göç ve hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda...

195

Upload: others

Post on 07-Nov-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 2: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 3: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Üç Aylık DergiYıl 20, Sayı 80, Güz 2015

İçindekilerEditörden: Mülteciler Hoş Geldi Safa Geldi .............................................................................................................. 3

Göç ve HürriyetChandran Kukathas .................................................................................................................................................................................... 7

Göç Konusuna Özgürlükçü Yaklaşım: Açık Göç PolitikalarıSelman Salim Kesgin ............................................................................................................................................................................ 15

Suriyeli Sığınmacılar ve “Koruma Sorumluluğu”Gökçe Hubar ................................................................................................................................................................................................... 21

Krizde Kadın Olmak: Türkiye’deki Suriyeli Kadın Mültecilere Yönelik Sağlık HizmetleriAthina Gkouti .................................................................................................................................................................................................. 29

Türkiye’deki Suriyelilerin Toplumsal ve Ekonomik UyumuArda Akçiçek .................................................................................................................................................................................................... 51

2015 Yazı Yarışması Ödüllü Yazılar 1500 Dolarlık Sandviç - Ahmet Bilal Arpa ................................................................................65

Aynı Olmamanın Erdemi - Yavuz Selim Erfidan .....................................................................70

Özgür Toplumun Hasatı - Hasan Çörtük ....................................................................................75

İslâm Karşısında Sekülerizm: Müslüman Demokratlar ve Üçüncü Bir YolEd Husain ........................................................................................................................................................................................................... 79

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikalarının Kuşatıcı ve Dışlayıcı Kurumlar Çerçevesinde AnaliziCengizhan Yıldırım .................................................................................................................................................................................... 85

Türkiye’de Siyasal Yolsuzluk: Açmazlarımız Hakkında Bazı NotlarTanel Demirel .............................................................................................................................................................................................. 113

Liberal Demokrasinin Kayıp HalkasıÜnsal Çetin .................................................................................................................................................................................................... 119

Richard Cantillon: İktisadî Teorinin DoğuşuMark Thornton ........................................................................................................................................................................................... 157

Röportaj: Özlem Çağlar Yılmaz ile Liberalizm, Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine ............................................................................................................................... 173

Page 4: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Üç Aylık, Yerel-Süreli DergiYıl 20, Sayı 80, Güz 2015

liberal düşünce, hakemli bir dergidir

Sahibi Liberte A.Ş. adına, Özlem Çağlar

EditörBekir Berat Özipek

Yardımcı EditörlerBuğra Kalkan, Arda Akçiçek

Yazı İşleri MüdürüHarun Kaban [email protected]

Yayın KuruluAdnan Küçük, Ahmet Kemal Bayram, Ahmet Nuri Yurdusev, Alim Yılmaz, Atilla Yayla, Bahadır Akın, Bekir Berat Özipek, Bican Şahin, Cemal Fedayi, Cennet Uslu, Fuat Erdal, Fuat Oğuz, Hasan Yücel Başdemir, İhsan Dağı, Kürşat Aydoğan, Levent Korkut, Mehmet Turhan, Melih Yürüşen, Metin Toprak, Murat Yılmaz, Mustafa Acar, Mustafa Erdoğan, Ömer Çaha, Sait Akman, Tanel Demirel, Özlem Çağlar Yılmaz, Yasemin Abayhan, Yavuz Atar

Uluslararası Danışma KuruluAngelo Petroni, Chandran Kukathas, Hardy Bouillon, Imad-Ad-Dean Ahmad, Pascal Salin, Ralph Raico, Richard Epstein, Suri Ratnapala, Victoria Curzon-Price, Stephen Davies, Pierre Garello, Deirdre McCloskey, Jason Brennan

Abonelik www.liberte.com.tr

Dergi TemsilcileriEnver Alper Güvel (Adana)

[email protected] Coşkun (Diyarbakır)

[email protected]üksel Göktaş (Erzurum)[email protected]

Ahmet Yılmaz Ata (Gaziantep)[email protected]

Ahmet Hamdi Ayan (Hatay)[email protected]

Ferhat Çakır (Kayseri)[email protected]

Mustafa Bulut (Kocaeli)[email protected]. Cüneyt Özşahin (Konya)

[email protected] Şirin (Sakarya)

[email protected] Tapramaz (Samsun)

[email protected] Görüşük (Sivas)

[email protected] Hüseyin Bal (Trabzon)[email protected]

Baskı: Tarcan Matbaası

Liberte Yayınları®GMK Bulvarı No:108/16, Maltepe, AnkaraTel: (312) 230 87 03 | Faks: (312) 230 80 03

Web: www.liberte.com.trE-mail: [email protected]

[email protected]

Page 5: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

3

Mülteciler Hoş geldi safa geldi

Editörden

Akşam eve giderken üşümemek için adımlarımızı sıklaştırdığımız cadde-lerde, yol kenarlarında görürüz onları. Bazen buz gibi bir havada veya yağ-mur altındadırlar, bazen bir otobanda, trafiğin sıkıştığı yerde bulurlar bizi.

Bilmenin yüklediği sorumlulukla yüzleşmemek için bazıları bakışlarını kaçırır onlardan. Ama hızla yanından geçtikleri kadınların, erkeklerin, çocuk-ların bakışları yine de takılır zihinlerine. Bu yüzden de onlara ve onları “ge-tirenlere” kızarlar. Bazıları ise elinden geldiğince kol kanat germeye çalışır onlara, saygı duyar ve sorumluluk hisseder. Soğuğa, açlığa ve ayrımcılığa karşı onların yanında durur.

Aslında eski bir hikâyedir yaşanan. İnsanlık tarihi boyunca insanlar çeşitli sebeplerle evlerini, yurtlarını terk ederek başka diyarlara, başka ülkelere sav-rulmuşlardır. Ve yine insanlık tarihi boyunca, gittikleri yerde bazıları insanca davranmıştır onlara, bazıları horlamış, aşağılamış, ezmiş, katletmiştir.

İki tutum, iki farklı ahlâk anlayışını gösterir bize. İnsan onuruna yaraşır bir dünya ile “insanın insanın kurdu” olduğu bir dünya arasındaki farktır söz konusu olan. Bu ayrımda sığınmacılar için adaletten yana olanlara düşen, bu-lundukları her yerde onların insan onuruna yaraşır bir muamele görmelerini sağlamaktır. Bunun için ayrımcı tutum ve fikirleri geriletilmek ve çürütmek,

Page 6: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

4

fikrî ve siyasî atmosferin sığınmacılar lehine değişmesi için gayret sarf et-mek önemlidir.

İşte bu sayının dosya konusunun göç ve sığınmacılara ayrılmasının, dos-ya kapsamındaki çalışmaların entellektüel değerinden öte bir anlamı var.

Bu bağlamdaki ilk yazı Chandran Kukathas’ın, “Göç ve Hürriyet” başlıklı çalışması. Kukathas yazısında göç kontrolleri ülkeye girişi engellenen insan-lardan daha çok o ülkenin vatandaşları üzerinde denetim kurulması anlamı-na geldiğini savunarak, sorunun sadece artan göç bürokrasisi maliyeti değil, aynı zamanda gözetleme altında yaşamak zorunda kalmak olduğunu ifade ediyor ve “belki bu sorun üzerinde bu kadar az duruluyor olmasının sebebi, hayatlarımızı devlet gözetlemesi altında yaşamaya alışmış olmamızdır” di-yor.

Sonraki yazı Selman Salim Kesgin’e ait. Kesgin, göçü güvenlikçi perspek-tiften ele almanın ve göç sürecini planlamacı bakış açısıyla yönetmenin me-todolojik sorunlarla malûl olduğunu savunuyor ve bireyin hareket serbes-tisini, çalışma ve mülkiyet hakkını göz ardı etmeyen “açık göç politikaları” yaklaşımını öneriyor.

“Suriyeli Sığınmacılar ve ‘Koruma Sorumluluğu’” başlıklı yazısında Gök-çe Hubar ise bu sorumluluğun hukukî olarak da geçerli olması gereken üç temel dayanağından hareketle Suriyeli sığınmacıların durumunu mercek al-tına alıyor.

Arda Akçiçek ise çözümün Suriyeli sığınmacıları şimdiden ekonomik ha-yata dahil etmekten geçmekte olduğunu tespit ediyor ve bu kapsamda devle-te düşen en önemli görevin zorlaştırıcı etkenleri ortadan kaldırmak ve oluşa-bilecek hak ihlâllerini engellemek olacağını ifade ediyor.

Athina Gkouti ise, Türkiye’deki Suriyeli kadın sığınmacıların sağlık hiz-metlerine erişebilmeleri meselesini ele aldığı makalesinde, genel sağlık po-litikalarının kadın sığınmacılar açısından yeterli olmadığının altını çiziyor. Sığınmacılara yönelik sağlık hizmetlerinin dayandığı Türkiye mevzuatını değerlendirerek, bu konudaki sağlık yardımı ve koruma sisteminin, sürdü-rülebilir ve cinsiyete duyarlı bir karaktere sahip olması gerektiğinin altını çiziyor.

Liberal Düşünce Topluluğu’nun düzenlediği “Çoğulcu ve Özgür Toplum İnsan Medeniyeti için Ne Vaat eder?” başlıklı 2015 yılı yazı yarışmasında katılımcılar sığınmacılık, ulus devlet, serbest ticaret, zenginlik ve barış konu-ları etrafında tartıştılar. Bu sayıda konusu ana temamızla da ilişkili olan ya-

Page 7: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

5

rışmada dereceye giren üç genç arkadaşımızın yazılarına yer veriyoruz. Ben başarılarından dolayı kendilerini tebrik ediyorum, eminim okuyunca siz de edeceksiniz.

Dergide başka konular ve onlarla ilgili yazılar da var elbette.

Ünsal Çetin, liberal demokrasinin siyasî ve iktisadî, bütün boyutlarıyla hâkim olması gerektiğini vurgularken ihmal edilen para politikasının bu bü-tünlüğü zedeleyeceğini anlatıyor. Çetin, malî kurala ve verimlilik normuna dayanan para politikasının fiyat sisteminin etkinliğini yükselterek hukukun üstünlüğü ve devletin tarafsızlığı ilkelerini destekleyeceğini ortaya koyuyor.

Cengizhan Yıldırım, 1923 – 1947 dönemi Türkiye’sinde uygulanan iktisat politikalarını Daron Acemoğlu ile James Robinson’un Ulusların Düşüşü isim-li eserinde açıkladığı kuşatıcı ve dışlayıcı kurumlar bakımından inceliyor. Yıl-dırım, yeni devletin kurucu dönemi sayılacak bu yıllarda dışlayıcı kurumların tesis edildiğini kanun ve kurum örnekleriyle anlatıyor.

Tanel Demirel’in “Türkiye’de Siyasal Yolsuzluk: Açmazlarımız Hakkında Bazı Notlar” başlıklı makalesi ise, yolsuzluk konusundaki genel geçer yak-laşımların ötesine geçerek, konuyu gündelik tartışmalarda yer verilmeyen boyutlarıyla birlikte ele alıyor.

“İslâm Karşısında Sekülerizm: Müslüman Demokratlar ve Üçüncü Bir Yol” başlıklı makalede ise Ed Husain, dinî veya seküler otoriteryenizmin karşısın-da Müslüman demokratların temsil ettiği alternatifin önemini değerlendiri-yor.

Son olarak bu sayıda liberalizm, Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine, LDT Genel Koordinatörü Özlem Çağlar Yılmaz ile yapılan kapsamlı bir röportaja da yer veriyoruz. Çağlar röportajı uzun ama okunmaya değer.

Herkese iyi okumalar...

Bekir Berat Özipek

Page 8: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 9: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

7

Göç ve Hürriyet*

Chandran KukathasProf. Dr. | Londra Ekonomi Okulu Siyaset Bilimi Bölüm Başkanı

Çeviren: Oğuzhan Yanarışık

Göçü kısıtlamak, ister insanların ülkesinden/bölgesinden ayrılmasını engel-lemek şeklinde olsun isterse onların bir ülkeye, şehre veya bölgeye girmesini yasaklamak şeklinde olsun, insanların hareket hürriyetini sınırlandırmak an-lamına geleceği için aslında genel anlamda hürriyeti kısıtlamaktır. Hareket etmesi engellenen veya yasaklanan bir kişi daha az özgür hale gelir. Göç tar-tışmalarında bu basit gerçeğe bazen değinilmekle birlikte, nadiren önem at-fedilir. Bunun en az iki sebebi var. Birincisi, tartışmalar büyük oranda göçün neticeleri ve özellikle mevcut topluma katılacak olan göçmenlerin çokluğu üzerinden yürütülmektedir. Göçmenlerin istihdam, sosyal hizmetler, kamu altyapısı, ev fiyatları ve o yerin genel durumu üzerindeki etkileri, düşün-celeri şekillendiren ana konular olarak ön plana çıkmaktadır. İkinci sebep, insanların yabancıların kayıpları veya uğradıkları zararlarla ilgilenmesinin zor (ve hatta olağandışı) olmasıdır. Bununla birlikte, kendi yurttaşlarını veya kendilerini etkileyebilecek zararlar konusunda kaygı duymalarının ise çok normal olmasıdır. Bu sebepler, insanların göç konusundaki sınırlandırmala-rın hürriyet üzerindeki etkilerine dikkat etmek için pek de istekli olmamasına yol açıyor.

* 24 Nisan 2013 tarihinde Milli Öğrenci Birliği (NUS) Uluslararası Öğrenci Bölümü Konferansı Açılış Konuşması olarak sunulmuştur, Milton Keynes; Global Policy Journal, 25 Ekim 2013. http://www.globalpolicyjournal.com/blog/25/10/2013/immigration-and-freedom

Page 10: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

8 | Chandran Kukathas

Bu talihsiz bir durum. Bu konuşmadaki amacım, göç konusundaki kısıtla-maların sadece göçmenlerin hürriyetlerini azaltmakla kalmayıp, yabancıları sistematik olarak (ve hatta tamamen) dışlayan ülkelerin vatandaşlarının hür-riyeti üzerinde de derin tesirleri olduğunu göstermektir. Bir ülkenin kendi vatandaşlarının ve yerleşimcilerinin çeşitli hürriyetlerini inkâr etmeden, bir yabancının hareket hürriyetini reddetmesi mümkün değildir. Amacım (aslın-da her ne kadar öyle yapılması gerektiğini düşünsem de) devletlerin sınırları-nı herkese açması gerektiğini göstermeye çalışmak değil. Burada gayem, göç kontrolünün bütün ülkelerin (ve özellikle de hürriyete önem veren demokra-tik ülkelerin) vatandaşlarının hürriyetleri üzerindeki etkisine dikkat çekmek. Göç kontrolünden kastedilen şey açık: Kontroller. Fakat kontrol edilenler sa-dece göçmenler değil aynı zamanda vatandaşlar.

Göç kontrolleri hürriyeti nasıl kısıtlar? İlk ve en açık olarak insanların is-tedikleri kişiler ile bağlantı kurma hürriyetini kısıtlar. İnsanlar birbirleriyle bazısı pratik ve bazısı pratik olmayan çeşitli sebeplerle ilişki kurarlar: İş için, eğitim için, eğlence için, sevgi için, yeni şeyler üretmek için... Çünkü insanlar sosyal varlıklardır. En az bunun kadar önemli olan bir diğer nokta da şu ki insanlar kiminle ilişki kuracakları konusunda seçicidir. Her ne kadar bazen bir barda bir yabancıyla memnuniyetle iletişim başlatsak da genelde kimi işe alacağımız, hangi Facebook arkadaşlık teklifini kabul edeceğimiz, kimin dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta. Çünkü sınırın yanlış tarafında olan veya yanlış siyasî kimliğe sahip olan kişi-lerle irtibat kurmamızı engellemekte.

Bu mesele daha yakın bir incelemeyi hak ediyor. Göç kontrollerinin hür-riyetimizi kısıtlamasındaki en belirgin yol, tanışmak veya dinlemek veya iz-lemek veya işe almak istediğimiz kişilerin ülkeye girişini engellemesi. Eğer potansiyel işçiler sınırı geçemezse, işverenler işgücü ithal edemez. Eğer ya-bancı kadın ve erkekler devlet tarafından kabul edilmezse, üniversiteler ya-bancı öğrencileri kabul edemez. Fakat çoğu durumda turist vizesiyle sınırdan geçmek kolay olduğu için esas sorun ülkeye girmek değildir. Asıl problem bu kişiler sınırdan içeri girdikten sonra onlarla ilişki kurma hakkı konusunda yaşanmaktadır. Özel izin olmadan ülkeye giren kişiler işe girme, derse yazıl-ma, ev satın alma, iş kurma veya ders verme haklarına sahip değildir. Onları işe almak, onlara ders vermek, onlara mülk satmak, onların ürünlerini veya hizmetlerini satın almak veya onları dinlemek isteyen insanlar olsa bile bu durum değişmemektedir.

Page 11: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Göç ve Hürriyet | 9

Burada vurgulamak istediğim nokta, göç kontrollerinin insanların birbi-riyle iletişime geçmesini engellemesi değil (ki bunu zaten gerçekleştirebi-lirler), birbirleriyle kabul edilmez addedilen yollarla etkileşim kurmalarının yasaklanmasıdır. Bunun ilişki kurma hürriyeti kaybıyla ilgili iki boyutu var. Birincisi insanların en çok ilişki kurmak istedikleri kişilerle çalışma, ticaret yapma ve bağlanma şansını kaybetmesi. İkinci olarak ise daha az istedikleri kişilerle ilişki kurmaya zorlanmaları (veya en azından bu yönde baskı gör-meleri) veya hiç kimseyle ilişki kuramamaları. Bunun bir yük olup olmaması elbette şartlara göre değişir. Bazen en iyi ile ikinci en iyi arasındaki fark çok büyük değildir. Fakat bazen de çok büyüktür.

Mesela yabancı öğrencilerin kabulüyle ilgili gittikçe artan oranda karma-şık, değişken ve kafa karıştırıcı hale gelen yönetmeliklere uyması gereken İngiliz üniversitelerini ele alalım. Bir üniversitenin amacı, araştırma yapmak ve öğretme ve yayın yapma yoluyla bilgiyi yaymaktır. Görevinde başarıya ulaşması büyük oranda kadrosundaki kaliteye, öğrencilerinin yeteneklerine ve başarılı araştırma ve öğrenmeyi teşvik eden bir ortam sunmasına bağlıdır. Üniversitede her sene yeniden oluşturulması gereken yapı çok karmaşıktır. Çünkü bu yapıyı oluşturan kişiler üniversitede birçok farklı rol almaktadır. Akademik kadro üyeleri sadece öğretmen ve araştırmacı görevlerini yerine getirmemektedir. Aynı zamanda yönetici, yeni ekip arkadaşlarının yol gös-tericisi ve akademik/sosyal sorumlulukları olan danışman pozisyonlarına da sahiptirler. Öğrenciler sadece ders çalışmamaktadır (veya parti yapmamakta-dır). Aynı zamanda asistanlar, izleyiciler, denekler, kobay fareleri ve eleştir-menler olarak üniversitenin araştırma misyonunun hayatî bir parçasıdırlar. Öğrenme süreci başkalarıyla etkileşim halinde güçlendiği ve izole edildiği ölçüde zayıfladığı için, öğrenciler üniversite öğretim çalışmalarına da önemli oranda katkı yapmaktadırlar. Üniversiteler başarılı kurumlar haline gelmek için rekabet halindeki talepler arasında doğru dengeyi kurmaya çalışırlar. Göç kontrollerinin en büyük etkisi üniversiteye kaydolmaları engellenen öğ-renciler veya üniversitede işe girmeleri engellenen akademisyenler üzerinde değil, organizasyon ve topluluk olarak karmaşık bir yapıyı yönetmeye çalışan üniversiteler üzerindedir. Göç kontrolleri özgürlüğü kısıtladığı ve birine za-rar verdiği oranda, bunun yükünü en ağır şekilde hisseden toplumun kurum-ları ve müesseseleridir.

Göç kontrollerinin vatandaşlar ve şirketler üzerinde oluşturduğu yüke de değinmekte fayda var. Ülkeye giremeyen kişileri işe almaktan mahrum kal-manın yanı sıra, yönetmeliklere uymanın da maliyetleri bulunuyor. Kaynak-lar daha üretken aktivitelerden kaydırılarak, kâğıt işlerini yürütmek için ek personel işe almak ve yetiştirmek gerekiyor. Değişen düzenlemelere uyuldu-

Page 12: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

10 | Chandran Kukathas

ğuna ve kurumun yasaları ihlâl etmediğine emin olmak için, bu personelin de ayrıca gerekli uzmanlığı bulunan kişiler tarafından izlenmesi gerekiyor. Mesela üniversiteler örneğini ele alırsak, öğrencilerin ve akademik kadronun vize şartlarını sağladıklarından emin olmak için izlenmeleri gerekiyor. Aynı zamanda, personelini takip ettiğinden emin olmak için üniversitelerin de ta-kip edilmesi gerekiyor. Bu durumda yine kaynaklar daha üretken aktiviteler-den kaydırılmış, ek finansal yükler meydana gelmiş ve yetenekli uzmanlar en iyi oldukları işi yapmak için daha az vakit ayırabilir duruma düşmüş oluyor.

İşgücüne bağımlılığı az olan şirketlerde bu tip yükler, işgücü yerine serma-yenin ikame edilmesi sonucunu doğurur. Bu başlı başına kötü bir şey olma-yabilir. Çünkü insanlar makinaların yapamayacağı işleri yapmak için zaman kazanabilsin diye bazı işler makinalara devredilmiş olur. Fakat bu sadece per-formansı ve üretkenliği arttırmak amacıyla yapılırsa böyledir. İnsanları işe al-mak çok yük getirdiği için işgücünden kurtulmak maksadıyla yapılırsa değil...

Göç kontrolleri genelde bizi ikinci veya üçüncü en iyi seçeneği tercih et-meye zorlar. Elbette işler her zaman istediğimiz gibi gitmez. Göç kontrolleri olmasa bile tercihlerimiz kısıtlanır. Birisini ilk tercih olarak seçmek isteye-biliriz, ama o kişi kendine bizden daha iyi teklif veren başka bir yerde çalış-mayı tercih edebilir veya Londra’da yaşamanın masraflı olması gibi bizim kontrolümüz dışındaki bazı sebeplerle bizimle çalışmak istemeyebilir. Fakat bu durum, göç kontrollerinin halihazırda mevcut olan yüklere ilave yük ge-tirdiği gerçeğini değiştirmemektedir. İnsanların hareket hürriyetine uygula-nan kısıtlamalar olmadan bile birbirimizle kuracağımız ilişkileri yönetmek ve çabalarımızı koordine etmek yeterince zor zaten.

İnsanlar ve şirketler üzerine ek yükler getirmesinin yanı sıra, göç kontrol-leri insanlar ve kurumlar üzerinde önemli riskler de oluşturuyor. Yönetme-liklere uymanın maliyeti olduğu gibi, uymamanın da maliyeti bulunuyor. Ku-rallara uymamanın maliyeti, ödenmesi gereken cezalar, ayrıcalık kaybı veya kapatılma gibi yollarla oluşabiliyor. Bu problemin iki boyutu var. En belirgin boyutu, para kaybı ve müşteri kaybı gibi sebeplerle şirketin veya kurumun zayıflaması. Diğer boyutu ise en az onun kadar önemli: İnsanların hukuka uyup uymadıkları konusunda bir endişe ortamında yaşamak zorunda kalma-ları. Bu önemsiz bir konu değil. Özgür bir toplumda insanların, canlarından endişe etmeseler bile, hayat şartlarından korkup korkmamaları önemlidir.

Bu beni üzerinde durmak istediğim daha geniş bir noktaya getiriyor. Yuka-rıda vurguladığım üzere, göç kontrolleri ülkeye girişi engellenen insanlardan daha çok o ülkenin vatandaşları, yerleşimcileri ve yerel kurumları üzerinde oluşturulan kontroller anlamına gelmektedir. Göç kısıtlamaları arttıkça, hem

Page 13: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Göç ve Hürriyet | 11

vatandaşlar hem de yabancılar üzerindeki denetleme ve izleme faaliyetleri de o ölçüde artmaktadır. Her ne kadar önemli bir konu olsa da burada asıl endişe edilen husus artan göç bürokrasisi maliyeti değil. Esas problem, gözetleme altında yaşamak zorunda kalmak.

Belki bu sorun üzerinde bu kadar az duruluyor olmasının sebebi, hayatla-rımızı devlet gözetlemesi altında yaşamaya alışmış olmamızdır. Günümüzün modern devletleri, erken-modern Avrupa’nın mutlakiyetçi devletlerini bile şaşırtacak ölçüde üzerimizde kontrol sahibi. Artık her vatandaş devletle doğ-rudan irtibat halinde. Öyle ki devlet artık her bireyi isim ve numara olarak tespit edebilmekte. Bu durumda insan şöyle düşünebilir: Bir başka kurum daha gözetleme yapsa ne olur ki? Bir başka bürokratik kurumun biraz daha fazla gözetleme yapmasında ne problem olabileceği konusu üzerinde dur-makta fayda var.

İlk olarak vatandaşlar üzerinde güç uygulayan daha fazla kurum ve me-mur olması başlı başına kötü bir şey. Güç her zaman bir ölçüde istismar edilir ve güçlendirilmiş bir gözetleme kurumunun genişlemesi kaçınılmaz olarak vatandaşlar üzerinde bir hâkimiyet kurma aygıtı tesis eder. Çünkü bu durum havaalanlarında pasaport kontrolü yapan görevlilerden vize uzatma karar-larını veren yetkililere kadar her seviyedeki memura keyfî güç verir. İkinci olarak bu sistem gün geçtikçe daha fazla vatandaşı ve kurumu izin isteyen aktör konumuna getirir. Birisini işe almak veya ülkeye getirmek için vatan-daşlar kendilerini göç memurlarının önünde küçük düşürür, izin dilekçeleri yazar, misafirlerinin veya işçilerinin iyi niyetli olduğuna dair güvenceler su-nar ve genellikle iyi insan olma sözü verir. Dikkatsiz bir söz veya yanlış bir hareketin hemen üzerine atlanıp, o hata ülkeye giriş başvurusunu reddetmek için bahane olarak kullanılabilir. Şirket yöneticileri bu tip hata ihtimalleri-ni minimize etmek için bakanlarla ve üst düzey bürokratlarla aralarını sıcak tutmaya çalışırlar. Böylelikle şirketlerinin karşılaşacağı problemlerde ayrı-calıklı olmasa bile düzgün muameleyle karşılaşmasını veya en azından daha anlayışlı bir yaklaşımla dinlenmesini sağlamaya çalışırlar. Üçüncü olarak, bu durum göç bürokrasisinin taleplerini karşılamaya gücü yetmeyen insan ve şirketleri, göç kurallarını esnetme konusunda becerikli kişilerle düşüp kalk-maya zorlar. Bazı insanları suçlularla işbirliği yapmaya ve hatta bazen bizzat suç işlemeye teşvik eder.

Genel olarak burada vurgulanan nokta şudur ki göç kontrolleri toplumun ve kamu hayatının yozlaşmasına katkı yapar. Amacı bu olmasa bile, neticesi bu olmaktadır.

Page 14: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

12 | Chandran Kukathas

Şimdi elbette her ne kadar riskleri olsa da bu hikâyenin farklı bir tara-fı daha olduğu iddia edilebilir. Bize sürekli göçler rayından çıktığı için göç kontrollerinin gerekli olduğu söylenmekte. Bu da vatandaşlar üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmayı gerektirmemektedir. Belki de göç aslında en az hürriyet kadar önemli olan başka faydaları elde etmek için ödenmesi gereken bir maliyettir yalnızca.

Göç kontrollerini savunanlar tarafından sıklıkla dile getirilen iki ana argü-man var – biri ekonomik diğeri ise kültürel veya milliyetçi. Millî ve kültürel argüman kadar tatmin edici olmadığı için önce kısaca ekonomik argümanı değerlendirelim.

İki sebeple göçün ekonomik bir yük olduğu düşünülmekte. Birincisi vatan-daşların elinden iş imkânlarını aldığı için göçün işsizliği arttırması. İkincisi de göçün genel olarak kamu hizmetleri ve altyapı üzerinde baskı oluşturması. Bu iki argümanın hiçbiri ikna edici değil. Her ne kadar ekonomistler göçün işsizlik üzerindeki etkisini tartışmışlarsa da bu etkinin marjinal (ya çok az olumlu ya da çok az olumsuz) olduğu yönünde görüş birliği bulunmakta. Nü-fustaki artışın daha az iş imkânı demek olmadığını anlamak için ekonometri bilmeye gerek yok. İş imkânları birileri mal ve hizmet sunduğunda ve birileri bunları talep ettiğinde oluşur. Daha fazla insan daha çok talep ve daha çok arz demektir. İnsanların alışverişini zorlaştırmadığımız müddetçe bir denge sağ-lanacaktır. İşsizliğin kendi sebepleri var ve nüfus artışı bunlardan biri değil. Aksi takdirde bebek ithalatına çoktan son vermiş olurduk.

Daha büyük nüfus, kamu hizmetleri üzerinde baskı oluşturmaz. Fakat bu-rada sorulması gereken soru problemin bu hizmetleri sunanlarda mı yoksa bu hizmetleri alanlarda mı olduğudur. Siz hiç hayatınızda aklı başında bir şirketin çok fazla müşteriye sahip olmaktan şikâyet ettiğini duydunuz mu? Böyle bir şikâyette bulunan şirket mutlaka kötü yönetiliyordur. Tesco veya Costa Coffee hiçbir zaman çok fazla göçmenden şikayet etmezler. Halbuki bu göçmenler bu şirketlerin manav ürünlerinin ve kapuçinolarının tükenmesine sebep olurlar. Yani aslında bu argüman, hükümetlerin sorumluluklarını sav-saklamalarını örtmek için kullanılan bir mazerettir.

Göç kontrollerini savunanların kullandığı daha zorlu argüman ise milli-yetçi ve kültürel temelleri olanı. Buradaki ana düşünceye göre eğer göç akı-şı düzenlenmez ve kısıtlanmazsa, milletin kültürel bütünlüğü tehdit altında kalacaktır. Göçmenler değişim getirecektir ve çok sayıda oldukları için nü-fus yapısını değiştireceklerdir. Ayrıca yerel ve ulusal çevreyi dönüştürecek-lerdir. Bunu reddetmek mümkün değil. Göç Avustralya’yı bir siyahlar ülke-sinden beyazlar ülkesine dönüştürdü; Malezya’yı bir Malay ülkesinden bir

Page 15: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Göç ve Hürriyet | 13

Hint-Çinli-Malay ülkesine dönüştürdü, Galler’i Galce konuşulan bir ülkeden İngilizce hâkimiyetindeki bir ülkeye dönüştürdü.

Burada sorulması gereken esas soru şu: Değişime neden direnilmelidir - özellikle de bu değişim silahlı işgalle değil de özgür hareket neticesinde oluşan bir barışçıl yerleşimle gelmişse? Şimdi sorun belki ev sahibi ülkedeki insanlar bunu dilemediği için oluşabilir. Fakat gerçekten de durum böyle mi? Açıkçası toplumun tercihlerini kavramak o kadar da kolay değil. İnsanların tercihleri değişkenlik gösterir. Bazıları aynı kalmak isterken, bazıları değişimi isteyebilir. Aynı kalmak isteyenlerin tercihi diğerlerinden daha fazla ağırlığa mı sahiptir? Hatta herhangi bir ağırlığa sahip midir? Neden onların tercihlerine imtiyaz ta-nınmaması gerektiğine dair sebepleri sunmama izin verin.

Birincisi, hiçbir grup tercihleri daha değerli olduğu gerekçesiyle ayrıcalık-lı bir konumda olmamalıdır.

İkincisi, özgür bir toplumda başkalarının nasıl yaşaması gerektiğine dair tercihlere genel olarak az ağırlık verilmelidir.

Üçüncüsü, işlerin aynı kalması tercihi, insanların aykırılık göstermeden genel eğilime uyumlu hareket etmeleri baskısını beraberinde getirecektir. Özgürlüklere değer veren bir toplumda insanları uyumlu hale getirme dürtü-süne karşı direnilmelidir.

Dördüncüsü, değişim asıl kural olduğundan, işleri aynı tutmanın ve deği-şimi engellemenin önemli zorlukları vardır. Toplumun dönüşümünü engel-lemek ancak bireysel özgürlüklere ciddi müdahaleler yapılmasıyla mümkün olabilecektir, ki buna karşı da direnmek gerekir.

Millete veya ülkeye bir bütün olarak bakıldığında gelenekleri, yöntemleri ve yaşam şekillerini muhafaza etmek çok tartışmalı bir konudur. Çünkü bu topluluklar ve gelenekler hayalîdir ve farklı kişiler tarafından çok farklı şekil-lerde hayal edilir. Toplum, kültür veya gelenekle ilgili bir yorumu diğerlerin-den üstün tutmanın manası şudur: Toplumun her üyesinin anlayışına uyması muhtemel olmayan bir yorumu seçmek.

Göç kontrollerini savunanların aslında istedikleri şey göçü değil toplumu kontrol altına almaktır. Eğer özgür topluma değer veriyorsak, göç kontrol-lerine karşı çıkmalıyız. Çünkü genelde toplumun tümü üzerinde, özelde ise kendi hayatımız üzerinde daha fazla kontrole sahip olma gayretlerine karşı direnmeliyiz.

Page 16: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 17: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

15

Göç Konusuna Özgürlükçü Yaklaşım: Açık Göç Politikaları

Selman Salim KesginGazi Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü Doktora Öğrencisi

Göç meselesi son yılların en önemli kamu politikası gündemlerinden biri ola-rak bireylerin ve kamu politikası geliştiricilerin üzerinde durdukları bir konu-dur. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından tutulan kayıtlar halen yaklaşık 250 milyon bireyin, yani dünya nüfusunun % 3’ünün kendi doğduğu ülke sınır-ları dışındaki yerlerde yaşadığını göstermektedir. Dünya Göç Raporu’na göre eğer göçmen akışları son yirmi yıldaki gibi giderse 2050 yılında dünyadaki uluslararası göçmen nüfusunun 405 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir (IOM,2010:3).

Suriye’deki iç savaştan dolayı ülkemizde bulunan 2,2 milyonu aşkın bi-reyin ülkenin hemen her şehrine yayılmış olması konuyu daha da anlam-lı kılmaktadır. Sadece Suriye ile sınırlı olmayan Türkiye’ye yakın coğrafya-lardaki istikrarsız ortam birçok göçmenin yeni bir yaşam kurma umuduyla Türkiye’ye yönelmesine neden olmakta ve bu da konunun güvenlik boyutu-nu öne çıkarmaktadır. Konunun güvenlik boyutuyla ele alınması kriminal lenslerle konunun değerlendirilmesine neden olmakta bunun neticesinde göçmenler, toplumsal huzuru bozan, ekonomiyi gerileten kişiler olarak gö-rülmektedir. Bazı politika metinlerinde, medya organlarında göçmenlerden

Page 18: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

16 | Selman Salim Kesgin

bahsedilirken kullanılan “yasadışı”, “kaçak” gibi sıfatlar güvenlik odaklı bakış açısının yansımasıdır.

Ancak göç ve insan hareketliliği konusu sadece güvenlik, mağduriyet, insanî yardım jargonu içinde ele alınmaması gereken bir konudur. Devletle-rin bireye ve birey hareketliliğine bakışı özgür toplumu, toplumsal refah ve kalkınmayı doğrudan ilgilendiren bir konudur. Göçmenlerin ekonomiye dâhil olmasının yarattığı “iktisadî katma değer”, farklı aidiyetlerden insanlarla bir arada yaşamayı öğretme potansiyelinden kaynaklanan “toplumsal katma de-ğer” göçe bakışımızı şekillendirmesi gereken öncelikli konulardır.

Birbirinden farklı motivasyonları bünyesinde barındıran insan hareketli-likleri olgusu insan hak ve hürriyetlerini temel alan bütüncül bir bakış açısı ile geliştirilmelidir. Bu bakış açısı yeni bir zihinsel durumu gerektirmektedir. Söz konusu yeni durumun insana ve bireye dair bakışta özgürlükleri öncele-yen bir mantaliteye ihtiyacı vardır.

Belirli bir toprak parçası üzerinde meşru güç tekeli bulunan örgütler ola-rak tanımlanan devlet toprak parçasına kimlerin girip kimlerin giremeyece-ğini tayin ederek egemenliğini pekiştirmekte ve varlığını göstermektedir. Egemenliğin sınırda tezahürü olarak nitelenebilecek olan bu durumda devlet çeşitli gerekçelerle belirli kişilerin sınırlarına girmesine izin vermez. Bu ge-rekçeler kimi zaman güvenlik, din, ekonomi ve dil gibi farklı araçlarla meşru-laştırılır. Göç etme hakkının insan hakkı olarak değerlendirildiği söz konusu yeni zihinsel durum hareket özgürlüğünü kısıtlayan araçların meşruiyet ze-minini boşaltmaktadır. Zira bu yeni durumda göç etme hakkı serbest dolaşım hakkının engellenememesi bağlamında değerlendirilmektedir.

Halihazırda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Madde 13’te belirtilen seyahat hakkı bireyin bir devletin toprakları içinde serbestçe dolaşımını öne çıkarmaktadır. Ancak aynı maddenin 2. fırkası “her-kesin kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahip olduğunu” belirtmektedir. Herhangi bir ülkeden ayrılmak hakkı otomatik olarak başka bir ülkeye girme hakkını doğurduğu için cari hukuksal düzenlemeler de göç etmenin bir insan hakkı olarak yorumlanmasına elvermektedir. Ancak daha önce de belirtildiği üzere bu yorum ancak yeni bir zihinsel durumu gerektirmektedir.

Açık göç politikaları olarak kavramsallaştırılabilecek olan bu yaklaşım sı-nır geçişleri sırasında bireye insan olmasından kaynaklı tüm haklarının gö-zetildiği bir ortam sağlar. Bu yaklaşım bireye hak temelli politikalar sunar ve insan olmanın saygınlığını kabul eder.

Page 19: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Göç Konusuna Özgürlükçü Yaklaşım: Açık Göç Politikaları | 17

“Freedom to move” olarak bilinen hareket/seyahat özgürlüğü bireyin sa-hip olduğu temel haklardandır. Buna ilaveten sınırların geçişkenliğinin ve açıklığının artmasının ülkede toplumsal refahı ve kalkınmayı kolaylaştıraca-ğına dair veriler de konunun insana hakkının iadesinden de öte anlamı oldu-ğunu göstermektedir.

Açık sınır politikası sınırsızlık demek değildir. Kamu otoritesinin güvenlik temelli politikalarını kabul eder ancak bu politikaların da insan hakları pers-pektifiyle geliştirilmesini bekler.

Güvenlik- Serbestiyet Arasında Göç Politikaları

Göçe dair tüm süreçleri ilgilendiren göç politikaları devletlerin insan hare-ketliliğini düzenlemek konusunda sık sık başvurduğu aparatlardandır. Bu politikalar ülkenin içinde bulunduğu siyasal, ekonomik şartlara göre sürek-li olarak yeniden yapılandırılmakta dolayısıyla dinamik bir mahiyet arz et-mektedir. Söz konusu dinamik yapının en önemli unsuru insan olduğu için insan hareketlilikleri “planlanamazlık” özelliğine sahiptir. Hayek’in iktisadî düşünceye dair ifade ettiği gibi “eğer tüm ilgili bilgiye sahipsek, eğer veri tercihler sisteminden başlayabilirsek ve eğer varolan araçlarla ilgili tüm bil-giye sahipsek sorun mantıksal boyutludur... Ancak toplumun karşı karşıya olduğu durum bu değildir”. Hayek’in iktisadî düşünce için geliştirdiği bu sistematik insan hareketlilikleri için de düşünülebilir. Yani bireylerin tercih-leri, planları ve diğer araçlarla ilgili bilgilere sahip olmak mümkün olmadığı için göç politikaları beklenen (planlanan) sonuçları üretmez. Avustralya’nın savaş sonrası göç politikaları, Almanya’nın misafir işçi politikaları, Fransa, Hollanda, İngiltere’nin post-emperyal dönemdeki politikaları göç süreçleri-nin planlanamazlığının örnekleri olarak görülebilir.

Castles’e göre göç politikaları göçün sosyal dinamiklerinden kaynaklı faktörler, küreselleşme ve kuzey güney ayrımından kaynaklı faktörler, po-litik sistemden kaynaklı faktörlerden dolayı genellikle beklenen sonuçları üretmez (Castles, 2004: 857). Konuyu Avrupa özelinde inceleyen Czaikave De Haas’a göre göç politikaları göçün sadece görünüşünü değiştirmekte, mev-cudiyetine etki etmemektedir. Mesela Avrupa’da artan sınır kontrolü göçün azalmasına neden olmamış sadece kaçak göçün artışına neden olmuştur (De Haas, 2013: 487).

İnsan hareketlerinin planlanamazlığına ilaveten üzerinde durulması gereken diğer bir konu da göçün güvenlikleştirilmesi olgusudur. Göçmen karşıtı siyasal fikirlerin yükselişi, göçün toplumsal düzen için bir tehdit ola-

Page 20: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

18 | Selman Salim Kesgin

rak algılanması güvenlikçi bakış açısını yaygınlaştırmaktadır. Özellikle terör saldırıları gerçekleştirenlerin göç yollarını kullanıyor oldukları algısı, göç-menlerin toplumsal uyumunda yaşanan problemlerden kaynaklı kriminal va-kalar göçü ve göçmeni kriminal merceklerle analiz eden yaklaşımı destekle-mektedir.

Ancak yapılan birçok çalışmaya göre (araştırmanın yapıldığı ülke, örnek-lem, zaman gibi farklı değişkenlere göre birbirinden farklı sonuçlar üretmek-le birlikte) göçmenlerin kriminial vakalara karışma oranı yerleşiklere göre daha düşük seviyededir (Ewin, vd: 2015; Ellis, vd. 2009). Bu durum güvenlikçi bakış açısının zayıf noktalarına işaret etmektedir.

Ayrıca göçmenler üzerinden inşa edilen güvenlikçi politikaların muhata-bı sadece göçmenler değildir. Kukathas’a göre içerdekileri kontrol etmeden dışardakilere kontrol etmek mümkün değildir. Yani devletin göçmen kontrolünün yolu vatandaş kontrolünden geçmektedir. “Modern Panoptikon” olarak devletin bireyleri takibi gözetlemesi birçok açıdan özgür toplum pren-sibiyle çelişmektedir (Kukathas,2015: 36).

Göçün güvenlikleştirilmesine karşı olan ve göç sürecini planlamacı ba-kış açısıyla yönetmenin metodolojik sorunlarla malûl olduğunu savunan açık göç politikaları olarak adlandırdığımız yaklaşımın temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

- Bireylerin hareket serbestisi

- Mülkiyet ve çalışma hakkının korunması

- İnsan haklarının korunması

Açık Göç Politikalarının Etik Boyutu

Açık göç politikalarının etik boyutu genellikle zorla yerinden edilmiş kişiler, mülteciler, sığınmacılar söz konusu olduğu zaman gündeme gelmektedir. Bu bağlamda hâlihazırda Suriye’deki krizden kaçan ve yeni bir yaşam kurma pe-şinde olan bireylere yaklaşım konunun insanî boyutunu dikkate almalıdır. 2008 yılında dünyanın en büyük mülteci barındıran ülkesi olan Suriye’nin şu anda en büyük mülteci kaynağı haline gelmesi olaya Suriye dışından bakan-lar için büyük mesajlar içermektedir.

Göçü mağduriyetler ve insanî dramlar üzerinden değerlendirmek sonuç üretmek adına katalizör etkisi yapmakla birlikte eksik bir yaklaşımdır. Zira insan hareketliliği her şeyden önce bir temel insan hakkı olarak ele alınmalı ve ona göre değerlendirmeler yapılmalıdır. Yani mesele sadece zor durumda

Page 21: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Göç Konusuna Özgürlükçü Yaklaşım: Açık Göç Politikaları | 19

bulunanlara yardım etmek değil insana sahip olduğu hakları teslim etmek anlamına gelmektedir.

İnsan hareketliliğini “temel bir insan hakkı” olarak görmek küresel sis-temdeki adaletsizliklerin çözümü adına da önemli bir araçtır. Bir bireyin baş-ka hiçbir üstünlüğe sahip olmadan sadece zengin bir ülke vatandaşı olmaktan kaynaklı olarak bir “asalete” sahip olması ahlâkî sorunlar barındırmaktadır. Carens’a göre bir insanın Batı Avrupa ülkesinde vatandaşlığının olması Or-taçağdaki feodal sınıf ayrıcalıklarına sahip olması gibidir (Carens, 226). Bire-yin sadece bir yerde doğmaktan kaynaklı olarak başka bireylerden avantajlı/dezavantajlı hale gelmesi herkesin temel insan haklarına sahip olduğu bir toplumsal düzende sorunlu bir durumdur.

Toplumlar arası geçişlerin artması ve kolaylaştırılması birkaç zengin ül-kenin refah içinde yaşarken geri kalan dünyanın sıkıntı içinde yaşadığı küre-sel düzlemde gelir dağılımı, mülkiyet, katılım vs. alanlardaki eşitsizliklerin giderilmesi konusunda faydalı bir yöntemdir.

Sonuç

Göç olgusunun uluslararası ve ulusal düzlemde en önemli politika konuların-dan biri olduğu günümüzde göçün bir sorun olarak değil yönetilmesi gereken bir süreç olarak algılanması bireylere insan olmalarından kaynaklı saygınlık çerçevesinde davranılması açısından çok önemlidir. Yeni bir zihin durumuna işaret eden bu bakış açısının en önemli uygulamalarından biri de sınırların esnetilmesidir. Silikon Vadisinde kurulan startup işletmelerinin dörtte biri-nin göçmenler tarafından kurulmuş olması konunun ekonomik boyutu için de kayda değer veriler sunmaktadır.

Bireye insan olmaktan kaynaklı haklardan birini sunan esnek sınırların illegaliteyi azaltacak olması göçmenlerin ekonomiye etkileri nedeniyle de dikkate alınmalıdır. Esnek sınırlar üzerinden inşa edilecek olan açık göç poli-tikaları fırsat eşitliği, hareket özgürlüğü sağlaması açısından da dikkate alın-malıdır.

Göçlerle kurulan bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti, gerek tarihsel ba-kiyesi gerekse toplumsal kapasitesi açısından göç konusunda hak temelli politikaları geliştirmeye müsaittir. Bu bağlamda başta Türkiye’de bulunan Suriyeli, Afganistanlı, Iraklı bireyler olmak üzere tüm göçmenlere yönelik politikalar, göçmenlerin çok kültürlü yaşamın bir parçası olarak görüldüğü, hak temelli bir göç rejiminin inşa edildiği ve göç olgusunun bir fırsat olarak

Page 22: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

20 | Selman Salim Kesgin

görüldüğü bakış açısıyla geliştirilmelidir. Zira göç etmek de bir insan hakkı-dır.

KaynaklarCastles, S. (2004). “The Factors That Make and Unmake Migration Policies”, International

Migration Review, 38(3), 852-884.

Czaika, M., & Haas, H. D. (2013). “The Effectiveness of Immigration Policies” Population and Development Review, 487–508.

Carens, J.(2013). Ethics of Immigration, New York, Oxford University Press.

IOM (2010). World Migration Report 2010, International Organization for Migration. Cenev-re.

Ellis L., Beaver K., Wright J.,(2009). Handbook of Crime Correlates; London, Academic Press.

Ewing W., Martíne D., Rumbaut R. (2015). The Criminalization of Immigration in the United States, American Immigration Council.

Hayek F. (2007). “Bilginin Toplumda Kullanımı”, Liberal Düşünce Dergisi, 12(45-46),165-176.

Kukathas C. (2015). Immigration and Freedom – Introduction, https://www.academia.edu/12411855/ A_critique of_the_cultural_defence_of_immigration_control

Page 23: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

21

Suriyeli Sığınmacılar ve “Koruma Sorumluluğu”

Gökçe HubarUluslararası İlişkiler Uzmanı, Yazar

Bu çalışmanın giriş bölümünde “mülteci”, “şartlı mülteci” ve “ikincil koru-ma” kavramlarının resmi tanımlarına yer verilecek, ikinci bölümde “Koruma sorumluluğu” kavramının uygulanmasının zorluğu dikkate alınarak, hem Su-riye rejimi hem de IŞİD gibi terör örgütlerinin kıskacında kalan sığınmacıla-rın mevcut durumu incelenecektir. Sonuç bölümünde çözüme yönelik olası senaryolar değerlendirilmeye çalışılacaktır.

A. Giriş

İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan, TBMM Genel Kurulunda kabul edi-lip Cumhurbaşkanlığına sunulduktan sonra 11.04.2013 tarih ve 28615 sa-yılı Resmi Gazetede yayımlanmış olan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu,1 “mülteci”, “şartlı mülteci” ve “ikincil koruma” kavramlarını şu şe-kilde tanımlamaktadır:

1 Söz konusu kanunun tam metnine İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün resmi internet sitesinden erişilebilir: http://www.goc.gov.tr/icerik6/yukk_327_328_329_icerik

Page 24: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

22 | Gökçe Hubar

Mülteci:

MADDE 61 – (1) Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncele-rinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatanda-şı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlana-mayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulu-nan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında mülteci statüsü verilir.

Şartlı Mülteci:

MADDE 62 – (1) Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi dü-şüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından ya-rarlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen ya-bancıya veya bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dı-şında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen vatansız kişiye statü belirleme işlemleri sonrasında şartlı mül-teci statüsü verilir. Üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar, şartlı mültecinin Türkiye’de kalmasına izin verilir.

İkincil Koruma:

MADDE 63 – (1) Mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde; a) Ölüm ce-zasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek, b) İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak, c) Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şid-det hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak, olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlana-mayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statü-sü verilir.

Bu maddeler ışığında; Türkiye’deki Suriyelileri “mülteci” olarak tanım-lamak, hukukî açıdan bir hatadır. Çünkü Suriye, Avrupa topraklarında yer almamaktadır. Dolayısıyla 61. madde geçerli olamamaktadır. Öte yandan, bazı Suriyeliler için “korku nedeniyle” ülkesine geri dönememe durumu (şartlı mültecilik) söz konusu iken, Özgür Suriye Ordusu komutanları gibi

Page 25: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Suriyeli Sığınmacılar ve “Koruma Sorumluluğu | 23

bazı Suriyeliler için ise, açıkça “şahsına yönelik ciddi tehdit” ve “ölüm cezası” ihtimalleri (ikincil koruma) söz konusudur.

Türkiye, 1951 Sözleşmesine koyduğu coğrafi sınırlama çekincesi gereğin-ce, Avrupa Konseyine üye olmayan ülkelerden gelen yabancılara “mülteci” değil, “sığınmacı” statüsü verebilmektedir.2

B. Mevcut Durum

2011 yılının Mart ayında Suriye’nin güneyindeki Dera ilinde başlayan protes-toların kanlı bir şekilde bastırılması, hem IŞİD gibi terör örgütlerinin hem de rejim güçlerinin muhalif Suriyelileri katletmesi sebebiyle çareyi yurtlarını terk etmekte bulan milyonlarca Suriyeli bugün hâlen müşkül durumdadır. Komşu ülkelerde bulunan 4 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacının yarıdan faz-lası Türkiye’de hayata tutunmaya çalışmaktadır. Bu sayı, bütün Avrupa Bir-liği ülkelerinin, Rusya’nın, Kanada’nın, ABD’nin kabul ettiği toplam Suriyeli sığınmacı sayısından bile fazladır.

Suriye ve “Koruma Sorumluluğu”3

90’lı yıllarda Ruanda ve Bosna’da Birleşmiş Milletler Örgütü’nün karar alı-cılarının gözleri önünde, aslında engellenebilir olmalarına rağmen engellen-meyen soykırımlar yaşandı. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı esnasında Milletler Cemiyeti’nin gözleri önünde gerçekleşen Holokost gibi. İnsan hakları konu-sunda çalışmalar yürüten uzmanlar, bir daha asla bunların tekrarlanmaması için, kendi halklarını vahşice katleden devlet yetkililerine karşı BM’nin insanî müdahalede bulunması gerektiğine dair fikirler ürettiler.

Söz konusu fikirler doğrultusunda Kanada hükümetinin desteği ile 2001 yılında Cezayirli diplomat Mohamed Sahnoun ve Avustralyalı politikacı Ga-reth Evans’ın başkanlığını yaptığı Müdahale ve Devlet Egemenliği Uluslara-rası Komisyonu (ICISS) kuruldu. Komisyon, “Koruma Sorumluluğu” adlı bir rapor yayımladı. Gençliğinde Cezayir’in bağımsızlığı için Fransız sömürge-ciliğine karşı mücadele veren, 1. Yabancı Paraşüt Alayı tarafından işkenceye maruz bırakılan Sahnoun ile çatışma çözümü, silahsızlanma gibi konularda insanlığa katkılar sunmuş olan barış aktivisti Evans haricinde on uzmanın daha raporun altında imzası vardı. Böylelikle “koruma sorumluluğu” ilk kez telaffuz edildi.

2 “Türkiye’nin Misafirperverliği ve Suriye’nin Akıbeti”, Gökçe Hubar, 06.03.2015, Akademik Perspektif, http://akademikperspektif.com/2015/03/06/turkiyenin-misafirperverligi-ve-suriyenin-akibeti/

3 “Suriye ve Koruma Sorumluluğu”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 09.11.2015; “Suriye ve Koruma Sorumluluğu 2”, Yeni Yüzyıl Gazetesi, 11.11.2015

Page 26: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

24 | Gökçe Hubar

15 Mart 2011’den beri Suriye’de devam eden savaş süresince “koruma so-rumluluğu” kavramı pek çok kez sorgulandı. Örneğin, uluslararası örgütlerde görev yapmış Fransız yazar Gérard Fellous 13 Şubat 2013’te CRIF için kaleme aldığı bir yazıda “On bin, sonra otuz bin, daha sonra altmış bin sivil kayıp verildi Suriye’de: Bu dehşet verici istatistikler, uluslararası kamuoyunun sağır sessizliğin-de daha ne zamana kadar devam edecek?” diye sormaktaydı. Ne yazık ki o ses-sizliğin halen devam ettiği görülüyor. Bugün, Suriye’nin nüfusunun yarısına tekabül eden 11 milyondan fazla yerlerinden edilmiş insandan, 250.000’den fazla kayıptan söz ediyoruz.

Üç Temel Dayanak

2005 BM Dünya Zirvesi ve BM Genel Sekreteri’nin 2009 raporunda belirtildi-ği üzere; “Koruma sorumluluğu” kavramının üç temel dayanağı var:

1. Devletler; halkları soykırımlardan, savaş suçlarından, insanlığa karşı suçlardan, etnik temizlikten ve bunların kışkırtılmasından koruma sorumlu-luğuna sahiptir.

2. Uluslararası kamuoyunun, Devletleri bu sorumluluğu yerine getirmele-ri konusunda teşvik ve yardım etme sorumluluğu bulunmaktadır.

3. Uluslararası kamuoyunun, halkları bu suçlardan koruyabilmek için ge-rekli diplomatik, insanî ve diğer araçları kullanma sorumluluğu vardır. Eğer bir Devlet, kendi halkını koruma konusunda başarısız kalıyor ise, uluslararası kamuoyu onları koruyabilmek için topluca harekete geçmek için hazırlıklı olmalıdır.

Bu üç dayanak ne yazık ki BM Sözleşmesi’nde yeterince hukukî dayana-ğa sahip değil. Ayrıca “topluca” harekete geçebilmek için, veto gücüne sa-hip Güvenlik Konseyi’ndeki daimî üye ülkelerin de onayı gerekir. Rusya ve Çin’in Suriye’de başından beri müdahaleye karşı olduğu göz özünde bulundu-rulursa, bu maddelerin uygulanması çok da mümkün görünmüyor. Türkiye, Fransa, ABD gibi pek çok ülkeye göre insanî müdahalenin “etik” olması, onu yeterince “hukukî” kılmıyor.

2011 ve 2013’te BM Güvenlik Konseyi daimî üyelerinden ABD, Suriye’de askerî müdahalede bulunulmasının meşru kabul edilebilmesi için öneride bulunmuş; ancak Rusya ve Çin’in vetosu ile karşılaşmıştı. Rusya yıllardır ABD’nin “rejim değişikliği” bahanesi ile Ortadoğu’yu yönetmek istediğini iddia ediyor. Ancak Rusya da, Suriye’de kendi ulusal menfaatlerini ön planda tutmaktan vazgeçmiyor.

Page 27: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Suriyeli Sığınmacılar ve “Koruma Sorumluluğu | 25

Rus karar alıcıları Beşar el-Esed’in iktidarda kalması pahasına, muhalif sivillerin katledilmesine göz yumuyor. IŞİD’e karşı mücadele verdiğini iddia eden Rus ordusu, sivil kayıplara da neden oluyor. Suriye İnsan Hakları Ağı, 2015 yılının Ekim ayı içerisinde, Suriye’de 1771 kişinin öldürüldüğünü; bu-nun 273’ünün Rus hava saldırılarında hayatını kaybettiğini açıklamıştı. Bü-yük güçlerin ulusal menfaatlerini insanî hedeflerin üstünde görmesi, Suriye halkını daha büyük bir çaresizliğe sürüklüyor.

Bugün Suriye’de 250.000’den fazla sivil kayıptan ve evlerini terk etmek zorunda bırakılan 11 milyonu aşkın insandan söz ediyoruz. Yalnızca Ekim ayı içerisinde; Akdeniz’den Avrupa’ya 218.000’den fazla Suriyeli sığınmacı geçiş yapmış bulunuyor. Bu sayı, 2014 yılının toplamından bile daha fazla.

Ölü ve yaralı sayısı her geçen gün artıyor. 7 Kasım günü Şam yakınlarında muhaliflerin yaşadığı bir kasabayı hedef alan hava saldırılarında en az 23 kişi hayatını kaybetti. 2 Kasım günü rejim güçlerine ait topçu mermileriyle ve savaş uçaklarından atılan füzelerle Riş Şam iline saldırı düzenlendi. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Ağına göre 3’ü çocuk 6 kişi hayatını kaybetti.

Geçtiğimiz günlerde Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Şam’da bir pazar yerine rejim güçlerinin 12 füze fırlattığını, saldırılarda 47 kişinin yaşamını yitirdiğini belirtti. Saldırıda en az 550 kişinin yaralandığını duyuran Sınır Tanımayan Doktorlar, Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üye-sine çağrıda bulunarak, 14 Temmuz 2014 tarihinde alınmış olan 2165 sayılı BMGK kararını hatırlattı. Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne bağlılık bildirilen bu kararda; hem Suriyeli yetkilile-rin hem de silahlı grupların uluslararası hukuka aykırı olarak insan hakları ihlalleri yaptığı; Suriyeli yetkililerin Suriye halkını koruma sorumluluğu ol-duğu teyit edilmekteydi.

BM ve Koruma Sorumluluğu

Her ne kadar BM etkisiz kalsa da, Suriye’deki savaşın verdiği hasar karşısında BM’de koruma sorumluluğu kavramı çok kez tartışıldı. BM Genel Kurulu’nda 8 Eylül’de düzenlenen “Hayatî ve Sürekli bir Yükümlülük: Koruma Sorumlu-luğunun Uygulanması” adlı toplantıda konuşan Genel Sekreter Ban Ki-Moon uluslararası hukuka göre, diğer herkesin yetersiz kalması durumunda, askerî harekâta izin verme yetkisiyle donatılmış tek makamın Güvenlik Konseyi ol-duğunun altını çizdi. Dünyanın en büyük insanî krizinin Suriye olduğunu; Suriye Hükümeti’nin sivilleri koruma mecburiyetini yerine getirmediğini ifade eden Genel Sekreter, “Çatışma Suriye için büyük bir trajedidir ve ulus-lararası anlaşmazlıkların utanç verici bir sembolüdür. Tarihin yargısı çok sert

Page 28: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

26 | Gökçe Hubar

olacaktır. Suriye halkının acısına son verilememesinden üzüntü duyuyorum. Bu başarısızlık, bugün Avrupa’daki mülteci krizinde somut karşılık bulmak-tadır” cümlelerini kurdu.

30 Eylül’de, Meksika Dışişleri Bakanı Claudia Ruiz Massieu Salinas ve Fransa Dışişleri ve Uluslararası Kalkınma Bakanı Laurent Fabius kitlesel kat-liamlar söz konusu olduğunda Güvenlik Konseyi üyelerine ait veto hakkının kaldırılması önerisinde bulundular. 2005 BM Dünya Zirvesinde bahsi geçen “Eğer bir Devlet, kendi halkını koruma konusunda başarısız kalıyor ise, ulus-lararası kamuoyu onları koruyabilmek için topluca harekete geçmek için ha-zırlıklı olmalıdır” şeklindeki maddeyi hatırlattılar.

13 Ekim’de, Genel Sekreter’in Soykırımın Önlenmesi Özel Danışmanı Ada-ma Dieng ve Koruma Sorumluluğu Özel Danışmanı Jennifer Welsh ortak bir bildiri yayınladı. Bildiride; Suudi Arabistan’da bazı imamların Şii Müslüman-lara ve Hristiyanlara karşı “kutsal savaş” yapılmasına yönelik söylemleri kı-nandı. Aynı şekilde Rus Ortodoks Kilisesi papazları da, Rusya’nın terörizme karşı “kutsal savaş” yaptığı söylemleri dolayısıyla eleştirildi. Bu tür söylem-lerin toplumları kutuplaştırdığı ifade edildi. Devletlere dinsel nefret içeren her türlü tutumu kınamaları, diyalog ve karşılıklı saygıyı savunmaları çağrısı yapıldı.

Ancak bunlar yetmiyor. Koruma sorumluluğu kavramının tartışılıyor ol-ması, Suriye’de akan kanı durdurmuyor. Uygulamaya geçilmediği müddet-çe, bu insanlık trajedisi sona ermeyecek. Avrupa Birliğine üye ülkelerin top-lamından bile daha fazla misafirperver davranan Türkiye’nin, söz konusu hukukî düzenlemelerin gerekli olduğuna dair katkılar sunması çok önemli ve gerekli.

C. Sonuç Niyetine

Dünyada yaklaşık 19,5 milyon sığınmacı bulunuyor. Bunun 4,2 milyonunu Suriyeliler oluşturuyor. Bu insanların her birinin ayrı yaşam öyküsü var. Re-finery29, “Cennetin Çocukları” ismini verdiği çalışmada, Türkiye’ye sığınmış 3 Suriyeli kadın ile görüşüp, onların öykülerine yer veriyor. Ailesi 1948 yı-lında Filistin’den Suriye’ye göç etmiş olan Noor isimli genç kadın, Suriye’ye geri dönmekten ve Türkiye’de bulduğu özgürlüğü kaybetmekten korktuğunu belirtiyor ve ekliyor: “Çok umutluyduk. Arap Baharı iyi bir haberdi. Sadece Araplar için değil, herkes için. Gerçi bazı Arap ülkelerine krallık denmiyor. Ama bu ülkeler, iktidarlarını kanla miras alan liderler tarafından yönetiliyor.

Page 29: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Suriyeli Sığınmacılar ve “Koruma Sorumluluğu | 27

Sırf bu yüzden bile, insanlar ayaklanmalıdır.”4

Fakat Arap Baharı ne yazık ki bugün bahar olmaktan çıktı, dikenli yollarla dolu sancılı bir sürece dönüştü. Otoriter lider Beşar el-Esed’in, yine kendisi gibi otoriter olan babası Hafız el-Esed’den devraldığı iktidar mirasını Suriye halkına devretmeye niyeti yok. Hem muhalifleri öldürüyor hem yaklaşık 22 milyonluk Suriye nüfusunun yarısının evlerinden kaçmasına sebep oluyor hem de “Halk beni istiyor” iddiasında bulunuyor.

Rejimin zulmünden korkup kaçan Noor gibi sığınmacılara, dünyada en fazla Türkiye Cumhuriyeti kucak açmış durumda. Demokrasi, özgürlükler ve insan hakları şampiyonları gibi görülen, liberal düşünceler etkisinde karar verdiği düşünülen Batılı ülkeler değil.

Beşar Esed’e var gücüyle destek veren Rusya ve İran’ın ise, karnesi Ba-tılılardan çok daha zayıf. Çünkü her ikisi de, kendi halkını katleden rejimi askerî ve siyasî bakımdan destekleyerek, yeni sığınmacı dalgalarına sebep oluyorlar. Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturulmasına da karşı çıkıyorlar. Suriye’nin toprak bütünlüğünü desteklediklerini beyan ediyorlar, ama Suriye’nin bölünmesi senaryosuna da hazırlıklılar. Bu topraklarda, ken-di siyasî menfaatlerini destekleyen küçük bir devletçiğin oluşturulmasına bile razılar. Aradan yaklaşık beş yıl geçmesine rağmen, halen rejimi ayakta tutarak; krizi durdurmak yerine bazen mevcut durumda kalmasını sağlama-yı bazense tırmandırmayı sürdürüyorlar. İsrail ise, kendisine saldırılmadığı müddetçe olup bitene ses çıkarmamayı tercih ediyor. ABD ve AB’nin 4,5 yıl-dır diplomatik çözümü denedikleri, ama Rusya’yla aralarını bozmak isteme-dikleri anlaşılıyor.

Bazı Avrupalı uzmanlar ve politikacılar, yükün Türkiye’nin omuzlarına yüklenmesinden dolayı hiç rahatsız olmuyor. Televizyon kanallarında, “Biz Türkiye’yi sığınmacıları kabul etmeye zorlamadık, kendi rızası ile onları ülkesine aldı. Dolayısıyla o finanse etmek zorundadır” diye söyleyen uz-manlar oldu. AB yetkililerinin tutumu ise, Avrupa kıtasının dünyaya yaydığı değerlere çok da yakışmadı. Bazı Afrika ülkelerine, Avrupa’daki sığınmacı-ları almaları karşılığında para teklif edildi. Avrupa’da yükselen “göçmen kar-şıtlığı” iyice tavan yaptı. Bütün bunlar olurken, aslında yalnızca birkaç bin Suriyeli’ye ev sahipliği yapan bazı Batılı ülkeler, çok iyi bir halkla ilişkiler kampanyası yürüterek, uluslararası medya kuruluşları nezdinde prestij sa-hibi oldular. Türkiye ise; bazı Avrupa ülkelerindeki, İran’daki ve Rusya’daki medya kuruluşları tarafından karalama kampanyasına maruz bırakıldı: So-

4 “Daughters of Paradise”, Refinery29, Erişim tarihi 28.11.2015, http://www.refinery29.com/syrian-refugees/

Page 30: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

28 | Gökçe Hubar

mut delil olmamasına rağmen, Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği iddia edildi. Türkiye yıllar boyunca, IŞİD’i desteklediği iddialarına cevap vermek zorun-da bırakıldı. Çünkü iftirayı atanın değil, iftiraya uğrayanın haklılığını ispat edebilmesi daha zordur. Sığınmacılara yaptığı yardımlar ikinci planda kaldı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi örgütlerin finansal yardımlarından yararlanamaması da pek sorgulanmadı.

Bugün, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği 123 ülkeden yaklaşık 9300 ça-lışanı ile dünyadaki yaklaşık yirmi milyon sığınmacının hakkını korumayı hedefliyor. Kurumun yıllık bütçesi 2015 yılı için 7 milyar5 Amerikan doları olarak belirtilmişti. Ancak bunun çok azı Türkiye’deki Suriyeliler için tahsis edildi. Türkiye’ye 2015 yılında tahsis edilen miktar yalnızca 320,16 milyon6 dolar oldu. Hâlbuki Türkiye’ye diğer bölge ülkelerine AB ve BM gibi örgütler nezdinde daha fazla finansal yardım yapılması şarttır. 1951’de İkinci Dünya Savaşında evlerini terk etmek zorunda kalan yaklaşık bir milyon kişiye yar-dım etmek amacıyla kurulmuş olan BM Mülteciler Yüksek Komiserliği, zor durumdaki insanları koruma misyonunu şimdikinden çok daha büyük bir ka-rarlılıkla sürdürmek zorundadır.

Liberalizm, bireyin “yaşama hakkı”nı her şeyin üstünde görür. Yaşama hakkı şüphesiz ki, en temel haktır. Ama sadece nefes almakla yaşanmaz. Bir ülkede bireylerin “insanca” yaşama hakkı ellerinden alınıyor ise, özgürlük-leri kısıtlanıyor ise, siyasî görüşlerinden dolayı sesleri kısılıyor ise, kitlesel katliamlar yapılıyor ise, artık o noktada, uluslararası “koruma sorumluluğu” geçerli olmalıdır. Çünkü BM, uluslararası barış ve güvenliği temin etmek için kurulmuştur. Katliamların yaşandığı bir dünyada, uluslararası barış ve güvenlik de olmaz.

5 BM Mülteciler Yüksek Komiserliği resmi internet sitesi, Erişim tarihi 27.11.2015, http://www.unhcr.org/pages/49c3646c14.html

6 BM Mülteciler Yüksek Komiserliği resmi internet sitesindeki Türkiye profili sayfası, Erişim tarihi 27.11.2015, http://www.unhcr.org/cgi-bin/texis/vtx/page?page=49e48e0fa7f&submit=GO

Page 31: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

29

Krizde Kadın Olmak:Türkiye’deki Suriyeli Kadın Mültecilere

Yönelik Sağlık HizmetleriAthina Gkouti

Dr., Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Çeviri: Ali Bilgiç ve Begüm Ceren Canpolat

Öz

Bu makale Türkiye’deki Suriyeli kadın mültecilerin sağlık hizmetlerine erişimini incelemektedir. Sağlık servislerinin erişilebilirliği, kadınların ihtiyaçlarına ne derecede karşılık verebildikleri ve kadınların sığınma sonrası hayatında tekrar kendi ayakları üzerinde durmalarını destekleyip desteklemedikleri sorgulanacaktır. Öncelikle, bu çalışmada toplumsal cinsiyetin çatışma ve zorla yerinden edilme du-rumlarındaki rolü ve bunun sağlık hizmetlerine yönelik etkileri tartışılacaktır. Daha sonra mültecilere yönelik sağlık hizmetlerinin nasıl yürütüldüğü ve çok farklı deneyimlerden gelen Suriyeli kadın mül-tecilerin çeşitli ve kronik sağlık problemlerine nasıl yaklaşabileceğimiz irdelenecektir. Bu çalışmada ortaya konan argüman şöyledir: Kamplarda yaşayan veya uluslararası kurumların sağlık programla-rından faydalanan kadınlar için sağlık hizmetleri gerçekten de destekleyicidir. Ancak sağlık hizmetle-rinin şehirlerde yaşayan ve sayıları çok daha fazla olan kadın sığınmacılar için kadın sağlığı ve onların durumlarına etkisi son derece düşük, hatta bazen olumsuz olmaktadır. Buna ek olarak, Türkiye’de sağlık hizmetlerine erişime yönelik engeller kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanma şekilleri, ya-pısal ve yönetimsel sınırlamalar ve kısıtlı malî kaynakların birbirleriyle etkileştiği bir ortamla açıkla-nabilir. Konuyla ilgili varolan verilerin sınırlı olması güçlü sonuçlar ortaya koymayı engellese de, şöyle bir sonsöz ortaya konabilir: Suriyeli mültecilerin ülkelerine yakın zamanda geri dönmeyecekleri göz önüne alındığında, yeni ve toplumsal cinsiyeti göz önüne alan stratejilerin geliştirilmesi kadınların sağlık hizmetlerine sorunsuz erişimi için şarttır.

Anahtar Kelimeler: Suriyeli Mülteciler, Kadın Sığınmacılar, Uluslarası İşbirliği, Sağlık Hizmeti

Abstract

This article explores the access of female Syrian refugees to healthcare in Turkey. It asks whether health services are accessible, responsive to women’s needs, and able to strengthen the women’s ability to reshape their post-refugee life. It looks first at the literature on the role of gender in conf-lict and displacement and its implications for healthcare. It then examines how refugee healthcare addresses the needs of Syrian women and how we can approach the varied and often acute health concerns of the diverse population of female Syrian refugees. The article argues that for certain Syrian women, such as camp residents or beneficiaries of health programmes run by international organisations, healthcare in Turkey can indeed contribute to health and personal empowerment. However, for large numbers of urban female refugees who do not have similar opportunities, the impact on their health and social conditions appears to be marginal and some women may even be disempowered. Further, it argues that obstacles to healthcare access can be attributed to a comp-lex interrelationship between the women’s own utilisation of health services, administrative and structural constraints, and lack of adequate financial resources in Turkey. Although existing data is inadequate to reach firm conclusions, the article concludes by stressing the need to develop new and gender-sensitive strategies for increasing women’s access to health, especially as there is little indication that Syrian refugees will return to their country soon.

Key Words: Syrian Refugees, Women Defectors, International Cooperation, Health Care

Page 32: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

30 | Athina Gkouti

Giriş

Türkiye 2011’den beri Suriye’deki politik krizden kaçan mültecileri barındır-maktadır. Ekim 2015 itibariyle Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komi-serliği Türkiye’de 2 milyonu aşkın mültecinin bulunduğunu tahmin etmekte-dir. Söz konusu Suriyeli popülasyonun yarısı (% 49.2) kadın ve bunların çoğu (%64) mülteci kamplarının dışında ikâmet etmektedir.1 Mültecilerin temel sağlık hizmetlerine ücretsiz erişimini sağlamak için geçici koruma ile ilgi-li yasaların çıkarılması Türkiye’yi mültecileri korumak için kendi yasalarını tadil etmiş tek ülke yapmaktadır.

Suriyeli kadın mültecilerin tıbbî ihtiyaçlarına cevap verebilecek sistem, ulusal ve uluslararası organizasyonlar tarafından işletilen (INGO) ve mülte-cilere uluslararası standartlara uygun şekilde temel sağlık hizmetlerine eri-şimini sağlayan, sağlık programları yürüten bir kamp sistemidir (22 kamp ve 2 adet inşaat aşamasında). Fakat yine de, bu başarıya paralel olarak, bazı araştırmacılar ve doktorlar Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin aslında mülte-ciler için ne derece erişilebilir olduğunu sorgulamaktadır. Sınır Tanımayan Doktorlar (Médecins Sans Frontières, MSF) 2014 raporu ‘kötü yaşam koşul-ları ve tıbbî hizmetlere sınırlı erişimin Türkiye’de birçok kentteki kayıt dışı mülteciler için bir endişe konusu olarak kaldığını’ belirtmiştir.2 Türk Tabipler Birliği, ücretsiz temel sağlık hizmetlerinin idarî ve yapısal engeller nedeniy-le uygulanamadığını ve kadınların seçeneklerinin de önemli ölçüde azaldı-ğını savunmaktadır.3 Kadınların sağlık programlarının karar alma sürecine dâhil edilmediğinden, kadın ihtiyaçlarına her zaman duyarlı olunamadığı da iddia edilmektedir.4 Bu toplumsal cinsiyet sorununa, çatışmadan kaynakla-nan yaralanmaların tedavisi için ikincil ve üçüncül sağlık hizmetlerine eri-şim eksikliğine değinen sorular da eklenmektedir.

Bu makale, Türkiye’deki Suriyeli kadın mülteciler için sağlık hizmetle-rinin, ne ölçüde kadınların ihtiyaçlarına cevap verebildiğini, hizmetlerin erişilebilirliğini ve onların geleceklerini yeniden şekillendirebilmeleri için kadınları güçlendirebilme yetilerine sahip olup olmadığını sorguluyor. Bu tartışma, ikincil kaynaklardan Türkiye’deki mülteci sağlık programlarının mevcut bulguları ile yazarın kendi nitel araştırmasını bir araya getirmekte-

1 Syrian Refugees in Turkey: 2013 Field Results, AFAD, Disaster and Emergency Management Presidency, Ankara, Turkey, 2013.

2 International Activity Report 2014, Médecins Sans Frontières, Geneva, Switzerland: MSF, 2014. p.77.

3 Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri Raporu, Türk Tabipleri Birliği, Ankara, Türkiye, 2014.

4 Are We Listening? Acting on our Commitments to Syrian Women and Girls Affected by the Syrian Conflict, International Rescue Committee IRC, New York, NY, USA, 2014.

Page 33: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 31

dir. Birinci bölümde, literatürdeki toplumsal cinsiyetin sosyo-politik dönü-şümde ve zorunlu göçteki rolüne dair varsayımları ve bunun yanı sıra sağlık üzerindeki etkileri incelenmektedir. Bunu takip eden bölümlerde ise tıbbî uy-gulamaların Suriyeli kadın mültecilerin ihtiyaçlarına nasıl hitap ettiği, ka-dınların bunları nasıl kullandığı ve Türkiye’deki Suriyeli kadınların birbirin-den farklı ve akut sağlık endişelerini gidermek için hangi soruları sormamız gerektiği - farklı geçmişlere ve şartlara sahip mülteci deneyimleri olarak- ele alınmaktadır.

Makalede, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin, bazı kadınlar için bazı bağlam-larda, örneğin mülteci kamplarında kalan ya da INGO programlarına doğru-dan katılan kadınlar gibi, gerçekten de onları güçlendirmeye katkıda bulun-duğu savunulmaktadır. Ancak, benzer fırsatlara sahip olmayan kentlerdeki çok sayıdaki kadın mültecinin, hem sağlığı hem de sosyal koşulları üzerinde bu durum gözlenememekte ve hatta bazı kadınlar için olumsuz etkileri de olabilmektedir. Bu sonuçlar kadınların sağlık hizmetlerini, yapısal fırsatları ve kısıtlamaları kendi kullanımları ile yeterli ödenek alamayan INGO prog-ramlarının idaresi arasındaki karmaşık ilişkilere işaret eder. Mevcut veriler bu politikaların detayları hakkında kesin sonuçlara ulaşmak için yetersiz ol-masına rağmen, özellikle de sürekli artmakta olan Türkiye’deki Suriyeli mül-teci sayısı göz önüne alındığında, kadınların sağlık hizmetlerine erişimini artırmak için yeni stratejiler geliştirmeye ihtiyaç olduğunun da altı çizilme-lidir.

1. Toplumsal Cinsiyet Açısından Mülteci Sağlık Hizmetleri

Bu makale Türkiye’ deki Suriyeli mültecilerin sağlık koşullarının toplumsal cinsiyet boyutunu, özellikle de kadınların bu hizmetlere erişimindeki prob-lemleri ele almaktadır. Dikkatimizi kadın mültecilere yöneltmek, cinsiyetin hem mültecinin evveliyatı hem de ev sahibi ülkeye geldikten sonraki ihti-yaçları için önemli bir unsur olduğunu ve mültecilerin koruma arama süre-cinin cinsiyetçi olabileceğini göz önüne çıkarmaktadır. Aynı zamanda kadın mültecilerin bedenlerinin silahlı çatışmaların nasıl kontrol ve direniş araçları haline geldiği ve bu durumun kadın mülteciler üzerinde farklı sağlık sonuç-ları doğurabileceğine dikkat çekilmektedir. Dahası, mülteci sağlığı tartışmala-rını sıklıkla çerçeveleyen, özellikle kadınlara istinaden sağlığı biyolojik vücutla sınırlandırıp ev sahibi ülkenin politik durumunun apayrı ele alınmasına sebep olan sağlık ve politika arasındaki yapay ayrıma meydan okunmaktadır. An-cak bu çalışma kadın mültecilerin yaşadıklarını erkek mültecilerin yaşadıkla-rı benzer durumlardan ayırma niyetinde değildir. Aksine toplumsal cinsiyet

Page 34: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

32 | Athina Gkouti

analizini kadın göçmenlere yönelik sağlık hizmetlerindeki uygulamaların al-tını çizmek için kullanmaktadır çünkü önceki uygulamalar günümüzdeki ihtiyaç-ları kapsamamaktadır.

Bu makale toplumsal cinsiyet ve mülteci sağlığı ile ilgili tartışmayı üç ana tema üzerinden yapacaktır: (a) kadınların vücutlarının silahlı çatışmalar-da kontrol ve direniş aracı olarak kullanılmasının mülteci kadınlar için farklı sağlık sonuçları doğurması, (b) kadın mültecilere eşitlik ve adalet çerçevesinde ev sahibi ülkenin sağlık hizmetlerinin ulaştırılması ve (c) halk sağlığının ay-rılmaz politik bir boyutu olarak mülteci sağlık hizmetlerinin bireysel düzey-deki sağlık engellerini aşabilmesi için politik çözümler gerektirmesi.

Akademik literatürün bir kısmı kadınların savaş ve direniş tecrübelerinin cinsiyetçi boyutunu incelemektedir.5 Cinsel şiddete maruz kalmış kadınlar, halkı terörize etmek ve toplumu yıkmak gibi askerî veya politik hedeflere ulaşmak için sistematik bir araç olarak kullanılabilmektedir.6 Hynes kaos or-tamında şiddetin nasıl oluştuğu, bunun kadınlar için sağlık tanımını nasıl de-ğiştirdiği üzerinde durmakta; bir saldırıda ölmeyi ‘temiz bir ölüm’ iken aileni ve evini kaybetmeyi, askerler tarafından istismara uğramayı, başka bir ülkeye kaçmayı ‘yaşarken ölüm’ olarak tanımlamıştır.7 Ancak yaşarken ölümün par-çaları olan geçim kaynağını kaybetmek, dışlanmak, sağlık sorunları, ruhsal sıkıntılar ve kültürel utanç ile mimlenmek gibi faktörler alışılagelmiş sağlık istatistiklerinde yer almamaktadır.8 Öte yandan bazı akademik çalışmalar, ka-dınların vücutları ile şiddete karşı nasıl direndiklerini inceleyerek, kadınların kaosta tecrübe ettikleri cinsiyetçiliğe daha eleştirel yaklaşmaktadır.9 Bu çalış-malar ev sahibi ülkeye gelmeden önce birçok kadının şiddetin pasif kurban-ları olmadığını, aksine aktivizm gibi birçok cinsiyetçiliği sorunsallaştıran ve dünya düzeninde kendine yer açan direnişçi bireyler olduğunu belirtmekte-dir. Mülteci sağlık hizmetlerine gelecek olursak bu çalışmalar, ev sahibi ülke-

5 Cockburn C., Gender, Armed Conflict, and Political Violence, Washington, DC, USA: World Bank, 1999; Jacobs C, Jacobson R, Marchbank J (eds), States of Conflict: Gender, Violence, and Resistance. Zed Books, London, UK, 2000; Giles W, Hyndman J (eds), Sites of Violence: Gender and Conflict Zones, University of California Press Berkeley, CA, USA, 2004; Manjoo R, McRaith C. Gender-based violence and justice in conflict and post-conflict areas, Cornell International Law Journal 2011; 44: 11–32.

6 Women, peace, and security, United Nations, Website: http://www.un.org/en/globalissues/women/peace.shtml [Accessed 08/10/2015]

7 Hynes PC, “On the battlefield of women’s bodies: an overview of the harm of war to women”, Women’s Studies International Forum 2004; 27: 431–445.

8 Shepherd L. Loud, “Voices behind the wall: Gender violence and the violent reproduction of the international”, Millennium Journal of International Studies 2006; 34: 377–401; El Said M, Meari L, Pratt N (eds), Rethinking Gender in Revolutions and Resistance: Lessons from the Arab World, Zed Books, London, UK, 2015.

9 Peteet J. Gender in Crisis, Women and the Palestinian Resistance Movement, Columbia University Press, New York, NY, USA, 1991; Hajdukowski-Ahmed M, Khanlou N, Moussa H., Not Born a Refugee Woman: Contesting Identities, Rethinking Practices, Berghahn Books, Oxford, UK, 2008.

Page 35: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 33

nin bilgili, katılımcı ve sağlık hizmetlerinin etkin bir kullanıcısı olarak kadın mültecilere ulaşmaya çalışması gereken bir hedef olduğunu öne sürer. Buna ulaşmak için kadın mülteci kavramını düzeltmek gerekebilir. Tek düze pasif bir kurban olarak düşünmektense, kadın mülteci kendi vücutlarının ve sosyopo-litik yaşantılarının aktif faili olarak düşünülmelidir.

Türkiye’deki kadın mültecilerin sağlık hizmetlerine erişimine dair başka bir bakış açısı da feminizmin adalet ve eşitlik çerçevesinden sunulmuştur10 ve bunlar aynı zamanda sağlık hizmetlerinin de ana çerçevesinin bir parça-sıdır.11 Yerinden edildiği ülkedeki hayatları boyunca, kadınların yeterli yiye-cek ve su gibi temel ihtiyaçlara ulaşımları sınırlı olabilir. Buna ek olarak cinsiyete özgü sağlık hizmetlerinin göreceli eksikliği, kadınların fiziksel ve zihinsel sağlıkları açısından önemli bir dezavantaj olabilir.12 Bazı göçmen ka-dınlarının, gebelik hizmetleri, üreme sağlığı, cinsiyete yönelik şiddet, depres-yon, altüst olmuş aile düzeninden kaynaklanan anksiyete gibi cinsiyete özgü sağlık sorunları yaşadığı muhtemeldir.13 Altüst olmuş hane halkının başında olmanın getirdiği stres, bunun yanı sıra sevdiklerinden ayrılmanın veya on-ları kaybetmenin ve henüz yaşayamadığı geleceğinin olmayacağı travması sağlık durumlarını daha da kötüleştirebilir. Konut, finansal sorunlar, taşın-ma ve göçmenlik kuralları gibi acil meselelerle ilgilenmek anksiyeteye se-bep olabilir. Çoğu zaman, mülteci yaşantısı aile rollerinde değişikliğe sebep olabilir ve ilişkiler zarar görebilir.14 Bunun sonucunda birçok kadın aile içi şiddete karşı korunmasız kalır. Mülteciler, sağlık hizmetleri hakkında bilgi eksik-liği, iletişim (dil) engelleri ve idarî engellerle karşı karşıya kalabilirler. Sonuç olarak, ailelerin ve hastaların bakımının önemli bir çoğunluğunu oluşturdu-ğundan ve politik düzenlemelerden etkilendiklerinden dolayı, sağlık hizmet-lerine eşit ulaşım kadın mülteciler için endişe konusu olmaktadır. Toplum sağlığının—beslenme, kişisel hijyen, çocuk ve hasta bakımı için uygulamalar gibi—birçok unsuru dışarıdan destek olmaksızın, aileye bakan bireyler olarak genellikle kadınlar tarafından idare edilir.15 Mülteci yaşam koşulları ile sağlık

10 Moller Okin S., “Justice and gender”, Philosophy and Public Affairs 1987; 16: 42–72; DiQuinzio P, Young IM (eds), Feminist Ethics and Social Policy, Bloomington, Indiana University Press, IN, USA, 1997; Fraser N. “Feminist politics in the age of recognition: a two-dimensional approach to gender justice”, Studies in Social Justice, 2007, 1: 23–35.

11 Daniels N., Just Healthcare, Cambridge University Press, Cambridge, UK, 1985; Daniels N. “Justice, health, and healthcare”, American Journal of Bioethics 2001; 1: 2–16; Rogers WA, “Feminism and public health ethics”, Journal of Medical Ethics 2006; 32: 351–354; Kuhlmann E, Annandale E, The Palgrave Handbook of Gender and Healthcare, Palgrave Macmillan, Basingstoke, UK, 2010.

12 Costa D., “Heath care of refugee women”, Australian Family Physician 2007; 36: 151–154;

13 Burnett A, Peel M., “Health needs of asylum seekers and refugees”, British Medical Journal 2001; 322: 544–547.

14 Ülüsoy, Y., “Examining health care resources for Syrian women in Turkey”, Hürriyet Daily News, 7 September 2015. Website http://www.hurriyetdailynews.com/examining-health-care-resources-for-syrian-women-in-turkey.aspx?pageID=238&nID=71378&NewsCatID=373 [accessed 05/09/2015]

15 Rogers WA, “Feminism and public health ethics”, Journal of Medical Ethics 2006; 32: 351–354.

Page 36: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

34 | Athina Gkouti

sorunları arasındaki korelasyon ille de mülteci yaşantısı sağlık sorunlarına se-bep olur demek olmasa da, sosyal eşitsizliklerin kadınlar için sağlık alanında eşitsizliğe yol açtığı gibi yeterli makul bağlantılar bulunmaktadır. Sağlık hizmet-lerine erişimin geliştirilmesi prensibi sadece ulaşımdaki engelleri kaldırmak değil, aynı zamanda kadın mültecilerin sağlığını etkileyen sosyal durumları-nı iyileştirmeye yönelik pozitif önlemleri almayı da gerektirmektedir.

Bu makalenin vurguladığı başka bir tema ise ev sahibi ülkenin sosyopo-litik durumunun kadın mültecilerin sağlık hizmetlerine ulaşımını ne derece etkilediğidir. Araştırmacılar mültecileri kapsayan uluslararası yasal sistemin ülkeden ülkeye kayda değer farklılıklar oluşmasına sebep olan zayıf yapısı-nın altını çizmektedir.16 Ülkenin politikaları kimin mülteci kategorisine gir-diğini, mültecilere sunulan haklar için prosedürü ve bu haklara ulaşımın ne şartlarda olacağını tanımlar. Ev sahibi ülke aynı zamanda uluslararası insanî yardımın ne kadarını kabul edeceklerini, kimden ve kimin için kabul edecek-lerini de seçer. Eleştiriler bu prosedürlerin cinsiyetçi olmadığını gözlemle-miş olmasına rağmen, toplumsal cinsiyet rollerinin ve hiyerarşinin devletin davranışlarını etkilemekte olduğunu vurgular.17 Eğer ev sahibi ülke mülteci-yi iç politika unsuru olarak değil de “uluslararası” bir özne olarak düşünecek olursa, mülteci devlet-vatandaş ilişkisi dışında kalmakta ve ihtiyaçları ulusal güvenliği de kapsayan daha geniş bir değerlendirmeden geçmektedir. Litera-türün başka kısımlarında da belirtildiği üzere, ulusal güvenlik eril bakış açı-sına sistematik olarak uyumlu bir alandır.18 Bu durum, ülkenin ihtiyaçlarını bireylerin ihtiyaçlarının, kamusal yaşamı da bireysel yaşamın üzerinde ve açıkça eril ihtiyaçları kadınsal ihtiyaçların üzerinde tutan bir bakış açısıdır. Kadın mülteciler için temel kaygıları, daha çok bireysel düzeydeki yaşantı-ları (üreme, psikolojik sağlık veya cinsiyete yönelik şiddet gibi) özel bakım kategorisinde tanınma olasılığı düşük konulardır. Benzer şekilde devletin ka-dınlara yönelik zararın oluşmasında veya sürdürülmesindeki dolaylı etkisi de göz ardı edilmektedir (örneğin, mülteciler için uygulanan sağlık programları imkân eksikliğinden dolayı bazen ayrımcılığı arttırabilir). Sonuç olarak bu makalede Türkiye’deki mülteci sağlık hizmetlerinin politik boyutunu göz ardı etmeksizin, bu boyutu da kapsayarak sağlık engellerinin politik çözümler ge-rektirdiği vurgulanmaktadır.

16 Haddad E., The Refugee in International Society: Between Sovereigns, Cambridge University Press, Cambridge, UK 2008. p.3.

17 Boyd M. Gender, “Refugee Status and Permanent Settlement”, Gender Issues, 2001; 17: 5–25.

18 Ackerly BA, Stern M, True J (eds), Feminist Methodologies for International Relations, Cambridge University Press, Cambridge, UK, 2006; Sjoberg L., Gender and International Security, Routledge, Abingdon, UK, 2009; Young IM.

Page 37: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 35

2. Türkiye’deki Suriyeli Kadın Göçmenler: Sağlık Hizmetleri Koşullarına Yönelik Güncel Politikaların Ana Çerçevesi

Bahsi geçen bu üç yaklaşımın da altını çizdiği varsayım toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ve mültecilere cinsiyetçi yaklaşımın, sağlık hizmetlerine erişim-de özellikle de kadınların erişimini kısıtlamakla bir bütün olduğudur. Bu bö-lümde makale Türkiye’nin güncel yasal ve politik çerçevesini irdeleyecektir. Bu çerçeve, 1951’den beri süre gelen coğrafi kısıtlama koşulunun sığınma sistemi için negatif sonuçlar doğurmakta ve Türkiye’yi cinsiyete duyarlı bir mülteci karşılama ve koruma prosedürünü geliştirmekten alıkoymakta-dır. Makale özellikle de büyük sayıdaki mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak için, sağlık konusuna vurgu yaparak, çözüme yönelik Türkiye’deki 2013 Ya-bancılar Kanunu ve 2014 Geçici Koruma Yönetmeliği’ni irdelemektedir. Bu tartışma, güncel yasal çerçeveden doğan sağlığa özgü hakları tanımlamakla birlikte, aynı zamanda bu yeni çerçevenin cinsiyet duyarlılığını yeteri kadar kapsamadığını ortaya çıkaracaktır.

Türkiye’nin sığınma sistemine yönelik bir analiz bu yazının kapsamı dı-şında kalıyor olsa da, mülteciyi “Avrupa olaylarından etkilenen” insanlara in-dirgeyen ve mülteciyi eril bir odakta inceleyen 1951 çerçevesinden başlamak faydalı olacaktır.19 Kadınların korumaya gerek duyulmadığı inancına dair bir kanıt bulunmamasına rağmen, eril deneyimler sığınma için altyapıyı oluştur-makta ve kadınların karşılaştığı riskler meşru bir kaygı konusu olarak daha görünmez kılınmaktadır. 1951 yasal çerçevesi ‘kadınlara, toplumsal cinsiyet ve cinsel eşitsizlik konularına karşı tamamen bir körlük’ meydana getirmiş-tir. Doyle’un da savunduğu üzere, bu bakış açısı büyük bir ihtimalle eril odak-lı olan yerinden edilmenin kamusal alanda meydana gelen olaylar sonuncun-da oluşuyor olduğu düşüncesine dayanıyor ve özel alandaki yansımaları—ki bu kadının hâkimiyet alanı olarak inşa edilmiştir—göz ardı edilmektedir.20 Türkiye›nin sığınma sistemine geniş bir bakış açısından inceleyen Kirişçi, bu sistemin insanî kaygılardansa, ulusal güvenliği dikkate alarak hazırlan-dığını, Türkiye’ye girişlerin kontrolüne vurgu yaparak ileri sürmektedir.21 Onları işkence ve insanlık dışı davranışa maruz kalma riskleri olan ülkeye geri gönderme girişiminden dolayı Türk hükümetine direkt olarak karşı çıkan

19 Edwards A., “Transitioning gender: feminist engagement with international refugee law and policy 1950–2010”, Refugee Survey Quarterly 2010; 29: 21–45.

20 Doyle C., “Isn’t persecution enough? Redefining the refugee definition to provide greater asylum protection to victims of gender-based persecution”, Washington and Lee Journal of Civil Rights and Social Justice, 2009; 15: 519–559.

21 Kirişçi K., “Turkish asylum policy and human rights”, in: Kabakasal Arat Z, editor. Human Rights in Turkey, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, PA, USA, 2007, pp. 170–183.

Page 38: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

36 | Athina Gkouti

mülteci kadınların adlî davaları da bulunmaktadır.22 Ama yine de Türkiye’nin sığınma sistemi devlet uygulamaları, BMMYK’nin aktif desteği ve AB üyelik öncesi stratejisinin sisteme etkisi ile daha iyi ve cinsiyete daha duyarlı bir hal almıştır.23 İşte Türkiye›nin Suriyeli mültecilerin statü ve haklarına direkt uygulanabilen, yeni uygulamaya koyduğu 2013 Kanunu ve 2014 Yönetmeliği bu geçmiş deneyimlerden beslenmektedir.

2013’de Türk hükümeti 6458 Sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nu (2013 Kanunu) çıkardı.24 2013 kanunu ‘acil ve geçici koruma bul-mak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen› (Madde 91) yabancıların korunmasını temin eden hukukî bir zemin sunmaktadır. Korunma ihtiyacı duyan insanların taleplerini karşılamaya yönelik sistemin uygulamaya koy-duğu geçici koruma, çoğunlukla Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komi-serliği (BMMYK), Uluslararası Göç Örgütü (UGÖ), diğer uluslararası kuruluş-lar ve sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliğine dayanmaktadır (Madde 92). Ne var ki 2013 Kanunu hükümleri sağlık hakları hususunda yetersiz kalmakta-dır. Konaklama alanları (mülteci kampları) temel sağlık hizmeti veren sağlık ocakları bulundursa da, bu hizmetler kamp dışında yaşayan koruma altındaki insanlara ulaştırılmamaktadır (Madde 95) ve onları kendi sağlıklarını temin etmekle sorumlu tutmaktadır. Buna ek olarak 2013 Kanunu toplumsal cin-siyet konusuna bir atıfta bulunmamakta ve kadın sağlığı ile erkek sağlığını kendine özgü özelliklerini göz önüne almamaktadır. Sağlık hizmetlerine ko-runaklı ulaşımın yanı sıra cinsiyete özgü bazı ihtiyaçların ele alınması konu-larında 2013 Kanunu, hükümetin Ekim 2014’de 29153 Sayılı Geçici Koruma Yönetmeliğini (2014 Yönetmeliğini)25 kabul etmesiyle birlikte netlik kazan-mıştır. Kimlik belgeleri olmayanlar da dahil olmak üzere, tüm Suriyeli mül-teciler bu geçici koruma rejiminin kapsamına alınmışlardır.

2014 yönetmeliği Türkiye’nin geçici koruma rejiminin belirsiz kısımlarına ışık tutmaktadır. İlk olarak, Türk otoritelerinin geçici koruma altında bulunan herhangi bir insanı sınır dışı etmesini engelleyen geri gönderme yasağını koymuştur (Madde 6). Bugüne kadar Türkiye’nin kendi sınırlarına gelen tüm Suriyeli mültecileri kabul etmiş olması ve onlara geçici koruma hakkı sun-muş olması pozitif bir tutum olup prensipte sağlık haklarını yararlanılabilir kılmaktadır. İkinci olarak, 2014 Yönetmeliği bu yönetmelik kapsamındaki ya-bancılara temel sağlık hizmetlerine bedelsiz erişim hakkı ve ilaç ücretlerinin

22 “Hoda Jabari vs. Turkey”, European Court of Human Rights, Strasbourg, France, 2000.

23 Turkey Progress Report 2015, European Commission, Brussels, Belgium, 2015. p.6.

24 Law on Foreigners and International Protection. Website http://www.goc.gov.tr/files/files/eng_minikanun_5_son.pdf (accessed 11/10/2015)

25 Temporary Protection Regulation, Website http://www.goc.gov.tr/files/_dokuman28.pdf [accessed 14/10/2015]

Page 39: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 37

belirli bir kısmını ‘imkânlar ölçüsünde’ karşılanacağını belirtmiştir. Vurgu, acil sağlık hizmetlerini sağlamanın ‘öncelikli’ olduğu üzerinde yapılmıştır (Madde 20). Yeni sistem, kampların dışına da temel sağlık hizmetlerinin be-delsiz sunulacağını, ikincil ve üçüncül hizmetlerin ise Türk vatandaşlarına uygulanan ücreti aşmayacak şekilde sunulacağı sağlık ocaklarının kurulma-sını sağlamaktadır. Yönetmelik (acil durumlar dışında) özel sağlık kurumla-rından sağlık hizmeti arayışını yasaklamıştır. Bunlara ek olarak, Yönetmelik, T.C. Sağlık Bakanlığı’nın uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşları gibi paydaşlarla işbirliği yaparak bölgedeki kadınların sağlığını güçlendirmeye yönelik bilgilendirici programlar yapması gerektiğini belirterek kadınlar için üreme sağlığı bilgilendirmesini de teşvik etmektedir. Yönetmeliğe göre, ge-çici koruma altındaki insanlar için zihinsel sağlık hizmetleri de uluslararası insanî yardım programları kapsamında Sağlık Bakanlığı paydaşları ile koor-dineli olarak yürütülmelidir.26

Gerçekten de 2014 Yönetmeliği, Suriyeli mültecilerin sağlığı konusuna daha sistematik olarak yaklaşma girişiminde bulunuyor. Yönetmeliğin önem-li yanlarından biri ilk defa kadınların sağlığına yönelik kısa atıflarda bulunu-yor olmasıdır. Kadınların üreme sağlığı, sadece toplumsal cinsiyet, üreme sağlığı ve kadına karşı şiddet konularında özelleşmekle kalmayıp, aynı za-manda insanî yardım pratiklerine cinsiyet eşitliği metodolojisini uygulamak-tadır. Bu alan, teknik uzmanlığa sahip uluslararası örgütler ve bölgesel sivil toplum kuruluşları için özel faaliyet alanı olarak belirtilmiş. Bu yönetmelik, kural olarak kadınların sağlık hizmetlerine ulaşımını garanti altına alacak şe-kilde, ücretsiz temel sağlık hizmetlerini Türkiye’nin 81 ilindeki tüm koruma altındaki insanlara/Suriyeli sığınmacılara genişletmektedir. Yeni yönetmelik BMMYK’nın 2000’deki ‘Ankara’daki Türk görevliler, toplumsal cinsiyete du-yarlı ve sığınma hukukunda iyi yetişmiş olmalarına rağmen, sağlık hizmetle-rini açmaya yönelik çok az şey yapmışlardır’ açıklamasını yapmaya yönelten Türkiye’nin eski tutumuna tam bir tezatlık teşkil etmektedir.27

Tüm bu olumlu yanlarına rağmen, 2014 Yönetmeliği’nin yetersizliği, ka-dın ve erkeğin eşit şekilde faydalanabileceği, cinsiyete uyumlu hükümlerin geçici koruma hizmetlerinin her alanında ve her seviyesinde, devlet yasama-sında, programlarında ve hizmetlerindeki eksikliği alanlarında hemen ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin geçici ve uluslararası koruma programının yeni ya-sal çerçevesi ne ulusal cinsiyetin temel ilkelerine ne de diğer cinsiyet odaklı

26 Ibid.

27 UNHCR Policy on Refugee Women and Guidelines on their Protection, Women’s Commission for Refugee Women and Children, New York, NY, USA, 2002. p. 67.

Page 40: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

38 | Athina Gkouti

ilkelere dayandırılabilir. Bu durum geçici koruma rejiminin gelecekte nasıl şekil alacağına göre belirsizliğini korumaktadır. Kaldı ki, güncel yasal re-formlar umut verici olsa da, yasal ve idarî sağlık önlemleri, kısıtlı kaynaklar, yapısal problemler, bölgesel seviyede uygulama eksikliği, cinsiyet bazlı veri eksikliği ve de iletişim ve pratik eksikliği nedeniyle etkisini kaybetmektedir. Bu konular üçüncü kısımda ele alınacaktır.

Türkiye’deki çok sayıdaki sığınmacının ihtiyaçlarına değinilmeye başlan-dığına göre, genel koruma programının koordinesinden sorumlu uzmanlaş-mış bir kurum gerekmiştir. Bu görev T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yö-netimi Başbakanlığı (AFAD) tarafından üstlenilmiştir. 2009’da kurulan AFAD Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar için merkezî idare birimi haline gelmiştir. AFAD sağlık klinikleri bulunduran mülteci kampları kurup, yeni gelenler için kayıt işlemlerini yürütmektedir. Sağlık konusunda ise AFAD kamplar dışında yaşayan popülasyona sağlık düzeni kurmak, bilgi yönetimi, medikal ekipman tedariki ve temel sağlık programları kurmak için Sağlık Bakanlığı, Türk Kı-zılayı, BM ajansları ve uluslararası sivil toplum örgütleriyle iş birliği içeri-sinde çalışmaktadır. AFAD, Eczacılar Odası ile işbirliği yaparak, seçili ecza-nelerde Suriyeli sığınmacıların ilaç maliyetlerinin %80’ini karşılamaktadır. Dahası anketler yaparak Suriyeliler’in Türkiye›de karşılaştıkları problemleri kapsayan araştırmalarda bulunmaktadır. Örneğin, 2014›de, AFAD tarafından ‹Türkiye›deki Suriyeli Kadınlar› hakkında çıkarılan bir raporda, kamplar dışında yaşayan kadınların %40›ının sağlık hizmetlerine kısıtlı ya da hiç ula-şımı olmadığı; %78’inin gelecek 7 gün için yeterli yiyeceklerinin bulunma-dığını; %97’sinin geçmiş aydan bir gelir elde etmediklerini; yarıdan çoğunun kendileri veya aileleri için psikolojik desteğe ihtiyaçları olduğunu belirttiği-ni; %35’inin Suriye’deki olaylar nedeni ile en az bir aile bireyini kaybettiğini ve %81’inin Türkiye’de oturma izninin olmadığını göstermektedir.28

28 Türkiye’deki Suriyeli Kadınlar, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, Ankara, Turkey, 2014.

Page 41: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 39

Tablo 1. AFAD ortakları.

Ortak kuruluş Program hedefi Program mantığı

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)

Elzem ilaçlar ve tıbbî mal-zemeler ile kadınların üreme sağlığına erişiminin geliştirilmesi.

Kadın mültecilerin üreme sağlığı hizmetlerine hakları vardır ve onların dinî ve kül-türel geçmişlerine saygı duyulmalıdır.

BM Nüfus Fonu (UNFPA)

Cinsiyete dayalı şiddet ve üreme sağlığı konularında yerli ortakların eğitilmesi. Yerli sivil toplum kuruluşları ile zihinsel sağlık servisinde iş birliği.

Üreme sağlığı hizmetleri ve cinsiyetçi şiddetten korunma insan hakları kapsamındadır. Ev sahibi ülkede güvenlik ve kadınların güçlendirilmesi el ele yürütülmelidir.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK)

Kamplardaki sağlık duru-munu iyileştirmek ve kamplar dışında yaşayanların birincil sağlık hizmetlerine erişimini kolaylaştırmak.

Mülteci şartlarında cinsiyet eşitsizliği daha da kötüleşiyor ve hizmetlerin orantısız dağıtımıyla sonuçlanıyor. Cinsiyet ev sahibi ülkedeki korumanın her alanında göz önünde bulundurulmalıdır.

Uluslararası Göç Örgütü (IOM)

Kamplar dışında yaşayan Suriyeli mültecilere hijyen ürünleri alabilmeleri için ku-ponlar temin edilmesi. Kam-plardan sağlık tesislerine ulaşım ve kliniklere teknik servis sağlanması.

Toplumsal cinsiyet sosyal hizmetlere erişimi etkile-mektedir. Ev sahibi ülkede sağlık programları kadın ve erkek mültecilere eşit şekilde ulaştırılmaz ise dü-zeltmeye çalıştıkları durumu kötüleştirebilirler.

Uluslararası Tıp Kolordu (IMC)

Yerel sivil toplum örgütleri ve BMMYK ile işbirliği içinde, kadınların psikolojik destek alıp, sosyalleşip, yeni becer-iler kazanacakları sosyal merkezlerin kurulması.

Kadın sağlığı önemlidir çünkü kadın toplumun ve ailenin temelini oluşturur. Kadın sağlığına annelik olgusu ile bakıldığında anne ve çocuk, birlikte korunmasız bir grup oluşturmakta.

Sınır Tanımayan Doktorlar

Yerel sivil toplum örgütleri ile iş birliği içinde psikolojik destek sağlamak, su teminini geliştirme, hijyen ve sağlık önlemlerinin alınması.

Kadının sağlık konuları dünyanın her yerinde aynı; farklı olan kadınların iyi ka-litedeki sağlık hizmetlerine erişim derecesi.

Page 42: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

40 | Athina Gkouti

3. Erişebilirlik konusu ve sağlık hizmetlerine engeller

Kadın mültecilerin sağlığı anlayışı, kadınların ev sahibi ülkenin yasal ve poli-tik çerçevesinde belirli bir ölçüde koruma altına alındıktan sonra kendi ve ai-lelerinin sağlığını sağlayabilmek için sağlık hizmetlerine erişimini göz önün-de bulundurmalıdır. Üreme sağlığı, psikolojik tedavi ve cinsiyetçi şiddetten korunma, vücut bütünlüğünün korunması acil ve kronik sağlık sorunlarını içersin veya içermesin birçok feminist yaklaşımın ortak konusu olarak ele alınmaktadır.29 Suriyeli kadınların belirli ihtiyaç ve tecrübelerinden ve bunla-rın sağlık hizmetlerini kullanmalarındaki etkisinden Türkiye›deki sığınmacı sağlığını farklı bağlamlarda ele alabiliriz. Buna ek olarak kampların içinde ve dışında kalan kadınlar arasında da çarpıcı farklar bulunmaktadır. AFAD verilerine göre Suriyeli sığınmacıların %64’ü şehir merkezlerinde yaşamak-tadır.30 Aslına bakılırsa kamplar dışında kalanların sağlık hizmetlerinden fay-dalanma yüzdesi kamp içindekilere nazaran daha azdır: Kamplar dışındaki kadınların %58’i, kamplardaki kadınların %80’i bu hizmetlerden faydalan-maktadır.31 Bu nedenle sağlık hizmetlerinin işleyişinde önemli bir rol oyna-dığı kamplarda kalan kadınlar ile birçok yapısal ve idarî engelin hizmetlere erişimi kısıtladığı şehirlerde kalan kadınlar arasında bir ayrım yapılmalıdır.

Suriyeli kadınların sağlık hizmetlerine erişebilirliği konusu kalitatif ve kantitatif analiz ile ele alınabilir. Tipik olarak kantitatif bir analiz kadınların uluslararası ve yerel örgütler tarafından yürütülen sağlık programlarına ve ka-musal sağlık hizmetlerine katılım oranını ölçmelidir. Fakat bu belirtilen gös-tergeler için detaylı resmî veri eksikliği detaylı bir kantitatif analizi imkânsız kılmaktadır. Kalitatif bir analiz ise (daha öncesinde incelendiği üzere) yasal çerçevenin çelişkili ve bilinmeyen konularını, şehirli kadın mültecilerin zor-luklarını, psiko-sosyal bakım tekniklerini, devlet hastanelerindeki durumu, diğer bir deyişle sağlık hizmetlerinin temel unsurlarını ve kadın mülteci ya-şantısının günlük tecrübelerini kapsayan konuları incelemelidir. Bir sonraki bölüm mevcut veriler içerisinden çekerek kalitatif bir analiz sunmaktadır.

3.1. Uluslararası ve yerel örgütler tarafından yürütülen sağlık hizmetlerine destek programları

Türk otoriteleri ile uluslararası/yerel ortaklar arasındaki işbirliği sağlık hiz-metleri unsurları için elzemdir. Uluslararası ve yerel ortakların çok sayıda kadın mülteciye sağladıkları özel destek programlarının etkileyici edinim-leri göz ardı edilemez. BMMYK verilerine göre, 2015’in sonunda yaklaşık

29 Staudt, K., Policy, Politics, and Gender, Kumarian Press, West Hartford, CT, USA, pp. 151.

30 Syrian Refugees in Turkey, 2013: Field Survey Results, AFAD, Disaster and Emergency Management Presidency, Ankara, Turkey, 2013. p. 22.

31 Ibid. p. 39.

Page 43: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 41

755.768 Suriyeli mülteci Türkiye’de kamusal sağlık hizmetlerine erişmiş ola-cak (cinsiyet bazlı veri bulunmamakta).32 Takip eden tabloda 2015 Ocak–Hazi-ran arası Türkiye’nin ortakları tarafından sunulan sağlık hizmetlerine en ge-niş cinsiyetle detaylı katılımlar, kısa dönemli medikal destek programlarının içeriği de belirtilerek listelenmiştir.

Tablo 2.

AFAD ortakları

Program Yer Tarih

UNFPA Hijyen ve ilk yardım konusunda oturumlar

444, karışık Şanlıurfa, Mersin

Haziran 2015

UNFPA Jinekolojik enfeksiyonlar hakkında broşür

-kadın

Ülke genelinde Mayıs 2015

UNFPA Süt emzirme broşürü -kadın

Ülke genelinde Mayıs 2015

UNFPA Üreme sağlığı konusunda oturumlar

333, kadın Şanlıurfa, Mersin

Mayıs 2015

IMO Hastanelere taşımacılık 1326, karışık Adıyaman Mayıs 2015

UNFPA Üreme sağlığı ve cinsiyetçi şiddete karşı rehberlik

2166, kadın Şanlıurfa, Mersin

Nisan 2015

UNFPA Cinsel sağlığa yönelik rehberlik

1139, kadın Şanlıurfa, Mersin

Mart 2015

UNFPA Vücut fizyolojisi hakkında oturumlar

33, kadın Nizip 1 kampı, Gaziantep

Mart 2015

IMO Yerel personele akıl sağlığı eğitimi

19, karışık Mersin Mart 2015

DSÖ, Gaziantep

Üniversitesi

Suriyeli sağlık personelinin Türk sağlık sistemi hakkında eğitimi

-karışık

Gaziantep Mart 2015

Sosyal Suriye Topluluğu

(SST)

Üreme sağlığı ve aile planlama hizmeti

950, karışık Mersin Şubat 2015

SST Psikolojik destek ve rehberlik

250, kadın Mersin Şubat 2015

Uluslararası Ortadoğu

Barış

Kişisel hijyen ve aile planlama konularında

rehberlik ve sağlık eğitimi ile birlikte hijyen kitlerinin

dağıtımı

-kadın

Şanlıurfa Şubat 2015

UNFPA Cinsiyetçi şiddete karşı rehberlik oturumları

1700, kadın Şanlıurfa, Mersin

Ocak 2015

Kaynak: BMMYK aylık sağlık verileri, Ocak–Haziran 2015.

32 Turkey monthly health update – June 2015, UNHCR, Website http://reliefweb.int/sites/reliefweb.int/files/resources/3RPHealthDashboardJune2015.pdf [accessed 10 October 2015]

Page 44: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

42 | Athina Gkouti

İnsanî tıbbî destek küresel sağlık hizmetlerinin önemli bir parçasıdır ve mülteci popülasyonunun sağlığını olumlu yönde etkilemektedir. Süre gelen sağlık destekleri ve belirtilen kadın katılımcıların sayısı Tablo 2’de gösteril-miştir.33 Yine de bu desteklere katılmayan kadınların çok oluşu önemli bir noktadır. Örneğin Şanlıurfa ve Mersin, %49’unun kadın olduğu tahmin edi-len 500.000 Suriyeli sığınmacıyı ağırlamakta. Aşağı yukarı 246.000›e tekabül eden kadından tahminen 103.000’i 18–60 yaş grubundadır,34 buna rağmen prog-ramlara katılım oranı çok daha düşük sayılarda kalmaktadır (Tablo 2). Katılım ek-sikliğinin kısmî sebeplerinden biri Türkiye’deki mülteci ağırlayan tüm bölge ve şehirlerde benzer programlar sunabilmeyi imkânsız kılan yeterli finansal, teknik ve insan kaynağının bulunmuyor olması.35 Yetersiz kaynağa ek olarak, programların kadınlar üzerindeki etkisini de ölçmek tahmin edileceği üzere çok zordur. Herhangi bir kesinlik derecesinde sağlık koşullarının düzeldiğini takip etmenin zor olduğu kadar bu programların sağlık hizmetlerine erişimi sağladığını, sağladıysa da ne derecede sağladığını belirlemek de zor bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugünkü koşullarda Türkiye bunları ölçmek için gerekli mülteciler ile ilgili resmî verileri bulundurmamaktadır. Bu du-rumu ele almak için Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) şu anda mültecilerin verilerinin nasıl toplanacağı, derleneceği ve sunulacağı üzerinde çalışmakta-dır.36 TÜİK bu önemli görevi tamamlayana kadar, kadınların sağlık hizmetle-rine erişebilirliği kalitatif yöntemlerle sınırlı kalacaktır.

3.2. Bölgesel farklılıklar ve kentsel sağlık hizmetlerinin kalitesi

Suriyeli kadın sığınmacılar Sağlık Bakanlığı, AFAD ve uluslararası/yerel or-taklar tarafından yürütülen ulusal politika ve programlara bir bütün olarak konu olurken, kamusal sağlık hizmetlerinin unsurları ile kadınların ihtiyaç-ları arasındaki karmaşık ilişki kent ve il seviyesinde oluşabilir.

‘Kentlerdeki sığınmacılar’ için ulusal politika eksikliği, sağlık hizmetlerine erişimde bir engel olarak ele alınabilir. Şehirlerde yerinden edilmiş Suriyelilerin %64’ünü barındıran ki bu Kasım 2015 itibariyle tahminen yarısını kadınların oluşturduğu yaklaşık 1.327.000 Suriyeli sığınmacı demektir, Türkiye’de şehir

33 Algothani N, Algothani Y, Atassi B., “Evaluation of a short-term medical mission to Syrian refugee camps in Turkey”, Avicenna Journal of Medicine, 2012; 2: 84–88.

34 Syria regional refugee response, UNCHR, Website http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224 [accessed 28 October 2015]

35 Funding shortage leaves Syrian refugees in danger of missing vital support, UNHCR, Website http://www.unhcr.org/558acbbc6.html [accessed 22 October 2015]

36 Turkish Statistical Institute hosts the conference on refugee statistics, Turkish Statistical Institute, Website http://www.turkstat.gov.tr//duyurular/duyuru_1981.pdf [accessed 28/10/2015]

Page 45: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 43

politikası eksikliği belirgin bir hal almaktadır.37 Çorabatır›a göre, ne devlet ne de uluslararası kurumlar büyük ölçekli kentsel mültecilerle ilgilenmek için hazırlar38 ve bu durumun sağlık hizmetlerine erişimde doğurduğu negatif sonuçlar Uluslararası Af Örgütü tarafından da vurgulanmıştır.39 Kentsel strateji eksik-liğinden dolayı, kampların dışında yaşayan Suriyeli kadınların sağlık hizmet-lerine erişimindeki sıkıntılar belirtilip üzerinde durulmamıştır.40 Türkiye›de ne kentlerdeki Suriyeli popülasyonun resmî bir ihtiyaç değerlendirmesi ne de buna ilişkin cinsiyet bazlı veri bulunmamaktadır. Bundan dolayı en savunma-sız kadın popülasyonunun miktarını ölçmek ve belirlemek ve buna yönelik de geniş çaplı bir yardım sağlamak zor bir hal almaktadır. Kesintisiz Suri-yeli sığınmacı akımları, hem kamplarda hem şehirlerde sağlık hizmetlerini sağlayabilmek için yerel kurumların kapasitelerini arttırmaları gerektiğini göstermektedir.

Kadın mültecilerin karşılaştıkları sağlık sorunlarına Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), AFAD, Türk Tabipleri Birliği ve yerel sivil insan hakları örgütleri raporlarında yer vermiştir. Özellikle Mazlum-Der, hayatta kalma mücadelesi verirken yıllarca yerlerinden olan birçok Suriyeli kadının kendi kaynaklarını tükettiğini belirttiği bir rapor hazırlamıştır. Dilenme, er-ken ve zorla evlilik ve seks işçiliği gibi negatif mücadele teknikleri Türkiye’de kentlerde Suriyeli kadın ve kızlar arasında gittikçe artan bir endişe kaynağı olmaktadır.41 2012’deki bir raporunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları İnceleme Komisyonu muhtaç kadınların Türk erkekleri ile erken ve zor-la evliliği bir kaçış yolu olarak değerlendirdiklerini ve Türk erkekler tara-fından Suriyeli kadınlara karşı cinsel şiddet vakaları olduğunu belirtmiştir.42 Hem AFAD43 hem de Türk Tabipler Birliği44 hijyen olanakları barındırmayan harabelerde yaşayan veya kulübelerde ikamet eden birçok Suriyeli ailenin kötü yaşam şartlarını rapor etmiştir. AFAD verilerine göre, kentlerde yaşayan

37 Syria regional refugee response, UNCHR, Website: http://data.unhcr.org/syrianrefugees/country.php?id=224 [accessed 28 October 2015]

38 Erkuş, S., “Turkey failed on urban refugee policies: Expert”, Hürriyet Daily News, Website http://www.hurriyetdailynews.com/turkey-failed-on-urban-refugee-policies-expert.aspx?pageID=238&nID=70178&NewsCatID=339 [accessed 20/10/2015]

39 Struggling to Survive: Refugees from Syria in Turkey, Amnesty International, New York, NY, USA, 2014.

40 Regional Refugee and Resilience Plan 2015–16, UNDP, United Nations Development Programme, Turkey. New York, NY, USA, 2015. p.6.

41 Kamp Dışında Yaşayan Suriyeli Kadın Sığınmacılar Raporu, Mazlum-Der, İstanbul, 2014.

42 Ülkemize Sığınan Suriye Vatandaşlarının Barındıkları Çadırkentler Hakkında İnceleme Raporu, Türkiye Büyük Millet Meclisi—İnsan Hakları İnceleme Komisyonu, Ankara, 2012.

43 Syrian Refugees in Turkey, 2013: Field Survey Results, AFAD, Disaster and Emergency Management Presidency, Ankara, Turkey, 2013.

44 Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri Raporu, Türk Tabipleri Birliği, Ankara, Türkiye, 2014.

Page 46: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

44 | Athina Gkouti

Suriyeli kadınların %26’sı bu koşullarda yaşamaktadır.45 BMMYK bu koşulla-rın mültecileri aşıyla önlenebilir hastalıklara maruz bıraktığını ve beslenme-leri, üreme sağlıkları ve zihinsel sağlıkları açısından risk oluşturduğunu ra-por etmiştir.46 AFAD’ın da belirttiği üzere kamplar dışında yaşayan kadınların %55’i devlete kayıtlı değil- ki bu kamusal sağlık hizmetlerine erişebilmenin ön koşulu—ve bu nedenle sağlıkları da korunmasız kalmaktadır.47

Üstelik idarî engeller zaman zaman Suriyelilere tanınan sağlık haklarının ve 2014 Yönetmeliği›nin de uygulanmasını sınırlamaktadır. Aslında etkili bir uygulama henüz tamamen başarılmamıştır ve sağlık hizmetlerine erişilebi-lirlik bölgeden bölgeye çeşitlilik göstermektedir. Birleşmiş Milletler Kalkın-ma Programı şu anda kapasitesinin %30 – %40 üzerine çıkmış olan Güney-doğu’daki hastanelerin hasta yükünün fazla olduğunu ve bu durum önceliği acil hastalara verme yönünde hastaneleri zorlamaktadır.48 Örneğin, 2014’de Suruç’taki bir hastane çalışanları aslında Suriye’de oturan ve sınırın diğer tarafına kurşun yaralarıyla taşınan, günde ortalama 30 Suriyeli yaralı ile kar-şılaştıklarını bildirmiştir.49 Zaman zaman Sağlık Bakanlığı’nın aşırı hasta yü-küne yönelik yönlendirmeleri de kısıtlama yoluna gidilmesiyle hak mahru-miyeti ile sonuçlanmaktadır. Yerel bir sivil toplum örgütünün raporuna göre hastaneler kayıt dışı Suriyeli kadın ve erkeklere sağlık hizmetleri sunmayı durdurmazlarsa çalışma izinlerini kaybedecekleri yönünde uyarılmıştır.50 Da-hası Türk Tabipler Birliği’ne göre il belediyeleri ve hastaneler Suriyeliler’in bedelsiz temel sağlık hakları ve tercümanlık hizmetleri hakkında yeterli bil-giye sahip değildir.51 Tedaviye erişimde de benzer engellerle karşılaşılmakta-dır. Yerel bir sivil toplum örgütünün belirttiği üzere ‘devlet tarafından tazmin edilmeyi çok uzun süreler bekledikten sonra, eczanelerin bu gayreti takdi-re şayandır’.52 Sonuç olarak altyapısal ve idarî engeller Suriyeli mültecilerin sağlık hizmetlerine erişimini kısıtlamaktadır. Uluslararası Tıp Teşkilâtı’nın bir anketi Gaziantep’teki Suriyeli kadın ve erkeklerin %81’inin sağlık hizmet-lerine başvurduğunu ve bunlardan yarısının bu hizmetlere, çoğunlukla kayıt

45 Syrian Refugees in Turkey, 2013: Field Survey Results, AFAD, Disaster and Emergency Management Presidency, Ankara, Türkiye, 2013. p.22.

46 Turkey monthly health update – April 2015, UNHCR, Website https://data.unhcr.org/syrianrefugees/download.php?id=8854 [accessed 10 September 2015]

47 Syrian Refugees in Turkey, 2013: Field Survey Results, AFAD, Disaster and Emergency Management Presidency, Ankara, Turkey 2013. p.22.

48 Resilience Plan, UNDP, p.52.

49 Butler D., Turkish hospital gives glimpse of Syria horror as Islamic State advances, Website http://www.reuters.com/article/2014/10/05/us-mideast-crisis-hospital-idUSKCN0HU0S820141005 [accessed 21/10/2015]

50 Struggling to Survive, Amnesty International, p.40.

51 Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri Raporu, Türk Tabipleri Birliği, s.1.

52 Struggling to Survive, Amnesty International, p.40.

Page 47: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 45

ve dil bariyerleri nedeni ile erişemediklerini ya da kısmen erişebildiklerini göstermiştir.53 Sağlık hizmetlerine erişebilirliğin öngörülemezliği nedeni ile Suriyeli kadınlar çoğunlukla kimlik gerektirmeyen sadece Suriyeliler’i tedavi eden gayrı resmî ve kayıt dışı kliniklere yönelmektedirler.54

Gelişimi yavaşlatan bu engellere ilaveten, Suriyeli kadın mültecilerin sağlık haklarının gelişiminde daha kökleşmiş sorunlarla karşılaşılmaktadır. Ülkenin mülteci politikasını ilgilendiren bir diğer önemli nokta çatışmanın niteliğinden ayrı ve mülteci popülasyonunun ihtiyaçlarına göre şekillenme-sinin dışındadır. Şöyle ki, mülteci politikasında ulusal uygulama ve şartlar etkilidir veya Goldlust ve Richmond’un da dediği gibi ‘ev sahibi toplumdaki durumsal belirleyicilerdir’.55 Ev sahibi ülkedeki hâli hazırda var olan toplum-sal cinsiyet ilişkileri mülteci kadınların durumunu tanımlamada önemli bir rol oynamaktadır. Kadınların ve kızların sağlığına ilişkin tutum, bölgesel sos-yo-ekonomik farklılıklar ve bölgelerdeki kadın haklarına ilişkin tutum gibi cinsiyet eşitliğinin değişkenleri Türkiye’nin kadın mültecilerin ihtiyaçlarını kamusal sağlık sistemine uluslararası insanî koruma standartlarında entegre edebilme yetisini etkilemektedir. DSÖ 2012’de Türk sağlık sisteminde top-lumsal cinsiyete atıfta bulunarak, cinsiyetler arasındaki sağlık seviyesi far-kını rapor etmiş (Türkiye’deki erkeklerin tıbbî desteğe kadınlardan daha çok başvurması gibi) ve bu durumu kadınların ekonomik güçleri ve sosyal statü-leri ile ilişkilendirmiştir. Aynı zamanda üreme sağlığına erişim ve kalitesin-de çarpıcı bölgesel farklılıkların altını çizmiş ve sağlık alanında cinsiyet bazlı veri eksikliğinin de notunu düşmüştür.56 BM Nüfus Fonu’nun 2015’teki bul-gularına göre kadın dostu uygulamalar Türkiye’deki sağlık sistemine entegre edilmemiştir.57 Ama yine de Türkiye’deki cinsiyet eşitsizliğinin, kadın mül-teciler üzerindeki etkisini anlayabilmek için kamplarda kalan mülteci kadın-ların, kamplar dışında kalan kadınların ve Türkiye vatandaşı olan kadınların sağlık hizmetlerine erişebilirliğini karşılaştırmalı incelemek gerekir. Ancak böyle bir çalışma henüz Türkiye’de yapılmamıştır.

53 Rapid Needs Assessment of Gaziantep-Based Syrian Refugees: Survey Results, International Medical Corps. IMC/ASAM, Washington, DC, USA, 2014.

54 Chudacoff D., “Syrians build health care network in Turkey”, Website http://www.aljazeera.com/news/middleeast/2014/08/syrians-build-health-care-network-turkey-2014822114122103742.html [accessed 21/10/2015]

55 Goldlust J, Richmond AH, “A multivariate model of immigrant adaptation”, International Migration Review 1974; 8: 193–225.

56 Turkey Health System Performance Assessment 2011, World Health Organisation, Geneva, Switzerland: 2012, p.6.

57 Country Programme Document for Turkey, United Nations Population Fund, New York, NY, USA, 2015.

Page 48: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

46 | Athina Gkouti

3.3. Kadınların Güçlendirilmesi Konusu

Daha önce bu makalede Suriyeli kadın mültecileri pasif kurbanlar olarak gör-mekten daha ileriye gidilmesi gerektiği belirtilmişti çünkü böylelikle yer-lerinden olma durumunda ülkesinden kaçan kadının çaresizliğini toplumsal cinsiyet sorununa eklediği boyut azaltılabilmektedir. Böyle bir bakış açısı kadınların fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarının desteklenmesi gerektiğini göz ardı etmemektedir. İhtiyaçları ile ilgilenen, geleceklerini tartışan ve ülkeleri-nin yeniden yapılanmasındaki paylarına anlayışla yaklaşan bir sağlık düzeni talep edilmektedir. Birçok Suriyeli kadın mültecinin yaşadıklarını küçümse-meden, bu çalışmada en trajik koşullarda bile kendi hayatlarını ve ülkelerinin geleceklerini şekillendirebildikleri vurgulanmalıdır.58 İnsan Hakları Komi-tesi tarafından yayınlanan güncel raporda, şu an Türkiye’de sığınmacı olan ve diğer Suriyeli sığınmacılara yardım eden veya Suriye’de insan hakları ve özgürlük için internet aktivistliği yapan, ülkelerinde aktivist, hümanist ve eğitimci olan 17 kadın tanıtılmıştır.59 Kadınların yaptıkları açıklamalara göre bazıları Türkiye’ye gelmeden önce ‘aktivizm nedeni ile işkence, cinsel istis-mar veya fiziksel şiddete maruz kalmışlardır’.60 Üstelik çatışmaya katılmayan ortalama bir Suriyeli kadın grubu ise geride kalanlara yardım etme ihtiyacı duymuşlardır. Kadınlardan biri, çatışma öncesi ‹normal bir ailesi olan normal bir kadın› olmasına rağmen, Türkiye sınırını illegal bir şekilde geçerek sıklık-la Suriye›deki bir kampta okuma yazma dersleri verdiğini bildirmiştir.61 Ka-dınların çatışmadaki farklı rollerini tanıma ve onları sadece birer kurban ola-rak değil aynı zamanda birer fail olarak görmek, onların Suriye’nin geleceğini belirlemedeki anlamlı katkılarını ve psikolojik ihtiyaçlarını destekleyebilmek için önemli bir rol oynamaktadır.

Mültecileri destekleyen örgütlerin de fedakârlıklarını göz ardı etmeksizin, bazı yazarlar, mültecilerin karşılaştıkları zorluklara dair özel bilgilere sahip olduklarını belirtmişlerdir.62 Türkiye’de uluslararası kuruluşların bazı psiko-sosyal eğitim programları (Tablo 1) değerli olmasına rağmen, zihinsel sağlık-larını ve geleceklerini güvence altına almak için gerekli olan kadının kamu-sal alana dahil edilmesi uygulamasında Suriyeli kadınları otantik toplumsal

58 Rajaram PK., “Humanitarianism and representation of the refugee”, Journal of Refugee Studies, 2002; 15: 247–264.

59 We Are Still Here: Women on the Front Lines of the Syrian Conflict, Human Rights Watch, New York, NY, USA, 2014.

60 We Are Still Here, Human Rights Watch, p.3.

61 We Are Still Here, Human Rights Watch, p.14.

62 Harrell-Bond BE., Imposing Aid: Emergency Assistance to Refugees, Oxford University Press, Oxford, UK, 1986; Tomlinson F, Egan S., “From marginalization to (dis)empowerment: organizing training and employment services for refugees”, Human Relations 2002; 55: 1019–1043; Rainbird S., “Asylum seeker ‘vulnerability’: the official explanation of service providers and the emotive responses of asylum seekers”, Community Development Journal 2011; 45: 405–422.

Page 49: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 47

cinsiyet rolleri ile sınırlamaktadırlar. AFAD’a göre Türkiye kamplarındaki ka-dınlardan %56’sı eğitim ve faydalı beceriler edinme talebinde bulunmuşlar-dır.63 Sonuç olarak kamplarda kadınlar için kamplarda iş edinmelerini sağla-yabilecek ve bağımsızlıklarını kazanmaları için dokuma, işleme ve kuaförlük gibi alanlarda dersler verilmektedir.64 Çoğunlukla bu programlar geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmektedir. Şöyle ki bu programlar kadına bağımsızlığı için yardım ederken, kadınları bağımlı ve istekleri ile tecrübelerini bağdaşık hale getirmektedir. Üstelik Suriyeli kadınların ‘neyi’ öğrenebileceklerini ve ‘hangi’ mesleği yapabileceklerini AFAD ve BMMYK belirlediğinden bu dersler kadını güçlendirirken onu Batı-merkezci bir çerçe-veden, kültüründe ataerkil yapının köleleştirdiği Arap kadını fikrine dayandı-rarak yapmaktadır.65 Bunun aksine diğer ülkelerde BMMYK kadın mültecileri güçlendirirken onların siyasî fikirler geliştirmesini ve uluslararası iletişim ağında bağlantılar oluşturmasını sağlaması ile bilinir. Örneğin 1987’de Meksika’da, BMMYK Guatemala’dan gelen kadın mültecilere yardım eder-ken, insan hakları, siyasî vatandaşlık ve toplumsal cinsiyet gibi kadınların ülkelerine geri döndükten sonra ülkenin yapılanmasında katkı sağlayabilecek konularda seminerler vermiştir.66 BMMYK’nın Türkiye›de benzer aktiviteler-de bulunabilmesi için ev sahibi ülkenin onayının gerekmesi ve yerel kadın örgütlerinin de bu programlara ortak olabilme yetisi ve isteğinin bulunması gerekmektedir. Buna rağmen eğer Suriyeli kadın mültecilerin güçsüz veya muhtaç olduğu düşüncesi değişmez ise ruhsal sağlık hizmetleri ihtiyaçlarını karşılamada bir bütün olarak başarısız olabilir.

Tıpkı sağlık hizmetleri programlarının Suriyeli kadınları güçsüz olarak görmekten vazgeçmeleri gerektiği gibi, sağlık sıkıntılarını bağdaşık hale ge-tirmemek için dikkatli olmalı ve hatta aktivizm sonucu oluşan yaralanmaları kadının kendi tercihlerinin sonucu olarak değerlendirmemeliyiz. Çatışmanın başından bugüne Suriye rejiminin görevlileri tarafından, işkence ve cinsel taciz dahil olmak üzere şiddete uğramış sayıları gittikçe artan Suriyeli kadın aktivistler Türkiye›ye sığınmıştır.67 Örneğin, İnsan Hakları Komitesi, Şam’da üniversite öğrencisi olan 21 yaşındaki Layal’ın Hama’daki evlerinden olmuş insanlara battaniye ve yiyecek sağlarken tutuklandığını bildirmiştir. Layal,

63 Syrian Refugees in Turkey, 2013: Field Survey Results, AFAD Disaster and Emergency Management Presidency, Ankara, Turkey 2013. p.51.

64 Ibid.

65 Abu-Lughod L., Do Muslim Women Need Saving? Harvard University Press, Cambridge, MA, USA: 2013.

66 Stewart J., “Agency and empowerment under unlikely conditions: exploring how wartime displacement can promote community development”, Humanity and Society 2011; 35: 233–260 (p.247)

67 Whewell T., “Syrian activists flee abuse in al-Qaeda-run Ragga”, Website: http://www.bbc.co.uk/news/world-24926584 [accessed 27/10/2015]

Page 50: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

48 | Athina Gkouti

2014’de Gaziantep’e kaçmadan önce erkek memurlar tarafından birkaç gün boyunca cinsel istismara uğramış ve gördüğü ruhsal ve fiziksel zararlar için herhangi bir tedavi görmediğini belirtmiştir.68 Tablo 2’de de gösterildiği üze-re, Türkiye uluslararası sivil kuruluşlarının kadına şiddete karşı geniş çaplı programlarından faydalanabiliyor olmasına rağmen, politik istismara uğra-mış kadın mülteciler için uzmanlaşmış psikolojik destek olgusuna yabancı kalmaktadır. Buna rağmen, eğer sosyo-politik çerçeveden uzaklaşacak olur-sak, Layal gibi kadınların sağlık durumları, yaşam koşulları veya davranış se-çimlerine göre kötüleşme potansiyeline sahiptir. Kadınlar, işkence tehdidine hatta ölüm riskine rağmen Suriye rejimine karşı direnmeyi ‘seçiyor’. Siyasî istismara uğramış kadın kurbanlar için uzmanlaşmış sağlık hizmetinin eksik-liği kadın mültecileri, talihsiz bir siyasî durumun ‘kaçınılmaz kurbanları’ ol-maktan ‘vatan haini’ olmaya kadar negatif stereotipleşmeye sürükleyebilir.69

Sonuç

Sonuç olarak, mülteciler için ulusal bir sağlık yardımı ve koruma sisteminin, sürdürülebilir ve cinsiyete duyarlı bir karaktere sahip olması gerektiği açık-tır. Suriyeli mültecilerin yakın bir zamanda ülkelerine döneceğine dair bir belirti olmadığına göre bu uzun vadeli bir taahhüt olmalı, nihai hedefi anlık insanî bir yardımdansa uzun vadeli sürdürülebilir olan ve hem kadın hem de erkek mültecilerin özel ihtiyaçları tarafından şekillendirilen yeni stra-tejiler ve programlar geliştirmeyi amaçlamalıdır. Mütevazı sayıdaki INGO programlarına ve temel sağlık hizmetlerinin kapasitelerine uzun vadeli gü-venmek için Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların sayısı fazla yüksek ve ihti-yaçları fazla karmaşıktır. Ücretsiz temel sağlık hizmetleri ve kısa vadeli prog-ramların oluşturulması yanında, toplumsal cinsiyet eşitliğini vurgulayan, bununla birlikte sığınmacı eğitimini, iş gücünü ve sağlığını bütünleştirmiş uzun vadeli bir kalkınma stratejisi de sağlanmalıdır. Bu sağlık hizmetlerini doğrudan erişimi etkileyen diğer alanlarla ilişkilendirmekle kalmayıp, (ör-neğin Türkiye’de çalışan ancak Türk vatandaşının maaşının sadece bir kıs-mının ödendiği bir Suriyeli kadının kendisinin ve ailesinin sağlığını koru-ması mümkün olmayacaktır); aynı zamanda ev sahibi ülkenin toplumunda kadın mültecilerin pozisyonunu etkileyen bakışı, mültecilerin sadece savaş kurbanları ve insanî yardım hedefleri olarak görülmesini önleyecektir. Diğer bir deyişle, ulusal bir sağlık politikası, Suriyeli mültecilerin sağlık, eğitim ve iş gücü ihtiyaçlarının, toplumsal cinsiyet ilişkilerini, yerel toplum ile ilişki-

68 We Are Still Here Human Rights Watch, , p.7.

69 Khamis S, Gold PB, Vaughn K., “Propaganda in Egypt’s and Syria’s ‘cyberwars’”, in: Auerbach J, Castronovo R, eds. The Oxford Handbook of Propaganda Studies, Oxford University Press, Oxford, UK, 2014. p. 429 (418–439).

Page 51: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Mültecilere Yönelik Sağlık Hizmetleri | 49

lerini ve geleceğe yönelik mültecilerin beklentilerini, uzun vadeli sürdürüle-bilirlik ile birlikte ele almalıdır.

Türkiye örneğinde bu durumu kolaylaştırmak amacıyla, uluslararası top-lum tarafından önemli finansal ve teknik yardımın temin edilmesinin yanı sıra Türkiye’nin kamu sektöründe eğitim ve koordinasyon politikaları da ge-rekmektedir. Mültecilerin sesleri, özellikle de kadınların, karar verme süreci içine dâhil edilmesi gerekmektedir. Gelişmiş devletlerin Türkiye’deki Suri-yeli sığınmacıların yerleştirilmesi için iş birliğine gönüllülüğü, Türkiye’nin kaynakları üzerindeki yükün hafiflemesine ve sığınmacılara ki bazıları Türki-ye’deki yoksul ve dışlanmış yaşantılarını ‘hayatlarının en kötü zamanı’ olarak nitelendiriyorlar, daha iyi bir yaşam kalitesi de sağlanmış olacak.70 Devletle-rin iş birliği, hem içerideki sığınmacıların korunması hem de dışarıdakilere karşı sorumluluk paylaşımı ve de kadın ve erkeğin eşit katılımını sağlamak için başlıca yoldur.

70 Syrian refugees start new life in Norway through resettlement, Amnesty International, Website https://www.amnesty.org/en/latest/campaigns/2015/10/syria-refugees-new-life-norway-resettlement/ [accessed 29/10/2015]

Page 52: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 53: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

51

Türkiye’deki Suriyelilerin Toplumsal ve Ekonomik Uyumu

Arda AkçiçekHacettepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi Doktora Öğrencisi

Dünya, en son İkinci Dünya Savaşı’nda bu büyüklükte bir insan hareketlili-ğine tanık olmuştu. Bugün Suriye nüfusunun yaklaşık olarak yarısı yerinden edilmiş durumda. Bu nüfusun iki milyonu geçkin bir kısmı ise Türkiye’de sığınmacı durumunda. Türkiye şu an dünyada en fazla sığınmacı bulunduran ülke.

Suriyeliler üç yılı aşkın bir zamandır Türkiye’deler. Bu nüfusun yarısın-dan fazlasını çocuk ve gençler oluşturuyor. Türkiye’de yaklaşık iki yüz bin Suriyeli bebek doğdu. Bu durum başlangıçta misafir olan durumlarını gide-rek kalıcılığa çeviriyor. Bu ise bir yandan hukukî statüleri konusundaki tar-tışmayı çetrefilleştirirken öte yandan toplumsal ve ekonomik uyum mesele-lerini de gündeme getirmekte.

Suriye meselesinin yakın bir gelecekte çözülemeyeceği oldukça açık. Me-sele bugün çözülse bile, ülkede siyasî istikrarın kurulması ve vatandaşları-nın geri dönmesi yine yılları bulacaktır. Dünyanın dört bir yanına dağılmış Suriyeliler, gittikleri yerlerde kendilerine yeni yaşamlar kurmaya başladılar. Buna Türkiye’dekiler de dahil.

Page 54: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

52 | Arda Akçiçek

Suriyeliler doğal olarak yeni yaşam kurdukları bu yerlerde kalacaklar. Bu kalışın toplumsal açıdan olumlu süreçler yaratacağı muhakkak; ancak bazı sorun ve talepleri de beraberinde getireceği açık. Bu aşamada Türkiye’nin bu sorun ve taleplere nasıl yaklaşacağı meselesi oldukça önemli. Türkiye top-lumsal ve ekonomik uyum konusunda müdahaleci ve talepkâr bir ülke mi olacak yoksa bu süreçleri mümkün olduğunca serbest mi bırakacak? Bunun kararını elbette zaman ve koşullar belirleyecek; ancak bugün Türkiye’de bü-yük bir toplumsal kesimin ve ekonomi dünyasının temel algısının devletin mümkün olduğunca denetleyici bir rol üstlenmesi ve serbest bir yaklaşımla uyum sorunlarının aşılması yönünde.

Göç ve Göçmenlik

Bugün dünya, egemenlik talepleri kapsamında devletlerin sınırlar çizdiği ve bu sınırları büyük çabalarla koruduğu bir ulus devletler düzenine sahip. Her ne kadar küreselleşmenin etkileriyle bu düzen niteliğini kaybetmeye başlasa ve dünyanın her zaman böyle olmadığını, ulus devletlerden önce insanların kolayca yer değiştirdiği bir dönem mevcut olduğunu bilsek de bu düzen var-lığını devam ettirmekte.

İnsan medeniyetinin gelişimi, daha kolay bir yaşam arayışında olan insa-noğlunun göç hikâyesi ile şekillenmiştir. İnsanoğlu “ağaç” olmadığının ayrı-mına vardığından beri, yaşamını devam ettirmek ve kolaylaştırmak için göç etmiştir. Bu da göç etmeyi antropolojik olarak, tıpkı hayat ya da mülkiyet hakkı gibi temel bir hak haline getirmiştir. Ne var ki ulus devletlerin kıskanç sınır uygulamaları, bu hakkı sınırlandırmış, hatta çoğunlukla ortadan kaldır-mıştır.

Göç etmek, insan ya da insan gruplarının isteyerek ya da zorunlu olarak yaşadığı yeri terk ederek başka bir yere yerleşmesidir. Bu yurtiçi ve ulusla-rarası göçü kapsamaktadır. Bu bağlamda, göçmenlik, insan olmaktan sonra belki de en geniş kimliktir. Modern dünyada doğduğu ya da yaşadığı yerden ayrılarak başka bir yere yerleşmeyen insan yok gibidir ve bugün modern in-san “göçmen” olarak tanımlanmaktadır.

Göç en çok modern dönemi ve modern insanı etkilemiştir. Modern döne-min belirleyici parametrelerinden biri kent dışında kendi kendine yetebilen bir yaşam kurmuş insan gruplarının, sanayileşmeyle birlikte kentlere göç et-mesi olmuştur. Ne var ki modern algıda, göç olumsuz bir yer edinmiştir. Göç-menlerin kötü şartlardan kaçarak gittikleri yerlerde şartları kötüleştireceğine dair bir izlenim oluşmuştur. Oysa, göçmenler göç ettikleri ülkelere uzun va-

Page 55: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye’deki Suriyelilerin Toplumsal Ve Ekonomik Uyumu | 53

dede olumlu katkılar yapmış, dahil oldukları yeni toplumların daha açık hale gelmesine ve gelişmesine katkı sağlamışlardır. Her ne kadar son dönemde Suriyeli göçmenlere ilişkin getirdiği sınırlamalarla anılsa da Amerika, Avru-palı göçmenler tarafından kurulmuş bir ülkedir. Bugün Suriyelilerin girişleri engellenmeye çalışılsa da Avrupa siyasî haritasının göçler sonucu bu hale geldiği bilinmektedir.

Göç etmek ve göçmen olmak, insan doğasının bir parçası ve insanlık me-deniyetinin gelişmesinin temel dinamiklerinden biri ve engellenemez bir gerçekliktir. Bu kapsamda devletlerin göçleri engellemek yerine onları yö-netmeyi amaçlayan rasyonel politikalar üretmesi ve ilk etapta olumsuz gibi görünen bu durumu avantaja çevirecek adımlar atması her zaman daha akıl-lıca olacaktır.

Entegrasyon ya da Uyum

Göç söz konusu olduğunda, gündeme gelen önemli konulardan biri entegras-yon ya da uyumdur. Bu konu uluslararası göçte daha çok gündeme gelirken, temel olarak göçmenlerin göç ettikleri yerlerin kültürel ve toplumsal dokusu-nu bozduğuna ilişkin bir algıdan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, göçmenle-rin göç ettikleri toplumların yaşam tarzına uyum sağlaması beklenmektedir.

Entegrasyon ya da uyum için ortaya konan talepler genelde özgürlükler bağlamında gizli bir risk taşımaktadır. Yukarıda da bahsedildiği gibi göçmen-lerin dahil oldukları yeni toplumlara uyumu çerçevesinde onlardan bazı yü-kümlülükleri yerine getirmelerini talep etmek; örneğin gittikleri yerlerin di-lini öğrenmelerini ya da orada yaşayanların hayat tarzına benzer hayat tarzı benimsemelerini istemek bir yeniden kültürlenme talebinde bulunmaktır. Bu talebin göçmenlerin hayatını kolaylaştıracağı yönündeki kabul her ne kadar güçlü olsa da bu beklentileri karşılamayan göçmenlerin açık ya da gizli bir baskıyla karşılaşması muhtemeldir.

Uyum konusunun bu bağlamdan çıkarılıp “bir arada barış içinde yaşama” perspektifinde ele alınmasının çok daha hakkaniyetli ve özgürlüğe hizmet eden bir özellikte olduğu söylenebilir. Göçmenlerin göç ettikleri yerlerde baş-langıçta bir arada kapalı yaşamaya eğilimli oldukları bilinmektedir. Ancak bu kapalı yaşama durumu kendi başına bir sorun olarak görülmemelidir. Örneğin bu kapsamda daha çok Fransa’ya göç etmiş Magripliler ile Almanya’ya göç etmiş Türkler ele alındığında, bunların Avrupa’nın en kapalı göçmen grupları oldukları söylenebilir. Ne var ki Magripliler yaşadıkları toplumda zaman za-man ciddi toplumsal sorunlar ve ayaklanma benzeri olaylar çıkarmışsalar da

Page 56: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

54 | Arda Akçiçek

Almanya’daki Türklerde bu tarz bir deneyim hiç olmamıştır. Almanya’da ken-di kendine yetebilen bir “gettolaşma” yaşamış olsa da Türkler, sürekli uyum-suz olduklarına dair şikâyetlenmeler olmasına karşın Almanlar ile barış için-de bir arada yaşamayı başarabilmişlerdir.

Türklerin Almanya’daki durumuna ilişkin en önemli parametrenin aslında onların bu ülkedeki “ekonomik uyumu” olduğunu belirtmek gerekmektedir. Almanya’daki Türkler, işgücü ve girişimcilik bakımından ekonomik hayata önemli ölçüde uyum sağlamış ve bu ülkedeki ekonomik büyümeye destek olmuşlardır. Ekonomik hayattaki bu uyum süreci, toplumsal uyumu da bera-berinde getirmiş ve ekonomik hayatta bir Almanla iletişim ve ilişki kurmak durumunda olan Türk, hayat ya da düşünüş tarzı bir Almana benzemese de onunla barış içinde bir arada yaşayabilmektedir.

Ekonomik hayata dahil olmayı başaramayan ve bu anlamda ilişki ağları içinde bulunmayan göçmenlerin toplumsal uyumlarının daha sorunlu oldu-ğu ve uyumun vakit aldığı bilinmektedir. Kültürel uyum her hâlükârda bir ya da en fazla iki nesil sonra kendiliğinden aşılmakta ve bir sorun olmaktan çık-maktadır; ancak ekonomik uyumun paralel gittiği durumlarda bu daha hızlı gerçekleşmektedir.

Entegrasyon ya da uyumun öncelikle bir yeniden kültürlenme süreci ola-rak görülmemesi ve bu konuya “barış içinde bir arada yaşama”nın kurallarını koymak olarak bakılması göçmenler üzerindeki muhtemel baskıları ve özgür-lüğe karşı gizli riskleri ortadan kaldırmaya hizmet edecektir. Diğer taraftan bu bakış açısı hem göçmenlere hem göç edilen yerdeki yerel halka hem de devlete pozitif bir yük getirmemekte, dolayısıyla maliyeti en düşük yöntem olmaktadır. Buna ilaveten, bu konuda devletin denetleme yükümlülüğü hari-cindeki herhangi bir sorumluluğun daha adil olmayan sonuçlara yol açması ihtimaline karşılık, entegrasyon ya da uyum konusunun zaman içinde ken-diliğinden çözüldüğü süreçlere izin verilmelidir. Bu bağlamda, devlet eko-nomik ve toplumsal uyumun önündeki engelleyici düzenlemeleri asgariye indirerek, ortaya çıkabilecek hak ihlâllerini önlemekle üstüne düşeni yapmış sayılacak, gerisi kendiliğinden düzenlerin mantığı içerisinde zamanla sağlık-lı bir çözüme kavuşabilecektir.

Türkiye’deki Suriyelilerin Hukukî Durumları

Türkiye, Cenevre Anlaşması’na koyduğu şerhten dolayı kendi doğusundan gelen sığınmacılara mülteci statüsü tanımamaktadır. Bugün sayısı 2,2 milyo-na ulaşan ülkemizdeki Suriyeliler resmi olarak “geçici koruma altındakiler”

Page 57: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye’deki Suriyelilerin Toplumsal Ve Ekonomik Uyumu | 55

adıyla hukukî statü altındadırlar. Bugün her ne kadar Türkiye, Suriyeli sığın-macılara mülteci gibi davransa da resmi olarak mültecilik statüleri yoktur.

Bu durum başlangıçta olumsuz ve dezavantajlı görünse de Türkiye’deki Suriyelilerin ekonomik ve toplumsal uyumuna farkında olmadan olumlu kat-kı yapmıştır. Bilindiği üzere Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için açık kapı po-litikası uyguladı ve savaştan kaçan Suriyeliler için bir kota uygulamadı. Bu insanlara mülteci statüsü tanıyacak olsaydı, muhtemelen Türkiye’nin bu 2,2 milyona yakın sığınmacı kabul etmesi pek mümkün olmayacaktı. Dolayısıyla mülteci statüsünün verilmemesi, başlangıç aşamasında Türkiye’nin psikolo-jik sınırının genişlemesine yardımcı olmuştur.

Bu durumun bugün, Avrupa’nın Suriyeli sığınmacılar konusunda yaşadığı bunalımın da sebebi olduğu söylenebilir. Hepsi birer büyük refah devletine dönüşmüş Avrupa ülkelerinin kabul edecekleri mültecilere tanıyacakları eko-nomik ve sosyal hakların yükü bu kıtayı kültürel karmaşadan çok daha fazla kaygılandırmakta ve dolayısıyla bu durum Suriyelilerin hayatlarına mal ol-maktadır. Buradan da anlaşılmaktadır ki yukarıda bahsettiğimiz üzere, dev-letlerin göçmenlik politikaları konusunda yüklenecekleri her pozitif yüküm-lülük, ek bir göç kısıtlaması anlamına gelmektedir.

Türkiye’nin uyguladığı sığınmacı politikası 3,5 yılda ülkemize gelen bu büyüklükteki bir nüfusun şimdiye kadar dikkate değer bir toplumsal krize neden olmamasında da önemli bir faktördür. Aynı sayıda mültecinin bu kadar kısa bir sürede bir Avrupa ülkesine girmesi durumunda olabilecekleri hayal etmek çok güç olmasa gerek. Türkiye, Suriyeli sığınmacılar için her ne kadar 7,5 milyar Dolar gibi bir kaynak harcamış olsa da, toplumda bu kaynağın kendi hakkı olduğunu düşünen ve bunun haksız yere Suriyelilere aktarıldı-ğını savunan kesim hemen hemen yok gibidir. Bu kaynağın mülteci statüsü tanınarak aktarılması durumunda kamuoyu algısının daha farklı olabileceği söylenebilir. Keza bugün birçok Avrupa ülkesi bu doğrultudaki bir kamuoyu-nu yönetememekten çekinmektedir.

Mülteci statüleri olmadığı halde ülkemizdeki Suriyeliler bu statünün sağ-ladığı hemen hemen bütün hakları kullanabilmektedirler. Sağlık ve eğitim hizmetlerinden faydalanma, seyahat hürriyeti ve izne bağlı çalışma hakkı gibi birçok hizmet ve hakka sahiplerdir. Bunlar her ne kadar mültecilik hak-ları adı altında olmasa da resmen tanınmış haklar durumundadır. Hüküme-tin bu doğrultuda çok sıkı düzenlemeler yapmamış olması gerek yerel halka gerekse Suriyelilere bu kapsamda serbest davranabilme imkânı tanımış olup, sürecin sorunları kendiliğinden hallettiği bir düzenin doğmasına yol açmış-tır. Bu kapsamda istismarlar ve hak kayıpları mutlaka yaşanmış, münferit

Page 58: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

56 | Arda Akçiçek

kötü olaylar olmuştur. Ne var ki kolayca kurulan sözleşmeler, acilen halledil-mesi gereken konulara uzun prosedürleri aşarak çözüm yaratmıştır. Örneğin iş arayan ve ekmek parası kazanmak isteyen bir Suriyeli kolaylıkla bir işe girip çalışabilmiş, ev kiralamak isteyeni ev kiralayabilmiştir. Bu kapsamda gündeme gelen sömürü ya da kötü niyetli faydalanmalar gibi meselelerle devlet mutlaka ilgilenmelidir; ancak bu konuda genel tavrın “kıyaslama için başlangıç noktasının baz alınması” şeklinde olması gerektiğini ve bu tarz iliş-kiler sonucunda Suriyelilerin savaştan ilk kaçıp geldikleri durumdan daha iyi bir durumda olduklarını ve asıl bu durumun tercih edilmesi gerektiğini belirtmek gerekir. Burada devlete düşen en önemli görev, tarafların hak ve özgürlüklerini ve yapılan sözleşmeleri korumak olmalıdır.

Devletin yaptığı hukukî düzenlemeler ve getirdiği sınırlamalar her zaman gerçek hayatta karşılık bulmamaktadır. Buna en iyi örnek asgari ücrettir. Bir işveren asgari ücretle işçi çalıştırma kapasitesine sahip değilse iki yolu tercih etmekte ve ya bu ücreti veremediği için işçi çalıştırmamakta ve dolayısıyla asgari ücretin altında çalışmaya razı olan bir işçiyi olabileceği daha iyi bir durumdan mahrum bırakmakta ya da fiilî olarak işçiyle karşılıklı anlaşarak asgari ücretin altında çalıştırmaktadır. Bugün Suriyelilerin birçoğu çalışma hayatında buna benzer bir durumdadır. Mevcut hukukî düzenleme yabancı-ların çalıştırılması hususunda kolay olamayan prosedürler içermektedir. Ça-lışmak isteyen her bir Suriyeli’nin bu prosedürlere tâbi tutulması şu anlama gelecektir: İşveren ya bu prosedürlerin getireceği yükten kaçınacak ve Suri-yeli işçileri hiç çalıştırmayacak ve dolayısıyla onların bu imkânının önünü kapatacak ya da bu prosedürlerden kaçınarak kendi fiilî olarak Suriyeli işçi ile anlaşarak “kaçak işçi” çalıştıracaktır. Böylesi bir durumda ikinci seçene-ğin tercih edilmesi yasal bir sorun ortaya çıkaracakken bu durum Suriyeli bir sığınmacıyı “başlangıç durumu”ndan daha iyi bir konuma getireceği için gerçek hayatta daha fazla karşılık bulmaktadır.

Bu kapsamda Türkiye’nin mevcut sığınmacı politikasının kendiliğinden düzenlerin işlemesine izin verdiği ve bu doğrultuda ekonomik ve toplumsal sorunları azalttığı söylenebilir. Bu konuda ileride yapılacak düzenlemelerin oldukça hassas bir şekilde planlanması ve uzak geleceği öngörür şekilde ha-zırlanması bu kendiliğindenliğin dengesini bozmamak adına büyük önem ta-şımaktadır.

Suriyeli sığınmacıların hukukî durumuyla ilgili hatırlatılması gereken önemli noktalardan biri de şudur: Türkiye, bugün Suriyeli sığınmacıları geri göndermeyeceğini taahhüt etmiştir; ancak sığınmacıların bugünkü hukukî güvencesi ve görece “iyi” durumu AK Parti hükümetlerinin olumlu yaklaşı-

Page 59: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye’deki Suriyelilerin Toplumsal Ve Ekonomik Uyumu | 57

mından kaynaklanmaktadır. Yapılacak düzenlemelerde bu hususun da dikkate alınması ve Suriyeli sığınmacılar açısından daha etkili hukukî güvencelerin yaratılması oldukça önemlidir. Her ne kadar mevcut durumun Suriyelilerin lehinde işlediğini iddia etsek de bunun tersine dönebileceğini de hesapları-mıza katmak zorundayız.

Süreç İyi Yönetildi mi?

Suriyelilerin Türkiye’ye sığınmaları ve yerleştirilmeleri sürecine ilişkin olumsuz kanaatin daha baskın olduğu bilinmektedir. Her ne kadar yerel halk Suriyeliler konusunda ciddi şikâyetlerde bulunmasa da sürecin iyi yönetil-mediğine ilişkin algı daha görünürdür. Bu algının daha çok Suriyeliler konu-sunun siyasî boyutuyla ilgili olduğu açıktır. Türklerin genelinin Suriyelilere ilişkin kötü bir deneyimi olmamıştır. Keza, Suriyelilerin de bu deneyimin oluşmaması için verdikleri çaba önemlidir. Ne var ki meselenin Erdoğan ve AK Parti’yi eleştirme aracı haline gelmesiyle birlikte oluşan baskın siyasî ku-tuplaşma bu algıyı yönlendirmiş ve olumsuza çekmiştir. Buna rağmen, siya-setçiler ve medya bu konuda kısmen sağduyulu davranmış ve meselenin dış politika kısmı üzerinde daha çok durmuş, ancak sığınmacıları siyasî malzeme yapmaya pek eğilimli olmamışlardır.

Sürecin iyi yönetilmediğine ilişkin eleştirilere eşlik eden temel motif genelde kentlerin parklarında ya da trafik lambalarında görülen Suriyeli-ler olmuştur. Oysa konuya daha rasyonel argümanlarla yaklaşıldığında fark edilecektir ki Türkiye, 3 yılı geçen bir sürede süreci tahmin edilenden ve tec-rübesinin sınırını aşarak iyi bir şekilde yönetmiştir.

Öncelikle, Türkiye’nin bu konudaki tecrübesinin sınırlı olduğunu ve daha önce bu boyutta bir sığınmacıyı koruma altına almadığını belirtmek gerekir. Türkiye bugün dünyada en fazla sığınmacı bulunduran ülkedir. Bu kadar kısa bir sürede bir başka ülkeye bu kadar sayıda sığınmacının girmesinin hangi sonuçları yaratabileceği öngörülmelidir. Örneğin bugün genel olarak bir kar-şı duruş sergileyen Avrupa’nın en güçlü devletlerinden biri olan Almanya’nın dahi sığınmacı kabul etme konusunda oldukça korkak ve sınırlı davranması bu konuda bize bir ipucu verecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin böylesine kitle-sel bir göçü, ciddi ve devam eden toplumsal, siyasal ya da güvenlik sorunları yaşamadan yönetmeyi başardığı söylenebilir.

Sürecin iyi yönetilmediğine ilişkin olarak kayıt altına alma ve bu esnadaki beyan usulünün baz alınması eleştirisi de hakkaniyetli değildir. Bunlar üze-rinden bir güvenlik sorununa atıfta bulunularak Türkiye’nin “açık kapı” poli-

Page 60: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

58 | Arda Akçiçek

tikasını eleştirmek de gerçekçi görünmemektedir. Türkiye, şimdiye kadar 1,5 milyondan fazla Suriyeliyi kayıt altına almış ve bu konuda çalışmaya devam etmektedir. Kayıt altına almak ilk etapta düşünülebilecek ve yapılması gere-ken olabilirdi; ancak savaştan, yani ölmekten kaçan bu insanların beyanlarını esas almamak ve onlardan yetkili makamlardan getirecekleri belgeleri ya da pasaportlarını talep etmek trajikomik bir durumdan başka bir şey olamaz-dı. Öte yandan Türkiye’nin açık kapı politikası uygulamamasını istemek, bu insanların bazılarının koruma altına alınıp bazılarının Suriye’de ölüme terk edilmesini istemek olacaktı ve böyle olsaydı Türkiye, insanlığa ve tarihe karşı hesabını veremeyeceği bir utancın altında ezilecekti.

Türkiye’de bulunan Suriyelilerin çok büyük bir çoğunluğu kamp dışın-da yaşamaktadır. Türkiye, bugüne kadar dış yardımın oldukça az olduğu bir insanî yardım programını başarıyla yürütmüş ve Suriyelilerin sosyal ve eko-nomik ihtiyaçlarına karşılık oluşturabilmiştir. Bugüne kadar siyasî iktidar da kamu yöneticileri de bu konuda özenli bir çaba ortaya koymuş ve konunun hassasiyetini göz ardı etmemişlerdir. Dolayısıyla, süreç çeşitli aksaklıklar ve zor dönemler geçirmiş olsa da ciddi kriz dönemleri geçirmemiştir.

Bundan Sonrası: Toplumsal Uyum Ancak Ekonomik Uyumla Sağlanabilir

Türkiye’deki Suriyeliler, ülkelerin dönecek olsalar dahi bunun uzun bir süre alacağı açıktır. Bu kadar uzun bir süre Türkiye’de yerleşik kaldıktan son-ra çoğunun ülkesine dönmeyeceğini söylemek mümkündür. Bu süreden son-ra Suriyelilerin dönüşünü beklemek aslında ne doğaldır ne de hakkaniyetli-dir. Dolayısıyla, Suriyeli sığınmacıları tartışırken bu noktayı hesaba katmak yararlı olacaktır.

Yaklaşık 3,5 yıllık bir zaman dilimi, Suriyelilerin toplumsal ve ekonomik uyumunu konuşmak için oldukça kısadır. Bir savaştan kaçmış ve “can” der-dinde olan bu insanlar henüz hayatlarını devam ettirme çabası içindelerdir. Bu aşamada bir toplumsal uyum talebi ne doğal ne de yerindedir. Halihazırda Suriyelilerin yüksek düzeyde bir uyum çabası vardır. Ne var ki mevcut süre-cin artık bir uyum sürecine doğru dönüşmeye başladığı da gözden kaçırılma-malıdır.

Suriyeliler, yerleştikleri kentlerde kalıcı olmaya başladıkça tüketiciliğin yanında üretici konuma da geçmeye ve çeşitli sosyal ihtiyaçlar yaratmaya başlamışlardır. Aldığı yardımlar haricinde kendi parasını kazanmak isteyen-lerin çalışma, iş kurma gibi talepleri ortaya çıkarken, aileleri için sağlık ve çocukları için eğitim gibi hizmetlere ihtiyaçları doğmaya başlamıştır.

Page 61: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye’deki Suriyelilerin Toplumsal Ve Ekonomik Uyumu | 59

Suriyelilerin durumu için genel bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu ve bu-nun bütünlüklü bir şekilde yapılması gerektiği açıktır. Bu düzenlemenin içe-riğinde en başta belirlenmesi gereken unsur Suriyelilerin hukukî statüleri ve bu statünün yasal güvenceye kavuşturulmasıdır. Bundan sonra, eğer bu statü içinde belirlenmeyecekse, sığınmacıların çalışma ve iş kurma durum-larının düzenlenmesi atılacak ilk adım olmalıdır. Bugün Suriyeli bir sığın-macının önceliği bir Türk gibi yaşamak değil, akşam evine ekmek götürmek ve ailesine bakabilmektir. Suriyelilerin dilenmelerini ya da illegal yollardan para kazanmaya sürüklemek istemiyorsak bir an evvel çalışma prosedürleri-nin kolaylaştırılmasına ve bu kapsamdaki engellerin kaldırılmasına ilişkin çalışmaya başlanması gerekmektedir. Nitekim, bu doğrultuda gerek Türk iş dünyasından gerekse Suriyeli mültecilerden yoğun bir talep vardır. Suriye-li sığınmacılar Türkiye’ye geldiklerinden beri yalnızca tüketici olarak yerel ekonomilere katkı sağlamamış, ayrıca zamanla ekonomik hayata üretici ola-rak da dahil olmaya başlamışlardır. Türk işçilerin çalışmak istemediği çoğu vasıfsız işgücü gerektiren iş alanlarında çalışmaya başlayarak, kendileri yeni işler kurarak hem işyeri kapasitelerini, hem yatırım ve üretimi hem de istih-damı arttırmışlardır. Örneğin, Gaziantep ve Şanlıurfa sığınmacıların ekono-mik katkısı dolayısıyla son 2-3 yılda istihdam oranı artan iller olmuşlardır.

Bazı iş alanlarında işgücü bulunamaması dolayısıyla durmuş üretim ye-niden Suriyeli sığınmacıların işgücüne katılması sayesinde başlamıştır. Ör-neğin bazı bölge illerinde tarım işçisi bulunamaması nedeniyle bazı tarım ürünlerinin yetiştirilmesine son verilmiş olduğu halde, Suriyelilerin işgücü-ne katılımıyla birlikte tarımda bir canlanma yaşanmaya başlamıştır. Hatay ili bunlar arasında iyi bir örnektir. Hatay’da pamuk ekimi nerdeyse bitmişken, Suriyeliler sayesinde pamuk üretimine yeniden başlanmıştır.

Suriyeli sığınmacıların işgücü piyasasına getirdikleri rekabeti üretim pi-yasasına getirdikleri de söylenebilir. Örneğin Kahramanmaraş’ın kent olarak üretim kapasitesini arttırarak rakip kentler karşısında avantaj elde etmeye başladığı; keza Kayseri’de de benzer bir durumun söz konusu olmaya başla-dığı söylenebilir.

Bugün çalışma hayatına dahil olan Suriyelilerin çoğunun “kaçak”, yani ka-yıt olmadan çalıştığı bilinmektedir. Bu durum daha çok küçük işletmeler için geçerli olsa da fiilî durumda Suriyeliler, işverenlerle anlaşarak hâlihazırda çalışmaktadır. Sığınmacıların, Türk işçilerin tepkisini çektiği yönündeki tes-pitler ise abartılıdır. Türk işçilerin Suriyelilerle aynı işyerinde çalışmaktan hoşnutsuzluk duyduğuna ilişkin genel bir şikâyet yoktur. Bunun aksine, resmî prosedürler her ne kadar zorlaştırsa da Suriyelilerin kayıtlı olmadan

Page 62: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

60 | Arda Akçiçek

çalışma hayatına dâhil olması, Türk işveren ve işçilerle ilişki içinde olmaları, işe gitmek üzere günlük hayata katılmaları ve Türklerle iletişim kurmaları toplumsal uyumlarını kolaylaştıran süreçleri kendiliğinden başlatmıştır. Her gün Türklerle ilişki kurmak durumunda olan bir Suriyelinin uyum yönünde-ki motivasyonunun yüksek olmasını beklemek doğaldır. Dolayısıyla, Suriyeli sığınmacıların ekonomik uyumunu kolaylaştıracak adımların atılması ve bu yöndeki idarî engellerin kaldırılması toplumsal uyum sürecindeki beklentile-rin karşılanması bağlamında öncelikli ve öncü adımlar olacaktır.

Suriyeli sığınmacıların özellikle çalışma ve iş kurmaya ilişkin durumları-nın düzenlenmesinde hassas davranılması bu konudaki dengelerin bozulma-ması ve yeni sorun alanlarının oluşmaması için oldukça önemlidir. Örneğin bu konuda işverenlere ek yükümlülükler getirmek ya da işyerinin yönetimine ilişkin kota gibi kurallar koymak süreçteki kendiliğindenliği ve dengeyi bo-zacak ve işvereni böyle bir ilişkiye girmekten kaçınmaya götürecektir. Bu-nun yerine, çeşitli vergi ve sigorta primi indirimleri gibi kamuya da ek yük getirmeyecek ve aynı anda işvereni motive edecek adımların atılması istih-dam süreçlerini daha da kolaylaştıracaktır. Bunlar kadar önemli olan, elbette, yabancı işçi çalıştırılmasına ilişkin prosedürlerin en azından Suriyeli sığın-macılar açısından yeniden gözden geçirilerek kolaylaştırılması ve işverene maliyetinin asgariye indirilmesidir. Bu prosedürlerin zaman maliyeti bazen çok caydırıcı olabilmektedir.

Toplumsal uyum süreçlerine mekanik ve daha önemlisi ekonomik hayat-tan ayrı bakmamak gerekir. Toplumsal süreçlerin çoğunu ekonomik moti-vasyonların şekillendirdiği açıktır. Bir Türk ile çalışmak zorunda olmayan bir Suriyeli için Türkçe öğrenmek gereksizdir. Bu maliyeti üstlenmesi için Türk ile iletişim kurmak durumunda olması gereklidir. Bu kural diğer kültü-rel uyum süreçleri için de geçerli sayılabilir. Hatay bu konuda ilginç sayıla-bilecek bir örnek olarak gösterilebilir. Hatay’ın, Suriye’deki savaştan en çok etkilenmiş il olduğu bilinmektedir. Bu durumun ekonomik yönleri olduğu gibi, siyasî ve mezhepsel bağlantıları da mevcuttur. Hatay’da iktisadî haya-tın büyük kısmının Alevi kesimin elinde olduğu bilinmektedir. Başlangıç-ta Suriyeli sığınmacılara karşı Alevi kesiminde ciddi bir tepki oluşmuşken şimdi Alevi işverenlerin, işgücü maliyeti ve rekabet dolayısıyla yanlarında sığınmacı çalıştırmaya başladığı görülmektedir. Bu durumun, bir süre sonra tanışıklığa yol açacağı ve var olan mezhepsel önyargıları kıracağını söylemek mümkündür. Keza karşılıklı olarak bir sözleşme ilişkisine girmiş her iki ta-rafın bu sözleşme şartlarının yerine gelmesi için birbirine tahammül etmesi gerekmektedir.

Page 63: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye’deki Suriyelilerin Toplumsal Ve Ekonomik Uyumu | 61

Suriyeli sığınmacıların toplumsal uyumunu tartışmak için henüz erken olsa da bu uyumun, yani onlarla barış içinde bir arada yaşamamızın yolu onları şimdiden ekonomik hayata dahil etmekten geçmekte. Bu kapsamda devlete düşen en önemli görev zorlaştırıcı etkenleri ve engelleri ortadan kal-dırmak ve oluşabilecek hak ihlâllerini engellemek olacaktır. Halihazırda oluş-muş bu kendiliğindenliğe müdahale edilecek olması dengeleri bozup, ileride beklenen toplumsal uyumu zorlaştırabilir.

Page 64: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 65: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

2015 Yazı YarışmasıÖdüllü Yazılar

Konu“Çeşitli, Çoğulcu, Özgür Bir Toplum

İnsan Medeniyetinin Gelişmesi Yönünde Ne Vaadeder?”

Birinci

1500 Dolarlık SandviçAhmet Bilal Arpa

Ankara Üniversitesi, SBF, İşletme Bölümü Öğrencisi

İkinci

Aynı Olmamanın ErdemiYavuz Selim Erfidan

Hitit Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğrencisi

Üçüncü

Özgür Toplumun HasatıHasan Çörtük

Hacettepe Üniversitesi, Psikoloji Bölümü Öğrencisi

Page 66: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 67: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

65

1500 Dolarlık SandviçAhmet Bilal Arpa

Ankara Üniversitesi, SBF, İşletme Bölümü

Bir kaç hafta önce, kendi kendine sıfırdan bir sandviç yaptığını duyuran bir adamın hikayesi internette 2 milyondan fazla izlendi ve büyük kanallarda haber oldu. Sebzeleri yetiştirmek, deniz suyundan tuz yapmak, turşu yapmak, inekten sağdığı sütle peynir ve yağ yapmak, ekmek pişirmek için tarladan hasat ettiği buğdaydan un elde etmek ve elleriyle tavuk kesmek dahil top-lam 6 ay süren bu maceranın maliyeti ise 1.500 Dolar. İşin en kötü yanı da adamın, bu kadar para ve zaman harcadıktan sonra yaptığı sandviçin tadını beğenmemesidi.

Aslında bu sandviçin bile sıfırdan yapılmadığını iddia etmek ve yapımın-da binlerce insanın emeği olduğunu söylemek mümkün. Süt sağdığı inekler, denizden su toplarken bindiği bot ve kullandığı diğer malzemeler bütün dün-yaya yayılan karmaşık bir işbirliğinin ürünleri. Leonard E. Read’in “I, Pencil” adlı muhteşem makalesinde bir kurşun kalem için söylediği gibi, dünya üze-rinde hiç kimsenin tek başına bir sandviç yapamayacağını, hatta nasıl yapıla-cağını bilmediğini iddia edebiliriz.

Page 68: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

66 | Ahmet Bilal Arpa

Peki neden bütün sandviçler 1500 Dolara mâl olmuyor? Bu sorunun ce-vabı ticaret ve uzmanlaşmada yatıyor. İnsan emeğinin daha etkin ve verimli kullanılmasını sağlayan uzmanlaşma sayesinde, bir işin yapılması hızlanır-ken, harcanan emekten tasarruf edilir ve o alanda yoğunlaşan bilgi sayesinde yeni yöntemlerin, makinenin ya da teçhizatın geliştirilmesi fırsatı doğar. Ti-caret sayesinde, herkes en iyi yaptığı işi yaparak tasarruf ettiği zamanı baş-kalarıyla mübadele eder. Bu mübadele sayesinde, sandviç yapmaktansa, ya-pılmış bir sandviçi satın almak daha kolay bir hale gelir. Üretimden tasarruf edilen zaman da doğal olarak başka ihtiyaçların karşılanmasına ayrılır. Bu sayede yeni iş alanları oluşur ve toplam refah artar.

Piyasaya ne kadar çok insan katılır, ağ ne kadar genişlerse süreç o kadar kârlı bir hale gelir. Bu yüzden bu sürece özgür bir şekilde katılımı engelle-yen ya da zorlaştıran her yasa, aslında piyasadaki herkesin durumunu dolaylı yoldan kötüleştirir. Milyonlarca insanın katıldığı bu ağın, bütün ihtiyaçlara cevap verip değişikliklere anında ayak uydurabilmesi, Bastiat’nın deyişiyle insanın en temel doğal özelliği olan kişisel çıkar güdüsünün bir sonucudur. Piyasada oluşan fiyat mekanizması ve insanların fiyatlara bakarak daha çok kâr elde etmek için hareket etmeleri sayesinde, bütün bu süreç merkezi bir planlamacıya ihtiyaç duymadan kendiliğinden devam eder ve bütün değişik-liklere adapte olur. Merkezi bir planlamacının tek yapabileceği, sonuçlarını gerçekten hesaplayamadığı müdahaleleriyle düzenin işleyişini bozmak ve pi-yasadaki bütün aktörlerin durumunu kötüleştirmektir.

Serbest ticaretin bireylerin refahını arttırması gibi, uluslararası ticaret de ülkelerin refahını arttırır. Her ülke bütün ürünleri aynı verimlilikle ürete-meyebilir. Örneğin bir A ülkesi doğal kaynaklara, makinalara ya da gerekli uzmanlığa sahip olmadığı için verimli bir şekilde bilgisayar üretemiyor ama çok ucuza kaliteli kumaşlar üretiyor olabilir. Bu durumda A ülkesinin kumaş üretiminde uzmanlaşıp onu satarak, bilgisayarları iyi üreten B ülkesinden bil-gisayar alması, iki ülkenin de kendi başına üretebileceğinden daha çok ürünü tüketmesinin yolunu açar. Burada A ülkesi için bilgisayar üretmenin en iyi yolunun kumaş üretmek olduğunu söyleyebiliriz. Hatta Ricardo’nun karşılaş-tırmalı üstünlükler teorisine göre A ülkesi, her iki üründe mutlak üstünlüğe sahip olsaydı bile, uluslararası ticaret her iki ülkenin de refahını arttırırdı.

Ülkeler de bireyler gibi dış dünyadan izole edilip bütün ihtiyaçlarını kendi kaynaklarıyla karşılamak zorunda kaldığında fakirleşir. Daha az ürünü yalnız başına ve daha fazla emekle üretmek zorunda kalır ve tıpkı ıssız bir adada yalnız kalmış bir insana, sandviçin bile lüks haline gelmesi gibi, işbirliği ve uzmanlık gereken ürünlerden mahrum kalır. Dahası, çok sayıda insanın kendi

Page 69: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1500 Dolarlık Sandviç | 67

ülkesi içinde işbirliği ve uzmanlaşmaya giderek mal ve emeklerini mübade-le edebilmesi bu kadar faydalıyken, sırf aradaki yapay sınır yüzünden başka bir ülkenin vatandaşlarını bu alışverişten dışlamanın hiçbir iktisadi getirisi yoktur.

Sınırların iktisadi faaliyeti engellememesi gerektiğini, sınırlarını kapatan bir ülkenin kendini yalnızlığa mahkum ederek kendi refahını azaltacağını or-taya koyduk. O halde diyebiliriz ki, dolaşım özgürlüğünün engellenmesi, sa-dece ahlâki açıdan değil iktisadi açıdan da yanlıştır. Bugün emeğin küresel olarak serbest dolaşımı sağlansa, dünyanın toplam GDP’sinin iki katına çıka-cağını tahmin eden pek çok çalışma vardır (http://openborders.info/double-world-gdp/).

Göç eden insanların pek çoğu zulümden ve yoksulluktan kaçmakta ya da daha iyi bir hayat elde etmek için daha müreffeh ve özgür ülkelere gitmek is-temektedir. Göçmenler gittikleri ülkelerde iktisadi faaliyete katılarak yeni iş alanları açtıkları gibi, sahip oldukları yeteneklerin çeşitliliğiyle de o ülkeye katkıda bulunurlar. Apple ve Pixar’ın kurucusu Steve Jobs’ın aslında Suriye’li bir sığınmacının oğlu olduğunu düşündüğünüzde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Göç etmek isteyen herkesin uzmanlığını ve yeteneklerini en iyi sergileyebileceği kaynaklara erişmekte özgür olduğu, daha iyi hayat koşulları arayan herkesin bütün potansiyelini kullanabileceği bir dünyada ne zenginliklerin üretileceğini kim tahmin edebilir ki?

Açık sınırların ve serbest bir piyasanın medeniyetin gelişmesine olan kat-kısını daha geniş bir şekilde tartışmadan önce, bütün bunların ön koşulu olan barış ilkesini incelememiz gerekiyor.

Rothbard’a göre “liberteryen teorinin temel düsturu, hiç kimsenin başka birisinin kişiliğine veya mülkiyetine tehdit veya tecavüzde (saldırı) bulunma-masıdır.” Saldıran kişiye karşı kendini savunmak dışında hiçbir meşru şiddet biçimi yoktur ve özgür bir toplumun diğer bütün değerleri, bu temel üzerine oturmaktadır. Jim Peron’a göre de liberalizmin temel ilkesi özgürlük değil, onun da altında yatan barış, yani şiddete başvurmama ilkesidir.

İnsan hayatta kalmak için ya üretir ya da şiddet yoluyla başkasından yağ-malar. Fakat şiddet, doğası gereği değer üretemez. Ya zaten üretilmiş olana zarar verir ya da en iyi ihtimalle onu yeniden dağıtır. O yüzden buraya kadar vurguladığım serbest mübadele ve uzmanlaşmanın ön koşulu, tüm bu süre-cin gönüllü bir işbirliği ile gerçekleşmesidir. Aksi takdirde insanlar güvenlik endişesiyle birbirinden şüphe duyarak uzaklaşacak ve iktisadi faaliyet sekte-ye uğrayacaktır.

Page 70: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

68 | Ahmet Bilal Arpa

Belirli bir coğrafi sınır içerisinde, şiddet kullanma tekeline sahip olan in-san topluluğu olarak tanımlayabileceğimiz devlet de tek yöntemi şiddet ola-bileceği için değer üretemez. Bireyler istediklerini ya üretmek ya da gönüllü mübadele ile satın almak zorundayken, devlet ancak şiddet yoluyla alabilir. Bu yüzden devletin şiddet kullanma hakkının kendisini oluşturan insanla-rı savunmakla sıkı bir şekilde sınırlandırılması, iktisadi hayata karışmasının engellenmesi ve kendi sınırları dışına saldırmaması için kontrol altında tu-tulması gerekir. (Bireylerin kendini savunma hakkını devrettikleri bir devlete ihtiyaç olup olmadığı bu yazının konusu değildir.)

Şimdi gelelim barışçıl, sınırları dünyaya açık ve gönüllü işbirliğinin sınır-landırılmadığı bir toplumun medeniyet için (yukarıda anlattıklarım dışında) neler vaat ettiğine.

Bir ülkede refah arttıkça, insanlar temel ihtiyaçlarını daha kolay karşıla-yabilir hale gelir ve başka faaliyetlere zaman ayırarak yaratıcılıklarını ortaya koyabilir. En baştaki örneğe dönecek olursak, bir sandviç yapmak için altı ay harcamak zorunda olmayan insanlar, artan zamanlarını bilim, sanat ya da eğlence alanlarında değerlendirebilir, hobiler edinebilir ve değer verdikleri amaçlar için çalışabilirler. Nispeten yeni sayılabilecek roman gibi edebi tür-lerin yaygınlaşması, bilimin yüzyıllar boyunca çok az ilerlerken şimdi nere-deyse her gün yeni bir buluşun yapıldığı bir noktaya gelmesi gibi gelişmeler, hep insanlığın zenginleşmesinden sonra ortaya çıkmıştır.

Bu çeşitlilik, sadece bu alanlarda çalışmak isteyen insanların değil, her-kesin hayatını zenginleştirir. En basitinden, eskiden sadece hükümdarların tadını çıkarabildiği şiir ve müzik gibi şeylere bugün neredeyse bütün insanlık erişebiliyor. Hatta eskiden en zenginlerin bile hayal edemeyeceği sinema gibi yeni sanat dalları ve alternatif eğlence yöntemleri ortaya çıkmış durumda. Bir diğer örnek, eskiden sadece soyluların evinde bulunan, fakat bugün çok ucuza ve inanılmaz miktarlarda üretilebilen saat gibi eşyalardır.

Özgür bir toplumda bireyler, barışçıl olduğu sürece istediği amacın peşin-de koşabilir. Sevdiği hobiyi daha çok insana ulaştırmak, dinini yaymak, sivil toplum faaliyetleri yapmak ya da sokak hayvanlarına yardım etmek gibi işler, bu amaçlara en çok değer veren insanlar tarafından üstlenilir ve toplumun hayatı bu çeşitlilikle zenginleşir. Sadece özgür ve çoğulcu bir toplumda in-sanlar tehdit altında hissetmeden kendilerini gerçekleştirebilir.

Açık sınırlara sahip özgür bir toplum, bütün dünyadaki en zeki insanla-rın ürettiği en iyi ürünlerin tadını çıkarır. O toplumdaki çeşitlilik sayesinde herkes, bütün kültürlerin en iyi yanlarından faydalanır. ABD’de üretilmiş bir

Page 71: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1500 Dolarlık Sandviç | 69

akıllı telefondan Avrupa’lı bir yazarın makalesi okunurken, Latin Amerika’da üretilmiş kahve içilir. Uzak doğulu komşuların, kendi mutfaklarından en gü-zel yemekleri yaptığı restoranlar bir taksi kadar uzaktadır. Başka ülkeleri ge-zip görmek ve dünyanın her yanından insanlarla tanışmak da insanın edine-bileceği güzel tecrübeler arasındadır.

Özgür bir toplumda yasaklar değil, kurallar vardır. Bireyler arası anlaş-mazlıklar şiddetle değil, barışçıl yollarla çözülür. Mülkiyetin nasıl el değiş-tireceği ve gönüllü bir şekilde yapılmış sözleşmelerin nasıl uygulanacağı kurallara bağlanmıştır. Bu yüzden riskler azdır ve tahmin edilebilirlik hem hayatın stresini azaltır, hem de iktisadi faaliyeti canlandırır.

Serbest bir piyasa ve ticaret, toplumdaki ayrımcılıkları azaltır. Ucuza çalı-şan göçmen işçileri işe almayan bir işveren, rakipleri karşısında dezavantajlı bir konuma düşüyordur ve bir süre sonra düşmanlıktan vazgeçmek zorunda kalır. Irkçılık, cinsiyetçilik ve dezavantajlı kesimlere uygulanan diğer ayrım-cılıklar, aslında kendi kendine konan bir ambargo gibidir. Ne kadar çok in-sanla ticaret yapılırsa o kadar zenginleşildiğini hatırlayın! Serbest ticaretin en güzel yanlarından birisi, belki de birbirinden nefret eden insanların bile büyük bir işbirliği ağının parçası olarak katkıda bulunmasıdır. Ama en önem-lisi, özgür bir toplumda başkalarına zarar vermeden ayrımcılık yapmak ve işbirliği yapmamak da serbesttir. Eğer birisi başkasının ürettiği zenginlikten faydalanmak istemiyorsa ona neden engel olalım ki?

Özgür bir toplum, aynı zamanda çoğulcu bir toplumdur. Orada en farklı insanlar bile barışçıl bir şekilde kendini ifade etme şansı bulabilir ve piyasa mekanizması sayesinde toplumun bir parçası olabilir. Parasını ya da sunduğu hizmeti almak için ne kimse onları onaylamak zorundadır, ne de onlar hoş-larına gitmeyen bir şeyin parçası olmak zorundadır. Toplumda hakim olan hoşgörü kültürü sayesinde pek de sevilmeyen görüşler bile şiddete uğrama korkusu olmadan dillendirilebilir. Özgür bir toplum bireylerin, hakikat arayı-şında baskıyla karşılaşmadığı toplumdur.

Son olarak özgür bir toplum, tadı güzel bir sandviçin bir dakika içerisinde 5 dolara satın alınabildiği toplumdur.

Page 72: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

70

Aynı Olmamanın ErdemleriYavuz Selim Erfidan

Hitit Üniversitesi, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü

Demokratik olsun ya da olmasın yeryüzünde varlık göstermiş ve var olmuş bütün toplumlar ve bireyler aynı siyasi organizasyonun, kültürün, geniş an-lamda ailenin ve dinin bir parçası olmuş ve bunların altında yaşıyor olsalar da belki de benzerliklerinden çok farklılıklarını içlerinde barındırırlar. Hatta bu saydığımız ve bir parçası oldukları kavramlara yükledikleri anlamlar ve değer olarak gördüğü kabuller toplumlarda ve bireylerde çeşitli yerlere sa-hiptir. Pekâlâ, örneğin “Aynı siyasi organizasyona –buna artık “devlet” di-yeceğiz- veya dine, ırka veya kabileye bağlı olmaları onların aynı olmalarını gerektirmez mi?” gibi bir soru sorulabilir.

Şüphe yok ki bu soruyu tarih boyunca bir çırpıda cevaplayıp kendi hayal-leri ve amaçları etrafında kullanan siyasi akıllar ne yazık ki hayli fazladır ve tarih boyunca çok büyük acılara ve gerilemeye sebep olmuşlardır.

Bununla beraber bu yaptıkları, insan medeniyetine bir katkı yapmadığı gibi kendi hayallerine ulaşmalarını da mümkün kılmamıştır. Bu siyasi akılla farklılıkları ve çeşitliliği yok sayabilen tarihi teşebbüsler, medeniyet duvarı-na bir taş koyamadıkları gibi bu duvara balyozlar vurmuş, geleceğe dair bir

Page 73: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Aynı Olmamanın Erdemi | 71

medeniyet yatırımı yapmamış ve eskiden gelen medeniyet hazinesine zarar vermiştir. Halbuki, değil haritalarla gösterilen coğrafyalar; anne, baba ve ço-cuktan oluşan bir çekirdek aile bile değerler bakımından birbirinden farklıdır. Mevzu bahis olan insanlar değil de bir fabrikada bir makineden çıkan ürünler olsaydı bu tekçi anlayış, çoğulcu anlayışın yerini alabilirdi. O halde toplum-lar ve bireyler birbirinden doğal olarak farklıdır. Peki, bu insanların farklı olmaları nedendir ve bu kötü bir şey midir?

Esasen insanlar birbirinden doğası gereği farklıdırlar. Zira “toplum” ola-rak adlandırdığımız şey farklı amaç ve değerlere sahip insanların bir araya gelmesi ve bir düzenle birleşmesidir. Klasik devlet teorilerinden tutun mo-dern siyaset felsefesine kadar toplumdaki amaç ve değer farklılığı üzerine birçok düşünce inşa edilmiştir. Hatta bu farklılığın sosyolojik olduğu kadar psikolojik yanları da vardır. Eski bir doğu geleneğinde, ayna görevi gören yansıtıcı cisimlerin üzeri örtülüp insanların kendileri gibi olanla çok fazla ilgilenmemesi önerilir. Bu ritüel bugünkü bilimsel açıklamalarla da deste-lenmektedir. Yine eski bir Sufi sözünde “beni ben yapan benden olmayandır” der. Şu durumda herhangi bir bireyin farklılığını savunmasında ve bunu korumaya çalışmasında bu farklılıkları inkâr edenlerin dediği gibi “kötü” ve “erdemsiz” bir şeyin var olduğu söylenir; ancak bu haliyle bu iddia sadece bir itham olarak kalacaktır. Çoğulculuk bütün toplumlarda bulunan ama bazıları-nın inkâr ettiği bir sosyolojik durumdur. İngiliz liberal siyaset felsefecisi Sir Isaiah Berlin de dönemindeki Marksist düşünce olan değerlerin ve amaçların zaman, yer ve topluma göre belirlenebileceği düşüncesine karşı çıkmış ve değerlerin, amaçların farklılığı ve özgürlüğünün her durumda korunmasının üzerinde durmuştur.

Isaiah Berlin çoğulculuğu şöyle tanımlıyor: “İnsanların izleyebilecekleri farklı amaçlar vardır. Ama yinede onlar birbirine sempati duyabilen, birbirin-den ışık alabilen ve birbirini anlayabilen (…) tamamen akılcı insanlar olabi-lirler.” Bu tanımlamadan da anladığımız üzere insanlar farklı amaçlara ve de-ğerlere pek tabii sahiplerdir. Bu farklılıklarını gidermeye ve onları bir pürüz olarak görüp üzerine zımpara yapmaya çalışmak insanlığa aykırıdır. Ancak bununla beraber onların farklılıklarını kabul edersek, zaten muhtemelen bir-birlerine hoşgörü ve sempati besleyecekler ve kendi farklı olan değerlerini, kendileri isterlerse, değişikliğe ya da bir evrime uğratacaklardır.

Isaiah Berlin’in çok ufuk açıcı bir filozof olduğu kesin. Öyle ki bu tanım-lama çoğulculuk hakkında bireyin tepkisi üzerine çok yerli bir metaforu si-zinle paylaşmama kapı aralıyor. Bir pergel çizerek yaşamak, bir ayağı daima dışarıda kendinden, yani merkez noktasından uzakta olup bir ayağı ile de bir

Page 74: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

72 | Yavuz Selim Erfidan

nokta seçip kendini belirlemek... Buna bağlı olarak ne yazık ki insan medeni-yetine negatif bir katkı sunan tekçi anlayış ve onun oluşturduğu kültürel get-toların oluşmasındaki başat sebep bilgisizlik... Pergel ile çizdiğimiz çemberin dışında kalan “ötekiler” – ki bu sizin çizebileceğiniz çembere ve pergelinizin kapasitesine bağlı- hakkında ya hiçbir şey bilmeden ya da bildiğimizi zanne-derek yargıda bulunuyoruz. Bu sebeptendir ki örneğin Türkiye’de Kürtler bu bilgisizlik perdesinin kurbanı oldular. Batı’da, Orta Doğulu insanlar da yine bu sorunun edilgen nesnesi oldular.

Yine Isaiah Berlin’in çoğulculuk anlayışına göre, çoğulcu görüşün karşı-sındaki tekçi görüş insani değerlerin niteliği hakkında yanılgı içindedir. Yani gerçekte tek bir nihai “iyi” yoktur. Bir çok “iyi” vardır ve hatta bunlar kendi arasında çatışıyor bile olabilir ve genellikle de çatışırlar. O halde temel insani değerler çok sayıdadır ve insanların izleyebilecekleri farklı amaçlar en az in-san sayısı kadar çeşitlenebilir. Böylelikle bahsettiğimiz bilgisizlik perdesinin arkasından insani değerlerin tek bir temel değer etrafında kümelenmesini beklemek yersizdir. Hele ki “üstün” ve “alçak” değerler olarak değerleri ve amaçları bir hiyerarşiye bağlamak tekçi görüşün çokça denediği bir yoldur ve medeniyeti “üstün” dedikleri değere göre inşa etmeyi hayal eder. Ancak bir “değermatik” ile hangi değerin “üstün”, hangi değerin “alçak” olduğunu bile-meyeceğimiz için bu argüman da sağlıklı değildir. Öyle ki zaten medeniyet üstün, alçak, kolaycı, faydacı, rasyonel, idealist ve daha bir çok değerle bir-likte medeniyet olmuştur. Görünen o ki çoğulculuk bizimle beraber yaşamak zorundadır.

Yukarıda çoğulculuğun kaynağı, gerekleri ve getirdikleri ile ilgili söyle-diklerimizden hareketle bu sosyolojik gerçekliğin karşısındaki devletin rolü-nün de merak konusu olduğunu belirtebiliriz. Hatta bu meselenin bir sorun haline gelmesi de bu merak edilen soruya verilen cevapla ilgilidir. Toplum-daki farklı değerlerin çatışabileceklerini söylemiştik. O halde devletin görevi bu sosyolojik ve geniş anlamda kültürel olan çatışmayı bitirmek değil, onun devamlılığını sağlamak ve bir hayat tarzının başka bir hayat tarzını bastırıp yok etmesini engellemektir. Yani çoğunluğu müdafaa edip çeşitli “iyilerin” var olmasını sağlamaktan bahsediyoruz. Bu çatışmayı bitirmeye çalışmak, tekçi anlayışın tarih boyunca çeşitli zamanlarda yaptığı bir girişimdir. Bu ve benzeri girişimlerin hepsi ne yazık ki yıllarca sinemanın, müziğin, edebiyatın ve tiyatronun trajik ve dramatik ürünler vermesine sebep oldu ve tüm dünya insanlarının acılarıyla andıkları anma günlerinden başka bir medeni katkıda bulunmadı.

Page 75: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Aynı Olmamanın Erdemi | 73

Faşist İtalya’dan tutun komünist Sovyetlere kadar, Nazi Almanyasından -şiddeti ve etkisi bu üç örnek kadar olmasa da bu coğrafyayla ilgili olduğu için- tek parti Türkiyesine kadar bir çok dönemde tekçi anlayış kendini gös-termiş ve sadece bu sayılı örneklerde milyonlarca insan ölmüş, sivil kayıpları normal bir hal almış, çeşitli insan hakları ihlalleri yaşanmış, özgürlüklere büyük müdahalelerde bulunulmuştur. Bu yaşananların temel sebeplerinden birisi olan tekçi anlayış, insanlığa ve bu medeniyete katkı sağlamak şöyle dursun o zamana kadar bütün insani erdemlere ve kültürlere hakarette bu-lunmuştur.

Yine bir toplumun tekçi anlayışa sahip olduğu ve çoğulculuğunun far-kında olup bununla yaşamaya devam ettiği iki farklı dönemi ele aldığımızda aradaki farkı görmek çok daha kolay olacaktır: Nazi Almanyası ile günümüz-deki Almanya arasında bu farkı incelersek; ekonomi, sanat, siyaset, müzik ve bilimle beraber medeniyeti oluşturan onca önemli kavramın değerini dö-nemlerine göre görebilir ve tekçi medeniyeti yıkan anlayışa rahmet okuyup, çoğulcu medeniyete katkı yapan anlayışa şükredebiliriz.

Orta Doğu’daki mezhep çatışmalarının kaynağında da bu çoğulculuğu kabullenemeyiş ve tekçi bir din anlayışı vardır. Oysa Endülüs’ten Isfahan’a kadar İslam, tüm dünyaya felsefe, matematik, astronomi ve bilim satarken herkesin tek bir anlayışın parçası olması çok önemsenmiyordu ve bugün-kü gibi çoğunluğu masum çocuklar olmak üzere milyonların ölmesine gerek kalmıyordu. Eskiden tekçi bir fetişizmi olmayan İslam kültürü yükselmişken bugün bu kültür -yine Orta Doğu kökenli bir akne tedavisi inanışında olduğu gibi, bir kalemle çemberin içine alınan aknenin o çemberin içinde eriyip git-mesi gibi- kendisine bir çember çizip tekçi bir anlayışla eriyip gitmeye kendi-ni mahkum ediyor. Böyle çürümeyi kendisine fayda olarak gören toplumlar, medeniyet hazinesine katkıda bulunamazlar; zira onlar aynaya bakmaktan kendilerini alıkoyamazlar.

Çoğulculuğun ve farklılığın karşısındaki tekçi anlayışa kaynaklık eden bir-çok düşünce sistemi ve ideoloji vardır. Yukarıdaki örneklerde bazı ideolojile-rin tekçi anlayışa kaynaklık ettiğini gördük. Bu ideolojilerin tekçi anlayışta birleşmelerini sağlayan ortak nokta siyasi projecilik ve siyasi rasyonalizm ve bununla beraber gelen “ulus-devlet” paradigmasıdır.

Ulus-devlet paradigmasının çoğulculuk konusunda ayrıca ve ehemmiyet-le incelenmesi gerekir; zira tekçi anlayışa meşruiyet kazandırmak konusunda oldukça mahirdir. Önceleri, sorun haline gelmeyen değer ve amaç farklılıkla-rı (geniş anlamda dini, etnik, ekonomik, ahlaki ve kültürel farklılıklar) vardı. Ancak ulus devlet çok kötü bir imtihan vererek gelişen bu durumu tekçi bir

Page 76: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

74 | Yavuz Selim Erfidan

anlayışla değiştirmeye çalıştı. Bu elbette daha önce bahsettiğimiz medeniye-te katkıda bulunan yapıcı “çatışmaya” zarar verdi ve medeniyetin belirli bir kalıp içinde inşa edilmesini öngördü. Yanıldığı nokta şuydu: Medeniyet inşa etmeyi amaçlamakla olmuyordu; onun kendiliğinden (spontane) bir özelliği vardı. Farklılık ve çeşitliliğe karşı tehditleri yok etmek medeniyet için yeter-lidir; geri kalanını süreç ve toplum farkında olmadan kendisi oluşturur.

Ulus-devletin, örneğin en basitinden herkese kimlik kartı vermesi toplu-ma ve bireylere daha önce ait olanları değil, başka bir sahipliği emrediyordu. Toplumların farklı kutsal günleri yerine hepsine resmi ideolojiye bağlı olarak bir bayram ve zafer günü sundu. Her çocuğa aynı eğitimi verdi ve –“ulus-devlet”e uygun olarak- tarih öğretti. Bunun sonunda medeniyet bekledi; an-cak buradan çıkacak tek bir şey vardı: totaliter bir yönetim ve kısır bir toplum.

Yapılan insan hakları ihlallerini, anti-demokratik yönetimleri, korkuyla at-latılan yılları ulus-devlet kendi medeniyet hayallerinin önünde engel olarak gördü. Böylelikle insanlar iki farklı fikrin mukayesesini bile yapamadılar ve haliyle medeniyet adına bir fayda getiremediler. Oysa ki ulus-devletten bek-lenti yüksekti. Çünkü kadim devletlere göre ayrımcılığa karşı hukuki eşitliğe, siyasi katılıma ve eşit muameleye, hukukun üstünlüğüne, insan haklarına – her ne kadar o zaman bu kavramlar şimdiki halinden farklı olsa da- daha eği-limli bir şekilde idealize edildi. Ancak siyasi ve hukuki eşitlik ilkeleri gibi bir çok insan hakları ilkeleri ya çok geç hayata geçti ya da hiç geçmedi.

Siyasi bir akıl ışığında böyle bir paradigmayla bir ulus oluşturmak iste-mek kulağa çok kolay ve mantıklı gelebilir. Bu akıl süreci sonunda bir tek-tipleştirme ile karşılaşınca ise insani faaliyetlerin tamamına zarar geleceğini görmemek ise mantığa meydan okumaktır. Daha önce vermiş olduğumuz ta-rihi örnekler bu söylediklerimizde tam anlamıyla örtüşür niteliktedir. Yapılan insan hakkı ihlalleri, iktisadi ve ticari faaliyetlere müdahaleler ve yabancı düşmanlığı sonucundaki nefret cinayetleri bu anlayışın ürünü olup hiçbir zaman insan faaliyetlerinin ve medeniyetinin destekçisi olmadılar.

Farklılığın, çeşitliliğin, dolayısıyla bir zenginliğin sanata, bilime, ticarete ve serbest mübadele ilkesine, felsefeye, düşünceye, edebiyata, dine ve sine-maya, yani genel anlamda bir medeniyete yaptığı katkı ise tekçi anlayışın medeniyete verdiği zarar kadar gerçekti.

Son olarak yazımı o güzel ve mistik Sufi sözü ile bitirmek istiyorum. “ Ge-lin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”

Page 77: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

75

Özgür Toplumun HasatıHasan Çörtük

Hacettepe Üniversitesi, Psikoloji Bölümü

Toplum… Toplanmış olan… Toplananların toplamı… Her hayalden, her değer-den, her geçmişten, her gelecekten, her ölüm ve her yaşamdan, her düşünce-den, her uyum ve zıtlıktan oluşan evrenin en karmaşık yapısı… Ayrıca en zor bir arada tutulabileni; çünkü uyum içinde çalışması gereken parçalar bazen birbirine taban tabana zıt olabiliyor. Bu zıt parçalar da birbirini tahrip edip çalışan diğer parçaların bozulmasına ve sistemin çökmesine sebebiyet veri-yor.

Peki, bu konuda ne yapabiliriz? Devlete sınırsız yetki verelim ve o parça-ları yonta yonta birbirine uyumlu hale mi getirmeye çalışsın? Denesin baka-lım. Sınırlar içerisindeki insanları ulus-devlet anlayışına göre yönetti başta. Azınlıklar aslında az değildiler. Yine de bastırıldılar. Sen aslında yoktun de-diler, bu olacaksın dediler. Sen ritüellerini şöyle gerçekleştireceksin, sen ger-çekleştirmeyeceksin. Olmadı. Ekonomiyi ben yöneteceğim dedi. Tüm talep-arz dengesini kurup ilerleyeceğiz dedi. Kim ne ister bilemedi. Yine olmadı. Tüm kesimlere eşit haklar vereceğiz derken herkesi aynı yapmaya çalıştı. Beceremedi. İnsan öldü, devlet yıkıldı.

Page 78: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

76 | Hasan Çörtük

Devlet, zorunlu bir kötülüktür. Neden zorunludur? Devletin iki temel gö-revi vardır. Sadece bu iki görevle de hem kendi varlığını hem de toplumun refahını sürdürebilir: Hukuk ve güvenlik… Bu vazifeleri devlet, halkın göster-miş olduğu ortak irade ile ifa eder. Peki, bu ortak irade ne demektir ve kimin ortaklığını ifade eder?

Başta belirttiğim gibi, toplum birçok farklı unsurdan oluşan, her bir bi-reyinin farklı yaşantıları, farklı hayalleri ve şüphesiz farklı gelecekleri olan bir yapıdır. Toplum birbirinden bu kadar farklı iken ortak bir iradeye nasıl ulaşabiliriz? Tek cevap: Ulaşamayız. Her kesim hatta bazen herkes farklı şey-ler isteyecektir. Bazen muhafazakârlar, sekülerlerin istediklerini istemeye-cekler, bazen işçi ve patron sınıfı karşı karşıya gelecek, konular tartışılacak, çözüm aranacak. Bizler böyle durumlarla baş ederken tıpkı mini mini birken dersi dışarıda işleyip işlememe seçimini yaptığımız gibi çoğunluğun ver-diği karara göre karar veriyoruz. Doğru olan da budur. İşte buna çoğulcu-luk deniyor. Sekülerlerin çoğunlukta olduğu yerde onların istediği kararlar, muhafazakârların çoğunlukta olduğu yerde onların istediği kararlar verilir. Tabi ki “insan hakları” çerçevesinde… Yazıyı okurken aklınıza abartılı durum-lar gelecektir. Ya sekülerler camileri yıkalım derse? Ya muhafazakârlar sekü-lerleri döve döve yola getirelim derse? Öncelikle aklınıza ilk başta böyle so-rular geliyorsa ön yargılarınızı yıkın. Çünkü sekülerler ya da muhafazakârlar böyle şeyler istemiyorlar. İnsanlar bu kadar vahşi değiller.

Konumuza gelecek olursak yönetim halkın çoğunluğunun isteklerine göre şekillenir. Temsili yönetimlerde halk muhafazakâr ise muhafazakâr yöneti-cileri, sekülerse seküler yöneticileri tercih edecektir. Kararlar da ona göre çıkacaktır. Çoğunluk ne isterse o olacaktır. Fakat eğer yönetim çoğunlukta ol-mayan seçmene yapmayı istemediği, insan hakları ile bağdaşmayan kararları dayatıyorsa bu çoğunlukçuluk olur. Bu, diktatörlüğün halkın çoğunluğunun elinde olmuş halidir. Bu da özgür çoğulcu bir toplumda yer almaz. İnsanları muhafazakâr-seküler diye ayırmış olmam kutuplaştırma amacını taşımıyor. Farklı düşünceler sadece birbirlerinden farklıdırlar. Birbirleri ile düşman de-ğillerdir. Evet, çatışırlar, ama asla savaşmazlar. Bu ayrımı işlevsel olması yönüyle yaptım çünkü bu iki kesim dünyadaki her toplumda bulunmaktadır. Bir arada yaşayabilmeleri için hiçbir sakınca yoktur. Zira özgür çoğulcu top-lumlarda bir arada yaşayabildiklerini biliyoruz.

Şimdi çeşitli toplum bize ne getirir ondan bahsedelim. Çeşitli toplum, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı, düşüncelerin farklılaştığı, piyasanın farklılaştığı toplumdur. Farklılık kelimesini negatif düşünmeyin. Bu farklı-lık markette tam yağlı, yarım yağlı ve yağsız süt farklılığı gibidir. Buradaki

Page 79: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Özgür Toplumun Hasadı | 77

farklılık zenginliği ifade eder. Çeşitlilik budur. Biz bu üç çeşidi de bünyesinde barındıran marketlere başarılı, ürün yelpazesi geniş market deriz.

Çeşitliliğin bir arada bulunabildiği toplumlar başarılı toplumlardır. Çünkü o toplumda saygı ve hoşgörü vardır. Bu saygı sadece kesimlerin birbirlerine gösterdiği saygı ile kalmaz. Aynı kesim içerisinde bulunan bireylerin de bir-birlerine karşı saygılı olmasını sağlar. Böylece toplum hep beraber çeşitliliği sayesinde, farklı düşünmesi sayesinde hızlı yükselir. Tıpkı o üç çeşit sütü bünyesinde barındıran market gibi.

Çeşitlilik, özgürlükle birlikte ekonomiye büyük katkı sağlar. Çeşitli top-lumlarda düşünme ulus devletlerde olandan daha çeşitli olacaktır. İhtiyaçları daha çeşitli olacaktır. Üretimleri daha çeşitli olacaktır. Yani pazarları daha büyük olacaktır. Bu üretim-tüketim dengesinin devlet tekelinden alınmasıyla da toplum kendi istediğini ihtiyacı kadar üretecektir. Serbest piyasada “gö-rünmez el” dediğimiz sihirli talep-arz dengesi sayesinde toplum ihtiyacı ola-nı her daim bulabilirken israftan da kaçınarak elindeki malı en iyi şekilde de-ğerlendirecektir. Pazarın büyüklüğü ve ürünün çeşitliliği sayesinde de üretici dış ticaret yapabilecek, hem kendisini hem parçası olduğu toplumu hem de dünyayı zenginleştirecektir.

Dünya aslında küreselleşmeyle birlikte küçülen, farklı toplumların bir arada yaşayabileceği bir yer haline geliyor. Aslında bu süreç sandığımızdan hızlı ilerleyebilir. Fakat henüz buna hazır olmayan bazı politikacılar yüzün-den dünya hala tel örgülerle ayrılmış durumda. İlya Somin, Sınırları Açmak ve Dünyayı Özgürleştirmek için 9 Neden (9 Reasons to Open Borders and Free The World) adlı yazısında sınırları iki taraflı olarak açmanın getirece-ği yararlardan bahseder. Bu yararlardan kimisi ahlaki, kimisi siyasi, kimisi ekonomik yararlardır. Tabi bu konuda en önemli şey bunun bir hak olması-dır. Bu tartışılmaz ama burada yararlarından bahsedelim biraz. Bana göre en büyük yararı Maslow’un meşhur ihtiyaçlar hiyerarşisinin tepesinde yer alan kendini gerçekleştirmeye izin vermesidir. Şimdi çeşitli toplumunun gelişime katkısı açısından bu konuyu inceleyelim. Şu anda Avrupa’da yaşanan göç-men krizi -kriz demeye dilim varmasa da literatüre uyumlu olması açısından böyle zikredeceğim- iyi bir örnek olacaktır. Avrupa bu sınırları açmamak için elinden geleni yapıyor olsa da sadece birkaç bin göçmen almaya zahmet etti. Peki, göçmenler arasında kimler vardı? Mühendisler, doktorlar, müzisyenler, dünyaca ünlü sporcular, işçiler ve daha niceleri. Avrupa sadece etnik, dini kökenlerine bakarak insanları almamakta direniyor. Dünyaya bir bakın. Hin-distanlı mühendisler denince aklınıza bir şeylerin gelmemesi mümkün değil. Ama Hindistan denince aklımıza gelen sadece sefillik… Sömürge döneminden

Page 80: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

78 | Hasan Çörtük

kalma eğitim sistemleri sayesinde inanılmaz matematik becerisi ile yetişi-yorlar. Şu an gelişmiş ülkelere sorsak kaç ülke Hindistan’dan koşulsuz ola-rak göçmen alır? Bir elin parmağını geçmez. Çünkü gelenlerin Hindistan’dan, Suriye’den sadece sefillik getireceklerini, ülkeye yük olacaklarını düşünüyor-lar. Hayır, Türkiye birçoklarını aldı. 2,5 milyon göçmen geldi ve gelmeye de-vam ediyor. Şu anda çoğunlukla sanayinin çeşitli kollarında çalışmaktalar. Göçmen oldukları ve hayata tutunmaya çalıştıkları için de işlerini en güzel şekilde yapıyorlar. Sanayilere gidip bakın. Çalışan birçok Suriyeli ve çalışma-larından memnun birçok işveren göreceksiniz. Eğer önlerinde Türk vatandaşı olmamalarından kaynaklı bir engel olmasaydı hizmet sektöründe, sanayi sek-töründe çok daha kilit rol oynayacak yerlere gelebileceklerdi. Avrupa bunu yapmadı. İş gücü ihtiyacı sürekli artarken Suriyeli mültecileri reddetti. Tabi bu başta bir ahlak sorunudur. Ama yazımızda gelişimden bahsettiğimiz için bu boyutta inceledik. Avrupa mültecileri alsa, dünyadaki tüm ülkeler güven-liği tehdit edecek durumlar hariç sınırları açmaya izin verse toplum çeşit-lendiği için gelişecek. Çünkü pazar gelişecek, çeşitlilik artacak ve büyüme hızlanacak.

Dünya çeşitli toplumlardan oluşuyor. Toplumlar çeşitlendikçe de insanlar ahlaki açıdan gelişiyorlar. Birbirlerine saygı göstermeyi, hoşgörü duymayı, hatta farklı kültürler öğrenerek eğlenmeyi, en güzel içgüdülerimizden olan merakın tatminini yaşıyorlar. Elbette her grubun kendi ahlaki anlayışı var-dır. Farklı toplumların olması ahlakları çatıştırmaz. Diğer toplumun ahlakı-nı kendi ahlakımız ile yargılamamamız gerektiğini öğretir bize. Hatta grup içerisinde bireylerin de kendi ahlakları ile diğerini yargılamamasını sağlar. Toplum da barış ve huzur içinde ilerlemeye devam edebilir.

Çoğumuz hazırız çeşitli toplumlarla yaşamaya aslında. Neden direttiğimi-zi bilmiyorum. Özgürlük laflarının dilde kalmasından mı? Yoksa kendi doğru-larımızdan vazgeçemediğimiz için mi? Sebebi ne olursa olsun gittiğimiz yer bir arada yaşayabildiğimiz küresel bir dünya olacak. Hala neyi bekliyoruz?

Page 81: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

79

İslâm Karşısında Sekülerizm:Müslüman Demokratlar ve Üçüncü Bir Yol

Ed HusainOrtadoğu Uzmanı, Yazar

Çeviren: Can Ceylan*

Sekülerizm projesi, Avrupa’nın çoğu bölgesinde gözlemciler tarafından tar-tışmalı bir konu olarak görülse de, güçlerin ayrılması değil, dinin halk nez-dindeki etkisinin en aza indirilmesidir. Kiliseye gidenlerin sayısı azalmak-tadır; rasyonalist, materyalist ve modernist ilgi alanları ön plandadır ve din hakkında konuşmak tabudur. Fransız devlet yetkilileri 1871 laisite doktrinini va’zetmişler ve ilkokul müfredatından dinî bilgileri çıkarmışlardır. Fransa ve Almanya’da 2009, 2010 ve 2011 yıllarında1, Pew Research adlı kuruluş tara-fından yapılan araştırmalarda Katolik yetişkinlerin sâdece onda biri, her hafta düzenli olarak dinî içerikli faaliyetlere katıldığını belirtmiştir. Batı, şimdiler-de dini anlamayan bir nüfusa evsâhipliği yapmaktadır ve bu yüzden entelek-tüel olarak dünyanın çoğunluğundan kopuk bir durumdadır.

“ Çevirmenin Notu: Kuruculuğunu ve başkanlığını İngiltere eski başbakanı (1997-2007) Tony Blair’ın yaptığı Tony Blair Faith Foundation

adlı kuruluş tarafından yayınlanan ve editörlüğünü Daniel Cere ve Thomas Thorp’un yaptığı Religion and Conflict başlıklı çalışmada bulunan on sekiz makaleden biri olan bu yazı (s.104-109), bu vakfın baş danışmanlarından ve Dış İlişkiler Konseyi üyesi Ed Husain tarafından kaleme alınmıştır. Tarafımdan (Can Ceylan) Türkçe’ye tercüme edilen bu yazının önemi, içinde Türkiye, Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin doğrudan isimlerinin geçmesi ve yazının içeriği açısından önemli bir örnek oluşturmasıdır. Ayrıca farklı bakış açıları ile okunduğunda değişik anlam ve mesajlar yüklü olduğunu düşündüğüm bu yazının başlığıyla çektiği dikkati, içeriğiyle de hak ettiğine inanıyorum.

Sıkça yaptığımız bir tanımlama ile sekülerizmin, kilise ile devletin birbirinden tek parça hâlinde ve birçok örneği olan ayrılması olduğunu düşünürüz. Fakat bu düşünce, belli bir târih ve yerden doğmuştur. Bugün dünya kamuoyunun din hakkındaki düşünceleri, dünyanın artık Batı-Avrupa tarzı sekülerizmi taşıyamadığını ortaya koymaktadır. Ancak alternatifler vardır. Ed Husain bu yazısında, Batı’nın kendi durumunu gözden geçirmesi ve kendi kamuoyunun dinî hassâsiyetlerini yansıtacak yeni politikalar ortaya koyması gerektiğini ele almaktadır.

Page 82: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

80 | Ed Husain

Bu anlayış ve din ile temastaki zafiyet, dış politika formülasyonlarına za-rar vermektedir. Avrupalı diplomatlar, birbirinden ayrılmış kavramlarla dü-şünecek ve diğer milletlerle olan temaslarında din ve politikayı birbirinden ayrı ele alacak şekilde eğitilmiştir. Sorunlu bölgelere materyalist analizler, İsrail, Filistin, Nijerya, Kafkasya veya Pakistan’daki dinî söylemlerin gücü-nü küçümseyerek bakarlar. Yerel anlamda, hâlâ kilise ve sinagoglara giden Batı Avrupa toplumlarına sessiz bir itaat içinde uyum sağlamayan Avrupalı Müslümanların ve göçmenlerin çocuklarının baskın dinî kimlikleri konusun-da sorunlar yaşıyoruz.

Nikap ya da peçenin Fransa’da yasadışı ilan edilmesi, İsviçre’de minârelerin yasaklanması ve Almanya’da Alman Müslümanların bir gün evlerine geri dönecek olan ‘misâfir işçi’ olarak görülmesindeki ısrar, yükselen bir İslâm’a karşı derin bir olumsuz tavrın belirtileridir.2 Küresel ve yerel anlamda, sert seküler tavırlar yeni bir din ile karşı olmak üzere oluşturulmaktadır. Ancak liberal demokrasi, dinî topluluklar arasında ittifaklar teşhis etmediği sürece bu argümanda kazanan taraf olamayacaktır. Sekülerizmin farklı şekilleri ve son zamanda olan olaylardaki dinî ortakları, özellikle Orta Doğu’daki yeni güçlerin yükselişi hakkında öğreneceğimiz çok şey var.

Hindistan’da, Miyanmar’da, Sri Lanka’da ve Tayland’ta, farklı seviyelerde olmak üzere Hindu ve Budist siyâsî oluşumların yükselişine şâhit oluyoruz. İsrail’de, Siyonism’in sekülerist formları güç kaybederken Mûsevîlik’ten il-ham alan Siyonist siyâsî ideolojiler norm hâline gelmektedir. Afrika ve Latin Amerika’da Hristiyanlık, kamuoyunun nezdinde giderek daha da güçlenmek-tedir. Ancak gerçek meydan okuma, çeşitli sebeplerle İslâm içindeki politize olmuş akımlardan gelmektedir. Bunlardan birincisi, İslâm’ın taraftarları sa-yısal olarak daha güçlüdür ve coğrâfî olarak daha yaygındır. İkincisi, Müs-lümanların târihî ve siyâsî anlamdaki halifelik tecrübeleri, devletin dinî ve politik makamları birleşik şekli ekseninde hareket etmektedir. Üçüncüsü, Müslümanlar arasındaki yaygın bir kabule göre, şeriatın yorumları bir şe-kilde devletin kanunları hâline getirilip sunulmalıdır. Dördüncüsü, Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD), sınırlardaki uygulamalarda görüldüğü üzere yeni bir marjinal halifelik denemesini geliştirmektedir. Beşincisi, 30 milyon Müslü-man, Batı Avrupa vatandaşıdır. İslam artık Batı’daki en büyük ikinci din duru-mundadır. İslâm’ın ve modern dünyadaki sekülerizmin, bu muhkem meydan okumasını çözmek ve ona hitap etmek ihtiyâcı hiç bu kadar âcil olmamıştır.

Bunu yapabilmek için, küresel İslam’ın içindeki, Tasavvuf, Selefizm, İs-lamcılık ve modernizm içindeki ve arasındaki fikir ayrılıklarını daha iyi an-lamamız gerekir. Modern Batı ile mücâdele, bu hiddet dolu çelişkinin taşma-

Page 83: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

İslâm Karşısında Sekülerizm: Müslüman Demokratlar ve Üçüncü Bir Yol | 81

sından başka bir şey değildir. Sünnî-Şiî anlaşmazlığına yoğunlaşma hatâsına düşüyoruz ve bu da, Sünnî-Şiî ayrımını ortaya koyan Sünnî İslâm içindeki Selefizm’in yükselişini anlamamızı engellemektedir. Antonio Gramsci Mar-xist bağlamda, saldırgan ideologların başında bulunduğu teşkilatlı azınlıkla-rın, teşkilatlı olmayan kalabalıkları nasıl kontrol ettiğini açıklamıştır. Müs-lüman çevrelerde, az sayıdaki marjinal Selefîler, artış göstermektedir. Daha mücadeleci ve kendi öğretisine daha bağlı bir Selefîliği savunmakta ve bunu, cinsiyet eşitsizliği, dinî azınlıklara hoşgörüsüzlük ve terörizmi cihat olarak gören anlayışın daha yobazca şekillerini kendi içinde birleştirerek ve bunları destekleyerek yapmaktadır.

Selefîlerin organize olmamış, ana akım Müslümanlara karşı üç temel avantajı bulunmaktadır. Birincisi, marjinal Selefîler, Kur’ân-ı Kerim’e kendi dilleriyle ulaşma imkânları sebebiyle gerçek Müslüman olma iddialarıdır. Taranmamış sakalları ve burkaları ile görünüşte Müslümandırlar. Ana akım Müslümanların mistik tarafı daha ağır basan çoğunluğun, bu seviyedeki dinî gösterişle baş etmesi mümkün değildir. İkincisi, Selefîler Körfez’den gelen zekât veya iş dünyasından bağışlar sebebiyle eşi olmayan bir finansal güce sâhiptir. On yıllardır Suudî devletinin yardımı almaktadırlar. Başka hiçbir Müslüman grup, küresel ağdaki sivil toplum kuruluşları maarifetiyle oluşan Selefî hazînesi ile rekabet edemez. Üçüncüsü, Mekke ve Medine’deki üniver-siteler üzerindeki farklı Selefî hakimiyetleridir. Bu yüzden, İslâm’ın kutsal şe-hirlerinden gelen göz kamaştırıcı güce sâhip Selefî vâiz ve mühtedinin dâimi desteği arkalarındadır.

Türkiye, Endonezya, Nijerya veya Bangladeş’teki ana akım İslâm’ın yerel formlarının, Suudî Arabistan’dan salınan görüntüde gerçek ve zengin Suudî İslâm markasını gölgede bırakması mümkün değildir. Bu Selefî ideoloji ve onun yandaşları İslâm âlemine yayılmaktadır. Müslümanlar için Batı sekü-lerizmi karşısındaki en güçlü ve görünür alternatif bu Selefî ideolojidir. Mı-sır örneğinde olduğu gibi Arap hükûmetler, büyük bir gafletle, Müslüman Kardeşler’den İslâmcılar’a karşı Selefîler ile ittifak yapmaktadır. Bu politika, Mısır’daki yeni hükûmete, İslâmcıları hapsederek kısa vâdede bir güç takvi-yesi sağlamaktadır. Ama bu, uzun vâdede Selefîler’e kamuoyu zemini sağla-yarak belli bir nüfusun radikalleşme sonuçlarının yüksek maliyetine düşe-cektir.

İdeal olan hükûmetlerin, sivil toplumun ve medyatik isimlerin, ana akım İslam’ın halk nezdinde kabul bulan şekli olarak tasavvufî formları Endonezya, Bangladeş veya Fas’taki gibi desteklemesi ve teşvik etmesi gerekmektedir. Ancak bu köklü ve târihî İslâm tavrı, üniversite aktivistlerinin coşkunluğu

Page 84: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

82 | Ed Husain

karşısında fazlasıyla mistik, uzlaşmacı ve sessizdir. Bu bağlamda, kutsallık yüklenen isimlere, dua ve münacaatlara, mâneviyâta odaklanan mutasavvıf-lar genellikle, politize olmuş Selefîler’in ortaya koydukları devlet merkezli, zinde ve kendini yenileyen İslâm tavrının karşısına onlarınkine benzer şekil-de bir şeriat devleti oluşturacak siyasî bir çözüm ortaya koyamazlar.

Yaygın ve korkutucu canavarlıklarına rağmen, saldırgan siyâsî Selefîler’den oluşan IŞİD, şimdi vatandaşlarına güvenlik hizmeti verme, okulları açık tut-ma ve iş hayâtının devâmını sağlama, vergilerden ve petrol satışından gelir elde etme ve sınırlarını genişletme gibi devlet olma yolundaki becerileri-ni ortaya koymaktadır. Buradaki risk şudur ki, tüm dünyâdaki Müslümanlar, bunu uygun bir alternatif olarak görmeye başlayabilir. Bunun karşısına, al-ternatif seçenek ortaya konmalıdır.

Bu bağlamda Batı sekülerizmini tartışmak, bir başlangıç noktası değil-dir. Birçok Müslüman için, “sekülerizm” kavramı ateizm ve din karşıtlığı ile özdeşleşmiştir. Ama geçen kırk yıl içinde, önde gelen Müslüman kişiler ve kuruluşlar, modern dünya ile İslâmî bir siyâsal söylemi uzlaştırmanın mücâdelesini vermektedir. Siyâsî partiler, etraflarındaki realiteler evrildikçe değişirler. Örneğin 1993’te İngiliz İşçi Partisi sert bir sol söylemden, ‘üretim araçlarının ortak sâhipliği ve dağıtım ve dolaşım’ söylemi üzerinden merkeze doğru gelmiştir. İslâmcı siyasal hareketler de farklı değildir. İktidara gelme yönünde yıllarca mücâdele verip başarısız olduktan sonra, zeki ve yaratıcı İslâmcılar, ideolojinin ağırlığından kurtulmuş ve oy sandığında başarılı ol-manın yeni yollarını aramışlardır.

Hepsi Batı’ya karşı olmuşlardır. Sekülerist hükûmetlerinden nefret etmiş-lerdir. Ve yavaş ilerleyen bir süreçte ‘seküler’ değil de çoğulcu, demokratik ve geniş anlamda muhafazakâr bir siyâsî ortama gelmişlerdir. Artık yobaz bir şeriatı empoze etmek gibi bir dertleri yoktur ama şeriatın değerlerinin devlette görülmesini istemektedirler. Makasid el-Şeriat olarak bilinen yakla-şım, Selefîler’in dinî yaklaşımlarıyla rekabet edebilir. Makasid el-Şeriat, “şeri-atın hedefleri” olarak tercüme edilebilir. Toplumdaki güvenlik, entelektüel ve dinî özgürlük, mülkiyet hakları ve âilevî değerleri içermektedir. Bu değerlere sâhip olan bütün toplumlar İslâmî’dir. Bu açıdan bakıldığında modern Batı toplumlarının hepsi İslâmî’dir. Makasid el-Şeriat’ın taraftarları yavaş yavaş çoğalmaktadır.

Bu taraftarlar, yirmi yıl önce İslâmcı idi, ama bugün Müslüman demokrat-lar. Bu kişiler üzerine çalışmak o zamanlar çok zor ve masraflı idi. Güvenilir ve câzip olmak için Müslüman demokratların, sâdece teolojik anlamda güçlü olmak değil, aynı zamanda IŞİD’ten ve Selefîler’den daha çok güvenlik, refah

Page 85: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

İslâm Karşısında Sekülerizm: Müslüman Demokratlar ve Üçüncü Bir Yol | 83

ve fırsat sunmaları gerekir. Ancak, bu yeni Müslüman demokratları muhatap kabul etmek ve onları teşvik etmek, nüfusun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerde ve daha da önemlisi halk nazarında, Selefîlik ve sekü-lerizm arasında açılacak üçüncü bir yol için stratejik bir yatırım olacaktır. Bu entelektüel eğilimin en münbit örnekleri Türkiye’den Recep Tayyip Erdoğan ve onun AK Partisi ile Tunus’tan Raşid Gannuşi ve Ennahda Partisi’dir.

Türkiye’deki İslâmcılar kendilerini islâmcı değil de, merkez-sağ muhafazakâr olarak tanımlamaktadır. Serbest piyasayı savunurlar, NATO üyesidirler ve üyesidirler ve tutarlı biçimde AB üyeliğinin peşinde olmuş-lardır. Seküler bir hükûmet şekli ortaya koyan anlayışa öncülük etmişlerdir ama şeriatın anayasal anlamda uygulandığı sert yorumları empoze etmeden dindar bir yönetim ortaya koymuşlardır. Son on yılda kişi başına düşen millî gelir 2.000 ABD Doları’ndan 10.000 ABD Doları’na çıkmıştır.3 Türkiye, mü-kemmel olmaktan çok uzakta olsa da ve Kürt hakları ve basın özgürlüğü ko-nusunda sıkıntılar olsa da, Suudî Arabistan veya Mısır’daki Selefî güçlere kıyasla, Türk Müslüman demokratları bu konularda harekete geçirmekte ol-dukça iyi bir yerdedir.

Benzer şekilde, Tunus’ta serbest ve âdil seçimlerden sonra, birçok başarı-lı ismin önü açılmıştır. Gannuşi açıkça hem câmilerin hem de barların açık olması gerektiğini ve insanların bunlar arasında seçim yapmakta serbest bı-rakılması gerektiğini söylemektedir. Gannuşi ve diğerleri, halk nazarındaki dinî sorunlara karşı tarafsız olmaktan çok, din karşıtı Fransız sekülerizmini alenen reddederken, Müslüman demokratlar için muhtemel bir model olarak İngiliz ve Amerikan din anlayışını uygun bulmaktadırlar.4

Bu dönüşümler, cam fanus içinde olmamıştır. Tunuslu ve Türk Müslü-man demokratlar bunu yirmi senedir hem kamuoyunda hem de özel ortam-larda tartışmaktadır. Eğer politik şartlar ve inisiyatifler bir araya getirilirse, bu benzer kuruluşlar Müslüman Kardeşler’in ve Mısır, Suriye, Ürdün ve baş-ka yerlerdeki diğer İslâmcı grupların söylemlerini değiştirmekte yardımcı olabilirler.

Eğer bu Müslüman demokratlar desteklenirse ve başarıları arttırılırsa, Selefî liderlerin bu yönde değiştiklerini görebiliriz. Hükûmetle bağlantısı ol-mayan ve önemli bir Suudî Selefî lider olan Şeyh Salman el-Avda, Gannuşî’ye şimdiden destek vermektedir. Fikirler, coğrafyalar ve bireyler arasında do-laşmaktadır. Eğer Müslüman demokratlar yönetimde daha başarılı olur ve Batı’dan daha geniş bir kabul elde edebilirlerse, bu süreç hızlandırılabilir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik için Avrupa’dan gelecek daha büyük ve

Page 86: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

84 | Ed Husain

derin destek, Müslüman demokratlara Avrupa desteğinin gelmesinde daha güçlü bir yol oluşturacaktır.

Selefîlik ve sekülerizm arasında on yıllardır süre gelen mücadelenin ar-dından, modern İslam demokrasisinin yeni bir prototipi halkının çoğunluğu müslüman olan iki önemli ülkede ortaya çıkmıştır. Eğer bu târihî anın öne-mini iyi anlarsak, bu modeli diğer ülkelere yayma potansiyeli gerçeğe dö-nüşür. IŞİD bizi yolumuzdan döndürmeye çalışıyor ama biz dikkatimizi din, sekülerizm ve Türkiye ile Tunus’ta gelişmeye başlayan kamuoyuna vermeli-yiz. Eğer işler yolunda giderse, Batı’daki Müslüman vatandaşlar, Selefî veya İslamcılar’dan değil, Müslüman demokratlardan ilham alacaklardır.

Son Notlar1. Pew Research, [http://www. pewforum.org/2013/03/05/during-benedicts-papacy-

religious-observance-among-catholics-in-europe-remained-low-but-stable/].

2. J. Angelos, ‘What Integration Means For Germany’s Guest Workers’, Foreign Affa-irs içinde, 28 Ekim 2011, [http://www.foreignaffairs.com/features/letters-from/ what-integration-means-for-germanys-guest-workers].

3. Dünya Bankası, ‘Türkiye Raporu’, [http://www.worldbank.org/en/country/ turkey/over-view], accessed 19 Kasım 2014.

4. Dış İlişkiler Konseyi, ‘Raşid Gannuşi ile Görüşme’, 30 Mayıs 2013, [http://www.cfr.org/tunisia/conversation-rached-ghannouchi/ p30823].

Page 87: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

85

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikalarının Kuşatıcı ve Dışlayıcı

Kurumlar Çerçevesinde Analizi*

Cengizhan YıldırımYrd. Doç. Dr. | Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü

Öz

Daron Acemoğlu ve James Robinson, yazdıkları “Ulusların Düşüşü” adlı kitapta kalkınma iktisa-dının meşhur sorusu olan “neden bazı ülkeler zenginken bazıları fakir” sorusuna cevap ararken, zengin ve fakir toplumlarının tarihini uzun bir perspektife analiz ederler. Onlara göre tarihte-ki küçük kırılmalar bazı toplumların zengin, bazılarının zengin olmasıyla sonuçlanmıştır. Bazı toplumlar dışlayıcı kurumlar inşa ederken bazıları kuşatıcı kurumlar inşa etmiştir. Kuşatıcı ku-rumlar daha çok liberal, insan doğasına uygun ve serbest piyasa anlayışıyla uyumlu uygula-malarken, dışlayıcı kurumlar daha çok otoriter yönetim anlayışı temeline oturur. Bu teorinin ışığında Türkiye’de, aynı zamanda yeni devletin kuruluş yılları olarak adlandırılabilecek, 1923-1947 dönemi analiz edildiğinde inşa edilen kurumlar daha çok dışlayıcıdır. Çalışmanın bu tezini güçlendirmek için sözü geçen dönemde İzmir İktisat Kongresi, Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi, Toprak Mahsulleri Vergisi, %25 Kararı, 452 sayılı karar, Çiftçiyi Topraklandırma Kanu-nu gibi uygulamaların nasıl dışlayıcı kurumlar inşa ettiği ifade edilecektir. İzmir İktisat Kongre-si gibi oldukça “kuşatıcı” bir başlangıç, özellikle 1930’ların sonlarından itibaren yerini tamamen “dışlayıcı” uygulamalara bırakmıştır. Bu dönemde uygulanan politikalar yüzünden 1942 yılının başından itibaren ekmek karne ile dağıtılmaya başlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Kuşatıcı ve dışlayıcı kurumlar, Türkiye ekonomisi, iktisat politikası

Abstract

Daron Acemoglu and James Robinson make a long historical analysis of rich and poor co-untries in their book named “Why Nations Fail” when they are trying to answer the famous question of development economics which is “why are some countries rich and others poor”. Small fractures has ensued some countries rich and others poor in their history in which some countries have built inclusive institutions and others exclusive institutions. Inclusive institu-tions are liberal, suitable for human nature and compatible with free market, while exclusive institutions are on the foundation more authoritarian management style. When we apply this theory to the foundation years of Turkey between 1923 and 1947, we see that the institutions are mostly exclusive. We state that how institutions were established such as İzmir Economic Congress, National Protection Law, Property Tax, Agricultural Produce Tax, The Decision of 25%, The Taxation Of Grain Production to make stronger the argument of the study. İzmir Economic Congress is a quite inclusive beginning; however during the second half of 1930s and 1947, it was replaced with the exclusive institutions. Consequently, bread started to dist-ribute with tickets in 1942 due to the policies.

Key Words: inclusive and exclusive institutions, Turkish economy, economic policy

* Bu makale 2015 Liberal Düşünce Kongresinde sunulan bildirinin genişletilmiş halidir.

Page 88: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

86 | Cengizhan Yıldırım

1. Giriş

Acemoğlu ve Robinson’a göre dünyadaki gelir eşitsizliğini belirleyen en önemli unsur, ülkelerin inşa ettikleri siyasi ve iktisadi kurumların ne kadar kuşatıcı veya ne kadar dışlayıcı olduğuna bağlıdır. Mülkiyet haklarını gü-venceye alan, eşit rekabet şartları sağlayan ve yeni teknoloji ve becerilere yatırım yapmayı teşvik eden kurumlar kuşatıcı ekonomik kurumlardır. Bu kurumlar, ekonominin nasıl işlediğini belirtir, ekonominin önceden belirlen-miş kurallara işlemesini sağlar, ekonomik verimliliği, verimlilik artışını ve ekonomik refahı teşvik eder. Bunlar sağlayamayan ekonomik kurumlar, dış-layıcı ekonomik kurumlardır.

Kuşatıcı siyasi kurumlar ise siyasal gücü çoğulcu bir biçimde dağıtan; yasal çerçevede düzeni sağlayan, güvence altına alınmış mülkiyet haklarının temellerini atmak ve bir kuşatıcı piyasa ekonomisi oluşturmak için belirli öl-çüde bir siyasal merkeziyete ulaşmayı başaran siyasal kurumlardır. Dışlayıcı siyasal kurumlar, gücü dar bir elitin elinde yoğunlaştırır, bu gücün uygulan-ması konusunda çok az kısıtlama getirir, piyasalara giriş engelleri koyar ve yalnızca dar bir kesim faydalansın diye piyasaların işleyişine müdahale eder.

Ekonomik kurumlarla siyasi kurumlar arasında güçlü bir sinerji vardır. Gücü dar bir elitin elinde toplayan ve bu gücün kullanılması konusunda he-men hiç kısıtlama getirmeyen dışlayıcı siyasi kurumlar var olduğu zaman genellikle ekonomik kurumlar, bu elit tarafından toplumun geri kalanının kaynaklarının sömürülmesi için yapılandırılır. Dışlayıcı ekonomik kurumlar, varlıklarını sürdürebilmek için doğaları gereği dışlayıcı siyasal kurumlara bel bağlar ve varlığını ancak böyle sürdürür.

Acemoğlu ve Robinson, ülkeler arasındaki refah kaybını uzun bir tarihi analiz çerçevesinde analiz eder ve başlangıç noktasını Avrupa’daki Veba Sal-gınına kadar götürür. Salgınla Avrupa’da işgücü kıt hale gelmiş ve bu ta-rihten itibaren yaşanan küçük kırılmalar, zamanla ülkeler arasındaki refah farkının açılmasına yol açmıştır. Veba’dan sonra Avrupa’da kuşatıcı siyasi ve ekonomik kurumlar inşa edilirken, dünyanın geri kalanında bu mümkün ol-mamıştır.

Bu kitap okunurken Türkiye’nin özellikle 1930’lu yılların ikinci yarısın-dan itibaren uyguladığı iktisat politikaları akla gelmektedir. 1923 yılında İz-mir İktisat Kongresi gibi iyi bir başlangıç yapılmışken bu tarihten itibaren süratle dışlayıcı ekonomik kurumlar inşa edilmeye başlanmıştır. Sonuç ola-rak Türkiye, savaşa girmediği halde temel malların üretimi ve dağıtımında sıkıntı yaşamaya başlamıştır.

Page 89: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 87

Bu çalışmanın amacı, Acemoğlu ve Robinson’un teorisi ışığında Türkiye’de uygulanan iktisat politikalarının ne kadar dışlayıcı olduklarını ifade etmektir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan ekonomik zorlukların temel nedeni-nin savaştan çok uygulanan iktisat politikaları dışlayıcı olmasından kaynak-lanmaktadır. Bu iktisat politikalarını eleştiren çalışmalar olmasına rağmen konuyu bu perspektiften değerlendiren bir çalışma bulunmamaktadır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok az ülke gelişmiş ülkelere yakınsamış, ülkelerin çoğunluğu gelişmiş ülkelerle arasındaki fark açılmıştır. Bunlardan bir tanesi de Türkiye’dir. Ülke, potansiyeline rağmen refahını artıramamıştır. Hâlbuki yeni kurulan bir ülkenin kuşatıcı kurumlar inşa etmeye olanakları vardı.

Cumhuriyetin ilanından hemen önce İzmir’de bir iktisat kongresinin toplanması ve bu toplantıda her kesimden katılımcının ülkenin geleceğiy-le ilgili fikirlerini söylemesi güzel bir başlangıç olarak değerlendirilebilir; ancak oluşan bu ortam kısa sürede dağılmış ve Türkiye, 1930’lu yıllarda dev-letçi ve müdahaleci politikalara yönelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında uygulanan politikalarda ise bu devletçi ve müdahaleci politikalar daha da artmıştır. Serbest piyasa tamamen dışlanmış ve bütün kararlar merkezi hükümet tarafından alınmaya başlanmıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sı-rasında uygulanan iktisat politikaları, Acemoğlu ve Robinson’ın dışlayıcı ku-rumlar olarak ifade ettiği tanımlamayla örtüşmektedir.

Çalışmanın ilk bölümünde Acemoğlu ve Robinson’un kuşatıcı ve dışlayıcı ekonomik kurumları ifade edilmeye çalışılmış ve sunulan bazı örneklere bu tanımlamayı güçlendirmek için yer verilmiştir. İkinci bölümde kuşatıcı kurumlar noktasında iyi bir başlangıç olabilecek İzmir İktisat Kongresi anlatılmıştır.

Çalışmanın geri kalan bölümlerinde dışlayıcı ekonomik kurumlara örnek oluşturabilecek uygulamalar ele alınmıştır. Özellikle hükümete çok geniş müdahale olanakları veren Milli Korunma Kanunu güzel bir örnektir. Ayrıca Varlık Vergisi, %25 Kararı, 452 Sayılı Karar, Toprak Mahsulleri Vergisi ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunlarından da bahsedilmiştir. Yoğun müdahaleci anlayışın sonucu olarak İkinci Dünya Savaşı yıllarında ekmek karneyle dağı-tılmaya başlanmıştır.

2. Acemoğlu ve Robinson’un Kuşatıcı ve Dışlayıcı Kurumlar Tarifi

Acemoğlu ve Robinson dünyadaki eşitsizlikleri ve eşitsizliğin nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalıştıkları kitapta, toplumların uzun tarihleri boyunca

Page 90: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

88 | Cengizhan Yıldırım

inşa ettiği dışlayıcı (exclusive) ve kuşatıcı (inclusive) kurumların bu eşitsiz-liğe neden olduğunu söylerler. Kuşatıcı veya dışlayıcı kurumlar, hem siyasi hem de iktisadi alanlarda olabilir. Kitabın temel tezine göre kuşatıcı ekono-mik ve siyasi kurumlar ekonomik büyümeyi sağlar ve refahı artırırken, dış-layıcı kurumlar genellikle tam tersi sonuca yol açar (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 91).

Kuşatıcı ekonomik kurumlar, ekonominin nasıl işlediğini gösteren ku-rallardır (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 73); ekonomik etkinliği, verimlilik artışını ve ekonomik refahı teşvik ederler; mülkiyet hakları güvence altına alınmıştır; ekonomi önceden belirlenmiş kurallara göre işler (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 74). Başta hukuk sistemi olmak üzere bütün bunları, aynı zamanda ekonominin ihtiyaç duyduğu alt yapı hizmetlerini de sunan devlet sağlar (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 75-76). Dışlayıcı ekonomik kurumların olduğu ülkelerde bunların hiçbirisi yoktur.

Yazarların, bu söylediklerini daha somut hale getirmek için verdikleri ör-neklerden bir tanesi Kuzey ve Güney Kore’dir. Güney Kore’de devlet kuşatıcı ekonomik kurumların hemen hepsini sağlarken, Kuzey Kore’de özel mülkiyet yoktur. Eğitim büyük bir çoğunlukla rejimi meşrulaştırmak için yapılan bir propaganda faaliyetinden ibarettir. Zorunlu askerlik süresi 10 yıldır. Kitap sayısı çok azdır ve insanların kullanabileceği bilgisayar hiç yoktur (Acemoğ-lu ve Robinson, 2012: 74). Güneyde ise özel mülkiyet ve piyasa ekonomisi geçerlidir. Bir girişimci faaliyetinde başarılı olduğu taktirde yatırımlarının bütün karşılığını alabilir, hiçbir diktatör bunu engelleyemez ve bu değere el koyamaz (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 74-75).

Yeterince merkezileşmiş ve çoğulcu siyasal kurumlara kuşatıcı siyasal kurumlar, bu her iki özelliği de sağlamayan kurumlara da dışlayıcı siyasal kurumlar denir. “Ekonomik ve siyasal kurumlar arasında güçlü bir siner-ji vardır. Dışlayıcı siyasal kurumlar gücü dar bir elitin elinde toplar ve bu gücün kullanılması konusunda hemen hiç kısıtlama getirmez. Bu durumda genellikle ekonomik kurumlar, bu elit tarafından toplumun geri kalanının kaynaklarının sömürülmesi için yapılandırılır. Böylece dışlayıcı ekonomik kurumlar, doğal olarak dışlayıcı siyasal kurumlar meydana getirir. Aslına ba-kılırsa dışlayıcı ekonomik kurumlar, varlıklarını sürdürebilmek için doğaları gereği dışlayıcı siyasal kurumlara bel bağlar. Gücü geniş bir biçimde dağıtan kuşatıcı siyasal kurumlar ise çoğunluğun kaynaklarına el koyan, giriş engel-leri getiren ve yalnızca dar bir kesim faydalansın diye piyasaların işleyişine baskı yapan ekonomik kurumları tamamen ortadan kaldırma eğilimindedir” (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 81).

Page 91: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 89

Farklı tarih, farklı kültür ve farklı toplumsal yapıya sahip olmalarına rağmen Güney Kore ve ABD kuşatıcı ekonomik kurumlar inşa ettikleri için kalkınmış ülkelerdir. Bu iki ülkedeki gibi “kuşatıcı ekonomik kurumlar, bi-reylerin yetenek ve becerilerini en iyi şekilde kullanmaları ve istedikleri ter-cihleri yapabilmeleri için büyük halk kitlelerinin ekonomik etkinliğe katıl-masına olanak tanıyıp teşvik sağlayan kurumlardır. Kuşatıcı olabilmeleri için güvence altına alınmış özel mülkiyete, tarafsız bir hukuk sistemine ve herkesin mübadele ve sözleşme yapabileceği eşit şartlar sağlayan bir kamu otoritesine sahip olmalarıdır. Ayrıca yeni iş sahalarının açılmasına ve insan-ların kendi mesleklerini seçmelerine olanak tanınmalıdır” (Acemoğlu ve Ro-binson, 2012: 74-75).

Aceomoğlu ve Robinson neden toplumun yönetenlerin bir halkın refahı-nı değil de yoksulluğunu; yani dışlayıcı ekonomik kurumları tercih ettiğini Schumpeter’in “yaratıcı yıkım” teorisiyle açıklar: Ekonomik büyüme ve tek-nolojik gelişme, “eskiyi yeniyle değiştirir. Yeni oluşan sektörler, kaynakları eski sektörlerden kendilerine doğru çekerler. Yeni şirketler, eskilere göre daha çok üretim yapar. Yeni teknolojiler, mevcut becerileri ve makineleri işe yara-maz hale getirir. Ekonomik büyüme süreci ve dayandığı kuşatıcı kurumlar, siyasi arenada ve piyasada kazananlar olduğu kadar kaybedenler de oluştu-rur. Yaratıcı yıkıma duyulan korku, çoğunlukla kuşatıcı ekonomik ve siyasal kurumlara karşı çıkmanın temelini oluşturur (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 84)”. Örneğin Sanayi Devrimi toprağı zenginlik ölçütü olmaktan çıkardı. Bu yüzden aristokratlar ve zanaatkârlar, sanayileşmeye karşı çıktılar (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 85). Benzer bir tutum ABD’deki İç Savaş sırasında kuzey-güney arasında görüldü. Sanayileşen kuzey güneyi mağlup etti.

“Belli grupların başarı ve başarısızlıklarından bağımsız olarak, bu sözü edilenlerden [eskiye ve yeniye sahip çıkanların mücadelesi] çıkan ders çok açıktır: mevcut durumda güçlü olan gruplar çoğunlukla ekonomik gelişme-nin ve bunun sonucunda ortaya çıkacak olan refahın karşısındadırlar. Ekono-mik büyüme yalnızca daha fazla ve daha iyi makinelere, daha fazla ve daha iyi eğitime dayalı bir süreç değildir. Aynı zamanda geniş çaplı bir yaratıcı yıkı-mın eşlik ettiği dönüştürücü ve istikrarsızlaştırıcı bir süreçtir de. Bu nedenle ekonomik büyüme [ancak] ayrıcalıklarını yitireceklerini sezen ekonomik kay-bedenler ve siyasal güçlerinin azalacağından endişe eden siyasal kaybedenler tarafından engellenmezse gerçekleşebilir” (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 86).

Bu durumda çatışma kaçınılmaz olur. “Kısıtlı kaynaklar, gelir ve güç üzeri-ne çatışma; ekonomik faaliyetler ve bu faaliyetlerden kimlerin fayda sağlaya-cağının belirleyen oyunun kuralları ve ekonomik kurumlar üzerine çatışmaya

Page 92: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

90 | Cengizhan Yıldırım

dönüşür. Bir çatışmada tarafların tümünün istekleri aynı anda karşılanamaz. Bazıları yenilir ve engellenirken, diğerleri kazandığı ülkenin rotası üzerinde çok büyük bir güce kavuşur. Büyümeye karşı olan gruplar kazanırsa ekono-mik büyümeyi engelleyebilirler ve bu durumda ekonomi bir durgunluğun içerisine girer” (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 86).

Eski durumun egemenleri çoğunlukla bu durumdan çıkar sağladığından kuşatıcı kurumların karşısına dikilecektir. “Güçlülerin ekonomik başarıyı artıran ekonomik kurumlar tesis etmeyi istemeyebilmelerinin ardında yatan aynı mantık, siyasal tercihlerde de kendini gösterir. Mutlakiyetçi bir rejimde bazı seçkinler, tercih ettikleri ekonomik kurumları tesis etmek için tahak-küm kurabilirler. Acaba siyasal kurumları daha çoğulcu yapacak değişiklikler yapmak ilgilerini çeker miydi? Genellikle hayır; çünkü yeni durum yalnızca siyasal güçlerini azaltıp istedikleri ekonomik kurumları yapılandırmalarını zor hale getirmez, belki de imkansız yapar. İşte yine çıkar çatışmasına sebep olan bir durum ile kaynakla karşı karşıyayız. Dışlayıcı ekonomik kurumlar-dan zarar gören insanlar, mutlakiyetçi yöneticilerin kendi rızalarıyla siyasal kurumları değiştirip gücü toplumda yeniden dağıtmalarını bekleyemezler. Bu siyasal kurumları değiştirmenin tek yolu, elit kesimleri daha katılımcı kurumlar oluşturmaya zorlamaktır” (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 86-87).

Dışlayıcı ekonomik kurumlar çoğunlukla doğrudan ekonomik durgunluğa ve yoksulluğa yol açacaktır; ancak bu durumun Sovyetler Birliği ve Karayip Adaları gibi geçici istisnaları olabilir; ancak dışlayıcı kurumlara dayalı bü-yüme, sürdürülebilir değildir; çünkü büyümenin sürdürülebilir olması için ülkenin yeniliğe açık olması ve yeniliği teşvik etmesi gerekir ki, bunlar dış-layıcı ekonomik kurumlarda meydana gelmez (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 91-95).

14. yüzyılın ortasında meydana gelen Veba Salgını’nın Avrupa’da köylüyü kıt bir faktör haline getirmesi, ücretleri yükselme eğilimine soktu. Dışlayıcı kurumlar, ücretleri dondurarak Veba’dan önceki düzenlerine dönebilmek için çaba gösterdiler (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 98-99). Ancak Batı Avrupa es-kiye dönemezken vebanın daha az etkilediği Doğu Avrupa eskiye dönebildi. Sonuç olarak 1346’da Batı Avrupa ile Doğu Avrupa arasında siyasal ve ekono-mik bir farklılık yokken, 1600’e gelindiğinde ayrı dünyalara dönüşmüşlerdi (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 101) Veba, İngiltere’de kuşatıcı kurumların ortaya çıkmasına neden olurken, Doğu Avrupa’da ikinci serfliğin ortaya çık-masını engelleyememiştir (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 101).

Sanayi Devrimi’nin gerçekleştiği yer olarak ve 17. Asrın başından itibaren hızlı yükselişi sayesinde dışlayıcı ve kuşatıcı kurumlar analizinde İngiltere’nin

Page 93: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 91

özel bir yeri vardır. İngiltere’de kuşatıcı kurumların ortaya çıkmasında iki olay etkili olmuştur: 1642-1651 yıllarındaki iç savaş ve 1688’deki Muhteşem Devrim (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 102). “Muhteşem Devrim, kralın ve et-rafındaki insanların gücünü kısıtlamış ve parlamentoyu ekonomik kurumları belirleyecek güçle donatmıştır. Aynı zamanda siyasal sistemi, tabana yayarak bu tabanın devletin işlevleri üzerinde kayda değer bir etkiye sahip olmalarını sağlamıştır. Muhteşem Devrim, çoğulcu bir toplumun temellerini oluştur-muş ve siyasi merkezileşmeyi hızlandırmıştır. [Veba] dünyanın ilk kuşatıcı siyasal kurumlar dizisinin ortaya çıkmasını sağlamıştır” (Acemoğlu ve Ro-binson, 2012: 102).

İngiltere’de kuşatıcı siyasal kurumlar inşa edildikten sonra kuşatıcı ekonomik kurumlar tesis edildi. “17. Yüzyılın başında İngiltere’de ne kölelik ve de Feodal Ortaçağ’ın serflik sistemi gibi sert ekonomik kısıtlamalar vardı. Buna rağmen insanların girişebileceği ekonomik faaliyetler üzerindeki kısıt-lamalar halen bulunaktaydı. Hem iç hem dış ekonomik faaliyetler, tekellerin kontrolündeydi. Devlet keyfi vergilendirme uyguluyordu ve yargı sistemi ül-keyi yönetenlerin çıkarları için yönlendiriliyordu. Birçoğu toprak üzerinde ol-mak üzere eskinin, mülkiyet hakkı ihlalleri vardı. Bu ihlaller toprak satmayı imkansız hale getiriyordu ve yatırım yapmak riskliydi” (Acemoğlu ve Robin-son, 2012: 102).

“Bu düzen Muhteşem Devrim’den sonra değişti. Yöneticiler, yatırım, tica-ret ve yenilik için teşvikler sunan bir dizi ekonomik kurumu hayata geçirdi. Bu durum, fikri mülkiyet haklarını kararlılıkla hayata geçirdi ve böylece ye-nilikler için büyük bir itici güç oluştu. Asayiş sağlandı. İngiliz kanunlarının tüm vatandaşlar için geçerli olması, tarihsel olarak benzeri görülmemiş bir olaydır. Keyfi vergilendirilmeye son verildi ve tekeller neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldı. İngiliz devleti ticari faaliyetleri güçlü şekilde destekledi ve yalnızca sanayi faaliyetlerinin önündeki engelleri kaldırmakla kalmayıp İngiliz donanmasının tüm gücünü ticari çıkarların korunması için seferber ederek yerli sanayiyi geliştirmeye çalıştı. Mülkiyet haklarının sağlam bir te-mele oturtulmasıyla sonraları sanayinin büyümesinde hayati öneme sahip olduğu ortaya çıkacak olan yollar, kanallar ve demiryollarıyla alt yapı tesis edildi” (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 102-103).

Bu temeller Sanayi Devriminin yolunu açtı. Muhteşem Devrim’den sade-ce birkaç on yıl sonra Sanayi Devriminin İngiltere’de gerçekleşmesi tesadüf değildir (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 103). James Watt gibi büyük mucit-ler, icatlarından kazanç sağlamaları konusunda önlerinde hiçbir engel olma-dığından emindiler ve bu icatların ne gibi sonuçları olacağı konusunda da

Page 94: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

92 | Cengizhan Yıldırım

parlamentoyu etkilemeyi başardılar (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 103-104). Mutlakiyetçi rejimlerde özellikle yaratıcı yıkım korkusundan dolayı bu pek mümkün olmayabilirdi. Örneğin James Watt, bu icadını dışlayıcı kurumların olduğu bir ülkede gerçekleştirseydi, işsizlik artar diye icadına tepki gösteri-lebilirdi.

Ekonomik ve siyasal kurumların gelişmesinde kritik kırılma noktaları var-dır. Bu kırılma noktalar, kuşatıcı ekonomik kurumlar da inşa edebilir, dış-layıcı ekonomik kurumlar da. (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 106-107). Kü-çük gibi görünen kırılmalar birikerek uzunda dönemde ülkeler arasında çok büyük gelir farklılıklarının doğmasına neden olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çok az ülke kuşatıcı ekonomik kurumlar inşa etme yoluna gitti. Güç, daha çok belli elitlerde toplandı, teşvikler azal-tıldı (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 112-113). Buna bağlı olarak çok az ülke sürdürülebilir bir büyümenin temellerini attı.

Çinlilerin denizcilik tarihi Avrupa’dan daha eskilere gider; ancak 14. asrın sonları ve 15. asrın başlarında Ming imparatorları artan uluslararası ticare-tin getireceği yaratıcı yıkımdan korktukları için çok yanlış bir zamanda bu ticaretten vazgeçtiler (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 117-118). Sonuç olarak Amerika Kıtasını Avrupalılar buldu ve tarih bambaşka bir yere yöneldi.

Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi ülkeler dışlayıcı ekonomik ve si-yasal kurumlara dayalı olarak büyüyebilirler; ancak bu durum sürdürülebilir olmaz; çünkü ekonomik teşvikler yoktur ve yaratıcı yıkımın siyasal sonuç-larından korkulur (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 128). İktisadi büyümenin esas belirleyicisi yeniliktir. Dışlayıcı ekonomik kurumların olduğu ülkelerde, bir insanı zorla çalıştırabilirsiniz; ancak kafasına silah dayayarak yenilik yapmasını sağlayamazsınız (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 131-132).

Teknolojik yenilikler, toplumları daha müreffeh bir yaşama sokabilirler; ancak belirli insanların ekonomik ayrıcalıklarına ve siyasal güçlerinin de yok olmasına neden olabilirler (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 183). Bu yüzden re-jimler yeniliklere karşı çıkabilirler. Osmanlı’da matbaaya karşı çıkılmasının bir nedeni de budur.

“Sanayi Devrimi, emsalsiz kuşatıcı ekonomik kurumlara nedeniyle İngiltere’de başladı ve en büyük adımlarını orada attı. Bu kurumlar, Muhte-şem Devrim’le ortaya çıkan kuşatıcı siyasal kurumların attığı temeller üzeri-ne inşa edilmişlerdi. Mülkiyet haklarını güçlendiren ve akılcı hale getiren, fi-nans piyasalarını geliştiren, dış ticaretteki devlet destekli tekelleri zayıflatan ve sanayinin ilerlemesinin önündeki engelleri kaldıran Muhteşem Devrim’di.

Page 95: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 93

Siyasal sistemi herkese açan ve toplumun ihtiyaç ve isteklerine duyarlı hale getiren de Muhteşem Devrim’di. Bu kuşatıcı ekonomik kurumlar James Watt gibi yetenekli, vizyon sahibi kişilere becerilerini ve fikirlerini geliştirmeleri için fırsat ve teşvik sunmakla kalmadı, diğer yandan sistemi hem onların hem de ülkenin yararlanabileceği biçimde değiştirdiler. Gücün doğası gere-ği, bu adamlar da bir kez başarıya ulaştıklarında diğerlerininki gibi dürtüle-re kapıldılar. Başkalarının kendi iş alanlarına girip onlarla rekabet etmesini engellemek istediler. Nasıl kendileri daha önce başkalarını iflas ettirdilerse, yaratıcı yıkım sürecinin onların da işlerini kaybetmelerine yol açmasından korktular. Fakat 1688’den sonra artık bunu becermek daha zordu. 1775’te Ric-hard Arkwright, hızla gelişen pamuk eğirme sanayinde kendisine tekel hakkı sağlayacağını umut ederek herkesi kapsayan bir patent çıkarma girişiminde bulundu; fakat mahkemelerin bu patenti yürürlüğe koymasını sağlayamadı” (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 208).

Coğrafi keşifler, İngiltere’yi kuşatıcı ekonomik kurumlar sayesinde Sana-yi Devrimine götürürken İspanya bambaşka bir yere yöneldi (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 222). Amerika Kıtasının çok daha zenginlik içerin güney ke-simini el geçiren İspanyollar tonlarca altını ve gümüşü kendi ülkelerine ta-şıdılar; ancak bu üstünlükleri sadece yüzyıl kadar sürdü; çünkü kuşatıcı eko-nomik kurumlar geliştiremediler. Yeni Dünya’nın nispeten daha az zenginlik barındıran Kuzeyine hakim olan İngilizler açısından Coğrafi Keşifler, Sanayi Devriminin önünü açtı ve bu ülkenin zenginliği çok daha kalıcı oldu.

Kuşatıcı ekonomik kurumlar, dışlayıcı ekonomik kurumlara göre daha eşit bir gelir dağılımına yol açarlar (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 314); çünkü dışlayıcı ekonomik kurumların olduğu ülkelerde zenginlik ve diğer tüm fa-aliyetler bir azınlığın elindedir. Diğer kesimlerin bunlardan faydalanmasına izin verilmez. Örneğin Türkiye ekonomisini dışa açtıktan sonra gelir dağılımı düzelmiştir. Nispeten serbest piyasanın daha iyi inşa edildiği 2000’li yılların başından itibaren gelir dağılımı daha da düzelmiş ve yoksulluk oranları azal-mıştır.

Sahra Altı Afrika’sında tarımın geri olmasının nedeni dışlayıcı ekonomik kurumlardır (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 339). Sierra Leone örneğinde ol-duğu gibi ülkelerin iflas etmesinin asıl nedeni coğrafya ya da kültür değil, güç ve zenginliğin devleti idare edenlerin ellerinde yoğunlaşarak karışıklığa, çatışmaya ve iç savaşa neden olmasıdır. İlave olarak, en temel yatırımları bile yapmayarak devletlerin iflas etmelerine neden olurlar (Acemoğlu ve Robin-son, 2012: 376).

Page 96: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

94 | Cengizhan Yıldırım

Zimbabve, Sierra Leone, Kolombiya, Arjantin, Kuzey Kore, Özbekistan ve Mısır gibi ülkeler çok farklı kültürlere sahip olmasına ve çok farklı coğrafya-larda bulunmasına rağmen hepsi geri kalmış ülkelerdir. Hepsinin ortak özel-liği dışlayıcı kurumlardır (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 398).

“Teorimizin odak noktası, kuşatıcı ekonomik ve siyasi kurumlar ile refah arasındaki bağlantıdır. Mülkiyet haklarını güçlendiren, eşit rekabet şartla-rı sağlayan ve yeni teknoloji ve becerilere yatırım yapmayı teşvik eden ku-şatıcı ekonomik kurumlar; çoğunluğun kaynaklarının azınlık tarafından sö-mürülmesi amacıyla yapılandırılan ve mülkiyet haklarının korumayı ya da ekonomik faaliyet için teşvik sağlamayı başaramayan dışlayıcı ekonomik ku-rumlardan ekonomik büyüme konusunda daha elverişlidir. Kuşatıcı ekono-mik kurumlar, kuşatıcı siyasal kurumlara (siyasal gücü çoğulcu bir biçimde dağıtan; yasa ve düzeni sağlamak, güvence altına alınmış mülkiyet haklarının temelini oluşturmak ve bir kuşatıcı piyasa ekonomisi oluşturmak için belirli ölçüde bir siyasal merkeziyete ulaşmayı başaran siyasal kurumlara) destek olur ve ondan destek alırlar. Aynı şekilde dışlayıcı ekonomik kurumlar ile ik-tidarın bir azınlığın elinde toplandığı dışlayıcı siyasal kurumlar arasında da sinerjiye dayalı bir bağ vardır. Bu azınlık, kendi çıkarlarını korumak için dış-layıcı ekonomik kurumlar geliştirirler ve kaynakları politik gücü belli ellerde toplamak için kullanırlar” (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 429-430).

Dışlayıcı ekonomik ve siyasal kurumlar arasındaki sinerji bir kısır döngü meydana getirir ve dışlayıcı kurumlar bir kez bu döngüdeki yerlerini aldık-larında kalıcı olma eğilimi gösterirler. Benzer şekilde kuşatıcı ekonomik ve siyasal kurumlar arasında da bir sinerji vardır (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 430-431).

Yazarlar böylece “neden bazı ülkeler zengin, bazıları fakir” sorusuna bir cevap bulurlar: Bazı ülkelerin ekonomik olarak daha başarılı olmalarının ne-deni, dışlayıcı kurumlardan kuşatıcı kurumları oluşturmalarıdır (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 431).

3. İyi Bir Başlangıç: İzmir İktisat Kongresi

İzmir İktisat Kongresi 12 Şubat-4 Mart tarihleri arasında henüz daha cum-huriyet ilan edilmeden bağımsızlık savaşından yeni çıkmış bir ülkenin ik-tisat politikalarını tartışmak üzere sanayiciler, tüccarlar, işçiler ve çiftçile-rin bir araya geldikleri toplantının adıdır. Toplantının ana gündemi Kurtuluş Savaşı’ndan sonra iktisadi bağımsızlığın da sağlanmasıdır. Mustafa Kemal açılış konuşmasında Türkiye’de nüfusun yetersizliği, işgücü eksikliğinin ser-

Page 97: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 95

maye yoğun üretimle giderilmesi konularına değindikten sonra bağımsız ekonominin önemini şu sözlerle vurgulamıştır:

İktisadiyat demek her şey demektir. Yeni hükümetimizin bütün programlan iktisat programın-dan çıkmalıdır. Hepimizin arzusu şudur ki memleketimize zenginler memleketi, çalışkanlar di-yarı denilsin. Siyasi, askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun iktisadi muzafferiyetle tetviç edilmezse [taçlandırılmazsa] husule gelen zaferler payidar [kalıcı] olamaz. Yeni Türki-ye’mizin layık olduğu mertebeye isâl [ulaştırmak] için behemehâl iktisadiyatımıza birinci dere-cede ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz (Aktaran: Koç, 2000: 150).

Kongreye katılan bütün gruplar isteklerini belirtmişlerdir. En hazırlıklı grup olarak tüccarlar; ticaret ana bankasının kurulmasını, kambiyo ve borsa işlemlerinin düzenlenmesini, cuma günlerinin resmi tatil olmasını, tekelle-rin kaldırılmasını, ticaret odalarının düzenlenmesini, iktisat eğitimine önem verilmesini, ticari işlemlerin kolaylaştırmasını ve yabancı sermayeye ayrıca-lık tanınmamasını istediler (Kepenek, 2012: 32-33).

Çiftçiler; Âşar Vergisinin kaldırılmasını, reji idaresinin kaldırılmasını, ta-rımsal kredi olanaklarının artırılmasını ve güvenlik sorununun çözülmesini istediler. Ayrıca ulaşım, ormancılık, tarımsal makine ve araçları ve eğitim ko-nularında da taleplerde bulundular (Kepenek, 2012: 33). Sanayi gurubu; güm-rükler yoluyla dış rekabetten korunmayı, bazı konularda vergi bağışıklığının sağlanmasını, Sanayi Teşvik Yasası’nın yeniden düzenlenmesini, bir sanayi bankasının kurulmasını, sanayi eğitiminin artırılmasını ve sanayi odalarının yeniden düzenlenmesini talep ettiler (Kepenek, 2012: 33). İşçi gurubu; amele yerine işçi kelimesinin kullanılmasını, grev yapma ve sendika kurma hak-kı, asgari ücret, günlük çalışmanın en fazla 8 saat olması, ücretli izin hakkı, sosyal güvencenin sağlanması, hastalık, doğum ve evlenme yardımı, iş gü-venliği, yeni açılacak yerlerde sadece Türklerin çalıştırılması gibi konularda isteklerini belirttiler (Kepenek, 2012: 33).

Yeni Ülke’nin kapitülasyonlar, iktisadi faaliyetlerinin çoğunluğunun azın-lıkların elinde olması ve yabancı sermaye ile ilişkiler olmak üzere üç genel “sorunu” da İzmir İktisat Kongresi’nde tartışılmıştır (Azınlıkların yabancı sermaye ile ortak hareket ettiği düşünülüyordu). Mustafa Kemal açılış ko-nuşmasında bu konuyu değinmiştir: “Bir devlet ki tebaasına koyduğu vergiyi ecnebilere [yabancılara] koyamaz; bir devlet ki gümrükleri için resim mua-melesi ve saire tanzimi hakkından men edilir, bir devlet ki ecnebiler üzerinde hakk-ı kazasını tatbikten mahrumdur, o devlete müstakil [bağımsız] denile-mez… Osmanlı ülkesi ecnebilerin müstemlekesinden [sömürgesinden] başka bir şey değildi” (Aktaran; Tezel, 2002: 149).

Bununla beraber, yeni oluşan devletin siyasal bağımsızlığına aykırı amaç gütmemek ve faaliyetlerde bulunmamak şartıyla yabancı sermaye ile işbirli-

Page 98: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

96 | Cengizhan Yıldırım

ği yapılacağı konusu da yine açılış konuşmasında Mustafa Kemal tarafından belirtilmiş; ancak belli sektörlerde yabancı sermayenin payına bir üst limit getirilmiştir (Tezel, 2002: 149-152). Yani bir taraftan ülkenin durumu gereği yabancı sermaye ile ilişkiler düzgün tutulmaya çalışılırken bir taraftan da yabancı sermayeye güven duyulmamaktadır.

Kemalist yönetici kadro, İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nce alınan kararları, işçilerle ilgili olanlar dışında, dikkatle uygulamaya çalıştı. Mustafa Kemal’in 1923 Nisan’ında yaptığı, Halk Fırkası’nın ana ilkeleriyle ilgili açıklamasının iktisadi bölümü Kongre kararlarının bir özeti gibiy-di. 1920’lerdeki hükümet programlarının iktisadi bölümleri de geniş ölçüde Kongre kararlarına dayandırıldı. 1920’lerdeki belli başlı iktisat politikası uygulamaları için de aynı şey söylenebilir. 1925 yılında [Â]şar’ın kaldırılması, 1926 yılında, İsviçre Medeni Kanunu’nun kabul edilmesiyle, taşınmaz mallar hakkında son derece az sınırlanmış bir özel mülkiyet hukukunun getirilmesi, ticaret kredisinin sağlanması için 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası’nın kurulması, 1927 yılında yeni bir Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun çıkarılması, 1923 Kongresi’nde alınan kararların uy-gulanmaya konulmasının önemli örnekleridir. İşçilerle ilgili kongre kararlarına gelince, hükümet bunları uygulamamakla kalmamış, bu konuda ters yönce bir politika izlemiştir ki, 1930’larda sendika kurma ve grev yapma haklarının yasaklanması, bunun en çarpıcı göstergelerinden biridir (Tezel, 2002: 152).

4. Milli Korunma Kanunu

İzmir İktisat Kongresi’ndeki tablo, Büyük Buhran’ın da etkisiyle devletçi po-litikaların uygulanmaya başlandığı 1930’lu yıllarda süratle dağılmıştır. Ülke savaşa girmemesine rağmen yanlış uygulamalar, bazı ithal malları sağlama-nın zorluğu ve 1 milyondan fazla insanın askere alınması gibi unsurlar eko-nominin arz cephesinin tamamen bozmuştur. Kısmi seferberlik hali üretim darboğazlarına yol açmış, temel tüketim mallarının temininde sıkıntılar orta-ya çıkmış, 1939 Eylül’den itibaren fiyatlar hızla yükselmeye başlamış ve ka-raborsacılık yaygınlaşmıştır (Metintaş ve Kayıran, 2008: 163-164). Bu zorluk-ların üstesinden gelebilmek için yürürlüğe konan uygulamalardan bir tanesi de Milli Korunma Kanunu’dur (MKK). Hükümete savaşa girmeden savaş uy-gulaması imkanı sağlayan bu kanun, değişiklikler yapılmasına rağmen 1960 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.

MKK, 3780 kanun numarasıyla 18 Ocak 1940 tarihinde çıkarılan ve hü-kümete iktisadi alanda neredeyse sınırısz yetkiler veren bir kanundur. Ge-nel veya kısmi seferberlik, devletin bir savaşa girmesi ihtimali ve Türkiye Cumhuriyetini de alakalandıran yabancı devletler arasındaki savaş hali du-rumlarında “Devletin bünyesini İktisat ve Milli müdafaa bakımından takviye maksadıyla İcra Vekilleri Heyetince, bu kanunda gösterilen şekil ve şartlar

Page 99: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 97

dairesinde vazife ve salahiyetler [yetkiler] verilmiştir”.1 Kanun, aynı yıl 19 Şubat’ta İkinci Dünya Savaşı bahane gösterilerek uygulanmaya başlanmıştır.

Üzerinde “iyi düşünülmüş” bir metin olan MKK, bakanlar kuruluna nere-deyse sınırsız yetkiler sağlar. Hükümetin müdahale edebileceği tüm alanlar ve tüm müdahale şekilleri yasa metninde görülebilir. MKK’nın dikkat çeken maddeleri şunlardır. Hükümet, gereken miktarda üretim yapmaları için sana-yi ve maden şirketleri ile küçük zenaat kooperatiflerini kontrol ederek, bun-ları istediği gibi yönlendirebilir (m. 7). “Hükümet, sanayi ve maadin mües-seselerinden ve küçük sanat kooperatiflerinden istihsal programları ve diğer lüzumlu malümatı istemek yahut bu müessese ve kooperatiflere doğrudan doğruya bu yolda program vermek salahiyetini haizdir” (m.8). “Vatandaşlara ücretli iş mükellefiyeti tahmil edilebilir” (m. 9). “Hükümetçe tayin edilecek diğer iş yerlerinde çalışan işçiler, teknisyenler, mühendisler, ihtisas sahipleri ve sair hizmetliler çalıştıkları müesseseyi veya iş yerlerini, kabule şayan bir mazeret olmaksızın, terk edemezler” (m. 10). “Hükümet, sanayi ve maadin müesseselerinin mamullerini ve istihsallerini [üretimlerini] normal maliyet-lerine yüzde muayyen [oran] bir kâr ilavesi ile satın alabilir” (m. 11). “Hükü-met, halkın ve Milli Müdafaanın ihtiyacı olan her nevi madde ve yardımcı malzemeyi değer fiyatının tediyesi mukabilinde el koyarak almağa […] sala-hiyetlidir” (m. 14). Hükümet madenleri kendisi işleyebilir (m. 16). “Hükümet, sahiplerine kati lüzumu olmayan makine, alet, edevat ve tesisatı vesair her nevi istihsal [üretim] vasıtalarını sahiplerinin işlerini sekteye uğratmamak şartıyla ihtiyacı olan müesseselere vermek üzere değer pahası mukabilinde satın alabilir” (m. 17). “Hükümet un fabrikalarına ve değirmenlerine ve diğer sanayi ve maadin müesseselerine el koyarak işletebilir” (m. 18). “Hükümet, bilumum ticarethane ve müesseselerin açık bulundurulacağı günleri ve as-gari iş saatlerini tespit etmeğe salahiyetlidir. Tespit edilmiş olan günlerde ve asgari iş saati müddetince bu ticarethane ve müesseselerin açık bulundu-rulması mecburidir” (m. 19). “Hükümet, mali müesseselerin açtıkları ticari kredileri murakabe [denetleme], tahdit [sınırlama], takyit [kısıtlama] veya me-nedebilir” (m. 24).

Bütün bunlarla beraber en dikkat çekici maddelerden bir tanesi 21. mad-dedir: “Hükümet lüzum gördüğü maddelerin alım ve satımını, her ne suretle olursa olsun başkasına devrini, imalini [üretimini], istihlakini [tüketimini], istimalini [kullanımını] ve naklini menedebilir. Bu maddelerin ne şekil ve suretle, nerelerde, hangi şartlar altında ve ne miktarda alınıp satılacağını,

1 Düstur, Milli Korunma Kanunu, 26.1.1940, Tertip: 3, C. 21, S. 274.

Page 100: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

98 | Cengizhan Yıldırım

devir, imal, istihlak, istimal ve nakledileceğini tanzim ve tahdit edebilir veya vesikaya bağlayabilir”.

Hükümet MKK’na dayanarak ilk el koyma işlemini 14 Şubat 1941 tari-hinde gerçekleştirmiştir. Çıkarılan kararname ile çiftçilerin geçimlik, yemlik ve tohumluk için ayrılan kısımlar hariç hububatlarını belirlenen fiyatlarla Toprak Mahsulleri Ofisine satmaları şart koşulmuştur. Aynı yıl 18 Haziran’da çıkarılan kararname ile el konulacak ürün sayısı artırılmış ve kararnamenin uygulama alanı 17 ilden 39 ile çıkarılmıştır. 1942 yılında ise uygulama tüm illere yayılmıştır (Şener, 80: 1980).

Bu uygulamadan en fazla zararı küçük ve orta ölçekli üreticiler görmüş-tür. Memurlarla ve jandarmalarla zaten ilişkileri “iyi” olan zengin çiftçiler, devletten ürün kaçırmışlar, daha sonra kaçırdıkları bu ürünü karaborsada satarak bu uygulamadan oldukça karlı çıkmışlardır (Şener, 80: 1980). Aynı zamanda bu kanunun uygulanması için alınan polisiye tedbirler, haksızlığa neden olmuştur (Öztürk, 2013: 143).

Tarımsal alanda görülen bu müdahalelere ilave olarak MKK ile tarım iş-lerinde çalışan kişilere, kendi işlerini aksatmamak ve ücretleri ödenmek ko-şuluyla, yaşadıkların yerin 15 km çapındaki alanda devlet veya şahıslara ait işletmelerde çalışma zorunluluğu getirilmiştir. Hafta tatilleri iptal edilmiş ve fazla mesai yapma zorunluluğu getirilmiştir. Kadınlar ve küçük çocuklar ağır sanayi işlerinde çalıştırılmıştır. Yasa zamanla genişletilerek köprü ve madenlerde de çalışma zorunluluğu getirilmiştir (Dokuyan, 2013: 195-196).

Kanunda para cezası, hapis ve tüm mal varlığını el koyma şeklinde bu kanuna uymayan kişi ve kurumlara uygulanacak cezalar da belirtilmiştir (m. 53). “1942 yılının Mart ayında, Antalyalı iki esnaf, fırınlarından çıkan ekmeği, aynı gün taze olarak sattıkları için Milli Korunma Kanunu’nun 21’inci Mad-desine aykırı hareket ettiklerinden suçlu bulunmuşlar ve para ve mallarına el konulma cezalarıyla karşı karşıya kalmışlardır” (Öztürk, 2013: 143).

MKK, ticaret alanında da uygulanmıştır. Zaten 1930’ların sonuna doğ-ru hem Refik Saydam hem de İsmet İnönü’nün tüccarları hedef alan konuş-maları olmuş, bu tehditler 1940’lı yıllarda da devam etmiştir (Tezel, 2002: 260-261). MKK’nun çıktığı yıl hükümet ithalat ve ihracatçıların tamamını denetlemeye ve dış ticaretin önemli bir kısmını kamu kuruluşları aracılığıy-la yapmaya başlamıştır. 1941 yılında dış ticarette ana kamu kurumu olması amacıyla Ticaret Bakanlığına bağlı olarak İaşe Teşkilatı Ticaret Ofisi ve ağır-lığı hissedilen petrol sorunuyla ve akaryakıt ve madeni yağların ithalatı ve

Page 101: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 99

dağıtımıyla ilgili olarak da Petrol Ofisi kurulmuştur (Metintaş ve Kayran, 2008: 169).

5. Varlık Vergisi

Varlık Vergisi, 11 Kasım 1942 tarihinde 4305 sayılı kanun ile yürürlüğe gir-miştir. Kanunun amacı savaştan zengin olanların edindikleri malları vergi-lendirmektir. Bu kanunun hedefindeki kesim daha çok Gayri Müslimler ol-muştur. Yıl boyunca basında çıkan haberlerle kamuoyunda bu kanunun alt yapısı hazırlanmıştır. Ahmet Emin Yalman’ın Vatan’da yazdığı yazılar bu ma-nada çok anlamlıdır (İnci, 2012: 278). 1942 senesi yaz ayları boyunca İstanbul gazetelerinde, Gayri Müslimleri genellikle hırsızlık, karaborsacılık, soygun-culuk, vurgunculuk ve stok yapma ile ilişkilendiren haberler önce çıkmıştır (Aktar, 2012:143).

Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü, serbest piyasaya karşı olmasıyla tanınan bir siyasetçidir. Varlık Vergisi çıkmadan hemen önce 1 Kasım 1942 tarihinde meclisin açılışında yaptığı konuşması sert tavrını açıkça göster-mektedir (Aktaran; Öztürk, 2013: 146): “Bulanık zamanı bir daha ele geçmez fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz hava-yı bir ticaret eşyası yapmaya yeltenen gözü dönmüş vurguncu tüccar ve bü-tün sıkıntıları politik ihtirasları için fırsat sayan ve de hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir surette kundak koymaya çalışmaktadır. Üç beş yüzü geç-meyen bu insanların vatana karşı aşikâr olan zararlarını gidermenin yolu el-bette vardır. Ticaretin ve ekonomik çalışmaların serbestliğini bahane ederek milleti soymak hakkını hiç kimseye hiçbir topluluğa tanımamalıyız”.

Varlık Vergisinin görünürdeki amacı savaşın olağanüstü koşullarında elde edilen kazançları vergilendirmek ve enflasyonla mücadele edebilmek için pi-yasada tedavülde olan para miktarını azaltmaktır. Şükrü Saraçoğlu bu vergi-nin asıl amacını ise basına kapalı CHP grup toplantısında şu şekilde belirt-mektedir: “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz” (Barutçu, 1977: 263).

Varlık Vergisi kanunun şu kısmı göze çarpmaktadır: “Bağlı kanun layiha-sında [metninde], gelir ve varlık sahiplerinin varlıkları ve fevkalade kazanç-ları üzerinden ve bir defaya mahsus olmak üzere fevkalade kazançları üze-rinden alınmak ve bir defaya mahsus olmak üzere fevkalade bir mükellefiyet

Page 102: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

100 | Cengizhan Yıldırım

tesis olunmaktadır. Vergi, kazanç ve gelir sahiplerini ve daha ziyade iktisadi şartların darlığından doğan güçlükleri istismar ederek yüksek kazançlar elde ettikleri halde kazançları ile mütenasip [yeter] derecede vergi vermeyenleri istihdaf etmekte [amaçlamakta] ve içinde bulunduğumuz fevkalade vaziyetin icap ettirdiği fedakârlığa bunları da kazanç ve kudretleriyle mütenasip bir de-recede iştirak ettirmek amacını gütmektedir” (Çavdar, 2003: 320).

Vergi miktarlarını belirleyen komisyon kararlarının nihai kararlar oldu-ğu ve kararlara karşı dava açılamayacağı da yasa metninde belirtilmekteydi. Vergi mükellefleri, ilan edilen tarihten itibaren 15 gün içine vergi tutarları-nı ödemek zorundaydı. Vergi borçlarını 15 günlük süre içinde ödemeyenler, borçlarını bu sürenin bitiminden sonraki ilk hafta için %1, ikinci hafta için ise %2 faiz cezasıyla ödemek durumundaydı. Bu sürede borcunu ödemeyenler, çalışma mükellefiyetine tabi tutulacak ve aldıkları ücretlerin yarısı borçları-na mahsup edilecekti. Karı kocanın, bunlarla birlikte oturan usul ve füruun (ana baba ve çocukların) menkul ve gayrimenkulleri bu verginin teminatı kapsamındaydı (İnci, 2012: 280).

Vergi matrahının belirlenmesi ve vergi tarhı tam bir keyfilik içinde sür-dürüldü ve Gayri Müslimlere farklı oranlarda uygulandı. Büyük bir bakkalın vergisinin yarıya indirilmesi, dönemin maliye bakanına yakınlığı ile bilinen bir kişinin vergisinin çok düşük tutulması, devlete karşı açtığı davaları ka-zanan Müslüman bir avukatın 100 bin liralık vergisinin önce 200 bine sonra da 300 bine çıkarılması ya da Ermeni milliyetçisi olduğu şüphelenilen bir ki-şinin cezasının 400 bine çıkarılması bu keyfiliğin görünen kısımlarındandır (İnci, 2012: 281-282).

Yaz aylarında Türkiye’yi ziyaret eden New York Times gazetesi yazar-larından Cyrus Sulzberger, bu vergi hakkında 9-13 Eylül tarihleri arasında seri yazılar yayınladı. Bu yazılarında Türkiye’nin ticari hayatında önemli yer tutan azınlıkların piyasadan silinmeye çalışıldığını belirtti. Böylece İkinci Dünya Savaşı’nı kazanacağı artık neredeyse kesin olan Müttefik Devletlerin basınında ilk kez Varlık Vergisi eleştiriliyordu (Aktar, 2012: 151-152).

Hükümetin savaş yıllarındaki mali zorluklara kalıcı bir çözüm getirmesi ve bozulan gelir ve servet dağılımının düzelmesi amacıyla çıkarılan Varlık Vergisi, birçok yerli Gayri Müslim tacir ve sanayiciyi perişan etmiştir. Azın-lıkların varlıklarının bir bölümü vergi nedeniyle devlete aktarılırken önemli bir bölümü de Müslüman-Türk zenginlerin eline geçmiştir (Tezel, 2002: 262). Türk-Müslüman tüccarlar, azınlıkların panik içinde elden çıkarmak zorun-da kaldıkları taşınmaz malları, fabrikaları ve ticari stokları yok pahasına sa-

Page 103: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 101

tın aldılar. Böylece, İstanbul’daki ticaret ve sanayi aleminin etnik yapısında belirgin bir değişme oldu (Tezel, 2002: 262).

Bu durum sadece ülke içinden değil ülke dışından da eleştirileri berabe-rinde getirdi. Yaz aylarında Türkiye’yi ziyaret eden New York Times gaze-tesi yazarlarından Cyrus Sulzberger, bu vergi hakkında 9-13 Eylül tarihleri arasında gazetesinde seri yazılar yayınladı. Bu yazılarında Türkiye’nin ticari hayatında önemli yer tutan azınlıkların piyasadan silinmeye çalışıldığını be-lirtti. Böylece İkinci Dünya Savaşı’nı kazanacağı artık neredeyse kesin olan Müttefik Devletleri basınında ilk kez Varlık Vergisi eleştiriliyordu (Aktar, 2012: 151-152).

Eleştiriler sonucunda 16 ay yürürlükte kaldıktan sonra 17 Mart 1944 ta-rihinde yürürlükten kaldırılan daha sonra da tüm vergi mükelleflerinin borç-larının silindiği Varlık vergisi, Türkiye Cumhuriyeti tarihine kara bir sicil olarak işlenmiştir. Varlık vergisi adı altında Gayri Müslimlerin varlıklarına el konulması yıllarca Türkiye’ye yabancı yatırımların soğuk bakmasına neden olmuştur. Vergisini ödemeyenlerin bedenen çalıştırılması dünyada tek olan bir uygulamadır (Öztürk, 2013: 152).

6. %25 Kararı ve 452 Sayılı Karar

Türkiye bu yıllarda tam bir tarım toplumuydu ve verginin alınabileceği, de-ğerin üretildiği tek sektör de tarımdı. Hem sanayileşme için hem de kamu maliyesinde denklik sağlayabilmek için bu kesimden alınan vergiye şiddetle ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu manada 1925 yılında Âşar Vergisinin kaldırılması bütçe gelirlerini ve sanayi teşviklerini azaltmıştır. Bu açığı giderebilmek için İkinci Dünya Savaşı yıllarında tarım kesimi üzerinde başkaca uygulamalar yapılmıştır.

Bu uygulamalardan birisi olarak 15 Temmuz 1942 tarihinde çıkarılan 366 sayılı karar, halk arasında “%25 kararı” olarak da bilinir. Daha önce Refik Saydam hükümeti döneminde hububatın tamamının hükümete satılması zo-runlu hale getirilmişti. Söz konusu düzenlemeyle hububat mahsulünden be-deli karşılığında belli miktarlar alındıktan sonra geri kalanın serbest bırakıl-ması kararlaştırılmıştır (Akman ve Solak Akman, 2011: 79-80).

Refik Saydam %25 Kararının gerekçesini şu şekilde açıklamaktadır: “Ir-kımızın başlıca gıdası olmak itibariyle, memleketimizin en büyük mesele-sini teşkil eden hububat hakkında %25 kararını aldık ve bu kararı alırken, alacağımız %25’lerle hem ordumuzun ve büyük şehirlerimizin iaşesini em-niyet altına almak ve hem de tanzim satışları yapmak hususlarında kâfi de-

Page 104: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

102 | Cengizhan Yıldırım

recede kuvvetli olacağımız kanaati hâkimdi. Kezalik pirinç hakkında da, aynı kanaatle ve aynı istikamette karar aldık” (Aktaran; Bülbül, 2006: 27).

%25 Kararı, artan oranlı vergiye benzer. Buna göre bir çiftçinin elindeki elli tona kadar ürünün %25’i; elli tondan yüz tona kadar olan ürünün ilk elli ton için %25’i, elli tondan yüz tona kadar olan kısım için %35’i; yüz tondan fazla ürünün ise elli tona kadar olan kısım için %25’i, elli tondan yüz tona kadar olan kısım için %35’i ve yüz tondan fazla olan kısım için %50’si devlete satılma zorundadır; ancak köylüler, geri kalan miktarlar üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilmekteydiler (Akman ve Solak Akman, 2011: 79).

%25 Kararı, köylüler açısından sıkıntı oluşturabilecek birçok unsuru barın-dırmaktadır. Bunlardan ilki 5’inci maddeye göre el koyma işleminin “subaşı”2 tarafından yapılacak tahmin esasına dayanmasıdır (Akman ve Solak Ak-man, 2011: 79). İkinci zorluk ise “8’inci madde uyarınca borçlandırılanların, borçlandıkları hububatları kendi imkânlarıyla alım merkezlerine sevk etmeye mecbur tutulmuş olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu mecburiyetin dönemin nakil vasıtaları düşünüldüğünde üretici için çok büyük sıkıntılar doğurduğu aşikârdır” (Akman ve Solak Akman, 2011: 80).

%25 uygulamasının alınan önlemlere karşın istenilen verimi sağlayamadığını belirtmek gere-kir. Zira kararın alınmasından bir süre sonra şehirlerde hububat sıkıntısı baş göstermiş; resmi fiyatı 13,5 kuruş olan buğdayın serbest piyasa fiyatı 100 kuruşa kadar yükselmiş; gazete ha-berlerine göre Kasım 1943 itibarıyla Konya’da 30 kuruşa satılan buğday İstanbul’da karaborsa-da 200 kuruş fiyata ulaşmıştır. Tüm bu sebepler ve düzenlemenin çiftçiler nezdinde hükûmetin politikalarına yönelik hoşnutsuzlukları arttıran bir rol oynamaktan başka sonuç doğurmadığının kanıtıdır. Büyük çiftçiler serbest kalan ürünlerini yüksek fiyatlarla piyasaya arz ederek yüksek oranda kâr elde ederken küçük çiftçilerin kendi ihtiyaçlarını ayırdıktan sonra piyasaya sunabi-lecekleri hemen hemen hiç ürünlerinin kalmaması bu uygulamaya yönelik tepkiyi arttırmıştır (Akman ve Solak Akman, 2011: 80).

%25 Kararı hakkında eleştiriler artınca 452 sayılı karar ile bir yumuşama amacına gidilmiştir; ancak 452 sayılı karar daha ağır sonuçlar içermektedir. Hem küçük çiftçinin daha fazla ürününe el konulmuş hem de bu kanunun kapsadığı ürün çeşidi artmıştır.3 (Akman ve Solak Akman, 2011: 80). “452 sa-yılı karar ile Hububat ürünlerinde oranlar altı tona kadar olan kısım için %20, altı tondan on beş tona kadar olan kısım için %30 ve on beş tondan yukarı olan kısım için %50 olarak belirlenmiştir. Bakliyat ürünlerinden ise genel olarak %25 oranında devlet hissesi ayrılmasına karar verilmiştir. Bu oranlara

2 “Subaşı, ekim zamanında ekilen mahsulün miktariyle ekim sahasının genişliğini tesbit ve orağa girmeden evvel kemal devresinde mahsulün miktarını tahmin, keza harman yerinde mahsulün hakikî miktarını tesbit edecek ve ayrıca Hukümet tarafından diğer zirai işleri yapacak olan memur demektir (bkz. Resmi Gazete, 18.06.1942, S. 5135)”. (Aktaran: Akman ve Solak Akman, 2011: 79).

3 %25 Kararında buğday, çavdar, mahlût, mısır, akdarı, yulaf ve arpadan oluşan ürünler, 452 sayılı Karar ile fasulye, börülce, nohut, mercimek ve baklayı kapsayacak biçimde genişletilmiştir (Akman ve Solak Akman, 2011: 80).

Page 105: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 103

esas teşkil edecek olan üretim miktarlarının tayininde hububat ürünleri için harmanda ölçü, bakliyat ürünleri içinse mahsul olgun hale geldiğinde tarlada yapılacak tahminin temel alınacağı öngörülmüştür (md. 8). Üreticinin devlete bedeli karşılığında vermekle yükümlü bulunduğu ürünlerin naklinin eskiden olduğu gibi kendisi tarafından gerçekleştirileceği ve teslim edilen mahsulün bedelinin de ancak nakilden sonra ödeneceği hükme bağlanmıştır. Üreticilere ürünlerini harmanın başladığı tarihten itibaren en geç iki ay içinde, Ofis veya Ofis adına ürün alma yetkisi verilmiş merkezler aracılığıyla hükümete teslim etme yükümlülüğü getirilmiştir” (Akman ve Solak Akman, 2011: 80-81).

Hem 452 sayılı karar hem de %25 Kararı, devlet çiftçinin ürününe el koy-ma yetkisine sahip olmuş ve bu el koymanın bedeli de çoğu zaman piyasa fiyatının altında olmuştur. Nitekim çiftçinin kendisinin pazara sunduğu ürü-nün fiyatı her zaman devletin verdiği fiyatın üzerinde olmuştur (Akman ve Solak Akman, 2011: 81). Bu durum kendi öz tüketimi için üretim yapan çift-çinin aleyhine, pazar için üretim yapan büyük çiftçinin ise lehine olmuştur.

7. Toprak Mahsulleri Vergisi

1925 yılında kaldırılan Âşar Vergisinden sonra köylü kesiminden alınan ilk dolaysız vergi olan Toprak Mahsulleri Vergisi (TMV), 4 Haziran 1943 tari-hinde 4429 sayılı kanunla Türkiye’de üretilen çeşitli ürünlerin vergilendir-mesi amacıyla yürürlüğe girmiştir. Çoğu makalede (Örneğin; İnci, 2009: 116; Çomaklı vd, 2012: 64) verginin mali ve sosyal olmak üzere iki amacı vardır. Mali amacı, İkinci Dünya Savaşı esnasında açık veren bütçeye katkı sağlamaktır. Sosyal amacı ise Varlık Vergisi’nden sonra gelen tepkileri hafifletmek amacıyla köylü kesimini de vergilendirmektir. Ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılan diğer uygulamalara da bakıldığı zaman bu vergi, devletçi ve otoriter zihniyetin dışa vurumudur.

TMV’nin hububat ürünlerinin belirli yüzdelerine devletçe, bedeli karşılı-ğında el konulmasını hükme bağlayan diğer uygulamalardan farkı, hububat ve birçok mahsulden vergi alınmaya başlanmasıdır (Akman ve Solak Akman, 2011: 82). Vergi neredeyse Türkiye’de üretilen tüm ürünleri kapsamaktadır.4 Aynî toplanan vergiler %8, nakdî toplanan vergiler ise %12 olarak belirlen-miştir. Bazı ürünlerden nakdi alınan bir vergi olmakla beraber daha çok aynî

4 TMV, ipek kozası ve şu üç grup üründen alınmıştır (Çomaklı vd, 2012: 67): i) Hububat; akdarı, arpa, buğday, çavdar, çeltik, kum darı, kaplıca, kuşyemi, mahlût, mısır, yulaf; ii) Bakliyat; bakla, bezelye, börülce, fasulye, mercimek, nohut; iii) Diğer mahsuller: afyon (sakız), Antep fıstığı, ayçiçeği, fındık, kendir(tohum), keten, kuru incir, kuru üzüm, narenciye, pamuk, pancar, patates, susam, tütün, zeytin.

Page 106: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

104 | Cengizhan Yıldırım

olarak toplanan bir vergi olma mahiyeti taşımaktadır. Âşar Vergisine birçok konuda benzemektedir.

Bu vergi köylü üzerinde zaten var olan yükü daha da artırmıştır. Yürük-lükte olan %25 Kararı, 452 sayılı karar ve MKK ile birlikte düşünüldüğünde, hükümet köylüye daha az bedel ödeyecektir. Şöyle ki toplam ürünün önce %8’i vergilendirilecek, geri kalan kısmına gerek varsa devlet el koyabilecektir (Akman ve Solak Akman, 2011: 83).

Verginin uygulanması esnasında birtakım sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu sorunların en önemlisi uygulama esnasında memurların keyfi uygulamaları-dır. Bu verginin tarh, tahakkuk ve tahsil işlemleri için yaklaşık 100.000 yeni memur istihdam edilmiştir. Vergi acele uygulandığından bu memurlara yete-rince eğitim verilememiştir (Özer, 2011: 225-226). Ayrıca memurlar verginin toplanması esnasında son derece keyfi davranmıştır. Kimi zaman rüşvet ala-rak vergiyi az göstermişler, kimi zamana da mahsulden fazlasını vergi mat-rahı olarak göstermişlerdir. Bu durumda köylü vergisini ödeyebilmek için elindeki hayvanını, tarlasını satılığa çıkarmak zorunda kalmıştır (Özer, 2011: 229).

Bu kadar memur istihdam edilince verginin toplanması esnasında yapılan masraflar da yüksek olmuştur. Beklenen verginin ancak yarısı toplanabilmiş, bunun da 1/3’ü masraflara gitmiştir. Bu konuda 27 Nisan 1944 yılında yü-rürlüğe giren yeni kanunla vergi yerinde ölçme yöntemiyle değil de tahmin ile toplanmaya başlanmıştır. Bu sayede 1943 yılında 20.7 milyon lira olan masraflar, 1944 yılında 11.2 milyona 1945 yılında da 7 milyona gerilemiştir (Özer, 2011: 226-227).

TMV’nin en çok eleştiri aldığı konulardan bir tanesi de tarhında yerin-de ölçme yönteminin benimsenmesidir. Buna göre “ölçme kolları”5 adı ve-rilen birimlerin köylünün hasat ettiği ürünü iki gün içinde yerinde ölçmesi gerekiyordu. Hırsızlık, kötü hava şartları gibi durumlar nedeniyle köylüler ürünlerini hasat meydanında beklemek zorunda kalmıştır. Ölçme kollarının gelmemesi durumunda mahsul belediye memuru veya muhtar veya ihtiyar meclisi azasından birinin huzurunda ölçülecekti. Eğer bunlardan da gelmeyen

5 “Ölçme kolları birimleri illerde vali, kazalarda kaymakam tarafından tayin edilecek bir ölçme memuru ile şehir ve kasabalarda belediyelerin görevlendirdikleri bir zattan ve köylerde muhtar veya ihtiyar meclisinin bir azasından oluşmaktaydı. Tahmin kolları birimleri ise vali veya kaymakam tarafından tayin edilecek bir memur ile ziraat odaları, yoksa il veya kaza merkezi belediye encümenleri tarafından ziraat erbabı arasından seçilerek bir azadan ve şehir ve belediyelerde belediyenin görevlendirdiği bir zat, köylerde ise muhtar ve ihtiyar meclisinin bir azasından meydana gelmekteydi (4429 Sayılı Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu; 1943)” (Çomaklı vd, 2012: 64-65). 4553 sayılı bu yeni düzenleme ile yerinde ölçme yöntemi ile tarh edilen vergi miktarı denetimli beyan usulüne geçilmesiyle “tahmin kolları oluşturulmuştur. Bu komisyonlar dört hükümet temsilcisinden, dört de yerel mahalden seçilmiş olan temsilcilerden oluşturulmuştur (Çomaklı vd, 2012: 65).

Page 107: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 105

olursa vergi mükellefi, ürününü kendisi ölçerek sonucu köylerde ihtiyar meclisine, şehirlerde veya kasabalarda ise belediyeye bildirecekti (Çomaklı vd, 2012: 64).

Hem yerinde ölçme yönteminin hem de verginin masraflarının fazla ol-ması nedenleriyle vergi yürürlüğe konulduktan 10 ay sonra yasada değişik-lik yapılmıştır. 4553 sayılı yeni düzenleme ile vergi miktarı denetimli beyan usulüyle belirlenmeye başlanmıştır. Diğer bir düzenleme ise daha önce mah-sulün toplandığı köy ambarları kaldırılmış ve mahsul doğrudan hükümet-çe gösterilen toplama ambarlarına teslim edilmeye başlamıştır (Çomaklı vd, 2012: 65-66). Ancak bu değişiklikler ancak kendi geçimini sağlayan yoksul köylünün durumunun daha da kötüleşmesine neden olmuştur.

Daha önce ayni ürünlerden %8, nakdi ödemelerden de %12 olarak alınan TMV, 28 Nisan 1944 tarih ve 4553 sayılı kanunla %10 olarak değiştirilmiştir. Yoksul köylülerden daha çok vergi almak anlamına gelen bu artış Meclis’te de tartışılmıştır. Bu konu tartışılırken Emin Sazak’ın mecliste yaptığı konuş-ma köylünün içler acısı halini de ortaya koymaktadır: “Ben görüyorum ki bu hububat ekenler, çiftçilerin hepsi de öyledir ya, bacağında donu olmayan, ayağında çarığı olmayan, üstüne örtecek yorganı olmayan, odunun üzerine başını koyup yatan kimdir dediğimiz vakit, işte bu vergi mevzuuna dâhil olan insanlardır” (Aktaran; Özer, 2011: 227). Ancak bu ve buna benzer konuşmalar verginin artırılmasını engelleyememiştir.

TMV, İkinci Dünya Savaşı yıllarında hem ordu ve büyükşehirlerin beslenmesi için önemli bir kaynak oluşturmuş hem de hazineye önemli bir gelir kalemi olmuştur; ancak bu verginin uygulandığı dönemde tarımda ciddi üretim düşüşleri meydana gelmiştir. Örneğin 1938 yılında 4,28 milyon ton olan buğday üretimi 1942 yılında 4,26 milyon tona, 1943 yılında 3,5 milyon tona, 1944 yılında 3,15 milyon tona ve 1945 yılında 2,19 milyon tona gerile-miştir (Akman ve Solak Akman, 2011: 89). Yani sadece 7 yılda buğday üretimi yarı yarıya daralmıştır. Başka bir kaynağa göre 1940 yılında 100 olan tarım-sal üretim endeksi; 1940 yılında 90,5, 1941 yılında 98, 1942 yılında 86, 1943 yılında 82 ve 1944 yılında 70,4 olmuştur (Bülbül, 2006: 5).

Çukurova Bölgesinde ürününü depoya boşaltan bir köylünün bir muhabi-re söyledikleri bu dönemde tarımsal üretimde meydana gelen azalmaya ışık tutar niteliktedir: “Gelecek yıl bu yıl ektiğimin yarısını yapmayacağım, 69 kuruşa pamuğu alıyorlar, bizimle baş başa verip, hesabın nedir, kaça mal et-tin? Diye sormadılar. Hamallığını edecek olduktan sonra gelecek yıl daha az yük taşımaya çalışacağım” (Bülbül, 2006: 29-30).

Page 108: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

106 | Cengizhan Yıldırım

Verginin toplanması esnasında yeterli silo olmaması, toplanan ürünlerin yerine varmadan çürümesi, olması gerekenden fazla vergi toplanmaya çalışılması gibi durumlar, zaten zor durumda ölen köylünün durumunu daha da kötüleştirmiş-tir. Köylüler daha olgunlaşmadan ürünleri hasat etmek zorunda kalmıştır. Açlık-tan ot yiyenler hatta ölenler bile olmuştur (Özer, 2011: 229).

TMV, 23 Ocak 1946 tarihinde 6216 sayılı kanun ile yürürlükten kaldı-rılmıştır; ancak kalan borçları silinmediğinden köylünün sıkıntıları devam etmiştir. Bu dönemde meclise sunulan Maliye Komisyon Raporu’nda köylü-nün çok fakir ve bu vergiyi ödemeyecek durumda olduğu, bu uğurda girişi-len çabaların boşa çıkacağı, dolayısıyla da bu borçlarında silinmesi gerektiği raporu üzerine kalan borçlar da 21 Mayıs 1947 tarih ve 550 sayılı kanunla affedilmiştir (İnci, 2009: 119-120).

8. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu

Hükümet, 1945 yılında Mayıs ayında çiftçiye toprak dağıtılması ve çift-çi ocakları kurulması hakkındaki kanun tasarısını Meclis’e sundu. Tasarının gerekçesinde, “Cumhuriyet devrinde Türkiye‘de arazi mülkiyet rejiminin yeni bir safhaya girdiği malumdur... Medeni Kanunun getirdiği arazi mülki-yet rejiminde hususi mülkiyet asıldır. Bugünkü Türk cemiyeti hususi mülki-yet prensipleri üzerine kurulmuştur. Bu milletimizin zaruretlerine uyduğu gibi gelecek zamanlarda inkişafının [gelişmenin] şartlarını ve imkânlarını da vermektedir... Fakat bugün Türkiye de var olan arazi mülkiyeti bünyesi re-jimimizin ruhuna milletimizin zaruretlerine uymadığı gibi gelişmesini de hızlandıracak bir durumda değildir” deniliyordu (Aktaran; Tezel, 2002: 382).

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunun (ÇTK) görünürdeki amacı i) köylerde ya-rıcı ve/ya ortakçı olarak çalışan köylülere toprak verilmesi, ii) ülkedeki ta-rımsal toprakların sürekli işlenmesinin sağlanması ve iii) tarım arazilerinin aşırı büyümesi veya aşırı küçülmesinin önüne geçmektir (Tezel, 2002: 383). Bu dönemde çiftçilerin refah durumunun ne kadar kötü olduğunu daha önce söylemiştik; ancak topraksız köylülerde bu yoksulluk çok daha fazlaydı.

ÇTK’nın “gizli” amacı ise büyük çiftlik sahiplerinin ve toprak ağalarının gücünü kırmaktı. Eğer gerçekten amaç, topraksız köylülere toprak kazandırmak olsaydı, devletin elinde bolca bulunan hazine arazileri kullanıla-bilir, yeni topraklar tarıma açılabilir veya yeni tarım işletmeleri kurulabilirdi. Zaten tasarıya karşı çıkan Adnan Menderes, Cavit Oral, Emin Sazak ve Halil Menteşe’nin de en büyük argümanları da bunlardı.

Page 109: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 107

Kanun’a göre büyük arazi mülklerinin 5.000 dönümden fazla olan kısmı kamulaştırılacaktı. Bu rakam kırsal nüfusun yoğun olduğu bölgelerde 2.000 dönümü aşan kısmına uygulanacaktı; ancak düzenli işletmeler bu kamulaştır-manın dışında bırakılacaktı. İnönü ve hükümetteki “radikal” kanat, tasarının sulandırılması karşısında tasarıya ünlü 17. maddeyi soktular (Tezel, 2002: 384). Buna göre “başkalarının arazilerini işletmekte olan ortakçı, yarıcı ya da tarım işçilerine, üzerinde çalışmakta oldukları arazi kamulaştırılarak dağıtı-labilecekti” (Tezel, 2002: 384). Bu madde İnönü’nün büyük baskısıyla tasarıya eklendi.

Tasarıda bir başka nokta Çiftçi Ocakları meselesiydi. Buna göre 30 ila 500 dönüm arasında çiftçi ocakları kurulacak, bunların mülkiyeti sadece bir kişiye ait olacak ve bu alanlar mirasla bölünmeyecekti. Menderes tasarıya yöneltti-ği ciddi eleştiride çiftçi ocağı fikrinin Hitler’in toprak iskan kanunu olan Erh-hof ile hemen hemen aynı olduğunu söylüyordu (Tezel, 2002: 385).

ÇTK değişen dış konjonktür gereği uzun süre sürüncemede bırakıldı ve hiç uygulanmadı. Temmuz-1945’te yapılan Potsdam Konferansında Sovyet-ler Birliğinin boğazların savunmasında ortaklık ve Kars ve Ardahan’ı iste-mesi, Türkiye’nin Batı’ya yaklaşmasıyla sonuçlandı. ÇTK’nın uygulanmasını başlatacak olan tüzük ancak 1947 yılında çıkarıldı. 1948 yılında da Kanun’a sıkı muhalif olan Cavit Oral tarım bakanı oldu. Böylece ÇTK gibi sert tedbirler birer birer rafa kaldırıldı (Tezel, 2002: 387).

9. İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Gıda Maddelerinin Temini ve Karne Uygulaması

1940 yılının başından itibaren Türkiye’de temel besin maddesi olarak buğday ve ekmek sıkıntısı yaşanmaya başlandı. Bu duruma yol açan ana faktör, dışsal faktörler de göz önünde bulundurulmakla beraber, uygulanan iktisat politi-kalarıdır.

1941 yılından itibaren buğday stoklarında bir azalma başlayınca hükümet ilk olarak çiftçilerin ellerindeki ürüne göz koymuştur. 12 Şubat 1941 tari-hinde MKK’na dayanılarak çıkarılan bir kararname ile önce bütün çiftçilerin ellerindeki buğday, arpa, çavdar ve yulaf miktarını 5 gün içerisinde beyan-nameyle bildirmek zorunda bırakılmıştır. Beyannamede ayrıca kişilerin bak-makla yükümlü olduğu fert sayısı, çalıştırdığı işçi sayısı, sahip olduğu hay-van sayısı ve ihtiyaç duyduğu tohum miktarı da yer almak zorundaydı. Mal sahibinin ihtiyacından fazlası tüm ürüne el konulacaktır. El konulan mallar, mal sahiplerinin kendisi tarafından demir yollarına en yakın ofislere getirile-

Page 110: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

108 | Cengizhan Yıldırım

cektir. Getirme imkanı olmayanlar, ürünlerini resmi makamlara bildirecek ve taşıma maliyetleri ürünün fiyatından düşülecektir. Gerçek dışı beyana bulu-nanlar MKK’na göre yargılanacaktır (Dokuyan, 2013: 197).

Yeterli un talebi karşılamayınca Kasım-1941 tarihinde buğday unundan ekmek, francala, makarna, şehriye, peksimet, bisküvi ve simit dışında bir şey üretilmesini yasaklanmıştır. Pasta, kek, sandviç ekmeği, poğaça, yufka, çörek, börek, tatlı vb. yiyecekler yasaklanan ürünler arasında yer almıştır (Doku-yan, 2013: 197). Üretilmesi yasak ürünleri üreten kimseler, “Kararname’nin yayın tarihinden itibaren üç gün içinde ellerinde bulunan mevcut un miktar ve vasıflarını bildirmeye mecbur tutulmuş; 4’üncü maddesinde ise bu unlara değer bedelleri peşinen ödenmek suretiyle hükûmetçe el konulacağı karara bağlanmıştır. Bu düzenlemeyi takiben ekmek ve ekmeklik hububat satışlarını kısıtlayan ve ekmeğin dağıtımını kart usulüne bağlayan bir karar alınmıştır” (Akman ve Solak Akman, 2011: 78-79).

Bu ağır müdahaleci anlayış bazı fırsatçılara gün doğurmuştur. “[B]azı fırıncılar piyasadan topladıkları buğdaylardan yaptıkları unu Fırıncılar Cemiyeti’ne satmışlar, cemiyet ise aldığı bu unu tekrardan fırıncılara satmış-tır. Böylece zincirleme bir kâr döngüsü yaşanmıştır. Unu cemiyete satarak kâr eden fırıncı bu kez de satın aldığı undan yaptığı ekmekle yeni bir kâr kapısı açmıştır. Karaborsacılık yüzünden sıkıntıların daha da artması, halkın hükümete olan tepkisini şiddetlendirmiştir. Vatandaş bulabildiği bir parça ekmekle idare etme yollarını” aramıştır (Dokuyan, 2013: 198). Gıda alanında yaşanan sıkıntılarda bu durumun da göz önünde bulundurulması gerekir.

Özellikle büyükşehirlerde ekmek sıkıntısı artınca yine 1941 yılında öncelikle tek tip ekmek uygulamasına geçilmiş ve ekmeğin içindeki çavdar ve arpa oranı artırılmıştır. Ayrıca ekmeğin üretildikten sonra 24 saat fırınlarda bekletilme zorunluğu getirilmiştir (Bülbül, 2006: 20-21). Bekleyen ekmek hem hafif gelmekte hem de daha az tüketilmektedir. Bu durum ekmeğin kali-tesinin bozulmasına ve şikayetlere yol açmıştır.

Bu gibi uygulamalar, ekmek sıkıntısına çare olmayınca hükümet, MKK’nun yukarıda belirtilen 21 maddesine dayanarak, Ocak-1942’den itiba-ren öncelikle Ankara ve İstanbul’da daha sonra da birçok ilde karne dağıtma-ya başlamıştır. Ekmek uygulaması yürürlükten kaldırılıncaya kadar; hangi yaştakilere kaç gram ekmek verileceği,6 askere verilecek ekmek miktarı, ek-mek alamayacak kadar yoksul olanlara devlet tarafından sağlanacak ekmek miktarı, zamanla karneyle un dağıtımının da yapılması, başkasının karnesini

6 7 yaşından büyüklere günlük yarım ekmek, 7 yaşından küçüklere çeyrek ekmek, ağır işlerde çalışanlara tam ekmek.

Page 111: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 109

kullanmaya kalkışanlara yönelik cezalar, memurların ve CHP parti örgütle-rinin alacağı miktarın artırılması gibi konularda düzenlemeler yapılmıştır.

Altan Öymen, yaşadığı dönemde Karne uygulamasını şu cümlelerle ifade etmektedir: “Ekmekçiye gidip ekmek alma görevi bazen bana düşerdi. Herke-sin karnesini alıp gider, sıraya girip fişleri verir, ekmekleri alırdım […] Evde 6 kişiydik. Ama bizim yarım ekmek hakkımıza karşın kardeşleriminki çeyrek ekmek olduğu için, toplam hakkımız 2,5 ekmekti […] Birkaç ay geçtikten son-ra bir ekmeğin gramı 750’den 600’e indirildi. Herkesin hakkı ona göre azaldı. Büsbütün yetmemeye başladı” (Öymen, 2003: 296-297).

Karne uygulaması, Mayıs-1946 tarihinden itibaren kademeli olarak uygu-lamadan kaldırılmıştır; ancak belirleyici dışsal faktör yokken ekonomik şart-ların karneyle ekmek dağıtacak kadar kötüye gitmesi İkinci Dünya Savaşı yıllarında ekonomideki arz-talep dengesinin ne kadar bozulduğunu gösterir.

10. Sonuç

İzmir İktisat Kongresi, bir taraftan ülkedeki bütün kesimlerin iktisadi sorun-lara çözümlerinin dile getirdikleri kongre olmuşken, bir taraftan da azınlıklar ve yabancı sermayeye olan şüpheci yaklaşımları nedeniyle dikkat çekmekte-dir. Dönemin iktisadi, siyasi ve toplumsal şartları düşünüldüğünde yabancı-lara ve azınlıklara yapılan bu tutum çok görülmemelidir. Bu yüzden İzmir İk-tisat Kongresi kuşatıcı kurumların inşası noktasında iyi bir başlangıç olarak düşünülebilir.

MKK, dışlayıcı ekonomik kurumlara güzel bir örnektir. Bu kanunla hükü-mete sınırsız yetkiler verilmiş, insanlar zorla çalıştırılmış, ürünlere el konul-muş ve kanuna uymayanlar en ağır şekilde cezalandırılmıştır. Böylece özel mülkiyet tamamen devre dışı bırakılmış ve serbest piyasanın alması gereken kararları tamamen devlet almaya başlamıştır.

Varlık Vergisi, adı üzerinde bir servet vergisidir. Tüm servet üzerinden hesaplandığı için bu tip vergilerin en büyük riski, insanların tüm servetlerini kaybetme durumuyla karşı karşıya kalmalarıdır. Varlık Vergisi uygulamasın-da da bu durum açıkça görülmüştür. Varlık Vergisi yasasında belli bir oranın olmayışı, Gayri Müslimlerin hedef alınması, tarh ve tahakkuk ettirilen ver-giye itiraz yollarını kapalı olması ve suiistimal dışlayıcı kurumların örnekle-rindendir. İnsanların servetlerine kamu otoritesi aracılığıyla el konulmuştur.

%25 Kararı, 452 sayılı karar ve TMV, Varlık Vergisi’nin çiftçilere uyarlan-mış halidir. Bu uygulamalarla devlet, çiftçinin ürününe devletin belirleyeceği fiyat üzerinden el koyma yetkisine sahip olmuş ve bu el koymanın bedeli de

Page 112: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

110 | Cengizhan Yıldırım

çoğu zaman piyasa fiyatının altında olmuştur. TMV ile devletin köylüye öde-mesi gereken miktar azaltılmıştır. Bu durum kendi öz tüketimi için üretim yapan çiftçinin aleyhine, pazar için üretim yapan büyük çiftçinin ise lehine olmuştur. Böylece zaten durumu oldukça kötü olan çiftçinin yoksulluğu daha da artmıştır.

Dönemin hükümeti bu uygulamalarla yetinmemiş ve ÇTK ile büyük çift-lilerin toprağına el koymaya çalışmıştır. Kanun’da belli bir dönümden büyük çiftliklerin bu alanı aşan kısmının kamulaştırabileceği açıkça belirtilmekteydi. Ayrıca kollektif üretime uyguna şekilde çiftçi ocakları kurulacaktı. Tarım üzerinde bütün bu uygulamalar üretimin ciddi şekilde düşmesine ve gıda maddelerinin yokluğuna neden oldu. Bu sebeple 1942 yılından itibaren büyükşehirlerde ekmek karneyle dağıtılmaya başlandı. Şüphesiz İkinci Dünya Savaşı da bu duruma yol açan bir etkendir; ancak otoriter ve devletçi uygulamalarla tam da Acemoğlu ve Robinson’un tarifine uygun şekilde dışlayıcı uygulamalar tarımsal üretimin düşmesinin esas nedenidir.

Özellikle 1940’lı yıllarda ihdas edilen vergilerin, vergilendirmenin adalet, kesinlik, ekonomiklik, uygunluk ve yasallık ilkelerine uymadığı görülür. Yü-rürlüğe konan vergilerle Türkiye’de kuşatıcı iktisadi kurumların iki ana öğesi olan özel mülkiyet ve serbest piyasa anlayışları geri dönülemez şekilde yara almıştır.

Deprem, savaş gibi dışsal bir faktör yokken bir ekonomide karne uygula-masını başlatmak iktisadi şartların ne kadar kötü olduğunu, arz-talep dengesi-nin sağlanamadığını gösterir. İkinci Dünya Savaşı sırasında uygulanan iktisat politikaları sanki bilinçli şekilde iktisadi şartları kötüleştirmek için yapılmış gibidir. Şüphesiz hiçbir iktidar vatandaşlarının refahını geriye götürmek istemez; bu durum yanlış uygulamaların ve dünya görünüşünün sonuçlarıdır. Acemoğlu ve Robinson’un bahsettiği kuşatıcı kurumlar tamamen yok edilmiş, yani serbest piyasa, özel mülkiyet ve serbest girişimcilik tamamen dışlanmış; yerlerine kollektivist anlayışa dayalı dışlayıcı iktisadi kurumlar inşa edilmiştir.

1923-1946 döneminde serbest piyasa giderek dışlanmış ve devlet müda-halesi her geçen gün artmıştır. Acemoğlu ve Robinson’un kuşatıcı kurumları hiç oluşmamış, aksine dışlayıcı kurumlar inşa edilmiştir. Böylece sözü geçen dönemde iktisadi gelişme sağlanamamıştır. Daha devletin kuruluşunda uy-gulanan bu politikalar, hem İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada yaşanan refah artışını yakalayamamış hem de zamanla resmi ideoloji haline geldiğin-den etkisi günümüze kadar devam etmiştir.

Page 113: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

1923-1946 Döneminde Türkiye’de Uygulanan İktisat Politikaları Analizi | 111

KaynaklarAkman, Ş. T., & Solak Akman, İ. (2011). II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Hububat Üreti-

minin Vergilendirilmesi. Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi. 1(2), 73–91.

Aktar, A. (2012). Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları. İstanbul: İletişim Yayınları (11. Baskı).

Barutçu, F. A. (1977). Siyasal Anılar 1939-1954. İstanbul: Milliyet Yayınları.

Bülbül, İ. (2006). İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye’de Sosyal Hayata Olumsuz Yansımaları. Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları. 5(9), 1-51.

Çavdar, T. (2003). Türkiye Ekonomisinin Tarihi (1900-1960). Ankara: İmge Kitabevi.

Çomaklı, Ş. E., Koç, F., & Yıldırım, K. E. (2012). Türk Vergi Hukuku Tarihinde Tartışılan Bir Vergi: Toprak Mahsulleri Vergisi. Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi. 4(2), 61-70.

Dokuyan, S. (2013). İkinci Dünya Savaşı Sırasında Yaşanan Gıda Sıkıntısı ve Ekmek Karnesi Uygulaması. Turkish Studies. 8(5), 193-210.

Düstur, Milli Korunma Kanunu, 26.1.1940, Tertip: 3, C. 21, S. 274.

İnci, İ. (2012). İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Varlık Vergisi Uygulaması. CBÜ Sos-yal Bilimler Dergisi. 10(2), 272-290.

İnci, İ. (2009). 1923-1960 Döneminde Türkiye’de Tarım Faaliyetleri Üzerinden Alınan Vergi-ler. SAÜ Fen Edebiyat Dergisi. 11(1), 109-130.

Kepenek, Y. (2012). Türkiye Ekonomisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Koç, İ. C. (2000). İzmir İktisat Kongresi’nin Türk Ekonomisinin Oluşumuna Etkileri. Atatürk Dergisi. 3(1), 145-167.

Metintaş, M. Y., & Kayıran, M. (2008). Refik Saydam Hükümetleri Döneminde Türkiye’nin Ekonomi Politikası (1939-1942). Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Der-gisi, 9(2), 155-184.

Öymen, A. (2003). Bir Dönem Bir Çocuk. İstanbul: Doğan Kitap.

Özer, S. (2011). II. Dünya Savaşı Yıllarında Uygulamaya Konulan Toprak Mahsulleri Vergisi ve Köylü Üzerindeki Etkisi. Tarihin Peşinde. 5, 215-234.

Öztürk, İ. M. (2013). İkinci Dünya Savaşı Türkiye’sinde Olağanüstü Ekonomik Kararlar: Milli Korunma Kanunu ve Varlık Vergisi. Tarih Araştırmaları Dergisi. 32(54), 135-166.

Robinson, A. D., & Acemoglu, R. (2012). Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity and Poverty. Londra: Nueva York.

Robinson, A. D., & Acemoglu, R. (2013). Ulusların Düşüşü: Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Köken-leri (çev: F. R. Velioğlu) İstanbul: Doğan Kitap.

Şener, S. (2004). İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Tarım Politikası Arayışları. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü Dergisi, 7, 73-92.

Tezel, Y. S. (2002). Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi İstanbul: Yurt Yayınevi. (5. Baskı).

Page 114: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 115: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

113

Türkiye’de Siyasal Yolsuzluk: Açmazlarımız Hakkında Bazı Notlar

Tanel DemirelProf. Dr. | Çankaya Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü

Siyasal yolsuzluk Türkiye’nin önemli sorunlarından. Bu kısa notta meseleyi ayrıntılı bir biçimde ele almak yerine üzerinde daha fazla düşünmemiz gere-ken bazı noktaların altını çizmek isterim.1 Öncelikle yolsuzluk sorunu sade-ce bize özgü değil. Yerleşik demokrasilerde de siyasal yolsuzluklar gündemi işgal etmeye devam ediyor. Örneğin İtalya, Türkiye’den daha fazla yolsuzluk yapılan bir ülke olarak algılanıyor. Tanımlanması kısmen daha kolay olan ba-sit bürokratik, idari ya da yargısal yolsuzluktan farklı olarak neyin “siyasal” yolsuzluk oluşturduğu konusunda da bir uzlaşma söz konusu değil. Demok-ratik rejimlerin olmazsa olmazı siyasetçilerin takdir yetkilerine sahip olma-ları. Bir eylemi siyasal yolsuzluk olarak nitelendirmek için siyasetçinin tak-dir yetkisinin kişisel çıkar sağlama gayesiyle yasaları da ihlal ederek kötüye kullanıldığının ortaya konulması gerekir. Bu kolay değil, zira hem eylemdeki kişisel çıkar saikini, hem de bu yetkinin ne zaman kötüye kullanılmış ola-cağını göstermek zordur. Yetkinin kötüye kullanılması ile yerinde kullanıl-maması arasındaki çizgi çoğu zaman belirsiz ve bulanıktır. Ülkelerin siyasi gücü kullananlardan bu görevlerini ifa ederken nasıl davranmaları gerektiği-ne dair beklentileri farklılaşacaktır. Kötüye kullanmayı geniş yorumlarsanız,

1 Meselenin ayrıntılı bir analizi için bkz, Tanel Demirel, “Türkiye’de Siyasal Yolsuzluk Olgusu,” Liberal Düşünce, 20, (2000), ss, 27-48.

Page 116: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

114 | Tanel Demirel

siyasetçilere hiçbir takdir yetkisi bırakmayacak bir konuma sürüklenmeniz de mümkündür. Nihai tahlilde, demokratik rejimlerde takdir yetkilerini ye-rinde kullanmayan siyasetçileri iktidardan uzaklaştıracak olan güç seçmen-lerdir. Hülasa, siyasal yolsuzluğun nasıl kavramlaştırılacağı zaman ve me-kandan, o anda hakim olan ideal siyaset ve ideal siyasal toplum anlayışından bağımsız değil. Söylemeye gerek yok ki, siyasal yolsuzluk suçlamaları siyasal mücadele sürecinde çok kullanılan iddialardan birisi olmuştur olmaya da de-vam edecektir. Bu da yolsuzluk meselesinin temel siyasi çatışma eksenleri ile ilişkisinin gözden kaçırılmaması gerektiğini bizlere hatırlatıyor.

Türkiye’de siyasal yolsuzluk suçlamalarının arka planında çoğu zaman liberal demokrasiyi itibarsızlaştırma ve zayıflatma saiki göze çarpar. Bu kav-ramlaştırma, “ilkesiz” olduklarından pek az şüphe duyulan siyasetçilerin ma-nevra alanının kamu yararının ne olduğunu bilen, kendisini devletin sahibi gibi gören “aydınlanmış” bürokratların marifetiyle daraltıldığı bir iyi toplum anlayışına dayanır. Demokratik bir rejimde siyasetçilerin sahip olmaları ge-reken takdir yetkisini en aza indirmek amaçlanır. Takdir yetkisinin beğenil-meyen, yerinde olmadığı ya da yanlış olduğu düşünülen her türlü kullanımı siyasal yolsuzluk olarak sunulur. Kamu hizmetleri sunumunda eşit davran-mama, partizanlık, akraba kayırmacılığı, nüfuz ticareti gibi tasvip edilmesi mümkün olmayan ancak suç oluşturup oluşturmadığı tartışılabilecek ey-lemler de siyasal yolsuzluk olarak resmedilir. Bu anlayışta siyasetin alanı daraltılırken, bürokrasinin kaynak dağılımındaki etkisi de artırılmak istenir. İşadamları, tıpkı siyasetçiler gibi, kendi çıkarları için milletin menfaatleri hi-lafına her türlü eylemi yapabilecek birileri gibi resmedilirler. İşbirliği yapan her iki aktörün kamusal çıkarlara zarar verdikleri varsayılır. Kamu yararının gerçek koruyucusu bürokratlar bu zararı önlemek için tetikte olmalıdır.

Bu çizgiye bir tepki olarak evrilen, bürokratik merkezin dışında kalan çevreyi temsil etmeye etmeye soyunan ve genellikle “sağ” olarak da tanım-lanan siyasal gelenek ise neyin siyasal yolsuzluk oluşturduğu meselesinde genel kabul gören standartlara nazaran çok daha dar bir yorumu tercih eder.2 Bunun çeşitli sebepleri vardır. Türkiye’de siyasetçiler, tıpkı diğer vatandaş-lar gibi, karmaşık bürokratik yapının çizdiği kurallara uygun biçimde dav-ranıldığında, iş yapmanın ne kadar zor olduğunu bilirler. Dolayısıyla sonuç almak isteyen herkes bir şekilde yasal bürokratik düzenlemeleri değiştirmek, değiştiremiyorsa zorlamak ve hatta görmezden gelmek durumundadır. Fakat

2 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Ben yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım, devlet kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu ona bakarım” demişti. Taraf, 12 Şubat 2014.

Page 117: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye’de Siyasal Yolsuzluk: Açmazlarımız Hakkında Bazı Notlar | 115

bir kez bunu yapmaya başladığınızda nerede duracağınızı kestirmek zor ol-maktadır.

İkincisi, sağ gelenek uzun süre iktidarda kal(a)mayabiliriz dolayısıyla ik-tidar olanaklarını sonuna kadar kullanarak kendi tabanımızı güçlendirelim düşüncesine meyletmektedir. Bu düşünce, milli iradeyi hakim kılma, ya da büyük Türkiye’yi yaratma gibi büyük davalara hizmet edenlerin bu türlü ufak ayrıntılara takılmamaları gerektiği söylenerek meşrulaştırılmaya çalışılır. Bu yaklaşım, belli sınırlar içinde kalındığında normal ve meşrudur. Sorun o “belli” sınırlar içinde kalmanın çok zor olmasında düğümlenmektedir. Zira bir süre sonra tamamen siyasetten geçinen bir zümre ile ahpab çavuş kapita-lizminin ortaya çıkmasını engellemek zordur.

Üçüncüsü, patrimonyal siyasal mirasımızın da etkisiyle seçimle gelen siyasetçiler bile bir süre sonra kendilerini kamusal gücünü geçici bir süre için kullanan kişiler olmaktan ziyade o otoritenin değişmez sahibiymiş gibi görme eğilimi içine girebilmektedirler. Demokrasilerde kamu kaynakları-nın harcanmasında meşru iktidarın “meşru” takdir yetkisi ile, mülkün sahibi olma iddiasını taşıyan padişahın “ulûfe” dağıtması arasında çok önemli fark-lılıklar vardır. “Örtülü ödenek” uygulamasının Türkiye’nin siyasi gündemine neredeyse hiç gelmemesi, kamu harcamalarında şeffaflık talebinin durumunu gösteren bir örnektir. Siyasetçiler arasında biz sadece sandıkta hesap veririz, sandık yolsuzluk iddialarını sona erdirmenin nihai yoludur düşüncesi de aynı gelenekten beslenmiştir.

Siyasal yolsuzluğu dar bir biçimde yorumlamanın yanında, Türkiye’de çev-re siyasi güçlerine dayanan siyasal gelenek yolsuzluklarla mücadelenin ikincil bir mesele olduğunu ya da yolsuzluk iddialarının üzerine gitmemenin kendi-sine fazla oy kaybettirmeyeceğini de düşünmektedir.3 Bu da, onları yolsuzluk konusunda daha az hassas yapan faktörlerden biridir. Siyasetçinin her türlü takdir yetkisi kullanımına yolsuzluk denilmesi, yolsuzluk iddialarının siyaseti ve siyasetçiyi itibarsızlaştırmak için kullanıldığının görülmesi, bu suçlamala-rının inandırıcılığını azaltmıştır. Türkiye’de ne medya ne yargı organları ne de muhalefet partilerinin güvenilirliği yüksek olmadığından, iktidar partilerinin bizi yıpratmak “milli irade”nin önünü kesmek için yapıyorlar söylemi toplum bazında destek bulabilmektedir. Bütün askeri darbeler öncesinde iktidarda olanlar hakkında yolsuzluk suçlamaları hükümetin meşruiyetini azaltma ça-balarına eşlik etmiştir. Yine darbeler sonrasında, siyasetçiyi itibarsızlaştırma

3 Bir araştırmaya göre, AK Parti’ye oy veren ve vermeyi düşünenlerin % 25’i 17-25 Aralık soruşturmalarıyla ortaya atılan yolsuzluk iddialarının gerçek olduğunu düşünmektedir. % 20’lik kesim, “var ama her zamanki kadar var” derken, % 5’lik bir kesim ise “herşey doğru” diye cevap vermiştir. KONDA, 30 Mart Yerel Seçimler Sonrası Sandık ve Seçmen Analizi, (2014), s, 34.

Page 118: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

116 | Tanel Demirel

hedefinin bir parçası olarak yolsuzluk temelinde yargılamalar yapılmıştır. Bu durum siyasetçilerin seçmene dönerek asıl mesele yolsuzluk değil, sizin seç-me hakkınız demelerini mümkün kılmıştır. İnsanlara adam yerine konmadık-ları, en temel haklarını kullanırken sıkıntı çektikleri bir rejimde yaşamak mı, yoksa bunların bir ölçüde karşılandığı yaşam tarzı açısından kendilerine yakın kişilerin kontrol ettiği ve fakat kamu kaynaklarının harcanmasında “yolsuzluk” şüphelerinin üzerine ayak sürüyerek gidildiği bir rejim mi diye sorulsa tercihin ikincisi yönünde beyan edilmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Ayrıca, bir iktidar partisinin yolsuzluk ithamlarına maruz kalmaktan daha fazla korkması, bu ithamların oy kaybettireceğine inanması için, daha temiz ve şeffaf bir idare öneren alternatif muhalefet partilerinin inandırıcılıklarının yük-sek olması gerekir. Türkiye’de genellikle böyle bir durum yaşanmamaktadır. Do-layısıyla seçmenin tercihini sırf bu sebeple değiştirmesi için bir sebep kalma-maktadır. Kaldı ki, daha dürüst ve fakat daha kötü yöneten bir siyasi alternatifin de seçmen tabanı için tercihe şayan görülmeyebileceği de söylenmelidir.

Ve nihayet seçmenler açısından da, güvenlik kaygıları ve ekonomik sorun-ların siyasal yolsuzlukların azaltılmasından daha öncelikli olduğu söylene-bilir. Bu tespiti, kültürcü ya da özcü bir yaklaşımla Türkiye seçmeninin ahlaki standartlarının düşüklüğü ile açıklamaya çalışmak meselenin özünü ıskala-mak anlamına gelir. Bugün dünyanın en az yolsuzluk yapılan ülkeleri olarak algılanan ülkelerin geçmişte yolsuzluğun yaygın olduğu ülkeler olarak görül-düklerini hatırlatalım.4 Doğrudur, Türkiye’de seçmenler kamu harcamalarının ödedikleri vergilerle finanse edildiği fikrini içselleştirebilmiş gibi görünme-mektedirler. Mülkün padişaha ait sayıldığı devlet geleneğinin bir mirası ola-rak yolsuzluk nedeniyle heba edilen kaynakların, aslında kendilerinin değil de “devlet”in parası olduğunu düşünenlerin sayısı da vergi ödeyenlerin sayısının düşüklüğüne paralel olarak düşüktür. Önemli olan yolsuzluğun maliyetinin herkes için yüksek olduğu bir siyasal sistemin kurulmasıdır. Yolsuzluklardan kaçınan, ahlâki standartları yüksek bireyler yolsuzlukları en aza indirebilmiş bir siyasal sistemin nedeni olmaktan ziyade sonucu gibi görünmektedir. Böyle bir sistemin kurulması da, yurttaşların bireysel ahlâki standartlarından ziyade çatışan siyasi aktörlerin şeffaflığı öne çıkaran böyle bir sistem üzerinde uzla-şabilmeleriyle bağlantılıdır. Yolsuzluğun bireysel maliyetinin düşük olduğu toplumlarda herkes kendisi yolsuzluğa bulaşmasa bile ötekinin bulaşacağını düşünerek yolsuzluk yapma şansı varsa olayı kendisi için meşrulaştırma yoluna gidebilecektir. Yolsuzluk yapma şansı olmayanlar da günün birinde

4 Michael Johnston, Corruption, Contention and Reform- The Power of Deep Democratization, Cambridge, Cambridge University Press, 2014, s, 2.

Page 119: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye’de Siyasal Yolsuzluk: Açmazlarımız Hakkında Bazı Notlar | 117

sıranın kendilerine de gelebileceğini düşünerek, bekleyebileceklerdir. Ayrıca, yolsuzluklardan faydalananların sayısı daima çok az, zarar görenlerin sayısı ise her zaman daha fazladır. Sıradan insanın yaygın yolsuzluğun birey olarak kendisine verdiği zararı takdir etmesi kolay değildir. Bu kısır döngü zamanla yolsuzluk yapmanın ya da yolsuzluklara ses çıkarmamanın normalmiş gibi al-gılandığı bir atmosfer yaratabilecektir. Sıradan insanın yolsuzluklardan uzak kalmaya çalışmasının ilk şartı, hem sisteme ve hem de diğer insanlara makul ölçülerde güvenmesi, yolsuzluk yapmadan da hayatını devam ettirebileceğine sahiden inanabilmesidir.5

Seçmenin siyasal yolsuzluklara tepkisinin yüksek olmayabileceğini düşü-nen siyasetçilerin, bu konuyu öncelikli bir mesele olarak görmemesinin risk-leri de çok açık. Bir süre için yolsuzluk iddialarının üstüne gitmeme tercihi alt kademeler tarafından bu türlü faaliyetlere zımni onay olarak okunabilir. Siyasi iktidarları yolsuzluklar konusunda hassas hale getiren en önemli et-ken, dini ya da ahlâki inançlardan ziyade, hassas olunmadığı takdirde bunun bedelinin yüksek olacağının düşünülmesidir. Bu da ancak, siyasi iktidarlara baskı yapabilecek siyasal aktörlerin harekete geçirilmesi ile mümkün olur.

Hülasa ortada bir kısır döngü var. Seçmen çeşitli saiklerle yolsuzlukla-rın önlenmesini en önemli öncelik olarak görmemektedir. Böyle olunca da, siyasetçiler harekete geçmeyi ertelemekte ve siyasal yolsuzluklar normalle-şebilmektedir. Bu kısır döngü nasıl kırılabilir ? Kestirme bir çözüm yok. Uzun dönemde sosyo-ekonomik eşitsizliklerin azaltılması ve tüm yurttaşlar için minimum gelirin sağlanmasının yolsuzlukların en az indirilebildiği bir ze-mini oluşturduğu kabul ediliyor. Önemli bir başka nokta vatandaşların diğer-lerine ve siyasal sisteme duydukları güvenin artırılması. Bunlar ancak uzun dönemde gerçekleştirilebilecek hedefler. Kısa dönemde ise, yolsuzluklara to-lerans göstermenin bedelinin yüksek olduğuna inanıp, kısa dönemde zararlı çıksa bile bu konuda kararlı olduğunu belirtecek güçlü bir siyasal iradenin oluşturulması gerekiyor. Bu siyasi iradenin denetleyici kurum ve mekaniz-maları güçlendirmesi de şart. Oluşan bu irade ve iktidar, yolsuzluklara tole-rans göstermeyeceğini vurgulayacak ve bunu hayata geçirecek. Yolsuzluğun maliyetinin yüksek olduğunu düşünen bireyler, yolsuzluklardan uzak dur-maya çalışacaklar. Uzunca bir süre bu durum devam ettiğinde ise yolsuz-luklardan kaçınma ve yolsuzluklara tepki gösterme istisna olmaktan çıkıp normalleşecek.

Böyle bir olasılık gerçekleşebilir mi ?

5 Eric M. Uslaner, Corruption, Inequality, and the Rule of Law, Cambridge, Cambridge University Press, 2008, s, 246 vd.

Page 120: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

118 | Tanel Demirel

Türkiye temel siyasi güçlerin demokratik rejimi “kasabadaki tek oyun” olarak algılayıp demokratik rejimin temel kurallarının ne olduğu üzerinde anlaşabildikleri bir ülke olmaktan uzak. Doğrudur 2002 sonrası Türki-ye’sinde askeri sivil bürokrasinin gücü kırıldı. Çevre olarak adlandırılan siya-si güçler koalisyonu seçimler vasıtasıyla iktidara daha önce hiç olmadıkları kadar yerleşebildi. Olağanüstü siyasal kırılmalar yaşanmazsa –ki Türkiye’de bunu kimse garanti edemez- kısa dönemde bu durum devam edecek gibi gö-rünüyor. Michael Johnston, siyasal karar alma sürecine önceleri dışlanmış kesimlerin katılımı ile daha etkin ve şeffaf bir yapı kurma anlamında “derin demokratikleşme”nin daha şeffaf bir siyasal sistemin oluşmasında ne kadar önemli olduğunun altını çizmişti.6 Türkiye’de bu anlamda derin demokratik-leşmenin ilk aşaması olan yaygın katılım şartı gerçekleşmiş gibi görünüyor.

Öte yandan ikinci aşama olan hesap verme kanallarının güçlendirilmesi konusunda iyimser olmak kolay değil. Zayıf hükümetler döneminde etki-li olan bürokrat, işadamı, iş takipçisi politikacı koalisyonunun zayıflatılmış olması, daha şeffaf bir siyasi yapılanma için gerekli ancak yeterli değil. Bi-liyoruz ki, iktidar sahipleri kendi güçlerinin sınırlandırılmasını istemezler. Yine biliyoruz ki, uzun yıllar iktidardan dışlandığı için kendisini mağdur ve mazlum olarak algılayan siyasi aktörlerin iktidara geldiklerinde demokratik rejimin olmazsa olmazı olan ölçülülük, ılımlılık, uzun dönemli düşünme gibi hasletleri takdir edip içselleştirmeleri hiç kolay değildir.

Türkiye’de de yeni elit seçimleri öne çıkarıp yatay hesap verme mekaniz-malarını bir kenara itmenin kısa dönemde kendi çıkarları açısından daha uygun olacağını düşünüyor gibi. Siyasal sistemi askeri sivil bürokrasinin ha-kimiyetini geri gelmeyecek biçimde tahkim etme ile iktisadi kalkınmaya ön-celik verilmiş gibi görünüyor. Olağanüstü günlerden geçiyoruz, şimdi elimizi zayıflatabilecek, ittifak içinde olduğumuz kesimlerin bir kısmını ürkütebile-cek, bu türlü ayrıntıların üzerinde durmanın zamanı değil deniliyor.7 Savu-nulabilir gibi görünen bu tercihin uzun dönemde sürdürülebilir olmadığı söylenebilir. Ayrıca, yolsuzlukla mücadelenin diğer önceliklere ulaşmayı za-yıflatmak bir yana kolaylaştıracağı da iddia edilebilir. AK Parti çevrelerinde bu görüşü paylaşanların olmadığı da söylenemez. Kısa dönemde Türkiye’nin daha şeffaf bir siyasal sisteme sahip olup olmayacağı bu çizginin ne ölçüde etkili olacağına bağlı.

6 Johnston, Corruption, Contention and Reform- The Power of Deep Democratization, s, 4.

7 Etyen Mahçupyan’ın ifadesiyle, AKP “kendisine yakın olabilecek herkese muhtaç olduğu değerlendirmesini” yapıyor ve bu da “iktidara yakın toplumsal aktörleri kavgaya ortak ederken yozlaşmayı normalleştiriyor.” Etyen Mahçupyan, “AKP Döneminin Basit Gerçekleri,” Akşam, 7 Ekim 2014.

Page 121: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

119

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası

Ünsal ÇetinEkonomist, Liberal Düşünce Topluluğu

Büyük Unutkanlık

Hukukun üstünlüğü, hukukî ve siyasî bir ideal olarak, klâsik liberal düşün-ce geleneğinin esas nüvesine ait bir ilkedir. Günümüzün Batı tipi anayasal demokrasilerinin temelinde yatan ana fikir devlet yönetiminin önceden be-lirlenmiş açık kurallarla/yasalarla sınırlandırılmasıdır. Liberal demokrasi, en yetkin ifadesiyle, “Hukukun Kral Olduğu” bir yönetim şeklidir. Devlet dediğimiz şeyin var olması gerektiği hususunda bir uzlaşmaya vardıktan sonra, önümüzde bu devletin yönetimi için sadece iki seçenek kalır; Ya hukukun üstünlüğüne bağlı kalan, keyfî yönetimin mümkün olduğunca sı-nırlandırıldığı kurallara dayalı bir yönetime sahip olabiliriz, ya da seçilmişler ve atanmışlardan oluşan bir gurup insanın keyfî yönetimine.

Liberalizmin bu âsil ilkesinin gereği, elbette, devletin ekonomi politika-sının, ya da kontrol ve müdahale yanlısı iktisatçıların terminolojisini bir an için kullanacak olursak, ‘ekonomi yönetiminin’ de önceden belirlenmiş ve ilân edilmiş kurallara dayalı olarak yürütülmesidir. Fakat günümüz liberalle-

Sakın keyfî yönetime kalkışma, Bu, kendisini kurnaz sanan bilgisizlerin işidir.

Cervantes, 1615

Page 122: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

120 | Ünsal Çetin

rinin bile çoğunun dikkatinden kaçan, kamu yöneticilerinin keyfî iradesinin hemen hiç sorgulanmadığı ve baştan doğru/olması gereken şey olarak kabul edildiği bir alan vardır; Namı değer para politikası. Konu para politikası olun-ca keyfî yönetimin içeriğine, politikanın şu ya da bu yönde olması gereğine dair tartışmalar gündemi doldurmaktadır. Keyfî–müdahaleci yönetimin biz-zat kendisine yönelik bir sorgulama ise fikirler piyasamızda bulunmayan bir üründür. Aslında, günümüz demokrasilerinin geneline yayılan bu unutkanlık, liberallerin ideal olarak tasavvur ettiği ‘liberal demokrasinin’ ekonomi ile il-gili implikasyonlarına itibar edilmediğine kanıt teşkil eder. Ülkemizde de, bir süre önce gündeme gelen ‘Mali Kural’ ve iktidardaki parti tarafından göz ardı edilmesine yönelik nihaî tercih, güncel iktisat tartışmalarına damgasını vuran olağan üstü bir varsayıma dayanır. Bu varsayım, hükümetin bizler için, piyasa için, her zaman ve her yerde optimal olanı icra edeceği yönündeki te-melsiz inançtır.

Teori: Piyasa Ekonomisi ve Para Politikası

Halbuki, kurallara dayalı para politikası konusunun ciddi bir tarihsel arka planı ve bu konuda kafa yoran önemli bir iktisatçılar dizisi vardır. Sağlıklı regüle edilen bir parasal sistemin ekonomik büyüme ve istikrara faydasın-dan bahseden ilk iktisatçı Adam Smith olmuştur. Daha sonra, Walter Bagehot ve Henry Thornton, özellikle nihaî kredi mercii doktrinini inşa ederek, bir merkez bankasının finansal sıkıntı durumlarında nasıl hareket etmesi gerek-tiğine dair ilk normları kaleme almıştı. David Ricardo da kendi zamanının parasal kaynaklı finansal krizlerini gördükten sonra kurallara dayalı para po-litikasının önemine vurgu yapmıştı.

20. Yüzyılın ilk yarısının ağır ekonomik sorunları Irving Fisher, Henry Si-mons, Knut Wicksell ve Milton Friedman gibi iktisatçıları bu sorunlara kay-naklık eden parasal faktörlerden kaçınmak amacıyla politika kuralları geliş-tirmeye yöneltti. Friedman’a ek olarak –hepsi Nobel iktisat ödülünü kazanmış olan– Hayek, Lucas, Kydland, Prescott ve Buchanan ekonomi politikasında kurallara dayalı olmayı öğütleyen eserleri üretmiş olan önemli iktisatçılar-dır. Günümüzde ise, Allan H. Meltzer ve John B. Taylor para politikası özelin-de kuralların kullanımına dair çalışan en önemli iki iktisatçıdır.

Bir para politikası kuralı, en basit ifadesiyle, politika kararlarının nasıl alınması gerektiğine dair bir öneridir. Yani, politika kuralları pratik politi-ka icrası için bir kılavuz sağlar. Temel amaç para politikasını öngörülebilir ve şeffaf hâle getirmektir. Parasal darboğazlar ve fazlalıklardan kaçınılması suretiyle kriz, durgunluk, buhran, deflasyon, enflasyon, ve stagflasyon risk-

Page 123: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 121

lerinin en aza indirilmesi sağlanır. Amaç, aynı zamanda, iktisadî aktörlerin özgürlüğünün azamî derecede sağlanması ve korunmasıdır. Kurallarla bağ-lı olmayan, keyfî/ihtiyarî (discretionary) para politikaları başarısızlığa uğra-maktadır çünkü bu tarz politikalar insanları politika taahhütlerinin fayda-larından mahrum bırakır. Bu taahhütler, piyasa ekonomisinin yeterince iyi işlemesi için bir ön gerekliliktir. Modern merkez bankaları finansal piyasa-ların içinde karar yapım sürecine girişmektedir. Ve finansal piyasaların ak-törleri de onları izlemektedir. Piyasa beklentileri, büyük ölçüde, politikanın gelecekteki seyrine bağlıdır. Bu yüzden, politikanın gelecekteki seyrini ön-görebilir kılmak önem arz eder. Dolayısıyla, keyfî politika bu öngörü gücünü yıprattığı için, belirsizliği artırıcı bir unsurdur. Bu ise piyasa katılımcılarının yeni koşullara intibak gücünü azaltır. Ekonomik intibak sürecinin asıl yöneti-cisi olan fiyat sisteminin mümkün olan azamî derecedeki hareket kabiliyetini sınırladığı için, keyfî para politikaları uzun vadede kötü ekonomik perfor-mansla sonuçlanır.

Nihaî kredi mercii bakımından bir kurala sahip olmamanın olumsuz et-kisine yakın tarihli ve aşikâr bir örnek, ABD’nin merkez bankası Federal Rezerv’in 2008 yılı içinde Bear Stearns’i ve AIG’yi kurtarıp, Lehman Brot-hers ve Washington Mutual’ı ise kurtarmamasıdır. Bu tercihlerin neye göre yapıldığı belli değildir. Ve bu durum krizin 2008 yılı içindeki zirve nokta-ya tırmanışında piyasalarca algılanan gerçek bir belirsizlik kaynağı olarak önemli bir rol oynamıştır. Bir merkez bankasının sistematik bir nihaî kredi mercii politikasına sahip olmaması, bir futbol maçı esnasında birden bire “üç korner bir penaltı eder” kuralını kendi başına uygulamaya koyan bir hakemi andırmaktadır.

Para politikasında kurallara dayalı olmak, aynı zamanda, para politikası-nın sınırlarının farkında olmakla ilgilidir. Para politikası hiçbir zaman tek başına tam istihdam veya yüksek büyüme oranları gibi hedefleri gerçekleş-tirme gücünde değildir. Ondan asıl beklenen, piyasaları bozmamak olmalıdır. Ekonomik kalkınma ya da bir kriz sonrası iyileşme sürecinde asıl yükü üstle-nen şey piyasa ekonomisinin fiyatlara dayalı otomatik pilot mekanizmasıdır. Fiyat sistemi üç temel koordinasyon işlevini yerine getirerek bunu yapar. (1) İktisadî aktörlerin beğenileri, kaynakların erişilebilirliği, ve üretim ola-nakları hakkındaki bilgiyi piyasa içinde harekete geçirmek suretiyle, bilgi dağılımını temin eder, (2) en düşük maliyetli yöntemlerin benimsenmesi ve kaynakların tüketici tercihlerince belirlenen en iktisatlı kullanımlara yönlen-dirilmesi ile kaynak dağılımını gerçekleştirir, (3) ilk iki işlevin sonucu olarak, kimin ne kadar ödüllendirileceği veya cezalandırılacağını, kâr ve zarar disip-lini sayesinde belirler. Bu üç işlev, piyasa süreci içinde, değişen ekonomik ko-

Page 124: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

122 | Ünsal Çetin

şullara milyarlarca iktisadî karar biriminin ücret, fiyat ve miktar ayarlamaları ile intibak sağlamasını mümkün kılar.

Ancak, otomatik pilotun görevini en iyi şekilde yerine getirmesi mümkün olduğunca serbest hareket alanına sahip olmasına bağlıdır. Kurallarla sınırlanmamış bir merkez bankasının keyfî eylem ve müdahaleleri otomatik pilotun etkinliğini köreltir. Ayrıca, burada mutlaka vurgulamalıyız ki, otoma-tik pilotun etkinliğini engelleyebilecek tek unsur para politikası da değildir. Piyasa katılımcılarının fiyat, ücret, miktar değişikliklerini kısıtlayabilecek olan bütün diğer hükümet eylem ve müdahalelerinden azade olması gerekir. Piyasalar elbette mükemmel değildir. Doğal seviyede bir inelastikliğe sahip-tir. Değişen koşullara intibak zaman alır. Piyasa ekonomisi, devlet tarafından önüne konan engeller yüzünden ağırlaştırılmış bir fiyat ve ücret katılığına maruz değilse (ve yeterince dışa açık bir ekonomi ise), aslî işlevini yerine getirir ve kendisine ait/bünyevî bir iyileşme kabiliyetine sahiptir. Herhangi bir devlet teşvik ve cezalandırmasından daha sert ve güçlü olan kâr/zarar disiplini girişimsel hataları açığa çıkarır. Bu hataların fark edilmesi girişim-ciler tarafından düzeltme amaçlı kararları başlatır. Bu sayede, üretim tüke-tici tercihlerine daha yaklaşır. Tüketicilerin zamana yayılan tercihlerine daha başarıyla yaklaşan bir yatırım planlaması kriz ihtimalini azaltır. Bunun olması için, sermaye dağılımı ve tüketici tercihlerinin bir merkezî organ tarafından manipüle edilmemesi, yani müdahale edilmemiş bir serbest piyasaya sahip olmamız gerekir.

20. Yüzyılın Mises, Hayek, Kirzner ve Rothbard gibi büyük iktisatçılarının ekonomi bilimine önemli katkılarından birisi, görünmez elin var olması için tam rekabet koşullarının var olmasının gerekmediğini göstermiş olmalarıdır. “Görünmez el” genel rekabetçi denge teorisinin gerçek dünyadan uzak kalan varsayımlarına ihtiyaç duymaz, ve tam da gerçek dünyadaki mükemmellik-ten uzak koşullar sayesinde çalışır. Sistemi harekete geçiren ve görünmez bir elin işbaşında olmasını temin eden şey, tam olarak girişimcilerin ve tüketici-lerin hata yapması ve sistemin bu hataları açığa çıkarma ve tadil etme yeteneği-dir. Eğer Adam Smith, görünmez elin işlevsel olması için tam rekabet koşul-larının var olması gerektiği şeklindeki bir iddia ile karşılaşsaydı, kesinlikle bir hayli şaşkınlığa düşer ve “bu zaten benim söylediğim şey değil” derdi. Tüketici tercihleri ile yatırım planlarını birbiriyle nispî olarak daha ahenkli hâle getiren temel bir sinyal olarak, faiz oranlarının koordine edici kabiliyeti özellikle önemlidir.

Uzun bir süre önce, Friedrich Bastiat iyi iktisatçıyı kötü iktisatçıdan ayır-ma amaçlı iki temel ilkeden bahsetmişti. Bastiat’ya göre, iyi iktisatçı, (1) bir

Page 125: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 123

politika tedbirinin yalnızca kısa vadedeki değil, uzun vadedeki muhtemel sonuçlarını da ve (2) bu tedbirin yalnızca bir sektör/kesim üstündeki değil, ekonominin bütünü üstündeki sonuçlarını da dikkate almaya çalışır. Lawren-ce W. Reed ise, bu iki ilkeyi “Sağlam Kamu Politikasının Yedi İlkesi” listesine dâhil etmiştir. Reed’in ifadesiyle, “Sağlam politika, uzun vadeli sonuçları ve herkesi göz önünde bulundurmayı gerektirir; sadece kısa vadeli sonuçları ve birkaç kişiyi değil.” Ve “Devletin, önce başka birinden almadan, hiç kimseye verecek bir şeyi yoktur” (Reed, 2008). Uzun vadeyi dikkate alma önerisini zaman tutarsızlığı sorunu (time–inconsistency problem) kavramı ile, ekono-minin bütünü üstündeki sonuçları dikkate alma önerisini ise devletin taraf-sızlığı (neutrality) ilkesi ile ilişkilendirebiliriz.

20. Yüzyılda “zaman tutarsızlığı” kavramı üzerine seçkin iktisatçılar ta-rafından inşa edilen sofistike literatür Bastiat’nın birinci ilkesini daha ileri bir seviyede geliştirmiştir. Zaman tutarsızlığı sorunu, basitçe ifade edecek olursak, para politikasının şu anki bir sorunu, gelecekteki daha şiddetli bir soruna yol açacak şekilde gidermesidir. Başka bir ifadeyle, bir merkez ban-kasının, mevcut bir sorun hakkında şu an (kısa vadede) bir şeyler yapıp, bu yaptıklarının sonraki (uzun vadede ortaya çıkan) sonuçlarıyla başa çıkmak zorunda kalması durumudur. Politik ve sosyal baskılar merkez bankalarının müdahale etme dürtüsünü güçlendirebilir. Merkez bankaları, bu dürtünün de desteğiyle harekete geçerek, örneğin, kısa vadeli bir ekonomik canlanmayı, uzun vadedeki enflasyon sonucuyla sağlayabilir. Ekonomik canlanma, böyle bir durumda, enflasyon pahasına elde edildiği için, merkez bankası fiyat is-tikrarı sözü vermiş olduğu hâlde, verdiği sözün tam tersine hareket etmiştir. Zaman tutarsızlığı sorununa yol açan keyfî politikaların “tutarsız/istikrarsız”, “aldatıcı”, ve “miyop/ileriyi göremeyen” politikalar olarak adlandırılmış ol-maları bilhassa not edilmeye değerdir.

Para politikasının tarafsızlığı ilkesi ise, takip edilen politikaların serveti/geliri birilerinden alıp diğerlerine vermemesi gereğidir. Para politikası yerle-şik çıkarların oluşumunu desteklememelidir. Hükümetin birilerinden alma-dan başka birilerine verebileceği şeklindeki gizli varsayım ancak bir hayal dünyasında söz konusu olabilir. Reed’i tekrarlayacak olursak, devletin, önce birilerinden almadan, hiç kimseye verecek bir şeyi yoktur. Bu ifade, devletin doğası ile ilgili açık bir gerçeği dile getirmektedir. Örneğin, müflis bir banka-nın bir merkez bankası tarafından kurtarılması, devletin ancak ve ancak, bu bankanın basiretle ve etkinlikle çalışan rakiplerine, vergi mükelleflerine, ge-lecek nesillere, veya başka birilerine maliyetler yüklemesi ile gerçekleştirebi-leceği bir eylemdir. Benzer şekilde, devletin belirli bir sektörü teşvik etmesi de ancak başka bazı sektörleri caydırması pahasına mümkün olabilir. Bu ilke,

Page 126: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

124 | Ünsal Çetin

serbest bir piyasada çetin rekabet koşulları altında kazanç sağlamaya gay-ret etmektense, devlet aygıtını kullanarak başkasının cebinden daha kolay ve risksiz zenginleşme çabalarının önüne set çekilmesini gerektirir. Dolayısıyla, hukuk devleti idealinin en önemli ‘olmazsa olmaz’ esaslarından birisidir.

Tarih: Para Arzı, Phillips Eğrisi ve Taylor Kuralı

15 Ağustos 1971’de Başkan Richard Nixon altın gişesini kapattıktan son-raki pür fiat (hükmî/karşılıksız) para dönemini, ABD ekonomisi özelinde, özet olarak üç bölüme ayırabiliriz. Literatürde ekseriyetle kabul gördüğü isimlendirmelerle; Büyük Enflasyon, Büyük Moderasyon, ve Büyük Durgun-luk (Great Inflation, Great Moderation, Great Recession). Seksenlerin ilk yıl-larına kadar süren Büyük Enflasyon dönemi son derece kararsız bir dur–kalk para politikası, ücret ve fiyat kontrolleri, yoğun regülasyon örgüsü, sorumsuz maliye politikaları, geçici teşvik paketleri, enerji ve tarımda arz şokları, ve-rimsiz çalışan büyük ve hantal kamu girişimleri ile karakterize edebileceği-miz bir dönemdir. Bu etkenlerin sonucunda, ekonomiler yaygın koordinasyon bozuklukları göstermiş ve ekonomik karar birimleri adeta nereye gideceğini şaşırmıştır.

Aşağıdaki Grafik 1 ABD için 1960–Mayıs 2009 dönemine ait M2 (nakit para artı vadesiz ve vadeli mevduatlar toplamı) ile Tüketici Fiyat Endek-si’ndeki (Consumer Price Index–CPI) yıllık değişimleri göstermektedir. M2 ve CPI’daki kısa dönem dalgalanmalar ayrıca, ok ile işaretlenmiş olan, genel

Page 127: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 125

seyir çizgileri ile de gösterilmektedir. M2 ve CPI eğrileri bir hayli yaklaşık dalga boylarına sahiptir. Para arzı genel eğilimi ile fiyat seviyesi genel eği-limi arasında zaman aralıkları vardır ve para arzı artışı fiyat artışlarını önce-lemektedir.

Paranın miktar teorisini teyit edecek surette, para arzı artışındaki fazlalık, piyasada dolaştıkça fiyatları artırma eğilimi göstermektedir. Bu grafik ayrıca bize enflasyonun doğru tanımını yapmada da yardımcı olur. Enflasyon ‘fiyat seviyesindeki genel ve sürekli artış’ değildir. Enflasyon para arzındaki artış-tır. Fiyat seviyesindeki yükseliş bu para arzı artışının sonucudur. Paranın miktar teorisinin özündeki yıkılmaz gerçek bu grafik tarafından resmedilir. Yeni ba-sılan para dolaşıma çıktığı andan itibaren mevcut mal ve hizmetleri kovala-dıkça enflasyonun yükselişine sebep olur.

1970’lerdeki para politikası ve sonuçları özel bir öneme sahiptir. 70’ler boyunca, artan volatilite ile hareket eden ve yükselen enflasyon oranı, ori-jinal Phillips Eğrisinin öngörüsüne ters düşecek şekilde, işsizliği düşürmek yerine yükseltmiştir. Başlangıçta, kısa vadede, işsizliği azaltıyor gibi görünen enflasyon, hızlandıkça işsizliği artırmış ve yukarıda belirttiğimiz faktörlerle birleşerek, enflasyonla birlikte işsizlik anlamına gelen stagflasyona neden ol-muştur.

Phillips Eğrisi William Phillips’in Economica dergisinde yayınlanan 1958 tarihli “The Relation between Unemployment and the Rate of Change of Mo-ney Wage Rates in the United Kingdom, 1861–1957” (Birleşik Krallıkta 1861–1957 Yılları Arasında İşsizlik ve Parasal Ücretlerin Değişim Oranı Arasındaki Bağlantı) isimli ünlü makalesi ile doğmuş olan bir iktisadî analiz ve para poli-tikası paradigmasıdır. William Phillips bu makalesinde söz konusu dönemde Britanya ekonomisinde ücret artışları ile işsizlik arasında ters bir bağlantının var olduğunu öne sürmüştür. Konuya dair müteakip çalışmalarla ve bilhas-sa Paul Samuelson ve Robert Solow gibi ekonomistlerin katkılarıyla Phil-lips Eğrisi, daha doğrudan, enflasyon ile işsizlik arasındaki ters bir bağlan-tıya işaret edecek şekilde geliştirilmiştir. Dolayısıyla, orijinal Phillips Eğrisi para politikası yapıcılarına, genel fiyat seviyesini yükseltmek suretiyle, yani bir enflasyon artışı bedeline katlanma pahasına işsizliği azaltabilecekleri şeklindeki bir olasılığı sunmuştur.

Daha tam olarak, politika yapıcılar Grafik 2’de de resmedildiği gibi, ya-tay eksende işsizliğin ve dikey eksende ise enflasyon oranının gösterildiği bir düzlem üzerinde temsil edilen, bir dizi farklı “düşük işsizlik–yüksek enf-lasyon” ve “düşük enflasyon–yüksek işsizlik” noktalarından oluşan bir karar menüsüne sahiptirler. Bu nedenle, eğrinin negatif eğimli orijinal hâliyle Key-

Page 128: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

126 | Ünsal Çetin

nesyen iktisattaki eksik kalan bir halkayı kapattığı ifade edilmiştir. Phillips Eğrisinin sunduğu politika mantığı yaklaşık olarak 1960’ların ortalarından 1970’lerin son dönemlerine kadar gelişmiş ülkelerin hükümetleri ve merkez bankacıları tarafından genel itibariyle kabul görmüştür. Bilhassa, 15 Ağus-tos 1971’de Nixon yönetiminin Altın Gişesini kapatması ve Bretton Woods sisteminin fiilen son bulması ile birlikte başlayan yeni küresel fiat para dö-neminde merkez bankaları orijinal Phillips Eğrisini temel bir politika yapım paradigması olarak kullanmıştır.

Başlangıçta az sayıda iktisatçı tarafından yalnızca teorik gerekçelerle itiraz edilen Phillips Eğrisi 1970’ler boyunca süren tartışmalarda özellikle Monetaristler tarafından sorgulanmış ve revize edilmiştir. Beklentilere göre güçlendirilmiş hâliyle Phillips Eğrisi, sadece kısa vadede ve ekonomik karar birimleri tarafından öngörülmeyen bir enflasyon artışı durumunda işsizliğin azaltılabileceğini gösterir. Öngörülebilir şekilde, düzenli olarak ilerleyen enflasyonist bir politika orta vadede karar birimlerinin, enflasyon endekslemesi gibi yöntemler sayesinde kendi sözleşme, karar ve planlama-larını bu politikaya göre ayarlamaları sonucunda, sadece aynı doğal işsizlik oranını daha yüksek bir genel fiyat seviyesinde sağlayabilir. Doğal işsizlik oranı, son tahlilde, ekonominin nominal büyüklüklerinden bağımsızdır ve esas itibariyle yapısal/kurumsal faktörler tarafından belirlenir. Enflasyonist bir politika kısa vadede bu doğal oranı düşürebilir fakat beklentilerin mevcut politikaya intibakı ile birlikte, doğal işsizlik oranı yeniden eski seviyesine yükselir. Bu durumda, beklentilere göre güçlendirilmiş Phillips Eğrisi dikey eksene paralel bir doğru olarak düşünülebilir ve para politikasının sınırlarına işaret etmek için elverişli bir konuma gelir. Enflasyon ne kadar artırılırsa ar-tırılsın, işsizlik oranı değişmeyecektir.

Page 129: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 127

Bununla birlikte, 1970’ler boyunca gelişmiş ülke para politikaları sis-tematik ve öngörülebilir olmaktan çok uzaktı (Meltzer, 2005). Bu dönemin karakteristik para politikası stratejisi son derece kararsız ve istikrarsız bir dur–kalk (stop–go) ardıllığı idi. Para politikası karar otoriteleri tam istih-dam hedefine ulaşmak amacıyla para arzını artırmış ve bilinçli olarak enf-lasyon oranlarını yükselterek işsizlik oranlarını azaltmaya çalışmıştır. Fakat, yükselen enflasyon oranlarının, gaza basılan her adımda, işsizlik seviyelerini düşürmek için daha az tesirsiz kaldığı görülmüştür.

Hatta Grafik 3’te görülebileceği gibi, gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde artan enflasyon oranları 1970’lerin sonlarına doğru işsizlik oranlarındaki bir artış ile sonuçlanmaya başlayınca, pozitif eğimli Phillips Eğrisi aşamasına geçilmiştir. Yedi gelişmiş ülke (Fransa, Almanya, İtalya, İsveç, Birleşik Krallık, Japonya, Birleşik Devletler) için enflasyon ve işsizlik oranları ortalamasını gösteren Grafik 3 artan enflasyon oranının önce kısa vadede getirdiği işsizlik azalışını fakat orta vadede, 1975 itibariyle çok daha hızla artan bir fiyat seviyesine karşın, tırmanışa geçen işsizlik oranlarını göstermektedir. Bretton Woods sonrası dönemin enflasyon ile durgunluğun bir arada görüldüğü bu büyük tecrübesi orijinal Phillips Eğrisinin öne sürdüğü yüksek enflasyon–düşük işsizlik bağlantısını çürütmüştür. Yüksek enflasyon ve işsizliğin bir arada yaşandığı makroekonomik konjonktüre işaret etmek üzere, “stagflas-yon” terimi bu dönemde iktisat literatürüne girmiştir (Friedman, 1976).

Page 130: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

128 | Ünsal Çetin

İkinci dönem Büyük Moderasyon’dur. 1980’lerin ilk yıllarından konut ba-lonu sönüşünde ilk ufak dalgalanmalarının başladığı 2006’ya kadar sürer. 1970 sonrasını bütünü itibariyle değerlendirecek olursak, merkez bankala-rının en başarılı olduğu söylenebilecek dönem bu dönemdir. Fed para po-litikasında hayli yaklaşık olarak Taylor Kuralını takip etmiştir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çoğu para ve maliye politikalarında kural benzeri, daha sorumlu ve sistematik stratejiler izlemiş, geçici teşvik paketleri terk edilmiştir (Taylor, 2010). Küreselleşme dalgasının yükselişiyle gelen serbest ticaret kaynaklı refah artışları, özelleştirmeler, kısmî deregülasyonlar saye-sinde daha verimli çalışan ekonomiler uzun bir büyüme dönemine girdiler. Enflasyon ve faiz oranları ve bu oranların volatiliteleri 70’lerle kıyaslandığın-da önemli seviyede düşüş kaydetti. Durgunluklar sayıca azaldı ve daha kısa ve zayıf gerçekleşti. Sağlanan yaklaşık fiyat istikrarı ile birlikte işsizlik oran-ları da doğal kabul edilen seviyelere geriledi. Uzun vadede istihdam açısın-dan iyileşme sağlayan şeyin enflasyon değil, fiyat istikrarı olduğu tecrübeyle kanıtlandı (Taylor, 1998).

Taylor Kuralı makroekonomist John B. Taylor’ın Büyük Moderasyon ola-rak adlandırılan döneme dair çalışmalarıyla literatüre kazandırdığı bir para politikası stratejisidir. Taylor söz konusu çalışmalarında ABD merkez bankası Federal Rezerv’in, 1980’lerin ilk yıllarından 2000’lerin ilk yıllarına kadar sür-düğü kabul edilen Büyük Moderasyon dönemi boyunca fiilen takip ettiği faiz politikasını büyüteç altına almıştır. 1970’lerin aşırı kararsız dur–kalk para po-litikası ve bunun sonucunda ortaya çıkan enflasyon–işsizlik birlikteliği olan stagflasyon, 1980’lerin ilk yılları itibariyle yerini Paul Volcker’ın yönetimi altındaki Fed’in enflasyon ateşini söndürme (Great Disinflation) başarısına bırakmıştır. Orijinal Phillips Eğrisi anlayışını terk eden Fed fiyat istikrarı hedefini benimsemiş, ve fiyat istikrarı hedeflemesinin, ekonomik aktörlere sağladığı düz oyun sahası sayesinde, tam istihdam (ya da ekonomik büyüme) hedefine yardımcı bir politika olacağını kabul etmiştir. Bu hareket tarzına dayalı olarak, fiyat istikrarı ve tam istihdam ikili hedefinin bir merkez ban-kası için zaman tutarsızlığı sorununa yol açmaksızın gerçekleştirilebileceği fikri akademisyenler ve politika yapıcılar arasında rağbet kazanmıştır. Ko-nuya ilişkin “Discretion versus Policy Rules in Practice” (Uygulamada Keyfî Yönetime Karşı Politika Kuralları–1993) isimli ilk makalesi ile başlayarak, Taylor [F]ed tarafından uygulanan faiz politika oranının kural benzeri belirli bir hareket tarzına işaret ettiğini iddia etmiştir. Grafik 4’te görülebileceği gibi, 1980’lerin ortalarından 2000’e kadar, Fed’in fiilen uyguladığı faiz politi-ka oranı (operasyonel ifadesiyle, Federal Fonlar Hedef Oranı, siyah çizgi) ile Taylor Kuralının önerdiği oran (mavi çizgi) arasında çok yaklaşık olarak ortak

Page 131: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 129

bir seyir söz konusudur. Fakat, sonraki dönemde materyal seviyede bir ay-rışma, Taylor’un ifadesiyle, Büyük Sapma (Great Deviation) gerçekleşmiştir.

Kuralın matematiksel ifadesi aşağıdaki gibidir;

Ir = 1,5xE + 0,5xPG + 1

Ir; Merkez bankası faiz politika oranı,

E; Yıllık tüketici fiyatları enflasyon oranı,

PG; Çıktı açığı.

Sözel ifadesiyle, Kural makroekonominin iki temel göstergesi olan enf-lasyon oranı ve istihdam seviyesine önceden belirlenmiş ağırlık oranlarıyla karşılık veren bir faiz oranı reaksiyon fonksiyonudur. Dolayısıyla, Kural enf-lasyon yükselişe geçtiğinde ekonomiyi yavaşlatıcı, çıktı açığının artması (ya da, kapasite kullanım oranının düşmesi durumunda) ekonomiyi hızlandırıcı bir faiz politikasının takip edilmesini önerir. Bir reaksiyon fonksiyonu olduğu için, faiz oranlarının sabitlenmesi şeklindeki bir fiyat kontrolü olmaktan uzak kalır. Başka bir ifadeyle, merkez bankalarının sistematik, öngörülebilir ve ku-rallara dayalı bir para politikası uygulayabilmesi için seçeneklerden birisidir. Kurala adını Taylor’ın kendisi değil ama onun konuyla ilgili çalışmalarına referans yapan diğer ekonomistler vermiştir.

Kuralın 2000 sonrası ABD Konut Balonu dönemi para politikasına tatbiki, varlık balonlarının kökeninde parasal fazlalıkların yattığı şeklindeki gelenek-

Page 132: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

130 | Ünsal Çetin

sel kabulü doğrulamaktadır. Grafik 5 söz konusu dönemde Fed’in uyguladığı faiz politika oranı ile Taylor Kuralı’nın önerdiği politika oranı arasındaki cid-di uzaklaşmayı gösterir.

Fiilen uygulanan oran Taylor Kuralının önerdiği orana göre uzunca bir süre için çok daha düşük kalmıştır. Dotcom balonunun getirdiği durgunluk dönemi bittikten sonraki uzun bir dönem için dahi, (enflasyon oranı dikkate alındığında) reel Federal Fonlar Hedef Oranı negatif seyretmiştir. Bu olgu, aşırı gevşek, Taylor’un ifadesiyle ‘bol gelen bir para politikasının’ varlığı için kanıtı teşkil eder. Taylor’un kendisi bu para politikası ile ABD Konut Balonu arasındaki bağlantıyı ayrıntılı empirik çalışmasında ele almış ve Kuraldan sa-pışın 2008 Büyük Çöküşü ve müteakip Büyük Durgunluk dönemine yol açan temel bir hata olduğunu iddia etmiştir (Taylor, 2008).

Taylor Kuralı ekonomik karar birimlerinin mümkün olduğunca kolayca planlama ve geleceğe dönük sözleşme yapabilmesini amaçlar. Bu nedenle, Kural mümkün olduğunca basit olmalıdır ve Kuralın takip edileceği önce-den kamuya ilân edilmelidir. Bu şekilde önceden duyurulan bir kural, bek-lentilerin şekillenmesine daha çok yardımcı olacak, ekonomik aktörlerin de-ğişen koşullara intibakını etkinleştirecektir. Büyük Moderasyon tecrübesi ile faydalılığı sınanmış ve ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde en uzun ve güçlü büyüme dönemini gerçekleştirmesini sağlamış olmasına kar-şın, Taylor Kuralı bilhassa alternatif bir strateji olarak Verimlilik Normunu savunan akademisyenler tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur (örneğin bkz. Garrison, 2007, 2009).

Page 133: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 131

Büyük Durgunluk 2006’nın ilk dalgalanmalarından bu güne süregelen re-sesyon dönemidir. ABD’nin İktisadî Araştırmalar Ulusal Dairesi’nin (Natio-nal Bureau of Economic Research–NBER) hesaplamalarına göre, durgunluk resmî olarak 2009 yazında sona ermiş görünse de, hemen hiç kimse eko-nomik iyileşmenin yeterince iyi olduğu kanaatinde değildir. İyileşme süreci aşırı zayıf ve para politikasına bağımlı kalmaya devam etmektedir. Genel gö-rüş, bu durgunluğun Büyük Buhran’dan sonraki en kötü olarak adlandırılma-yı hak eder bir hâle dönüşmüş olmasıdır.

ABD 2008 Büyük Çöküşünden sonra, niceliksel gevşeme programları ile para politikası kaynaklı belirsizliği aşırı derecede yükseltmiş, geçici ekonomik teşvik paketleri açmış, devasa bütçe açıkları vererek kamu borcunu önemli seviyede yükseltmiştir. Yeni 2010 sağlık hizmetleri yasası, Dodd–Frank finan-sal reform yasası, bütçe politikası ve vergi mevzuatındaki aşırı belirsizlikler gibi faktörlerin hiç birisi ekonomik iyileşmeyi destekleyici nitelikte değildir. Grafik 6’da görülebileceği gibi, ekonomiye müdahale derecesi arttıkça ve eko-nomik özgürlük derecesi düştükçe işsizlik yükselişe geçmektedir. Grafikteki yukarı yönlü oklar ekonomi politikasının daha müdahaleci olduğu dönemleri göstermektedir. Aşağı yönlü oklar ise daha az müdahaleci politika dönemle-rine işaret eder. Tekrar edilmeyi hak eder ki, 70’lerin dur–kalk para politikası ve diğer yoğun müdahaleler serisi yüksek bir işsizlik seviyesi ve II. Dünya Savaşı’ndan sonraki en yüksek enflasyona yol açmıştır. Kurallara dayalı ve kural benzeri politikaların keyfî yönetime karşı yükselişe geçtiği 80 ve 90’lı yıllarda sağlıklı büyüyen bir ekonomi, konut balonu çöküşünden sonra geriye dönen müdahalecilik rüzgârı ile tekrar yeni bir zayıf performans dönemine girmiştir. 1970’ten bu yana 50 yıllık ekonomik tecrübenin gösterdiği gibi, keyfî yönetimle beraber ihya olan ekonomik müdahalecilik çözüm olmaktan ziyade sorunları ağırlaştırmaktadır.

Page 134: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

132 | Ünsal Çetin

Verimlilik Normu: Taylor Kuralı’ndan Daha İyisi

Verimlilik Normu merkez bankalarının fiyat seviyesinde emek ve sermaye verimliliği iyileşmelerinden kaynaklanan düşüşleri engellememesini öneren bir para politikası kuralıdır. Norm temel olarak faizin pür zaman tercihi te-orisine dayalı olarak (Ed. Herbener, 2011) piyasa faiz oranlarının tamamen serbest bırakılmasını, yani faiz oranlarının doğal seviyelerinde hareket et-mesini savunur. Fiyat seviyesinin sıfır veya sıfıra yakın olmasını öğütleyen fiyat istikrarı kuralı/hedeflemesinin aksine, verimlilik normu düşen bir fiyat seviyesinin ekonominin sürdürülebilir doğal büyüme oranında ilerlemesini sağlayacağını, ve bu nedenle de, toplumun refah seviyesindeki artışların pa-rasal fazlalıklarla sterilize edilmemesi gerektiğini öne sürer. Verimlilik nor-mu, bir parasal dengesizliğin yokluğu şartıyla, genel ekonomik refahtaki artışın daha çok üreten, ve bunun sonucu olarak doğan bolluk ortamı sayesinde, fiyat düşüşlerini realize eden bir ekonomi ile mümkün olacağını savunur. Neden-sellik daha tam olarak aşağıdaki gibi ifade edilebilir;

Page 135: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 133

Doğal faiz oranının sağladığı koordinasyon aracılığı ile doğal büyüme oranında ilerlemesi sağlanan ekonomilerin getirdiği fiyat düşüşlerine bağlı refah artışları günümüzün zengin ülkelerinin gelir seviyesinin altında ya-tan asıl faktördür. Kısacası, uluslar daha çok tükettikleri için değil, daha çok ürettikleri için zenginleşir. Grafik 7 1873–1893 yılları arasında altın standar-dını kabul eden ve altın standardının dışında kalan ülkelerin konsolide fiyat seviyelerini göstermektedir. Verimlilik Normunu Humecu fiyat–metalpara–akım (Humean price–specie–flow) mekanizması ile fiiliyata geçirdiği kabul edilebilecek olan altın standardının varlığında, fiyat seviyesi, normun arzu edilir bulduğu şekilde, yıldan yıla ılımlı bir düşüş göstermiştir. Altın stan-dardı ülkelerinde halkın satın alım gücündeki seküler yükselişe karşın, altın standardını benimsemeyen ülkeler söz konusu dönemde halkın satın alım gücünde % 10’dan fazla bir seviyede gerileme ile karşılaşmıştır.

Verimlilik normu fiyat seviyesi hareketlerinin ekonominin genel gidişatı hak-kında önemli bir bilgi taşıdığını ileri sürer. Fiyat seviyesinin seyrini sadece para hacmi belirlemez. Ekonomilerin, parasal olmayan (non–monetary) anlamın-daki reel faktörlerinden kaynaklı olarak da fiyat seviyesi değişebilir. Örneğin, dışa kapalı ve ağırlıklı olarak tarımsal üretim yapan bir ülkede meydana gele-cek bir tarımsal üretim çöküşü, bir arz şokuna neden olarak, fiyat seviyesinde bir yükselişle sonuçlanır. Ya da savaş durumuna geçen bir ülkedeki anî ve

Page 136: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

134 | Ünsal Çetin

şiddetli bir talep artışı da fiyat seviyesini yükseltir. Veya kapsamlı verimlilik düşüşleri yaşayan, daha az üreten, ve bunun sonucunda mal ve hizmetlerin göreli bir kıtlığına sahip olan bir ekonomide de fiyatlar yukarı doğru hareket eder. Norm bu nitelikteki fiyat hareketlerinin de merkez bankaları tarafından sterilize edilmemesini savunur. Fiyat sisteminin yeterince bir etkinlik sevi-yesiyle ekonomik faaliyeti koordinasyon görevini ifa etmesi ancak fiyatların serbest değişimi ile mümkün olur. Reel nedenlerden kaynaklı fiyat hareket-lerinin sağlayacağı koordinasyon ve değişen koşullara intibak süreci parasal fazlalık veya noksanlıklarla yaratılan sinyal kirliliği ile yavaşlatılmamalı ve zayıflatılmamalıdır.

Bir fiyat istikrarı politikası, verimlilik artışı durumunda fiyatların düşme-sini engellemek amacıyla para hacmini artırır, verimlilik azalışı durumun-da ise fiyatların artmasını engellemek amacıyla para hacmini azaltır. Para hacmindeki bu değişiklikler Cantillon tesirlerini doğurur. Bu tesirler para hacmindeki değişikliklerin zaman ve mekân/sektör boyutundaki fiyat siste-mi yansımalarıdır. Örneğin, parasal fazlalıkların piyasalara dağılması zaman alır. Çoğunlukla bu fazlalıklar, önce belirli birkaç sektöre yönelir ve varlık balonlarının oluşumunu mümkün kılar. Süreç içerisinde, bilhassa üretim fak-törleri piyasasındaki fiyatlar doğal seyirlerinden parasal faktörler nedeniyle saptırılır ve bu sapmalar girişimcilerin hesaplama hatalarına düşmelerine, böylelikle sermaye dağılımında yanlış yatırımlara girişmelerine yol açar. Orta ve uzun vadede, parasal fazlalıklar tüketici malları piyasalarına sızar ve nihaî olarak ‘tüketici fiyatları endeksinde’ artış olarak kendilerini gösterirler. Bu vakte kadar, tüketici fiyatları enflasyonuna bakıp, bir enflasyonist tehlike olmadığını düşünen merkez bankası enflasyonu engellemek amacıyla bu se-fer bir frenleyici para politikasına yönelir ve faiz oranlarını artırır. Enflasyo-nun artışının tüketici fiyatları endeksinde belirginleşmesi, ticari bankaların da kredi faiz oranlarına gömülü enflasyon primini artırmalarına ve, yükselen kredi faizleri yoluyla, kredi daralmasına neden olur. Kısaca, bu döngü kendi kendisini geriye saran bir süreç olarak piyasa koordinasyon mekanizmasıdır. Ve bir fiyat istikrarı politikasının bize ekonomik istikrarı garanti edemeyece-ğini anlatır.

İkinci önemli bir tesir, fiyat istikrarını hedefleyen bir merkez bankasının dahi aslında reel enflasyona sebep olabilmesidir. Bir yıl içinde % 5 oranında verimlilik artışı gerçekleştiren bir ekonomiyi ele alalım. Diğer şartlar aynı kaldığında, yani para arzı artırılmadığında, fiyat seviyesinde yaklaşık olarak % 5’lik bir düşüş beklenmelidir. Fakat fiyat istikrarını hedefleyen merkez ban-kasının para arzını % 5 artırarak fiyat seviyesini % 0’da tutması, tüketicile-rin refahındaki bir iyileşmeyi paranın satın alım gücünde meydana gelen bir

Page 137: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 135

azalma ile engellemesi demektir. Bu örnekte, ölçülen enflasyon oranı sıfırdır. Fakat reel enflasyon oranı % 5’tir.

Verimlilik normu, bu temellere dayanarak, deflasyonu İyi, Kötü ve Çir-kin olmak üzere üçe ayırır. (Horwitz, 2010). İyi deflasyon, yukarda açıklandı-ğı üzere, verimlilik artışlarından kaynaklanan ılımlı fiyat düşüşleridir. Kötü deflasyon genellikle bir varlık balonunun patlaması sonrası, finansal panikle birlikte gelen durgunluk döneminde yaşanır. İflas eden bankalar nedeniyle para hacminde (M’de) bir azalma, efektif talepteki genel bir düşüş ve para talebindeki artış nedeniyle paranın dolaşım hızında (V’de) bir yavaşlama ta-rafından doğrulur. Merkez bankaları, klâsik nihaî kredi mercii doktrinin ori-jinal ilkelerine göre, bu deflasyonist tesirleri yatıştırmaya çalışmalıdır. Bunu yapan bir merkez bankası piyasanın iyileşme sürecine yardımcı olur. Çirkin deflasyon ise merkez bankasının Kötü deflasyona karşı durmadığı ve para ar-zında önemli derecedeki bir çöküşü engellemediği zaman oluşur. Bariz ve ilk akla gelen örneği Büyük Buhran döneminin Büyük Deflasyonudur.

Grafik 8 Amerikan merkez bankası Federal Rezerv şayet II. Dünya Savaşı’ndan sonra verimlilik normunu uygulamış olsaydı, genel fiyat se-viyesinin izlemiş olacağı alternatif seyri ve fiyat seviyesinin fiilen izlediği seyri aynı düzlemde karşılaştırır. Üstteki çizgi 1980’e kadar kaydedilen fiilî enflasyon oranıdır. Özellikle 1970 sonrasındaki şiddetlenme dikkat çekicidir. 1970’ler boyunca Fed [P]hillips Eğrisi anlayışına dayalı olarak son derece kararsız ve sistemsiz bir dur–kalk para politikası uygulamıştır. Bu politika işsizlikle birlikte enflasyonun, yani stagflasyonun temel nedenlerinden biri olmuştur. Verimlilik Normu grafikteki kareli çizgi ile, 70’lerin dur–kalk poli-tikasının alternatif maliyetinin İyi bir deflasyon olduğuna işaret eder. Yıldan yıla ılımlı fiyat düşüşlerine dayalı refah artışı bu dönem süresince gerçekleş-meyen şeydir.

Page 138: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

136 | Ünsal Çetin

Verimlilik Normunun 2008 Büyük Çöküşüne bir tatbiki Selgin (2010) ta-rafından yapılmıştır. Grafik 9’da da görülebileceği üzere, Fed yaklaşık olarak 2001’den 2006’ya kadar faiz politika oranı olan Federal Fonlar Hedef Oranını çok düşük seviyede tutmuştur. Söz konusu dönem boyunca önemli seviyede artan para hacmine karşın, tüketici fiyatları endeksi düşük kalmaya devam etmiştir. Bunun nedeni temelde Amerikan ekonomisinin kaydettiği verimlilik artışları ve ucuz ithal malları hacminin genişlemesidir. Başta Çin olmak üzere Asya’nın yükselen ekonomilerinden gelen ucuz ithal malların ve ülke içi üretimdeki verimlilik artışlarının varlığına karşın, fiyatlar Fed’in ürettiği parasal fazlalıklar nedeniyle düşmemiştir. Fed yöneticileri, dönem boyunca süregelen bu yaklaşık tüketici fiyatları istikrarını kendi politikalarının dengesizleştirici olmadığına bir kanıt olarak değerlendirmiştir. Fakat, tarihi rekor seviyelere yükselen ko-nut fiyatları, ipotek borçlularının konutların toplam borç tutarını aşan kısmı-nı teminat göstererek bankalardan yeni tüketici kredileri almalarını ve konut balonunun genel ekonominin toplam talebini canlı tutmasını sağlamıştır. El-bette, bu parasal fazlalıklar fiyat endeksinin düşmesini engellemekten daha fazlasını yapmıştır. Özellikle konut yapımına uygun arsa arzına yasal düzen-lemelerle getirilen yapay kısıtlamaların en çok olduğu eyaletlerde (Sowell, 2010), bu parasal fazlalıklar konut fiyatları balonunun daha da fazla şişmesi-ne yol açmıştır. Verimlilik Normunun konut balonuna daha sofistike bir tat-biki Bahadır, Beckworth, ve Selgin (2011) tarafından yapılmıştır.

Page 139: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 137

Verimlilik Normu Alfred Marshall, Ludwig von Mises, Friedrich von Ha-yek, Dennis Robertson, George Selgin, Kevin Dowd’un da dâhil olduğu uzun bir iktisatçılar listesi tarafından savunulmaktadır. Norm teorik seviyede para talebinin gelir esnekliğine bağlı olarak para arzında merkez bankası tara-fından yapılan ince ayarlamaları gerekli görür. Örneğin, gelir artışına bağlı olarak, para talebi gelir artış oranı ile aynı seviyede artıyorsa bir müdahale gereği yoktur. Fakat, eğer para talebi gelir artışından daha fazla bir oranda artarsa, yani paranın dolaşım hızı yavaşlarsa, fiyatlar genel seviyesinin ve-rimlilik artış oranından daha fazla düşmesini engellemek amacıyla, merkez bankası paranın dolaşım hızındaki yavaşlamayı telâfi etmeli ve para hacmi-ni artırmalıdır. Bununla birlikte, bu teorik dayanağa bağlı olarak, Verimlilik Normu uygulamada bir nominal gelir hedeflemesine dönüşmektedir. Merkez bankası ülkenin nominal gelir artış seyrinin uzun vadeli eğiliminden sapma-sını engellemelidir. Genel ekonomide, para talebi artışından ötürü gerçekle-şen bir efektif talep şoku veya bir finansal paniğin neden olduğu bir para arzı çöküşünün ikincil tesirleri yatıştırılmaya çalışılmalıdır. Verimlilik Normuna göre, merkez bankası bir tüketici fiyatları seviyesi veya belirli bir varlık fiya-tı, ya da bir istihdam seviyesi hedeflemesi yapmamalıdır.

Parasal Dengesizlik Teorisi

Parasal Dengesizlik Teorisi para arzındaki seküler bir daralmanın (deflas-yonun) ücret ve fiyat katılıkları (wage and price rigidities) nedeniyle ekonomik aktivitede reel ve olumsuz tesirlere sahip olacağını, ve bu nedenle de, bir def-lasyon durumunda merkez bankasının para arzındaki daralmayı telâfi edecek şekilde hareket etmesi gerektiğini öne süren teoridir. Clark Warburton, Willi-am H. Hutt, Leland B. Yeager ve Steven Horwitz teorinin üstünde çalışan çok sayıda iktisatçıdan bazılarıdır.

Emeğin iş bölümüne dayalı günümüzün organize ve gelişmiş ekonomi-lerinde her ekonomik aktör belirli birkaç mal veya hizmeti üretir. Ekonomik aktörler kendi ürettiklerini diğer aktörlerin ürünleri ile değiş tokuş ederek, ilkel bir ekonominin sunabileceğinden çok daha fazla mal ve hizmeti tüketme imkânına erişirler. Parasal, gelişmiş bir ekonomide, para bu değiş tokuş işlem-lerini kolaylaştıran, hızlandıran ve ayrıca bu işlemlerin hacmini devasa ölçü-de genişleten bir değişim/mübadele aracıdır. Tam da bu özelliğinden ötürü, para ancak modern ekonomilerde görülebilen bir sorunun da oluşma riskini doğurur.

Bir ekonomik aktörün ürünü diğer ürünler için talebi teşkil ettiğinden, yetersiz bir talebin varlığı karşılıklı fayda sağlayan değiş tokuş işlemleri-

Page 140: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

138 | Ünsal Çetin

nin gerçekleşmemesi anlamına gelir. Teoriye göre, talep yetersizliğinin nedeni tasarruflardaki bir artış veya kredi hacmindeki bir daralma değil, para arzında-ki önemli seviyede bir çöküştür. Tasarruflardaki artış satın alım gücünü dü-şürmez, finansal sistemin aracılığı sayesinde, satın alım gücünün yalnızca iktisadî aktörler veya zamanlar arasındaki dağılımını değiştirir. Fakat bir para arzı çöküşü mübadele edilecek mal ve hizmetlerin üretimini caydırır. Robert Clower’in özet ifadesi ile, “Organize bir piyasada, ürünler parayı satın alır, para ürünleri satın alır – fakat ürünler ürünleri satın alamaz” (aktaran Yeager, 1986). Dolayısıyla, yetersiz bir para arzı (yani parasal bir etken) istihdam ve üreti-min doğal seviyelerinden saparak azalması şeklindeki reel (parasal olmayan) bir soruna neden olur.

Bir para arzı kıtlığı mal ve hizmetlerin (ürünlerin) nispî fazlalığı, bir para arzı fazlası ise mal ve hizmetlerin nispî kıtlığı anlamına gelir. Verimlilik ar-tışlarından kaynaklı ılımlı fiyat düşüşlerinin yarattığı iyi huylu deflasyon-dan ayrı tutulması gereken, para arzındaki seküler bir çöküş kaynaklı deflas-yon durumlarında, ücret oranları ve fiyatlar hemen, para arzındaki daralmaya eşit oranda, ve piyasa geneline yayılacak şekilde düşmez. Eğer yeterince kısa sürede ve orantısal fiyat düşüşleri gerçekleşebilseydi, piyasa aktörleri parasal daralmayı tesirsiz kılabilirlerdi. Fakat gerçek dünyada ekonomik aktörler za-manla, parça parça, ve el yordamı ile yeni para arzına uyum sağlar.

Ücret ve fiyat katılıklarının üç temel nedeni vardır; (1) Nominal borç sözleşmeleri ve emek piyasasındaki ücret sözleşmeleri fiyat hareketlerine kolayca ve mükemmel bir şekilde endenkslenemez. Örneğin, parasal daral-madan önce imzalanmış toplu iş sözleşmeleri, bir deflasyonun başlamış ol-masına rağmen, uygulamada kalmak zorunda olabilir. (2) Menü maliyetleri ve (emek piyasasının dışında kalan) bütün yeni pazarlıkların getireceği mali-yetler mevcut fiyatlardaki gerekli düzeltme ve değişikliklerin ertelenmesine yol açabilir. (3) Bir deflasyon durumunda, satıcılar genellikle satış fiyatlarını indirmede gönülsüz kalırlar. Piyasalardaki bütün ücret oranları ve fiyatlar bir örümcek ağını andırır şekilde bir birine bağ(ım)lıdır. Bu bağlılık, “İlk Kim Adım Atacak?” sorununu yaratır. Bilhassa, satıcının ürünü için esnek olma-yan bir talep varsa bu sorun ağırlaşabilir. Fiyat hareketlerine dayalı şu üç du-rum mevcut olmadıkça, satıcı kendi fiyatlarını düşürmeyi avantajlı bulmaz. (A) Diğer satıcıların fiyatları düşürerek rekabeti şiddetlendirmeleri. (B) Sa-tıcının üretim maliyetlerinde düşüş eğilimi ile rekabet avantajı kazanması. (C) Genel olarak fiyatlardaki düşme sayesinde satıcının yaşam maliyetlerinde düşüş ve alım gücünde artış. Bu koşulların gerçekleşme derecesine bağlı ola-rak, satıcılar da kendi fiyatlarını indirme yönünde sinyal alırlar. Bu koşullar gerçekleşmedikçe, ilk önce başkalarının adım atmasını bekleyeceklerdir.

Page 141: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 139

Türk Lirası’ndan altı sıfır atma tecrübesi konumuza mükemmel bir ör-nek teşkil eder. Yeni TL’ye geçiş amacıyla silinen altı sıfır nominal olarak para arzında devasa bir daralma anlamına gelir. Ancak kritik nokta şudur; 01.01.2005 tarihi itibariyle, ekonomimizin bütün aktörleri tek hamlede ve aynı anda kendi fiyatlarından altı sıfırı silmiştir. Dolayısıyla, yeni para arzına bir gecede gerçekleşen mükemmel bir intibak mümkün olmuştur. Reel olarak para arzı değişmemiştir. Mallar ve hizmetler ile para arzı arasındaki bağlantı bozulmamıştır. Elbette, genellikle bir varlık balonunun çöküşüyle gelen bir finansal panik ve ekonomik krizin doğurduğu deflasyon koşullarına böyle bir mükemmellikle intibak sağlanması mümkün değildir.

Bu teşhise dayalı olarak, teori merkez bankalarına para arzındaki seküler daralmaları telâfi etme hedefini verir. Dikkat edilirse, teori kredi hacmi ile ilgili bir hedefleme içermez. Merkez bankalarının, ticari bankaları yerinden edecek şekilde, faiz oranları manipülasyonu dolaylı yolundan kredi tahsis işi-ne girişmesini öğütlemez. Batan finansal ve finansal olmayan kurumların kurtarılmasını yanlış bulur.

Teorinin 1929 sonrasının Büyük Buhran’ına bir tatbiki Milton Friedman ve Anna Schwartz’ın A Monetary History of the United States, 1867–1960 isimli eserinde yapılmıştır. Friedman ve Schwartz, para arzındaki yaklaşık 1/3 ora-nında daralmaya karşın, Fed’in bu daralmaya yönelik eylemsizliğinin ağır bir deflasyona yol açtığını ve Büyük Buhranı derinleştirdiğini iddia etmiştir. 2008 Büyük Çöküşü sonrasının resesyonunu “Büyük Resesyon” yapan temel neden olarak, para arzı artışındaki yavaşlık ve yetersizliği teşhis eden önemli bir çalışma ise Hetzel (2012) tarafından yapılmıştır.

Klâsik Nihaî Kredi Mercii Doktrini/Bagehot Kuralı

Klâsik nihaî kredi mercii doktrini finansal kriz ve panik anlarında merkez bankalarının nasıl bir politika izlemesi gerektiğine dair normatif nitelikte (kural koyucu) bir teoridir. Daha kısa bir ifadeyle Bagehot Kuralı olarak da bilinir. İlk olarak Henry Thornton (1760–1815) tarafından An Inquiry Into the Nature and Effects of the Paper Credit of Great Britain (Büyük Britanya’da Para Kredisinin Doğası ve Sonuçları Üzerine Bir İnceleme–1802) isimli ese-rinde geliştirilmiş, ve daha sonra Walter Bagehot (1826–1877) tarafından Lombard Street: A Description of the Money Market (Lombard Caddesi: Bir Para Piyasası Tasviri–1873) ile olgunlaştırılmıştır. Thornton ve Bagehot’un iki-si de Bank of England (İngiltere Merkez Bankası) özelinde finansal panik ve bankalara hücum durumlarında merkez bankasının makroekonomik bir sorumluluk taşıması gerektiğini savunmuşlardır. İngiltere Bankasının 19.

Page 142: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

140 | Ünsal Çetin

Yüzyıldaki finansal panik anlarında, sahip olduğu para basma imtiyaz ve tekeli veri alındığında, piyasada oluşan likidite sıkışıklığı ve para arzındaki seküler çöküşü engellemesi gerektiğini iddia ederek, ilk merkez bankalarının başlangıçta gönülsüz üstlendikleri son çare ödüncü fonksiyonunu temel bir görev olarak benimsemelerinin yolunu açmışlardır.

Nihaî kredi ödüncü fonksiyonu sayesinde merkez bankaları, bir bankala-ra hücum durumunda, müflis kurumların yanında, müflis olmayan (solvent) fakat sadece likidite sıkışıklığı içindeki kurumların da iflas etmesini engelle-yerek, bulaşma veya “domino” tesirlerini asgarî seviyeye indirmeyi amaçlar. Dolayısıyla, doktrin klâsik veya orijinal ifadesinde müflis olan (insolvent) ve likidite sıkışıklığı içindeki (illiquid) kurumlar arasında temel öneme sahip bir ayrım yapar. Likidite bir şirketin yükümlülüklerini karşılamak üzere kısa vadede nakit edinme yeteneğidir. Bir şirketin likit olup olmadığı nakit akım-larına, ve mevcut varlık ile yükümlülüklerinin terkibine bakılarak anlaşılır. Borç ödeme gücü (solvency) ise bir şirketin uzun vadeli yükümlülüklerini ödeme gücü ve bu suretle uzun vadede ayakta kalma yeteneğidir. Bir şirketin müflis olup olmadığı da, yine mali tabloları üzerinden, uzun vadeli kârlılığı ve finansman yapısına bakılarak anlaşılır.

Bagehot Kuralı ve mantığı kısaca şu şekilde ifade edilebilir;

Finansal panik ve bankalara hücum anlarında, domino taşları bulaşma tesirlerini önlemek amacıy-la, merkez bankası (nihaî kredi mercii) sadece ‘likidite sıkışıklığı içindeki müflis olmayan’ kuruluşla-ra, cezalandırıcı faiz oranlarından ve sağlam teminatlar karşılığında, herhangi bir tutar sınırlaması olmaksızın serbestçe likidite sağlamalıdır. Nihaî kredi mercii etkinsiz ve basiretsiz yönetiminin sorumluluğunu taşımak zorunda olan müflis/batık kurumları asla kurtarmamalıdır, çünkü bir kur-tarma müdahalesi topluma bir fayda sağlamaz ve sadece hâlihazırda doğmuş olan zararların farklı sektörler, girişimler, şimdiki ve gelecek nesiller arasındaki dağılımını değiştirme başarısını gös-terebilir.

Ekonominin genel mübadele denklemini basitçe Millî Gelir=M.V=P.Q üzerinden ifade edersek, eşitliğin para arzını oluşturan M.V tarafında, M’de (para hacminde) iflas eden finansal kurumların sonucu oluşacak bir daralma-yı telâfi edecek kadar, ve ayrıca V’de (paranın dolaşım hızında) bir efektif talep şokunun sonucu oluşacak seküler bir yavaşlamayı telâfi edecek kadar para miktarını artırmak amaçlanmalıdır. Bu nedenle, kural bir nominal gelir hedeflemesi yapmış olur. Genel mübadele denkleminin reel (non–monetary) tarafında bir değişim amaçlamaz. Herhangi bir varlık, ücret, veya finansal aracın fiyatını (P) hedeflemez, üretim miktarında veya istihdamda (Q) bir değişimi amaçlamaz. Uzun vadede merkez bankaları para politikasının sınır-larını hesaba katar. Nominal büyüklüklerin ekonominin doğal büyüme oranı, doğal işsizlik oranı, ya da doğal faiz oranı gibi eğilimlerini ancak kısa vadede etkileyebileceğini kabul eder.

Page 143: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 141

Kuralın istikrarlı bir para arzını hedeflemesinin altında yatan temel faktör ücret ve fiyat katılıklarıdır. Paranın miktar teorisinin David Hume tarafından ifade edilen en pür hâlinde, para arzındaki bir artış, belirli bir zaman aralığın-dan sonra, bu artış oranında ücret ve fiyatlardaki bir yükselişle sonuçlanır. Para arzındaki bir azalış ise, belirli bir zaman aralığından sonra, bu azalış oranında ücret ve fiyatlardaki bir düşüşle sonuçlanır, ve genel makroekonmik denge korunmuş olur. Piyasa karar birimlerinin para arzındaki değişimlere yönelik tepkisi, süreç içinde ekonominin yeni koşullara ayak uydurma ve in-tibak sağlama yeteneğinin bir parçasıdır. Miktar teorisinin Humecu bu pür formunda bu intibak sürecini engelleyen ve önemli ölçüde yavaşlatan şey, yani “ücret ve fiyat katılıkları” dikkate alınmamıştır. Günümüzün modern ekonomilerinin parasal fazlalıkların sebep olduğu yukarıya doğru fiyat hare-ketlerinde pek bir zorlukla karşılaşmamasına rağmen, piyasa ekonomisinin kendi bünyesinden kaynaklı ücret ve fiyat katılıklarına ilâveten, regülasyon örgüsü ve bir bütün olarak devletin ekonomik eylem ve müdahalelerinden kaynaklı yapay ücret ve fiyat katılıkları da vardır. Modern ekonomilerin bu yapısal/kurumsal özelliğinden ötürü, bir finansal paniğin getireceği ciddi se-viyedeki bir para arzı çöküşü deflasyonist tesirleri ağırlaştırma etkisine sa-hiptir. Bu yüzden, merkez bankaları para arzındaki bu tür bir daralmaya se-yirci kalmamalıdır. Serbest bankacılığı ve uluslararası altın standardını her ülkenin kendi merkez bankasına sahip olduğu bir sisteme tercih eden Bage-hot bu politika önerisini bir “ikinci iyi” olarak düşünmüş ve savunmuştur.

Kuraldaki cezalandırıcı, yani yüksek faiz oranları (penalty rates) üzerin-den likidite sağlama önerisinin altında para arzındaki artışın panik koşulla-rı yatıştıktan sonra enflasyonist etki göstermesini engelleme amacı vardır. Piyasa koşulları işlerin normal gidişatı denebilecek bir duruma dönüş yap-tığında, bankalar diğer finansal kurumlardan temin edecekleri daha düşük faizli kredileri kullanarak, merkez bankasına cezalandırıcı oranlar üzerinden borçlandıkları kredileri kapatıp, fazla paranın piyasadan çekilmesine neden olacaklardır. Böylece, deflasyon riskine ilâveten enflasyon riski de önlenmiş olur. Cezalandırıcı faiz oranlarının bir diğer önemli işlevi daha vardır. Merkez bankası bu yüksek oranlardan borç vererek kendisini gerçekten nihaî kredi mercii konumuna taşır. Bu sayede, gerçekten bir likidite sıkışıklığı içinde olmayan bir banka merkez bankasına başvuru yapmayacaktır. Çünkü piya-sadaki daha ucuz ödünç oranları üzerinden borçlanmak daha elverişli ola-caktır. Son kredi sağlama kolaylığı merkez bankasının alacağı sağlam/batık olmayan teminatlar üzerinden yapılmalıdır, aksi takdirde nihaî kredi mer-cii uygulaması kuralın yasakladığı bir eylem olarak bir bankaları kurtarma (bail–out) operasyonuna dönüşebilir. Thornton ve Bagehot batık kurumları

Page 144: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

142 | Ünsal Çetin

bir kurtarma operasyonunun, fiilen zaten gerçeğe dönüşmüş olan zararların farklı vergi mükellefleri, sektörler veya nesiller arasındaki dağılımını değiş-tirmekten öteye gitmemesi; kamusal bir fayda sağlamaması nedeniyle yanlış ve gereksiz bir politika olduğunu düşünmüştür. Bu tür bir politikanın ayrı-ca kâr ve zarar mekanizmasının sağladığı bir ödüllendirme ve cezalandırma süreci olarak piyasa disiplini üstündeki ters etkileri de son derece önemlidir. Fazla risk alan, aşırı büyüyen ve bir iflas durumundan merkez bankası mari-feti ile kurtulan bir kurum, kendi kararlarının sonuçlarından ticari basiretle çalışan kurumlara ve bireylere yük bindirilmesi suretiyle korunarak, finansal piyasaların “ahlakî tehlike” sorununu ağırlaştırır. Bu tür bir politika her tür-lü imtiyaz ve ayrıcalığın engellendiği bir sistem olarak hukukun üstünlüğü ilkesi açısından da eleştirilmiştir (White, 2010).

Bagehot, bu değerlendirmelere dayalı olarak, merkez bankalarının nihaî kredi mercii politikasının önceden kamuya duyurulmuş ve taahhüt edilmiş olmasının iki önemi fayda sağladığını fark etmiştir. Birincisi, aşırı riskli ve spekülatif bir iş yapma anlayışındaki işletme yönetimlerinin aşırı büyüme eğilimlerinin sınırlandırılması, piyasa disiplini mekanizması ile kontrol altı-na alınması, ve bu suretle ahlakî tehlikelerin en aza indirilmesidir. İkincisi, bir panik anında, merkez bankasının hareket tarzını bilen ve bu politikaya güvenen mudilerin bankalara hücum etme güdülerinin en aza indirilmesi ve bulaşma/domino etkilerinin borç ödeme gücüne sahip kurumlara doğru ya-yılmasının engellenmesidir.

Konut balonunun 2008’deki nihaî sönüşünün ardından, Fed para arzında büyük ölçekli bir artışı üretmiş olmasına rağmen, bunu herhangi bir kurala bağlı olmaksızın gerçekleştirdiği için, bu defa büyük bir enflasyon riski ya-ratmış ve tekrar Bagehot Kuralına itibar etmemiştir. Fed Washington Mutual ve Lehman Brothers’ın iflas etmesine izin vermiş, fakat Bear Stearns ve AIG gibi kuruluşları kurtarmıştır. Bu tercihler büyük seviyede belirsizlik yaratan bir politika olmuştur. İlâveten, Fed parasal genişleme programları marifeti ile, çok düşük faiz oranları üzerinden finansal sisteme para pompalamıştır. Parasal politikadaki öngörülebilir bir çerçevenin yokluğu John B. Taylor tara-fından 2008 krizini ağırlaştıran ve resesyonu uzatan bir faktör olarak teşhis edilmiştir (Taylor, 2008). Fed’in 2008 ve sonrası eylem ve müdahalelerini dikkatli bir incelemeden geçiren Humphrey’in (2010) ve Hummel’in (2011) çalışmaları Fed’in Bagehot kuralını ihlalini detaylarıyla sergilemiştir.

Bagehot Kuralı Verimlilik Normu ile tutarlı bir bütün oluşturur. Kural aslında Verimlilik Normunun parasal dengesizlik teorisi ışığı altında panik ve bankalara hücum anlarına bir tatbiki görünümünü kazanmaktadır (Selgin,

Page 145: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 143

1997). Kural günümüz para piyasaları için tatbik edilebilirliğini korumakta-dır ve bu yönde güncellenmiş operasyonel bir işleyiş biçimi Selgin (2012) tarafından önerilmiştir.

Verimlilik Normunun Türkiye’nin 2005 Sonrası Para Politikasına Bir Tatbiki

2002 Sonrası Ekonomi Politikasının Doğruları

Para politikamızın seyri Türkiye’nin 2000’lerdeki büyük ekonomik dönüşü-münün önemli bir parçası olmaktadır. Para politikası 1993–2002 arası dö-nemde ortalama olarak % 70,4 oranında bir enflasyonu üretmişti. Grafik 10’da da görüldüğü üzere, bu yüksek enflasyon oranı aynı zamanda büyük dalga-lanmalarla kararsızlık/volatilite göstermekteydi. Yüksek bir enflasyon oranı tek başına bile bir hayli yıkıcıdır. Fakat bizim sorunumuz ne yazık ki sadece bu değildi. Enflasyon oranının öngörülemezliği, büyük boyutlarda inişler ve çıkışlar kaydetmesi bu yıkıcılığı önemli ölçüde katlayan fazladan bir yük ol-maktaydı. Fiyat sistemimiz bir bütün olarak hem büyük bir gürültüyle çalışı-yor hem de yanlış sinyaller gönderiyordu. Bu durumu bozuk bir ses kaydının bozuk bir hoparlörden dinletilmesine benzetebiliriz. Dolayısıyla, ekonomik karar birimleri ancak el yordamıyla faaliyetlerini sürdürmekteydi.

Bu bozulmuş sinyallere bakarak hareket eden aktörler enflasyonsuz oyun sahasının mümkün kılacağı çok daha randımanlı etkinliklerden büyük ölçü-de alıkondular. Sonuç, özel sektörün kullanabildiği mevcut kıt kaynakların hatalı tahsisi ve genel itibariyle çok verimsiz çalışan bir ekonomiydi. Bunun üstüne, yatırım için kullanılabilir kaynakların önemli bir kısmının dibe vuran popülizm eşliğinde politik önceliklere yönlendirilip israf edilişini de ekledi-ğimizde, 2000’li yılları piyasaların bütününe yayılan ekonomik bir kriz ve bir devlet borcu krizi birlikteliği ile karşılamış olmamız hiç de şaşırtıcı değildir.

2003 yılında % 18,4 olan enflasyon oranı 2004 yılında % 9,3’e indi ve günümüze kadar da çok nadiren % 10’un üstüne çıktı. Ekseriyetle % 10’un altında kalan, 1990’lardaki seyrine nispetle çok daha düşük ve çok daha ön-görülebilir olan enflasyon oranımız fiyat sistemimizin etkinliğini önemli se-viyede iyileştirdi. 2003 sonrası dönemde adeta enflasyonu % 10’un altında tutma yönünde kural benzeri bir politika vardır. Buna zımnî bir enflasyonu % 10 altında tutma taahhüdü de diyebiliriz. 1990’lar ile 2000’leri birlikte resme-den grafiğe bakınca, fiyat sisteminin ekonomik faaliyeti koordine etme yeteneğinde büyük bir gelişme olduğu bariz bir şekilde görünür. Ekonomik karar birimleri çok daha doğru sinyaller veren bir göstergeler bütününe bakmaktadır. Bunun

Page 146: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

144 | Ünsal Çetin

sonucunda daha etkin kaynak tahsisi ve verimlilik artışları oluşmaktadır. Enf-lasyonun istikameti büyük ölçüde öngörülebilirdir. Bu da uzun süreli iş ilişki ve sözleşmelerinde aktörlerin görüş sahasını genişletmekte ve onların deği-şen koşullara intibak sağlama yeteneğini güçlendirmektedir. Bu dönüşüm, 2003 sonrası ekonomik büyümenin sağlam nedenlerinden birisidir ve para politikasının doğru kısmıdır.

Maliye politikamız ise ekonomi politikası bütününün en doğru ve başarılı kısmını teşkil etti. Bu politika sonucunda AB Tanımlı Genel Yönetim Borç Sto-ğumuzun Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya (GSYH) oranı 2002’deki % 74’ten 2014 sonu itibariyle % 35 civarına kadar indi. Genel Devlet Bütçe Açığının GSYH’a oranı ise 2002’de % 10,8 iken, 2014 sonu itibariyle % 1 seviyelerine geriledi. (Mali sorumluluk anlayışındaki bu iyileşme Kamu Net Borç Stoğu ve Mer-kezi Yönetim Borç Stoğu rakamları üzerinden de açık bir şekilde görülebilir). Bu rakamlar borç stoğunun millî gelire oranının en fazla % 60, bütçe açığının ise en fazla % 3 olmasını gerektiren Maastricht Kriterleri ile kıyaslandığında başarılı bir maliye politikası izlendiğine işaret eder. Türkiye’nin bu iki kıstas açısından durumu OECD Ülkeleri, Euro Bölgesi ve Gelişmekte Olan Ülkelerin ortalama rakamları ile kıyaslandığında da gayet iyi bir resim çizer.

Kamu kesimi dengelerindeki bu iyileşme ekonomik bünyemizde işleri önemli ölçüde ve olumlu yönde değiştirdi. Hükümet borç yükünün millî ge-

Page 147: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 145

lire oranla azaltılması yönündeki kural benzeri güçlü bir taahhüdü vermekte ve önümüzdeki yıllarda dengelerdeki iyileşmeyi sürdüren rakamları hedefle-mektedir. Türkiye 2000’li yıllarda kayda değer seviyede özelleştirme de yap-tı. Fakat maliye politikasındaki söz konusu basiretli politikanın aslında son 13 yıllık süreçte yapılan en büyük özelleştirme olduğunu belirtmemiz gerekli. Bu po-litikanın sonucunda devletin ödünç verilebilir fonlar üzerindeki tahakkümü ve aslında kamulaştırması önemli seviyede azalmıştır. Kaynakların 1990’lara nazaran çok daha büyük bir kısmı, verimsiz kamu kesiminden, kâr ve zarar disiplini altında çok daha verimli çalışmak zorunda olan özel sektörün kul-lanımına akmıştır. Bunu suyun çorak ve taşlı budaklı bir araziye değil ama verimli düz bir ovaya akmasına benzetebiliriz.

Bu akış ödünç verilebilir fonların özel kesim için gerçekten ödünç verilebi-lir hâle gelmesi sonucunda gerçekleşmektedir. 2002’deki 230 milyar dolarlık milli gelirin 2014’te 800 milyar dolarlara tırmanmasına kamu politikasınca verilen en büyük destek bu değişimdir. Bankaların ellerindeki kaynakların büyük kısmını devlet borcuna yönlendirdiği bir durumdan, bu büyük kısmı kredi arzını artırmak suretiyle girişimcilerin kullanımına sunduğu ve bu ne-denle de faizlerin düştüğü bir yapıya geçiş serbest piyasaların nefes almasına ve genişlemesine yol açmıştır.

Yabancı sermeye girişlerinin artışı, 50 milyar $’ı aşan özelleştirme top-lamı, havayolu taşımacılığının en güzel örneğini teşkil ettiği üzere rekabet

Page 148: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

146 | Ünsal Çetin

yanlısı bir kısım deregülasyon, iç piyasaları entegre hâle getiren ve dış piya-salarla bağımızı güçlendiren altyapı/iletişim donanımımızdaki büyük ölçekli yatırımlar, bankacılık, turizm, otomotiv, inşaat gibi kilit sektörlerde yoğunla-şan rekabet, 1990’lara nispetle çok daha fazla sayıda özel girişimin piyasaya dâhil olması ile kalite sıçrayışı gerçekleştiren eğitim ve sağlık hizmetleri, sabit kur dayatmasından vazgeçilmesi ve bu sayede, dış ticaret açığı kaynaklı bir döviz kıtlığı/şoku yaşamamızı engelleyen dalgalı kur rejimine esas itibariyle sadık kalınması gibi faktörler bu millî gelir tırmanışının diğer önemli belir-leyicileri idi.

Veri

Verimlilik Normu TCMB’nin ürettiği parasal dengesizlikleri de teşhis edebilir. Ne yazık ki, Türkiye’de üretim faktörleri toplam verimliliğini, ya da alternatif olarak kullanılabilecek, ekonomi geneli için sadece toplam emek veya sadece toplam sermaye verimliğini gösteren resmî bir istatistik bulunmamaktadır. Ancak Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Verimlilik Genel Müdürlüğü ta-rafından hazırlanan 2005–2012 Arası Üç Aylık Dönemler İtibariyle Toplam Sanayi Üretimi Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi zaman serisi verileri sa-nayi ve tarım ürünleri sektörleri için hazırlanmaktadır. Bu nedenle, ticaret ve bütün hizmet sektörleri dışarda kaldığından ekonomi geneli için bir top-lam emek verimliliğine tekabül edememektedir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ise bir Ticaret ve Hizmet Sektörleri İstihdam Endeksine sahiptir. Tica-ret ve Hizmet İstihdam Endeksi de 2005–2012 Arası Üç Aylık Dönemler İti-

Page 149: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 147

bariyle istihdam seyrini raporlamak üzere düzenlenmiştir. Teorik olarak iddia edilebilir ki, Ticaret ve Hizmet İstihdam Endeksinin seyri ile Toplam Sanayi Üretimi Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksinin gösterdiği seyir birbirinden çok farklı bir dağılım göstermeyecektir. İki zaman serisi arasında bir regres-yon hesaplaması yaptığımızda da çıkan sonuç R2=0,51 gibi teorik beklentiyi destekleyici bir rakam olmaktadır. Grafik 12 iki zaman serisinin dağılımını ve regresyon sonucunu göstermektedir.

Dolayısıyla, Toplam Sanayi Üretimi Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi ile Ticaret ve Hizmet Sektörleri İstihdam Endeksi arasında anlamlı bir bağ-lantı olduğunu düşünmek mümkündür. Bu sonuca dayalı olarak, iki zaman serisinin birleştirilmesi sureti ile ekonomi geneli için vekâleten bir toplam emek verimliliğine ulaşılabilir. Kuvvetle muhtemeldir ki, eğer vekiline değil de, bizzat toplam emek verimliliğinin resmî bir verisine sahip olsaydık, bize çok farklı bir seyir göstermeyecekti. Manzarayı yeterince yaklaşık olarak doğru çizebildiğimiz söylenebilir.

Reel Enflasyon Oranımız

Gerekli veri düzenleme ve birleştirme işlemlerinden sonra verimlilik normu ışığı altında hesaplanan Türkiye’nin Reel Enflasyon Oranı Grafik 13’te yer al-maktadır. Reel Enflasyon Oranı normun öne sürdüğü üzere Ölçülen Enflasyon Oranına verimlilik artış oranının eklenmesi ile bulunmuştur. Ilımlı verim-lilik artışları kaydederek daha fazla üreten bir ekonomi olmamıza rağmen, ılımlı fiyat düşüşleri gözlemlenmemektedir. Bilâkis, ölçülen enflasyon oranı % 4’ün altına hiç düşmemiştir, çünkü TCMB verimlik artışlarını sterilize et-menin de ötesine geçen boyutlarda bir para arzı artışı gerçekleştirmektedir.

Page 150: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

148 | Ünsal Çetin

Grafiğimizin işaret ettiği ilk tespit Reel Enflasyon Oranının 2005 sonrası dönemde % 10’un üzerinde oluşudur. Hane halkının satın alım gücündeki düşüş ölçülen enflasyon oranının gösterdiğinden önemli seviyede daha faz-ladır. TCMB sandığından daha fazla fiyat istikrarı hedefinin uzağına düşmek-tedir. İkinci husus ise fiyat sistemi etkinliği ile ilgilidir. 2000 sonrası para politikası 1990’larla kıyaslandığında bir hayli dengeleştiricidir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, 2000’lerin fiyat sistemi etkinliği 90’lara nispetle çok bü-yük ilerleme kaydetmiştir. Fakat, 90’lara kıyasla değil de, verimlilik normu ışığı altında daha derinlemesine bakıldığında, bu ilerleme kesinlikle daha gi-decek uzun bir mesafeye sahiptir. Hâlen fiyat sisteminin ekonomik faaliyeti koordine etmesindeki etkinsizlikler yüzünden kaynakları en uygun yerlere tahsis edememekteyiz. Enflasyon millî gelirimizi baskı altına alan ve kaynak israfına da yol açan önemli bir sorun olarak kalmaya devam etmektedir. Yüz-de sıfır seviyesinde tanımlanan gerçek bir fiyat istikrarı ile veya daha da iyisi üretim faktörleri toplam verimlilik artış oranı seviyesinde düşüşler kaydeden iyicil bir deflasyon ile millî gelirin daha da artırılması ve kaynak dağılımının etkinliğinin iyileştirilmesi mümkündür. Bizi bu ilerleme yolundan maalesef para politikamız alıkoymaktadır.

Bir İstikrarsızlık Kaynağı Olarak TCMB

Bütün bunlara ilâveten, ileri bir analiz adımı olarak, elde ettiğimiz Toplam Emek Verimliliği ile Reel Enflasyon Oranını TCMB’nin faiz politikası ile kar-şılaştırmak Türkiye’nin 2009–2015 makroekonomik döngüsünü açıklayıcı olacaktır. Grafik 14 bize bu karşılaştırmayı sunmaktadır. Mavi çizgi Top-lam Emek Verimliliğini, yeşil çizgi Reel Enflasyon Oranını, kırmızı çizgi ise TCMB’nin Ortalama Fonlama Oranını tek bir düzlemde resmektedir.

TCMB Ortalama Fonlama Oranı faiz politika oranını temsil etmektedir. 2011’in ilk ayı itibariyle operasyoneldir. Fakat, 2010 yılı MB Haftalık Repo Oranı’nı kullanarak kırmızı çizgiyi 2009’un sonuna kadar geriye çekmek mümkündür. 2009 yılı küresel ticaret hacmindeki çöküş nedeniyle Türkiye ekonomisi için de bir daralma yılıydı. 2008 Büyük Çöküşü ve müteakip büyük resesyon bizim için dışarıdan gelen ve etkisi sadece bir yıl ile sınırlı kalan bir dalgalanmaydı. Küresel kriz gerçekten de bize teğet geçmişti. 2009 sonrası dönemde TCMB politika oranı Reel Enflasyon Oranının hep altında kalmakta-dır, yani reel faiz politika oranımız negatiftir.

Yeşil çizgi ile kırmızı çizgi arasında kalan şişik bölge MB’nin aşırı gevşek bir politika izlediğini ve bir parasal fazlalık ürettiğini gösterir. Ekonomimi-zin son beş yıllık dönemindeki dalgalanma seyrini başlatan şey, herhangi bir parasal dengesizlik sorunumuz, daha tam olarak bir deflasyon riskimiz olmadığı

Page 151: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 149

hâlde, TCMB’nin faiz politika oranının aşırı düşük seviyelerde tutulmasıydı. Grafik 14 bu döngüyü resmetmekte ve dahası dengesizliğin sebebini teşhis etmektedir. 2010–11 döneminde TCMB Ortalama Fonlama Oranı ile Reel Enf-lasyon Oranı arasındaki geniş alan MB’nin ürettiği parasal fazlalıktan doğ-muştur. Bu parasal fazlalığın sonucunda 2010 ve 2011 yıllarında, Türkiye’nin ortalama doğal/yapısal büyüme oranının çok üstünde, % 10’a yaklaşan GSYH artışlarını yaşadık.

2010–11’in ‘fazla’ büyümesinin ardındaki nedene dair açıklamalar politi-ka yapıcılar tarafından son derece belirsiz bırakılmış olsa da, yumuşak iniş söylemi gündeme oturdu. Bu söylem aynı zamanda 2010–11 ekonomik büyü-mesinin sağlıklı olmadığının icraî dil üzerinden yapılan bir kabulü idi. Eko-nomik politika yapıcılar yavaşlama ihtiyacı hususunda haklıydı. Çünkü, zaten teorik olarak güvenle öne sürmek mümkündür ki, sağlıklı ve doğal bir ekono-mik büyümeyi engellemeye çalışmak mantıklı değildir. % 40’larda şişen bir kredi hacmi genişlemesi enflasyonun % 10 üzerine çıkacağını ve eğer yavaş-lamazsak % 20’ye doğru yol alacağının göstergelerinden birisiydi. Acı hatı-ralarla dolu olan enflasyon hafızası henüz silinmemiş bir ülke için önemli ve gerçek bir endişe nedeni doğmuş oldu. 2011 sonrasının hükümet ve hükümet dışından gelen “ekonomi aşırı ısındı” ve “yavaşlamalıyız” söylemi bu farkın-dalığın bir tezahürüydü. Elbette, bu kredi genişlemesinde konut kredilerinin ağırlığının fazla olması, bir varlık balonu oluşması riskinin artmakta oluşunu da gösteriyordu. Eğer yavaşlamasaydık, sermaye dağılımdaki dengesizlikler

Page 152: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

150 | Ünsal Çetin

birikecek ve büyük ihtimalle gayrimenkul ağırlıklı bir varlık balonunu bes-lemiş olacaktık.

Faiz oranlarının yükselmesi istenmediğinden, doğrudan kredi kontrolleri ve maliye politikası tercih edildi. Seçili bazı mallarda vergi oranları artırıldı. Daha sonra makro–ihtiyatî tedbirler başlığı altında, ilk adımda bankacılık sektörü genelinde bir toplam kredi hacmi sınırı, ve sonraki aşamada ise muh-telif kredi türlerinde limit ve taksit sınırlarından oluşan kısıtlamalar başla-tıldı. Bu tedbirlerle birlikte paranın dolaşım hızı yavaşlamaya, yani ekonomi soğumaya başladı. 2012 sonu itibariyle potansiyelin altında büyüme menzi-line girmiş olduğumuz anlaşıldı. Aslında, eklememiz gerekir ki, bir serbest piyasa mekanizması olan dalgalı kur rejiminin çalışmasına izin verdiğimiz için dış ticaret dengesizliği de döviz fiyatları ayarlamaları üzerinden tehlikeli gidişata yüz çevirdi.

Bu sırada Gezi Parkı olayları ile Türkiye politik bir gerilim ve dalgalanma dönemine girdi. 17–25 Aralık, 2014’ün Yerel Yönetim ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, 2015’in 1 Kasım’ına kadar süren aşırı gergin ve sarsıntılı politik gündem, çevre ülkelerdeki politik ve ekonomik dalgalanmalar bizim yumu-şak inişimize etki eden politik bağlamı kurdu.

Para politikası ise 2012–2014’ün yavaşlama döneminde en arkadan ge-len faktör oldu. 2012 başlangıcı itibariyle, TCMB Ortalama Fonlama Oranı ile Reel Enflasyon Oranı arasındaki açıklık yavaşça olsa da kapanmaya yüz tutmuştur. Toplam Sanayi Üretimi Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi ile Ticaret ve Hizmet İstihdam Endeksi 2013 ve 2014 verileri yayınlandığında ve grafiğimize eklendiğinde, bu iki oran arasında çok az bir fark kalacağı-nı, birbirlerine oldukça yaklaşacaklarını tahmin etmek mümkündür. MB’nin 2012 sonrasında 2010–11 dönemine nispetle biraz daha sıkı duruşunda el-bette Fed’in faiz artırım söyleminin etkisi de vardı. En azından, Fed’in bu söyleminin sonucunda MB’nin de daha gevşek bir politika izlememeyi tercih ettiğini söylemek mümkündür.

Halbuki, MB Verimlilik Normunu takip ederek en önden gelebilir ve ser-best piyasanın otomatik dengeleştirici mekanizmasının faiz oranları üze-rinden de çalışmasına müsaade edebilirdi. Böylece vergi artışları ve kredi kontrolleri tedbirleri gereksiz kılınabilirdi. Yavaşlama sonucu oluşan po-tansiyel altı büyüme oranları ile 2010–2014/15 dönemine ait büyüme oranı Türkiye’nin doğal büyüme oranı olarak kabul edebileceğimiz % 4–5 civarına dönüş yaptı. Bu tecrübemiz para politikasının ekonomik büyüme üzerinde orta ve uzun vadede en iyi ihtimalle tesirsiz oluşunun kanıtıydı. Önce % 10’a varan büyüme oranları ile, hızlı büyüdüğümüzü zannederek kısa vadede ken-

Page 153: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 151

dimizi kandırdık. Sonra yumuşak iniş politikaları ile büyüme oranlarını orta vadede % 3’lere doğru çektik. Sonuçta, son beş yıllık süre içinde yapısal/doğal büyüme oranımız olan ortalama % 4–5 civarı büyümeye ulaştık. Son tahlil-de bir ülkenin reel, kurumsal faktörlerince belirlenen doğal büyüme oranına dönüş yaptık. Kısacası ve açıkçası, hızlı ekonomik büyüme ve refah artışının para politikasının piyasaya müdahale ve manipülasyonları ile tutturulacak kadar kolay hedefler olmadığı açığa çıktı.

2009–2015 dönemine ait buradaki izaha dayalı olarak, verimlilik normu TCMB’nin politikasını yargılamada faydalı bir kılavuz olmaktadır. Norm mak-roekonomik bir istikrarsızlığa ilişkin risklerin artışı ya da azalışını resmeden güçlü bir göstergedir. Reel Enflasyon Oranı ile TCMB Ortalama Fonlama Ora-nı arasındaki bölgenin genişlemesi bir uyarı işareti olarak görülmelidir. Ve bu genişleme uzun bir süreye yayılırsa bütün ekonomiyi hastalandıracak ka-dar etkili bir varlık balonu/balonları ihtimali güç kazanacaktır.

1 Kasım seçimleri sonrası gelinen noktada, 2015 yılını olağan üstü ve ne-redeyse kayıp bir yıl olarak bitirmek üzereyiz. 2015 yılsonu için yayınlanacak yeterince iyi olmayan makroekonomik performans göstergeleri olağanüstü koşulların varlığı nedeniyle mazur görülebilir. Ancak belirtmek gerekir ki, 2016 yılında da büyüme performansımız potansiyelin altında kalırsa politik bakımdan cazip olmayan bir durumla karşılaşacağız. Bu ihtimale dayalı ola-rak, Fed’in faiz artırım kararları verdiği bir dönemde bile, TCMB’nin yeniden bir parasal hızlandırmacılığa girişmesi muhtemel senaryolardan birisidir.

Sonuç Yerine: Bir Para Politikası Çerçevesi

Büyük Moderasyon konut balonu ve çöküşü ile sona erdi. 2008 çöküşünden sonra gelişmiş ülkelerin merkez bankaları, Federal Rezerv, Avrupa Merkez Bankası, İngiltere Bankası ve Japonya Bankası ‘geleneksel olmayan’ ve ‘ola-ğandışı’ parasal politikalar yürütmektedir. Olağandışı olmak mecburen bütü-nüyle keyfî politika izlemek anlamına gelir. Bu politikaların uzun vadedeki ba-şarısı veya başarısızlığı onların hata olup olmadıklarını açığa çıkaracaktır. 1970 sonrasının ekonomik tecrübesi bütünüyle keyfî politika yönetimleri-nin uzun vadede başarılı olabilesinin pek mümkün olmadığını öğretir. Şayet başarısızlıklar kendisini gösterirlerse politika yapıcılar ve akademisyen-ler kurallara dayalı ekonomi politikalarına çok daha fazla dikkat kesilebilir. Şimdiye kadar, gelişmiş ülkelerin merkez bankacıları optimal bir para poli-tikasının arayışı içinde olmuşlardır. Fakat, bu optimalite herhangi bir hükü-met organının veya merkezî planlama dairesinin sınırları dışındadır. Milton Freedman’ın 1969’da belirttiği gibi (aktaran Taylor, 2010),

Page 154: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

152 | Ünsal Çetin

Mevcut kanıtlar –en azından bilgi seviyesinin şimdiki hâlinde– para politikasının ince ayar-lamaları ile ekonomik etkinlikte ince ayarlamalar yapabilme ihtimali üzerine ciddi şüpheler düşürür… Bu yüzden, keyfî bir para politikasının yapabilecekleri üzerinde önemli sınırlar vardır, ve bu tarz bir politikanın sorunları iyileştirmekten ziyade daha kötü hâle getirmesi yönünde önemli bir tehlike de bulunur… Para politikasının temel zorlukları ve sınırları eşit bir kuvvetle mali politika için de geçerlidir… ‘Bir şey yap’…şeklindeki politik baskılar kamusal eylemlerin mevcut doğasında gerçekten çok güçlüdür. Bu iki öncülden alınacak temel ders bu politik bas-kılara yenik düşmenin ekseriyetle faydadan çok zarar getireceğidir. En iyinin çoğunlukla iyinin düşmanı olduğu şeklinde bir hayli önemli bir deyiş vardır. Yapabileceğimizden daha fazlasını yapma teşebbüsünün kendisi dengesizliği azaltmaktan çok artıracak olan bir sarsıntı olacaktır.

Mevcut kanıtlar hâlen parasal müdahaleler ile “en iyi” sonuçları elde etme çabaları üstüne ciddi şüpheler düşürmektedir. Bu yüzden, merkez bankaları fiyat sistemlerinin ‘iyi’ sonuçlarını ‘en iyi’ sonuçları almak amacıyla engel-lememelidir.

Doğru para politikası nedir?

Yükseltilmesi gereken asıl soru budur çünkü merkez bankalarının bağımsız-lığı üstüne bir tartışma hiçbir şekilde parasal politikanın muhtevası ile bağ-lantılı değildir. Merkez bankalarına bağımsızlık vermek doğru politikanın yürütülmesini garanti altına almaz. Çünkü bağımsız bir merkez bankası dahi hatalı bir politika izleyebilir. Fiyat seviyelerinin düşmesine izin verilmeli mi-dir, eğer verilmeli ise hangi gerekçelerle? Merkez bankası bir sıfır enflasyon oranı mı hedeflemelidir, yoksa ekonomiyi teşvik etmek için enflasyonu artır-malı mıdır? Bir nominal gelir seviyesi mi veya bir istihdam seviyesi hedefle-mesi mi merkez bankaları için uygun görevdir? Merkez bankalarının bağım-sız olmasını ifade etmek bu soruları cevapsız bırakmaktır.

Bu çalışmanın gösterdiği sonuca göre, fiyat istikrarının sağlanması libe-ral açıdan bakınca bir tür ‘yetmez ama evet’ onayını alabilir. Başka bir ifa-deyle, fiyat istikrarı verimlilik normunun ardından gelen ‘ikinci iyi’ olabilir ancak. Verimlilik normunu takip eden bir merkez bankası makroekonomik istikrar ve ekonomik büyümeye çok daha fazla yardımcı olabilir. Verimlilik normu gerek fiyat endeksleri gerekse bireysel fiyatların parasal fazlalık ve kıtlıklarının tesirinden temizlenmesini sağlar. Olması gerektiği yerden pa-rasal nedenlerle saptırılmamış fiyatlar kılavuzluk görevini mümkün olan en iyi şekilde ifa eder. Bu sayede, fiyatlar yalnızca reel dinamiklerin sonucu ve nedeni olarak hareket ederek, piyasalar geneline yayılan bir girişimsel ha-talar demetinin oluşmasını engeller. Tüketici tercihleri ile yatırım planları arasındaki uyum artar ve bundan ekonominin bütün oyuncuları fayda görür. Doğal olarak bazı yerel/bireysel işletme başarısızlıkları ve iflaslar oluşacak-tır, çünkü ekonomik aktörler her zaman en uygun ve mükemmel kararları

Page 155: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 153

alamazlar. Ancak, verimlilik normunun takip edildiği bir ekonomide makroe-konomik seviyede bir dalgalanmaya kaynaklık edecek kadar büyük ve hatalı yatırım kararları oluşmayacaktır.

Kurallara dayalı bir ekonomi politikası otomatik pilotun, yani fiyat sis-teminin etkinliğini yükseltir. Fiyat sistemi doğru sinyalleri yeterince hızlı bir şekilde iletmelidir. Verimlilik normu ile Bagehot Kuralı birlikteliği bir merkez bankasının yapabileceği işe odaklanmasını sağlar. Faiz oranlarını kontrol etmek ve bu dolaylı yoldan da kredi tahsis işine karışmak merkez bankaların ve devletlerin üstüne vazife olmamalıdır. Para politikası marifetiyle ekonominin kazanan ve kaybedenlerini belirlemek de ne ahlakî ne de ekonomiktir. Piya-sanın kâr ve zarar disiplini bu açıdan hem daha etkin hem de daha tarafsızdır. Dolayısıyla, Verimlilik Normu hukuk devleti ilkesine ek olarak devletin taraf-sızlığı ilkesine de hizmet eder. Para politikası gelir/servet dağılımı üzerinde tesirde bulunma gücünden arındırıldığı için, merkez bankası vatandaşların haksız rekabete maruz kalmalarını ya da haksız rekabet avantajı edinmelerini mümkün kılamayacaktır.

Merkez bankaları politika kurallarını kendi inisiyatifleriyle benimse-yebilirler. Fakat bu durumda keyfî surette benimsenen kurallar yine keyfî surette terk edilebilir. Kurala sahip olmanın faydaları çok kısıtlı olacaktır. Greenspan’ın Taylor Kuralını önce kendi takdiri ile gözetmesi ve sonrasın-da kendi takdiri ile terk etmesi Büyük Moderasyon olarak adlandırdığımız başarılı ekonomik performansın 2005 sonrasındaki yıllara, yani uzun vade-ye yayılmasını engellemiştir. Daha iyi bir seçenek olarak, yasama meclisleri merkez bankalarına kuralları empoze edebilir ve onları parasal dengesizlik-leri engellemekle görevlendirebilir. Fakat en iyisi anayasal seviyede bağla-yıcılığı olan bir kurala sahip olmaktır. Bu anayasal tercih politikanın keyfî yönetimini mümkün olan en sert seviyede sınırlayacak, ve tam da bu sayede, merkez bankalarını bir makroekonomik istikrarsızlık kaynağı olmaktan koru-manın ‘birinci en iyi’ yöntemi olacaktır.

KaynakçaWalter Bagehot, Lombard Street: A Description of the Money Market. Reprint. Edited by F. C.

Genovese. Homewood, Ill.: Richard D. Irwin, 1962.

Miguel De Cervantes Saavedra, La Manchalı Soylu Becerikli Şövalye Don Quijote, Çev. Bertan Onaran, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 2001, ikinci cilt, s. 383.

Milton Friedman, “Inflation and Unemployment”, Nobel Anma Konferansı, 13 Aralık 1976. http://nobelprize.org/nobel_prizes/economics/laureates/1976/friedman-lecture.pdf

Milton Friedman ve Anna J. Schwartz, A Monetary History of the United States, 1867–1960.

Page 156: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

154 | Ünsal Çetin

Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1963.

Roger W. Garrison, “Natural and Neutral Rates of Interest in Theory and Policy Formulation,” Mises Daily, Nisan 21, 2007. http://mises.org/daily/2513/Natural-and-Neutral-Rates-of-Interest-in-Theory-and-Policy-Formulation

Roger W. Garrison, “Interest–Rate Targeting during the Great Moderation: A Reappraisal,” Cato Journal, Cilt 29, No 1, Kış 2009, Washington, D.C., http://www.cato.org/sites/cato.org/files/serials/files/cato-journal/2009/1/cj29n1-14.pdf

Jeffrey M. Herbener, Ed., “Introduction”, The Pure Time–Preference Theory of Interest, Ludwig von Mises Institute, Alabama, 2011, ss. 11–58. https://mises.org/library/pure-time-preference-theory-interest-0

Robert L. Hetzel, The Great Recession: Market Failure or Policy Failure?, Cambridge University Press, New York, 2012.

Steven Horwitz, “Deflation: the Good, the Bad, and the Ugly,” The Freeman, Ocak/Şubat 2010, Cilt 60, No 1. http://www.thefreemanonline.org/featured/deflation-the-good-the-bad-and-the-ugly/

Jeffrey R. Hummel, “Ben Bernanke versus Milton Friedman, The Federal Reserve’s Emergen-ce as the U.S. Economy’s Central Planner”, The Independent Review, Cilt 15, No 4, Bahar 2011, ss. 485– 518. http://www.independent.org/pdf/tir/tir_15_04_1_hummel.pdf

Thomas M. Humphrey, “Lender of Last Resort: What it is, Whence it Came, and Why the Fed isn’t it”, Cato Journal, Cilt 30, No. 2, Bahar/Yaz, 2010, ss. 333–364, Cato Institu-te, Washington, D.C., http://object.cato.org/sites/cato.org/files/serials/files/cato-jour-nal/2010/5/cj30n2-7.pdf

Allan H. Meltzer, “Origins of the Great Inflation”, Federal Reserve Bank of St. Louis Review, Mart/Nisan 2005, 87 (2) Part 2, ss.145–175. http://research.stlouisfed.org/publicati-ons/review/05/03/part2/Meltzer.pdf

William Phillips, “The Relation between Unemployment and the Rate of Change of Money Wage Rates in the United Kingdom, 1861–1957”, Economica, Cilt 25, Sayı 100, Kasım 1958, ss. 283–299. http://people.virginia.edu/~lc7p/202/Phillips58.pdf

William Poole, “Understanding the Fed”, Federal Reserve Bank of St. Louis Review, Ocak/Şu-bat 2007, 89 (1), ss. 3–13. http://research.stlouisfed.org/publications/review/07/01/Poole2.pdf

Lawrence W. Reed, “Sağlam Kamu Politikasının Yedi İlkesi”, Çev. Mustafa Acar, Liberal Dü-şünce, Cilt 13, Sayı 50, İlkbahar 2008, ss. 213–222. http://www.libertedownload.com/LD/arsiv/50/15-lawrence-reed-saglam-kamu-politikasinin-yedi-ilkesi.pdf

Thomas Sowell, The Housing Boom and Bust, Revised Edition, Basic Books, New York, 2009.

George A. Selgin, David Beckworth, Berrak Bahadır, “The Productivity Gap: Monetary Policy, the Subprime Boom, and the post-2001 Productivity Surge”, Journal of Policy Modeling, Cilt 37, Sayı 2, Mart/Nisan 2015, ss. 189–207. http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0161893815000277

George A. Selgin, “The Futility of Central Banking,” Cato Journal, Cilt 30, No. 3, Güz 2010, ss. 465–473, The Cato Institute, Washington, D.C., http://www.cato.org/sites/cato.org/files/serials/files/cato-journal/2010/11/cj30n3-4.pdf

George A. Selgin, Less Than Zero: The Case for a Falling Price Level in a Growing Economy, The Institute of Economic Affairs and Mises Institute, Londra, 1997. http://mises.org/books/less_than_zero_selgin.pdf

Page 157: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Liberal Demokrasinin Kayıp Halkası | 155

George A. Selgin, “L Street: Bagehotian Prescriptions for a 21st Century Money Market”, Cato Journal, Cilt 32, No. 2, Bahar/Yaz 2012, Cato Institute, Washington, D.C., http://www.cato.org/sites/cato.org/files/serials/files/cato-journal/2012/7/v32n2-8.pdf

John B. Taylor, “Swings in the Rules–Discretion Balance”, Kasım 2010, Prepared for the Conference on the Occasion of the 40th Anniversary of Microeconomic Foundations of Employment and Inflation Theory, Columbia University, ss. 15–16. http://web.stanford.edu/~johntayl/Rules%20versus%20discretion.pdf

John B. Taylor, “Monetary Policy and the Long Boom”, Federal Reserve Bank of St. Louis Review, Kasım/Aralık 1998.

http://www.stanford.edu/~johntayl/Onlinepaperscombinedbyyear/1998/Monetary_Policy_and_The_Long_Boom.pdf

John B. Taylor, “Discretion versus Policy Rules in Practice”, Carnegie–Rochester Conference Series on Public Policy, 39, 1993, s. 195–214. http://www.stanford.edu/~johntayl/Pa-pers/Discretion.PDF

John B. Taylor, “The Financial Crisis and the Policy Responses: An Empirical Analysis of What Went Wrong”, Bank of Canada, A Festschrift in Honour of David Dodge, Kasım 2008. http://www.nviegi.net/teaching/taylor1.pdf

John B. Taylor, First Principles: Five Keys to Restoring America’s Prosperity, W. W. Norton & Company, New York, 2012.

Henry Thornton, An Enquiry Into the Nature and Effects of the Paper Credit of Great Britain. Reprinted with an introduction by F.A. von Hayek. New York: Rinehart, 1965.

Lawrence H. White, “The Rule of Law or the Rule of Central Bankers?”, Cato Journal, Cilt 30, No. 3 (Güz 2010). Cato Institute, Washington, D.C., http://www.cato.org/sites/cato.org/files/serials/files/cato-journal/2010/11/cj30n3-3.pdf

Leland B. Yeager, “The Significance of Monetary Disequilibrium”, Cato Journal, Cilt 6, No. 2, Güz 1986, ss. 369–399, Cato Institute, Washington, D.C., http://object.cato.org/sites/cato.org/files/serials/files/cato-journal/1986/11/cj6n2-3.pdf

“Çalışan Kişi Başına Üretim Endeksi (2005 Ort.=100), 2005–2012”, T. C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Verimlilik Genel Müdürlüğü, Üç Aylık Verimlilik İstatistikleri, http://vi.sanayi.gov.tr/productivitystatistics/

“Ticaret ve Hizmet İstihdam Endeksleri ve Değişim Oranları, (2005=100), 2005–2012”, Türkiye İstatistik Kurumu, Konularına Göre İstatistikler/Ticaret ve Hizmet Endeksleri, http://www.turkstat.gov.tr/UstMenu.do?metod=kategorist

Fiyat Endeksi (Tüketici Fiyatları) (2003=100), Türkiye İstatistik Kurumu, http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/tcmb+tr/tcmb+tr/main+menu/para+politikasi/fiyat+istikrari/tuketici+fiyatlari

Page 158: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 159: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

157

Richard Cantillon:İktisadî Teorinin Doğuşu*

Mark ThorntonHukuk Profesörü, George Mason Üniversitesi

Çeviren: Ünsal Çetin

Hayatî öneme sahip birçok Avusturyacı vukuf İrlandalı banker Richard Cantillon’un (16801-1734) iktisadında ve bâki kalan yegâne yayınlanmış eseri Essai sur la Nature du Commerce en General isimli çalışmasında bulunmak-tadır.2 Cantillon’un Avusturyacı iktisadın gelişimi üzerinde önemli bir tesir olduğu ve Avusturya Okulu’nun bir üyesi addedilebileceği aşikâr görünüyor. Carl Menger, The Principles of Economics’in (İktisadın İlkeleri) yayınlanmasın-dan evvel kütüphanesinde Essai’nin bir kopyasına sahipti.

Gerçekten de, bizzat iktisadî teorinin başlangıcının izi Cantillon’a kadar sürülebilir. Marjinalist devrimin ortak kurucularından biri ve genellikle Cantillon’u yeniden keşfetmekle şereflendirilen iktisatçı William Stanley Je-vons, Essai’yi, “hemen hemen bütün iktisat sahasını az ve öz bir tarzda tetkik eden, sistematik ve bağlantılı bir tez... bu yüzden iktisat üzerine ilk bilimsel inceleme” olarak adlandırmıştır. Jevons bu esere “Politik İktisadın Beşiği” ün-vanını verdi.3 Büyük iktisadî düşünce tarihçisi ve Eugen von Böhm-Bawerk’in

1 Cantillon’un doğum tarihi, onun hayatı hakkındaki pek çok şey gibi, bir sır olarak kalmaktadır.

2 Örneğin bkz. Robert F. Hebert, “Was Richard Cantillon an Austrian Economist?” Journal of Libertarian Studies 7, no. 2 (Güz 1985): 269-80; Murray N. Rothbard, Economic Thought Before Adam Smith, cilt 1, An Austrian Perspective on the History of Economic Thought (Cheltenham, U.K.: Edward Elgar, 1995); Jörg Guido Hülsmann, “Cantillon as a Proto-Austrian: Further Evidence,” çalışma makalesi, Eylül 1997.

3 William Stanley Jevons, “Richard Cantillon and the Nationality of Political Economy,” Contemporary Review (Ocak

Page 160: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

158 | Mark Thornton

öğrencisi Joseph Schumpeter, Essai’yi, “iktisat alanının ilk sistematik fera-seti” olarak tasvir etti.4 Murray N. Rothbard, iktisadî düşünce tarihi üzerine bilimsel incelemesinde Cantillon’u “modern iktisadın kurucu babası” olarak adlandırdı.5

Cantillon’un hayatındaki anahtar bölüm, John Law ve onun parasal cetvel-lerine olan alâkası idi. Cantillon, Law’ın enflasyonist teorilerine karşı çıktı, ama cetvellerin nasıl çalıştığını ve mahvedici kusurlarının ne olduğunu anla-dı. Bu sayede, Mississippi System ve South Sea Bubble’dan büyük bir servet yaratmaya muktedirdi. Bu anî finansal çöküşlerin ardından, yöntem, teori ve politika bilgimize çığır açan bir katkı yapmak amacıyla, zamanının sersem merkantilist düşüncesinin dışına çıkarak, meşhur Essai’sini yazdı. Essai’yi yazdıktan kısa bir süre sonra, gizemli şartlar altında öldürüldü ve Essai’si yir-mi yıldan fazla süre boyunca yayınlanmadan kaldı.

Essai, hem fizyokratlar hem de klâsik iktisatçıların gelişimi için tesirli addedilir ve Cantillon, Adam Smith tarafından Wealth of Nations’da (Ulusla-rın Zenginliği) bahsedilen belirli birkaç kişiden birisiydi. Smith, ne yazık ki, Cantillon’un eserini yanlış sundu. Hem Cantillon hem de Essai’si klâsik ikti-sat dönemi boyunca büyük ölçüde unutulmuştu. Essai’nin hakikî ehemmiyeti, modern Avusturya Okulu’nun önemli habercileri olan Fransız iktisatçılar A. R. J. Turgot ve J. B. Say tarafından sabırla seçilip ayrıldı.6 Marjinalist devrim sırasında yeniden keşfedilmesinden bu yana, Cantillon’un değerlendirilme-sinde esaslı bir yazın bütünü inkişaf etmektedir ve onu ve Essai’yi çevreleyen bir takım sırlar çözülmüştür. Daha önemlisi, İskoç filozof ve vergi toplayıcısı

1881), Essai sur la Nature du Commerce en General, by Richard Cantillon [and Other essays]’da yeniden yayınlandı, editör ve çeviren Henry Higgs, (Londra: Frank Cass, [1931] 1959), s. 342, aslındaki vurgu ile birlikte. Jevons, “Richard Cantillon’un, broşür yazarlarının, halen üzerinde çekiştikleri ve düşünmeden konuştukları ve kendilerinin ve diğer insanların zihnini karıştırdıkları pek çok sorunun sağlam ve oldukça kapsamlı bir kavrayışına sahip olduğunu” ve “bilhassa üçüncü kısmın hemen hemen övgünün ötesinde olduğunu” söyleyerek devam etti.

4 Schumpeter devam eder:Öznel sorunlar birleştirilmiş açıklayıcı ilkelerin ışığında ve cesurca tasarlanmış kapsayıcı

bir tahlil ile sunulur. Önceki döneme ait düşünce alıştırmalarının dar fikirliliği aşılır. Felsefe tesirinin suçunu üstlenmesi gereken, kusurlu analitik alıştırmalardan doğan ilkel hatalardan kaçınılır.

Joseph Schumpeter, Epochen der Dogmen-und Methodengeschichte, Grundriz der Sozialökonomik, 1’inci basım, (Tübingen: J. C. B. Mohr, 1914), cilt 1, pt. 1, s. 143, F. A. Hayek tarafından iktibas edildiği gibidir, bkz. [1931] “Richard Cantillon (c. 1680-1734),” Introduction to Richard Cantillon, Essai sur la Natura du Commerce en General, çeviren Grete Heinz, F. A. Hayek’in şu eserinde yeniden yayınlanmıştır; Economic History, cilt 3, The Collected Works of F. A. Hayek, editörler W.W. Bartley, III, ve Stephen Kresge, (Chicago: University of Chicago Press, 1991), s. 258-59.

5 Rothbard, Economic Thought Before Adam Smith, bölüm 12, ss. 343-62.

6 Bkz. Anthony Brewer, “Cantillon and the Land Theory of Value,” History of Political Economy 20, no. 1 (Bahar 1988): 1-14; Leonard P. Liggio, “Richard Cantillon and the French Economists: Distinctive French Contributions to J. B. Say,” Journal of Libertarian Studies 7, no. 2 (Güz 1958): 295-304; Joseph T. Salerno, “Comment on the French Liberal School,” Journal of Libertarian Studies 2, no. 3 (Kış 1978): 65-68; ve idem, “The Influence of Cantillon’s Essai on the Methodology of J. B. Say,” Journal of Libertarian Studies 7, no. 2 (Güz 1985): 305-16.

Page 161: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Richard Cantillon: İktisadî Teorinin Doğuşu | 159

Adam Smith bundan sonra iktisadın babası olarak kabul edilmemelidir. Bu ünvan artık İrlandalı girişimci ve Avusturyacı iktisatçı Richard Cantillon’a aittir.

Cantillon ve Essaı

Richard Cantillon’un gizemi, 1680’lerde güneybatı İrlanda’da gerçekleştiği yakın zamanda belirlenen, doğumu ile başlar.7 Stuart davası için savaşmış ve bu yüzden Cromwell tarafından arazilerinden mahrum bırakılmış Katolik toprak sahibi ailelerden birisinde dünyaya geldi. Onun araziye yerleşik orta sınıfa/aydın tabakaya (gentry) ait kökleri, ekonomide gerçekten bağımsız şah-siyet olan toprak sahibinin hem üretimde hem de tüketimde hayatî öneme sahip karar verici rolü oynadığı Essai’nin başından sonuna kadar ışık saçar.

Essai fikirlerin, (Menger’in Principles’ı gibi) iktisadî teorinin izahı için uygun olan, gelişmeye müsait bir tanzimini takip eder, ve aynı zamanda Cantillon’un kendi yaşamına birçok bağlantıyı da gösterir. Birinci bölüm, ai-lesinin mirasının kapitalist dönem öncesi iktisadına gevşek bir surette dayalı, tecrit edilmiş durumdaki devletin reel ekonomisinin bir tahlilidir. Bu kısım-da, başkentteki prens şehirlerin, piyasa kasabalarının ve köylerin mülk sahip-lerine hükmeder. Mülk sahipleri çiftçilerden kira (rent) toplarlar ve çiftçiler ise, buna mukabil olarak, arazileri işlemek için emek kiralar. Cantillon, ata-larının toprak sahipliğini İrlandalılar’dan aldığı gerçeğini yansıtarak, büyük mülklerin İrlandalılar’dan zor kullanılarak gasp edildiğini, ve buna mukabil olarak, bu mülklerin atalarından da zorla gasp edildiğini kabul eder.8

Birinci kısmın ikinci yarısı, Cantillon’un girişimci ve girişimciliğin eko-nomide oynadığı rol ile ilgili anahtar Avusturyacı vukufları geliştiren ilk ik-tisatçı olduğu kısımdır.9 Girişimci piyasa talebindeki değişimlerin getirdiği risklerin taşıyıcısıdır. Bu Cantillon’un, İspanyol Kraliyet Varisliği Savaşı sü-resince Britanyalı veznedar James Brydges’in bir yardımcısı olduğu erken dönem kariyerinin doğrudan bir yansımasıdır. Cantillon bu görevinde, muha-sebeci ve sözleşme arabulucusunun rolünü öğrendi ve uzmanlaştı, ve banka-cılık ile uluslararası finansın temellerini öğrendi. Bu tecrübe, aynı zamanda,

7 Antoin E. Murphy, Richard Cantillon: Entrepreneur and Economist (New York: Oxford Universty Pres, 1986), s. 10. Makalem ağırlıklı olarak bu biyografiye dayanır.

8 Tecrit edilmiş devlet, Cantillon’un, aksi takdirde Essai’ye nüfuz edecek olan iki büyük tazyiği göz ardı etmesine izin verir. İlk tazyik dış ticaretin iktisadî gelgiti ve uluslar arasındaki ödemeler dengesidir. İkincisi ise uluslar arasındaki nispî askerî güçtür. Cantillon Essai’nin tamamı boyunca ulusal savunmanın kamu yararı (prens’in görevi) ile ilgilenir ve onun laissez-faire’den istisnaları bu bağlamda yapılırlar.

9 Örneğin bkz., Rothbard, Economic Thought Before Adam Smith, s. 351; ve Hebert, “Was Richard Cantillon an Austrian Economist?” s. 273.

Page 162: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

160 | Mark Thornton

Cantillon’u büyük hükümet yetersizliği ve yozlaşması ile karşı karşıya getir-di. Onun savaş süresince Avrupa boyunca yaptığı seyahatler nüfusun, arazi sahibinin kaynakların nasıl kullanılacaklarına dâir kararlarına ve kültürel ter-cihteki farklılıklara bağlı olduğu şeklindeki, sübjektivist teorisine yönelik ilgi ve kavrayışlarını harekete geçirmiş olabilir.

Essai’nin ikinci kısmında, Cantillon, merkantilizmin (paranın servet oldu-ğu şeklindeki) büyük hatasını açığa vurarak, çığır açan Avusturyacı parasal ekonomi tahlilini sergiledi. Bu, yaşlı kuzeninin bankasındaki göreviyle baş-layan, onun ikinci Paris bankacılık kariyeri ile paralellik gösterir.10 İspanyol Kraliyet Varisliği Savaşı’nın ardından çok büyük ölçekte bir ekonomik denge-sizlik vardı, ve bu, bankacılık işini bilhassa tehlikeli bir hâle getirdi. Kuzeni nihayetinde bankasını Cantillon’a devretti ve 1716’da iflâsını ilân etti. “Obser-vations on the Trade and Luxury of Both Nations” (İki Ulusun Ticareti ve Lüks Hayatı Üzerine Gözlemler) isimli kayıp bir elyazmasında, Cantillon, Britanya ve Fransa’nın ağır savaş borçları ve bolluk şartlarını suçladı.11

Tarihsel olarak önemli iki kişi Cantillon’un yaşamının bu safhasında tesir-li idi. Doğu Hindistan Şirketi’nin bir yöneticisi ve meşhur bir banker Matt-hew Decker önemliydi, çünkü Cantillon’a bankacılık hayatına atılmakta yar-dımcı oldu. Diğer önemli etki, Jakoben davanın bir lideri, Fransa’ya kaçan ve bankacılık mesleği vasıtasıyla Cantillon’un arkadaşı olan Lord Belingbroke idi. Bolingbroke, Cantillon’u Montesquieu ve Voltaire dâhil zamanın önde ge-len düşünürleriyle tanıştırdı. Bolingbroke, yeni finansal sistemin önde gelen muhalifi olarak, Cantillon’un para politikası ve ulusal borç gibi konulardaki “tabiî muhafazakârlığı”nı kuvvetlendirdiği için, önemli bir entellektüel tesir idi.12

Essai’nin üçüncü kısmında, Cantillon dış ticaret, mübadele oranları ve ban-kaların rolü konularından bahseder. Bu bölümde, Cantillon iktisadî kavrayışa en önemli katkılarından bir kısmını yapar. Bu bölüm, Mississippi System ve South Sea Bubble esnasındaki Jon Law’ın finansal icatları ve merkantilist politikaların bir eleştirisidir. Bu, Cantillon’un, Law’ın sistemini ve kaçınılmaz sonuçlarını anlayarak servet kazandığı bir dönem olan, kariyerinin üçüncü devrinin bir yansımasıdır.

10 Cantillon’un ikinci mesleği, şüphesiz onun girişimcilik, risk alma, fâiz ve fiyat hakkındaki kavrayışını keskinleştiren, şarap ticareti idi.

11 Bkz. Murphy, Richard Cantillon, s. 50. Cantillon hayatın aşırı bolluklarının zenginliğin bir parçası olduğunu düşündü, fakat sık sık aşırı lükse karşıymış gibi yazdı. Bilhassa, taşradan verimli arazi kapasitesi bakımından gereğinden fazla fedakârlık gerektiren, ve bu yüzden köylüler ile mülk sahiplerine zarar veren ve devleti zayıflatan, kralın ve maiyetinin ithal edilmiş lüks mallar bakımından aşırı bolluk sahibi olmasına karşı çıktı.

12 A.g.e., ss. 48-49. Murphy, Bolingbroke’un toplum hakkındaki güçlü Aristotelesçi fikirlerini, Cantillon’un Essai’sinin 1. kısım 12. bölümde büyük bir tesir olarak değerlendirir.

Page 163: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Richard Cantillon: İktisadî Teorinin Doğuşu | 161

1721’den 1734’teki ölümüne değin, Cantillon yasal çekişmelerin içine gir-di. Kendi bankacılık işi ve South Sea Bubble ile ilgili olarak muhtelif davalara karıştırıldı. Ayrıca, cinayet teşebbüsü ile de suçlanmış ve kısa süreliğine iki defa hapse atılmıştı. Essai bu dönemde yazılmıştı, ve Cantillon’un iktisadî teorisini tefecilik suçlamalarına karşı yasal savunmasının bir parçası olarak geliştirdiğinden şüphelenmek için iyi bir neden vardır.13

İktisadî Teorinin Esasları

Cantillon’un zamanının önemli olayları ile alâkası vardı, ve muhtelif önemli merkantilist yazarlar da dâhil, kendi döneminin birçok büyük entellektüeli-ni tanıyordu. Merkantilist zihniyet ve dilden tamamiyle kaçmamıştı, fakat onun aşikâr bir surette geçmişle ilgisini kesişi ve iktisadî teorinin ilk tutarlı ve kapsamlı eserini üretmek için kendi başına işe koyulması hakikatten de hayret vericidir.14

Cantillon’un iktisat yöntemine katkıları, kendi zamanında kadri bilinmez ve büyük ölçüde unutulmuş olmasına karşın, tarihsel bağlamına yerleştiril-diğinde gerçekten de harikulâdedir. Jevons, Schumpeter, Hayek ve Rothbard gibi önemli iktisatçıları etkileyen şey, Cantillon’un bilimsel yaklaşımı ve, Avusturya Okulu ile marjinalist devrimin önemli karakteristiği olan, mantık-sal-tümdengelim teori kurulumudur. Essai’nin başından sonuna kadar, Can-tillon iktisadî fenomen için bilimsel bir açıklama sağlamakla ilgilenir. Onun soruşturmaları neden-sonuç bağlantısını kurmakla ilgilidir. Cantillon illiyet bağını sık sık, Essai’de otuz defa kullandığı, “doğal” terimi ile ifade etti.15

Onun Avusturyacı tahlilinin diğer bir kalite işareti, Hayek’in özellikle onun döneminin bir yazarı için harikulâde bir vasıf olarak düşündüğü, kendi-sini konusunun pozitif iktisadı ile sınırlandırma niyetidir.16 Muhtelif bölüm-lerde, Cantillon yorumunu durdurur ve eldeki konu malzemesi ile alâkalı de-ğer yargılamaları sunmaktan kaçınır. Örneğin, Cantillon, büyük ama fakir bir

13 A.g.e., s. 247, Essai’nin bölümlerinin onun avukatlarının yasal savunma kanıtlamaları bölümlerine bir hayli benzediğini gösterir.

14 Hayek’in gözlemlediği gibi, “ekonomik faaliyetin içinde bulunmanın sağladığı eşsiz bir üstünlüğü kullanan bu kabiliyetli bağımsız gözlemci, teorisyen doğmuş gözleri ile gördüklerine âhenk kazandırdı, ve günümüzde iktisat olarak adlandırdığımız alanın neredeyse tümüne nüfuz etmede ve onu bize sunmada başarı gösteren ilk şahıs idi.” Bkz. F. A. Hayek, [1931] “Richard Cantillon,” çeviren Micheal O. Suilleabhain, Journal of Libertarian Studies 7, no. 2 (Güz 1985): 227. Veya, Anthony Brewer’in gözlemlediği gibi Essai “modern iktisadın onu bir dâhinin çalışması olarak tanıyacağı bir türden, iktisadî ilkelerin ilk sistemli bilimsel incelemesi idi.” Bkz. Brewer, “Cantillon and Land Theory of Value,” s. 10.

15 Hayek, “Richard Cantillon,” s. 260. Cantillon nüfusta bir artışı hâsıl etmenin veya buna neden olmanın doğal yolunun, insanlar için istihdama sahip olmak ve toprağı onlara destek kaynağı üretir hâle getirmek olduğunu yazar. Bkz. Cantillon, Essai. s. 85.

16 Hayek, “Richard Cantillon,” s. 260.

Page 164: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

162 | Mark Thornton

nüfusa mı yoksa küçük ve zengin bir nüfusa sahip olmanın mı daha iyi oldu-ğu meselesinin kendi konusunun dışında bir soru olduğunu yazar.17 Madenî paranın değerli metal miktarını azaltan bir Fransız bakanın güdüleri ile ilgili olarak da benzer şekilde davranır.18

Cantillon, aynı zamanda, iktisat teorisi kurmak amacıyla, soyutlama veya hayâlî inşa yöntemini kullanır. Örneğin, emeğin verimliliğini tartışırken, ceteris paribus (diğer şartlar aynı kaldığında) varsayımını kullanır. “Toprak, üzerinde daha çok emek kullanıldıkça, diğer koşulların aynı kalması şartıyla, daha çok mahsul verir.”19 Tecrit edilmiş küçük devlet teorik aracını, modern teorisyenin parasal kargaşalar ve uluslararası ticaret gibi karmaşıklaştırıcı unsurları elemek amacıyla kullandığı gibi kullanır. Daha önemlisi, bu yo-rumlama veya modeli, üretimin talebe bağlı olduğu (bu örnekte büyük mülk sahibinin talebine) şeklindeki çekirdek Avusturyacı yaklaşıma ulaşmak için kullandı. İlâveten, mülk sahibi arazilerinin tarımsal üretimini çiftçilere söz-leşme ile devrettiğinden girişimcileri ve, mübadele, fiyatlar ve rekabet ile birlikte gelişen bir ekonomiyi meydana getirir.20

Girişimcinin rolü, Cantillon’un iktisadî kavrayışa yaptığı muazzam kat-kılardan birisidir. Girişimciden, klâsik büyük ticarî serüven üstlenicisi anla-mında bahseder, ama aynı zamanda, sabit bir getiri veya ücret için çalışanlar ile çiftçiler, bağımsız esnaf, tacirler ve imalatçılar da dâhil belirsiz getiriler ile yüzleşenler arasındaki teorik bir ayrıma da sahiptir.21 Bu girişimciler gir-dileri, üretim yapmak ve sonra belirli olmayan bir fiyattan satmak üzere, be-lirli bir fiyattan satın alırlar.22 Kâr peşindeki girişimci piyasanın kapsamlı be-lirsizliği ile karşılaşmak suretiyle riskleri üstlenmek zorundadır.23 Örneğin, çiftçi masrafları sabitlemektedir ama:

17 Cantillon, Essai, s. 85.

18 Henry Higgs, “Richard Cantillon,” Economic Journal 1 (1891): 279. Elbette, Cantillon bu sınırları hem gereksiz değer yargılarından içtinap etmek hem de kendisini görevinin temel konularından sapmaktan engellemek için kullanır. Örneğin, bir meselede, vergiler hakkında kısa bir değer muhakemesi yapar, ama konuyu hemen amacı için elzem olmadığı için sonlandırır. Bkz. Cantillon, Essai, s. 159. Essai’yi okurken, Cantillon’un birçok değer yüklü ifadelerde bulunduğunu fakat bunların çoğunluğunun Essai’nin teorik gelişimi ve yazarının daha önceki bulguları münasebetiyle açıklanabileceğini fark edersiniz. Bu nedenle, bu durum, Cantillon’un eserini yorumlarken olası bir şaşırtma kaynağıdır.

19 A.g.e., s. 47. Onun, daha çok emek kullanımının daha çok üretim ile sonuçlanacağına dâir, hayli aşikâr bir vakada “diğer şartlar aynı kaldığında” ifadesini kullanmış olması gerçeği, iyi niyetin açık bir kanıtıdır.

20 Cantillon, bunu Essai’de 14. bölümün sonunda aşağıdaki ifade ile açıklar:Ben burada, sadece kendi doğal ve yeknesak koşullarındaki bir devleti göz önünde tutarak,

konumu karmaşıklaştırmamak amacıyla, yılın iyi ve kötü hasadından ya da yabancı askerlerden veya diğer arızî kazalar nedeniyle oluşan olağandışı tüketimden dolayı doğabilecek piyasa fiyatlarındaki değişimleri dikkate almayacağım (s. 65).

21 Bkz. A.g.e., ss. 48-49.

22 A.g.e., ss. 51.

23 Cantillon, Turgot ve kâr teorisi için temel attı. Bkz. Renee Prendergast, “Cantillon and the Emergence of the Theory

Page 165: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Richard Cantillon: İktisadî Teorinin Doğuşu | 163

Bu ürünlerin fiyatı kısmen hava koşullarına, kısmen talebe bağlı olacaktır; eğer tahıl tüketimine nispetle bol olursa fiyatı sudan ucuz olacaktır, eğer kıtlık varsa çok kıymetli olur. Kim bir devlet halkının bir yıllık dönem boyunca doğum ve ölüm rakamlarını önceden görebilir? Kim ailelerin içinde vaki olan masraf artış ve azalışlarını önceden görebilir? Fakat yine de, çiftçinin mahsul fiyatı tabiatiyle bu öngörülemez şartlara bağlı olacaktır, ve netice itibariyle çiftliğinin işletimini bir belirsizlik altında yürütecektir.24

Başarılı girişimcinin bir kâr veya üstünlük elde etmesi ve piyasaya yeni girişe neden olmasına karşın, başarısız girişimci fakir bir şekilde yaşayacak veya iflâs edecektir, “ve bu suretle, bir devlet içindeki risklere kendilerini in-tibak ettirenler bu her türden üstlenicilerdir.”25 Girişimci, fiyatlar ve üretimi taleple buluşturur; ileri seviyede organize toplumlarda, hükümet görevlileri bir hayli şikâyet olmaksızın temel malların fiyatlarını dahi sabitleyemezler.26

Cantillon, modern Avusturyacı tahlilin çoğu unsurunu içeren teferruatlı bir fiyat sistemi anlayışına sahiptir. Fiyat talep ve nispî kıtlık ile belirlenir. Talep insanların “mizaç” ve “beğeni”lerine bağlı sübjektif bir mefhumdur. Pi-yasa fiyatının satıcıya ödenen fiyat olarak anlaşıldığı yerde, “halkın muva-fakati” bir ürünün nispî kıtlığı ile beraber piyasa fiyatını belirleyen şeydir. Benzer şekilde, metallerin piyasa değeri, “talebe göre bolluk ya da kıtlıkları ile beraber değişir.”27

Cantillon, kendi iktisadının anlamı ile ilgili bir karışıklık kaynağı olarak hizmet gören, fiyat ve piyasa fiyatı ile değer ve piyasa değeri arasında önemli bir ayrım yapar. Piyasa fiyatı ve piyasa değeri, arz ve talep güçlerine dayalı olan piyasada oluşan gerçek fiyatlardır. Fiyat ve değer piyasa fiyatlarından ayrı ve farklı kavramlardır. Bu kavramlar Cantillon’un “esasî (intrinsic) de-ğer” terimi ile alâkalıdırlar, ve bahis mevzuu hususî bir malın üretimi için kullanılan kaynakların, malı üretmek için gözden çıkarılan toprak ve emeğin fırsat maliyetini tanımlamak için kullanılırlar.28

Esasî değer terimi bir karışıklık kaynağı olmaktadır. Yorumcular sıklıkla, onun değer teorisiyle alay etmeye, onu bir objektif değer teorisyeni addetme-

of Profit,” History of Political Economy 23 (Güz 1991): 429.

24 Cantillon, Essai, s. 49. “Tabiatiyle” kelimesini kullanımı, onun atıfta bulunduğu değişikliklerin fiyattaki tahmin edilebilir bir değişime neden olduğunu gösterir.

25 A.g.e., s. 53.

26 A.g.e., s. 31. İleri seviyede organize toplumlara işaret ettiğinde, Cantillon, parasal mübadeleler ve bankacılık hizmetlerinin uzun süredir ve tamamı itibariyle tesis edildiği, ilerlemiş bir piyasa ekonomisini ima ediyor görünmektedir.

27 A.g.e., s. 97.

28 Hülsmann, “Cantillon as a Proto-Austrian,” s. 3. Hülsman, Cantillon’u, piyasa fiyatlarının, toprak ve emeğe dayalı olarak, maliyet tarafından belirlendiğini ve esasî değerin sadece toprak ve emeğin niteliğini ölçüm aracı olarak kullanıldığını açık bir şekilde düşünmediğini not ederek savunur. Cantillon, böylece, toprak ve emeğin değerin ölçüleri olduğunu iddia eden sonraki iktisatçıların hatalarından sakındı. Onun fikirleri, sadece mübadele oranları ve piyasa fiyatlarının ekonomik hesaplamaya izin verdiğini kabul eden Avusturyacı iktisatçılara benzerlik gösterir.

Page 166: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

164 | Mark Thornton

ye ve iktisadî düşünce tarihinde yanlış yere koymaya yönlendirilmektedirler. Cantillon bu karışıklık için potansiyeli fark etmişti:

Essai’de, anlamını ifade etmek için daha uygun bir terim bulamadığımdan, Üretime dâhil olan Toprak ve Emek miktarını belirtmek için dâima esasî değer terimini kullanıyorum. Bunu sadece yanlış anlamadan kaçınmak amacıyla ifade ediyorum.29

Essai’nin dikkatli okunmasından hayli açıkça anlaşılacak şey, esasî de-ğerin, ürünün objektif özelliklerine (bir altın çubuğun saflığı gibi), veya bir uzun dönem denge değerine değil, ama daha ziyade belirli bir malın üretimi için gözden çıkarılan kaynaklara işaret etmesidir. Hayek’in gözlemlediği gibi:

Cantillon’un fiyat ve değer teorisi alanındaki başarısına dâir en mühim şey, onun muhtelif malların değeri veya fiyatı arasındaki “normal” bağlantıyı izah edebilecek kurallar ve for-müller için arayışı önemsememesi, ama bunun yerine bu normal bağlantıların onarılmasında mütemadiyen iş başında olan güç ve mekanizmalara yoğunlaşmasıdır.30

En önemlisi, Cantillon, Batı dünyasında kendisi için bir terimin evvelce mevcut olmadığı bir kavramı adlandırıyor ve tasvir ediyordu, zira Cantillon birçok farklı dil biliyordu.

Cantillon’un, gözden çıkarılan toprak ve emek sarfı olarak maliyet anlayı-şı, fizyokratlar tarafından geliştirilen maliyet ve değerin toprak teorisinden ya da klâsik iktisatçılar tarafından geliştirilen maliyet ve değerin emek teo-risinden çok daha ileridir. Fakat Cantillon, üretime harcanan toprak ve emek miktarının basit bir ölçüsünden çok daha zengin bir maliyet anlayışına sahip-ti. Cantillon Essai’nin başından sonuna kadar onun maliyet tasavvuruna daha büyük derinlik sağlayan iki mühim kavramı vurguladı. İlk olarak, Cantillon bütün kaynakları heterojen olarak gördü. Toprağın her parçası farklı nitelik-tendi, ve aynı zamanda her emekçi de farklı bir niteliğe sahipti. Bu nedenle, esasî değer bir maliyet ölçüsü iken, soyut bir usûlde ya da basit tasvirler haricinde, saat ve akre miktarını gerçekten de basit olarak saymak mümkün değildi. Aslında, birinci kısımda hazırlayıcı bir toprak ve emek değer teorisini kurduktan sonra, ikinci kısmın tam da başlangıcında, reel ekonomideki belirli mallar için “onların ayrı ayrı esasî değerlerini sabitlemenin imkânsız” oldu-ğunu not eder.31

Vurguladığı diğer bir kavram ise, kaynakların alternatif kullanımıdır. Top-rak tahıl yetiştirmek veya atlar için saman sağlamak için kullanılabilir. Emek çiftlikteki zahmetli işlerde çalışabilir ya da bir el sanatında eğitilebilir. Can-tillon açık bir şekilde gördü ki, bir toprak sahibi daha çok ata sahip olmayı

29 Cantillon, Essai, s. 107.

30 Hayek, “Richard Cantillon,” s. 263.

31 Cantillon, Essai, s. 115. Bununla birlikte, spesifik esasî değerin değişmeyen bir değer olduğunu da not eder.

Page 167: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Richard Cantillon: İktisadî Teorinin Doğuşu | 165

tercih ettiğinde, onun vazgeçtiği şey hububat üretimi (ve satışı) idi, ve şayet Fransa elişi dantel ithal etmek isteseydi, o halde kendi üzüm bağlarında üre-tilen çok büyük miktarda şaraptan vazgeçmek zorunda kalırdı. Cantillon fırsat maliyeti mefhumunu kavradı, ve Essai’si bu mefhumu ekonomik tercihi açık-lamak için inşa ediş girişimiydi.32 Fırsat maliyetinin, Avusturya Okulu’nun bu önemli habercisi tarafından keşfi, hakikatten de, iktisadî teorinin başlan-gıcını işaretler.

Cantillon, sübjektif nüfus teorisine çığır açan katkılar yaptı. Onun genel ekonomi modelinin bir parçası olarak, nüfus yoğunluğu ve dağılımı verim-li kaynakların sahiplerinin beğenileri tarafından belirlenir. Prens ve toprak sahipleri tüketim tercihleri vasıtasıyla nüfusu etkileyebilirler, ve bu suretle, toprağın ne kadar emek yoğun bir şekilde kullanılacağını belirlemeye yar-dım ederler. Teknoloji ve kaynak zenginliğinin dağılımı nüfus yoğunluğunun önemli belirleyicileri iken, kültür ve din de nüfusun tayininde önemli bir rol oynarlar.

Cantillon nüfus konusunu bilimsel bir yaklaşım ile ele aldı. Kabul etti ki, “eğer sınırlandırılmamış geçim kaynaklarına sahip olurlarsa” insanlar “bir çiftlik ambarındaki fareler gibi” çoğalabilirler, veya nüfus zamanla önemli öl-çüde azalabilir.33 Cantillon, toprak fakiri ülkeler toprak zengini ülkelere gıda, iplik ve hammadde karşılığında imal edilmiş malları ihraç edebilecekleri ve böylece aksi takdirde olabileceğinden daha büyük bir nüfusu geçindirebile-ceklerinden dolayı, uluslararası ticaretin nüfus seviyesi ve dağılımını dahi etkileyebileceğini kabul etti. Bu hususta, Cantillon sık sık yanlışlıkla bir mer-kantilist olarak yaftalanır, fakat o nüfus büyüklüğü konusunda değer bağım-sız bir iktisatçı olarak kalır.34 Bununla birlikte, prense, güya ulusal savunma için iyi olan, daha büyük bir nüfusa nasıl ulaşılacağına dâir ulusalcı bir miza-ca ait teknik bir nasihadı önerir. Örneğin, Brüksel’den ithal edilen az miktar-daki dantelin hayli yüksek piyasa fiyatını ödemek amacıyla, büyük miktarda Fransız şarabının ihracından yakınır.35

32 Bu nokta bana ilk olarak Profesör Herbert tarafından gösterildi; bkz. Hebert, “Was Richard Cantillon an Austian Economist?” s. 272. Spengler de bu noktayı şu çalışmasında ima eder. Joseph J. Spengler, “Richard Cantillon: First of the Moderns II,” Journal of Political Economy 62, no. 5 (Ekim 1954): 407; ayrıca bkz. Michael D. Bordo, “Some Aspects of the Monetary Economics of Richard Cantillon,” Journal of Monetary Economics 12, no. 2 (Ağustos 1983): 235-58.

33 Cantillon, Essai, s. 83.

34 Brewer, “Cantillon and the Land Theory of Value,” s. 452; ve Cantillon, Essai, s. 85.

35 Hangi Fransız bu konu ile ilgilenmezdi ki? Cantillon, haddizatında lükse açık bir şekilde karşı değildi çünkü, Essai’nin ilk sayfasında zenginliği, hayatın rahatlığı ve aşırı bolluğu da dâhil, tüketim olarak tanımlar. Onun alâkadar olduğu şey üretimdi. Üretmeksizin, tüketmeye devam etmek ya da daha fazla miktarda tüketmek mümkün değildir. Cantillon’a göre, devletlerin karşılaştırmalı büyüklükleri, hem parasal hem maddî olarak ölçülen, devleti geliştirmek ve kötü hasat ile savaşları dengelemek amacıyla yapılan tasarruflar olan ihtiyatî birikimleridir. Devlet için, altın hakikî ihtiyatî birikimdir, çünkü altın ile savaş araçlarını düşmanınızdan bile satın alabilirsiniz. Bkz. Cantillon, Essai,

Page 168: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

166 | Mark Thornton

Buna rağmen, Cantillon’un tahlili kendisinin tesir ettiği, Malthus ve Smith gibi kişilerin tahlillerine kıyasla daha üstündür. Onlar nüfus konusun-da kaygılıydılar, çünkü onların düşüncesinde, iktisadî büyüme geçimlik sevi-yede yaşayan daha büyük sefil bir halkın nüfusu ile sonuçlanabilirdi. Profesör Tarascio’ya göre, “Smith ve Malthus, Cantillon’un Essai’sinin ruhunu yansıt-mazlar. Bu nedenle, Essai’nin mesajı daha sonraki yazarların müteakip oku-yucuları için kayıp bir mesaj olmaktadır.”36 Cantillon, eğitimli çalışanlar ya da riskli mesleklerde olanlar için daha yüksek ücretlere yönelik bir eğilimin olacağını kabul ediyor iken,37 Smith ve Malthus geçimlik ücret fikrini sanayi işçilerine kadar genişlettiler. Aslında, Cantillon genellikle, hiç de geçimlik ücret olmayan, ama daha ziyade çalışanı mevcut işinde geçindirmeye yeterli bir ücret olan, idame ücreti hakkında yazdı.38 Onun modelinde, iktisadî büyü-me daha yüksek ücretlere ve daha iyi bir yaşam standardına yol açtı.

Cantillon’un önemli katkı yaptığı diğer bir alan, Essai’nin büyük kısmına nüfuz etmiş bir konu olan, uzay iktisadı (spatial economics) idi. Cantillon, merkezi prens ve hükümetin ikamet ettiği başkent olan, bir devletin iktisadî coğrafyasını izah etti. Şehirler, köy ve çiftlik ürünlerinin satılmak için geti-rildiği piyasa kasabalarınca çevrelenen, büyük piyasalara ve büyük nüfusa sahip bölgesel merkezlerdir. Cantillon köylülerin ürünlerini piyasaya en iyi fiyatı almak ve işlem maliyetlerini düşürmek amacıyla getirdiklerini açıkla-dı. Nakliyat maliyetlerinin rolünü, hammaddelerin niçin şehirlerin yakınında daha pahalı olduğunu, ağır imalat tesislerinin niçin hammadde kaynaklarına yakın kurulduğunu ve çabuk bozulabilen gıda maddelerinin niçin nüfus mer-kezlerinin yakınında üretilmesi gerektiğini açıklamak amacıyla kullanmakta ustalık gösterdi. Nakliyat masraflarının rolü onun para ve bankacılık hak-kındaki yazısında merkezî bir konuydu, çünkü bankacı (Cantillon’un kendisi gibi) büyük miktarda paranın hayli uzak mesafelere gönderilmesinin riski-ni ve nakliyat masraflarını azaltmak amacıyla bir aracı olarak hizmet gördü. Cantillon uzay iktisadının ilkelerini bir genel iktisadî incelemede tatbik eden ilk iktisatçı idi. O “mevki teorisi ve uzaysal fiyatlama alanlarına kolayca uy-gulanabilir ilk ilkelerin niteliğine dâir… uzay iktisadına orijinal ve kalıcı kat-kılarda bulundu.”39

ss. 89, 91.

36 Vincent J. Tarascio, “Cantillon’s Theory of Population Size and Distribution,” Atlantic Economic Journal 9, no. 2 (Temmuz 1981): 12-18. Tarascio’nun bu çalışması, Cantillon’un katkısının kayıp olduğunu ve, reel ücretler neoklâsik iktisadın başlangıcı öncesinde çok uzun bir süredir açık bir surette yükseldiğinden dolayı, neoklâsik iktisatçıların klâsik nüfus teorisini kabul etmediğini fark etme idrak gücüne sahiptir.

37 Bkz. Cantillon, Essai, kısım 1, bölüm 7 ve 8.

38 Bkz. A.g.e., kısım 1, bölüm 9; esp. Higgs, s. 25.

39 Robert F. Hebert, “Richard Cantillon’s Early Contributions to Spatial Economics,” Economica 48, no. 189 (Şubat

Page 169: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Richard Cantillon: İktisadî Teorinin Doğuşu | 167

Cantillon’un bankacılıktaki başarılı kariyeri, Hayek’in onun en büyük ba-şarısı olduğunu düşündüğü, parasal iktisadında büyük bir rol oynadı.40 Can-tillon, bir mübadele aracı olarak paranın doğasının onun evrimini değerli metallere doğru sevk ettiğini, ve prenslerin hayal mahsulü para ortaya ko-yamayacağını, veya madenî paraların değerli metal içeriğini başarıyla düşü-remeyeceğini anlamış olan, para konusunda katı anlayışlı birisiydi.41 Onun Avusturyacı tarzı analizinde merkezî olan şey, paranın incelenmesine dönük mikroekonomik bir süreç yaklaşımı lehine, safiyane paranın miktar teorisi-nin toptan yaklaşımını reddedişidir. Para arzındaki değişim tipi ve bu değişi-min ekonomiye giriş yerinin ne tür sonuçların oluşacağının belirlenmesinde hayatî öneme sahip olduğunu gösterdi. Büyük bir altın keşfi, altın madeni sahipleri ve madenciler tarafından talep edilen malların fiyatlarını yükselte-bilir. Para arzındaki büyük bir artış tüketime yönelik yeni bir dönüşe neden olur, ve bu suretle nispî fiyatları, gelir dağılımını ve hızını değiştirir.

Yeni para, eğer borç vericilerin ellerine gelirse, fâiz oranını da etkileyebi-lir. Cantillon, fâiz oranının tamamiyle parasal bir fenomen olduğu şeklindeki Lockecu-merkantilist görüşü reddetti. Mises gibi, fâiz oranının ödünç verile-bilir fonlar piyasasındaki arz ve talep güçlerine bağlı olduğunu, ve eğer yeni para arzı arttırdıysa, fâiz oranını arttıracağını anladı.42

Cantillon, fâiz oranlarındaki değişimlere neden olan güçleri kapsamlıca tasvir eder ve fâiz oranının ekonominin normal ve önemli bir veçhesi olduğu-nu gösterir. Yüksek fâiz oranı kazancını, bu orandan bile yüksek oranlardaki kâr ve kira (rent) kazançları ile kıyaslayarak, savunur.43 Fâiz oranları ve bu oranların yüksek olmasının nedenlerine dâir tarifine dayalı olarak, hüküme-tin fâiz oranlarını tefecilik yasaları ile düzenlemesi gerektiği fikriyle alay eder.44

Cantillon para arzındaki değişimleri tahlil ettiğinde, Avusturyacı teoriye oldukça benzer bir iktisadî dalgalanma teorisi sundu. Arttırılmış para arzı, dalgalanmayı başlatan hızlı büyüme (boom) safhasıdır. Onun bu dalgalanma safhası hakkındaki tasvirleri, bir çok yorumcunun Cantillon’u bir merkantilist

1981): 71-77.

40 Hayek, Economic History, s. 264.

41 Bkz. Bordo, “Some Aspects,” s. 236; ve Cantillon, Essai. ss. 111-113.

42 Benzer şekilde, eğer para öncelikle harcayıcıların ellerine gelirse, arttırılmış tüketim yatırım talebini teşvik edecek ve fâiz oranlarını yükseltecektir. (Fiyatlar yükseldikçe, nominal oran da artacaktır).

43 Cantillon’un bir banker olduğunu hatırlayınız. South Sea Bubble’ın ardından tefecilik ile suçlandığında, savunmasının bir kısmı yüksek fâiz oranlarını müdafaa etmekti.

44 “Hiçbir şey, ticaret ile dâima güçbelâ tanışık ve dâima mesleksiz Ukalâlar tarafından, her çağda Para Fâizi konusunda yapılan Yasalar ve Kilise Kanunları (Canons) yığınından daha eğlendirici olamaz.” Cantillon, Essai, s. 211.

Page 170: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

168 | Mark Thornton

olarak yaftalamak için kullandıkları şeydir, çünkü daha çok para, daha yük-sek bir ekonomik faaliyet seviyesine yol açıyor olarak kabul edilir.45 Bunun-la birlikte, er ya da geç sorunlar baş gösterir. Temel sorun fiyat enflasyonu ve dâhili sanayinin çöküşü etrafında döner. Cantillon’un Avusturyacı dersi, merkantilist politikanın uzun vadede başarısızlığa uğrayan kestirme bir çare oluşudur.

Cantillon, normalde Hume’a atfedilen, Avusturyacı iktisadî dalgalanma teorisinin hayatî içeriği, ünlü madenî para akışına dayalı fiyat mekanizma-sının işleyişini tasvir eden ilk kişiydi.46 Burada, dâhili para arzında ödemeler bilânçosundaki değişimlerce hâsıl edilen değişimleri, yukarıda tasvir edilen dâhilî altın arzındaki değişimlere benzer bir tarzda tahlil eder. Prensin para-sal enflasyonun olumsuz tesirlerini dengelemeye ya da önceden engellemeye çalışabileceği yolları önerir, ancak teorik olarak geriye dönüş kaçınılmazdır, ve Cantillon hükümetin bu intibak sürecini mikro seviyede yönetme kabili-yetine güvenmez.47

Dış ticaret, ödemeler bilânçosu, ve bankacılık konularını tartışarak, imalat sahasında maharetli bir işgücü geliştiren, dış ticarete iştirak eden ve ulusal bankalardan sakınan ülkelerin nasıl zenginleştiklerini açık bir surette göste-rir. Bununla birlikte, onun yorumu aynı zamanda, Brüksel’den elişi dantel alı-mından “Fransa için külfetli ve kârsız” olduğu için yakındığında merkantilist görünür, ve bunu dış ticaretin nasıl faydalı bir şekilde düzenleneceğine dâir bir örnek olarak kullanır.48

Merkantilizmi destekliyor gibi bir intiba bırakıyor ise de, bu tür bir poli-tika savunusu için temelin merkantilizme değil ama, teorik analiz ve onun dünya ekonomisine dâir tecrübî gözlemlerine dayandığı kabul edilebilirdir. İmal edilmiş malların, maharetsiz çiftlik işçilerinden daha yüksek reel ücret kazanan, yetenekli işçiler tarafından üretildiklerini gösterdi. Yüksek değerli imal edilmiş malların ihraç edilmesi ile, ortalama ücret oranları daha yüksek, nakliyat masrafları daha düşük olacak ve ekonomi ya para ya da çok daha büyük miktarda gıda ve hammadde ithal edebilecektir. Cantillon, eğer para çabuk bir şekilde harcanırsa, fiyatların yükseleceğini ve paranın olumlu et-kisinin hemen olumsuza dönüşeceğini gösterir. Bu noktada, yabancı paranın prens tarafından ulusal savunma ve kötü hasat yılları ihtiyatı amaçlarıyla

45 Anthony Brewer, “Cantillon and Mercantilism,” History of Political Economy 20, no. 3 (Güz 1988): 447-60.

46 Hume’un eseri Cantillon’unkinden önce yayınlanmıştı, ama günümüzde biliyoruz ki Cantillon, Hume’dan önce yazmıştı ve Hume muhtemelen Cantillon’u okumuştu.

47 Cantillon, Essai, ss. 185, 323.

48 A.g.e., ss. 231, 233.

Page 171: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Richard Cantillon: İktisadî Teorinin Doğuşu | 169

tasarruf edilmesi gerektiğini önerir. Tahminen, ilâve para dâhilî ekonomiye yatırılabilir.

Son olarak, Cantillon, ekonomiyi parasallaştırmanın iyi olduğunu, fakat iyi bir şey hakkında aşırıya kaçabileceğinizi, ve böylece merkantilizmin en büyük hatasıyla karşı karşıya gelineceğini gösterdi. Modern Avusturya ikti-satçılarına benzer şekilde, merkantilist-parasalcı para arzını dâima arttırma hedefini reddetti. Bankacılık hizmetleri ve bir paranın arttırılmış dolaşım hızı gibi, para için ihtiyacı doğal olarak azaltacak muhtelif faktörler varsa da, sabit bir para miktarının yeterli olduğunu ve bu miktarın sadece bir ekonomi ta-kastan parasal mübadeleye geçtikçe değişmeye ihtiyaç duyacağını düşündü.

Cantillon, para birimi olarak altın ve gümüşü birbirlerine olan nispetlerini tespit ederek kullanma sisteminin (bimetallism) niçin para kıtlığı yarataca-ğını gösterdi, ve kâğıt paranın kullanımı ile ulusal bankalara karşı uyarıda bulundu.49 South Sea Company, İngiltere Bankası ve henüz var olmayan Fe-deral Rezerv Sistemi gibi kamu ve özel nitelikli genel bankaların sorunlarını da gördü. Essai’sini, günümüze kadar önemli olmaya (ve dikkate alınmamaya) devam eden bir uyarı olarak hizmet gören, John Law ve sisteminin bir itham-namesiyle kapadı:

O hâlde, bir Bakan’ın suç ortaklığına sahip bir Banka’nın, bu Bakan’ın emri üzerine akıllıca adım atıldığında, kamu borç stoğunu yükseltmeye ve düşürmemeye, ve fâiz oranını düşürmeye, ve bu suretle Devlet borcu sorununu çıkarmaya muktedir olduğundan şüphe edilemez. Fakat büyük servetlerin edinimine kapı aralayan bu incelikler (refinements) nadiren biricik Devlet çıkarı için gerçekleştirilir, ve bunlara iştirak eden kişiler genellikle yozlaşmışlardır. Bu vesilelerle yaratılan ve basılan fazla banknotlar, piyasadaki para tedavülünü altüst etmezler, çünkü borç stoğunun alış ve satışı için kullanılan bu banknotlar hane halkı harcamaları için kullanılmazlar ve gü-müşe tahvil edilmezler. Ancak, eğer bir panik ya da öngörülmeyen bir kriz banknot sahiplerini Banka’dan gümüş talep etmeye yönlendirir ise, bomba patlayacak ve bunların tehlikeli tatbi-katlar oldukları görülecektir.50

Hiçbir kısa makale Richard Cantillon’un tam bir resmini ve iktisada katkı-larını sunamaz. Örneğin, hayli iyi bir yasaklama teorisi sundu; mükemmel bir hükümet borcu tahliline sahipti; ve kölelik iktisadı üzerine ilginç ve faydalı bir bakış açısı sundu. Cantillon yanlışlıkla bir merkantilist ve objektif (yani, esasî) değer teorisyeni olarak anlaşılmaktadır, ama aslında merkantilizmin hatalarını açığa çıkardı, ve iktisadî teorinin temel ilkesi olan fırsat maliyeti kavramını net bir surette kavradı. Cantillon ve Essai’si iktisadî teorinin baş-langıcıdırlar, ve bu teori açıkça zamanımız Avusturya Okulu’nun teorisidir.51

49 A.g.e., s. 319.

50 A.g.e., s. 323.

51 Bkz. Hebert, “Was Richard Cantillon an Austrian Economist?” Cantillon’un başarılarını selamlayan iktisadî düşünce tarihçilerinin, Hayek ve Rothbard gibi, Avusturyacı iktisatçılar yahut da, Schumpeter gibi, yol arkadaşı ve

Page 172: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

170 | Mark Thornton

Seçilen OkumalarBordo, Michael D. 1983. “Some Aspects of the Monetary Economics of Richard Cantillon.”

Journal of Monetary Economics 12, no. 2 (Ağustos): 235-58.

Brewer, Antony. 1992. Richard Cantillon: Pioneer of Economic Theory. Londra: Routledge.

————. 1988. “Cantillon and the Land Theory of Value.” History of Political Economy 20, no. 1 (Bahar): 1-14.

————. 1988. “Cantillon and Mercantilism.” History of Political Economy 20, no. 3 (Güz): 447-60.

Cantillon, Richard. [1755] 1959. Essai sur la Nature du Commerce en General [and other es-says]. Editör ve çeviren Henry Higgs, Londra: Frank Cass.

Hayek, F. A. [1931] 1991. “Richard Cantillon (c. 1680-1734).” Introduction to Richard Cantil-lon, Essai sur la Nature Commerce en General, çeviren Grete Heinz, yeniden basım Ha-yek, Economic History. Cilt 3. The Collected Works of F. A. Hayek. Editörler W.W. Bartley, III, and Stephen Kresge, Chicago: University of Chicago Press.

————. [1931] 1985. “Richard Cantillon,” çeviren Michael O. Suilleabhain, Journal of Liber-tarian Studies 7, no. 2 (Güz): 217-48.

Hebert, Robert F. 1985. “Was Richard Cantillon an Austrian Economist?” Journal of Liberta-rian Studies 7, no. 2 (Güz): 269-80.

————. 1981. “Richard Cantillon’s Early Contributions to Spatial Economics.” Economica 48, no. 189 (Şubat): 71-77.

Higgs, Henry. 1892. “Cantillon’s Place in Economics.” Quarterly Journal of Economics 6: 436-56.

————. 1891. “Richard Cantillon.” Economic Journal 1: 262-91.

Hone, Joseph. 1944. “Richard Cantillon, Economist-Biographical Note.” Economic Journal 54: 96-100.

Hülsmann, Jörg Guido. 1997. “Cantillon As A Proto-Austrian: Further Evidence.” Çalışma makalesi.

Liggio, Leonard P. 1985. “Richard Cantillon and the French Economists: Distinctive French Contributions to J. B. Say.” Journal of Libertarian Studies 7, no. 2 (Güz): 295-304.

Murphy, Antoin E. 1986. Richard Cantillon: Entrepreneur and Economist. New York: Oxford Universty Press.

————. 1985. “Richard Cantillon: Banker and Economist.” Journal of Libertarian Studies 7, no. 2 (Güz): 185-216.

————. 1984. “Richard Cantillon: An Irish Banker in Paris.” Hermathena 135: 45-74.

O’Mahony, David. 1985. “Richard Cantillon- A Man of His Time: A Comment on Tarascio.” Journal of Libertarian Studies 7, no. 2 (Güz): 259-68.

Prendergast, Renee. 1991. “Cantillon and the Emergence of the Theory of Profit.” History of Political Economy 23 (Güz): 419-29.

Rothbard, Murray N. 1995. Economic Thought Before Adam Smith. Cilt 1. An Austrian Perspec-

sempatizanlar olduğu not etmeye değerdir. İlginç bir durum, Essai’nin bir kopyasının Carl Menger’in kütüphanesinde bulunabilmesidir ve ayrıca bir Almanca basımı (1931) Ludwig von Mises’in kütüphanesindedir. Avusturya Okulu’nun ilhamının büyük kısmını Cantillon’dan aldığı açık görünüyor.

Page 173: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Richard Cantillon: İktisadî Teorinin Doğuşu | 171

tive on the History of Economic Thought. Cheltenham, U.K.: Edward Elgar.

Salerno, Joseph T. 1985. “The Influence of Cantillon’s Essai on the Methodology of J. B. Say.” Journal of Libertarian Studies 7, no. 2 (Güz): 305-16.

————. 1978. “Comment on the French Liberal School.” Journal of Libertarian Studies 2, no. 3 (Kış): 65-68.

Schumpeter, Joseph. [1914] 1991. Epochen der Dogmen-und Methodengeschichte, Grundriz der Sozialökonomik. 1’inci basım. Tübingen: J. C. B. Mohr. Cilt 1, Kısım 1, s. 143, F. A. Hayek tarafından iktibas (1991). ss. 258-59.

Spengler, Joseph J. 1954. “Richard Cantillon: First of the Moderns I.” Journal of Political Eco-nomy 62, no. 4 (Ağustos): 281-95.

————. 1954. “Richard Cantillon: First of the Moderns II.” Journal of Political Economy 62, no. 5 (Ekim): 406-24.

Tarascio, Vincent J. 1985. “Cantillon’s Essai: A Current Perspective.” Journal of Libertarian Studies 7, no. 2 (Güz): 249-58.

————. 1981. “Cantillon’s Theory of Population Size and Distribution.” Atlantic Economic Journal 9, no. 2 (Temmuz): 12-18.

Waddell, D. A. G. 1958. “Charles Davenant (1656-1714): A Biographical Sketch.” Economic History Review 2’inci seri, 11, no. 1: 279-88.

Page 174: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 175: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

173

Özlem Çağlar Yılmaz:

Liberalizm, Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine*

Röportaj: Serpil Yıldırım

Liberalizmle tanışmanız, liberal düşüncenin sizin fikri yapınızda etkinliği-ni artırması ve sizi LDT koordinatörlüğüne götüren süreçle başlamak istiyo-rum. Bu süreçten bahseder misiniz lütfen?

Tabiî memnuniyetle. Son yirmi yıldan geçmişe baktığımızda bugün çok ileri bir durumda olan ancak hâlâ sıkıntıları olan sivil toplum sektöründe ça-lışan biri olarak bu alana ve liberal fikirlere önem verip bu görüşmeyi yapma-nız benim için çok değerli. Bu vesileyle kendi kişisel fikrî seyrimden başlar-sam, Anadolu’dan gelmiş bir ailenin çocuğu olarak devletin özel hayatımıza, sivil tercihlerimize müdahale ediyor olması gibi meselelere, darbelere karşı bir hassasiyetle büyüdüm. Bununla beraber ilkokuldan itibaren Ankara’nın merkezindeki okullarda okudum. Aileden aldıklarımla beraber eğitim müf-redatı, eğitim sürecinde verilenler de etkili oldu. Zaman zaman kendi içimde ihtilaflar yaşadım. Siyasetin ülkelerin kaderini değiştiren en önemli kurum olduğunu düşünüyordum. Ancak fikriyatım tutarlı bir kavrayışa oturmamıştı, tabiî. Bu hislerle üniversitede siyaset bilimi ve kamu yönetimi okumak iste-

* www.duslervegercekler.com Dergisi, Ekim 2015 sayısı için yapılmıştır.

Page 176: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

174 | Özlem Çağlar Yılmaz

dim. Şanslıydım, okulda Liberal Düşünce Topluluğu’nu kuran Atilla Yayla ve Mustafa Erdoğan hocalarımdı, derslerde anlattıklarına ilgi gösterince beni yeni kurulmuş LDT’nin faaliyetlerine davet ettiler. Zamanla fikirlere yatı-rımın siyasetten daha etkili ve önemli bir iş olduğuna kanaat getirdim ve LDT’nin kurumsallaşması için çalışmaya karar verdim.

Genel olarak liberalizme, özel olarak ise ülkemizde liberalizme bakacak olursak karşımıza çıkacak en belirgin özellikler nelerdir?

Buna şöyle başlamakta fayda var. Liberalizm derken neyi anlıyoruz? Li-beralizmi insanların kendi hayatlarında mutluluğu arayabilecekleri tercih öz-gürlüklerinin; en temel hayat, özgürlük ve mülkiyet haklarının teminat altın-da olduğu, merkezî kamu otoritesinin sınırlı olduğu siyasî bir sistem olarak tanımlayabiliriz. Takip ettiğimiz klasik liberal düşünce geleneği, devrimlerle keskin değişimler yerine insanlık medeniyetinin temel kurumlarının tecrübî bilgiyle evrimsel değişimine, serbest tartışmanın yani ifade özgürlüğünün olduğu, rızaya dayalı gönüllü ilişkilere açık bir sivil topluma vurgu yapıyor. Bu bakımdan Türkiye’ye dönüp baktığımızda malesef kurumların evrimsel gelişmesine imkân vermeyen, medeniyetimizin sivil kurumlarının darbelerle kapatılıp tamamen yerle bir edilerek üzerine tek elden yeni bir şey koyma, dayatma gayretinde kollektivist bir merkezî otoriteyle karşılaşıyoruz. Yakın tarihimizde maalesef toplumsal hayatımızı, özel hayatımızı, sivil hayatı, tica-ret hayatını, bir arada yaşama kültürünü kökünden zedeleyen, ortadan kaldı-ran, insanları insan yapan temel değerlerin gelişmesini engelleyen, insanın hem kendi hayatını devam ettirmesinde ve hem de birbiriyle ilişkilerinde sorun yaratan tek parti dönemi ve darbeler tarihini tecrübe ettik. Bu duru-mun yarattığı siyasî, iktisadî ve toplumsal sorunların 10 – 20 yıllık süreçler-de üstesinden gelmek gerçekten zor. Son yıllarda yaşadığımız bazı olumlu siyasî, hukukî değişimlere rağmen siyasî ve sosyal kültüre ilişkin sıkıntıların değişmesi zaman alacak.

Esasen liberalizm bir hukuk düşüncesidir. İnsanların en temel haklarının teminat altına alındığı, farklılıklarla bir arada barış içinde yaşayabilecekleri temelleri ortaya koyan bir hukuk düşüncesi. Yani hayatın içini dolduran de-ğil, çerçevesini kuran bir sistemdir. Meseleye böyle baktığımız zaman nasıl yaşayacağımıza, başkalarıyla nasıl dernekler kuracağımıza, oralarda ne tür faaliyetler yapacağımıza, ne yayınlayacağımıza, hangi formatta yayınlayaca-ğımıza, ticari hayatımızda ne satabileceğimize, neyi ithal edeceğimize, baş-kalarıyla ne tür işbirlikleri kuracağımıza kadar siyasî ve iktisadî bir sistemle tüm hayatımızı belirleyen bir resmi ideolojinin içerisindeyiz. Komplike bir sorunlar yumağının bir sonucu olarak ortada bunun yarattığı bir zihniyet

Page 177: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine | 175

problemi var. Bununla birlikte bütün sorunlarımıza toptan çözüm tek ideal, devrimsel olarak karşımıza çıkacak, hap gibi bir çözüm olsun istiyoruz. Hatta demokrasi de bir sakız olarak gelmiş böyle kullanılan bir kavram. Ancak de-mokrasinin hayatımızın her alanına hap gibi çözümler sunmasını bekleyeme-yiz. Dolayısıyla hayatın kendisi zaten çelişkilerle dolu, her an krizlerle kar-şılaşabileceğimiz bir süreç. Burada önemli olan konu ise; ilkeler, usûller ve yöntemlerin belirli olmasıdır. Hem insanların hem kamu otoritesi için neyi yaptığında neyle karşılaşacağını bilmesi ancak usûller ve ilkelere bağlıdır. Devletçi bir zihniyetle ve kurucu rasyonalist düşüncelerle ideal sonuçlara ulaşamadığımızda hayal kırıklıkları ortaya çıkıyor.

İnsanın özgürlüğünü savunmak aynı zamanda onun kendi hayatından sorumlu olmasını gerektiriyor. Açık, özgür toplumlardaki en belirgin karak-ter insanların kendi yaşamlarının sorumluluğunu almalarıdır. Türkiye’de en mikro düzeyde bizler hayatlarımızın sorumluluğunu almama sorunuyla karşı karşıyayız. Kendi hayatımızın sorumluluğunu alıp, onu kendi serbest iradî tercihlerimizle geliştirmeye hazır değiliz, açık değiliz. Bunu tabiî şahıslara karşı belli bir rezervle söylemek gerekir; 80-90 yıllık siyasî iktisadî mirasın sonucunda durum böyle oluyor açıkçası.

Ancak Türkiye son 20-25 yıldır çok ciddi bir gelişmeye şahit oldu. Siste-min siyasî ve iktisadî olarak açılması, sivil toplumun, müteşebbislerin geliş-mesi Türkiye’nin sosyolojik değişimine sebep oldu. Bu tür zihnî rezervleri söylemekle beraber insanın kendisine, potansiyeline güvenen, inanan birisi olarak ifade etmek isterim ki; çok açık bir özgürlük alanı, insanların hemen orada inisiyatif kullanabilecekleri, oradaki boşluğu görüp yeni girişimlerde bulunabileceği, risk alabileceği bir alan olarak karşımıza çıkmakta.

Bununla alâkalı dernekler özgürlüğü yerinde bir örnek olacaktır. Avrupa Birliğine üyelik sürecinde yapılan dernekler özgürlüğüyle ilgili gelişmelere baktığımızda mevzuatla ilgili hafif değişikliklerin yarattığı bir sonuç olan toplumsal hayatın iktisadî olarak gelişip, büyümesi sayesinde sivil hayatın anında hareketlendiğini ve canlandığını gördük. Yani insanlar aslında tabiatı itibariyle özgürlüklerini korumaya, bu alanı kullanmaya ve merkezî otorite tarafından kendisine özel bir müdahale olmadıkça bunu geliştirmeye müsait. İnsan tabiatının böyle olmadığını düşünenler de var lakin ben daha iyimser bakıyorum. Aslında toplumlara da uzun vadeli baktığımız zaman birbirleri-nin hayatlarını korumaya, birbirlerinin onurunu korumaya yönelik kurallar varsa insanlar bu kurallara uymaya ve kuralları korumaya meyilli oluyor-lar. Medenî toplumlar, medenî olmayan toplumlara nispetle hayatlarını daha uzun yaşayarak ve gelişerek devam ettiriyorlar. Liberal bir düşünür olan Ha-

Page 178: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

176 | Özlem Çağlar Yılmaz

yek bu konuya özellikle vurgu yapar: Önemli olan kuralların hayatımızı as-gari olarak düzenleyici, temel haklarımızı koruyucu bir pozisyonda olmasıdır.

Belirttiğiniz çerçevede Liberal Düşünce Topluluğu Türkiye’de kendisine na-sıl bir yol seçti?

Türkiye’de politik-ekonomik sistemde bir sorun olduğunu ve de bunun ya-rattığı zihniyet problemini göz önüne alarak Liberal Düşünce Topluluğu ken-disine yeni bir entellektüel alan, fikir piyasasında yeni bir yol açmayı tercih etti. Özellikle Cumhuriyet sonrasına baktığımız zaman bireyci fikirler yerine sağda veya solda olsun daha kollektivist, merkeziyetçi insanın farklılaşma-sını, değerlerini ön plana almaktan ziyade toplulukları toptan tanımlayıcı, kollektivist fikirlerin daha hâkim ve güçlü olduğunu göz önüne alarak bir fikir hareketi olarak çalışmayı kendisine yol seçti. Zihniyet sorununa işaret etmiştik; bu bağlamda zihniyeti etkilemek için öncelikle kavramlara ihtiyacı-mız vardı. Türkiye’de fikrî kaynak kıtlığı sebebiyle öncelikle liberal fikirlerin, temel kavramların Türkçe’ye kazandırılması gerekiyordu bu sebeple evrensel klasikler Türkçe’ye kazandırıldı. Güncel tartışmalardan, aktüel siyasetin so-runlarına girmeden meseleleri tartışabileceğimiz temel kavramları tanıtma yoluna girdik. Onun için yoğun bir şekilde yayınlarla birlikte bir eğitim ku-ruluşu olarak üniversitelere paralel akademik eğitim programları ve lisans öğrencilerine yönelik çok sayıda seminerler düzenledik. İnsan hakları, hukuk devleti, anayasal yönetim, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, serbest piyasa ekonomisi, tercih hakkı, mülkiyet hakkı gibi kavramlar geçmişe kıyas-la baktığımızda artık genel çerçevesi kabul görmüş kavramlar olarak karşı-mıza çıkıyor. Ancak gelinen noktada bunları her durumda hangi taraf ihlâle uğrarsa uğrasın tutarlı olarak savunabilmek hassas bir nokta. Onun için hâlâ bu kavramların neler olduğunu hatırlayarak aynı zamanda bu temel özgür-lükleri nasıl tutarlı bir şekilde savunacağımızı anlatarak programlarımıza de-vam ediyoruz. Bununla birlikte insan faktörüne dikkat çekmek önemli. İnsan yetiştirmek, entellektüel kaynak yetiştirmek bizler için temel bir hedef oldu. Hem akademide hem de diğer alanlarda liberal fikirleri benimsemiş, bunları kendi çalışmalarına yansıtacak kişileri yetiştirmeyi değerli ve önemli bulu-yoruz.

Özgürlükçü fikirlere değer veren iklimi oluşturmak için sadece akademis-yenler değil, aynı zamanda edebiyatta, sanatta hatta tıp ve mühendisliklerde devrimci değil evrimci, özgürlükçü, çoğulcu fikirlere sahip kimselerin ye-tişmesi hep aklımızda oldu. Bu bakımdan daha yolun başında gibiyiz. Ancak Liberal Düşünce Kongresi ve diğer faaliyetlerimizle farklı alanlardan özgür-lükçü fikirlere ilgi duyan bireyleri bir araya getirmeye, birbirinden haberdar

Page 179: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine | 177

etmeye, kendi motivasyonlarını, çalışma alanlarını, ilgi alanlarını paylaşabi-lecekleri fikir alışverişlerinde bulunabilecekleri ortamlar oluşturmaya çalışı-yoruz. Bu faaliyetleri sıralayıp baktığımızda hiçbiri bugünden yarına etkisi görülmeyebilir ama istikrarla ve sabırla devam ettirdiğimizde çok ciddi deği-şimlere katkıda bulunuyor.

20 yıl evvel Batı’daki ülkelere yapmak istediklerimizi anlattığımızda bun-lar çok anlamlı gelmiyordu. Mesela; Liberal Düşünce Topluluğu dünyadaki düşünce kuruluşları içerisinde Türkçe’ye en yoğun kitap tercüme ederek ve yayın yaparak kendisine alan açmaya çalışmış ve hâlâ da bu konuda çok ça-lışan bir kuruluştur. Bu yönüyle birçok kuruluşa ilham vermiştir. Dünyadaki özgürlükçü fikirlere yatırım yapan fikir öncüleri bu bakımdan LDT’yi çok tak-dir eder ve her zaman örnek olarak gösterirler. Atilla Yayla bu adımların ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışırdı, Batı’daki fikir arkadaşlarımıza. Bugün otoriter, totaliter sistemlerden daha açık sistemlere geçme gayretinde olan yerlerdeki yeni fikir kuruluşları da yoğun olarak kendi dillerinde yayın faaliyetlerine yöneliyorlar.

Pratik olarak baktığımızda güncel meselelerde aktivist olmak yerine sivil, fikrî alanda faaliyet göstermek bizleri koruyan bir alandı, bir tercihti. Zira Türkiye on-on beş yıl sonra nispeten daha barışçıl olup, ifade özgürlüğü ge-liştiğinde, daha can alıcı konulara değinmeye başladığımızda çok daha gü-venli bir yere oturmuş olduk. Artık çok sayıda yetişmiş, sağlam fikirlere sa-hip, özgürlük ihlâllerini herkes için tutarlı bir çerçevede savunan ve kendisini iki yüz-üç yüz yıllık bir fikrin geleneğine yaslamış çok sayıda fikir insanla-rı ve sivil, entellektüel faaliyetler vardı. İşte o zaman birbirinden tamamen kopmuş, birbirine düşmanca yaklaşan, siyasî sistem sonucunda birbiriyle ya-bancılaşmış ve düşmanlaşmış kesimleri bir araya getirip kendilerini rahat hissedebilecekleri, herhangi bir şekilde yargılanmadan, kendi dertlerini, kar-şılaştıkları ihlâlleri çekinmeden ifade edebilecekleri ortamlar oluşturabildik. Zaten bu tür müzakere toplantılarında vermeye çalıştığımız başkası pahasına değil herkesin barış içinde bir arada yaşayabileceği, özgürlük ihlâllerinin te-lafi edildiği, özgürlük haklarının garanti altına alındığı bir hukuk devletini, anayasal yönetimi savunmaktı. Belirttiğim gibi Türkiye’nin sınırlı kalmış fi-kir hayatı göz önüne alındığında, bir fikir hareketi olarak LDT için böyle bir yoldan başlamak çok sağlam bir sonuç verdi diye düşünüyorum.

Günümüz Müslüman devletlerin veya toplulukların liberalizme bakışı ne-dir?

İfade ettiğim gibi Türkiye’nin eğitim sistemiyle desteklediği merkeziyet-çi, kollektivist, devletçi kültürü seküler sol sosyalist çevrelerle beraber İslami

Page 180: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

178 | Özlem Çağlar Yılmaz

çevreleri de etkilemiştir. Bu durum sadece Türkiye için geçerli değil tabiî… Son yüz-yüz elli yıl içerisinde Müslüman dünyada da daha devletçi, sosyalist, otoriter sistemler hâkim oldu ve bu sistemler İslam’ı kendi merkeziyetçi oto-ritesini meşrulaştırıcı yorumunu desteklediler ve popüler hale getirdiler. Bu da İslam’ın bir sivil din olarak gelişmesi yerine daha devletçi, sivil, özel haya-tı sınırlayıcı ve çoğulculuğa merkezî elden, beşeri otorite eliyle kontrol sağ-layan devlet dini olarak bakılmasına sebep oldu. Bunun Türkiye’de de izlerini tabiî ki görüyoruz. Ancak İslam’ın sivil bir din olarak sivil topluma, serbest ticarî hayata bundan öte sınırlı devlet iktidarına, adaletli yönetime, temel hakların, özel mülkiyetin teminat altında olduğu, insanların gönüllü ilişki-leriyle idare ettiği vakıf ve birliklerin önemine vurgu yapan bir geleneği de ihtiva ettiğini vurgulayanlar, hatta bunun İslam’ın esası olduğunu işleyen-ler var. Ben de bu fikriyata yakınım. İslam’ın erken dönemdeki kurumlarına bakan fikrî öncüler var. Daha barışçıl bir arada yaşama açısından Müslüman çoğunluğu olan ülkelerde bu yorumu teşvik etmek, dine referans verenler açısından liberalizmin daha çok benimsenmesini temin edebilir.

İnsanlık medeniyeti sadece bir toplum, bir kültür, tek bir dinden doğma-mıştır, hukukun üstünlüğü, sivil toplum, sınırlı yönetim, özel mülkiyet hak-kı, gönüllü piyasa ilişkileri gibi kurumlar sadece Batı’da, Hristiyan ülkelerde veya Hristiyanlığın içinden doğmuş kavramlar değil. Yüzyıllar içinde sivil ve ticarî ilişkilerle ortaya çıkan evrensel insanlık medeniyetinin temel kurum-ları, ilkeleridir. Bu bakımdan bu temellere ışık tutmak, Müslüman dünyanın katkısını da ortaya çıkarmak gerekiyor.

Hem liberal hem Müslüman olmak ne anlama geliyor?

Şöyle bir tanımlamayla konuya bakışımızı netleştirelim. Burada ideal olan tarafsız bir devletin varlığına vurgudur. Dinî çoğulculuğa, insanların dinî ter-cihlerine veya farklı pratik, amelî tercihlerine imkân sağlayan bir siyasi sis-temin olması çok önemlidir. Beşerî bir kurum olarak devletin laik olması veya seküler olması gerekir; vatandaşlarının dinî tercihlerinde ve pratiklerin-de herhangi bir ayrımcılıkta bulunmayıp; birini diğerine üstün görmemeli, hepsini hukukî teminat altına almalıdır. Bir liberal açısından önemli olan nokta burası. Devlet tarafsız olarak formüle edilmemişse bile hukukî olarak dinî çoğulculuğu sağlayan kurumlar olmalı. Mesela Anglikan devlet kilisesi olan İngiltere buna örnek verilebilir. Yoksa elbette Müslüman liberal de olur, sosyalist de zira bir Müslümanın kamu otoritesinin nasıl olması gerektiğine ilişkin bakışı ancak onun liberal olup olmadığını belirler.

Müslüman ülkelerin liberal demokratik tecrübelerini baz alarak Türkiye’yi nerede konumlandırabiliriz?

Page 181: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine | 179

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunda bir demokrasi olarak kurulmadı. An-cak 1955’te çok partili hayata geçişte Türkiye barışçıl bir süreç yaşadı ve öz-gürlüğe önem veren çoğunluğu göz önüne aldığımızda buradaki topluluklar şiddete meyletmekten ziyade daha barışçıl yöntemlerle direnmeyi, karşı koy-mayı daha demokratik yöntemleri kullanmayı tercih etti. Bu farklı sebeplerle açıklanabilir.

Şöyle bir tespit yapabiliriz; Türkiye’de şiddet kullanan siyasî gruplar geniş toplum kesimlerince hiçbir zaman destek görmedi. Bu çok önemli.

Yakın dönemde diğer Müslüman ülkelerde uzun dönemli şiddetli çatışma-ların yanı sıra şiddete meyletmiş hareketler görüyoruz. Siyasî sistemleri ba-rışçıl demokratik dönüşümler yaşayamadı. Ancak buna rağmen şunu da ifade etmek isterim; kötü ve şiddetle karışık bu siyasî olaylar daha çok basında yer alıyor. Aslında sesi çıkmayan, gündelik hayatına devam eden ve kendine alan açmaya çalışan barışçıl sivil halk, diğer çoğunluğu Müslüman ülkeler içinde de asıl çoğunluğu teşkil ediyor. Bu durum bizim genellikle göz ardı ettiğimiz, görmediğimiz bir şey. Müslüman dünyaya da aslında bizler yeni yeni bakıyo-ruz. Beş-on yıl önce Müslüman dünyadan pek haberimiz yoktu. Sözde Batı’ya dönmüştük ama biz aslında arkamızı her yere dönmüştük. Dünyaya oldukça kapalı bir toplumduk.

Türkiye’deki müteşebbislerin 90’lardan sonra Ortadoğu’yla daha çok iş ya-par olması, son yıllarda hükümetin Doğu’yla, Müslüman ülkelerle daha çok ilişki kurmasıyla eş zamanlı olarak teknolojinin, bilgi araçlarının da geliş-mesiyle birlikte biz Doğu’dan daha fazla haberdar olduk. Müslüman ülkeler adına genelleme yaparak genel-geçer yargıların çok doğru olmadığını düşü-nüyorum.

İşaret etmek istediğim başka bir konu da Batı dünyasının Müslüman dün-yaya bakışındaki problem. Otoriter sistemler sebebiyle sivil çoğulcu siyasi kültürün gelişmesine alan bırakılmamış. Şiddete mesafeli, kendi içinde de-mokratik teşkilatlarda gelişmiş olmasına rağmen, ideolojik olarak devletçi siyasî İslami hareketler marjinal, fundamentalist, hatta şiddetle hemhal gös-teriliyor. Bu görüntü demokratik yöntemlerin, çoğulcu kurumların önünün kesilmesine, darbelere mazeret olarak kullanılıyor. Mısır’da olduğu gibi…

Türkiye’de liberalizmi 2002 öncesi ve sonrası şeklinde ayırmamız mümkün mü? Daha açık bir ifadeyle mevcut siyasi otoritenin liberalizm konusunda sağladığı olumlu değişimler var mı?

Evet, bu ana kadar Liberal Düşünce Topluluğu’nun yapmış olduğu yatı-rımları övdüm. Genel teorik yayınları dışınca Liberal Düşünce Topluluğu’nun

Page 182: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

180 | Özlem Çağlar Yılmaz

çevresindeki akademisyenler, günlük gazetelerde hem genel kavramlarla iliş-kili anayasal yönetim, ifade özgürlüğü, din ve vicdan hürriyetiyle ilgili hem de Türkiye’nin siyasî yapısı, tek parti döneminden miras alınan siyasî zihni-yet ve gerekli olan dönüşümle ilgili çok sayıda yazılar yazdılar. Fedakârlıkla Anadolu’da yapılan yüzlerce faaliyetin de müthiş bir etkisi oldu. Aynı dönem-de ülkede ciddî iktisadî ve sosyal bir değişim sözkonusu oldu. LDT’nin entel-lektüel alanda yaptıkları çok önemliydi. Ancak bu siyasî sistemin dönüşmesi için tek başına yeterli değildi. Böyle bir siyasî değişim talebi durumunda ne olacaktı? Halk hep birlikte galeyana gelip devlete mi yürüyecekti?

Bu demokratik dönüşüm talebine sözcülük etmesi gereken bir siyasî ira-deye ihtiyaç vardı. Türkiye’nin demokratik dönüşümünde; toplumdaki deği-şim talebinin alınıp buna paralel olarak siyasî riskin yüklenilmesine ihtiyaç vardı. Esasen entellektüel değişimin yarattığı iklimi siyasetçiler takip eder-ler. Bir taraftan baktığımız zaman siyasî değişim Türkiye’deki o müthiş po-tansiyelin, sosyal değişimin bir sonucu idi ama diğer taraftan da öyle kritik anlar var ki taşıyıcı ve önünü açıcı tarihî rol üstlenilmesi gerekiyor. 2002 sonrası hükümet tarafından bu siyasî rol üstlenildi. Bunun başarısını tespit ederken Türkiye’nin temel sistemik problemini, bürokratik iktidarı tanımla-madan geçmemek gerekiyor.

Türkiye her ne kadar 1955’te çok partili hayata geçmiş olsa da darbelerle kurumsallaştırılan sivil ve askerî bürokratik bir yönetime dönüştü. Görünür-de düzenli yapılan seçimler vardı ancak düzenli yapılan seçimlerle iktidara gelen siyasî partilere verilmiş çok sınırlı bir alan vardı. Türkiye’nin temel meselelerinde söz sahibi olan en başta güvenlik, dış politika ve istihbarat-tan oluşan merkezî otoriteyi kontrol eden Türkiye’de askerî sivil bürokrasi idi. Demokratik olarak seçilmiş siyasî iktidarların bu alanlarda herhangi bir söz söyleyebilecek, reform yapabilecek gücü sınırlandırılmıştı. Böyle bir re-form yapmaya girişen, Türkiye’nin kendi çoğulcu, sivil yapısını muhatap alıp, geçmişiyle yüzleşerek, sistemi kırmaya çalışan siyasî iktidarların önü kesili-yordu. Demokratik siyasî grupların kendisini dayayabilecekleri sivil gruplar zayıftı. Açık rekabetçi ortamlarda ortaya çıkacak demokratik sivil bir iktida-rın arkasındaki en önemli güç sivil toplum ve piyasa aktörleridir. Kendisi-ni ancak bunlara bağlayabilir ve onların etkisinde kaldığı sürece demokratik gücünü koruyabilir. Bu bakımdan bir taraftan Türkiye’nin yaşadığı siyasî ve iktisadî değişimin bir sonucu olarak Ak Parti’nin başarısı bir sonuçtur. Bu-nunla birlikte diğer siyasî partilerin askerî, sivil bürokrasinin kontrolünde kalmasına karşın 2002’den sonra Ak Parti’nin otoriter zihniyete meydan oku-yarak, demokratik reformların taşıyıcısı olacağı iddiasında oldu, bu iddia des-tek gördü ve nitekim gerçekten bu tür adımlar attı. Hem Türkiye’nin Batı’yla

Page 183: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine | 181

olan ilişkilerine önem verdi hem de Türkiye’ye yeni kapılar açtı. Daha önce görmediğimiz, kapattığımız kapıları açarken aynı zamanda dünyanın sadece bir yerden ibaret olmadığı ve Doğu’da da aktörlerin olduğunu hatırlattı. Daha da önemlisi Türkiye’nin ayrıcalıklı kesimlerden ibaret olmadığı, Anadolu’da yaşayan çoğulcu mirasın, bir medeniyet birikiminin farkına varılmasını sağ-ladı ve bunun serpileceği alanları engellemedi.

Yani işte bahsetmiş olduğum dernekleşme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü alanında yapılan gelişmeler özgürlükleri genişletti. Aslında Akparti her politika değişikliğini bilinçli olarak yapmadı lakin ufak özgürlükler Türkiye’nin içindeki çeşitliliğin ortaya çıkmasını sağladı ve bu demokratik siyasî iradenin bürokrasiye meydan okuması; entellektüel yatı-rımlarla bir araya geldiğinde Türkiye’de müthiş bir değişimi ortaya çıkar-mış oldu. Mustafa Erdoğan’a özgürlük ödülü verdiğimiz 2012 yılı Hürriyet Yemeği’nde, Liberal Düşünce Topluluğu’nun kurucularından Hukukçu Kazım Berzeg bu birleşen etkiyi sınır ötesine taşıyarak şu meyanda ifade etmişti. “Türkiye’de Liberal Düşünce Topluluğu’nun toplumsal olarak entellektüel altyapısını hazırladığı, bu yatırımla birleşen Ak Parti’nin siyasî başarısı Arap Baharına ilham verdi; çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde liberal demok-ratik yönetimin olabileceği, çoğulcu sivil toplum ve teşebbüs serbestisinin neşvünema bulabileceği fikrini cesaretlendirdi”. Bu büyük yansımaya para-lel olarak, kendi mütevazı tecrübelerimizle Liberal Düşünce Topluluğu olarak kültürel, dinî, coğrafi ortaklıklarımızın olduğu ülkelerde benzer inisiyatifle-rin ortaya çıkması veya güçlenmesi için tecrübelerimizi paylaşmaya gayret ediyoruz.

Siyasî alanın açılması ile iktisadî zenginliklerin ve ayrıcalıklara bağlı ol-mayan yeni iktisadî aktörlerin ortaya çıkması Türkiye’de müthiş bir deği-şimle karşılaşmamıza neden oldu. Tek yönlü değerlendirmek yeterli olmaz çünkü bunların hepsi bir arada oldu. Ak Parti’nin iktisadî alanda yaptıklarını da tanımlamak lazım. Ak Parti pek çok sektörü rekabete açarak büyümeyi ve gelişmeyi sağladı. Bugün, Ak Parti’nin iktisadî alandaki başarının kaynakları-nı tam olarak göremediğini fark ediyorum.

Cumhuriyet bir sosyalist rejim iddiasıyla kurulmadı ama ayrıcalıklara sa-hip, korumacı politikalar sayesinde ayakta durmuş, bu sebeple resmî ideolo-jinin sözcüsü olmuş bir iş adamları grubumuz vardı. Korumacılık derken me-sela şunu kastediyorum, beyaz eşya ithalatının yasak olması, hangi kalitede olursa olsun bir beyaz eşya ürününün en düşük fiyatının ne olacağının devlet tarafından belirlenmesi ve belli miktarlarda devletin ihtiyacı olsun olmasın alım yaparak destek olması gibi irrasyonel, vatandaşın tüketicinin pahalı ve

Page 184: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

182 | Özlem Çağlar Yılmaz

düşük kaliteli tek bir markaya mahkûm olduğu dolayısıyla fakirliğe mecbur olduğu bir hâl. Piyasa aktörlerinin olduğu bir ekonomimiz var gibi görünü-yordu lakin küçük büyük aktörlerin her an girebileceği serbest bir piyasa, rekabet ekonomisi ve müteşebbisler için gerekli açık bilgi akışı yoktu. Özal döneminden başlayan serbestleşme sonrası, Ak Parti hem piyasadaki rekabe-tin artmasıyla ortaya çıkan çoğullaşan ve zenginleşen sivil toplum ve medya araçlarındaki gelişmenin bir sonucu ve sonrasında da bu rekabetçi politikala-rın taşıyıcısı oldu. Türkiye’nin iktisadî büyümesi ticarî hayatımızın rekabete nispeten açılması sayesinde oldu.

Liberaller sağ ve sol olmak üzere ikiye ayrılıyor. Sağ ve sol liberaller ara-sında ne gibi farklılıklar var? Bu konuyu biraz açar mısınız lütfen?

Evet. Sağ liberal ve sol liberal bizde çok popüler bir kullanım. Sağ-sol tanımları liberal gelenek açısından pek anlamlı değil. 20 yıl önce liberallik kuralsızlık, ahlâksızlık, ahlâkî değerleri olmayan anlamına geliyordu. Libe-ralliğin nasıl anlaşıldığına dair bir iki örnek vermek isterim. Ünlü bir gazeteci LDT’ye röportaj yapmaya geldiğinde “kusura bakmayın, ortalık biraz dağı-nık” demiştim, “yoo hayır, çok liberal bir ortam” demişti… Kurallılık ve hu-kuk düşüncesi olan liberallikle alâkası olmayan bir benzetme. Ancak bugün artık liberalizmin bir hukuk teorisi olduğu daha yaygın kabul ediliyor. Başka bir örnek; dönemin İçişleri Bakanı’yla yolsuzluk üzerine bir röportaj yapmak istemiştik, dernekler Emniyet’e bağlı olduğu için kendisi buraya ön araştır-ma yapmak üzere bir polis göndermişti. Polisler bir süre etrafa ve yayınlara baktıktan sonra, telsizden şöyle bilgi geçti: “zararsız bir yer, sosyal demokrat gibi bir şey”… O zamanlar liberalizm diye bir fikriyatın esamesi yoktu tabiî Türkiye’de. Zaten ülkede şiddete meyleden devrimci sol var, onun dışında daha barışçıl olan, daha Batılı, çağdaş, modern olan ise olsa olsa sosyal de-mokrattır diye yaygın bir kanaat vardı. Gelen kişi başkomiserdi belki onun gözünde de öyleydi. Bizim için artı puan sosyal demokrat gibi bir şey olmaktı. Ben de o zamanki naifliğim ve toyluğumla “hayır hayır, sosyal demokrat de-ğiliz” diye cevap vermiştim…

Şöyle hâkim bir kültür var; bir şey sol liberalse, hatta sadece sol ise iti-barlıdır. Ne yazık ki sağın da solun karşısında bir mahcubiyeti var. Bu mah-cubiyeti aşmak gerekiyor. Aslında sağ da kültürel hayatımızda baskın olarak sosyalizmin, devletçiliğin etkisi altında kalmış durumda. İnsanlık medeni-yetini geliştiren en temel taşlardan olan sivil hayat, piyasa ekonomisi, özel mülkiyetin değeri, gönüllü mübadeleye dayanan piyasa ilişkilerine değer vermezsek ve sürekli bir kapitalizme atma merakıyla, telaşıyla “kültürel bir hegemonya” yaratmaya çalışırsak sosyalist kültürün sol kapısından değil de

Page 185: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine | 183

sağ kapısından girmiş oluruz. Yani etrafında dolanmış oluruz; sol ve sağ ta-nımları liberal gelenek açısından çok anlamlı değil. Kabaca daha seküler çev-relerden gelen kimselere sol liberal deniyor bizde. Ama bunun tabiî ki şöyle bir fikrî karşılığı var; başından beri fark ettiyseniz ben klasik liberalizm diyo-rum- Amerika’ya baktığımız zaman maalesef klasik liberalizm korunamamış. Orada genel olarak siyahların haklarını, eşcinsellerin haklarını savunan ama bireysel özgürlüğü felsefî olarak savunmayan, ailenin ve geleneksel değerle-rin otomatikman özgürlükleri sınırlayıcı olduğuna vurgu yapan ve iktisadî hayata da devletin müdahalesi olması gerektiğini savunan çevrelere liberal deniyor. Bu bakımdan klasik liberallerin Amerikan liberallerle örtüşebilece-ği bazı alanlar bulunsa da Amerikan muhafazakârlarına, cumhuriyetçilerine yakın olacağı yerler de var. Bununla beraber Amerikan muhafazakârlarına eleştirel baktığı temel meseleler de var, dış politika gibi.

Temel klasik liberal kurumlara Türkiye’de muhafazakârlar da önem ver-mektedir. Türkiye’de otoriter devleti eleştiren muhafazakârlar değişime, li-beral özgürlüklere daha açık diyebiliriz. Bununla birlikte çok kuvvetli bir devletçi-muhafazakâr gelenek de var. Kendi sivil hayatına, ticarî hayatına fazla müdahale edilmemesini tercih eden ve devlet eliyle bütün topluma kendi değerlerinin dayatılmasına karşı duracak bir çoğunluk var. Yeniden ve tekrar tekrar bunun liberal demokratik bir sistem için, barış içinde birarada yaşam için ne kadar değerli olduğunu anlatmak gerekiyor. Devletin tanım-layıcı değil, sınırlı ve temel hakları teminat altına alan fonksiyonunu hatır-lattığımızda özgürlükçü zihniyet etkili olacaktır. Sol geleneğin içinde devle-tin merkeziyetçi ve tanımlayıcı ve aynı zamanda solla hemhal olmuş şiddeti meşrulaştıran geleneği sorgulayan kimseler de var. Onlar da liberal demok-ratik sistemi destekleyici aktörler olarak karşımıza çıkıyor.

Geçmişe gitmişken, biraz daha geriye gidip Osmanlı İmparatorluğu ve libe-ralizm konularına değinsek? Bu konuda neler söylersiniz?

Osmanlı İmparatorluğu son döneminde sahip olduğu geniş sınırları ve çeşitli çoğulcu nüfus yapısını göz önüne alarak sistemini anayasal olarak dö-nüştürmeye başlamıştı. Tanzimat reformlarını, Meşrutiyet ilanını düşünecek olursak karşımıza böyle bir tablo çıkıyor. Hem vatandaşları olan gayrimüs-limlerin temel haklarını garanti altına almak, mülkiyet haklarını garanti altı-na almak gibi reformlar görüyoruz; hem de sivil hayatta çok farklı alanlarda kadınların, Kürtlerin siyasî haklarını savunan derneklerin ortaya çıkışını göz önüne aldığımızda Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde anayasa hareketleriyle birlikte çoğulcu bir sivil toplumun olduğunu ve Osmanlı’nın dönüşümünü görmeye başlıyoruz. Sivil hak mücadeleleriyle devrimsel olma-

Page 186: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

184 | Özlem Çağlar Yılmaz

yan barışçıl değişim insanî olarak daha az maliyetli olabilirdi. Cumhuriyet bu değişimleri yok sayarak, hatta bu değişime meydan okuyarak, çeşitli dinî, etnik farklılıkları varlığı için tehdit gören, o çoğulculuğu bastıran ve bunun-la beraber ifade özgürlüklerini ve dernekleşme hürriyetini de sınırlandıran tekleştirme yoluyla modernleşmeyi tercih etmiş. Ayrıca, Osmanlı’nın son dö-nemindeki fikir hayatımızdaki arayışları teşebbüs özgürlüğünü, adem-i mer-keziyetçiliği vurgulayan Prens Sabahattin, piyasa ekonomisini vurgulayan Maliye Bakanı Cavit Bey, Sakızlı Ohannes Paşa gibi pek çok fikir insanlarının yaptığı çalışmaların da üstü örtülmüş oldu. Tabiî Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında çok partili hayata geçmeden önce bireysel gayreti olan çok sayıda siyasî isim var. Bunlar da maalesef siyasî rekabete imkân vermeyen sistem içerisinde tasfiye edilmiş isimler olarak tarihimizde duruyorlar. Onla-rın fikir ve siyaset alanındaki çalışmalarını ve gayretlerini ortaya çıkarmak itibarlarını teslim etmek adına önem arz ediyor. Tarihî geçmişimizde boşluk-lar bırakmadan bağlantı kurmak bizim gibi kimselerin bir nevi görevi. Görev aslında geçmişe ait bir görev de değil zira bu çalışmalar bugün için anlamlı olacak adımlar. Çoğulcu, demokratik arayışların yeni bir şey olmadığını anla-mak için geçmişle böyle bir bağlantı kurmak, nerede hatalar yapılmıştı, nere-de zayıf kalınmıştı, sorunlar neredeydi? Tam da bunları anlamak ve geleceğe taşımak açısından önemli.

Cumhuriyete geçiş liberal demokrasi açısından ne ifade ediyor?

Osmanlı’nın son dönemindeki gelişmeler ve canlanan fikrî, sivil ve ticarî hayatı bir tarafta, diğer tarafta çoğulcu meclisinde tartışmalar devam ediyor, merkezi sistemin anayasal yönde sağlam bir zemine oturması talep ediliyor-du. Bu tartışmalara rağmen, savaş sonrası ilan edilen cumhuriyet çoğulcu anayasal bir yönetim yönünde bir değişim için kırılma oldu. İfade, din ve vicdan özgürlüğünü teminat altına alan liberal demokratik bir sistemin tesisi yerine Cumhuriyet, çoğulculuğu yok sayan bir kurucu rasyonalist modern-leşme yolunu tercih etti. Bu sistem en temelde üç ayaktan oluşuyordu; laik-lik, milliyetçilik ve devletçilik. Laiklik eliyle hem farklı gayri İslami özellikler elimine edildi, İslam’ın tek yorumu, tek pratiği üzerinden gidilerek azınlıklar dışında çoğunluklar da kontrol altına alınmaya çalışıldı. Milliyetçilik eliyle tek bir Türklük tanımı inşa edilmeye çalışıldı ve diğer unsurlar gayri millî po-zisyona düşürülmüş oldu. Bunlara dayanan devletçilik eliyle de tüm iktisadî hayat kontrol altına alındı. Resmiîideolojinin sözcüsü olacak ve devlet eliyle ayrıcalıklara sahip olan iktisadî aktörler oluştu. Komünist bloğun bir parçası olmadık ama tek partiyle yönetilen bütün sivil ve iktisadi hayatımızı kontrol eden bir siyasi sistemimiz oldu. Ve 1955’e kadar bütün derneklerin, bütün

Page 187: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine | 185

oluşumların tek bir partiye bağlı olduğu bir siyasî, sosyal iktisadî hayatımız vardı. Bunları sıraladığımızda Cumhuriyet’e geçiş demokrasiye geçiş değildi.

Bugün ilkokullarda Cumhuriyet kutlanırken gündelik hayatımızda temel değerler olarak kabul ettiğimiz çoğulcu demokratik ilkeler Cumhuriyetimiz-de ne kadar yerleşik dikkate alınmıyor. Bunun dönüşmesi gerekiyor. Bugün yaygın olarak kabul edilen değerler var, ki kendisini Cumhuriyetçi, Atatürk-çü olarak tanımlayan kesimlere “demokratik değerleri benimsiyor musunuz” diye sorduğumuzda “hayır” diyebilecek bir çoğunluk çıkmaz. Onlar için de hukuk devleti, demokrasi, bireysel özgürlükler temel değerler. Her meselede tek tek sorularak daha tutarlı olması sorgulanabilir ama “bunlara karşıyım” diyebilecek popüler bir hava yok artık. Ancak bizim çocuklarımıza çoğulcu özgürlükçü değerlerin önemini kavramasını sağlayacak eğitim sistemine ih-tiyacımız var.

Türkiye’nin bugün en temel sorunları nelerdir?

Pek çok meseleden bahsettik. Esasen sorunlarımız çok kompleks. En kü-çük azınlık olan bireyin, vatandaşın hayatını sıkıntıya sokan sorumsuz bü-rokratik devlet yapısı sorunlarımızın temelinde. Ancak bugün geldiğimiz bir yer var, askerî-bürokratik vesayeti dönüştürme iddiasında bir siyasî hükümet oldu ve sorumsuz bürokratik iktidar değişiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin mil-liyetçi, devletçi ve laisist kaygılarla tanımlayıcı iddiasının olduğunu göz önü-ne aldığımızda yığınla sorunlarımız vardı. Bu sorunlarla yüzleşmeye çalışan Akparti hükümeti tarihî girişimler yaptı. Bu birikmiş sorunlarımızın başında Kürt meselesi hem insanî ve özgürlükler bakımından hem de bürokratik yö-netimin demokratik dönüşümünde çok kilit bir noktada yer alıyor. Kürtler’in Türkiye toplumunda en büyük azınlığı teşkil etmesi Cumhuriyet projesinde en kapsamlı biçimde ele alınmalarına sebep oldu. Son otuz yılda, özgürlük meselesi olarak değil de bir güvenlik meselesi olarak görülmesiyle, sorum-lusu kimi zaman belirsiz çatışmalar ile can yakıcı bir hal almıştı. PKK’nın şiddet kullanan bölgesel bir örgüt olması meseleyi çok boyutlu bir hale ge-tirdi. Uluslararası boyutu hatta meseleyi daha da derinleştirmektedir. Buna rağmen, içeride demokratik dönüşümü yaşayabilmemiz açısından çözüm sü-reci çok önemli bir rol oynuyor. Türkiye toplumunun birbiriyle hemhal ola-rak, kendisinden farklı olanı kabul ettiği, barış içinde bir arada yaşama kül-türünün kuvvetlendirilmesi önemli. Bundan sonra iktidara gelecek partilerin bununla mutlaka yüzleşmesi, bu konuda diyecek yapacak bir şeylerinin ol-ması gerekiyor. Yaşadığımız barış süreci sonrası hükümetlerden demokratik reformların daha fazla talep edileceği bir dönem olacaktır. Dolayısıyla hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Vatandaş artık seçilmiş hükümetinden bürokratik

Page 188: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

186 | Özlem Çağlar Yılmaz

iktidara hâkim olmasını, yani kontrol etmesini, bürokrasinin yapıp ettiklerin-den daha çok sorumlu olmasını bekleyecektir. Bu sebeple hangi parti iktida-ra gelirse gelsin demokratik dönüşümü yapmak mecburiyetinde olacak diye düşünüyorum. İyimser bir düşünce olabilir ama böyle bir bekleyiş ve arayış var…

Geldiğimiz noktada çözüm sürecini nasıl görüyorsunuz?

Geldiğimiz noktada geçirdiğimiz üç aylık bir tuhaf dönem var. 7 Haziran seçimlerinden sonra demokratik iktidardaki boşluğu gören ve kendisinin aslî varlık sebebi olan şiddeti kullanmaya son vermek istemeyen PKK’yla yeni-den karşılaşmış durumdayız. Zira demokratik bir iktidar bu konuda bir irade ortaya koymuş ve halihazırdaki sorunları askeri operasyonlarla değil temel hak ve hürriyetleri genişleterek müzakere yoluyla çözme iradesini göster-mişti. Buna ilâveten her türlü siyasî hak taleplerinin taşınabileceği demok-ratik yolların açık olduğu bir döneme girilmişti. Bütün bunlar hiç yokmuş gibi vahşice şiddete girişilmesi, sivil vatandaşların hayatının zora sokulması kabul edilemez. Burada yeterince güçlü olarak mahkûm edilmeyen bir şiddet kullanımı söz konusu. Vatandaşlar devlete, meşru iktidara şiddet kullanma te-keli verirler ancak bunu da demokratik yollarla denetlemek ve sınırlamak is-terler. Kendi kendine özerk yönetim ilan eden ve şiddetine romantik devrimci halk savaşı adıyla meşruiyet kazandırma gayretinde bir örgüt var. Bu kabul edilemez. Bu süreçte “Neo-liberal, kapitalist iktidarın tekelini kırmak aynı zamanda şiddet tekelini de kırmayı gerektirir” şeklinde şiddeti meşrulaştır-maya çalışan İstanbul’un büyük bir üniversitesinde akademisyenlik yapan bi-rinin makalesiyle dahi karşılaşıyoruz. Bu tür destekleri gören bir terör örgütü çok daha fütursuz olabiliyor. Son minvalde bütün siyasî partilerin, çevrelerin şiddeti kesinlikle mahkûm etmesi gereken bir noktadayız. Bundan gayrı daha önce söylediğim gibi çözüm süreci siyasî iktidar tarafından ilk fırsatta eninde sonunda yeniden ele alınacaktır.

LDT, çözüm sürecine nasıl katkıda bulundu?

Başta da belirttiğim gibi kurulduğumuz andan itibaren kendimize koru-naklı bir alan oluşturmak üzere çalışmalarımıza yön verdik. 90’ların sonla-rında hem ifade özgürlüğünün sınırlı olduğu hem de terörün, şiddetin çok can yakıcı olduğu bir süreçten geçiyorduk. Kendine alan açmak isteyen bir kuruluş olarak temel insan haklarını savunduk. 2000’li yılların başına ka-dar doğrudan girdiğimiz bir konu değildi Kürt sorunu ancak 2005’den son-ra Diyarbakır’da, Ankara’da meselenin tüm taraflarını bir araya getirdiğimiz önemli müzakere toplantıları yaptık. Bu anlamda yapılan ilk toplantılar ol-duğunu düşünüyorum. Basına kapalı, çok farklı çevrelerin bir araya geldiği

Page 189: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Türkiye ve Liberal Düşünce Topluluğu üzerine | 187

ve bir arada yaşayacağımız çerçeveyi, temel sorunların karşılık geldiği temel sorunları konuştuk. Yerel yönetimler, anayasal yönetim, hukuk devleti, te-mel özgürlükler, ana dil gibi temel konuların konuşulduğu programlar yaptık ve farklı çevreleri temsil bakımından zengin programlardı. Bu arada genel faaliyetlerimize ve eğitim programlarımıza da devam ettik. Özel olarak çö-züm süreci başladığında destek vermek bizim açımızdan çok önemli idi. Zira sadece Ak Parti’nin bir projesi olduğu için, muhataplık vs sebeplerle farklı taraflarca çözüm sürecine destek vermek, bir günah gibi, Ak Parti’ye destek vermek anlamına geliyordu bu sebeple kimi çevreler desteklemekten imtina ediyordu. Bu çevrelere aldırmadan ve herhangi bir kompleks duymadan başlı başına barışcıl yollarla çözüm arayışının çok değerli olduğu, insan hayatının her şeyin üstünde olduğu düşüncesiyle eksikleri, yapılması gerekenleri ifade ederek destek verdik.

LDT’nun geleceğe yönelik planları nelerdir?

Liberal Düşünce Topluluğu olarak genel eğitim, yayın faaliyetlerimize de-vam etmekle beraber temel, yapısal meselelere de katkıda bulunmayı göz ardı etmemeye çalıştık. Bunun için ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü alanında yaptığımız temel çalışmaların yanı sıra bunlar Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde ve özellikle yapısal değişikliklerde hem hukuk-çulara hem alandaki kimselere hem de muhataplarına ve akademiye temel kaynak oldular. Bu alandaki çalışmalara devam etmeyi planlıyoruz ancak Türkiye’nin geldiği noktada yapısal, hukukî reformlara ihtiyacı var. Bunun için de Liberal Düşünce Topluluğu olarak hukuk, yargı alanındaki reformla-ra katkıda bulunmayı planlıyoruz. Bundan başka tabiî ki Türkiye’de yaşayan farklı kesimlerin bir araya gelmesi ve beraber bir arada yaşayacağı, sorunlara çözüm yollarında herkese hitap edecek bir çerçeveyi savunan gençlere yöne-lik faaliyetler planlıyoruz. Siyasî ve hukukî alanda normalleşmeyle beraber iktisadi hayatımızda vergilerin azalması, ekonomik özgürlüklerin gelişmesi, ticarî hayatın kolaylaştırılması, serbestleştirilmesine yönelik reformlara işa-ret edecek birtakım projeler üzerinde çalışıyoruz . İktisadî ve siyasî özgürlük-lerimizin bir arada olduğu ve bir arada gelişebileceği; liberal demokrasinin ve piyasa ekonomisinin, barışın ve refahın temel garantörleri olduğunu işlemek üzere kanaat önderlerini, yeni sivil aktörleri bir araya getirmek gibi düşün-celerimiz var.

Bu kapsamlı sohbet için çok teşekkür ederim. Düşler ve Gerçekler dergi-sine yayın hayatında başarılar dilerim. Dergicilik zor, ama severek sabırla devam edildiğinde fikir hayatımızda anlamlı izler bırakabilir. Dijital çağda dijital yayıncılıkta da ısrarlı olmakta fayda var.

Page 190: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 191: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

liberal düşünce Dergisi’ne Yazı Gönderme Şartları

Liberal Düşünce Dergisi’ne yazı göndermek isteyen müelliflerin aşağıdaki şekil şartlarına uymaları gerekmektedir. Şekil şartlarını karşılamayan makaleler– hakem kurulunun değerlendirmesine sunulmadan– şartları karşılar hâle getirilmek üzere yazarlarına iade edilecektir.

Liberal Düşünce Dergisi’nde Akademik Usule Göre Yayınlanacak Makalel-erde Aranan Şeklî Şartlar

— Yazılar [email protected] adresine e-posta eki (Word) olarak gön-derilmelidir.

— Metin A4 boyutunda, “Times New Roman” yazı tipinde, 12 punto ve “tek” satır aralıklı, olarak düzenlenmelidir.

— Dipnot sistemi olarak Liberal Düşünce standart bir sistem benimse-memekle beraber, makalede verilen dipnotların kendi içinde tutarlı olmasına dikkat etmektedir. Buna göre dipnot;

i) Anglo Sakson Sistemi Esas Alınarak Kullanılmışsa

—Yazarın soyadı, dipnota esas olan eserin yayınlandığı yıl: sayfa numarası.

Örnek: Hayek, 1999: 25

Aynı konu hakkında birden fazla kaynak gösterilecekse, kaynaklar arasına “noktalı virgül (;)” konulmalıdır

Örnek: Larsson, 2003: 128; Norberg, 2003: 53.

Bu tür dipnotlar ilgili cümlenin sonunda (ve parantez içinde) gösterilebileceği gibi ilgili sayfa altında da gösterilebilecektir. Bu sistem kullanılarak yazılan makalelerin sonuna mutlaka “Kaynaklar” başlığını taşıyan bir kaynakça konulacaktır. “Kaynaklar” bölümünde kullanılacak sis-tem, aşağıdaki “ii” maddesinde belirtildiği gibi olacaktır.

ii) Kıta Avrupası Sistemi Esas Alınarak Kullanılmışsa

— Yazarın adı soyadı, Kitap adı, Yayınevi, Şehir, Yıl, Sayfa numarası.

Örnek: Atilla Yayla, Liberalizm, Liberte Yayınevi, Ankara, 2002, s.120.

— Yazarın adı soyadı, Kitap adı, Mütercimin adı soyadı, Yayınevi, Şehir, Yıl, sayfa numarası.

Page 192: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta

Örnek: Friedrich A. Hayek, Kölelik Yolu, Çev. Turhan Feyzioğlu ve Yıldıray Arsan, Liberte Yayınevi, Ankara, 1999, s. 55.

— Yazarın adı soyadı, “Makale adı”, Dergi adı, Yayın dönemi, Yıl, sayfa numarası.

Örnek: Mustafa Erdoğan, “Savaşa ve Barışa Dair”, Liberal Düşünce, Sayı: 29, Kış 2003, s. 7-13.

— Yazarın adı soyadı, “Makale adı”, (Der. veya Ed.) Yazar(lar)ın adı, Kitap adı, Yayınevi, Şehir, Yıl, sayfa numarası.”

Örnek: Atilla Yayla, “Liberalizm ve Demokrasi”, Der. Atilla Yayla, Sosyal ve Siyasal Teori, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1993, s. 59-66

Arka arkaya aynı kaynak dipnotta belirtilecekse “ibid, idem, a.g.e., a.g.m.” kısaltmaları –ve eğer gerekliyse sayfa numaraları– kullanılmalıdır. Son-raki sayfalarda ve başka kaynaklardan sonra aynı dipnotun kullanılması gerektiğinde yazarın adı soyadı ve çalışmasının tarihi verilip “ibid, idem, a.g.e., a.g.m.” kısaltmaları kullanılmalıdır.

Dipnotu Kıta Avrupası Sistemine göre hazırlanmış makalelerde metnin sonuna ayrıca kaynakça eklenmesine gerek yoktur.

Yazarların, metinlerinin tashihine azami ölçüde dikkat etmeleri beklen-mektedir.

Page 193: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 194: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta
Page 195: Göç ve Hürriyet · 2018. 1. 5. · dersine katılacağımız ve kime ders vereceğimiz konusunda seçiciyizdir. Göç kontrolleri, bu temel eğilimi zorlaştırmakta ve hatta imkânsızlaştırmakta