geÇen kitap aydınlık ulaŞtik - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri...

16
GEÇEN HAFTA OKURA ULAŞTIK 71.114 Aydınlık 2 Ağustos 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 75 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP KITAP . Okumasak delirecektik SAİT FAİK

Upload: others

Post on 29-Feb-2020

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

GEÇEN HAFTA

OKURAULAŞTIK

71.114

Aydınlık2 Ağustos2013 Cuma

Yıl: 2 Sayı: 75

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITA PKITA P.

Okumasakdelirecektik

SAİT FAİK

Page 2: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını
Page 3: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

2 A�USTOS 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu

[email protected] Müdürü

Kamile Karakadı[email protected]

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın

San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı

Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel

Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi

Metin AktaşYazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]

Yayın Yönetmeni Haldun Çubukç[email protected]

Reklam ServisiAydınlık

KITA P.

XII.

“Sinirlenince çok güzel oluyorsun Türkiye!”Direnirken, dikiş dikerken, yemek pişirirken çok güzel oluyorsun; kirvem, eniştem, dünürüm, damadım, gelinim, sevgilim Türkiye yetmiş beş yaşında;konuşurken, sevişirken, öpüşürken, gebe kalırken, çocuk doğururken çok güzel oluyorsun Türkiye; beni eğlendiriyorsun Türkiye; şaşırt beni Türkiye;gaz bulutlarının arasında, sokak aralarında, su oklarının altında çok çapkın oluyorsun Türkiye; beni şaşırtıyorsun Türkiye; gel meyhaneye gidelim, aznif oynayalım, orman yangını söndürelim Türkiye.

Türkiye olduğun zaman çok güzel oluyorsun Türkiye;hiç kimse olduğun, herkes olduğun zaman çoktan da güzel oluyorsun;hiçbir yerde ve her yerde; karada, denizde ve havada çok güzelsin Türkiye!

Atlayıp aynanın arkasına geçiyorum, aynanın arkasında sen varsın Türkiye!Demircinin örsünden fışkıran kıvılcım var ya işte o sensin Türkiye!Kor demir suya girer, cısss, işte o sensin Türkiye!

Çakmak taşının ağzındaki kar, sensin Türkiye!Serçe kartal, kartal serçe, Türkiye!

Divanedir! Divane Meclisi, pervane Türkiye, harman yeri, su arkı!

Mutludur güzel bir şiirin tuğlası sözcükler,mutludur uçurtmaları kanatlandıran rüzgâr; rüzgârın ağzıTürkiye,uykunda dans ederken görüyorsun kendini, uyanıkken,bir Cumhuriyet balosunda, Taksim Meydanı’nda, KuğuluPark’ta,savruluyor ipek eteklerin geyik bacakların döndükçe.

Dolgun kalçaların ne güzel! Ne güzel dolgun kalçaların!

Delirince büyülüyorsun, kendini aşıyorsun, aşılanıyorsun Türkiye!

Ben işte böyle dedim.�

� Kara Delikte Bir Yolculuk adlı kitaptan.

Şimdi rüzgar soluklanıyor.

Öyle görünüyor ki çok daha büyük ve olasılıkla belirle-

yici dalga sonbahar, kış aylarında tarihimizi bahar çi-

çeklerine kesecek.

Çelişmeler derinleşiyor.

Okuduğunuz bu yazı beş, altı gün önce

yazılmış olmanın bayatlığını taşıyor.

Silivri’ye gidecek kitleler...

Demokratik devrim aynı zamanda bir milli

mücadeleyle birleşiyor.

Silivri zındanında tutsak alınmış devrimciler...

Nemrut Mustafaların, 12 Mart, 12 Eylül zorbalarının

zındanlarında yatmış, Taif, Malta Sürgünlüklerinden

dönüp gelmiş vakarı bir zarafet haline getirmiş

devrimciler.

Onlara oynanan oyunun kaynağında

ABD emperyalizminin yobazlıkla olan

büyük karanlık ittifakı var.

Mahkumiyet kararı çıkabilir mi?

O karar 1876’da çıktı: Mahkumlar…

Ama kazanmaya!

Düşman Feriştah olsa ne yazar?

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “DİSK’in Sesi”

şiirinin dizelerindeki gibi, coşkunun bilince

ve mücadele azmine sarmaş dolaş olduğu

gibidir halimiz:

He heyde hey feriştah olsanHe heyde hey hey korkmaz kimse.He heyde hey birer birersekHe heyde hey hey kalmaz kimse.He heyde hey yaşarsa örgütHe heyde hey hey çökmez kimse.*

Eylül’e kadar 16 sayfa çıkmak zorunda kalıyoruz.

Ama kitap sezonu açıldığında karşınıza çok daha

güçlü, üzerine daha çok konuşulacak ve tartışılacak, bi-

çimi, sayfalarıyla değişmiş, yenilenmiş ve sürpriz ad-

larla güçlenmiş bir Kitap Eki olarak çıkmaya

hazırlanıyoruz.

*

Bundan sonra söz Özdemir İnce’nin

nefis şiirinin olsun.

O söylesin halimizi, kararlılığımızı, duygularımızı.

HALDUN ÇUBUKÇU

Tersine ya da sapkın ayetler

Ülker ve Özdemir �nce

ÖZDEMİR İNCE

Yırtıyor fırtınasessizliği

Page 4: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

2 A�USTOS 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Yazmak cesaret gerektirirMENEKŞE TOPRAK:

Menekşe Toprak’ın, 2007 yılında Yapı Kredi

Yayınları tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı

“Valizdeki Mektup”un ardından, “Temmuz

Çocukları” da 2011 yılında aynı yayınevi ara-

cılığıyla okuyucuyla buluştu.

Bir ayağı Berlin’de bir ayağı İstanbul’da,

göçmen bir ailenin kızı olan yazarın öyküleri,

Kitaplık, Notos Öykü, Özgür Edebiyat gibi der-

gilerde ve Sel Yayınları’nın 2008 antolojileri

“Kadın Öykülerinde İstanbul” ile “Kadın Öy-

külerinde Ankara” adlı kitaplarında yayım-

landı. Biz de güçlü öyküler vaat eden yazarı-

mızla gelecek planları, yaşamı ve kitapları üze-

rine konuştuk.

Kayseri doğumlusunuz. İlköğreniminizeorada başladınız fakat 9 yaşınızdayken Al-manya’da çalışmakta olan ailenizin yanınagittiniz. O yılları nasıl anımsıyorsunuz?�� İlk yıllar kolay değildi elbet. Almanca bil-

mediğim için ilk yıl iki dilli bir Türk sınıfında

öğrenim gördüm. Annem babam tüm gün ça-

lışıyorlardı. Bundan dolayı Türkçeyle bağ-

lantım çok sınırlıydı. Türk medyası yoktu.

Kendimi çok yalnız hissediyor, Türkiye’yi

çok özlüyordum. Bu özlem, okula

gidip geldiğim yol üzerindeki

bir kitapçı dükkânını ve ki-

tapları keşfetmemi sağladı.

Kitaplarla yalnızlık duygu-

sundan böylece bir ölçüde

kurtuldum. Kitaplar bir

boşluğu doldurmuştu ama

çok cazip bir dünyanın ka-

pısını da aralamıştı bana.

Köln’de altı yıl kaldıktansonra Türkiye’ye döndünüz.Neden?

� � 1984-85’ten itibaren Türklerin

ülkelerine dönmelerini özendirmek

için bir teşvik programı uygulanıyordu. Ailem,

Ankara’da üniversiteye giden abimin ve tey-

zelerimin yanına dönersem daha iyi eğitim ala-

bileceğimi düşündü. Ankara’ya geldiğimde

Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi yazarları ve

bazı yabancı klasikleri okumuştum. Bu oku-

ma birikimim sayesinde dil yönünden hemen

hiç zorluk çekmedim Ankara’da.

Yazmak, yazar olmak düşüncesi nasıl doğdu?

�� Okuma birikimlerimin doğal sonucu olsa ge-

rek. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fa-

kültesi İşletme Bölümü’nü kazandım fakat pek

istediğim bir bölüm değildi bu. Sanırım bun-

dan dolayı epey mutsuz bir yükseköğrenim dö-

nemi geçirdim. Mezuniyetten sonra bir ban-

kanın uzman yetiştiren bankacılık yüksek-

okulunu kazandım. Almancayı, İngilizceyi iyi

bilmemden dolayı

aynı bankanın Berlin

şubesine atandım.

Üniversite yıllarımda

yabancı edebiyata yö-

nelmişken Berlin’de yine

Türk edebiyatından yapıt-

lar okumaya yöneldim. Üni-

versiteyi bitirdiğim yıllarda baş-

layan yazma isteği Berlin’de ciddi cid-

di eyleme döküldü.

Berlin’de üç yıla yakın görev yapmışsınız. Birsüre de Varşova’da bir kitap kulübünde ça-lışmışsınız. Bu çalışmanızın öykücülüğünüzekatkısı oldu mu?

�� Yaptığım işlerden değil de Ankara’dan, bil-

diğim çevreden uzaklaşmak her şeyden önce

bana kendime dönmeyi öğretti. Bu, zihinsel ve

duygusal olarak özgürleşmemi de beraberin-

de getirdi. Bana göre yazmak ve yazılanları ya-

yımlatmak cesur olmayı gerektiriyor. Şimdi-

lerde yeniden Sevgi Soysal’ı, Leyla Erbil’i

okuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-

şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın

“Yürümek” gibi bir romanını bugün kaçımız

(onun dil becerisini bir kenara koyarak söy-

lüyorum elbette) cesaret edip yazabilir acaba?

ALMANLAR VE KURALLARI

2002 yılından bu yana radyo gazeteciliği yapı-yorsunuz. Bu çalışmalarınızın öykücülüğünüzekatkısı oldu mu?

�� Radyoculuk, dil, anlatı ve ses aracılığıyla gör-

seli yaratmaya dayalı bir medyum. Bu yönüyle

edebiyata yakın bir yerde durur. Radyoculuğu

ben Almanların katı kuralları eşliğinde öğrendim.

Saniyelerin bile önemli olduğu, az ve öz söz söy-

lemenizi şart koşan kurallardır bunlar. Sanırım

radyoculukla karmaşık çalışan aklımı biraz hizaya

getirdim. Bir de bu iş insanlarla konuşmaya, on-

ların hikâyelerini dinlemeye yöneltti beni. Ör-

neğin bir radyo programı için Berlin’de İkinci

Dünya Savaşı’ndan kalma bir sığınağa inmiştim

ve buradan “Valizdeki Mektup” adlı öyküm doğ-

du. Yine ilk kitabımdaki “Ah Şarap İçerken Bir

de Gazete Okusam” adlı öykümde elli yaşından

sonra okuma yazma öğrenmiş ve özgürlüğünü

keşfedebilmiş bir kadını anlatıyorum. Buna

benzer bir kadını ben bir radyo röportajı aracı-

lığıyla tanıdım.

2007’de yayımlanan “Valizdeki Mektup” adlı ilkkitabınızdaki öykülerde özyaşamöyküsel yan-sımalar var mı?

�� Kısmen. Ama özyaşamöyküsel öğeler hem

BEYAZIT KAHRAMAN

BenGezi direni�is�ras�nda her

�eyden önce nedenbu ülkeyi sevdi�imi ve

buradanvazgeçemedi�imi

anlad�m

Page 5: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

2 A�USTOS 2013 CUMA 5Aydınlık KİTAP

çok genel çizgilerle hem de satır araların-

da saklıdır. Öyküde kurguya önem verdiğim

için kişiselmiş gibi görünen pek çok şey kur-

guyla deformasyona uğramış ya da başka bir

öyküye dönüşmüştür. Elbette beni meşgul

eden, meselesi olan öyküler yazabiliyo-

rum. Dünyayla, kendisiyle barışık ve mut-

lu biri niye yazsın ki?

İkinci öykü kitabınız “Hangi Dildedir Aşk”2009’da yayımlandı. Öykücülüğünüzde veanlatımınızda değişiklik oldu mu?

�� Şimdi geriye dönüp baktığımda bu kita-

bın özellikle ilk iki öyküsünün romana

geçişi işaret ettiğini görüyorum. Uzun ve

kahramanlarının birbirlerine dokunduğu öy-

küler bunlar. Öykü kişilerinin iç dünyaları-

na daha fazla nüfuz ediyor ve ruh hallerin-

den yola çıkarak bir atmosfere ulaşmaya ça-

lışıyorum bu kitapta. Bunlar aynı zaman-

da İstanbul ve Berlin öyküleri. İlk kitabım-

da ise öykü kişilerim Berlin, Viyana, Ankara,

Kayseri, İstanbul gibi kentlerde ve ıssız

Anadolu köylerinde dolaşıyorlardı. Sanırım

Sel Yayıncılık’ın Kadın öykülerinde kentler,

Doğu ve Avrupa konulu altı seçkisinin dör-

dünde benim yeni öykülerime de yer vermesi

bu ilk kitabımdan kaynaklanıyor.

ANKARA DAKAHRAMANLARDAN B�R�

2011’de yayımlanan “Temmuz Çocukları” ileöyküden romana geçtiniz. “Cep telefonları-nın ve internetin yeni yeni yaygınlaşmaya baş-ladığı bir zamanda…” diye başladığınıza göre90’lı yıllarda geçiyor anlattıklarınız. Vurgu-lamak istedikleriniz nelerdi?

�� “Temmuz Çocukları” göç dolayısıyla

anne babasından uzakta, akrabalar yanın-

da yetişmiş Aysu’nun ve ailesinin hikâyesi.

Göçün birey üzerindeki travma ve travmayla

baş etmenin hikâyesi biraz da. Doksanlı yıl-

ların son çeyreğinde, yirmi dört saatlik bir

zaman diliminde geçer “Temmuz Çocuk-

ları”. Bu, yeni bir dönemin yani bilişim ça-

ğına girişimizin başlangıcı da aynı zaman-

da. Aslında roman göçmen bir ailenin hi-

kâyesi gibi görünse de değişen yaşam ko-

şulları karşısında kadınların tutunma ve mut-

luluğu arama çabası üzerine. 90’lı yıllarda

hızla değişen Ankara da romanın önemli

kahramanlarından biri.

Yapıtlarınıza yabancılardan ilgi var mı?

�� Öykülerim Almanca, İngilizce ve Fran-

sızcaya çevrildi. “Temmuz Çocukları” ro-

manını İtalya, İsveç, Norveç gibi ülkelerin ya-

yınevleri değerlendiriyor şu sıralar.

Geçen yıl “Valizdeki Mektup” adlı öykümü

ilk kez Alman okurlar karşısında okudum ve

çok ilginç tepkilerle karşılaştım. “Valizdeki

Mektup” İkinci Dünya Savaşı’nın sonların-

da Rus askerlerinden kaçmak için aylarca bir

çatı arasında saklanmış olan bir Alman ka-

dınla genç bir Türk kadının hikâyesini bu-

luşturuyor. Ben öyküyü okuyup bitirdikten

sonra yaşlı bir Alman kadın “Ama siz bizi an-

latmışsınız. Türkiye’de okurlar bunu anla-

yabildi mi?” gibi bir soru yöneltmişti. Tabii

böyle bir soru, kadının Türkiye’ye sığ bakı-

şından ve buradaki okuru küçümseyişinden

başka bir şey değildi benim gözümde.

YETER�NCE TANINIYOR MUYUZ?

Yeni çalışmalarınız var mı?

�� Yeni bir roman bitirdim. Demleniyor. Bi-

raz uzaklaştıktan sonra eleştirel bir gözle bir

kez daha okuyacağım metni. Uluslararası bir

şirkette çalışmış olup İstanbul’a gelen ve bu-

rada unutmaya çalıştığı geçmişini aramaya ko-

yulan ancak kentsel dönüşüm nedeniyle bu geç-

mişe ulaşamayan bir kadının hikâyesi.

Avrupa’da Türk edebiyatına ilgi var mı? Ba-tılılar Türk edebiyatını ne kadar tanıyorlar?

�� 2006’da Nobel Edebiyat Ödülü’nün bir Türk

yazara verilmesi, Avrupalıların Türk edebi-

yatına ilgisini arttırdı elbette. Bugün Türki-

ye’deki edebiyat ajanları, yazarların kendi

özel çabaları ve Kültür Bakanlığı’nın çeviri des-

tek fonu Teda aracılığıyla, özellikle popüler ro-

manlar, polisiyeler çevriliyor. Ama bunlar -çok

iyi bildiğim Almanya’dan yola çıkarak söylü-

yorum- hangi köklü yayınevleri tarafından ba-

sılıyor, edebiyat eleştirisi tarafından ne kadar

ciddiye alınıyor? Önemli olan bu. Bana göre

Füruzan’ın öyküleri, Leylâ Erbil, Sevgi Soysal

gibi yazarlar Batı dillerine henüz doğru dürüst

çevrilmemiş, birtakım projeler kapsamında çev-

rilmiş olan Ahmet Hamdi Tanpınar ya da Yu-

suf Atılgan gibi yazarlar da edebiyat eleştir-

menleri tarafından doğru dürüst okunmamış

ve değerlendirilmemişse, Türk edebiyatı Ba-

tı’da gereğince tanınmıyor demektir. Sadece

bu yıl Sait Faik’in seçme öyküleri köklü bir Al-

man yayınevince çevrildi ve Sait Faik ilk kez

Kafka, Edgar Allan Poe gibi dünya edebiyat-

çılarıyla karşılaştırıldı.

Haziran 2013’te Gezi Parkı Direnişini siz deyaşadınız ve gözlemlediniz. Nasıl değerlen-diriyorsunuz bu toplumsal olayları?

�� Ben Ankara’da sol, muhalif bir kültürün

içinde yetiştim. Ama çok sessiz ve içe kapa-

nık bir muhaliflikti bu. Siyasi örgütlere me-

safeli bakardım. Belki 1 Mayıs ya da 2 Tem-

muz gösterilerine katılmışımdır ama hep

sessizce yürür, ağzıma tek bir slogan bile

alamazdım. Bu belki de benim kuşağımın

temel özelliğiydi. Fakat Gezi Parkı direnişi

bu sessizliği, utangaçlığı bütünüyle yıkıyor-

du. Sokaklara dökülmüş, akın akın Tak-

sim’e giden gençleri ilk gördüğümde öyle

şaşırdım ki. O bizim tüketime, eğlenceye

kaptırdığımızı zannettiğimiz gençlik sonun-

da patlamış, benim kuşağımın cılız muhalif

sesini alabildiğine bastıran bir güçle haykıra-

rak Gezi’ye inmişti. Ben Gezi direnişi sıra-

sında her şeyden önce neden bu ülkeyi sev-

diğimi ve buradan vazgeçemediğimi anla-

dım. Üstelik direnişin tam ortasındaydım

çünkü yıllardır ağırlıklı olarak edebiyat ve

kültür programlarından sorumlu olduğum

Almanya’daki Türkçe radyo kanalı için bir

günden ötekine bir savaş muhabiri gibi ça-

lışmaya başlamıştım. Gaz yiyor, polisin sınır

tanımayan müdahalesine tanık oluyordum.

Öte yandan Gezi, bize aslında çok önemli

başka bir şeyi daha öğretti: Biz bu ülkenin

nasıl yönetildiğini ve nereye doğru gittiğini,

ana akım medyanın bize her gün nasıl da

kralın çıplak olmadığına inandırmış olduğu-

nu öğrendik. Yani medyayı ve ülke yöneti-

mini en çıplak haliyle gördük. Ben Gezi di-

renişiyle birlikte ve sonrasında artan baskı-

lara rağmen artık hiçbir şeyin eskisi gibi ol-

mayacağına inananlardanım. Edebiyatta

bile yeni bir dil, yeni bir insan tipi yazma

arayışına gireceğimize eminim.

Beyaz�t Kahraman, Menek�e Toprak ileBeyaz�t Kahraman, Menek�e Toprak ile

Page 6: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

2 A�USTOS 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Edebiyat tarihimizde sayıları az olmakla be-

raber, bilim kurgu türünde, türle yakın ilişkide,

türe öykünerek veya türü takip eden eserler

de mevcuttur. Günümüzde de sayıları ve yer-

li üretimi yetersiz miktarda bulunan bu türün

durumu üzerine çok sayıda söz söylenmiş ve

söylenmektedir. Bilimin yeterince üretile-

mediği bir ülkede bilim kurgu edebiyatından

da söz edilemeyeceğini savunan tezlerin ya-

nında, okur merkezli, okurun eğiliminin de

yetersiz kaldığından yakınan tezler, açmazda

bulunulan taklitçilik ve yazılı edebiyatımızın

aslında her alanında bulunan yeni metinler

üretememe-kendine ait tür ve alt tür oluştu-

ramama tezleri de bulunmaktadır. Bilim

kurgu söz konusu olduğunda süreli yayınla-

rıyla köklü bir geleneğimizin olmayışı yine sı-

ralanan nedenler arasındadır. Yazarlar açı-

sından çeviri edebiyatı ile kuşatılmış olmaya

dair suçlamalar bilim kurgu edebiyatımızın

çevresine zaman zaman yerleştirirken, oku-

ra yönelik Türk yazarının bi-

lim kurgu üretmedeki yeti-

sine duyduğu güvensizlik şi-

kâyetleri de yer bulmaktadır.

Eksikliklerden şikâyet etmek

elbette kolaydır. Diğer yan-

dan öteleme ve görmezden

gelmek, sorunlara yenilerini

eklemektedir. Yıllar boyunca

edebiyat araştırmalarında da

göz ardı edilen ve hakkında ya-

zılı kaynaklara kolayca ulaşıla-

mayan bilim kurgu edebiyatı ta-

rihimizin, geçmişinden bugünü-

ne karşılaştırma ve inceleme yap-

mak, aynı zamanda türle ilgili so-

runlarımızı analiz etme ve çözme

yolunda da yardımcı olacaktır.

FENN� EDEB�YATSeda Uyanık’ın İletişim Yayınları’ndan çı-

kan kitabı “Osmanlı Bilim Kurgusu: Fenni

Edebiyat,” hem göz ardı edilen bir konuyu

derli toplu şekilde yüzeye çıkarıyor hem de

sorunların temeline dönüşü sağlayarak, de-

vamı gelebilecek, önü yıllardır tıkanmış ve tı-

kanmakta olan araştırma ve çalışmalara ön-

cülük ediyor –ki yazar da bir devamı “Sonuç”

kısmında müjdelemekte. 19. yüzyılın ikinci ya-

rısı ve erken 20. yüzyılda Osmanlı’da bir bi-

lim kurgudan bahsedip bahsedemeyeceğimizi,

tür ayrımının neresinde bulunduklarını, me-

tinlerin fenni ve siyasi içerikleriyle birlikte, ya-

zıldıkları dönemin koşullarını, metin merkezli

ve karşılaştırmalı olarak ele alıyor. Araştır-

manın merkezinde karşılaştırmalı olarak,

Molla Davudzade Mustafa Nâzım’ın “Rüyada

Terakki ve Medeniyet-i İslamiyye-i Rü’yet”

(1913), Celal Nuri’nin “Tarih-i İstikbâl”

(1913), Yahya Kemal’in “Çamlar Altında Mu-

hasebe” (1913), Rûşeni Barkın’ın “Rûşeni’nin

Rüyası–Müslümanların ‘Megali İdeası’ Gaye-

i Hayâliyesi” (1914), Abdülhak Hâmid’in “Ar-

zîler” (1925) ve Behlül Dânâ’nın “Makineli

Kafa” (1927) eserleri bulunuyor. Bunların yanı

sıra fenni öğelerin yansıdığı başka metinler-

den örnekler de karşımıza çıkıyor.

Yazarın, özellikle tür ayrımına yö-

nelik ortaya koyduğu düşünceler

önem taşıyor. Elbette, bilim kur-

gunun hangi tarihten itibaren ke-

sin olarak ele alınması gerektiği-

ne dair oldukça fazla sayıda tez ve

tartışma mevcuttur. H. G. Wells,

Jules Verne, Mary Shelley, Joh-

annes Kepler’e kadar uzanan

bir proto-bilim kurgu tartışma-

sı süregelmektedir. Hatta Na-

bokov’un Shakespeare’in “Fır-

tına” oyununun bilim kurgu ola-

rak adlandırılabileceğini belirt-

mesine kadar daha yüzlerce gö-

rüş mevcuttur. Diğer yandan

kitapta ele alınan metinler ütopya öğelerini

de içermekte ve ütopyaya benzerlik göster-

mektedir. Fakat distopyaların aksine, ütop-

yaların çok azı bilim kurgu olarak kabul

edilebilir. Yazıldıkları dönemin bilimsel ger-

çekliklerinden, kuşkuculuğa, insani meraktan,

sınır ve kimlik arayışına kadar daha onlarca

faktör bir eserin bilim kurgu eseri olup ol-

madığına dair inceleme gerektirmektedir. Kar-

şılaştırmalı olarak tezleri sunan yazarın, bah-

si geçen metinler için “fenni edebiyat” kav-

ramını kullanması, bu eserlerin içlerinde

fenni öğeleri barındıran fakat farklı ele alın-

ması gereken metinler olduğuna dair izleni-

me yardımcı oluyor ve aynı zamanda ilerideki

araştırmalar için en azından isimlendirme ve

kavram karmaşalarına karşın bir çözüm su-

nuyor. Yazar, H. G. Wells ve özellikle Jules

Verne’in Osmanlı döneminde takip edilme-

sine değinerek, yazarlar üzerinde oluşturdu-

ğu etkilerden de bahsediyor. Ancak, Jules Ver-

ne’in yazarlar üzerindeki etkisinin kuvvetine

dair hala şüphelerim bulunmakta. Yazarın,

mevzu edilen dönem için sunduğu tercüme

edilmiş Verne kitapları listesinde de rahatlıkla

görülebileceği üzere, Jules Verne ister proto-

bilim kurgu, ister bilim kurgunun babası

olarak adlandırılsın, sadece bilim kurgu ya-

zan bir yazar olarak incelenmemelidir. Ma-

cera ve keşif, eserlerinde büyük hacim kap-

lar. İncelenen yerli metinlerin aksine, siyasi

katman kısmen var olmakla birlikte çoğu za-

man belirsizdir. Jules Verne, eserlerinin bi-

limsel olarak okunmaması gerektiğini, bir bi-

lim adamı olmadığını ve yazarken herhangi

bir şekilde karşılaştığı bilimsel makalelerin de

pek çok şeyle beraber aklına geldiğini defa-

larca tekrarlar. Şöyle der; “Balonla Beş Haf-

ta’yı, balonlar hakkında bir hikâye anlatmak

için değil, Afrika hakkında bir öykü anlatmak

için yazdım. Coğrafya ve seyahatle her zaman

ilgiliydim ve Afrika’yı romantik bir şekilde an-

latmak istedim. Balonlar burada devreye

girdi.”

RÜYAYA SAKLANAN ÖNGÖRÜYazar, dönemin koşullarında Batının

teknolojisine duyulan hayranlık, merak ve tek-

nolojide geri kalmışlığın metinlere nasıl yan-

sıdığına dair tezleri de gözler önüne seriyor.

Bu nedenle, yazarlar üzerinde, Jules Verne’in

eserlerindeki belirli teknolojik öğelerin yanı

sıra, yazarın kusursuz şekilde ifade ettiği, Ba-

tının teknolojisine ve bilimine duyulan hay-

ranlığın yanında Balkan harbinin yarattığı et-

kiler sonucu anlamı ve adı konulamamış, iç-

selleştirilmiş bir korkunun varlığından da söz

edilmelidir. Mevzubahis eserlerde, bu duru-

ma siyasi bir bakış söz konusudur. Elbette, Os-

manlı dönemi ele alındığında dinin bu me-

tinlerin oluşmasında nasıl bir etki oluşturduğu

da göz ardı edilmemelidir. Avrupa’nın tek-

nolojisine duyulan, hayranlık ve merak -ki bu

merakı kitapta örnekleri de sergilenen Resimli

Gazete’den örneklerde de duyumsanabileceği

şekilde, kulaktan kulağa yayılan, hayal gücü

ve kuşkunun birleşiminden oluşma efsanelerle

de perçinlenmiştir- diğer yanda ise Batının ya-

şam tarzı ve Osmanlı örfleriyle uyuşmazlığı-

na dair reddedişlerle de karşılaşılmaktadır. Av-

rupa’nın emperyalizmin merkezindeki bir ülke

olarak reddedildiği, Osmanlı’yı gelecekte

modernliğin merkezinde tasvir eden metin-

ler olduğu gibi, Avrupa’yı modernleşme kap-

samında örnek alınabilecek şekilde de de-

ğerlendirilmektedir. Metinlerdeki en belirgin

ortak yön, bilim ve teknolojide geri kalmış-

lığa karşı serzeniş ve geleceğin ancak bu tek-

noloji ve bilimle şekillenebileceğine dair du-

yulan inançtır. Teknolojinin, yalnızlaştırma ve

hiçleştirmeye götürdüğüne yönelik metinler

de bulunmaktadır. Bir başka etken olarak, Os-

manlı’nın son dönemlerinde sürekli daha par-

lak ve güçlü bir geçmişe bakarak, üstüne ko-

yamama alışkanlığının izlerine de metinler-

de karşılaşılmaktadır. Aynı bakış açısı, tarihin

her döneminde, farklı ülkeler tarafından

tekrarlanmaktadır. Göz ardı edilmemelidir ki

geçmişin gölgesine sığınan ufak varlıklar,

gölge yer değiştirdiğinde küçüklükleriyle

yüzleşmek zorunda kalacaklardır. Kitapta da

yer aldığı üzere Şemsettin Sami’nin Namık

Kemal’e karşın şu görüşü dikkate değerdir:

“İbn-i Sina’nın tıbbıyla sıtmayı bile kesmeğe

muktedir olamayacağımız gibi Cahiz’in kim-

yasıyla ve İbn Rüşd’ün hikmetiyle ne demir-

yolu lokomotifiyle vapuru yürütebiliriz ne tel-

graf kullanabiliriz.” Gelişim ve üstüne koymak

bilimin kaçınılmazıdır. Aynı şekilde bilim kur-

gu edebiyatının da kaçınılmazı olduğunu

söylememiz tuhaf değildir.

Kitapta, konu edilen eserlerdeki fenni

öğelerden örneklemeler de yer tutuyor. Bina,

yapı ve nasıl çalıştığı açıklanan icatlar oldukça

ilgi çekici ve dönemin geleceğe nasıl baktığı

hakkında ipuçlarını barındırıyor. Ayrıca

“rüya” kavramının neden kullanıldığı üzeri-

ne de ikincil okumaların değerli olacağı ka-

nısındayım. Teknolojinin yanında sosyal ya-

şantının gelecekte nasıl olacağına dair çıka-

rımlar, dönemin aydınları arasındaki karşıt tez-

lerin yanı sıra, bulunduğu dönem itibarı ile

yeni fikirleri sunmanın gerektirdiği cesaret

hakkında da bilgilendiricidir. Bilimin günü-

müzde de karşılaştığı, artık fiziki olmasa da

iç dünyaya çekilip verebileceği hasarı vermeye

devam eden engizisyon benzeri bir din kor-

kusunun varlığından söz etmemiz mümkün-

dür. Kitapta eksikliğini duyduğum tek şey, me-

tinlerin yansıyan yüzleriydi; yani, okur. Gü-

nümüzdeki benzerlik vesilesiyle tahmin yü-

rütmek zor olmasa da dönemin yerli fenni

eserlerinin okur tarafından nasıl karşılandı-

ğına dair tam bir kavrayışa sahip olamıyoruz.

Molla Davudzade Mustafa Nazım’ın, ro-

manının sonunda eğer bu kitaba rağbet olur-

sa ikinci ve üçüncü ciltleri yazarak serüveni

devam ettireceğini dile getirmesi ve ardından

eserin sadece tek ciltte kalması, kısmen be-

lirleyici fakat kesinlik kazandırmayan bir

ipucudur.

Ötekileştirilen, göz ardı edilen bir türe ait

edebiyat tarihimize, kapsamlı bakış açısı ve

araştırmasıyla ışık tutan Seda Uyanık’ın ki-

tabını kaçırmamanızı tavsiye ederim.

Haftaya görüşmek dileğiyle…

Osmanlı’da bilim kurguBABİL BALIĞI

M. SALİH [email protected]

Osmanl� Bilim Kurgusu:

Fenni Edebiyat, Seda

Uyan�k, �leti�im

Yay�nlar�, 237 s.

Page 7: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

5 Ağustos, 8 Nisan ve 12 Aralık Silivri bu-

luşmaları bana Şilili ozan Neruda’nın ya-

şamından bir kesiti anımsattı. Türk oku-

ru Neruda’yı, “Buğdayın Türküsü” adlı

“Halkım ben, parmakla sayılmayan, Se-

simde pırıl pırıl bir güç var” diye başlayan

“Biz halkız, yeniden doğarız ölümler-

de…” dizesiyle biten şiiriyle tanımış ve sev-

mişti. Neruda, günümüzde dünyanın en

büyük şairlerden biri olarak kabul ediliyor.

Neruda, “Yaşadığımı İtiraf Ediyo-

rum” adlı kitabında anlatır: Avrupa’da sür-

gün bir yaşam sürdürürken, 1952’de İtal-

ya’ya geçer ama Şili Hükümeti’nin talebiyle

oradan sınır dışı edilmek istenir. Polis gö-

zetiminde tren yolculuğuyla İtalya’dan

çıkarılacaktır. Roma İstasyonu’nda ak-

tarma yapmak üzere trenden indiğinde

aralarında sanatçılar, yazarlar, milletve-

killeri bulunan büyük bir kitle tarafından

karşılanır. Bağırıp çağırmalar, itişip kal-

kışmalar arasında çiçek buketleri başların

üstünden uçmaya başlar. Halk onu polisin

elinden alır. Bu coşkulu tepki karşısında,

yarım saat içinde İtalya’da serbestçe kal-

masına, izin çıkar.

Neruda, halk ozanıydı, halkı için ve hal-

kın anlayacağı dilde yazdı ama aynı za-

manda dünya çapında tanınıp sevilmeyi de

başardı. Kendini şöyle tanıtıyor: “Taşra-

lıyım, madenciyim. Kasabalarda, köyler-

de, şarkı evlerinde, nerede olursa olsun şi-

irlerimi okurum. Şiirlerimi Patagonya’da

koyun kırpıcılarına bile okudum.” Neru-

da, konsolos, şair ve sürgün olarak birçok

ülkede bulunuyor. 1951 yılında Mosko-

va’da Nâzım Hikmet’le görüştüğünde

ona: “Sen hepimiz için türküler söyledin,

kardeşim” diyor. İspanya İç Savaşı’nda

Cumhuriyetçilerin safında yer alıyor. “Yü-

rekteki İspanya” şiirini barikatların arka-

sında, boğuşmaların ortasında yazıyor.

Mücadele günlerinde aldığı kararı uygu-

layarak 5 Temmuz 1945’te Şili Komünist

Partisi’ne giriyor.

1970’de Allende’nin Şili Cumhurbaş-

kanı olduğu seçimde Pablo Neruda da tüm

ülkeyi dolaşarak Allende’nin kazanması

için olağanüstü bir çaba harcar. Kazanılan,

dünyada ilk kez halkın oyuyla gerçekleşen,

Şili’ye özgü bir devrimdir. Ama düşman

onu yıkmak için pusudadır.

Seçim öncesinde Neruda’nın partisi-

nin de aralarında olduğu 6-7 parti bir halk

cephesi kurmuşlardır. Partisi önce Ne-

ruda’yı cumhurbaşkanlığı için aday gös-

termiş ama Allende’nin kazanma şansı-

nın daha yüksek olduğu görülerek onun

adaylığı geri çekilmiştir. Pablo Neruda,

1971’de Paris Büyükelçiliğine atanır ve

aynı yıl Nobel Ödülü de ona verilir. Al-

lende, Şili bakır madenlerini milleştirir.

Bu gelişmeden sonra Allende ile Ame-

rikan şirketleri arasındaki savaş kızışır.

Neruda, Şili’ye döner. 11 Eylül 1973’te,

Amerikancı Pinochet’in askerleri darbe

yapar. Faşistlere karşı yiğitçe direnen

Allende öldürülür. Neruda’nın evi bası-

lır, kurşunlanır, kitapları yakılır. Zaten

hasta olan Neruda ağırlaşır, 18 Eylül’de

hastaneye kaldırılır ve 23 Eylül 1973’te

ölür. Benzerlerini bugün bizim de yaşa-

dığımız bir ikiyüzlülükle, onun bu acı ölü-

münde en büyük paya sahip olan Pinoc-

het, ülkede üç gün yas ilan eder.

FEYZİYE ÖZBERK

7Aydınlık KİTAP

5 AĞUSTOS SİLİVRİ BULUŞMASI VE

Pablo Neruda’danbir anı

“Halkım ben, parmakla sayılmayanSesimde pırıl pırıl bir güç varKaranlıkta boy atmayaSessizliği aşmaya yarayanÖlü, yiğit, gölge, buz, ne varsa,Tohuma dururlar yenidenVe hâlâ halk toprağa gömülüTohuma durur bir yerdeBuğday nasıl filizini sürer deÇıkarsa toprağın üstüneGüzelim kırmızı elleriyleSessizliği burgu gibi deler deBiz halkız, yeniden doğarızölümlerde…”

Buğdayın Türküsü

P. Neruda

Page 8: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

2 A�USTOS 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP

Sait Faik. Evet, Sait Faik. Acaba ka-

çımız bu satırı okurken Sait Faik’in ismi-

ni yanlış seslendirdik zihinlerimizde. Böy-

le söylüyorum; çünkü en çok yanlış te-

laffuz kurbanı olan isimlerden birinin Sait

Faik olduğunu duyuyorum. İlk “a” kısa,

ikincisi uzun olmalı. Bu kadar. Aslında çok

basit. Ama güzel. Ama özgün. Ama çok

sade. O sadelikle ki, ilkin çabukça, ikin-

cide derinlikle okumalı ismi. Tıpkı kişinin

kendisi gibi. İnce, uzun, derince...

İncedir Sait Faik’in uzun parmakları-

na sıkıştırdığı sigarası, derincedir o siga-

ra kağıdına sardığı tütünün dumanı. Zira

büyüktür hatırası. Bazen tüccarı anlatır

Sait Faik, bazen köylüyü, bazense bir ba-

karsınız, sigaranın kağıdında siz sarılısı-

nız. Uzanırsınız üstadın dudaklarına, sizi

muhabbet içinde öyle nazikçe çeker ki içi-

ne, mürekkepli kağıda duman zarafetin-

de üflerken sizi, Sait Faik’teki samimiye-

tin nereden geldiğini hissedersiniz.

Sizdir Sait Faik, bizdir; hatta siz de biz-

dir. O yüzdendir ki, Sait Faik’i sevmek faz-

la bir şey gerektirmez. Kendini seven, iyi-

yi seven Sait Faik’i de sever...

Sait Faik, yummasaydı gözlerini ebe-

de, elli dokuz sene evvelden, bu yazdık-

larımı okuyunca şüphe duyardı inceden.

“Öyle şeyler söylüyordu ki, samimi olup

olmadığını anlayabilmek zordu. Söyle-

dikleri samimiyse onun hesabına, değil-

se benim hesabıma dikkatli bulunmak la-

zım geliyordu. Öyle ya, ya alay ediyorsa...

Cepheyi ona göre alır, bir fırsatını bulup

tüymek hayırlı olur... Ama ciddiyse bu sa-

mimiyeti çocukluğa, toyluğa vermeli. Na-

sıl olsa bir gün kafasında senin için daha

çok histen doğan hayranlık duygusu sili-

nip gidecektir. Bu hayranlığa da fazla gü-

venmeye gelmez. Sürüp gitmesi onun

için de, benim için de iyi bir şey ya.

Onun için şüpheliyim. İkimizin de uzun

uzun yerimizde saydığımıza bir işaret ol-

maz mı?” derdi, tıpkı “Eftalikus’un Kah-

vesi” hikâyesindeki genç için dedikleri

gibi.

‘B�Z�M H�KÂYE ANLAYI�IMIZ DABÖYLE EFEND�M’

Sait Faik’in “Alemdağ’da Var Bir Yı-

lan” kitabına koyduğu “Eftalikus’un Kah-

vesi” hikâyesi adeta yazarın hayatının, ha-

yata bakışının ve davranışının özütü gi-

bidir. Hikâyede, yanına bir genç yaklaşır.

Genç, yazına meraklı-

dır. Eleştirmen olmak

istemektedir. Sait Fa-

ik’e övgü dolu sözler

söyler. Bunları da sa-

mimiyetiyle, büyük hay-

ranlığıyla söyler. Ancak

Sait Faik öyle müteva-

zıdır ki, asla şişip bö-

bürlenmez; aksine, aca-

ba benimle alay mı edi-

yor, diye düşünür. Bir

yandan da kafasında

-belki de hiç kaybolma-

yan- pusu vardır. O pus,

sürekli bir hikâyenin içi-

ne çeker üstadı. Bazen-

se masalsı bir lezzete

götürür Sait Faik’in zih-

nini ve hayal mi, gerçek

mi, bilemediği diyarla-

rın mürekkebine ban-

dırır kalemini. Genç,

sorular sorar ustaya,

“Hikâyelerinizi nasıl ya-

zarsınız?” der. Sait Fa-

ik’se gence puslarının

arasından, “bilmem”

der. Üstadın puslu ger-

çekliğine görme özürlü

bir adamın yürüyüşü

girmiştir o arada. Genç

övgü dolu sözler söyle-

yedursun, Sait Faik’in

aklı hep kördedir. Bize

basit bir sezgiyle yapıyor

gibi görünen işlerini

acaba nasıl yapıyor, me-

sela şu an durduğu dük-

kanın önünde olduğuna

nasıl emin oldu, dük-

kanın içinde olduğunu düşünerek ses-

lendiği adam yanına geldiğinde ona saa-

ti nasıl söyledi... Pek çok soru dönerken

zihninde ve bir çocuk şaşkınlığıyla izler-

ken olanları, genç adam sorularına devam

eder. Sait Faik kör adamın durumundan

bahsedince, genç de köre yönelir. Soru-

larını da kör üzerinden yöneltir. Usta, gen-

ci sözleriyle yarım yamalak yanıtlarken,

aslında gence eylemiyle çok net cevaplar

vermektedir. Zira Sait Faik böyledir, iz-

ler, merak eder, düşünür, çözer, yazar... Bu

hikâyede de böyle olur. Oturdukları kah-

venin ismi hikâyenin ismi olur. Sait Faik’in

hem mütevazı hem özgün duruşunun al-

tındaki dimdik kaya ise hikâyenin sonu-

na dev bir nokta olarak konur:

“İşte hikâyelerimi nasıl yazdığımı şim-

dilik merak eden dostum, yarın incir çe-

kirdeğini doldurmayacak mevzuları yazan

bir hikâyecinin iyi bir hikâyeci olmadığı-

nı yazacağına göre, bilmem hikâyem oldu

mu? Olmadıysa ne yapalım? Bizim hikâye

anlayışımız da böyle efendim.”

Sait Faik yazıda yaşayanlardandır.

Öyle ki, o hem her şeyi yazı için yaşar ade-

ta hem de her yazısına kendini koyar. Bel-

ki de mahkumdur buna. Zira başka hiç-

bir işte dikiş tutturamadığı anlatılır. Kısa

bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mek-

tebi’nde Türkçe öğretmenliği yapar. Son-

ra o işi bırakır. Kim bilir, belki de bırakı-

şı, “Ben Ne Yapayım?” öyküsünde geçen,

“Muallimlik yapamam. Kendim bir şey

bilmiyorum ki başkalarına öğreteyim”

fikrinde saklıdır... Ne büyük fikirdir o, bil-

mediğini bilme fikri, hem de ta Sokra-

tes’ten beri... Bir ara, babasının ısrarı üze-

rine tahıl tüccarlığı yapmaya kalkışır.

Sonu ticaret adına hazin, edebiyat adına

şen olur. Ve sadece yazıdan para kazan-

maya karar verir Sait Faik. Hikâyeler an-

latır, romanlar yazar, şiir söyler, röpor-

tajlar yapar ve bir de üstüne -Fransa’da

geçirdiği dört yılın hatrına olsa gerek- çe-

viri yapar. Ama en çok hikâye anlatır Sait

Faik.

ZAMANI UMURSAMAYANYAZAR

Ancak öykülerinde bir gariplik vardır.

1906’da doğup 1954’te ölen ve hâliyle ya-

zılarını bu arada yazan bir adam olan ya-

zarın öyküleri 2013 yılında okunurken bile

KAPAK

MURAT HATUNOĞ[email protected]

Zamandan taşan hikâyeciSAİT FAİK

Foto�raf: Ara Güler

Page 9: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

adeta dün yazılmış gibi bir tat bırakır di-

mağda. Öyle tatlı, öyle akıcı, öyle sade bir

dildir onunki. Anlattıkları içtendir, içedir.

Öyle ki; insanın her zamanda, her yerde,

her ırkta aynı insan olduğunu hissettirir.

Bu yüzdendir ki, Sait Faik hikâyelerinin

her zamana ayak uyduran sihri onun

ölümünden elli dokuz sene sonra da aynı

gücüyle görevine devam etmektedir.

Tabii Sait Faik’in yaşadığı dönemde

ağır eleştirilere maruz kalmış olması,

hatta yer yer dışlanması da hiç şaşırtıcı ol-

mayan bir durumdur. Malum, alışılmışın

dışındaki güçlüler korkutur kolaya alışkın

korkakları. Ancak zafer yeninindir, güç-

lünündür, iyinindir. Sait Faik’in ölümünün

ardından, 1955 yılında verilmeye başlayan

“Sait Faik Hikâye Armağanı”nın hâlen

devam etmesi ve en uzun soluklu öykü ya-

rışması ünvanını taşıması bu yüzdendir.

Bu yarışmayı Darüşşafaka Cemiyeti

düzenler. Zira Darüşşafaka’nın “eğitim-

de fırsat eşitliği” cümlesiyle özetlediği mis-

yonuna önemli ölçüde destek verenlerden

biri de Sait Faik’tir.

1863 yılından bu yana faaliyet göste-

ren cemiyet, babası veya annesi hayatta ol-

mayan, maddi olanakları yetersiz, yete-

nekli çocukları dokuz yaşındayken ema-

net alıp üst düzey eğitim imkanı sağlar, bu-

nun yanı sıra, eğitim hayatlarının sonuna

kadar da giyim, barınma, yemek, kırtasi-

ye, sağlık gibi ihtiyaçlarını karşılar. Ga-

zeteci-yazar Ahmet Rasim, matematikçi

Salih Zeki, bestekâr Kazım Uz, yazar Aziz

Nesin, ressam Mahmut Cûda, Muhittin

Sebati, edebiyat eleştirmeni Berna Mo-

ran, edebiyatçı İsmail Sefa, veremle sa-

vaşın öncülerinden Prof. Dr. İhsan Rıfat

Sebar, Türkiye’nin ilk çocuk psikiyatrı

Prof. Dr. Rıdvan Cebiroğlu, müzisyen Re-

şat Aysu, tiyatro sanatçısı Tolga Aşkıner,

karikatürist Tekin Aral ve niceleri Da-

rüşşafaka’da eğitim almıştır...

TEL�F HAKLARIDARÜ��AFAKA’YA

Sait Faik, vefatından bir yıl önce, Fatih’te

bulunan Darüşşafaka Lisesi’nin düzenlediği

bir edebiyat matinesine katılır ve ardından

okulu dolaşır. Gördüklerinden o kadar et-

kilenir ki, annesi Makbule Abasıyanık’a ki-

taplarının telif hakkını ve mal varlıklarını

Darüşşafaka’ya bağışlamayı önerir. Anne-

si de bu arzuya uyarak yazarın vefatından

sonra, 1954 yılında düzenlediği vasiyetna-

me ile kitaplarının telif haklarını ve bazı gay-

rimenkulleri cemiyete bırakır. Bunun üze-

rine Darüşşafaka yazarın pek çok öyküsü-

nü kaleme aldığı evini müze olarak koru-

maya alır ve her yıl yazarın ölüm yıldönü-

mü olan 11 Mayıs’ta “Sait Faik Hikâye Ar-

mağanı”nı verir. Bu armağan 2012 yılı iti-

bariyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

iş birliğiyle verilmektedir.

Ayrıca, kısa bir süre önce, Türkiye İş

Bankası Kültür Yayınları’nın Sait Faik ki-

taplarının basım işlerini Yapı Kredi Ya-

yınları’ndan devraldığını ve Rûken Kızıler

editörlüğünde, eski basımlar karşılaştırıla-

rak ve okura oldukça yardımcı olan küçük

dipnotlarla sunulduğunu belirtmek gerekir.

SEV�ML� B�R AYLAKBöylece görülür ki, kimilerince “incir çe-

kirdeğini doldurmayacak” işlerle uğraştığı

söylenen, hatta kendini çok seven Haldun

Taner’in “sevimli bir aylak” olarak gördü-

ğü Sait Faik’in özünde bambaşka bir derinlik

vardır.

Haldun Taner, Cem Yayınları’ndan

1983’te çıkan, ölmüşlerden konuştuğu,

“Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil” ki-

tabında Sait Faik’e de bir bölüm ayırır:

“Sait Faik’i Sait Faik yapan, bütün o yük-

sündüğü özellikleriydi. Aylaklığıydı. Okul

kaçkını başıboşluğuydu. Hiçbir ciddi işi

ucundan tutmayan gelgeçliğiydi. Sonunda

kendini olduğu gibi kabul etti. Dünyadaki,

toplumdaki hikâyeci yerini, bilinçle aldı.

Burgaz çalılıklarından çekti bir kızılcık

dalı kopardı, kalem gibi yonttu, ucunu ya-

şama batırdı ve yazmaya koyuldu.

“Disiplinli yazarlar gibi muntazam ça-

lışmıyordu, yazma işine asılmıyordu. Ese-

rekli yaradılışına uyarak, durup dinlenip, ba-

zen sadece yaşayıp, yazmayı unutarak, yaz-

maktan ekmek parası beklemeyerek yazı-

yordu,” der; ancak yazının devamında

onun bu aylak ve umursamaz görüntüsünün

altında yatan esas Sait Faik’e uğrar:

DÜN YAZILMI� G�B� D�R�“En belirgin özelliklerinden biri de fi-

kir namusuydu. Çok varlıklı, apartmanlı,

otomobilli bir şair dostu onu bir gün Boğaz’a

götürmüş, mükellef bir ziyafet çekmiş, gez-

dirmiş, içirmişti. Sonra da Cağaloğlu’na, şai-

rin bir kitabının basıldığı basımevine uğra-

mışlardı. Provalara şöyle bir göz atan Sait

Faik: ‘Eli açık, ikramcı adamsın. Bugün beni

aldın, yedirdin, içirdin, krallar gibi gezdir-

din ama iş şairliğe gelince berbat bir şair-

sin.’ demişti.

Hey gidi koca Sait Faik. Bakın öleli yir-

mi yıl olmuş. Ne var ki, hikâyelerinin her biri

dün yazılmış gibi diri ve canlı. Bir yazar için

bundan büyük talih olur mu?”

Böyledir Sait Faik, as-

lında “yazmasa delirecek” kadar

düşünceli olan, ancak yazan, yaz-

dıkça düşünü sayfalara düşüren,

sonra dönüp bakmaya üşenen, zira

düşlerinin başka düşlere koşacağını

düşünen bir adam. “Lüzumlu adam.”

Hem de çok lüzumlu adam...

2 A�USTOS 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAPKAPAK

Sait Faik’in son foto�raf�: Emirgan Çay Bahçesi’nde, solda Sait Faik, yan�nda Özdemir Asaf

Burgazada’daki Sait FaikMüzesi’nden bir kare

Page 10: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

Sovyet Devrimi’nden sonra, dünyayı derinden

etkileyen ikinci dalga Çin Komünist Partisi

(ÇKP)’nin uzun bir mücadele sonunda,

1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan ettiği

devrimin dalgasıdır.

ÇKP Parti Tarihi Araştırmaları Enstitü-

sü’nün hazırladığı hacimli çalışmayla, devrimle

iktidara gelmiş bir partinin, ülkesiyle aynılık

kazanan tarihi hakkında şimdi daha fazla bil-

gilenme olanağımız var. “Çin Komünist Par-

tisi Tarihi-Cilt 1”, kuruluşundan 2000’li yıllara

kadar olan süreyi içeriyor.

Yazarlar, ÇKP’nin her mücadele evresi-

ni incelerken, geniş bir sınıflar tahliline yer

ayırmış ve partinin mücadele çizgisi ile üret-

tiği siyasetlerin sınıflar üzerindeki izdüşümünü

takip etmişler.

Çalışmayı hazırlayanların, Hu Qiaomu,

Hu Sheng, Jin Chongji gibi önde gelen bi-

limciler olması, ÇKP’nin kendi tarihine kar-

şı nesnel, hatta yer yer acımasız derecede eleş-

tirel davranmasını getirmiş. Bu haliyle, ken-

di pratiğine aşık bir parti tarihi yerine, hata-

larını, beklentilerini ve başarılarını nesnel ol-

gulara dayandıran ve bu nedenle kendisini sü-

rekli yenilemeyi başaran bir partinin tarihi-

ni okuyoruz.

K�TLELER�N Ö�RETMEN�OLMADAN ÖNCE

Çin Devrimi’nin önderi Mao Zedung’un

Yenan’da gençlerin eğitiminde söylediği

“Kitlelerin öğretmeni olmadan önce, öğ-

rencisi olun” şiarı, ÇKP’nin temel yaklaşım-

larından birisine dönüşmekle kalmadı, dün-

yanın her tarafındaki devrimci örgütler ta-

rafından da benimsendi.

Nitekim, ÇKP tarihi boyunca kitlelerin ta-

leplerini doğru anlama ve formüle etmek üze-

rine kurulu bir mücadele anlayışının hakim

olduğunu görüyoruz. Mao bu anlayışı, şu uya-

rı ile destekleyerek, bir bilinç haline getirmiştir:

“Önder grup ne kadar faal olursa olsun, faa-

liyet kitlelerin faaliyetiyle birleştirilmedikçe,

bir avuç insanın verimsiz çabası olmaktan öte-

ye gidemez.”

Kitapta, 1927-37 arasında, Çu Enlay ön-

derliğinde Nanchang Ayaklanması ile başla-

tılan toprak devrimi öncesindeki çalışmalar

“Komünist Enternasyonal’in bir kolu olarak

faaliyet” olarak değerlendiriyor. Öte yandan

ÇKP önderliği anti-emperyalist ve anti-feo-

dal bir programın Çin halkı tarafından nasıl

büyük bir coşku ile benimsendiğini de görü-

yor. İttifak politikalarındaki hataların büyük

kayıplara neden olması, ÇKP’yi iki konuda

uyarmış: birincisi, halk kitlelerinin karşı dev-

rimci şiddetin hedefi olmalarını önlemek ve

ikincisi de sağlam kadrolar yaratmak.

7 Ağustos 1927’de ÇKP, Koumintang ile

ittifakın eleştirildiği ve yeni bir yol aradığı top-

lantı düzenler. Chen Duxiu’nun görevden alın-

dığı ve ÇKP Politik Bürosu’nun, geçici baş-

kanlığa Qu Qiuba’nın getirildiği toplantıda en

önemli kararlar arasında “tarım devriminin

genel ilkelerini ve Kuomintang gericilerine

karşı silahlı direniş politikası” öne çıkar.

Bu yeni dönemin en önemli özelliği,

toprak sahiplerinin ellerindeki bütün top-

raklara el konularak, köylülere dağıtma prog-

ramı olur.

Yine bu dönem, Çin Devrimi’nin öz-

günlüklerinin ortaya çıktığı, ÇKP’nin hızla

halkla bütünleştiği 1927’den itibaren Mao Ze-

dung’un partinin ve bağlı güçlerin önderliği-

ni aldığı bir zaman kesitidir. Mao partinin ba-

şarısızlığa uğrayan bütün strateji ve taktikle-

rini değiştirerek, tarihteki olağanüstü rolünü

oynamaya başlar. Önceki önderliğin temel he-

defi olan, eyalet başkentlerini ele geçirme fik-

rinin büyük bir felaketle sonuçlanacağını

saptayarak, gericilerin saldırılarından koru-

nabilecek alanlar yaratıp, kuvvetleri bu böl-

gelerde biriktirmenin daha uygun olacağı ko-

nusunda Cephe Komitesi’ni ikna eder. Bu gö-

rüşlerinin ne denli doğru olduğu, “İşçi Köy-

lü Devrimci Ordusu”nun kendi bayrağı ile sa-

vaşa katıldığı Hunan Eyaleti’ndeki büyük ba-

şarılarıyla kanıtlanır.

OLA�ANÜSTÜ STRATEJ�OLA�ANÜSTÜ TAKT�K

Mao Zedung ve Çu Deh önderliğinde

Jinggang dağlarında bağımsız devrimci bir re-

jim kurulur. Ancak, gerici iktidarın yöneti-

mindeki bölgelerle çevrili olmasına karşın, yal-

nızca yaşamını sürdürmekle kalmayıp gide-

rek genişleyecek bir “devrimci rejim”i müm-

kün kılan nedir? Mao Zedung buna şöyle ce-

vap verir: “Bu olgunun nedenini, Çin’in

komprador ve toprak sahipleri sınıfları ara-

sındaki hiç bitmeyen bölünme ve savaşları

analiz ederek bulabiliriz. Bu bölünme ve sa-

vaşlar devam ettiği sürece işçi ve köylülerin

bağımsız silahlı rejiminin varlığını koruması

ve etki alanını geliştirmesi olanaklı olabilir. Ek

olarak (…) aşağıdaki koşullar gereklidir: (1)

sağlıklı bir kitle temeli, (2) sağlıklı bir parti ör-

gütü, (3) güçlü bir Kızıl Ordu, (4) askeri ope-

rasyonlar için uygun topraklar ve (5) yaşamayı

sürdürebilecek yeterli ekonomik kaynak-

lar.”

Hunan eyaletinde devrimci üs bölgeleri

yaratılması, daha sonra halk savaşı olarak ad-

landırılacak olan strateji ile Kuomintang’ın as-

keri kuvvetlerine karşı başarı kazanılması,

ÇKP’ye kırsal alanda büyük ilgi ve katılım sağ-

lar. Mao Zedung ve Çu Deh başarı kazanan

askeri eylem taktiklerini şu şekilde açıklı-

yorlardı: “Düşman ilerlediğinde biz geri çe-

kilmeliyiz; düşman kamp kurduğunda onu ta-

ciz etmeliyiz; düşman yorulduğunda ona

saldırmalı; düşman geri çekildiğinde onu

kovalamalıyız.” (Bir not düşmek gerekirse, bu

İngiliz futbol milli takımının 1966 Dünya Ku-

pası taktiğiydi, soyunma odalarının duvarın-

da asılıydı. Sonuç mu? Bilirsiniz, şampiyon ol-

dular.)

Büyük bir yenilgiden çıkan ÇKP, Mao Ze-

dung önderliğinde küllerinden yeniden do-

ğarak, yeniden büyüme dönemine girmiş, ista-

tistiklere göre Temmuz 1928’de 40 bin, Ha-

ziran 1929’da 69 bin, Mart 1930’da ise 100 bin

üyeye ulaşmıştı.

JAPON ��GAL�: GELD�KLER�G�B� G�DERLER!

Kitapta, yaratıcı düşünce alanında oldukça

zengin ve eylem deneyiminde eşsiz birikim-

leri olan ve her daim “alanda” mücadele et-

mekten yılmayan bir parti tarihine tanıklık edi-

yoruz. Ancak, ÇKP’nin nihai zaferini sağla-

yacak temel etken nedir, sorusunun yanıtının

tartışmasız 18 Eylül 1931’de başlayan Japon

işgali olduğunu düşünüyorum. İşgal, ÇKP’yi

işçilerin ve yoksul köylülerin devrimci örgü-

tünden, vatan savunmasının öncüsü ve de-

vamında milli kurtuluşun önderi ve simgesi,

son derece itibarlı büyük bir parti niteliğine

yükseltti.

Çin’in milli devriminin önderi Sun Yat

Sen’in eşi Soong Ching Ling de 1931’de bu

gelişmeyi görerek şu açıklamayı yapmıştı: “Ya-

ALİ RIZA ÖZKAN

2 A�USTOS 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Yükseklere tırmanmayacesaret edersen eğer

AKADEMİK NİTELİKTE BİR ÇİN KOMÜNİST PARTİSİ TARİHİ

Page 11: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

2 A�USTOS 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP

bancı emperyalizmlerin boyunduruğundan ül-

keyi kurtaracak bir devrime ve bunu sosya-

listlerin gerçekleştireceğine inanıyorum.”

Aynı şekilde, Çin’in en büyük yazarı Lü

Sün başta olmak üzere çok sayıda aydın bu

dönemde ÇKP’ye yöneldiler. İşgalcilerle iş-

birliği arayan Çan Kay Şek, Kuomintang’ın

etrafında toplanan milli devrimci birikimi hız-

la kaybetti. Bu koşullarda, Japon işgaline kar-

şı milli direniş savaşının önderliğini ÇKP’den

başka hiçbir siyasi kuvvet yapamazdı.

KOMÜN�ST PART�S� GEREKL� M�D�R ?

ÇKP’nin karşı karşıya kaldığı en hayati tar-

tışmalardan biri de, Kuomintang’ın milli

devrimci bir parti olarak Çin’in tüm ihtiyaç-

larını karşıladığı ve ayrıca bir komünist par-

tisine gerek olmadığı tezidir. Bu tez, milli dev-

rimci kuvvetlerin ÇKP’de toplanmasını ön-

lemek ve asıl olarak aydın ve sanatçıları et-

kilemek amacıyla sürülmüştü.

Bu tezi “Yeni Demokrasi Üzerine” adlı

makalesinde tartışan Mao Zedung, emper-

yalist ve feodal ilişkileri bitirecek, demokra-

siyi ezilen sınıflar le-

hine yerleştirecek,

toprak devrimini ger-

çekleştirecek olan

kuvvetin ancak bilim-

sel sosyalizmin ideo-

lojik öncülüğünde

ilerleyebileceğini ve

bu nedenle ÇKP’nin

tartışılmaz önemde

olduğunu ortaya koy-

du. Böylece milli ba-

ğımsızlık savaşı ile bi-

limsel sosyalizmin ön-

cülüğü özgün bir bi-

çimde birleştirilmiş

oluyordu.

Mao’nun 1949

Mart ayında, yani Çin

Halk Cumhuriyeti’nin

kuruluşunun ilanından

hemen önce ortaya

koyduğu hedef de, an-

cak ÇKP tarafından

gerçekleştirilebilirdi: “Tek çözüm Çin’i bir ta-

rım ülkesinden sanayileşmiş bir ülkeye dön-

üştürmektir.”

Öte yandan, parti aydınları Marksizm-

Leninizm’in Çin’in özgün koşullarında har-

manlanması olarak “Mao Zedung Düşüncesi”

kavramını bu süreçte kullanmaya başladı.

SOSYAL�ZMDE SINIFMÜCADELES�

21 Eylül 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti

ilan edilirken, ÇKP dünyanın en deneyimli sa-

vaşçı partisi olarak bilinmezliklerle dolu bir

döneme giriyordu. O güne kadar, ülkenin öz-

gün koşullarını tahlil ederek, somut duruma

uygun çözümler üretme yeteneğini sayısız kez

kanıtlamış olan ÇKP, iktidarı sürdürmek ko-

nusunda da yeni deneyimler kazanacaktı.

Onlarca yıl içerisinde ekonominin yerle-

şik unsuru olarak kanıksanmış tefecilerin eko-

nomiden sökülüp atılması, partiye belirleyi-

ci bir egemenlik sağlamıştı.

Fiyatların istikrara kavuşturulması ve

ekonomi ile maliyenin birleştirilmesi, yeni

Çin’in kuruluşundan sonra para işleri ve

ekonomi cephesinde kazanılan büyük zafe-

rin hazırlayıcısıydı. Bir sonraki adım, halka bü-

yük acılar çektiren yüksek enflasyon ve fiyat

artışlarına son vermek oldu. Bu başarılarla,

ÇKP sadece askeri ve politik bir güçten iba-

ret olmadığını, ekonominin yönetiminde de

başarılı olabileceğini kanıtlıyor ve özgüveni

güçlendiren, kitle inisiya-

tifini seferber eden kam-

panyalarla, halkın gözün-

deki saygınlığını pekiştiri-

yor ve devrimi sürdürme

yeteneğini de kazanıyordu.

İktidar partisi olmak,

ÇKP yönetiminin önüne

farklı sorunlar ortaya çı-

kardı. Parti içi hiziplerin,

hatta giderek parti karşıtı

yerel iktidarların oluşması,

ÇKP’yi yeni bir tarihsel

dönüm noktasına getirdi.

Mao’nun “sosyalizmde sı-

nıf mücadelesinin sürdü-

rülmesi” olarak tanımladığı

bu süreç, ÇKP’nin sosya-

lizmi kurma ve yaşatma de-

neyimlerine büyük kuramsal

katkı da sunduğu bir dönem

oldu.

En şiddetli savaş koşul-

larında dahi parti içi de-

mokrasiden ödün vermeyen ve bu nedenle bü-

tün halkın sevgisini kazanmış olan Mao Ze-

dung tarımda kooperatifleşmenin hızlandı-

rılması üzerine patlayan parti içi bir tartışmayı

“iki çizgi mücadelesi” olarak tanımlayıp,

kimi önder kadroları tarımda dönüşümü

engelleyen, kapitalizme yönelmiş sağcılar

olarak nitelemesi parti ve devlet içindeki kes-

kinleşen çelişmeleri göz önüne sermişti.

Kruşçev’in SBKP 20. Kongresi’nde Sta-

lin’i “mahkum etmesi” ile ortaya çıkan kar-

maşanın da etkisiyle, ÇKP kendi yolunu iz-

leme kararlılığını 1956’da toplanan 8. Parti

Kongresi’nde ortaya koydu. Mao Zedung’un

“On Büyük İlişki Üzerine” adlı makalesi sos-

yalizmin inşasında Çin’in kendi özgün ko-

şullarına atıfta bulunan kuramsal bir sıçrayış

oldu. Mao, Sovyetler Birliği’nin yaşamakta

olduğu sapmadan Çin’i ve partisini uzak

tutma çabalarına girişti. Öte yandan, Lenin

ve Stalin’in mirasına sahip çıkma kararlılığı-

nı da dünya devrimcilerine açıkladı.

1957’de tarım ve sanayi alanlarında hız-

lı kolektifleştirme ile toplam mülkiyetin yüz-

de 99’u sosyalist mülkiyete dönüştürüldü.

Ama, ilk kez bütçe açığı verilmişti. Ülkenin

olanakları ile nesnel ekonomik dönüşüm

yeteneği arasındaki çelişki, Liu Şaoşi ve Çu

Enlay gibi ÇKP önderlerinin ekonomik dö-

nüşüm hızına ilişkin uyarılarına neden olu-

yordu.

8. Parti Kongresi’nin, partinin çalışma tar-

zını düzeltme hareketi bir anda sağcılığa

karşı bir kampanyaya dönüştü. Bunun bir ne-

deni, Sovyetler Birliği’nin tutumunun ulus-

lararası komünist harekette yarattığı dalga-

lanma ise, aynı zamanda Polonya ve Maca-

ristan olaylarının nedeniyle oluşan kaygıyla aşı-

rı tepki verilmesi olarak düşünülebilir.

Nitekim, bu kampanyadan hemen önce,

Mao Zedung “Halk İçindeki Çelişmelerin

Doğru Ele Alınması Üzerine” adlı makale-

siyle sosyalist inşa döneminde parti ile halk

arasındaki ilişkinin yönüne dair tarihi önem-

de saptamalarda bulunmuştu.

Öte yandan, değişim ilişkilerini tamamen

ortadan kaldırarak, meta üretimini yok et-

meye çalışan ve “tüm halkın mülkiyeti”ni ilan

etmek isteyen bir eğilim de mevcuttu. Meta

üretim ve değişimini kaldırıp komünist top-

lum ilan etmek isteyen “sol sapma” halk ko-

münleri ve “İleriye Doğru Büyük Atılım”

kampanyasıyla güçlenmişti.

Mao Zedung bu durumun yarattığı teh-

likeyi 1959’da görmüş ve uyarılarını yapmış-

tı: “Halk komünleri hareketindeki temel so-

run, üretim ilişkilerini, yani komündeki mül-

kiyet sistemini geliştirmeye yönelik çabaları-

mızda biraz fazla ileri gitmemizdir. Komün

mülkiyeti dediğimiz mülkiyet biçiminin de bir

gelişme sürecinden geçmesi gerektiğini an-

layamadık … Köylülükle aramızdaki ilişki-

lerde bugün var olan gerginliğin temel nedeni

burada yatıyor.”

KÜLTÜR DEVR�M� VE ÇKPKültür Devrimi’ne kadar yürütülen sos-

yalist inşa tartışmaları süresince Çin ciddi

olumsuzluklarla karşılaşsa da, büyük başarı-

lar elde etti. Yıllık üretim değeri artışı yüzde

10-15 arasındaydı. Çin, 1964’te tarım ve sa-

nayi alanında kendine yeterliliği sağlamış, top-

lam sanayi sabit varlık değerlerini 10 yıl içe-

risinde 4 katına çıkarmıştı.

Çin tarihinin en önemli ve tartışmalı

olaylarının başında 1966’da “kapitalizmin

restorasyonunu önlemek”amacıyla Mao Ze-

dung’un inisiyatifi ile başlatılan “Büyük Pro-

leter Kültür Devrimi” gelmektedir. Mao’ya

göre, doğrudan ve geniş yığınların harekete

geçirilmesi şeklinde oluşan ‘kültür devrimi’

parti ve devleti karanlıktan kurtarabilir ve ik-

tidarı ‘kapitalist yola girmiş insanların’ elin-

den yeniden geri alabilirdi.

ÇKP’nin bugünkü önderliği Kültür Dev-

rimi’ni ve Mao Zedung’u “sosyalizmin tari-

hi aşamasında sınıf mücadelesinin kapsamı-

nın genişletilmesinin hatalı olduğunu anla-

yamamak”la eleştiriyor. Kültür Devrimi ile il-

gili görüşlerinin hatalı olduğu tahlili yapılıyor;

Lin Biao, Çiang Çing gibi önder kadroları

mevki düşkünü, komplocu olarak niteleniyor:

“Bu mevki düşkünleri, Parti Merkez Komi-

tesi içindeki etki ve ağırlıklarını kullanarak

Mao Zedung ile ilgili fanatik bir kişi kültü ya-

ratmaya giriştiler, öte yandan da ‘devrimci kı-

zıl’ bayraklar sallayıp tüm güçleriyle ‘sol’

hataları derinleştirdiler.” Bu hareket Çin’in

sosyalizm davasına verilen en büyük zarar ola-

rak açıklanıyor.

Lin Biao kliğinin sabotajlarının açığa

çıkmasından sonra Mao Zedung Aralık

1973’te Deng Şiaoping’in başbakan yardım-

cısı olarak görevine dönmesini onayladı.

ÇKP ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin tekrar is-

tikrarlı bir çizgiye kavuşması Cu Enlay’ın ini-

siyatifi ile mümkün oldu. Cu Enlay, dene-

yimlerinin ve teorik birikiminin sağladığı ye-

teneklerle “aşırı sol eğilimle mücadele”yi des-

tekledi ve teşvik etti. “Ultra sol” görüşler ile

istikrar ve büyümeyi öne çıkaran görüşler iki

çizgi mücadelesi olarak şekillendi.

Mao Zedung, Çu Enlay ve Çu Deh gibi

devrimin öncü çekirdek kadrosunun ölümleri

sonrasında da ÇKP, rejimi koruyup, geliştir-

mede ve sosyalizmi örgütlemede kararlılık-

la büyük başarılar sağladı.

ÇKP 11. Merkez Komitesi “Çin’de dört

alanda modernleşme hedefinin gerçekleşti-

rilmesi, üretici güçlerin büyük ölçekte geliş-

tirilmesini ve özgürleştirilmesini gerektiriyor;

aynı zamanda üretim ilişkilerinde, üstyapıda,

idari yöntemler alanında ve aynı zamanda ça-

lışma ve düşünme biçimlerinin de üretici güç-

lerin gelişmesine uygun düşmeyen yönlerinin

değiştirilmesi gerekiyor; bu anlamda yapa-

cağımız şeyler kapsamlı ve derinlemesine ge-

lişen bir devrim olarak görülmelidir” tespitiyle,

ÇKP ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin önünde,

öncekilerden farklı bir dönemin başladığını

haber veriyordu. “Gerçeği olgulardan çıkar-

mak” ilkesinin tekrar etkin kılınmasıyla bir-

likte ÇKP’nin çizgisi Deng Şiaoping tarafın-

dan “Dört Başlıca İlke” çerçevesinde şöyle ta-

nımlanıyor: “Sosyalist yola, proletarya dik-

tatörlüğüne, Komünist Parti’ye ve Mark-

sizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’ne

bağlılık”.

Çin Komünist Partisi’nin modernleşme,

sanayileşme, özgürleşme ve refahın artırılması

yönünde aldığı kararlar, 12. ve 13. Parti

Kongreleri’nde de derinleştirilerek savunul-

du. Bugün Çin’in dünyanın gelişme endeksi

en yüksek ülkesi olarak ve özellikle ekonomik

alanlarda son 15 yılda katettiği mesafe ve

ÇKP’nin deneyimleri tüm dünyada ilgiyle in-

celenmeye neden oluyor.

Büyük ve devrimci bir tarihle sadece ül-

kesini değil, aynı zamanda dünyayı da değiş-

tirmiş bir partinin pratiğini öğrenmek ve

tartışmak isteyenlere…

Çin Komünist Partisi Tarihi,Cilt 1, Kolektif,Canut Yay�nlar�,

620 s.

Ressam: Li Yeng ‘Özgürlük bayra�� i�leyen kad�nlar’

Page 12: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

2 A�USTOS 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP

Alpaslan Işıklı’nın “Gün Doğmadan” adı-

nı verdiği anıları İmge Yayınları’ndan çıktı.

Ölümünün ardından bir kez daha okuduğum

anıların yakın tarihe ışık tutan kapsamlı bir

tanıklık olduğunu daha iyi farkettim.

2002’de kaleme aldığı önsözde, geleceği sez-

miş olmalı, neo-liberal

gelişmelere dikkat çeki-

yor, bir çıkış yolu bulmaya

çalışıyor. Aradığını buluyor

mu, söylemek zor ama o

günün yakın geçmişe ek-

lemlendiğine işaret ediyor,

oradan da son elli yılda ta-

nık olduklarına geçiyor:

“Elinizdeki kitap tarihi-

mizde yaşanılan gerçek-

liklerden yola çıkarak ka-

leme alındı” sözlerinin vur-

guladığı anlatı gerçekten

çok önemli bir siyasal ta-

nıklık. Üstelik, “Gün

Doğmadan” diye başlayan

Anılar “Gün Doğmadan

Neler Doğar” sözüyle bi-

tiyor. Bütün bir kitap

umuda yolculuk için yazılmış sanki.

Cumhuriyet tarihinin en karanlık yılla-

rının acılarına, baskılarına sabırla göğüs

geren bir aydının, Haziran Ayaklanması’nı

yaşayarak aramızdan ayrılmasına, “gözü açık

gitmedi” den başka ne denebilir?

DEVR�M–KAR�I-DEVR�MGALER�S�

Gogol’un “Palto” adlı öyküsünün Rus

edebiyatındaki önemini vurgulamak için

“Rus edebiyatı Gogol’un Palto’sundan çık-

tı” denir. Biraz iddialı olacak ama “karşı-

devrimle devrim Mülkiye’nin koridorların-

dan çıktı” dense yeridir. İşte, Alp Abi “Gün

Doğmadan” da bir köşesinde Muammer Ak-

soy’un, Cahit Talas’ın, Mahir Çayan’ın,

öteki koridorunda Melih Gökçek’in, Hasan

Celal Güzel’in volta attığı Mülkiye’den si-

maları anlatıyor.

Karşı-devrim’in Cumhuriyet’e saldırıya

ne zaman başladığı sorusu da anlamlı. 27

Mayıs’ın karşı-devrimin saldırılarını dur-

durmak için giriştiği harekatın ülkeyi

1960’larda soluklandırdığını biliyoruz. Al-

paslan Işıklı’nın anılarının ilk on yılı 27 Ma-

yıs ortamında geçiyor. Tatlı tatlı anlatıyor:

Mülkiye’nin Öğrenci Derneği başkanı ken-

dini, 1960’lı yıllarda rahle-i tedrisinden geç-

tiği ustaları/hocaları Kemal Fikret Arık’ı,

Tahsin Bekir’ i, Fehmi Yavuz’u ve esas ola-

rak da kürsü hocası Cahit Talas’ı, diğerle-

rini… Ardından 1961 Anayasası’nın getir-

diği demokratik ortamda yeşeren sendika-

cılığı, Halil Tunçlu Türk-İş’i, Abdullah

Baştürklü DİSK’i, Fransa 68’in gençlik ey-

lemlerini ve kuramcılarını, Aybarlı, Behi-

ce Hanımlı, Sadun Beyli, Mihri Bellili TİP’li

yılları,12 Mart’ın baskı or-

tamını, aydınların TİP’i sa-

vunma çabalarını, Duver-

ger’nin can alıcı mütalaası-

nı genel merkezde kaybe-

den Şaban Yıldız’ı, Attila İl-

han’la sohbetlerini, Uğur

Mumcu ile dostluğunu,

Baykal’ la ilişkilerini; ileti-

şimsizliğini, Ecevit’i, Rahşan

Hanım’ı vb., Sivas sonrası

Aziz Nesin’i, Yugoslav-

ya’daki ‘özyönetim mode-

li’ne duyduğu ilgiyi anlatı-

yor.

Ardından kapkara yıl-

lar… 12 Eylül, Sovyetler

Birliği’nin dağılışı ve neo-

liberalizmin yükselişi...

Bu zor dönemde ADD

kurucusu, Mülkiyeliler Birliği başkanı,

YÖK üyesi, TÜMÖD başkanı olarak

üstlendiği sorumluluklara ve verdiği mü-

cadelelere değinip geçiyor. Kısa ama çok

önemli tanıklıklar anlattıklarının birçoğu.

Aslında anılar, bir yanı ile hem açık-

lamalı hem de pratik bilgilerle dolu yurt-

taşlık eğitimi ders kitabı. Bütün olum-

suzluklara rağmen, kırıp dökmeden, ba-

ğırıp çağırmadan, ısrarla, inatla bir milleti

birleştirmenin kararlılığı yansıyor yaşam

öyküsünde. Dik duran bir aydının, tek ba-

şına da olsa, akıntıya nasıl göğüs gerebi-

leceğinin düşündürücü, duygulandırıcı

öyküsü.

ÖZYA�AM YAZMA ZORLU�UÖzyaşam öyküsü yazmak güç iştir. Alpaslan Abi’nin anıları hem çok öğ-

retici hem de başına gelen onca olaya rağ-

men neşesinden bir şey yitirmemeyen, şa-kacılıktan hiç vazgeçmeyen bir aydını çı-karıyor karşımıza.

Alpaslan Abi’nin ünlü coğrafyacı Stra-bon’un memleketi Amasya’da başlayanyaşam serüveni (kendi ifadesi) dünyanınen büyük antik tapınağının bulunduğuTeos/Seferihisar’da (burası bana ait) nok-

talandı. Ankara toprağı Alp Abi ile biraz daha

güzelleşti.

GÜN DOĞARKEN DO�U DEVR�M�N�N BATI’DAK� SEDASI:

Jürgen Elsässer, sönmüş devrim mer-

kezlerinden, Almanya’dan devrimci

bir çığlık koparıyor. Kitabı “Ulusal

Devletin Yıkımı ve Sol Tavır” Kaynak

Yayınları’ndan yeni çıktı.

Elsässer kafası 19. yüzyılda sıkışmış

kalmış “Sol”un Batı’daki ve Alman-

ya’daki ibretlik dönü-

şümünü tahlil ediyor.

“68 kuşağı, emper-

yalizmi sevmeyi nasıl

öğrendi?” sorusuyla;

“68 kuşağının mutas-

yonu”, “pop-solcular ve

eğlence nesli”, “hippiler

ve yupiler”, sözde cinsel

devrim”, “azınlık yama-

sı”, solun küreselleşme-

si”, başlıkları altında da

Yeni Sol’u yerli yerine

oturtuyor.

Elsässer işin alfabe-

sinden başlıyor.

B�L�MSELSOSYAL�ZM VEYEN� SOL

“Proletarya, her şeyden önce siya-

sal hakimiyeti fethetmek, ulusal sınıf

durumuna yükselmek, kendisi ulusu

oluşturmak zorunda olduğundan zaten

ulusaldır; ama kesinlikle sözcüğün

burjuva anlamında değil. İşçi sınıfı, ken-

dini ulusal olarak kurduğu devlet gü-

cünü (iktidarı) elemi geçirecek? Gü-

nümüzde Minsk’in batısında bu cüm-

lesi inançla tekrarlayacak bir solcu

bulmak neredeyse im-

kânsızdır. Bu cümle Karl

Marx ve Friedrich En-

gels’ e aittir ve Komünist

Manifesto’da yazmakta-

dır.”

Solun, işçi sınıfından,

ulusal devletten, vatan-

dan kopuşunun ve Yeni

Sol’a dönüşümünün ha-

zin hikayesini anlatıyor

Elsässer.

“Yeni Sol’un ideolojik

kabulleri, kapitalizmin de-

ğişimine eşlik eden hoş

bir müziktir” diyor.

NEO SOL’UN KÜLTÜR L�STES�

Jürgen Elsässer’in Joseph Heath –

Andrew Potter’den yaptığı alıntı dev-

rimci gençlik açısından öğreticidir.

Aynen aktarıyorum:

“Son elli yılda yakıcı bir etkiye sahip

olanlardan bazıları şunlardır: Sigara, er-

keklerin saçlarını uzatmaları, kısa saç-

lı kadınlar, sakal, bıyık, mini etek, bi-

kini, eroin, caz, rock, punk, reggae, rap,

dövme, koltuk altı kılları, grafiti, sörf,

motosiklet, piercing, dar boyun bağları,

sutyen takmamak, eş-

cinsellik, marihuana,

yırtık kıyafetler, saç jö-

lesi, mohikan saç kesi-

mi, afrolook, doğum

kontrolü, postmoder-

nizm, ekose pantolon,

organik sebze, bağcık-

lı botlar, ırklar arası

cinsellik. Günümüzde

bu sayılanların hepsi-

ni (koltuk altı kıllar

ve organik sebze dı-

şında) bir Britney

Spears video klibinde

görmek mümkündür.”

Bu arada değinme-

den geçemeyeceğim.

Silivri’den genç devrimci arkadaşları-

ma mektuplar yazıyorum. Kendilerini

sıktığımın farkındayım. Ancak Neo

Sol’un bu kültürel listesiyle devrim ya-

pılmaz. Yapılan karşıdevrim olur.

B�RL�KTE OKUNACAK�K� K�TAP

Jürgen Elsässer’in ileri sürdüğü

teori, Doğu Perinçek’in “Bilimsel

Sosyalizm ve Bilim” kitabındaki teo-

riyle birebir örtüşmesi bakımından

hayli ilginçtir. İki kitap

birlikte okunmalıdır.

Doğu Perinçek’in

kitabının 115. sayfa-

sından başlayan “Va-

tan Savunması ve

Milli Demokratik

Devrimler” başlığı

altındaki bölüm ve

229. sayfadaki “Yeni

Devrimler Çağı” bö-

lümü, Jürgen Elsäs-

ser’in görüşleriyle

birebir aynıdır.

Özetlersek Jürgen Elsäs-

ser, Doğu Devrimlerinin Batı’daki se-

dasıdır.

Özellikle devrimci gençlik, TGB

kadroları gündemine almalı, okuma-

lı ve tartışmalıdır.

Jürgen Elsässer

Gün Do�madan, Alpaslan I��kl�,�mge Yay�nlar�, 306 s.

Ulusal Devletin Y�k�m� ve SolTav�r, Jürgen Elsässer, Kaynak Yay�nlar�, 104 s.

ERKAN ÖNSEL

CÜNEYT AKALIN

Alpaslan Abi’ninışıklı anıları

Page 13: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

2 A�USTOS 2013 CUMA 13Aydınlık KİTAP

İsmet Özel -kaçıncı kezdir- şiiri bıraktığı-

nı açıklamış. “Kaçıncı kezdir” ibaresi, haber üze-

rine yorum yapanların sözü. İsmet Özel’in iki-

de bir şiiri bıraktığını açıklayıp durmasının bel-

li başlı gazetelerde haber olarak düşmesinin yan-

kısı bu kadar. Kimi şiirseverin muhteremle kafa

bulması var ki -haklılar,- işin iyice cılkının çık-

tığının göstergesi. Sigarayı bırakıp bırakıp baş-

lamak alay konusu olur da şiiri bırakıp bırakıp

başlamak neden olmasın?!

Aslında bir güldürü konusudur bu. Çünkü

şiir topluma dönük bir edimdir; şiiri bırakıp baş-

lamak, bırakıp başlayanla toplum arasındaki bir

ilişkinin sonucudur. Sigara öyle değil. Sigarayla

içici arasındaki ilişki, içicinin sağlığı ile cebini

ilgilendirir. Sigarayı bırakmanın toplumsal ya-

rarı, bir kişinin daha bu illetten kurtulması ve

atmosfere duman savurma toplu eyleminden

eksilmesidir. Şiiri bırakmak, hem şiiri/edebiyatı,

hem toplumu, hem de şairi ilgilendirir.

���R�N BIRAKTI�I �SMET ÖZELGazetenin yazı işleri toplantısında olsak ve

bir muhabir haber önerisi olarak, İsmet

Özel’in başkanı olduğu İstiklal Marşı Derne-

ği’nin internet sitesinde yaptığı bu açıklama-

yı sunsa, eski genel yayın yönetmenimiz Ser-

han Bolluk, aynen böyle derdi:

“İyi de, burada haber ne?”

Küçük bir derneğin internet sitesinden yan-

daş ve payandaş gazetelerin sayfalarına düşen

bir açıklamanın Aydınlık’ta haber olmaması-

nın nedeni işte bu sorudadır. Olay alaya dön-

üştüğü için, bilinen, klasik haber kalıpları

içinde bir yanıtı yok bu sorunun. Daha doğrusu

haber yok bu bilgide. Konuya haberden yorum,

yorumdan haber çıkarma yolundan giderek ba-

kacak olursak varacağımız sonuç, aslında şii-

rin İsmet Özel’i bıraktığı haberidir. Hem de kaç

kez?!

İsmet Özel’le ilgili Aydınlık dergide yaz-

dığım yazılarda var; şiir İsmet Özel’i ilk kez, taaa

1974’te “Amentü”yü yazarak İslâmcı olmayı

seçtiği günlerde bıraktı.

İlerde edebiyat tarihçileri nasıl yazacak bi-

lemeyiz, 60’lar militan şiirinin Ataol Behra-

moğlu, Süreyya Berfe, Özkan Mert ve Metin

Demirtaş’la birlikte önde gelen birkaç şairin-

den biriydi İsmet Özel. Hatta kimi zaman akla

gelen ilk iki isimden biriydi Ataol Behramoğ-

lu ile birlikte. Onlara bir de Metin Demirtaş

katılabilir. Metin Demirtaş bu üçlü içinde, ge-

rek şiirinin kesintiye uğraması, gerek yaşadı-

ğı olaylar ve yaşadığı yerin “şiir merkezlerine”

uzaklığı nedeniyle zamanla kenarda kaldı. Ata-

ol Behramoğlu, “Büyük Türk Şiiri Antoloji-

si”nde Demirtaş için “60 sonrasının yeni, sen-

tezci toplumcu şiirinde özgün yeri olan bir şa-

irdir” diyor, (s. 701).

�ÇTENL���N �A�R� MET�N DEM�RTA�

İsmet Özel’le hiç karşılaşmadım. İnter-

netteki mankenvari fotoğraflarından yakışık-

lı bir adam olduğu belli. Ancak, bir-iki tv prog-

ramını izledim, çok kötü bir konuşmacı oldu-

ğu intibaı bıraktı bende, samimi -içten- değil-

di; sevmedim… Şiirini de sevmedim içtenlik-

li bulmadığım için. Şiirde içtenlik önemlidir. Şai-

rin aristlik mi yaptığı yoksa sahici mi olduğu çok

önemli bir özelliktir şiirde. Şairin içtenliğine

inandırabilmesidir şiiri yaşar kılan. Kendisi iç-

ten olmayanın şiiri de yapaydır.

İsmet Özel’in her siyasal yön değiştirişte

aynı şiiri farklı kavram ve sözcüklerle yazıyor

olması, kendisi hakkında da samimiyeti ko-

nusunda kuşku duymaya neden oluyor. Bir

ideolojiden tam ters bir ideolojiye bu kadar ko-

laylıkla ve keskin bir dönüşle geçenin sami-

miyetinden kuşku duymayandan da kuşku du-

yulur. Ne var ki İsmet Özel, kuşku duyulmaktan

çok daha fazlasını hak ediyor.

Madımak’ta yakılan onca aydının külünün

üzerinde secde edeni şiir de kusar, gün gelir

kendisi de kendisini kusar.

Metin Demirtaş’la birkaç kez karşılaştım.

Zaman zaman aksi, yer yer hırçın ve ayağını

bastığı yerden kaldırmayan inatçı bir şair iz-

lenimi bıraktı bende. 60’lı yılların şiirinde kal-

mış gibiydi. Olsun ama, “Bizim de dağlarımız

vardır Che Guevara” demesini bilmişti ya…

Bugün yazılmış gibi taptazedir o şiir:

“Bizim de dağlarımız vardır Che GuevaraBakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsaYorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barın-

dırmıştırYani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsaAlaçamın, mor meşenin ardına silah çatıp yat-

mağaBizim de dağlarımız vardır Che Guevara…”

Köprüden önceki son çıkışta, Che Gue-

vara’yı kaldırın o dizeden, Hugo Chavez’i ko-

yarak okuyun bir… Dönemi içinde ele alın-

dığında son derece özgün olduğu görülecek-

tir. Yalın, süsten püsten uzak, lirik… İsmet

Özel’in de 20 yılda bir ideoloji değiştirmesine

ve buna uygun şiirler yazmasına bakarak 60’lı

yıllarda yazdığı “militan” şiirde kaldığını ileri

sürüyorsak, Metin Demirtaş’ın yaşamı ve şii-

rindeki bu samimiyet tartışma götürmez irilikte

ve devrimci bir inatçılıktır.

“KANATLARIMI AÇMAKZAMANI”

Ama kim bilir belki de şiir, kimi şairler için

hayatının belirli bir döneminde olup biten bir

şeydir, örneğin Arthur Rimbaud’nun “Ce-

hennem’de Bir Mevsim”den, Ahmed Arif’in

“Hasretinden Prangalar Eskittim”den sonra

bir daha şiir yazmadıkları bir ölçü sayılabilir-

se…

“Otuz Beş Yaş”ı yeniden okurken Cahit

Sıtkı’nın yıllar önce okuduğumda hatırımda kal-

dığından çok daha umutsuz ve karamsar ol-

duğunu fark ettim. Ölüm düşüncesiyle iyice

ağırlaşmış bu denli yoğun karamsarlık salt Ca-

hit Sıtkı’nın yaşadıklarının ve kişiliğinin bir so-

nucu olamaz. II. Dünya Savaşı yıllarının sadece

Cahit Sıtkı, Rüştü Onur, Kemal Uluser, Mu-

zaffer Tayip Uslu gibi uzun bir hastalık devresi

geçiren ve yaşamdan genç yaşta ayrılanların de-

ğil dönemin birçok şairinin şiirlerine de genel

bir umutsuzluk, karamsarlık ve ölüm düşün-

cesi/korkusu olarak yansıdığını, döneme bi-

razcık yakından baktığımızda da görebiliyoruz.

“Otuz Beş Yaş”ın bu denli canlı kalabilmesi-

nin sırrı, bence, Cahit Sıtkı’nın bu ruh halini en

iyi şekilde yansıtabilmiş olmasındadır şiirine…

“Otuz Beş Yaş”ı yeniden okurken, şairin,

dikkatimizden kaçmış, buraya iki dörtlüğünü

aldığım dört başı mamur bir şiirini daha keş-

fettim: “Bahar Sarhoşluğu.”

“İlk sevgilimin gülüşüne benzer Bir Nisan havası değil mi esen? Zincirlere, kelepçelere inat, Kanatlarımı açmak zamanıdır; Allahaısmarladık kaldırımlar. 

Giyenler düşünsün dar elbiseyi; Ölçülü sözü, hesaplı adımı Ben kurtuldum kafeste kuş olmaktan; Saltanat sürer gibi uçuyorum, Erik ağacı gelin olduğu gün…”

Yine de, kitabın sonundaki, şairin adıy-

la özdeşleşmiş “Otuz Beş Yaş” şiiri, bütün şi-

irlerinin düğüm noktası Tarancı’nın…

5 A�USTOS KÖPRÜDEN ÖNCESON ÇIKI�

Bu sıralar şiir üzerine yoğunlaşmam bi-

raz da Haldun Çubukçu yüzünden… O,

“şiir yaz, şiir yaz” diye tutturunca -şiir ki, he-

men her zaman köprüden önce son çıkıştır

edebiyatta,- ben de bunu şiir kitapları üzeri-

ne yazmamı istiyor diye anladığım için Ab-

dülkadir Budak’ı ve “Okyanus Görmüş

Gemi”yi koydum sıraya. O yazının başlığını

bu yazıya aldım, yukarıda, Köprüden önce son

çıkış. Ama gelecek hafta... Bu hafta, toplumsal

gündemimizin köprüden önceki son çıkışın-

da, 5 Ağustos’ta Silivri’de Ergenekon’dan çı-

karak yazacağız şiiri.

MECİT Ü[email protected]

GÜLDEN TERAZİ

Köprüden önce son çıkış

Metin Demirta�

Cahit S�tk� Taranc�

Page 14: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını

2 A�USTOS 2013 CUMA14

Zaman Oyunu

Belgin Önal, KaynakYay�nlar�, 64 s.

“Payam, ‘Acele edip çıkmalıyım’ diye

içinden geçirirken havanın serinlemiş

olduğunu fark etti. Annesinin

ördüğü, geçen yıldan dolabın

arkasında kalmış deniz mavisi

hırkasını aldı. Hemen üstüne giydi.

Anahtarı unutmamak için ellerini

cebine soktuğunda, bir tomar kâğıt

parçasıyla karşılaştı parmakları.

Annesinin sıcaklığını oracıkta,

ellerinde hissetti. Yıllardır aradığı

hazineyi keşfetmişçesine heyecan,

özlem, merak karışımı bir

yorgunlukla çarpmaya başladı

yüreği. Koklayarak, katlanmış

kâğıtları açmaya başladı. Annesinindi

yazı. Okumaya başladı...”

Malihulya

Tayfun Pirselimo�lu, �thaki Yay�nlar�, 200 s.

Deniz Kavukçuo�lu, Can Yay�nlar�, 256 s. 

Henüz yüzüne ustura değmemiş genç

berber çırağı Haşmet bir gece

rüyasında O’nu görür ve hemen derin

bir aşka gark olur; peşinden Bağdat’a

doğru uzun bir yolculuğa çıkar. Bu

büyülü yolculuk sırasında karşısına

çıkan, hayatları tuhaf aşklarla bezeli

insanlar Haşmet’e kendi hikayelerini

anlatıp onu uyarırlar. Lakin,

Haşmet’in kalbi çoktan akıl dışı

aşkının girdabına kapılmıştır. Ne

zavallı kondüktörün anlattıkları, ne tel

cambazı Yakup’un dehşet verici

kaderi, ne aynacının korkunç hikayesi,

ne meczuplar gemisinin kaptanının ne

de gedikli yolcusunun uyarıları

Haşmet’i yolundan döndürür. 

Hüzün Adas�nda Bir Köy

Gökçeada’nın tarihi, adanın yerli

Rumlarının yaşadığı sıkıntılar,

devletin uyguladığı baskı politikaları,

Rumlara ait arazilerin istimlak

edilmesi, ailelerin dağılması, malların

yağmalanması, bir zamanlar köylüler

için bir cennet olan, onların anavatanı

olan adanın zamanla bir hüzün

adasına dönüşmesi... Kavukçuoğlu,

giriştiği bu sivil tarih çalışmasında

adalı ailelerin ve bireylerin öykülerini

anlatırken, gerçek vatanın insanın

doğup büyüdüğü yer olduğuna da

vurgu yapmış oluyor. Gökçeada’nın

gelenekleri, komşuluk ilişkileri,

yemekleri, bayramları ve ilginç

kişilikleri kitaba renk katıyor.

Gölgesi Y�ld�z Dolu:Metin Alt�ok Kitab�

Zeynep Alt�ok Akatl�, Do�an Kitap, 467 s.

2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı’nda

yitirdiğimiz şair-yazar-ressam Metin

Altıok’un kızı Zeynep Altıok

Akatlı’nın, katliamın 10. yılında

babası için hazırladığı “Gölgesi

Yıldız Dolu, Metin Altıok”un hem

şair, yazar ve ressam, hem de insan,

öğretmen, dost, baba ve eş olarak

portresini çizen bir armağan kitap.

Aradan 10 yıl daha geçti. Sivas

yarasının sarılması için bir şey

yapılmadığı gibi, hâlâ açık duran bu

yara, açık hukuksuzluklar yoluyla

daha da kanatıldı. Sivas '93’ü

unutmamak, hatırlamak, gittikçe

daha da yakıcı bir önem kazanıyor.

Do�u’nun Y�ld�z� Ali �ir Nevai

Kolay ve Pratik YüzOkuma Sanat�

Ayhan Gülda�, Bo�aziçi Yay�nlar�, 320 s.

Öyle insanlar vardır ki şahsiyetleri,

yaşantıları ve eserleriyle devirlerine

damgalarını vurmuşlardır. İşte

bunlardan biri Sultan Hüseyin

Baykara, diğeri onun veziri

diyebileceğimiz Ali Şir Nevaî’dir. Bu

tarihi roman daha çok, sultanın

“Benim mekteb arkadaşım, sohbet

arkadaşım, kader arkadaşımsın;

devletimin direğisin” dediği Ali Şir

Nevaî üzerinedir. Çünkü o hayatını

milletine, devletine adamasıyla,

birleştirici, bütünleştirici, mükemmelci

özellikleriyle, Türk diline olan

sevdasıyla, çalışkanlığı, yetenekli

devlet adamlığı ve yüksek karakteriyle

dünden bugüne örnek bir insandır.

Richard Webster, Remzi Kitabevi,Çev: Leyla Özcengiz, 247 s.

Bir insanın yüzüne bakınca ara sıra

yanılsanız da, genelde onun mutlu mu

mutsuz mu, kararlı mı kararsız mı,

anlattıklarınıza ilgili mi ilgisiz mi

olduğunu hemen anlamanız mümkün.

Bu kitabı bitirdiğinizde karşınızdaki

insanları daha iyi tanıyacak, daha iyi

yorumlayacaksınız; onların kişiliklerini

yüzlerinden okuyabilecek, onlarla

ilişkilerinizin daha sorunsuz ve kolay

yürüdüğünü göreceksiniz.

Karşınızdaki kişinin size yalan söyleyip

söylemediğini saptayacak ve içinde

bulunduğunuz durumu ona göre

değerlendireceksiniz. Aynı şekilde

kendinizi de daha iyi tanıyacak ve

olumsuz tavırlarınızı değiştireceksiniz.

Direni�i Dü�ünmek

Kolektif, MonoKL, 304 s.

Eşsiz bir olayın ismi yayılıyor her yere

ve düşünce olayın sözünü

sahipleniyor. Düşünce Gezi’den yeni

ufuklara açılıyor: “Filozofların Özel

Katılımıyla Direnişi Düşünmek, 2013

Taksim Gezi Olayları”.

“Gezi’deki insan nedir, kimdir?

Şimdilik kesin olan tek bir şey var: Bu

insan, bu madde, bu ruh neo-liberal

kapitalizmin dünyasındaki insan,

madde, ruh değil. O halde

çekinmeden söylenmeli: şimdi bizim

görevimiz gelmekte olan bu insana, bu

maddeye, bu ruha yer açmak. Onların

birlikte vuku buluşunu/yer alışını

düşünmek ve gerçekleştirmek. Yeni

bir özgürlük rotası, yeni bir demokrasi

haritası çizmek…” Volkan Çelebi

Yönetmen ve Sahne

Edward Braun, Dost KitabeviYay�nlar�, Çev: B. Sina �ener, 246 s.

Bu kitabın çıkış noktası, tiyatroda

yönetmenin XIX. yüzyılın sonlarında

nasıl ortaya çıktığını ve takip eden

süreçte bir oyunu sahnelemeyi

mümkün kılan uygulamalar bütünü

içinde nasıl temel bir figür haline

geldiğini göstermektir.

Natüralizm, sembolizm ve grotesk

arasında biçimlenmeye başlayan temel

ayrım ve etkileri merkezine alan

çalışma, XIX. yüzyılın son

çeyreğinden itibaren teatral yaratma

edimine damgasını vurmuş birçok

başat figür üzerinden yol alıyor.

Reinhardt, Craig, Meyerhold,

Piscator, Brecht, Artaud, Grotowski

ve diğerleri.

Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Page 15: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını
Page 16: GEÇEN KITAP Aydınlık ULAŞTIK - aydinlikgazete.comokuyorum mesela ve onların cesaretleri kar-şısında şaşkına dönüyorum. Sevgi Soysal’ın “Yürümek” gibi bir romanını