirin tek gayesi güzelliktir. Şiir, ne ahlaka hizmet etmek ve ne de mantığa uymakla yükümlüdür. Şiir, gayr-i ahlaki olamaz. Fakat, ahlaki olmağa da mecbur değildir, la-ahlakidir. Şiirin tek gayesi olan güzellik, tabiatta ve insandadır. Güzel olan her şey şiirin konusu­dur. Böylece, şiirin konusu birdenbire genişler. Ekrem şiirde "hissi", "hayali" ve "fikri" olmak üzere, üç türlü güzellik düşünür ve ayni za­manda onda -Fransız Klasik Okulu'ndan gelme bir görüşle- "hakikate benzerlik" arar. Şiiri hir bütün olarak kabul ettiği için, muhteva ile bir­likte şekilde de büyük bir titizlik gösteren Ekrem 'in asıl üzerinde dur­duğu unsurlar, "dil" ve "üslôp"tur. Tanzimat edebiyatının ilk kuşağına aykırı olarak, şiirin, konuşma dilinden ayrı, özel bir vokabülere sahip olması lüzumunu savunur. Servet-i Fünun dilinin konuşma dilinden o kadar çok uzaklaşmasındaki hareket noktası da, onun bu düşüncesin­dedir. Fakat, ayni zamanda, söyleyişin "tabii" ve "külfetsiz" olması lüzumuna da inanışı onu üslupta konuşma dilinin üslôbuna yaklaştır­ınıştır. Ancak Yadigar-i Şebab'ta başlamış olan bu "tekellüfsüz" ve "safdilane" söyleyiş tarzı Alıdülhak Hamid'in Salıra'sında gelişirse de genelleşmez. Bu söyleyiş tarzının tutunmayışında, Ta'lim-i Edebiy­yat'ın üçte birini kaplayan "üslôp" bahsinde "sade", "müzeyyen" ve "ali" olarak ayırdığı üslup çeşitlerinden kendisinin en çok "müzeyyen" üslubu tercih etmesinin de etkisi büyüktür. Bu yeni üslôp anlayışında kelimenin tek hedefi cümlenin anlamını kolay anlaşılır hale getirmek değil, onu güzelleştirmektir. Böylelikle kelime, ifadede bir anlam unsuru olmaktan çok, estetik bir unsur haline gelir. Bütün bunlara -şiiri diğer edebi türlerden ayıran bir özellik ve yine Batıdan gelme bir hayal olarak- "ilham perisi" tasavvuru da eklenirse, Ekrem'in Türk şiirine tam bir plan halinde yerleştirmek istediği esaslar belirtilmiş olur.

Page 30: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

· 30 KENAN AKYÜZ

Fakat, batılı Türk şiirinin bu mükemmel kurarncısını bir tatbi­kaıçı olarak ele aldığımız zaman, ilk gözlemimiz, düşündüklerini kendi eserlerinde gereği gibi gerçekleştirmediğini görmek olacaktır. Düşünce ile tatbikat arasındaki bu ayrılığın sebepleri olarak, devrinin birçok şahsiyetleri gibi, kendisinin de ilk edebi kültürünü klasik Türk edeLi­yatından alışı, Tanzimat gibi bir geçişme devrine mensup bulunuşu ve nihayet mizacının yetersizliği gösterilebilir. Ekrem, bir kurarncı ol­duğu kadar, hir hamle ve İcra adamı değildir. Bir İcra adamı olmayışı, elbette ki , yeter derecede kudretli bir sanatçı olmayışı ile de yakından ilgilidir. Bunun içindir ki, Türk edebiyatı tarihine birinci sınıf bir sanatçı lıüviyetinden çok, birinci sınıf hir kurarncı lıüviyeti ile girer.

Ekrem'in Divan nazmından hareket etmiş olduğunu, ilk şiirlerini toplayan Nağme-i Seher (1871) de açıkça görmek mümkündür. Ta­mamiyle Divan nazmıııın özelliklerini taşıyan bu şiirlerden sonra, Tan­zimat şiirinin ilk kuşağında olduğu gibi, Ekrem de yeni hir söyleyiş aramağa koyulur ve bunu ilk defa Yadigar-i Şebab'ta dener. Esası "tekellüfsüzlük" ve "sadedilanelik" olan Lu söyleyişin vokabüleri, zamanla ve "sanatkarane" olmak kaygusiyle değişerek arapça ve farsça tamlamalarla dolar ve, böylece, 1880 den sonra şiirin dili konu­şulan dilden tekrar uzaklaşır. Bu ilk şürlerde, Divan nazmının şekilleri de tamamiyle hakimdir. Şair, hu şekillerden vazgeçmemekle beraber, sonraları yeni nazım şekillerini dnemekten de geri kalmamıştır. Veznin muhtevaya uygun bir ahenge sahip olarak seçilmesi, yani vezinlerin müzik hakımından ele alınmaları zaruretini ilk defa ileri süren Ekrem'­dir. Şürlerinin başlıca temaları "aşk" ve "tabiat" tır. Türk şiirinde kadının gerçek değerini alması da Ekrem 'ledir. Fakat onun şiirlerinde büyük aşkların derin ve sarsıcı heyecanı değil, ancak küçük duygulan­maların, hayal kırıklıktarının ve ayrılıkların hazin terennümlerini bu­lahiliriz. Bu melankolik atmosferin doğuşunda, Fransız romantiklerinin ve hele pek beğendiği Musset (Müse) ve Lamartine (Lamartin) in etkileri açıkça görülebilir. Bilhassa, kökü dine bağlı olan metafizik düşünce­lerinin yer aldığı bazı lirik şiirlerinde ve mersiyelerinde Lamartine'in etkileri daha bellidir. Hayatının acıklı olayları onu, ayni zamanda, Tanzimat devrinin tanınmış hir mersiye şairi haline de getirdi. Fakat bu mersiyelerde, ölümün bir felaket halindeki büyük ıstırabıııı -Makber' de olduğu gibi- lnılmak güçtür. Ancak, bu şiirler vasıtasiyle Türk şiirine -yine ilk defa olarak- aile hayatının girmiş olduğunu da kaydetmek

Page 31: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK E DEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 3 1

gerekir. Zengin bir muhayyileden ve derinlemesine hir tluygulıonıştaıı yoksuniuğu ve buna karşılık lirizmin doğuşunda Inı iki unsurun büyük etkileri oluşu, şiirlerindeki lirizmi oldukça zayıflatmı�t ır. Şiirin yalnız nazına mahsus olamıyacağı, güzelli�i sanatlı olarak anlatabilen her yazı şeklinde de şiirin bulunabileceği inancı, ona, sonı1aları Edebiyat-ı Cedide ve Fecr-i Ati devirlerinde büyük hir rağbct görecek ve en güzel örnek­lerini verecek olan "mensur şiir" şeklini de meydana gl'tirtti. Bu şeklin, edebi nesrin gelişmesinde büyük bir rolü olduğu muhakkaktır.

Tanzimat şiirindeki batılılaşma hareketinin asıl büyük ihtilalcİsİ ise, Alıdülhak Haınid Tarhan'dır. Kurallarla pt>k ilgisi bulunmayan, Batı şiirinde görüp heğendiği ve Türk şiirinde olmayan her özelliği tereddütsüz olarak ve büyük bir pervasızhkla gerçekleştirrneğe derhal koyulan odur. Divan Edebiyatı taraftarlarının daima büyük gürültü­lerle karşılaştıkları bu aşırı kararlar ve tatbikler; bir yandan yeni şiirin ağır tenposunu zaman zaman hızlandırmak gibi ınüsbet sonuçlar sağlar­ken, bir yandan da -bu ihtilal atmosferi içinde- şairi düzensizliğe ve plansızlığa da sürüklemiştir. Bu karakteri ile Hamid, Türk şiirini batı­hiaştırma bahsinde, "düşünen" değil "yapan" adamdır. Bu bakımdan, Ekrem ile birlikte bir "bütün" olurlar.

1852 de İstanbul'da doğan Hamid, devrin tarihçilerinden ve devlet adamlarından HayruHalı Efendi'nin oğludur. Öğrenimini İstanbul'da yaptı. Ayrıca, özel dersler de alıyordu. 1861 de ağaheyisi Nasuhi Bey'le Paris'e giderek bir yıl kadar bir koleje de devam etti. Dönüşte İstan­gitti. bul'daki Amerikan Koleji'ne verildi. Bir süre sonra memurluk hayatına başladı ve babası Tahran Elçiliğine tayin edilince o da oraya Orada aldığı özel derslerle farsçasını ilerletti. Babasının ölümü üzerine İstanbul'a döndü. 1876 da Paris Elçiliğine kiltip olarak gönderilineeye kadar geçen süre içinde Namık Kemal, Recaizade Ekrem ve Samipa­şazade Sezai ile dost olmuş ve yazı hayatına da başlayarak yazdığı dört piyesle ilk edebi ününü sağlamıştır. Paris'te iki buçuk yıl süren görevi sırasında Fransız edebiyatını daha yakından tanıdığı gibi, edebi çalış­malanna da devam etti. Uzun süren memurluk hayatı sırasında Londra Elçiliği Müsteşarlığında, Bürüksel Elçiliğinde ve Meclis-i Ayan üyeli­ğinde bulundu. Cumhuriyetten sonra milletvekilliğine st>çildi ve b u gö­revde iken 1 3 nisan 1937 de öldü.

Şiir kitapları : Salıra ( 1897), Makher (1885, 1922, 1939, 1944, 1938), Ölü ( 1885, 1922), Hacle ( 1886), Bunlar Odur ( 1886), Divaneliklerim

Page 32: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

32 KENAN AKYÜZ

yahut Belde (1886), Bir Sefilenin Hasbıhali (1886, 1910, 1925), Ba.Iadan Bir Ses (1912), Validem (1913), İlham-ı Vatan (1916), Garam (1923).

Tamamİyle klasik bir edebiyat kültürü ile yetişen Hamid, ancak Tahran'dan döndükten sonra Şinasi, Namık Kemal ve Ekrem'i oku­roağa başlamış ve ilk denemelerini - zamanın en çok rağbet gören edebi türü- tiyatroda yapmıştır. Salıra'nın yayınianmasına kadar, basılı şiir­leri bazı mensur piyeslerindeki birkaç manzumeden ibarettir. Bazı değişikliklerle sonradan Salıra'ya da alınan Duhter-i Hindu ( 1875) piyesindeki "Tanağğum" mannzumesi, bunların içinde, şekil hakımın­dan yeni olduğu gihi söyleyiş hakımından da Yadigar-ı Şebah'ın etki­sindedir. Gözleme dayanmayan bir kır ve köy hayatının övgüsü olan Sahra, gerek konusunun ve gerekse nazım şekillerinin yeniliği ile bir hamle hüviyeti taşır. Türk şiirinde gerçek tabiat tasvirlerinin ilk örnek­leri bu eser le başlar. Fransız şiirinin "serbest nazım" şekli de, sanıldığı gibi çok sonraları değil, hu eserle heraber gelir. Ancak, Ekrem zamaııla Yadigar-i Şebab'daki söyleyişten nasıl ayrılmışsa, Hamid de Salıra'­daki söyleyişten ayni şekilde ayrılarak arapça ve farsçanın yeniden hakimiyet kurdukları bir söyleyişe saptı. Salıra ile aynı tarihlerde yazıl­dığı halde ondan yedi yıl sonra yayınlanan Belde, Paris'teki sanat ve eğlence hayatının akislerini taşır. Her iki eserdeki parçalar da, lirizm bakımından, çok zayıftırlar. llerleme düşüncesine, geçmişin ihtişamına ve metafizik düşüncelere kadar uzanan zengin hir muhteva ile dolu olup 1800-1885 yılları arasında yazıldıkları halde hiçbir şiir kitabında bulunmayan Mazi Yolcusuna Ati Yolu, Bir V aize Bir Mev'ize, Meleknt­tan Safiline Bir Nazar, Kürsi-yi İstiğrak gibi önemli manzumelerinde dil ve üslubun yukarıda dokunulan değişikliğini açıkça görmek müm­kündür.

Şairin 1885 te ilk eşi Fatma hanımı kaybetmesi hayatının bellibaşlı olaylanndan hiri olduğu gibi, sanatının daha dengeli hir yöne yönel­mesinde de etkili olur. Arka arkaya yayıııladığı Makher ( 1885), Ölü ( 1885) ve Hacle (1885) ; hep ölüm teması etrafında toplanan bir seri kurarlar. İlk ikisinde, biri hissi ve diğeri de fikri olmak üzere iki kadro vardır. Ölüm karşısında duyulan ıstırapla ölüm ve diğer metafizik prob­lemler hakkındaki düşünceler, hu eserlerde, biri birini kovalayan dal­galar halindedirler. Hakikatte, metafizik düşüncenin hareket noktası ferdi ıstıraptır. Bunun içindir ki bu düşünceler, ıstırabın hafifleyip art­masına göre, değişik ve hatta birbirine zıt şekiller gösteririrler ve şaire

Page 33: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 33

çağdaşlarınca "tezatlar şairi" sıfatını da vcrdirirler. Duygulara bağlı olan bu düşünüş sistemi, nihayet, fasit bir dairenin içine düşer ve sonun­da şair ancak dini imana bağlanmak suretiyle kendisini kurtarabilir. Böylece, Ziya Paşa'da ve Ekrem'de görülen "dinin kontrolü altındaki metafizik düşünüş" Hamid'te de kendini gösteririr. Dinin kontrolün­deki her düşünüş ise, nihayet, bir ağnostisizıne varır. Haınid de önce bü­yük ümitlerle sarıldığı "akıl"ın kilinatın sırlarını çözmek hususundaki ye­tersizliğini kabul ederek, sonunda "Tanrı" fikrine bağlıdır. Tanrı'yı ise, bazan dinin ve bazan da tasavvufun anlattıkları şekillerde düşünür.

Bununla beraber Haınid, Tanzimat şiirinde, serbest düşünöşe yine en çok yaklaşandır. Bu yakınlaşınayı, bilhassa Garaın'da görmek mümkündür. 1912'de Servet-i Funun'da tefrika edilip 1923'te kitap halinde basılmış olan bu eserin yazılması 1 877 de başlar. Hazin bir aşk macerasının süslediği ve mistisizm ile natüralizınin ve materyalizmin münakaşa edildiği Garam, dine aykırı görülerek itirazlarla karşılandı. Şairin metafizik düşüncelerinde ise, genellikle Victor Hugo'nun etkileri görülür. Makher-Ölü-Haele serisi, ölümün ağır ıstıralııııdan yavaş yavaş tekrar hayata yönelişin çok açık bir grafiğini çizer : Makher'de, sadece, ölen sevgiliye ait ferdi ıstırapla ondan doğına metafizik düşünce hemen hemen dengede oldukları halde; Ölü'de bu denge metafizik düşüncenin lehine olarak Lozulur ve ferdi ıstırap sadece bir hareket noktası haline gelrneğe başlar. Hacle'de ise ölen sevgili ve onun ıstırahı zaman zaman anılan uzak bir hatıra haline gelirler ve içgüdüler üstün gelrneğe başlaya­rak şair yeniden hayata yönelir. Bunlar O'dur, yine Fatına hamınla ilgili olmakla beraber, onun ölümünden nönce yazılmış şiirleri ihtiva eder. Fakat şairin asıl kullandığı temalar, Ekrem'de olduğu gibi, "aşk" ve "tabiat"tır. Yukarıdaki dört eserinden başka daha birçok şiirlerinde de aşk başlıca temayı teşkil eder. Zaman zaman çok şiddetli bir ihtiras halinde heliren bu aşkın, genellikle, duygulardan çok siniriere bağlı bulunduğunu söylemek gerekir. Divan şiirinde sadece bir motif ve Tan­zimat'ın ilk kuşağında nihayet bir tasvir malzemesi olan tahiat ise, Haınid'te, duyulan, üzerinde düşünülen ve psikolojik unsurlada karış­tırılan önemli bir tema olmuştur. Bir tema hüviyetinde olmamakla beraber, Hamid'in şiirlerinde toplumsal unsurlara da rastlanır. Bunlar, bazan Garam'da ve Bir Scfilenin H asbıhali'nde olduğu gibi bazı top­lumsal aksaklıklara ve bazan da İlham-ı Vatan'da olduğu gibi vatani duygulara aittir. Ancak, şairin metafizik düşüncelerinde gördüğümüz

Page 34: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

34 KENAN AKYÜZ

sistemsizliği toplumsal mt>seleler hakkındaki düşüncelerinde de aynen bulabiliriz.

Tanzimat şiirindeki batılılaşmayı bir ihtilal havası içinde gerçek­leştirrneğe çalışan ve mizaç hakımından sürekli bir değişme ihtiyacı içinde bulunan Hamid'in, bu sebeplerle, bir düzen düşüncesinden yoksun olduğunu belirtmiştik. Gerçekten, şiirlerinde hem şekil, hem muhteva ve hem de dil hakımından göze çarpan karışıkhk çok açıktır. Nazım şekil­leri arasında hem Doğuya ve hem de Fransız şiirine ait olanlar bulunduğu gibi, hiçbir tarafa bağlı bulunmayanlar, tamamiyle kendi icadı olanlar da vardır. Bazı şiirlerinin çok türkçe bir dil ve üslfıpla yazıimalarına karşılık, bazı şiirlerinde arapça ve farsçanın tamamiyle hakim bulun­duğu bir dil ve çok yüklü bir üslı1p görülür. Ayni şekilde, çok ince duygu ve düşüncelerin yanı başında çok basit duygu ve düşüncelere raslamak da daima mümkündür. Bu düzensizlik, kanşıklık şeklindeki bu "deği­şiklik" onun mizacının ve şiirlerinin en belli özelliğidir. Bununla heraber bütün bunların onun şiirlerini monotonluktan kurtardığını, her an deği­şik ve daima canlı bir atmosfere sahip kıldığını da kabul etmek lazımdır. Gerçekten Hami d, Tanzimat · şiirinin en renkli şairidir. Muhayyilesinin zenginliği, duygulannın çeşitliliği ve sıcaklığı onu Tanzimat'tan sonraki Türk edebiyatının en büyük lirikleri arasına sokmuştur.

Tanzimat devrinde daha çok eski şiirin temsilcisi olarak ün salmasına rağmen, hatılı şiir tarzında da başarılı örnekler vermiş olan bir şahsiyet de Muallim Naei'dir.

1850 de İstanbul'da doğdu. Bir saracın oğludur. Asıl adı Ömer'dir. Aziz Efendi'nin Muhayyelat'ındaki "Kıssa-i Naci"den duygulanarak şiirlerinde Naci adını kullandı. Muallim sıfatı ise, Terceman-ı Hakikat gazetesinin edebi ilavesini yönettiği sırada, gençlerin gazeteye gönder­dikleri yazılan bu adla düzeltmesinden çıkmıştır. Kürt Sait Paşa'nın maiyetinde olarak imparatorluğun birçok yerlerinde uzun süre dolaş­tıktan sonra, Paşa'nın Hariciye Nazırlığına tayini üzerine tekrar İs­tanbul'a döndü. Paşa'nın Berlin elçiliğine tayininde ise, oraya gitmek istemeyerek, İstanbul'da kaldı ve yazı hayatına atıldı. Kendi kendisini yetişdirenlerdendir. Mekteb-i Hukuk ve Galatasaray Sultanisi edebiyat öğretmenliklerinde ve II. Abdülhamid'in vakanüvisliğinde bulundu. ll Nisan 1893 de İstanbul'da öldü.

Şiir Kitapları : Ateş-pare ( 1884-1886), Şerare ( 1885), Fürı1zan (1886), Sünbüle I ( 1890), Yadigar-ı Naci ( 1896).

Page 35: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

!\�ODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 35

Naci'nin ismi Türk edebiyatında 1880 den sonra duyulmuş ve kısa zamanda üne ulaşmıştır. Bu hızlı ve yaygın ünde, eski-yeni mücade­lesinin 1885-1893 arasındaki en şiddetli safbasma -eski edebiyat taraf­tarlarının lideri olarak -adının geniş gürültiilerle karışmış olmasının etkisi büyüktür. Eski nazmın tekniğini kuvvetle bilen ve ona hakim olan Naci'nin bu teknikle yazıdığı şiirlerin sayısı, Batının etkisinde yazdığı şiirlerin sayısından çoktur. Aydın bir aileye mensup bulunmaması ve üstt-lik yetişme ve gelişme çağında İstanbul'un aydın çevrelerinden uzakta kalması, yeni edebi akımlardan zamanı�da haber alamaması, fransızcayı geç öğrenmesi ve bu yüzden Batı edebiyatiyle erken temasa geçernemesi gibi sebeplerle -bir hamle adamı karakteri taşımasına rağ­men- daha çok eski edebiyat saflarmda kalan Naci, Fransız edebiyatını tanıdıktan sonra Batı edebiyatının da değerini iyice anladı. Ancak, Fransız edebiyatındau çeviriler yaptığı ve bir de piyes yazdığı halde, tam bir dönüş yapmanın artık imkansızlığı karşısında, ortalama bir yol tutturarak, Türk edebiyatının kökten değil, kısmi bir şekilde modern­leştirilmesine taraftar olabildi. Bu davranış, onu batılı tarzda da birçok şiir denemelerine götürdü ve başarılı örnekler verdi. Daha çok Ateş-pare'· de rastlanabilen bu örnekler arasında, Kuzu, Dicle, Kebuter ve Şam-ı Gariban en tanınmış ve beğeniimiş olanlarıdır. Naci'nin -kendini hararet ve samirniyetle kuşaratan eski edebiyat taraflarlarının bütyük hayran­lıkları arasında- ömrünün vakitsiz sona erişi, eski edebiyatın da ölümünü hızlandırdı.

T i y a t r o

Anadolu Türkleri arasında dramatik türün ne zaman başladığı ve ne gibi örnekler verdiği meselesi henüz kesin olarak aydınlanmış değildir. Şimdiki halde bu dramatik örnekler hakkında en eski belge, Bizans imparatorlarından Aleksiyos (ölümü : 1 1 18) un kızı Anna Komnini ( 1083-1148) nin babasına ait olarak yazdığı Alexiade adlı kroniktir. Burada bildirildiğine göre, Selçuklara karşı savaşa gideceği sırada hastalanan ve bu yüzden gidemeyen babasının hastalığı bahane şeklinde yorumlanarak, Türklerce onun bu korkaklığı bir fars halinde temsil edilmiştir. Fakat bu fars geleneğinin Anadolu Türkleri arasında sonra­lan da devam ettiğine dair başka bir belgeye henüz rastlanamamıştır.

Page 36: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

36 'KENAN AKYÜZ

Tanzimat'a kadar dramatik türü Karagöz ve onun canlı şekli olan Ortaoyunu ile tanıyan Türk seyircisi, Tanzimat'tan sunra bu tüıün av­rupai şekillerini de tanımağa başlar. Biri cansız, biri canlı olan Kara­göz ve Ortaoyunu tipik birer halk tiyatrosu örneğidirlcr. Ayni tekniğe ve hemen hemen ayni repertuara sahip bulunan bu oyunlarda, avrupai bazı dramatik çeşitlerde de olduğu gibi, vakanın yürütülüşü başlıca iki kişinin üzerindedir. Şive taklitlerinin de önemli lıir rol oynadığı Kara­göz ve Ortaoyununda imparatorluk halkının bütün zümrelerinin temsil­cilerini, onların değişik olaylar karşısındaki davranışlarıııı, zihniyf'tlerini, zevklerini, adetlerini ve konuşma tarziarım Imimak mümkündür.

Tanzimat edebiyatının hazırlık safhasından hahsedilirken, Batı medeniyetinin Türkiye'de yerleşmesinde tiyatronun oynadığı rol belirtil­miş ve Türk hlkmın geniş ilgisi karşısında Im yeni türlin çok hızlı bir gelişme gösterdiği de kaydcdilmişti. Gerçekten, Tanzimat'm daha ilk yılından İstanbul'da tiyatro binaları yapılmağa ha�lanmış ve önceleri rakipsiz olan yabancı tiyatro trupları zamanla yerlt·rini yerli topluluk­lara bırakmışlardır. Ancak, bu yeni türün tamamiyle yerlile�mesi için otuz yıllık bir zamana ihtiyaç hasıl olmuştur. Devrin şartlarıııa göre de, böyle bir zamanın geçmesi normaldir. Çünkü, tiyatronun o zamanki seyircİsİ yalnız Batı kültürü ile temasa geçebiimiş aydınlardan ibarettir. Üstelik, tiyatronun henüz pahalı bir eğlence olması, bu ufak seyirci topluluğunu daha da daraltmıştır. İslamiyetİn kadını kapalı tutması, bu sebeple Türk kadının sahneye çıkamaması ve ortaoyununun halk arasmda henüz rağbette bulunmaması gibi etkiler, avrupai Türk tiyat­rosunun daha kısa bir zaman içinde kurulmasına ayrıca engel olmuş­lardır. Böylece Türk tiyatrosu, uzun süre, sanatçı olarak -azınlıklar için­de Türk yaşayışını en çok benimsemiş olan- Eermenilerden faydalan­mak zorunda kalmış ve Türk kadını sahneye ancak 1919 yılında çıka­bilmiştir. Ermeni sanatçılarm türkçeyi iyi konuşamamaları Türk seyir­cisinin sürekli şikayet konusu olmasma rağmen, 1840 tan başlayarak, İstanbul'da oldukça hareketli bir sahne hayatı kurulmuştur. Tiyatro tesislerinin çok masraflı olmaları sebebiyle, bu masrafları karşılamak için bazı yerli müteşehbislerin tiyatro açma hususunda "resmi tekel''ler edinmelerine rağmen, otuz yıl içinde sahne hayatının gösterdiği gelişme oldukça doyurucudur.

Önce yabancı müteşchbislcrin kurdukları İ talyan ve Fransız tiyat­roları ile yerlilerce kurulmuş olan Hacı Naum, Şark ve Ortaköy tiyatro-

Page 37: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

lllODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 37

larından sonra, 1867 de kurulup yarı resmi bir himaye görmüş olan ilk ciddi Türk tiyatrosu Osmanlı Tiyatrosu'dıır. Sonraları müslüman olup Yakup adını alan Güllü Agop tarafından İstanbul'da Gedikpaşa'da kurulmu� olan bu tiyatro, devrin devlet adamlannın ve edebiyat­çılarının gösterdikleri yakın ilgi sayesinde hızla gelişmiş ve zengin bir bir repertuarla uzun süre devam etmiştir. Bu tiyatronun, yönetim ve sanatçı kadrolanndan başka, Türk tiyatrosunda ilk defa olarak bir de edebi heyeti (Niifia Nazırı Raşit Paşa, Maarif Nezareti Mcktupçusu Halet bey, Düyfın-i Umumiye Direktörü Ali Bey, Namık Kemal, Me­napirzade Nuri Bey) vardır. Namık Kemal, Ali Bey, Ahmet Midhat, Ebuzziya Tevfik ve Şemsettin Sami gibi devrin tanınmış yazarlarının eserleri bu tiyatroda salıneye konuldukları gibi ; Fransız, Alman, İngiliz tiyatro yazarlarının eserleri, yabancı opera ve operetler ve ilk Türk operaları olan Arif'in Hilesi, Leblehici Horhor ve Köse Kahya opera­ları da bu tiyatroda oynanmıştır. Ermeni aktörlerin şivelerini düzelt­mek için Ali Bey tarafından diksiyon derslerinin de verildiği ve Türk tiyatro tarihinde önemli bir yeri olan bu tiyatronun Ahmet Mithat'ın Çerkes Özdenler adlı dramının hürriyet duyguları aşıladığı bahane edilerek 1883 de II . Ahdülhamid tarafından yıktınlması, Türk seyir­cisini ciddi tiyatro esericinden yoksun bıraktı. Böylece, 1908 e kadar, ttıluat tiyatroları Türk sahnelerinin tek hakimi haline geldiler.

1 840 · tan ba�layarak Tiirk sahnesi böyle bir gelişme izlerken, bu yeni türün gördüğü rağbet Türk yazarlarını da harekete geçirmiş ve çok kısa sayılabilecek bir süre içinde birçok tiyatro eserleri meydana getirilmiştir. İlk Türk piyesiniu ne zaman ve kimin tarafından yazıl­dığı me3clesi henüz tamamİyle aydınlanmış değildir. Yeni belgeler ele geçineeye kadar, Alıdülhak Hamid'in babası Hayrullah Efımdi tara­fından 1844 de ya:�ıldığı tahmin edilen ve ancak 1939 da yayınlanan ( Türklük dergisi, 1939, sayı : 8, s. 77-91 ) dört perdelik küçük bir dram ın hu türdeki ilk deneme olarak kabulü gerekmektedir.

Y aymlanmadığı için zamanında bilinmeyen ve tabiatİyle avrupai Türk t iyatro edebiyatının meydana gelişinde hiçbir etkiye de sahip bulunmayan bu eserden sonra, tiyatro eserlerinin aralıksız olarak ortaya çıkışı 1860-1880 arasındadır. Bu yirmi yıl içinde, Türk tiyatro <'dehiyatı çok hızlı bir gelişme gösterir. Şinasi, Namık Kemal, Şemsettin Sami, Ahmet Midhat, Ali Bey, Ali Haydar Bey, Ebuzziya Tevfik, Manastırlı Rifat, Hasan Bedrettin, Rscaizade Ekrem ve Alıdülhak Hamid bu

Page 38: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

38 KE NAN AKYÜZ

dönemin en verimli yazarlarıdır. II. Abdülhamid devrinde ciddi sahne eserlerinin oyuanmasına müsaade edilmemesi yüzünden, 1880 den sonra piye3 yazmağa karşı rağbet azalmış ve ancak 1908 den sonra bu rağbet yeniden başlayabilmiştir.

Tanzimat tiyatrosunda da, Tanzimat'ın prensiplerine uygun olarak, toplum eğitiminin genellikle ön planda yer aldığı görülür. Bu gayeye, bazan da toplumsal aksaklıklara doğrudan doğruya dokunmak veya tarihin "ibret verici' 'olaylarını ele alıp onlardan ahlaki sonuçlar ç·ıkarmak suretiyle vanlmak istenir. Fakat toplumsal meseleler, daha çok, aile çerçevesi içinde kalmıştır. Bu da, yazarların toplum yaşayışını gözleme ve inceleme alışkanlığına henüz gereği gibi ısahip buluıımayışlarıııdandır. Konuları Doğu ve İslam tarihinden alınmış olan bazı piyeslerde olay­ların ayni zamanda ihtişamlı oluşlarına gösterilen dikkat ise, romantik tiyatrodan gelen etkilerle ilgilidir. Bu etkiler 1870 den sonra başladığı için, daha önce komedilerin çoğunlukta olmalarına karşılık, bu tarihten sonra dram çeşidi daha büyük hir rağbet görrneğe başlar. Ancak, roman­tik dramda ferdi ihtiraslar büyük bir yer tuttuklarından, tarihi tema­lara önem veren Tanzimat tiyatro yazarları, Türk tiyatrosunun -daha çekici olan- ferdi konulara yönelmesini önlemek maksadiyle, "Milli Tiyatro" adını verdikleri bir tiyatro çeşidi çıkarmıı;lar ve bununla da konularını "İslam tarihinden veya Osmanlı İmparatorluğundaki müs­lüman azınlıkların hayatından" alan piyesleri kasdetmişlerdir. Türk­lerce yaşayış özellikleri daha az bilinen toplulukların yaşayışiarını an­latan bu eserler bir yandan hafif bir egzotizme büründükleri gibi, bir yandan da -ister istemez- bir örf ve adet piyesi haline de gelmişlerdir.

Tanzimat tiyatrosunda dil ve üslfıp, 1880 e kadar, henüz işlek ol­mamakla beraber, konuşma diline ve üslfıbuna çok yaklaşmıştır. Fakat bu tarihten sonra, diğer edebi türlerde de olduğu gibi, tabüliğini gittikçe kaybetmiş ve bilhassa Ahdülhak Hamid'in eserlerinde çok yüklü ve yapma bir duruma gelmiştir. Piyes tekniği, bu devir tiyatrosunun şüphesiz en zayıf yönüdür. Bu ise, yeni türdeki bilgi ve deneme yeter­sizliğinin tabii bir sonucu sayılmak gerekir. Bununla beraber, hu durumu ile de, eğer devrin siyasi şartları önüne şiddetle geçip onu durdurma­saydı, Tanzimat tiyatrosunun Türk tiyatrosunun geleceği için çok ümitli olacağı tahmin ve kabul edilebilir. Büyük hir hızla serpildiği sırada bu fidanın kurumağa mahkum edilmesi Türk tiyatrosunun ge-

Page 39: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATl NıN ANA ÇİZGİLERİ 39

leceği üzerinde çok kötü etkiler yapmış ve onun bugün de Türk edebi­yatının en zayıf yönü olmasına sebebiyet vermiştir.

Tanzimat devrinin ilk tiyatro eseri olan ve HayruHalı Efendi (ölü­mü : 1866) ye ait lıulunan Hikaye-i İbrahim Paşa be-İbrahim-i Gül­şcni (1965), vakasını Kanuni devrinden alan, dört perdeden ve on bir tablodan ibaret küçük bir trajedidir. Bağdad Seferi ( 1534) sırasında Ordu Defterdan İskender Çelebi'yi haksız yere idam ettirdiği ve salta­nat hırsına kapıldığı için Kanuni tarafından 1536 da idam edilen Sad­razam İbrahim Paşa ile ayni devirde Mısır'da büyük ün salmış muta­savvıflardan İbrahim Gülşeni'nin ve Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa 'nın oğlu İbrahim Paşa 'nın şahsiyetleri biribirine karşıtırılarak, Osmanlı İmparatorluğu için asıl tehlikenin sonuncusundan geleceği söyleornek istenen bu piyeste, tarihi atmosferi tamamlamak için, dil ve üshlbun da XVI. yüzyıla uydurulmasına çalışılmıştır. Piyes tekniği pek basit olduğu için, vak'ada bazı karışıklıklar da göze çarpmaktadır.

Tanzimat tiyatrosunun ikinci eseri, Şinasi'nin Şair Evlenmesi adın­daki hir perdelik kom?disidir. 1859 da yazılıp 1860 da ilk defa Terce­man-i Alıviii'de (sayı: 2-5) tefrika suretiyle yayınlanan bu eser, ayni yıl kitap halinde de çıktığı gibi, yazarın ölümünden sonra dört kere daha basılmıştır. Önce iki perde olarak düşünülmüş iken -yazarın açık­lamadığı bir sebeple- bir perdeye indirilcn hu komedinin konusu, "biri­birini görmeden evlcnme" adetinin tenkididir. Vaka, basit olmakla beraber, oldukça sağlam bir kuruluştadır. Bu kuruluşta ise, hem yerli ve hem de yabancı unsurların etkilerini bulmak mümkündür. Böylece, vaka ve karakterlerindeki değişmezliğin ve belli bir metne tam bağlı bulunmayışın dışında, bir tiyatro eserinin bütün vasıflarını taşıyan ortaoyunu ile Moliere (Molyer) komedilerinin etkileri eserde yanyana yer alırlar. Oyunun belli ve edebi bir metin halinde oluşu, karakter­lerinin ortaoyunun karakterlerinden ayrılışı ve vakasının geliştiritme tarzı bakımlarından hatılı olan hu eser; vakasının başlıca iki kişiye yü­rüttürülmesi, değişik halk tabakaianna mensup yerli karakterlerin can­landırılışı gibi ortaoyununa ait özellikleriyle de yerlidir. Bunlardan baş­ka, ortaoyununun bazı terimlerine de eserde yer verilmiştir. Eserin b öyle bir yapıda oluşu, yazarın ortaoyununa alışık olan Türk seyircisini yadır­gatmadan onu batılı tiyatroya ısındırmak veya yerli özellikleri feda etmemek için Batı tiyatrosunda sadece ortaoyununda bulunmayan yönleri almakla yetinmek gibi düşünceleric hareket etmesinden gelmiş

Page 40: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

40 KENAN AKY ÜZ

olabilir. Bir tiyatro eseri yazmak isteği ise, hem tiyatronun o sıralarda halktan görmekte olduğu büyük rağbetten, hem de tiyatro eserinin kit­leye hitap hakımından taşıdığı üstünlüğü n yazarca anlaşılmasıııdandoğ­muş olarak kabul edilmelidir. Sırf topluluğa hitap imkanlarına daha ge­niş ölçüde sahip olabilmek için gazeteciliğe girişen Şinasi'nin, bu imkana edebi türler içinde en çok sahip bulunan tiyatroyu ihmal ederneyişi çok tabiidir. Şinasi'nin -diğer edebi türleri olduğu gibi- tiyatro eserini de halka belli düşünce ve bilgileri aşılamak için bir vasıtadan ibaret saydığı, m ı kaleleri gibi bu piyesini de "bi'l i Itizarn ]isan-i ava m üzre ya�dığını" söylemesinden de açıkça anlaşılıyor. Türk tiyatro edebiyatının komedi çeşidindeki bu ilk denemesi, dram çeşidindeki ilk deneme olan Hayml­lah Efendi'nin piye3ine göre', teknik hakımdan çok daha ileridedir. Şinasi, bütün çalışmalarında olduğu gibi, bu çalı�masında da maksatlı, şuurlu ve planlıdır.

Bu denemenin yayınlanması zamanla etkisini göstermiş ve tiyat­rodan zevk alan aydın gençlere yeni denemeler yapmaları için teşvik edici olmuştur. Böylece, 1866 dan başlayarak Türk Tiyatro Edebiyatı'­nın yeni bir çaba dönemine girdiği görülür. Şair Evlenmesi'nin basıldığı 1860 yılı ile 1 866 yılı arasında yazılmış tiyatro eserleri bulunup bulun­madığı henüz kesin olarak anla�ılabilmiş değildir. 1866 da, Türk tiyat­rosunun ilk manzum piyesi ile karşılaşırız.

Piyesin yazarı Ali Haydar ( 1 836-1913), Posta ve Tdgraf Nazırı Sağır Ahmet bey'in oğlu ve Yeni Osmanlılar'dan Mehmet Bey'in büyük kardeşidir. Sergüzeşt-i Perviz ( 1866), Sasaniyan Hükümdarlarından I l . Erzas'ın Sergüzeşti ( 1866), Ruya Oyunu ( 1876) adlı üç piyesi basıl­mıştır. Bunlardan ilk ikisi trajedi olarak yazılmıştır. Yazar, birincisinin önsözünde Türk tiyatrosuna ilk trajediyi kazandırdiğını söylüyor ve bu tarzın devamını diliyor. Klaiik trajediye şeklen de uymak için, eserle­rini manzum olarak yazmayı düşünmüştür. Ancak birinci eserin kuru� luşu ve teması, daha çok, dram karakteri taşıyor. Bu piyeslerin manzum tiyatro çeşidi olarak henüz ilk denemeler olmaları ve yazarın nazım tekniğine gereği gibi hakim hulunmayışı, dili ve üslfıbu yer yer sakat­lamış ve cansızlaştırmıştır. Üçüncü eser ise, vakası ve kuruluşu basit ve iki perdelik hir komedidir.

Tanzimat devrinde tiyatro edebiyatının asıl verimli yılları ise, 1 870-1880 yılları olduğunu söylemek mümkündür. Bu yıllarda, ilk ciddi Türk tiyatrosu olan Osmanlı Tiyatrosu çalışmalarına büyük bir dikkat ve çaba

Page 41: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 1

ilc devam ettiği gibi, Türk yazarlarının piyes yazma hevesleri de gün­den güne çoğalmıştır. Bu genç yazarların hir kısmı (Namık Kemal, Ali Bey, Nuri Bey, Halet Bey), Osmanlı Tiyatrosu'nun edebi heyetine girmek suretiyle, tiyatronun çalışmalarını da ciddi bir kontrol altına aldılar. Bir yandan, bu tiyatroda oyuanmak üzere hazırlanan çeviri piyeslcrin redaksiyonunu yaparlarkPn, hir yandan da kendileri piyes yazmağa başladılar.

Bunlar arasında tiyatro ile ilk uğraşan, Ali Bey ( 1844-1899)dir. Mutasarrıflık ve valiliklerde bulunmuş olan Ali Bey, bir aralık Düyun-ı Umumiyye Dircktörliiğünde bulunduğu için, Direktör diye de anılır. Kokona Yatıyor ( 1870, 1961), Misafiri İstiskal (1870) ve Geveze Berber ( 1873) adlı üç komedisinden başka, Letafet ( 1899, 1961 ) adlı bir de opereti vardır. Komedilerinin ortaoyunu ile ilgili yönleri olmayıp, tamamiyle batılı komedi kuruluşundadırlar. Bunların, toplum meselelerine dokunan yönleri de yoktur. Daha çok, küçük birer karakter komedisi mahiyetinde­dirler ve bu tarzın Türk tiyatrosunda ilk başarılı örneklerini verirler.

1870 ten sonra tiyatro türünü deneyımlerden biri de Recaizade Ek­rem'dir. İlk denemesini Afife Anjelik ( 1870) ile yaptı. Atala yahut Ame­rika V alışileri adlı ikinci dPnemesinin önsözünde, Afife Anjdik'iıı ilk türkçe dram olduğunu, söyler. Hayrullah Efendi'nin piyesi o tarihte henüz yayınlanmamış olduğu için, yazarın böyle bir iddiada bulunabil­mesi tabiidir. Kocasının yokluğu sırasında uşağının tecavüz teşebbü­süne karşı direnmiş genç bir kadının hikayesini anlatan, dört perdelik ve şahısları Fransız olan bu basit dramın konusunun nereden alındığı henüz belli değildir. İsimler yabancı olduğu için, eserin bir adaptasyon olması gerekmez. Dilinde ve iisluhuııda bir çeviri kokusu bulunmakla beraber, çeviri olduğu hakkında hiçbir kayda rastlanmadığı gibi, tersine olarak, kitabın kapağında ve ayrıca yayınlanması sırasındaki bir gazete ilanında "te'lif" olarak gösterilmesi, onun, vakasını Fransa'da geçıni:;; gerçek bir zabıta olayıııdan veya bir Fransız hikayesinden alan telif bir eser olması ihtimalini üstünleştirmektedir. Yazarın ikinci tiyatro eseri, Vuslat ( 1874 sonları) tır. Ancak bu arada yazar başka bir deneme daha yapmış, Chateauhriand (Şatobriyan) dan 1 872 yılı başlarında türk­çeye çrwirdiği Atala romanını piyes haline sokarak ayrıca hastırmıştır ( 1874 başları). Yazar, romandan piyes çıkarmanın türkçedeki ilk dene­mesi olan bu eserinde, Afife Anjelik'e ·göre piyes tekniğini çok daha iyi kavramağa başladığını göstermiş, önsözündeki ifadesiyle bu dene-

Page 42: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

12 KENA:-1 AKYÜZ

mesinde "bu nevi asarlll bugünkü günde en güzidelerinden alız ü iktihas olunmuş usulleri" tatbik etmiştir. Yazarın bu dikkatli çabaları yemişini vermekte gecikmemiş ve bundan sonra yazdığı Vuslat'ta tekniğe ha­kimiyeti daha da artmıştır. Namık Kemal'in daha önce yayınlanan Zavallı Çocuk adlı piyesinde olduğu gibi, "evlenmede ana-babanın değil, evlenecek olanların söz sahibi olaması gerektiği" şeklinde küçük bir toplumsal meseleyi ele alan bu dramının önsözünde Ekrem, evvelki denemelerinde "yerli olayların ve ifadelerin yer almayışı" dolayısiyle bazı haklı tenkitlcre uğradığını, bu gibi eserler "milli ahlak ve adetle­.ıimize uymadığı cihetle, tiyatro türündeki gücünü gereği gibi gösterc­bilmek için, milli bir piyes yazması gcrektiği"nin kendisine söylendiğini ve bu tavsiyeye uyup bir milli piyes denemesi olarak Vuslat'ı yazdığım belirtiyor. Burada dikkate değen önemli bir nokta, devrinin başlıca tiyatro yazarlarının aksine olarak, "Milli Piyes" meselesinde Ekrem'in normal bir anlayışa sahip hulunuşudur. Şinasi ile başlayıp Kemal ile devam eden ve içinde yaşanılan toplumun meselelerini ele alınağa doğru yönelen bu gidişin sonradan çok aykırı bir anlayışa yönelişi yüzünden Türk tiyatro edebiyatının kaybı büyük olmuştur. Ancak, Vuslat'ın Zavallı Çocuk'taki temayı aynen tekrarlaması ve karakterlerin yara­tılmasında da bazı benzerlikler bulunması, eserinin değerini oldukça azalt­mıştır. Piyesin en büyük başarısı, sahne diline gösterdiği büyük uygunluk­tadır. Konuşmalardaki tabiilik, Kemal'in piyeslerine göre de, çok daha ileridir. Ekrem, ölümünden sonra ortaya çıktığı için yazılış tarihi belli olmayan ve konusunu Binbir Gündüz hikayelerinden alan Çok Bilen Çok Yanılır ( 1914,1941 ) adlı komedisinde m:>derıı tiyatro eserinin bütün özelliklerini gerçekleştirmiş ve böylece Tanzimat devrinin en iyi tiyatro yazarları arasına girmiştir.

Ayni tarihlerde, tiyatroya geniş bir önem vererek bir yandan Os­manlı Tiyatrosu'nun modern bir tiyatro haline gelmesi için büyük bir çaba harcayan Namık Kemal, bir yandan da ayni tiyatroda oynanmak üzere piyesler yazmakta gecikmedi. Avrupa'ya kaçıncaya kadar (mayıs 1867) yalnız şiir ve politika ile uğraşan Kemal, döndükten sonra tiyatro ile de yakından ilgilenmeğe başladı. Avrupa 'ya gitmeden önce, hiç şüphesiz, tiyatro hakkında da bir fikri vardı. İstanbul'daki tiyatroların oyunlarını görmüştü. Fakat bunlar, çoğunlukla, yabancı kumpanya­ların oyunları idi. Osmanlı Tiyatrosu, ancak 1 867-1868 mevsiminde açı­labilmi�ti. Bunun içindir ki Kemal, ancak Avrupa'ya kaçtıktan sonra

Page 43: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATIN I N ANA ÇİZGİLERİ 43

ciddi sahne eserlerinin seyircisi olabildi ve tiyatronun önt>mini kısa zamanda kavrayabildi. Orada tiyatro sadece bir eğlence vasıtası değil, ayni zamanda, fikri seviyeyi yükseltcn ciddi bir müessese idi. Tiyat­ronun bu yönü, Kemal'i hayran bıraktı. Her gün binlerce inı:ana bita­beden bu müesseseler, adeta birt>r okuldu. O sırada Paris'ten yazdığı bir mektupta, tiyatronun "ahlak ve lisan mektebi" oluşunu önemle belirtir. Edebi çalışmalarında Tanzimat'ın toplurucu prensiplerine bağlı bulunan Kemal'in, tiyatroyu da bu yönden görmesi kadar tabii bir şey olamaz. Ona göre ciddi bir tiyatro eseri, seçkin bir topluluğa belli düşünceleri aşılamak için en elverişli vasıta idi. Avrupa'dan böyle bir inançla dönen Kemal, 1872 yılı sonlarında Osmanlı Tiyatrosu'nun edebi heyetine girdiği gibi , birkaç ay sonra da ilk piyesi V atan yahut Silistre (1873, tarihsiz baskılar, 1 891, 1892, 1 940, 1948, 1954, 1957, 1960) yi de yazdı. l Nisan 1873 günü oynan ve bir hafta sonra yazarının Kıbrıs'daki Mağosa kasahasına kalebend olarak göndrilmesine sebep olan bu piyes biiyük bir rağbet görerek üç yıl zarfında İstanbul, İzmir ve Selanik'te altı yüz defaya yakın oynarıdı. Bu ilk piyesinin provaları yapıldığı sırada Gülnihai ( 1875, tarihsiz bir baskı, l9ll , 1960) i yazarı Kemal, Kıbrıs'ta kaldığı otuz sekiz ay içinde, dört piyes daha yazdı: Zavallı Çocuk (1873, 1874, tarihsiz bir baskı, 191 1 , 1960), Akif Bı·y ( 1874, 1910, 1961), Kara Bela (1910), Celaleddin-i Harzemşah ( 1875, 1898).

Bu piyeslerin hepsi de dramdır. Vatan yahut Silistre ve Celaleddin-i Harzemşalı, konularını tarihi olaylardan alırlar. Piyes tekniğini bildiği muhakkak olmakla beraber, Kemal'in piycsleri de teknik bakımdan zayıftırlar. Bu yönden en kuvvetli olan Gülnihal'dir. Bu piyes, vak'asının geliştirilmesi, entrik unsurunun çok iyi kullanılması ve karakterlerin çok canlı olarak verilebilmelt>ri bakımından, yazarın en baı;arılı tiyatro eseridir. İik old�ığu halde en tanınmış denemesi olan Vatan yahut Silistre, bütün başarısını devrin siyasi havasından almıştır. Gcrf'k vakalarını kuruşta ve gerekse karakterlerini yaratışta romantik dramın etkisinde bulunan yazarın son piyesi Celaleddin-i Harzemşah 'ta bu etki çok daha bellidir. Hugo'nun Cromwel l'i gibi yalnız okunnıak için yazılmış olan bu on beş perdelik eser; ht>m ortaçağ tarihinden alınmış vak'ası, hem karakterlerin yaratılışındaki aşırılık ve hemde sahne dilinden uzak­laşan konuşmalarındaki ifade şiddeti hakımından romantik dramm Tanzimat tiyatrosundaki ilk başarılı örneğidir.

Tiyatroda "eğlence" ile "toplumsal fayda" yı birleştirerek onu

Page 44: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

44 KENAN AKYÜZ

"faydalı bir eğlence" diye tarif eden Kemal, tiyatro hakkındaki düşün­celerini bazı makaleleriyle - Cromwell'in önsözüne nazire gibi yazdığı­Celaleddin-i H arzemşah Mukaddimesi'nden öğrenmek mümkündür. Tiyatro eserini "edebiyatın en büyük kısmı" sayan Kemal'in piyesleri, aydınlar arasında büyük rağhet görerek Türkiye'de tiyatronun cid­diye alınmasında etkili oldukları gibi, lıazı genç yazarların da doğrudan doğruya eserlerini etkilemişlerdir. Bunlardan Zavallı Çocuk ile Ekrem'in Vuslat ve Alıdülhak Hamid'in İçli Kız piyesleri arasında yakın hir tema ve vak'a benzerliği göze çarpar. Celaleddin-i Harzemşah da Alıdülhak Hamid'in tarihi piyese yönelişinde ve sahne dilinden uzaklaşmasında etkili olmuştur.

V atan yahut Silistre'nin oynanmasıııdan birkaç gün evvel, yine Osmanlı Tiyatrosu'nda Ahmet Midhat'ın 1872 de hasılan Eyvah! isimli lıir dramı oynandı. Bu dramııı teması da, Tanzimat tiyatrosunun bazı iirünlerindeki toplumsal mulıtevaya uygundur. Bu muhteva ise, batı­lılaşmanın aile çevresindeki etkileri ve bilhassa evleomedeki eski adet­lerin tenkidiyle ilgilidir. Şinasi'nin Şair Evlenmesi'nde tenkit edilen "erkekle kadının birbirleriyle tanışmadan evlenmcleri" adetiııden sonra, Namık Kemal'in Zavallı Çocuk piyesinde "gençlerin evlenmelerinde sun sözü ana-babanın söylemeleri" adeti tenkit edildiği gibi, Ahmet Mithat'ın bu ilk dramında da "birden fazla kadınla evlenme" adeti şiddetle tenkit edilmektedir. Bu lıaxımdan eser bilhassa yobazların ağır hücuınlarına uğradı ise de yazar, Moliere'in papazları yerınesindeki metodla hareket edip hücumlara ayni yıl Açık Baş adlı hir haşka komedisi ile karşılık vererek, hu scfeı·, halkın dini duygularını kötüye kullanan softalara ııiddctle saldırdı.

Ahmet Midhat'ın adı bilinen piyeslerinin sayısı on ikiyi bulmakta ise de, ancak yedisi hasılmıştır. Bunlardan, insan haklarını ve Avrupa'­daki sınıf mücadelesini kendisine konu yapan Ahz-ı Sar yahut Avrupa'nın Eski Medeniycti ( 1875), başarısız hir dramdır. 1883 te yayınlanan Çerkes Özdenler piyesinin kapağında "Milli dram" terimi ve "Hem tiyatroda oynanmak, hem de roman gibi okunmak üzere yazılmıştır" kaydı vardır. "Milli dram" terimi, piycsin vakası Osmanlı İmparatorluğu'nun azın­lıklarından olan Çerkeslerin yaşayış tarzlarını ve ahlaki inançlarını belirttiği için kullanılmıştır. Ayni zamanda roman gibi okunmak için yazılmış olması da, devri n siyasi şartlarındaki ağır baskı ile ilgilidir. Fürs-İ Kadim'de Bir Facia yahut Siyavuş ( 1883) piyesi, dört perdelik

Page 45: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATI NIN ANA ÇİZGİLERİ 45

tarihi bir dram olarak yazılmıştır. Ciddi tiyatro eserlerinin oyuanmasına imkan bulunmayış karşısında, bu dcvirde, oynanmak için yazılan eserler -genel olarak- müzikli, dansh yani sadece eğlendirici piyeslerdir. Daha çok operet tekniğine kaçan bu piyeslerin gördükleri rağbct karşısında, Ahmet Mithat bu tarzı da denemiş ve Çengi yahut Daniş Çelebi ( 1883) ve Ziha (basılmamış) gibi piyesler de yazmıştır. Bunlardan başka, Gönül adlı hikayesini piyes haline getirerek Hükm-i Dil ( 1884) adıyle hastırmış­tır.

"Toplumsal fayda" prensibine sonuna kadar bağlı kalarak eser­lerinde toplumsal meselelere daima büyük önem veren Ahmet Midhat, piyeslerinde de, tiyatro tekniğini ikinci plana atan bir yazar olarak kar­�ımıza çıkar.

Tanzimat tiyatrosunun en önemli ve en verimli şahsiyeti, şüphesiz, Abdülhak Haınid'tir. Tiyatro alanındaki ilk denemesini Macera-yi Aşk ( 1873, 1 910) ile yaptı. Bunu, çok kısa aralıklarla, Sabr ü Sehat ( 1874), İçli Kız (1874) ve Duhter-i Hindfı ( 1875) izledi. Yakası Hin­distan'da ve bir masal atmosferi içinde geçen Macera-yi Aşk, şairdeki egzotizm eğiliminin ilk örneğini verir. Bu eğilimin Haınid'te, Fransız edebiyatındau gelme bir etki ile yani Atala, Pol ve Virjini ve Robenson Kruzoe gibi çevirilerle ve ilk gençliğinde Tahran'a kadar kara yolundan yaptığı ve pitoreski bol manzaraların yer aldığı uzun yolculukla ilgili olduğu kabul edilebilir. Sabr ü Sehat ve İ çli Kız, bu egzotizmden kurtu­lup tekrar yerli hayata girerler. Bunlardan birincisinde atasözlerine, halk tekerlemelerine ve cinaslı sözlere fazla yer ayırmak suretiyle, konuş­maların tabiiliği bozulmuştur. İkincisi ise, konusu bakımından, Namık Kemal'in Zavallı Çocuk piyesinin etkisindedir. Bu iki denemeden sonra yazar, Duhter-i Hindfı ( 1875) ile, yerli hayattan ayrılarak yeniden eg­zotizme döner ve bu dönüşünün sebebini de aynı eserin sonunda açık­lar. Bu açıklamaya göre : (Halkın rağbet ettiği, milli ahlak ve adetleri­nıizi gösteren "Milli Tiyatro" eserleri, herkesin bildiğini tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan birer "ahlak risalesi"dir. Birçok örnekleri gibi, İ çli Kız da bu cinsten bir eserdir. Asıl milli tiyatro eserleri ise ; seyircilere, herkesten iyi bildikleri kendi hayatlarını değil, tanımadıkları toplulukların veya azınlıkların hayatlarını, islam veya Osmanlı tarihinin muhteşem olaylarını tanıtan eserlerdir. Batıda pek çok bulunan bu türlü eserler, hizde henüz yoktur.) Tarihi vak'alara ve yabancı millet­Ierin yaşayışlarına büyük yer veren romantik dramın etkisiyle böyle

Page 46: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

46 KENAN AKYÜZ

bir tiyatro görüşüne kapılan yazar, Recaizade Ekrem'in Atala piyesini Vuslat ve İçli Kız'dan üstün bulur ve "umumi rağbet hilafına" olarak Duhter-i Hindu'yu yazdığım söyler. İmparatorluktaki azınlıkların ya­şayış tarzlarını ve ahlaki inançlarını gösteren eserler daha evvel de yazılmış; Şemsettin Sami bu tarzı "Besa yahut Ahde Vefa" ve "Seydi Yahya", Ebuzziya Tevfik "Ecel-i Kaza", Manastırlı Rıfat ile H asan Bedrettin "Delile", "Ebul'ala", "Kölemenler" gibi dramlarda dene­mişlerdi. Fakat yazar, Duhter-i Hindu'nun Sonsöz'ündeki övgüsüne rağmen, bu tarza hiç iltifat etmemiş ve ondan sonraki piyeslerinin konu­larını hemen hemen Eski Doğu ve İslam tarihlerinden almıştır. Türk seyircisinin bilmediği bir topluluğu anlatan ilk eseri, İmparator­luğun azınlıklarından birine değil, tamamiyle yabancı bir topluluğa, XIX. yüzyıl sonu İ ngiltere'sine ait olan Finten ( 1916, 1927, 1964)dir.

Hamid'in piyeslerinin bir kısmı mensur, bir kısmı da manzumdur. Mensur olanlar, yukarıdaki beş piyesinden başka Tank yahut Endülüs Fethi ( 1879, 191 O, 191 7), İbn-i Musa yahut Zat-ül Cemal (191 7), Y adi­gar-ı Harb ( 1917) , manzum olanlar Nazife ( 1878, 1917), Nesteren ( 1877), Eşber ( 1880, 1922, 1945), Tezer yahut Abdurrahman-ı Salis ( 1880, 1945), Liberte (tefrika, Türk Yurdu, 1913), Tarhan (1916), Sardanapal ( 1917) , Ahdullalıüs-Sagir (191 7), İlhan (1918), Hakan (1935). Bunlara yarısı tamamİyle manzum ve yarısı da tamamiyle mensur olan Zeynep ( 1908) ile, ikisi de manzum olup henüz basılmamış bulunan Cünun-i Aşk (yazı­lışı : 1917) ve Kanuni'nin Vicdan Azahı (yazılışı : 1937) piyeslerini de eklemek gerekir.

Sayıları yirmi biri bulan Lu piyeslerin hepsi de dramdır. İlk ya­zılanlar bir yana bırakılacak olursa, tarihi konuları işleyenler gerek vak'alarının kuruluş tarzı ve olağanüstü olaylara büyük önem veriş, gerek kalıramanların karakterlerini işleyişte aşırılığa kaçış ve kişiler kadrosunun genişliği ve gerekse parlak konuşmalara düşkünlük bakı­mından tamamİyle romantik dramın etkisindedirler. Shakespeare (Şeks­pir) den gelme bir etki ile yazar, bazı piyeslerinde cinlere ve cadılara da yer vermiştir. Bilhassa Finten'de Macbeth (Makbet) in etkileri çok hel­lidir. Yaz arın vakalarının kuruluşu ve kahramanlarının karakterleri hakımından Corneille (Korney)in etkisinde kalan iki piyesi de, Nesteren ile Eşher'dir. Birincisi Corneille'in Le Cid (Lö Sid) ine nazire olarak ya­zıldığı gibi, ikincisinin vakası da ayni yazann Horace (Horas) ından alınmıştır. Bununla beraber, gerek vakanın ve gerek kahramanların işle-

Page 47: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 47

niş tarzlarında yine romantizmin Ptkileri görülür. Hamid, klasik zevke ulaşabilmiş değildir. Esasen, yaradılışı da böyle bir zevke varabitmesine elverişli sayılamaz.

Anlaşılması güç bir "Milli Tiyatro" görüşüne saplanarak içinde ya­şadığı toplumun realitelerinden uzaklaşan, hatta onları küçümseyen Hamid, bu garip davraııışı sonunda, Tanzimat tiyarosunun başlan­gıçtaki toplurucu gidişini tersine çcvirenlcrin en güçiii ve en verimli olanıdır. Böylelikle, Türk tiyatrosu da yavaş yavaş yeniden ferde yönf'­lerek, daha çok, bir karakter tiyatrosu haline girer. Gerçekten, Hamid'in bütün piyeslerinde karakterler ön planda gelir. Oyunlarına aldığı karak­terlerin tahliline büyük önem verir. Bilhassa, çeşitli ihtirasların tasvir ve tahlilinde çok başarılıdır. Bu bakımdan Fiııten, onun en başarılı eseri olarak kabul edilebilir. Bununla beraber Hamid, piyeslerinde, toplumsal konulara karşı tamamiyle ilgisiz değildir. Bilhassa, Vatan yahut Silistre'den sonra o devrin aydınları arsında çok rağbctte olan vatanperverlik ve hürriyet duygularının Hamid'in birçok piyeslerinde de yer yer işlendiğini ve Liberte'nin ise tamamiyle bu temaya ayrılmıı;; olduğunu kaydetmek gerekir.

İlk piyeslerinde tiyatro tekniğine oldukça uyan Hamid, sonraları bu husustaki her itinayı bırakmış ve bilhassa 1880 den sonraki piyesleri­ni -Ahmet Mithat gibi- okunmak için yazmağa başlamıştır. Bu sebeple piyeslerinde, genellikle, büyük bir teknik kayıtsızlığı göze çarpar. Perde ve sahne bölünüşleri çok ölçüsüz olduğu gibi, bazan da perdelerin sonuna -plansızlığın açık bir delili olarak kabul edilebilecek- "ilave"ler yaptığı ve mensur piyeslerinin içine uzun man­zumeler koyduğu görülür. Manzum piyeslerinde ise, nazım tekniğindeki itinasızlık da pek bellidir. Bu piyeslerinin çoğunu Aruz vezniyle ve yal­nız ikisini (Nesteren, Liberte) Hece vezniyle yazmıştır.

Hamid'in piyeslerindeki en büyük kusur, hiç şüphesiz, dilde ve üs­lfıptaki düzensizliktir. İlk piyeslerinde konuşma diline ve üslfıbuna çok yaklaşmış olduğu halde, sonraki eserlerinde bu dilden yavaş yavaş uzaktaşmış ve nihayet tamamiyle kitabi ve çok yabancı hir dilde karar kılmıştır. Eşber, Tezer, Tarık ve Finten gibi en tanınmış ve sevilmiş eserlerindeki birçok pasajların, dinienirken değil, dikkatle okundukları zaman hile anlaşılınaları güctür. Bilhassa tarihi piyeslerinde, yer yer, parlak bir hitabet üslfıbuna sapması da bu eserlerin konuşmalarmdaki tahiiliği ayrıca zedcleyen sebeplerden biridir. Oynanmak imkansızlığı

Page 48: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

4·8 KENAN AKYÜZ

karşısında piyes tekniğini bu derecede ihmal etmenin akla uygun bir açıklamasını yapmak güctür ve Türk tiyatro edebiyatının henüz yeni yeni geliştiği bir sırada yapılan hu ihmalin onun geleceği üzerinde çok yıkıcı etkileri olmuştur.

Tanzimat devrinin tiyatro yazarları arasında Şemsettin Sami ( 1850-1904), Manastırlı Rıfat ( 185 1-1907) ve Hasan Bedrettin Paşa (ölümü : 1916) da vardır. Şemsettin Sami'nin dram olarak yazdığı üç piyes de, devrio yanlış "Milli Tiyatro" anlayışına uygundur. Bunlardan Besa yahut Ahde Vefa ( 1875) nın konusu müslüman Arnavutların yaşayışından, Seydi Yahya ( 1875) nın konusu E::>_dülüs tarihinden ve Gave'nin konusu da İran tarihinden alınmıştır. Manastırlı Rıfat ile Hasan Bedrettin Paşa önce ayrı olarak, sonraları da ortaklaşa tiyatro eserleri yazdılar. Manastırlı Rıfat'ın kendi piyesleri Osman Gazi ( 1873), Görenek ( 1873), Pak-damen ( 1874), Ya Gazi, Ya Şehit ( 1874, 1 908) ; Hasan Bedrettin Paşa'nın kendi eserleri İskat-ı Cenin ( 1873) ve İkbal ( 1873) dir. Hepsi de dram olan bu piyeslerden Osman Gazi ile Ya Gazi, Ya Şehit; V atan yahut Silistre'nin uyandırdığı vatanperverlik havasının etkisiyle yazılmışlardır. Görenek, eski düğünlerdeki israfı tenkit eder. Pak-damen ise, Afife Anjelik'in Türk hayatına uyduruloınş şeklidir. İki yazar, birlikte yazdıkları piyeslerini ise "Tcmaşa" adlı bir seri olarak yayınladılar. Bu seride çıkan eserler arasında Ebul'ala ( 1875), Delilc yahut Kanlı İntikam ( 1875), Kölemenler ( 1875), Fakire yahut Müka­fat-i İffet ( 1876), Ahmet Y etim yahut Netice-i Sadakat ( 1880) adlı beş dram; Nedamct ( 1875) adında bir komedi ve Ebu'I-Feda adlı bit de opera-koınik vardır. Buıılara, tiyatro türünü birer eserle deneıniş olan Ehuzziya Tevfik ( 1 849-1913) in Ecel-i Kaza ( 1 872), Samipaşa­zade Sezai ( 1859-1936) nin Şir ( 1879) ve Muallim Naci'nin Hedcr (1910) adlı piyeslcrini de eklemek gerekir.

R o m a n ve H i k ii y e

Türk edebiyatında batılı roman da 1 860 tan sonra başlar. Önce tanınmış Fransız romanlarından çevrilen örnekleri, kısa bir zaman sonra, yerli romanlar izler.

Türkiye'de okunan ilk Fransız romanı, Yusuf Kamil Paşa ( 1808-1876) tarafından çevrilen Telemak ( 1862) tır. Büyük bir rağbet görerek

Page 49: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

lllODERN TÜRK EDEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİLERİ 49

yedi yılda dört defa basılan ve tamamiyle pedagoj ik bir muhtevaya sahip bulunan bu eserin modern roman anlayışı ile bir ilgisi bulunma­dığı gibi, gerek karakterlerinin, gerek vakanın geçtiği yerlerin yaLancı­lığı ve gerekse Tiirkiye'de o sırada Yunan mitolojisi hakkındaki bilgi yetersizliği yönlerinden de Türk okuyucusunu ilgilendiren bir yönü olmamak gerekir. Buna rağmen gördüğü rağbet, çevirinin devrin tanın­mış bir devlet adamı tarafından yapılmış olması ve avrupai bir devlet kurulmasına çalışıldığı sıralarda böyle bir devletin esasları hakkında bilgi vermesiyle ilgilidir.

Ancak, bu "hikmet ve marifet" dolu eserde dil ve üslubun çok "münşiyane" olması, onun, geniş bir topluluktan çok, çoğuuluğunu eski edebiyat taraflılarının meydana getirdiği sınırlı ve yarı aydın bir memur çevresinde rağhet görebildiğinin açık bir delilini verir. Bu romanın, arasından gelecekteki Türk romancılarının çıkacağı gerçek aydınlar çevresinde hiçbir rağbet görmediğini gösteren bir başka delil de, ken­disinde bulunan özelliklerden hiçbirinin ilk Türk romaniarına geçmemiş olmasıdır. Sonuç olarak, sırf bir devlet adamı tarafından çevrildiği için rağbet gören ve türkçede tesadüfen ilk örnek olan bu romanın, avrupai Türk romanı üzerinde hiçbir etkisi bulunmadığını kabul etmek duru­mundayız.

Türk aydınlarının üzerinde geniş etkiler yapan ilk romanlar ise; Sefiller ( 1862), Robenson Kruzoe ( 1864), Monto Kristo (1871) , Atala ( 1872) ve Pol ve Virj ini ( 1873) gibi bütün dünyaca tanınmış romaıılar­dır. Bu çevirilerden sonra da, Tanzimat devrinin sonuna kadar, çeviri roman büyük bir verimiilikle devam etmiş ve hissi romanlada birlikte bilhassa macera romanları geniş bir rağbet görmüştür. Bu devirde eserleri en çok çevrilen yabancı romancılar arasında Lamartine, A. Dumas Fils (A. Düma Fis), Octave Fenillet (Oktav Föye), Hector Malot (Hektor Malo), Paul de Kock (Pol dö Kok), Xavier de Montepin (Ksa­viye dö Montepen), Eugene Sue (Öjen Sü), Ponson de Terrail (Ponson dö Teray), Frederic Soulie (Frederik Suliye), Emile Riclıebourg (Emil Rişbur), Emile Gaboriau (Enıil Gaboriyo), George Ohnet (Jorj One) dik­kati çekerler. Bu listeye, fenni konulardaki romaıılariyle büyük bir ün kazanmış olan Jules Verne (Jül Vern) i de eklemek gerekir.

Bu basılı örnekleri tanıyana kadar, Türk okuyucusu çeşitli kaynak­lardan gelen manzum ve mensur lıikayelerle karşı karşıya idi . Aydın okuyucu, Divan edebiyatının manzum ve mensur eserlerini okuyordu.

Page 50: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

50 KENAN AKYÜZ

H acim bakımından bazan hir roman hüyüklüğündc de olabilen hu lıi­kayeler, Divan edebiyatının sıkı kuralcı zihniyetine tamamiyle bağlı­dırlar. Vakalar hepsinde ortaktır (Leyla ilc Mecnun, Yusuf ile Zeliha, Vamık u Azra, . . . ) . Yazarlar, bu kalıplaşmış vakalar üzerinde önemli sayılabilecek hiçbir değişiklik yapama:dar. Bu romanlardaki tema, genellikle, romantik yapıda ve bazan da ilahileşen bir aşktan ibarettir. Vakanın kuruluşunda, çoklukla, bir zaman ve mekan karışıklığı veya belirsizliği bulunduğu gibi, gerçeğe aykırı veya çok aşırı olaylar da yer alır. Kahramanlar ise, hep ayni şahıslardır; hayatla ve toplumla hiçbir ilgileri yoktur. Bu kahramanların arasına, masallarda olduğu gibi, cinler, periler, cadılar da karışır. Tasvirler genel olarak aşırı karakterde ve sübjektif olduğu gibi, bunlara Divan şiirlerinin bütün klişe henzetme­leri de girer. Manzum hikayelerdeki mazmun hakimiyeti, mensur hika­yelerde yerini secie terkeder. Realizme yer vermeyen hu hikaye ve ro­manlarda dil çok ağırdır ve psikolojik tahliliere de rastlanmaz. Bu mahiyetleriyle, ancak, hacimli ve· gelişmiş bir masal olarak kabul edile­bilirler.

Bunların dışında, aydın olmayan halk zümrelerinin de -kendi zevk seviyelerine uygun- birtakım hikayeleri vardır. "Halk hikayeleri" dedi­ğimiz bu hikayelcrin hir kısmı yazılı, bir kısım sözlüdür. Bazıları kah­ramanlık hikayeleridir ve kahramanları bazan islami (ELamüslim, Battal Gazi), bazan da yerli (Köroğlu) dir. Halk hikayelerinin bir kısmı ise, aşk hikayeleridir. Bunların kahramanları bazan gerçek, bazan da hayali olur. Bütün halk hikayeleri -masalla ilgili bulunmakla beraber-, Divan edebiyatı hikayelerine nishetle, ferdin ve toplumun gerçek ha­yatına daha çok bağlıdırlar. Dil ve üsliip h akımından da, hitah ettikleri topluluğun konuşma dil ve üslubuna çok yakındırlar.

Batı romanının Tanzimat devrindeki ilk çevirileri ve ilk Türk romancıları, karşılarında böyle çeşit çeşit okuyucular huldular. Bu okuyucuların ayrı bir muhteva ve teknikteki batılı hikaye ve romana alıştınlmaları iki ayrı yoldan olmuştur.

Birinci yol ; aydın olmayan, geniş halk topluluğunun avrupai hikaye ve romana yadırgamadan alıştınlması için Ahmet �lidhat tarafından izlenen ve batılı hikaye ve romaula Türk halk hikayelerini uzlaştırmağa çalışan yoldur. Bu, halk, hikayelerinin bir nevi modernleştirilmesidir ve Şinasi'nin ortaoyunu ilc batılı komediyi uzlaştırmağa çalışmasının yerli unsura daha çok kayan şeklidir.

Page 51: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

'"ODERN TÜRK EDEBİY ATlNIN A N A ÇİZGİLERİ 5 1

İkinci yol ise; batı kültürü ile değişik ölçülerde temasa geçmiş olan sınırlı aydınlar topluluğu için Namık Kemal tarafından izlenen ve yerli hikaye ve roman örneklerini dikkate almadan, doğrudan doğruya batılı hikaye ve roman tekniğini tatlıike çalışan yoldur.

Türkiye'deki siyasi anlamdaki Tanzimat hareketinin, toplumsal alanda, "medeniyet değiştirme" aıılamına geldiğini biliyoruz. Bunu ilk anlayan ve gerçekleştirrneğe çalışan Şinasi olduğu gibi, en geniş öl­çüde gerçekleştirebilen de Ahmet Midhat olmuştur. Bu medeniyet de­ğiştirme olayının okumamış halk yığınlarına aktarılması, oııların yeni medeniyetin çeşitli yönleri üzerinde aydınlatılması ve kendilerine ilk bilgilerin verilmesi hususunda onun gösterdiği çaba çok büyüktür. Ede­biyat, onun için de, bir vasıtadan ibaretti. Halkın medeni seviyesini yükseltebilmek, önce onun seviyesine inmek, ona kendi diliyle ve hoş­landığı şekilde hitap etmekle mümkündü. Bu yola girildikten sonra, gerekli ve faydalı görülecek eher şey kolaylıkla verilebilirdi.

1 844 te İstanbul'da doğan Ahmet, küçük bir manifaturacının oğ­ludur. 1854 te, memur olarak Vidin'de bulunan ağabeyisinin yanına gidip ilk öğrenimine orada başladı ise de, okulu yarıda bıraktı. Üç yıl sonra tekrar İstanbul'a döndü ve Mısır Çarşısı'nda bir aktarın yanına çırak girdi . Bir yandan da, özel olarak, türkçe ve fransızca dersleri alıyordu. Dört yıl süren bu hayattan sonra tekrar ağabeyisinin yanına, Niş'e gitti ve ilkokulu tamamlayarak Tuna Vilayeti Mektupçultık Kalemi'ne girdi ( 1864). Çalışkanlığı ile vali Midhat Paşa'nın takdirini kazandı ve Paşa ona kendi adını verdi. Böylece, Ahmet Mithat oldu. 1869 da, Tuna vilayet gazetesinin başına getirildi. Midhat Paşa ayni yıl Bağdat vilayetine nakledilince, Ahmet Midhat'ı da alıp yanında götürdü. Bağdat'ta kaldığı iki yıl içinde vilayet gazetesi olan Zevra'yı çıkardığı gibi, Maarif Nezaretinin açtığı okul kitapları yarışmasına da Hace-i Evvel'i ile katılarak ikinciliği kazandı ( 1870). Ailevi sebeplerle 1 87 1 de istifa ederek İstanbul'a döndü ve evinde açıtığı küçük bir matbaa ile kendi eserlerini basınağa başladı. 1 872 de, ömürleri çok kısa süren, Bedir ve Devir gazetelerini çıkardı. 1873 te, Abdülaziz'in tahttan inme­sine kadar sürgün kalacağı Rodos'a gönderildi. Buradaki hayatını Mcnfa ( 1876) da anlattı. Durmak bilmez bir yazı makinesi halinde olan yazar, sürgünlüğü sırasında da çalışmalarına ara vermeyerek Letaif-i Rivayat serisini devam ettirdiği gibi, altı romaola üç piyesin de salıibi oldu. 1876 dan sonra Ceride-i Askeriyye başyazarlığı, Takvim-i Vekayi müdür-

Page 52: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

52 KENAN AKYÜZ

lüğü ve II . Abdüllıamid'in vakanüvisliği gibi görevlerde bulundu. Bu son görevi sırasında 1 876-1877 Osmanlı-Rus harhi mağbubiyetinin sorumluluğunu sarayın üzerinden atmak için Üss-i İnkılab ( 1 878) ı yaz­ması ve Midhat Paşa'nın Il. Abdülbamid tarafından yaptırılan ve sür­günlüğü ile sonuçlanan mulıakeınesi dolayısiyle Midhat Paşa'nın alcy· lıinde bulunması gibi hareketler, halk üzerindeki prestijini çok sarstı. Fakat, maddi durumu düzelmiş ve refaha kavuşmuştu. 1878 de kurduğu Terceman-i Hakikat, ününün genişlemesine yardım etti. 1 879 da Mat­haa-i Amire müdürü, 1 895 te Umür-i Sıhhıyye reisi oldu. 1908 den sonra tekrar gazetecilik hayatına atılmak istedi ise de, deği�en zihniyet ve tekııik karşısında, başarı kazanamadı. Bunun Üzl.'rine öğretim hayatına başlayarak, İstanbul Üniversitesi'nde Dünya Tarihi ve Dinler Tarihi derslerini okuttn. Ölümü 30 Aralık 191 3 tedir.

Ahmed Midhat, Türk Edebiyatında dışarlak yani kendisinden çok çevresi ile ilgili yazar tipiııin en dikkate değer örneğidir. Kırk beş yıl süren çok enerjik ve çok verimli yazı hayatının her safhası, onun karak­terindeki bu ana özelliğin görünüşleriyle doludur. Müsbet bilimiere ait basit okul kitaplarından dini ve felsefi konulardaki eserlerine kadar çok değişik alanlardaki çalışmaları arasında bu özelliğin en çok göründüğü edebi tür, hikaye ve romandır. Çevresi ile ilgilenen insan onu yalnız gözlemle yetinmeyerek gözlemlerinin sonuçları üzerinde bir düşünme dönemine gireceğine ve çevresine düşüncelerini de açıklamağa çalışa­eağına göre yazarın, er-geç, böyle bir açıklama ve gerekli telkinler için en çekici ve en geniş imkanlara sahip bulunan hikaye alanına girme­si mukadderdi. Yazarın bu kaderini belirten ikinci mİzaç özelliği ise, sohbetten, konuşmadan son derecede hoşlanmasıdır. Düşüncelerini rahat rahat ve istediği genişlikte anlatabilmesi için de, hikaye ve romandan daha elverişli bir ortam elbette olamazdı.

Bunu gayet iyi farkeden Ahmed Midhat, bu alandaki çalışmalarına fıkralar yazmakla başladı. Kıssadan Hisse (I 869, 1870) adı altında topladığı bu fıkralardan küçük birer ahlaki fayda da çıkarmayı ihmal etmedi.

Kıssadan Hisse'nin ikinci baskısını yaptığı yıl, Letaif-i Rivayat genel adı altında bir seri yayınlamağa başladı. Seri çoğunlukla büyük hikayelerden kurulu olmakla beraber, seriyi meydana getiren 29 kitap arasında üç roman (Cinli Han, Çingene, Bir Acibe-i Saydiyye) ve bir de dram (Eyvah!) yer almıştır. Henüz vaka icadında tecrübesiz olan yazar,

Page 53: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODER :"' TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 53

hikayelerinin vakasını çoklukla Fransız hikaye ve fıkralanndan veya işittiği birtakım gerçek olaylardan alıyor ve onları istediği gibi değiş­tiriyordu. Yayınlanması yirmi beş yıl s ii ren bu seri, pek kısa zamanda fıkradan hikayeye geçen gelecekteki romancının ikinci hazırlık safha­sıdır. Bu safhaclan da romana geçmek istcyeceği pek tabii idi . Nitekim, h u merhaleye ulaşması da pek uzun sürmedi. Yazdığı sekiz büyük hikaye ile 1870 yılında hummalı bir çaba gösteren yazar, romana geç­mek için, iki biiyük hikaye daha yazmayı ve bu alanda dört yıllık bir denemeyi yeter görerek, Hasan .Mellah (1 874) adlı büyük macera roma­nıyle romana geçti. Bu ilk romanından sonra, resmi görevler, gazete çıkarma ve vakanüvislik gibi birbirinden farklı ve değişik işleri ara­sında Letaif-i Rivayat serisine devam ettiği gibi, roman yazmayı da ihmal etmeyerek, 1 908 yılına kadar otuz dokuz roman daha meydana getirdi.

Büyük hikayeleri (Letaif-i Rivayat serisi) ( 1 870-1895) : Sfı'-i Zan ( 1870, 1900), Esiiret ( 1870, 1900), Gençlik ( 1870), Teehhül ( 1870), Felsefe-i Zenan ( 1870), Gönül ( 1870), Mihnet-keşan ( 1870), Firkat ( 1870), Yeni­çeriler ( 1871), Ölüm Allahın Emri ( 1873), Bir Gerçek Hikaye ( 1876), Bir Fitnekar ( 1876), Nasib ( 1877), Bahtiyarlık ( 1 885), Obur ( 1885), Bir Tövbekar ( 1885), Çifte İntikam ( 1887), Para ( 1887), Kısmetinde Olanın Kaşığında Çıkar ( 1887), Diplomalı Kız ( 1890), Dolaptan Temaşii ( 1890), İki Hud'a kir ( 1893), Emanetçi Sıtkı ( 1893), Can Kurtaranlar ( 1893), Ana-Kız ( 1895). Bu serinin dışında kalanlar : Durlıb-i Emsal-i Osmaniyye Hikemiyyiitının Alıkarnını Tasvir ( 1872), Hayal-Hakikat ( 1891 ) .

Roınanlan : Hasan Mellah yahut Sır İçinde Esrar ( 1874), Dün­yaya İkinci Geliş yahut İstanbul'da Neler Olmuş ? ( 1874), Hüseyin Fellah ( 1875), Felatun Beyle Rakım Efendi ( 1875), Karı-Koca Masalı ( 1875), Paris'te Bir Türk ( 1 876), Çengi ( 1877), llekarlık Sultanlık mı Dedin ? ( 1877), Süleyman Muslu ( 1877), Yeryüzünde Bir Melek ( 1879), Henüz On Yedi Yaşında ( 1 881) , Karnaval ( 1881), Amiral Bing (1881), Vah ! ( 1 882), Acaib-i Alem ( 1882), Dürdane Hanım ( 1882), Esrar-ı Ci­nayat ( 1884), Cellad ( 1884), Volter Yirmi Yaşında ( 1884), Hayret ( 1885), Cinli Han ( 1885), Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar ( 1887), Çingene ( 1887), Fcnni Bir Roman yahut Amerika Doktorları ( 1888), Haydut Montari ( 1888), Arnavutlar-Solyotlar ( 1888), Gürcü Kızı yahut İ ntikam ( 1888), Nedamet mi ? I-leyhat! ( 1889), Rikalda yahut Amerika'da Vahşet

Page 54: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

34 KENAN AKYÜZ

Alemi ( 1889), Aleksandr Sıradeila ( 1889), Şeytankaya Tılsımı ( 1889), Mü�ahedat ( 1890), Ahmet Metin ve Şirzad ( 1 891 ), Bir Acibe-i Saydiyye ( 189-t), Taaffüf ( 1895), Gönüllü ( 1 896), Eski Mektuplar ( 1897), Mesail-i Muğlaka ( 1898), Altın Aşıkları ( 1899), Jön Türk (1 908).

Toplumsal fayda peşinde koşan bir yazar olarak Ahmet Midhat'ın hikaye ve romanda sağlamağa çalıştığı fayda, Türk halkında "çağdaş medeniyete uymayan düşünüş ve yaşayış tarzı" nı dcğiştirmektir. Bu­nun içindir ki hikaye ve romanlarında dikkatini en çok topladığı nokta­lar; "batıl inanışları ve iptidai adetleri tenkit", okuyucuya "Batının müsbet dünya görüşünden haber vermek" ve "Batı kültürünün ilk bil­gilerini aktarmak"tır. Namık Kemal'in tiyatro hakkındaki "faydalı eğlence" formülünü, hikaye ve romana da tatbikte tereddüt etmez. Me­sait-i l\fuğlaka adlı romanının önsözünde, roman okumaktan maksadın "hem eğlenmek, hem öğrenmek" olduğunu ve bu maksadın gerçekleş­mesi hususunda "vakası Avrupa memleketlerinde geçen" romanların daha elverişli bulunduğunu söyler. Ona göre; Batı medeniyetini kabule karar verdiğimiz ve her medeniyet gibi bu medeniyetin de hem iyi, hem de kötü yönleri bulunduğu için, onun nelerini alıp nelerini alma­mamızın uygun olduğunu bilmek bakımından, vakası Avrupa'da geçen romanlar çok daha faydalıdır. Bu düşünce, yazarın, Mesail-i Muğlaka romanı gibi daha birçok romanlarının vakalarını neden Avrupa'da geçirttiğini de açıklamaktadır.

Okuyucu için faydalı bulduğu telkinleri ön plana alan yazar, bu hu­susta modern hikaye ve romanın tekniğine dikkatle bağlanmak lüzumunu duymaz. Hele hacim husumnda tamamiyle kayıtsızdır. Onca, romanda önemli olan hacim değil, "suret-i tertib ve tasvir" dir (Süleyman Muslu, önsöz). İyi bir tertip için ise, romanın "yalnız bir kişinin tercüme-i halinden ibaret" olmaması ve vakanın da "birbirinin içinde ve gerçekte her biri bir başka romana vaka olahilecek kadar geniş birkaç vakadan kurulu" olması gerekir (ayni yer) . Yakada muhayyilcnin de yeri vardır. Fakat "hayal gerçeğin üzerine oturmalı, vakada inanılınayacak şeyler ve anormal tesadüfler bulunmamalı"dır (Kamere Aşık, Paul de Kock'­tan çeviri, 1 886, önsöz) .

Yazarın roman hakkındaki düşüncelerinden anlaşıldığına göre, Tanzimat devrinde, "Milli Piyes" gihi bir de "Milli Roman" çeşidi var­dır ve bu tarz roman "vakası cemaat-i islamiyye arasında geçmekle beraber, kahramanlarının ferdi hayatlarını veren" romandır. Bunun

Page 55: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

�IOD�:R"i Tf:RK EOEHİYATININ A N A ÇİZGİLERİ 55

yanında ise, vakası yine yerli olrluğu halde, kahramanlarının hayatın· dan ziyade "toplumun hayatını işleyen" romanlar da vardır. Yazar bu türlü romana "Yerli Roman" adını verip, örnek olarak da Müşahedat'ı yazdığım söylüyor (Müşahedat, önsöz). Y azarıo roman ve hikaye hak­kındaki düşüncelerini, bazı romanların önsözlerinden başka, roman üzerine zamanında yapılan miinakaşalara katılmak suretiyle yazdığı Ahhar-i Asıira Ta'mim-i Enzar ( 1889) adlı eserinde toplu ve geniş olarak Imimak mümkündür.

Yazar, roman Üzerine söylediklerini kendi romanlarında da tathika çalışmıştır. Bunun içindir ki : Romanda hacmin önemli olmadığını helir­ten yazarın romanlarında, en küçük hacimden en büyük hacmc kadar, çok deği�ik hacimiere rastlanır. Vakalar, bilhassa büyük romanlarda, birbirinin içinde birkaç vakadan kuruludur. Vakaları dolduran olaylar da çok bol ve değişiktir. Bu holluğa ve değişikliğe uygun olarak, ka­rakterler de çok hol ve değişiktir. Vakalar, gerçeğe aykırı değildir. Fakat, yazarın ınuhayyilesi vakaya sık sık karışır ve bazen onu çok aşırı şekil­Iere de sokar. Yazar, vakaya muhayyilesini karıştırış şeklinde Alexandre Dumas Pere (Aieksandr Diima Per) i örnek alır (Ahmet Metin ve Şirzad, önsöz). Yakaya, yazann muhayyilesindı>n ha�ka, sağdan soldan işit­tikleri ve şahsi gözlemleri de karışır. Fakat, tesadüfierin tabiiliğinin lüzumunda israr ettiği halde, kendi romanlarında bu lıusustaki tabiiliği her zaman sağlayam::ız. Olayların tabiiliğini sağlamak için, ıstırap ve sevinç unsurlarını yan yana işler. V akanı n kuruluşunda en çok dikkat ettiği unsur ise entriktir V I' hunda çok başarılıdır. Okuycuyu hoşlan· dırmak için vakayı meraklı ve heyecanlı bir şekilde yürütmektc ustalık gösterir. Bu dikkat, okuyucuya sık sık verdiği genel kültür unsurlarını sıkıcı olmaktan kurtarınağa da yarar. Aydın olmayan zümrenin kültür seviyesini yükseltmek için çok faydalı olan bu ansiklopedik bilgiyi kaynağında vermek ve okuyucuyu kendi dar çevresinden çıkararak ufkunu genişletmek maksadıyle romanlarının vak'alarını değişik yerlerde geçirtmeğe dikkat eder. Bu yerler, genellikle, İstanbul'dan başka, Ana­dolu, Suriye, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Batı Avrupa'dır. Böylelikle, Tanzimat romanına bir egzotizm de girmiş olur.

Yazar, romanlarında insan psikolojisi ve toplum meseleleri üzerinde de durmak isteğindedir. Hasan Mellah'ın önsözünde, roman yazmak­tan maksadııı sadece vak'anın anlatılması değil, aynı zmanda "insanın psikolojik muhtevasını araştırmak" olduğunu söyleyen yazar, psikolo-

Page 56: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

;j6 KENAN AKYÜZ

j ik tahliliere de yer verirse de, bunların pek başarılı oldukları söylene­mez. Tanzimat romanında toplumsal meselelere ilk defa ve en çok yer veren, Ahmet Midhat'tır. Bu meseleler arasında, ahlak ve toplumsal adalet önde gelirler. Hemen her hikayesinde ve romanında, her fırsattan faydalanarak yaptığı telkinlerle ferdi ve toplumsal ahlak hağlarını kuvvetlendirrneğe çalıştığı gibi, kötülere ceza ve iyilcrc de mükafat vermek suretiyle ayni prensipiere hizmet eder. Toplumsal dalet mese­lesinin başında da, ferdin hürriyeti gelir. Tanzimat'tan önce resmen kaldırılmış olmakla beraber, tatbikatta Tanzimat'tan sonra d :ı devam eden esaret müessesesini hikaye ve romanlarında (Esaret, Firkat, Ha­san Mellah, Dünyaya ikinci Geliş) ilk tenkit eılen yazar Ahmet Mithat'tır. Bu tenkitleri Amerika'daki esaret mücaılelclerine bağlamak ycrsizdir. Kuvvetli bir acıma duygusuna sahip bulunan yazarın, bu hahiste, kendi çevresindeki birçok olaylardan ve gözlemlerden hareket etmesi pek tabiidir.

Medeni haklar bahsinde. l'rkckle kadın arasındaki eşitsizlik de romaneıyı rahatsız eden h;r konudur. Kadınların da erkekler gibi oku­maları ve toplumda serbest bir şekilde çalışarak erkeklerle eşit yaşama haklarına sahip olmaları tezini savunur ( Felsefe-i Zenan, Diplomalı Kız). Tanzimat tiyatrosunun ilk eserlerinde yer alan "eski evleome usullerinin tenkidi ve erkekle kadının evienirken serbestçe hareket etmeleri" tezi de, yazann hikaye ve romanlarında yer alan hususlar­dandır. Kadın bahsiade yazarı düşündüren bir nokta da, zorlayıcı se­beplerle düşmüş kadınların toplum için yeniden kazandırılmalarıdır. Toplumun bu kadınları her zaman kirli görme alışkanlığını şiddetle tenkit eden yazar, onların da normal hayata dönebilecekleri inancın­dadır ( Henüz On Yedi Yaşında).

Ahmet Midhat'ın romanlarında yer alan lıir toplum davası da, Tür­kiye'de batılılaşmanın hangi yoldan ve ne şekilde olabileceğidir. Batı medeniyetinin görünüşlerine kapılan yarım aydınlara karşı, bu mede­niyetİn esaslarını kavrayan ve milli benliği koruyabilecek olan gerçek aydınları savunur. Bunun için, birinci guruba şiddetle hücum ederek, Batı medeniyetinin Türkiye'ye girmiş ve henüz girmemiş bütün unsur­ları üzerinde etraflı olarak durup okuyuculara onların liizumlu ve fay­dalı olanlarını tanıtınağa çalışır ( Felatun Beyle Rakım Efendi, Kar­naval, Vah!).

Romanın birçok çeşitlerini denemiş olan yazar, Voltaire (Volter)

Page 57: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 57

in ilk aşkını anlatan Volter Yirmi Yaşında ile Liyografik romana, Aciiib-i Alem ve Amerika Doktorları ile -Jüles Verne'i örnek tutarak- fenni ro­mana ve Müşahedat ile de natüralist romana örnt>kler verir. En çok başarı gösterdiği ve okuyucularca da en çok heğenilen romanları Hasan Mellah, Hüseyin Fellah, Süleyman Muslu ve Y cryüzünde Bir Melek ise macera romanlarıdır. Bu romanlarda romantizmin etkileri daha kuvvetlidir. Fakat, çok önem verdiği şahsi gözlemleri onları yer yer realist bir atmosfere sokar. Bu realizm, bilhassa, mekan ve olay tasvir­lerinde daha bellidir. Natüralist romanları da işçi sınıfının hayatını tasvir bakımından takdir etmekle beraber, onların "fezail-i beşeriyyeyi ortadan kaldırmasını" Lüyiik bir hata olarak kalml eder. Alexandre Dumas Fils, Oetave Feuillet, Emile Richebourg, Paul de Kock, Emi! Gaboriau, H ector Malot ve Maric Ann Radcliff'tcn roman çevirilt>ri de de yapmış olan Ahmet Midhat'ta hikaye ve roman tekniğinin tam bir şekilde hatılı olmadığına evvelce işaret etmiştik. Gerçekten, romanı belli düşünce ve bilgilerin verilmesi için çekici bir vasıtadan ibaret sayan bir yazarın, hu mak�adın en iyi şekilde gerçekleşmesi uj!nında kendi kendine her türlü tavizde bulunmasını tabii görmt>k gerekir. Bu sebeple, hikaye ve romanlarının teknik esaslarını batılı hikaye ve romandan al ınakla bt>raber, hitahettiği geniş okuyucu kitlesinin halk ve meddalı hikayelerine olan biiyük alışkanlığını göz önünde tutarak bu hikaye­lcrin aniatış tekniğinden faydalanmayı da ihmal etmemiştir. Yakaya üçüncü bir şahıs olarak karışması, şahsi düşüncelerini söylemesi, oku­yucuya sorular sorup cevaplandırması meddalı tekniğiyle yakından ilgilidir. Bundan başka, hikaye ve romanlarının sonundaki mükafat­ceza kuralı halk hikayelerinin esas unsurlarından bulunduğu gibi, yine hal� hikayelerine ve masallara ait birçok motifler rlc onun hikaye ve romaniarına girmiştir.

Ahmet Midhat'ın hikaye ve romanlarındaki meddalı etkisi, bilhassa tahkiyede ve üslupta daha çok bellidir. Tam bir meddalı hikayesi karak­teri taşıyan Dolaptan Tema�ii adlı büyük hikayesini bir yana da bırak­sak, bütün diğer büyük hikaye ve romanlarında tahkiye ve üslfıp ba­kınundan kendimizi sık sık bir meddalı karşısında hissedebiliriz . Bu çok samimi ve yer yer lauhalileşen aniatış tarzının okuyucuyu zevklen­dirmek hakımından başarılı bir yol olduğu inkar edilemez. Ancak, bu yolun, vermek istediği ansiklopedik bilgiyi "hiç okuma yazma bilme­yenierin bile anlayabilecekleri �ekilde" (Amerika Doktorları, önsöz)

Page 58: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

5!1 KENAN AKYÜZ

vermeyi gaye edinmi� bir yazar için çok lJaşarılı olmasına rağmen, sanat değeri hakımından da ayni derecede başarılı sayılamayacağı muhakkaktır. Fakat, eserlerini bir yandan yazıp bir yandan da matha­aya yetiştiren ve halkının yüzde doksanı okuma yazma bilmeyen bir memlekette gerçek edebiyatı boş ve liizumsuz bulan bir yazarın başka türlü davranmasına da imkan yoktur. Bunun içindir ki Ahmet Mithat'ın, halk hikayeleri değil, halk için hikayeler ve romanlar yazan biiyük bir yazar olduğunu kabul etmek y<'rinde olur.

Ahmet Midhat'tan sonra, hikayt' ve roman tarzını ilk deneyen Şemsettin Sami'dir. 1 873 yılı ba�larında fasikül halinde yayınianmasına haşlanan Taaşşuk-ı Tal'at ve Fıtnat adlı romanı H asan Mdlalı'tan önce geldiği için, türkçede ilk roman olarak düşünülebilir. Romantik bir aşk macerası anlatan ve devrio "Milli Roman" anlayışına da uygun bulunan hu roman, gerek teknik ve gerekse karakter tahlilleri bakımından çok basit bir durumdadır. Ayrıca, yazarın türkçeye henüz hakim buluna­madığı da k ola ylık la göriilelJilir.

Tanzimat devrinin Ahmet Midhat'tan sonra önemli ikinci romancı­sı ise Namık Kemal'dir. Kemal, roman yazmayı ilk defa Mağosa'da sürgün iken denedi. Son Pişmanlık adıııı taşıyan birinci roınanı, sansür tarafından adı lntihah yahut Ali Beyin Sergözeştİ �ekline sokulduktan sonra, 1876 da basıldı. Bu romanın bundan sonra tarihsiz birçok has­kıları yapıldığı gibi tarihi belli olan bir baskısı da vardır ( 1942).

Edebiyatı Kemal de toplumsal fayda sağlamakta bir vasıla saydı­ğı için, tiyatro eseri hakkındaki formülünü romanda da aynen kabul eder. Roman, faydalı bir eğlencedir : " İnsan, cğlenerek istifade etmek istiyor. i nsan, eğlencesinde de, fayt.la göreceği birtakım ncsayih bulursa zarar mı etmiş olur ?" ( lntibalı, önsöz). Ancak, yine ona göre, okuyucuya belli telkinlerin yapılması uğrunda her çareye başvurmak doğru olmaz. Bu, eski şark hikayecilerinin izledikleri bir yoldur. Onlar, okuyucuyu eğlendirmek veya ahlak yoluna götürehilmek için, her �aklabaıılığa baş­vurmuşlardır. "Yeni Türk hikayeciliği bu yolda devamı diişünmemeli, insan ruhunun tahliline çalışmalıdır." ( İntibalı, önsöz). Bu sözler, oku­yucuyu avucunda sıkısıkıya tutahilrnek için meddah tahkiye ve üslıi­huna sapmı� olan Ahmet Midhat'a lıir tarizdi ye toplum eğitiminde romanı da bir vasıta saymakta birleştiği Ahmet Midhat'tan hu noktada açıkça ayrılıyordu.

Page 59: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

'!ODERN TÜRK EDEBiYATI NIN ANA ÇİZGİLEHİ 59

Kemal de, roman vak'asının ya gerçek veya gerçeğe henzer bir vaka olmasını ister. Ancak roman, bomhoş bir vakadan ibaret olamaz. Bu vakanın içini bir toplumun "yaşayış, duyuş ve düşünüş tarzlarıyle" doldurmak lazımdır. "Roman, ciddi bir eserdir ve Avrupa'da çok tc­kamül etmiştir. Her medeni milletin dilinde ahlaka ve hatta genel kültüre hizmet edebilecek birçok hikayeler vardır". (Celal Mukadde­mesi). Bu hizmetin okuyucuyu sıkmadan yapılahilmesi için Kemal de, benzeri birçok yazarlar gibi, romanda hir aşk macerasının cazihesinden, onun uyanduacağı ilgi ve heyecandan faydalanmayı ihmal etmez : "Ancak, hu faydalı bilgileri okuyuculara kuru kuruya vermemek için, tiyatro eserinde olduğu gibi, romanda da aşkın cazibesinden faydalan­mak gerekir." ( İntihah, önsöz).

Bu esaslara uygun olarak yazılmış olan İntihah da, hayat tecrü­hesi olmayan bir delikanlının macreasını anlatır ve bu macera entriği ho! bir aşk vakasınııı etrafında döner. Yazar, romanda aşkı bir gar­nitür, okuyucuya belli telkinlerin yapılışını kolaylaştıran bir katalizör olarak düşündüğü için, İntihalı'ııı asıl muhtevası "gençlere hayat tecrübesinin erken çağlardan itibaren kazandırılması lüzumu" olarak ortaya çıkar. Romanın kahramanı Ali Beyin, memurluk hayatına kadar ömrü evle okul ve memurluktan sonra da evle daire arasında geçmemiş, zamanında hayatla ve insanlarla temasa gelmiş olsaydı, hayatında ilk defa karşısına çıkan hafif bir kadının öuünde o kadar lıocalamayacak, başından o kadar büyük felaketler geçmeyecekti. Ali Bey, o dcvrin çok kapalı eğitim sistemiyle yetişen gençlerdendir. Fert hürriyet ve eği­timi ile yakından ilgili bulunan ve hu husustaki düşüncelerini birçok eser ve makalelerinde sürekli olarak açıklamış olan Kemal'in, bütün hir toplumun yavaş yavaş hayata ve gerçekiere yöneltilmesine çalışıldığı hir devirde böyle bir mesclenin üzerine eğilınesini çok tabii karşılamak g�rekir. Hayattan habersiz, içinde yaşadığı toplumun olaylarını, şartlarını ve insanlarını gereği gibi tanımadan yetişmenin kötü sonuçları üzerinde gençleri ve arıa-habayı uyarmak isteyen eserde ahlaki telkinlere de yer verilmiştiı;. Fakat, önsözdeki ifadesine rağmen, aşkın cazibesinden yazar da kendisini kurtaramadığı için, aşk romanda ön plana geçmiş ve ve asıl maksadı iyiden iyiye örtmüş gibidir. Bunu, şüphesiz, yazarın roman tekniğine henüz gereği gibi hakim olamayışının tabii bir sonucu olarak kabul etmek gerekir. Yine ayni sebeple ilgili olarak yazarın, Türk klasik ve halk hikayelerine şiddetle muhalefet etmesine rağmen, bu ilk

Page 60: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

60 KENAN AKYÜZ

denemesinde kendisini halk hikfıyelerinin bazı özelliklerinden kurtarama· dığı, bazan vakaya üçüncü şahıs olarak karışıp kendi düşüncelerini söylediği ve halk hikayelerine ait ifadeler kullandığı görülür. Vakanın "gerçeğe benzer" olmasında ise, başarı gösterilmiştir. Mekan ve olay tasvirlerinde de bu rcalizmi bulmak mümkündür. Fakat, tabiat ve karak­ter tasvirleri çok sühjektiftir. Romanın başlangıcındaki bahar tasviri, sübjektif olmakla da kalmayarak, Divan şiirinin hayal unsurlarını ta­şımak hatasına da diişer. Psikolojik tahlilierin lüzumuna inanan ya· zarın, İ ntihah 'ta bu bakımdan çok yetersiz kaldığını, dil ve üslupta da henüz istikrara varamaclığını ve edebi ifade ile konuşma üsluhu arasında ortalama bir yol tutturduğunu, yani konuşma üslubunu edebi kılığa sokmağa çalışınakla beraber bu hususta henüz pek ba�arı gös­terernediğini söylemek mümkündür.

Namık Kemal'in iki cilt olarak düşünüp yalnız bir cildini yayın­Iayabildiği Cezmi ( 1881 , 1 887, 1888, 1919) ise, Türk edebiyatının ilk ta· rilıi romanıdır. Konusunu, XV I . asırdaki Türk-İran savaşlarından alır. İ stanbul'da ba:�latılan vaka, savaşın safhalarını izleyerek, İran sınırına, Kafkasya'ya ve İran sarayına kadar getirirlir. Asıl gelişme safhası da bu son yere rastlar. Romanın kalıramanı Cezmi ise, İstanbullu bir si­pahidir. Romanın başında, XVI . yüzyılın genel durumundan ve Cezmi'­den bahseden bir Giriş kısmı vardır. Bu giriş, vaka ile tamamİyle ilgisiz olmasa bile, vakanın başlamasını geciktiren ve okuyueuyu yoran bir kısım durumundadır. İntibah'ta göriilen konuşma azlığı ve hareket­sizlik hu romanda da görülür. Bunun en önemli sebebi ise, yazarın bol ve uzun tasvirlerden kendisini alamam•ısıdır. Cezmi'deki tasvirler de, genellikle, suhjektiftir. Romanda, bilhassa şahıs tasvirlerine çok itina edilmiştir. Ancak, dış görünüşün gördüğü bu İlıtimama karşılık, pşiko­lojik muhtcvanın ele alınması yine yetersizdir. Fakat, vakanın kuru­luşunda ve yürütülüşünde, yazarın ilk denemeye göre bir hayli tecrübe sahilıi olduğu ve roman tekniğine çok daha hakim bulunduğu kolay­lıkla anlaşılıyor. Romantizmin detkisiylc vakanın sonu -İntibah'da da olduğu gibi- çok trajiktir. Karaktcrlerin çizilmesindcki aşırılık da bellidir. Romanın toplumsal muhtevası ise, "İslam Birliği" ideolojisini telkine çalışmasındadır.

Romantizmin bu eserdeki asıl etkisi üslupta görülür. Piyeslerinde konuşma dilinden ayrılmayı uygun görmeyen ve esasen bütün piyes­lerini de romantizmin lm bakımdan etkisine kendisini henüz kaptırma-

Page 61: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEB İY ATININ ANA ÇİZGİLEı:İ 6 1

dan yazmı7 bulunan Kemal, şiirde olduğu gibi, üslupçuluğa çok elveriı;li olan romanda da sanatkıhane üslfıba kaydı. Cezmi'nin üsluhu, işte Im

eğilimin son haddini gösterir.

Kemal'deki bu sanatkarane üslup eğiliminin asıl ()nemi ise, kendi eserlerinin sınırını aşarak, gelecekteki Türk romanının da başlıca eğilimi haline gelmesinde ve böylece Tanzimat romanında yeni bir çığırın karakteristiği olabilmesindedir. Gerçekten, onun "Edebiyat-ı sahiha" (Gerçek edebiyat) diye adlandırdığı "Aydın zümre edebiyatı"nın Cezmi ile başlayan üslfıp anlayışı, Sezai-Ekrcm-Nahizade Nazım kanalından geçerek Servet-i fünun romanına gelir.

Tanzimat devrinin tanınmış romancılarından olan Sezai, 1 858'de İ stanbul'da doğdu. BaLası devrio ileri gelen devlet adamlarından Sami Paşa olduğu için Samipaşazade Sezai olarak tanınır. Öğrenimini za­manın bir edebiyat çevresi halinde olan babasının konağında özel olarak yapmış, edebiyata çocukluğunda merak sarmış, henüz genç yaşta iken ( 1881) elçilik katipliği ile Londra'da üç yıl kalarak Batı medeniyet ve edebiyatıyla yakından temasa gelmiş, 1901 de İstanbul'dan Paris'e kaçıp Jön Türklere katılmış, Ahmet Rıza Bey'in orada çıkardığı Şu­ra-yi Ümmet gazetesine II . Abdülhamid aleyhinde yazılar yazmış, 1 909 da Madrid elçiliğine tayin Pdilerek burada 12 yıl kaldıktan sonra emekliye arılmış ve 1936 da ölmüştür.

Eserleri : Sergüzeşt ( 1888, 1925), Küçük Şeyler ( 1890), Rumuzü'l­edeb (1900), İclal ( 1924).

Vakasını bir paşazade ile bir cariyenin aşk macerasından alan Sergüzeşt, artık kapanmak üzere olan bir devrin cariyeli, kölelİ büyük konak hayatının Türk romanındaki en başarılı örneğidir. Yazar bu hayatın bizzat içinde yaşadığı için, gerek kahramanların ve gerekse vakanın aniatılışında kendi gözlemlerinden bol bol faydalanmak im­kanını bulmuştur. Babasının kırk cariyeli konağı, hayatları bile kendi­lerinin olmayan bu insanların en iyi eğitim gördükleri yerlerdendi. Ni­tekim, romanın kahramanı Dilher bu konağa salıldıktan sonra, eğitimine, öğrenimine çok dikkat edilmiş, piyano ve hatta fransızca öğrenmiştir. Fakat, cariyelerin satıldığı her yer elbetteki bu konak gibi değildi ve çoğu ıstıraplı bir hayat geçiriyordu. Romanın ilk kısmında, hemen her cariyenin hayatında yer alan bu kölelik ıstırapları da anlatılır. An­cak yazar, kendi gözlemleri dışında kalan bu ıstırapları anlatabilmek

Page 62: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

62 KENAN AKYÜZ

ıçın başka kaynaklara başvurmak, mesela Hugo'nun Sefiller'inden fay­dalanmak zorunda kalmıştır.

Romanın konusu olan sergüzeşt, çok iyi yetişmiş olmasına rağ­men, sırf cariyc olduğu için konak sahibinin oğlu ile evlenemeyen Dil­her'in hayatıdır. Bu roman bize, Tanzimat dediğimiz "Doğu medeni­yetİnden Batı medeniyetine geçiş dönemi"nin "ikili" düşünüş ve yaşayış tarzını bir konağın günlük hayatı içinde ve çok realist bir şekilde verir. Batılılaşma hareketi yukarıdan aşağıya doğru olduğu, saraydan konağa ve oradan da aydınlara geçe geçe nihayet halka ulaştığı için, ilk mer­halelcrden olan konak hayatı hareketin önemli bir safhasını işlernek bakımından da şüphesiz çok ilgi çekici bir ortamdı. Gerçekten, Asaf Paşa'nın konağında Fransız mürebbiyeyi, fransızca ve piyano öğret· menlerini, Batı musikisini, edebiyatını, mobilyasını, Paris moda mec· mualarından son modaları izleyen hanımları gördüğümüz gihi ; Doğu mohilyasını, adetlerini, zihniyetini, yaşayışını, cariyeleri ve Arap darlı­ları da buluyoruz.

Daha önce Ahmet Midhat tarafından kullanılmış olmasına rağmen, kölelik teması Sergüzeşt'te çok daha başarılı bir şekilde ele alınmıştır. Gerek karakter ve gerekse mekan tasvirlerinde romancı, genellikle, realisttir. Fakat, romanda yer yer romantik bir atmosfer de göze çar­par. Bu haliyle eser, romantizmden realizme geçişin romandaki ilk de­nemesi olarak kabul edilebilir. Esiriere yapılan kötü muamelenin yaban­cısı olan yazar, yukarıda işaret edildiği gibi, Dilher'in konağa gelmeden önceki ıstıraplı hayatı ile Sefiller'deki Cosette (Kozet) in çocukluk hayatı arasında sıkı bir yakınlık kurmuştur.

Sergüzeşt'in dilinde tam bir istikrar yoktur. Birçok yazılarında türkçenin Arap ve Acem kelimelerinden temizlt>nmesine taraftar oldu­ğunu söyleyen yazarın bilhassa tasvir ve tahlillerde türkçeden uzak­laştığı görülür. Üslupta Namık Kemal'i izlemesine rağmen, üsh1hun yer yer sarsıldığı ve çok itinazsız bir üsliip izlenimi uyandırdığı da bir ger­çektir.

Küçük Şeyler, yazarın küçük hikayelerini toplar. Bunların Batı tekniğinde yapılmıı;; ilk türkçe denemeler olmaktan başka bir önemleri yoktur. Rumuzü'l-edeh ile İ clal'de de, yine küçük hikayelerle hazı müsahabe ve makaleler yer almıştır.

Batı mcdcniyeti unsurlarının toplumsal alanda plansız, geli�igüzel ve hızla yayılışı, Tanzimat devrinin gerçek aydınlarını zaman zaman

Page 63: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

:\!.ODER N TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 63

düşündüren meselelerden biri haline glmiştir. Batı medı·niyetini esas­ları ile bir an önce alıp yerleştirmenin kesin zarureti kar�ısında, yarım aydınların çok sathi bir temas sonucunda Hatı medeniyetinin görü­nüşlerine ve yaşayışma ait lüzumsuz ayrıntılara bağlanmaları gerçek aydınların şiddetli tepkileri ile karşılaşmış ve bu tepkiler bilhassa roman­lara konu olmuştur.

Araba Sevdası ( 1898, 1940) adlı romanı ile bu yanlış ınedenileşmt>yi ele alanlardan biri de Recaizade Ekrem'dir.

Yayınlanmasından takriben on yıl önce yazılmış olan Araba Sev­dası'nın kahramanı, Bihruz Bey adında mirasyedi Lir paşazadedir. Bütün işi-gücü ve merakı : alafranga giyinmek, alafranga yaşayış kural­larını yarım yamalak tatbik etmek, herLerieric ve garsonlarla fransız­ca konuşmak ve araba kullanmaktır. Bütün benzerleri gibi, Bihruz Bey de çok basit bir kültüre sahiptir. Fransızcayı değil, türkçeyi hile doğru dürüst konuşup yazamaz. Fakat, evinde bir fransızca öğretmeni ve fransızca konuşabilen bir uşak bulundurmaktan hoşlanır. Yerli ve milli olan her şeyi beğenmcmek ve hatta hor görmek alışkanlığıııdadır. Türkçe konuşurken bile, sözlerine sık sık fransızca kelimeler karıştırır ve türkçe cümleleri de fransızcanın sentaksına göre yapar. Aptal, basit ve zıpır­dır. Onun bütün bu vasıfları okuyucuyu kendisine güldürrnek için yeter. Yazar da bunu kabul etmekle beraber, bu gülünçliiğün altında acıklı bir toplumsal davranışın bulunduğuna da inanır.

Romanda gerek vaka ve gerekse karakterler tamamiyle tabii ve ve yerlidir. Karakterlerin ve olayların tasvirinde realizme son dereec sadık kahnmış ve Türk romanında 1880 den sonra yer alınağa başlamış olan realist eğilime başarılı bir örnek kazandırılmıştır. Ancak, eserin yazılmış olduğu sırada yayınlaıımamış olması ve h atta tamamİyle ro­mantik karakterdeki iki hikayesinin (Muhsin Bey, Şcmsa) daha önce yayınlanmış bulunması, yazarın Im yönünden tanınmasına imkan bırakmadığı gibi, realizmin Türk romanında yerleşmesinde de etkili olamamıştır.

1 889 da yayınlanan Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi, sevgilisi ölen genç bir şairin ıstıraplarını analatan ve tamamİyle roman­tik karakterde hir büyük hikayedir. 1 896 yılı başlarında ve Araba Sevdası'ndan biraz önce Servet-i Fünun'da tefrika ve Lir yıl sonra ay­nca yayınlanan Şernsa da, küçük yaşta ölen kimsesiz bir kızın kısacık

Page 64: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

64 KENAN AKYÜZ

örnrunu yine tamamıyle romantik bir atmosfer içinde veren bir hika­yedir. Teknik bakımdan çok zayıf olan ve şairane tasvir ve düşüncelerle dolu bulunan bu hikayeler, devı·in lıeniiz romantizmden kurtulamamış olan genel zevkine uygundur.

1880 den sonra yetişen romancıların dikkate en çok değerlerinden biri de Nahizade Nazım ( 1862-1893) dır. Hayatı hakkında pek az şey hilinen yazar, hiitün öğrenimini İstanbul'da yapmış, 1 884 te Askeri Mühendis Mektehi'ni yüzhaşılıkla hitirmiş, iki yıl sonra da kurmay olmuştur Bir yandan Harp Okulunda fen dersleri okutup fcnni kitaplar yayınlarken, bir yandan da edebiyatla uğraşrr.::ı ; şiirler, hikayeler yazmış ve şiirlerini şu iki küçük kitapta toplamıştır: Heves Ettim (1885), Mini Mini yahut Yine Heves ( 1886). Zamanında roman üzerine yapı­lan münakaşalara da katılan ve bunlarda bazan Ravi imzasını kullanan yazarın asıl çalışma al am ise, hikaye ve romand ır. Büyük hikayeleri : Yadigarlarım ( 1886), Zavallı kız ( 1889), B ir Hatıra ( 1890), Kara Bihik ( 1890), Sev da ( 1890), Hala Güzel ( 1891 ), Has pa ( 1891 ), Seyyie-i Tesamüh ( 1891 ) . Roman : Zelıra ( 1896, 1954, 1960). Yazarııı ayrıca Yunan ve Latin mitolojisindeıı bahseden Esatir ( 1892) adlı bir eseri daha vardır. Büyük hikayelerinden Kara Bihik'in dilcc sadeleştiriimiş bir baskısı 194·1-te yayııılandığı gibi, bu hikaye ile diğer beş hikayeyi (Y adigarlarım, Sevda, Hala Güzel, Haspa, Seyyie-i Tesamüh) ve Esatir'i ihtiva eden bir baskı daha yapılmıştır ( 1961).

Şiirde sadece bir amatör olarak kalmış olan Nahizade Nazım, çok genç yaşta ölmesine rağmen, hikaye ve roman alanında adıııı unu­tulmaktan kolaylıkla kurtarabilecek eserler vermiştir. Nazım, Tan­zimat Edebiyatı'nııı son yıllarmda kendini gösterrneğe başlayan realist ve natüralist eğilimin temsilcilerinden biridir. Ancak, o zamana kadar ronıantizmle beslenmiş ve ona alışmış olan hikaye ve roman okuyucu­sunun manevi baskısı altmda bulunduğu için, bazı hikayelerinde (Haspa, Hala Güzel, Yadigarlarım, Zavallı Kız, Bir Hatıra) yer yer romantizme kapılmaktan kurtulaıııamır;;sa da, Kara Bibik ve Seyyie-i Tesamiih hikayeleriyle Zelıra'da realizme çok yaklaşmıştır. Kara Bibik'in önsözii, Türk edebiyatında realizm ve natüralizmin ilk ve küçük bir beyanna­mesi halindedir. Yazar, burada -yanlış olarak "insanın ve toplumun yalnız kötü yönlerini anlattığı" sanılan- realizm ve natüralizmin esas­larını açıkladıktan sonra, bunlara bir şörnek olarak da Kara Bibik'i yazdığım söyler. Gerçekten bu hikaye, tam anlamıyle realist sayılabile-

Page 65: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİY ATıN ıN Al'iA ÇİZGİLERİ 65

cek ilk Türk hikayesidir. Kahramanı bir köylü olan ve vakası Anadolu­da, Antalya'nın bir köyünde geçen hikaye, köyün bütün hayatını tam bir realizmle aksettirir. Yazar, realiteye sadakat düşüncesiyle, köy­lülerin şivelerini de aynen vermiştir. Bu haliyle Kara Bibik, son devir Türk edebiyatındaki köy roman ve hikayelerinin de ilk örneği durumun­dadır. Seyyie-i Tesamüh'te ise yazar, genç ve kabiliyetsiz bir edebiyat meraklısının şöhrete erişmek için başvurduğu sonuçsuz çareleri realist bir görüşle tesbit eder.

Fakat yazar, asıl başarısını Zelıra'da gösterir. Büyük hikayedeki denemelerinden sonra romana geçen ve büyük bir gözlem ve araştırma gücüne sahip bulunan Nazım, bir kıskançlık temasına oturtulmuş olan vakayı ve olayların geçtiği çevreleri tanı bir realizmle tasviri başardığı gibi, karakterlerin tasvir ve tahlilinde de ayni başarıyı gösterir. Roman­daki psikolojik tahliller, bilhassa kıskanlık psikolojisinin geliştirilmesi ve ayrıca bazı toplumsal çevrelerin tanıtılnıası dikkate değer bir itina ile yapılmıştır. Bu bakımdan Zchra, türkçede ilk psikolojik roman de­nemesi olarak da kabul edilebilir. Yalnız, devrio genel eğiliminden gelme bir alışkanlıkla, vakada entrik unsuruna fazla yer verilmiş ve sonuç çok trajik bir şekilde düzenlenmiştir. Her haliyle modern bir roman anlayışına eriştiğini gösteren romancı, üslfıp bakımından Namık Kemal'in izindedir. Dilde de, farsça ve arapça kelimelerden ve tamla­malardan mümkün olduğu kadar uzaklaşarak, ortalama bir vokabüler kurahilmiştir.

Tanzimat devri romaneılarını tamamlamak için, İstanbul'un kötü alafrangalaşmış çevrelerindeki hayatı çok realist bir şekilde anlatan Diyana ( 1890) ve Meraret-i Hayat (1890) adlı iki küçük roman yazmış olan Mehmet Münci'yi ve Cezmi'den sonra İ slam Birliği ideolojisini ele alan Turfanda mı ? yoksa Turfa mı ? (1890) romanının yazarı Mehmet Murat'ı da kaydetmek lazımgelir. Devrio siyasi olayiarına muhalif ola­rak karışan ve Mizan adında bir gazete çıkardığı için Mizancı Murat Bey diye de anılan yazar, siyasi mücadclelere de yer verdiği bu romanın­daki gözlemleri ve toplumsal tahlilleri ile bilhassa dikkati çekmektedir.

E d e b i T e n k i t

Türk edebiyatında gerçek edebi tenkidin de Tanzimat'tan sonra başlamış olduğu söylenebilir. Gerçekten, Tanzimat'tan önce edebi ten-

Page 66: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

66 KENA:-1 AKYÜZ

kide ait eserler islami edebiyatın yalnız yazı tekniğinden bahseden eser­lerden ibarettir ve bunlar çojunlukla Arap ve Acem edebiyatlarında daha önce konulmuş kurallar hakkında bu dillerde yazılmış kitapların çevirileridir.

Avrupai bir Türk edebiyatının kurulmasına başlandıktan sonra, zamanla, karşılaşılan ve çözülmesi gereken bazı önemli meseleler üze­rinde bir düşünme, açıklama ve tenkid dönemi de başlamış oldu. 1860 tan sonra Batı. kültürü ile temas kuran ve Türk edebiyatını modern­leştirrneğe çalışanların aydınlara açıklayıp anlatmak ve onları inandır­mak durumunda bulundukları ilk mesele, Divan Edebiyatı'nın artık ortadan kalkmasındaki zaruretti. Onlara göre bu edebiyat, "son dere­cede kuralcı, sanatçının kişiliğini boğan, söz oyunlarını ön planda tutan ; duyguları, hayal ve düşünceleri ve ifade unsurlarİyle klişeleşmiş, hayat ve gerçekle ilgisiz, devrini tamamlamış ve skolastik karakterde" bir edebiyattı. Bu hüviyetiyle, artık tarihe kanşmak ve yerini medeni kuruluştaki bir edebiyata terk etmek zorunda idi. Kurulacak olan yeni edebiyata genç kuşakları alıştırahilmek için, onları Divan edebiyatı'n­dan soğutup uzaklaştırmak şarttı. Bu sebeple Tanzimat Edebiyatı'nın ilk döneminde bütün tenkidler Divan Edebiyatı'nın esasları ve özel­likleri üzerinde toplanır. Kurulacak yeni edebiyat için adeta bir "alan açma" mahiyetinde olan bu tenkidler, Ziya Paşa ile Namık Kemal tarafından yönetildi. Ziya Paşa, Hürriyet'te çıkan Şiir ve İnşa ( 1868, sayı : l l) makalesinde, Divan Edebiyatı'na şiddetle hücum ederek onu "gayr-i milli ve sun'i" olmakla suçlar ve asıl Türk edebiyatının Halk Edebiyatı olduğunu iddia eder. Fakat, gençliğinde Divan Edebiyatı kültürü ile yetişmiş ve onun zevkini almış olan Ziya Paşa, bu tenkid­leri inkılapçı düşüncelerinin baskısı altında yani bir edebiyat ihtilalcİsİ psikolojisi ile yaptığı, duygularİyle Divan Edebiyatı'na bağlı bulunduğu için Harahat ( 1874) a yazdığı önsözde bu iddianın aksini ileriye sürmektr: de tereddüt etmemiştir.

Buna karşılık inkılapçı karakterini hiç bırakmayan Namık Kemal, kendi zevk ve alışkanlıklarını bir yana iterek, Divan Edebiyatı hakkın­daki düşüncelerinde sonuna kadar direnmiştir. 1866 da Tasvir-i Efkar'da çıkan "Lisan-ı Osmaninin Edebiyyatı Hakkında Bazı Mülahazatı Şa­mildir" adlı uzun makalesinde Divan Edebiyatı hakkındaki menfi düşün­celerini, Harahat'ı tenkid maksadıyle yazdığı Tahrib-i Harahat ( 1886, 1 887, 1894) ve Ta'kih ( 1886) adlı eserlerinde daha şiddetle savunur.

Page 67: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 67

Ayni yazarlar, gerek Divan Edebiyatı alışkanlıklarının giderilmesini hedef tutan yazılarında ve gerekse doğrudan doğruya yeni edebiyatın esaslarını açıklayan ve savumin başka yazılarında Batı Edebiyatı hak­kında da gerekli bilgileri vermekte idiler. Naınık Kemal, bilhassa Mu­kaddime-i Celal ( 1883) de, Bahar-i Daniş ( 1885) adlı çevirisinin ve İn­tibah ( 1876) ın önsözlerinde, tiyatro hakkındaki makalelerinde ve sonradan bulunup Necmettin Halil Onan tarafından bastırılan Naınık Kemal'in Ta'lim-i Edebiyyat Üzerine Bir Risalesi ( 1950) adlı eserinde Batı Edebiyatma dair görüşlerini açıkladığı gibi ; Ziya Paşa da Mukad­dime-i Harahat'ta Doğu ve Batı edebiyatlarını karşılaştır1rarak, ara­larındaki ayrılıklarda "tabiat ve toplumsal çevre" şartlarının etkili bulunması gibi zamanının Batıda da çok yeni fikirlerini aksettirir. Bu Eski-Yeni. Doğu-Batı mücadelesi Tanzimat devrini de aşıp Servet-i Fünun devrine geçecek ve ancak 1898 yılında hatılı Tiirk edebiyatının kesin zaferiyle bitebilecektir.

Tanzimat devrinin başlıca nıünakaşa konularından biri de, yeni edebiyatın dili ınesele3idir. Şinasi'nin Terceman-i Ahval ve Tasvir-i Efkar gazetelerinin ilk sayılarına yazdığı önsözlerle Ziya Paşa ve Na­ınık Kemal'in yukarıdaki makale ve eserleri bu mcsele hakkındaki gö­rüşlerini de bildirirler.

Fransız edebiyatı ile temaslar arttıkça, bu edebiyattan çevrilen eser­ler ve yazarları hakkında bazı inceleme ve tenküller de görülmeğe başlan­mıştır. Ayrıca, hatılı edebi türler ve akımlar üzerinde de zaman zaman münakaşalar yapılmıştır. 1 880-1 886 yılları bu ınünakaşalar bakımın­dan çok hareketlidir. Ahmet Midhat - İsınail Hakkı - Beşir Fuat - Nil­bizade Nazım arasında yapılan bu münakaşalardan başka eski ve yeni edebiyatlar mücadelesi de ayni tarihlerde en şiddetli safhasına girmiştir. Bu safhanın en gürültülü çatışması ise, Recaizade Ekrem ile Muallim Naci arasında şiir dili ve nazım tekniği üzerine yapılan ve ancak büku­ınetin araya girmesiyle kapanmış olan münakaşadır. ( 1886). Naci, Saa­det gazetesinde çıkan cevaplarını "Demdeıne" ( 1886) adıyle ayrıca yayınladı. Naci'nin tenkide dair eserleri arasında, bazı makalelerini top­layan Yazmış Bulundum ( 1884) ve Terceman-i Hakikat'in edebi kıs­mında açtığı bir sütunda genç şairlerin gönderdikleri şiirleri tenkid edip düzelten yazılarını taşıyan Muallim (1886) kaydedilehilir.

Naci'nin eski yazı kurallarına dayanan ve yalnız gramer ve sentaks yanlışlıklarını belirten yetersiz tcnkid metodunun yanında, Ekrem ta-

Page 68: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

68 KE:-IAN AKYÜZ

mamıyle batılı bir metoda sahiptrir. Yazı kurallarından bahseden Doğu eserleriyle yetinmeyerek Batıdaki edebiyat kuraınlarına ait eser­lerden de faydalanmak suretiyle yazdığı Ta'lim-i Edebiyyat ( 1879, 1882, 19 14), bu devirde avrupai Türk edebiyatının esaslarını açıklayan en önemli eser olduğu gibi; I I I . Zemzcme ( 1885) nin önsözü, Takdir-i Elhan ( 1886) ilc Pcjmürdc (1 895) deki bazı parçalar ve Takrizat ( 1898) da onun genellikle sanat ve özellikle şiir hakkındaki dikkate değer düşüncelerini taşırlar.

Bu durumu ile Tanzimat devrinde tenkid, daha çok . Doğu-Batı edebiyatlannın mücadelesini mi ln.·er yapan, Divan Edebiyatı için yıkıcı ve avrupai Türk edebiyatı için de yapıcı bir karakter göstcımektedir.

E d e b i y a t T a r i h i

Tanzimat'tan önce edebiyat tarihi alanındaki çalışmalar, belli bir devrio şairleri hakkında alfabetik sıraya göre çok basit biyoğrafik bilgi ve onların şürlerine dair yine çok basit ve adeta klişe hükümler taşıyan şuara tezkerelerinden ibarettir. Bu çalışmaların edebiyat tarihi görüşü ve metodu ile hiçbir ilgileri bulunmadığı gibi, o sıralarda, büyük şairler hakkında yazılmış monoğrafiler de yoktur.

Türk şürinin tarihi üzerine çok basit bir taslak denemesini, ilk olarak, Ziya Paşa yapar. Harahat'ın manzum önsözündeki "Ahval-i Eş'ar-ı Türki" ve "Ahval-i Şuara-yı Hfım" bölümlerinde, XV. yüzyıl­dan başlattığı Osmanlı şiirinin temsilcilerini kronoloj ik bakımdan üç gruba ayırır : Kudcma, Evasıt, Evahir. Birinci grupta Ahmet Paşa'dan Baki'ye, ikinci grupta Baki'den Nabi'ye ve üçüncü grupta da Nabi'dcn İ zzct Molla'ya kadar gelen başlıca şairleri toplar. Ziya Paşa, ayni şair­leri asıl başarı gösterdikleri nazım şekillerine (kaside, gazel, mesnevi) göre ayrıca sıralayarak, başarı dereceleri ve şiirlerinin özellikleri üzerine kısa bilgi ve bazı değer hükümleri vermiş ve bazılarını tanınmış İran şairleriyle de karşılaştırnııştır. Kronolojik tasnifte bazı karışıklıklara rastlanmasına, yapılan tasniflcrin ve verilen hükümelerio basit ve şahsi olmasına rağmen, bu deneme şuara tezkerelerinden elbetteki çok farklıdır ve müellifte bir edebiyat tarihi kavramının varlığını gösterir.

Bir edebiyat tarihi çalışması olmamakla beraber, Sinan Paşa'dan Namık Kemal' e kadar Osmanlı nesrinin başlıca temsilcilerinden örnekler

Page 69: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODER!V TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 69

aldığı Nümfıne-i Edebiyyat-ı Osmanin-e ( 1879) sinde Ebuzziya Tevfik'in Lu yazarlar hakkında verdiği geniş bilgi ; eserlerini, edebi özelliklerini ve hizmetlerini açıklayış ve tahlil tarzı da tamamıyle yenidir.

Türkçede "Edebiyat Tarihi" adını taşıyan ilk deneme ise Abdül­lıalim Memduh ( 1866-1905) un Tarih-i Edebiyyat-ı Osmaniyye ( 1888) si dir. Yazar eserini üç bölüme ayırarak, birinci bölümde Divan Edebi­yatı hakkındaki düşüncelerini anlatmış, ikinci bölümde Sinan Paşa'dan Mütercim Asım Efendi'ye, üçüncü bölümde de Akif Paşa'dan eserin yayınlandığı tarihe kadar gelmiştir. Ancak, bilhassa ikinci bölümde Osmanlı Edebiyatı'nı yine XV. yüzyıldan başlatmak, birçok önemli şahsiyetleri dikkate almamak, bazan tarihi sırayı bozmak (Nabi'yi Nedim'den sonraya koymak gibi) hatalardan başka, eserde genellikle verilen hükümler ve varılan sonuçlar da tamamıyle şahsidir. Fakat, zamanına kadar, Türk edebiyatı tarihi alanında yapılan ilk denemedir.

Bu çalışmaların dışında, şuara tezkerelerindeki metodun biraz daha genişletilmiş örnekleri arasında Recaizade Ekrt>m 'in Kudemadan Bir­kaç Şair ( 1885) ini, Muaallim Naci'nin Osmanlı Şairleri ( 1890) ile Esami (1891) sini ve Faik Reşat'ın Eslaf ( 1894) ını saymak mümkün­dür.

Doğrudan doğruya Türk edebiyatı tarihi ile ilgili olmamakla bera­ber, Beşir Fuat'ın Volter ( 1886) ve Viktor Hugo ( 1886) adlı monoğrafi­leri, modern bir metodla meydana getirilmiş olmaları bakımından, dik­kati çekınektedirler. Bu devirde Türk edebiyatı tarihine ait olarak hazırlanmış basit ve küçük monoğrafiler arasında ise, İsmail Hakkı'­nın "XIV. Asr-ı Hicri Türk Mulıarrirleri" genel adı altında Ahmet Midlıat Efendi ( 1890), Ekrt>m Bey ( 1890), Cevdet Paşa ( 1890), Şemsettin Sami ( 1890), Muallim Naci ( 1893), Muasır Şairlerimiz (Nabizade Na­zım, Ali Ruhi, Emin Hüınayi, Muallim Cı1di) sayılabilir.

G a z e t e c i l i k

Tanzimat devrindeki gazetecilik çalışmaları edebi çalışmalarla çok yakından ilgilidir. Çünkü bu devrio bellibaşlı yazarları basın hayatına da karıştıkları gibi; gazeteler edebiyat dergilerinden çok önce çıkınağa başladıkları için, ilk edebi yazılar da gazetelerde çıkmıştır. Tanzimat devrinin bizzat gazete çıkarmış ve edebi yazılarının önemli bir kısmı

Page 70: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

70 KENAN AKYÜZ

gazetelerde yayınlanan tanınmış yazarları arasında Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi, Ahmet Midhat, Ebuzziya Tevfik ve Şemsct­tin Sami başta gelirler.

Türkiye'de resmi bir gazete olan Takvim-i Vekayi (1831) in yayın­lanması ile başlamış olan basın hayatı, Tanzimat'ın ilanından sonra yarı resmi Ceride-i Haviidis ( 1 840) ile devam eder ve 1860 a kadar bun­lara, sadece, mesleki bir gazete olan Vekayi-i Tıbbiyye ( 1850) katılır.

Serbest Türk gazeteciliği ise, 1 860 ta Agah Efendi'nin çıkardığı ve yazılarını genellikle Şinasi'nin yazdığı Terceman-ı Ahval i le başlar. İlk edebi tefrika olan Şair Evlt>nmesi'ni hu gazett>de yayıniayan Şina;i, 1 862 de tek başına Tasvir-i Efkar'ı kurar. Ayni gazeteyi 1865 ten sonra, iki yıl süre ile Namık Kemal çıkarır. Ali Suavi, ilk olarak 1866 da İstanbul'da yönetmeğe başladığı Muhbir'i Avrupa'ya kaçtık­tan sonra Londra'da çıkarınağa devam eder (31 ağustos 1876). Ziya Paşa, 1868 de Londra'da Kemal ile birlikte kurduğu Hürriyet'i, 1 869-1870'te Londra ve Cenevre'de tek başına çıkarır. Kemal, Avrupa'dan döndükten sonra, en önemli siyasi ve fikri yazılarını yayınladığı İbret (1871) i çıkarınağa başlar. Ahmet Midhat, önce Devir ( 1872) ve Bedir ( 1872) gazetelerini ve sonra da, birçok romanlarını tefrika ettiği, Ter­ceman-ı Hakikat ( 1878) i çıkarır. Zamanının basın hayatına Şemsettin Sami de Sabah ( 1876) ve Tercemiin-ı Şark (1878) gazeteleri ile Hafta ( 1880) dergisini çıkarmak suretiyle katıldı. Devrin en önemli gazetecİsİ ve yayıncısı ise, Ebuzziya Tevfik'tir. Ebuzziya, Kemal'in çıkardığı İbret gazetesinin yazı heyeti arasında bulunduğu gibi, kendisi de Hadika ( 1872) ve Sırilc ( 1 873) gazetelerini ve 1879 da da Mecmua-i Ebuzziya'yı çıkardı. Bu dergi ile Hadika, zamanlarının edebi olaylarını aksettirme­leri bakımından da çok önemlidir. Devrin tanınmış diğer gazetecileri arasında Basiret ( 1869) gazetesi sahibi Ali, İstanbul ( 1867), Hakayık-ui­Vekayi ( 1870), Vakit ( 1875) gazetelerinin başyazarlığını yapmış olan Kemalpaşazade Sait ve İkdam ( 1894-) sahibi Ahmet Cevdet de sayılmak gerekir.

Tanzimat devri basını ; sayıları altınışı bulan gazeteleri (43 politika, 2 edebiyat, l tiyatro, 3 magazİn, 2 mizah, 2 çocuk, 2 kadın, 2 ziraat, l tıp, ı hukuk ı ticaret, ı askerlik) ile İmparatorluğun çeşitli alanlar­daki toplum�al kalkınmasına büyük hizmette bulunduğu gibi; en tanın­mışları arasında Mecmua-i Ehuzziya ( 1879), Hazine-i Evrak ( 1882), Hazine-i Fünün ( ı882), Meneınenlizade Tahir'in çıkardığı Gayret ( 1886)

Page 71: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

:'!!ODERN TÜRK EDEBiYATıNıN ANA ÇİZGİLERİ 71

ve Asar ( 1886), Maarif ( 1890), Resimli Gazete ( 1891), Mahimat ( 1893) dergileri bulunan ve yüzü aşan sayıdaki edebiyat, fikir ve sanat dergileri ile de kültürel alandaki kalkınmaya önemli yardımlar yapmıştır. Kitap halinde basılan m9:ıoğrafik çalı�malar Türkiye'de ancak 1908 den son· ra geliştiği için, yüz yıllık Türk kültür tarihini ilgilendiren hemen bütün malzemesinin gazete ve dergi sayfalarmda bulunduğu düşünülecek olur­sa, basının bu devirdeki hizmeti daha iyi anlaşılmış olur.

Tanzimat hasınının doğrudan doğruya edehiyata olan en büyük hizmeti ise, yeni bir nesirn doğınasındadır. Gazete dilini Takvim-i Ve­kayi'in münşiyane nesrinden kurtaran Şinasi'inin makale ve fıkraları, yeni Türk nesrinin ilk örnekleridir. Cümleyi eski nesrin kelime ve sanat oyunlarından temizleyerek onu yalnız fikrin ifadesine veren bu nesir, daha sonra gelen gazetecilerin elinde hu durumundan biraz uzaklaş­ınakla beraber, çağdaş Türk nesrinin esasını kurmuştur. Tanzimat ba­sınının Türk edebiyatma olan diğer hizmetleri arasında makale, müsa­habe, fıkra, deneme gibi hatılı yazı çeşitlerini getirmesi ve edebi tenkidin gelişmesine yaptığı büyük yardım da kaydedilmelidir.

II

SERVET-İ FtlNÜN DEVRİ ( 1896-1901)

Servet-i Fümin yahut Edebiyyat-ı Cedide devri, Türk edebiyatında 1 860 tan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin kesin sonucunu -Batı edebiyatı'nın lehine olarak- tayin eyleyen sonuncu safhadır. Gerçekten, pek yoğun ve pek dinamik çalışmalarla geçen bu kısacık safhanın sonunda, Tiirk cdebiyatr gerek zihniyet, gerek muhteva ve gerekse teknik bakımlarından tamamıyle avrupai bir mahiyet kazana­bilmiştir.

Türk edebiyatının bu devrine Servet-i Fiinıin devri denilmesi, bu edebi hareketin Servet-i Fünfın dergisinde gerçekleşemesiyle ilgilidir ve Tevfik Fikret'in bu derginin yazı işlerini üzerine almasıyle başlar (7 şubat 1896, sayı : 256). Divan Edebiyatı'na karşı kurulmasına çalışı· lan avrupai Türk edebiyatını ifade için Tanzimat devrinde kullanılmış olan Edebiyyat-ı Cedide deyiminin de bu harekete ad olması, hareketin

Page 72: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

72 KENAN AKYÜZ

hu deyimi tamamıyle benimseyip kendi hakkında pek sık kullanmasın­dandır.

Edebi yy at-ı Cedidc'yi meydana getirenler arasında, şair olarak Tev­fik Fikret, Cenab Şehabettin, Hüseyin Siyret, Hüseyin Suat, Ali Ekrem, Ahmet Reşit, Süleyman Nazif, Süleyman Nesip, Faik Ali, Celal Sahir; hikiiyeci ve romancı olarak Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet, Safveti Ziya ve münekkid olarak da Ahmet Şuayb vardır.

1 891 yılı martmda İstanbul'da Ahmet İhsan (Tokgöz) tarafından çıkarılmasına başlanmış olan Servet-i Fünfın, isminden ıle anlaşılacağı gibi, başlangıçta daha çok fenni yazılara önem veren bir dergi idi. Tev­fik Fikret'in yazı işleri müdürlüğüne gelmesinden sonra, tam bir ede­biyat ve sanat dergisi 'halini alınağa başladı. O zamana kadar türlü dergilerde dağınık şekilde yazan ve avrupai hir edehiyata taraftar oian gençleri bir tek derginin etrafında toplayarak eski edebiyat taraftar­Iarına karşı tek hir cephe kurmak isteyen Recaizade Ekrem, Mekteh-i Mülkiye'den öğrencisi olan Ahmet İ lısan'ı Sevct-i Fi.inun'un böyle hir yayın organı haline getirilmesi hususunda razı edince, Tcvfik Fikret'i de derginin başına getirdi ve kısa hir zaman sonra Servet-i Füni'ın -mem­leketin sadece en büyük sanat ve edebiyat dergisi olmakla kalmayarak­Türk edebiyatının modernleşmesinde çok önemli hizmeti bulunan bir organ haline de geldi. Tevfik Fikrct'in peşisıra, kısa sürelerle, Halit Ziya,

. Cenab, Mehmet Rauf, Hüseyin Ca h it ve ötekiler de dergi ye katı -

larak Servet-i Füni'ın Topluluğu'nu kurdular ve böylece Edebiyyat-ı Cedide devri başlamış oldu.

Servet-i Füni'ın'da toplanan gençler, büyük hir sanat aşkına sahip­tiler. Fransız edebiyatını yakından izliyor ve onu örnek tutarak, Türk edebiyatını büyük bir hızla batılılaştırmağa çalışıyorlardı. Dergi, kısa zamanda, gerek şekilde ve gerekse duyuş ve hayiii kuruş hakımından tamamıyle avrupai şiirler, hikayeler ve roman tefrikalariyle dolmağa başladı. Bir yandan Tevfik Fikret'in ince zevki dergiye cazip hir görünüş verirken; bir yandan da, yazılan lıirçok inceleme yazılarrıylc Fransız edebiyatındaki çeşitli akımların ve önemli şahsiyetlcrin çok dikkatli ve etrariı bir şekilde tanıtılmasına çalışılıyor, ayrıca çeviriler de yapılı­yordu. Estetik, ilk defa ve "Hikmet-i bediiyi" adıyle bu derginin sa­hifelerinde tanıtılmağa başlandı. Türk şiirine, Fransız şiirinden birçok yeni hayaller getirildi. Bunları ifade için yeni tamlamalar kullanıldı,

Page 73: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

�IODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 73

sözlüklerden yeni yeni frasça ve arapça kelimeler bulunup çıkarıldı. Böylece, genel konuşma dilinden uzak bir vokabüler ve üslfıp meydana geldi.

Onların Fransız edebiyatma aşırı hağlılıkları, yine oradan alınma yeni bir hayal dünyası ve halktan ayrı bir vokahüler kurmaları birçok itirazlara yol açtı. Dağınık ve plansız çalışmalarına rağmen, eski ede­biyat taraftarları henüz ayakta idiler ve Servet-i Fünunculara karşı direniyorlardı. Şeyh Vasfi, Halil Edib, Faik Esat (Andclih), .Müsteca­bizade İsmet, .Mehmet Celal, Ahmet Rasim, Samih Rıfat, Ali Kemal'den ibaret bulunan ve yazılarını daha çok Hazine-i Fünun, Resimli Gazete, Musavver Malumat, Musavver Fen ve Edep, İ rtika gibi dergilerde yayın­layan bu eski edebiyat taraftarlarının onlara yönelttikleri başlıca suç­lar şu şekilde toplanabilir: l) Fransız edebiyatma aşırı bağlılıklarıyle Servet-i Fünuneular, orijinal olmayan, tamamıyle taklitçi bir edebiyat meydana getiriyorlardı. 2) Bu edebiyat, ayni zamanda, memleketin genel ya�ayışı ilc ilgisiz, gayr-i milli, kozmopolit bir edehiyattır. 3) Dil ve üslup hakımından tutulan yol da halktan uzak ve tamamıyle sun'i­dir. 4) Gerek vokalıiilerlerinin sun'iliği ve gerekse Fransız şiirinden taşıdıkları hayallerin acaipliği Türk şiirini anlaşılmaz hale getirmiştir.

Bu son itiraz noktasında, Servet-i Fünunculara en ağır hüeumu Ahmet �Iidhat yaptı. Eserlerinin en hasit okuyucular tarafından hile anlaşılabilmesini gaye edinmiş olan Ahmet Midhat, Servet-i Fünuncu­ların konuşma dilinden uzaklaşmakta gösterdikleri aşırılıktan hoşlan­mayarak, Sabah gazetesindeki meşhur Dekadanlar makalesini yayın­ladı ( 14. mart 1 897). Bu tarihten on yıl önce Fransa'da muarızlarınea scmholistlere takılmıl;l ve tutunmuş olan Dekadan adını Servet-i Fünun­culara da takınakla yazar, onların şiirlerinde yeni hayallcrdt>n ve arapça, farsça tamlaınalardan doğma anlam kapanıklıklığına saldırıyordu. Devrio hüyük bir edebiyat otoritesi tarafından takılmış olan lıu ad, hatılı edehiyata muhalif olanlarca rağhet görerek, uzun süre Servet-i Fünuncular hakkında alaylı birçok yayın yapılmasına yol açtı. Fakat, kısa bir sarsıntıdan sonra, harekt>t yine tam bir düzenle ve aralıksız devam etti . Servet-i Fünuneular, yapılan bütün saldırışlara tck bir cephe ha­linde ve IH'p birden ka�şı koydukları gibi, cdPbi çalışmalarını da ak­satmadan sürdürdüler.

Böylece, 1 898 yılının sonlarında yani üç yıl içinde Servet-i Fünuııeu­lar mücadeleyi kazanmış, avrupai Türk edebiyatının kesin zaferini

Page 74: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

KENAN AKYÜZ

sağlamış b ulunuyorlar<lı. Mtıh l liflerinin sesleri yine arasıra çıkınakla b �mber, mtı1ıalefet artık iyiden iyiye zayıflamış ve avrupai bir edebi­yatın gerekliliği ve önemi Türk kamuuyunca kesin olarak kabul edildiği için, Servet-i Fünuncular henüz genç yaşta modern Türk edebiyatının üstadları payesine yükselmişlerdir. Yukarıdaki ağır saldırışı yapan Ahmet Midhat hile, nihayet, Servet-i Fünun hareketinin edebi değerini i tirafa mecbur kalmış ve Tarik gazetesine yazdığı Teslim-i Hakikat (4 aralık 1898) adlı makalesiyle, Servet-i Fünuıı hareketinin Türk ede­biyatında büyük bir ilerlemenin ifadesi olduğunu kabul etmişti.

Dışarıdaki muhalefetin zayıflaması, zamanla, kendi aralarındaki bazı anlaşmazlıkların açığa vurulmasına yol açtı. Zaten sanat anla­yışında prensipler bakımından birleşmekle beraber, bu prensipierin tatbikatında öteden beri aralarında bazı görüş ayrılıkları vardı. Ayrıca, kabiliyet ve mizaç ayrılıklarından doğan, bazı gizli anlaşmazlıkların varlığı da biliniyordu. Aşırı ferdiyetçilikten doğma konu darlığı, hep ferdi hayallerin ve duyguların ve bilhassa aşk duygularının işlı>nmesi, siyasi şartların baskısından ileri gelı-n bir cansızlık \·e melarıkuli, toplum hayatına yiirıelerneyiş, dildeki sun'ilik ve bundan doğma anlam kapa­rııklığı üzerinde t oplanan bu ayrılıklar, dışarıya karşı birlik görünmek ve parçalanmamak zarureti ile uzun süre açığa vurulmadı. Fakat mu­halefet artık tehlikeli olmaktan çıkınca, vaktıyle başkalarına karşı kabul etmedikleri hatalarını kendi kendiiNine düzeltmek için, bir otok­ritisizme gitmekte sakınca görmediler. Bu hareketin ilk denemesini, Servet-i Fiinun'u yazdığı uzun bir makalP ile (Son Yazılar, 7 haziran 1 900, sayı : 48.2) Ahmet Şuayh yaptı . Servet-i Fünfın Edı-hiyatı'nın hep ferdi duyguları ve bilhassa aşk konu3unu ioşlemesinden �ikayet ve hu kısır yolun tehlike3inden halı-, eden bu tamamıyle objektif yazı, Servet-i Fünun topluluğunca da iyi karşılandı. Fakat, altı ay sonra Ali Ekrem'in Servet-i Fünnn �iirinin kusurlarından söz eden uzun bir tenkid yazısı fazla sert ve sübjektif hükümleri ta�ıdığı için, dergide hazı değişikliklerle basıldığı gibi (Şiirimiz, 15, 22, 29 kasım ve 6 aralık 1900, sayı : 505-508), tenkitle uğrayanların da tepkileri ile kar'>'ılaştı. Bunun Üzerine Ali Ekrf"m, Servet-i Fünun'darı ayrılarak, hu tenkidini muhaliflerin organı olan Musavver Maliinıat dergisinde bastırdı (27 aralık 1900). Ali Ek n� m 'in ayrılışını, onun topluluktaki en yakın dostu olan Alırnet Reşit'in ayn­Iışı izledi ve, böylece, Servet-i Fünun'da ilk anlaşmazlık ve dağılma patlak vermiş olıiu. Fakat Servet-i Fünun, yine hep birden almış ol-

Page 75: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

l\IOUERN TÜRK EUEBİYATINıN A:-IA ı,:İZGİ J.ERİ 75

duğu cephe ile, bu sarsınııyı da atlattı. Ancak, 1901 yılınııı başlarmda ve idari bir mesele yüzünden Ahmet İhsan ile aralarında çıkan bir an­laşmazlık dolayısiyle Tevfik Fikret'in yazı işleri müdürlüğünü bırakıp dergiden ayrılması üzerine, Servet-i Fünun ciddi bir bulıranın içine d1şmüş oldu. Yazı işleri müdürlüğünü üzerine alan Hüseyin Cahit'in, hiçbir değişiklik yapmadan, dergiyi Fikret'in düzeninde devam ettir­mesi Servet-i Fünuıı'daki büyük çatiağı kamuoyundan bir süre daha gizleyebildi ise de, yine Hüseyin Cahit'in fransızcadan çevirdiği Edebi­yat ve Hukuk makalesi ( 16 ekim 1901, sayı : 553) kamuoyunu kışkırtıcı mahiyette bulunarak, dergi I I . Abdülhamid tarafından kapatıldı ve sorumluları da mahkemeye verildi. Altı haftalık bir kapanıştan sonra mahkeme kararı ile suçsuz bulunan Servet-i Fünun, 5 aralık 1901 de tekrar yayınianınağa başladı. Fakat, bu sefer, Hüseyin Cahit de yazı işleri müdürlüğünü bıraktı . Esasen, bu sırada, topluluktakilerin bir kısmı resmi görevieric dışarıya tayin edilmiş lıulundııkları gibi, İstanbul'da olanların da devrin ağır ve en ufak şeylerden hile kuşkulanan havası içinde eski enerjileri ve çabaları kalmamıştı. Bunun için Servet-i Fünun, tekrar Tevfik Fikret'ten önceki durumuna girdi. Beş, altı yıldan lıeri dergide edebiyat ve sanat meraklılarının büyük hir zevkle izledikıeri "Müsahaht>-i Edebiyye"lerin yerini tekrar "Müsahabe-i Fenniyye"ler aldı ve, böylece, Servet-i Fünun topluluğu da kesin olarak dağılmış oldu. Servet-i Fünuncular, 23 temmuz 1908 deki I I . Meşrutiyct'e kadar, pek az şey yayınladılar. Bu tarihten sonra tekrar ortaya çıktılarsa da, şartlar değişmiş ve yeni bir kuşak yetişmiş bulunuyordu. Bu kuşağın şiddetli hüeum ve inkarları ile karşılaştılar. Çalışmalarına eski ünlerinin gölgesin­de, ayrı ayrı dergilerde ve dağınık bir şekilde bir süre daha devam ettiler­se de, hiçbir zaman bir araya gelemcdiler.

Servet-i Fiinfın veya Edebiyyat-ı Cedide hareketiııin Türk edebi­yatında 1860 tan sonra lıaşlayan batılılaşma hareketinin bir devamı ve kesin safhası olduğunu belirtmiştik. Gerçekten, gerek gayesinin "Türk edebiyatını tamamıyle ve bir an önce modernleştirmek" olması ve gerekse bu gayeye ulaşmak için izlediği yol bakımından, Servet-i Fünun topluluğunun çalışmaları Tanzimat edebiyatındaki modernleşme çalıalarının devamından başka bir şey değildir.

1860 tan sonra Fransız edehiyatmı örnek tııtmağa çalışan Türk edebiyatı, önce o cdebiyattaki edebi türleri getirmekten lıaşlayarak, zamanla, iç alemin asırlarca süren dar kadrosundan kurtulup dış aleme

Page 76: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

76 KENAN AKYÜZ

yönelmiş, böyle bir kadro içinde kalmanın ağır ve marazi santimanta­lizminden çıkmlş, hayata, tabiata doğru kaymıştır. Fakat santimen­talizmdcn bu uzaklaşma, 1875 ten itibaren ve Fransız romantiklerinin etkisiyle duraklayarak, bilhassa 1880 den sonra Recaizade Ekrem ve Alıdülhak Hamid ile yeniden alevlenmiş ve Servet-i Fiinun edebiyatma da geçmiştir. Ancak, yine 1880 d�n sonra Fransız rcalist ve natüralist­lerinin de etkileri başladığı için, 1880-1896 yıllan arasında yeti�miş olan Servet-i Fünuncular, Tanzimat edebiyatı'nın hemen hemen yalnız roman­tizmin etkisinde kalmasına karşılık, n�alizmin de etkisinde kaldılar. Bu ikili ve zıt etki Servet-i Fünun Edebiyatı'nda santimantalizmin mut­lak ve sürekli bir hakimiyet kurmasını önlemiş, realizme de söz hakkı tanımıştır. Tanzimat E debiyatı'nda henüz iptidai hir mahiyette bulunan tekniği Servet-i Fünuncular bütün edebi türlerde eksiksiz olarak geliş­tirmişler ve tam avrupai bir seviyeye yükseltmi�lerdir. XX. yüzyılın daha ilk yılında Servet-i Fünun devri kapanırken, tamamiyle avrupai mahiyette bir Türk edebiyatı da doğmuş bulunuyordu .

Ş r

Servet-i Fünfın hareketinin, Türk edebiyatını kesin olarak modern­leştirirken, büyük bir hızla sonuç aldığı ilk edebi tür şiirdir. Hareketjn başında bulunan Tevfik Fikret'in bizzat şiirle uğraşması kadar, top­lulukta çoğunluğun şairlerde olmasının da hu sonuçta rolü olduğu mu­lıakkaktır. Esasen şiir, Türk edebiyatında yüzyıllardan beri üzerinde en çok uğraşılan ve toplumun hiitünüııcc en çok rağhct gören bir edebi tür idi.

Servet-i Fünun hareketinin şiirde ilk ele aldığı husus, Tanzimat devrinde Türk şiirini modcrnleştirmek için ortaya komılup tamamıyle gerçekleştirilemeyen esasların kesin olarak gerçekleştirilmesi olmuştur. Bu esaslar arasında, önce, şiirin dış görünüşü geliyordu. Bir geçişme dönemi olan Tanzimat devrinde Türk şiiri şekil hakımından hem Doğu ve hem de Batı şiirine bağlı kalmış, Divan şiiri ile Fransız şiirinin şekil­lerini birlikte kullanmıştı. Bu etki ile yetişmiş bulunan Servet-i Fünun­cular da ilk şiirlerinde Divan nazmının şekillerini kullanmışlarsa da, hareket başladıktan sonra bu şekilleri derhal lnrakmışlardır. Onların kullandıkları nazım şekillerini üç gruba ayırmak mümkündiir: l . Fran­sız şiirinden aynen alınanlar (sone), 2 . Divan nazmından alınıp değiş-

Page 77: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİLl:Rİ 77

tirilecek Fransız şiirinin serbest nazım şeklinden tamam�yle farksııı hale getirilenler (Serbest müstezat), 3 . Ne Divan şiirinde ve ne de Fransız şiirinde bulunmayıp kendi kendinelt'rine icat ettikleri ve şaire geniş bir kafiye kolaylığı sağlayanlar. Böylece Türk şiiri. nazım şekilleri bakımından, tamamıyle modernleştirilmiş oldu .

Servet-i Fünun hareketi şiirin muhtevasında yaptığı değişiklik­lere, önce, Tanzimat deninin koymuş olduğu "her güzel şeyin şiire konu olabileceği" formülündeki "güzellik" kaydını kaldırınakla başladı. Bu suretle, şiirin konusu sınırsız bir şekilde genişleyerek, şairin herhangi bir bakımdan enterasan bulduğu her unsurun şiire girmesine imkan hasıl oldu. Bu arada, şairin günlük hayatına ait hasit olayların da şiire hol bol girdikleri görüldü. Bununla beraber, gerek mizaçiarı ve gerkse yaşadıkları devrin ağır siyasi ve toplumsal şartları yüzünden, çoğunlukla ferdi duygulara ve hayallere yer veren Servet-i Fünun şairlerinde, "aşk", "tabiat" ve "aile hayatı" başlıca temaları teşkil ederler. Tanzimat şiirin­de rağbet görmüş olan metafizik ve toplumsal temalar, Servet-i Fünun şiirinde önemli bir yer tutmazlar. Toplumsal temalar, ancak topluluk dağıldıktan sonra ve bazı şairlerce rağbt>t görmüşlerdir. Aşk teması çoğunlukla romantik bir atmosfer içinde ele alındığı gihi, tabiat tema­sının da daha çok sühjektif bir şekilde işlendiği görülür. Aile hayatına ait samimi duyguların rağbet görmesi ise, toplum hayatıyle ilgilenmek imkanını bulamayışları karşısında, kendi içlerine ve özel hayatiarına kapanışlarının bir ifadesidir. Aranılan şeyleri çevrede bulamayışın doğurduğu hu "realiteden kaçış"ı yalnızlık, sükunet ve inziva isteklerinin ve marazi bir duyuş ve hayal kuruş tarzının izlemesi de tabiidir. Dev­rin ağır havası içinde kendilerini bunalmış hissettikleri zaman hep birden yabancı ülkelere (Yeni Zelanda) göç etmek ve buna imkan bulamayınca da Anadolu'nun sessiz bir köyüne (Manisa'nın Sarı Çam köyü) yerleş­mek kararını hile aldılar. Bu bakımdan, Servet-i Fünun şiirinin en belli ve kendilerinin de farkında olup zaman zaman şikayet ettikleri özel­liklerinden biri olan maraziliği "asrın hastalığı" olarak değilse de "dev­rm hastalığı" olarak kaydt>tmek mümkündür.

XIX. yüzyıl Fransız şiirinin romantizmden semholizme kadar türlü merhalelerini tanımış ve o kanaldan yeni bir duyuş ve hayal kuruş tarzı, yeni bir zevk ve estetik getirmiş olan Servet-i Fünun şairleri, bunlarla birlikte, beğendikleri birçok hayalleri de getirmeyi ihmal et­mediler. Bunların ifadesi için yeni hir söyleyiş zarureti doğunca, Türk

Page 78: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

78 KENAN AKYÜZ

şiirinin vokabülerini yeni baştan ele almak zorunda kaldılar. Şiir dilin­deki arapça ve farsça kelimelerin sayısını biteviye çoğalımakla sonuç­lanan bu çalışma ve "sanatkarane üslfıp" gayesiyle yapılan çabalar, Servet-i Fünun şiirini ancak sınırlı bir aydın topluluğunun anlayabile­ceği bir duruma getirdi. Bununla beraber, hağlaşımı (enjamhement) tamamıyle gerçekleştirmek ve kafiyelerdeki ses henzeyişlerinde fazla titizlik göstermernek suretiyle, söyleyişte bazı teknik kolaylıklar sağ­ladıklarını kabul etmek gerekir. Ancak, buna karşılık, Aruza kuvvetle bağlanmaları yüzünden de yine teknik bir güçlüğü devanı cttirdikleri muhakkaktır. Fakat, Aruza'un kalıplarını yalnız "şiirin konusuna uy­gunluk" bakımında değil, "mısra içinde kelimelerle de tam uygunluk" ba­kımından da ciddi bir şekilde ele alnıaları ve tiirçeyi Aruz'un yüzyıllarca süren hakimiyetinden kurtarmaları onların hesabına kaydedilebilect'k bir başarıdır. Y abanem kelimelerin çokluğuna rağmen, osmanlıcada, konuşulan dilin üslup ve edasının, söyleyiş özelliklerinin ilk başarılı tatbikatını da yine Servet-i Fiinfın şairleri yaptılar.

Servet-i Fünfın hareketinin lideri olan Tevfik Fikret, 1867 de İs­tanbul'da doğdu. Asıl adı Mehmet Tevfik'tir. Galatasaray Sultanisi'ni bitirdikten sonra ( 1888), memurluk hayatına başladı. Devlet hizmetinde geçirdiği sürenin en biiyük kısmı öğretmenliklerde geçer. Bunlar arasında en önemlileri ise Galatasaray Sultanisi müdürlüğü, Darülmuallimin ve Darülfünun Türk edebiyatı öğretmenlikleri ve Robert Kolej türkçe öğretmenliğidir. Hayatını "Servet-i Fünun'dan evvel" ( 1867-1896), "Servet-i Fünun'da" ( 1896-1901), "II. Meşrutiyet'e kadar" ( 1901-1908) ve "ll. Meşrutiyet'ten sonra" ( 1908-1915) gibi dört döneme ayırmak kolaylıkla mümkün olan şair, devrinin siyasi olaylarıyle de yakından ilgilenmiş ; hu yüzden I I. Abdulhamid devrinde birkaç defa tevkif edil­diği gibi, 1908 den sonraki siyasi hareketlere de muhalif kalarak kendisi için yıpratıcı olan çetin bir mücadeleye girişmiştir.

Edebiyada ilk temasları 1880-90 arasında olan her genç gibi, Tevfik Fikrct de, okuldaki klasik edebiyat öğretiminin etkisinde, bu edebiyatı örnek tutan denemelerle şiire başlamış ; fakat, beri yandan, yine okuldaki fransızca ve Fransız edebiyatı öğretiminin etkisiyle de Batı edebiyatındau haber li olabilmiştir. Ancak, şairin, eski Türk şiirinin zevkinden kur­tulup Batı şiirine yönelmesi, Recaizade Ekrem 'in Galatasaray'a ede­biyat öğretmeni olması ile belirir. Ekrem'in etkisi, onun edebi hayatınııı en kuvvetli çizgisi olmuştur. Eski-yeni mücadelesinin kuvvetle sürdüğü

Page 79: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 79

ve yeni edebi kuşak üzerinde de etkili olmaktan geri kalmadığı hu tlevirde, Batı edebiyatı taraftarlarının liderinden sonra ve onun yerine Galatasaray'a eski edebiyat taraftarlarının lideri Muallim Naci'nin edebiyat öğretmeni olması, genç şaire iki lider arasında doğrudan cloğ­ruya bir karşılaştırma yapmak fırsatını vermiş ve Ekrem'in her hakundan bırakmış olduğu çok iyi izienim karşısında, bu karşılaştırma Naci'nin tamamıyle aleyhine olarak sonuçlanmıştır. Bundan sonra şair, Ekrem ile Hamid'in sürekli etkileri altında, Batı edebiyatının en güçlü temsil­cilerinden biri oldu .

Ekrem-Hamid etkisi, üslup bakımından, 1894 e kadar sürer. Bu tarihten sonra Fikret, üslupta kendi kişiliğini bulabilmek için, ardıar­dına hamleler yapar ve 1896 şubatında yani Servet-i Fünun'uıı yöne­timini üzerine aldıktan hemen sonra yayınladığı Hasta Çocuk manzu­mesiyle kaydettiği ilk başarıyı, aynı yılın sonunda yine Servet-i Fiiııun'­da çıkan Seza adlı şiiri ile tamamıyle gerçekleştirir. Bu tarihten sonra, artık tamamıyle kişisel bir söyleyişe sahiptir. Servet-i Fünun'da hemen her hafta bir şiiri çıkan Fikret, 1899 da, ilk şiir kitabı olan Rühalı-ı Şikeste'yi yayınladı ve altı ay sonra ikinci hasımını da yaptı.

İ lk zamanlar Fransız edebiyatındau çok yine Ekrem-Hamid ka­nalından gelen romantizmin etkisi ise, şairele daha uzun sürer. Romantiz­me ve devrin siyasi şartlarına bağlı ağır bir deferdiyetçiliğin Servet-i Fünun edebiyatında hüküm sürdüğü sıralarda, Fikret de bu genel eği­limden kurtulamamış ve "sanat, sanat içindir" formülüne bağlı kalarak, Şehrayin'i yazıdığı tarihe ( 1899) kadar, genellikle, ferdiyetçiliğin sınınnı aşamamıştır. Fakat yeni Servet-i Fünun şairleri arasında Fik­ret arasıra ve az da olsa, Balıkçılar, Ramazan Sadakası, N esr in, V erin Zavallılara gibi şiirleri ile bu sınırı en çok zorlayandır. 1899 dan itibarm, Fikret'in sanat anlayışmda ferdiyetçilikten toplumculuğa doğru- önce tamamıyle fikri yapıda olan- bir kayma başlar. Bu tarihte François Coppee (Fransua Kope) nin La Greve des Forgerons ( Demircilerin Grevi) isimli şüri için Servet-i Fünun'a yazdığı bir makalede (Coppee'nin hir şiiri, sayı : 425), "içinde yaşanılan çevn·nin olaylarını aksettiren" hir sanat anlayışının değerini belirtir. 1901 de Mehmet Emin'e yazdığı bir mektupta da, şiiri "bir hayal oyuncap" saymadığını söyleyerf'k, hu şairin toplumen yönünü över.

Fikret'in sanat anlayışındaki bu değişiklik, kısa hir zaman sonra, şiirlerine de geçrneğe başladı. 1 I. Ahdüllıamid'in tahta çıkışının h ir

Page 80: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

80 KENAN AKYÜZ

yıldöniimü münasebetiyle yazdığı ve ancak onun tahttan indirilmesin­den sonra yayınlahilen Şchrayin (Haluk'un Defteri) manzumesi, bu değişikliğin ilk ifadesidir. Şairin bu ilk çıkışını, bütün toplumu boğan hürriyetsizliğe karşı en muhteşem çıkı�ı olan Sis (1902) izler. Bu uzun ve mutantan manzumesi ile Fikret, içinde yaşadığı çevrenin siyasi, toplumsal ve ahlaki bozukluklarını büyük bir kudretle aksettirir. Böy­lece yönelmi� olduğu bu istikametten, artık, bir daha geriye dönmeyc­yecektir. Servet-i Fiinun'da yayınlanmış son �iiri olan Son Nağme (6 Eylül 1900) den sonra 1 908 e kadar hiçbir yerde hiçlıir şiiri çıkmamış, hürriyetsizlik aleyhine olan bu heyecanlı şiirler p-izli olarak elden ele dolaşmıştır. Rübab-ı Şikeste'nin 1908 den sonraki haskılarına ( 1910, 191 1 , 1945) konuldukları için, şairin 1902-1908 tarihlerinde yazılmış manzumcleriniıı bir kısmıııı öğrı>nebiliyoruz. Bunların hepsi de, Sis'tı>n sonra yazılmış olanlardır. Son Nağme ile sis arasındaki süre içinde, şairin bir şey yazıp yazmadığıııı bilmiyoruz. Bu bir buçuk yıllık zamanı, daha çok, şairiıı -sonunda sanatını ferdiyetçilikten toplumculuğa görtü­recek olan- bir psikolojik hazırlık dönemi olarak kabul etmek mümkün­dür.

Sis'i yazdığı tarihten ölümüne kadar geçen on üç yıl zarfında şair, siyasi baskının ağırlığından başlayarak toplumsal hünyeyi yıkan manevi birçok unsurlara kadar, tamamıyle toplumcu bir muhteva içindedir. Bu mulıtevanın ana teması ise, "Türkiye'nin medeni seviyesini Batı medeniyeti seviyesine yükseltmek"tir. Bu temanm siyasi kadrosunda "hürriyet" ve "yurtseverlik", toplumsal kadı·osunda "batılılaşma" ve

manevi kadrosunda ise "ahlak" ve "idealizm" yer alırlar.

Servet-i Fünun'dan ayrıldıktan sonra hiçbir devlet hizmeti kabul etmeyen, yalnız İstanbul'daki Amerikan Koleji'nde türkçe öğretmenliği yapan şair, hürriyetsizliğin ağır baskısı altında, Aşiyan'ında inzivaya çekildi. Ordunun 23 temmuz 1908 de yaptığı hüki'ımet darbesiyle I I. Abdülhamid'in tahttan indirilerek meşrutiyetin yeniden ilanı üzerine, yedi yıl süren bu inzivasından aynlıp, Hüseyin Cahit ve Hüseyin Kazım ile birlikte Tanin gazetesini kurdu. llu gazetenin ilk sayısında çıkan Rücfı' manzumesi, Sis'teki çok kötümser psikolojiden kurtulup çok iyimser fakat ihtiyatlı lıir psikolojiye geçişinin ifadesi idi. Ancak, kötü ve günlük politikaya hiç elverişli olmayan yaratılışı, onun bu alandan hızla ayrılmasına yol açtı ve böylece 1 9 1 1 de ikinci ve son inzivasıııa çekildi . Geçen bu üç yıl zarfında, Galatasaray müdürlüğündı>, Darül-

Page 81: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 81

muallimin ve Darülfünun Türk Edebiyatı öğretmenliklerinde bulunmuş ve Rübab-ı Şikeste'nin ( 1901-1908 yıllarında yazıp yayınlayamadığı şiirlerini de ekleyerek) yeni iki baskısını (1910, 19 1 1 ) yaptığı gibi, Haluk'­un Defteri ( 191 1 ) adlı ikinci şiir kitabını kendi el yazısı ile ve litoğrafya usftliyle bastırmıştı. 19 Ağustos 1915 te ölümüne kadar, inzivasından çıkmayarak ve yine yalnız Robert Kolej'deki öğretmenliğine devam ederek yazdığı manzumelerle devrin kötü politikacılığına çok ağır hü­cumlarda bulundu. Bu manzumeler arasında en tanınmış ve çok büyük tepki uyandırmış olanlar: Doksan Beşe Doğru, Rübab'ın Cevabı, Han-ı Yağma, Sancağ-ı Şerif Huzurunda'dır. Ölümüne yakın, çocuk şiirlerinden ibaret, Şermin (1915) i de yayınladı.

Fikrt>t'in şiiri, sanat anlayışında geçirmiş olduğu iki ayrı ve zıt saf­haya uygun olarak, ayrı özellikler gösterir. Romantizmin etkisinde bulunduğu, "sanat için sanat" yaptığı ilk safhada şiirlerinin başlıca temaları aşk ve tabiattır. Bu şiirler mariz bir hassasiyete, yumuşak ve zarif bir üsluba sahiptirler. Bu üslubun karakteri ise, daha çok narra­tif (hikayemsi) tir. " Toplum için sanat" yaptığı ikinci safhada, şiirinin ana teması "hürriyet"tir. "İnsan"a büyük değer veren, onu "Rabb-i mümkinat" (Gökten Yere, Haluk'un Defteri) olarak gören şair, onun hak ve hürriyetleri bahsinde son derecede hassastır. Bu bakımdan, insan hak ve hürriyetlerini herhangi bir şekilde ve ölçüde ortadan kal­dıran her türlü kuvvete karşıdır. Bunun içindir ki sanatının birinci safhasında çok masum bir dindar olan şair, ikinci safhada -insanlara ağır bir şekilde hükmettikleri ve onları biribirine düşürdükleri için­bütün diniere karşı cephe alır (Tarih-i Kadim, 1905). Dinlerin ve kuvvet­Iiierin insanlar arasında sebep oldukları sayısız boğuşmalardan ve hak­sızlıklardan bahsederken açıkça belirttiği "harp düşmanlığı"nı (Tarih-i Kadim, Haluk'un Vedaı, Haluk'un Amentüsü, Hilal-i Ahmer) şair hayatının sonuna kadar muhafaza etmiş ve bu sebeple, Osmanlı İm­paratorluğu'nun I. Dünya Savaşı'na katılmasına şiddetle karşı koymuştu. İmparatorluğun bu savaşa katılması münasebetiyle ve eski bir geleneğe uyularak hükumetçe Peygamberin sancağının halk önüne çıkarılmasını vesile sayıp yazdığı Sancağ-ı Şerif Huzurunda manzumesi, onun harp düşmanlığının son güzel ömeğidir. Şairin medeniyete ve ahlaka verdiği büyük değerde, onların insan hak ve hürriyetlerine gösterdikleri saygı• nın hissesi büyüktür. Hürriyet mücadelesini 1 908 e kadar gizli olarak ve bu tarihten sonra açıkça yapan şiirlerinde üslup da, muh-

Page 82: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

82 KENAN AKYÜZ

tevaya uyarak, çok etkili ve zaman zaman çok serıleşen bir hitabet üs­lı1budur. Bu şiirler, ayni zama!lda, çok kuvvetli bir dış ahenge de sahip­tirler. Sanatının başlıca iki önemli safhasındaki bu iki biribirine zıt ve değişik üslup çeşitleri, onun, m•.ıhteva ile en uygun söyleyiş tarzını sağ­lamadaki inkar edilemez gücünü de gösteren birer delildirler.

Türk edebiyatını 1 860 tan beri devam eden batılıla�manın kesin safbasma büyük bir hızla ulaştırmış olan Servet-i Fünun hareketinde önemli bir yeri bulunan Tevfik Fikret'in, XIX. yüzyılın sonlannda Türk şiirinin tamamiyle avrupai bir hüviyet almasındaki rolü büyüktür. Ekrem ve Hamid'ten aldığı ilhamla ve büyük sanatçı kabiliyeti saye­sinde Fikret, avrupai Türk şiirinin 1 880 den sonra atılmış sağlam temel­leri üzerinde modern bir yapı kurmayı haşarabilmiştir. Gerçekten, Fik­ret'in şiiri, şekil bakımından avrupai olduğu gibi ; anlayış, duyuş ve hayal bakımından da tamamiyle batılıdır. Şekildeki titizliği bakımından parnasiyenlere bağlanan şair, duyuş tarzı bakımından da -şairliğinin ilk safhasında- romantiklere bağlıdır. Divan nazmının esasını kuran ve Tanzimat şiirinde de kısmen devam eden "beyit hakimiyeti"ni yani "beytin �iirde anlam ünitesi olması, anlamın bir beyİtte tamamlanması" kuralını ortadan kaldırarak anjambmanı Türk şiirinde yerleştiren, sone şekline büyük bir rağbet kazandıran, Divan nazmının müstezad şeklini tanınmaz bir h ale getirerek onu Fransız şiirinin serbest nazım şekline benzeten, kafiyelerin sıralanışına büyük serbestlik getiren, Aruz'un vezinlerini müzikaliteleri bakımından ilk defa değerlendiren, konuşma diline ait birçok ifade özelliklerini şiire sokan Fikret, zevk-i seliminin mükemmelliği, üslubunun canlılığı ve itinalı oluşu ile de avrupai Türk şiirinin gerçek temsilcisidir. Ancak, Servet-i Fünun hareketinin genel eğilimlerinden olan "osmanlıcanın mükemmel bir dil olduğu" kanaatine onun da samirniyetle bağlanması, "ibtizalden kaçınmak" düşüncesiyle şiirlerini arapça ve farsçanın istilasına açık bırakmaktan çekinmemesi düştüğü tek büyük hata olmuş ve bu hata şiirlerinin, bu güne kadar birbirinin peşisıra gelen kuşaklarca anlaşılması imkanlannı gittikçe azaltmıştır. Hayatta olduğu sürece şöhretini sürdüren ve kendisini büyük bir edebi otorite olarak kabul ettiren Fikret ; temiz ahlakı, sağlam ka­rakteri, büyük medeni cesareti, yurtseverliği, insan hak ve hürriyetlerini ön planda tutan samimi idealizmi ile kazandığı itiban bugün de muha­faza etmektedir.

Servet-i Fünun şiirinin kuruluşunda ve gelişmesinde Fikret'ten sonra

Page 83: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1\IODERN TÜRK E DEBiYATININ AI\A ÇİZGİLERİ !)3

en önemli yeri, Cenab Şehabettin alır. 1 870 de Manastır'da doğan Cenab,

ilk ve orta öğrenimini İstanbul'daki askeı·i okullarda yaptıktan sonra 1889 da Askeri Tıbbiye'yi yüzbaşı olarak bitirmiş ve ihtisasını yap­mak üzere, 1890 da Paris'e gönderilmiştir. Bu süre içinde şiirle de uğraşmış ve yazdığı şiirlerin bir kısmını Tamat ( 1887) isimli küçük bir kitapta toplamıştı. Cenab, senbolizmin rağbet görrneğe başladığı bu tarihlerde Paris'te dört yıl kaldı ve tıptan çok edebiyada ilgilendi. 1 894 te İstanbul'a döndüğü zaman, artık gerek şekil ve gerekse muh­teva bakımından daha çok Fransız şiirlerine benzeyen şiirler yazmağa başladı. Bu şiirler Fikret'in de dikkatini çekerek, Serveti- Fünun'da onları öven bir yazı yazdı. Bunun üzerine, Cenab da Servetifünun'a katıldı ( 1896). Bir yandan da resmi doktorluk yapıyordu. Yirmi yıl sü­ren bu meslek hayatında çalıştığı en büyük görevler, Suriye Vilayeti Sılılıiye Reisliği ( 1906) ve Daire-i Umı1r-i Sıhhiyye Müfettişliği ( 1908) dir. 1908 den sonra, politika ile uğraşmağa başladı. Türlü gazetelerde, günlük politikaya ait birçok yazıları çıkıyordu. 1914 te kendi isteği ile emekliye ayrıldıktan sonra, ayni yıl İstanbul Üniversitesi Fransızca Tercüme öğretm�nliğine ve Edebiyyatı-ı Garbiyye profesörlüğüne tayin edildi. İktidardaki İ ttihad ve Terakki Partisi'nden önemli sayılabilecek şahsi bir fayda sağlayamaması üzerine, 1917 den sonra muhalefet yap­ınağa ve Hürriyet ve İ'itilaf Partisi'ni ttıtınağa başladı. 1919 da, Tasvir-i Efkar gazetesi adına Avrupa'da bir inceleme gezisine çıktı ye bu geziye ait izienimlerini ayni gazetede Avrupa Mektupları adıyla yayınladı. Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra Anadolu'da Kurtuluş Savaşı'nın başlaması üzerine, Ali Kemal ile birleşerek, onun çıkarmakta olduğu Peyam-i Sabah'ta Mustafa Kemal Paşa aleyhine yazılar yazdı.

Ayni yıl ( 1919), İstanbul Üniversitesi Osmanlı Edebiyatı profesörlüğüne ve Tedkikat-ı Lisaniyye Encümeni üyeliğine tayin edildi. Cenab, askeri ve siyasi olayların akışına kapılarak, Milli Mücadele'yi bazan yeren ve bazan da öven yazıları ile, Türk kamuoyunda büyük bir tepki uyan­dırmakta devam etti. Cumhuriyetin ilanından sonra, politikadan tarna­miyle çekilerek edebi incelemelerle uğraşmağa koyuldu. Arasıra şiirler de yayınlıyordu. Yan münzevi bir halde, 1 3 Şubat 1934 te İstanbul'da öldü.

Bazı manzumelerinde Raik V ec di takma adını da kullanan Cenab, şiirlerini Evrak-ı Leyal adı altında toplamayı düşünmüşse de bunu ba­şaramamış ve şiirlerinin önemli bir kısmı ölümünden sonra Sadettin

Page 84: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

B·i KENAN AKYÜZ

Nüzhet Ergun tarafından kitap halinde basılmı�tır (Cenab Şahahettin, Hayatı ve Seçme Şiirleri, İstanbul 1935).

Cenab'ın yetişme tarzı da Fikret'inkinden pek farklı değildir. O da, önceleri Divan nazmını yaşatmağa devam edenleri ve bu arada bilhassa Muallim Naci ile Şeyh Vasfi'yi taklid etmiş, ondan sonra Ekrem ve Hamid'e kayarak onların yazC.ıklarını örnek tutmağa başlamıştır. Bu­nun içindir ki, içinde on yedi manzume bulunan ilk şiir kitabı Tamat'ta her iki tarzdaki şürlere de rastlamak mümkündür. Paris'e gitmeden evvel kendisinde Ekrem-Hamid kanalıyla başlamış olan Fransız şiiri etkisi, Paris'te iyiden İyiye kuvYCtlendi. Ancak, bu yıllarda Fransa'da senbolizmin rağbette olmasına rağmen, Cenah, hu şiir anlayışını ve onun kullanılış şeklini pek ka·•rayamaınış, sadece, bu şiirin "istiiheyi ve müziği ön plana almak" hususundaki pirenisiplerini benimsemiştir. Ancak, şürlerinde istiareye çok yer vermekle beraber, yukarıda da be­lirtildiği gibi, bu istiarelerin senbolle ilgisi yoktur. Cenab, istiareleri, o zamana kadar bütün dünya şairlerince kullanıldığından başka türlü kullanmış değildir. Bunların taşıdıkları bütün özellik, Türk şiirine de­ğişik hayaller getirmelerinden ibarctti. "Saat-i semen-fam, tılf-i tes­liyet, nay-i zümürrüd, ıid-i mükevkeb" gibi hayaller, Türk şiiri için yeni idi. Bu sebeple, Servetifünıin hareketinin muhaliflerince şiddetle yadırgandılar.

İstiare gibi, müzik de Ccnab'ın şiirinin başlıca unsurlarındandır ve müzik, senbolisı şiirlerde olduğu gibi, daha çok, "derıini"dir. Bunun İ· çindir ki Cenab, bütün ömrünce, Hece veznine göre müzikalite hakımın­dan çok daha zengin bulduğu Aruz'un sadık bir koruyucusu olarak kaldı. Bütün Servetifünun şiiri ile senbolisı şiir arasında, yeni bir vokabüler kurmakta kullanılan metot bakımından, bir henzerlik göze çarpar. Bilindiği gibi senholistler, fransızcada artık kullanılmayan, fakat mü­zikal değerleri olan birtakım kelimeleri sözlüklerden çıkarıp yeniden şür diline sokmuşlar ve hatta bazen onlara eski anlamlarından apayrı, yeni aıılamlar da yüklemişlerdir. Servetifünun şairleri de ayni işlemi tekrarlamışlar, sözlüklerden bulup çıkardıkları arapça ve farsça keli­meleri şiir diline doldurmuşları. Ancak, bu işi yapadarken onların dü­şünceleri, "mübtezel kelime kullanmamak, halkın ağzında biteviye çiğnenen kelimelerle ilgisi mümkün mertche kesilmiş bir vokahüler kurmak"tır. Böylece, eski kelimeleri seçerlerken gaye bakımından sen· lıolistlerden ayrıldıkları gibi, onlara yeni anlamlar verrneğe de kalkış-

Page 85: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATINI:"i ANA ÇİZGİLERİ 85

mamışlardır. Ancak bu eski kelimlelerin seçiminde, müzikal değeri de dikkate almak bakımından, Ccnab'ı diğer Servetifünfın şairlerinden ayırmak mümkündür. Bu husustaki itinası, şiirlerinde psikolojik atmos­fere tamamıyle uygun ve kuvvetli bir dcrı1ni ahenk sağlamakta onu başarıya götürmüştür. Cenab müziğin bu atmosfere tam olarak uyması için, ayni manzume içinde bazan iki, hatta üç vezin değiştirmeyi de denemi� ve bunu ustalıkla başarmıştır. Ancak, şürinin vokabülcrini kurarken halkm dilinden uzaklaşmuda gösterdiği aşırılık onu -Aruz gibi­osmanlıcanın da inatçı bir savunucusu durumıın:ı düşiirmüş ve bilhassa 1 908 den sonra büyük bir hızla gelişen edebi dildeki türkçeleşme hare­ketine karşı şiddetli bir muhalefete süriiklemiştir. Bu muhalefetini de, kamuoyundaki itibarını sarsan hareketleri arasında saymak mümkün­dür. Zaten bu direnmenin tamamıyle bir inattan ibaret olduğunu za­man biiyük bir açıklıkla ortaya koymuş ve son şiirlerinde onun ·Jsman­lıcadan ne derecede ayrıldığını göstermiştir.

Aşk ve tabiat, onun �iirlcrinin başlıca temalarıdır. Aşk teması, mahiyeti bakımından, onda değişik şekiller gösterir. Bu aşk bazan çok santimantal hatta romantik (Son Arzu), bazan da çok maddi hatta şehvetlidir (Don J uan). Bu bakımdan onun şiirlerinde kadının bazan çok idealize edilm�sinc karşılık, hazan da sadece bir zevk vasıtası sayıl­dığı görülür. Tabiat şiirleri ise, dış alemle iç alemin çok başarılı bir kon­pozisyonu halind.�dir. Bu �iirlerde tabiada insan iç içe yerleştirilmiş ve birleştirilmiştir. Tanzimat şiirinde ilk denemelerini Hamid'te gördüğü­müz insan-tahiat konpozisyonunu bu kadar başarılı bir şekilde ilk defa ortaya koyabilcn Cenah'tır. Onun tabiat şiirlerinin içine psikolojik bir durumun da yerleştirilmiş olduğunu görmek her zaman mümkündür. Bu bakımdan onda tahiat tasvirleri çok sübjektif bir karakter taşır­ve bunların zaman kadromnu çoğunlukla mevsimler (bilhassa son­bahar) ve geceler kurarlar .

. Ceııab, yalnız şair olarak değil, nilsir olarak da şöhret yapmıştır. Bu alanda dikkati, önce Servetifüııun'da tefrika (1 896) edilen ve ayrıca kitap halinde de ba5ılan Hac Yolunda ( 1909, 1 925) adlı yolculuk not­larıyla çekti. Suriye'ye yaptığı geziye ait Suriye Mektupları ( 1917) ve Avrupa'ya yapnğı geziye ait Avrupa Mektupları ( 1919) ile tamamlanan ve olayların gözlemden çok şahsi görüşlerle tesbit edildiği bütün bu gezi notlarında Ccnab, Namık Kemal'in Cezmi romanında tatbikine başladığı sanatkarane nesrin, yabancı tamlamalar bakımından, daha da

Page 86: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

86 KE'lAN AKYÜZ

ağırlaşmı� bir devamını vermektedir. Ancak, kuvvetli bir üslupçu ti­tizliğinin açıkça görüldüğü bu nesrinde, zamanla, tabiiliğe doğru önemli bir yol aldığı da muhakkaktır. 1908 den sonra türiii gazetelerde çıkmış olan müsahabe ve denemelerindrn bir kısmını Evrak-ı Eyyam (1915) ve Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri ( 1918) isimli kitaplarında topladı. Cenah'ın nesrinde, üsluptaki itina ile birlikte, geniş bir edebi kültürün ve oldukça alaycı olmakla beraber, ince ve zarif hir zekanın da yer aldıkları kolaylıkla görülebilir.

Fakat, ncsirdeki Im geni:� çalışmalanna rağmen, Cenab'ın adı Türk edebiyatı tarihinde şair olarak yer almıştır. Gerçekten, zengin lirizmi ve hilhassa çok renkli ve zengin muhayyelesiyle batılı Türk şiirinin en seçkin kişilerinden biri olmağa hak kazanmıştır. Fransız şiirinden ilham alan yeni bir hayal dünyası ve ifade özellikleriyle, zaman:nm ilk hatılı örnek­lerini veren odur. Cenab'ın kısa bir süre için Fikret'i hile etkisinde bıra­kan ve büyük bir telkin kabiliyetine sahip olan üslil.bunun özelliklerini bilhassa Ahmet Haşim'in şiirlerinde bulmak mümkündür. "Güzellik için sanat" formülüne sonuna kadar bağlı kalan bu tamamıyle ferdiyetçi sanatçının, Servetifünun şiirinin gördüğü geniş rağhetteki payı lıüyüktür.

Servetifünun topluluğundaki diğer bütün şairler, Fikrct ile Cenah'­ın Türk şİİrine verdikleri yeni düzeni tamamıyle henimsemişler, onları izlemişlerdir. Bu iki büyük şairin yakın çalışma arkadaşlarına olan et­kileri; temaların, nazım şekillerinin ve vokabülerin de sınırlarını aşarak, hazılarının üslil.plarına kadar uzanır. Tek cümle ile, Servetifünun şiiri Fikret ile Cenab'ın şiirdiridir.

Hasta lirizmi ile dikkati çeken ve zamamuda çok sevilen bir Serveti­fünun şairi de, Hüseyin Siyret Özsever ( 1872-1959) dir. İstanlıul'da doğan şair, II. Anbdülhamit devrinin bazı siyasi olayiarına karıştığı için, yurt dışına kaçmak zorunda kaldı ( 1901) ve idama mahkum edil­diği için ancak 1908 de İstanbula dönebildi. Fakat 1910 da tekrar si­yasete karışarak, 1919 a kadar yeniden yurt dışında yaşamağa mecbur oldu. Servetifünun şairleri içinde en çok yaşayan, Siyret'tir.

Eserleri : Leyal-i Girlzan (l 9109), Bağ Bozuımı (I 928), Kıvılcımlı Kül ( 1937), Kargalar ( 1939), İki Kaside ( 1942), Bir Mektubun Cevabı ve Hüseyin Avni Ulaş'a ( 1948).

Servetifünun'da 1896 da çıkınağa başlayan ınanzumelerinde bazan Ömer Senih adını da kullanan ve politika ile hu kadar ilgilenen �airin,

Page 87: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

�!ODERN TÜRK EDEBİYATI NIN ANA ÇİZGİLERİ 87

şiirlerinde tamamıyle ferdiyetçi olarak kalabilmesi dikkate değer. Bu özel­lik, ancak, onun hasta duygulu oluşu ile açıklanabilir. "Güzellik için sanat" formülüne sonuna kadar bağlı kalan şiirlerinde, derinden derine, bir acılık görülür. Bn acıda, mizacı ile birlikte, şairin politika yüzünden uğradığı sürekli ıstırapların ve bazı aile felaketlerinin de etkisini kabul etmek gerekir. Yine bu sebepledir ki, Siyret'in şiirlcrinde, başlıca tema olan "aşk"ın yanı başında aile hayatı da yer alır. Tabiat ise onda, daha çok, bir fon halindedir. Siyret'te gerek şekildeki titizlik ve gerekse üs­lup bakımından, Fikret'in etkisi açıktır. Hayailerindeki zarafet ve sevim­lilik bakımından da, Fikret'e benzer. Siyret, dil ve vezin hususlarında koyu bir muhafazakarlık gösterenlerden değildir. Onun için, bilhassa 1 928 den sonraki şiirlerinde konuşma diline çok yaklaştığı gibi, Hece veznini kullanmaktan da çekinmemiştir.

Siyret'in Fikret'e olan yakınlığına karşılık, şiirlerinde Cenab'a yaklaşan bir şair de Hü;,eyin Suad Yalçın ( 1867-1942) dır. İstanbul'da doğan ve tıp öğrenimi yapan şairin, Paris'te iki yıl ( 1893-1895) ihtisas yaptıktan sonra, bütün meslek hayatı resmi doktorluklarda geçti. Şür­lerini Lane-i Melal (1910) adlı bir kitapta topladı .

Suad da, Servetifünun'a 1896 da katıldı ve şiirlerinde Servetifü­nun hareketinin ortak özelliklerinden aynlmadı. Fakat, onda da, içine kapanarak marizleşmiş bir lirizm göze çarpar. Üslupça, bazan Fikret'i andırınakla heraher, daha çok Cenab'ın etkisindedir. Bu etki, onun hayallerinde daha açıktır. Zaman zaman maddileşen aşk anlayışı hakı­mından da, yine Cenab'a lıenzer. Fakat bütün bunlar, onun şiirde ayrı bir kişiliği olmasına engel değildir. Lane-i M el al' in yayınlanmasından sonra yazdığı şiirlerin bir kısmı, ölümünden sonra karısı tarafından b.ıstırıldı (Efzayiş Suad: Hüseyin Suad Yalçın ve şiirleri, 1943). Bu şiirlerin dilinde 1908 den sonra başlayan milli edebiyat hareketinin et­etkisinde meydana gelen türkçeleşme çok açıktır. Şair, yine ayni etki ile, bazı şiirlerinde Hece veznini de kullandı.

Hüseyin Suad, ayrıca, mizalı şiirleri de yazdı. Toplumsal ve siyasi olaylara bol bol dokuodurmak imkanını da bulduğu bu şiirlerinde Gave-i Zalim imzasını kullandı ve onları Gave'nin Destanı ( 1923) adıyle topladı.

Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bolayır ( 1867-1937) da Servet-i Fünun'un tanınmış şairlerindendir. Öğrenimini İstanbul'da yaptı. I I . Ahdülhamid'in sarayında on sekiz yıl ka tip olarak çalıştı. V aliliklerde ve İstanbul Üniversitesi Şerh-i Mütfın profesörlüğünde bulundu.

Page 88: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

88 KENAN AKYÜZ

Şiir kitapları: Zılal-i İlham ( 1909), Ordunun Defteri ( 1918), Ana Vatan ( 192 1), Vicdan Alevleri ( 1925), Şiir Demeti ( 1925). Birer şiirden ibaret: Kaside-i Askeri yy e (1 908), Kırmızı Fesler (1 908).

Şiirlerinde A. Nadir takma adını da kullanan Ali Ekrem, 1901 de Fikret ile ihtilafa düşüp Servet-i Fünun'un hasını olan Musavver Mil­lumat dergisine yazmağa başlayınca, iki dergi arasındaki münakaşalar gittkçe şiddetlenmiş ve saray Ali Ekrem'i yazı yazmaktan men etmişti. Bu yasak, 1908 e kadar sürdü. Şair, bu tarihe kadar yazdıklarını Zılal-i İlhum'da topladı. Ordunun Defteri'ndc, Birinci Dünya Savaşı'nın son­larında, ordunun milli ve dini duygularını kuvetlendirert>k savaş gücünü yükseltmek için bükılınetçe ısmarlanmış manzumeler vardır. Milli mü­cadele sırasında yazdığı şiirleri ihtiva eden Ana V atan'da ve daha sonra yazdıklarını toplayan Vicdan Alevleri'nde Ordunun Defteri'nden alın­mış bazı şiirler bulunduğu gibi, çocuklar için yazdığı manzumelerden ibaret Şiir Demeti'nde de Ana Vatan'dan alınmıı: parçalar vardır. Kasi­de-i Askeriyye, babasının Hürr;yet Kasidesi'ne nazire olarak yazılmış bir manzumedir. Kırmızı Fesler'de ise, II . Abdülhamid devrinin h af iye­lerini hicveder.

Ali Ekrem, Servet-i Fünun şairleri arasında, yalnız ferdi duyguların çerçevesinde kalmayarak toplumsal duygulara da yer verenlcrdendir. Kendine ait duyguları işleyen şiirleri, daha çok, Zılal-i İ lham'dadır. Toplumsal duyguları işleyenler ise, 1908 den sonra daha çoğalmış ve Ordunun Defteri ile Ana Vatan'da toplanmıştır.

Osmanlıcanın ve Aruz'un kuvvetli bir savunucusu olmakla beraber, birçok şiirlerinde konuşma türkçesini ve Heceyi de kullanmış olan Ali Ekrem, şairlik ve sanat gücü bakımından, ancak orta bir durum gösterir. Yaratma ve kompozisyon gücü daha da zayıftır. Ayrıca, muhayyile kıtlığı ve üslup renksizliği, onda belirli bir lirizm eksikliği de meydana getirmiştir.

Şiirlerinde yalnız H. Nazım takma adını kullanan Ahmet Reşit Rey ( 1870-1955) de, Servet-i Fünun hareketinin ikinci planda gelen şairlerindendir. On altı yıl süre ile o da Il . Ahdülhamid'in sarayıoda kiltip olarak çalıştıktan sonra, valiliklerde bulundu. I I . Meşrutiyet'in ilanından sonra, Galatasaray Sultanisi'nde edebiyat öğretmenliği yaptığı sırada, Nazariyyat-ı Edebiyye ( 1909-19 10) adlı iki ciltlik bir eser yayın­ladı. Bir aralık, Kamil Paşa kabinesine Dahiliye Nazırı olarak girdi

Page 89: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 89

( 1913) . Fakat Mahmut Şevket Paşa'ya yapılan suikastle ilgili görüldüğü için, yıırt dışına kaçarak, Birinci Dünya Savaşı yıllarını İsviçre'de ge­çirdi ve mütarekenin ilanı üzerine İstanhul'a döndü ( 1918) . Tevfik ve Damat Ferit paşaların kahinelerinde yeniden Dahiliye Nazırı oldu. Barış şartlarını görüşmek için, Osmanlı hükumetince Paris'e gönderilen heyete dahildi. Fakat, galip devletlerce teklif edilen şartları kabul et­meyere� murahhaslıktan ve Dahiliye Nazırlığından istifa etti. Bundan sonra, ölümüne kadar, şür yazmak ve fransızcadan çeviriler yapmakla uğraştı. Şiirlerini bir araya toplamış değildir. Çevirileri arasında, Rasin Külliyatı (1934-1935, dört cilt) ve Eneid ( 1936) vardır.

1835 ten i tibaren yayınlamağa başladığı şiirlerinde Recaizade Ek­rem ile Hamid'in etkileri açıkça görülen Ahmet Reşit, zamanla kişiliğini bularak 1896 da Servet-i Fiinun'a girmiş ve bundan sonraki şürlerinde bu topluluğa ait özelliklere tamamıyle uymuştur. Bu şairin de şiirlerinde açık bir lirizm kıtlığı ve bir ifade karışıklığı göze çarpar.

Tanzimat devrinin başlıca hürriyetçilerinden, Şipka Kahramanı ünvanı ile tanınmış Müşir Süleyman Paşa'nın oğlu Mehmet Sami ( 1866-1917) de, Servet-i Fiinun şairleri arasındadır. Şiirlerinde, sadece, Süley­man Nesib takma adını kullanmıştır. Mülkiye mezunu olan Süleyman Nesib'in bütün memurluk hayatı maarif alanında geçmiş, Mekatib-i Aliye müdürlüğünde (Yüksek Okullar Müdürlüğü) ve Darülfünun Müdir-i Umumiliğinde ( İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü) bulunmuş ve pedagoji alanındaki yayınları ile de tanınmıştır. Şiirleri ve maka­leleri, ölümünden sonra, bir heyet tarafından toplanıp kitap halinde ha'Silmış ve başına şair hakkında Nail Reşit tarafından bir inceleme yazısı da konulmuştur (Süleyman Paşazade Sami Bey -K iiliiyat-ı Asar ve İhtisasat, İst. 191 8).

Çok çekingen bir mizaçta olan şair, şiirlerini 1893 tc yayınlamağa ba<şlamış ve en büyük çabasını 1896 dan sonra Servet-i Fünun'da göster­miştir. Lirizminin azlığına karşılık, dil ve üslı1hunda büyük bir özenme göze çarpar. Şiirlerinde aşk duygularının yanıbaşında, başkalanmn dert­lerine karşı duyulan acıma duygusu da büyük bir yer alır.

Servet-i Fünun'un yaygın bir üne sahip şairlerinden biri Süleyman Nazif ( 1869-1927) dir. Edebi bilgilere ait Mizan-ül-edeb adlı tanınmış eserin sahibi Diyarbakırlı Sait Paşa'nın oğludur. Öğrenimini özel şekilde yapmış ve, daha çok, yönetim görevlerinde çalışmıştır. Bunlar arasında

Page 90: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

90 KENAN AKY ÜZ

en önemlileri Bursa, Kastamonu, Trabzon, Musul, Bağdat valilikleridir. U. Ahdülhamid'e karşı olduğu için, Paris'e kaçarak orada Ahmet Rıza Beyin çıkarmakta olduğu Meşveret gazetesine padişahın aleyhinde yazılar yazdı. Elcezire Mektupları ve Ma'lfimu İ 'lam adlı eserlerini de Ahdülahrar Tahir imzasiyle yine bu sırada yayınladı. Türkiye'ye dö­nüşümle İstanbul'da bırakılınayıp Mektupçu olarak Bursa'ya gönderildi. Fakat, istibdat aleyhindeki çalışmalarından vazgeçmedi. Bu sefer de e ıerlerini, Mısır'a kaçarak padişah aleyhinde yayınlar yapmakta olan Abdullah Cevdet'in eliyle, Mısır'da bastırdı. İlk şiir kitabı olan Gizli Figanlar (1 906) bunlar arasındadır. 1908 den sonra, daha çok, gazete­cilik ve politika alanında çalıştığı görülür. Zaman zaman resmi görcv­lerle İstanbul'dan uzaklaşmasına rağmen, gazetecilikle ve edebiyada ilgisini kesmedi. Bu arada Hak ve Hadisat gazetelerinin başyazarlığını yaptı. Bazan günlük olaylara uyarak ve bazan da hayatını kazanmak için bol ve değişik yazılar yazan Nazif, zaman zaman, medeni cesaretin ve yurtseverliğin güzel örneklerini de verdi. Düşman kuvvetlerinin İs­tanbul'a girmeleri üzerine yazdığı Kara Bir Gün (Hadisat, 23 k asım 1918) adlı makale ile, Pierre loti (Piyer Loti) yi anmak için yapılan lıir törende (23 ocak 1920) işgal kuvvetleri aleyhine yaptığı şiddetli konuşma bunlar arasındadır. Bu son olay üzerine, işgal kuvvetleri tara­fından Malta'ya sürüldü. Burada iki yıl kaldıktan sonra, Milli Müca­le'nin başarı kazanması üzerine, serbest bırakılarak İstanbul'a döndü ve yazı hayatına yeniden başladı. Şiirlerinde İbrahim Cehdi admı da kullanan şair, 4 ocak 1927 de öldü.

Şiirlerini şu kitaplarda topladı: Gizli Figanlar (1906), Firak-ı I rak ( 1918), Malta Gc::clcri ( 19U).

Diğer Servet-i Fünun şairleri gibi, Nazif'in de ilk edebi kültürü Di­van Edebiyatı'na dayanır. Ancak, halıasının tavsiyesiyle, henüz çocuk denehilecek hir yaşta iken Namık Kemal'in eserlerini de okuyarak ilk şiirlerinde onu örnek tuttu. 1892-1897 yılları arasında yazılmış ve is­tihdada karşı olan şiirlerini taşıyan Gizli Figanlar, gerek tema ve gerekse üslfip bakımından, açıkça Namık Kemal'in etkisindedir. Bütün Servet-i Fünun şairlerinin ilk şiirleri tamamiyle ferdi konularda oldukları halde, Nazif'in daha ilk şiirlerinde toplumsal ternalara yönelmesi onun için ayrı hir özellik gösterir. Nazif'in ferdi konulara eğilişi, 1898 de Servet-i Fü­nun'a girmesiyle başlar ve 1908 e kadar sürer. Bu şiirlerinde romantik duygu ve hayallerin ve Servet-i Fünun vokahiilerinin bütün özelliklt>ri

Page 91: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZ<;İLERİ C)l

vardır. 1908 den sonra şair, yeniden, toplumsal ternalara yönelir ve Birinci Dünya Savaşı'nın ve sonuçlannın memleket hayatındaki çok kötü yankıları onu yakından ilgilcndirir. Bu şiirlerindeki dil de, Servet-i Fünun şiirinin dilindeki aşırılıklardan ayrılarak, daha tabii bir yön alır. Osmanlıcanın aşırı bir savunucusu olmasına rağmen meydana gelen hu yönelişte, Milli Edebiyat hareketinin -dolaylı da olsa- kaçınılmaz etkisi bulunduğu ınulıakkaktır.

1908 den sonra gazetecilikle yakın ilgisi dolayısiyle Nazif, bu ta­rihten ölümüne kadar, nesirlc de uğraştı. Genellikle Servet-i Fünun nesri­nin devaını sayılabilecek olan bu n esir, 1908 den sonraki şiirlerinde oldu­ğu gibi, yer yer tahiileşir. Şekilce "makale, miisahabe, mensihe, mektup" olarak adlandırılabilecek olan bu nesirlerin toplandığı küçük hacimdeki eserler şunlardır: Boş Herif ( 1910), İki İttifakın Tarihçesi (1912), Batar­ya İle Ateş ( 1917), Asitan-ı Tarihte ( 1917), Çal Çoban Çal ! ( 1912), Ta­rihin Yılan Hikayesi (1922), Nasreddin Şah ve Babiler ( 1923), Hazret-i İ sa'ya Açık Mektup (1924), Çalınmış Ülke ( 1924), İmana Tasalliit -Şapka Meselesi ( 1925), Kafir Hakikat (1926), Yıkılan Müessese ( 19127) .

Kökleri nasirin milli, dini ve insani heyecanlarında olan düşün­celerini ifade eden bu nesirlerin üsliibunda ciddi bir özeniş göze çarpar ve bu üslup, ınuhtevaya uyarak, yer yer, bir hitabct üsliibu halini de alır. Zilıniyet bakımından tamamıyle batılı olan Nazif, Doğu edebiyatı­ttnın da büyük değerler taşıdığına inanmış ve bütün yazılarında milli değerlerin de sürekli bir savunucusu olarak kalınıştır.

Süleyman Nazif'in küçük kardeşi Faik Ali Ozansoy ( 1876-1950) da Servetifünun topluluğundandır. Mülkiye Mektehi'ni hitirdikten sonra yönetim işlerinde, ınutasarrıflıklarda, valiliklerde bulundu . Son görevi Dahiliye Nezareti Miisteşarlığı'dır.

Servetifünun'daki ilk şiirleri, 1897 de çıkınağa başladı. Bu şiirlerinde, bazan, Zalıir adını da kullandı. Şiiı· kitapları : Fani Teselliler (1908), Midha1. Paşa ( 1908), Temasil ( 1913), Elhan-ı Vatan (1915, 1917), Şair-i A'?.am'a Mektup ( 1923).

1908 den sonra bir aralık Fecr-i Ati'nin de lıaşıııa geçen Faik Ali, Divan Edebiyatı'nı hiç tanımadan, ilk şiirlerini rloğrudan doğruya Ekrem, Kemal ve Hamid'in etkisinde yazdı. Bu etkiler arasında en uwn siireni, Hamid'inki olmuştur. Fakat Servet-i Füııun'a yazmağa haş­ladıktaıı kısa bir süre sonra, çevreye uyuş kahiliycti sayesinde bu top-

Page 92: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

92 KENAN AKYÜZ

luluğun bütün özelliklerini kolaylıkla benimsemiş, gerek dil ve üsh1p gerekse hayal kuruş ve duyuş bakımından eksiksiz bir Servet-i Fünun r;airi olmuştur. Ancak, kullandığı farsça tamlamaların, arapça ve farsça kelimelerin bolluğu yüzünden, çok aşırı durumda Imiunduğu söylenebilir. 1908 e kadar yazdığı şiirlerinde aşk, kadın ve tabiat tema­larını tamamıyle romantik bir atmosfer içinde i�leiliği halde, bu tarihten sonraki şiirlerinde toplum meselelerine w bilhas"a yurt duygularına da geniş hir yer ayırmıı;tır.

Servet-i Fiinun topluluğunun en genç üyesi olan CeHU Sahir Erozan ( 1883-1935), Yemen vali ve kumandanı İsmail H akkı Paşa'nın oğludur. U zun süre ortaokul ve liselerde türkçe ve edebiyat öğrctmenliği yapmakla heraber hayatını daha çok yazılarıyle kazanan şair, 1928 de milletvekil­liğine ve Tiirk Dili Tedkik Ct>miyeti Umumi Katipliğine seçildi ve hu görevlerde iken öldii .

Yazı hayatına on dört yaşında başlayan Celal, ilk şiirlerinde Hik­met Celal, Ahmet Celal, Şarık ve V cihan gibi türlü adlar kullandı. Bun­lar arasında en çok tutunanı, Servet-i Fiinun'a yazmağa başladıktan ( 1899) sonra kullandığı Sahir adıdır. Şiire merak etmesinde, birçok şiir­leri ve bilhassa şarkıları olan annesinin de etkisi büyüktür. 1 lk zamanlar .Muallim Naci'yi Lcğenen şair, Servet-i Fiiııun'da yazmağa ve Fransız şiirini öğrcnmcğe başladıktan sonra ondan vazgeçerek tamamıyle Batıya yöneldi. Değişikliğe ve ycniliğe karşı olan büyük ilgisi onu, her yeni harekete katılmağa zorlamıştır. Böylece, 1909 da lı ir aralık F ecr-i A ti'nin reisliğini yaptığı gibi, 191 1 de başlayan Yeni Lisan ve Milli Edebiyat hareketine de katılmakta gccikmedi. 1908 den sonra, çok enerj ik ve sü­rekli hir yayın hayatı geçiren şairin çıkardığı veya yönettiği dergiler arasında Demet ( 1908), Musavver Muhit (1909), Servet-i Fünun (1909-1910), Halka Doğru ( 1 913), Türk Sözü ( 1914) ve B ilgi Mecmuası ( 1914) vardır. Bu dergilerde kendisinin de birçok şiir ve makaleleri yayınlandı .

Şiir kitapları : Beyaz Gölgeler ( 1909), Bulıran (1909), Siyah,Kitap (1 91 2).

Servet-i Fünun şiirinin özelliklerine hızla ve kolaylıkla uyan Sahir, ayni zamanda biiyük bir doğurganlığa da sahipti. Bol şiirlerinin başlıca temaları "aşk" ve "katlın"dı. Kadın güzelliğine karşı hüyük bir düşkün­Iiikle doğmuş olan şair, şiirlerinin bu deği�mez ve sürekli konusu yüzün­den, zaman zama71, şiddetli hiic :ımlara uğradı. Dil ve üslfıp bakımından,

Page 93: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLI:Ilİ 93

tamamıyle Servet-i Fünun şiirine uymuştu . 1909 da Fecr-i Ati'ye ka­tılışı pek güç olmadı. Çünkü Fecr-i Ati, Servet-i Fünun hareketinin ufak ayrılıklarla devamından ibaretti. Fakat Fecr-i Ati'deıı Milli Edebiyat hareketine geçmek, onun için, hir hayli güç oldu. Çünkü hem vokahüll'r ve üslupta, hem nazım tekniğinde ve hem de duyuş ve hayal kuruşta hüyük değişiklikler yapmak gerekiyordu. Servet-i Fünıın'un alışılmış romantizminden, vokabülerinden ve Anız'dan ayrılmak hiç de kolay olmadı. Bu yeni uyuşu sağlayabilmek için, uzun yıllar, sürekli denemc­ler yapmak gerekti ve nihayet onu da haşardı ( 1917) . Bu arada, aşk ve kadın eski rağhetini sürdürmekle beraber, şiirlerinde milli duygu­lara da yer verdi ve, eski doğurganlığının kalmamış olmasına rağmen, ölümüne kadar, çok canlı ve samimi şiirler yazmakta devam etti.

T i y a t r o

Tanzimat devri tiyatrosundan bahsettiğimiz sırada Gedikpaşa'daki Osmanlı Tiyatrosu'nun II . Abdülhamid tarafından yıktı.rılması, burada çalışan sanatkarlardan hir kısmının Bursa'ya gidip Ahmet Vefik Paşa'nın kurduğu tiyatroda da hir süre çalıştıktan sonra dağılmaları ve II . Ab­dülhamid'in sanat ve fikir değeri taşıyan eserlerin oynarımasına müsaade etmemesi üzerine, Türk sahnelerini tulıiat kumpanyalarının ve melod­ramlarla farsların kaplarlığını belirtmiştik.

Gerçekten, t ulıiat kumpanyalarının bu kesin hakimiyeti, 1908 e kadar aralıksız olarak sürmüştür. B u tiyatroların doğmasında ve geliş­mesinde, Güllü Agob'un "suflörle piyes oynatma" tekelini devletten almış olmasının da etkisi elbette vardır. Suflör yardımı olmaksızın bir piyes metnine bağlanabilmenin imkansızlığını gören bazı tiyatro kum­panyalannın, suflörsüz yani metinsiz piyes oynama yoluna sapmış olmaları da tabiidir.

Hemen hemen bütün repertuarları çevın yahut adapte eserlerden meydana gelen tulıiat sahnelerinin hu devredeki en ünlü sanatçıları : Mardiros Mınakyan, Abdürrezzak ve onun yetiştirdiği Kel Hasan'dır. Türk kadının henüz sahneye çıkamadığı bu devirde de Ermeni sanatçı­ların hakimiyeti yine sürmüş, Türk seyircİsİ sahnede iyi konuşulan hir türkçeden yine yoksun kalmıştır.

Kendi tarzında başarılı hir santçı olan ve tiyatrosuna Osmanlı Dram ve Komedi Tiyatrosu adını takan Mınakyan, kendisine uzun süre

Page 94: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

94 KENAN AKYÜZ

alışını� olanları 1908 den sonra da birkaç yıl daha memnun etmek imka­nını bulabilmiş, sahneye çıkışının 50. yılı 1912 de kutlanmış ve V. Meh­met Reşat tarafından kendisine bir madalya verilmiştir. Arasıra IT . Abdülhamid'in saray tiyatrosunda da oyunlar veren Ahdürrezzak'ın Hande-hane-i Osmani'si de bu devrin tanınmış sahnelerindendir. Kd Hasan ise, espri kabiliyeti, seyirci psikolojisini kavrayış, hazırcevaplık ve kompozisyon kudreti bakımından tuluat sanatçılannın en ileride ge­lenidir. Türkiye'de hiçbir tuiU at aktörü Kel Hasan kadar kendisini geniş yığınlara sevdiremt'miş, onun kadar popüler olamamıştır.

Böylesine bir tiyatro çeşidi ve atmosferi için1le ciddi çalışmalara imkan bulamayan ve Ahdülhak H amid ile Ahmet Midhat'ın "okunmak için piyes" tarzını da henimseyemeyen Servet•i Fünuncular, tiyatro türünde eser verebilmek için, ister istemez, şartların değişmesini bekle­diler. Bunun içindir ki onlar, tiyatro ile ancak 1908 den sonra uğraş­mak imkanını hulahildiler. 1908 de imparatorluğun merkezinde yeniden başlayan ciddi sahne çalışınaları ve bunların gördükleri geniş ilgi, Ser­vet-i Fünuncuların tiyatro denemeleri yapınalanna yardımcı oldu. Bu denemelere katılanlar arasında Hüseyin Suad Yalçın, Mehmet Rauf, Ce n ah Şehabettin, Halit Ziya U şaklıgil, Fak Ali Ozansoy, Ali Ekrem Bolayır ve Safveti Ziya vardır.

Teknik bakımdan, şüphesiz bu denemelerin de kusursuz oldukları söylenemez. Ancak, Tanzimat devrinin denemelerine göre, tiyatro ese­rini anlayış hakımından olduğu kadar, teknik bakımdan da büyük hir gelişmenin varlığı pek açıktır. Hu açık ve müspet fark bize, tiyatro denemelerini yapmakta gecikmiş olmalarına rağmen, Servet-i Fünun­cuların Batıda ve bilhassa Fransa'daki tiyatro çalışmairma ilgisiz kal­madıklarını ve onları yakından i zietliklerini gösteriyor. Şiirlerinde ve romanlarındaki yapma dil ve üshibu tiyatro denemelerinde kullanma­nıağa çalışarak normal konuşma diline yaklaı;;mak için gösterdikleri çaba da onların lehine kaydedilecek önemli bir noktadır. Bu dilin, Kemal ve Ekrem 'in piye3lerindeki dile göre, çok daha canlı, tabii ve işle k ol­duğunu ve böylece tiyatro dilinin normal yoluna hızla girrneğe başla­dığını belirtmek gerekir.

Ancak, tiyatro dilinin halkın diline bu kadar yaklaşmasına rağmen, eski alışkanlıkların etkisiyle, konuların halkın meselelerine gidemediğini ve genellikle vakaların aile çevresi içinde geçtiğini ve "evlenme, hoşanma, kadının medeni hakları" gibi temaların etrafında döndüğünü görüyo-

Page 95: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİLERİ 9;)

ruz. Bu durumun, onların uzun süre içinde bulundukları ağır siyasi şartlar yüzünden toplum meselelerine yönelmek alışkanlığını kazana­mamış olmaları ve Batının etkisiyle 1908 den sonra Türk toplumunun aile anlayışmda bazı önemli değişikliklerin ve kadınların toplumsal hakları bahsinde de birçok münakaşaların meydana gelmesiyle ilgili bulunduğu söylenebilir.

Esasen, 1908 e kadar geçen yirmi beş yıllık geniş süre içinde Tiirk tiyatrosunun zayıflamı� temelleri üzerine hızla kurulmasına çalışılan yeni yapının da pek sağlam olacağı düşünülemez. Bu denemeleri, Türk tiyatro edebiyatını yeniden kurmak için yapılan önemli çalışmalar ola­rak kabul etmek daha doğru olur.

Servet-i Fünuncular arasında, tiyatro ile en çok uğraşan ve en çok başanya ulaşan Hüseyin Suad'tır. Telif ve adaptasyon olarak, sayıları yirmiye yaklaşan piyesi vardır. Bunlarm büyük bir kısmı, kendisinin bir aralık Edebi Heyet üyeliğindc de bulunduğu Darülbedayi ( İstanlıul Belediye Tiyatrosu) de oynandı. Bunlarm arasında basılmış olanlar şunlardır: Kirli Çamaşırlar ( 1911 ), Kaysı>ri Gülleri (Münir Nigar'la birlikte) ( 1918), Ahirette Bir Gün (Efzayiş Suad: Hüseyin Suad Yalçın ve Şiirleri, 1943), Ana Karnında Son Gece (Aynı eser). Bunlardan ilk ikisi komedi, üçüncüsü Hece vezniyle yazılış manzum bir masal, dör­düncüsü de yine Hece ile yazılmış bir fantazidir.

Bu hasılanlardan başka, kitap halinde basılnıayıp oynandıkları kesin olarak bilinenler arasında Şehbal yahut İstibdadın Son Perdesi ( 1909), Kımdak Takımı ( 1910) ve Yamalar (1919) adlı piyesleri vardır.

İşiediği temalar bakımından genellikle Servet-i Fünun'un diğer tiyatro yazarlarından ayrılmamış olan Hüseyin Suad'ın, piyeslerinde, dil ve üslup bakımından, şaşılacak bir sıyrılışla, Servet-i Fünun'un bü­tün dil ve ifade özelliklerinden kurtularak çok normal, canlı ve samimi bir söyleyişe eriştiği görülür. Bu başarıda, onun, daha önce nesirle uğ­raşnıamış, dolayısıyle Servet-i Fünun nesrine alışmamış olmasının etkisi olduğu muhakkaktır. Nitekim, Cenab ve Rauf gibi, nesirle uğ­raşanların bu b aşanya erişemedikleri görülür. V akayı geliştirme bakı­mından arasıra bazı hatalara düşmekle beraber, piyes tekniği hakımın­dan da arkadaşlarmdan çok ileridedir. Hece ile yazılmış iki küçük pi­yesini ise, Birinci Dünya Savaşı sırasında gençler arasında başlamış olan "manzum piyes" modasına uymanın hir sonucu olarak kalıul et-

Page 96: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

96 KENAN AKYÜZ

rnek gerekir. Hüseyin Suad, konuşulan türkçeyi ve Hece veznini Milli Edebiyat cereyanına mensup gençler kadar başarı ile kullanmak gücünü de göstermiştir.

Edebiyat-ı Cedideciler içinde, Hüseyin Suad'tan sonra, tiyatro ile en çok ilgilenen Mehmet Rauf ( 1875-1931) tur. Daha çok, Servet-i Fünun'un ön planda gelen romancılarından olarak şöhret kazanan Rauf'­un tiyatro alanındaki ilk denemesi, Pençe ( 1 909) adını taşır. Mesut ve normal bir evleomenin şartlarını konu olarak alan bu eser, teknik ba· kımdan zayıftır. İkinci tiyatro eseri olan Cidal (191 1 ) in önsözünde kendisinin de itiraf ettiği gibi, Pençe'de "tiyatro tekniği edebiyata feda edilmiş"tir. Pençe'nin dili de, konuşma diline uygun değildi. Yazar, Servet-i Füııun'un dil ve üslfıhundan kendisini kurtaramadığı gibi, romanlarındaki ifade düzensizliği de sürüyordu. Ayni yıl, Halit Ziya'nın Ferdi ve Şürekası adlı romanını piyese çevirmek suretiyle ve ayni adla yaptığı ikinci denemede de bu kusurlardan kurtulamayan Rauf, iki yıl sonra yayınladığı Cidal'de "tiyatro tekniğini öne alarak edebi­yatı ikinci plana itmeği" denedi. Gayesine oldukça ulaşabildiği bu pi­yesinde, dil ve üslfıp yine normal yoluna girememiştir. 1920 de yayın­laılığı Sansar, dil bakımından, sahneye en uygun eseridir. Genellikle "aşk, evleome şekilleri, eviiliktc ihanet ve sadakat" temalarının işlen­diği bu piyeslerin Türk tiyatro edebiyatı için önemli bir kazanç oldukları söylenemez. Yazarın, önce Ceriha adıyle tefrika edilip ( 1923) sonra baş­kası tarafından türkçeleştirilerek "Konu�malı Roman" şeklinde ve Yara (1935) adıyle kitap halinde basılan bir piyesinden başka, kitap olarak basılmamış Diken ( 1917), Evlat Acısı ( 1923) ve Pembe Köşk ( 1924) adlı üç piyesi ile, biri Octave Feuillet (Oktav Föye) den Yağmurdan Doluya ve diğeri de Alfred Picard (Alfred Pikar)dan Gençlik adlariyle yapılmış iki adaptasyonu daha vardır.

Ce n ab Şehabcttin de, biri dram (Yalan, 19 1 1 ) ve biri de komedi (Körebe, 1917) olan iki piycsi ile, Servet-i Fünun'un tiyatro yazarlan arasına katıldı. Yazıldığı tarihte Milli Ta'lim ve Terbiye Cemiyeti'nin açmış olduğu bir piyes yarışmasını birineilikle kazanan Körebe'de, Şair Evlenmesi'nde işlenen "görücü ile evleome usulünün kötülü ğü" teması yeniden ele alınmıştır. Her iki piyeste de, teknik zayıflığının yanıbaşında, dilin ve üslfıbun konuşma diline uygunsuzluğu ve işlek olmayışı ayrıca dikkati çekmektedir.

Bu çalışmaları Kahus (1918) adlı dramı ve Füruzan ( 1918) (A.

Page 97: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK E DEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİI,ERİ 97

Dumas Fils : Francillon), Fare (19125) (Edouard Paillcron : La Souris) adlı adaptasyonları ilc Halit Ziya ( 1867-1945), Baria (1908) dramı ilc Ali Ekrem, Haralamhos Cankıyadis (1 912) ko medisi ile Safveti Ziya ve Payİtahtın Kapısında (1918) ve Nedim ve Lale Devri (1 950) adlı iki manzum dramı ile Faik Ali izlerler.

R o m a n v e H i k a y e

Türk Edebiyatında 1870'ten sonra avrupai ilk örneklerini verrneğe başlamış olan roman türünün, bu örneklerde, Tanzimat hareketinin de toplurucu gayesine uygun olarak, tema, dil ve üslup bakımından bü­yük halk yığınlarını eğitrneğe yöneldiğini; ancak, pek kısa süren bu çalışmadan sonra yani 1875 ten başlayarak devrin başlıca ro­mancılarında bilhassa dil ve üslup anlayışı hakımından büyük bir ayrılık meydana geldiğini ; böylece, ilk örneklerdeki yönelişi sürdüren Ahmet Midhat'ın yanıbaşında, Fransız romantiklerinin şiddetle etkisinde kalan Namık Kemal'in "sanatkarane üslub"a doğru yol alınağa başladığını biliyoruz. Daha sonra yetişip Fran­sız edebiyatıyle yakından veya uzaktan temasa geçchilmiş olan Türk romancıları, zamanlarının b iiyük şöhreti Namık Kemal'in de etkisiyle, romanda daha çok romantizmi izlediler. Sanatkarane üslupla birlikte avrupai roman tekniğine de h ağlı kalınağa çalışan N am ık Kemal'in çığırı, 1880 den sonra Türk edebiyatma girrneğe başlayan Fransız rea­lizminin etkileriyle de yavaş yavaş kaynaşır ve Türk romanı zamanla realizme doğru kaymağa başlar. Fakat, romantizmin daha önce tanınmış ve sevilmiş cazibesi düşünülünce, bu kaymanın neden büyük bir diren­me ile karşılaştığı, Sergüzeşt, Araba Sevdası ve Zelıra'daki teşebbüslere rağmen, Türk romanının neden daha bir süre romantizmin hakimiye­tinden kurtulamadığı kolaylıkla anlaşılabilir. Gerçekten roman, Servet-i Fünun devrinde de romantizmin etkilerinden kendisini tamamıyle kurtarahilmiş değildir.

Yetişme çağlan 1880 ile 1890 arasına rastlamış olan Servet-i Fünuıı romancılannın, ilk denemelerinde, bu iki tarih arasındaki eğilimlerden etkileurneleri de tabiidir. 1 880 den sonra Fransız realizminin Türk romanına sızışı çok ağır bir tempo ile olduğu, bu eğilime yer vermiş olan yukarıdaki üç romandan yalnız Sergüzeşt'in 1888 de basıldığı ve diğer ikisininin ise ancak 1896 dan sonra (Zehra : 1 896, Araba Sevadası:

Page 98: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

98 KENAN AKYÜZ

1898) yayınlandıkları dikkate alıııırsa, Servet-i Fiinun romancıtarının ön­celeri daha çok romantik örneklerle karşılaştıkları anlaşılır. Bunun için­dir ki onların ilk denemelerinde realizmin izlerine rastlannıamasını tabii görmek gerekir. Gerçekten, ilk üstadlarının Nanuk Kemal ve Ahmet Midhat gibi yerli romancılar oldu�unu ve bunların sonraları yerlerini Fransız romancılarıııa bıraktıklarını kendileri de söylerler. Bu Fransız romanları ise, ilk zamanlar, ik inci, üçüncü derecede romaııcılaıdı . Stend­hal, (Standal), Flaubert (Floher), Balzac (Balzak), Goncourt (Gonkur) lar ve Bourget (Burje) gibi ustaları tanımaları 1890 dan sonradır.

Servet-i Fünun romancılarının- gerek biiyük itibarını henüz koru­yan romantizmin ve gerekse devri n ağır siyasi şartlarının etkisiyle- ferdi temaların çemberini kırarak toplumen ternalara yön elemedikleri hakkında daha zamanlarında başlayan suçlama, bu romancılar için sonradan veri­len hükümler arasında da yer almış bulunmaktadır. Romantizmin rağbet gördüğü ve realizmin yeni yeni tanınınağa ba�landığı bir devirde yetiş­miş olan Servet-i Fünun romancılarının- ro�antizmin etkisinden birden bire kurtulmalarına elbetteki imkan yoktu. Ancak, kendilerini tarna­miyle romantizme kaptırmadıkları ve zamanla rt>alizmt> yönt>lerek içinde yaşadıkları toplumun hayatını -geniş bir şekilde olmasa da- verrneğe muvaffak oldukları bir gerçektir. Türk toplumunun o devirdeki duru­munun en kalın çizgisi, şüphesiz, hatılı toplumların hayatına uymak için gösterdiği çabadır. Bu çabaların yukarıdan aşağıya, aydından halka doğru olduğu da bilinen bir şeydir. Batı medeniyetine kayıtsız şartsız bağlanmış olan Servet-i Fünuncuların romanlarında bu çabaları akset­tirrneğe ve hatta daha da ileriye giderek bu çabalara bizzat katılmağa, gerçekleşmesini o kadar istedikleri batılı hayatın -kendi anlayışianna ve zevklerine uygun- örneklerini çizrneğe de çalışacakları tabii idi. Esa­sen, çok kısa bir süre içinde eriştikleri büyük şöhret ve üsıadlık payesi de başlarını döndürmüş ve "sanatçının yolgöstericilik" gucune iııan­mışlardı. Tevfik Fikret, 1900 de Servet-i Fünun'a yazdığı bir Müsahahe-i edebiyye (C. X IX, sayı : 476) de bazı romarıların toplum hayatındaki yıkıcı etkileri üzerinde konuşurlarken, Halit Ziya'nın, kurumlanarak: "Üoo . . . şüphesiz, hayatı romanlar yapıyor!" dediğini anlatır. Bu itibar­la Servet-i Fünun romancıları, bir yandan Türk toplumunun nasıl ve ne ölçüde batılılaşmakta olduğunu çizerlerken, bir yandan da bunu -kendilerine göre- en uygun buldukları şeklini verrneğe çalıştılar. O halde Mehmet Rauf'un, daha 1 899 da (Bizde Roman, Servet-i Fünun, C.

Page 99: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 99

XVIII, sayı : 445) ve Alırnet Şuaylı'ın 1900 de (Son Yazılar, Servet-i Fünun, C. X IX, sayı : 482) Servet-i Fünun romanı hakkında ileriye sürdükleri ve sonradan rağbet gören ve bu romanın (Hakkı Belıiç: Bizde Roman ve Hikaye, Servet-i Fünun, 1 909, C, XXXVI, sayı : 931) "kendi yaşayış tarzımızı, zevklerimizi, adederimizi yaşatmarlığı" ve "yalnız ferdi talıayyül ve tahassüsleri işlediği" iddiasının pek yerinde olmadığı mulıakaktır. Edebiyat-ı Cedide hareketinin hikayesi olan Mai ve Siyah'ta, idealist bir şairin iç dünyası ile birlikte, orta halli lıir Türk ailesinin yaşayış tarzı, zevkleri, adetleri ve o devrin hasın hayatı gayet iyi bir şekilde tasvir edildiği gibi; Aşk-ı Memnıi'da da batılı yaşayış tarzına kaymış zengin bir Türk ailesinin hayatı etraflı olarak verilmektedir. Hatta tamamiyle psikolojik bir roman olan Eylül'de bile, roman kah­ramanlarının Batı kültürü ilc ve bilhassa müziği ile ne kadar ilgili bu­lundukları anlatılır. Kırık Hayatlar ise, Türk toplumunun değişik çev­relerdeki insaniann hayatını vermek bakımından, dikkate daha çok değer. Ayrıca, bu romanlardaki bütün karakterler de tamamıyle yerli­dir. Ancak, Servet-i Fünun romanında "toplum davalan" hemen he­men hiç yokt ur. Siyasi ve dini haskılann şiddetle devam ettiği bir de­virde, bu iki diktadan birine dokunmadan, herhangi bir toplumsal davaya temas etmenin güçlüğü ortadadır. Bu bakımdan Servet-i Fü­nun romancıları, tahlili yalnız kahramanının iç hayatına yönelterek, toplum hayatını sadece tasvir etmekle yetindiler. Bu davranış, uymağa çalıştıkları realist roman metoduna da uygundu.

Servet-i Füııun romancılan, teknik bakımdan, Tanzimat romanının hatalarından tamamiyle kurtulmuşlar ve modern bir tekniğe sahip ola­hilmişlerdir. Vakaların kuruluşu, işlenişi ve konuşmalar çok normaldir. Karakterlerin hep "yüksek tabakaat-ı içtimaiyyeden" seçildikleri iddiası doğru olmadığı gibi, vakaların İstanbul'un hep zengin ve kibar semt­semtlerinde geçtiği iddiası da gerçeğe aykırıdır. Buna karşılık, vaka­ların hemen hemen tamamıyle İstanbul'da geçtikleri iddiası doğrudur. Fakat, hayatları boyunca İstanbul'dan dışarıya pek az çıkmış olan ve romanda gözleme önem veren ro_mancılann başka türlü davranmalan da imkansızdır. Gerçekten, Servet-i Fünun romancıları ve hikayecileri eserlerinde gözleme yer vermekle muhayyilenin etkisini oldukça azal­tabilmişlerdir.

Servet-i Fünun romanının ve hikayesinin en kusurlu yonu, hiç şüphe8iz, dili ve üslıibudur. Tanzimat'ta Namık Kemal ile başlayan

Page 100: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 00 h.ENAN AKYÜZ

sanatkarane üslı1p modasının, Sen·ct-i Fünun devrinde en yüksek ker­teyi bulduğu muhakkaktır. nu hususta şiirin vokahülerine paralel bir yön tutturan Servet-i Fünun romancılan da, sözlüklerden unutulmuş arapça ve farsça kelimeler bulup çıkarmakta ve türkçcyi yabancılaş­tırınakta çok ileriye vardılar. Üslfıp anlayışı ua türkçeain anlaşılma:t: hale getirilmesinde ayrıca etkili olmuş; ikizli, üçüzlü ve hatta dördiizlü tamlamalar halinde ifade edilen istiareler büyiik hir karışıklık meydana getirmiştir. o zamanlar kentlilerine pek cazip gelen lm üslfıhu ve mükem­mel şekilde işlenmiş bir dil olarak kabul ettikleri osmanlıcayı, soncaları -aradan yirmi beş yıl geçmeden- kendileri de pek garip bulmağa baş­lamı�lar ve eserlerinin 1920 den sonraki haskılannda vokahüler ve üs­lup bakımından değişiklikler yapmak zorunda kalmışlardır.

Servet-i Fünun romanının en önemli ki�isi, Halit Ziya Uşaklıgildir. 1867 de İstanbul'da doğdu. Babası Uşaklı olup İzmir'de yerleşmiş bir ailenin çocuğu ve edebiyata meraklı bir halı tüccardır. İstanbul'da işleri­nin iyi gitmemesi üzerine, 1 879 da tekrar İ zmir' e döndü. Böylece, ilk öğrenimine İstanbul'da başlamış olan Halit Ziya da, hmir'de kısa bir süre hir Türk okuluna gittikten sonra, tı•k Tiirk öğrenci olarak, bir Fransız mektehine gitrneğe başlar. İstanbul'da iken hahasına ve onun dostlanna geceleri şark hikayeleri ve İ zmir'de de eledesine yerli ve çevirme romanlar okuyan Halit Ziya, pek küçük yaşlarda hikaye ve romana karşı büyük bir ilgi duymağa haı;;lar. Fransızca öğrenmeğe başladıktan sonra, kendisi de birtakım çeviriler yapınağa koyulur. llu çeviriler; şiir, hikaye, roman ve piyeslerden fenni yazılara kadar çok çeşitli bir kadro gösterir. Fransız okulunun son sınıfından ayrılarak önce bir süre Lahasının yanınua, sonra da Osmanlı Bankası'nda memur ve İ zmir İdadisinde fransızca öğretmeni olarak çalışır. Bir yandan da, Fransız romancılarını okunıağa devam eder. 1884 te Tevfik Nevzat ile birlikte Nevruz, bir yıl sonra yine onunla birlikte Hizmet ve Ahenk gazetelerini çıkarır. Asıl yazı hayatı da bu Hizmet gazetesinde gelişir. Sefile, Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası adlı romanları ile Bir Muhtıranın Son Y apraklan, Bir İzdivacın Tarilı-i Muaşakası adındaki hikayeleri, mensur şürleri ve birçok fenni yazıları bu gazetede yayınlanır. Bu sırada Fransız edebiyatından bahseden Garbtan Şarka Seyyale-i Edebiyye ( 1885) adlı küçük .hir incelemesi de basılır. 1888 de evlenir. 1889 da Paris sergisini görrneğe gider. Bu ilk Avrupa gezisinin izienimlerini Hizmet ve Vakit gazetelerinde yayınlar. 1893 te Reji

Page 101: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MOUERN TÜRK EDE.BİYATININ ANA ÇİZGİLERİ ı o ı

Müdürlüğü'nden aldığı Başkatiplik teklifini kabul ederek İstanbul'a gider ve orada yerleşir. İzmir'de iken uzaktan tanıdığı Mehmet Rauf, Hüseyin Suad, Hüseyin Cahit, Ahmet Rasim, Rıza Tevfik, Ahmet Hikmet, Safveti Ziya ve Ahmet İhsan ile dostluklar kurar ve ikdam gazetesiyle Servet-i Fünun'a yazmağa başlar.

Tevfik Fikret 1896 da Servet-i Fünun'un başına geçtikten sonra, Ekrem 'in teşviki ile, o da Servet-i Fünun hareketine katıldı ve asıl büyük ı:öhretini de bu dergide tefrika edilen Mai ve Siyah ( 1896-97), Aşk-ı Memnu ( 1898-1900) romaolariyle yaptı. llu arada birçok küçük hika­yeleri, tenkidleri ve makaleleri yayınlandı. Servet-i Fünun topluluğu 1901 de dağılınca Halit Ziya, Kırık Hayatlar tcfrikasını ( 1901 ) da yanda hırakarak, 1908 e kadar yazı hayatından çekildi . I l . Meşrutiyet'in ilanı üzerine, diğer Servet-i Füııuncular gibi, tı-krar o da yazmağa başladı. Fakat şartlar ve zevkler değiştmişti. 1909 da Sabah gazetesinde çık­ınağa başlayan Nesi-i Ahir romanı iyi karşılanmadı ve tefrikası yarıda kaldı. Halit Ziya, ayrıca, tiyatro eserleri yazmayı da denedi . Bu arada, V. Melımed'in Mabeyn Başkatipliğine ve İstanbul Üniversite<ıi Batı Edebiyatı Tarihi ve E ;tctik profcsörlüklcrinc tayin edildi . Geçici siyasi görevieric Fransa, Almanya ve Bomanya'ya gönderild i . ittihad ve Te­rakki Partisi'nin iktidardau düşmesi üzerine, tekrar Reji müdürlüğüne döndü ve orada idare meclisi reisi oldu.

1923 ten sonra yine yazmağa başladı. Bomanlarının dilini sadeleşti­rerek, yeni baskılarını yaptı . Bu arada Kırık Hayatlar ( 1924) ı ve birçok hikaye ve makalelerini kitap halinde hastırdığı gibi, Kırk Yıl ( 1936) adlı beş ciltlik edebi ve Saray ve Ötesi ( 1940-1942) adındaki üç ciltlik siyasi hatıralarını ve oğlu Halil Vcdad'ın hazin ölümünden sonra ona ait hatıralarını (Acı Bir Hikaye, 1942) yayınladı ve 27 mart 1945 de öldü.

Homaııları : Sefile ( 188.5, tefrika), Bir Öliiniin Defteri ( 1891 , 1893, 1944), Nemide ( 1893, 1943), Ferdi ve Şiirekiisı ( 189·1, 1945), Miü ve Siyah ( 1897, 1 900, 1914, 1938, 1942, 1945, 1957), Aşk-ı Memnı1' ( 1900, 1925, 1 939, 1945, 1962), Kırık Hayatlar ( 1924, 1944·). Hikayeleri : Bir İzdivaeın Tarih-i Muaı;;akası ( 1888), Bir Muhtıraııın Son Yaprakları ( 1888), Nakil (4 eilt, 1892-1894), Küçük Fıkralar (3 cilt, 1 896), Bu muydu ? (1896), Heyhat! ( 1896), Bir Yazın Tarihi ( 1900, 1941), Solgun Demet ( 1901), Bir Şi'r-i Hayal ( 1914, 1943), Sepette Bulunmuş ( 1920), Bir Hikaye-i Scvda ( 1922, 1 929), Hepsinden Acı ( 1934), Aşka Dair

Page 102: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

102 KENAN AKYÜZ

(1935), Onu Beklerken ( 1935), İhtiyar Dost ( 1937), Kadın Pençesi (1939), İzmir Hikayeleri ( 1950).

Zengin bir yazı hayatına daha çok fenni konulardaki küçük çevi­riler ve derlemelerle başlayan ve bu yazılarında Halit ve Mehmet Halit imzalarını kullanan yazar, ilk roman denemesini de İ zmir'de iken yaptı ( 1885). Hizmet gazetesinde tefrika �dilen Sefile adındaki bu roman, aldatılan masum bir kızın ıstıraplarının hikayesidir. Sansürcc "şeair-i i >lamiyyeye mugayir" olduğu iddiasiyle reddedildiği için, kitap halinde basılamadı. Böylece genç yazar, daha ilk denemesinde, devrin siyasi ve dini baskılannın ortak darbesini yemiş oldu. Fakat, cesaretini kaybet­meyerf k, çalışmaları aa devam etti ve bir yıl sonra yine ayni gazetede tefrika edilen Nemide'yi yazdı. Adı ile, dilde "ibtizal"den kaçınan Servet-i Fünuncuların kahramanları için yarattıkları yeni özel adların (Suha, Pervin, Vedad, Bülend, Nihai, Suad, Bihter, Cemil, Ferdi, Nevin, Vedide, Behic, Nezih, . . . ) rla ilk örn�ğini veren bu ikinci deneme de son­radan kitap halinde basıldı. Gerek Nemide'de ve gerekse onu izleyen Bir Olünün Defteri ile Ferdi ve Şürekası'nda, kahramanları genç ka­dınlar olan bazı romantik aşkların karşısındayız. Kahramanların duygu ve hayalierindeki masumiyet ve ölçüsüzlük, hırçınlıklar ve vakaların hep bunların etrafında dönüşü, ilk bakışta romantik bir yazar karşısında bulunulduğu sanısını verir. Zaman zaman, bu kanaata kapılanlar da olmuştur. Fakat romantizmin ıstıraptan başka bir şey doğuramayacağını ifade eden yazarların eserleri hakkında romantik sıfatını kullanmak güçtür. Halit Ziya'nın bu üç romanında da aşk ön planda gelmesine ve tamamıyle hissi bir karakter taşımasına rağmen, yazarın realist bir zihniyetle hareket etmek istediği de çok açıktır. Toplumsal çevre ve şahıs tasvirleri de genellikle realist bir şekilde yapılmıştır. Romantik bir davranıştaki insanların ıstıraptan ıstıraba sürüklcneceklcrine ve hayatta başarı kazanamayacakianna inanan ve okuyucuyu da buna İnan­dırmağa çalışan yazar, bu inancını, artık bir deneme olmaktan çıkarak teknik bakımdan tam bir roman hüviycti kazanmış olan Mai ve Siyah'ta daha açık bir şekilde ifadelendirmek imkanını buldu. Yine tamamıyle romantik bir mizaca sahip olan kahramanını, bu eserinde, yalnız aşkın karşısında değil, çeşitli olayların karşısında da dcner ve hepsinden de yenilmiş, hayal kınklıklanyle dolu olarak çıkarır.

Aşkın ikinci plana alındığı Mai ve Siyah'ta toplum hayatına yer verilmiş olması, şüphesiz, onun en önemli yönüdür. Romanda Ahmet

Page 103: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATI NIN ANA ÇİZGİLERİ 103

Ccmil, yalnız iç dünyası ile değil, bu dünyanın bağlı bulunduğu çevre ile birlikte vrilmiştir. Onun, çocukluğundan itibaren, hangi toplumsal şartlar içinde yetiştiğini, aile ve okul hayatını, küçük yaşlardan baş­layarak hayatını kazanmak için karşılaştığı sıkıntıları bütün özellikleriy­le öğrendiğimiz gibi; lm genç şairin "yeni bir şiir yaratmak için" neler düşündüğünü, bu düı:üncclerini gerçekleştirmek uğuruna yaptığı müca· deleleri, düşmanları olan eski edebiyat taraftarlarının ve o devir basın hayatının iç yüzünü tam bir aydınlık içinde izleyebiliriyoruz. Bu ba­kımdan bu romanı, ayni zamanda Edebiyat-ı Cedide hareketinin ve Doğu­Batı edebiyatları arasındaki zihniyet mücadelesinin romanı olarak da kahul etmekte hiçbir engel yoktur. Gerçekten, bu harekete mensup gençlerin çoğu ayni toplumsal şartlar içinde yetişmiş, ayni şeyleri ger­çekleştirmek istemiş, ayni mücadeleleri yapmışlrdı.

Adı Stendhal'in meşhur romanının adını da hatırlatan hu romandan sonra, Aşk-ı Mcmnu'da, batılılaşmanın Türk toplumunun zengin çev­relerindeki yönünü huluyuruz. Roman kahramanlarından olan zengin Adnan Bey'in evinde Fransız mürebhiye, Batı müziği hayranlığı, piyano, Fransız moda mecmuaları, Fransız mobilyası ve yaşayış tarzı tamamıyle vardır. Bu aile, o devrio batılı hayata en çok uymuş, zengin Türk ailelerinin örneğidir. Burada, Adnan Bey ailesinin hayatı ile birlikte, zengin olmamakla heraber monden hayata özencn bir başka ailenin, ro· manın esas kahramanı Bihter'in ailesinin de hayatı ve kendisinin yetiş­me tarzı da bütün özellikleriyle verilmiş bulunuyor.

Kırık Hayatlar'da ise yazar hizi, tekrar, orta halli ve fakir Türk ailelerinin arasına sokar ve geniş bir gözlemle, onların hayatlarını verir. Bu romanda da, Mai ve Siyah'ta olduğu gibi, aşk ikinci plandadır.

Halit Ziya'nın, eserlerinde avrupai roman tekniğini safha safha geliştirerek, Aşk-ı Mcmnfı'da bu tekniğin bütün özelliklerini tamamıyle gerçekleştirmiş olduğu açıkça görülmektedir. Bununla beraber, daha önceki romanlannda da vakalar sağlam bir plana sahiptirler. Yazar, romanını yazmağa başlarken, onu nasıl hitireceğini de bilmektedir. Romanlannın vakasını kuran olayların düzeninde, çoğunlukla, sebep­lerden sonuçlara gitmeyi yani olayların akışındaki normal düzeni ter­cih eder. Olayların aniatılıp açıklanması ise, kendi gözlemlerine dayanır. Bu bakımdan, ilk romanlarındaki bazı sühjektif tasvirler de, zamanla,

· yerlerini gözleme ve objeltif tasvirlerc bırakır. Bunlar, kısalıkları ile,

Page 104: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 04 KENAN AKYÜZ

ayni zamanda, aksiyonu durdurmak veya yavaşlatmak tehlikesini de önler! er.

Mai ve Siyah'tan başlayarak yazar, romaniarına çok cııtcresan karakterler bulmakta büyük ustalık gösterir. Gerçekten, hu romamn­daki Ahmet Cemi! ve diğer iki romanındaki Bihtcr ve Vedide, Türk romanında adları unuttılmayacak olan karakterlerdir. Hde Alım11t C11mil, zamanının genç şairleri tarafından uzun süre taklit edilen ve çok sevilen bir karakterdir. Karakterleri canlandırmakta, onları -çev­relerinden ve şartlarından koparmadan- bütün psikolojik mulıteva­larıyle vermektc büyük bir güc göstf•ren Halit Ziya, tanıarnıyle göz­leme dayanan psikolojik tahlillerini, büyiik parçalar halinde yapmak­tansa -tasvirlerinde olduğu gibi- olaylar arasında eriterek ve gerektiği kadar yapmayı uygun görmüştür.

Kahramanlarını çok çeşitli toplumsal çevrelerdPn ve mesleklerden seçmesi, romaniarına ayrı bir zenginlik ve değişiklik kazandırmıştır. Ancak, kahramanlarını taıııtırken, vakayı durdurarak, uzun uzadıya onların geçmişlerine dönmesi hata olarak kabul edilebilir. Ayrıca, be­ğendiği karakteriere hiçbir hatalı hareket yaptınnamağa özt>nmesi de dikkati çekmektedir. Bu hususlara, romancının ahlaki bağlara ve kamu­oyunun değer hükümlerine fazlasıyle bağlı olması, kahramanlarının hareketlerini bu iki açıdan görüp hükme Lağlaması, bu sebeple onları -Aşk-ı Memnu'un kahramanı Bihter'e takdir ettiği ceza gibi- aşırı ceza­zalara çarptırması da eklenebilir.

Halit Ziya'nın romanlannda en açık özellik olarak, dil ve üslfıptan bahsedilmelidir. Çünkü Halit Ziya'nın dili demek, Servet-i Fünuıı nesrinin dili demektir. Bu nesrin yabancı kelime ve tamlamalarla yüklü, tam hir osmanlıca olduğu muhakkaktır. Üslı1bu ise, Türk romanında ilk defa Namık Kemal ile başlayan, sanatkarane üslubun en koyusudur. Hayal sanatlarıyle dolu olan bu iislı1bu sağlamak için, yazarın sürekli bir çaba sarfettiği görülüyor. Sefile ile Nemide'de yeni bir dil ve iislı1p arayışı içinde olan romancı, Bir Ölüniin Defteri'nde aradığını hulmağa başlamıştır. Mai ve Siyah'ta gelişen bu üslı1p, Aşk-ı Memnı1'da en ileri şeklini verir. Ancak, bu çok dikkatli ve sağlam üslupta bazan Fransız senteksının izlerini de görmek mümkündür. Fakat, her şeye rağmen, Edebiyat-ı Cedide nesrinin üsh1p anlayışını, ilk ve son merlıalc olarak, Halit Ziya'nın nesrinde bulabiliriz.

Page 105: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEüİYATI NIN ANA ÇİZGİLERİ 105

Fransız realist roınancılannda görülen başarılı "insan - çevre" kompozisyonu, Halit Ziya'nın son üç romanında da açık olarak göze çarpar. Yazar, ferdin iç dünyası ile toplumun hayatı arasındaki sıkı ınünasebeti gereği gibi verebilmek için, büyük bir çaba içindedir. Ancak, buna rağmen, yazarın daha çok ferdin iç hayatını ön plana koyduğunu ve toplumsal çevreyi de onların şahsiyetlerini daha iyi aydınlatmak için ele aldığını da iddia etmek mümkündür. Bu bakımdan, onun romanların­da, toplum davalan ve onlara ait düşüneeler değil, sadece, kahraman­larının içinde yaşadıkları toplumsal çevrelerin realist tasvirleri vardır. Bu tutumu ile romaneı, Balzae (Balzak) ın metodu ile Paul Bourget (Pol Burje) nin metodunu kaynaştırmış, ikisinin arasında bir yolu ter­cih etmiştir.

Halit Ziya, hikaye (nuvel ve kont) tarzında da bol denemeler yaptı. İlk h ikayeleri olan Bir Muhtıranın Son Yap rakları ile Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası'nı Hizmet'te yayıniarnıştı ( 1886). Bunlar, ayni zamanda, Ahmet Midhat'ın halk ve meddalı hikayelerinin tekniğindım ayrılaınamış olan hikayelerinden sonra, avrupai tarzda yazılmış ilk lıikayelerdir. Sayıları iki yüze yaklaşan h ikayelerinde yazar, daha çok, şehir hayatının mahalle içlerine ve fakir semtlerine yönelmiş, hu çevre­lerin herhangi bir bakımdan dikkati çekip tanınmış tipleri üzerinde durmuştur. Bunların, genellikle, anormal taraflan kabarık, acınınağa layık, zavallı insanlar arasından seçildikleri görülüyor. Aşk, hu hika­yelerde de ikinci plandadır. Daha çok fertlerin çevreden gelme bazı ıstıraplarının tasvir ve tahliline çalışan yazar, roman tekniğinde gös­terdiği başarıyı hikaye tekniğinde de tamamıyle sağlamıştır. Roman­larındaki rlil ve üslfıp özelliklerinin hikayelerinde de hemen lwmen de­vam ettiği göriiliir. Fakat, bu ılilin çok eskidiğini fark eden yazar, roman larının ikinci haskılarında yapmış olduğu sadeleştirmeyi hikaye kitap­larının ikinci baskılarında da yapmak liizumunu duydu.

Servet-i Fünun romanının ikinci önemli kişisi ise, Mehmet Rauf'-. tur. 1875 de İstanbul'da doğdu. Bütün öğrenimini İstanbul'da yaptı ve Mekteh-i Bahriyye (Deniz Lisesi) yi bitirdikten sonra Boğaziçi'nde Tarabya önlerinde duran Tersane gemisinde elçilik gemilerinin irtihat suhaylığı görevinde bulundu. Halit Ziya'nın İzmir'de Hizmet gazetı�­sini çıkardığı sırada, aralarında henüz tanışma yokken, bazı küçük hikayelerini göndererek Hizmet'te hasılınasını sağladı. Bundan sonra Hüseyin Suad, Hüseyin Cahid ve Halit Ziya'ııın yazdıkları Mekteh

Page 106: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

106 KENAN AKYÜZ

( 1895) dergisine yazmağa başladı. 1896 dan sonra, Servet-i Fünun hareketine katıldı. Burada önce küçük hikayeler, mensur şiirler ve ma­ınakalelerle başlayan yazı hayatı, 1900 yılında Eylül'ün tefrika edil­mesinden sonra geniş bir şöhrt>te ulaştı. Servet-i :Fünun topluluğunun dağılmasından 1908 e kadar yazı yayınlamayan Mchmet Rauf, bu tarih­ten sonra yeniden geni� bir yayın safbasma girdi. Çeşitli dergilerde pi­yesleri, hikaycleri, romanları ve makaleleri çıktı. Ayrıca, Mehasin ( 1909) ve Süs ( 1 923) adlı kadın dergilerini çıkardı. Zamhak adıyla ya­yınladığı açık saçık bir hikaye üzerine, askerlikten çıkarıldı ve hayatını yazılanyle kazanmak zorunda kaldı . Son yılları hastalıkla geçti. Bu sıralarda kendisine hükfımetçe maaş bağlanılı ve l 931 yılında İstanbul'da öldü.

Romanları : Eylül ( 1901 , 1915 , 1 925, 1946, 1962), Ferdii-yı Garam ( 1913), Genç Kız Kalbi ( 19}4., 1925, 1946), Karanfil ve Yasemin ( 1924), Böğürtlen ( 1926), Son Yıldız ( 1927), Define ( 1927), Kan Damlası ( 1928), Halas ( 1929). Hikayeleri : Aşıkane ( 1909), İhtizar ( 1909), Son Emel ( 1913), Bir Aşkın Tarihi ( 1914, 1915), Hanımlar Arasında ( 1914), Me­nekşe ( 1915), Üç Hikaye ( 1919), Safo ve Karmen ( 1920), Pervaneler Gibi ( 1920), Mazirle Bir Günalı ( 1920), İlk Temas, İ lk Zevk ( 1922), Aşk Kadını ( 1923), Kadın İstcrse ( 1923), Eski Aşk Geceleri ( 1927).

İ lk yazılarında Rauf Vicdanİ imzasını da kullanmış olan Mehmet Rauf'ta da, roman yazma hevesi yerli ve çevirme romanları okuruakla uyandı. İlk denemesini de, on beş yaşında iken, hasılınayan Dt>nact yahut Caskonya Korsanları adlı hikayesiyle yaptı. Basılan ilk yazısı ise, Halit Ziya'ııın yardımı ilc ve Düşman adıyle Hizmet'tc çıkan bir hika­yesidir. Servet-i Fünun'da yazmağa ba!iladıktaıı sonra makaleleri, men­sur şiirleri ve hikayeleriyle adını yavaş yavaş duyurmağa başlayap Rauf'u karşımıza romancı olarak çıkaran ilk eseri Eylül'dür.

Mehmet Rauf'un romanları, ferdin iç hayatını esas alan muhtcva­ları ile, Servet-i Fünun hareketinin genel karakterine daha uygun bir durum gösterirler. Gerçekten Im romanlar, büyük bir çoğunlukla, ro­mantik duyguları, hayalleri ve lıilhassa romantik aşkları işlcrlcr. Bu psikolojik muhtevaya, Halas'ta olduğu gibi, bazan yurtseverlik duygu­larının ve toplumsal alandaki batılılaşma hareketine ait bazı görünüş­lerin karıştığı da görülür. Fakat, Rauf'un romanlarındaki toplum un­surları basit bir çevre tasviri halinde bile değildir. Esaseıı, toplumsal

Page 107: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

!\!ODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 107

çevreye önem vermeksizin, sadeec ve bütün kuvvetiyle psikolojik muh­tevaya yönelen bir yazardan bundan başkası da beklenemez.

Gerçekten, Rauf'un romanlarındaki esas muhtevayı fl'rdin iç hayatı kurar. Bundan, bütün bu romanların daha çok psikolojik roman çeşidine sokulabilecekleri sonucuna varmak güçtür. Temalarının genel­likle ferdi bir karakter taşımalarına rağmen, onun romanları içinde psikolojik roman tarzına konulabilecek bir tek eseri vardır : Eylül. Eylül, gerçekten, Türk romanının bu tarzdaki en başarılı örneğidir.

Rauf'un romanlarında vaka, psikolojik muhtl'vanın hacmine uygun olarak, bazan basit ve ağır, bazan da karışık ve harcketlidir. Vakanın basitliği ve aksiyon azlığı, psikilojik muhteva bakımından çok yüklü olan Eylül'de son kerteye yükselmiştir. Bu eserde, ayni sebeple, şahıs kadrosu da dar tutulmuş ve böylece psikolojik tahlicllrin istenilen geniş­lik ve derinlikte yapılabilmesi sağlanmıştır. Eylül'de bu tahlilierin ya­pılıı;;ında izlenilen metot, kahramanların bir olaydan önceki veya son­raki psikolojik durumlarını açıklamak şeklinde olduğu ve tahliller çoğun­lukla uzun pasaj lar halinde verildikleri için, aksiyonun sık sık kesilmesi ile karşılaşılır. Bu metot hatası bir yana bırakılacak olursa, psikolojik tahlilierin son derecede başarılı olduklarını kahul etmek gerekir. Roman da, bütün cazibesini bu başandan almaktadır. Pı,<ikolojik muhtevanın dar tutulduğu romanlarında (Dcfine, Halas), vakanın daha entrikli ve şahıs kadrosunun daha geniş olduğu görülüyor.

Rauf'un genellikle romantik bir mizaç taşıyan kahramanları ara­sında kadınların bazan sağlam iradel i, nefislerine hakim bir karakter göstermeleri onları tabiilikten ayırır ve, oldukları gibi görünemeyerek, yazarın kendilerinde görmek istediği psikolojik vasıflarla görünürler. Bundan çıkarılabilecek sonuç, yazarın gözlcme her zaman ayni değeri ve yeri vermediği, Halit Ziya'nın izlediği realist metoda ayni derecede bağlı kalmadığıdır.

Rauf'un romanlarında dikkati çeken en büyük eksiklik, üsluptaki gevşekliktir. Halit Ziya'dan onu yine büyük bir farkla ayıran bu gev­ııeklik, bazan, çok basit gramer ve sentaks hatalarma kadar gider. Fakat Halit Ziya'nın çok sağlam, süslü ve külfetli üsh1bu yanındaki bu kırık dökük hali ile hirlikte, bu üshibun okuyucu için daha az yorucu ve daha sevimli olduğunu da söylemek mümkündür.

Rauf'un sayıları hayli kabarık olan hikayelerinde de hakim tema, hemen hemen, romanlarıııdakinin ayındır. Bunlarda da bol bol i�lenen

Page 108: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 08 KENAN AKYÜZ

hususlar, f<>rtlerin çevrelerinden değil, k('ndi özel hayatlarından ve nıizaçlarından doğnıa şahsi duygulanı�lar, aşklar, istekler, ıstıraplar, l• ayiH kırıklıkları ve ünıitsizliklerdir. Dil ve iislup ise, romanlarındaki üzellikleri muhafaza ederler.

1908 den sonra yalnız politika ve gazetecilik alanlarında kalmııı olan Hüseyin Cahid Yalçın da, Servet-i Fünun topluluğunun devanı ettiği devirde ( 1896-1901 ), tcnkid ve polemikte olduğu kadar hikaye ve roman türiinde de ad yapmış şahsiyetlerdendir.

Hüseyin Calıid, 1874 de -aslen İstanbullu olan babasının memur­lukla bulunduğu- Balıkesir'de doğdu. İ lk öğrenimini Serez'de, orta ve yüksek öğrenimini İstanbul'da yaptı. 1896 da Mekteb-i Miilkiye'yi bitirerek önce Maarif Nezaretine memur oldu ve idadilerde edebiyat öğretmenliği yaptı. Yazı hayatına lıeniiz idarlide okurken başlamış, N adi de adlı bir roman yayınlamış ve Mekteb d<'rgisini çıkaranlar arasına katılmıştır. 1896 da Servet-i Fiinun topluluğuna girdi ve bu tarihten

haşlayarak makale, roman, hikaye ve tı•nkidler yayınladı. 1901 de Fikret'in ayrılması Uzerine, birkaç ay süre ile, Servet-i Fiinun'un yazı işlerini yönetti. I I . Meşrutiyet'in ilanına kadar, diğer Servet-i Fiinun­cular gibi, o da yazı hayatından çekildi. 1908 de Fikret ve H üseyin Kazım ile birlikte Tanin gazetesini kurdu. Kısa bir siire sonra, gaze­teyi tek başına çıkarınağa başladı. Artık politikacı ve gazeteci olmuştu. Birinci ve ikinci Meclis-i Meb'fısanlara İ stanbul nıebusu olarak girdi ve bir aralık, Diiyfın-i U mıımiyyc Dayinler Vekilliğinde bulundu. Müta­reke'nin ila m üzerine ( 1918) İngilizler tarafından Malta 'ya siiriileıı Tiirk aydınları arasmda o da vardı. Üç yıl kaldığı Malta'da ingilizce ile italyancayı da öğrenen Cahid, oradaki vaktini lm dillerden ve fran­sızcadan ilmi eserler çevirmekle geçirdi. Siirgündt'n dönüşünde, Tanin'i yeniden çıkarınağa ve Malta'da iken çevirdigi eserleri Oğlumun Kütüp­hanesi adı altında yayınlanıağa ba�ladı. Cumhuriyet hükumetini ş iddetle tenkid eden yazılarından d.>layı gaz�tesi kapatıldı ve kendi<>i de Ço­rum 'a süriildii ( 1925 ) . Ondan sonra, uzun h ir s ii re politikadan ayrıla­rak Fikir H areketleri ( 1 933-1940) adıyle çıkard ığı derginin yazılarını tek b aşına h azırlamakla uğraştı . Bu sıralarda, E debi Hatıralar ( 1 93.) ) ı n ı da hazırlayıp bastırdı. Atatürk'ün ölümünden sonra pol itika lıaya· tına tekrar karışarak, yeniden İstanbul mebum oldu ( 1940- 1 950.) Ölümü­ne kadar politikadan hir daha ayrılmayan Cahid, bir siirc Ulus gazetesini çıkardı ve hükumet aleylıindeki yazılarından dolayı bir aralık nıahki'im

Page 109: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

\!ODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 109

edilerek hapse girdi ( 1956) ise de y:ı�ımn büyüklüğünden dolayı serbest bırakıldı ve 1957 de öldü.

Romanları : Naclide ( 1890), Hayal Hayat-ı Muhayyel ( 1899, 1901), Hayat-ı Niçin Aldatırlarmıı: ? ( 1922, 1943).

İ çinde ( 1901 ) ; Hikayeleri : Hakikiyye Sahneleri ( 190:1),

Kendisinde şiire karşı h�çbir kabiliyet duymaınış olan H iiseyin Cahid'in roman ve hikaye yoluna sapmasında, tuhaf bir tesadüf eseri olarak, Halit Ziya'da olduğu gibi, çocukken onun da baba ve annesine geceleri halk hikayeleri, yerli ve çeviri romanlar okumasının etkisi vardır. Babasının Ahmet Midlıat'ın romanlarını çok heğenmesi sebe­biyle, çocukluğunda, Cahid'in de en çok hayran kaldığı romancı Ahmet Midhat oldu. On beş, on altı yaşlarında iken yazdığı ve Ahmet Millhat'ın bir takrizi ilc yayınlanan Naclide'de gerek teknik ve gerekse tahkiye ve üslfıp bakımından tamamıyle Ahmet Midhat'ın etkisinde kaldığı gö­rülür. Fakat, zamanla, fraıısızcayı öğrenmeğe ve Fransız romanlarını okuruağa başladıktan sonra, bu etki kayholmağa yüz tuttu. Alexandre Dumas Pere ile başlayıp Georges Olınet (Jorj One) ve Octave Feuillet' den geçerek Paul Bourget'ye kadar uzanan bu okuyuşlar sonunda genç yazar, Ahmet Midhat'tan ayrıldı. Servet-i Fünun topluluğuna katıl­ması, onun doğrudan doğruya Fransız yazarları ile temasını daha da kuvvetlendirmiş oldu.

İkinci ve son romanı olan Hayal İçinde, tecriibesiz bir gencin haşından geçen romantik bir aşk macerasıdır. Onun realiteden uzak duygu ve düşünceleri ve hayal kırıklıkları çok realist bir şekilde ve hareketli bir vaka ile verilmiştir. Mizacı hakımından duygu ve ha­yalden çok mantık ve muhakemeye kahiliyedi olan yazar, bu ikinci denemesinde, nihayet mizacına uygun olan ınceraya yani realizme girmiştir. Yakası basit ve teknik bakımdan zayıf olan Hayal İçinde'nin kahramanı ise çok canlı çizilmiş, maddi ve manevi yaşayışının bütün özellikleriyle işlenmiştir.

Cahid'in romanlanndaki en önemli özellik, şüphesiz, dil ve üshi­bundaki sadelik ve açıklıktır. Arapça ve farsça kelimeler ve tamlamalar az olduğu gibi, üslfıbu süslemek için bir çaba sarfettiği de görülmez. Genel bir itinasızlığın doğurduğu bazı aksaklıklara rağmen, anlaşılır ve tabii olmak bakımından, bu dil ve üslfıbun Mehmet Rauf'un dil ve iislfıbundan üstün bulunduğu muhakkaktır. Servet-i Fünun topluluğu-

Page 110: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

ı ıo KENAN AKYÜZ

nun devamınca Calıid, bir çok hikayeler de yayınladı. Bunları bir araya getirip, Hayat-ı Mulıayyel ve Hayat-ı Hakikıyye Salıneleri adlarıyle kitap halinde bastırdı. Hayat-ı Muhayyel'iıı ayni adı taşıyan ilk par­çası, hürriyetsiziikten bunaldıkları sıralarda (1899), hür diyariara gciç etmek için Servet-i Fünuncularııı kendilerini kaptıı·dıkları tatlı hayal­lerin hikayesidir.Bu kitapta yirmi bir ve Hayat-ı Hakikıyye Sahneleri'nde -küçük nesir parçalanndan başka- on üç hikaye vardır. Bütün hu hika­yelerde, pek sağlam sayılmayacak bir tekniğe karşılık, kuvvetli lıir tahkiye kabiliycti ve ölçülü bir realizmle karşı karşıyayız. Çok canlı çizilmiş olan karakterlerde ve dil ve üslupta ise, romaniarına göre, daha lıüyük bir özeniş göze çarpıyor. Son hikaye kitabı olan Niçin Aldatır­larınış'taki hikayeler, 1908 den sonra çok yorucu ve mücadeleli geçen bir hayatın acılıklan, ıstırapları ve büsranlarıyle doludur. Realiteniıı sertliğini daha Hayat-ı Hakikıyye Sahneleri'nde görüp yaşatmağa baş­layan yazar, uzun ve haşin denemelerden sonra ve politikadan fırsat buldukça yazdığı bu hikayclerinde, hayatın katılığını çok daha açık olarak tesbit etmekte başarı göstermiştir.

Servet-i Fünun edebiyatının hikaye türünde tanınmış bir kişisi de, Müftüoğlu Ahmet Hikmet'tir. 1870 te İstanbul'da doğdu. Uzun süre Mora'da müftülüklcrdc bulunmuş bir aileye mensuptur. Babası, birçok vilayetlerin Kapı Ketlıüdalıklarında bulunmuş olan, şiirle uğraşan ve lıasılmamış bir de divanı bulunan Yahya Sezai Efendi'dir. Galatasay Sultanisi'ni bitirdikten sonra, Hariciye Nezaretine memur olarak girdi . Bir süre konsolosluklarda bulunduktan sonra tekrar İstanbul'a dönerek, 1908 e kadar Hariciye Nezaretinde çalıştı. Ayni zamanda Galatasaray'da türkçe ve edebiyat dersleri verdi. 1908 de Ticaret Nezareti Umur-i Ticariyye Umum Müdiirlüğiine ve istanbul Üniversitesi Fransız ve Alman edebiyatları profesörlüğünc getirildi . 1912 de tekrar Hariciye Nezaretine alınarak, Budapeşte Başkonsolosluğuna gönderildi. 1918 de hu görevin kaldırılması üzerine, İstanbul'a döndü. İki yıl kadar, görevli olarak Almanya, Avusturya ve Macaristan'da dolaştı. 1924 de, son halife Abdülmecid'in Baş Mabeynciliğine, 1926 da Hariciye Vekaleti Umur-i !;iehbenderiyye ve Ticariyye Umum Müdürlüğüne, ayni yıl müsteşarlığa tayin edildi ve 19 mayıs 1927 de İstanbul'da öldü.

Alırnet Hikmet, edehiyatla ilgilenmeğe Galatasaray'da okurken başlamış ve 1892 de küçük bir kitap halinde hasılan Leyla yahut Bir Mecnunun İntikanıı adlı ilk hikayesini o zamanlar yazmıştı. O da bu

Page 111: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

�ODERN TÜRK EDEnh-ATININ ANA ÇİZGİLERİ ll l

sıralarda, Halit Ziya gibi, fenni konulara merak sarmı�, Patates ( 1890) ve Tnvalet yahut Lctafet-i A'za ( 1892) gibi küçük kitaplar hastırını�t ır. 1893 ten sonra, Hazine-i Fünun ve Servet-i Füııun'a çeşitli konula;·d:ı yazılar yazmağa lıaı;laılı . Servet-i Fünun topluluğu içinde, Lu dcrgiy� ilk yazan Ahmet Hikmet'tir. 1896 da o da topluluğa girdi w Scn•o..·t-i Fünun'da birçok hikayeleri, nesirleri ve makaleleri yayınlandı. I 901 de bazı hikayelerini Haristan ve Gülistan (2. baskı : 1908) adıyle kit ap halinde bastırdı. Bu tarihte topluluğun dağılması üzerine, diğer arka­daşları gibi, o da 1908 c kadar yazı hayatından çekildi.

1908 yılı, Ahmet Hikmet'in hayatında yeni bir safhanın başlan­gıcıdır. Bu tarihten sonra Türk edebiyatında kendini gösterrneğe baş­layan milliyetçilik harckl'tiin, zamanla, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati gibi topluluklara girmi� bazı şahsiyetleri de etkisi altına aldığı görülür. Bunlardan biri de Ahmet Hikmet'tir. Ahmet Hikmet, genel olarak "Türk­çüliik" adını alan ve cdelıiyatta "Milli Edebiyat Cereyanı" diye anılan milliyetçilik hareketinin yalnız edebi yönü ile değil, ayni zamanda toplumsal ve siyasi yönleriyle de uğraşmış, bu hareketin Türk Derneği, Türk Yurdu ve Türk Ocağı gibi "kültürel münasebetlerin sürdürülmesi yoluyla genel Türk Birliği'ni gerçekleştirmek" gayesini güden teşekkül­lerinin çalışmalanyle de yakından ilgilenmiştir. Böylece, 1901 den sonra, Fikret'in ferdi esas tutan sanat anlayışından ayınlarak toplumu hedef alan bir sanat anlayışına yönelmesi gibi, Ahmet Hikmet de 1908 den sonra sanatını toplumun hizmetine vermek kararını almış oldu. Ölü­müne kadar tam bir samirniyetle süren bu kararının edebiyat alamnıla gerçekleştirilmesi, ikinci kitabı olan Çağlayanlar ( 1922, 19,ıo, 1 956) daki hikayelerinde Tasvir-i Efkar gazetesinde tefrika edildikten ( 1 920) sonra kitap halinde basılmamış olan Gönül Hamm adlı küçük romanın­dadır. "Türk İli Zeybeklerine" ithaf edilen Çağlayanlar'ın on altı hika­yesinde Türk hayatının özellikleri, Türk ruhunun kalıiliyeti ve engin­liği, Türk tarih ve medeniyetinin değeri üzerinde durulmuştur. Servet-i Fünun devrine ait Haristan ve Gülistan'daki hikayelerle Çağlayanlar'­daki hikayeler arasında, yalnız sanat anlayışı ve temalar bakımından değil, dil ve üsh1p bakımından da çok büyük fark vardır. Çağlayanlar' ­daki hikayeterin dili Milli Edebiyat ccreyanının dildeki hedefine uygun olduğu gibi, üslı1p da konuşma üslı1huna çok yakındır.

1917 ıle, Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkasya ct>plıesinde rus­lara esir düşüp Türkistandaki bir esir kampına gönderilen bir Türk teğ-

Page 112: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 12 KENAN AKYÜZ

meninin orada karşılaştığı Gönül adlı bir Tatar kızının rehberliği ile eski Türk ülkelerini dolaşmasını ve ülkü birliği yaptığı o kızla sevişınesini anlatan Gönül Hanım romarıında, Türk tarih ve medeniyetinin eskiliği ve değeri ve Pantürkizm ideali üzerinde durulur.

Roman ve hikayede sonuncu bir şahsiyet, Safveti Ziya ( 1875-1929) dır. Galatasaray'da okudu . Fransızca, alınanca ve ingilizce biliyordu. Bulunduğu başlıca görev ler, Şura-yı Devlet azalığı ve Hariciye Vekil­Ieti Protokol ve Teşrifat U nıuın Müdürlüğüdür.

Salon Köşelerinde ( 1912) adlı bir romanı ile Bir Tesadüf (19102), Bir Safha-i Kalh ( 1912), Kadın Ruhu ( 1914) ve Silinmiş Çelıreler -Bt>liren Simalar ( 1914) adlı hikaye kitapları bulunan Safveti Ziya, dil ve üslı1p özellikleri hakımından daha çok Mehmet Rauf ile Hüseyin Cahid'e ya­kındır. Salon Köşelt>rinde, İstanbul'un kozmopoli t çevrelerindeki hayatın tasviridir. Gerek bu romanda ve gerekse hikayelerinde fikir unsuru za­yıf olduğu gibi, yazar, karakter tahlillerinde de yeter bir başanya ula­şamamıştır.

E d e b i T e n k i d

Servet-i Fünun devrinin - Türk edebiyatının hatılılaştınlması ha­bakımından - Tanzimat devrinin bir devaını ve h u işlemin kesin safhası olduğunu biliyoruz. Gaye hakımından hiçbir fark bulunmamakla beraber, i�lemin Tanzimat devrine rastlayan birinci ( 1860-1880) ve ikinci ( 1880-1896) safhaları ile Servet-i Fünun devrindeki son safhasını temsil eden­ler arasında; esaslan kavrayış, onları gereği gibi gerçekleştirebilmek için gerekli edebi kültür, sanat kabiliyeti, sistemli ve dinamik çalışına bakımlarından büyük farklar olduğu ınuhakkaktır.

Tanzimat devrinin ilk safhasında avrupalılaşma işlemi, zarurı olarak, "Divan Edebiyatı'na hücuın edip onu itibardan düşürme yani avrupai Türk edebiyatma alan açma, Batı edebiyatının başlıca tür­lerini getirme, Fransız klasik ve romantik okullannın başlıca şahsiyet­lerini tanıtma" yönlerinde gelişmiş ve ikinci safhasında ise "Fransız edebiyatının daha . çok estetik ve teknik esasları üzerinde durulmuş, realist ve natüralist romanın kısmen tanltılmasına çalışılmış ve yeni hir edebiyat dili kurulması" için büyük çaba gösterilmiştir.

Page 113: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDF.BİYATINıN ANA ÇİZGİLERİ 1 1 3

Servet-i Fünun devrindt>ki safhada ise, Türk edebiyatının avru­palılaştırılması hususunda o zamana kadar bütün yönlerde izlenilen çalışmalar çok daha yoğun ve dinamik Lir şekilde sürdüriiierek kesin sonuca hızla ulaşılmıştır. Doğu-Batı mücadelesinin Servet-i Fünun devrindeki çeşitli nıerhalelerini daha önce belirtmiştik. Artık iyiden iyiye zayıflamış olan Divan Edebiyatı'nın daha fazla kötülennıesine lüzuın kalmadığı için mücadele, daha çok, kendilerine yapılan hücum­larııı püskürtülmesinden ve Servet-i Fünun Edebiyatı'nın açıklanmasın­dan ibaret kalmıştır. Eski Edebiyat taraftarlarının Servet-i Fünun nazmının vokabülerindeki sun'iliğe, aıılam karışıklığına ve aşırı Fran­sız hayranlığına yönelttikleri ağır hüc ınılar yüzünden başlayan sürekli münakaşalar 1896 dan itibaren üç yıl sürmüş, karşı tarafın daima kav­gaya kaçan ve Muallim Naci'niıı yalnız üslfıp hatalarma dayanan basit mt>todunu sürdüren tenkidleri karşısında Servet-i Fünuncular daha objektif kalmayı haşarmışlardır.

Servet-i Fünun hareketinin mahiyetini kamuoyuna açıklamak için yazılmış birçok yazı arasında en önemlileri ; Hüseyin Cahid'in Ede­biyat-ı Cedide-Menşe ve Esasları (1898) ve H. Nazım'ın Edebiyat-ı Cedidenin özelliklerini Osmanlı Edebiyatının tarihi safhalarını gözden geçirdikten sonra oııların özellikleriyle karşılaştırmak suretiyle belirt­rneğe çalışan Mesaiik-i Edebiyye (1898) adlı incelemeleriyle, Ali Ekrem'in Şürinıiz ( 1900) adındaki uzun otokritiğidir. Servet-i Fünun'a ait bu genel tahlil ve açıklamalardan sonra, onun dil anlayışını inceleyen (Tevfik Fikret : Lisan-ı Şi'r, 1896; Ecuebiler ve Türkçemiz, 1898; Cenab Şehabettin: Yeni Ta'birat, 1897; Yeni Elfaz, 1897; Halit Ziya : Yeni Lisan, 1900), vezinlerin müzikalitesi ve oııların nazımdaki fonksiyonla­rının mahiyeti üzerinde inceden ineeye duran (Tevfik Fikret : Evzan-ı Arı1z, 1896; Te'sir-i Evzan, 1898; Cenab Şehabettin: Felsefe-i Evzan, 1901) ve Divan Edebiyatı 'na ait nazım şekillerinin moderııleştirilmesini ele alan (Tevfik Fikret : Müstezadlarımız, 1897) bazı önemli yazıları da kaydetmek gerekir.

Tanzimat devrinde Ekrem, üslıipları yazının muhtevası ile olan ilgileri ve imajlar ve tanılamalarla yüklü olup olmamaları bakımından incelemiş, onların tasnifi hususundaki ilk denemeyi de yapmıştı. Servet-i Fünuncular, bünye ve şekille ilgili bu tasnif tarzına itibar etmekle bera­ber, üslıiplarda başka özelliklerin de söz konusu olabileceğini ileriye sürmüşler ve bu hususta yeni incelemeler yapmışlardır. Cenab'ın Ser-

Page 114: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 1 4 KENAN AKYÜZ

vet-i Fünun'un Tedkikat-ı Edebiyye sütunu nda çıkıp üshiplann deği­şik devirlerde değişik şekiller alabileceğini anlatan Esaiib-i Ezmine (1896), ayrı milletiere mensup yazarların üslıipça biribirlerinden ayrıl­dıklarını açıklayan Esaiib-i Milcl (1896) ve kadın yazarların erkek ya­zarlardan ayrı üslıip özelliklerine sahip olduklannı belirten Esaiib-i Nisvan (1896) bunlar arasındadır. Hüseyin Cahid'in Hikmet-i Bedayie Dair genel başlıbrı altında esletiğe ait olarak seri halinde çıkan (1898) on altı makalesi ile Zevk-ı Edebinin Esbab ve Suver-i Tahavvülatı (1900), Edehiyyat ve Alıval-i İktisadiyye ( 1900), Edehiyyat ve Alıval-i İklimiyye (1900), Edehiyyat ve Mizac-İ Ü deha (1901 ), Ulıim ve Fü­nıinun Edelıiyyata Tesiri (1901) adlı makaleleri de, Servet-i Fünun yazarlarında, Tanzimat yazariarına göre nasıl hir ufuk genişliği bulun­duğunu, onların sanat ve edebiyat meselelerine nasıl değişik açılardan baktıklarını gösterrneğe yeter.

Bu ufuk ve açı farkı, şüphesiz, onların edebi kültürlerindeki farktan ileri geliyordu. Tanzimat devri yazarlarının Fransız edebiyatı hakkın­daki bilgileri, zaruri olarak, dar ve zayıftı. Tanzimat'ın ilk döneminde Fransız klasiklerinden en çok Moliere (Şinasi, Ziya Paşa, Ahmet V efik Paşa) ve romantiklerden de Victor Hugo, Lamartine ve Alexandre Dumas Pere (Şinasi, Kemal) üzerinde durulmuş; kinci döneminde bunlara Corneille (Korney) (Hamid), Chateaubriand (Şatobriyan) (Ek­rem) ve Shakespeare (Şekspir) (Hamid) eklenmiş, Fransız realist ve natüralist romancılanyle de henüz kabukta kalmış ilk temaslar (Ekrem, Sezai, Nabİzade Nazım) kurulmuştur. Servet-i Fünuncular ise Fransız klasikleri ve romantikleri (Musset-Müse hariç) üzerinde durmayarak doğrudan doğruya realistlerden başlamışlar, scmholistlere kadar uzan­mışlar ve incelemelerinde Fransız edebiyatının sınırlarını da aşmışlardır. Onların Batı edebiyatı üzerindeki incelemelerinin, Tanzimat yazar­Ianna göre çok daha geniş, mctodlu ve kendi zamanlarına ait edebi olaylarla daha ilgili bulundukları muhakkaktır.

1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünuıı'da Batı edebiyatma ait olarak yayınlanmış ve sayıları yüzü geçen inceleme yazılarına kısaca bir göz atmak, Servet-i Fünuncularııı bilhassa Fransız edebiyatma ait bilgilerini h angi noktalarda topladıklarını aniatmağa yeter. Bu yazılar, başlıca şu edebi şahsiyetler etrafında toplanmaktadır: Alfred de Musset (Alfred dö Müse); Gustave Flaubert (Güstav Flober), Honore de Balzac (Onore dö Balzak), Goncourt (Gonkur) K ardeşler, Alphouse Daudet (AI-

Page 115: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODE RN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 1 5

fons Dode), Emile Zola (Emil Zola), Leeonte de Lisle (Lökont dö Lil), François Coppee (Fransua Kope), Sully Prudhomme (Sülli Prüdom), Stephane Mallarme (Stefan Malarme), Paul Bourget (Pol Burje), Hippoly· te Taine {İpolit Ten), Anatole France (Anatol Frans), Jules Lemaitre (Jül Lömetr), Emile Faguet (Emil Fage), Frederic Brunetiere (Frederik Brünetyer), Julien-Louis Geofroy (Jülyen Lui Jofrua), Gustave Larroumet (Güstav Larume), Paul Adam (Pol Adam), Henri Becque (Anri Bek), Maurice Barres (Moris Bares), Mareel Prevost (Marsel . Prevo), Henri Lavedan (Anri Lavdan), Jules Claretie (Jül Klareti), İbsen, Tenison (Tenisın), D'Annunzio (Danunçio), Jhon Ruskin (Con Raskin). Bunlara Mehmet Rauf'un Edebiyatımız ve Avrupa isimli makalesini de eklersek, onların çağdaş Fransız edebiyatı ve hatta Fransa'daki edebi olaylarla ne kadar ilgilendiklerini öğrenmiş oluruz.

Servet-i Fünun devrindeki Doğu-Batı mücadelesi sırasında, Divan Edebiyatı'ııı tutanların hep polemiğe kaçmaları karşısında, Servet-i Fünuncuların da bazan poJemik yaptıkları görülür. Bu tarz yazıların ön planda gelen kalemleri ; Doğu cephesinde Ahmet Rasim ile Ali Kemal ve Batı cephesinde de Hüseyin Cahid'tir. Calıid, bu polemiklerinin bir kısmını sonradan Kavgalarını (1910) adıyle kitap halinde de bastırdı.

Polemiğe ancak mecbur kaldıkça sapan Edebiyat-ı Cedidecilerin asıl gayesi, şüphesiz, objektif bir tenkid yaratmaktı. Bunun için, çok çaba gösterdikleri ve oldukça başarılı sonuçlara vardıklan muhakkaktır. Onların bu çabalannda Taine, Brunetiere, Faguet, Lemaitre, France gibi modern ıcııkidin kurucuları ve yaşatıcılan olan otoriltelerin büyük etkileri olmuştur. Bu tarz tenkidin esaslarını tanıtmak için yazılmış yazılar arasında, Servet-i Fünun'da Ahmet Şuayb'ın bir Müsababc-i Edebiyye (1899) si, Cenab'ın Biraz Psikoloji (1898) ve Müntekid-i Hakiki (1901), Mehmet Rauf'un Şu Tenkid Meselesine Dair ve Tevfik Fikret'in Tarik gazetesinde yayınlanan Münakaşatımızda Ne Eksik ? (1898) adlı makaleleri söylenebilir. Servet-i Fünuncular, böylece, bir yandan modern tenkidin esaslarını açıklamağa çalışırlarken; bir yan­dan da, bu nazariyiltın esasianna uygun örnekler de vermekten geri kalmadılar. Halit Ziya, Mehmet Rauf ve Cahid'in "modern roman tekniği"; Rauf'un "o günkü Türk romanı, Halit Ziya'nın roman ve hika­yeleri ile Hüseyin Cahid ve Ahmet Hikmet'in hikaycleri", Hüseyin Cahid'in "Halit Ziya'nın hikayeleri, Rauf'un Eylül'ü ve Fikret'in Rübab-ı Şikeste'si" hakkındaki yazılan (Bütün bu yazılar için bk., Bibliyoğraf-

Page 116: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

116 KENAN AKYÜZ

ya'nın ilgili bölümleri), gayr-i şahsi ve yapıcı teııkid ölçülerine göre yapılmış, oldukça başarılı denemelerdir.

Bu arada, yazı kuralları ve edebi sanatlar hakkında yazılmış eserler olarak Menemenlizade Tahir'in Edebiyyat-ı Osmaniyye (1898) si, Alı­rnet Reşit'in Nazariyyat-ı Edehiyye (2 cilt, 1909)-1910) si ve Ali Akrem' in Mesaiik-i Edebiyye (1928) si kaydedilebilir.

Servet-i Fünuıı topluluğunda, başka türlerle uğraşmayarak, edebi çalışmalarını yalnız tenkid alanında toplayan tek şahsiyet Alunet Şuayb (1876-1910) tır.

İstanbul'da doğup Hukuk Fakültesini bitiren Alunet Şuayh, bü­tün çalışmalarını hukuk ve edebiyat alanlarına yöneltti. Hayatını ka­zanmak için meslek olarak hukuk alanını seçmiş ve kısa zamanda iler­leyerek Hukuk Fakültesinde İdare Hukuku Muallim Muavinliğine geti­rilmiştir. Sonradan ayni dersic Devletler Hukuku dersi profesörlüğünde, İlk Öğretim Genel Müdürlüğünde, Sayıştay Başsavcılığında bulundu. İdare hukukuna ait çalışmaları Hukuk-ı İdare (1910) adıyle hasılmıştır. Bir aralık çıkardığı Ulum-i İktisadiyye ve İctimaiyye (1909) dergisinde Avrupa'nın siyasi tarihine ve sosyolojiye dair değerli yazıları da vardır.

Bu mesleki çalışmaları dışında, edebiyada ilgisi okul sıralarında başlar ve Servet-i Fünun'da gelişir. Edebi eserlerin bilimsel metodlarla ve kuvvetli bir kültüre dayanılarak incelenmesi gerektiğine ve bu hususta bilhassa sosyoloji ve psikoloji bilimlerinden faydalanılması lüzumuna inanıyordu. Faguet, Lemaitre gibi tenkid üstadlarını da takdir etmekle beraber, Taine onun en çok beğendiği ve etkisinde kaldığı düşünürdür. 1899 ekiminden başlayaı·ak Servet-i Fünun'da Hayat ve Kitaplar baş­lığı altında Fikret'in teşviki ile yazılıp yayınlanan ve sonra yine ayni adlı bir kitapta ( 1913) toplanan etüdlerinin en hacimiisi Taine'e aittir. Ayni eserde yer alanlar arasında Gabriel Monod (Gabriel Mono), Ernest La­visse (Ernest Lavis), Gustave Flaubert, Niebuhr (Nihur), Ranke ve Mornınsen vardır.

Şuayb, XIX. yüzyıl Batı Avrupasında düşünce ve sanat hayatında büyük etkileri olan bu önenıli şahsiyetler hakkındaki bilgiyi, onlar için yazılmış güvenilir etüdlerden faydalanarak, yeni bir terkip halinde veriyordu. Ayrıca, yine Servet-i Fünun'un Esrnar-ı Matbf.ıat sütununda, Fransız basınından haftası haftasına izlediği sanat, fikir ve edebiyat aktüalitesini de aktarmak suretiyle, genç kuşakların Batı fikir vt> ede­biyat dünyasıyle sürekli temaslarını sağlamağa çalışıyordu.

Page 117: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK ED EBİYATI NIN ANA ÇİZGİLERİ 117

Şuayb'ın bu tenkid anlayışı içinde olarak; Servet-i Fünun Edebi­yatı'nın genel durumu ve bazı şahsiyetleri hakkında yaptığı denemeler, zamanının en modern ve ciddi örncklcridir. Bu denemelerde, derinle­mesine bir görüşle, yalnız kusurlan değil değerleri de bulup göstererek, yumuşak ve ağırbaşlı bir ifade ile, yapıcı bir tcnkid tarzı yaratmayı başardı.

Servet-i Fünuııcular, 1908 den sonra da, arasıra tenkid yazıları yaz­ınağa devam ettiler. Fecr-i Ati'yi kuran gençlerin hücumlarına en çok karşı koyan, Mehmet Rauf oldu. Halit Ziya, Cumhuriyet'ten sonra ga­zetelerde çıkan tenkidlerini Sanata Dair ( 1938) adlı bir kitapta topladı. Ccnab ve Nazif, bilhassa osmanlıcayı ve Ariız'u savunmak için, birçok münakaşalara karıştılar. Cenah'ın Cumhuriyetten sonraki en kaliteli tenkid yazıları, İsmail Hahib'in Türk Tecedtlüt Edebiyatı Tarihi ( 1924) münasebetiyle yazdıklarıdır (Güneş dergisi, 1927). H üseyin Cahid'in de, tck başına çıkardığı Fikir Hareketleri ( 1933-1940) dergisinde, birçok tenkidleri yaymlandı.

E d e b i y a t T a r i h i

Tanzimat devrinin ikinci safhasında başlamış olan edebiyat tarihi çalışmaları, Servet-i Fünun devrinde tamamıyle durmuş gibidir. 1901 den sonra ise, hemen bütün edebi alanlardaki çalışmalar kesildiği için, 1908 e kadar yine hiçbir hareket göze çarpmaz.

1908 den sonra yazı hayatında kalmış olan Servet-i Fünuncularııı çoğu politikaya karışmış olduklarından, ciddi incelemeleric uğraşa­madılar. Bu bakımdan, ancak 1922 de Milli Mücadele'nin başarı kazan­ması ve onların da politikadan ayrılmaları üzerine, tekrar edebiyata döndüler. Bu döni.işün edebi incelemelerle ilgili çalışmaları ise, bilimsel mcto<llara pek uygun olarak kabul edilemez.

1922 den sonra Servet-i Fünuncuların yaptıkları edebiyat tarihi çalışmaları arasında Cenab'ın İstanbul'daki Amerikan Kütüphanesi Müdürü Gotfeld tarafıııdan kısmen baskıya hazırlanmış olan Kadı Burhanettin Divanı (1922) nın başına şair hakkında koyduğu etiidü; Süleyman Nazif'in Namık Kemal ( 1922), Mehmet Akif (1924), İki Dost (Ziya Paşa-Namık Kemal) ( 1925) ve Fuzuli ( 1926) adlı monoğrafilcri, Ali Ekrem'in Namık Kemal (1930) ve Lisanımız ( 1931) adlı incelemeleri sayılabilir.

Page 118: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

llS KENAN AKYÜZ

Bu arada, Ahmet İhsan'ın Matbı1at Hatıralarım (2 cilt, 1930-31) , Halit Ziya'nın Kırk Yıl (5 cilt, 1936) ve Hüseyin Cahid'in Edebi Hatı­ralar (1935) adlı eserleri de, Servet-i Fünun Edebiyatı'nın tarihini ay­dınlatıcı mahiyette bol malzeme taşımaları bakımı�dan kayda değer.

G a z e t e c i l i k

Tanzimat devrinde daha çok gazete sütunlarında toplanmış olan edebi çalışmalar, Servet-i Fiinun devrinde dı>rgilere geçmiş Batı dünya­sında olduğu gibi, Türkiye'de de değişik edebi eğilimlerin organlığını yapan dergiler kurulmuş ve bunların etrafında gruplanmalar olmuştur. Bu devirde Divan Edebiyatı ve Batı Edebiyatı taraftarlığı olmak üzere başlıca iki edebi eğilim olduğıı için, dergilerin de bu ik1 eğilim etrafında toplandıkları görülür.

Batılı Türk Edebiyatı'nı temsil edenler, 1896 dan sonra Servet-i Fünun dergisini kendi organları haline getirdiler. Bundan önce, Mil­lumat (1893) ve Mekteh ( 1895) dergilerini çıkarmışlardı. Selanik'te çıkmakta olan Mütalaa (1896) dergisi de yeni edebiyatı tutuyordu. Buna karşılık, Doğucu Türk edebiyatını tutanlar da, Baba Tahir'in çıkardığı Musavver Malı1mat (1895-1903) ı organ haline getirdiler. Bunun etrafında, Hazine-i Fünun (1882-1897), Resimli Gazete (1981-1899), Musavver Fen ve Edep (1899) ve İrtika (1899) gibi dı>rgiler vardı.

Servet-i Fünun devrinde Türk dergilerinin, teknik bakımdan, büyük bir gelişme gösterdikleri görülür. Gerek düzenleniş, gerek baskı ve gerekse yazıların kalitesi bakımından açık bir ilerleme vardır. Mu­savver Mah1mat ve bilhassa Servet-i Fünun dergileri, zamanlarının ba­tılı dergilerinden farksız bir durumdadırlar.

Bu devrin sayıları yirmiyi geçen dergilerinden sonra, İstanbul'da sayıları otuzu bulan gazeteler -ağırlık noktasım politikada tutmakla beraber- sütunlarını edebiyat ve fikir yazılarına da açmakta devam edi­yorlardı. Bu bakımdan başta gelen gazeteler arasında Terceman-ı Ha­kikat (1886-1908), Sabah (1886-1917), Tarik (1886-1899), İkdam (1894-1901), Terakki (1897-1898) sayılabilir. Gazetecilik tekniğinde de, bilhassa sahifelerin ve özel sütunların düzenlenmesinde daha büyük bir özeniş göze çarpar. Ancak, II . Ahdülhamid zamanının en sıkı yıllarına

Page 119: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODEUN TÜUK E DEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİLEUİ 1 19

rastlayan bu drvirde ve sürekli bir sansür altında, Türk basını gerçek fonsiyonunu yapabilmek imkanlanndan yoksundur. Buna rağmen, memleketin fikri kalkınması hususundaki çabalarını yine başarılı olarak kabul etmek gerekir.

III

SERVET-İ FÜNÜN EDEBİYATI DIŞINDAKİ EDEBİYAT

Servet-i Fünun hareketinin geliştiği rlevirde, ayni kuşaktan olduk­lan halde, bu topluluğa katılmııı olanların edebiyat ve sanat anlayış­larını benimsemeyerek, değişik edebi çalışmalarda bulunan birçok sanatçılar vardır.

Bunların bir kısmı, Türk edebiyatmın kökten batılılaşmasını is­teyenlerdir. Bu sebeple, sürekli olarak, Servet-i Fünunculara hücum ederler. Fakat Servet-i Fünun hareketinin gelişmesine engel olamadık­ları gibi, içlerinde en kabiliyeıli olanlar da kısmen Batı edebiyatma yönelirler.

Servet-i Fünun hareketine katılmayaniann bir kısmı ise, batılı­laşınağa muhalif olmamakla beraber, gerçek edebiyatın ancak geniş kitlelere hitap eden edebiyat olalıileceği düşüncesiyle hareket ederek, yalnız aydınlar zümresinin değil, büyük halk kitlelerinin de aniaya­bileceği bir edebiyat kurmağa çalışırlar. Bu anlayış, tabiidir ki, onları toplumsal fayda prensibine de götiirür. Böylelikle, sanatlarını toplum­sal hizmete vermiş olurlar ve . bazılan ancak bağlandıkları ideolojiler bakımından biribirlerinden ayrılırlar.

Devrin siyasi şartianna uygun olarak, Servet-i Fünun Edebiyatı'nda olduğu gibi, onun dışındaki edebiyatta da en çok gelişen tiirler şiir, roman ve hikayedir.

Ş i i r

Bu devirde Servet-i Fünun şürinin dışında kalan Türk şiirini, kısaca, şu kategorilere ayırmak mümkündür: l . Kısmen Divan Edebiyatı geleneğine bağlı kalan şiir ( İ smail Sefa, Mehmet Celal, Nigar Hanım).

Page 120: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

120 KENAN AKYÜZ

2 . Hem Servet-i Fünun şiirinin tekniği ile dilini ve hem de halk şiirinin tekniği ile dilini kullanan şiir ( Rıza Tevfik). 3 . Servet-i Fünun şiirinden yalnız nazım şekillerini ve halk şiirinden de yalnız vezni alan ve dili türkçeleştirmek iddiasiyle sun'i bir dil yaratan şür (Mehmet Emin). 4 . Nazım Şekillerini ve vezni Divan şiirindcn, dilini de osmanlıca ilc konuşma dilinden alan şiir (Mehmet Akif) . Birinci ve ikinci kategorideki şairler kendi özel hayatlarını, diğer iki kategorideki şairler de toplum 'meselelerini işlerler.

Bu çok kısa tablodan da açıkça anlaşılabileceği gibi, bütün bu ka­tegorilerdcki şairler, nazım tekniği ve dil bakımından, dar veya geniş bir dcrlemeciliğe gitmişlerdir.

Muallim Niici'den sonra önemli sayılabilecek bil' şahsiyet yetıştır· ıneıniş olduğu için, I. kategori en sona bırakılarak, diğer kategorilerdeki büyük şöhretlere geçilehilir.

1869 da, babasının görevle bulunduğu Edirıı•�'ye bağlı Cesir Mustafa Paşa'da doğan Rıza Tevfik Böliikbaşı, yedi yaşında iken lstanbul'a geldi ve babasının öğretmPnlik ettiği bir ınfısevi ilkokuluna yazdırıldı . Üç yıl kaldığı hu okulda, fransızca ve ispanyolcayı -konuşahilecek kallar­öğrenen Rıza, 1881 yılında babasının tayin edildiği İzmit'te öğreni­mine devam etti. Burada iken, annesini kaybetti. Bunun üzerine, Geli­bolu'ya naklettiler. Rıza, ilk şiir denemelerine ınırada başladı. 1886

da Galatasaray'a girdi. Fazla haııarı olduğu için gerek lisede ve gerekse Mülkiye ile Tıbbiye'de çok gürültiilü ve ıstıraplı geçen okul hayatı yii­zünden, ancak otuz yaşında doktor çıkabildi. 1908 e kadar resmi doktor­luklarda bulundu. Bu tarihten sonra politikaya karışarak, Edirne'den milletvekili seçildi. Bir miiddet sonra hükümetle ·arası açıldı ve muha­lefet partisine girdi. 1918 de bu partinin iktidara geçmesi Uzerine, bir aralık, Maarif Niizırlığında ve Şfırii-yı Devlet Reisliğinrle bulundu. Siyasi hayatı hatalada doludur. Bunların en büyüğü, Sevr andiaşmasını i mzalayan heyete girmesidir. Hele hu andiaşmayı imzaladığı kalemi öğretmenlik yapmakta olduğu İstanbul'daki Amerikan Kız Kolej i'ne hediye etmesi ve İstiklal Savaşı sıralarında profesörlük ettiği İstanbul Üniversitesinde bu savaşı yapanların aleyhinde bulunması memleket kamuoyunu aleyhine tahrik etmiş ve hakkında lıiiyiik hir nefret uyan­dırmıştır. Bu hareketleri yüzünden, İstikiiii Savaşı'nın kazanılmasından sonra memleket dışına sürülenler arasına girmiş ve böylece 1922 ıle Türkiye'den aynimak zorunda kalmıştır. Bu tarihten itibaren, Türki-

Page 121: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 2 1

ye'ye döndüğü 1943 yılına kadar, hayatının en ıstıraplı safhası başlar. 1923 - 1934 yılları arasında Arnman'da Ürdün Emiri Abdullah'ın hiz­metinde bulundu. 1934 de emekliye ayrılarak Lübnan kıyılanndaki Cunya'ya yerleşti. Aynı yıl, Kıbrıs'a yaptığı bir seyahat sırasında, ş iir­lerini ilk defa bir araya getirerek Serab-ı Ömrüm (Lefkoşe, 1934) adıyle bastırdı. 1 934 de, İstanbul'a döndü. 1949 da, Serab-ı Öınrüm'iin daha geniş ve daha güzel bir baskısını yaptmlı ve 31 aralık 1 949 da öldü.

Türk edebiyatında genç kuşakların Doğu edebiyatı ve Batı edebi­yatı taraftarı olarak ikiye hölündiikleri bir sırada yetişmiş ve daha çok Batı edebiyatma sempati besleyerek Servet-i Fünuncularla çok yakın dostluklar da kurmuş olmasına rağmen, hiçbir tarafa katılmadan, yal­nız kendi zevk ve mizacının yolundan yürümüş olan Rıza Tevfik, şiire on beş yaşlarında iken başladı. Bu sırada Gelibolu'da oturuyor ve İs­tanhul'daki edebi hareketlerden tamamıyle habersiz bulunuyordu. Bunun için onun şiirdeki ilk rehberlerİ, hu taşra şehrinde sık sık karşı­laştığı, saz ve tckke şairleri oldu. İstanhul'a gcldiktf>n sonra, oradaki edebi hareketlere ve Doğu-Batı mücadelelerine vukuf peyda etti. Mek­teb-i Mülkiye'de iken 1887-1890 yıllarında yazdığı şiirler dil ve üslı1p hakımından Ahdülhak Hiimid'in etkisinde İsP de, hu etki kabukta ve ' süreksiz kaldı.

Saz ve tekke şairlerinin etkileri, 1892 den itibaren, -bazan nazım şekli, vezin, duyuş tarzı, üslup, . . . gibi bütün özelliklerin veya Lunlardan yalnız birisinin yer almasiyle- kendisini sürekli olarak göstermiştir. Fakat, bu tarza kayan şiirlerinin çoğunda, daha çok, nazım fo!ekli, vczin ve üs1ı1ha ait özellikler göze çarpar. Tekke şairleri arasında tercih ve taklit etti'-.leri, bektaşi şairleridir.

Bu tutumda olan şairin, zamanının "llece-Aruı:" ve "Türkçe­Osınanlıca" mücadelderinde daima birinci şıkkı savıırıması tabiidir. Ancak buna rağmen hürriyetini korumada tereddüt göstermeyen şair, Aruz veznini ve osmanlıcayı kullanmakta da sakınca görmemiştir. Aynı şekilde, zaman zaman, sanatın toplumen bir gaye gütmesi gerektiği tezini de savunmasına rağmen, şürlerinin temaları çoğunlukla aşk, tabiat, nostalji, çocukluk hatıraları gibi değişik unsurlardır.

Onun şürlerinin başarısını sağlayan en önemli nokta, duygularında v e ifadesindeki geniş samimiyettir. Buna, konuşma dil ve üsluhunu henimsemekte gösterdiği büyük kabiliyeti de eklemek gerekir. Bu ha-

Page 122: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 22 KENAN AKYÜZ

bakımından onu, şiirde ilk başarılı örneklerini ancak 1915 ten sonra gihcbildiğiıniz konuı:ma türkçesinin müjdecİsİ olarak da düşünmek müm­kündür.

Kuvvetli hafızasınııı Ye çok canlı zekasının sevkıyle çok geniş hir ansiklopedik hilgiyc sahip olan Rıza Tevfik; lıilhassa felsefe, sosyoloji ve psikoloji alanlarındaki yazılarıyle tanınmış ve bu sebeple Feylesof ünvanı ile de anılmıştır. Gibh yayınlarının 9. su olarak hasılan Les Tex­tes Houroufis (Hurfıfi Metinleri) (Leyden 1909), Felsefe Dersleri ( 1914

-1917) ve Kamlıs-i Felsr-fe (C harfine kadar) ( 1919) adlı eserleri vardır.

I l [ . kategorinin tek temsilcisi olan Mehmet Emin Yurrlakul, I 869 da İstanbul'da doğdu. Fakir bir balıkçının oğludur. Bu sebeple, orta öğrenimini yarıda bırakarak, memur olmak zorunda kaldı . 1890

da, ilk eseri olan Fazilet ve Asalet'i bastırdı. Bu küçük eserinde, "ruh asaletinin soy asaletinden üstün olduğu" tezini savunuyordu. Şairin memurluk hayatının en uzun dönemi ( 1890-1909), Rusfımat yani Güm­rük İ daresi'nde geçti. 1909 dan sonra Hicaz, Sıvas ve Erzurum vali­liklerinde bulundu. 1913 te, Musul'dan milletvt>kili st>çildi. 1921 de, Ankara'ya giderek Milli Mücadele'ye katıldı. Ordunun ve halkın mil­neviyatını kuvvetlendirrnek görevi ile, Anadolu'da ve cephelerde dolaştı. İstiklal Savaşının kazanılınası üzerine, 1923 ten ölümüne kadar Şarki Karahisar, Urfa ve İstanbul milletvekilliklerindc bulundu. Ölümü 14

ocak 1944 tedir.

Servet-i Fiinun şiirinin çok tutunduğu ve st>vildiği lıir sırada, birçok bakımlardan onun tamamıyle tersi mahiyetteki şiirlerini yazmağa başlayan Mehmet Emin, başarıya ulaşabilmek için elverişli şartlara hiç de sahip hulunmuyordu. Osmanlıcanın, Aruzun ve ferdiyetçi bir şiirin mutlak şekilde hüküm sürdüğü bir devirde, halkın da anlayabi­leceği yeni bir dille, halk şiirlerinin vezni ile yazılmış ve tamamıyle toplurucu karakterde olan şiirieric ortaya çıkmak ve kendisini kabul ettirmek şüphesiz ki çok güç bir işti.

� "ll alkın da anlayabilcceği bir dille ve lı alk için yazmak" prensihi­

nin Tanzimat'tan sonra ilk defa Şinasi tarafından ortaya atıldığını, nazımdan çok nesir dili üzerinde çalışınakla beraber, onun nazım dilini de sadeleştirmek hususunda gayret sarf ettiğini, fakat kendisini izle­yenierin lm prcnsihe onun kadar lıağlı kalmayarak halkın anlayahilc­ceği dilden gittikçe uzaklaştıklarını, ancak bu arada onlarda da Hece

Page 123: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN T ÜRK EDEBİY ATıNIN ANA ÇİZGİ LE Hİ 1 2:�

veznine karşı bir sempati uyandığını ve onunla -sınırlı da olsa- bazı denemeler yaptıklarını biliyoruz. Ancak, bu denemelerin Hece veznine karşı kayda değer bir ilgi uyandırmaktan uzak oldukları da yine bilinen bir şeydir.

İşte, Mehmet Emin'in uzun bir süreden beri körleşmiş bir ıııeka­ııizmayı yeniden harekete geçirmesindeki güçlük de buradan doğuyor­du. Bu sebeple, fikirce tamamıyle hazır bir durumda olmasına ve bazı denemeler de hazırlamış olmasına rağmen, ortaya çıkmak için kendi­sinde -uzun yıllar- cesaret lnılamadı. Fakat, bezginliğe de düşmeeli ve kendisini kamuoyuna kabul eHirebilecek şartların doğacağı bir günü ümitle bekledi.

Tanzimat Edebiyatı'nın unutulmuıı bu prensibine yeniden bağ­lanmak lüzumunu Mehmet Emin nasıl duymuştu ? Bunun sebeplerini, kısaca, şöyle açıklamak mümkündür: Mehmet Emin, bir balıkçının oğlu yani bir halk çocuğuydu. Halkın içinden çıkmakla kalmamış, hal­kın içinde de bulunmuştu. Halk hikayelerine meraklı olan babasına, akşamları bu tarz hikayeler okuyordu. Böylece, halkın edebiyatını, zevkini ve okuyucusunu daha küçük yaşta iken tammak imkanını bulmuştu. Ayrıca, bu İstanbullu şair Anadolultı bir kadınla evlenmişti. Kansının doğduğu Şibinkarahisar'a şair değişik tarihlerde tam dokuz defa gitmiş, toplam olarak altı yıl kalmış, gerek orada ve gerekse yol boyunca geçtiği kasaba ve köylerde memleketin temel tabakası olan Anadolu halkını yakından tanımış, onun yüzyıllardan beri süren yok­sunluk içindeki hayatını görmüş, asil ruhunun büyük feragatine, feda­karlığına, sabrına ve kanaatkarlığına hayran kalmı� ve sanatını onun ıstıraplarmı terennüme ve böylece aydınları uyandırmağa adamak kararını almıştı. Ancak, İmparatorluğun bütünlüğünü korumak husu­sunda çok dikkatli olan I l . Abdiilhamid'in -değişik topluluklar arasında fark gözeten hareketlere müsaade etmediği için- yalnız Türk unsurunu kalkındırmayı hedef tutacak milli bir edebiyata karşı da müsait dav­ranması beklenemezdi. Bu sırada, yine I l . Abdülhamid tarafından Lon-

�ra'dan İstanhul'a davet edilip itibar gösterilen Cemalettin Efgani adlı bir şeyhin de şairin kuşkularını gidermek hususunda faydalı olduğu görülüyor. Bir islam milliyetçisi olan ve islam birliğini ancak islam milletlerinin önce teker teker milli bünyelerini kavrayıp kalkınm

.alanna

bağlı gören Cemalettin Efgani, bu maksatla, �endi memleketinden sonra Hindistan, İran, Mısır ve Türkiye'ye -Abdülaziz devrinde- de giderek

Page 124: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

121 KENAN AKYÜZ

çahşmalanla lıulunmuı;;tu. Şeylıin bu bakınıdan ıleride Türkiye için tehlikeli olabileceğini dü�iinen II. Ahdüllıamid, onu İstanbul'a davet ederek göz önünde lıulundurmayı uygun görmüş ve bu düşüncesini ger­çekleştirmişti. Ancak, şeyh kendisini ziyaret edenlere fikirlerini telkin­den geri durmuyordu. Bu ziyaretçiler arasında bulunan Mehmet Emin, şeybin düşünceleriyle kendi düşünceleri arasında sıkı bir yakınlık gör­müş ve onun telkinleriyle cesareti artmıştı.

Nihayet, 1897 dt> ki Osmanlı-Yunan har bi, "hunlc" için şairin yıllar­ı1ır beklemektc olduğu fırsatı verdi. Bu harbin başlamasından önce, İstanbul'daki aydınlar arasında milli ve asahi bir hava esiyordu. Şair, �iirlcrini yayıolamak için, bu havayı çok elverişli buldu ve ilk olarak Anadolu'dan Bir Ses - yahut - Cenge Giderken manzumesini yayınladı. Gerçekten, şairin talımini doğru çıktı ve bu manzume o günkü hava içinde büyük bir ilgi ile karşılandı. Bu rağbeti kaybetmemek için Meh­met Emin, zatt>n yazılmış olarak bekleyen manzumelerini arka arkaya yayınlamağa başladı. Kısa bir süre içinde Türk ordusunun zaferiyle neticelt>nen harpten sonra da, milli hava lıir süre daha devam etti. Bu zamanı da iyi kullanmakta dikkatli davranan şair, ı;;iirlerini kamuoyuna heğcndirmiş ve tutunmuş oldu. Sayıları dokuzu bulan bu manzumelt>rini, başında Recaizade Ekrem, Alıdülhak Hiimid, Şemsettin Sami ve Rıza Tevfik gibi tamnmış şahsiyetlcrin kendisini destekleyen takrizleri ile, kitap halinde de (Türkçe Şiirler, ı 900) yayınladıktan sonra edebiyattaki yeri daha da sağlamalaşmış oldu.

Servet-i Fünun topl:ıluğunun da�ılmasmdan sonra da (ı 90ı ), 1\lehmt>t Emin çalışmalarını sürdürdü. Bu sıralarda "Üsmaıılıca-Türkçe" ve "Aruz-Ilecc" mücadeleleri zaman zaman alevlcndikçc, onun adı da ister istemez bu münakaşalara karışıyor ve böylece ünü daha çok gcniş­liyordu. Bu münakaşalann t>a şiddctlisi, Selanik'te çıkmakta olan Çocuk Bahçesi dergisinde konuşma türkçesini ve Hece veznini savıman Rıza Tevfik ve Raif Necdet ile osmanlıcayı ve Aruzu tutan Hüseyin Cahid ve Ömer Naci arasında yapılan ve saray tarafından derginin ka­patılması ( 1905) ilc son hulanıdır. Rıza Tevfik ile Raif Nccdct ' tcn başka, Inı sıralarda sanatını artık toplumun hizmetine verrneğe baı;lanıış olan Tevfik Fikrct de Mehmet Emin'i destt>kleyenler arasındadJT.

1\-İt>hmet Emin, zamanının en do�urgan şairlcrindcndir. ÖHimüıı­deıı birkaç yıl öncesine k�ıdar yazmakta devam ettiği şiirlerini şu kitap­larda topladı : Türk Sazı ( 19ı4), Ev Türk Uyan (19ı5, ı96l), Tan Sesleri

Page 125: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1\IODF.RN TÜRK EDEJIİYATINI!'i ANA ÇİZGİLEP.İ 1 25

( 1915 , 1 956), Ordunun Destam ( 19 15), Dicle Önünde ( 1916), Hasta­hakıcı Hanımlar (1 91 7), Zafer Yolunda (Ordunun Destanı, Dicle Önünde ve Hastabakıcı Hanımlar'la birlikte olarak) ( 1918), Turana Doğru (Tan Sesleri ve Ey Türk Uyan'la birlikte olarak) ( 1918), İsyan ve Dua ( 1918), Aydın Kızları ( 1921 ), Mustafa Kemal (Manzum ve mensur) (Aydın Kızları ve Kıral Corc'a adlı mensur eserleriyle hirlikte olarak) ( 1928), Ankara (1939). Bunlardan başka, mensur ulaıı şu eserleri de vardır: Türkün Hukuku ( 1919), Kıral Corc'a ( 1923), D:.mte'ye ( 1923).

İlk şiirinden başlayarak toplumcu hir sanat anlayışına bağlanmış ve hu anlayıştan sonuna kadar hiç ayrılmamış olan Mehmet Emin'in Türkçe Şiirler'inde çok açık hir halkçılık ve milliyetçilik vardır. Ancak, bu şiirlerde yalnız İmparatorluktaki Türk halkının sosyal, ekonomik ve kültürel kalkındınlmasıııı ve onların ıstırapianna tercüman olunma�ını gaye edinen bu milliyetçilik, zamanla anlam ve sınır değiştirmiş ve böylece 1908 den sonra siyasi bir karakter kazanarak "pantürkizm"e ulaşmıştır. Bu sonuçta ise lmparatorluktaki Türk dışı unsurların milli duygular bakımından çok uyanmış olmalarının ve İmparatorluğu par­çalamağa çalışmalarının biiyük etkisi olmu�, bilhassa Balkan Harbi ( 1912) bu hususta reddi imkansız bir delil vermiştir. Ayrıca, Anadolu'ya yaptığı birçok geziler sırasında, "Büyük Ermenistan" düşüncesi ct­rafıııda birleşrneğe çalışan Ermenilcrin tutumlarını da gören şair, artık, bir Türk milliyetçiliği düşüncesinin de doğmasındaki zarurete kesin olarak inanmış bulunuyordu. Türk halkını kalkındırmak için, önce, onu milli şuuruna kavuşturmak, kendi menfaatleri etrafında birleştir­mek gerekirdi . Onu kalkındırmakta ise, Batı medeniyetini örnek tut­mak zamri idi. Bu bakımdan, Mehmet Emin'in milliyetçiliği Türkiye'deki "batılılaşma" hareketi ile de anlaşma halindedir. Türklerin müslüman olmaları ve dinlerin de birleştiricilik vasfına sahip bulunmaları dolayı­sıyle, şair kendi zamanındaki "İslam Birliği" ideolojisine de sempati besler. Hatta, insaniyetçilik ideoloj isini de yadırgamaz. Fakat, ondaki bu insaniyetçilik düşüncsinin, "kendimiz gibi başka milletierin de hür ve iyi yaşama haklarına saygı göstcrmek"ten başka bir anlamı yoktur. Bu düşünce, zaruri olarak, şairi bir emperyalizm diişmanlığıııa da gö­türmüştiir.

Mehmet Emin'in şiirlerindeki temalar, işte hep yukarıdaki düşün­celer etrafında toplanır. Böylece şair, kendi özel hayatına ait hiçbir hususu ve hiçbir özel isteğini aksettirmediği gibi, şiirlerinde tabiat tas-

Page 126: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

126 KENAN AKYÜZ

virleı ine de yer vermedi ve "topluıncu fayda" prensibine daima bağlı kaldı. Ancak, halk için yazarken, "onun anlayabileccği dil" meselesini gereği gibi çözchilmiş değildir. Şairin dili, gerçekten, ya türkçe veya taınamiyle türkçeleşmiş olan bir vokabülere dayanıyordu. Fakat bu vokabülerin doğrudan doğruya -Hıza Tevfik'te olduğu gibi- halkın dilinden alınmı� bulunmaması ve yapma bir karakter göstermesi, onun canlı ve sevimli olmasını önlemiştir. Mehmet Emin, Aruzu hiç kullanmış değildir. İlk denemelerinden başlayarak şiirlerinde yer verdiği Hccc veznini sonuna kadar bırakmadı. Ancak bu vezni, onun asıl sahipleri olan halk şairleri gibi ustalıkla kullanamadı. Bu veznin kullanılmasındaki incelikleri onlar kadar bilmiyordu. Nazım şekilleri hususunda ise, halk şiirinden tamamıyle uzak kaldı. Şiirlerinpe, halk nazmının şekillerine hiç rastlanmaz. En çok kullandığı nazım şekilleri, Servet-i Fünun şiiri­nın Batıdan getirdiği sone ile müstezad'tan bozma serbest nazımdır.

Toplumen fayda prensibi Mehmet Emin'in şiirlerini, zaruri olarak, lirizmdcn de uzaklaştırmış, didaktizıne götürmüştür. Böylece, şiirlerinde bir kuruluk göze çarpar. Çok duygulu bir yaratılışta olmasına rağmen, muhayyile azlığının ve sanatçı olarak zayıf bulunuşunun da bu sonuçta ılınil olduğu ınuhakkaktır. Bununla beraber, şiiri büyük halk kitlesine mal etmeğe çalışmak suretiyle, Türk şiirinde müsbet ve geleceği parlak lıir çığınn öncüsü olduğunu da kabul etmek gerekir.

IV. kategorinin yine biricik temsilcisi olan Mehmet Akif Ersoy, l873'de İstanbul'da doğdu. Babası Fatih Medresesi müderrislcrinden İpckli Hoca ünvanı ilc tanınan, Mehmet Tahir Efendi'dir. Bütün öğ­renimini İstanbul'da yaptı. 1894 de Baytar Mekteb-i Aıisi'ndcn mezun olduktan sonra, Umfır-i Baytariyye Müdürlüğüne memur ve müfettiş olarak girdi. 1908 de, İstanbul Üniversitesi Türk Edebiyatı profesör­lüğüne tayin edildi ve Sırat-ı Müstakim adlı bir dergi çıkarınağa başladı. 1912 martında Sebil-ür-reşad adını alan ve İslam Birliği ideolojisini sa­vunan bu dergide birçok şiir ve makaleleri çıktı. 19ll de, ilk defa olarak, şiirlerini bir araya getirip Safahat adıyle yayınladı. Bu ad, sonradan hastırdığı diğer altı kitabın da genel adı oldu. Bir yandan da, İstanbul'un büyük camilerinde vaazlar vererek, düşüncelerini halka yayınağa çalışıyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında, harp esiri olan müslümanlara Almanya'da iyi muamele edildiğini kendisine göstermek için yapılan bir propaganda teklifini kabul ederek, Berlin'e gitti . Doğu ile Batının ınf'deni durnınları arasında canlı ve gerçek bir. karşılaştırma yapmak

Page 127: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

\�ODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLEHİ 127

imkanlarını kendisine vermi� olan bu gezinin izienimlerini Berlin Hfı tı­ralan ( 1916) adlı uzun lıir manzumesinde anlattı. Bundan s!>ııra Nc:::id Eıniri ile olan hir anlaşmazlığı çözmek için lıükfimetçe Necid'e gönde;·il,li . Bu yolculuğun izlenimleri de Necid Çöllerinde ( 1915) adlı manzume'liıı­dedir. Aynı yıl, Dar-ül-1-Iikmet-il- İslamiyye Başkatipliğine getirild i . 1918 de, Said Halim Paşa'nın fransızca olarak yazılmış İ slamla�mak adlı eserini türkçeye çevirerek Sebil-ür-reşad'ta tefrika etti.

Birinci Dünya Savaşı'nın Türkiye'nin aleyhine sonuçlanması, Akif'i son derecede üzdü. Böylelikle, islam dünyasının son desteği de yıkılmış oluyordu. Fakat, Türk devletinin yeniden kurulacağına imanı vardı. Bunun için Anadolu'daki kurtuluş hareketi ile temasa geçti. Bu arada, Hint bilginlerinden Hüseyin Kıdvay'ın Türk kurtuluş müca­delesini öven, i ngilizce bir eserinin damadı Ömer Rıza Doğrul tarafından yapılmış çevirisini bastırıp Anadolu'ya göndererek halka dağıttırdı. Nihayet, 1920 mayısında kendisi de Ankara'ya kaçtı ve yeni kurulan Büyük Millet Meclisine Burdur milletvekili olarak girdi. Kurtuluş savaşına katılması için halkı teşvik maksadiyle, Anadolu'nun hirç!>k şehirlerinde dolaşarak, vaazlar verdi. Maarif V ekaJetinin açtığı ve 724

şairin katıldığı İstiklal Marşı yarışmasını kazandı (25 mart 1921 ) .

Sebil-ür-reşad'ı önce Kastamonu'da ve sonra da Ankara ve Kayseri'de çıkarınağa devanı etti. 1922 de, Tedrikat ve Te'lifat-ı İslamiyye Heyeti'ne seçildi ve aynı yıl Said Halim Paşa'nın yine fransızca yazılmış bir eserini İslamda Teşkilat-ı Siyasiyye adıyle çevirip kendi dergisinde tefrika etti. Nihayet, 26 ağustos 1922 deki Büyük Meydan Muharebesi İstiklal Savaşının kesin sonucunu tayin edip Türkip·'nin bağımsızlığını sağladı. Türkiye'nin bu büyük başarısının, bağımsızlığını kazanamamış bütün islam milletlerinin kurtuluşları ve islam birliğinin gerçekleşmesi için büyük bir ümit kaynağı olacağını düşünen Akif, çok sevinçli idi. Fakat, modern bir devlet olarak yeniden kurulmak ihtiyacında oan Türkiye, siyasi ve karanlık maceralar peşinde koşamazdı. Akif'in düşündüğünün tersine, dini taasubun yüzyıllardan beri çok menfi olarak çalışan ha­kimiyetini ortadan kaldırmak, ortaçağ zihniyetinden kurtulup modern zihniyete hızla ulaşmak zorunda idi. Bunun içindir ki, 1516 dan beri Osmanlı padişahlannın temsil ettikleri Hilafet müessesesini, medresele­ri, şer'iye mahkemelerini kaldırmak, tekkcleri kapatmak, şapkayı ve la­tin harflerini kabul etmek suretiyle başlayan devrimler biribirini izle­yince, Akif de islam birliği idealine kavuşmaktan ümidini keserek,

Page 128: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

128 KENAN AKYÜZ

Türkiye'den ayrıldı ve Mısır'a yerleşti ( 1925). Abbas Halim Paşa'nın ınİsafiri olarak, ailesiyle birlikte, K ahire civarındaki Halvan'da 1936

haziranına kadar kalan Akif, bir süre Camiat-ül-Mısrıyye'de ( Kalıir!' Üniversitesi) türkçe dersleri verdi. Günden güne büyük bir psikolojik çöküntü içinde, artık eski doğurganlığı da kalmamıştı. 1933 de, bir kısmı Birinci Dünya Savaşı sıralarında, hir kısmı İstiklal Savaşı sıralarında ve bir kısmı da Mısır'da yazılmış şiiderini bir araya getirip Safalıftt serisinin yedinci ve sekizinci kitabı olarak ve Gölgeler adıyle yayınladı (Safalıat'ın bütün halinde diğer baskıları : - 1 - Safalıat, 1943. Şairin daha önceki haskılara girmemiş bazı şiirleri ve Ömer Rıza Doğru] tarafından yazılmış geniş bir etüdle ; 2- Safahat, 1950. Şair hakkında Ömer Rıza Doğrul'un I . baskıdaki etüdü, Midhat Cemal Kımtay'ın ayrı bir incele­mesi, Safahat'ı kuran yedi kitaptan I . kitabın Tahir Olgun, diğer altı kitabın da Ömer Rıza Doğru] tarafmdaıı yapılmış açıklamalan ile). 1935 de hastalandı . Tedavi için, bir süre Liibnan'da kaldı. Nihayet, haziran 1936 da İstanbul'a döndü. Biiyük bir ilgi ile karşılanılı ve 27

aralık 1936 da öldü.

Mehmet Akif de, kendi kuşağındaki birçok şairler gibi, eski edebiyat kültürü ile yetişti. Ancak, diğerlerinden ayrı olarak ve aile çevresinden gelen bir etki ile, buna kuvvetli bir din kültürü de katmak gerekir. Bu etkiler altmda Akif, şiire, dini ve ferdi konuları işleyen manzumelcrle başlar ( 1895). Bu sıralarda en çok beğendiği şaider, Türk edebiyeatıııda Muallim Naci ile Alıdülhak Hamid ve Fars edebiyatında da Sadi ile Hafız'dır. 1 900 den sonra, yavaş yavaş, çevresinin insanları ve günlük hayatın olaylan ile ilgilenmeğe başlar. Böylece, kişisel duygularmı bir yana bırakıp, başkalarının ıstıraplarıyle ilgilenmcğe koyulur. Kendisine ilk ünün ii sağlayan ve Safahat'ın I. kitabında bulunan bu şiirlerde ( Hasta, Küfe, Meyhane, Seyfi Baba, Bayram, Bebek, Hasır, Mahalle Kalıvcsi . . . ) kuvvetli bir realizm ve derin bir acıma duygusu vardır. Günlük olay­lardan ilham alan ve yoksullara acuna duyan şiirlerin ilk örneklerini Tevfik Fikret'te bulmakla beraber, Akif'in şiirlerinde acıma duygusunun çok daha yoğun ve genişlemeğe elverişli olduğu görülür.

İmparatorluğun parçalanmasını önlemek için I I . Abdiilhamiıl'in i zlediği antinasyonalist politika, Balkan H arbi (1912) neticesinde ta­mamıyle iflas eti. Balkanlarda, İmparatorluktaki hıristiyan milletierin milli hir hüviyetle ortaya çıkarak hüki'ımet aleyhine isyan etmeleri ve ayrı birer devlet kurmalan, müslüman halkın da gözlerini açtı ve Os-

Page 129: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODE:l.N TÜRK E DEBİYATI:-IIN ANA ÇİZGİLERİ 129

ınanlıcılık ideolojisinin boşluğu anlaşıldı. Bunun üzerine, Türk ve msü­lüman milliyetçilikleri doğdu. Türk milliyetçileri pantürkizm ve müslü­man milliyetçileri de paııislamizm ideoloj ilerine bağlandılar. Akif bu ikinci tip idealistlerdendir. Böylece, şiirlerinde önceleri ferdi duyguları ve sonraları çevresinin ıstıraplarını terennüm eden şairin edebi hayatının ideolojik karakterdeki üçüncü safhası da başlamış olur. Mısırlı idealist­lerden Muhammed Abdulı'un ve Türkistanlı idealistlerden Abdürrcşid İbrahim'in de etkili olduklan bu safhaya ait ilk örnekleri, Safahat'ın JJ. kitabı olan Süleymaniye Kürsüsünde ( 1912) de b uluruz.

Akif'e göre, mcdeniyetin hakiki kaynağı Doğu'dur. Ona medeni üstünlüğünü kaybettiren sebepler, yüzyıllardır süren "dini taas.mp, cehalet, selıatsızlık, tembellik ve kendine güvensizlik" tir. Yoksa, islam dini ilerilemeğe asla engel değildir. Bu bakımdan, bir an önce hu kötü özelliklerden kurtulmak ve Batı'yı örnek tutarak aradaki medeniyet mesafesini l;apatmak gerekir. Bunun için de islam dinini yüzyılların üzerine yığdığı tozlardan sıyırmak, kuruluş devrindeki gerçek esaslarına ve yapıcı gücüne yeniden kavuşturmak şarttır. İslam birliği, ancak bu yoldan gidilmek suretiyle gerçekleşebilir. Şiirlerinde, İstiklal Savaşı'nın Ronuna kadar, aralıksız olarak hep Lu tema üzerinde durur. Fakat, hayatı boyunca, olaylar bu ideolojinin gerçekleşebilmesi için en ufak bir yardımda hile huluıımadılar. Türkiye'deki milliyetçilik hareketi de, zaman zaman İslam Birliği'ni desteklemekle beraber, genellikle ona muhalif kaldı. Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarında İmparatorluğun diğer müslüman unsurlan arasında da başlayan milliyetçilik hareketleri bu savaşırı sonunda gerçekleşerek, Akif'i hayal kırıklığına uğrattı. Onun için en öldürücü darbe ise, Türkiye Cumhuriyeti'nin tamamıyle l aik hir şekilde kurulması oldu. Halbuki "islam dünyasının son dayanağı" olan Türkiye, idealist Akif'in de son ümidi idi. Bundan sonra şair, gün­den güne korkunç bir şekilde büyüyen hir pjıikolojik çöküntüye düşer ve bu ruh hali içinde, edebi hayatının dördüncü ve sonuncu dönemine girer. Çok verimsiz olan bu dönemde şair, kendisini zaman zaman sarsan psikolojik krizler arasında bazan mizahi şiirler de yazar.

Siyasi bakımdan "ümınetçi" olmasına karşılık, duyguları bakımından "halkçı" ve "milliyetçi" olan Akif, hu kişiliği ile, edebi hayatının ikin­ci ve üçüncü dönemlerinde karşımıza tam anlamıyle "toplumcu" bir şair olarak çıkar. Onun sanatını toplumun hizmetine vermesinde, el­hette ki, edebiyat anlayışının da hissesi büyüktür. Gerçekten, ona göre

Page 130: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 30 K E N A N AKYÜZ

edebiyat, "bir toplumun man c\ i w ahlaki eğitiminde en çok etkili ola­bilen müessese"dir. Bu bakımdan, "sanat için sanat" yapmak ycrsizdir. Yine Akif'e göre, her edeiJiyatın vatanı vardır; edebiyat malıaHidir se bir memeleketİn büyük halk kitkıine hitap eder. İslam dünyasının geri kalış sebeplerinden biri de, edehiyatın halka değil sadece aydınlara hitap etmesidir. Halk ıçın ve halkın hayatını veren bir cdt>biyat yaratmak, Akif'in edebi eseıinin en kalın çizgisidir.

Akif'in, içinde yaşadığı toplumun hayatını bütün özellikleriyle aksettirdiği muhakkaktır. Daha çok İstanbul'un fakir semtlerinin ha­yatını, yoksulluklarını, ıstıraplarını tam lıir doğrulukla canlandıran şiirlerinde kuvvetli hir realizm vardır. İlhama inanmayan şairin en büyük dayanağı kendi gözlemleı idir. Türk şiirine gerçek realizmin Akif ile girmiş olduğundan şüphe edilmez. Onun kuvvetli gözlemciliğine, büyük bir tasvir ve tahkiye kabiliyetini ve konuşma dilinin hiitiin özel­liklerini taşıyan bir üslfıbu da eklemek gerekir. Ancak, Akif'in dili bir bütün değildir. Tasvirlerinin dışında kalan birçok şiirlı·rinde dil konuşma dilinden ayrılır, osmanlıcanın sınırları içine girer. Şiirin ciddi bir çaba olduğuna inanmış olan Akif'te dikkatli hir işçilik ve sağlam hir kom­pozisyon göze çarpar. Vezin olarak daima Aruz'u tercih eden şair, Hece veznini hiç kullanmadı. Nazım şekilleri hususunda ise, Divan nazmının şekillerini tercih eder ve bunlar arasında en çok mesnevi şeklini kullanır.

Mehmet Akif, Türk edebiyatında Tanzimat'tan ha�layarak sosyal ve poli tik alanda yetiştiğini gördüğümüz büyük idealistler zincirinin son halkasıdır. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret ve Meh­met Emin'den sonra Akif ile bu çığır kapanmış olur.

Muallim Niici ile son büyük mümessilini veren I . kategoriye mensup şairler arasında ise İsmail Sefa, :Mehmet Celal ve Nigar Hanım sayılabilir.

Servet-i Fünun şairleriyle yakın dostluklar kurmuş olan İsmail Sefa ( 1867-1900}, eski-Jenl münakaşalarında da daha çok Servet-i Fünunculan tutmuş olmasma rağmen, Servet-i Fünun hareketine katıl­roadı ve kendisine "Şair-i maderzad" (anadan doğma şair) adını takmış olan Muallim Naci'nin taraftarlarını da ineitmerneğe çalıştı. Şiirlerinde anlayış ve zevk bakımından Servet-i Fünunculara, nazım kurallarına uymakta gösterdiği titizlik bakımından da eski edebiyat taraftariarına yaklaşır. Şiir kitapları : Sünıihat (uzun bir manzume) ( 1890, 1912), Huz ma sefa ( 1891 ), Mağdure-i Sev da (manzum bir diyalog) ( 1892, 1 912),

Mevlid-i Pederi Ziyaret ( 1896), Mensiyyat ( 1896, 1912), Hissiyyat ( 1912) .

Page 131: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 3 1

l\fuallim Naci'nin yolundan ayrılmayarak Servet-i Fünunculara şiddetle hücum eden, fakat Batı şiirine yönelmekten de geri kalmayan Mehmet Celal ( 1867-1912) zamanının tanınmış şairlerindendir. Bütün cazibesini üsl(ıbundan alan şiirlerini şu eserlerinde topladı : Ada'da (Büyükadada) Söylediklerim ( 1886), Gazellerim ( 1894), Zade-i Şair ( 1895), Asar-ı Celal ( 1896), Sürı1d ( 1896).

XIX. yüzyılın ikinci yarısında yetişen kadın şairler arasında seçkin bir yeri olan Nigar Hanım ( 1856-1918) da, saadetten uzak geçen haya­tının kırıklarıyle dolu, eski ve yeni şirin özelliklerini paylaşan şiirlerini Efsı1s I ( 1877), Efs(ıs II ( 1891) , Niran ( 1896), Aks-i Seda (1900), Safahat-ı Kal h ( 1901 ) adlı t>serlerinde topladı.

T i y a t r o

Osmanlı Tiyatrosu'nun II . Ahdülhamid tarafından yıktmldığı ve ciddi (bilhassa sosyal konularda) tiyatro eserlerinin oyuanmasının yasak edildiği 1883 tarihinden sonra, Tanzimat Edebiyatı'nın ilk döneminde yazarlarca büyük rağbet gören dramatik türlin bu rağbetini günden güne kaybederek, yalnız Abdiiihak Hamid ile Ahmet Midhat'ın -piyes tekniğini feda edip sadece okunmak için yazmak suretiyle- bu alanda eserler vermekte devam ettikll'rini biliyoruz.

Siyasi baskının daha çok arttığı bir dcvirde ortaya çıkmış olan Ser­vet-i Fünuncular gibi, ayni kuşaktan olup da onlara katılmayan yazar­lar da tiyatro türüne ancak 1908 den sonra i lgi gösterebildiler. Bu bakımdan, Servet-i Fünun dışındakilerden yalnız Hüseyin Rahmi'nin Hazan Bülbü1ü ( 1912) ve Kadın Erkekleşince ( 1933); Safvet Nezihi'nin İzah ve İstizah ( 1909) ve Nigar Hanım'ın . Tasvir-i Aşk (basılmamış) adlı piyeslerini söylemek mümkündür.

R o m a n v e H i k a y e

Servet-i Fünun romancıları Namık Kemal'in açtığı "sanatkarane roman" tarzını her bakımdan modem Batı romanı seviyesine yüksel­tirlerken; ayni devirdc, bu tarzı çok daha ilkel hir seviyeye indirerek, romantik maceralarla halkın çok çabuk harekete geçen acıma duygu­larından faydalanan romancılar da (Ahmet Rasim, Mehmet Celal, Mus-

Page 132: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

132 KE:-IAN AKYÜZ

tafa Reşid, Fatma Aliye, Safvet Nt>zilıi, Vecihi, Güzide Sabri) kolaylıkla ün kazandılar. Bunların yanında ise, Naınık Kemal'in tarzından zamanla realizme kayan Ali Kemal ve Ahmet Midhat'ın tarzını grliştiren ve romancılıktaki gücüyle hepsinden ayrılan Hüseyiıı Rahmi yer alırlar.

Hüseyin Hahmi Gürpınar, 1864 de İstanbul'da doğdu: Babası, Erzurum Mevki-i Müstahkenı Kumandanı Said Paşa'dır. Küçük yaşında annesini kaybederek, akrabalarının yanında yt>tişti. Mektcbi Miilkiyc'yi bitirdikten sonra, 1908 e kadar, A diiye ve Nafıa Vekiiletlerinde çalış­mış; bir yandan ıla yazı hayatına atilarak Terceman-ı Hakikat ve İk­dam gazetelerinde telif ve çevirme birçok yazılarını yaymlamış ve roman­larını tefrika ettirmi�tir. Bu süre içinde romancı olarak büyük hir iin

sağlayan Hüseyin Rahmi, 1908 de memurluktan ayrılıp, hayatını yazı­larıyle kazanınağa başladı. 1935 de, İstanbul'dan milletvekili seçildi ve sekiz yıl da bu görevde kaldıktan so!ıra 8 mart 1944 de öldü.

Romanları : Ayna-Şık ( 1888, Şık 1920), İffet ( 1898, 1927), Mutal­laka (1898, 1927), Mürebbiye ( 1899, 1927), Bir Muadele-i Sevdil ( 1899,

1946), Metres ( 1899, 1928, 1945), Tesadüf ( 1900, 1945) Ni'met-şinas ( 1901 , 1904, 1927), Şıpsevdi ( 191 1 , 1 946), Sevdil Peşinde ( 1912, 1948)

Kuyruklu YılJ.ız Altında Bir İzdivaç ( 1912, 1958), Cadı ( 1912), Gul­yahaııi (1912, 1938, 1944), Tomınan ( 1919, 1948), Hakka Sığındık ( 1 919, 1950), Hayattan Sahifeler ( 1919, 1 940), Son Arzu ( 1922, 1948),

Tebessüm-i Elem ( 1923), Efsuneu Baba ( 1921), Cehennemlik ( 1924),

Ben Deli miyim ? (1925, 1954·), Billur Kalb ( 1926), Tutuşmuş Gönüller ( 1926), Evlere Şenlik: Kaynaııam Nasıl Kudurdu ? ( 1927, 1955), Muhab­bet Tılsımı ( 1928), Kokotlar Mektehi ( 1929), Mezarından Kalkan Şehid ( 1929), Şeytan İşi ( 1933, 1944), Utanmaz Adam ( 1934., 1 947), Eşkıya İninde ( 1935), Kesik Baş ( 1942), Gönül B ir Yel Değirmenidir, Sevdil Öğütür ( 1942), Ölüm Bir Kurtuluş mudur ? ( 1945), Dirilen İskelet ( 1946),

Dünyanın l\Iihveri Kadın mı, Para ını ? ( 1949). Hikayeleri : Kadınlar Vuizi ( 1920), Mcyhanede Hanımlar ( 1924, 1948), Katil Puse ( 1933, 194·5 ) ,

Namuslu Açlık Meselesi ( 1933, 1945), İki Hödüğün Scyahati ( 1933, 1943,

1948), Tünelden İlk Çıkış ( 1934, 1 945), Gönül Ticareti ( 1939), Melek Sanmıştını Şeytanı ( 1943).

Servet-i Fünun romanının gözde olduğu devirde Hüseyin Rahmi, Ahmet Midhat'ın popüler roman çığırını tek başına ve büyük bir kud­retle devam ettiren tek şahsiycttir. Bu roman tarzını tercihte Ahmet Midhat'm romanlarındaki bazı teknik kusurları da benimseyecek kadar

Page 133: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

�!ODERN TÜRK EDEHİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 133

ileriye gitmesine rağmen, onun gibi çok dı·ğişik roman anlayışiarına ve çeıjitlerinc örnek yetiştirme yoluna sapmayarak, genellikle, tek bir roman anlayışında ve tek bir roman çeşidinde ısrar etti. Bu ısrarının ise -tarz olarak- Fransız natüralizmiııin huluşu olan "tccrübi roman" ve -çeşit olarak da- "törc romanı" üzerinde mcrkezle'?tiği görülüyor.

Gerçekten Hüseyin Rahmi, Türk romanındaki ilk izlerine 1885 ten sonra ı·astlanan, Fransız natüralizminin ilk büyük temsilcisidir. Roman­larındaki kahramanları daima mizaçlannın ve toplumsal çevrelerinin birer ortak ürünü olarak ele alan, onlarııı psikoloj ik kişiliklerini i rsiyet �artlarına ve sosyolojik ki7iliklerini de içinde yetiştikleri toplumun şart­larına göre değerlendiren romancı, hu met•JClu ile olduğu kadar, rcali­tcyi hem iyi, hem kötü yönleriyle ve olduğu gibi vermek hususundaki büyük titizliği ile de tam bir natüralisttir. Bunların sonucu olarak, romanlannda gözlem ve deneme ön planda gdir. Ancak, bütün bu özel­likleriyle natüralistlerden hiçbir ayrılığı bulunmayan romancı, önemli bir özelliği ilc, onlardan çok açık bir şekilde ayrılır: toplumsal tenkid. �atüralist romancı, bilimliği gibi, ferdin "mizacın ve toplumsal çevrenin ortak ürünü olduğunu" ispata çalışır. Gayesi, sadece, tabii bilimlerdeki determinizmi romana da sokmak, yine hu hilgill'rin "gözlem" ve "deney" metodlarını romanda da tatbik etmektir. Natüralist romancının top­lumsal tenkidle hir ilgisi yoktur. Halbuki, Hüseyin Rahmi'de topslumsal tPnkid en geniş ölçüsündedir. O kadar ki, romanlarında realiteyi olduğu gibi verrneğe çalışmaısının hile, toplumsal tcnkidlcri için sağlam ve gerçek bir ortanı hazırlamak düşüncesiyle çok yakmdan ilgili bulun du ğu söylenebilir. Bu toplumsal tenkid ise, daha çok, mizalı yoluyla yapılır. Bunun için de, genellikle anormal durumda olan karakterler ele alınır. Karakterlerdeki anormallikler ise, "mizaç, ahlak ve kültür seviyesi" yöıılcrindendir. Bu bakımdan, onun kahramanlanııın hir kısmı yara­tılışlanndaki anormallikle ( aptallık, cinsi sapıklık, aşırı ihtiras, şöhrct düşkünlüğü, . . . ), bir kısmı ahlaklanndaki anormallikle (aşırı menfaat düşkünlüğü, iffet düşmanlığı, gayr-ı meşru kazanç peşinde koşma, . . . ) ve bir kısmı da kültürel seviyelerindeki anormallikle (ümmilik, cahillik, aşırı dini taassup, batıl inanışiara bağlılık, ortaçağ zihniyeti, Batı me­dcniyetinin sahte temsilciliği -züppelik-, . . . ) gülünçtürler. Romancı lıütüıı lıu çok dl'ğişik tipleri, kendi psikolojik muhtevaları ve toplumsal çevreleriyle birlikte ve en ince teferruatına kadar canlandırmakta bii­yük başarı gösterir. Bu çalışına şekli, gayet tabiidir ki, romana çeşitli

Page 134: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

134 KENAN AKYÜZ

karakterlerin dünyayı ve hayatı görüş tarzlannı, dini inanışlannı, yaşa­yış ve giyiniş şekillerini, adetlerini, görgülerini, . . . de getirir ve böylece roman bir töre romanı ki�iliğine de kolaylıkla girer. Onun romanları arasında aşk ve macera romaniarına veya başka bir roman çeşidine rast­lanmaz. Romanlannda aşk ve hatta vaka, topslumsal tenkidin alelade bir vasıtasından başka bir şey değildir.

Gerçekten romancı, vakalarınlll kuruluşu ile çok az ilgilidir. Vaka­lar, roman tekniğinin gerektirdiği şekilde değil, tamamıyle romandaki toplumsal tenkidlere tabi olarak kurulur veya geliştirilir. Bu bakımdan, romancının, karakterleri ve olayları değerlendirmedeki metod hakı­mından eriştiği modernlik seviyesini romanlarının tekniğinde de aramak hoşunadır ve, hu noktada, Alıınet Midlıat'ın seviyesini aşahilmiş değil­dir. Hüseyin Rahmi'nin romanlarındaki teknik hatalar arasına -yine Ahmet Midlıat'ta olduğu gibi-, vakalar ilc ilgisiz "ınalfımat veriş"ler, "romancının vakaya üçüncü şahıs olarak karışması" ve "bazı olayların ana vakaya gereği gibi hağlananıaması" da eklenmelidir.

Realizme büyük değer vermesine rağmen, bilhassa tabiat ve mekan tasvirlerinde, romanemın sık sık sübjcktivizmc düşmesi de gözden kaç­maz. Bu çelişme ve düzensizlik, dil ve üslfıpta da açıktır. Konuşmalarda çok realist olan ve çeşitli yazılarında -fırsat düştükçe- konuşma dilinin tabiiliğini şiddetle savunan roma�cı, tasvirlerinde ve vakayı hikaye edişlerinde tamamıyle osmanlıcaya kayar. Bu kayışlar, hiç ı:üphesiz, romanlarının en zayıf yönlerinden birini gösterir.

Bütün bu hususlar dikkate alınarak varılacak hüküm şu olabilir: Büyük ve sabırlı bir gözlemci olan Hüseyin Rahmi'nin vakası hep İstanbul'da geçen romanları, gerçek değerlerini, daha çok, yazıldıkları devriıı toplumsal yapısını bütün canlılığı, bütün incelikleri ve tam bir objektif doğruluğu ilc verchilmiş olmalarına horçludurlar. Hüseyin Rahmi'nin romanları ve -onlarm bütün özelliklerini olduğu gibi taşıyan­hikayeleri, Türk toplumunun elli yıllık yaşayışma ait çok zengin mal­zeme ilc dopdoludur. Bu bakımdan, hu devrin toplumsal tarihi üzerinde uğraşacaklar için de ayrıca ve son derecede önemlidirler.

Hüseyin Rahmi ve Ali Kemal hariç, Servet-i Fünun hareketinin dışında kalan romancı ve hikayecilerin hepsi Namık Kemal'in roman tarzını hem duygu ve hem de dil ve üslfıp hakımından ılejenere dmiş­lerdir. Sanat güçleri zayıf olan bu romancılar, orta seviyedeki okuyucu

Page 135: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

�!ODERN T Ü RK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 135

topluluğunun acıma duygularını harekete getirerek, romanlarını hep romantik aşk kurbanlarının acılarıyle doldurmayı tercih ettiler. Bu kolay başarı yolunun tercihi sonucunda, hazin aşk felaketlerinin et­rafında yoğunlaşan çok hasta bir ha�sasiyetten, lüzuınsuz teferruata boğulmuş ve tamamıyle sühjektif tasvirlerden, gayet ilkel psikolojik tahlillerden, çok zayıf bir teknikten ve "şairanelik" peşinde koşan, aşın derecede süslü ve tamamıyle osmanlıcaya dayanmış bir üslfıptan kurulu bir roman ve hikaye tarzı ortaya çıktı. Bu tarzın temsilcilerinden olmakla heraber, edebiyatın diğer türlerinde gösterdiği büyük giiclt" başkalarından ayrılan tek önemli kişi Ahmet Rasim'dir.

Ahmet Rasim, 1867 de İstanbul'da doğdu. Fakir bir ailenin çocu­ğudur. Başkalarının yardımı ilc büyüdü. 1883 de Darüşşafaka'dan mezun olduktan sonra, Posta ve Telgraf Nezaretine memur oldu. Aynı tarihte, gazetelere de yazı yazmağa başladı. 1884 de memurluktan ayrılıp hayatını yazılarıyle kazanmağa koyuldu. Çeşitli konulardaki yazılarını, çoğunlukla, Terceman-ı Hakikat, İkdam, Sabah, Ma'lfıınat, Vakit, Zaman, Yeni Gün, Akşam, Eski Gün, Cumhuriyet gazeteleriyle ; Hazi­ne-i Fünun, Servet-i Fünfııı, Gülşen, Musavver Ma'lfımat, İrtika, Mu­savver Fen ve Edeb, Güneş, Sebıh, Hamiyyet, Şafak ve Sa'y dergilerinde yayınladı. 1927 de, İstanbul'dan milletvekili seçildi ve bu görevde iken 21 eylül 1932 de öldü. Heyheliada'da gömülüdür.

Devrinin en popüler yazarları arasında hulunan Ahmet Rasim, yetişme tarzı hakıınından, daha çok Divan Edebiyatı ile kendi zamanının tanınmış edehi şahsiyetlerinin etkisinde kaldı. Bunlar arasında en beğen­ılikleri, Ahmet Midhat ve Muallim Naci'dir. Bu sebeple, cdebiyattaki kökten batılılaşma han·ket lcrine muahalif kaldı ve Servet-i Fünunculara yapılan hücumlann başında yer aldı. Fakat, zamanla fransızeayı öğrene­rek Batı edebiyatma da sempati beslemeğe ha�ladı ise de, sonradan giriş­tiği lıu tcşebbüstc yeterli bir başarı göstercmcdi ve o da, Muallim Naei gibi, iki arada kalmış oldu. Ahmet Rasim de, Servet-i Fünun hareketinin dışında kalan bazı şöhretler (:Mehmet Emin, Mehmet Akif, Hüseyin Rahmi) gibi, yerli bir edehiyata taraftardı. Bu bakımdan, Servet-i Fü­nun edebiyatının kozmopolit olduğunu iddia edenler arasındadır.

Edchiyatm çeşitli türlerinde yazı yazmış olan Ahmet Rasiın, bu arada, roman ve hikaye tiiriinü de denedi. Kitabe-i Gam hariç, diğerleri genellikle birer büyük hikaye olan bu romanlar şunlardır: İlk Sevgi ( 1890), Güzel Eleni (Eleni) ( 1891 , 1898, 1900, 1922), Bir Sefilcnin Evrak-ı

Page 136: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 36 KENAN AKYÜZ

Metrı.ikesi (1891, 1900), Meşak-ı Hayat (1892, 1898, 1 900), Lt'yal-i Istırap ( 1892, 1900), Mchalik-i Hayat ( 1892, 1900), Meyl-i Dil (1392,

1900), Endişe-i Hayat (Ferda) ( 1892, 1900), Tecarib-i Hayat ( 1892), Afife ( 1892), Nümı.ine-i Hayal ( 1895), Tecrülıesiz Aşk ( 1895, 1 900),

O Çehre ( 1895), Mektcp Arkadaşım (Refik ve Hefika) ( 1895, 1900),

Bicare Genç (Nakş-ı Sırr) ( 1896, 1900), Sevda-yı Sermcdi (Muhabbet-i llakikıyye) ( 1897, 1899, 1900, 1 923), Gam-ı Hicran ( Heva-yı Aşk) ( 1893,

1900, 1905, 1923), Kitabc-i Gam ( 1899, 1900, 1922), Nakaın ( 1 899), Askeroğlu (1899), Ülfet (Haınaıncı Ülfet) ( 1 899, 1922, 1 953), Belki Ben Aldanıyorum (Bedia) (1909, 1922), İki Güzel Günahkar ( 1922),

İki Günahsız Sevda ( 1923).

Modern Fransız romanıyle temas kuranıamış ve, hemen lıcmcıı, Ahmet Midhat'ın ve Namık Kemal'in roman ve hikayelerini okuyarak yetişmiş olan Ahmet Rasim'in Ceh Romanları genel aıhyle yayınlanan h u eserlerinde, daha çok N aınık Kemal'in tarzında yürüncrek, hasta bir hassasiyetle, acıklı gönül maceraları ele alınmıııtır. Genellikle kah­ramanları, Namık Kemal'in İnt ilıalı romanında olduğu gibi, hayat tecrübesi olmayan erkeklerle onları baştan çıkaran tecrübeli kadınlar­dır. Teknik son derecede zayıftır. Zaten basit tutulan vak'anın bazan -kaybolur derecede- siliklcştiği ve arada Ahmet Midhat vari hilgiler verildiği de görülür. Dil ve üslupta da bir düzen yoktur. Konuşmaların çok tabii olan diline karşılık, tasvirlerde dil osmanlıcanın hakimiyeti altındadır. Psikolojik tahlil yok gibidir. Tasvirler çok kere sübjektif bir karakter taşırlar.

Tarih, Coğrafya, seyahat, gramer, . . . gibi çok değişik konularda eserler veren ve son derecede doğurgan bir yazar olan Ahmet Rasim'in gerçek değerini ve yaygın ününü yapan yazıları ise, daha çok, denemeleri, müsahabeleri, fıkraları, anıları ve şarkılarıdır. Deneme, miisalıahe ve fıkralarında çoğunlukla şehir hayatının ve kendi çevresinin yaşayışı, insanları, alışkanlıkları, inanışları, giyinişleri, hayat ve dünya görüşleri, . . . bütün teferrüatıyle ve kuvvetli bir gözlemin ışığı altında anlatılmıştır. Bu durum bize, Hüseyin Rahmi'nin roman ve hikayelerinde yaptığını, Ahmet Rasim'in bu türlü yazılarında yapmış olduğunu gösterir. Bunun içindir ki, Hüseyin Rahmi'nin roman ve hikayeleri gibi, Ahmet Rasim'iıı hu tarz eserleri de Türkiye'nin 1890 dan sonraki kırk yıllık sosyal tarihini inceleyecek olanlar için, ihmali kabil olmayan kaynaklar arasındadır. Bu yazıların dil ve üslı.ihunda da, konu�ma dil ve üslı.ihunun bütün

Page 137: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MUUER:'ol TÜRK EDEBİYATI NlN ANA ÇİZGİLERİ 137

üzcllikleriııi ·ve canlılığını bulmak mümkündür. Bu türe giren eserleri arasında, en ünemlileri olarak: Makalat ve Müsabahat ( 1907), Şehir Mektupları (4 cilt) (1910-191 1) , Tarih ve Mnlıarrir ( 1910), Eşkal-i Za­man (1918), Cidd ü Mizalı ( 1918), Güliip Ağladıklarım ( 1926), Muharrir Bu Ya (1926-1928) sayılabilir.

Anılarını toplayan : Gecelerim ( 1896, 1900), Fuh�-i Atik (2 cilt) ( 1922, 1958), .Muharrir, Şair, Edip ( 1924), Falaka ( 1927) adlı eserleri de, yine Türkiye'nin sosyal tarihi hakkında çok faydalı malzeme taşırlar.

Doğrudan doğruya tarihle ilgili eserler olarak da Resimli, Haritalı Tarih-i Osınani (4 cilt) ( 1910-1912), İki 1-Iatırat -Üç Şahsiyet ( 19 16) ve İstibdıhtan Hakiıniyyct-i Milliyycyc (2 cilt) ( 1924-1925) dikkate değer inceleınelerdir.

Aynı tarzın diğer temsilcileri arasmda Mehmet Celal ( 1867-1912)'in çoğu yine birer lıiiyiik hikaye hacminde olan : Orora ( 1886), Cemile (1886), Yenüs (1886), Dt>hşet -yahut- Üç Mezar (1886), Bir Kadının Hayatı (1890, 1896, 1 91 0), Ki.içiik Gelin (1892, 1896), Mükafat ( 1894), Zelıra (1895), Damen-alfıde ( 1 900), Kuşdili'nde ( 1910), Leman (1910), Nedamet ( 1910) romanlarıyle Margarit ( 1890), Vicdan Azapları ( 1890), Müzeyyen ( 1898), İskarnbil ( 1899) Scfid-ser ( 1899), Solgun Yadigarlar ( 1899), Samirniyet (V399), Piyango (1900), İsmete Taarruz ( 1900), Ninni ( 1900), Aşk-ı Ma'sfımane ( 1900) hikayelcri ; Mustafa Reşid ( 1861-1936) in : Florıi ( 1 885), Tezkir-i 1\Iazi (1885) Bir Çiçek Demeti ( 1885), Ye's -yahut- Cürm-i Mcşlıud (1885), Gözyaşları ( 1886), Hayf ( 1886), Cüz­danımdan Birkaç Yaprak ( 1886), Hayal-i Şebab ( 1886), Ressam ( 1889), Neyyir (1889), Lorans (1892), Pembe Ferace ( 1892), İzdivaç-İmtizac ( 1893), Bir Kızın Hatası (1894), Küfran-ı Ni'met ( 1896), Son Salon ve Aşk ( 1899) i,-imli roman ve lıikayeleri; Tanzimat devrinin islam hukuku bilginlerinden, meşhur tarihçi Ahmet Cevdet Paşa'nın kızı Fatma Aliye ( 1864-192-1) nin Muhadarat ( 1892), Re'fet (1898), ÜJi ( 1899) isimli ro­

manları; Vecihi ( 1869-190,t) nin: Mehcfıre (1895), Mihr-i Dil ( 1895), Halime (1896), Sail ( 1 896), Sait! ( 1896), Hurrcm Bey ( 1896), Malik (1896), Çohan Kızı (1896), Hikmet -yahut- Mehcfıre'nin K ısm-ı Sanisi ( 1897), Miijgaıı ( 1897), MC3'üdc ( 1897), Harabe ( 1897), Akif (1897), Tcfrika-i Tt>rakki (1897), H ashıhiil (1897), Feryad ( 1897), Hasta ( 1897), Sakılı (1898), Vuslat (1898), Netice -yahut- B ir Y ctimcnin Scrgüzeşti ( 1898), Sevda-yı Ma'sfımaııc (1899), Mehcüre ilc Hikmet ( 1922) adlı roman ve hikayelcri; Safvet Nezihi (1871-1939) nin: Zavallı Necdet

Page 138: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

131:1 KENAN AKYÜZ

( 1900, 1903, 1926, 1936, 1942), Teehhül Aleminde (1901 ), Kadın Kalhi (1903, 1927), Kumar Beliyesi ( 1902), Müseblıib (1910) dalı romanlarıyle Hem-zad ( 1903) adlı hikayesi ve Giizide Sabri ( 1886-1946)nin: Münev· ver (1901 , 8. Baskı : 1942), Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrfıkesi ( 1905, 4. Baskı : 1943), Yaban Güli.i ( 1926, 'ı . Baskı : 1936), Hiisran (1928, 1938), Hieran Gecesi ( 1930), Gecenin Esrarı ( 1934), Ncda ( 1941), Ma­zinin Sesi ( 1944) adlı romanları Servet-i Fiiııun dışı roman ve hikaye­n in taııınınış örnekleridir.

Bu romancılar gibi ilk romaniarına hazin aşk vakalarını konu yap· makla heraber onları realist bir metodla işleyen, dilde sadeleşrneğe çalı,..ırk{·n üslfıptaki i tinayı ihmal etmeyen, tcnkidlerini daha çok men· sup olduğu aydınlar zümresinin sosyal yaşayışındaki, zihniyetindeki ve kültiir seviyesindeki aksaklıklara yöneiten ve kahramanlarını daha çok hu zümreden seçen, romanda fikri mulıtevaya önem veren, bu s�­hcple vakada siyasi, tarihi, toplumsal, edebi, . . . olaylara geniş yı�r ayı· ran Ali Kemal'in, yine daha çok birer büyük hikaye sayılabilecek olan şu romanlan vardır: İki Hemşire ( 1899), Çölde Bir Sergüzeşt (1 900) (Bu iki romanın müşterek ikinci baskıları : Bir Safha-i Şebab : İki Hem· şire-Çölde Bir Scrgüzcşt, 1 913), Fetret (I. kitap) ( 1913) .

E d e b i T e u k i d

Servet-i Füııun Edebiyatı'nın dışında kalanların bir kısmı, hu ede· biyata şiddetle karşı koydukları için, onu teııkid etmekten de geri kal· madılar. Bu fıakımdan, lıu devirde, edebi tenkitlin polemiğe ait önemli bir kısmını bu zümreye mensup olanlar yönettiler. Bu hususta en ileriye gidenler ise Ahmet Hasim, Mehmet Celal ve Ali Kemal'dir.

Ahmet Rasim'in, Servet-i Fünun'un önde gelen polemikçisi Hüse· yin Cahit ile "edelıiyatın milli ve mahalli olup olmadığı" hakkındaki münakaşaları, o dcvrin en önemli miinaka�aları arasındadır. Ancak, Ahmet Hasİm bu türlü yazılarını bir araya getirmiş değildir. Bilhassa Servet-i Fünun şairlerini tenkid etmiş olan Mehmet Celal'in de, bu tcnkidlerinden çok, Divan Edebiyatı'nın biiyük şairlerine ait birkaç yazısı -mensfırelerini ıle taşıyan· Elvah-ı Ma'sfımiine ve Makalilt-ı Edebiyye (1895) adlı eserinde bulmak mümkündür. Bunlar arasında cdehi kültürü en kuvetli olan, hem Doğu ve hem de Fransız edebiyat· larını iyi bilen Ali Kemal'in de yine Hüseyin Cahit ile yapılmış şiddetli

Page 139: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 39

polemikleri vardır. Fakat Ali Keınal'in, bunlardan başka, Paris'ten gönderdiği ve bilhassa modern Fransız edebiyatını bütün yönleriyle tanıtan, modern tenkid anlayışına tamamıyle uygun ve Ahmet Şuayh'­ınkilerle kıyaslanabilecek, değerli birçok makaleleri de vardır. Bu maka­lelerini Paris Müsahabeleri (3 cilt) (1 . c. 1899, 1913 ; II . ve III. c.c. 1899)

ve Sorbon Darülfüni'inu'nda Edebiyat-ı Hakikiyye Dersleri ( 1900, 1912)

adlı eserlerinde topladı. Bu arada, yine onun Raşid Müverrih mi ? Şair mi ? ( 1918) adlı incelemelesini de kaydetmek gerekir. Bu tenkid çalış­malarına, Servet-i Fünun'un dışında kalınakla heraber onlarla yakın dostluklar kurmuş ve yapılan miinaka�alarda her iki tarafın da yalnız iyi yönlerini gösterrneğe çalışmış olan İsmail Sefa'nın Miilahazat-ı Edebiyye ( 1898) ve Mulıakemat-ı Edebiyye (1913) adlı eserlerinde top­ladığı makalelerini de eklemek gerekir.

I l i c i v

Tanzimat Edebiyatı'nda ayrı bir edebi tür olarak gelişmeyen hiciv, I I. Abdüllıamid istihdadının arttığı sıralarda adını duyurmağa başla­lamış olan Mehmet Eşrt"f ( 1847-1912) ile gerçek temsilcisini bulmuş oldu. Manisa'nın Kırkağaç ilçesİnt> bağlı Gelenbe köyünde doğan ve sürekli bir okul öğrenimi görmeyen Eşref, Anadolu'nun bilhassa doğu bölgelerindeki ilçelerde uzun süre kaymakarnlık etmiş, siyasi çalışmalar yaptığı iddiası ile 1902 de tevkif ve ınuhakeme olunarak bir yıl hapse mahkum edilmiştir. Mahkumiyetini tamamlayınca Mısır'a giderek ora­da istibdat alcyhindeki eserlerini bastırmış, bir süre Kıbrıs, Fransa ve İsviçre'de seyahat ettikten sonra, J I . Meşrutiyet'in ilanı üzerine İstan­bul'a dönmüş, Adana V ali Yardımcılığında bulunduğu sırada emekliye ayrılmış ve kısa bir süre sonra da Kırkağaç'ta ölmiiştür.

Çol zeki, çok nükteci, sözünü sakınmaz ve büyiik bir medeni ct·­sarct sahibi olan Eşref, özel okumalarıyle edebi kültürünü de geliştir­miş ve hicivlerinde nazım tercih etmiştir. Hep Aruzla yazılmış olan bu �iirlerinin çoğu kıt'a halindedir. Dil ise, zamanının genel şiir diline uy­�undur. Devrinin siyasi ve toplumsal olaylarını, II . Abdülhamid'i, onun hükfımet adamlarını şiddetle teııkid eden Eşref'in lıu hicivlerinde, hazan ı;;alııslarla uğraşılmasına ve bu bakımdan Divan hicvine yaklaşıl­masına rağmen, genellikle objektiflik hakimdir. Şiirlerini İstimdad (Kahirc 1904), Şah ve Padişah (İkinci baskı : Rusçuk 1908), Deccal I

Page 140: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

110 KENAN AKYÜZ

(Kahire 1904), Deccal I I (Kahirc 1907), Hasbıhal yahut Eşref-Kemal (Namık Kemal'in Hürriyet Kas.iılesine nazire, Kahire 1905), İran'da Yangın Yar ( 1908) adlı kitaplarda toplamış ve I I . Abdüllıamid'in istibdadını, 1908 den sonra I ttihaıl ve Terakki hükumetinin tutumunu ve toplumsal konulardaki şiirlerinde de ılalıa çok ahlaki zaafları (riyakar­lar, mürtekipler, hafiyeler) hicv eden ve çok hüyiik bir şöhrete sahip huhınaıı Eşref'in şiirleri ölümünden sonra Şair Eşref'in Külliyatı ( 1928)

adı ile toplu halde hasılınağa haşianmı�sa da bu külliyatın ancak bir cildi yayınlanmıştır.

IV

FECR-İ ATI DEVRi

Edebiyyat-ı Ccdide topluluğunun dağılına tarihi olarak kabul edile­bilecek olan 5 aralık 1901 den 1908 yılına kadar, bu topluluktaki yazar­lardan Servet-i Fünuıı dergisinde hiç kimsenin hiçbir yazısı hasılınadığı gibi, dergi her t iirlii edebi çalışmalan da bir yana bırakarak, hemen he­men fenni konulardan ve aktüalitedcn bahseden bir magazİn haline gl'lmiştir. Yalnız 1901-1902 tarihlerine ait sayılarda, daha önce kurulup birkaç eseri de yayınlanmış olan Edcbiyyat-ı Cedide Kütüphanesi adlı serinin devam ettiğini gösteren kitap ilanları vardır ki bunlar arasında Edebiyat-ı Cedide-'nin en tanınrııı� bazı eserleri de (Aşk-ı Memnii, Mai ve Siyah, Haristan ve Gülistan, Eyliil) yer almaktadır.

Ancak, Servet-i Fünuncuların -yayın alanından Çl•kilınckle hcra­ber- edebi çalı� malarına kesin olarak son vermedikleri, I I . Abdülhamid idaresi aleyhinde yazdıkları hirpk yazıların elden ele dolaşması ve 1908 ihtilalini iziyen günlerde hemen yayına başlamalarıyle de anlaşıl­maktadır. Bundan ha�ka, diğer dergilenfeki edebi çalışmalar da tamamıy­le durmuş değildir. Servet-i Fünun'un edebi değerine ve çalı>;ma kapasi­tesine hiçbir zaman yaklaşamamakla beraber, yeni yeni yeti�en genç· lerin yazdıklarını yayıniayan Mecmfıa-i Edchiyye (İstanbul), l\lukteht�s ( İzmir) ve Çocuk Bahçesi (Selanik) gibi dergiler de vardır. Bu dergilerde rastladığımız ve 1908 den sonraki edebi hareketlere katılarak şölıret yapacak olan Ahmet Haı;;iın� Enis Avni (Aka Gündüz), Ali Canip (Yöıı­tem), Mehmet Behçet (Yazar) ve Tahsin Nalıit gibi aJiar bize, 1 901-

1908 arasında Edebiyat -ı Ce"tli tle'den soııra yı·nı hir edebiyat kuşağının yetişmiş olduğunu gösteriyor,

Page 141: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

\!ODERN T Ü R K E DEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 141

Gerçekten, bu kuşağın 1908 de yeniden ortaya çıkan Edebiyat-ı CPdidecilerin karşısına dikilerek onları red ve inkar ettiğini ve onların boş bıraktıkları yerlere geçmek için şiddetli bir mücadeleye giriştiğini görüyoruz. Bu tarihten sonra, genç kuşağın arasına Yak up Kadri (Kara­osnıanoğlu), Şehabct.tin Süleyman, Cemi! Süleyman, Köprölüzfide Mehmet Fuat, Müfid Ratilı, Refik Halit (Karay) gibi yeni imzalar da karıştı. Önceleri türlü edebiyat ve sanat dcrgilcrimle dağınık bir şekilde yazılan çıkan bu gençler, nihayet, hir araya gelerek edebi çalışmalarını hir düzene koymak ihtiyacmı duydular. Toplu bir lıaie gdmek, kendi­dilerini kamuoyuna daha kuvvetle kabul ettİrebilmek İçİn de gerekli i di . Böyle bir düşünce ile hareket eden gençler, 20 mart 1909 tarihinde, İstanbul'da çıkmakta olan Hilal gazetesİnİn matbuasında ilk toplantı­larını yaptılar. Aralarına Edebiyat-ı Cedide'nin en genç üyeleri olan Celal Sahir, Faik Ali ve Ahmet Sanıiın'i de almışlarJı. Bu toplantıda, kendi edebiyat ve sanat eğilimlerini temsil edip kamuoyuna açıklayacak hir edebi topluluk kurulmasına karar verildi. Topluluğa ad olarak tek­lif edilt>n Sina-yı Emel beğenilmeyerek, Faik Ali'nin tcklif ettiği Fecr-i Ati kabul edildi ve ba�kanlığa da Faik Ali seçildi. Aynı toplantıda, bu yeni topluluğun yayın organı olarak yine Fecr-i Ati adında bir der­ginin çıkarılması da karar altına alındı ise de, Servet-İ Fünun bu yeni edebi kuşağa da sahifelerini açtığı için, ayrı b ir dergi yayınianınasına lüzum kalmadı. Bu ilk toplantıdan sonra, Fccr-i Ati Encümen-i Etle­lıisi'nin kadrosu yavaş yavaş genişledi. Nihayet Encümen, 24 şubat 1910 tarihli Servet-i Fünun (C. 38, sayı : 977) da yayıııladığı bir beyan­name ile kendisini kamuoyuna da resmen tanıttı.

Tiirkiye'de bir edebi topluluğun yayıııladığı ilk beyanname olan hu lıeyannamede bildirildiğine göre : (Encümen, edebiyatı çok ciddiye almakta, onu hoş vakit geçirmek İçin bir vasıla olarak kabul etmemek­tcdir. Bu inanışın edebiyatımızdaki ilk temsilcileri ise, Servet-i Fünun­eulardır. Gerçekten, edebiyatın ciddi bir çaba olduğu hususunda, Türk kamuoyuna ilk rehberliği yapanlar onlardır. Bu ciddi çalışmalanna onların 1908 den sonra yeniden başlaınaları heklenildiği halde, ne yazık ki, ortada görünmemişlerdir. O halde, yaptıkları hizmet daima beğe­ııilmekle beraber, artık onlara "geçmiş" gözüyle bakmak yerinde ola­caktır. Şimdilik, Avrupa edebiyatındaki benzeri toplulukların küçük hir örneği olan Fecr-i Ati ise, Türk edebiyatının geleceğini temsil ctmek­tl'dir. Dilin, edebiyatın, edebi ve sosyal bilimlerin ilerilemesinc dikkat

Page 142: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

142 KENAN AKYÜZ

f'trnek; genç istidatları bir araya toplamak, açık fikir münakaşalarıylc kamuoyunu aydınlatmak, Batının önemli edebiyat ve fikir eserlerini çevirtmek, edebiyat ve fikir konuları üzerinde konferanslar düzenlemek, Batıdaki benzf'ri teşekküllerle sürekli bir temas kurmak onun gayeleri arasındadır. Mensuplannın eserleri Fecr-i Ati Kütüphanesi adı altında yayınlanacaktır. Encümen'in yayın organı, Servet-i Fünun dcrgisidir.) Beyannamenin sonunda, Fecr-i Ati Encümen-i EdeLisi Nizamnamesi'nin Je hazırlanıp hükümetin tasdikine sunulduğu ve yakında yayınlana­cağı hildiriliyorsa da, böyle bir tüzük yayınlanmış değildir. Beyanna­menin altında, Encümen'in üyeleri olarak, şu adlar yazılıdır: Ahmet Saınim, Ahmet Haşim, Emin Biilcnd, Emin Lami, Tahsin Nahid, Celal Salıir (reis), Cemil Süleyman, Hamdullah Suplıi, Refik Halid, Şehahet­tin Süleyman, Abdiiihak Hayri, İ zzet Mclih, Yak up Kadri.

Yine bu beyannameden aıılaşıldığına göre, o sırada başkanlıkta Celal Sahir vardır. Enciimcnin ilk başkanı olan Faik Ali ilc Celal Sahir arasında ise, aynı mevkide, Fazı! Ahmet ve Hamdullah Suphi de bulunınuşlardır.

Beyannarnede bir edebi topluluk olarak gerçckleştirmeği düşün­düğü hususlar gözden geçiri]ince, Fecr-i Ati'nin o günkü Türk edebi­yatma önemli sayılabilecek bir yenilik getirmediği ; sadece, Batı ede­biyatı ilc daha sıkı bir miinasebet kurmak İstediği anlaşılır.

Encümcn'in kendilerinden önceki edebi kuşak için takınd1ğı saygılı, fakat gerçekte onu edebiyat alanındakn uzaklaştırıcı tutum tepkilere yol açtı. "Edebiyat-ı Cedide kuşağının artık bir fonksiyonu kalıp kal­madığı, Türk edebiyatının o günkü durumu ve Fecr-i Ati'rıin tutumu" üzerindeki poJemik uzun bir süre de\-arn etti . Daha çok Servct'i Fünun ve Resimli KitaL dergilerinde yer alınış olan bu polemiğc katılanlar arasında, Fecr-i Ati'den bilhassa Yakup Kadri, Celal Sahir, Köprüiii­zade Mehmet Fuat, Ahmet Haşim, Şehabcttin Süleyman, Müfid Ratib, Ali Canilı, Edelıiyat-ı Cedide'den Mehmet Rauf ve Hüseyin Suad ve her iki topluluğun dışından Raif Necdet (Kestelli) ve Resimli Kitab dergisinin müdürü M. Rauf vardır.

Servet-i Fünuncular karşısındaki tutumu mukavemetle karşılaşınca, Fecr-i Ati'ciler iddialarının doğruluğunu giisterebilmek için, Edebiyat-ı Ccdide'nin en büyük temsilcil('ri olan Tevfik Fikret, Halid Ziya, Ccnab Şehabettin ve Mehmet Rauf'a karşı şiddetli hücumlara giriştiler. Fakat,

Page 143: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ l43

kendileri de bu eski şöhretleri unutturaeak değerde eserler veremeyince, "hiçbir şey yapamamak ve bir yenilik getirememekle" suçlandırıldılar. 1912 yılı ba�larında çıkınağa başlayan Rühab dergisinde Hakkı Takhsin, Salahattİn Enis, Ali Naci ve Halid Fahri'nin bu hakıındaıı yaptıkları lıiicumlann yanı başında; Selanik'te çıkmakta olan Genç Kalemler rlt>rgisinin "gerek dil ve üslfıbundaki gayr-ı tabiilik ve gerekse taşıdığı koyu ferdiyetçilik" yönlerirıdt>n Fecr-i Ati')'; Edebiyat-ı Cediıle'ılen farksız bulan yayınları karşısında, encümen zaman zaman biiyük sarsıntılar geçirdi. "Üyderinin sanat anlayışlarında tamamıyle serbest olduklarını, her üyenin saıleee kendi adına konuşabileceğini" ileriye süren Feer-i Ati'nin "ortak ve belli bir sanat anlayışına sahip bulunmadığını" kendisine resmen itiraf ettirmeğc kadar varan bu rnünakaşalar sonunda birçok istifalar oldu. Ali Canib, Hamdullah Suphi ve Celal Salıir; Genç Kalcmler'in, edebi dUşüncelerini henimseyerek, lı ıı .lerginin yazı kadro­sunu katıldılar. 1912 yılının sonlarında Feer-i Ati, edebi bir topluluk olarak, artık yoktu. Üyelerinden bazıları, kendi özel eğilimlerine uyarak, ferdiyetçi bir sanat anlayışını devam ettirdiler. Bazıları da, zamanla, Milli Edebiyat hareketine katıldılar. Böylece, edebi hedefi açıkça belli olmayan ve yalnız kuvvetli bir sanat aşkı ilc kurulan Fect-i Ati ıle, dört yıla yakın ve pek verimli sayılamayacak bir çalışmadan sonra, ortadan kalkmış oldu.

1908 yılına kadar I I . Abdüllıamid saltanının çok ağır baskı..;ı altında toplumsal meselelerle uğraşmaktan uzak kalmış olan Türk halkı, lıu tarihten sonra, otuz yıllık bir süre içinde yaşadığı kahuğundan çı­karak, gözlerini yeni bir hayata açmıştı. Gerçekten, parlemanter rej i­min sağladığı imkanlar dahilindP, toplum hayatıımı hemen her alanında çok hareketli bir dönem başlaınış ve istibdat idaresi altında bütün bu alanlarıla çok yavaşlamııı olan lıatılılaşma çalışmalarıııa yeniden hız verilmişti . Ayrıca, dünya politikasının çok karışık bulunduğu bu sıra­larda, gerek içerden ve gerekse dışardan imparatorluk birçok güçlüklerle karşı karşıya idi. 191 1 deki Trahlusgarh ve 19 12 deki Balkan savaşları ile, bu güçlükler daha da arttı. Toplum ve memleket meselelerinin lıu kadar önem kazandığı yıllarda edebiyatın bütün bunlara tamamıyle ilgisiz kalarak, sanatçıların yalnız kişisel ve hissi hayatlarını aksettirmekte devam etmesinin kamuoyunca iyi karşılanmıyacağı muhakkaktı. Ser­vet-i Fünun devrinde, edebiyatın hu tutumu hoş görülchilirdi. Fakat onu mecburi kılan siyasi şartların ortadan kalkmasından sonra da ede-

Page 144: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

144. KENAN AKYÜZ

hiyatın aynı yolda devammı izah etmek güçtü. Bunun içindir ki, Fecr-i Ati ile muhalifleri arasındaki ilk münakaşa konusu "sanatın gayesi" olarak ele alınmış ve Fecr-i Ati'nin tamamıyle ferdiyetçi olan sanat anlayışına karşı, edebiyatın toplumsal ıncselelere de ilgisiz kalamaya­cağı tezi savunulmuştur. Fecr-i Ati'niıı ferdiyetçi sanat anlayışını değiştirmeyişi, çok kısa bir süre içinde, aksi tezi savunan Milli Edebiyat cereyanı önünde ortadan kalkmasına yol açan arnillerden biri olmuştur. Ayrıca, Fecr-i Ati mensupları arasında da, sanat meselelerinde hir an­laşma yoktu. Çok genç yaşta bulunan üyeler, henüz kendi gerçek eği­limlerini, mizaçlarmın gerçek yönünü de gereği gibi anlayahilmiş değil­diler. Kendileriııi birleştiren tek nokta, büyük ve samimi bir sanat sevgisi idi. Türk edebiyatma yeni hir yön vermek istiyorlardı. Fakat, lıunu nasıl yapabileceklerini açık olarak kendileri de hilmiyorlardı. Topluma ve hayata arkalarını dönmüş olmaları, onları, gerçek yolu görmek imkanından yoksun bıraktı. Bunun içimlir ki Servet-i Fünun­eulara yaptıkları hücuınlar, sadece kendilerini kamu oyuna duyurmak­tan başka bir şey sağlayamadı. Çünkü, gerek sanat anlayışı ve gerekse dil ve üsliip hakımından onlardan farksızdılar. Bunun içindir ki Fecr-i Ati'yi, csasta, Servet-i Fünun'un hir devamı olarak kabul etmek miim­kündür.

Ş r

Servet-i Fünun şiiri ile Fecr-i Ati şiirini birleştiren başlıca özel­likler arasında, ilk olarak, kullamlan malzemelerdeki birlik dikkati çeker. Feer-i Ati şiirinin başlıca temaları da, Servet-i Fünun şiirinde olduğu gibi, a�k ve talıiattır. Bu a�k, genellikle hissi ve lıazan romantik olduğu gibi, tabiat tasvirleri de tamamıyle sühjektiftir. Dilde Servet-i .Fünuncuların metodları izlenerek arapça ve farsçadan şiir diline yeni kelimeler getirilmiş, komışma dilinden uzaklaşılınağa devam edilmiştir. Vezin, yine Anız'dur. Nazım şekillerinde yapılan başlıca değişiklik, Servet-i Fünun devrinde Fikret ile başlamış olan "müstezadı serbest bir �eki] haline getirme" işleminin daha ileriye götürülerek, Fransız sem­lıolistlerindeki serbest nazına tamamıyle benzetilmesidir. Servet-i Fünun şairlerinin duygulanndaki marazilik, Fecr-i Ati şürinde daha aşırı bir şekilde devam eder. Tek ayrılık ise, Servet-i Fünun şairlerinin anlamağa çalışmadıkları ve belki de anlayaınadıkları Fransız sembolistlerini Fecri­Ati'nin daha yakından tanınıağa çalışması ve bunda kısmen başanya

Page 145: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİLERİ 145

ulaşmasıdır. Bu topluluğun bazı şairlerinde sembolisı şiirin bazı özel­liklerine rastlanması, bu kısmi ı-tkilenmenin delilleridir.

Fecr-i Ati'nin ön planda gelen şairi Ahmet Haşim, 1884 de Bağdat'ta doğdu. Babası, mülkiye kaymakamlarından Hikmet Bey'dir. On iki yaşına kadar Bağdat'ta kaldıktan sonra, öğrenimi için İstanbul'a geti­rildi ve 1907 de Galatasaray Lisesini bitirdi . Memurluk hayatı, daha çok, öğretmenlikte geçti. Bunlar arasında en önemlileri, Güzel Sanat­natlar Akademisi'ndeki estetik ve Mülkiye'deki fransızca öğretmen­likleridir. 1933 de İstanbul'da öldü.

Eserleri : Göl Saatleri (Şiirler) ( 192 1 ), Piyale (Şiirler) ( 1926, 1928),

Gureba-hane-i Laklakan (Nesirler) ( 1928), Bize Göre (Nesirler) ( 1928),

Frankfurt Seyahatnamesi (Gezi notları) ( 1933).

İlk şiirini 1901 de Mecmua-i Edebiyye'de yayıolayan Ahmet Ha­şim'in, bu tarihten 1908 e kadar devam eden safhada en çok beğendiği şairler Hamid, Muallim Naci, Fikret ve bilhassa Cenab'tır. Bu süre için­de hir yandan da çağdaş Fransız şiiri ile temasa geçen şair, yerli etki­lerden hızla sıyrılarak, 1908 den sonra yeni bir kişilikle ortaya çıkar. 1905-1908 tarihleri arasında yazdığı Şi'r-i Kamer serisi (Piyale), hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkati çekmekte ve beğenilınekte gecikmedi. 1909 da Fecr-i Ati'ye ilk girenler arasındadır. Yeni bir edebi kuşak olarak tutunmak için harcanan ortak çabalar sırasında, o da hücumlannı Edebiyat-ı Cedide'nin en önemli şairi Tevfik Fikret'e yöneltmişti. 1 9 1 1 de yayınlanan Göl Saatleri serisi ile ününü daha da genişletti.

Fecr-i Ati Encümeni dağıldığı zaman bir değer olarak ortada kalan­lardan biri olan Ahmet Ha�im, başka bir edebi topluluğa katılmış değil­dir. Başkalanndan ayırılan değişik yapıdaki şiirinin ana özelliklerini, önce Şürde Mami (Dergah, 192 1 , sayı : 8) adıyle yayınladığı ve sonra da Piyale'ye önsöz yaptığı bir makalesinde açıklar. Bu açıklamaya göre : (Şiirin asıl özelliği, "duyulmak"tır. Şiirin dili, "musiki ile söz arasında ve sözden ziyade musikiye yakın"dır. Yani Lu dil, "bir açıklama vasıtası olmaktan ziyade, bir telkin vasıtası"dır ve şiirde "musiki, anlamdan önce" gelir. Bu bakımdan kelimeler, şüre, anlam değerlerinden çok, mm.iki değerleriyle girerler. Şiirin anlam hakımından açık olması zaruri değildir. Şiirin doğduğu yer, şuuraltıdır. Konu ise, sadece, terennüm için bir vesiledir.)

Page 146: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

146 KENAN AKYÜZ

Şiirde musikiyi ön plana alan, anlam açıklığını ikinci plana atan, mısralarda geniş ve akıcı bir telkin kahiliyeti arayan ve şiirin kaynağını şuuraltında bulan bu anlayış ile sembolizmin şiir anlayışı arasında «ya­kınlıklan> vardır. Ancak, sembolisı şiirin esas unsuru olan· sembol Ha­şim'in şiirlerinde yoktur, Onun anlamı anlaşılınayan veya değişik yo­rumlara elverişli bulunan şiirleri pek azdır. Bu bakımdan Haşim'i sPm­bolist bir şair olarak kabul etmek çok güçtür.

Beri yandan, "Şiir ne kadar impoııderable'e ( "ölçülemez"e, "belli ölçülere giremeyen"e) yaklaşırsa o kadar şiir oluyor." diyen Haşim, bu sözü ile, Poesie pure (öz şiir) e yönelmiş görünüyor. Ancak, bu hususta örnek olarak gösterebildiği bir tek şiiri (Bir Günün Sonunda Arzu -Piyale) bulunduğuna göre, bu şiir anlayışına da fazla bağlanmış olduğu söylenemez. Haşim'in şiiri için en uygun anlayış tarzının, empresyo­nizm olduğu kabul edilebilir. Gerçekten, şiirlerinde, dış aleme ait göz­lemlerinin iç alcınde yarattıkları izlenimleri aksettirmesi bu anlayış tarzının çok açık bir delilidir. Göl Saatleri'nin küçücük manzum "Mukad­dime"si de, empresyonizmin özlü bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Haşim'in şiirlerinde hakim olan temalar; çocukluk anılan, aşk ve tahiattır. Çocukluğunu Dicle kıyılarının romantik atmosferi içinde, sPrt davranışlı bir babanın huşuneti ile hasta bir annenin şefkati arasında geçiren şair, daha küçük yaşlarda, mariz bir hassasiyete sahipti . Annesi­ni kaybettikten sonra İstanbul'a getirilince, yatılı bir okulun yabancı­larla dolu çevresinde büsbütün ürkerek şiddetli bir refoulement (içe kapanış)a kapıldı. Şairi bütün ömrünce bırakmayan bu içe çekiliş, şiirlerinde de "realiteden kaçış" şeklinde kuvvetle görülür. Yaşanılan hayattan uzak ve tamamıyle muhayyel bir aleme sığınmak isteği birçok manzumelerinde yer alır. Onun bilhassa ilk şiirlerinde sığındığı başka bir alem de -annesinin şefkati ile dolu olan- çocukluk zamanlarıdır. Realiteden kaçarak hayalinin yarattığı ve ineitici her türlü unsurdan uzak bir alemde yaşayan şairin sevebileceği kadınlar da, bu alemin at­mosferine uygun vasıfta, hayali ve adeta esiri yaratıklardır.

Peyizajları da, tamamıyle, yine muhayyilcde şekillenen tabiat manzaralarıdır. Dış aleme ait her izlenim, onun muhayyilesinin en güzel renkleriyle boyanarak karşımıza çıkar. Böyle bir peyizajcı olarak Haşim, fevkalade başarılıdır. Şiirlerine aldığı tabiat manzaraları ise, sembolistleriıı de genellikle tercih ettikleri, "akşam, gurub, şafak, gece,

Page 147: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATIN I N ANA ÇİZGİLERİ 147

mehtab, yıldızlar, denizler, gi:iller, ormanlar . . . " gibi d uygulanmaya, hayal kurmağa en elverişli olanlardır.

Haşim'in şiirleri, dil bakımından, iki safhada incelenebilir. 1901-

1915 arasındaki birinci safhada dil, Edebiyat-ı Cedidc şiirinin dilinden tamamiyle farksızdır. Şiir yazmaktan yana I. Dünya Savaşı sırasında bir durgunluk dönemi geçiren şair, 1921 den sonra tekrar yazmağa başlayınca şiirlerinin dilinde açık bir değişiklik olduğu görüldü. Konu­şulan türkçeye doğru çok büyük bir yakınlık gösteren bu dcği�iklik, arada geçen süre içinde, Milli Edebiyat hareketinin etkisinde edebiyat dilinin uğradığı biiyük değişiklikle ilgilidir. Göl Saatleri ve Piyale'deki şiirlerin dili arasında yapılacak bir karşılaştırma, aradaki farkı kolay­lıkla gösterebilir. Haşim'in üslfıhunun en önemli özelliği ise, taşıdığı büyük telkin k:ıbiliyetidir.

Şiirlerinde çeşitli nazım şekillerini denemiş olan Haşim'in en çok tercih ettiği nazım şekli, ilk olarak Servet-i Fünun şiirinde kullanılmış _olan, "serb�>st müstezad"dır. Haşim, bu şekli daha da serbest hale getire­rek Fransız scınholistlerinin kullandıkları serbest nazına tamamİyle henzetmiş oldu. V czin olarak, sadece Aruzu kullandı. "Köylü vczni" diye vasıflandırdığı Hece'yi, musiki bakımmdan, çok yetersiz buluyordu.

I. Dünya Savaşı'ndan sonra Haşim; türlü dergi ve gazetelerde çıkan müsahabe, makale, gezi notları ve fıkra şeklindeki çeşitli nesirleriyle de dikkati çekmekte ve heğenilmekte gecikmedi. Kıvrak zekası, zarif nükteleri, orijinal huluş ve görüşleriyle olayları çok değişik bir şekilde değerlendirmesini bilen Haşim'in nesri üsl up hakımmdan çok caziptir.

Fecr-i Ati'dcn başka bir topluluğa girmeyen, şairlik ve sanat değeri lıakımmdan Haşim'den sonra gelen şahsiyet Emin Bülent (Serdaroğlu) ( 1886-1942) dir. Çok çekingen bir yaradılışta olduğu için, Haşim kadar değilse de oldukça röfule (içine çekilmiş) bir hayat geçiren Emin Bülent, ferdi konudaki şiirleriyle olduğu kadar, Trablusgarp ve Balkan harbleri sırasında yazdığı ve milli duyguları terennüm eden şiirleri ( Kin, Hisar­Iara Karşı, Hatif Diyor ki) ile de şöhrct yaptı. Onun ferdi konudaki şiirlerinıle hem duygu ve hayal, hem de dil ve üslı1p bakmundan Haşim'in etkisi görülür. Şiirlerinin pek azını yaymlamış olan şairin dergilerde çıkan manzuıneleri, ölümünden sonra hakkmda yazılan yazılarla bir­likte, toplu olarak da basıldı (Salih Zeki Aktay: Emin Bülend'in Şiirleri, 194·3).

Page 148: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 48 KENAN AKYÜZ

Tahsin Nahid ve Mehmet Behçet de, Fecr-i Ati'den başka bir eddJi harekete katılmayan şairlerdir.

Genç yaşta ölen Tahsin Nahid ( 1887-1919) in şürlerinde, Fecr-i Ati şiirinin gerek duyuş ve gerekse üsh1p özellikleri açıkça görülür. Bu topluluk içinde şiirlerini kitap halinde ilk bastıran (Ruh-ı Bi-kayd, 1910) şair, tamamİyle ferdiyctçi bir sanat anlayışına sahiptir. Çalışma­larını daha çok tiyatro alanında toplamış olan Tahsin Nahid'in yer yer Ahmet Haşim'in etkilerini taşıyan şiirlerinde, ancak orta seviyede lıir sanatçı kabiliyeti ile karşılaşmaktayız.

Fecr-i Ati'nin sanat anlayışına sonuna kadar sadık kalmasına rağmen, bilhassa dil ve üslup hakımından zamanının genel eğilimine de yabancı durmamış olan Mehmet Behçet (Yazar) (Doğumu: 1890)

in ilk şiirlerinde Fecr-i Ati'nin dil ve üsluhu hakim olduğu halde, son eserlerinde konuşma dilinin hütün özellikleri göze çarpar. Bazılarında Cenab ve Haşim'in etkileri görülen hirinci dönemdeki şiirleri Erganun ( 19 1 1 ) ve ikinci dönemdeki şiirleri de Yumak ( 1938) adlı eserlerindedir. Şiirlerinin bütün lirizmi geniş bir samimiyetten doğar. Mehmet Behçet'in eser verdiği başka bir edebi tür ise -Servet-i Fünun Edebiyatı'nın "men­sur şiir"lerine karşılık- Fecr-i Ati'de rağbet görmüş olan ve "fantezi" adı verilen nesir tarzıdır. Bu çeşit yazılarını da "Buhurdan" (1 923)

adlı bir kitapta topladı.

T i y a t r o

II. Abdülhamid devrinde tamamİyle durmuş ve yerlerini tuluat truplanna bırakmış olan ciddi tiyatro çalışmaları, 1908 den sonra, yeni ve çok hareketli bir safhaya girer. II . Meşrutiyet'in ilanını (23 temmuz 1908) izleyen günlerden başlayarak Türk sahneleri, önce amatör ve sonra da profesyonel birçok trupların çalışmaları ile dolar. İstanbul'da kuvvetli bir sermayeden ve tecrübeli rejisörlerden yoksun bulunan hu truplar; Sahne-i Heves, Amatör Sahne, Sanayi'-i Nefise Kumpanyası, Mürehbi-i Hissiyyat, Osmanlı Tiyatrosu, Donanma Cemiyeti Hey'et-i Temsili yy esi, Yeni Tiyatro, İstanbul Tiyatrosu, . . . gihi türlü isimler altında çalıştılar. Tabiatİyle uzun ömürlü olamayan bu müesseselerin en önemli yönü, ileride tiyatroyu çok ciddi bir iş olarak kabul edecek olan büyük sahne kahiliyetlerinin yetişmelerine yaptıkları hizmettir.

Page 149: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

�IOllE R :'Ii Ti:RK EDEBİY ATI NıN ANA ÇİZGİLERİ 149

Yakın bir gelecekte Türk tiyatrosunun değerli sanatçıları durumuna gt>len bu kabiliyedcr arasında Ertuğrul Muhsin (Muhsin Ertuğrul), Behzat Haki (Butak), IUşit Rıza (Samako), İsmail Galip (Arcan), Şadi ve Muvahlıid adları sayılabilir.

Türk sahne hayatı ciddi bir yöne yeniden yönelmeğe hazırlanırken, 1908 ihtilalinin dinamik havası içinde, en çok rağbet gören piyesler yurtseverlik vakalarını ve istihdat aleyhtarlığını i�leyen piyesler ol­muştur. Bunun içindir ki �amık Kemal'in Vatan yahut Silistre, Akif Bey gibi piyesleri bu sırada en çok oynanan eserler arasındadır. Bunları, Türk tiyatro edebiyatında yer almamış bazı şahıslar tarafından yine II . Ahdüllıamid idaresi aleyhine yazılmış birçok piyesler izledi . Teknik ba­kımdan zayıf olan ve daha çok melodrama kaçan bu amatör eserlerinin yanı başında, ciddi tiyatro eserlerinin yazılmasına da başlanmıştır. Bu tarz piyesleri, siyasi şartların elverişsizliği yüzünden tiyatro eserleri veremedikleri için kendilerini bu bakımdan tatminsiz sayan Servet-i Fünuncularla Fecr-i Ati'nin genç yazarlan verrneğe çalı�tılar.

Fecr-i Ati mensuplarından tiyatro ile uğraşanlar arasında Şeha­hcttin Süleyman ( 1885-192 1 ) ı görüyoruz. Mülkiye'den mezun oldu ktan sonra İstanbul Lisesi ile Darülmuallimin'de edebiyat öğrctmenliği yapan Şehabcttin Süleyman da, ilk üyeleri arasında yer aldığı Fecr-i Ati'den başka bir edebi harekete ka tılmadı. Zamanında daha çok münekkid olarak tanınan, edebi tenkide ve edebiyat tarihine ait birçok makale ve eserleri bulunan yazarın Fırtına ( 1910), (b-c eserler aynı ciltte olarak) Aralarında, Kanun, Avdet, Aziz Katil, Kül ve (ayrı basılmış olarak) Burgu ( 1 910) aılh çok küçük piyeslerindcn başka, Çıkmaz Sokak ( 191 1),

Kmk Malıfaza ( 1913), (Tahsin Nahid ile birlikte yazdıkları) Kösem Sultan ( 1912) ve Ben . . . Başka! ( 1913) adlı piyesleri vardır. Henüz teknik bakımdan zayıf bulunan ve genellikle aşk ıstıraplarını işleyen ve bazan ahlaki aksaklıklara da dokunan (Çıkmaz Sokak) Lu piyeslerin dili konuşma diline çok yaklaşmış bulunmaktadır.

Feer-i Ati'de tiyatro ile en çok ilgil�nenlerden biri de, Tahsin Na­hid'tir. Tck başına ve başkaları ile birlikte meydana getirdiği piyesler­den başka bazı adaptasyonları da vardır. Teknik bakımdan bir mükem­mellik gösteremeyen bu piyesler: Hicranlar ( 1908), Jön Türk ( Ruhsan Nevvarı� ile) ( 1 909), Kösenı Sultan (Şehabettin Süleyman i le) ( 1912),

Ben . . . Başka! (Şebahettirı Süleyman ile) ( 1913), Osman-ı Sanİ ( 1913)

Page 150: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

150 KENAN AKYÜZ

dir. Bunlardan başka, oynanıp da hasılınayan şu piyesleri de vardır: Sanatkar, Talak.

Yalnız tiyatro ile ilgilenmesine rağmen, genç yaşında öldüğü için fazla eser vererneyen ve yazdığı piyeslerin bir kısmı da hasılmamış olan Müfid Ratih ( 1887-1917), Fecr-i Ati'nin teknik lıakımdan en iyi tiyatro yazarıdır. Manpassant (Mopasan)dan yaptığı ve zamanında çok beğe­nilen Güzel Dost çevirisiyle de tanınmış olan yazarın, hacmen genellikle küçük ola.a ve yalnız dergilerde yayınlanmış piyesleri şunlardır: Say­fiyede ( 1908), Zincir ( 1920), Zeki Çocuk ( 192 1). Buıılanlan başka Bir Bulıran ve Kadın Pençesi adlı, basılmaıııış iki piyesi daha vardır.

R o m a n v e H � k a y c

Çok kısa sürmekle beraber Fecr-i Ati deYti edebi hareketler bakı­mından, oldukça canlı bir devir sayılabilir. Bilhassa nesrin çeşitli alanla­rında büyük bir çalışma göze çarpar. Bu nesrin Servet-i Fünun nesrin­den çok farklı özellikler taşımamasma rağmen, mensur ı:iirlerle fanteziler miistesna, hikaye, roman, makale ve deneme gil ı i çeşitlerde dil ve üslup bakımından yapınacılığa fazla düşülmüş olduğu kabul edilebilir. Fakat, bu canlılıkla beraber, önce Fccr-i Ati'ye girip de sonra ondan ayrılarak Milli Edebiyat hareketine katılan Yak up Kadri ve Refik Hal it gibi bü­yük nasirler dışında, yalnız Fecr-i Ati'ye bağlı kalmış nasirlerdeıı ön plana konabilecek kimse yoktur. Zamanla, bunların da dil ve üslfıhun­da Milli Edebiyat hareketinin dolaylı etkileri görülür .

.Fecr-i Ati'de başlıca iki nasirle karşılaşıyoruz : Ceınil Süleyman ve İ zzet Melih.

Cenıil Süleyman ( 1886-1940), Feer-i Ati'nin daha çok hikaye ve roman türünde tanınmış bir şahsiyettir. Mesleği hekimlik olan l:emil Süleyman'ın -resmi görevlerle uzun süre İstanbul'dan uzaklaştığı için­edebi hayatı da hemen hemen Fecr-i Ati'ııin toplu haldeki çalışma dö­nemine sığaı·. Daha çok romant,ik duyuşu sürdürmekle beraber, bilhassa lıikayelerinde, basit halk arasından seçilmiş tipiere de yer vermiş olması dikkati çekınektedir. Hikayelerini Timsal-i Aşk ( 1910) ve Ukde ( 1912)

adlı kitaplarda topladı. İnlıizanı ( 1 9 1 1 ) , Siyah Gözler (1912), Kadın Ruhu ( 1914) adlarını taşıyan romanlarında ise, teknik Lir mükemmel­lik bulunmamakla beraber, psikolojik tahliller oldukça başarılıdır.

Page 151: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

'!ODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ ısı

İzzet Melih (Devrim) (Doğumu: 1887) in hikaye ve romanianna hakim olan tema, genellikle, yine romantik aşklardır. Bu türdeki ilk şölıretini Tezad ( 1912, 1919) adlı romanı ile yaptı. B unu, 1918 de has­tırdığı ve bir yıl sonra fransızcaya çevrilen (Paris, 1919, Piyer Loti'nin önsöziyle) Sermed adındaki büyük hikayesi, 1921 de küçük hikayelerle mensur şiirlerden ve edebi mektuplardan ibaret Hüzün ve Tebessüm, 1938 de yine küçük hikayelerden, dt'nemelerden, gezi notlarından mey­ılana gelen Her Güzelliğe Aşık izlediler. Bu son eserinde, dil ve üslupta zamanla meydana gelen büyük değişiklik çok açıktır.

M i z n h

Fecr-i Ati'ye gırıp ilk zamanlar şiirle uğraştıktan sonra mizalı alanında karar kılan Fazıl Ahmet (Aykaç) (Doğumu : 1884), zamanının karışık fakat çok enteresan sosyal ve siyasi olaylarını ele alarak onlardan hafif ve sevimli bir mizalı yaratmayı başarmıştır. Bu mizahi yazılarını bazan nazım ve bazan da nesir halinde kaleme alan yazarın, tanınmış Türk şair ve nasirlerinin üsluplarını taklitte gösterdiği büyük başan bilhassa dikkati çeker. Divançe-i Fazı! fi Vasf-ı Efazıl ( 1913), Harman Sonu ( 1919), Kırpıntı ( 1924), Şeytan Diyor ki ( 1927) ve yalnız manzum olanlannı toplayan Fazı! Ahmet ( 1934) adlı eserlerinde hulunan hu yazılar, mizalı türünün 1908 den sonraki en başarılı örnekleridir.

E d e b i T e n k i d

Fecr-i Ati de...-rinde edebi tenkid, her yeni edebi topluluğun kuruluş döneminde olduğu gibi, çok hart•kctli bir manzara gösterir. Bir yandan Edebiyat-ı Cedidc'nin artık hir etkisi kalmadığını kamuoyuna telkin ederek onun yerini almak ve bir yandan da kendilerine yöneltilen iti­razları cevaplandırmak için, topluluğun başlıca üyeleri geniş hir tenkid kampanyasına giriştiler. Bilhassa 1910 yılından sonra en şiddetli saf­hasına giren kampanya yı yürütenler arasında Yakup Kadri, Ahmet Haşim, Ali Canib, Hamdullah Suphi, Köprülüzade Mehmet Fuat, Şehabettin Süleyman ve Müfid Ratib ön planda gelirler. Bu tenkirllerin büyük bir kısmının polemik karakterde olması tabiidir. Bu polemikler ise, 1 9 1 1 tarihinde Selanik'teki Genç Kalemler dergisinin milli bir ede-

Page 152: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

152 KE!'iAN AKYÜZ

biyat hareketi yaratmağa başladığı tarihe kadar Edebiyat-ı Ccdide mensupianna ve Fecr-i Ati'ye muhalif olanlara yönel tilmiştir. 191 1 den sonra Fecr-i Ati yine kendisine muhalif olan ve üyelerinden bir kısmını (Ali Canib, Hamdullah Suphi, Celal Sahir) kısa zamanda kendisine çe­ken Genç Kalemler ile uğraşmak zorunda kalır. Bu son toplulukla ya­pılan münakaşalar, daha çok, edebiyat dilinin türkçeleştirilmesi üzerinde döner. Genç Kalemler'in türkçcyi arapça ve acemeenin istilasmdan kurtararak onu İstikialine kavuşturmak hususundaki çabalarına en çok karşı duranlar ise, Fecr-i Ati'nin dağılmasından sonra Genç Kalem­ler'in açmış olduğu çığıra katılmış olan Yakup Kadri ile Köprüiiizade Mehmet Fuat'tır.

Fecr-i Ati'den -başka bir edebi topluluğa katılmamış olanlar ara­sında tenkid alanında ön planda gelenler Şehabettin Süleyman ve Müfid Ratib'tir. Şehabettin Süleyman, edebiyatın hemen her türüne ait birçok tenkidlerinden başka, Köprüiiizade Mehmet Fuat ile birlikte Ma'himat-ı Edehiyye (I . C. 1914, I I . C. 1915) adıyle edebi bilgilerden bahseden bir eser de yayınladı. Ayrıca, Ahdülhak Hamid hakkında küçük bir tenkid eseri (Abdülhak Hamid, Tenkidat-ı Edebiyye, Hayatı ve Sanatkar, İst. 1913) ile, doğruılan doğruya edebiyat ile ilgili bulun­mamakla beraber, Türk edebiyatma ait bazı düşünce ve tenkidlerini de taşıyan Osmanlılıkta Vahime-i Mes'uliyyet ( 1915) adlı bir incelemesi daha vardır.

Tenkidlerini hemen hemen yalnız tiyatro alanında yaptığı için Türkiye'nin ilk tiyatro ınünekkidi sayılabilecek olan Müfid Ratib, bir hayli çok olan tenkid yazılarını kitap halinde yayınlaınış değildir. Servet-i Fünun devrinde olduğu gibi, Fecr-i Ati'de de edebi münekkid­lerin XIX. yüzyılın tanınmış Fransız münekkidlerinden hol bol fayda­landıkları görülür. Bu arada, Süleyman Fehmi'nin Edebiyat ( 1 909) ve Muhiddin (Birgcn) in Yeni Edebiyat ( 1914) adlı ve edebi bilgilerden bahseden eserlerini de kaydetmek gerekir.

E d e b i y a t T a r i h i

Servet-i Fünun topluluğunun dağılmasından Fccr-i Ati'ye kadar geçen süre içinde, edebiyat tarihi çalışmaları çok basit mahiyette olarak devam eder ve kayda değer bir eserin yayınianmasına rastlanmaz.

Page 153: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATI NIN ANA ÇİZGİLERİ 1 53

Fecr-i A ti'ye bağlı kalmış üyeler arasında ise, edebiyat tarihi ile uğra­şanlar Şehabcttin Süleyman ve Mehmet Behçet'tir.

Şehabettin Süleyman'ın yalnız Osmanlı edebiyatını inceleyen biri Tarih-i Edcbiyyat-ı Osmaniyye ( 1912) ve ikincisi de Yeni Osmanlı Edebiyatı Tarihi (1. cilt) (Köprülüzade Mehmet Fuat'la birlikte) ( 19 16)

adlı iki edebiyat tarihi denemesi vardır.

Sonsöz'ünde -yanlış olarak- Osmanlı Edebiyatı Tarihi alanmda ilk deneme olduğunu söylediği ve Osmanlı Df)vleti'nin kuruluşundan Ser­vet-i Fünun Edebiyatı'nın sonuna kadar getirdiği birinci eserinde, Os­manlı edebiyatı tarihini dört devire ayırarak inceliyor: I) Aşık Paşa'dan Tanzimat'a kadar, 2) Akif Paşa'dan Muallim Naci'ye kadar, 3) Fetret-i edebiyye (Muallim Naci, Nabİzade Nazım, İsmail Safa), 4) Edebiyat-ı Cedidc. Edebi türlerin bir tarafa bırakılıp şair ve n asirlerin kanşık olarak sıralandıkları bu devirlerin karakteristik vasıfları hakkında verilen bilgi çok yetersiz olduğu gibi, edebi şahsiyetlerin incelenmesi de gayet basit bir şekildedir. Bununla beraber Osmanlı edebiyatı tarihinin bu ikinci denemesi, metod ve bilgi bakımından, Ahdüllıalim Memduh'un ilk denemesine göre daha ileri bir durumdadır. Yazarın Köprülüzade Mehmet Fuat ile yazdığı ikinci eser ise, modern edebiyat tarihi anlayışına daha çok yaklaşmı� bulunuyor. Yalnız birinci cildi yayınlanmış ve Tanzimat'tan önceki Osmanlı Edebiyatı tarihini "Tasavvuf Devri, Saray Edebiyatı Devri, Devr-i Kemal, Devr-i Fikri, Devr-i Şahsiyyet ve İnhi­tat" gibi Leş devre ayırarak inceleyen ve dördüncü devrin sonuna kadar gelen bu denemede, devirlerin genel durumları hakkında -her devrin sonunda- yapılan inct>lt>meler çok daha tatmin edici olmakla beraber, metod hakımından henüz yetersiz ve başlıca �alısiyı·tler hakkındaki tahliller de doyurucu olmaktan uzaktır.

Servet-i Fünun topluluğuna girmemekle heraber aynı devirde yetişmiş ve o sıralarda Eslaf ( 1894) ve Teracim-i Alıval ( 1897) gibi tamamıyle eski şuara tezkerclerindeki metoda göre lıazırlanmı� bazı eserler vermiş olan Faik Reşad ( 1851 -1914) ın, çalı�ma metodundaki eskilik için yapılan hücumları önlemek arzusiyle hazırladığı Tarih-i Edehiyyat-ı Osnıaniyye ( 1912), tezkereeilikten edebiyat tarihçiliğine geçmek için yapılan boş bir çabanın sonucudur. Osmanlı Edebiyatı'nı yine Aşık Paşa'dan başlatarak ve başlıca şahsiyetlerin isimleriyle aci­landırmak suretiyle on iki devirc ayıran eserin modern eJehiyat tarihi anlayışı ve metodu ile çok kabukta bir ilgisi vardır.

Page 154: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 54 KENAN AKYÜZ

Ancak Cumhuriyetin ilanından sonra edebiyat tarihine ait küçük incelemelf'r ya prnağa başlamış olan Mehmet Behçet Yazar'ın ise, Genç Şairlerimiz ve Eserleri ( 1936), Genç Romancılanmız ve Eserleri ( 1937), bir edebi anket eseri olan Edehiyatçılanmız ve Türk Edebiyatı ( 1938) ve Kastamonu'daki tarihi yazıtları ve anıtları inceleyen Kastamonu Asar-ı Kadimesi (1925) adlı eserleri vardır.

G a z e t e c i l i k

I I . Abdiilhaınid'in saltanatı sırasında sıkı bir kontrol altında tutul­muş olan basın, I I. Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte sansürden kurtulmuş, hele 1 3 nisan 1909 (31 mart 1325) da II . Ahdülhamid taraftarlarının giriştikleri hükümet darhesine kadar süren hiirriyet taşkınlığı içinde, çoğunlukla çok kısa ömürlü olan yüzlerce gazete ve dergi yayın1anmıştı. 31 mart vakasının bastırılmasından ve yeni rejimin kurtarılmasından sonra, gazete ve dergilerin sayıları da yavaş yavaş normal mikdara in­miştir.

Fecr-i A ti devrinde çıkan başlıca df'rgilf'r arasıııda, h u topluluğun da organı olan Servet-i Fünun'dan başka, aslında birer aktüalite dergisi oldukları için t'debiyat bahislerinde taraf tutmayan ve bu sebeple salıi­felerinde Fecr-i Ati'nin üyelerine de yer veren Resimli Kitah (kuruluşu: 1908) ve Şehhal (kuruluşu : 1909) dergilerini de saymak gerekir. Bu iiç dergi, zamanlarının modern dergicilik anlayışını her bakımdan ve t anı bir şekilde temsil etmekte idiler. Bunları:ı dışında, Fecr-i Ati'yc muhalif _ h ir tavır takınınakla heraber Fecr-i A ti mensuplarının yazılarını da yayıniayan Rübab (kuruluşu : 1912) dergisi de o yılların tanınmış ede­biyat dergileri arasındadır.

Fccr-i Aticiler içinde gazetcciliği meslek edinmiş tck şahsiyet ise, Ahmet Samim ( 1884-1910) dir. Hükumeti şiddetle tenkid eden yazı­ları yüzünden bir suikast nesicesi ölen Ahmet Samiın'in çıkardığı gazt'· teler şunlardır: Hilal, Cidal, İ'tilaf, Seda-yı M illet.

Page 155: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

V ·

MİLLİ EDEBiYAT DEVRi ( 19 l l - 1923)

1908 de II. Abdülhamid idaresinin ortadan kaldırılmasından sonra Türk aydınlarını düşündüren en ön('mli mesele, şüphesiz, artık hareket­l('rinin serbestisine kavuşmuş ve çeşitli etnik unsurlardan kurulu büyük bir toplumun yaşayışma yön verebilecek siyasi ideolojinin ne olabileeP-ği meselesi idi. İmparatorluğun siyasi hirliğini sürdürebilmek düşünce­siyle 1860 tan sonra rağhct bulan ve I I . Ahdülhamid tarafından hilhassa desteklenen Osmanlıcılık politikası, aynı düşiince ile, IT. Meşrutiyet'in ilk yıllarında (la devam etti. Ancak, Balkan Harbi ( 1912) hırıstiyan unsurların imparatorluğa karşı tutumlarını kesin bir şekilde ortaya koyduğu gibi, Arnavutluk isyanı ve Araplarla Kürtler arasında haş­layan hazı milliyetçilik hareketleri imparatorluğun siyasi hütünlüğünün sürdürülmesi hakımından müslümarı unsurların da tam hir anlaşma içinde hulunmadığını göstermekte idi� Osmanlıcılık ideolojisinin höy�ece iflası, realitcler karşısında, bu ideolojinin tamamiyle safçasına ve hatta imparatorluğun geleceği için tehlikeli olduğu inancında hulunan bazı aydınları haklı çıkardı. Bunun üzerine, 1908 den sonra ilk belirtileri göriilen islamcılık ve türkçiilük ideolojileri çevresinde toplaşmal�r başladı. Müslüman milletleri kalkındırmak ve birleştirmek suretiyle hıristiyan aleminin karşısında bir denge gücü kurmak esasına daya­nan ve Tanzimat devrinin aydınları arasında da rağbet görmüş olan İslamcılık ideolojisi, 1908 den sonra da gelişerek edebiyat alanında Mehmet 1kif ile en kuvvetli temsilcisini vetistirdi. Bu devirde bu ideo-. . , lojiyi savunanlar arasında Said Halim Paşa ( 1863-1921 ), M. Şemsettin (Günaltay) ( 1883-1961), Şeyhülislam Musa Kazım Efendi ( 1858 -1919),

Hacı Zihni Efendi (ölümü: 1913) ve Eşref Edip zikredilebilir. Ancak, İslamcılık ideolojisinin Balkan H arbi'nden sonraki gelişmesinde "Bal­kanlardaki hıristiyan unsurlardan sonra, müslüman unsurların da imparatorluktan kopmasını önl('mek" kaygısının da yer aldığını kaydet­mek gerekir. Fakat, hütün çabalara rağmen, hu ideoloji etrafında büyük bir toplaşma gihülmez.

Osmanlıcılık ve islamcılık ideolojileri önce siyaset alanında görü­lüp edcbiyata oradan geçtikleri halde, milliyetçilik ideolojisi, tersine olarak, önce edebiyat ve fikir adamları tarafından ortaya atılnıış ve siyaset alanına oradan geçmiştir. Tanzimat devrine kadar Türk olarak

Page 156: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 56 KENAN .\K Y ÜZ

yalnız Osmanlı Türklerinin aniaşılmasına karşılık, Tanzimat devrinde Türk kelimesinin anlamı birdenbire genişleyerek, dünyada çeşitli adlar altında develt kurmuş, yaşamış ve yaşayan bütün Türkler için kullanıl­ma •ına başlanmıştır. Şecere-i Türki çevirisi ( 1864) ile ilk defa Ahmet V efik Paşa ( 1823-1891 ) nın verdiği lıu bilgiyi, -batılı türkologların Genel Türk Tarihi hakkındaki çalışmalarından da faydalanılarak- Süleyman Paşa ( 1838-1892) nın Tarih-i alem ( 1876) inde ve Ahmet Millhat'ın Ahmet Metin ve Şinıaiıl ( 1891) ında verilen lıilgi izlerler. Tarihi noktadan hare­ket t>den bu "Bütün Türklük" düşüncesinden ayrı olarak, dil yolundan gidilerek yapılan çalışınalar da aynı düşüncenin yayılınasında etkili ol­muştur. Bu hususta, yine Ahmet Vefik Paşa'nın Lehçt�-i Osmani ( 1876,

1888, 1889) adlı sözlüğünü ve onun önsözünü kaydetmek yerinıle olur.

II. Ahdiilhaınid idaresinin milliyetçilik hareketleri hususundaki aykırı tutumuna rağmen, 1 896 dan sonra, "Bütün Türkliik" fikirini telkin eden çalı�maların devam ettiği görülür. Devriıı tanınmış gaze­tecilerinden Ahmet Cevdet ( 1862-1935) in çıkardı�ı ve "Osmanlı" adını yeterli bulmayarak başlığının altına "Türk gazetesidir" diye yazan İkdam ( 1894·) gazetesinde Lu düşünceyi tutan yazıların çıkması ve "Üsmanlıca-Türkçe" münakaşalarına yer verilmesi, hükfımetçe dil miinakaşalarının yasak edilmesine yol açtı . Bununla beraber, Bur­salı Tahir ( 1861-1926) in Türklerin Ulfım ve Fünuna Hizmetleri ( 1 9 1 1 ) ve Necip Asım ( 1861-1935) ın Leon Calnın (Lcon Kahön) ün Asya Tari­hine Giriş adlı eserini genişletmek suretiyle meydana getirdiği Türk Tarihi ( 1 900), önsözünde ti!rkçenin tarihi ve aktüel durumu bilimsel bir şekilde ilk defa izaha çalışılan Şemsetlin Sami'nin Kamus-ı Türki ( 1901 ) si aynı fikre hizmete devam etmi�jlerdir. I I . Ahdiilhamid'e mu­halif olup bilhassa Paris ve Kahire'ye yerleşen Türk aydınlarının yaptık­ları yayınlar arasında bu fikri t_elkine çalışanlar da vardı. Akçuraoğlu Yusuf (1 879-1935) un, önce Kahin·'deki Türk gazetesinde çıkıp aynı yerde kitap halinde de hasılan Üç Tarz-ı Siyaset (Osmanlıcılık - İslam­cılık - Türkçülük) ( 1907) adlı eseri bunlar arasındadır.

1908 den sonra milliyetçilik hareketi, Türkçiilük adı altında, önct• tamamiyle kültürel ve Balkan Harhi'nden sonra aynı zamanda siyasi bir cereyan halini alarak dernekler ve yayın organları kurmak suretiyle teşkilatianınağa başlar. Bu teşkilata ait ilk dernek, 1908-1913 t a rilı­lerinde çalışmalar yapan ve 1 9 1 1 de kendi adı ile bir de dergi yayıniayan Türk Derneği' dir. Türk Derneği'ni, 191 1 de, Mehmet Emin'in başkanlık

Page 157: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

'\IODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 57

ettiği Türk Yurdu derneği izlemi� ; o ıla çıkarınağa başla:lığı Türk Y urdu adlı dergi ilc birli�te, bir yıl sonra yerini Türk Ocağı'na bırakmıştır. Milliyetçi dernekler içinde, en sürekli olanı budur. Daha çok milliyet­çiliğin kültürel yönünü temsil ve yalnız aydınlara hitap eden bu organ­ları, halkın seviyesine inıneği gaye t>dinen Halka Do�ru ( 19 13) dergisi izlemiştir. Milliyetçilik hareketinin hızla gelişip teşkilatlanmak imkanını huluşunda, iktidardaki İ ttihad ve Terakki Partisi'nin bu hareketi destek­leme5inin de büyük etkisi olmuştur.

19 1 1 de Genç Kalemler dergisinde yayınladığı Turan manzumesiyle Bütün Türkçülük fikrini henimsediğini gösteriniş olan Ziya Gökalp ( 1876-192-1), bilhassa I. Dünya Savaşı boyunca, bu hareketin lideri durumundadır. İttihad ve Terakki partisinin genel merkez üyesi bulun­ınasından faydalanarak ön plandaki hükumet adamlarıyle de çok yakın temaslar kurmuş ; milliyet hareketinin hükfımetçe desteklt•nınesinde olduğu gibi, İstanbul Üniversitesi'nde verdiği sosyoloji dersleri, sürekli ve bol yazıları ile geniş bir aydın kitlesinin milliyetçilik prensiplerini benimsernesinde ve milli bir edebiyatın yaratılmasında da başlıca amil olmuştur. Kuvvetli bir felsefi kültüre sahip bulunan Ziya Gökalp, sa­mimi bir idealist olduğu kadar, Türkiye'nin hali ve geleceği hakkında gerek kendisi ve gerekse başkaları tarafından ileriye sürülen düşünce­lerin tatbik imkaıılarını çok iyi ölçebilmckte de büyük bir kabiliyet göstermiş ve, nazariyelerin katı kalıplarına değer vermeyerek, onları gerçekleşme imkaıılarına göre değerlendirebilıniştir. Siyasi idcolojilerin gerçekleşme güçlerini yine siyasi olayların gelişmelerine bağlı gördüğü için, türkçülüğün hedeflerini olayların gidişine göre ayarlamakta ve bizzat kendi düşünceleri üzerinde de zaman zaman revizyonlar yapmakta tereddüt göstermemiştir. Bu sebepledir ki, 19 1 1 yılında ateşli bir Turancı olduğu halde, yeryüzünde tek bağımsız Türk devleti olan Türkiye'nin de varlığım tehlikeye düşürecek siyasi gelişmeler karşısında, uzak dü­şünceleri bir kenara iterek gerçekiere uygun bir yoldan yürümeği ve her şeyden evvel Türkiye'nin medeni kalkınmasınJ hedef tutan ve aşırı ol­mayan bir milliyetçilik gütmeği uygun görmüştür. Türk Ocağı'nın organı olan Türk Yurdu'nun yayınlan ile Ziya Gökalp'ın bakımı altında yayın­lanan Yeni Mecmua (1917) nın yayınları arasındaki ayrılık da bunu açıkça göstermektedir. İdeolojileri olaylarla birlikte değerlendirme prensibi on u, 1908-1923 tarihleri arasında çok hızlı h ir gelişme gösteren Türk manevi hayatının hemen her yönünde büyük etkiler yapan ve

Page 158: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 58 KENAN AKYÜZ

Cumhuriyet'ten sonraki devrimiere de yön veren milliyetçilik hareketi· nin esaslarını sistemli bir şekilde açıkladığı Türkçülüğün Esasları (Ank. 1923, 1940, 1950, 1961 ) adlı eserinde, Turancılığın "Türk milletinin uzak ideali" olduğunu söyleyerek, uzak idealler için "gerçekleşmenin aranma­dığını" kayıt ve ırkçılık nazariyesini de şiddetle reddetrneğe götürmüş­tür. Yine aynı realist görüş sonucunda, milliyetçilikle hağdaşamaması tabii bulunmakla beraber, Türklerin de müslüman olmaları sebebiyle, I. Dünya Savaşı hoyunca aktiialitesini sürdüren İslamcılık cereyanına da zaman zaman değer vermekten ve onunla uzlaşma imkanları aramak­tan da geri kalmamıştır (Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, İst. 1918, 1950).

Burada, Tanzimat'tan Leri sadece medenileşme hususunda bir esas olarak kabul edilmiş olan batılılaşma hareketinin 1908 den sonra da kuvvetle devam ettiğini ve politika alanında yer alan bütün ideoloji­lerce de ortaklaşa benimsendiğini; ancak, Osmanlılık ideolojisini giiden­lerce hiçbir sınırlamaya uğratılmamasına karşılık, diğer iki ideolojiyi tutanlarca bazı sınırlarnalara gidilerek batılılaşmanın daha çok bilim ve teknik alanlarında bırakılmak istendiğini kaydetmek gerekir. Hiçbir siyasi maksat giitmeden, -bilhassa sosyal alandaki- hatılılaşmamıı bu devirdeki en hararetli taraftarları Tevfik Fikret ile Abdullah Cevdet ( 1869-1932) ve Kılıçzade Hakkı (Doğumu: 1872) dır. Bu akımın en önemli yayın organı ise İctihad ( 1904) dergisiılir.

Diğer iki ideoloji gibi, milliyetçilik hareketinin de er-geç edebiyatta etkisini göstereceği tabii idi. Gerçekten, 1 9 1 1 yılı nisanında Selfmik'te çıkınağa başlayan Genç Kalemler dergisi ile, Milliyetçilik cereyanı edebiyatta da başlamış oldu. Ömer Seyfettin, Akil Koyuncu, Rasim Haşmet ve daha önce Fccr-i Ati Encümeni'ne dahil bulunan Ali Canib gibi gençlerin çıkardıkları bu dergi, "Milli Edebiyat" deyimini ilk defa ortaya atarak böyle bir edebiyat yaratmak görevini de üzerine alır. Milli hir edebiyat yaratmak için, edelıi dilin millileştirilmesinden baş­layarak, "Yeni lisan" •avasını ortaya atar. Daha önce Manastır'da Hüsün ve Şiir (I Haziran - 21 Eylül 1909, 8 sa},) adı ile çıkan bir derginin devamı ve II . cildi olarak çıkınağa başlayan Genç Kaleınler, ilk sayı­sından (C. II., l l nisan 191 1 ) son sayıama (C.III, sayı : 27, eylül 1912) kadar başmakalelerini "Yeni Lisan" meselesine ayırdığı gibi, zaman zaman diğer sütunlarını da bu konu etrafındaki münakaşalara ayırmış, meseleyi tam bir ciddiyet ve ısrarla yürütrneğe çalışmıştır.

Page 159: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MOD E RN TÜRK EDEBIYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 59

Edebiyat dilinin o zamana kadar tamamİyle arapç:ı ve acemcenin hakimiyeti altında bulunan yapma bir dil olduğu inancına varan gençler, Edebiyat-ı Cedide ve Fecr-i Ati mensuplarını dillerinin yabancılıkların­dan dolayı şiddetle tenkid ctmi�ler ve -daha geniş halk kitlelerine hi­talıetmek imkanını sağlayacağı ve böylece meıleni kalkırımaya da yar­dım edeceği için- sadece edehi değil, aynı zamanda sosyal lıir duva saydıkları Yeni !isan davasının gerçekleştirilmesini şu işlemlere bağ­lamışlardır: I ) Arapça ve far�çaya ait gramer kurallarınııı kullaml­maması ve bu kurallarla yapılan tamlamaların (bazı istisnalarla) kal­dırılması, 2) Arapça ve farsça kelimelerin, gramerce, asıllarına göre değil türkçedeki kullanılıı;larına göre değerlendirilmesi, 3) Arapça ve farsça kelimelerin türkçt>de söylendikleri gibi yazılmaları, 4) Bütün arapça ve farsça kelimelerin atılmasına liizum olmadığından, bilimsel terim olarak arapça kelimelerin kullanılmasına devam edilmesi, 5) Diğer Türk lehçelerinden kelime alınmaması, 6) Konuşmada İstanbul şive­sinin esas tutulması. Yeni lisan hakkındaki düşüncelerini böylece helir­ten gençler, Tanzimat devrine kadar İran'ın ve ondan sonra da Batının taklitçisi saydıkları Türk edebiyatının artık taklit safhasından çıkarak yaratma safbasma geçmesini ve bunun için de Türk halkının hayatına yönelmesini istiyorlardı. Ancak, bu yöneliş roman, hikaye ve tiyatroya aittir. Bu türler, konularını ve kişilerini yerli hayattan almalıdırlar. Fakat, tamamıyle "vicdani bir keyfiyet" olan şiir için böyle bir kayda lüzıım yoktur. Şiire tamdıkları hu imtiyaz, onları sanat anlayışında ikiliğe düşürmüş ve Edebiyat-ı Cedide ile Fecr-i Ati'nin ferdiyetçi sanat anlayışından tamamıyle ayıramamı�tır.

Buna rağmen, Genç Kalemler'in edebiyat ve bilhassa edebi dil anlayışları Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati mensuplarınca büyük hir t_epki ile karşılandı. Mehmet Rauf, Hüseyin Cahid, Halit Ziya, Cenap Şeha­hettin, Süleyman Nazif, Yakup Kadri ve Köprülüzade Mehmet Fuat tarafından yapılan itirazlar, daha çok; "Yeni Lisaıı'ın bir edebiyat dili olmayıp ancak bilim dili olabileceği", sanat eserlerinin uluslararası olması sebebiyle "edebiyatın da milli olamayacağı" ve Genç Kalemler'ce açıklanan Milli Edebiyat anlayışının "ırki lıir karakter taşıdığı" nokta­larında toplanıyordu. Bir yıldan fazla süren Lu karşılıklı münakaşalar sırasında, Fccr-i Ati'den Hamdullah Suphi ile Celal Sahir de Yeni !isan hareketini kabul ettiklerini bildirdiler. Genç Kalemler bir yandan da -dii�ünceleriııi bizzat tathik maksadiyle- Yeni Lisan 'la yazdıkları yazı-

Page 160: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 60 KENAN AKYÜZ

ları yayınlıyor, aynı sahifede, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati şairlerinden birinin bir manzumesi ile yeni lisan 'la yazılmış bir şiiri yan yana koyarak okuyuculara karşılaştırma imkanı da sağlamağa çalışıyorlardı. Bu yazı­lar arasında onların Milli Edebiyat anlayışına en uygun örnekler, Ömer Seyfettin'in hikayeleri (Bahar 've Kelebekler, Bomba, Primo, And) ile Ziya Gökalp'in Gökalp ve Demirtaş imzalarıyle yayınladığı bazı manzumelcrdir. ·

Dergi 1912 eylülünde kapandıktan sonra, yazarlarının büyük bir kısmı İstanbul'a gelerek yazılarını Türk Yurdu'nda ve diğer milliyetçi dergilerde yayınlamağa devam ettiler. Milli Edebiyat hareketi, yeni yazarların ve hatta kendisine önce muhalif olanların (Yakup Kadri, Köprülüzade Mehmet Fuat, Refik Halid ve yeni yetişen gençlerin de katılmasıyle kadrosunu ve etkilerini hızla genişletti. Süleyman Nazif, Cenap Şehabettin ve Ali Kemal'in şiddetle devam eden muhalefetlerine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti ilan edilirken, konuşma dili edebi dilin yerini tamamıyle alınış, Lu gayeye ulaşmak için Tanzimat'tan beri süren çabalar sonuçlanmış bulunuyordu.

Ş r

Genç Kalemler çıkmağa başladığı zaman Feer-i Ati şiiri çoktan tutunmuş, Ahmet Haşim ve Emin Bülend gibi kuvvetli şairlerle ilgi ve değer kazanmıştı. Fakat, belli bir sanat anlayışına sahip olmayışı, dilde ve marazilikte Edebiyat-ı Cedide şiirini izleyişi ve üyeleri arasın­daki mizaç ayrılıkları gibi sebeplerle, er-geç ortadan kalkınağa mahkfım gibi görünüyordu. Genç Kalemler, kendilerinden önceki Türk edebiyatını yapmalılda ve taklitçilikle suçladarken çağda�ları olan Fecr-i Ati'yi de unutmamışlar, onu da iyice hırpalamışlardır. Esasen Fecr-i Ati de bu yeni hareketi beğenmemiş ve ona karşı Servet-i Fünun'da itirazlara haşlamıştı. Fakat, tuhaf bir tesadüf eseri olarak, Genç Kaleınler'in ka­pandığı sırada, Fecr-i Ati de dağılmak üzere bulunuyordu.

Esasen, dil bahsinin dışında, Genç Kalemler'le Fecr-i Ati arasında önemli bir anlaşmazlık yok gibidir. Genç Kalemler de, şiiri yalnız bir estetik haz vasıtası saymaları bakımından, Fecr-i Ati'nin ferdiyetçi sanat anlayışından ayrılmış değildirler. Dil hususundaki ayrılığa, son­raları Aruz yerine Hece'yi getirmeleri bakımından yine tamamıyle dışça bir ayrılık daha eklenirse de, ferdiyetçi sanat anlayışlarında hiçbir de-

Page 161: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

:\�ODERN TÜRK E DEBiYATIN I N ANA ÇİZGİLERİ 161

ğişiklik göze çarpmaz. Türkiye'nin ölüm-kalım mücadelesi yaptığı I . Dünya Savaşı'nın ve Kurtuluş Savaşı'nın en nazik zamanlarında bile, genç şairlerin kendilerine ait duygu ve hayallerden pek ayrılmadıkları görüliir. Üstelik, Aruz'un yerine Hece'nin geçmesi de pek kolay olma­mış, genç· kuşağı bu vezni benimserneğe alıştırmak için uzun ve sürekli telkinler yapılması gerekmiştir.

Milli Edebiyat hareketinin tutunmağa çalıştığı 1 9 1 1-1917 yılları arasında, Türk şiirinde oldukça karışık bir durum göze çarpar: Bir yandan Milli Edebiyat şairleri kendilerini halkoyuna kabul ettirmeğe ve Fecr-i Ati şairleri şöhretlerini sürdürrneğe çalışırlarken, Servet-i Fünfın şiirinin Tevfik Fikret ve Cenap gibi otoriteleri de edebi iti­barlarını henüz ayakta tutmakta idiler. Bu arada, Mehmet Akif gibi bir ustanın temsil ettiği ayrı anlayış ve dokudaki şiir tarzını da unut­mamak gerekir. Bu karışıklık, Fecr-i Ati'nin dağılmasından sonra, bu topluluğa mensup bazı şairlerle daha genç kuşaktan bazı şairlerin Milli Edebiyat anlayışı dışında kendilerini tatmin edecek başka yollar aramaları ve denemehr yapmaları ile de yakından ilgilidir. Rübab dergi­sinde toplanmış olan genç şairlerin bir kısmı (Halit Fahri, Selahattin Enis, Hakkı Tahsin, Orhan Seyfi, Yakup Salih, Safi Necip, Hasan Said) Nayi'­ler adı altında yeni bir edebi hareket yaratmak için ortaya çıktılar. Bunlar, edebiyatta millilik imtiyazını Genç Kalemler' e bırakmamak için, edebiya­tın milli değerini "milli geçmişe bağlanış"ta görerek Anadolu'daki Türk edebiyatının ilk devirlerine İnıneyi ve böylece XIII. yüzyılın büyük mu­tasavvıfları olan Mevlana Celaleddin-i Rıimi ile Yunus Emre'nin şiirlerin­deki samimi ifadeli, lirik ve mistik atmosferi kendi şiirlerinde de yaşatma­yı denediler. Onlara göre, estetik heyecan ile dil ve üslfıbu tabii bir şekilde birleştirmek, sade ve samimi bir ifade tarzı bulmak ve bundan doğan iç ahengi değerlendirmek gerekir. Kamuoyuna Safahat-ı Şi'r ü Fikr dergi­sinde (1914, sayı : I) "Nayi'ler -Yeni Bir Gençlik Karşısında" adlı bir ma­kalesiyle ilk olarak Şehabettin Süleyman 'ın tanıttığı bu topluluğun ömrü pek kısa sürmüş, düşüncelerini realize edecek değerde eserler veremeden dağılmıştır.

Ayni tarihte ortaya çıkmış olan bir edebi eğilim de, yine geçmişin -bu sefer yabancı- bir kaynağına yönelerek, Türk edebiyatını esasından lıatılılaştırmak için "eski Yunan edebiyatını örnek edinmek" eğilimidir. Yahya Kemal ile Yak up Kadri'nin temsile çalıştıkları ve Eski Akdeniz Medeniyeti ile ilgi olduğu için Havza Edebiyatı veya Nev-yunanilik adını

Page 162: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

162 KENAN AKYÜZ

verdikleri ve ilk örneklerini Yahya Kemal'in Sicilya Kızları, Biblo� Kadın­ları adlı manzumeleriyle Yak up Kadri'nin Siyah Saçlı Yabancı ile Berrak Gözlü Genç Kızın Sözleri adlı nesrinde bulan bu eğilim de devrine etkili bir gelişme gösterernemiş ve Türk şiirindeki tek temsilcisini ancak Salih Zeki Aktayıın şahsında yetiştirebilmiştir.

Ayni yıllarda, şiirin genel durumundaki bu kararsızlıktan başka, Milli Edebiyat'a taraftar olanların şiir anlayışında da tam bir birlik görülmez. Bazı şairler Milll Edebiyat deyiminden eski Türk tarihine, efsane ve geleneklerine bağlanınayı aniayarak bu tarzda şiirler yazarken (Mehmet Emin, Ziya Gökalp, M. Nermi), bazıları Osmanlı İmparator­luğu'nun parlak devirlerini yaşatmağa çalışıyor (Yahya Kemal, Enis Behiç), bazıları da millileşmeyi halk şiirine bir dönüş sayarak halk şiir­leri yazıyor (Rıza Tevfik, Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya) ve hemen hepsi -birinci gruptakiler hariç-, ferdiyetçi bir sanat anlayışı içinde, yalnız kendi duygu ve hayallerini terennüm ediyorlardı.

Nihayet, milli bir edebiyata taraftar şairlerin bu dağınık yönlerdeki çalışmalarını birleştirmek gayesiyle, 1917 yılı haziranında Şairler Der­neği adlı bir dernek kuruldu. Fakat üyeleri arasında bulunan Ömer Seyfettin, Orhan Seyfi, Hakkı Tahsin, Salih Zeki gibi çeşitli sanat anlayışına sahip kimselerin tam bir anlaşmaya varmaları imkansızdı. Gerçekten, toplantı yeri Türk Ocağı binası ve yayın organı da Servet-i Fünun olan dernek, istedikleri sanat anlayışını benimsemekte üyelerini serbest bırakarak, onlardan sadece "konuşma dilinin ve Hece vczninin kullanılmasını" isternek kararını aldı. Kuruluşundan başlayarak bütün edebi hareketlere sahifelcrini açık tutan Servet-i Fünun'un da harekete katılması ve bilhassa Yeni Mecmua, Büyük Mecmua ( 1919) ve Dergah ( 192 1 ) dergilerinin sürekli yayınları ile, şiirde dil ve veznin millileştiril­mesi meselesi (Yahya Kemal gibi bazı istisnalarla), Cumhuriyet'in ila- . nından önce, tamamiylc gerçekleşti.

İlk şiirlerinde osmanlıcayı ve Aruz'u kullanıp konuşulan türkçeye ve Hece'ye sonradan yer verenler çoğunlukta olduğu için, bu devrin şairlerinin manzumelerindeki dil ve vezin ikiliği belirli ve genel hir vasıf halindedir. Ancak, bazı Servet-i Fünun şairlerinin açık ve inatçı muha­lefetlerinden başka, türkçeye ve Hece'ye muhalefet eden hiçbir edebi eğilimin görülmediği 1917 tarihinden sonra, genç şairlerin manzumelerin­de türkçenin en güzel örneklerinin verilmiş olduğun_u kaydetmek gerekir. Birkaç yıl gibi çok kısa bir süre içinde elde edilen bu önemli başarıda,

Page 163: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni
Page 164: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni
Page 165: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEHİY ATlNIN ANA ÇİZGİLERİ 165

ilgili olarak, değişiklikler gösterir. Bunun içindir ki, tarihi temaları işleyen şiirlerinde Divan nazmının şekilleri de göze çarpar. V ezin, bir tek manzumesindeki (Ok) istisna ile, tamamıyle Aruz'dur.

Sağlam bir üslfıpçu ve titiz hir sanatçı olan şair, şiirlerinin dili ve ii.slfıhu üzerinde özenerek durmuştur. Nazım şekilleri gibi, manzume­lerinin vokahüleri de ternalara göre değişir. Bu sebeple, tarihi temaları işleyen �iirlerinde, devrin atmosferini Lam olarak verebilmek için, voka­hülcrin de eskileştiği görülür. Bunların dışındaki şiirlerinde, konuşulan türkçenin en güzel örnekleriyle karşı karşıyayız. Dile kuvvetle hakim olan şairin, Türk şürine yeni bir söyleyiş tarzı gı·tirdiği mulıakkaktır.

191 1 den sonra .Milli Edebiyat'ın hararetli hir taraftarlığını yapmış olan Ali Canib Yöntem, İstanbul'da doğdu ( 1887). Öğrenimini İstanbul'da ve Selanik'te yaptı. Selanik Hukuk Fakültesi'nde okurken, İstanbul'da kurulmuş olan Feer-i Ati Encümen-i Edebisi'nin de muhabir üyeliğini yapıyor ve Servet-i Fünun'da şiirler ve makaleler yayınlıyordu. 191 1 de Genç Kalemler dergisinin başyazarlığını kabul ederek, Ömer Seyfet­tin ve Ziya Gökalp ile birlikte, Yeni Lisaıı'ı açıklamağa ve savunmağa çalıştı. 1912 den başlayarak, uzun süre, edebiyat öğretmenliklerinde, maarif miifettişliklerinde, milletvekilliğinde, İstanbul Üniversitesi öğ­retim görevliliğinıle hulundu.

Önce Feer-i Ati'ye girip onun sanat anlayışına uygun şiirler yazmış olan Ali C ani b, 191 1 den sonra, şiirlerini Yeni Lisan'la yazmağa başladı. Kısa bir süre içinde, Aruz'u da bırakarak Hece'yi kullandı. Şiirlerinin hir kısmını Geçtiğim Yol ( 1918) adıyla topladıktan sonra, şiiri de bıra­karak edebi ineelemt>lerle uğraştı.

l\lidhat Ce!!ii!UKı.uıtay) �e --İhrahim.--Alaetlmu (Gövs4-.d_<b _ _.f_��r-i _ Ati kuşağından olduklan halde hu topluluğa girmeyip sonradan Milli E debiyat harekt>tine katılmış olanlar arasındadır.

Daha çok epik tarzdaki şiirleriyle tanınmış olan 1vlidhat Cemal (1885-1956), dil hakımından Milli Edebiyat hareketine tamamiyle uy­makla heraher, sonuna kadar Aruz'dan ayrılmadı. Şiirlerini, çok geç olarak Türkün �ehnamesinden ( 1945) adıyla yayınlamıştır.

Orta öğrenimini Türkiye'de tamamladıktan sonra İsviçre'de psiko­loji ve pedagoji öğrenimi yapan İbrahim Alaeddin ( 1889-1949), on yıl süre ile Darülmuallimin-i Aliye (Yüksek Öğretmen Okulu)de öğret·

Page 166: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

166 KENAN AKYÜZ

menlik ettikten sonra Maarif Vekaleti Talİm ve Terbiye Dairesi üye­liğine tayin edilmiş, 1927 de milletvekili olmuş ve 1942 de Türk Ansik­lopedisi Genel Sekreterliğine getirilmiştir. Hiçbir akımın etkisinde kal­mamakla beraber, sanat anlayışı bakımından Milli Edebiyat harPketine sempati gösteren ve ilk �iirlerinde kullanıp sonradan bıraktığı Aruz'a son şiirlerinde yeniden dönmüş olan İbrahim Alaeddin, manzumcleriııi şu kitaplarda topladı : Çocuk Şiirleri ( 191 1) , Güftiigu ( 1913), Çanakkale izleri ( 1932), Acılar ( 1941) .

l\lilli Edebiyat hareketini bilhassa şiir alanında başanya götüren Hcce'nin Beş Şair i arasında bulunanlardan Halit Fahri Ozansoy, . 1891 de İstanbul'da doğdu. Orta öğreniminden sonr:ı mesleki hayatı öğretmenliklerde geçen, ilk şöhretini Riibab dergisindeki şiir ve nesir­leriyle yapan ve bir aralık Nayi'ler arasına da karışan şair, nihayet Milli Edebiyat hareketine katılarak Aruz'a Yeda adlı şiriyle Aruz'u bıraktı. ŞiirlPrinde Hece'yi ve konuşulan tiirkçeyi biiyük hir başarı ile kullanan Ozansoy, tamamıyle ferdiyctçi bir karakter gösterir. Genellikle derin hir melankoli ve karamsarlık taşıyan şiirlerini Ruya (hir tek man­zume) (1912), Cenk Duyguları ( 1917), Efsaneler (1919), Zakkum (1920), Bulutlara Yakııı ( 192 1) , Gülistanlar- Haraheler (1922), Paravan ( 1929), Halkonda Saatler (1931}, Sulara Dalan Gözler (1936) ve Sonsuz Geee­lerin Ötesinde ( 1964) adlı kitaplarında toplanmıştır.

1890 da İstanbul'da doğan ve Hukuk Fakültesi'ni hitirf'n Orhan Seyfi (Orlıon), Osmanlı Meclis-i Meh'ı1sanı'nın kapanışına kadar (2 1 aralık 1918), bu mecliste memur olarak çalıştıktan sonra, gazeteciliğe başladı. Bir süre, edebiyat öğretmenliğinde ve milletvekilliğinde de bulundu. Güneş ( 1927), Edebiyat Gazetesi (1932), Ayda Bir ( 1935) ve Çınaraltı (1941 ) adlı edebiyat dergilerini çıkardı. Aruz'la yazılmış ilk şiirlerini 1912 de yayıniayan ve sonraları Hecc'yi kullanmağa başlayan şair, bu devirde, konuşulan tiirkçeyi en büyük başarı ile kullananlar arasındadır. Bazan Halk şiirinin şekillerini de kullandığı ve vatani konulara da yer verdiği halde, genellikle, kişisel duygularını işledi. Şiirlerini Fırtına ve Kar (bir tek manzume) ( 1919), Peri Kızı ilc Çoban Hikayesi (manzum bir masal) ( 1919), Gönülden Sesler (1 922, 1928, 1935) ve O Beyaz Bir Kuştu (-1941) adlı eserlerinde topladı.

Beş Hececiler grubunun en çok sevilmiş şairlerinden olan Enis llehiç ( Koryürek) ( 1892-1949), İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini istanbul, Üsküp ve Selanik'te yaptıktan sonra, Mekteb-i Mülkiye'yi

Page 167: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ A N A ÇİZGİLERİ 167

bitirdi ( 1913). Bir yandan da, dergilerde şiirleri çıkıyordu. 1914 de Hari­ciyc Vckaletine, 1916 da Peşte Başşehbenderliğine memur oldu. Burada şehbender olarak bulunan Alırnet Hikmet Müftüoğlu ile çok iyi anlaştı. Yedi yıla yakın kaldığı Peşte'de, m :ı careayı pek o iyi öğrendi. Burada cvlendiği bir Fransız kızından 1922 de Edirne'de görevli iken ayrılarak, Fahri Paşa'nın kızı ilc evlendi. 1925 de Ticaret Vckaletine geçerek An­kara 'ya geldi. Çalışma Vekaleti Müsteşarı iken, muhalif partiden katıl­dığı milletvekilliği seçimlerinde kazanamayınca, görevinden de uzak­laştırıldı ( 1946). Bu yüzden, son yıllan büyük sıkıntılar içinde geçti.

İlk yayınladığı şiirler Balkan Savaşı'na rastlayan Enis Behiç, bu şiirlerinde, tabii olarak, milli duyguları işliyordu. Aruz'la yazdığı bu şiirlerden sonra, Ziya Gökalp'in teşviki ile Hece'yi kullanınağa başladı ( 1915). Aşk duygularına da yer vermekle beraber, I. Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı sıralarında, daha çok milli duyguları ve tarihi kahraman­lıkları işleyen şi{rler yazdı . Bunlar arasında Çanakkale Şehitliğinde, Tuna Kıyısında, Milli N eşi de, Süvarİler, Gemiciler, V enedikli Korsan Kızı, U ğursuz Baskın en tanınmış ve sevilmiş olan larıdır. 1927 de, Miras adıylc, ilk şiir kitabını bastırdı. Bundan sonraki şiirleri ise, Güneşin Ölümü adı altında ve Miras ile birlikte basılmıştır (Fethi Tevetoğlu: Miras ve Güneşin Ölümü, Ankara, 1951) . 1946 dan sonra ruhi bakımdan yeni bir yöne yönelen · şair, kendi ifadesine göre, XVII. yüzyılda yaşamış mevlevi büyüklerind�n Çedikçi Süleyman Çelebi'nin ruhu ile temasa geçmiş ve yeni şiirlerini onun dikte ettirmesi suretiyle meydana getirmiştir. Varidat-ı Süleyman - Çedikçi Süleyman Çelebi Ruhundan İlhamlar ( I 949, I 956) adıyle yayınlanan bu şiirler tamamıyle tasavvufi­dini mahiyette oldukları gibi, dil ve üslup hakımından da Divan şiirine yakınlık göstermektedirler.

1895 de İstanbul'da doğmuş olan Yusuf Ziya (Ortaç), orta öğre­renimini de ayni şehirde yaptıktan sonra, Üniversitenin açtığı ehliyet imtihanını kazanarak bir süre öğretmenliklerde bulunmuş ve nihayet gazetecilikte karar kılmıştır. İlk şiirlerinde Aruz'u ve sonrakilerde de Hece'yi kullandı. Şiirlerini Akından Akma ( 1916), Cenk Ufukları (1917), Aşıklar Yolu (1919), Şairin Duası ( 1919), Yanardağ ( 1928), Bir Selvi Gölgesi ( 1938) ve Bir Rüzgar Esti ( 1962) adlı kitaplarda toplamıştır.

Beş Hececiler grubunun en genç, fakat en lirik ve en kabiliyedi şairi olan Faruk Nafiz (Çamlıbel), 1898 de İstanbul'da doğdu. Orta öğ­renimini de aynı şehirde yaparak Tıp Fakültesi'ne girmişse de buradaki

Page 168: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

168 KENAN AKY ÜZ

öğrenimini yarıda bırakmış ve gazeteciliğe başlamıştır. 1922-1946 tarihlerinde Anadolu'nun ve İstanbul'un birçok liselerinde edebiyat öğretmenliği, 1 946-1960 tarihlerinde milletvekilliği yapmış, 27 Mayıs ihtilalinden sonra si.yasi samk olarak hir buçuk yıl tutuklu kalmış ve muhakeme edildikten sonra heraet etmiştir. Diğerleri gibi şiire önce Aruz"la başlayıp sonradan Hece'ye geçen Faruk Nafiz, ilk şiirlerini I . Dünya Savaşı yıllarında yayıııladı. İlk eserleri olan Şarkın Sultanları ( 19 18) ve Gönülden Gönüle ( 1919) Aruz'la yazılmış şiirlerini taşırlar. Bunları izleyen Dinle Neyden (1919) deki ve Çoban Çeşmesi ( 19�6) ndf'ki şiirleri ise Hece ilcdir. Fakat, her iki vczni de bcğenen ve ustalıkla kul­lanan şairin H eec'ye geçişi kesin lıir şekilde olmamış ve zaman zaman yine Aruz'a dönmüştür. Nitekim, bu eserleri izleyen Suda Halkalar ( 1928) daki şiirleri yine Aruz'la yazılmış olanlardır. Şiirlerinde, çok cazip bir lirizm ile canlı bir n�alizmin yan yana yer aldığı görülür. Yukarıdaki­kilerden sonra yayııılaınış olduğu şiir kitapları şunlardır : Bir Ömür Böyle Geçti (eski şiirlerinden seçmeler ve yeni şiirler) ( 1932, 1953, 1954, 1959), Elinıle Seçtiklerim (seçmeler) ( 1934), Akarsu, ( 1937, 1940), Akıncı Türkiileri ( 1938, 1939), Heyecan ve Siikun ( 1959).

Dcvrin şairler kadrosunu tamamlamak için : Kızıl Elma ( 19 14, 1 941 ) , Yeni Hayat ( 1918; 1941 ) ve Altın Işık ( 1923, 1942) adlı kitap­larında topladığı manzumelcriylc makale ve eserlerindeki fikirlerini nazına sokmaktan başka bir şey yapmamış olan Ziya Gökalp'i; daha çok milli duyguları terennüm eden manzumelerini Bozgun ( 1917) adıyle toplayan Aka Giindüz'ü; Hece vezni ile Halk edebiyatının nazım şekillerini ilk kullanan ve şiirlerini Göz Y aşiarı ( 1914) nda toplayan kadın şair İlısan Raif ( 1877-1926) i; içlerinden çoğu eserlerini 1923 den sonra hastırmıŞ ol­dukları halde, ilk şiirlerini Mütarcke ve Milli Mücadele devrinde yayınla­mış olanlardan Yıldızlar ve Gölgeler ( 1919), Hazarı Rüzgarları ( 1927), Gayya ( 1930), Su ( 1933), Şile Yollarmda ( 1935), Sabah Kuşları ( 1943) v e

Yerden Göğe ( 1960) adlı eserleri ile Şükfife Nihai (doğumu: 189o)i; Perse­fon ( 1930), Asya Şarkıları ( 1932), Pınar ( 1936), Rüzgar ( 1 938), Rüzgar ve Dallarda Şarkılar ( 1961 ), La ton (1964) adlı eserleri ile Türk şiirinde neoelenizmin tek temsilcisi Salih Zf'ki Aktay (doğumu : 1895)ı; Bir Gemi Yelken Açtı ( 1926) ve Hayal İ kliminden Dönen Diyor ki ( 1960) adlı eserleri ile Ali Mümtaz Arolat (doğumu: 1897)ı; Geceden Taşan Dertler ( 1930), Yayla Tiirküsü ( 1943) ve Yurdumun Dört Bucağı ( 1950) adlı eserleri ile Halide Nusret Zorlutuna (doğumu: 1901)yı; şiirlerini kitap

Page 169: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATINI N ANA ÇİZGİLEIÜ 1 69

halinde hastırmamış olan Kemalettin Karnİ Kamu (1901-1948) yu; Çakıl Taşları ( 1927) ve Bir Yudum Daha (1933) adlı eserleri ile Nce­meddin Halil Onan (doğumu: 1902)ı; Deniz Sarhoşları (1926, 1 929), Yayla Dumanı ( 1934, 1945) ve Sarıkız Merrnerieri ( 1942) adlı eserleri ile Ömer Bedrettin Uşaklı ( 1904-l9,i6)yı ; Şiirler (1961)i ile Ahmet Harndi Tanpınar (1901-1962)ı ve Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi ( 1932) ve Sonsuzluk Kervanı ( 1955) adlı eserleriyle Necip Fazıl Kısakürek (doğumu: 1903) i de kaydetmek gerekir.

T i y a t r o

1908 den sonra Tiirk sahne hayatında yeniden başlamış olan çalış­malar Milli Edebiyat devrimle de devam etmiş ve, hu hayatı daha ciddi bir şekilde organize etmek üzere, özel teşebbüsün malı olan tiyatroların yanı başında resmi tiyatroların kurulması için de harekete geçilmiştir. İstanbul Belt•diyesi ba�kd'nlarındaıı Operatör Cemil Paşa'nın İstanbul'da resmi bir tiyatro kurmak için giriştiği teşehbüs üzerine, tanınmış Fran­sız aktörü ve o zamanlar Paris'teki Oıleon Tiyatrosu müdürü Pierre Antoine (Piycr Antuan) İs tanbul'a davet edilerek ( 1914) gerekli hazır­lıklar hızla tamamla:ımış ve Dari.Jbedayi'-i Osmaııi adiyle Türkiye'de ilk resmi şehir tiyatrosu kumlmuştur. Modern bir tiyatronun bütün kuruluşuna sahip bulunduğu 1915 de yayınlanan tüzüğünden de an­laşılan bu ınüesseseye, ilk zamanlar, aktörlüğü meslek edinecek sanat­çıları yetiştirmek için aynı zamanda bir okul lıiiviycti verilmesi de düşü­nülmüş ve müzikli tiyatro eserlt>rinin oynanması ve -gelecekteki Türk operasının temelini kurmak maksadiyle- müesst•sede tiyatro lıölümün­den başka bir de müzik hölümü bulunması ve her iki kolda öğretim yapılması yerinde görülmüştü. Bu gayeye uygun olarak gt>rekli öğretmen kadroları seçilmiş, Antuan müessesenin genel müdürliiğiinc getirilmi� ve yapıları ciddi hir imtihanla ilk öğrenciler de seçilmiştir. Fakat, hu sırada I . Dünya Savaşı'nın başlaması ve Fransa'nın Türkiye'ye savaş açması üzerine Antuan geriye dönmek zorunda kalmıştır. Buna rağmen, müessese çalışınağa başlamıştır. Ancak, Türkiye'nin de savaşa girmesi ilc, gerek maddi bakımdan ve gerekse bir kısım öğretmen ve öğrenci­lerin askere alınmaları hakımından başgösteren çt>şitli güçlükler kar­şısında, müessese beklenilen hızla gelişmek imkanlarını bulamamıştır. Bu sebeple, Darülhedayi perdesini ancak 20 ocak 1916 da açarak ilk

Page 170: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 70 KENAN AKYÜ7.

temsilini Hüseyin Suad'ın Çürük Temel adaptasyonu ile vereLiimiş ve bunu Halit Fahri'ııin Baykuş telifi izlemiştir. Savaşın gün geçtikçe artan sıkıntıları içinde Darülbedayi de güç durumlara düşmüş, fakat -aralıklı da olsa- çalışmalarını sürdürebiimiş ve Cumhuriyet'in ilanından sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun kuruluşuna (1926) kadar varlığını korumuştur.

Tüzüğünün ilk maddesinde "telif piyesler yazılmasını teşvik mak­sadıyle Türk tiyatro edebiyatma da hizmet edcı�eği" de belirtilen Darül­hedayi, gerçekten, Türk tiyatro yazarları için ciddi bir teşvik kaynağı olmuştur. Bu devirde de daha çok �iir, roman ve hikayeye rağbet göste­ren genç Türk yazarları, ancak 1915 den sonra piyes yazmağa başladılar. Halkın tiyatroya ilgisini arttırmak için ilk zamanlar repertuarında hafif Fransız komedilerine yer veren Dariilbedayi'in etkisinde kalmış olan bu genç yazarların piyeslerinin önemli bir kısmı hafif komediler ve vod­villcrdir. Bir kısmı da, yazarlarının şair olması sebebiyle, manzum dramlar halindedir. Böylece, o zamana kadar daha çok Alıdülhak Ha­mid'in temsil ettiği, "Manzum dram" geleneğine yeniden dönülmüş olu­yordu. Uzun ve sağlam bir geçmişe sahip bulunmadığı için bu devirdc de teknik lıakırndan yine mükemmelliğe erişememiş olan tiyatro eser­lerinin en başarılı yönü, dil ve üslfıbun tahiiliğinde varılan merhaledir.

Bu devirde yalnız tiyatro ile uğraşan iki yazarelan birisi İbnür­refik Ahmet Nuri, ötekisi de Müsahipzadc Celal'dir.

İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci ( 1866-1935), İstanbul'da doğdu. Galatasaray'dan mezun olduktan sonra, memurluk hayatının en biiyük kısmını Karantina Dairesi'nde geçirdi. 1 9013 de aktör olarak tiyatro salıni'Ierine de çıkan yazar, Darülbedayi Yönetim Kurulu üyf'liğinde ve Ankara Halkevi Salınesi rcjisörlüğündc de bulundu.

İbnürrefik Ahmet Nuri, son devrin en tanınmış komedi yazar­larındandır. Fransızcadan birçok adaptasyonlar da yapmış olan yazarın piyeslerinde o devrio Fransız komedilerinin etkileri vardır. Dil çok canlı ve tabii, teknik oldukça kuvvetlidir. Basılmış piycsleri şunlardır: Gücü Gücü Yetene ( 1918), Kadın Tertibi ( 1918), Fırsat Yoksulu ( 1918), Kısmet Değilmiş ( 1920), Hisse-i Şayia (Daniel Riche : Le Pretexte piyesinden adapte), Sekizinci (Aifrf'd Savoir: La huitieme femme de la Barhe-Bieue piyesindcn adapte), Ceza Kanunu (Courtelinc: Vingt j ours a l'oinbre piyesinden adapte).

Page 171: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

!\!ODERN TÜRK EDEBİYATI�IN ANA ÇİZGİLERİ 171

I I I . Selim'in müsabiplerinden hestekar İzzet Şakir Ağa'nın torunu olan ve İstanbul'da doğan Müsahipzade Celal ( 1868-1959), orta öğre­niminden sonra, 1889-1908 tarihleri arasında bazı küçük memurluklarda lıulundu. 1908 de memurluktan ayrılarak, yalnız piyes yazmakla uğraştı. !lk piyesi, 1912 yılında oynanmış olan, Köprülüler'dir. 1917-1923 yıl­larında tekrar memurluğa dönen yazar, çoğu İstanbul Operet Tiyatrosu tarafından oynanan, hafif müzikli piyesler yazmağa da devam etti ve 1927-1937 tarihleri arasında şöhretinin zirvesine ulaştı. Müsahipzade Celal, konusunu genellikle Osmanlı tarihinden alan ve çeşitli deYirlerin sosyal hayatını bütün çevreleri, adetleri, inanışları, zihniyetieri ve gülünç taraflarıyle canlandırmağa çalışan bir yazardır. Sosyal t<>nkide de büyük yer ayıran bu piyesler, daha çok, bir mörs komedisi karakteri taşırlar. Yazar, teknik bakımdan pek kuvvetli olmayan piyeslerindeki tarihi atmosferi tam olarak verebilmek için, kişilerini kendi zamanlarının vokabüler ve üslühu ile konuşturma�a bilhassa dikkat etmiştir.

Eserleri : Köprüiiiler ( 1912), İstanbul Efendisi ( 1920, 1936), Lale Devri ( 1921 , 1936), Macun Hokkası ( 1936), Yedekçi ( 1936), Kaşıkçılar ( 1936), Atlı Ases ( 1936), Demirbaş Şarl ( 1936), ltaat İ'lamı ( 1936), Fermanlı Deli Hazretleri ( 1 936), Kafes Arkasında ( 1936), Aynaroz Ka­dısı ( 1936 ), Bir Kavuk Devrildi ( 1936 ) , M um Söndü ( 1936 ), Pazartesi­Perşembe ( 1936 ), Gül ve Gönül ( 1936 ), Balahan Ağa ( 1936 ), Sel ma (dram) ( 1936), Gülsüm (dram) ( 1936). Basılmamış olanlar: Genç Osman (dram), Moda Çılgmlıkları.

Bu devirde, daha çok romancı ve hikayeci veya şair olarak şöhret yapıp da aynı zamanda tiyatro eseri de yazmış birçok yazar vardır.

Bunlar arasında, romancı ve hikayecilerden Aka Gündüz'ün genel­likle yurtseverlik temasını işleyen: Muhterem Katil ( 1914.), Yarım Türk­ler ( 1919), Beyaz Kahraman (Ank. 1932), Mavi Yıldırım (Ank. 1933, 1934), Yarım Osman (Ank. 1933) ; daha ziyade hafif komediler yazan ve ayrıca fransızcadan birçok adaptasyonları ve çevirileri bulunan Reşat Nuri'nin : Hançer ( 1920, 1926), Eski Ruya ( 1922), Taş Parçası ( 1 926), Hul­leci ( 1935) adlı piyesleri vardır. Reşat Nuri'nin oynanıp da henüz basılma­ınış olan piyesleri iı;e şunlardır: Gönül ( 1916), Ağlayan Kız ( 1947), Eski Şarkı ( "Eski Hastalık" isimli romanından çevirme) ( 1951) , Balıhsir Muhascbccisi ( 1 953), Yaprak Dökümü (aym isimli romanından çevirme), ( 1953), Tanrı Dağı Ziyafeti ( 1955), Bu Gece Başka Gece ( 1956).

Page 172: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 72 KENA� AKYÜZ

Tiyatro eseri yazan ;airler arasında ise Halit Falıri, bu devrin ilk manzum piyesi olan Baykuş ( 1916, 1919, 1927, 1939, 1948) ile başta gelir. Şiirlerinde olduğu gihi piyeslerinde de marazi bir hüzün ve mistisizm hüküm süren Halit Fahri'nin, yine hepsi de manzum birer dram olan, diğer piyesleri şunlardır : İlk Şair ( 1923 ), Sö n en Kandiller ( 1926 ), Nedim (1932), On Yılın Destanı ( 1933), Hayalet ( 1936), Bir Doluptır Dönüyor ( 1958).

Halit Fahri'yi -manzum ve o zamanlar çok heğenilen- Binnaz ( 1918, 194 1 ) adlı piyesi i le izleyen Yusuf Ziya'ııın, bundan başka, Şüphe ( 1918), Name (1919), Kördüğüm (1919) ve Eski Mektup ( 1923) adl ı dört piyesi daha vardır.

Bu devir şairlerinden olup tiyatro ile geç ilgilenmiş bulunanlar ara­sında Faruk Nafiz'i de Canavar ( 1924, 1926, 1941-), Akın ( 1932), Öz Yurt (Ank. 1932), Kahraman (1933), Ateş ( 1939) ve Yayla Kartalı ( 1945) adlı piyesleriyle katmak gerekir.

Bütün hu eserlere, yine bu devirde yetişmiş yazarlardan Midhat Cemal'in Kemal ( 1912) ve 28 Kanun-ı Evvel ( 19 18); Ömer Seyfettin'in Mahçupluk İmtihanı ( 1938, 1943, 1952, 1957); Refik Halid'in Deli (Halep 1929, İstanbul 1939) ; Halide Edih'in Kenan Çobanları (küçük bir opera livresi) ( 1918) ve Maske ve Ruh ( 1945); Raif Necdet - M. Rauf'un Tirıije ( 19 19); Yakup Kadri'nin oynanıp henüz basılmamış olan Veda ( 1909), Sağanak ( 1928), Mağara ( 1934) ; Necip Fazıl'ın Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak ( 1938), Künye ( 1940), Sahır Taşı ( 1940), Para ( 1942), Nam-ı Diğer Parmaksız Salih ( 1949) ve Salih Zeki'nin Mağara (1936) ve Hallac-ı Mansur (1944) adlı piyesleri eklenınelidir.

R o m a n v e H i k a y e

1908 den sonra, hissi temalan işleyen, dil bakımından Servet-i Fünun nesrinin hir devamı olan, toplumun hayatı ve ınesleleriylc genellikle ilgisiz Fecr-i Ati hikaye ve romanlannın yanı başında; daha çok hayata ve toplum meselelerine yönelen, yapma dil ve iislfıbu bir yana bıraka­rak konuşma dilini ve üslübunu hakim kılınağa çalışan yeni bir hikaye ve roman tarzının da hızla yer alınağa başladığı görülür. Bu tarz roman ve hikayeler arasında, Ebubekir Hazım'ın Küçük Pa!ia ( 1910) romanı ve Refik Halid'in Memleket Hikayeleri (1919) gibi, vakaların geçtiği

Page 173: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni
Page 174: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni
Page 175: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 75

virlcrin ya Sinekli Bakkal"da olduğu gibi büyük ş�hirlcrin fakir çevre­lerine veya Tatarcık ve Döner Ayna'da olduğu gibi köy hayatına yöncl­diklerini de kaydetmek gerekir. Ancak, şahıs ve çevre tasvirlerinin çok realist oluşlarına kar�ılık, tabiat tasvirlerinin gt>nellikle sühjektif kal­clıkiarı görülür.

Son devir Türk romanında üsh1pçuluğun genellikle ikinci plana düşmüş oldu�unn gösterchilecek en açık delillerden biri de, hiç şüphesiz, Halide Edib'in üsh1budur. Tamamıyle dikkatsiz olan, zaman zaman basit sentaks kuralları�ı bile dikkate almayan ve hayal sanatiarına pek az yer veren bu üslı1bun -daha ilk romanlardan başlayarak- tamlama­lardan kaçındığını ve konuşma diline bağlı kalınağa çalıştığını söylemek gerekir. Fakat, romanlarından önce yazıldıkları için olacak, yazdığı ilk hikayelerde, henüz Servet-i Fünun nesrinin dil ve iisluhundan kur­tulamadığı ve ancak daha sonraki hikayelerinde normal konuşma dilinin ve üslı1bunun vokabiiler ve iislubuna yönelebildiği görülür. Ön planda gelen kahramanları yine kadınlar olan ve teknik bakımdan oldukça zayıf bulunan bu hikayelt>rinde, günlük hayatın canlı ve dikkate değer sahnelerini bulmak mümkündür.

Önce Fecr-i Ati'ye girip sonra Milli Edebiyat cereyanıııa katılmış olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu (doğumu: ı889) da, son devrin ön planda gelen romancıları arasındadır. Manisa'nın Karaosmanoğul­ları ailesindendir. Kalıire'de doğdu. Altı yaşında iken Manisa'ya döndü. ı906 da, ailece tekrar Kahire'ye giderek orada iki yıl daha kaldı. İlk ve orta öğrenimini Manisa, İzmir ve Kahire'de yaptı. ı 908 de İstanbul'a döndü ve İzmir'den okul arkadaşı olan Şehabettin Süleyman ile birlik­te, bir aralık, Ümid ( ı908) adlı bir de edebiyat dergisi kurdu. ı909 da Fecr-i Ati'ye girdi ve onun en hararetli savunucularından oldu. Bu tarih­ten I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar yazdığı mensı1rc, hikaye ve ma­kalelerini Servet-i Fünun, Resimli Kitah, Rühab ve Yeni Mecmua dergileri ile Peyarn (edebi ilave) ve İkdam gazetelerinde yayınladı. ı 920 de, Milli Mücadele'yi yakından görmeleri için çağırılıp giden yazar­lar arasında o da vardı. Bu geziden dönüşünde, ilk _romanı olan Kiralık Konak, İk dam gazetesinde tcfrika edildi. ı 922 de, ikinci romanı olarak, Nur Baba'yı bastırdı ve Ankara'ya gitti. Bundan sonra, Ankara'daki Hakimiyyet-i Milliyye gazetesine makaleler ve İstanbul'daki Cumhu­riyet gazetesine de fıkralar yazmağa başladı. ı 926-ı 928 yıllarında, tedavi için İsviçre'ye gitti. Alp Dağlarından haşlığı altında buradan

Page 176: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 76 KENAN AKYÜZ

gönderip İstanbul'daki Milliyet gazetesinde çıkan yazılarını, sonrada:1 kitap halinde de bastırdı ( 1942). Kısa sürelerle romanlarını yayınlamağa devam eden yazar, sanaıla politikayı birleştirmek gayesiyle çıkarılan Kadro dergisinin yazarları arasma katıldı. 1935 den sonra Bern, Tiraıı, Prag, Lahey ve Tahran elçiliklerinde bulundu. Prag'da iken ( 1938)

hitirdiği Atatürk adlı monoğrafisini de yayınladı ( 1946, 1 955). Şimdi yine milletvckilidir.

Romanları : Kiralık Konak ( 1922, 1939, 194·7), Nur Baba ( 1922,

1923, 1939, 1948), Hüküm Gecesi ( 1927), Sodom ve Gomore ( 1928), Yaban ( 1932, 1942, 1945, 1955, 1956), Ankara (1931, 194.4.), Bir Sürgün ( 1938, 1945), Panorama I ( 1953), Panorama II ( 1954), Hep O Şarkı ( 1956). Hikfiyeleri : Bir Srcncam ( 1913, 1 943), Rahmet ( 1922, 1923),

İzmir'den Bursa'ya (Halide Edip, Falih Rıfkı ve Mehmet Asım ile bir­likte) ( 1922), Milli Savaş Hikayeleri ( 1947). Mensureleri : Erenlerin Bağından ( 1922, 1923), Okun Ucundan (Okun Ucundan - Erenlerin Bağından - Kadınlık ve Kadınlarımız - Diğer Nesirler) ( 1940, 1946),

Alp Dağlarından ve Miss Chalfrin'in Albümü ( 1942). Makaleler : Erge­nckon I ve II ( 1929).

Fecr-i Ati'de bulunduğu zamanlar Im topluluğun bütün özellik­lerini benimsemiş ve tamamıyle ferdiyetçi bir sanat anlayışına s:�:hip lıulunan Yak up Kadri, Balkan Harbi'nin hemen hemen bütün Türk aydınlarınıla meydana getirdiği uyanıklıkla, "sanat için sanat" formü­lünün pek doğru olmadığına inanmıştı. Ancak, gerek alışkanlıkları ve gerekse kendi iç dünyasına yönelmekten hoşlanan yaradılışı yüzünden, hu inanç değişikliğine rağmen, hayata kolay kolay yönelcmedi. Birkaç yıl süren hocalama ve arama dünemi içinde, Yahya Kemal ile birlikte, bir nev-yunanilik çığırı açmayı bile düşündü. Fakat, Balkan Harbi'nden sonra I . Dünya Savaşı'nın da bütün meınlekete yaygın çok açık ve acı gerçekleri karşısında, 1916 dan başlayarak, günün gerçeklerini ve milli duyguları canlandıran hikayeler yazmağa başladı . Büylece Milli Ede­lıiyat han�ketine katılmış olan yazar, yenilgi ile biten savaşın acılarını unutabiirnek için, romantizmle karışık bir mistisizme gömüldii. Eren­Ierin Bağından (Tefrika, 1919) adlı mensureler serisi, l ıu psikolojinin ifa­desidir. Yine bu sıralarda yazılıp Bektaşi tekkelerindeki hayatı tasvir eden ve ilk romanı olduğu halde Kiralık Konak'tan sonra yayınlanan Nur Baha'da da ayııı psikolojinin belirtileri �ardır. İ!2gal altındaki İstanbul'-_

Page 177: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK E DEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 77

Milli Mücadele'ye de bağlanmanın imkansızlığından ötürü bü.yük bir üınitsizliğe düşen yazar, tam bir egoizm içinde, kendisini maddi haz­Iara bırakır. Milli Mücadele'nin başanya yönelmesi ile, yazar da kötüm­serliğin doğurduğu egoizmden sıynlarak, tekrar hayata ve olaylara yönelir. 1922 baharında yaptığı Ankara ve Batı Anadolu gezisinde, Türk köylüsünün hayatını yakından tanır.

Türk toplumunun hayatı ve meseleleri, Yak up Kadri'nin romanları­nın başlıca temalarıdır. Hatta yazar bunu kronolojik hir sıra altında yapmayı da ihmal etmemiş ve Tanzimat devrinden Cumhuriyet devrine kadar, Türk toplumunun çeşitli tarihi devirlerdeki hayatını ve mese­lelerini canlandıımağa çalışmıştır. Gerçekten, Kiralık Konak Tanzi­mat'tan I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar yetişmiş üç kuşağın düşü­nüş ve yaşayışlarındaki değişikliklerin; Hüküm Gecesi, İstanbul'un I . Dünya Savaşı'ndaki ve Sodom ve Gomore yine ayni şehrin Mütareke yıllarındaki yaşayışının ; Yaban, Milli Mücadele devri Anadolu'sunun; Ankara, Cumhuriyet devri Türkiye'sinin; Panorama I, Cumhuriyet'ten sonraki inkılaplar devrinin; Panorama Il, de Atatürk'ün ölümünden sonraki yılların tenkidi bir şekilde tasvir ve tahlilleridir. Bundan başka, Bir Sürgün'de, II . Abdülhamid devrinin aydın tipi olan Jön Türklerin çalışmaları, Paris'teki hayatları ve Batı medeniyetinin zayıf yönleri belirtilmiştir.

Bütün romanlarını ve -Bir Serencam'daki ilk hikayeleri hariç­bütün hikayelerini sosyal ternalara dayandıran Yakup Kadri'de sağlam bir gözlemcilik ve ona dayanan kuvvetli bir realizm vardır. Ancak bu reaüzm, onun, romanlarındaki tarihi olaylar ve toplumsal meseleler hakkındaki kendi düşüncelerini belirtmesine de engel değildir. Sağlam bir tekniğe sahip olan ve karakterlerini çok başarılı bir şekilde canlan­dırmasını bilen yazar, fikir bakımından oldukça yüklü olan roman ve hikayelerini kuruluktan kurtarmak için, onlara birer aşk olayı ekiemeği de unutmamıştır. Fakat, ikinci planda kalan hu aşk olaylanndan başka, roman ve hikayelerini cazipleştiren asıl önemli amil onun titiz bir üslfıpçu oluşudur. Gerçekten onun üslfıbu, Halit Ziya'dan sonra, son devir Türk romanında görebildiğimiz en sağlam üslfıptur.

Yine Fecr-i Ati'ye girdikten sonra Milli Edebiyat hareketine 1917 de katılmış olan Refik Halid Karay da, bu devrio romancı ve hikaye­cileri arasındadır. 1888 de İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini ayni şehirde yaptıktan sonra, Hukuk Fakültesi'ni yarıda bırakarak,

Page 178: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 78 KENAN AKYÜZ

Terceman-ı Hakikat gazetesinde çalı�mağa başladı ( 1908). Servet-i Fünun ve Resimli Kitab gibi edebiyat dergileriyle Cem ve Kalem gibi mizalı dergilerinde de lıikayeleri, memureleri ve fıkraları çıkıyordu. 1909 da Fecr-i Ati'ye girdi. Bir aralık, Son Havadis adlı çok kısa süren bir gazete de çıkardı. 1912 de, Ahmet İhsan'ın başkan bulunduğu Beyoğ­lu Belediyesine başkatip oldu. İktidarda bulunan ittihad ve Terakki Partisinin ve hükfımetin aley�ıinde olan yazılarından dolayı, 1914 de Sinob'a sürüldü. Burada, ilk evlenınesini yaptı. Sinoh'tan Çorum'a, Çorum'dan Ankara'ya ve Ankara'dan Bilecek'e gönderildi. 1917 de İstanbul'a döndü ve Yeni Mecmua'ya yazmağa başladı . Mütareke'nin yapılması üzerine, dergi kapandı ve Refik Halid iktidara geçen Hür­riyet ve İ'tilaf partisine girdi . Sabah gazetesine başyazaı· ve altı ay kadar da Posta ve Telgraf Genel Müdürü oldu. Bir süre de Alemdar gaze­tt:sine yazdıktan sonra, Aydl:'de adlı JYiizah dergisini çıka ı mağa baş­ladı ( 1922) . Bu dergide Milli Mücadele aleyhindeki yazıları yüzünden­den, İstanbul'un kurtuluşunu izleyen günlerde, tevkif edilmek üzere iken kaçarak, Beyrut'a gitti ( 1922). Adı siyasi sürgünler listesine gir­mişti. Beyrut'tan Surye'ye geçerek Hal eb 'teki Doğru Yol gazetesine yazmağa başladı. Bu gazetede çıkan yazıları, 1926 ya kadar, yine Tür­kiye aleyhindedir. Burada ikinci evlenınesini de yaptı. Ayni gazetede tefrika edilen Min-el-halı İlel-milıralı adlı siyasi anılarının İstanbul'da da tcfrika edilmesi için yapılan teşebbüse hükumetçe müsaade edilmedi. Bu sıralarda yine Haleb'te Vahdet adında bir gazete çıkarınağa baş­layan Refik Halid'in Türkiye hakkındaki fikirlerinde müsbet bir gelişme başlamış, 1928 de latin harflerinin kabülünü ve onu izleyen öz türkçe hareketini takdirle karşılamıştır. Buna karşılık, Türkiye'nin siyasi çev­relerinde de ona karşı olan tutumda bir gevşeme görülmüştür. Hikayeler, romanlar, fıkralar yazmağa devam eden Refik Halid, 1938 de çıkan si­yasi af Üzerine İstanbul'a döndü.

Romanları : İstanbul'un İçyüzü ( 1920, İstanbul'un Bir Yüzü 1939),

Yezid'in Kızı ( 1938, 1939), Çete ( 1939), Sürgün ( 1941 , 1944), Anahtar ( 1947), Bu Bizim Hayatımız ( 1950), Nilgün (1. c. Mapa Melikesi Nilgün, II . c . Türk Prensesi Nilgün, I I I . c. Nilgün'ün sonu) ( 1950, 1960), Dişi Örümcek ( 1953), Bugünün Sarayiısı ( 1953), Yer Altında Dünya Var ( 1953, 1954), 2000 Yılının Sevgilisi ( 1954), İki Cisimli Kadın ( 1955),

Kadınlar Tekkesi ( 1955), Karlı Dağdaki Ateş ( 1956), Dört Yapraklı Yonca ( 1957). Hikayeleri : Memleket Hikayeleri ( 1919, 1939), Gurhet

Page 179: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 179

Hikayeleri ( 1940). Hikayeler ve fıkralar : Tanıdıklarım ( 1919, 1941) , Ay Peşinde ( 1922, 1940), Bir Avuç Saçma ( 1939), İlk Adım ( 1941),

Makyajlı Kadın ( 1943), Tanrıya Şikayet ( 1944) .

Son devir Türk edebiyatının en Jikkate değer şahsiyetlerinden olan ve ilk şöhretini mensureleriyle .yapan Refik Halid, zamanla, fıkra ve hikayeye ve oradan da romana geçti. Bilhassa sürgünden Türkiye'ye döndükten sonra, tamamıyle roman alanına yerleşmiş gibidir. Bunun sebebi ise, fıkra ve hikayelerin günlük olaylarla daha çok ilgilenmeleri ve ve hu yüzden politikaya girrneğe daha elverişli olmalarıdır. Sürgünlüğün on altı yıllık ıstırabından sonra, politikayp dönmemekte kararlı olan yazarın yalnız romana bağlanmasını tabii görmek gerekir.

Refik Halid'in fıkra, hikaye ve romanlarında en çok dikkati çeken özellik, gözlem kabiliyetindeki ünstünlüktür. Olayları ve karakterleri en ince noktalarına kadar görmekteki başarısı gerçekten büyüktür. An­cak, bu başarının daha çok dış görünüşlere ait bulunduğunu, olayların sebeplerine ve kişilerin iç dünyalarına fazla ilgi göstermediğini de söyle­mek yerinde olur. Bunun içindir ki yazılarında tasvirlerin -çok başarılı ve canlı olmalarına karşılık, tahliller pek az görülür.

Refik Halid'in ikinci önemli özelliği ise, olayların ve insanların dürüst olmayan, kurnazlık ve menfaatçılıkla ilgili yönlerini arayıp bulma­ğa şiddetle meraklı olması ve bunun sonucunda, ister istemez, mizalı ve tenkide kaçmak zorunda kalmasıdır. Hemen bütün yazılarında bulu­nan bu mizalı unsuru yüzünden, birçok fıkraları ile hikayelerini biri­birinden ayırmak da güçleşir. Onun özelliklerinden söz edilirken, şahısla­rının daima kendi toplumsal çevreleriyle birlikte verildiklerini, konuşma dilini ve üslubunu bütün tabiilik ve canlılıkları ile yaşattığını da kay­detmek gerekir.

Genç Kalemler'in ateşli yazarlarından ve son devrin en doğurgan ve popüler romancı ve hikayecilerinden olan Aka Gündüz ( 1886-1958),

Selanik'e bağlı Katerina kasahasında doğdu. İlk öğrenimini Serez ve Selanik'te, orta öğrenimini Galatasaray Lisesi ile askeri okullarda yaptı. Harb Okulu'nda okurken, hastalanarak ayrıldı. Bundan sonra Paris'e gidip üç yıl kadar Hukuk Fakültesi'ne ve Güzel Sanatlar Okulu'na devam etti. Hareket Ordusu ile birlikte İstanbul'a geldi ve hayatını yazılarıyle kazanınağa başladı. İstanbul'un işgali üzerine, Malta'ya sürüldü. 1932-

1946 yıllan arasında Ankara milletvekili idi.

Page 180: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

180 KENAN AKYÜZ

Romanları : Kurbağacık ( 1919), Dikmen Yıldızı ( 1927, 1938, 1940,

1943), Odun Kokusu ( 1928, Hicran: 1938, 1942), Tank-Tango ( 1928),

İki Süngü Arasında ( 1929), Yaldız ( 1930), Çapkın Kız ( 1930), Ays�1 ( 1932, 1933) Ben Öldürmcdim ( 1933), Onların Romanı ( 1933), Kokain ( 1935), Üvey Ana ( 1935, 1939, 1 940), Üç Kızın Hikayesi ( 1933, 1943),

Aşkın Temizi ( 1937), Çapraz Delikanlı ( 1938, 1944 ), Zekeriya Sofrası ( 1938, 1944), Mezar Kazıcılar ( 1939), Giderayak ( 1939), Yayla Kızı ( 1940, 1945), Bebek ( 1941) , Bir �öförün Gizli Defteri ( 1943, 1946),

Eğer Aşk . . . ( 1946), Sansaros ( 1 946), Bir Kızın Masalı ( 1954). Hikaye­

leri : Türkün Kitabı (1913), Türk Kalbi (191 3), H ayattan Hikayeler ( 1928), Bu Toprağın Kızları (1 935, 1942, 1945) . Mensure/eri : Türk Duygusu ( 1941) .

İ lk hikayelerinde çok samimi bir milliyetçi ve idealist olarak görü­len Aka Gündüz, taşıdığı büyük gözlem kahiliyeti ile ve zamanla kuv­vetli bir realizme ve hatta natüralizme kaymıştır. Roman ve hikaye­lerinde, çok değişik karakteriere ve çcvrelere rastlanır. Ancak, olaylardan çok karakteriere önem verdiği ve onları çok kuvvetli bir realizmle tas­vir ettiği görülür. Gerek romanları ve gerekse hikayeleri teknik bir mü­kcmmclliğe crişemedikleri gibi, konuşmaların çok canlı oluşlarına kar­şılık, zaman zaman mizalılaşan üslfıbunda bir özeniş de göze çarpmaz.

Yeni Lisan davasını ilk defa ortaya atarak onu tam bir sehat ve samirniyetle açıklayıp savunan ve ilk başarılı örneklerini de veren Ömer Seyfettin ( 1884-1920), son devir Türk hikayeciliğinin en önemli şahsi­siyetidir. Bir suhayın oğludur. Balıkesir'e bağlı Gönen'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul'da yaptıktan sonra, Harb Okulu'ndan teğ­men olarak çıktı. 1908 c kadar İzmir'de, ondan sonra da Makedonya'da görev aldı. 1910 da, subaylıktan ayrılarak Selanik'e yerleşti ve hayatını yazılanyle kazanınağa başladı. Balkan Harhi'ndc tekrar askerliğe dö­nerek Y anya'nın savunmasına katıldı ve orada yunanlılara esir düştü. Bir yıllık esaretten sonra İstanbul'a gelerek askerlikten ayrıldı ve haya­tını yine yazılanyle kazanınağa çalıştı. 1914 den ölümüne kadar, Kaba­taş Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptı. Hikayelerini Genç Kalem'ler den sonra Türk Y urdu, Yeni Mecnıua, Büyük Mecmua ve Şair gibi dergilerde yayınladı.

Hikayeleri : Eshab-ı Kehf'inıiz (1918), Harem ( 1918), Efruz Bey ( 1919, 1957), Yalnız Efe (tefrika, Büyük Mccmua, 1919), Yüksek Ok­çeler ( 1923, 1926, 1938, 1 942, 1953, 1958, 1 962), Gizli Mahed ( 1923,

Page 181: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

lllODERN TÜRK E DEBİYATI NIN ANA ÇİZGİLERİ ı s ı

1 938, 1942, 1945, 1953), Bahar ve Kelebekler ( 1927, 1 938, 1 943, 1 949,

1 955), Beyaz Lale ( 1938, 1942, 1 944, 1 947, 1 949, 1956, 1962), Asilzadeler ( 1938, 1943, 1 952, 1957), Bomba ( 1938, 1 94·0, 1947, 1 953, 1956, 1958,

1 958, 1962), Malıçupluk İmtihanı (Bir piyes ve hikayeler) ( 1938), Dalga ( 1943, 1952, 1958), İ lk Düşen Ak ( 1938, 1940, 1945, 1 953, 1962), Nokta ( 1956), Tarih Ezeli Bir Tekerrürdür ( 1953).

Ara sıra şiirler de yazmış olan Ömer Seyfcttin, hikayecilikteki ilk şöhretini Genç Kalemler'de yayınladığı lıikayclcrle sağladı. Bu tarihten ölümüne kadar geçen dokuz yıl içinde ve bilhassa I . Dünya Savaşı yıl­larında sık sık yayınlamağa devam ettiği başarılı hikayeleriyle, son devir Türk lıikayeciliğinde haklı ve önemli bir yer kazandı. Konularını çoğunlukla toplumun hayatından alan hikayelerinde yapmak istediği şey, milli şuuru kuvvetlendirrnek ve aksak yönleri mizalı yollu tenkid ederek, Tiirkiye'nin medeni kalkınmasını hızlandırmaktır. Bunun için­dir ki, Batı medeniyetini yarımyamalak benimscmeği mcziyet zayan­lara, züppe ve dejcnerelerc şiddetle düşmandır. Hikayelerinin toplumsal bir hiciv karakteri taşıınaları da bundandır. Bu hicve, Refik Halid'teki kadar olmamakla beraber, mizacından gelen bir mizalı unsurunun yer yer karışmış olduğunu da kaydetmek gerekir. imparatorlukta Türk un· surunun milli şuurunu uyandırmak gayesiyle yazdığı Ilikayeler arasında Beyaz Liile, Bomba, Hürriyet Bayrakları, Eshab-ı Kchf'inıiz, Bahar ve Kelebekler, Primo-Türk Çocuğu, Kızıl Elma Neresi ?, Çanakkale'den Sonra, Fon Sadriştay'nın Oğlu en tanınmış olanlarıdır. Biraz da I . Dün­ya Savaşı'nın yarattığı duyguların etkisi olmakla beraber, daha çok Türklerde kendilerine güven duygusunu arttırmak için yazdığı ve konu­larını Osmanlı tarihinin kahramanlık olaylarından alan Vire, Başını Vermeyen Şehit, Pemlıt' ineili Kaftan, Forsa, Topu:�. gibi hikayelerini de yukarıdaki hikaydere eklemek yerinde olur. Kahramanı Efruz Bey olan hikayeleri, yabancı kültürle dejenere olmuş sahte aydınlara; Tuhaf Bir Zulüm, Kurbağa Duası, Falaka, Yalnız Efe, Hatiften Bir Seda, Keramet gibi hikayeleri cehalet ve taasuba ; Gizli Mahed'tcki hikaye­leri Batının Doğuyu anlayışındaki sathiliğe yöneltilıniş ağır tenkidler olduğu gibi; Yüksek Ökçeler, Koç, Külah, Nasıl Kurtarmış ? Çakmak gibi hikayeleri de doğrudan doğruya mizahla ilgilidirlcr. Bütün bu hika­yelerde, sağlam bir tekniğin varlığı iddia edilemez. Hatta, bazı hika­yeleri fıkradan bozma bir durumdadırlar. Bütün kuvvetiyle toplumsal teııkide yönelmiş olan yazarm hikayelerinde, psikolojik bir derinlik hul-

Page 182: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 82 KENAN AKYÜZ

m ağa da imkan yoktur. Ancak, buna rağmen, karakter yaratmadaki kabiliyeti inkar edilemez. Efruz Bey ve bir nevi halk filozofu diyebile­ceğimiz Cabi Efendi gibi çok tanınıp sevilmiş karakterlerini bu kabili­yetine borçludur.

Son devrio en sevilen roman ve hikayecilerinden biri olan Reşat Nuri Güntekin ( 1889-1956) İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Anadolu'nın bazı şehirlerinde yaptıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi (1 912) . U zun süren memurluk hayatının büyük bir kısmı lise edebiyat öğretmenlikleriyle maarif müfettişliğinde geçti. Bir süre de milletvekilliğinde ( 193)-1 943) ve Paris Kültür Ata­şdiğinde ( 1950) bulundu.

Romanları : Çalıkuşu ( 1922, 1 923, 1 924, 1 928, 1 935, 1939, 1 942,

1945, 1 957, 1 959, 1 962), Gizli El ( 1924·, 1954, 1 959), Damga ( 1924, 1 928,

1943, 1 944, 1957, 1 959), Dudaktan Kalhe ( 1924, 1925, 1932, 1943, 1 956,

1 957), Akşam Güneşi ( 1926, 1 928, 1942, 1957), Bir Kadın Düşmanı ( 1927, 1 943, 1 945, 1958, 1962), Yeşil Gece ( 1928, 1 945, 1 959), Acımak ( 1928, 1 941 , 1957, 1 959), Yaprak Dökümü ( 1939, 1941 , 1944, 1958, 1 960),

Kızılcık Dalları ( 1932, 1944, 1957), Gökyüzü ( 1935, 1958), Eksi Hastalık ( 1938, 1958), Ateş Gecesi ( 1942, 1958), Değirmen ( 1944, 1 958), Miskinler Tekkesi ( 1946, 1 958), Harabelerin Çiçeği ve Tanrı Misafiri (Tanrı Misa­firi -hikaye-) ( 1953), Kan Davası ( 1960), Son Sığınak ( 1961 ) . Yalnız tefrika edilip kitap halinde hasılmayanlar: Ripka İfşa Ediyor (Ulus, 1 949),

Kavak Yelleri (Ulus, 1 950). Hikayeleri : Roçild Bey ( 1919), Heeim­Gençük ve Güzellik ( 1919), Tanrı Misafiri ( 1927, 1 953, 1960), Sönmüş Yıldızlar ( 1928, 1 960), Leyla ile Mecnun ( 1928, 1962), Olağan İşler ( 1930, 1 959).

Yazı hayatına I. Dünya Savaşı yıllarında küçük hikayeler ve piyes­ler yazmakla haı;lamış olan Heşat Nuri'nin şöhreti, Çalıkuşu'nun basıl­masiyle birdenbire gelişti. Esas teması romantik bir aşk olan bu roman, Batı Anadolu'nun değişik şehir, kasaha ve köylerinde geçen vakası ve bu yerlerin hayatını aksettirmesiyle de dikkati çekmiştir. Romanın diğer bir özelliği de, İstanbullu bir genç kızın, bir roman vakasında, ilk defa, Anadolu kasaha ve köylerinde öğretmen olarak yer alması ve o zamanın birçok güçlüklerine göğüs germesiydi. Yazar, bilhassa gençler arasında bü­yük ilgi uyandıran bu türlü romantik aşk maceraları içinde, maarif müfet­tişüği ile 1927 den sonra sürekli olarak gezip dolaşmak imkanını bulduğu Anadolu'nun yerli hayatını ve kişilerini de büyük bir kudretle birçok ro-

Page 183: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN T Ü RK EDEBİYATININ A N A ÇİZGİLERİ 1 83

manlarında yaşatmakta devam etti. Bu gczilere ait izlenimlerinin bir kıs­m·nı, ayrıca, Anadolu Notları ( 1936, 1946, 1962) adıyle de yayınladı. Güçlü bir gözlemciliğe dayanan bir realizmin cazip bir lirizmle karıştığı romanlarında, çok samimi bir üslupla çok tabii bir konuşma dilinin ha­kim bulunduğu görülür. Yazann tahkiyede ve psikolojik tahlillerdeki gücüne de bilhassa i�aret etmek gerekir.

Gecikmiş bir romancı ve hikayeci olmakla beraber, Ebubekir Ha­zım Tepeyran (1 864-1 9,ı7) da son devir Türk romanında kendini tanıt­mış olanlardandır. Niğde'de doğdu. Uzun süren memurluk hayatı birçok valiliklerde, Danıştay üyeliğinde, milletvekilliğinde geçti ve iki defa Dahiliye Nazırlığı yaptı. Bursa valiliği sırasında Milli Mücadele'ye yar­dım ettiği için, İstanbul hükumetince idama mahkum edilmişti.

Eserleri : Eski Şeyler (hikayeler, 1910), Y ı>ni Şeyler: Küçük Paşa (roman, 1910, 1947), Zalimane Bir İdam Hükmü (siyasi anılar, 1946),

Canlı Tarihler: Ebfıbekir Hazıın Tepeyran-Hatıraları ( 1947).

Servet-i Fünuncularla ayni kuşaktan bulunmasına ve onlarla yakın dostluklan da olmasına rağmen, onların sanat anlayışlarını daha çok dil ve üslup bakımından benimsedi. Gerçekten, sürekli bir şekilde idari işlerde çalıştığı için I I . Ahdülhamid zamanında edebiyada uğraşmak cesaretini haklı olarak kendisinde bulamayan yazarın, 1908 den sonra yayınlamağa başladığı hikaye ve romanlarında dil ve üslup hakımından Servet-i Fünun nesrinin etkisinde olduğu görülür. Ancak, daha çok ferdi temaları işleyen küçük hikayeleri istisna edilecek olursa, Tanzimat devrinde Karabibik ilc başlamış olan köy hayatı temasını Küçük Paşa adlı romanında çok daha gcniş vc derin bir şekilde ele almak suretiyle, Se:"vet-i Fünun romanının ferdi tema sınırlarını tamanıiyle aşmıştır. Taşrada geçen uzun memurluk yıllarının çok realist gözlemlerini taşıyan, köy hayatını bütün özellikleriyle işleyen bu roman, Tiirk edebiyatında bilhassa I I . Dünya Savaşı'ndan sonra büyük bir rağhet kazanmış olan köy romanının ilk ve başarılı örneğidir.

Milli Edebiyat devrinin romancı ve hikayeci kadrosunu tamamla­mak için : Raif Necdet Kestclli ( 1881-1936) nin Ziya ve Sevda (hika­yeler, 1924) ve Semavi İhtiras (roman, 1933); Müfide Ferid'in Aydemir ( 1918), Pervaneler ( 1924) adlı romanlarını; Halide Nusret Zorlutuna'nın Küller ( 1921 ), Sisli Geceler ( 1925, 1938, 1943), Gül'ün Babası Kim ? ( 1933), Beyaz Selvi ( 1945) romanların; Şükıife Nihai'in Renksiz ıstırap

Page 184: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

184 KENAN AKYÜZ

( 1928), Tevekkülün Cezası ( 1928), Çöl Güneşi ( 1931 ), Yakut Kayalar (1931), Yalnız Dönüyorum ( 1938) romanlannı ; Falih Rıfkı'nın Roman ( 1930) ını; Yusuf Ziya Ortaç'ın Kürkçü Dükkanı ( 1931 ), Şeker Osman ( 1932), Üç K atlı Ev ( 1953), Göç ( 1943, 1961) romanlarını; Faruk Nafiz Çamlıbel'in Yıldız Yağmuru ( 1936) romanını; Midhat Cemal Kuntay'ın Üç İstanbul ( 1938) romanını ; Halit Fahri Ozansoy'un Aşk Yolunun Yolcuları ( 1938), Sulara Giden Köprü ( 1939) roınanlarını; Orhan Seyfi Orhon'un Çocuk Adam ( 1941 ) romanını ve Ahmet Harndi Tanpınar'ın Malı lır Beste (tefrika, 1944), Huzur ( 1949), �ahnenin Dışındakiler (tefrika, 1950), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (tefrika, 1954)

adlı romanlarını ve Abdullah Efendi'nin Huyaları ( 1942) ve Yaz Yağmuru ( 1955) adlı hikaye kitaplannı da eklemek gerekir.

M i z a h v e H i c i v

Milli Edebiyat devri, Türk mizalıının en hareketli, en çok geliştiği ve modern anlamına en çok yaklaştığı devirdir. Gerçekten, bu devirdc, ferdi unsurlardan oldukça kurtulan mizalım toplumsal ve politik ko­nulara yöneldiğini, nükte ve buluş bakımından daha da inceldiğini ve fikir yönünden de kuvvetlcnerek değerli birçok temsilciler yetiştirdiğini görüyoruz. Toplumsal ve siyasi tenkirlin ön plana geçtiği bu devir mizalı edebiyatında nazmın da rağbet görmesi, şüphesiz, çoğu mizalı yazar­larının ayni zamanda şiirle uğraşmalarındandır.

Bu devirde yalnız mizalı ve hicivle uğraşanlar arasında Neyzen Tevfik (Kolaylı) ( 1879-1953), Halil Nihad (Boztepe) ( 1882-1949),

Ramamizade İhsan (Hamami) ( 1884-1948), Hüseyin Rıfat (Jşıl) ( 1880-

1954) ve Abdülbaki Fevzi (Uiuboy) ( 1885-1954) vardır.

Bodrum'da doğan Tevfik, hiçbir kayıttan hoşlanmayan mizacı sebebiyle düzenli bir öğrenim de yapamamış, bütün vaktini küçük yaşta merak saldığı ney ile uğraşmağa, mizalı ve bilhassa hiciv şiirleri yazmağa sarf etmiş ve Neyzen lakabı ile tanınmıştır. Gençliğinde İ zmir'de iken tanıştığı Eşref'in, onun hiciv kabiliyetinin gelişmesinde etkili Imiunduğu söylenebilir. İçkiye aşırı düşkünlüğü yüzünden psikolojik dengesi za­man zaman bozulan Tevfik, 1908 den sonra, hükumet aleyhindeki hiciv­lerinden dolayı izlendiği kuruntusuna kapılarak Mısır'a gitmiş ve orada beş yıl kaldıktan sonra tekrar İstanbul'a dönmüştür. Zekası ve espri-

Page 185: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK E DEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİLERİ 185

leriyle birçok fıkralara konu olan ve çok yaygın bir şöhrete sahip bultın an Tevfik'in çoğu şiirleri mizalıtan çok hiciv karakteri taşır. Siyasi olaylarla birlikte şahıslan da ihmal etmeyen bu şiirler, Hiç ( 1919) ve Azab-ı Mukaddes ( 1924, 1949) adlarıyle basılmıştır.

Halil Nihad, Trabzon'da doğdu. Orta öğrenimini tamamladıktan sonra Düyun-ı Umumiyye idaresine memur olarak girdi ve 1925 yılına ka­dar burada çalıştı. 1 927 den sonra, uzun süre, milletvekilliğinde bulundu. Hicvin pek az yer aldığı, kıncı olmayan bir mizalı tarzının hakim olduğu ve bazan Divan nazmının şekilleriyle yazılmış manzunıeleri Siharn-ı İlhaın ( 192 1 ), Ayine-i Devran ( 1924) ve Maytap ( 1924) isimli eserlcrin­dedir.

Yine Trab:wn'da doğup orta öğrenimini orada tamamlayan ve edebi kültürünü kişisel çalışmalarıyle genişleten İhsan Hamami, lise ve yüksek okullarda edebiyat öğretmenliği yaptı. Onda da, hicivden çok, ince bir mizalı unsuru göze çarpar. Divan nazmı şekilleriyle yazılmış bulunan mizahi manzumelerini Divan-ı İhsan ( 1928) adı ile bastırdı. Diğer mizahi yazıları ise, Hamsi-name ( 1928)dedir.

Zamanlarının mizalı gazete ve dergilerinde birçok manzum - mensur yazıları çıkmış olan Hüseyin Rıfat ve Ahdülbaki Fevzi ise, bu yazılarını kitap halinde toplamış değillerdir.

Asıl şöhretlerini diğer edebi türlerde yaptıkları halde, mizalı tü­riinde de yazılar yazanlar arasında, bir kısmını Kirpi adı ile yayınladığı mizalı fıkralarını Kirpi'nin Dedikleri ( 1918, 1 929, 1 940), Sakın Aldanma, İnanma, Kanma ( 1919, 1941 ), Ago Paşa'nın Hatırıltı ( 1922, 1 939),

Guguklu Saat ( 1922, 1940) adlarıyle bastıran Refik Halid; Fiske adı ile yayınladığı nazım ve fıkraları Fiskeler ( 1922), Asri Kerem ( 1942) ve Kulaktan Kulağa ( 1943) adlı kitaplarda toplayan Orhan Seyfi ; Çimdik iınzasiyle yazdığı mizahi yazılarını Şen Kitap ( 1919), Beşik ( 1943,

1 948), Ocak ( 1943), Sarı Çizmeli Mehmet Ağa ( 1956), Gün Doğma­dan ( 1961 ) adlarıyle bastıran Yusuf Ziya; Kıvılcım adı ile yayın­ladığı mizahi yazılarını Şen Yazılar ( 1926) da toplayan İbrahim Alaettin; Çam Deviren imzası ile yazdığı mizahi manzumelerini Tatlı-sert ( 1938) adıyle yayıniayan Faruk Nafiz sayılabilir.

Page 186: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

186 KENAN AKYÜZ

E d e b i T e n k i d

Her yeni ve iddialı hareketin ortaya çıkma ve gelişme safhaları

gibi, Milli Edebiyat cereyanıııııı da bu iki safhası polemik ve edebi

tenkid bakımından çok hareketli geçmiştir. Genç Kalemler'in çıktığı

sürece, bilhassa Ömer Seyfettin ve Ali Canih tarafıııdan hemen her

sayıda yayınlanan polemik ve tenkidler, Yeni Lisan harekeıinin ·ve

lVIilli Edebiyat anlayışının açıklanması ve sa,·unulması hususunda ilk kuvvetli yazılardır. Ömer Seyfettin, derginin kapanmasından sonra,

Türk Yurdu, Yeni Mecmua, Büyük Mecmua, Taliın ve Terbiye Mec­

muası gibi dergilerde ve çeşitli gazetelerde zaman zaman ayni maksada

hizmet eden yazılar yazdığı gibi ; Ali Canib'in Milli Edebiyat hareketine

şiddetlt> muhalif olan Cenah Şehabettin ile yaptığı münakaşalar (Milli

Edebiyat Meselesi ve Cenah Bey'le Münakaşalarım, 1918) bu devrio

en çok ilgi uyandıran edehi polemikleri arasındadır. Bu tarihten sonra �iirle ilgisini keserek kt>ndini edebi incelemelere veren Ali Canih'in edebi

bilgilerden bahseden Edebiyat (I 926) ve Epope ve Edebi Nevilerle

Mesleklere Dair Malfımat ( 1927) adlı iki eseri daha vardır.

Ali Canih gibi, önceden Fecr-i Ati'ye girdikleri halde sonraları Milli

Edebiyat cerayanına katılanlar arasında bulunanlardan Hamdullah Sup­

hi'nin Servet-i Fiinun dergisinde Fecr-i Ati hareketinin savunulmasına ve Safahat'ın ilk kitahıııa ait makalelt>rini ; Yakup Kadri'nin yine Fecr-i Ati'nin savunulmasına, Handan'a, Yeni Li san 'a ve gent>llikle t>dcbi meselelere dair poJemik ve tenkidlerini; Köpriilüzade Mehmet Fuad'ın

yine Fecr-i Ati'ye, Edebiyat-ı Cedide'ye, Yeni Lisan'a, Milli Edebiyat'a

ve bu devrio tanınmış şahsiyetlerine ait polcmik ve tenkidleri (Bunların

bir kısmı: Bugünkü Edebiyat, I 924) ile edebi bilgilere ait Malfımat-ı

Edebiyye (Şehabcttin Süleyman ile birliktt>) ( 1914-1915) ve Batı edebiyatma dair makalelerini toplayan Hayat-ı Fikriyye ( 1910) adlı eserlerini ; Raif Necdet'in Fecr-i Ati aleyhine ve çeşitli şahsiyctlerlc edebiyat meselelerine ait polemik ve tcnkidlcrini (Hisler ve Fikirler, 1901-1910 ve kısmen Hayat-ı Edebiyye, 1909-1922) de bu devrio

edebi tenkid çalışmalan arasına koymak gerekir.

Page 187: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİY ATlN I N ANA ÇİZGİLERİ 1 87

E d e b i y a t T a r i h

Tanzimat devrinin sonlannda ve I l. Meşrutiyet'in ilk yıllarındaki denemelerden sonra, Türk edebiyatı tarihi üzerine bilimsel çalışmalann Milli Edebiyat devrinde başlamış olduğunu kabul etmek yerinde olur.

Bu tarz çalışmaların ilk temsilcisi olan Köprülüzade Mehmet Fuad, 1890 da İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini yaptıktan sonra Hukuk Fakültesi'ne devam ettiyse de ayrılarak edebiyada uğraşmağa başladı. l 909 da Fecr-i Ati'ye girdi. Türlü dergilerde şiirleri, polemik ve edebi tcnkidleri yayınianıyor ve liselerde edebiyat öğretmcnliği yapıyordu. 1913 tarihinde İstanbul Üniversitesi Türk Edebiyatı Ta­rihi profesörlüğüne tayin edildi. Aynı yıl yayınladığı Tarih-i Edebiyatta Usfıl (Bilgi dergisi, sayı : I) makalesi, Türk edebiyatı tarihine ait ilk bilimsel incelemesidir. Buna rağmen, üç yıl sonra Şehabettin Süleyman ile birlikte yazdığı Yeni Osmanlı Tarih-i Edehiyyatı'ndaki metod yeter­sizliği, tedkikçinin, bilimsel metodlara ait bilgisini henüz yeter derecede realize edebilecek durumda olmadığını göstermektedir. Bir yandan da dergi ve gazetelerde türlü konularda makaleler yayınlamağa devam eden Mehmet Fuad, 1918 yılında Tevfik Fikret ve Ahlakı adlı küçük ince­lemesini yazdıktan sonra, 1919 da ilk büyük ciddi monoğrafisi olan Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar'ı bastırdı. Türk Edebiyatı Tarihi adlı ve ilk devirlerden başlayarak bütün Türk Edebiyatı tarihine ait bulunan eserinin I. kısmını (İslamiyetten Önceki Türk Edebiyatı) 1920

de, I l . kısmını da ( İslamiyetten Sonraki Türk Edebiyatı: Vezin ve Şekil) 1921 de bastırdıktan sonra, her iki kısmın XIV. yüzyıl Çağatay Ede­biyatı'na kadar olan daha geniş bir �eklini de yayınladı ( 1926, 1 928).

Böylece, Tanzimat devrinde tarih ve dil alanlarında başlamış oan Türk kültür birliği meselesi edebiyat tarihi çalışmalanna da uzanmış bulu­nuyor, Türk edebiyatı tarihi ilk defa olarak Osmanlı Edebiyatı'nın sınır­larını aşıyordu. 1924 yılında Türkiyat Enstitüsü'nü kuran Mehmet Fuad, 1935 yılına kadar İstanbul Üniversitesi'ndeki derslerine devam etmiş ve burada birçok yabancı bilim kurumlarının muhahir üyeliğine seçil­miştir. 1935 tarihinde siyasi hayata atılarak milletvekili olmuş ve bir yandan da Ankara'daki Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ile Mülkiye Mektebi'nde tarih dersi okutmuştur. 1945 de muhalefete geçen Fuad Köprülü, 1950 de Dışişleri Bakanlığı'na getirilmiş ve 1 957 de tekrar muhalefete geçmiştir. Şimdi yeni bir siyasi partinin lideridir.

Page 188: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

188 KENAN AKYÜZ

Türk edebiyatının çok dt"ğişik alan ve konularında çalışmış olan Fuad Köprüiii'nün (yukarıda kaydedilenlerden başka) başlıca makale ve eserleri şunlardır : 1 ) Makaleler : Türk Edebiyatında Aşık Tarzının Menşe ve Tekanıülü Hakkında Bir Tecriibe (Milli Tetehhular Mecmuası, 1915, C. 1, sayı : 1), Türk Edebiyatının Menşei (Milli Tetehlm'lar Mecmuası, 1915, C. II , sayı : 4), Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatı Üzerine Tesiri (Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 1922, sayı : 2), Meddalılar (Ti!rkiyat Mecmuası, 1925, C. 1), Türk Klasik Edebiyatında Nazım Şekilleri : Tuyug (Türkiyat Mecmuası, 1928, c. Il ), Klasik Türk Nazmında Ruhili Şeklinin Eskiliği (Türkiyat Mecmuası, 1 928, c. Il), Gazneviler Devrinde Türk Şiiri (Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 1929, sayı : I), Anadolu'da Türk Dili ve Edebiyatının Tekamülüne Umumi Bir Bakış (Yeni Türk Mecmuası, 1933, sayı : 4,5,7), Çağatay Edebiyatı (İslam Ansikopedisi, C. I I I, s. 270-323), Fuzuli (İslam Ansiklopedisi, C. IV, s . 686-699).

2) Eserleri : Türkiye Tarihi ( I . cilt, Menşelerden Anadolu'nun İstila­lasına Kadar) ( 1923), Türk Tarih-i Dinisi ( 1925), Azeri Edebiyatma Ait Tedkikler (Baku 1 926), Milli Edebiyat Cereyaııı'nın İlk Müheşşir­leri ve Divan-ı Türki-i Basit ( 1928), Gevheri ( 1929), Erzurumlu Emrah ( 1 929), lnfluence du chamanisme turco-mongol sur ]es ordres mystiques musulmans ( 1929), XVI. Asır Sonuna Kadar Türk Saz Şairleri ( 1930),

Divan Edebiyatı Antolojisi ( 1932-1934), Tiirk Dili ve Edebiyatı Hak­kında Araştırmalar ( 1934), Les Origines de l'Empire Ottoman (Paris 1935), Türk Saz Şairleri Antoloj isi ( 1939-1940).

Bu devirde yetişenlerden Ali Canib'in XVII I. yüzyıl şairlerine ait makalelerinden başka, Ömer Seyfettin - l-hyatı Vi! E5erleri ( 1935, 194 7);

Yakup Kadri'nin Ahmet Haşim (Ank. 1934) ; Midhat Cemal'in Namık Kt"mal- Deuinin insanları ve olaylan arasında- (1. C., I. Kısım : 1944;

I. C., Il. Kısım : 1949; I I . C. 1956), Mehmet Akif ( 1939), Sarıklı ihtilalci : Ali Suavi ( 1946) ; İ lırahim Alaeddin'in Süleyman Nazif ( 1933) adların­daki daha sonra yazılmış monoğrafik incelt'mlerini de kaydetmek gerekir.

G a z e t e c i l i k

Bu devirele Türk basını kısa süren bir hürriyetten sonra yeniden hükumet kontrolü altına girmesine rağmen, siyasi, fikri ve edebi hare­ketlerle çok yakından ilgilenmektt' devam etmiş; türlü siyasi ideoloji­lcrin ve edebi hareketlerin organlığını yapan dergiler sürekli bir yayın hayatına sahip olabilmişlerdir.

Page 189: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

'\!ODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 189

1908 den sonra kuruluşlarını ve gelişme safhalarını bildiğimiz siyasi ideolojiler içinde en kısa ömürlü olan Osmanlıcılık ideoloj isinin doğru­dan doğruya organı olmamakla berabt>r, Abdullah Cevdet'in 190:ı de önce Cenevre'de çıkarınağa haşladığı, sonra Kahire'de (1905-1908) ve İstanbul'da (1908-1932) da yayınlamağa devam ettiği İetihad, batı­lılaşma ccreyanı ile birlikte Osmanlıcılık ideolojisine de bağlı kaldı. İslamcılık ideolojisinin başlıca yayın orgam olan ve E�rl'f Edih'in müdür­lüğünü, Ahmet Akif'in de başyazarlığını yaptığı Sebil-iir-reşad (182 . sa­yıya kadar: Sırat-ı Müstakim), sonuna kadar bağlı olduğu idealine -Milli Mücadele sırasında Anadolu'nun birçok şehirlerinde de çıkmak suretiyle­ciddi bir şekilde hizm�t etti.

1908-1923 tarihlerinde Türk fikir ve sanat cephesinin ön pHinda gelen hareketi olan milliyetçilik hareketinin organları ise, gerek sayı ve gerek mulıtevaea daha bol ve daha ciddi bir hüviyet göstermektedir. Diğer ideolojilere göre çok daha teşkilatlı ve planlı çalışma imkanlarına sahip bulunan milliyetçilik hareketi, çalışmalarını fikri, edebi ve bilimsel yönlerde toplamak için büyük çaba göstermiş ve bu maksatla çeşitli yayın organları çıkarmıştır. Bunlar arasında Genç Kalemler (l9l l ), 1917 den sonra Servet-i Fünun, Yusuf Ziya'nın çıkardığı Nedim (1918), Halit Fahri'nin yönettiği Şaiı· ( 1919), Sabiha Zekeriya'nın çıkardığı Biiyük Mccmua (1919) ve Mustafa Nilıad'm çıkardığı Dergah (1921) hareketin daha çok edebiyat ve sanat yönünü; Türk Derneği'nin çıkar­dığı Türk Derneği ( 19l l ) ve Türk Yurdu'nun çıkarınağa başlayıp Türk Ocağı'nın devam ettirdiği Türk Y urdu (1912) ve Yeni Mecmua ( 1917) milliyetçilik ideolojisinin daha çok fikri yönünü; Celal Sahir'in yönet­tiği B ilgi (1913) ve Köprüiiizade Mehmet Fuad'ın yönettiği Milli Teteb­bu'lar Mecmuası (1915) hareketin daha çok bilimsel yönünü temsil edi­yorlardı. Bunlara, milliyetçilik ideolojisini halk kitlelerine yaymak ga­siyle çıkarılmış olan ve Celal Sahir tarafından yönetilen Halka Doğru (1913) ve Celal Sahir'in yönetip Ömer Seyfettin'in başyazarlığını yaptığı Türk Sözü (1914) dergilerini de eklemek gerekir. I. Dünya Savaşının imkansızlıkları içinde baskı hakımından hepsi de kaliteli sayılamayacak olan bu dergilerin, fikri ve edebi muhteva bakımından, değer ve hizmet­leri münakaşa edilemez.

Bu ciddi fikir ve sanat dergilerinin yanı başında, memleketin top­lumsal ve siyasi durumu ile çok yakından ilgilenen ve Türk mizalıma büyük hizmetlerde hulunan dergiler de unutulmamalıdır. Bunlar ara-

Page 190: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

190 KENAN AKYÜZ

arasında Salalı Cimcoz'un çıkardığı Kalem (1908), Cemil Bey'in çıkar­dığı Cem (1910), Sedat Simavi'nin çıkardığı Diken (1918), Refik Halid'in çıkardığı Aydede ( 1922), Orhan Seyfi ile Yusuf Ziya'nın (Sonradan yalnız Yusuf Ziya'ııın) çıkardıkları Akbaba (1922) ve Mahmut Esat ile Ahmet Şefik'in çıkardıklan Kelehek ( 1923) en önemli olanlarıdır.

B İ B L l Y O G R A F Y A

Bu bibliyoğrafya hazırlanırken, fayılalanmasıııda kolaylık olmak üzere, şu hususlar ıı;öz önünde tutulmuştur:

l) Bibliyoğrafya, Türk edebiyatının bu incelemeınİzin sınırlan içine giren 1860-1923 tarihleri arasıııdaki başlıca dört devri (Tanzimat, Edebiyyıit·ı Cedide, Fecr-i Ati, Milli Edebiyat) esas tutularak düzenlenmiş ve bu devirlerin hepsini veya çoğunu içine alan incelemeler en başta ve ayn bir bölümde toplanmıştır.

2) Aynı konuya ait kitap veya makale halindeki inceleme yazılan biribirlerinden aynlmayıp birlikte gösterilmiş ve, böylece, ayni yazara ait kitap ve makaleler ayni yerde toplu olarak bir araya getirilmiştir.

3) Edebi devirlerdeki kronolojik düzen kitap ve makale halindeki bütün incelemelerde de muhafaza edilmiş ve bunlar da alfabetik değil, kronolojik sıraya yani baskı tarihlerine göre sıralanmıştır.

4) Kitap ve makalelere ait hicri veya nınıi tarihl�r kaydedilmeyerek, sadece, onlann karşılığı olan miladi tarihler gösterilmiştir.

5) Türkçede şahıslar soyadianndan çok adlarıyla tarundıldan için, şair ve yazarlarda da adia­nn alfabetik sırası tercih edilmiştir.

6) Metin içinde sözü edilen kaynaklar bibliyografyaya alııımamıştır.

Kıııaltmalar. Bibliyoğrafyada görülecek olan kısaltmalar, aşağıdaki dergi ve gazetelere aittir.

Al-Aile, Aş-Aşiyan, BD-Büyük Doğu, BıU-Büyük Mecnıua, Crnh-Cumhuriyet, Çğ-Çığır, Ça-Çıııaraltı, Dg-Dergab, DTCFD-Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, DT-Devlet Ti­yatrosu, Dş-Diişünce, ES-Edebiyat ve Sanat, Eş-Eşref, FH-Fikir Hareketleri, FS-Fikir ve Sanat GK-Genç Kalemler, Gnş-Güneş, Hd-Hadika Jly-Hayat, liF-Hazine-i Fünun, HA-Her Ay, Hs-Hisar, HŞ-Hüsün ve Şiir, /b-İbret, lc-İctihad, In-İnsan, ls-İstanbul, KI-Kalem, KH­Kültür haftası, MI-Mali'ımat, ME-Mecmua-i Ebuzziya, Mk-Mektep, MMc-MiUi Mecmua, ı\1;-Mizan, Mu-Muallim, M:\1-Musavver Mulıit, Ol-Oluş, PS-Perde ve Sahne, Rb-Rübiih, RG-Resimli GazetP, RK-Resiıııli Kitap, Sbş-Sebilürreşad, SF-Servet-i Fünun, Şk-'Şark, Şb­Şebiib, Şh-Şebhal, TOEM-Tarih-i Osmıini Encümeni Mecmuası, TH-Terceman-ı Hakikat, 1'/d-Türklük, TD-Tiirk Dili, TDED-Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, TM- Tiirkiyat Mec­muası, TKDB-Türk Kütüpbaueciler Derneği Bülteni, TY- Tiirk Yurdu, VI-Ulus, Ol-Ülkü, Vr-Varlık, YKEM-Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası, Yr-Yarın, YG-Yedi Gün, YA-Yeni

Page 191: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1\tulJJ,.Rl\ TURK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 1 9 1

,\daT., l Gn-Yeni Gün, YK-Yeni Kitap, } Mc-Yeni Mecmua, }"T-Yeni Tiirk, Yt:-Yeni {;fuklar. Yş-Yeşilay, Y Y-Yeni Yayınlar, YD-Yurt ve Dünya. Ye-Yücel.

Diğer kıs:ıltm:ılar : C. = Cilt, S. = �:ıyı, s. = sayfa, td. = ı .. frika.

I

BÜTÜ� DEVİRLER

a) EDEBİYAT T.\R İH İ . İsmail Habib (Sevük)' Türk tueddüd edebiyatı tarihi, Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekilieti

neşriyatından: 62, Matbaa-i Amire, İst. 1 924; Edebi yenü�imu-Tanzimı'U'tan beri, I-Il, Remzi kitabevi, İst. 1940; Avrııpa edebiyatı ve biz, 2 cilt, Remzi kitabevi, İst. 1940-1941 .

İsmail Hikmet (Ertaylan)' Türk edebiyatı tarihi, 2 cilt, Bakü 1925- 1926. İbrahim Necmi (Dilmen)' Tarih-i edebiyyıit dersleri, Matbaa-i Amire, İst. 1925.

b) MONOCRAFİ VE MAKALE. 1- Genel . Midhat Paşa' Türkiye'nin mazisi ı•e istikbali (fransızcadan mütercimi : E. R.), Kütüp­

hane-i İslam-ı Askeri, İst. 1 910. Mehmed Cevad' Maarif-i Umumiyye Nezıireti tarihçe-i teşkilat ve icraatı, Matbaa-i Amire, ht.

1922. Celal Nuri' Tarih-i tedenniyyıit-ı oımaniyye, Yeni Osmanlılar matbaası, İst. 1915. Fatma Aliye' Ceı•det Paşa ı•e zamanı, K anaat matbaa-., İst. 1916. Nafi Atuf Kaosu' Türkiye maarifi hakkında bir deneme, Muallim Ahmet Halit kütüphanesi,

İst. 1931 . Riiştü Şardağ' Edebi_yatımızda vatan duygusu, Vr, 1 939-1940, C.IX-X, S. 1 54-155, 1 57-160,

163-165, 168. Jean Deny' Fransa ile Türkiye arasında edebi mübadeleler, Tki, 1 939, C. I, S. 9. Pertev Niili Boratav' Bizim edebi_yatımızda halk edebiyutının tesirleri, Folklor ve edebiyat I,

Arkadaş basımevi, İst. 1939, s. -i6-59. Mehmed Kaplan' N'lir sanatı ve Türk nesı i, ls, 1945, C. I I, S. 4 1 ; Edebiyatımuda duygu, 1,.,

1 946, C. V, S. 53. Füruzan Büsrev Tök.in' O•manlı Türklerinde fikir harekeı/Pri, Buket basımevi, Arık. 1951. Ahmet Harndi Tanpınar' Türk edebiyutında cereyanlar, Yeni Türkiye, Türk-Amerikan tlniver•

biteler Derneği yayııılanndan, l.t . I 959, •· 343-372. Tank Z, Tunaya' Türki_ye'nin s(vasi tarihinde batılılaşma harekeıleri-Müşahedeler ve ıe•ler, Ye­

digün matbaası, İst. 1960. Alaettin Avcı' Türkiye'de askeri yüksek okullar tarihçesi (Cumhuriyet devrine kadar), M. S. B.

Araştırma ve Geliştirme Başkanlığı yayınlanndan, Cenkur. hasımevi, Ank. 1963.

!! - Şür. Celal Sahir' Na•mımız hakkında, S F, 1909, C. XXXVIl, S. 597.

3 - Tiyatro. Refik Ahmet (SeV<n�l)' Yakın çağlarda Türk ti.ratrosu, Kanaat kütüphane<i. İst. 1934.

Cevdet Kudret Solok' Türk tiyatrosunun deviriere taksimi, Vr, 1939, C. VII, S. 1 33. S. Nahid Bilga' Türk tiyatro tarihi, SF (Uyanış), 1941-1942, C. XC-XCI, S. 2358-2359, 2362,

2365-2368, 2370, 2372, 2374, 2376-2378, 238 1 , 2387-2391. Kemal Kiimil Aktaş' Ortaoyıınu-tuluat-karaga•, PS, 1941, C. I, S. 8.

Page 192: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

1 92 KENAN AKYÜZ

Srlim Nüzhet Gerçek' Türh temaştısı (meddah, karagöz, ortaoyıınu), Kanaat kitabevi, İst. 1942; Tiyatro ve sinema mecmuaları, PS, 1941, C. I , S. 8.

Bıırban Arpad' Memleketimizde opera ve operet tecrübeler i, PS, 1942, C. 1-11, S. 10-12, 15-18. A. Mndat' Sahnemizin değerleri ; C. I , A. B. yayınlan, İst. 1943. 1\lemet Fund' Başlangıçtan bugiine Türk ve dünya tiyatro tarihi, Varlık yayınevi, İst. 1961.

4 - Roman ve Hikaye. Sabri Esat Siyavuşgil' Romanda lsıanbııl ı>e öte.si, ls, 1946, C. V, S. 58; Romanımııda Istanbul, ls, 1946, C. V, S. 63.

Gündüz Alun�ı' Türk romanında köye doğru, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakül­

tesi ynyınlan: 99, Türk Edebiyatı serisi: 1 7, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ank. 1961 .

5 - Edebi tenkid. Mustafa Nihat Özön' Edebiyatımııda münakaşalar, OJ, 1939, C. I, S. 1-6. Mehmet Kaplan' Şiir tahlilleri (Akif Paşa, Şinasi , Namık Kemal, Ziya Paşa, Abdülhak Hamid,

Recai>ade Ekrem, Muallim Naci, Cenab, Tevfik Fii.Tet, Ah:ned Haşim, Mehmed Akif, Ziya Göhalp, Yahya Kemal) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakiiltesi yayınlan: 597, İbrahim Horoz basımevi, İst. 1954.

6 - Dil. Akı;urnoğlu Yusuf' Türkçülük, Türk Yılı, Türk Ocaklan Merkez Heyeti neşriyatından,

İst. 1928, s. 289-455. Ragıp Huh'isi Özdem' Tanzimat'tan beri yazı dilimiz, Tanzimat I (Yüzüncü yıldönümü ınünase­

betiyle), Maarif hasımevi, İst. 1940. s. 859-93 I . Agiilı Sırrı Levend' Türk dilinde gelişme ı•e sadeleşme safhaları, I . baskı, T. D. K . Türk Tarih

Kurumu basımevi, Ank. 1 949; 2. baskı, Türk dilinde geli�me ve saıleleşme evre/eri,

Türk Dil Kurumu yayınlanndan: 1 82, Türk Tarih Kuruımı hasımevi, Ank. 1960; Tarih boyu�a Türk dili, Kültür Derneği yayınlanndan : 2, Tan basımevi, İst. ı9-ı3.

7 - Gazetecilik. Mehmet Ata' Memalik-i Osmaniyyede sansürün tarihi, İkdam, 2 ocak ı 9ı 9. Mustafa Nihat (Özön)' Yü: şenelih gazeıcciliğimiı, Ayın Tarihi, ı928, C. XV-XVII, S. 46-53, Serkiıı Karakoç' Matbrıat, matbaa/ar, hakk-ı te'lif hanunları. Cihan Biraderler matbaası, İst.

1929. Server İskit' Türkiye'de matbutil rejim/eri, Matbuiit Umıırn Müdiirlüğii neşriyatmdaıı, Ülkü

nıatbaası, İst . ı 939; Türki)·e'de matbrıiit idareleri ve politihaları, Başvekiilet Basın ve

Yayın Unıurn Müdürlüğü yayınlanndan: 2, Tan basımevi, İst. 19-ı3.

c) BİYOGRA.FJ.

Bursab Mebmed Tahir' Osmanlı müelliflni, 3 cild, Matbaa-i Amire, İst. 1919. İbnülemin Mahmut Kemal İnal' Son a&ır Türk şairleri, 12 cüz, Türk Tarih Enetimeni kiilliy&tı:

16, Orhaniye matbaası, İst. ı 930. Sadettin Niizhet Er�ın' Türk şairleri, 3 cild, Zaman matbaası, İst. (Tarihsiz), (harf: A-F).

Behçet NecatiWI' Edebi_vatımuda isimler sözlüğü (360 Türk edebi_yatr,ınnın hayatı ve e&eri), Varlık

yayını an, İst. 1 960; İkinci bası (450 Türk edebiyatçısının hayat ve eseri), İst. ı 964.

d) A:\TOLOJl.

Ali Cinip (Yöntem)' Türk edebiyatı antolnjisi, Devlet nıatbaası, İst. I 93ı Kenan Akyiiz' Batı tesirinde Türk şiiri antalojisi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya

Fakültesi yayınlan: 77, Türk edebiyatı serisi: 2, Güney matbaası, Ank. 1953; 2. baskı :

Doğuş Limited Şirketi matbaası, Ank. ı 958. Hilmi Yüeebaş' Türk mizahçıları (nüktedanlar ve şair/er), Orhan Mete ve Ortağı Kollektif Şirketi

nıatbaası, İst. ı 958.

Page 193: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

�!ODERN TÜRK EDEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİLERİ 193

e) HATlRAT. Ebubekir Hıi.zım Tepeyran' Ebubekir Hazım Tepeyran'ın hiilıraları, Canlı Tarihler seri.&i, Tiir­

yayınevi, İst. 1944. Ahmet Re,it Bey' Gördüklerim-lşiııiklerim, Canlı tarihler seri�i, Türkiye yayınlan, İst. 1945, Cemil Topuzlu' lsıibdaı- !lleşruıiyeı-Cumhuriyel droirlerinde 80 yıllık hatıraları m. Halid Y aşa.

roğlu kitap•;ılık ve kiiğıtçılık T. L. Ş., İst. 1951. Yusuf Ziya Ortaç' Bir ııarmış, bir yokmuş-portreler (Abdülhak Hamid, T"'!fik Fikrel, Cenab

!5ehabeıtin, Halil Ziya, Hüseyin Cahil, Süleyman Nazif, Rıza Tevfik, .l'tfehmed Akif, Celôl Sahir, Abdııllah Cevdet, Midhaı Cemal, Ahmet Iliişim, Emin ülend, Ziya Gökalp, Mehmet­Emin, Ömer Seyfeıtin, Enis Behic, Yahya Kemal, lbrahim AMeddin, Halil Nihat, Reşat Nuri), Akbaba yaymlan, Yeni Matbaa, İst. 1960.

f) RÖPORTA.J . Ruııen E,ref (Ünaydm)' Diyorlar ki (Abdülhak Hamid, Nigar Hanım, Siileymanpaşazade Sezai,

Haliı Ziya, Cenap Şehabeııin, Hüseyin Cahil, Süleyman Nazif, Rıza Teı>fik, Mehmet Emin, Halide Edip. llamdullah Suphi, Ziya Gökalp, Köprülüıade Mehmed Fuad, Ömer Seyfeııin, R�fik Halid, Fazı/ Ahmet, Ahmet Haşim, Ali Kemal), Kanaat nıatbaası, İst. 1 91 8.

Hikmet Feridun (Es)' Bugün de diyorlar ki (Abdiillıak lltimid, Halil Ziya, Ceaıap Şelıabeuin, Samipaşaza.U. Sezai, Hüseyin Rahmi, Mehmet Rauf, lz:et ;'\Jelih, Fazıl Ahmet, Ali Canip, Ahmet Rosim, Hüseyin Suat, llalit Fahri, Orhan Seyfi, Yusuf Zi,ya, Şüklıfe Nihai, Halide Nusret, Reşat Nuri, Hüse.vin Cahil, Faruk Nafiz, Akagündüz, Fatih Rıfkı), Reınzi kiitüp· hanesi, İst. 1932.

g) SÖZLÜK. Mustafa Nihat Özön' Edebiyat ı•e ıenkid sözlüğü, İnkiliip kitabevi, İst. 1954. Seyyid Kemal Karaalioğlu' Türkçe ve edebiyat sö:lüğii, Okat yayınevi, İst. 1962.

h) ANSİKLOPEDI. Türk Ansiklopedisi, (harf: A-Denı). İbrahim Alaeddin Gövsa' Türk meşhurları ansiklapedisi, Yedi Gün neşriyatı, İst. 1946.

I I

T A N Z I M A T D E V R İ

a) EDEBiYAT TARİHİ. İbrahim Nel'mi (Dilmen)' Tanzimat edebiyatı tarihi notları, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk

dili ve Edebiyatı Semineri, Aliieddin Kral basınıevi, Ank. 1942. Ahmet Harndi Tanpınar' XIX. asır edebiyatı tarihi, I. cild, lstanhul Edebiyat Fakültesi yayınlan:

36, Üçler basınıevi, İst.l949; 2. lıaskı, İbrahim Horoz basımevi, İst. 1956.

h) MONOCRAFİ VE MAKALE. 1 • Genel. Ahmet Midhat' Müliilıaziil-ı edebiyye, TH, 2 Mart 1 880, S. 2-3. Ebuzziya Tevfik' Edebiyatımıza müteallik bir iki söz, ME, 1881, C. I, S. 1-2. Ali (Basiret'çi)' Istanbul'da yarım asırlık vekayi'-i mühimme, Matbaa-i Hüseyin Enver,

Derisaadet (İst.) 1909.

Page 194: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

194 KENAN AKYÜZ

Hilmi Ziya tllken Tnzimaı'a' karşı, İn. 1938, C. 1 , S. 1 ; Tanzimat ve ıımanizma, İn, 193\1, C. I,

S. l l ; Tanzimat'tan �onra fikir hareketleri, Tanzimat I (Yüziicü yıldönümü münns�betiyle),

Maarif bıısımevi, İst. 1940, s. 757-775.

Enver Ziya Karai' Tanzimat'tan evvel garplıla�ma hareketleri, Tanzimat I (Yüzüncü yıldönümü münasebetiyle), Maarif basımevi. İst. 1 \140, s. 1 3-30.

Yavuz Abadan' Tanzimat fermanının tahlili, Tonzirnal I (Yüzüncü yıldöniimü rnüıııısebetiyle), Maarif basımevi, !st. 1940, s. 31-58.

Hıfzı Veldet' Kanıınlaştırma hareketleri ve Tanzimat, Tanzimat I (Yüzüncü yıldönümü miinııse­

betiyle), Maarif basımevi, İst. 1 940, s. 139-209.

Muatafa R"''it Belgesay' Tanzimat ve adiiye teşkilatı, Tanzimat I (Yüzüncü yıldönümü miina­

sehetiyle), Maarif basımevi, İst. 1940, s. 2 1 1 -220.

Sadrettin Celıil Antel' Tanzimiii maarifi, Tanzimat I (Yüzüncü yıldönümü miinaseb�tiyle),

Maarif basımevi, 1940. s. 441-462.

Ş..rafettin Yalıkaya' Tanzimat'tan evvel ve sonr'! medrese/er, Tanzimat I (Yüzüncü yıldönümü

münasehetiyle), Maarif hasımevi, 1940, s. 463-467.

Ziyaeddin Fahri Fmdıkoğlu' Tanzimaı'ıa içıimai hayat, Tnnzimiit I (Yiiziindi yıldönümü miina· sebetiyle), Maarif basımevi, 1940. s. 61 9-659.

Sabri Esat Siyavuşgil' Tanzimat'ın Fransız efkiir·ı ıımumiyesinde ".vandırdığı etkiler, Tanzimat

I (Yüzüncü yıldönümü miinasebetiyle), Maarif basımevi. 1940, s. 747-756. İhsan Sun�u' Tanzimat t•e Yeni Osmanlı/ar, Tanzimat 1 (Yiiziincü yılılöniimü nıiiııasehetiyle),

Maarif basımevi, 1940, s. 777-857.

Mehmet Kaplan' Garp edebiyatı ile ilk temslar, VI, Yeni seri, 1 942, C. l l l, S. 25.

Cevdet Perin' Tanzimcit edebiyat;nda Fransız tesiri, Pulhan nıatbaası, İst. 1946.

Kimuran Birand' Aydınlanma devri deı•leı felsefesinin Tanzimiiı'a tesiri, Ankara Üniversitesi

İliihiyat Fakültesi yayınları : IX, Son Havadis matbaası, Ank. 1 955.

2 • Tiyatro. Namık Kemal' Tiyalro, İb, 31 Mart 1 873 (2 safer 1 290); Tiyatrodan bahseden arka­daşlara, Hd, 1 873, S. 33; Mukaddeme-i Celal, Matbaa-i Ebuzziya, İst. 1 892.

Selim Nüzhet Gerçek' Daimabalıçe liyatrosıı, PS, 1 941, C. I , S. 4; lik Türk ıiyaırosıı ve ilk Türk piyesi, PS, 1 941, C. I, S. 7·8; Bıırsa ve Adana tiyatroları, PS, 1942, C. I, S. 1 0; Vç Naum tiyalrosu, PS, 1 942, C. I, S. I 1 .

Kemal Kirnil Aktaş' Eski ramazanlarda liyalro, PS, 1 941 , C. I , S . 7 .

S. Nahit Bilga' Tanzimiii ve tiyatro, SF, 1942, C . XCII, S . 2415.

Daha Gelenbevi' Galata ıiyatrosıı, PS, 1 942, C. Il, S. 18 .

Hasan Ali Ediz' Bursa ıiyatrosıı ve Ahmel Vefik Paşa, DT, 1 957, S. 36.

Baba Dürder' Bi:de ilk tiyatro sözleşmesi, Vr, 1 959, S. 12 .

Refik Ahmet Sevengil' Opera sanalı ile ük ıemaslarımız, Türk tiyatrosu tarihi: I l , Maarif basımevi,

İst. 1959; Tanıimal li_vatrosu, Türk tiyatro tarihimiz: III, Milli Eğitim basımevi, İst.

1 96 1 .

3 • Roman v e hikıiye. Ahmet Midhat' Roman v e hikayeler ahlak-ı umumiyye için mıı:ır mıdır, değil midir?, Şk, 1 881 , C. I, S. 1 .

Namık Kemal' Kemal Bey'in bir makalesi ( tnıibah romanuıın önsözü), Şk, 1 882, C . Il, S . 5 .

Pertev Naili Boratav' lik romanlarımı:, Folklor ve edebiyat ll, Recep Ulusoğlu basımevi, Ank.

1945, •. 1 30-152.

4 • Dil. Ahmet Midhat' Osmanlıcanın i�ltihı, Dağarcık, 1871 , S. I.

Said Paşa' Gazeteci lisanı, Sııhııh matbıııısı, İst. 191 1.

Page 195: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 195

5 - Gazetecilik. Ebuzziya Tevfik' Türk gazeıeierinin ıeriicim-i ahvıili. Salname-i Hadika, 1 873, s. 65-88.

Ali Muzaffer' Bizde musan•er gazeteler, HF, 1 893, S. 34.

Selim Nüzhet (Gerçek)' Türk gazeleciliği ( ı831-ı881) (Yüzüncü yıldönümü münasebetiyle İs­tanbul Matbuıit Cemiyeti tarafından basılmıştır), Devlet matbaası, İst. ı 931 ; Tal."tıim-i Vekayi, Aylık Ansiklopedi, 1944, C. I, S. 6.

İhsan Sungu' Hürrriyeı gazetesi, Aylık Ansiklopedi, 1944, C. I, S. 2; Diyojen gazetesi, 1944,

C. LI. S. l l ; Muhbir gazetesi, Aylık Ansiklopedi, 1945, C. II, S. 13.

Mustafa Nihat Özön, Ilk Basın Ni:ı:amnamesi, Yeni Sabah, 13 Ağustos ı949.

Hasan Relik Ertuğ' Basın ve yayın harekeıleri tarihimiz, C. I, Sıılhi Garan matbaası, İst. 1959;

Türk basını nasıl doğdu ı•e gelişti ?, Yeni Türkiyt", Türk-Amerikan Üniversiteler Derneği yayıniann dan, İst. 1959, s. ı 7ı -202.

Server İskit' Amme efkürı ve ilk gazeıelerimiz, İstanbul Gazeteciler Cenıiyeti yayıtılanndan, İst. 1959.

Abbas Parmaksızoğlu' Türk gazetecilik ve basın tarilıi, Dünya Haberler Ajansı, İst. 1959.

Münir Süleyman Çapanoğlu' Basın tarihimize ilôve ( Türk gazeteciliğinin yüzüncü yıldönümü mü­

nasebeti_yle), Yeni Doğuş matbaası, İst. 1960; Basın tarihimize dair bilgiler ı•e halıralar, Hiir Türkiye Dergisi yayınlanndan, İst 1962.

c) MEKTUP. �luallim Nici' Mektııplarım, C. I, Koııstantaniyye (İst) 1 888.

Ahmet Midhat-Muallim Nici' Muhüberat ve mııhaveraı, Terceman-ı Hakikat matbaası, İst. 1895.

Abdiiihak Hinıid (Tarhan)' Mektuplar, yayıtılayan: Süleyınan Nazif, 2 cild, Külliyyit-ı Asar, Asir-ı Müflde kütüphanesi, Matbaa-i Amire, İst. ı9ı8.

d) A:."'TOLOJ l. Ebuzziya Tevfik' Nümııne-i Edebiyyit-ı Osmaniyye (Akif Paşa, Edhem P .. rtev Paşa, Şinasi, Ziya

Paşa, Namık Kemal), VI. baskı, Matbaa-i Ebuzziya, Konstantiniyye (İst) ı 9ı3.

e) HATlRAT.

Ahmet Midhat' Menfa, İst. ı877.

Nuri (Menipirzade) Akkıi, İzzet Efendi matbaası, İst. 1 877.

Ali (Basiretçi)' Istanbul'da yarım asırlık vekayi'-i mühimme, Hüseyin Enver matlıaası, İst. 1909.

Uereketzade İsmail Hakkı' Yıid-ı mii:ı:i, Tevsi'-i Tıbıiat matbaası, İst. ı9ı6.

Abdurrahman Şeref' Tarih müsıihabeleri, Matbaa-i Amire, İst. 1923.

Nizını Paşa' Bir devrin tarihi (tef.), Cmb, Ocak ı 932.

Abdiiihak Himid (Tarhan)' Hatırat (tef.), İkdaın, İlk tef. : 14 Şubat 1924.

ABDÜLHAK HAMİD TARHAN

Ömer Lütfü' Tecrübe-i imikod - Duhıer-i Hindu, Türk matbaası, Kahire I 905.

Şehibettin Süleyman' Abdiiihak Hıimid-Tenkidat-ı edebiyye, Hayatı ve sanaıkıir, Cilıan ınatbaası, Derisaadet (İst.) I 913.

Celal Salıir (Erozan)' Yine Te zer hakkında, SF, 1909, C. XXXVI, S. 929; llfüsahabe-i ıemaşaiyye :

Te;er ve Finıen temsilleri hakkında, SF, 1909, C. XXXVI, S. 934.

Page 196: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

196 KENAN AKYÜZ

Müfid Ratib' Tem�a renkidi ( Finırn'iıı temsili hakkında), MM. 1909, C. Il, S. 23; Abdülhak Hamid'in şaluiyyeı-i ıemlifliiyyesi, TY, 1913, C. V, S. 13.

Köprüiiizade Mehmed Fuad' A bdiiihak lliimid'in şiir/eri, SF, 1 9 1 1 , C. XL, S. 1 037; Abdülhak Jlamid müceddid, TY, 1913, C. V, S. 13 ; Makber münasebeıiyle, Bugünkü edebiyat, İkbal kütüphanesi, İst. 1924, s. 201-207; Hamid'in sanatı, Ül, 193i, C. IX, S. 51

Süleyman Nazif' Abdülhak Hamid Bey, SF, 1 91 I, C. XLI, S. 1 044; Libmr hakkırıda birkaç söz, TY, 1913, C. V, S. 13.

Ali Canip (Yöntem)' Hamid- Fikreı, TY, 1913, C.V, S. 20; Hamid şair, TY, 191 3, C. V, S. 1 3. Rıza Tevfik (Bölükbaşı)' Abdiiihak H ümid ı·e mülahazaı-ı felsefi)')'esi, Kanaat kütüphane•i ve

matbaası, İst. 1918. Fevzi Lütfü' Ruhlar, Dg, 1922, C. l l l, S. 26. Filorinalı Ni.zun' Şair-i a'zam A bdülhak llamid beyefendi v• tercüme-i hallrri, Süs, 1923, S. 22. l.mail Hikmet (Ertaylan)' Abdülhak Hamid, Kanaat kütüphanesi, İst. 1932. İbrahim Neemi (Dilmen)' Abdülhak Ilümid tıe eserleri, Kanaat Kütüphanesi, İst. 1932. Lueien Abdülhak Himid (Tarhan)' L•tıus a A lıdülhak llamid (1 920-1927), Matbaacılık T. A. � .•

İst. 1932. Ahmet Cevat (Emre)' Abdülhak Ilamid-Hayatı, seçme şiir ı•e yazıları, Çığır kitabevi. İst. 1937. Fı;vıöye Abdullah (Tansel)' Hômid ve Makber, Ül, 1 937, C. IX, S. 5; Makber'de Leyla ı•e Mecnun

ile Hüsn ü Aşk tesirleri, Ül, 1938, C. X, S. 59-60; Abdülhak 1/amid'in karakterine aiı noılar, vı. 1940, c. xv, s. 87.

Hüseyin Cahiı Yalçın' Matbuaı ha.valı·Hamid'in ölümii, FH, 1937. C. VII, S.183; Hamid'in ölümü, YG, 1937, C. IX, S. 215.

N abit Sım (Örik)' Abdülhak Hamid'in ıiyaıro eserleri, tll, 1 937, C. X, S. 55-56; Htimid ı•e tiyatrosu hakkında birkaç umumi düşünce, Vr, 1940, C. X, S. 1 6 1 .

İbrahim Alaeddin (Gövsa)' Hômid, YG, 1 937, C . I X , S . 2 1 5. Şevket Aziz Kan•u' Hamid'in anlropolojik ıedkiki, Ül, 1937, C. IX, S. 51 . l.mail Müştak (Mayakon)' A bdülhak llamid, Ül, 1937, C . IX, S . 5 1 . Hasan Ali Yücel' lltimid'in hayatı, Ül , 1937, C . I X , S . 5 1 . Vedat Nedim Tör' San'nıkar Hiimid, tll, 1937, C . I X , S . 51 . Ziyaeddin Fahri (Fmdıkoğlu)' lliimid bir feylosof mudur?, YT, 1937, C. V, S. 54. Ali Kimi Akyiiz' Htimid ve Makber, YT, 1937, C. V, S. 54. Agah Sırn Levent' Abdülhak Hamitl, YT, 1937, C. V, S. 54. Nuoret Sefa Coşkun' Ölen lliimid- Yaşayan Jliimid, YT, 1937, C. V, S. 54. Ahmet Harndi Tanpmar' Makher'in son tab'ı münas•beıiyle, Ol, 1 939, S. 23. Nazan Hami Dani�mend' Abdülhak Hiimid'ıe şiir atavi:mi, Tkl, 1939, S. 2. Faruk Nafiz Çambhel' Abdülhak 11/imid'i nasıl tanıdı m ?, YG, 1941, C. XVIII, S. 488. İHmail Hami Danişmend' Hiinıid'in otobiyoğrafisi, Cmh, 13 Nisan 1942, s. 2. Ahmet İhsan Tokgöz' lltimid, SF, 1942, C. XCI, S. 2382. Hıfzı Tevfik Gönensay' Hamid - Son yılları, şiir/eri, Vakit matbaası, İst. 1943. Mehmet Kaplan' Gariim'daki felsefi ve içıimai fikirler, TDED, I 946, C. I , S. 3-4; Tabiaı karşı·

sında Abdülhak Iliimid I, TDED, 1949, C. lll , S. 3-4; II, TEED, 1 951 , C. IV, S.3 ; Abdü/­hak Hamid, ls, 1 955, C. II , S. 4.

Ali Nihat Tarlan' Abdülhak Hamid, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Eele­biyatı Mezunlan Ceıniyeti yayını, İst. 1947.

Munis Faik Ozansoy' Abdülhak Jlamid, Hs, 1 952, S. 23; Abdülhak Hamicl ı·e Finıen, DT, 1956, s. 29.

Page 197: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 197

Ali Gündiiz (Akınrı) ' lJiimid'in sanatı üzerine, TD, 1 953, C. lll, S. 25; Abdülhak lJiimit Tarhan­

lln_yaıı, cs.rleri ııe sanatı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya yayınlan: 93, Tiirk Tarih Kurumu hasımevi, Ank. 1954; Makher'in değeri, Hs, 1 956, S. 29.

Hikmt"t Dizdaroğlu' Abdülhak /liimid Tarhan - lla_yalı, sanatı, -.erleri, Varlık yayınlan, Tiirk klasikleri : 26, İst. 1 953.

Ömer Faruk Akiin' llômid'in Merkad-i Fiitih'i Z(yaret manıumesi ııe içindeki görüfler, TDED, 1 956, C. VII, S. 1 -2.

Cevdet Kudret (Solok)' Şair-i a':am, Vr, 1958, S. 492. Kaya Bilgegil' Abdülhak lJtimid'in fiirlerinde ledünni meselelerden : Allah, (Mevzuun filoloji

bakımından ıedkiki), C. 1., Ankara İlıihiyat Fakültesi yayınlan: 28, Osman Yalçın matbaası, İst. 1959.

Kenan Akyü' Finten, Türkoloji Dergisi, Ankara Üniversitesi Tiirk Dili ve Edebiyatı Araştırmalan Enstitiisii yayınlarından, 1 964, C. I, S. I, s. 1 5-50 .

. -\GAH Elo'ENDl

Mustafa Nihat ( Özön)' Gazeteciliğimiz ve Agtih Efendi, KI, 1938, C. I, S. I .

Server İskit' llususi ilk türkçe gazetemiz "Tercüman-i Ahı•til" ve Agah F.fendi, Ulus basımevi, ,\nk. 1 937; Agah Efendi, Aylık .-\nsiklopedi, 1 944, C. I, S. 6.

A HMET Ml DHAT Kt>mal' Eyvah, İb, 20 Mart 1873, s. 2. Ahmet H kmet' M esiiil-i muğlıika, SF, 1 898, C. XVI, S. 401 . Halil Edht>m' Ahmet Midhal Efendi, Şh, 1912, C . I l , s . 70. Nigir Hanım' Matem-i milliye muıuam bir keder, Şh, 1 91 2, C. l l , S. 70. Abdurrahman Şeref' Ahmeı Midhaı Efendi, TOEM, 1913, C. VI, S. 1 8. Fatih Kerimi' Merhum Ahmet Midhat Efendi ve -5imal Türkleri, TY, C. lll, S. 6(30), 1 91 3. Kazım Nimi(Duru)' Merhumıın lerreme-i hali ve meniikıbi, TY, 1913,C. Il, S. 6(30); Ahmet

Midhat Efendi'nin Hayat ve Meniıkıbı, TY, 1 91 3, S. 8(32) - 9(33). Ali Kemal' Ahmet Midhat Efendi, Rir safha-i tarih, İst. 1913, s. 19-30. l,maiJ Hikmet(Ertaylao)' Ahmet 1Hidhaı, Milli kiitüphane edebiyat serisi: 12, Kanaat kütüp-

hanesi, İst. ı 932. Samim Kocagöz' Tanzimiii ve hika_ye- 4.hmeı Midhat, SF, 1 940, C. LXXXVII I , S. 2285. S. Nahit Bilga' Türkçede ilk ıi_yotro _vazanlar-Ahmeı Midhat, SF, 1 9.ı2, C. XCI, S. 2376. Kamil Yazgıç' Ahmet Midhaı Efendi-lla_yatı ve htitıraları, Tan basıınevi, İst. ı 940; Yazılmamış

htiııralar, Vakit, 7, 1 4- 1 5 Şubat 1944; Ahmet Midhaı matbaasını na3ıl kıırdu?, Vakit, 2 1 Mart ı 944, • · 2.

Avni Bn�man' Ahmet Midhaı Efendi, İs 1 945, C. l l l , S. 27. Ali Canip (Yöntem)' Ahmeı Midhat-llimmeıi ve hizmeti, ls, 1 945, C. I I I, S. 27. Mahmut Tarzi' Merhıım Ahmet .Uidhat Efendi, ls, 1945, C. I I I, S. 28. Ahmet Caferoğlıı' Ahmet Midhat Efendi ve tiirkçemiz, TDED, 1946, C. Il, S. I. Sabri Esat Siyavıı�gil' Ahmeı Midhaı F.fendi mürebbi, Kenan basımevi, İst. 1 946; Ahmet Midhaı

Efendi, ls, 1946, C. V, S. 55-58; Ahmet Midhat Efendi, İsliım Ansiklopedisi, C. I , s. 184-1 87.

Ra. Ça.' Ahmeı Midhaı Efendi, Aylık .\.nsiklopedi, 1944, C. I, S. 3. Hakkı Tarık Us' Ahmet Midhat F.fendi Üe şair Fıtnaı Hanım, Vakit basınıevi, İst. 1 9·l8; Bir jü­

bileııin intibaltirı : Ahmet Midhat'ı anıyoruz, Yakit basımevi, İst. 1955.

Page 198: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

198 K E NA N AKYÜZ

Hikmet Dil!daroğlu' Ahmet Midhat ı•e klri•ikltr, Hs, 1 950, C.l, S.7. l\lu,tofa Baydar' Ahmet Midhaı Efendi-Hayatı, sanatı, eserleri, Varlık yayıııevi, İst. 1 95,ı.

Cevdet Kudret' Ahmet ılfidhaı, T. D. K. Tanıtma yayınlar, Türk Diline Emek Verenler dizisi : 4, Ankara Üniversitesi basımevi, An k. 1 962.

AHMET VEFİ K PAŞA

Ahmet Vefik Pruıa' Lehce-i osmani (on•öı), Talı'·hône-i Amire, İot. I R67.

İsmail Hikmet (Ertaylan)' Ahmet Vefik Paşa, Kanaat kibabevi, İst. 1 932.

Mustafa Nihat Özön' Ahmet Vefik Paşa ve F:rnani terriimesi, KI, 1 938, S. 2.

Mehmet Zeki Pakabn' A hmet Vefik Paşa , A. Sait basımevi, İst. 1942.

Hikmet Dizdaroğlu' A hmet Vefik Paşa, Vr, 1952, S. 387.

Ahmet Harndi Tanpınar' A/ı,.,ı Vefik Paşa. İslam Ansiklopedisi, C. I , s. 207-2 10.

Ha•an Ali Ediz' Ahmet Vefik Paşa, DT, 1957, S. 35.

Liltfi Ay' Ahmet Vefik PaJa, DT, 1 957, S. 36; Ahmet Vefik Paşa, TU, 1 9:i7, C. VII, S. 73.

F. A. Tamel' Ahmet Vefik Paşa, Belleten, 1 961, C. XXVllL S. 1 09; Ahmet Vefik Paşa'rırn ••crleri, Belleten, 1 964, C. XXVIII, S. l l O; Ahmet Vefik Paşa'nırı şahsiyetinin teşekkiilü, hu•ıısi ha,vatı ve muhtelif karakterleri, Bellete:t, 1 965, C. XXIX, S. 1 1 3.

ALl BEY Selim Nüzhet Gerçek' Ali Bey, Aylık Ausiklopedi, 1 945, C. I , S. 1 0.

Doğan Aksan' Kokona Yatıyor (önsöz), Dün-Bugün yayınevi, Türk klasik. serisi : Ll , Ank. 1 96 1 .

Baba Dürder Ali Bcy-Letrifet, 2. baskı, inceleme kısmı, s . 37-45, Rcmzi kit:ıbevi, İst. 1961.

ALl SUAVİ Midhat Cemal Kuntay' Sarıklı ihıilrilci Ali Suaııi, A. Halit kitabe\i, İst. 1 946.

Hikmet Dizdaroğlu' Ali Suavi'de dil anlayışı, TD, 1 958, C. VIII, S. 80.

Falib Rıfkı Atay' Baş veren inkılabçı, Dünya yayınlan: 4,, Yeni Gün matbaa'!, İst. (taribsiz).

EBUZZİYA TEVFİK Köprülüzade Mehmed Fnad' Ebuzziya Teııfik Bey (Ölümü münasebetiyle), SF, 1 9 1 3, C. XLIV,

S. 1 140; Ebuzziya Tel'fik Bey, Bup:ünkii edebiyat, İkbiıJ kütüphanesi, İst. 1 924, s. 3 1 4 .. 3 1 9.

�lustafa Nihat (Özön)' Ebuz:iya Teı•{ik, ki, 1 938, S. 3-4.

İhsan Snngn' Ebuıziya Tevfik, Aylık Ausiklopedi, 1945, C. ı, S. 9.

Şalıap N azmi Co�kunlar' Rbuıziya Tef1'ik-1Iayatı ve eoerleri, TKDR, I 957, S.4.

HAYRULLAH EFENDi İsmail Himi Danişmend' Türk Ti)·aırosunun ilk piye•i, Tki, 1 939, C. ll, S. 8.

Menzel' /Ia_yrııllah Rfmdi, İslam Ansiklopedisi, C. V, Kısım ı, s. 393-39-ı.

MUALLİM NACl Muallim Naci' ö,.,r'in çocukluğu, Şirket-i miirettibiyye matbaası, İst. I 89.ı. Selihi' Mııallim Naci, Şirket-i mürettibiyye matbaası, İst. 1 894.

İsmail Hakkı' Muallim Ntici F.fendi, l\işan Herheryan ınatbaası, İst . 1 895.

Köprülüzade Mebmed Fnad' Muallim Ntici, SF, 1 9 10, C. XXXIX. S. 1 003; C. XL, S. 1 0 1 8 ; Tehôliif-i e:vak (Muallim Ntici müna•ebeıiyle), SI<', 1 9 1 1 , C. XL, S. 1023.

Ahmet Rasim' 111ııharrir, şair, edip, Kanaat kiitiiphanesi, İst. 192,1.

HWıeyin Avni' Muallim Ntici, Kanaat kütüphanesi, İst. 1 923.

Ali Canip Yöntem' Muallim Ntici, İs, 1 944, C. I, S. l l ; Mııa/lim Ntici · Hayatı, ahltikı, ls, 1 9H,

c. ll, s. 1 4.

Page 199: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

lllODERN TÜRK EDEBİY ATI NIN ANA ÇİZGİLER İ

NABİZADE lÜZIM

İ•mail Hakkı' Nilbizade Nii:ım Be_v, Mk, 1891, S. 6 . Mehmet Sadık' Nabizade Nazım ve 7.ehra'sı, SF, 1895, C. X, S. 254. İsmail Hikmet (Ertaylan)' .'Viibiziide Nazım, Kanaat kitahe�i. İst. 1 932.

1 99

Samim Kocagöz' Tanzimat ı·e Hikaye : Nabiz<ide Nazım. SF, 1940, C. LXXXVIII, S. 2287. İbrahim 7..-ki Burılıırlu' Kara Bibik (19·11 baskısı dolayısiyle). Ül, I 914, C. V I I, S. 77.

N AMIK KEMAL

Mehmet Murat' Üdebiimızın nümüne·i imıisaUeri • Süistre, ]\Iz, 1888, S. 41, 42, 14. Elııızziya Tevfik' Kemal Bey'in terceme-i hali, Ebuzziya matbaası, İst. 1908. Kemalzide Ali Ekrem (Bolayır)' Ruh-i Kemal, Mehmet Bey matbaası, İst. 1908; Namık Kemal,

Maarif basınıevi. İst. 1 930. Baha Tevfik' Celôleddin-i Harzernşah, Teceddüd-i ilmi ve edebi, İst. (tarihsiz), s. 1 68-173. Siileyman Nazif' Namık Kemal, İkdam matbaası, İst. 1 922. Kemalettin Şükrii' Namık Kemal, Kanaat kütüphanesi, İst. 1 93 1 . İsmail Hikmet (Ertaylan)' Namık Kemal, Kanaat kitabevi, İst. 1 932. Sadettin Nüzhet (Ergun)' Namık Kemal-Hayatı ı•e şiirleri (önsöz), Yeni Şark kitabevi, İst. 1 935. Kemal Tahir' Namık Kemal için diyorlar ki (anket), Şirket-i Mürettibiyye matbaası, İst. 1936. Rıza Nur' Reı•ii-bilig VI (Namık Kemal sayısı), İskenderiye 1936. Hilmi Yü.-eb�' Namık Kemal ı;e ı•atan sevgisi, İl basıme"i, Tekirdağ 1 937; 105. ooğum yıldö·

niimiinde Namık Kemal, Köprü kitahe"i, İst. 1 946; Bütün r.epheleriyle Namık Kemal­

Hayatı, haııraları, şiirleri, Orhan Mete ve ortağı kollektif şirketi matbaası, İst. 1959. Mustafa Nihat Özön' Namık Kemal ı·c lbreı gazetesi, Rt'mzi kitabt'"i, İst. 1938. Ahm.-t Harndi Tanpınar' Namık Kemal'e dair düşün�eler, Çğ, 1 939, C. VII, S. 76. Ziya Somar' Namık Kemal ve Viktor Hügo, KI, 1939, S. 12. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu' Namık Kemal, Ül, 1939, C. XII, S. 7 1 ; Namık Kemal ve yaşayan

tarafları, Ül, 1910, C. XVI, S. 9 1. 1\emal Turan ' Atatürk ı•e Namık Kemal, Ül, 1940, C. XVI, S. 91. Fevziye Abdullah (Tansel)' Namık Kemal'in ahlôki hıısusi_vetlerine dair notlar, Ül. 1940, C.

XVI, S. 91; Namık Kemal ı•� Her• ı•e:ni, Ül. 1940, C. XVI, S. 94; Hıısıısi mektuplarına

göre Namık Kemal ve A bdiiihak llamid, Güneş matbaası, Ank. 1949." Şerif Huliı•i' Namık Kemal'in eserlerinin tenkidli tab'ı hakkında, Ül, 1 9·ıO, C. XVI, S. 94; Namık

Kemal'in eserleri (bibliyografya), Namık Kerral Hakkında, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Enstitüsü ııeşriyatı: 2, Vakit matbna.ı, İst. 1942, s. 303-420.

İbrahim Nremi Dilmen' Namık Kemal -Eseri, tesiri, Vr, C. XI, S. 180; Namık Kemal'in roman·

cılığı ııe roman/arı, Namık Kemal Hakkında, Dil V<' Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili

ve Edebiyatı Enstitüsü ııe�riyatı: 2, Vakit matbaası, İst. 1 9·12, s. 78-125. F:nvcır Ziya Karai' Namık Kemal ve Şark meselesi, Namık Kemal Hakkında, Dil ve Tarih-Coğrafya

Fakültesi Tiirk Dili ve Edebiyatı Enstitüsü neşriyatı: 2, Vakit matbaası, İst. 1942; s. 281 -293.

Bekir Sııkı Baykal' Namık Kemal'c göre Aı•rupa ve biz, Namık'Kemal Hakkında, Dil ve Tarih­

Coğrafya Fakültesi Tiirk Dili ve Edebiyatı Enstitüsü neşriyatı: 2, Vakit matbaası, İst .

1 942, s. 187-21 7. Pertev Boraıav' Namık Kemal'in gazeteciliği, Namık Kemal Hakkında, Dil ve Tıırih-Coğraf)·a

Fakültesi Rütrk Dili ve Edebiyatı Enstitüsü neşriyatı: 2, Vakit matbaası, İst . 1942, s. 161-182.

Page 200: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

200 KENAN AKYÜZ

Behice Sadık Boran' Namık Kemal'in .•o•:yal fikirleri, Namık Kemal H akkında, Dil ve Tarih­Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Enstitüsü neşriyatı : 2, Yakit matbaası, İst.

ı 942, •. 2-19-279. Cevdet Perin' Namık Kemal ve J?ra,..ı: tdebiyaıı, Nam-ık Kemal Hakkında, Dil ve Tarih-Coğrafya

Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı En•titüsü neşriyatı: 2, Vakit matbaası, ht. 19-ı2, s. 1 27-155.

Niyazi B .. rkes' Namık Kemal'in fikri ıekômülü, Nanuk Kemal Hakkında, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakiiltesi Türk Dili ve Edebiyatı En•titüsü neşriyatı: 2, Vakit matbaası, !st. 1 9·�2, s. 218-239.

Abdülkadir İnan' Rus matbuılıında Namık Kemal, Namık K .. mal H akkında, Dil ve Tarih-Coğrafya Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı neşriyatı: 2, Vakit matbası, İst. 1942, s. 295-302.

Abdülbiki Gölpınarlı' Namık Kemal'in şiir/eri, N amık Kemal Hakkında. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülte•i Türk Dili ve Edebiyatı Enstitiisü neşriyatı : 2 Vakit matlıaası, İst. 1942, s. 1 1-77.

Baha Diirder' Namık Kemal'in romanları ( }'üzüncü doğıım yılı münasebeıiyle), Çığır J..itab .. vi,

İst. 1940. Nttip Fazıl Kıııakiirelı.' Namık Kemai-Şahsı, eseri, �esiri (Doğıımunun _viizüncü _vıldönümii mü­

nasebeıiyle), Türk Dil Kurumu yayınl�_rındım, Recep Ulusoğlu basımcvi, Ank. 1940; Vatan

şairi Namık Kemal,_ Semih Llıtfi kibabevi, lst. 194 1 . Ziyaeddin Fahri Fmdıkoğlu' Türk hukuk tarihinıle Nam ı k Kemal, Kenan basımevi, İst. 1941 . Namdar Rahmi Karatay' Namık Kemal ııe idralizmi, Ankara kitabevi, Bursa 1 941 . İb88n Sungu' Namık Kemal, Ankara Halkevi neşriyatı, İst. 1 941 ; !Vamık Kemal, Aylık ,\nsik­

lopedi, 1 944, C. I, S. 8. Atsaz' Namık Ktmal, Ça, 1 942, S. 22. Mehmet Kaplan' Namık Kemal' e gört ;,..an, t., 194-ı, C. I , S. 4; Namık Kemal-Hayatı ı•e eserleri,

İbrahim Horoz basımevi, İst. 1 948; Namık Krmal ı•e Fôıih, TUEU, 1954, C. V I . Mitbat Cemal Kuntay' Namık Kemal ( Devrinin insanları ve olayları arasında), ıı.{aarif matbaası,

C. I, İst. I 944; C. Il, Il. kısım, İst. 1949, C. I I , II . kısım, İst. 1 956. Nihat Simi Banarlı' Namık Krmal ı•e Tiirk-O�manlı milli_veıçiliği, İstanbul Üniversitesi Türk

Dili Edebiyatı Mezunları Cemiyeti yayınlan, İst. 1 947. Burhanettin Batıman' Namık Kemal'in bir manzamesi ve Alman idealizmi, TUED, 1948, C. I I I ,

S . 1-2; Namık Kemal'de deizm v e humanizm, TUED, 1949, C . nı, S . 3-·1. Edip Ali Baksı' Namık Kemal Afyon'da, Halkevleri yayınları, Milli Kültür Araştırmalan: l l,

Ank. 1949. Hikmet Dizdaroğlu' Namık Kemal ve Abdülhak Hamid, Ye, 1950, S. 6; N�mık Kemal-Ha_yaıı,

sanaıı, eserleri, Varlık yayınları, Türk klasikleri: 6, İst. 195-ı, 1 957, 1 959. Nevzat Yalçın' Namık Kemal Mağusa'da, Hs, 1 95 1 , S. l l, 12, 1 3. B.,hçet Kemal Çağlar' Namık Kemal, Üstünet yayıııevi, İst. 195-ı. İbrahim Zeki Burdurlu' Kalebeni Namık Kemal, TU, 1954, C. nı, S. 28. Vasfi Mahir Koeatiirk' Namık Kemal'in ha_vatı, Buluş yayınevi, Ank. 1955, 1957. Yaşar Kökeal' Nar.uk Kemal, Şevket Ünsal nıatbaası, !.t. 1957. A�lan Ergüç' Namık Kemal, Şahap kitabevi, Konya 1959. Besim Akımsar' Namık Kemal-Hayatı, ki�iliği, müradele&i, e&erleri. Kovan kitabevi, izınir 1961 .

RECAiZADE MAHMUT EKREM lllenemenliüde Tahir. Zemzeme, Gnş, 1884, C. ı, S. 1. Samipa,uide Suni' Zemzeme, Gnş, 1 884, C. I, S. 5.

Page 201: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

�!ODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ

lllehmet Murat' Od�bômııın nümiine·i imiisaileri • Vuslaı, Mz, 1 888, S. 47, 49-53, 57-61 . İsmail Hakkı' Ekrem B�_y, Mahmut Bey matbaası, İst. 1 890. Ali Suat' i\fııhsin bey (ıenkid), Mk, 1 893, Yıl: 3, S. I . Ahmet Midhat' Şemga, Ml, 1 895, C. I , S . 25. M. T. Fikret' E/tr�m Bey, SF, 1 896, C. X, S. 258.

201

Ahmet Raeim' Risale-i pejmürde hakkında mülahaziil·ı edebiyye, ME, 1 899, C. VI, S. 70. Köpriiliizade Mehmed Fuad' Nejad Ekrem, SF, 1912, C. XLII, S. 1073; Osıad Ekrem, Bugünkü

edebiyat, İkbal kütüphane•i, İst. 1 924, s. 289-297. Ali Ekrem (Balayır)' Recaizade Mahmud Ekrem Bey, İstanbul Darülfiinunıı Edebiyat Medre·

sesi Mezunları Cemiyeti neşriyatı : I l , Evkaf-ı İslaıniyye matbaası, İst. 1 923. İ•mail Hikmet (Ertaylan)' Recaizade Ekrem, Milli Kütüphane Edebiyat Serisi: 7, Kanaat kü-

tüphanesi, İst. 1932. Sabri Esat (Siyavuşgil)' Recaiıade J-:krem'de fiir telakkisi, Vr, 1 939, C. VII, S. 1 35. Mehmet Kaplan' Ekrem tıe Hamid üzerinde Lamarıine'in tesiri, İs, 1 944, C. I , S. 12. Ercümend Ekrem Talu' Recaiıade Mahmut Ekrem, Aylık Ansik1operli, 19-15, C. I, S. 9. Güzin Dino' Tanzimat'tan sonra gerçekçiliğe doğru, DTCFD, 1 951, C. I X, S. 1-2; Araba Sevdası·

Kıırulıışu hakkında bir dmeme, DTCFD, C. IX, S. 4 ten ayn basım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ank. 1 95 1 ; Ret:aizade Ekrem'in Artıba Sevdası romanında gerçekçilik, TM, 1954, C. Xl, s. 57.

Fevziye Abdullah (Tansel)' ıUuallim Niki ile Re<:aizade Ekrem arasındaki münakııfalar ve bu

münakaşaların sebep oldıığıı edebi hadise/er, TM, C. X dan ayrı basım, Osman Yalçın mat· lıaası, İst. 1953.

Şükrü Kurgan' Recaiıade Ekrem -Ha_yalı, sanatı, eserleri, Varlık yayınları, Türk Klasikleri: 37, İst. 1954.

Necdet Sançar' Recaiıade Ekrem'in eserleri ı•e eserl�rinin çeşitli basım/arı. TKDB, C. V, 1956, s. 2.

SAMiPAŞAZADE SEZAİ

Mehmet .Murat' Odebômııın nümüne-i imıiıalleri • Sergiizeşt, Mz, 1 888, S. 64, 66, 68. Tevfik Fikret' Samipaşaıade Se:ai, SF, 1 898, C. XV, S. 382. Filorinalı Niizım' Edebiyaıımııın büyük bir üsıad-ı ibdti'karı, Süs, 1 923, S. 19. Süleyman Nazif' İclıil, Süs, 192·1, S. 12. Selôlıattin (Güngör)' Samipaşaıade Sezai Bey'in yolısında bir saat, YK. 1927, S. 6. Peyanıi Sefa' Samipaşaıade Seziii, Cmb, 2 Nisan l 936. !11. Turhan Tan' Samipaşazade Seıai - Ila_yatı ı·� eserl.ri, Cmh, 28 Nis:ın 1936. AbdurTahman Adil' Samipııfaıtide s�ıai, Cmb, I Mayıs 1936. Haean Ali (Yüeel)' Samipııfaıade s�:ai ı•e .Milli Edebiyat, Pazartesi Konuşmaları, Remzi

Kitabevi, İst. 1 937, s. 250-25ı. Hukı Sulıa Gesgin' Samipaşaıade Seıai, YMc, 1 939, C. ll, Sayı : 2 1 . Sanıim Kocagöz' Tanzimat v e hika.w : Samipaşazade SeJ:ai, SF, 1940, C . LXXXVIII, S. 2286. Güzin Dino' Samipaşaıade Seıiii Be_y'in Sergüzeşi isimli romanında gerçekçiligin payı, UTCFD,

1 954, C. XII, S. 1-2 . A. l''erhan Oğuzkarı' Samipaşazade Sezai-IIayatı, •anaıı, e•erleri, Varlık yayııılan, Türk klıhik·

leri, İst. 1954. Kenan Akyüz' Sergüzeşi romanı üzerine, TD,

.1 956, C. V. S. 55.

Page 202: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

202 KENAN AKYÜZ

SÜLEYMAN PAŞA Niyazi Ahmet Banoğlu' Sül•yman Paşa, Vakit basımevi, İ•t. 1 943.

Kemal Zülfü Taneri' Türk edip ı·e tarihçilerinden Süle_yman Hüanü Paşa'nın ha_yatı ve e•erleri, M. Sv. B. Araştırma ve Geliştirme Başkanlığı yaymlanndan, Genkm. basımevi, Ank. 1963.

ŞEMSETTİN SAMt Ahmet İh�an (Tokgöz)' Şem•eııin Siimi Bey, SF, 1 896, C. Xl, S. 275.

�•ıruettin Sami' Kamiia-ı türki (önsöz) , İkdam matbaası, İst. I 901 .

lllehmet Veled (Çelebi)' Li•anımııın esasları ı•e .Şemaeııin Siimi Bey, RK, 1 908, C. I, S. I . Hikmet Ttırhan Dağlıoğlu' Şemaeııin Silmi-Hayatı ve eaerleri, Resimli A y basımevi, İst. 1 934.

Uikmcı Dizdaroğlu' Şemseııin Siimi bey ı•e dil anlayışı, TD, 1 952, C. I . S. 9.

ŞlNASt EbtlZZiya Te�fik' Şinasi ile bir mü/akat, ME. 1 898, C. V I I I , S. 80; .Şiııasi'nin eyyam-ı ahire-i

hayaıı, ME, 1 9 1 1 , C. X, S. 1 05; C. Xl, S. 1 06 ; Muhallefiit-ı Şinasi, ME, 1 9 1 1 , C. Xl, S. 1 07.

Köpriilüzade Mehmed Fuad' Şinasi'nin şiir/eri, S F, 1 9 1 1 , C. X LI , S. l OS2. İbrahim Neemi (Dilmen)' Şirıaai ve iiaiirı, Yr, 1 92 1 - 1 922, S. 1 0-2 1 ; Şair eııleıımeai mudhike•i,

Yr, 1 922, S. 1 20.

Ahmet Rasim' ılfatbutit tarihine medhal : tik büyük muharrirlerden Şinasi, Yeni matbaa, hı. 1927.

İsmail Hikmet (Ertaylan)' Şinasi, Kanaat kitabevi, İst. I 932.

Mu•tafa Nihat Özön' Şinasi 1 8-20 _yaşında Avrupa'ya gitmedi. KI, 1 939, S. 9; Şinasi, ,\ ylık Ansiklopedi, I 944, C. I, S. S.

Ali 1\ihat Tarlan' Tanzinuiı edebiyatında hakiki müceddid. Tanzimat I (yüzüncü yıldönümü miina-sebetiy), Maarif matbaası, İst. 1 940, s. 596-6 1 7.

Mehmet Kaplan' .Şinasi'nin Tiirk şiirinde yaptığı yenilik, TUED, 1947, C. I l, S. 1 .

Kenan Akyüz' .)inasiııin Franaa'daki öğrenimi ilc ilgili bazı belgeler, TD. 1 954, C . l l l , S . 3 1 .

Ahmet Kutsi (Tecer)' Şair evlenmesi'ni okurken, İs, 1954, S . 4.

Hikmet Dizdaroğlu' Şinasi-Hayatı, sanatı, eserleri, Türk klasikleri: 22, Varlık yayıııevi. lst. 1954.

Refik Ahmet (Se.-eıı.,ail)' Şair evlenmesi piyesinin _yiiziincü .rıldiirıiimü, UT, 1 958, Yeni seri, S. 2.

Ce•·det Kudret' Şair evlenme.<i (önsöz) ; Yeditepe yayıları : 89, İst. 1959.

Ö. F. Akiin' Şina•i'nin bugüne kadar ele geçme_, . .,. Fatiıı tezkiresi baakısı, TDED, 1 96 1 , C. Xl, s. 67.

Giindüz Akıncı' Batı_va yöneli;ken : Şinasi, Ankara Uniwrsitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi yııyınlan : 1 16, Türk Eılebiyntı serisi: 1 8, Ayyıldız matbaası, Ank. 1962.

ZİYA PAŞA Süleyman Nazif' Iki doal (Ziya Pa�a-Namık Kemal). Kanaat kütüphanesi, İst. 1 92S. İsmail Hikmet (Ertaylan)' Ziya Paşa-Hayatı ı·e eaerleri, Kanaat kitabevi, Milli Kütüphane

Edebiyat Serisi: S, İst . 1 932.

İhsan Sungu' Ahmet Vefik ve Ziya Paşaların Tart�f'ii, Tercüme Dergisi. 1 9-10, S. '1. Taba Toro•' Şair Ziya Paşa'nın Adana ı•aliliği, Yeni Adana basımevi. Adana 1 940.

Şükrü Kurgan' Ziya Paşa-Hayatı, •anatı, eserleri, Varlık yayııılan, Türk klasikleri: 25, İst. 1 953.

Kenan Ak yüz' Ziya Paşa'nın biyoğrafiaine ait .reni belgeler, TD, 1 9S6, C. V, S. S7; Ziya Paşa'run Anıasya mutasarnflığı sırasındaki olaylar, Ankara Üniv. D. T. C. 1-', Tiirk Dili ve Edebi­yatı Araştırmalan Enstitüsü: 2, Ank. 1 964.

Page 203: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

!\!ODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 203

lll EDEBiYAT-I CEDİDE DEVRİ

a) MOC'/OGRAFİ VE MAKALK

• Genel. H. Nazım (Ahmet Reşit Rey)' Mii•aha�e-i edebi_y_ye, SF, 1 897, C. XIII, S. 334; Mü•alıabe-i edebiyye, SF, 1 897, C. XIV, S. 370.

<:enap Şebabettin' Siil-i edebi, 1 897 senesine mahsus Nevsal-i Servetüünun, s. 23-29; Miisalıabe-i edebiyye-Meniifi'-i edebiyye, SF, 1 897, C. XIII, S. 329.

Te,·fik Fikret' Iki söz, SF, I898, C. XIV, S. 364; Bir müliilıaza, S.F, 1 899, C. XVII, S. 432. Süleyman Nazif' Iki söz dalıa, SF, 1898, C. XV, S. 367; Derekiit-ı idrtik, SF, 1 899, C. XVII, S.

432. Hüseyin Cahil Yalçın' Edebiyyaı-ı Cedide- Menşe' ve esasları, SF, 1898, C. XV, S. 367; Kısa bir­

kaç söz, SI<, 1 899, C. XV, S. 412; Serı•etifünun edebiyalının kusurları, FH, 1933, C. I . S . 2 ; Serveıijüni.ın Edebiyatı : K usurlar ve ma:ereıler, F H , 1 933, C . I , S . 3 ; Maıbııiiı lıayaıı-Servet\fiinıın ne yaptı ?, FH, 1933, C. I, S. 4; Edebiyyıit-ı Cedldeciler, YG, 19l1, C. XVII, S. 436; Eskiler- Ymiler kaı•gası, YG, 1940, C. X I V, S. 360; Edebiyyôt-ı Cedide kat'i bir dönüm noktasıdır, YG, 19-U, C. XVII, S. 437.

Ahmed Hikmet (Miiftüoğlu)' Müsahabe-i edebiyye, SF, 1 898, C. XV, S. 382; Esliifıa dekadanlık ve Şeyh Galip, SF, 1 898, C. XV I, S. 393.

Halid Ziya (Uşaklıgil)' Kari'lerime mekıııplar I, SF, 1 899, C. XVII, S. 428; l l , SF, 1 899, C. XVII, S. 430; On sene, SF, 1908, C. XXXVI, S. 913.

Mehıned Rauf' Edebiyaıımı: ve At'Tupa, SF, 1901, C. XXI, S. 523: Bııgünkii ediplerimiz, R K, 1908, C. 1, S. 5; Edebiyatımızın &ükııı ııe ataleıi, SF, 1909, C. XXXVI, S. 932; Edebiyyrit-ı hrizıraya dair, MM, 1909, C. I, S. 2 1 .

Hakkı Behiç' Müsahabe-i edebiyye • Samimi şikiiyeıler, S F, 1 909, C . XXXVI, S . 925. Ahmet İhsan (Tokgöz)' Servetifünun'un tercemc--i hiili, SF, 1 909, C. XXXVll, S. 945,950,953. Recaizade M:ılımud Ekrem' Serveıifünıın'un tarihçesi, SF, 1910, C. XXXIX, S. 1000. Ercüment Ekrem (Talu)' Serveıifünııncular, YG, 1933, C. Vlll, S. I95. H. K. (Hikmet Kıvılcım)' Edebiyal-ı Cedide'nin Oıop•isi, Necm-i İstiklıil bssımevi İst, 1935;

Edebiyy·iit-ı Cedide'nin felsefesi, IL\, ı937, C. I, S. ·l; Edebi)yaı-ı Cedide'de edebi_v_�·aı telrikkisi, HA, ı937, C. I , S. 5 ; Edebiyyaı-ı Cedide, HA, 1 937, C. ı , S. 6-7.

Mehmet Kaplan' Edebiyyiit·ı redide ve A�iyan, İs, 1 945, C. I l , S. 43. Kenan Akyüz' Edebiyyriı-ı Cedideye kısa bir bakış, Tevfik Fikret, Ankara Üniver.itesi Dil ve

Tarih-Coğrafya Fakülıe•i yayııı1an: 56, Türk Edebiyatı serisi: ı , Sakarya basınıcvi, ,\ nk. 1947, s. 9-17 ; Edebiyyat-ı Cedlde bir .Şalon Edebiyatı mıdır?, Zafer, 10 şubat 1956.

2 • Şiir. Cenab Şehabettin' Tabiala karşı şair, SF, 1 897, C. XIV, S. 340; Şiir nedir? SF, 1909, C. XXXVI, S. 924; Eş'tir-ı vicdaniyye., SF, 1909, C. XXXVI, S. 927; Mes'ele-i f'Vziin, SF, ı 919, C. LV, S. 1423-1424; V ez in ve iilıenk meselesi, SF, ı 927, C. LXI, S. ı602-1604.

3 • Roman-hikaye, Mehmed Rauf' Bizde hikaye, SF, ı897, C. XIV, S. 3cJ-4; Bi:de roman, SF, 1 899, C. XVIIl, S. 445.

Tevfik Fikret' Romanların tesiri, SF, 1900, C. XVIII, S. 476. Hakkı Behiç' Samimi şikiiyeıler, Bizde roman ve hikaye, SF, 1909, C. XXXVI, S. 931). 4 - Edebi tenkid. Mehmed Raul' Müsahabe-i edebiyye-Eser·i edebi, 1 897, SF, C. XIII . S. 318. Süleyman Nazif' Iki söz daha, SF, 1 898, C. XVII, S. 347.

Page 204: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

204 KENAN AKYÜ7.

H. Ni.zım' Bir ret'ab - Ali Kemal Bey'e, SF, 1 893, C. XV, S. 375; .'t1ü&ahabe-i edebiyye-Tenkid

hakkında, SF, 'I 899, C. XVI, S. 41 1 . Cenab Ş.,habettin' Biraz psikoloji, S I', 1 898, C. XVI, S . 391 ; Münıekid-i hakiki, SI', 1901, C.

XVI, S. 416; Türk Teceddüd Edebiyatı müellifi /smail Habib Be_y'e, gnş, 1 927, C. I, S. 7. Te•fik Fikret' Mürnik�tilımızda ae eksik?, Tarik, 1 898, S. 4618 . Ahmed Şuayb' Mü•ahabe-i edebiyye, SF, 1899, C. XVIII , S. 455. 5 - Ili!. Halid Ziya (U�aklıgil)' Ytni Lisan, SF, 1 908, C:. XXXVI, S. 914; Servet-i lehce,

1 909, C. XXXVI, S. 9 16. Cenab Şehabettin' Tahrib-i /isan, Aş, 1908, C. ı, S. 12 . ; lnkılab -ı /isan, Hak, 1912, S.

l l 8;J.isan meselui, SF, 1 925, C. LVIII, S. 1 5 1 5. Hakkı Behiç' Lisan-ı adi - Lisan-ı edebi, SF, I909, C. XXXVI , S. 928.

h) HATlRAT. Ahmed Kasim' Tarih ve muharrir, Muhtar Halit kütüphanesi, !st. 1913; Muharrir, şair, edi/ı,

Kanaat kütüphanesi ve matbaası, İst. 1 924. Ali Ekrem (Bolnyır)' Sehiiif-i hiitıriit, YnG (tef.), Ocak 1 920; lliitıralar, SF (tef.), 1 925, ilk tef.

C. LVII. S. 1 500 /26. Mehmed Rauf' Serı·atifünun'da •amür, Gıış, 1927, C. I, S. 7; Yeşil Yurt hikayesi, Gıı�. 1 927,

C. I , S. 9; Dosılııklar, Gnş, 1927, C. I, S. 10. Ahmet İhsan (Tokgöz)' Matbııiit hütıralarım, 2 cilt, _-\hmet İlısan ınatbaası, İst. 1 930-1931. Hiiseyin Cahit Yalçın' Edebi hiitıralar, Akşam kütüphanesi, İst . 1935. Halid Ziya U,aklıgil' Kırk .rıl, 5 rilt, İst. 1 936 (ilk dört cilt: MatbMcılık ve neşriyat T. >\ , Ş.

matbaası, son cilt: Cumhuriyet basımevi).

AHMET HlKMET MÜFTÜOGLU Mehmet Rauf' Hiiristiin, SF, 1 901 , C. X XII, S. 551 . Fevzi Lütfii (Karaosmanoğlu)' Çağlayan/ar, Dg, 1 922. C. l l l. S . 30. Filorinalı Niizım' Hiiristan ve Ça,ii;/a_,·anlar mübdi'-i nfım-diirı Ahmet Hikmet, Süs, 1 923, S. 2 1 . Ercüoıent Ekrem (Talü)' Ahmet Hikmet'e dair, Gnş, 1927, C . I , S . l l . İsmail Hikmet (Ertaylan)' Ahmet Hikmet, !1-Iilli kiitiiphane Edebiyat Serisi: 1 9, Kanaat kiitiip·

hanesi, İst. I 933, Sanıim Kocagöz' Tanzim/it ve h ikaye : Ahmet Hikmet, SF, l 940, C. LXXXVI I ı, S. 2288. Sabri Esat Siyavuşgil' Ahmet Hikmet, İslam Ansiklopedi•i, 1940, C. I , s. 1 83- 1 84. Fethi Tevetoğlu' Bii.vük türkçü Müjiüoğlu Ahmet Hikmet, . .Milli Eptim basıınevi, Ank. 1 951 . Hikm.-t Dizdaroğlu' 1\Jiiftüoğlu Ahmet Ilikmeı, T D K yayınlan, Aıık. 1964.

AHMET RASIM Münir Süleyman (Çapanoj(lu)' Fııhş-i atik t'e Ah;.el Rasim Bey, İc, 1922. C. VI, S.149. Cenab Şehabettin' Ahmet Rasim, SF, 1 925, C. LVIII, S. 1 526. Mustafa Nihat (Özön)' Alırnet Rasim Bbiliyografyası. Bilıliyografya. 1 933, C. l l , S. 1 2. Rrlfat Ekrem Koçu' Ahmet Rasim-llayatı, •eçme fiir ve yazılan, Son Devrin Me�hur Şair ve

Edipleri serisi: 6, Suhiılet kitabevi, İst. 1 938. Kirnil Yazgıç' Ya:ılmam4 hfıtıralar, Vakit, 5-6 Şubat 1 944. Mustafa Nihat Özön' Ahmet Rasim, Aylık Ansiklt•pedi, 1 944, C. I, S. 5. Hikmet Dizdaroğlu' Ahmet Rasim, TD, 1 952, C. I, S. 12 . Snad Hizanı' Ahmet Rasim·llayatı, sanatı, eserleri, Varlık yayınlan, Türk kliı>ikleri: 30, İst.

1 953.

Page 205: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TVRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLEnİ

Hilmi Yüceba�' Ahm•t Rasim-Aşkları, haııraları. Oizerkonca ınatbaası, İst. 1957. Sabri Esat Siyavu�gil' Ahmet Rasim, İ•liıın Ansiklopedisi, C. I , •· 200-202.

AHMET ŞUAYB Ahmet Refik' Ahmet .Şııayb ııe tarih, SF, 1910, C. XL, S. 1020. Crliil Sahir (Erosan)' Ahmet Şııayb, SF, 1910, C. XL, S. 1020.

ALİ EKREM (ROL>\ Y lR) Müfid Riitib' Baria, SF, 1910, C. XXXVIII, S. 979. Refik Halil (Karay)' Baria ve bir feth-i me.yt-i ed•bi, SF, 1910,C. XXXVIII, S. 980.

205

Baba Tevfik' Baria, Teceddüd-i ilmi ııe edebi, Derisaadet kütüphanesi, İst. (Tarihsiz), s. 174-186. Sadettin Nüzhrt Ergun' Ali Ekrem Bola.vır, Ye, ı937, C. VI, S. 32.

CELAL SAH İR EROZAN

Şehabettin Süleyman' Be.va: GölReler, SF, 1 909, C. XXXVII , S. 961 ; Celal Sahir Bey, �ev•iıl-i Milli, ı 91 ı, s. 244-245.

Ret"iiiziide Ekrem' Serveıifıınrın'a (Beyaz gölgeler hakkında), SF, 1910, C. XXXVIII, S. 9H. Fazıl Ahmet (Aykaç)' Bııhran miinasebetiyle, SF, C. XXXVIII, S. 980. Yakup Kadri (KaraOIIDlanoğlu)' Si:�·ah ı•e Celal Sahir Bey, SF, 1 9 1 1 , C. XL, S. 1 032. Met"di Sadrettin' Aşk ııe Kadın şairi Celıil Sahir Bey, YK, 1928, 2. yıl, S. ı 6. Ahmet İhsan (Tokgöz)' Celal Sahir, Ül, ı935, C. VI, S. 34. Naci Sadullah' Celal Sahir, YG, 1 935, C. VI, S. ı41 . Ali M örteza Gürkaynak-Hüseyin Şemsi Ege' Celal Sahir 1-:ro:an, Bilecik Halkevi basırne\ i,

Bilecik 1 936. Faruk Naliz Çamlıbel' Celal Sahir'i na&ıl tanıdım?, YG, 1 941, C. XVI I I, S. 454. Mustafa Nihat Özön' Celal Sahir Erown, Aylık Ansiklopedi, 1 945, S. Il, S. 1 9.

CENAB ŞEHABETTIN

Tevfik Fikret' C.nab .5ehobeııin Bey, SF, 1897, C. XII , S. 310. Ru�n E�ref (Ünaydın)' Cenab Şehabeııin Bey, Geçmiş Günler, Kitabhıint'-i Sildi, İ•t. I9ı 9, "·

33-H. Filorinah Nazım' Edebiyyat-ı Cedi<le'nin şi'riyyetinin en miimta: siması : C.nab .Şehabeııin Bı·ye­

fendi, Süs, ı 932, S. 23. Cenab Şehabettin' Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi miiellifi l&mail Ilııbib Beyefmdiye, Gnş,

1927, S. ı; J.mail Habib Bıy'e, Gnş. 1927, S. 6. L.mail Habip (Sevük)' Cenab Şehabeııin Bey üstadımıza, Gnş, 1927, C. 1, S. 4; Cevaba Ceııap,

Cenab Şehabeıtin Bey'e, Gıış, 1 927, C. I, S. 7. Vasfi Mahir (Kocatürk)' Cenab Şehabeııin ile mülıikat, İe, 1 929, C. XIV, S. 277. Ahmet İhsan (Tokgöz)' Cenab Şehobeııin, SF, 1930, C. LXVII , S. ı H6 /272. Hüseyin Cahil (Yalçın}' Maıbııaı hayatı-Cenab Şehabeııin (0/ü.mü miina&ebetiyle), FH, 1 934,

c. ı. s. 19. Abdiiihak Hiimid (Tarhan)' Cenab Şehabeııin defn ediliyor, Cumh, 1 4 Şubat 1934. Ali Canip (Yöntem)' C.map Şehabeııin ebediyete göçtü, Cmh, 14 Şubat 1 93,1. Ali Ekrem (Bolayır). Cenab Şehabeııin, Cmh, 17 Şubat 1934. Halil Ziya (U�klıgil)' Cenab Şehabeııin, Cınh, 1 6 Şubat 1934. Ercüment Ekrem (Talfı)' Cenab•ın arkasından, Cınh, 14 Şubat 1 93'k

Page 206: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

206 KENAN AKYÜZ

Burhan Cabit (Morkaya)' Cenab Şehabeııin, Milliyet, 14 Şubat 1934. Alıdülbak Şinasi (Hisar)' Cenap Şehabeııine dair hatıralar, Vr, 1934,C. I , S. 18 . Celiil Nuri (İleri)' Cenab .5ehabetıin hakkında gayet şahsi müıalôalarım, Vakit, 23 Şubat 1 934. Refik Halit Koray' Elhiin-ı Şiıa opereti , Akşam, 1 Şubat 1 945. Abdülhak Şinasi (Hiıoar)' Cenap Şehabettin, Ül, 1 93,1, C. Il, S. 13 . Hiiseyin Suat (Y al �ın)' Cenab .Sehabettin, Akşam, 2 ı , 23, 30 Mart 1934. Naci Sadullah' Cenab Bey/e son konuşma, YG, 1934, C. II, S. 50. Mckki Sait' Cenab'ı kaybettik, YG, 1934, C. I l , S. 50. İlırahim Alaettin (Gövsa)' Cenab Şehabettin'in tercüme-i hiili, YG, 1 934, C. I l , S. 50; Cenab Şe­

habettin'e dair, YG, 1 934, C. Il , S. 51 . Sadettin Niizhet Ergun' Cenap ,Sehabettin-Hayatı v e seçme şiirleri (inceleme kısmı), Güneş mat­

baası, İst. 1934, s. 5-127. Ali Canip Yöntem' Cerıab Şehabeııin, Aylık Ansiklopedi, 1945, C. I, S. ı O. Mehmet Kaplan' Cenab Şehabeıtin'in şiirlerinde p itoresk, TDED, 1953, C. V, S. 15; Cenab .5eha­

bettin'in şiirlerinde ses ı•e musiki, TDED, ı 956, C. VII , s. 1-2; Cenab Şehabetıin ı•e nesir sanatı, TDED, 1958, C. VIII .

Hikmet Dizdaroğlu' Cenab .5ehabe11iıı - Ila.ratı, sanatı, eserleri, Varlık yayınlan, Türk klasikleri: 1 7, İst. 1 953.

EŞREF Şehabeııin Siileyman' F.şref, Rb, 1912, S. 19. Mustafa Şatinı' lUeşhur şair Eşref'in hayatı, Kültür basunevi, İzmir 1 913. F, Uzun' Şair Eşref, Tan matbaası, İst. 1945. l'.evdet Kudret Solok' Eşref'ten hicvi_ye/er, Yeditepe yayuılan: 18, İst. (I. baskı) 1 953, ( l l . baskı)

1955. Hilmi Yüeebaş' Şair Eşref - lla.vatı, lıatıraları, şii.rleri, Orhan Mete ve Ortağı Kollektif Şirketi

ınathaası, İst. 1 958 .

.FAiK ALi OZANSOY Cenab Şehabettin' Fani ıeselliler, Aş, 1908, C. I l , S. 14. Köpriilüzade Mehmetl Fuad' Faııi Teselli/er, SF, 1909, C. XXXVI, S. 920. Mehmet Behçet Yazar' Faik Ali Ozansoy, YG, 1940, C. XV, S. 388. Hakkı Tank Us' Faik Ali, Vakit, 2 ekim 1950. Nurettin Artanı' Fail ,4/i'den' Ilatıralar, VI, 2 Ekim 1 950. İzzet Melih Devrim' Faik Ali Ozansoy, Zafer, 3 Ekim ı 950. Mithat Cemal Kuntay' Edebiyaıımuırı büyük kaybı merhum Faik Ali Ozanso.v için, Son Po"ta,

3 Ekim 1 950; Tmıfik Fikret ve Faik Ali, Son Posta, 5 ekim 1950. Sednt Simavi' Faik Ali Ozansoy, Hürriyet, 4 Ekim 1950 Refik Ahmet Sevengil' Kaybettiğimiz değerler, VI, 1 3 Ekim 1950. Peyanıi Sefa' Faik Ali Ozaıısoy, lll, 18 ekim 1950.

FATM.\ ALlYE Ahmet Midbat' Fatma Aliye Hanım yahut bir muharrire-i Osmaniyyenin neş'eti, Kırkanbar nıat­

baası, İst. 1 893.

GÜZİDE SABRİ A YGÜ� �lehmet Belıçel Yazar' Giizide Sabri, YG, 1940, C. XIV, S. 357.

Page 207: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN Tl'RK EDF.BİY ATlNIN A NA ÇİZGİLERİ 207

HALİD Zİ YA UŞAKLIGİ J . MPhmeı Rauf' Romanlara dair : 1 , Bizde hikaye, SF, 1897, C . XIV, S. 344; Halid Ziya, SF, 1893,

C. XIV, S. 357; Bizde roman, SF, 1 899,C. XVIII, S. 445; Ha/it Ziya ı•e hikaye/eri, SF, 1 900, C. XX, S. 504-505; Aşk-ı Memnıi', 1 90 1 , C. X XI , S. 524-525; Solgurı Demet, SF, 1 901, C. XXI, S. 540; Ha/it Ziya Bey, Nevsıil-i M illi , 1 9 1 5, s. 1 33-1 37.

Fa:ı:h Necip' Mui ı·e Siyah, SF, 1 897, C. XIII, S. 325. Hüseyin �ahil (Yalçın)' Bir .vazın tarihi, SF, 1 901 , C. XXII, S. 552; Matbucil h ayatı· Yep.veni

bir mııharrir : Bay Ha/it Ziya (Hepsinden Acı hakkmda), FH, 1934, C. l l l , S. 59; Maı­bııat ha_yaıı- Ihtiyar Dost, yazan : Hnliı Ziya Vşaklıgil, FH , 1 937, C. VIII, S. 1 95.

Fevzi Lütfii' Bir Hikaye-i Seı•dıi, Dg, 1 922, C. I l , S. 28. lU. Seliilıatıin (Güngör)' Mai ı•e Siyah muharriri nezdinde bir saat, YK, 1 928, S. 9. i g ib Sırn LPvend' Ha/it Zi,ya Uşaklıgil'in Onıı Beklerken adlı hikaye kitabının ten/cidi, YT, 1 936,

C. IV, S. 38; Eserler ve hadiseler : Kırk Yıl, YT, 1936, C. IV, S. 41. Fevziyc Alıdullah (Tan•el)' Halil Ziya Uşn�·lıgil'in lıa_vatından mülhem küçük hikaye/eri, Ül,

1 940, c. xv, s. 4 1 . Samim Kocaıı;öz' Tanzimat ı•e hiku.ve : llalit Ziya Uşaklıgil, SF, 1 940, C . LXXXVII I, S . 2293. !Uustafa Nihat Özön' Rir Yazın tarihi, DI (Yeni seri), 1941 . C. I, S. 2. Meliilıat Özgü' Gerçek sanatçı ı•e Ahmet Cemi/, VI, 13 Kasım 1 943. Namdar Rahmi Karatay' Ha/it Ziya karmaşığı, UI, 15 Nisan 1 945. Cevdet Kudret Solok' Ila/it Ziya Uşaklıgil, Vr, 1 945, C. XIV, S. 282-283. Ahmet Harndi Tanpınar' Ha/it Ziyn Uşaklıl(il, til, 1 945, C. VIII , S. 85. :Mehmet Kaplan' llalit Ziya hakkında, İs, 1945, C. l l l , S. 34; Ha/it Zi_ya, İslam Ansiklopedi•i,

1 950, C. V (kısım 1), s. 1 43-145. Ali Canip Yöntem' Jlalit Ziya Vşaklıgil, Aylık Aosiklopedi, 1 945, C. I , S. 1 2. L. Sami Akahn' Ha/it Ziya Uşaklıgil-lla.vatı, sanatı, eserleri, Varlık yayınlan, Türk klasikleri:

1 O, İ st. 1 953. Cemil Yener' Bir romancının dün.vası ve romanlarındaki dünya, M. Sıralar matbaası, İ st. 1 959.

HtlSEYİN CAHİT YALÇIN M .. bmel Rauf' Hayat-ı Muha_v_vel mulıarriri, SF, 1 899, C. XVIII, S. -Ul-1-32. İzzeı Melib (Devrim)' Meşhur simalar (Hü•eyin Cahit), MM, 1 908, C. I, S. 8. Yakup Kadri ( Karaosmaooğlu)' Hayat-ı hakikıyye sahneler i, SF, l 910, C. XXXIX, S. 1005. Kerim Sildi' Edebi.vyiil-ı Cedide'nin kahramanları ı•e Ilüsryin Cahiı'e ceı•ap, Bozkurt mathaası,

i.t. ı 935. Samim Kocagöz' Tanzimat ve hika_ve : Iiüsryin Cahit Yalçın, SF, 1 9-1-0, C. LXXXVIII, S. 2291. Suat Hizarcı' llü&ryin Cahil Yalçın, Varlık yayıulan, Türk klasikleri : 49, İsı. 1957. Hikmet Dizdaroğlu' llüsryirı Cahil ·ralçın, Vr, 1 957, S. 466. Hilmi Yücebwı' Büyiik mücahit Hüsryin Cahil, Dizerkonca matbaası, İ st. 1960. Bezmi Nusret' Hiise,vin Cahil Bey, lst (tarihsiz).

HtlSEYİN RAHMİ GÜR P l N A R Akalınoğlu Sadri Nüzbeı' fs_yan (Cadı münasebetiyle Feth-i meyt'e), Matbaa i hayriyye ve

Şürekası, İst. I 913. M. Selibaıtin (Güngör)' Biiyük romancımız Hüseyin Rahmi Bey'le iki saat. YK, 1 927, Yıl: I,

s. 3. Kiimil Yazgıç' Hüseyin Rahmi, Vakit, 13 Mart 1 9-H.

Page 208: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

208 KENAN AKYÜZ

Rf'fik Ahmet Senngil' lliiseyin Rahmi Hey t•e kahraman/arı, YG, 1934, C. l l l, S. 63; HiUryi:ı Rahmi Gürpınar· Hayalı, hôtıraları, eserleri, münakaşaları, Hilmi kitabevi, İot. 1 944.

Niyazi Herkes' Hiiseyin Rahmi'nin sosyal görüşleri, DTCFD, 1 945� C. lll , S. 3. Mediha Herkes' Hüseyin Rahmi'nin romanlarında dil ve kadın, DTCFD, ı945, C. lll, S. 3; Hü­

seyin Rahmi'nin romanlarında kadın tipleri, DTCFD, ı 945, C. l l l, S. 5. Pertev Naili Boratav' Hüseyin Rahmi'nin romancılığı, DTCFD, ı945, C. l l l , S. 2. Mustafa Nihat Özön' Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan seçilmiş parçalar ı·e eserleri hakkında miita·

ltialar, Hilmi kitabevi, İst. ı 9-i6. Fevziye Abdullah (Taosel)' llüsryin Rahmi, İslam Ansiklopedisi, ı 950, C. V, s. 655-662. Suat Hizarcı' Hüse.vin Rahmi Gürpınar-Hayatı, sanatı. eserleri, Varlık yayıolan, Türk klasikleri:

ı4, İst. ı 953. Agah Sırn Levend' Hüseyin Rahmi Gürpınar, T. n. K . Yayınlan, Ank. 1964.

HÜSEYll'i SlYRET ÖZSEVER Hamdullah Suphi (Tannöver)' Lryal-i giriziin, SI', 1910, C.XXXVl ll , S.986. Hüseyin Cahil Yalçıo' Matbuaı hayalı-Kıvılcımlı Kül, yazan : Hüseyin Siyret Özsever, Fll, 1938,

c.ıx, s.222. Hikmet Münir Ebcioğlu' Hüseyin Siyreı, YG, ı938, C.Xl, S.28l. Mehmet Behçet Yazar' Hüseyin Siyreı Özoever, YG, 1 941, C.XV, S. 369. Server İskit' Türkiye'de matbutil idareleri ve politikaları, Başvekôlet Basın ve Yayın Umum

Müdürlüğü yayıolanndao: 2, Tan basımevi , İst. 1943, s. 165-168.

HÜSEYiN SUAT YALÇIN Müfid Ritib' Tedkikaı-ı ıemaşaiyye: Kirli çamaşır/ar, SF, 1 909, C.XXXVI I I, S. 969; Kundak

Takımı, SF, 1910, C.XXXIX, S. I 007 . Ali Caoip (Yöntem)' /,ane-i me/iii, HŞ, 1910, 5.4. Raif Necdet (Kestelli)' Liine·i melôl hakkında, RK, 1 910, C.IV, S.23. Celal Sahir (Erozan)' Hüseyin Suat Bey, Nevsal-i Müli, 1915, s.6 1 . Reşat Nuri (Güotekin)' Yama/ar, BM, 1919, S . 6. !Uehmet Behçet Yazar' Hüae.vin Suat Yalçın, YG, 1 940, C. XVI, S .406. Ahmet İhsan (Tokgöz)' Hüaeyin Suat, SF, 1 9·i2, C. XCI, S. 2379. S. Nahit Bilga' Hüseyin Suat'a dair, SF, 1942, C. XCI, s. 2379. Halil Fahri Ozansoy' Hüseyin Suat'ı düşünürken, SF, 1942, C. XCI, S. 2380. Faruk Nafiz Çamhbel' Dr. Hüseyin Suat, YG, 1 9·i2, C. XIX, S. 473. Efziiyiş Suat (Yalçın)' lliiseyin Suat Yalçın ı·e şiir/eri, Halk ba•ımcvi, İst. 1943.

İSM A İ L SEJ.'A Ali Kimi Akyüz' Merhum /smail Sefa Bey'in tercüme-i hiili, Hissiyyat, Önsöz, s. 3-24, İst.

1912; larnail Sefa, Tki, 1940, S.13. İsmail Hikmet (Ertaylan)' lsmail Sefa, Kanaat kütüphanesi, İst. 1932.

MEHMET AKlF Ali Ekrem (Bolayır)' Sehiiif-i tenkid: Safahat hakkında, Shr, 1 91 I, C. IV-V, S. 256-258, 262-263,

266-267, 269-270, 274, 276. Hamdullah Suphi (Tanrıöver)' Safahaı, SF, 1 9 1 1 , C.XLI, S.IOSO; Safahat hakkında, SF, 191 1 ,

C.XLI, S.l054, 1058. Celal Sahir (Erozan)' Safahat hakkında, SF, 1 91 1 , C. X LI , S.I 052.

Page 209: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBİY ATJNIN ANA ÇİZGİLERİ 209

Ağalı Sırrı Levend' Mehmet Akif, YT, 1937, C.IV, S. 50: MelımetAkif, TD, 1953, C.Il. S.l6. A.C. (Ahmet Cevat)' Mehmet Akif-Hayaıı, seçme şiirleri, Numune basımevi, lst. 1 937. M. Sencer • N. Salih' Mehmet Akif, Bozkurt basımevi, İst. 1937. Esat Adil Müstecaphoğlu' Mehmet Akif- Ferdi ve içıimai kara'<teri, ı•atanperverliği, milliyeıçiliği,

şairliği, Ülkü basımevi, İst. 1937. Mithat Cemal Kuntay' Mehmet Akif, Semih Liitfü kitabevi, İst. ı939; Isıikitil şairi Mehmet

Akif, Ülkü kitabevi, İst. ı944; Mehmet Akif Erso.v, Aylık Ansiklopedi, C.l, S.8, ı944. E�ref Edip' Mehmet Akif-Hayaıı, eserleri ve 70 mulıarririn yazıları, Asar•ı ilmiyye kütüphanesi,

İst. ı 938, ı 962; 1 nk ı/db karşısında Ak if-Fikret, Gençlik· Tanrılar, Asar-ı ilıniyye kütüp­hanesi, İ st. ı 940.

O.S.O. (Orhan Seyfi Orhon)' Şair Mehmet Akif, Ça, 1942, S.66. Feniye Abdullah Tansel' Mehmet Akif-Hayaıı ı•e eserleri, Ankara kütüphanesi Edebiyat Serisi:2,

Kanaat kitabevi, İst . ı 945. Cemil Sena Ongun' Mehmet Akif-Hayaıı, •�er/eri ve idealleri, Tefeyyüz kitabevi, İst. ı 947. Nurettin Artam' Mehmet Akif ve güzel Istanbul türkçesi, TD, 1 952, C.l, S.4. Mehmet Kaplan' Mehmet Akif. İs, ı 954, C.l , S.l4. Mehmet Emin Eri�irgil' Mehmet Akif-lslômcı bir şairin rorrnını, Güzel Sanatlar matbaası, Ank.

ı 956. Neriman Malkoç Öztürkmen' Mehmet Akif-Safahôt ve mekan, Şehir matbaası, lst. 1958. Hilmi Yüceba�' Bütün cepheleri.vle Mehmet Akif, Dizerkonca matbaası, İst. 1 958. Fehmi Cumalıoğlu' Mehmet Akif'in hayatı ve ıefekkür cephesi. Ayyıldız matbaa.,, Hilal yayın­

lan, Edebiyat Rerisi:3, Ank. 1959; Mehmet Akif'in hayatı ı•e Isıikitil Marşı, Sönmez Sönmez Ne�riyat ve Matbaacılık A.Ş., İst. 1 962,

Ali Nihat Tarlan' Millet şairi Mehmet Akif, Mehmet Akif, Milliyetçiler Derneği neşriyatı: 14, s. ı 2-ı6, Çeltük matbaacılık kollektif şirketi, İ st. 1 961 .

Nurettin Topçu' Mehmet Akif- Sanatı ve ideali:mi, Mehmet Akif, Milliyetçiler Derneği neşri­yatı: 1 4, s. 25-74, Çeltüt mathaacılık kollektif şirketi, İst. ı 96 1 .

Faruk Kadri Timu�' Mehmet Akif ve remiyetimiz (ölümünün 2 5 . yıldönümünde), Yağmur yayınevi, İst. 1 962.

MEHMET RAUF

Hüseyin Cahit (Yalçın)' Eylül mulıarriri Mehmeı Rauf, SF, ı901, C. XXI, S. 531. Baba Tevfik' Serrib, Tecddüd-i ilmi ve edebi , İst. (tarihsiz), s. 1 5 1 . Reşat Nuri (Güntekiıı)' Mehmet Rauf Bey ; Cidôl münasebeıiyle, GK, ı 91 1 , C . Il, S. 8. Samiın Kocagöz' Tan:imôı ve hikaye : Mehmed Rauf, SF, ı940, C. LXXXVI I I, S. 2294. Sel.imi İzzet Sed.,..' Mehmet Rauf, Aylık Ansiklopedi, C. I, ı945, S. 9.

L. Sami Akalın' Mehmet Ra�f- Hayatı, sanatı, eserleri, Varlık yayıulan, Türk klasikleri: 2ı, İst. 1 953.

Mf'nzel' Mehmet Rauf, İslam Ansiklopedisi, 1957, C. VII, s. 6ı o-6ı 2 .

NİGAR HANlM

Ahmet Rll8im' Nirôn, Örnr-i edebi I , ı899, s. 1 14-12 1 . Mehmet Rauf' Alu-i sedô, SF, 1 899, C.XVII, S . 440. Yahya Kemal (Beyatlı)' Nigar Hanımefendi, Nevsil-i Milli, İst. ı 914, s. 1. R""'n E�ref (Ünayılın)' Nigôr binı-i Osman Hanımefendi, Geçmiş Güuler, Kitaphane-i Sudi,

İst. ı 919, s. 68-75.

Page 210: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

2 1 0 KENAN AKYÜZ

Köprülüzade Mehmed Fuad' Nigar Hanım, Bugünkü edebiyat, İkbiıl kiitiiphanesi, İsL 1924 , s. 297-3ı4.

Kimil Yugu;' Şair Nigar llanım, Val...it, 2 Şub.ıt 1944. Nigir Hamm' H ayatımın hikayesi, Ekin hasımevi, İ st. ı 959.

RlZA TEVFİK (BÖLÜKBAŞI) Celil Silub' Rıza Tevfik'in felsefesi, GK, 1912, C. I I I , S. 15. Abdullah Cevdet (Karhdağ)' Doktor Rıza Teıfik Bey, Nevsal-i Milli, 1915, s. 37-40. Ruşen Eşref (Ünaydın)' Rıza Tevfik Bey, Geçmiş Günler, kitaphanc-i Sôdi, İst. 1919, s. 45-53. Rıza Tevfik Böliikbaşı' Edebiyat-ı Cedide hareketine niçin girmedim?, YGn, 1939, S . . 4. Kandemir' Filozof Rıza Tevfik hayatını anlatıyor, YGn, 1 939, S. 1 2-18. 2, -24, 26-27; Kendi

ağzından Rıza Tevfik-Hayatı, felsefesi, şiir/eri, Remzi kitabevi, İ•t. 1 943. Refik Cemal' Rıza Tevfik'le mülakat, Olay, 1934. S. I . Halil Fahri 0ZBD80y' Rıza Tevfik v e Terlikçi Salih Efendi, YGn, 1939, S . 14. R. Gökalp Arkın' Rıza Tevfik-Hayatı ve şiir/eri, Resimli Ay basımevi, İst. 1939 (1. ve 2. baskı),

1 942 (3. baskı). Mehmet Behçet Yazar' Rıza Tevfik, YG, 1940, C. XIV, S. 363. Refik fiemal' Rıza Tevfik 'le mülıikat, Olayı. 1943, S. I , Vahyi Ölmez' Rıza Tevfik, Ahmet Talat kitabevi, İst. 1 945. Sadettin Gökçepınar' Filozof Rıza Tevfik diyor ki, Akşam, 6 Ekim 1949. Rdat N.,.,det Evrimer' Şair Rıza Tevfik, Hs, 1950, S. 6. Halide Edip Adıvar' Serab-ı ömr'ün tenkid ve tahlili, Akşam, 1 Ocak 19650. Mehmedalioğlu' Filozofun dindarlığı ve vatanperverliği, Son Saat, 1 Ocak 1950. Refik Halit Karay' Rıza Tevfik'in tü;kçeci, Yeni İstanbul, 7 Ocak 1950. Orhan Seyfi Orhon' Rıza Tevfik, Vl, 12 Ocak 1 950. Adnan Adıvar' Feylesof, Cmh, l l Şubat 1960. İsmail Hakkı Baltacıoğlu' Feylesof Rıza, YA, ı 950, S. 633. Mehmet Faruk Gürtıınea' Rıza Tevfik ve •·atan, Yeni Her Hafta, 1950, S, 129 /2. Hilmi Yüeebaş' Bütün cepheleriyle Rıza Tevfik, Halk basımevi, İst. ı 950; Filozof Rıza Tevfik,

Dizerkonca matbaası, İst. 1956; ll. baskı: Orhan Mete \'e ortağı kolektif şirketi ınatba­ası, İst. ı 958.

Mustafa Ragıp Esatlı' Ölümünden sonra Rıza Tevfik, Sinan matbaası, İst. (tarihsiz).

SÜLEYMAN NAZiF Köprülüside Mehmed Fııad' Firıik-ı Irak, Bugünkü edebiyat, lkbıH kütüphanesi, İst. 1924,

s. ı69-ı 72. Cenab Şehabettin' Nazif'in aheng-i nesri, Gnş, 1927, C. I, S. 3; Süleyman Nazif'in hayatı ı•e

eserleri, SF, 1928, C. LXIV, S. 1683 /209. Samipaşuide Sezai' Süleyman Naıif, Gnş, ı927, S. 3 .. Enis Behiç (Koryürek)' Süleyman Nazif, SF, ı927, C. LXI, S. 1 578 / 1 1 3. İbrahim Alieddin (Gövsa)' Nazif'ıen Hamid'e iihiretıen mekıuplar, Kanaat kitabevi, İ st. 1932;

Süleyman Nazif, Sııhıılet kitabevi, İst. ı 933. Şükrü Kurgan' Süleyman Nazif-Ha.vatı. sanaıı, eserleri, Varlık yayınlan, Türk klasikleri; 45,

İst. 1955. Hilmi Yüeebaş' Süleyman Nazif'ten hatıralar - Ölümüniin 30 . . vıldönümü münasebeti_yle, Dizer­

konca matbaası, İst. 1957.

Page 211: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ

SÜLEYMAN NESİP Ahmf't Rasim' Süleyman Ne•ip Beyefendiye, Örnr-i edebi Il, ı 900, s. 53-ı05. Şehabettin Süleyman' Sül<>_vman lVe•ip Bey, Nevsal-i Milli, ı 9ı 5, s. 283-284.

2 1 1

Bir heyet tarafından' Süleymanpa1azade Sami Be_y, Evkaf·ı islamiyye matbaası, İst. ı 9ı 8. Ruşen Eşref ( Ünaydın)' Süle_vmanptıfazade Sami bey, Geçmiş Günler, kitaphane-i Sudi, İst.

1919, s. 63-67.

TEVFİ K Fİ K RET Cenab Şebabettin' Tevfik Fikreı Be_r, SF, ı 896, C. XI, S. 268; Fikret'in ta&viri, Nesr·i harp,

N esr-i sulh ve Tiryiıki sözleri, Kanaat kütüphanesi, Derisaadet (İst.) ı 9ı8, s. 1 35-138. Mehmet Rauf' Tevfik Fikreı Bey, SF, 1 899, C. XIX, S. 465. Hüseyin Cahit (Yalçm)' Rübıib-ı şikeate, SF, 190ı, C. XXII, S. 551 ; Şairin yerine alim, Tanin,

12 Nisan 1910; Teıfik Fikreı, MM, ı 924, C. I, S. 20; Teıfik Fikreı meaeleai, YG, 1939, C. XIV, S. 346.

Köprüliiside Mehmed Fuad' Haliık'un d<>fteri, SF, ı91 ı, C. XLI, S. 1045; Haliık'un d�(teri müna· &ebeıiyle, SF, 1 9 1 1 , C. XLI, S. 1 049-ı OSO; Tevfik Fikret ve ahlakı, Kanaat kütüphanesi, İsı. 1918; Tevfik Fikret'e dair, Bugünkü edebiyat, ikbal Kütüphanesi, İst. 1924, s. 324· 329.

Yekta Bihir (Ali Canip Yöntem)' Ila/iık'un defteri ve bugünkii Fikreı, GK, 19ll, C. Il, S. 5; Tevfik Fikreı, Mu, nüsha-i mahsusa, 1917, s. 46ı-462.

Ahmet Bedii' Tevfik Fikret Bey, Rübıib-ı şireate, SF, ı 9 I I , C. XLII, S. 1046-1047. Süleyman Nazif' Teıfik Fikreı için, Mu, nüsha-i mahsusa, 1 917, s. 424-425; Teıfik Fikret, Dş,

nüsha·i mahsusa. 1918, s .. 27-29. Feridun Nigiir' Tevfik Fikret mürebbi. Mu, nüsha-i mahsusa, ı9ı7, s. 500-504. Ziya Gökalp' Tevfik Fikret ve rönesarı•, Mu, ııüsha-i mahsusa, 1 917, s. 421-424. Ruşeıı Eşref' Tevfik Fikret ve Rübıib-ı şikesıe'nin şiir/eri, YM, 1918. C. Il, S. 58; Tevfik Fikreı-

1/ayaıına dair haııralar, Hilıi1 matbaagı, İst. 1919 Abdurrahman Şeref' Tevfik Fikreı, Dş, nüsha-i mahsusa, 1918, s. 22-26. İsmail Hikmet (Ertaylan)' Tevfik Fikreı ve hayatı, Dş, nüsha-i mahsusa, 1918, s. 168-224; Fik­

ret ve isıikbıil, Dg, 192 1 , C. I, S. 9; Teıfik Fikreı, Milli kütüphane Edebiyat Serisi: 9, ka­naat kütüphanesi, İst. 1 932.

Rıza Tevfik (Bölükbaşı)' Sanaua sübjekıivizm ve Tevfik Fikreı'in fiiri, Dş. nüsha-i mahsusa, 1918, s. 72-92; Tevfik Fikret - Hayatı, •anatı, şahsiyeti (Merhum Tevfik Fikret' in ı·efatı tarihinin oıu:ıınrıı yıldönümü münaaebetiyle yazılan tercüme-i hıili), İnkılap kitabevi, İst. 1945.

Ahdülhak Şinasi (Hisar)' Kırılmış bir rübıib, Dg, 1921, C. I, S. 9. Sib' Tevfik Fikret'in iati'faları, Dg, 1921, C. I, S. 9-10. Filorinalı Nô.zım' Büyük sanaıkar ve şairmiz Tevfik Fikret Re_y merhum, Süs, 1 923, S. 20. Hasan Ali (Yüt"el)' Fikret'in ruhu ve felsefesi, MM c. 1924, C. I, S. 20; Fikret'irı fikir hayatımız-

daki yeri, Hy, 1929, C. lll, S. ı 37. Abdullah Cevdet' Tevfik Fikreı Bey, le, 1 925, S. 187. Hüseyin Kazım' Tevfik Fikreı-lnsan ve fair, le, 1926, S. 2ı3 . Salih Nigiir Kerô.met' Fikret'in ha_vat ve eseri, 1Ihami Fevzi matbaası, İst. 1 926; lnkılap şairi

Tevfik Fikret'in i�leri, Kenan matbaası, İst. 1943. Mehmet Ali Ayni' Tevfik Fikreı'in Tarih-i Kadim'ine bir cevap : Reybilik, bedbinlik, lailahilik

nedir?, Kütüphane-i Sudi, Felsefe ve içtimaiyat Külliyatı: XXX, İst. 1 927.

Page 212: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

2 1 2 KE:'i!AN AKYÜZ

A. İzzeddin' Teıfik Pikret ve p&ikclojya ıeıkikleri, le, 1 929, S. 281 . Halit Fahri (Ozaıısoy)' Tevfik Pikret, SF, 1930, C. LXVI /II, S. 1723. Falih Rıfkı (Atay)' Tevfik Pikret, le, 1931 , S. 328. Kemalettin Şükrü' Teıfik Pikret, Kanaat kitabevi, İst. 1931 . Süreyya Baydargil' ldeali•t Teıfik Pikret, Vr, 1936, S. 97. Yunus Kazım Köni' Pikret'in dünya görüşü, YA, 1939, S. 260. Remzi Saka' Tevfik Pikret ve Tarih-i Kadim, Çğ, 1939, C. I, S. 8. Nurullah Ataç' Tevfik Pikrel, Akşam, 27 Ekim 194 1 . Eşref Edip (Fergan)' lnkılıip karşı&ında Akif-Pikrel (Genrlik-Tancılar), Asıir-ı ilmiyye kütüp­

hanesi, İst. 1940; Penhe Kitap- Tevfik Pikreı'i beş cepheden kırk mııharririn ımkidleri, Asıir-ı ilmiyye kitabevi, İst. 1 943.

İzzet Melih Devrim' Tevfik Pikret, Akşam, 27 Ekim 1941 . Kadri Ziya Kiper' Pikret'in hayatı, Eyüp Halkevi neşriyatı: I, Tan matbaası, İst. 1941 , s . 30-40. Fazıl Ahmet (Aykaç)' Tevfik Fikreı, SF, 1911, C. XC, S. 2349. Ahmet İhsan Tokgöz' Tevfik Pikrel, SF, 1941, C. XC, S. 2350 Mehmet Kaplan' Dört şehir ı•e Sis, Eyüp Halkevi neşriyatı: I, Tan matbaası, İst. I 941, s. 23-29;

Tevfik Pikret ve • François Copp�e, Çğ, 1943, C. l l , S. 43; Teıfik Pikret'le piıoresk, İs, 1 943, C. I, S. I ; Tevfik Pikret sosyal şair : Sis, İ•, 1 9,ı5, C. l l l , S. 36; Teıfik Fikret ve şiiri, Türkiye yayınevi, İ st. I 946.

Sabiha Zekeriya Sertel' Tevfik Pikm- Mehmet Akif kavgası, Yurt ve Dünya yayınlan, İst. I 941 ; Tevfik Pikret-ideolojisi ve fels�fesi, Yurt ve Dünya yayınlan, İst 1946.

Hilmi Ziya Ülken' Tevfik Fikret, Eyüp Halkevi neşriyatı: I , Tan mathaası, İst. 1941 , s. 1 5-22. Abdülbiki Göl pınarlı' Teıfik Pikret ı•e şiirimiz, Eyüp Halkevi •neşriyatıt I, Tan ınatbaası. İ•t.

ı 941, •. 9-14. Ahmet Hamdi Tanpınar' Pikret hakkında, Eyüp Halkevi neşriyatı; I , Tan matbaası, Ist 1941,

s. 3-8; Tevfik Pikret-Hayatı, şahsiyet-i, şiir ı·e eserlerinden parçalar, Senıih Lütfii kitabevi, İst. 19H.

Mazhar Osman Uzman' Tevfik Pikreı'le beraber çalışıığım zamana ait haııralar, Yş, 1 9·14, S. 1 35. Peyami Safa' Tevfik Fikre1, Aylık Ansiklopedi, 1944, C. I, S. 4. Ekrem Talat Akev' Riibiib-ı §ike.ıe'yi. kırdılar, parça parça ettiler, Resimli Ay matbaası, İst.

1945.

Kenan Akyüz' Teıfik Fikrel, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Cojirafya Fakülte•i yayınlan, Türk Edebiyatı serisi: I, Sakarya basımevi, Ank. 1947.

Yaşar Nıüıi Nayır' Tevfik Fikrei-Hayaıı, sanatı, şiirleri, Varlık yayınevi, Türk klıisikleri: 5, İst. (I . bask.) 1952, (2. baskı) 1954, (3. baskı) 1 957 (4. baskı) 1959, (5. baskı) 1960.

Hilmi Yücebaş' Bütün cepheleri)·le Teıifik Pikret, Dizerkonca matbaası, İst. 1 959.

I I I

FECR-İ ATİ DEVRİ

a) MONOGRAFİ VE MAKALE.

1- Genel. Celôl Sahir (Erozan)' Pecr-i Ati - Kahı-ı edebi, SF, 1 909, C. XXXVI. S. 927 ; 7 Mart, SF, 1910, C. XXXVIII, S. 981 ; Bugünküler- Dünküler I, SF, 1 910, C. XXXVIII, S. 982; Il, SF, 1910, C. XL, S. 1 016.

Page 213: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATI NIN ANA ÇİZGİLERİ 2 1 3

Hüseyin Suat (Yalçın)' Kahı-ı edebi mi·� Yokşa . . . lıaydi itiraf edelim, adem-i ıerwz:ül mü ?, SF, 1909, C. XXXVI, S. 931.

Hüseyhı Kizım' Eski- Yeni, Rk, 1909, C. l l l, S. 1 6.

1\lidhat Cemal (Kuntay)' F:debiy_viiı-ı hiizıra, RK. 1909, C. l l l S. 16.

M. B.' lHiisahabe-i edebiy_re- 1\'csl-i alıir-i edebimiz, SF, 1909, C. XXXVIII, S. 964. Fer:r-i .4ıi Enrümm-i Edebisi Be_vanniimesi, SF, 1910, C. XXXVIII, S. 977.

Ahmed Haşim' llfüsahabc-i edebin·e • Rulı-i bi-kawl fırsaııyle, SF, 1910, C. XXXVIII , S. 981 ; Kelimeler, SF, ı 9 1 1 , C . XLI. S. ı o55.

Köp ·üliiziidc Mehmet Fund' "feniler-Eskiler I , SI', 1910, C. XXXVIII, S. 983; Il, SF, 1910, C. XXXIX, S. 1012; J ll , SF, ı 9ıO, C. XL, S. 1016; Sal-i edebi. Sıilnnme-i Servetifünun, 1910, s. 143-151 .

Ali Canip (Yöntem)' Fecr-i Aıi v e muam•ini, S F , 1910, C. XXXVIll, S. 988. Müfid Ratib' Fecr-i Ati hakkında, SF, 1910, C. XXXIX, S. 990.

Raif Necdet (Kestelli)' Müsahnbc-i edebiy_ye, RK, 1910, C. l l l , S. 16; Müsahabe-i edebiyye, RK, 1910, C. lll, S. 1 7 ; Mü•ahabe-i edebiyye, RK. 1910, C. IV, S. 19; Müsahabe-i edebiyye, Rk, 1910, C. IV, S. 2 1 ; Mü•ahabe-i edebiyye, RK, 1 910, C. IV, S. 22.

Mehmet Raul' Siihir (Celal Sôhir) Be.v'in müsahabesi hakkında, SF, I 912, C. XLIII, S. 1096; Bugünkü Türk •debiyatı, SF, I 9ı 2, C. XLI I I, S. 1 1 03-1 1 05; Fer:r-i Ati'nin iflôsı, SF, ı9I2, C. XLIII. S. 1 1 05 ; /flti•·• cd<biyyôı, SF, 1912, C. XLIII, S. 1 1 06.

luet 1\lelih (Devrim)' 1'e;ad (On•ö:), Sabah matbaası, İst. 1915.

M. R.' Edebi inkılablarımız, SF, 1 91 2, C. XLIII, S. 1 1 04,

Şehabettin Süleyman' Hareket-i edebiy_ve, Rh, I 912, C. I, S. 24; Hareket-i edebiyye : Ta'kib, Rh, 1 912, C. I, S. 28.

Hakkı Tahsin' HarPket-i edebi_-y_ye, Rb, 1912, C. I, S. 22-23. Ali Naei (Karacan)' Hareket-i edebiyye, Rb, ı 912, C. I, S. 30-32.

Halil Falıri (Ozansoy)' Hareket-i edebiy_ve- Fecr-i Aıi intihallerinden, Rb, 1 9ı2, C, I, S. 29.

Hamdullah Suphi (Tannöver)' Fecr·i Aıi'nin ifltısı, SF, ı 912, C. XLIII, S. 1 107.

Reşat Feyzi (Yüzüncü)' Ferr-i .fıi nasıl bir ıeşekküldür?, SF, 1930, C. LXVIII, S. 1 796 /1 78.

Refik Halit (Karay)' Fecr·i Aıi ve Sina-i Emel, YMc, 1940, S. 38.

Cahide Başol' Fecr-i Ati, SF, ı941, C. XC, S. 2343; 2345-2356, 2358; 1 941, C. XCI, S. 2361-2362; 2365; ı 942, C. XCI, S. 2368-2370, 2372.

Baha Öngel' Türk edebiyatında senbolizm, H s, I 952, C. I I I , S. 32; ı 953, C. III , S. 33.

2 • Tiyatro. Müfid Ratib' Osmanlı 1'i_vaırosıı, MM, 1908, C. I , S. l . Safvet Nezihi' Tiyatro v e Ti_yaırolarımı:. RK. 191 1 , C . V, S . 29.

Şehabettin Siileyman' Biıtle temaşii. RD, 1 913, C. l, S. 15 .

3 • Roman v e Hikaye. Mehmet Behçet Yazar' Genç romancılarımu ve eserleri, Ahmet Sait Lası· me,i, İst. 1937.

4 • Edebi lenkid. Siileyman Fehmi' F:debiyatın gayesi ve hudud-i •erbestisi, Aş, I 908, C. I , S. 1-6.

Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)' Müsahabe·i tdebiyye ( Resimli Kitab'ın Müsahabe-i edebiyyesi münasebeti,vle), SF, 1909, C. XXXVII, S. 959-960; San'at ve ahlak hakkında, SF, ı 909, C.XXXVII, S. 962; _ll,füsahabe-i edebiyye ( Vicdan makalesi münasebetiyle), SF, ı 909, C. XXXVIII. S. 965.

Köprülüzade Mehmed Fuad' San'nı t·e taklid, SF, 1910, C. XXXVIII , S. 971, 977.

Page 214: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

214· KENAN AKYÜZ

Şehabettin Süleyman' Vazife-i şebab, Rh, 1912, C. I, S. 6. S<'lihattin Enis' Gençlik ve ed•biyat, Rh, 1 91 2, C. I, S. 23.

lı) HATlRAT. Halit Fahri Ozansoy' Edebiyatçı/ar geçiyor, Kanaat kitabevi, Ankara Kütüphun .. si serisi: 22,

İst. (tarihsiz).

AHMET HAŞlM Hamdııllalı Sııphi (Tannöver)' Tenkide doğru, SF, 1 9 1 1 , C. XLI, S. 1075. Ahmet Bedii' Kelime/ere dair (Haşim'e mektup), SF, ı9l l , C. XLI, S. 1060. Mehmet Ali Tevfik' Tenkid etrafında, SF, 1 9 1 1 , C. XLI, S. ı061 . Abdülhak Şinasi (Hisar)' .Şiirde ı•uziıh, Dg. I 92ı , C. ı . S. 12 ; Ahmet Haşim'in şiirlerindeki

yenilik nedir?, Yr. 1 921, S.l; Ahmet Ilaşim'in eseri etrafuıda- Göl snaıleri, Dıı, ı922, C. I, S. l l ; Ahmet Htişim, Ül, 1933, C. l, S. ·i; Ahmet Haşim'in ıilemi, YT, 1 933, C. I, lO;

Ahmet Haşim'e dair son hatıram, Vr. 1933, C. I. S. I ; Ahmet Haşim'in şiir/eri, Vr, ı93.ı, C. ı, S. 23; Ahm.ı Haşim'e dair haııralar, Vr, 1 935, C. Il , S. 38-39; Ahmet Haşim'in :an zamanları, Yr, 1 935, C. ll . S. 4ı--43; Ahmet Haşim - Şiiri ı·e lıa.yatı, Hilmi kitabevi, İst. 1963.

Nurullah Ati (Ataç)' Ahmet Ilaşim-Göl Saatleri münasebeıiyle, D�, 1922, C. ı, S. 12 . Fuat Köprülü' Piyale, Hy, 1 926, C. I , S. 2 . Fazı! Ahmet (Aykaç)' Ahmet Ilaşim ve Pi_yale'si, Hy, 1926, C. I, S . 5. Abdııllah Cevdet' Piyale, le, 1 927, S. 220-221. Reşit Süreyya' Ahmet Haşim Bey, le, 1927, S. 241. Kizını Szevinç' Ahmet Haşim, İe, 1928. S. 253. M. Selahattin (Gü�ör)' Ahmet Haşim Bey hayatını anlatıyor, YK, ı 928, S. 1 1. Ali Cinip (Yöntem)' Ahmet Haşim ve eseri - Gurebti-htine-i ltiklükan'ın intişarı müruı&ebeti)'le,

Hy, 1928, C. IV, S. ıo3; Ilaşim'in Bize Göre'si, Hy, 1929, C. V, S. 1 20. İbrahim Aliettin (Gövsa)' Ilaşim'in hayatı, YG, 1933, C. I, S. 1 5. Abdiiihak Hiiınid (Tarhan)' Ahmet Haşim için, YT, 1933, C. I, S. 10. İbniiiemin Mahmut Kemal (İnal)' Ahmet Haşim'e dair, YT, 1933, C. l, S. 10. Cenab Şehabettin' Ahmet lliişim, YT, 1 933, C. I, S. 10. Nuri Fehıni' Ahmet Haşim'in .vaşay4ı, YT, 1933, C. I , S. 10. Hasan Ali (Yücel)' Ahmet Ilaşim'in yarattiışı nasıldı; yaraııığı nedir?, 'YT, 1933, C.I, S. lO;

Ahmet Hıişim, Puzartt"si Konuşmaları, Remzi Kitahevi, İst . 1937, s. 270-273. İzzeı ıu .. Jih (Devrim)' Eski arkadaşım Ahmet lla#m, YT, 1 933, C. I, S. 1 0. Yusuf Ziya (Ortaç)' Ahmet Haşim'in ölümü münasebeti,vle, YT, 193.1, C. I, S. 1 0. Ahmet Harndi (Tanpınar)' Ahmet Haşim'e aiı haııralar, YT, ı933, C. I, S. lO.

Haliı Fahri (Ozansoy)' Ahmet Haşim'in hayatı, YT, 1933, C. I, S. lO; Ahmet Haşim. S F, 1941, C. XC, S. 2338.

Kerim Sidi' Ahmet Haşim, Sinan mntbansı, İst. 1933. İzzet Melih (Devrim)' Eski mektep arkadaşım Ahmet Haşim. YT, 1933, C. I , S. 1 0. Peyami Sefa. Yahya Kemal, Münir Sevin. Suut Kemal ' Intihale ve Ahmet lliişim'e dair konu.,•ul-

du, KH. 1933, C. I, S. S.

Yakııp Kadri (Karaotımanoğlu)' Ahmet Iltişim, Hikimiyyet-i milliyyt" matbaası, Ank. 1 934. Ahmet Cevat (Enıre)' Ahmet Illişim - Hayatı, seçme şiir ı•e yazıları, Çığır kitabevi, İst. 1 937. Yusuf Ziya Ortaç' Ahmet Haşim, Cumhuriyet Kitıılıevi. l.t. 1937.

Page 215: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

IIIODER� TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ

Suut Kemal Yetkin' A hmet Haşim ve sembolizm, Recep Ulusoğlu hasımevi, Ank. 1938. Faruk Nafiz Çamhbel' Ahmet Haşim, YG, ı94ı, XVII , S. 432.

2 1 5

Feyzullah Sıirid thkü' A hmet Hôşim ha_yallerini kimlerden alırdı ?, Ül, 1 941, C . XVII, S. 1 7 . Hakkı Soba Gezgin' Ahmet Hôşim, Aylık Ansiklopcdi, 1944, C . I , S . 2. Yunus Kıizım Köni' Ahmet Haşim'in şiir/eri, tlı, Yeni seri, ı945, C. V I I I, S. 91-92. Cemil Seni Ongun' Sanal sisiemleri ve Ahmel Haşim'in semboli:mi, Tefeyyüz kitahevi, İst. 1947. Şerif Hulfısi' Ahmet Htişim-Ha_yalı ııe seçme şiir/eri, Remzi kitabevi, İst. 1 947. Nihat M . Çetin' Ahnie1 Haşim'in ka_ynakları hakkında bir deneme, TM, 1954, C. XI, s. ı 83-2 ı 2. Yaııar Nabi (Nayır)' Ahmel Hôşirit-llayalı, sanalı, eserleri, Varlık yayınevi, Türk Klasikleri : 9,

İsı. ı 952, ı 954, ı 959. Hilmi Yücebaıı' Bütiin cepheleriyle Ahmet Haşim - 0/iimünün 25. yıldöniimü münaaebetiyle, İn­

kıliıp kitahevi, İst. 1958. Rıfaı Necdet Evrimer' Fecr-i Ati şairleri : Ahmet Hôşim-Edebi şaluiyeti, sanatı, biitün şiir/eri,

l nkıliıp kitahevi, İst. ı 959. Niizan Güntürkün' Ahmet Haşim ve zamanı, TD, ı960, C. IX, S. ı o4.

CEMİL SÜJ.EYMAN

Ali Snha (Delilbaııı)' Timstil-i aşk, SF, 1 9ıO, C.XXXVIII, S. 985.

EMh BÜLEND (SERDAROGLU)

i\lehnıet Behçet Yazar' Emin Bülend Serdaroğlıı, YG, ı 940, C. XV, S. 376. Orhan Seyfi Orhon' Şair Emin Rülend, Ça, 1942, S. 64. Halit Fahri Ozaosny' Emin Bülend'e dair, SF, 1942, C. XCII I, S. 24ı7. M. Hayri Orgüplü' Emin Bülend'e ait birkaç duygu ve birkaç hatıra, Ça, 1943, S. 67. Mehmet Osman Dostel' Emin Rülend'in ha.valının son senelerine iiit birkaç hatıra. (a, 1943,

s. 71 . Salih Zeki Aktay' Emin Rülend'in şiir/eri, Semih Lfıtfi kitahevi, İst. 1 945. Rılat Needet Evrimer' Emin Bülend, lnkılıip kitahevi, İst. ı 958. Hikmet Dizdaroğlu' Emin Bültnd Serdaroğlu, TD, ı959, C. VIII, S. 93.

FAZ IL AHMET A YKAÇ

Rıs3 Tevfik (Rölükba�ı)' Fazı/ Ahmet Bt_y, Nevsal-i Milli, ı9ı5, s. 26-28. Hü•eyin Cahil Yalçın' Matbutil hayatı- Ba_v Fazı/ Ahmet A_vkaç, ( Fazı/ Ahmtt : If ittibe/er · şiirler-

hieviyeler ı·e aaire) : FH, ı 935, C. · I I I , S. 68. Kazım Sevinç' f'azıl Ahmet, Ak�am hasımevi, İst. ı 934. Hasan Ali Yücel' Fa:ıl Ahmet. Pazartesi konuşmalan, Remzi Kitabevi, İst. ı937, s. 284-288. Mehmet Belıçel Yazar' Fazı/ Ahmet, YG, 1940, C. XV, S. 373.

FUAT KÜPRlJLÜ

Celal Sakıb' 1'etebbu' karşısında Mehmet Fuaı Bey, GK, 1 9 ı 2, C. lll, S. 1 9. Fazıl Ahmet (Aykaç)' Köprü/üzade Mehmet Fual, Nevsil-i Milli, 1 9ı5 , s. 252-253. Mehmet Beh<.e: Yazar' M. Fııad KöpriUü, YG, ı 940, C. XVI, S. 400. 5imi N. Özerdim' Ord. Prof. Dr. M. Fuat Köprülü bibliyografyası (l908-ı950). ayn hasım,

Türk dili ve tarihi hakkında ııraşbrmalar ı , Türk Tarih Kurumu basımevi, Ank. 1951. Osman Turan' Mukaddime (60. doğum _yıldönümü münasrbetiyle, Fuad KöpriUü armağanı, s.

V-XXIII), Osman Yalçın matha:ısı, İst . 1953.

Page 216: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

2 1 6 KENAN AKYÜZ

Şerif Hulüsi' Fuad KöpriUü'niin ilmi neşriyaıı (60. dağnın yıldönümü miinasebetiyle. Fııad

Köprülü armağanı, 8. XXV-LIII), Osman Yalçın matbaası, İst. 1953.

İZZET MELİH DEVRİ M

Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)' l:zeı Melih Bey, Nevsal-i Mili, 1915, s . H5-l46. Mehmet Behçet Yazar' lzzet Melih Deı•rim, YG, 1 941 , C. XVII, S. 425.

MEHMET BEHÇF.T YAZAR Eelhem Hidayet' Erganıın için, GK, 191 1 , C. I l , S. 10. Rıfat Necdet Evıim�r· Fecr-i Ati şairleri : l\-fehmet Behçet ı•e Tahsin Nahid, İnkılıôp kitabevi,

İst. 1 96 1 .

ŞEHABETI'İN SÜLEYMA�

Mehmet Rauf' Çıkmaz Sokak tenkidôıı münasebetiyle, SF, 1 909, C. XXXVIII , S. %6; Kırık mahfaza, SF, 1910, C. XXXVIII, S. 978.

Müfid Ritib' Çıkmaz sokak, SF, 1 909 C.XXXVIII, S. 967; Fırtına, s·F, 1910, C. XXXIX, S. 996.

Tahsin Nahit' Kırık mahfa:a, SF, 1910, C. XXXV I II, S. 976. Ahmet Hişim' Şehôbeııin Süle.yman - Fikirleri, sanatı, SF, 1910, C. XXXVIII, S. 988.

Ali Cinip (Yöntem)' Tarih-i edehiyyôt-ı osmani,vye, SF, 1910, C. XL, S. 1 01 8. Yakup Kadri (Karaoı;manoğlu)' Şehôbettin Süleyman Bey, Nevsal-i Milli, 1915, s. 149-150.

TAHSlN NAHİT

A li Suha (Delilba,ı)' Temôşô tenkidi-./ön Türk hakkında, Aş, 1908, S. 5. Alırnet Haşim' Rüh-ı bi-kayd fırsatıyle, SF, 1 910, C.XXXVIII, S. 981. Mehmet Rauf' Kösem Sııltan, SF, 1 91 2, C. XLI I I, S. 1 109,. Ali Nacl (Karacan)' Kösem Sııltan, Rb, 1912, S. 33. Rı(at Needet Evrimer' Fecr-i Ati şairleri - Mehmet Behçet ve Tahsin Nuhit, İnkılıip Kitabevi,

İst. 1 961.

IV M1LLI EDEBİYAT DEVRİ

a) MONOGRAFI VE MAKALE.

l - Genel. Yekta Bihir (Ali Cabnip Yöntem)' Gençlik kavgası, GK, 1 9 1 1 , C. ll, S. 2; Kavmi edebi­yat ne demektir?, GK, 1 9 1 1 , C. II, S. 4; Milli Edebiyat meselesi, GK 191 1 , C. l l , S. 6; Milli E:kbiyaı meselesi, TY, Yıl: 3, S. 6, 7, 9; Edebiyolla rn<>tızu, BM, 1919, C. I, S. 13; Da'vayı kazananlar, Ça, 1942, C. I, S. 27: Hece mi, Arıı: mu ?, Ça, 1944, S. 127.

KöpriilüMde Mehmet Fuad' Edebiyyat-ı milliyye, SF, 191 1, C. XLI, S. 1 01 1 ; Halk ı•e edebiyyat, SF, 1 9 1 1, C. XLI, S. 1042; Edebiyatlar arasında, SF, 1 9 1 1 , C. XLI, S. 1 043; Milli terennüm­lerimi:, SF, 1913, C. XLIV, S. 1 127; lnkıltip edebiyatı, Hak gP.zetesinin edebi ilavesi, 1922, S. l; Milli Edebiyat, Bugünkü Edebiyat, İkbıil Kütüphanesi, İst. 1 924, s. 7-1 6; Hayat ve edebiyat, Bugünkü edebiyat, İkbal Kütüphanesi, İst. 1924, s. 1 17-126; Bugünkü edebiyat, Bugünkü edebiyat, İkbil Kütüphanesi, İst. 1924, s. 127-133; Milli edebiyaı'ın ilk mübeş­�irleri ve Divan-ı Türki-i Basit, Devlet matbaası, İst. 1 928.

Celal Nnri' lııihdd-ı Islam, Yeni Osmanlılar matbaası, İst. 1915.

Page 217: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

:\IODERl'i TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 2 1 7

Yusuf Ziya (Ortaç)' lbdrii edebiyat, SF, ı9ı7, C . LI I l , S . 1368 ; Milli Edebi_yal ve nazirtcilik, SF, ı917, C. Llll, S. 1 373; Milli Edebiyat ve garibecilik, SF , 1917, C. LIII , S. 1 374; Yine garibecilik, SF, 1917, C. LIII, S. 1 37S.

Halide Edip (Adıvar)' Türk edebi_vatının son safha ııe simriları, BM, 19ı9, C. I , S. 7. Yakup Kadri (Karaosmaooğlu)' Harp ve edebi_vat, BM, ı9ı9, C. I , S. ı5; Edebi_yat ı·e milli cere_van,

Dg, ı 922, C. lll, S. 29. Niizhet JLiııim (Sioaooğlu)' lU illi Edebiyat'a doğru, Cemiyet Kütüphanesi, İst. ı 9ı 9. unap Şehahettin' Edebiyatıa Tür�ülük, Şh, 1920, C. I l , S. ıs. Fatih Rıfkı (Atay)' Milli Cereyanın zaferi. Dg, ı921, C. 1, S. ı 2. Peyami Safa' Türk ink/abına bakışlar (Cumhuriyetin ıs _vıldönümii münasebetiyle), Kanaat ki­

tahevi, İst. 1 938. Hilmi Ziya Ülken' Bizde türkçüliik, İs, ı 9 ı6, C. V, S. S3: Tanzimat deı.·rinde türkçülük, İs, ı 9-i6,

C. V, S. S4; Türkiye dışında tiirkçülük-Realist ve ilmi türkçülük, ls, 1946, C. V, S. 55; Ha.ra­li, siyasi ve hakiki türkçülük, İs, ı 946, C. V, S. S6.

Emin Eri,irgil' Tür�ülük devri-Milliyetçilik deı.•ri- lnsanlık deııri, Maarif yayınevi, Ank. 1958. Hasan Ferit Caosever' Türkçüliik nedir?, Toprak Dergisi yayınları: 1, İst. 1959. A, Nuri Banmao' Bizim . milli iilkümüz Turancılık nedir?, Türkiye Ticaret Postası matbaası,

İst. (tarihsiz).

2 - Şiir. Köprülöside Mehmed Fuad' .!Hi/li Aruz mesele•i, SF, 191 1, C. XLII, S. 1073; Milli ı•ezin, YM, 191 7, C. 1, S. l l ; Vezin meselesi, Bugünkü edebiyat, lkbiıl kütüphanesi, İ•t. ı 924. s. 98-ıo9.

Halil Fahri (Ozan•oy)' Yine vezin meselesi, YMc, 1 918, C. lll , S. 57, 79; Aruz -Hece meselesi, Vr, ı933, C. I, S. 6.

Yahya Kemal (Beyatlı)' Vezinler, Dg, 1 922, C. I I, S. 20, 23. Ahmet Haşim' Şiirde Vatan, Dg, 1 922, C. ll, S. 18. Eois Behiç (Koryiirek)' A rıız -Hece, Vr, 1933, C. l, S. 6. Kemalettin Kimi (Kamu)' Milli Vezin her bakımdan Aru>'a frii�tir, Vr, 1933, C. I , S. 6.

Neemettin Halil (Onan)' Aruz-Hece, Vr, 1933, C. I, S. 6. lllehmet Behçet Yazar' Genç şairlerimiz ve eserleri, Kanaat kitahe�;, İst. ı 936. Fevziye Abdullah Tansel' Milli Ed�biyat deNi şiir •ahasında aşık tarzı tesirleri, Ül , 1939, C. XI II,

s. 74-78. İbrahim Necmi Dilmen' Tiirkçe şiirler cere.Yanına bir bakış ve 1905 �d�bi hareketi, Ankara Üniver­

sitesi Dil ve Taih-Co�rafya Fakiiltesi Yıllık Araştırmalar Dergisi I, Arık. 1940-1941, s.

49-71 .

3 - Tiyatro. Burhan Arpad' Son yirmi beş .vılıla optret sahnemiı, PS, ı 942. C. l l , S. 20. Neyyire Ertuğrul' Milli tiyatro, Ps. I 942, C. ll, S. 20.

ı - Roman. Mehmet Behç<'l Yazar' Genç romancılarımız ve eserleri, Ahmet Sait basımevi, İst. 1937.

5 - Edebi lenkid. M. Rauf' San'aı ı•e ahlak, SF, 19.09, C. XXXVII, S. 961 ; Vicdan (Yakup Kadri BPy'e), 1 909, C. XXXVIll , S. 963.

6 - Dil. Raif Necdet ( Kestelli)' Liifu ı•e ma'na, SF, ı 909, C.:XXXVI, S. 930; Yeni Lisan, G K , 1912, c. lll , s. 15.

Celil Sahir (Erozan): l.isanımız, SF, 1909, C. XXXVII, S. 951- 953. Ömer SeyfPttin Yeni Lisan, GK, ı9lı , C. Il, S. ı-3,5. Genç Kalemler Talırir Heyeti : Yeni Lisan, GK, 1 9 l l, C. Il, S. 6, 7, 8.

Page 218: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

2 1 8 KENAN AKYÜZ

Hamdullah Suphi (Tannöver) : Ymi Lisan, GK, 191 1, C. II, S. 12. Ali f.anip (Yöntem)' Milli Liıan ı•t .\fiili Edcbi_yat, GK, 19l l , C. III, S. 13; Yeni Lisan. GK,

1 912, C. IV, S. 27; Edebi lisanda inkılôp meselesi, Gnş. 1 927, S. ı3 ; Bıı dili zengin­leştirenlcr, Ça, ı 942, S. 33; Türkçeıle .razı düi, Ça, ı 942, S. 35.

Şehabettin Süleyman' Yeni L 'san, GK, l 9 l l , C. l l l, S. 13. Kizım Nimi (Durn)' Türkçenin sôdeleştirilmesi, Hak, 1909, S. 1 28; Lisan inkılôbı, Hak, 1909,

S. 137; Yeni Lisan ı•e hasta bir· mantığın pisikolojisi, GK, ı 912, C. I I I. S. 16. M. Nermi' Yeni Usan istilôsı karşısında, GK, ı 9 l !!, C. I I I, S. 22. l'erviz (Ömer Sf.' fettin)' Yeni Lisan ııe çirkin ıa'rizler, GK, 1912. SC. l ll-IV, S. 24-25. H öprülüzide Mehmed Fuad' Yeni Lisan, SF, 1912 C. XLI I , S. 1 082; Türkçiilük ı•r. _yeni

L 'san, SF, 1912, C. XLII. S. 1091. Yahya Kemal (Beyaılı)' Bııgünkü Türkçe, D,ı, 1 922, C. l l l , S. 27. C rhan Seyfi Orhon' lst.anblll şiveıi, Ça, I 943, C. V, S. l l l .

h) HATlRAT.

Halil Fahri (Ozansoty)' Edebi_vaıçtlar geçi_yor, Kanaat Kitabevi, Ankara Kiitüphanesi serisi: 22, İst. (tarihsiz).

Iliimi Yü<"eha'' Yedi şairden hatıralar ( Abdullah Ceı·det, Sômih Rıfat, Celal Sahir, lhsan llamômi, Halil Nihat, Ihrahim A lôerıin, Enis Rehiç), Dizerkonca Matbaası, İst. I 960.

c) RÖPORTA.I-A'\ KET.

Me.-di Sadrettin' Sevdiklerimiz (Hüsevin Rahmi, Celril Sahir, Aka Gündü;, Ahmet Hikmet), Milliyet Matbaa>ı, İ st. 1929.

Mehmet B .. Jıç,.t Yazar' Edebiyatçılarımı: ve Türk edebiyatı, (Cemil Süleyman, Ali Snlha Vdilbaaşı, Haline ;>ıiusret Zorlutııııa. Halit Fahri Ozaıısoy, Ihrahim Alaettin Gövsa, Meh­met Emin Yurdakul, Necn:ettin Halil Onaıı, Ümer Bedrettin Uşaklı, Salih Zeki Aktay, Şukoife Nihai) Kanaat Kitabevi, İ st. 1 938.

Yaşar Nabi' Edebiyatçılarımız Konıı�u_vor (Yakup Kadri Karaosmaııoğln, Reşat Nuri Giintr­kin, Falih Rıfkı Atay, Ahmet Harndi Tanpınar), Varlık ynyımları : 1 8·1 , İst. 1953.

Mustafa Haydar' F:debi_yaıçılarımı: Ne Diyorlar ? (lialide Ec/ip, Falih Rıfkı, Yahya Kemal, Reşat Nııri, Yakııp Kadri, Refik Ha/it, Fııat Kiiprülii, Orhan Se)fi , Yusuf Zi_va, Haliı Fahri, Ahmtt Harndi .Hamdııllah Sııplıi, 1-Iü&ryiıı Calıiı), Ahmet Halit Yaşaroğlu Kitahçıhk T.L.Ş., lst. 1 960.

d) A�TOLOJİ.

Nüzhet Hiişim (Sinanoğlu) : Milli Edebi_vata doğru, Cemiyel Kütüphanesi, İst. 1918.

ABDULLAH CEVDET

Rıza Tevfik Bölükbqı' Abdullah Cevdet Bey, l\evsul-1 1\lilli, 191 5, s. 99-100.

AHMET HAMDİ TANPI;>ıiAR

Mehmet Behçet Yazar' Ahmeı Harndi Tanpınar, YG, 19- H , C. XVII, S. 430. Kenan Akyüz' Abdullah Efendi'nin rü_yaları. Ül, 1 944. C.VI, S. 68. Mehmet Kaplan' Bıına'da Zaman şiiri hakkında, ls, 1944, C. II, S. 3; Bir Şairin Homanı :

Hıızur, TDED, 1962, C. XII, s. 33�7; Tanpınar'ın şür dünyası, İst. Ü. Ed. Fk. Yayııı­lan: 1084, İst . 1963.

Page 219: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

:�!ODERN TÜRK EDEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ

Yıldınm Keskin' Ahmet Hamdi Tanpınar'la bir konuşma, Vr, 1 950, S. 365. Suat Uzer' Ahmet Hamdi Tanpınar diyor ki, Hs, 1953, S. 37. Olcayto' Ahmet Hamdi Tanpınar di_yor ki, Hafta, 1959, S. 29. Necati Cumalı' Tanpınar'ın Şiir/eri, Vr, 1961, S. 548. Ahmet Kuısi Teeer' Tanpınar'ın Şiir/eri, Vr, 1961, S. 549. Caı:.t Kemal Yetkin' Bir �iir dünyası, TD, 1961, S. 1 15. lfiluneı Dizdaroğlu' Edebiyat tari/ıçisi Ahmet Hamdi Tanpınar, TD, 1962, S. 126. Tahsin Yücel' Saatları ayarlama enstitüsü, Vr, 1 962, S. 568.

2 1 9

A . Caferoğlu' Filalag gözü ile Beş Şehir'deki kelime üslıibl4, TDED, 1 962, C . XII, s, 87-97. Ö. Faruk Akün' Ahmet Hamdi Tanpınar, TDED, 1962, C. XII, s. 1-32. B. Emil' Tanpınar'ın eserlerinde adları geçen garplı sanal ı•e fikir adamları, TDED, 1962,

C. XII, s. 97-12 1 . Hikmet Dizdaroğlu' Ahmet Ilamdi Tanpınar, TD, 1962, C . X l , S . 1 26.

A HMET HAMDI TANPINA R BlBLl YOGRA Fl'ASI, YY, 1962, C. VII, S. 5. Ahmet Kutsi T...,.r' Saatları ayarlama enstitüsü, Cmh, 24 ocak 1963. Sahahatlin Eyüboğlu' Tanpınar'da zaman, YU, 1963, S. 130. Mehmet Kaplan' Tanpınar'ın şiir dünyası, İst.Ü.Eıi.Fk.Yayınları : I084,İst. 1963 .

. \KAGÜN DÜZ

Şahap Nifia' Akagündüz Bey diyor ki. SF, 1 932, C. LXXll, S. 1 810. Sadettin Nüzheı Ergun' Akagündüz - Hayatı, eserleri, Ülkü basımevi, İst. 1937. Mehmf't Belıçel Yazar: Akagündüz, YG, 1939, C. XIV, S. 347. Hilmi Yücebaş' Bütün cepheleriyle A kagündii: - Hayatı, Hatıra/arı, eserleri, Dizerkonca Mat· haası, İst. I 959.

ALl CANlP YÖNTEM Ömer Seyfeıtin' Ali Canip B..y, Nevsiıl-i Milli, 1915. s. 299-31 2. Hikmet Münir (Ebcioğlu)' Ali Canip, YG, 1938, C. XII, S. 287. Mehmet Belıçel Yazar' Ali Canip Yöntem, YG. 1 940, C. XIV, S. 362.

ALİ MÜMTAZ AROLAT

Mehmet Behçet Yazar' Ali Mümtaz Arolat, YG, 1 941, C. XVIl , S. 410.

EBU BEKlR HAZIM

Samim Kocagöz' Tanzimat vt Hikaye: Ebııbekir Hazım ve M•hmeı Ce/til, SF, 1 940, C. LXXXVIll , S. 2295.

ENİ S BEHlÇ KORYÜREK

Saffet Örfi' Enis Behiç'in Mirôs'ı, Hy, 1927, C. ll, S. 43. Mehmet Belıçel Yazar' Enis Behiç Koryiirek, YG, 1940, C. XIV, S. 358. Ali Hii..,yin' Enis Behiç Koryürek, Aylık Ansiklobedi (Yeni seri), 1949, C. 1. S. 6.

Sinan Onbulak' Sül..yman Çelebi'nin rııhıı kanu�ııyor, Zafer, 4 Ekim 1 949; Sül..yman Çelebi ve sevgili Fanüa'u, Zafer, 26 Ekim 1949; Enis Bhiç, Zafer, 1 7 Ekim 1950.

Ömer Fevai Mardin' Varidat-ı Sül..yman Şerhi, İbrahim Hilmi Kitabevi, İ•t. 1950. Frıhi Tevetoğlu' Enis Behiç Koryürek-Hayatı ı·e Eaerleri, Milli Kalemler •eri•i : 1, Gün��

Matbaacılık T.A.O. Matbaası, Ank. 1951.

Page 220: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

220 KENAN AKYÜZ

FALİH RIFKI ATAY Kazım Nimi Duru' Roman, til, 1933, C. I. S. 2. Hüseyin Cahil Yalçın' Maıbııôı ha.yaıı- Ba.r Falih Rıfkı Aıa.r : Roman. FH, 1 935, C. I I I, S. 78. Baki Suha Ediboğhı' Fıılih Rıfkı Aıa.v Konıışıı.vor, Herkalp KitahcYi, Ank. 1 9·15.

FARUK "'AFİZ ÇAMLIBEL Seılaı Simavi' Faruk Nafi.:. ıınlaıı.vor, YG, 1935, C. YI, S. 133. rihat Sami Banarlı' Faruk N4fiı-Hayaıı, seçme �iirleri. Suhtilet kitahevi, İst. 1 937. Yusuf Ziya Ortaç' Faruk Nafi: Camlıbel- Ha_yaıı, �serleri, Cumhuriyet kitahevi, l•t. 1 937. Mchm�t Behçet Yazar' Faruk Nafi:, YG, 1939, C. XIV, S. 351.

HALlDE EDIP ADIVAR lUehm�t Rauf' Halide Salih'in Raik'in A nnesi i•imli eseri için, SF, 1909, C. XXXVI, S. 936. Yakup Kadri Karao811lll0oğlu' Harab Ma'beıler münaşebeıi_yle - Halide Salih Hanım, SF, 1 9 1 1 ,

C. XL, S . 1040; Handön hakkında. R b , 1912, S . ·10. Köprülüııide Mehmed Fuad' Mev'ıid Hüküm, Rııgiinkii edebiyat, ikhal Kütüphanesi, İst.

1924, •. 157-169. Orhan Bu· iyao' }'eni Halide Edip : Sinekli Hakka/, Ye, 1 937, C. V I, s. 31 . Agah Sırn Levrnd' Sinekli Bakkal, YT, 1 937, C . I V , S. 51 . Yaşar Nabi' Sinekli Bakkal, Ül, 1937, S. 53. VecJ, t Güııyol' Taıarcık, Ye, 1939, C. X. S. 58·-59; Dile gelseler-Halide Edip'le Yokur Kadri

arasında kı&mi bir muk�ye•e, Ye, 1940. C. Xl, S. 62. Sefer Aytekin' Tatarcık r�manı hakkında, SF, 19·10, C. LXXXVIII, S. 2288. Fevııiye Abdullah (Tanoel) Halide Edip - Tatarrık, Ül, 1 9·10 C. XV, S. 86. Baba Dörder' Halide Edip, Çı�ır Kitabevi. Isı. 1 94·0. �bice Boran' Halide Edip'in •yeni romanları, YD, 1941, S.5. Ahmet Hamdi Taopınar' Sinekli Bakkal, Ül. 1942, S. 1 2.

HALlDE N USRET ZORLUTUNA

Hüseyin Cahil Yalçın' Maıbuôı Hayatı-Halide Nu . .rN 1/anım: Gereden Taşarı Verı/er, FH,

ı 934, c. I l , s. 34. Mehmet Beb�eı Yazar' llalide IVusreı Zorlutuna, YG, 1910, C. XV, S. 391 .

HALİL NiHAT BOZTEPE

Köprülüııade l\lebmeıl Fuad' Sihiim-ı ilham. Bugünkü Edebiyat, İkhıil Kütübhanesi, İst. 1 924, s. 195-201.

Mrbmet Bebçrı Yazar' Halil Nihad, YG, 1 939, C. X IV, S. 350. İbrahim Alaettin Gövsa' Halil Nihat Boıtept, Aylık An•iklopedi, . C. V, S. 59.

HALİT FAHRİ OZANSOY

Şababettin Siileyman' Halil Fahri Bey, Nevsal-i Milli, I 915, s. 153. Hüoeyin Cahil Yalçın' Maıbııôt Ha.vatı-Hayıilrt, manzıım fôria, l 'a:an : Halid Fahri Ozarısoy,

FH, 1 936, C. VI, S. 1 30. Ali Kemal Meram' Halil Fahri Ozarıooy'urı şiirleri, SF, 1938, C. LXXXII I , S. 2 1 74. Mehmet �hçet Yazar' Haliı Fahri O:an•o.r, YG, 1940, C. XVI, S . . ıoı. Halil Fabri Osansoy' Şiirde nt yapmak isıedim?, SF, 1942, C. XCII-XCIII , S. !:397-2414.

Page 221: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TVRK EDEBİY ATlNIN ANA ÇİZGİLERİ 221

HAMDULLAH SVPHİ TANRlÖVER !'tlehmet Behçet Yazar' Hamdııllah Suphi, YG, 1 940, C. XV, S. 379.

IBNtlRREFlK AHMET NURİ SEKİZİNCI Müfid Ritib' Odalık. SF, 1910, C. XXXIX, S. 997; Gelin t•e kaynana, SF, 19 10. C. XXXIX,

s. 1007.

Ali Suha Delilba�ı' lbnürrefik Ahmet Nuri, tlL, 1935, C. V, S. 26.

Enver Behnan Şapolyo' lbnürrefik Ahmeı Nuri, Ça, 1943, S. 78.

Hüsamt"ttin Bosok' lbnürr�(ik Ahmet Nuri Sekizinci, Aylık Ansiklopedi, 1948, C. V, S. 50.

İ B RAH IM ALAETTIN GÜVSA Mehmet Beh�et Yazar' lbrahim Alaelliıı Goı·&a, YG, 19·10, C. XV, S. 365.

KEMALETTİ� KAMU Mehmet Behçet Yazar' Kemaleilin Ktimi Kamu, YG, 19ll, C. XVI, S. 401 .

Rıfat Necdet Evrimer' Kemaleilin Kamu- Hayatı, şah&i.veti ve şiirleri, Üçler Basımevi, İ•t. 1949.

İsmail Hakkı Baltaeıoğlu' Kemaleilin Kamu. TD, 1952, S. 8

MEHMET EMİN YURDAKUL Şemsettin Sami' Edebiyyat- ı müstakbelemiı, Sabah, I Mart 1 889.

Rıza Tevfik (Bölükhaşı)' Emin Bey ı•e türkçesi, TY, 1912, C. I, S. 3.

Köprüiiizade Mehnıed Fuad' Mehmed Emin Bey, Nevsiıl-i Milli, 1915, s. 1 59-160

Ali Mürteza Gürkaynak' Mehmet Ecmin Yurdakııl-Hayatı ı•e eserleri, Bilecik Halkevi basınıevi Bilecik 1937.

Mehmet Behçet Yazar' Mehmet Emiıı Yıırdakul, 1940, C. XVI, S. 397.

Uluğ İğdemir' Mehmet Emin Yurdakul, Aylık Ansiklopedi, 1945, C. I, S. 10.

Hilmi Yücehaş' Milli Şairimiz Mehmet Emin Yurdakul, Ineili Çavuş basımevi, İst. 1947.

Ferhan Oğuzkan' Mehmet Emiıı Yurdakul-llayatı, sanatı, eserleri, Varlık Yayııılan, Tiirk klasikleri : ı 6, ht. 195�. ı 961 .

Enver Naei Gökşen' Mehmet Emin Yıırdakul, T . n . K. Tanıtma Yayınlan, Türk Diline Emek Veren!t"r serisi: 6, Ankara Üniversitt"si Basımevi, Ank. 1963.

MITHAT CEMAL. KUNTA Y

Hüseyin Cahil Yalçın' 1tlatbııtit Hayalı-Oç l&tanbul, Yaıan : Mithat Cemal, FH, 1938, C. X, s. 238-239.

Faruk Nafiz Çamlıbel' Mithat Cemal'i na&ıl tanıdım?, YG, 1941, C. XVIII, S. 452.

Hikmet Dizdaroğlu' Mithat Cemal ' K untay, Vr, 1956, S. 430.

Muharrem Mereaolıgil' Mithat Cemal Kunıay'ın eserleri, YY, 1951\, C. I. S. 1 . Hasan Ali Yücel' Bir J&ıanhul Efendisi, Cınh, 8 Nisan 1957.

MtJFIDE .FERİT Köprülüside Mehmed Fuad' A_ydemir, Bugünkü Edt"biyat, İkbıil Kiitüphanesi, İst. 1924,

8, 1 72-18) .

MtJSAHİPZAD E CELAL Mehmet Behçet Yazar' Mü&ahipztide Ce/til, YG, 1941, C. XVI, S. 409.

Sevda Şener' Müsahipztide Cdıil ve ıi_vatro•u, Ank. 0. D. T. C. F. Yayınlan: 1 46, Tiyatro Ens· titii•ü Yayınlan: 2, Türk Tarih Kurumu Basımevi. Ank. 1963.

Page 222: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

222 KENAN AKYÜZ

�ECİP FAZIL KISAKÜREK

Hüseyin Cahit Yalçın' Matbuat Ha.vatı- Necip Fazıl Bey: Ben ve lhesi, FH, ı934, C. I, S. 1 4.

Mehmet Bebçet Yazar' N�cip Fazı/, YG, ı939, C. XIV, S. 352.

Hikmet Münir Ebeioğlu' Necip Fazıl hakkında ne diyorlar?, YG, 1932, C. XVI, S. 4ı2; Iddialı Sanatkar lVecip Fa:ıl Kısakürek anlatıyor, YG, ı94ı, C. XVII, S. ·137.

.

Agah Sırn Levent' Tohum, Eserler ve Şah•iyetler, Burhanettin Matlıaası, İst. 1940, S. ı 5- ı 8.

NECMETTiN HALİL ONA'\

Mehmet Behçet Yazar' Ntcmetıin Halil Onan, YG. ı940, C. XV, S. 385.

NEYZEN TEVFİK KOLAYLI

Münir Süleyman Çapanoğlu' Neyzen Tevfik-Hayatı. eserleri, Çığır kitabevi, İst. I 9·ı2; lVeyzerı Tevfik-Hayatı, edebi �ahsiyeti ve şiirleri, Tefeyyüz kitabevi, İst. 1 945; Ney:en Tevfik-Ila· _yalı, eserleri, nükıeleri ve bilinmeyen tarafları, Ozakar yayınni, İst. 1953.

Hilmi Yücebaş' Bütün cepheleriyle Ney:en Teıfik, Ahmet Halit kitapçılık ve kiiğıtçılık T. L. Ş., İst. 1 958.

ORHA!'\ SEYFİ ORHON

Köprülüzide Mehmed Fuad' Fırtına ve Kar, Buıı:ünkü edebiyat, lkb:il kiitüpbanesi, İst. 1924,

s. ı 89-192.

Mehmet Bebçet Yazar' Orhan Seyfi Orhon, YG, 1940, C. XV, S. 382.

Vahdet Gültekin' O beyaz bir kuştıı, YG, 1 9,ı J , C. XVII, S. 420.

OMER BEDRETTİN UŞAKLI

Hüseyin Cahit Yalçın' Maıbual hayatı-Ömer Bedreııin B '!)', FH, ı934, C. I, S. 26.

ıtefik Ahmet Sevengil' Ömer Bedrettin'in şiirleri, YT, \934, C. I, S. 23-24.

Mehmet Bebçet Yazar' Ömer Bedretıin, YG, 1939, C. X IV, S. 345.

Selibatlin Batu' Zavallı Ömer Bedretıin, Ul, 27 Şubat 1946.

Muzafier Uyguner' Ömer Bedrettin U şaklı, TD, ı 953, C. ll, S. ı 9.

ÖMER SEVFETTİN

Ali Cinip (Yöntem)' Bahar ı•e kelebekler'e dair, H y, 1927, C I, S. 26; Falaka, Hy, 1927, C. II , S. 4 1 ; Ömer Seyfeııin, H y, ı929, C. V. S. 1 19; Ömer Seyfeııin-Hayaıı ı·e eserleri, Ahmet Ha­lit Kitabevi, İst. 1 935; Ömer Seyfetıin ı•e de!,eri, Ça, 1942, S. 31; Ömer Seyfeııin-Ha.vatı, karakteri, edebiyatı, ideali ve eserlerinden nümuneler, Remzi kitabevi, İst. 1 947.

Ceyhun Atuf Kaosu' Ömer Seyfeıtin, YT, 1939, C. VII, S. 77.

Pertev Naili Boratav' Ömer Seyfeııin, YD, 1 942, S. 15-16.

Halil Fabri Ozansoy' Omer Seyfeııin, SF, 1942, C. XCI, S. 2377.

Orhan Seyfi Orhan' Ömer Seyfeııin, Ça, 1942, S. 3 1 . İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu' Omer Seyfeıtin, TD, 1 952, C . I , S . 7 .

Yaşar Nabi Nayır' Ömer Seyfeıtin·Hayaıı, sanalı, eseriPri, Varlık yayınlan, Türk kJ,hikleri : 7, İst. ı 952, 1955, 1 958.

Hilmi Yüeebaş' Ömer Seyfeııin-Ha_yalı, haııraları, �iirleri, Orhan Mete ve Ortaklan Kollek. Ş. matbaası, İst. 1960.

Hikmet Dizdaroğlu' Ömer Sey.feıtin, T. D. K . Yayınlan, Ank. 1 964.

Page 223: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

MODERN TÜRK EDEBiYATININ ANA ÇİZGİLERİ 223

REFİK HALİT K .\RAY

Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)' Refik Haliı, Eş, 1 909, S. 51 . .

Fazı! Ahmet (Aykaç)' Refik Halid'in kitabı : Kirpi'nin dedikleri, SF, 1 91 2, C. X LII, S. 1 079

(Resimsiz kısım). Rıza Tevfik' Milli Türk Edebiyalı ve Refik Halil, YGn, 1939, C. I, S. 3-5.

Baba Gökoğlu' lnkıliibımızda posta ve ıelgrafçılar, Ulusal matbaası, Ank. 1 940.

Hikmet Münir Ebcioğlu' Kendi yazılarıyla Refik llaliı, Semih Liıtfi kitubevi, ht. 1943.

Cemalettin Bildik' Bu anahtar neleri açar?, Akşam, 28-29 Aralık 1 946.

Agah Sırrı Levend' A nahtar, ES, 1947, S. 29; Bıı bizim hayatımız , TD, 1957, C. V l l , S. iS. Adile Ayda' Refik Halid'in romanları, Cnıh. 26 Tl'nımuz 1947.

REŞAT NURİ GÜNTEKİ:\

Fevzi Lütfü (Karaosmanoğlu)' Çalıkıışıı. Uıı;. 1922, C. ll , S. 2 1 ; Reşat Nllri Bey'in dedikleri. Dg, 1922, C. IV, S. 37.

Naci Sadullah' Reşat Nllri anlatıyor, YG, C. V, S. 1 26.

Agah Sırrı Levend' Reşaı Nuri Güntekin'in Gök_viizü adlı romanı, YT, 1936, C. IV, S. 39.

Hikmet Münir Ebeioğlu' Reşat Nuri hakkında .ne diyorlar ?, YG, 1941, C, XVI. S. 414.

Mehmet Behçet Yazar' Reşat Nuri Güntekin, YG, 1941, C. XVI, S. 410.

Muhtar Körükçü' Reşal Nuri'nin son eseri = Degirmen, Vr, 1943, C. IV, S. 84.

Mahmut Yesari' Tiyatro muharrirlerimi:-Reşal Nuri Güntekin, PS, 1944, S. 1 2.

Zihni Küçümen' Oyun yazarlığı yönünden Reşat Nuri, Dünya, 14 Aralık 1956.

Kenan Akyiiz' Çalıkuşu, Hs, 1956, S. 75.

Orhan Hunçerlioğlu' Reşal Nuri Günıekin, TD, 1957, C. VI, S. 65.

Vahdi Yurtmen' Reşal Nuri'den yan�·ı/ar, TD, 1 957, C. VI, S. 68.

Hilmi Yüeebaş' Bütün cepheleriyle Reşaı Nuri, Yeni matbaa, İst. 1 957.

Türkan Poyraz- Reşaı Nııri Güntekin-Hayall ve eserlerinin lam liııesi, Türk Tarih Kurumu ba•ı· mevi, Ank. 1957.

SALİH ZEKİ AKTAY

Hüseyin Cahit Yalçın' Maıbuaı lla_valı· Pınar, şiirler. Yaza n : Salih Zeki Akıa_v, FH, 1936, C.

VII. S. 165.

Mehmet Behçet Yazar' Salih Zeki A ktay, YG, 1940, C. XV, S. 380.

ŞÜKÜFE 'itHAL

Köprülüzide Mehmet Fuad' )'ıldı:lar ı•e gölge/er, Bugünkü Edebiyat İkbiıl kütüphanesi, İst. 1924, s. 192-195.

Hiiseyin Cahit Yalçın' Matbııaı ha_vaıı-Şükufe Nihai Hanımefendi, şiirleri: Yıldızlar ve gölge· ler, Gayya, Sıı, FH, 1933, C. I , S. 7; Maıbııılı hayaıı-Şükufe Nihiil Hanım�fendi-romanları: ]. Yakut Kayalar, FH 1933, C. I, S. 8; Maıbııaı hayatı-Şükufe Nihai Hanımefendi-roman· ları : 2- Çöl Güneşi, FH, 1933, C. I, S. 9; Bayan Şükufe Nihai : Şile yolları, şiirler, FH, 1935,

C. I II, S. 67.

Mehmet Behçet Yazar' Şükı'ij Nihai Başar, YG, 1 940, C. XV, S. 375.

YAHYA KEMAL BEYATLI

Mehmet Nafiz' Yahya Kemal ve efsanesi, Siis, 1924, S. 49.

Ahmet Cevat Emre' Yahya Kemal-Hayatı. sanatı ve şiir/eri, Çığır kitahevi, İst. 1937.

Page 224: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

224 KENAN AKYÜZ

Mehmet Behçet Yazar' Yahya Kemal Beyaılı, YG, 1 940, C. XV, S. 395. İsmail Rimi Daııiıjend' Yahya Kemtil'in heybelli bir şiiri: Iıri, Cmh, 8 Ocak 1 940. Faruk Nafia Çamlıbel' Yahya Kemal'i ruuıl tanıdım?, YG, 19,U, C. XVI I I, S. 456. Hikmet Münir Ebcioğlu' Yah_ya Kemal h1kkında ne düşünüyorlar? YG, 1941, C. XVI, S. 410 . Vi-Nô (Vali Nurettin)' Divan edebiyatı ve yeni edebiyat zaı•iyelerinden Yahya Kemal, Akşam,

23 Mart 1944. Cahit Tanyol' Yahya Kemal'e ve şiire dair, Ül, Yeni seri, 1 945, C. VIII , S. 79, 81, 82; Yahya

Kemal'in şiirimizdeki yeri, Vr, 1958, S. 492; 1 959, S. 494, 496-497, 499. Cemil Sena Ongıın' Yahya Kemal, Tefeyyiiz kitalıevi, İ•t. 1 945, 1947. Ahmet Harndi Tanpıoar' Şiir ve sonsıızluk, İz dergisi, 1 935, C. II, S. 8; Yahya Kemal, Al, 1947,

C. I, S. 2; Yahya Kemal ve Şiirimiz, Cmh, 2 Aralık 1949; Yahya Kemal-Şiirleri ve l.ıanbııl, Al, 1950, C. III, S. 1 2 ; Yahya Kemal, Yahya Kemal'i Sevenler Ceıniyeti neşriyatı, İst. 1 960.

Nurullah Ataç' Yahya Kemal Beyadlı, Al 1 947, C. I. S. I; Yahya Kemal, U!, 9 Aralık 1 949. M. Faruk Gürtıınca' Yahya Kemal, Ülkü Basımevi, İst. 1949. Necmettin Halil Onan' Büyük Şair Yahya Kemal'in 65. doğum yıldönümü, DTCFD, 1949, C.

VII. İsmail Habip Sevük' Yahya Kemal'deki şiir mimarisi, Cmh, 1 949, S. 9092; Yahya Kemal'de

Istanbul, Al, 1950, C. I I S. 1 2 ; Yalıya Kemal'de Boğaziçi, Al, 1950, C. IV, S. 1 3 ; Yahya Kemal'in Yavuznamesi, Cmh, 18 Ocak 1950.

Nihat Reşat Belger' Paris'te gördüğüm Yahya Kemal, Al, 1950, C. II, S. 12. H. Vehbi Eralp' Yahya Kemal i' in şiirimizdeki y.ri, Al,1 950, C. l ll-IV, S. 1 2-13; Yahya Kemal' e

göre •anat ve sanal anlayışı, YC (Yeni seri), 1 950, C. l, S. 3; Yahya Kemal için, Yahya Kemal'i Sevenler Ceıniyeti neşriyatı: I, Doğan Kardeş hasımevi, İst. 1959.

Abdülhilı: Şinasi Hisar' Jean ,Uoreas ı>e Yahya Kemal, Ye, 1950, S. I ; Paris'te Yahya Kemal, Al, 1950, C. l ll, S. 12 ; Yahya Kemal-Gazellerini Okurken, YKEM, 1959, S. I ; Yahya Ke-

' mal'e veda, Hilmi kitahevi, İst. 1959. M. Şekip Tunç' Onun Sesi, Al, 1950, C. l l l , S. 12. Sabahattin Hakkı Esatoğlu' Yahya Kemal üz.rine aykırı düşünceler, FS, 1950, S. I . Fahir Onger' Yahya Kemal meselesi, FS, 1 950, S . I . L . (Lüıfü) Erişçi' }'ahya Kemal'in hayatı hakkında notları, FS, 1950, S. I . Muhtar Körükçü' Anadalu'da Yahya Kemal, Al, 1950, C. IV, S . 1 3. Afet İnan' Tarih ve büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı, TD , 1958, C. VIII, S. 87. Münir Süleyman Çapanoğlu' lsıanbu1'un şairi : Yahya Kemal, Yeni matbaa, İst. 1 958. Hilmi Yücebaş' Bütün Cepheleriyle Yahya Kemal, Dizerkonca nıatbaası, İst. 1958. Doğan Nıiil Altuocuoğlu' Olümünden sonra Yahya Kemal hakkında yazılanlar ve şiirleri, Jliet

kollektif şirketi, İst. I 958. Muzaffer Uyguner' Yahya Kemal'in sanalı üzerine notlar, TD, 1959, C. IX, S. 98; Yahya

Kemal-Hayatı. sanatı, eserleri, V arhk Yayınları, Türk Klasikleri: 53, İst . 1964.

Nihat Sami Banarh' Yah_ya Kemal ve imiin, YKEM, 1959, S. 1 ; matbaası, İst. 1959; Yahya Kemal'in haııraları, Yahya Baba matbaası, İst. 1 960.

Allıert Gabriel' Müverrih Yahya Kemal, YKEM, 1959, S. I . Halilk Enginer' Yahya Kemal'den hatıralar, YKEM, 1 959, S . I . Reşat Beyaılı' Yahya Kemal'in hayatı, YKEM, 1959, S . I .

Yahya Kemal Yaşarken, Baha Kemal Enstitüsü neşriyatı: 2,

'

Yaşar Kök.sal' Yahya Kemal Beyatlı, Şevkt't Ünal nıatbaası, İst. 1959.

Page 225: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

liiODER!'I TÜRK E DEBİYATININ ANA ÇİZGİLERİ 225

Se•met Siinıi Uysal' Yalıya Kemal'le soMeıler, Kitap yayıııevi, Tanıtmalar bölümü: I, İst. 1959. Adile Ayda' Yahya Kemal-Kendi ali:ından fikirleri ve sanal görüşleri, Ajans-Türk mathaası,

Aıık. 1962.

YAKUP KADRI KARAOS.MA:'<IOGLU Mehmet Rauf' Bir Sermcam, Şh, 19H, C. 1V, S. 99. Süleyman Saib' Yakııp kadri Bey, Nevsal'-i Milli, 1914, s. l l6-l l7. Halide Edip Adıvar' Edebiyatımı:ın son simaları ı·e safhaları, B .:\I, 1919, C. I , S. 4; Nıır Baba,

1 kdanı, I 922, S. 9066. Nurullah Ata (Ata<;)' Yakup Kadri-Erenierin Bağından, Dg, 1922, C. l l, S. 22. Fevzi Liitfü' Nıır Baba, Dg, 1922, C. l l l , S. 26, 29. Kazım Nanıi Duru' Yaban, Ül, 1933, C. l, S. 3. Hü•eyio Cahit Yalçın' J'!-latbıuit Hayatı- Yakııp Kadri be_y : Bir Serencam, FH, 1934, C. II, S.

41; Matbuiii hayatı- Yakup Kadri Bey : I\' ur Baba, FH, 1934, C. l l, S. 42-43; Matbuiii

hayatı- Yakup Kadri Bey : Hüküm gecesi, F H , 1 934, C. ll, S. 48-39; Matbuiii ha_vaıı- Yakup

Kadri Bey : Sodom ve Gomore, FH, 1934, C. ll , S. 50-51 ; ı'Uatbuat hayatı- Yakup Kadri

Ht>y : Eren/erin bağıııdarı, Hf, 1934, C. I I I , S. 53; Matbuiii hayatı- Yakup Kadri Bey : Ki­

ralık Konu!<, .FH, 1931, C. ın, S. 54; Matbuiit hayatı- Yakııp Kadri Be.r : }'aban, FH, 1934, C. l ll, S. 55; Matbııut lıuyatı- Yakııp Kadri Bey : Ankara, FH, 1934, C. l l l, S. 56-57; Yakup Kadri bey-Umıınıi bir bakış, FH, 1934, C. lll, S. 58.

Baba Dürder' Bir Sürgürı'e dair, KI, 1938, S. 5. İsmail Habib Sevük' Yaban romanı, Cmh. 1940, S. 5704; Yine Yaban, Cmh, 1940, S. 5715; Bir

Sürgün, Cınh, 1942, S. 6376. Slalıattin Güngör' } 'akııp Kadri Bey ile müliikat, YMc, 1940, S. 67. Nasühi Baydar' }'aban, Ye, 1942. C. XV, S. 85-87. Veeıli Bürüo' Yaban, Ça, 1942, S. ·19. Necdet Bingöl' y·akııp Kadri'nin romanlarında Fransı: realist ve natüralistlerinin tesirleri, DTCFD,

194,1, C. III, S. 49.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu' Panorama romanına dair notlar, Cmh, 24 Şubat 1952. Muhtar Köriikçü' Yakup Kadri'nin Panorama'sı, Yr, 195,1, S. ·105. Ferhan Oğuzkan' Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Hayatı, sanatı, eserleri, Yarlık yayınlan, Türk

klasikleri: 31, İst. 195,ı. Ahmet Kabaklı' Panorama, İs, I 955, C. n. S. 4. llasan Ali Yücel' Edebiyat tarihimizden, Türk Tarih Kurumu basımevi, Ank. 1957. Niyazi Alu' Yakup Kadri Karaosmanoğlu-lnsan, eser, fikir, üslilp, İstanbul matbaası, İst. 1960.

YUSUF ZİYA ORTAÇ Köprüliizıide Mehmcd Fuad' Binniiı, Bugünkü Edebiyat, İkbiıl kütüphanesi, İst. 1924, s. 181 -

182. Mehmet Belıçet Yazar' Yusuf Ziya Ortaç, YG, 1941, C. XVII, S. 426.

ZİYA GÖKALP Saffet Örfi Betin' Ziya Gökalp ve mefkure arasındaki münasebet ı·esilesi ile bir tedkik ıecriibesi,

İkhiıl kütiiphanesi, İst. 1923; Atatürk inkıliibı ve Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Halide Edip

Adıvar, İnkılap kitabevi, İst. 1951 .

Page 226: G R İ Ş - Turuz...G 1 R İ Ş (1839-1860) Türk edebiyatının, islam medeniyeti kadrosu içinde doğmuş ve gelişmiş olan Divan Edebiyatı'ndan sıyrılarak, Batı Avrupa Medeni

226 KF.NAN AKYÜZ

Ali Niizhet Göksel' Ziya Gökalp'in hayatı ı:e Malta melaupları, lkbal kütüphanesi, İst. 1931 ;

Ziya Gökalp ve Çınaraltı, İkbiıl kiitiiplıaıoesi, İst. 1939; Ölümünün yirminci yıltlönümünde Ziya Gökalp, Doğu yayını, Zonguldak 1946; Ölümünün yirmi brşinci yıltlönümü münase­betiyle : Ziya Gökalp-Hayatı, eserleri, Ahmet Halit kitabevi, İst. 1 949; Ziya Gökalp-Hayatı, sanatı, eserleri, V arlı k yayınları, Türk klasikleri : 4, İst. 1952; Ziya Göktılp'in neşr edil­memiş yedi estri t'e aile mektııpları, Diyarbakır'• Tanıtma Derneği neşriyatı: 4, Ziya Gökalp külliyatı: 3, lşıl matbaas" İst. 1 956.

Enver Belınan Şapolyo' Filozof Gökıılp, Kitap Yazanlar Kooperatifi neşriyatı , Ank. 1 933;

Ziya Gökalp - Ittihad ve Terakki ·ve Meşruti_yeı tarihi, llerkalp kitahevi, ""nk. 1 943; Ziya Gökalp'ten neler öğrendik ?, Hs, ı950, S. 1-3.

Ziyaeddin Fahri Fmdıkoğlu' Ziya Gökalp'i hatırlayalım, YT, 1 936, C. IV, S. 48; Ziya Gökalp için yazdıklarım ve söylediklerim, lif. Sıralar matbawı, İst. 1955.

Hilmi Ziya tlıken' Ziya Gökalp'in tenkidi, Çğ, ı 939, C. VII, S. 8ı ; Ziya Gökalp, Kanaat kitalıevi,

İst. ı 939.

Abidin Nesimi' Türkiye'nin ıekanıül hamlesimle Ziya Gökalp, Sehat basımevi, İst. ı 940

Abdülkadir Karahan' Ziya Gökalp'in şiir kitapları, Ül, yeni seri, 1912, C. III, S. 27.

Emin Erişirgil' Ziya Gökalp, Ül, yeni seri, ı 944, C. VI, S. 53-59, 62; Bir fikir adamının romanı : Ziya Gökalp, İnkılap Kitapevi, İst. 1951 .

Cavit Orhan Tütengil' Zi_ya Gökalp hakkında bir bibliyoğrafya denemesi, İstanbul İ ktisat Fakültesi yayınlarından, İst. I 919; Ziya Gökalp üzerine notlar, Türkiye Sosyoloji Ceıniyeti yııyın­lanndan, İst. ı 964.

Kazım Nami Duru' Ziya Gökalp, Milli Eğitim Bakanlığı yayımlarından, Milli Eğitim Basımevi, İst. 1 949.

Osman Tolga' Ziya Göknlp ve iktisadi fikirleri, Doji;an Kardeş yayınlanndan, İst. ı94.9.

Rıfat Necdet Evrimer' Ziya Gökalp, TD, ı 952, C. II, S. ı5.

Fevziye Abdullah Tnruıel' Ziya Gökalp Kiilliyatı-1, - -5iirler ve halk masalları (Kızıl Elma, Yeni Hayat, Altın Işık- Eserleri dışında kalan şürlcri), Türk Tarih Kurumu yayınlanndan, Ank. 1 952, İnceleme bölümü: s. II-XXV I I I .

Cabit Tanyol' Ziya Gokalp, İs (Yeni seri), ı954, C. I, S. ı 3.

M. Fahri Kırzıoğlu' Yazılı vesikalara göre Ziya Gökalp Müzesi ve Zi_ya Gökalp, Diyarbakır'ı Tanıtma Derneği yayınlarından, İst. ı 956.

Hikmet .Dizdaroğlu' Ziya Gökalp hakkında yeni bilgiler, Vr, 1956, S. 440.

Şevket Beysanoğlıı' Doğumunun 80 . yıldönümü münasebetiyle Ziya Gökalp'in Ilk yazı ha_vatı. Diyarbalor'ı Tamtma Derneği yayınlarından, İst. I 956.

Ilikmet Tıınyu' Zi_ya Gökalp ve Türk milliyetçiliği, Toprak yayınlan, İst. 1962.

Cevdet Kudret' Ziya Gökalp, T. D. K. yayınlanndan, Ank. ı963.