gelecek halk gazetesi sayı 31

24
b u ga zete n i n a l t ı n d a b i r f i k i r va r Sayı 31 | 15 Aralık 2012 | 1.50 TL halk gazetesi bu gazete erdal erenlerin gazetesi SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan: >> 12 SAYIŞTAY RAPORLARI SÜMEN ALTI! AKP önce Sayıştay yönet- meliğini değiştirip savun- ma, güvenlik ve istihbarat harcamalarını “devlet sırrı” yaptı. Şimdi ise 2013 bütçe görüşmeleri öncesinde açıklanması gereken Sa- yıştay ra- porlarını gizliyor. Devlet harca- maları şirket- lerin, patron- ların değil, bizlerin cebin- den çıkıyor. Türkiye’de ku- rumlar ve servet vergisi ile ücretliden kesilen vergi arasında dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan, hiçbir akla ve vicdana sığmayan bir adaletsizlik olduğu bili- niyor. Vergide aslan payını milyonlarca ücretli veriyor ama vergilerin ne için ve nereye harcandığını bilmi- yor. Devlet harcamalarını Sayış- tay denetliyor. AKP hükü- metinin meclisteki çoğun- luğuna dayanarak Sayıştay raporlarının yayınlanması- nı engellemesi, devlet har- camalarını gizlemesi anla- mına geliyor. Soru basit: Halktan aldığı- nız parayı halk için harcı- yorsanız, hukuksuzluk, yol- suzluk yapmıyorsanız, eşe dosta dağıtmıyorsanız, gizli askeri faaliyetlere aktarmı- yorsanız harcamaları niye gizleyesiniz? >> 4 BIRLIĞIN, ENTERNASYONALIZMIN, DEVRIMIN VE SOSYALIZMIN PARTISI SOSYALIST DEMOKRASI PARTISI 9 ARALIK PAZAR GÜNÜ 5. KONGRESINI GERÇEKLEŞTIRDI. 2002 YILINDA KURULAN SOSYALIST DEMOKRASI PARTISI’NIN ONUNCU YILINA DENK GELEN 5.KONGRESINDE YENI DÖNEMIN HEDEFLERI BELIRLENIRKEN GERIDE BIRAKILAN ON YILINDA MUHASEBESI YAPILDI. SDP GENEL BAŞKANI RIDVAN TURAN ILE SDP’NIN ON YILI, 5.KONGREDE ÖNE ÇIKANLAR, SDP’NIN YENI DÖNEM HEDEFLERI VE OLASI POLITIK GELIŞMELER ÜZERINE KONUŞTUK. Hükümet devlet harcamalarını halktan gizliyor “BIZIM IŞIMIZ YUNANISTAN SOKAKLARINA METHIYE DIZMEK DEĞIL, BURAYI YUNANISTAN SOKAKLARI HALINE ÇEVIRMEK OLMALI.” 10 OCAK’TAN ITIBAREN HAFTALIK ÇIKIYOR!

Upload: gazetegelecek

Post on 16-Apr-2015

115 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

15 Aralık 2012

TRANSCRIPT

Page 1: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

b u g a z e t e n i n a l t ı n d a b i r f i k i r v a r

Sayı 31 | 15 Aralık 2012 | 1.50 TL halk gazetesi

bu gazete erdal erenlerin

gazetesi

SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan:

>> 12

SAYIŞTAY RAPORLARI SÜMEN ALTI!

AKP önce Sayıştay yönet-meliğini değiştirip savun-ma, güvenlik ve istihbarat harcamalarını “devlet sırrı” yaptı. Şimdi ise 2013 bütçe görüşmeleri öncesinde

açıklanması gereken Sa-yıştay ra-p o r l a r ı n ı

gizliyor.

Devlet harca-maları şirket-

lerin, patron-ların değil, bizlerin cebin-den çıkıyor.

Türkiye’de ku-rumlar ve servet vergisi ile ücretliden kesilen vergi arasında dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan, hiçbir akla ve vicdana sığmayan

bir adaletsizlik olduğu bili-niyor. Vergide aslan payını milyonlarca ücretli veriyor ama vergilerin ne için ve nereye harcandığını bilmi-yor.

Devlet harcamalarını Sayış-tay denetliyor. AKP hükü-metinin meclisteki çoğun-luğuna dayanarak Sayıştay raporlarının yayınlanması-nı engellemesi, devlet har-camalarını gizlemesi anla-mına geliyor.

Soru basit: Halktan aldığı-nız parayı halk için harcı-yorsanız, hukuksuzluk, yol-suzluk yapmıyorsanız, eşe dosta dağıtmıyorsanız, gizli askeri faaliyetlere aktarmı-yorsanız harcamaları niye gizleyesiniz? >> 4

BIRLIĞIN, ENTERNASYONALIZMIN, DEVRIMIN VE SOSYALIZMIN PARTISI SOSYALIST DEMOKRASI PARTISI 9 ARALIK PAZAR GÜNÜ 5. KONGRESINI GERÇEKLEŞTIRDI. 2002 YILINDA KURULAN SOSYALIST DEMOKRASI PARTISI’NIN ONUNCU YILINA DENK GELEN 5.KONGRESINDE YENI DÖNEMIN HEDEFLERI BELIRLENIRKEN GERIDE BIRAKILAN ON YILINDA MUHASEBESI YAPILDI.SDP GENEL BAŞKANIRIDVAN TURAN ILE SDP’NIN ON YILI, 5.KONGREDE ÖNE ÇIKANLAR, SDP’NIN YENI DÖNEM HEDEFLERI VE OLASI POLITIK GELIŞMELER ÜZERINE KONUŞTUK.

Hükümet devlet harcamalarını halktan gizliyor

“BIZIM IŞIMIZ YUNANISTAN

SOKAKLARINA METHIYE DIZMEK

DEĞIL, BURAYI YUNANISTAN

SOKAKLARI HALINE ÇEVIRMEK OLMALI.”

10 OCAK’TAN ITIBAREN HAFTALIK ÇIKIYOR!

Page 2: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 2 | 15 aralık 2012 | gelecekkadın

Nurşen Yıldırı[email protected]

günebakan

Her Kadının Eşit Derecede Şiddet Görme Olasılığı Vardır!

Kadına yönelik şiddetin yaşı, dini, ulusu, eğitim düzeyi, toplumsal konumu, siyasi görüşü olma-dığını bir kez daha gördük. Türkiye Büyük Millet Meclisi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda kadın hakları için çalışan, hem de iktidar partisin-den bir kadın milletvekili -Fatma Kotan- kocasın-dan şiddet gördüğünü beyan ederek mahkemeye başvurdu.

Diğer kadınlardan daha şanslıydı ki hemen bo-şandı ve kendisine koruma verildi. Koruma veril-meseydi belki Konya’da ailesinin yanına sığınan Gülşah öğretmen gibi o da en yakınındaki erkek tarafından öldürülebilirdi. Onun arkasında duran, başka kadın milletvekilleri, bakanlar vardı. Gülşah öğretmen gibi, en büyük mülki amirlerden “Böy-le abuk sabuk insanlarla arkadaşlık yapan kızları-mızda da hata var. Yanında biber gazı taşı. En kötü ihtimalle ölürsün. Ölümden kaçış yok,” denilmedi ona.

Yıllar önce eğitimli, mevki sahibi kadınların koca-larından ya da yakınlarındaki erkeklerden şiddet görme olasılıklarının çok az olduğu belirtilirdi (ki hala böyle düşünenler var) ve şiddete maruz kalan kadınların kırsal kesimde yaşayan, para getiren bir işte çalışmayan, zorla ve küçük yaşta evlendi-rilen kadınlar olduğu fikri kabul görüyordu. Ama yapılan araştırmalar gösterdi ki aslında eğitimli kadınlar arasında şiddet çok çeşitli ve yoğun ya-şanmasına rağmen açıklanma olasılığının düşük-lüğü nedeniyle görünür değildi. Çünkü bu kadın-lar mevkilerini, işlerini ve toplumsal statülerini kaybetmemek ve “sen güçlü kadınsın, nasıl şiddet görürsün vb” sözlerini duymamak için gördükleri şiddeti açıklamıyorlar ve kapalı kapılar arasında yaşamaya devam ediyorlar.

İşte bu yüzden bir milletvekilinin susmaması ve bunu açıklaması öncelikli olarak “şiddet karşı-sında susması öğretilmiş kadınlara” güç verebilir. Önce kapılı kapılar arasındaki çığlıkların sokakla-ra taşması, mahkemelere taşınması gerekiyor. Ger-çi bu konuda sonuçlar hiç açıcı değil.

Bianet’in erkek şiddeti çetelesine göre, 2012’nin ilk 11 ayında kendilerine şiddet uygulayan kişiler hakkında uzaklaştırma kararı çıkarmalarına rağ-men en az yedi kadın öldürülmüş, 10 kadın ağır yaralanmış. Onlarca kadın şikayetleri işleme alın-madığı ya da çıkardıkları tedbir kararları yenilen-mediği için öldürülmüş. Uzaklaştırma kararının çoğu zaman caydırıcı olmadığı, devlet kurumları-nın ve özellikle mülki amirlerin 6284 nolu Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un içeriğinden habersiz olduğu ve şid-det gördüğü için karakollara başvuran kadınların genellikle polislerin duyarsızlığı nedeniyle kötü bir muameleyle karşılaştığı da çıkan sonuçlar ara-sında.

Kadınları karakollardan geriye döndürmeyecek görevliler, vaaz değil can güvenliğini sağlama yö-nünde tedbirler alan mülki amirler, kadınlara şid-det uygulayan erkeklerin tutuklanması kararını veren hakimler olmadığı müddetçe Türkiye’nin en korunaklı ve güvenli yerine bile yüzü gözü mos-mor bir halde gelen kadınların tabutlarını taşıya-cağımız günler yakındır.

Erkeklerin “Sevgisi” bir kadını daha öldürdü:

Van’ın merkezinde Namık Kemal İlkokulu’nda sınıf öğretmeni ola-rak çalışan, hayatının baharında, 27 yaşında genç bir kadındı Gül-şah Öğretmen. Ayrılmak istediği eski erkek arkadaşı Hakan Başar tarafından geçtiğimiz hafta ta-bancayla öldürüldü. Gülşah Öğ-retmen öldürüleceğini biliyordu. Yalnızca O değil, mahkemeler, emniyet görevlileri, vali dahi göz göre göre gelen bu cinayetten ha-berdardı. Gülşah Aktürk öldü-rülmeden önce can güvenliğinin olmadığı gerekçesiyle eski erkek arkadaşı Hakan Başar’dan şika-yetçi olmuş, mahkemeden ko-ruma talep etmiş, valilikle dahi görüşmüştü.

Gülşah Öğretmen’i öldüren ci-nayetin faili yalnız başına Hakan Başar değil elbette. Tıpkı diğer pek çok kadın cinayetinde gördü-ğümüz gibi Gülşah Öğretmen’in yaşamını korumakla yükümlü olan, bunun için önlem alması gereken tüm devlet kurumları, sorumlu kişiler bu cinayetin de faili olmuştur.

Gülşah Öğretmen’in aldığı teh-ditler üzerine ve can güvenliği-nin korunması talebiyle mah-kemeye verdiği dilekçede dile getirdikleri, ölümünden kimle-rin sorumlu olduğunun açık bir göstergesiydi:

“Hakan Başar’la 2012 Şubat ayından bu yana duygusal bir arkadaşlığımız vardı. Bana ev-lenme teklifinde bulundu. Zaman zaman ’benimle evlenmezsen seni

vururum, öldürürüm’ gibi teh-ditlerle beni baskı altına almaya çalıştı. Ölümle tehdit ve hırsızlık gibi olaylara muhatap kaldığım-dan ve bunların bir güvenlik so-runu olmasından ötürü, annem, babam ve ben bu durumu ildeki güvenliği sağlamakla mükellef en büyük mülki amir olan Van Va-lisi ile görüşmek istedik. Kendi-sinden görüşme talep ettik, Vali bizimle bizzat görüşmeyip bizi milli eğitimden sorumlu valiye yönlendirdi.

Milli eğitimden sorumlu Vali Za-fer Coşkun, bizi görüşmeye aldı. Durumu anlattık, hayatımın tehlikede olduğunu söyledik, o da bana, ‘en kötü ihtimal öle-ceğimi, ölümün hak olduğunu, kaçış olmadığını, hiç olmadı istifa edebileceğimi, yanımda biber gazı ile gezmem gerektiği gibi’ hiç de duyarlı olmayan, bizi daha da demoralize eden tavsiye-lerde bulundu. Hatta ‘böyle abuk

sabuk insanlarla arkadaş olan kızlarımızda hata’ diyerek kıs-men beni suçladı ve bizi gönderdi.

… güvenliğim sağlanamaz, görev yerim ailemin yanına sevk edil-mezse ve başıma gelecek en ufak olaydan sorumlu olarak Van Valisi, milli eğitimden sorumlu Vali Yardımcı Zafer Coşkun, Van Milli Eğitim Müdürlüğü’nü sorumlu tutup bu kişi ve kurum-lar hakkında suç duyurusunda bulunacağımı, ölümüm halinde bu kurum ve şahıslara ailem ta-rafından maddi manevi tazminat davası açılmasını da belirtmek is-tiyorum.”

Görüldüğü gibi bir kadının daha, Gülşah Öğretmen’in de ölümüne sebep olan, cinayetin koşullarını yaratan devlet kurumları olmuş-tur. Bir kadın cinayeti daha göz göre göre yaşanmıştır. Gülşah Öğretmen’in öleceğini haber veren haykırışları duymazdan gelinmiş, şikayetçi olduğu mah-kemeler, koruma talep ettiği emniyet kurumları, O’nu adeta adım adım ölüme yollamıştır. Vali Zafer Coşkun’un sözleri ise üzerine konuşmaya dahi gerek duyulmayacak kadar insanlık dı-şıdır. Vali’nin “en fazla ölürsün” dediği, esas hatayı kendilerinde bulduğu “kızlarımız” erkekle-rin “sevgisi” yüzünden kadın cinayetine kurban gidiyor. Gül-şah Öğretmen’in çalıştığı kent Van’da, kayıtlara geçen, tıpkı Gülşah Öğretmen gibi devletten talep ettikleri halde koruma altı-na alınmayan üç öğretmen daha bulunuyor.

Şimdi soralım tüm bunların ardından, “Gülşah Öğretmen’in yitip giden ömrünün hesabını kim verecek?”

Gülşah Öğretmen’in Hesabını Kim Verecek?

Page 3: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 3 | 15 aralık 2012 | gelecek güncel

Başbakan’ın ecdat üzerine yaptığı güzellemeler, ak-lıma Konfüçyüs’un o meşhur sözünü getiriyor. “Biri size atalardan ve tanrılardan bahsediyorsa ya canınızı ya da paranızı istiyordur,” diyor üstat. Bizimkinin sü-rekli ecdattan ve tanrıdan bahsediyor olması sanırım hem canımızı hem de paramızı istediğinin kanıtı olsa gerek. Aslında siyasal çizgisi de bu saptamayı doğru-luyor.

Ancak atalardan sıklıkla bahsedenler atalarının kim olduklarını, nasıl yaşadıklarını ne kadar biliyorlardır sizce. Ben söyleyeyim: pek, hatta hiç bilmiyorlar.

Başbakan ve şürekâsı zihinlerinde yarattıkları bir ecdat kavramına sıkı sıkı sarılıyorlar. Aslında ecdat, onlar için tarihsel bir kimlik olmaktan çok bugünkü politik ihtiyaçları doğrultusunda yardımlarına baş-vurdukları bir masal kahramanıdır. Zaten tarihin de muazzam bir spekülasyon alanı olduğunu düşünür-sek atış serbesttir genellikle. Tarih alanı bilimin ye-rine her türlü ideolojinin ikame edildiği bir alan ne yazık ki. Bizim başbakan da atıp duruyor bu mevzu üzerine.

Başbakan’ın tarih diye yutturmaya çalıştığı şey mito-

lojinin ta kendisidir.

Aslında muhafazakâr kesimlerin pek çoğunda ege-men yaklaşım budur.

Onların ıskaladıkları şey toplumların evrimidir. Bu evrimi bütün kültürel, inançsal, davranışsal özellik-leriyle birlikte yaşarlar. O ana göre değer yargıları oluştururlar, toplumsal ilişki biçimleri kurarlar. Ve bu nedenle dün, salt bugünün geçmişi olarak görülemez. Ya da bugünün değer yargıları üzerinden devamla dün tastamam tasarlanamaz. Eğer öyle olsa idi dünü araştıran pek çok bilimsel disipline gerek olmazdı.

Bugünün değer sistemiyle, feodalizmde soyluların ticaretle ilgilenmesinin iğrenç bir şey olması ve soy-luluğu kaybetme nedeni olması nasıl anlaşılabilir. Anlaşılamaz; o zamanın değer yargıları ancak o anki toplumsal durumla üretim ilişkileri vb ile anlaşılabi-lir.

Belli ki bizim “malumatfuruş” başbakan bu konuda malumat sahibi değil; hatta belli ki danışmanları da değil. Ben onun yerinde olsam daha temkinli konu-şurdum.

Mevzu bu olunca aklıma bir olay geldi, nakledeyim:

Yıllar önce Bursa’da bir türbenin yanında şarap içen bir genç, milliyetçi muhafazakar bir gurubun saldı-rısına uğrayıp linç edilmişti. Gerekçe mübarek bir şahsa, ecdada yapılan saygısızlıktı. O mübarek şahıs Geyikli Baba adıyla bilinen bir akıncı beyi Alevi Türk-men bir şahıstı. Osmanlı’ya daha kuruluş dönemin-de hizmet etmiş, “Kızıl Kilise” adıyla anılan şu anki

Sivrihisar’ın fethinde Orhangazi’yle birlikte savaşmış bir kişiydi Geyikli Baba. Fetih sonrasında da Orhan Gazi Geyikli Baba’yı ödüllendirmek için bir hediye yolladı. Hediye nedir biliyor musunuz? 2 deve yükü şarap ve rakı, hem de müritleriyle birlikte içsin diye!

Hadi kendisi Alevi Türkmen. Ya koskoca Orhangazi’ye ayıp olmuyor mu?

Şimdi hangisi Başbakan’ın ecdadı oluyor, Geyikli Baba mı, Orhangazi mi, yoksa hiçbiri mi?

Yazının kısalığı içinde daha çok örnek vermek zor. Ama ben söyleyeyim: ecdatlarının yaşamında Erdoğan’ı ve onun gibileri şoke edecek o kadar çok şey var ki!

Kaldı ki tek bir “ecdat” örneği yok, her dönemin ken-dine özgü ilişkileri var.

Ne Orhangazi zamanındaki değer sistemi Fatih za-manındakiyle aynıdır ne de Kanuni dönemindekiyle ya da sonrasındakiyle.

Bu süreçler en paylaşımcı komünal ilişkileri de içinde taşır, tek kişi iktidarını da, Roma imparatoru olmak adına Hıristiyanlığa meyletmeyi de, çok farklı cinsel tercihleri de, meşk alemlerini de, tüm kardeşlerin boğdurulmasını da ve daha başkalarını da.

Ve bunların hiçbiri şu anki ahlaki değerlerden kal-kılarak yargılanamaz. Devir farklıdır, davranışlar da farklı olmuştur.

Ancak benim merakım şudur: Başbakan’ın ecdadı hangisidir?

pertavsız

Başbakanın ecdadıRıdvan [email protected]

Sokakta, Karakolda, Hastanede İşkenceye Yüzde Yüz Tolerans14 Haziran 2007’de Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişikle birlikte işken-ce, kötü muamele ve ölüm sayısında artışlar da baş-ladı. Başbakan’ın ‘ben polisimi kimseye ezdirmem’ sözü polislerin hafızalarında öyle bir yer edinmiş ki karakolda, sokakta, hastanede her an işkenceye ma-ruz kalabilirsiniz. Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanu-nu polise vur yetkisi veriyor. İzmir’de Baran Tursun, Antalya’da Çağdaş Gemik, Ankara’da Soner Çankal, Yalova’da Çağan Birben polis şiddeti sonucu ölen in-sanlardan yalnızca birkaçı. 2007 yılından beri polis kurşunuyla ölen insan sayısı 100’ü aşmışken, polis şiddetine maruz kalan insan sayısı ise bilinmiyor. Sadece basına yansıyan işkence haberlerini bilebili-yoruz.

Polisin şiddetine maruz kalanlardan biri de Batmanlı Karataş ailesi. Karataş ailesi haberlere polise dayak atan aile olarak servis edilmişti. Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde iki polisi nasıl dövdüklerini izlemiştik. Halka, mağdur polisle-rin görüntüleri izlettirilirken, aynı polislerin işken-ce görüntüleri kamuoyundan gizlendi. Hastanedeki dayak görüntülerinin öncesi ve sonrası ise gazeteci İsmail Saymaz tarafından ortaya çıkarıldı. Polise has-tanede dayak olayının bir saat öncesi ve bir gün son-rasını gösteren kamera görüntüleri polisin bir aileyi işkence tezgâhından geçirişini anlatıyor.

İşkence Evin Önünde Başladı

Servet ve Kemal Karataş kardeşler 4 Ağustos 2012 ak-şamında Yenibosna’daki evlerine gidiyorlardı. Evleri-ne yakın bir yerde dört polis tarafından “uyuşturucu kullandıkları” ihbarı üzerine durduruldular. Üzerle-rini arayan polislerin pantolonunu indirmesine iti-

raz eden Servet Karataş yere yatırılıp elleri arkadan kelepçelendi. Polis arabasına bindirilen kardeşler 75. Yıl Polis Merkezi’ne götürülene kadar dövüldüler. Karakolda da yumruk ve coplarla dayak devam etti.

İşkence Sever Polisler

Polislerin İşkence yapmaktan zevk aldıkları, işkence-yi şova dönüştürdükleri kamera kayıtlarından anla-şılıyor. Avukat görüşme odasında Servet Karataş’a iş-kence yapan polislerden birinin yumruk attığı elinin acıdığını ima edercesine sallaması işkencenin görsel şova da dönüştüğünü gösteriyor.

Dayaktan bitkin düşen Kemal’in fenalaşması üzerine menenjit hastası olduğunu öğrenen polisler 112’yi çağırdı. Sağlık ekibinin hastanede tedavi etmek zo-runda olduklarını söylemeleri üzerine hastaneye gö-türülen Karataş kardeşler ambulansta da dövüldü.

Servet Karataş’ın bir ara fırsatını bulup ailesinden

yardım istemesi üzerine aile önce karakola sonra da hastaneye koştu. “Hastanede polise dayak haberi” görüntüleri de ailenin hastanede kardeşlerinin halini gördükten sonra yaşadıklarını gösteriyor. Hastaneye gelen ağabeyler Sedat, Cengiz ve Diyaettin “Hasta-neyi mi basmaya geldiniz” diyen polislerle kavga etti. Anne Sakine Karataş’ın polisler tarafından tekme-lenmesi ve yere atılması ise olayları büyüttü. Diya-ettin Karataş gözüne gelen cop darbesinden dolayı % 50 görme kaybına, Cengiz de duyma kaybına uğradı.

Tüm aileye dava açıldı. Polise dayak atmaktan üç kardeşe, mukavemet etmekten ise iki kardeşe dava açıldı. Polislere ise sadece göstermelik soruşturma açıldı, dava açılmadı. Huzuru kalmayan, işinden olan aile fertleri Batman’a geri dönecekler. Anne Sakine Karataş’ın söylediği şu sözler işkence yapan polislerin ne olduğunu anlatıyor, “Her yerde erkek vardır ama bu kadar zalimlik yoktur, gideceğiz.”

Page 4: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 4 | 15 aralık 2012 | gelecek

Bütçe Görüşülmeye Başlandı

10 Aralık Pazartesi günü TBMM Genel Kurulu’nda 2012 yılı bütçe raporlarının ve 2013 yılı bütçesinin nasıl oluşturulacağının görüşmelerine başlandı. Büt-çe görüşmelerinde ilk sözü Maliye Bakanı Mehmet Şimşek aldı. Zamlara güncelleme diyerek halkı aldat-ma yöntemlerinde yeni bir çığır açarak tarihe geçen Maliye Bakanı bütçe üzerine Genel Kurula bir sunuş yaptı. Maliye Bakanı’nın sunuşunun ardından sıra-sıyla BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu söz aldı. Muhalefet partilerinin başkanlarının konuşmalarının ardından kürsüye çı-kan Başbakan Tayyip Erdoğan eleştirileri cevapladı.

Şimşek Bütçeyi Anlattı!

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2011 yılı bütçe gider-lerinin 314,6 milyar lira, bütçe gelirlerinin 296,8 mil-yar lira, bütçe açığının 17,8 milyar lira, faiz dışı fazla-nın ise 24,4 milyar lira olarak gerçekleştiğini belirtti. Şimşek, yaptığı sunuşta 2013 yılı için bütçe giderle-rinin 404 milyar lira, bütçe gelirlerinin 370,1 milyar lira, bütçe açığının 34 milyar lira olacağını tahmin ettiklerini ifade etti.

Gültan Kışanak: “AKP’nin 2013 Bütçesi Savaş Bütçesidir”

Maliye Bakanı’nın konuşmasının ardından kürsüye çıkan BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak AKP’nin dış politikasının çöktüğünü, AKP eliyle Türkiye’nin bölgede savaşın içine çekildiğini ve 2013 yılı bütçesi-nin de savaş hazırlığının göstergesi olduğunu belirte-rek ‘AKP’nin 2013 bütçesi savaş bütçesidir’ dedi. Ko-nuşmasında Kürt halkı ve BDP üzerindeki baskılara da değinen Gültan Kışanak önce KCK operasyonları sırasında çekilen aralarında BDP’li yöneticilerin ve belediye başkanlarının da olduğu kelepçeli tek sıra halindeki fotoğrafı göstererek ‘Bu fotoğraf Türkiye’de demokratik siyasete vurulan kelepçedir’ dedi. Ardın-dan Roboski katliamının fotoğrafını göstererek ‘“Bu Türkiye savaş uçaklarıyla katledilen 34 Kürt köylüsü-nün fotoğrafıdır. Bu AKP’nin kaybettiğinin fotoğra-fıdır” dedi.

Bütçede En Büyük Pay Yine Savaşa

Bu yılda her yıl olduğu gibi bütçede en büyük pay sa-vunma harcamalarına ayrılmış durumda. Savunma harcamaları demek savaş yatırımı demek. Bu yıl 2013 bütçesinde savunma adı altında savaş için ayrılan bütçe rakamları şöyle:

Emniyet Genel Müdürlüğü: 14 milyar 777 milyon lira. Jandarma Genel Komutanlığı: 5 milyar 843 mil-yon lira. MİT Müsteşarlığı: 995 milyon lira (Önceki döneme oranla yüzde 32’i artırıldı.) Sahil Güvenlik Komutanlığı: 432 milyon lira. Milli Savunma Bakan-lığı: 20 milyar 359 milyon liraya çıkarıldı. (2012’de 18 milyar 229 milyon liraydı.)

Bütçede en büyük paylardan biri de Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılmış durumda. Diyanet için 2013

yılında ayrılan bütçe 4 milyar 604 milyon TL. Bu, yüzde 18,3’le rekor anlamına geliyor. Diyanet İşleri Bakanlığı’nın 2012 yılı bütçesi de 2011 yılına göre yüzde 22,4 oranında arttırılarak 3 milyar 891 milyon 166 bin TL’ye çıkarılmıştı. Diyanete ayrılan bütçe Sağ-lık Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Bilim Sanayi ve Tek-noloji Bakanlığı gibi bakanlıkların da aralarında yer aldığı 11 bakanlığın bütçesinden daha fazla bir paya sahip. Bu rakamlara örtülü ödenekten savaşa ve di-yanete harcanması muhtemel harcamalar dahil değil tabii ki. Örtülü ödenekten de bu kurumlara akacak parayı da düşünürsek 2013 yılı bütçesinden devasa bir payın savaşa ve diyanete aktarılacağını görüyoruz.

2013 yılı bütçesinin halkımıza nasıl bir gelecek sunacağını kısaca yorumlamaya çalışırsak sanırız ortaya şöyle bir tablo

çıkıyor:

1- Ücretli çalışanlardan toplanan dolaylı dolaysız ver-gi gelirleriyle finanse edilen 2013 bütçesinin cüssesi-ni veren yüzde 50 oranında artan ‘savunma-güvenlik harcamaları’ ve yüzde 18.3 artan Diyanet bütçesi

2- Çehresi ‘militerleşen’ bütçe siyasi bir metin olarak bize ‘güvenlikçi otoriter’ devlet pratiğinin daha da artacağını ve sosyal devlet olma ideasından boşalan yeri ‘Sünni devlet hizmetiyle’ dolduracağını söylüyor.

3- Bütçede devletin topluma karşı yükümlü olduğu eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetle-rin ‘ticarileşme’ süreci tamamlandığından bütçedeki payları ‘personel harcamaları ve özel sektöre teşvikte’ yoğunlaşmış.

4- 2013 bütçesi ücretli, bordrolu, emekli, işçi ve dar gelirli kesimlerin toplam vergi gelirleri içindeki yüz-de 80 payını geçecek biçimde planlanmış.

Asgari Ücrete Ek Kırıntı

Mecliste bütçe görüşmeleri sürerken toplanan Asga-ri Ücret Tespit Komisyonu asgari ücret artışını 2013 yılı için %3+3 olarak öneriyor. Savaşa ve diyanete de-vasa yatırımlar yapılırken, insanı ilgilendiren sağlık, eğitim ve bilim gibi alanlara bütçede çok sınırlı pay ayrılırken ülkenin yarısının yaşam standardını belir-leyen asgari ücret için önerilen artış kırıntıdan başka bir şey değil.

Sayıştay Raporları Sümen Altı

Devlet harcamalarını halktan gizliyor. AKP önce Sa-yıştay yönetmeliğini değiştirip MİT ve MGK dâhil savunma, güvenlik ve istihbarata ilişkin tüm devlet kurumlarının mal ve harcamalarını “devlet sırrı” ha-line getirdi. Şimdi ise tarihte bir ilke imza atarak 2013 bütçe görüşmeleri öncesinde açıklanması gereken Sayıştay raporlarını meclisten, dolayısıyla halktan gizliyor. Alınterimizden, çocuğumuzun rızkından, soframızdaki ekmekten kesilerek alınan vergilerin ne için ve nereye harcandığını artık bilmiyoruz. Dev-letin harcamalarını kamu adına denetleyen kurum Sayıştay’dır. AKP hükümeti meclisteki çoğunluğuna dayanarak bütçe görüşmelerinde Sayıştay raporları-nın yayınlanmasını engelledi, yani devlet harcama-larını nerelere nasıl yapıldığını denetleyen raporları gizledi. Soru gayet basit: Devlet halktan aldığı parayı halk için harcıyorsa harcamayı niye gizlesin? Hu-kuksuzluk yapmıyorsanız, yolsuzluk yapmıyorsanız, halkın parasını eşe dosta dağıtmıyorsanız harcamayı niye gizleyesiniz? Devletin parasını çetelere, komşu ülkelerde yürüttüğünüz gizli askeri faaliyetlere, kir-li işlerinize, kirli ihalelerinize peşkeş çekmiyorsanız harcamaları niye gizleyesiniz?

Savaşa ve Diyanete Aslan Payı Asgari Ücrete Kırıntı

güncel

%3+3 zam önerilen asgari ücretliler 2013 yılı ‘bütçesini yamayacak’ yeni zam furyalarına nasıl katlanacak

Asgari Ücretlinin Alım Gücü Sürekli Düşüyor!Asgari ücret doğalgaz karşısında alım gücünü yüzde 12,7 düzeyinde kaybederken, odunda bu oran yüzde 7,9, kömürde yüzde 3.13 seviyesinde. Elektriğe gelen son zamlarla birlikte, asgari ücret-li elektrik ücreti karşısında alım gücünü yüzde 7, su karşısında yüzde 5,6 kaybetti. Ulaşım zamları da asgari ücretliyi zorladı. Asgari ücret tren ula-şımında alım gücünü yüzde 12 oranında kaybetti. Buna göre tren banliyö ücretleri bir yılda yüzde 28 artışla 1,8 TL’den 2,3 TL’ye çıkarken, asgari üc-ret ile yapılacak sefer sayısı 364’ten 321’e geriledi. Şehir hatları vapurlarında alım gücü kaybı yüzde 5.27, metroda yüzde 3,1 oldu.

Page 5: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 5 | 15 aralık 2012 | gelecek güncel

hasbihal

Kürecik’e radar, Maraş’a patriotSerap Güneş

[email protected]

Almanya Devlet Bakanı Michael Link’in yaptığı açıklamaya göre, Almanya’nın Türkiye’ye göndereceği patriot hava savunma sistemleri “muhtemelen” Kahramanmaraş yakınlarına konuş-landırılacak. Alman parlamentosunun koyduğu şartlara göre, sistem Suriye hava sahasını uçuşa kapatmayacak şekilde sınır-dan makul bir uzaklıkta ve “sivilleri koruma esaslı” bir yere ko-numlandırılacaktı. Kahramanmaraş’ın seçilmesiyle bu şartların karşılandığı öne sürülüyor.Bu açıklamalar, kamuoyunda patriotlara meşruiyet kazandırma-nın yanı sıra, bir başka amaca daha hizmet ediyor. Son bir hafta içinde yaşanan gelişmeler, yer seçiminde “sivilleri korumak” vb. hassasiyetlerin değil, büyük oyuncular arasındaki pazarlıkların etkili olduğunu gösteriyor.Geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmesi, Putin’in Ekim ortasın-da yapılması planlanan ancak ertelenen ziyaretinin gerçekleş-mesiydi. Hatırlanacağı üzere bu erteleme sonrası uçak krizi ya-şanmış ve Türkiye ile Rusya karşılıklı olarak gerilmişti. Putin’in nihayet gerçekleşen ziyaretinde buzların gerçek anlamda eridiği propagandası yapıldı.Almanya’nın patriot açıklaması ile aynı gün, Rusya’dan da Suriye konusunda bir açıklama geldi. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Bogdanov, “Muhalifler kazanabilir, rejim kontrolü kaybediyor,” dedi. Bu iki açıklamanın aynı gün gerçekleşmesi tesadüf müdür bilinmez. Ancak patriotların “uçuşa yasak bölge oluşturulması ile hiçbir ilgisi olmadığının” altının özellikle çizilmesinin, siville-rin güvenliğini değil Rusya’nın hassasiyetlerini hedeflediği kesin.Rusya ile buzların erimesini, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılı-ğıyla açıklayanlar var. AKP, İran’la altın karşılığı enerji anlaşma-sına ABD’nin yaktığı kırmızı ışıktan sonra ülkeyi muhtemel bir enerji krizinin beklediği bu kış aylarında ecel terleri döküyordu. Putin’in ziyaretinde enerji alanında anlaşmalar yapıldığı belir-tiliyor.Enerji kartını iyi oynayan Rusya’nın Suriye açıklamasının bir tutum değişikliğinden ziyade gerçekliğin kabulü olduğu söyle-nebilir çünkü Rusya, Suriye’de “dış müdahaleye ret” şeklindeki kırmızıçizgisinden vazgeçemez. Ancak belli ki hassasiyetlerinin gözetilmesi karşılığında AKP hükümeti ile kafakolda da bir ge-lecek görüyor.Bir başka önemli gelişme ise, enerji zirvesi için Erbil’e gitmekte olan Enerji Bakanı’nın uçağının inişine Irak hükümetince izin verilmemesiydi. Irak’ta Kürt yönetimi ile merkezi hükümet ara-sındaki gerilimin bir yansıması olan bu olay, AKP’nin bölgede hangi hassas dengelerle oynadığını bir kez daha gösterdi. Mer-kezi hükümet Türkiye’nin zirveye katılmasına çomak soksa da Türkiye ile Erbil arasında “petrol ve gaz sektöründe tüm bölgeyi dönüştürebilecek dev yatırımlara ilişkin görüşmelerin son aşa-masına gelindiği” haberi yansıdı kamuoyuna. Türk devletinin kırmızıçizgileri görünen o ki sermaye çıkarları söz konusu ise pekâlâ kırmızı halıya dönüşebiliyor.Emperyalistler “alan memnun veren memnun” şeklinde bölge-de bir ileri bir geri adımlarla dans ediyorlar. Ama her adımda bastıkları topraklar biraz daha insan kanıyla sulanıyor; silaha, füzeye doyuyor, daha da militaristleşiyor. Yine aynı günlerde, kısa bir süre önce güneyi ayrılarak suni bir devletin yaratıldığı Sudan’ın, İran’la Kızıldeniz açıklarında bir üs için anlaştığını du-yurdu haberler.Suriye halkı, çatışmaları geçtik, artık açlıktan kırılma noktası-na gelmişken, emperyalistler arasındaki paylaşım mücadelesi “centilmence” ilerliyor gibi görünüyor. Görünüyor ama, yarın bir başka Gavrilo Princip çıkıp tetiğe bastığında, ilkokulda tarih dersinde öğretilen “1. Dünya Savaşı deli bir milliyetçinin sıktığı kurşunla başladı” masalına kimse inanmayacak. O savaşın en sı-cak cephesinin ise Türkiye olacağı kesin.

İLO’nun 2012/2013 Küresel Ücret Raporu, bir-çok ülkede işçilerin ulusal gelirdeki payının azaldığını vurguluyor.

Raporun yazarlarından Patrick Belser, “Özel-likle de bazı şirket yöneticilerinin kazancı ile karşılaştırıldığında, adalet algısı zedeleniyor,” diyor.

Rapor özetle, kriz ortamında sermaye karlarını artırırken, işçilerin ulusal gelirdeki payının git-tikçe azaldığını söylüyor.

16 gelişmiş ekonomide, ortalama işgücü payı, ulusal gelirde 1970 ortalarındaki yüzde 75’lik paydan ekonomik krizin hemen öncesinde yüz-de 65’e düştü ve 2009 sonrasında daha da azaldı.

16 gelişmekte olan ve yükselen ekonomide ise, 1990 başlarındaki yüzde 62’lik orandan krizin hemen öncesinde yüzde 58’e düşmüş.

Ücretlerin son on yılda üçe katlandığı Çin’de bile, işçilerin ulusal gelirdeki payı azalmış.

Rapor gelişmiş ülkelerde işgücü verimliğinin ücretlerin iki katı arttığını belirtiyor.

İhraç pazarında rekabetçiliği artırmak için iş-gücü maliyetlerinin düşürülmesi, krizin vurdu-ğu ülkelerde giderek popülerleşen bir seçeneğe dönüşmüş görünüyor ancak ekonomik dur-gunluğu veya mevcut bütçe açıklarını (ülkele-rin, hizmet ve sermaye dâhil ihraç ettiklerinden fazlasını ithal etmesi) önlemiyor.

Ve bu politikalar ulusal düzeyde çekici olabilse de küresel olarak sürdürülebilir değil.

Raporun diğer yazarı Sangheon Lee, “Tek tek ülkeler daha fazla ihraç ederek mal ve hizmetle-ri için talebi prensipte artırabilse de bunu aynı anda tüm ülkeler yapabilir,” diyor. Bu ise küre-sel düzeyde emeğin değersizleştirilmesi süreci-ne işaret ediyor.

Ülkelerin yapması gereken, hem adalet hem de sürdürülebilir ekonomik büyüme açısından ücretler ile verimlilik arasında daha yakın bir ilişki kurmak.

İLO Küresel Ücret Raporu 2012/2013:

Emeğin payı daha da azaldı

Page 6: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 6 | 15 aralık 2012 | gelecek

Ülkenin tüm sorunlarını tıkır tıkır çö-zen başbakanımız, çözecek sorun kal-mayınca dizilere el atmayı uygun gör-dü. Kütahya’da konuşan Başbakan, “Biz öyle bir Sultan Süleyman tanımadık. Onun ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda, o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi,” dedi. Ardından da artık alış-tığımız tehditkar üslubuyla ekledi: “Ve ben o dizilerin yönetmenlerini de o te-levizyonun sahiplerini de milletimizin huzurunda kınıyorum. Ve bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen yargı-nın da gerekli kararı vermesini bekliyo-rum.”

Başbakan bununla da yetinmedi. Önce dizinin yasaklanması için kanun tekli-fi hazırlattı, ardından da bir başka ko-nuşmasında diziden sözü Fatih Sultan Mehmet’e getirerek “İstanbul’un fet-hinde Bizans’ın hanımları Fatih Sultan Mehmet’i, Akşemseddin’i karşılarken, ‘Başımızda kardinal külahı görmekten-se, Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz’ demişlerdir. Çünkü birinde adalet, bi-rinde zulüm vardı,” dedi.

Başbakanımız konuyla çok ilgili oldu-ğuna göre konuya değinmemek olmaz. Ama başbakanımızın dediklerinin hangisini düzeltsek bilemedik. Sırayla

gidersek, 30 yılı at üstünde geçtiği söy-lenen padişahın en iyi tahminlere göre 46 yıllık saltanatının 8,5 yılı seferde geç-mişti ki bu rakam Osmanlı padişahları arasında bir rekor. Ayrıca 30 yılı at sır-tında geçen padişahımızın resmi olarak onaylanan 19 çocuğunu hangi arada yaptığını da merak etmemek elde değil. Bir de kardinal meselesine değinelim, bu sözün söylenip söylenmediği kesin olmasa da o sözü söylediği iddia olunan kişi hiçbir tarihi kaynağa göre “Bizans’ın hanımları” değil, Efes piskoposu Mar-kos Evgenikos. Söylediği zaman da İstanbul’un fethinden sonra değil, 1439 yılında Doğu Roma ile Batı Roma’yı bir-leştirecek anlaşmayı kabul etmeyerek İstanbul’a dönüşünün hemen ertesin-deydi. Söylediği kişi de Fatih’in hocası Akşemseddin değil, onu coşkuyla karşı-layan, Batı Roma karşıtı Bizans halkıydı. Elbette başbakan da olsa insanlar tarihi yanlış bilme hakkına sahiptir. Ancak hem insanları tarihine sahip çıkmaya çağıran bir konuşmanın ortasında, üs-telik de tarihi olayları doğru yansıtma zorunluluğu olmayan magazinel dizile-ri tarihi çarpıtmakla eleştirdiği bir ko-nuşmada tarihi çarpıtan bir başbakan ancak bize yakışırdı.

Hepsinden de vahimi Başbakan’ın yar-gıyı açıktan yönlendirmesiydi. Aynı başbakan daha birkaç yıl önce konu tutuklu milletvekilleri veya öğrenciler olunca “Biz yargının işine kesinlikle karışmıyoruz” demişti. AKP’nin 10 yıl-lık iktidarında birkaç sene önce söyle-diğinin tam tersini söylemesine artık hepimiz alıştık. İktidara ilk geldiğinde en büyük vaadi YÖK’ü kaldırmak olan parti, önce YÖK’ün yerine YEK diye bir kurum kuracağını söyledi, sonra YÖK’ü ele geçirince bundan tamamen vazgeçti. Yıllarca ordunun siyasete karışmasına karşıyken ordu muhalefet partilerini eleştirince bir anda orduyu sahiplenen de aynı parti. Ya da iktidara gelmeden önceki televizyon tartışmalarında do-kunulmazlığın tamamen kaldırılmasını savunan CHP’ye karşı çıkıp, kürsü do-kunulmazlığı haricinde kaldırılmasını savunan, milletvekillerinin söyledikleri sözler nedeniyle yargılanmaması ge-rektiğini söyleyip şimdi bir sürü millet-vekili adli konulardaki suçlamalardan dokunulmazlıkları sayesinde yargılan-mazken, BDP milletvekillerinin doku-nulmazlıklarının söyledikleri sözler ne-deniyle kaldırılması için çabalayan aynı parti.

güncel

Muhteşem BaşbakanAKP iktidarı sonunun geldiğini hissetmişçesine her yere saldırmaya devam ediyor. Muhteşem Yüzyıl dizisi de Başbakan’ın gazabından payını aldı.

Ailecek Muhteşemler

Başbakan her konuda bilgi-li olur da eşi olmaz mı? Elbette olur. Osmanlı tarihini yeniden yazan Başbakan’ın eşi de bil-gisini konuşturdu. Ulaştırma Bakanlığı’nın “Ulaşımda, İleti-şimde Hayatın İçerisinde Ben de Varım” projesinin “Ailemiz Bü-yüyor” protokol imza törenine katılan Emine Erdoğan “Keşke bütün engelliler down sendromlu olsalar” sözleriyle tüylerimizi di-ken diken etti.

Emine Erdoğan törende: “Doğ-

duğum günden beri down send-romlu bir süt ağabeyim vardı. Adı Hayrettin. Biz ona ‘Leylim’ derdik. Tüm ailemizin maskotuy-du. O kadar severdik ki biz onu. Başbakan da çok severdi onu. Siz-ler çok şanslı ailelersiniz. Keşke bütün engelliler down sendromlu olsalar. Hiç kimseye zararları yok, faydadan başka. Bildiğime göre Allah onlara direkt cennet nasip etmiş. Hangimiz garanti edebili-riz ki cenneti ama onlar sorgusuz sualsiz cennetle müjdelenmişler. Onları sevdiğimiz için Allah bize de nasip eder inşallah,” şeklinde konuştu.

Emine Erdoğan diğer engelli-lerin ne zararını gördü de hep-sinin “kimseye zararı olmayan” down sendromu gibi bir genetik hastalığı yaşamalarını istedi an-layamadık. Neyse ki çocuk yaşta ölenlerin cennete gideceği ile il-gili vaatleri hatırlamamış. Yoksa diğer engelliler için daha değişik temennilerini de dile getirebilir-di. Erdoğan ailesine bir atasözü-nü hatırlatarak bitirelim: Söz gü-müşse sükut altındır.

Başbakan’ın TV RehberiBaşbakanımız bazı TV dizi-lerine tepkisini gösterdikten sonra bizler de onu daha fazla üzmemek için sizlere bir rehber hazırladık.

08.45 Pepe, TRT Çocuk

Başbakanımızın torunun da severek izlediğini belirt-tiği çizgi filmde Pepe dost-ları Şila, Zulu, Köpüş ve Kalem’le oyunlar oynuyor, söylediği şarkılarla bizleri eğlendiriyor. Çizgi filmin yerli yapım olması da cabası.

14:30 Şefkat Tepe, STV

Dini bütün Mehmetçikler hain teröristlere karşı insan-lık dersi veriyorlar. Üstelik aksiyon sahneleriyle tam bir heyecan fırtınası. Dümdüz arazide bir kayanın arkasına siper almış ve üstelik cep-hanesi bitmek üzere olan 5 askerin, tam mühimmatlı, yabancı ajanlarla takviye edilmiş 50’den fazla gerilla tarafından etrafları çevril-mişken saatlerce direnişi ya da doğrudan tatbikatı yöne-

ten ve askerlere emir verir-ken lüks restoranların gar-sonlarından bile daha kibar olan paşaların olduğu sah-neler gerçekten görülmeye değer.

16:00 Esra Erol’la Evlen Be-nimle, ATV

Başbakanımızın üç çocuk hedefini tutturmak istiyor-sak öncelikle evlenmemiz gerekli. Evlenme program-ları içinde de en popüleri bu program. Evli olanlar da evlenmeye çalışan insanla-rı görüp kendi evlilikleri-nin kıymetini anlamak için mutlaka izlemeli.

19:00 Ana Haber, TRT1

50 dakikalık bültenin ilk 10 dakikasında hükümetin ve AKP’li belediyelerin inanıl-maz hizmetleri aktarılırken kalan 40 dakika boyunca teröristlere vurulan darbe-ler ve Kürt halkının Türk devletini ne kadar çok sev-diğine dair haberler verili-yor. Anadolu’dan Görünüm

prog-ramını özleyen-ler hasretini TRT1 Ana Haber’le giderebilir.

20:00 Kurtlar Vadisi Pusu

Kahramanımız Polat hem Türkiye’deki Kürtler başta olmak üzere tüm ‘şer’ odak-larını dize getiriyor hem de politik ortama göre yurt-dışına el atıyor. Daha önce Irak ve Filistin’i şer odakla-rından temizleyen Polat şu an Suriye’ye demokrasiyi ha getirdi ha getirecek.

02:00 Sırlar Dünyası, STV

Dini inancı zayıf kişilerin başına gelen ibretlik olaylar ve bu kişilerin dini buluşla-rını anlatan orijinal bir ya-pım. Her hikayede ayrı bir heyecan, ayrı bir muhteşem senaryo.

Page 7: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 7 | 15 aralık 2012 | gelecek güncel

bitmeyen kavga

Suriye’de Kim Kazanacak?Ufuk Göllü

[email protected]

Suriye’de uzun bir süredir devam eden bir iç savaş durumu var. ABD ve müttefikleri Esad rejimini devirmek için yoğun bir çaba içerisindeler. Durum öyle ki ABD başka coğrafyalarda savaştığı radikal İslamcı örgütleri Suriye’de Esad rejimine karşı destekle-mektedir.

Ancak yaşanan gelişmeler dünyanın jandarmalığına soyunmuş olan ABD’nin istediği gibi olmadı. Her şeyden önce Esad rejimi ciddi bir direniş gösterdi ve arkasına ciddi bir halk desteği aldı. Suriye’de çatışmalar başladığında Esad rejiminin karşısında olan birçok unsur bugün Esad rejimini destekler duruma geldi. Burada emperyalist devletlerin rolü, büyük Esad rejimine her yolu dene-yerek saldıran dış destekli çeteler Suriye halkının gözünde Esad rejiminin prestijini artırdı.

Bu sebepten Esad rejimi emperyalistlerin ona biçtiği ömürden çok fazla yaşadı. Aynı zamanda bu, emperyalist güçler arası çelişkiler-de ABD’nin kısa sürede Suriye’ye bir dış müdahale yapamayaca-ğını göstermektedir. Rusya’nın açık bir şekilde Esad’ı destekleyen tavrı ABD için gözardı edemeyeceği bir faktördür.

Suriye’de dikkate alınması gereken bir diğer faktör de Kürtlerdir. Kürtler ısrarla Özgür Suriye Ordusu ve Esad rejimi arasındaki savaşta taraf olmamakta, kendi bölgelerinde güvenliklerini sağ-lamaktadırlar. Zaman zaman da Kürtlerle Özgür Suriye Ordusu güçleri arasında çatışmalar yaşanmaktadır. Bu çatışmalar esasında Türkiye destekli güçlerle PYD (Demokratik Birlik Partisi) arasın-da cereyan etmektedir.

Savaşın derinleşmesi Suriye halkının yaşamını zorlaştırmaktadır. Kışın da gelmesiyle Şam ve Halep gibi kentlerde kıtlık ve açlık baş göstermeye başlamıştır. Bu koşullar altında Suriye halkı oldukça zorlu bir sınavdan geçecektir. Ya emperyalist güçlerin dayatması olan Esad rejiminin yıkılmasını kabul edecek ya da emperyaliz-min dayatmaları karşısında her türlü zorluğa göğüs gerip direne-cektir.

Suriye savaşında Esad’ın mı yoksa Özgür Suriye Ordusu’nun mu kazanacağı konusunda şimdiden kesin bir şey söylemek zor gö-rünüyor. Ancak şu bir gerçek: Esad rejiminin Suriye’nin kendi iç dinamikleriyle yıkılması mümkün görünmemektedir. Bu sebep-ten ABD ve müttefikleri Esad rejimini yıkmak için Özgür Suriye Ordusu’na askeri, mali ve lojistik destek sunmaktadır.

Sonuç olarak bu savaşın şimdiden bir kaybedenini ilan etmek ge-rekirse bu, AKP hükümetidir. Ortadoğu’da lider ülke olacağız ve komşularla sıfır sorun yaşayacağız diyen Başbakan kendisini bü-tün söylediklerinin tam tersi bir duruma düşürmüştür. Suriye’de Esad rejimine karşı kabadayı ve lümpen söylemlerine rağmen Başbakan’ın açıklamalarının arkasının boş olduğu ortaya çıkmış-tır. Esad rejimine karşı 3 günde Şam’a gireriz edebiyatı yapanlar şimdi Nato’dan Patriot füzeleri talep edip güvenliklerini sağlama derdine düşmüşlerdir. Suriye’de kimin kazanacağını önümüzdeki günler gösterecektir. Ancak en baştan belirtmek lazım ki Suriye’de kaybeden AKP olmuştur. Tayyip Erdoğan söylemden öteye geçe-meyen ve Ortadoğu’da etkisi hızla azalan bir lider haline gelmiştir.

Aynı zamanda kendi halkının ve her şeyden öte AKP’ye oy ve-renlerin bile desteklemediği bir savaşa ülkeyi fiilen sokan Tayyip Erdoğan ciddi bir prestij kaybına uğramıştır. Yaratılan gerginlik atmosferi ve Suriye’den kaçan radikal İslamcı muhalifler Türkiye ekonomisine ciddi bir yük olmaya başlamıştır. Sayıları 200.000’e ulaşan mültecilerin ihtiyaçlarını karşılamak Türkiye için başlı ba-şına bir yük haline gelmiştir.

Bu koşullar altında sonuç ne olursa olsun Suriye’de yaşanan çatış-malı durumda kaybedenin AKP olduğunun altını çizmek gerek-mektedir.

Mersin’de Newroz mitingine katıldıkları gerek-çesiyle 8 aydır tutuklu olan öğrenciler, Dersim Dinçer, Ali Okutan ve Bedrettin Akdeniz’in duruşmaları 20 Aralık 2012’de görülecek. 27 Eylül 2012 tarihinde yapılan ilk duruşmaya öğ-renciler, ödenek yokluğundan dolayı ring aracı sağlanamadığı için getirilmemişti. İlk mahke-mede öğrenciler getirilmediği için mahkeme heyeti kendi çalıp kendi oynamıştı. Mahkeme kapısında Dersim, Ali ve Bedrettin’in tutuk-luluk hallerinin devamını söyleyen mahkeme kararını tanımadıklarını belirten SDP’liler ise kararın yazılı olduğu kâğıdı yırtarak mahke-meye iade etmişlerdi. Bırakın adil yargılanma-yı, savunmaları dahi alınmadan aylardır ce-zaevinde tutulan Sosyalist Demokrasi Parti’li öğrencilerin, ikinci duruşmasının ağır ceza mahkemesi adı altında hangi tiyatro oyununa sahne olacağı merak konusu. Nitekim 27 Ka-

sım günü İzmir’de Ali Emre’nin ve Seçkin’in duruşmasında da bir tiyatroya şahit olmuştu duruşmayı takip edenler.

Ali Okutan, Derim Dinçer ve Bedrettin Ak-deniz halen İskenderun M tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. SDP’li öğrenciler 20 Aralık Perşembe günü Adana 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanacaklar. Öğrencilerin aileleri ve arkadaşları “adalet” talep etmek için Adana Adliyesi’ndeki duruşma salonunda yine olacaklar. Ali, Dersim ve Bedrettin’in aileleri ve arkadaşları haksız yere ve usulsüzce tutuk-lu olan çocukları/arkadaşları serbest kalıncaya kadar davayı inatla takip edeceklerini, bu hak-sızlığı yapanların peşlerini bırakmayacaklarını belirterek 20 Aralık günü AKP zulmüne bo-yun eğmeyen herkesi Adana Adliyesi’ne bek-lediklerini söylediler.

Arkadaşları SDP’li üç öğrenci için herkesi Adana Adliyesi önüne bekliyor

Ali, Dersim ve Bedrettin 20 Aralık’ta Mahkemeye Çıkacaklar!

Sosyal medyada yine histeri nöbetleriSen Gaysin, O Kürt, Şu Kadın!!!

Yıl 2012 ve sosyal medya artık bir ülkenin ger-çek yüzünü gösterecek kadar büyük bir oluşum. Türkiye’de, ülkenin bu gerçek yüzüne bakmak içinse midenizin sağlam olması gerekir. Çünkü bu kadar ırkçıyı, homofobiği dünyanın hiç bir yerinde bir arada göremezsiniz. Sırrı Sakık’ın oğlu Sidar, hayatını kaybettiğinde bu kendini bilmezler nasıl bir anda ortaya çıktılarsa, Fe-nerbahçe-İstanbul Büyükşehir Belediye ma-çında Bekir İrtegün gol sevincini kutlarken, Papazın Çayırı’na sıkça uğrayanların yakından tanıyabileceği Mustafa Abiyi dudaktan öpünce saklandıkları mağaralardan öyle çıkıverdiler. Sanki bir insanın gay, biseksüel, lezbiyen, trans olması utanılacak birşeymişçesine sırf rakip takım taraftarını kızdırmak için sosyal medya-yı #gaybekirirtegün tvitleriyle donattılar.

Sporda ayrımcılığın had safhaya ulaştığı bu olayın yaşandığı hafta bir diğer akıllara dur-gunluk getirecek olay da Galatasaray ve Beşik-taş engelli basketbol takımlarının oynadıkları maçtan geldi. İki takım taraftarı kavga etti, en-gelli sporcuların tekerlekli sandalyeleri kırıldı, polis sahaya girdi, biber gazı sıktı. Marsilya-Fenerbahçe maçında sahaya polislerin girme-sine onay veren Marsilya polis şefinin verdiği onaydan utanması Fransız basını için nasıl şoke edici bir şey değilse, bizim sosyal medya-

da ırkçılığa, homofobiye, cinsiyet ayrımcılığına şahitlik etmemiz de o kadar şoke edici değil.

Basın, bu kahredici olaylarla dolu haftada üs-tüne düşeni yaptı ve bir suçlu arama işine giriş-ti. Birilerini suçlamanın bu kadar kolay olduğu bir ülkede suçlu çabuk bulundu; taraftarlar. İşte hata burada doğuyor. Suçlu çok uzakta de-ğil aslında. Yakınımızda hemen. 12 yıl boyun-ca gittiğimiz okullarda, kimlik çıkartmak için gittiğimiz nüfus müdürlüklerinde, okullarda her sabah okuduğumuz andımızda.

Yıllardır uzun uğraşlar sonucu yaratılan bir-birinden nefret eden, kindar, ayrımcı insan tipolojisinin bugün tek suçlusu var; Devlet. Eşcinsel hakem Halil İbrahim Dinçdağ’ın li-sansını farklı olduğu için iptal eden devletten, insanları eşcinsel olduğu için aşağılamaya ça-lışan bir topluluğu yaratmamasını nasıl bekle-yebilirsiniz ki? Her gün, televizyonlarda lüks arabalara binen, villalarda yaşayan, milyarlık elbiseler giyen insanları izleyen alt sınıfların bu kadar çabuk sinirlenen bir insan olmamasını nasıl bekleyebilirsiniz ki? İnsanları önce Erme-ni, sonra Rum, Laz, Çerkez şimdi de Kürt diye ayıran sadece Türk’ün devletinin, ırkçı bir halk yaratmamasını nasıl bekleyebilirsiniz ki?

Suçluyu uzakta aramayın. Suçlu hemen yanı-nızda.

Page 8: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 8 | 15 aralık 2012 | gelecek

12 Eylül darbesi öncesinde er Zeke-riya Önge’yi öldürdüğü iddia edilen Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi Erdal Eren, 32 yıl önce 17 yaşında asılarak idam edildi. 8 Ekim günü Necdet Adalı’nın, 25 Ekim günü Ser-dar Soyergin’in idamının gerçekleş-mesinin ardından, 13 Aralık günü Er-dal Eren idam edildi. Erdal Eren idam edildiğinde henüz 17 yaşında idi…

Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniver-sitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Partili Bakan Cengiz Gökçek’in ko-ruması Süleyman Ezendemir tara-fından vurularak öldürüldü. Erdal Eren ise Sinan Suner’in öldürülmesi-ni protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözal-tına alınan 24 kişinin arasındaydı. Yani başka bir ifadeyle Erdal Eren

egemenlerin gözünde “suçluydu.” Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddi-asıyla tutuklanan Erdal Eren, yargı-lanarak 19 Mart 1980 tarihinde ida-ma mahkûm edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan ka-rar, 13 Aralık 1980’de Ankara Mer-kez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde in-faz edildi.

Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteci-ler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “Avu-katıyla görüştürülmediğini, 18 yaşı-nın altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jan-darma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun

diye asacaklarını ve ölümden kork-madığını” söyledi. Erdal daha 17 ya-şında ağır bir yükü omuzlarına aldı. Kendisinden önceki devrimciler gibi Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Necdet Adalı, Serdar Soyergin, Şeyh Sait, Pir Sultan Abdal gibi kork-madı cellatlarından… 17 yaşında devrimci bir yürek vazgeçmedi sev-dasından… Her idam destansıdır, her idam celladın önünde eğilmedi-ğinde tarihe konu olur ancak Erdal daha 17 yaşında gösterdiği cesaretle fazla söze yer bırakmadı…

Ağabeyi Erkan Eren, Erdal’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu söylüyor. Erdal’ın idam edildiği tarihte yaşı-nın 18’den küçük olduğunu ise yine ağabeyi Erkan Eren belirtiyor. Kim-sesizler mezarlığına gömülmek iste-

nen Erdal Eren, yoğun bir mücade-le sonucu hâlâ yoldaşları tarafından mezarı başında anılabiliyor. Ayrıca dönemin bir numaralı sorumlusu Kenan Evren “asmayalım da besle-yelim mi?” sözünü Erdal Eren için söylemiştir.

Evren’den inkar

Devam eden 12 Eylül davasında Ke-nan Evren’e, yaşı büyütülerek 17 ya-şında asılarak idam edilen Erdal Eren sorulduğunda, “Asmayalım da besle-yelim mi?” “veciz sözünü” söylediği Erdal Eren soruldu. Evren’in ise res-mine bakıp “tanıyamadığı” görüldü. Evren, “O’nu tanımadığını” iddia etti. Müdahil Avukat Mehmet Ho-ruş, 17 yaşında olduğu halde idama çarptırılan, yaşı büyütüldükten son-ra Evren’in başında bulunduğu Milli Güvenlik Konseyi onayıyla idam edi-len Erdal Eren’in fotoğrafını göster-di. Horuş, tanıyıp tanımadığını sor-du. Evren, başını ‘hayır’ anlamında iki yana salladı.

Erenler bitmez bizde

Erdal Eren’i, Kenan Evren’in tanıma ya da anlama şansı elbette ki yok! 17 yaşında ölüm korkusu yaşamayanla, 1917 tevellütle ölüm korkusu yaşa-yan arasındaki fark dağlar, denizlerle ölçülemez. Netekim! Erdal hâlâ 17 yaşında, Evren’in ise “paşa”lığından eser kalmamış, korkak, “ressam” ve yalnız…

Büyüyüp de 17’ine Geldiğinde...Erdal Eren’i, Kenan Evren’in tanıma ya da anlama şansı elbette ki yok! 17 yaşında ölüm korkusu yaşamayanla, 1917 tevellütle ölüm korkusu yaşayan arasındaki fark dağlar, denizlerle ölçülemez. Netekim! Erdal hâlâ 17 yaşında, Evren’in ise “paşa”lığından eser kalmamış, korkak, “ressam” ve yalnız…

tarih şeridi

Page 9: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 9 | 15 aralık 2012 | gelecek

köşetaşı

Taksim Meydanı İşgal AltındaEkin Bodur

[email protected]

AKP hükümeti Taksim meydanına adeta kazma kürek saldırdı. Hükümetin gözünü kar hırsı bürümüş ki ne insan hakları din-liyor ne tarihi eser. AKP nedense “Muhteşem Yüzyıl” dizisine karşı gösterdiği sözümona tarihsel “duyarlılığı” kentin tarihi yapılarına karşı göstermiyor. Çünkü hükümetin “duyarlılığını” yalnızca elde edebileceği daha fazla para ve iktidar belirliyor. Başlanan inşaat projesiyle nihai olarak yayalaştırılmaya çalışıl-dığı iddia edilen Taksim meydanı şimdiden insansızlaştırıldı.

Halkın ulaşım hakkını büyük oranda gasp eden Taksim pro-jesine rağmen insanlar bir şekilde engelleri aşarak seyahat et-meye çalışıyorlar. İnsanların yürüdükleri “çamurlu patikaların” hemen dibinde tonlarca kiloluk ağır iş makineleri çalışıyor. Taksim projesinde çalışan işçilerin can güvenliği olmadığı gibi (bu Türkiye’deki genel rezil iş güvenliği standartlarıyla ilgilidir) meydandan geçmek zorunda olan yayaların da can güvenliği tehlike altındadır. Ayrıca araç trafiğinin de zorunlu akış mer-kezi olan Taksim meydanı ve çevresi günün her saati için ara-cıyla meydandan geçmek zorunda olanlar için işkence haline gelmiştir.

İnsanlar işine gitmek, evine ekmek götürmek zorunda, öğren-ciler okullarına gidip eğitimlerine devam etme hakkına sahip, tüm halkın anayasa ile güvence altına alınmış seyahat etme özgürlüğü var, esnaf ise dükkanını çalıştırmak zorunda. Bütün bunlar ve benzerleri hükümetin ve büyükşehir belediyesinin umurunda değil. Hak hukuk hükümet için önemli değil, insan hayatı hükümet için önemli değil; yeter ki onlar ceplerini tıka basa parayla doldursunlar.

Tarihi değerler para etmiyorsa yine onlar için önemli değil . Hükümetin kendi kabul ettiği bir sanat anlayışı olduğu gibi kendi inandığı bir tarih yaklaşımı da var. Tarihi eserlere ya da bulgulara ancak kendilerini doğruladığı ve çıkarlarını savu-nukları oranda değer veriyorlar. Hükümet ait olduğunu his-settiği kültüre ait materyallerin dışında kalan eserlere ancak yine işine geliyorsa sahip çıkıyor. Diğer kültürler hükümetin hoşgörüsünü göstermesi için riyakarca kullandığı geçici araçlar olarak ele alınıyor. Hoşgörü iktidardakilere ait bir kavramdır. Tersine hoşgörü kavramı iktidardakilerin iktidarını pekiştirir. Başbakan Marmaray projesi için şöyle diyordu:

“Marmaray projesi gecikiyor. Gecikme çıkarılan engellere bağlı. Yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular. Bunlara takılıp kaldık. Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz. Bedeli ne olursa olsun, ne yar-gı ne kurul kararı dinleyeceğiz.”

Şu sıralar Taksim meydanı projesi için de aynı yaklaşım işbaşın-da ve ne koruma kurulu dinliyor ne yargı ne anayasa… Bir yan-da Taksim meydanı ucube bir projenin akıbeti belirsiz kaderine sessizce terk edilmiş durumda, bir yanda Taksim’in akciğerleri Gezi Parkı tarumar edilme tehdidiyle karşı karşıya, Tarlabaşı yerle yeksan, İstiklal’in tarihi binaları kar hırsına teslim edile-rek katlediliyor. En son Emek Sineması ve İnci Pastanesi’nin de içinde olduğu Serkldoryan İş Hanı’nın tahliyesini içimiz burku-larak izledik. İçerde bir de koruma kurulu üyesi vardı. Fakat ko-ruma kurulu üyeliği sıfatıyla değil, iş hanını satın alan patronun avukatı olarak tahliyeye nezaret etmeye gelmişti.

Başbakan koruma kurulu kararlarını dinlemeyeceğini ilan edi-yor. Zaten koruma kurulu üyesi de işini bırakmış, yağmacıların avukatlığına soyunmuş. Böyle bir gündemin halkın da öncelik-leri arasında olmadığını görünce bizi nostalji dolu bir gelecek bekliyor diye düşünmeden edemiyorum.

güncel

Beş üyesi de AKP’li olan kamu denet-çilerinin tarafsızlığı tartışılıyor.

Ombudsman erkek aracı demek. Dünyada ki benzer örneklerindeki uygulamalara göre devlet ile birey arasında çıkan anlaşmazlıklarda aracı-lık yapmak ve anlaşmazlıkları çözmek amacıyla kurulan bağımsız bir kurum. Başka bir tabirle kamu adına devleti denetleyen ve devletin birey-lere yönelik haksız uygulamalarını düzeltecek ve bireyi güçlendirme amaçlı bir yapı. Fakat bizim kamu denetçisi kurumumuz en baştan ölü doğdu. Öncelikle dikkat çekilmesi gereken durum kamu denetçilerinin bir üyesi hariç hepsinin erkekler-den oluşuyor olması. Toplumun yarısını oluştu-ran kadınlar bu kurumun içinde sadece bir kişi ile temsil ediliyor. Bu kurum açısından kadınla-rın temsiliyetinin bu kadar sınırlı olması oldukça ciddi ve önemli bir sakatlık oluşturuyor.

İkinci sakatlık ise tarafsızlıkla ilgili. Kurumun kuruluş mantığı açısından ve dünyadaki uygu-lamalarına göre devlet ile birey arasında çıkan anlaşmazlıklarda arabuluculuk görevi yapan ombudsmanların, bağımsız ve tarafsız kişilerden oluşması gerekiyor. AKP tarafından seçilen de-netçilerin geçmişlerine baktığımızda ise tarafsız-lık değil AKP’lilik söz konusu. Tarafsızlığın yeri-ni tam anlamıyla bir tarafgirlik almış durumda. Denetçilerin ikisi eski Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekili, biri kurucu üyesi, biri tüzü-ğünü yazanlardan, bir diğeri ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın cezasına karşı çıkan tek muha-lif. AKP temsilciliği yapmış insanlar ne kadar ta-rafsız olabilir gerisini siz düşünün. Kamu denet-çileri kurumu; Mehmet Elkatmış, Zekeriya Aslan, Abdullah Cengiz Makas, Serpil Çakın ve Muhit-tin Mıhçak’dan oluşuyor. Başdenetçi ise Mehmet Nihat Ömeroğlu. TBMM’de bağımsız ve tarafsız olacaklarını belirterek göreve başladılar.

Başdenetçi Mehmet Nihat Ömeroğlu

Türkiye’nin ilk ombudsmanı Hrant Dink’i ölü-me götüren 301. maddeden yargılayan Mehmet Nihat Ömeroğlu. Mehmet Nihat Ömeroğlu,

Yargıtay’da bulunduğu dönemde, eski Türk Ceza Kanunu’nun 159. Maddesinde geçen“ Türklü-ğü aşağılamak” suçundan Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği 6 aylık hapis cezasını ona-yarak, Hrant Dink’in hedef haline getirilmesine neden olmuştu. Hrant Dink’in ölüm belgesi ola-rak şimdiden tarihe geçen Yargıtay kararında im-zası olan Mehmet Nihat Ömeroğlu, mecliste AKP oylarıyla başdenetçi seçildi. Türkiye’nin ilk kamu denetçisi olan Ömeroğlu’nun alacağı kararlarda devlet karşısında insanları ne kadar koruyacağı kafalarda soru işareti bıraktı.

Muhittin Mıçak

Başbakan Erdoğan’ın ceza aldığı dönemde yaptı-ğı temyiz başvurusunda mahkûmiyet kararının bozulmasını isteyen tek üye. Bu tavrı ile düşünce ve ifade özgürlüğünden yana olduğu izlenimi ya-ratıyor olsa da öyle bir tarafının olmadığının da ispatı mevcut. Muhittin Mıçak’ın en önemli icra-atı uzun dönem içinde bulunduğu Devlet Güven-lik Mahkemeleri. Muhittin Mıçak eski bir DGM hâkimi. AKP’ye ve Başbakan’a olan yakınlığıyla biliniyor.

Abdullah Cengiz Makas

AKP’nin tüzük ve programının yazılmasında ak-tif görev aldı. Ne kadar tarafsız olabilir, varın siz düşünün.

Serpil Çakın

AKP Kadın Kolları Teşkilatı’nda ve merkez yü-rütme kurulunda görev yaptı. Her gün 5 kadının öldürüldüğü ülkemizde, arabuluculuk değil ada-lete ihtiyacımız var. AKP’nin ve Başbakan’ın ka-dınların üç çocuk yapması gerektiği tavrına sahip çıkan kadın kollarında çalışmış olması, tarafsızlı-ğına gölge düşürüyor.

Mehmet Elkatmış

AKP kurucu üyeliği ve milletvekilliği yaptı. Tüm üyeler gibi ona da bireyi değil AKP’yi koruyacağı eleştirileri yapılıyor.

AKP’li Ombudsmanlar Kimi Koruyacak?

İzmir’de okullarda başlayan serbest kıyafet uygulaması yapılacak panelde tartışılacak.

Eğitimde Yeni Düzenlemeler Konuşulacak!

AKP iktidarı 4+4+4 uygulaması ile eğitimi ye-niden yapılandırma sürecinde önemli bir hamle yapmış oldu. Ardından gelen yeni kılık kıyafet yönetmeliği ile sözde kılık kıyafetin serbest bı-rakıldığı söylendi. Adından anlaşılacağı üzere yeni bir yönetmelik uygulamaya kondu. Eski yasaklar kaldırıldıysa da yerine yenileri kondu. AKP iktidarının kılık kıyafet yönetmeliğindeki düzenlemelerle bir adım daha ilerlettiği eğitim-

deki yeniden yapılandırma süreci uygulamanın başladığı günden beri gündemdeki yakıcılığını koruyor. AKP’nin dindar nesiller yetiştirme pro-jesi ile CHP’nin laiklik elden gidiyor söyleminin arasına sıkıştırılmaya çalışılan eğitimi yeniden yapılandırma düzenlemelerinin tartışılacağı bir panel İzmir’de düzenleniyor. SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, yazar R. İhsan Eliaçık ile Eğitim Sen’den ve akademi dünyasından da katılımcıla-rın konuşmacı olarak yer alacağı panel 20 Ara-lık Perşembe günü İzmir Bayraklı’daki TMMOB Tepekule Kültür Merkezi’nde yapılacak. ‘Kılık Kıyafet Yönetmeliği Düzleminde Özgürlük An-layışımız’ başlığı altında organize edilen panelin başlama saati 18.00. Panelde eğitimde yapılan yeni düzenlemelerle ilgili AKP ve CHP arasında sıkışan tartışmaların dışında alternatif bir bakı-şın nasıl oluşturulabileceği üzerine bir tartışma yürütülmesi hedefleniyor. İlgilenenlere duyuru-lur.

Page 10: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 10 | 15 aralık 2012 | gelecekemek

Sınırsız Sömürü Arayışı; Ulusal İstihdam Stratejisi

emek

Ulusal istihdam stratejisi ile taşeronlaştırmanın hızla yayılması hedefleniyor. Ulaş Kantarcı

Esnek çalışma denen yeni anlayış tüm dünyada kapitalist sistemin içine girdi-ği krizden çıkışın adıdır. Üretimin ve ücretlerin esnekleşmesi ve parçalanma-sını esas alır. Esas olarak işçi sınıfının 200 yıllık kazanımlarını ortadan kal-dırarak iş hayatında kuralsızlığın kural haline getirilmesini savunur.

Ülkemizde bu uygulama Ulusal İs-tihdam Stratejisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu proje OECD, IMF, DÜNYA BANKASI gibi finansal ku-rumlarının emriyle hazırlanan ve Ça-lışma Bakanlığı’nca 2012 Şubat ayında sunumu yapılan, 2023’e kadar uygula-nacak UCUZ İŞGÜCÜ yaratma pro-jesidir. Bu belge ile varılmak istenen tamamıyla patronların taleplerini esas alan, taşeronlaşmayı hedefleyen, ça-lışma yaşamının sürekliliğini ortadan kaldıran, kuralsız ve güvencesiz çalış-mayı meşru kılan, esnek çalışmayı yay-gınlaştıran, kıdem tazminatlarını orta-dan kaldıran, bölgesel düzeyde asgari ücret uygulayan bir kölelik düzenidir.

İşçi sınıfının sermayeye karşı verdiği uzun ve zorlu mücadeleler ile kabul ettirdikleri hak ve güvencelerinin geri alınması isteniyor... Stratejinin dün-yada ve ülkemizde yaygınlaşan işsizlik sorununu çözmeyi hedeflediği yalanı-na sığınılmaktadır. Ancak şunu gözden kaçırmamak gerekir: hedeflenen sen-dikasız, güvencesiz, düşük ücretli işçi

çalıştırmaktır. Yani işçiye kölelik ko-şulları dayatılmaktadır. Bu uygulama ile varılmak istenen temel amaçlardan birinin patronların işçileri işten kolay çıkarmasını sağlamaktır. Bu amacın başta belirttiğimiz yalanla çeliştiği gö-rülmelidir. Patronlar işçilerin insanca yaşam ve çalışma konusundaki bütün kazanımlarını ortadan kaldırmayı ve sınırsızca sömürme imkanlarının oluş-masını istemekte, hükümet de bu isteğe uygun davranmaktadır. Taşeron siste-mi bunun uygulanma aracıdır.

Ulusal İstihdam Stratejisi ile taşeron-laştırmanın hızla yayılması hedefleni-yor. Alt işveren uygulaması yani taşe-ronlaştırmanın önündeki engeller iş mevzuatının değiştirilmesi ile kaldırı-lacaktır. Bilindiği gibi taşeron işçiliği-nin önündeki en temel kısıtlama ASIL İŞTE ALT İŞVEREN işçisi çalıştırmayı belirli koşullara bağlıyor. Artık serma-yenin asıl işlerini alt işverene vermesi-

nin önündeki engeller kalkıyor.

Özel istihdam büroları yasal düzenle-me ile hayata geçirilecek. Özel istihdam büroları için geçici iş ilişkisi kurulan, işçi kiralanan köle pazarı tanımı uygun olacaktır. Özel istihdam büroları ile işçi kiralamalarında işçiler nerede kaç gün çalışacağını bilemeyecek ve hiçbir haktan (senelik izin kıdem tazminatı yakacak vs) yararlanamayacaktır. Özel istihdam büroları da esnek çalışmanın bir adresi olacaktır.

Ulusal istihdam stratejisi kapsamında BÖLGESEL ASGARİ ÜCRET uygula-masına geçilecektir. Asgari ücret bölge-lere göre farklı belirlenecek ve zorunlu asgari ücret uygulamasına son verile-cektir. Asgari ücrette 16 olan yaş sınırı 18’e çıkarılacaktır. 16 yaşa daha az bir ücret ödenir duruma gelinecektir. Böl-gesel asgari ücret uygulamasında çıka-cak en önemli sorun işverenlere düşük olan asgari ücretin iline göre işyerlerini gösterme şansı doğacaktır.

Ulusal istihdam stratejisi ile kıdem tazminatlarını kademeli olarak kaldı-rılacaktır. Kıdem tazminatlarının kal-dırılması kıdem tazminatı fonunu ge-tirecektir. İşçilerin yıllarca çalışıp hak ettikleri kıdem tazminatları fona akta-rılıp hak kayıplarıyla kademeli olarak ödenecektir. Kıdem tazminatlarının kaldırılmasıyla sermayeye nefes aldır-mak istiyorlar. Kıdem tazminatlarını kaldırarak ucuz işçi çalıştırma koşul-larını hazırlıyorlar. Bence bu konunun rafa kalktığını hiçbirimizin düşünme-mesi gerekiyor. Bu program çerçevesin-de 10 yıl içinde uygulanacağı kesindir.

Kısa kısa haberler: 1) Bayrampaşa’da Akçay Tekstil adlı firmanın sahipleri 7 Aralık’ta işyerlerini iflas etti gös-tererek ortadan kayboldu. Bunun üzerine firmanın iş yaptığı birçok yer fabrikaya üşüştü ama 3 aydır maaşlarını alamayan işçiler firmaya el koyarak alacaklarının tahsili için fabri-ka yönetimine el koyarak komiteler oluşturdular ve fabrikadaki mallarını tasfiyesini ger-çekleştirip alacaklarını tahsil etti.

2) Türkiye’de en çok iş cinayetinin yaşandığı inşaat sektöründe inşaat işçileri gasp edilen haklarını ve hiçe sayılan hayatlarını korumak için İnşaat İşçileri Derneği’ni kurdu.

3) Asgari Ücret Tespit Komisyonu gelecek yıl geçerli olacak yeni asgari ücretin belirlen-mesi için pazarlıklara başladı.

4) İstanbul Sarıyer’de yeni yapılan villaların kanalizasyon çalışmaları sırasında patlayan su borusunu tamir etmek için iş makinesinin açtığı çukura giren bir işçi hayatını kaybetti.

5) Ordu’da 44 yaşındaki işsiz Metin Aksoy, engelli kızının kentte karşılaştığı sıkıntıları dile getirmek için belediye binası önünde çadır kurarak eylem yaptı.

Page 11: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 11 | 15 aralık 2012 | gelecek emek

Açlığa Talim Ücreti

amele pazarı

M. Özlem

Malum bütçe ayındayız. Bütçe görüşmeleri haber programlarından can-lı aktarıldığı gibi parti başkanlarının konuşmalarıyla başladı. Meclis TV’yi izleyenler yaklaşık 20 gün boyunca görüşmeleri izleyebilecekler. Meclis bir yandan geçmiş yılın hesabını görürken öte yandan gelecek yılın planlama-sını yapacak. Bu sene durum biraz sıkıntılı. Çünkü geçmiş yılın hesapları ortada yok. Yani hükümet bir yıl boyunca parayı nereye harcadığını, harca-dığı parayı nereden aldığını meclise ve dolayısıyla bize açıklamıyor. Bu har-camaları denetleyen, rapor haline getiren ve meclise sunan kuruluşun ismi Sayıştay. Her sene meclise gelen Sayıştay raporları bu sene gelmedi. Yani meclis yani biz vergi olarak verdiğimiz paranın nereye gittiğini bilemeye-ceğiz. Doğal olarak aklımıza kötü sorular gelecek. Devlet bizden topladığı parayı eğer bize harcıyorsa niye bizden gizlesin. Gizliyorsa nereye harcıyor. Muhtemelen bu soru cevapsız kalacak. Bütçe polemiklerinde bağırış çağırış ortasında boğulup gidecek. İkbalini hükümete bağlamış AKP milletvekilleri bu soruları hiç sormayacak. Kamuoyu da olası sudan gündemlerin peşine takılıp bunu unutacak.

Aralık sadece bütçe ayı değil. Aynı zamanda asgari ücret ayıdır. Çalışan iş-çilerin üçte ikisine yakını asgari ücretle çalışır. Ülkenin nüfusu 40 milyona varan oranı asgari ücretle yaşar. Asgari ücret devletin ve beraberinde özel sektörün zam çıtasıdır. Asgari ücret ne kadar artarsa diğerlerinin parası da o kadar artar. Toplu sözleşmede fazla isteyene asgari ücret sopa gibi gösterilir.

Bizde yanlış bir kavrayış söz konusudur. Ücreti emeğimizin karşılığı olarak biliriz. Yaptığımız işin bedeli olarak görürüz. Nasıl hesaplandığını ya da neye göre saptandığını hiç düşünmeyiz. Oysa patronun işçiyi sömürmesine daya-nan bu sistemde bize ödenen ücret klasik piyasa sistemiyle hesaplanır. Biz emek gücümüzü satarız. Patron emek güncü satın alır. Bir kere işin içine satma-satın alma ilişkisi girdiğinde mal değiş alım-satımı ve malın fiyatı ol-gusu karşımıza çıkar. Bir malın fiyatı onun çok olup olmamasıyla değil onun üretimine harcanan emek ve zamanla belirlenir. Kolay ve ucuza üretiliyorsa malın fiyatı ucuzdur. Zor ve pahalıya üretiliyorsa pahalıdır.

Bu düzende emek gücü iş piyasasında satılan bir maldır. Asgari ücret bu ma-lın en az kaça mal olacağının hesaplanmasıdır. Şöyle bir düşünelim. Üretim yapabilmek için makineye ihtiyaç duyulur. Makinenin bakıma ihtiyacı var-dır. Elektriğe, yağa, temizlenmeye ihtiyacı vardır. Emek gücü insan bedeni ve aklı tarafından üretilir. Fiyatı onun üretimi için ne kadar harcama yapıl-dığıyla hesaplanır. Bu yüzden ücret hesaplanırken ne ürettiğimize bakılmaz. Toplumsal yaşam standartlarına bakılır. Buna bizim birikimimizin, tecrübe-mizin maliyeti eklenir. Tıpkı makine gibi. Patronun gözünde işçi makineden bile kıymetsizdir. Çünkü bu ülkede insan hayatı sudan ucuzdur. Karnımızı doyurmamız, dinlenmemiz, bakılmamız, temizlenmemiz gerekir. Ertesi gün tekrar çalışacak hale gelmemiz gerekir. Asgari ücret bütün bunların en dibini temel alır. Kaba deyişle karın tokluğuna çalışılacak para demektir. As-gari ücret 4 kişilik ailenin asgari yaşam düzeyi üzerinden hesaplanır. Devlet halkının yarısından fazlasına hayvanca yaşayabileceği bir ücret öder. Kira, elektrik, ısınma, sağlık, çocuk, aile hepsi en dipte hesaplanır.

Avrupa ülkelerinde bu standart 1000 Euro civarındadır. Uzakdoğu’da 100 Türk Lirası. Bizde ise açlık fiyatı: 701 lira. İnsanlık bu parayla yaşayabilir mi? Kira, sigara, elektrik, Pazar, gıda, çoluk çocuk hepsi bu paraya dâhil. Aslında önemli olan paranın miktarı değildir. Önemli olan yaşamak için satın aldık-larımızın fiyatıdır.

Rusya’da asgari ücret 150 Dolar’dır. İnsanlar bizden iyi yaşar. Çünkü orada hala sosyalizmin izleri ayaktadır. Kira yoktur. Isınma, elektrik, su, sağlık, eği-tim ücretsizdir. Ulaşım yok denecek kadar ucuz. Zorunlu tüketim maddeleri haddinden fazla ucuzdur. Beğenmediğimiz Suriye’de bile gıda maddelerinin ve benzinin fiyatı bizdekinden çok ucuzdur. Devlet halktan aldığını halka verir. Bu yüzden mesele ne kadar kazandığın değil çalışmanın karşısında na-sıl yaşadığındır. Devlet kazancını halkına harcıyorsa insanca bir yaşam için çabalıyor demektir. Devlet harcamasının hesabını bile veremiyorsa (bizim gibi) asgari ücrete kaç kuruş zam alacak derdi var demektir. Yani bize, çoluk çocuğa düşen bu kış da açlığa talim etmektir.

[email protected]

emek

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin tüm taşe-ron birimlerinde yaşanan sömürü işçilerin direnişleriyle ortaya dökülüyor. Sözde ta-şeronlaşmanın, özelleştirmenin karşısında olduğunu söylemekten çekinmeyen CHP, Antalya’da AKP’yi aratmayan uygulamalarla faaliyet yürütüyor ve Park ve Bahçeler Mü-dürlüğü Gürsu Şantiyesi’nde pazartesi günü 750 kişinin çalıştığı birimde, 450 işçi 3 ay-lık maaşlarının ödenmediği için iş bırakıp greve gitti. MİM taşeron firmasından Ağus-tos ayından itibaren maaş alamayan işçiler emeklerinin karşılığını alıncaya dek eylem-lerini sürdüreceklerini bildirmelerinin üze-rine eylem hemen yankı buldu ve o gece işçilerin bir aylık maaşları yatırıldı. İşçiler sorunun sadece bu firmayla ilgili olmadığı-nı, daha önceki taşeron firmalarla da sık sık böyle sorun yaşadıklarını bildirdi.

3 ay boyunca maaşları ödenmeyen işçile-rin birçoğu kirasını ödeyememiş, kimisinin elektriği kesilmiş, kimisi kredi borcunu öde-yemediği için icralık olmuş.’ Greve başladık-tan sonra Park ve Bahçeler Daire Başkanı ve Müdürü’yle görüşen işçilerin aldıkları cevap ise ‘’eylemi bir an önce sonlandırmaları, za-ten birçoğunun ilkokul mezunu olduğu için başka bir işte çalışamayacakları ve bu yüz-den duruma boyun eğmeleri’’ olmuş. Ayrıca birçok işçi aranarak eyleme katılımı devam ederse işten çıkarılmakla tehdit edilmiş. İşçilerin tehdit edildiğine dair ses kayıtları dahi bulunmakta.

Ertesi gün mesai saatiyle başlayan eyleme artık kayıtsız kalamayan belediye, danış-manlarından birini göndererek önce mü-dürle, ardından işçilerin aralarından seç-tikleri temsilcilerle görüştü ve işçilerin 3-5 Ocak tarihlerinde maaşlarının yatacağı, ayrıca eyleme katılan hiçbir işçinin hiçbir şekilde işten atılmayacağı taahhüt edildi. İş-çilerin isteği üzerine belediye bunu yazılı bir metinle belgelendirdi. İşbaşı yapacak olan işçiler Ocak ayını bekliyorlar. Ocak ayında maaşlar ödenmediği sürece mücadelelerine devam edeceklerini belirttiler.

Sadece Park ve Bahçe Müdürlüğü’yle sınırlı kalmayan eylem süreci belediyenin güven-lik işçilerinde de devam ediyor. Bu zamana kadar iki eylem yapan güvenlik görevlileri de 2 aydır maaş alamıyorlar, ayrıca asgari ücretin % 30 fazlasını almaları gerekirken belediye % 15 olmasında diretiyor. Yasal olarak grev yapma hakları olmayan güven-lik çalışanları ise mesaisi olmayan günlerde Antalya Kapalı Yol’da mendil açarak sesle-rini duyurmaya çalışmış. Belediye’den yet-kililerle görüşmelerinde aldıkları cevap ise bir diğerinden pek farklı değil. Güvenlik çalışanlarına “Belediyenin durumu kötü. İki seçeneğimiz var; ya sizi işten çıkaracağız ya da maaşınızı düşüreceğiz,’’ denilmiş. 560 gü-venlik çalışanının olduğu Antalya Büyükşe-hir Belediyesi son ihalesini de 500 güvenlik olarak belirleyerek 60 kişiyi şimdiden işsizli-ğe sürüklemiş durumda. Güvenlik çalışan-ları eylemlerine devam edeceklerini, hakla-rını almaktan vazgeçmeyeceklerini belirtti.

Ayrıca Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakülte-si temizlik çalışanları benzer sebeplerle ‘’taşeron’a hayır’’ sloganıyla eylemlerine de-vam ediyor.

Antalya’da taşeron mağduru işçiler farklı alanlarda basın açıklamalarıyla, eylemleriy-le, grevleriyle taşeron sömürüsüne, köleleş-tirmeye karşı ayaklanıyor.

Antalya’da taşeronlaşmaya tepkiler

Şirikçioğlu Mensucat Fabrikası’nda İşçi Cinayeti:Kahramanmaraş’ta Türkiye’nin ilk 500 fir-ması arasında yer alan Şirikçioğlu Mensucat Fabrikası’nda 8 Aralık günü göz göre göre iki işçi öldürüldü. İki işçinin durumu ise kritik. Ölümlerin nedeni ise bu kot boyama fabrikasında asit kazanında gerçekleşen pat-lama sonucu çıkan kimyasallar. Zehirlenme sonucu önce 11 kişi hastaneye kaldırıldı. 32 yaşındaki Osman Bunsuz ile 23 yaşındaki Aytaç Mendiz zehirlenme sonucu hayatını kaybetti.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Raporu:

Kasım ayında en az 82 işçi hayatını kaybetti. Bu yılın ilk 11 ayında ise en az 802 işçi

öldü.

Ekonomik kriz öldürüyor!

Muğla’nın Bodrum ilçesinde işsiz kaldıktan sonra bunalıma giren 30 yaşındaki

Mehmet Güngörer kendini evin kapısına asarak intihar etti.

Page 12: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 12 | 15 aralık 2012 | geleceksöyleşi

Sosyalist Demokrasi Partisi, 9 Ara-lık Pazar günü 5. Olağan Kongresi’ni düzenledi. 2010’daki 4. Kongre’den birkaç ay sonra 21 Eylül komplosu ile karşı karşıya kalmıştınız. Oldukça coşkulu geçen 5. Kongre bu iki yıllık sürecin sonunda nasıl bir eşiği işaret ediyor?

21 Eylül komplosu partimiz açısından önemli bir süreç oldu. Komplodan bir-kaç ay önce gerçekleştirdiğimiz kong-remizin önümüze koyduğu önemli görevler vardı. SDP’nin kendi örgütlen-mesine olduğu gibi sınıf çalışmalarına yönelik de kararlardı bunlar. Komp-lo ile birlikte alınan kararların haya-ta geçirilmesinde aksamalar yaşandı. Parti örgütü daha ziyade komployu savuşturmak için çalışmaya başladı. Bu çerçevede “Sıra Kimde?” gibi geniş inisiyatifler oluşturmaya çalıştı. Diğer yandan da komplonun hukuksuzluğu-na ilişkin bir çalışma başlattı. Ancak önünde ertelenemez görevler vardı.

Yaklaşan seçim çalışmaları gibi… Bu momentte gerçekleştirilen demokratik özerklik kurultayı özellikle başarılı bir şekilde sonuçlandırıldı. Ancak bunla-rın tümünden daha önemlisi komplo ile SDP tüm üye ve taraftarlarıyla bir testten geçti. Bu zorlu süreci örgütsel bütünlüğünü, dayanışmasını güçlen-direrek atlattı. Bu yönüyle komployu tezgâhlayanların amaçlarının tersine bir durum ortaya çıktı. SDP başları-na bela oldu. Basında, sanal ortamda, sokakta komplo yoğun olarak işlendi, bu da partinin örgütsel omurgasının güçlenmesine ve komplonun savuştu-rulmasına olanak sağladı. Dışarı çık-tığımızda öncesinden çok daha güçlü bir parti ve mücadele azmi yüksek bir üye profiliyle karşılaştık. Aynı zaman-da partimizin çevre ilişkileri de çok ge-lişmişti. Sanatçılar, yazarlar, gazeteciler camiası ile parti ilişkisi güç kazanmıştı. Fakat diğer yandan 4. Kongre’nin üze-rimize yüklediği görevlerin epey bir

kısmı beklemedeydi. Aslında 5. Kong-re 4. Kongre’nin bu görevleriyle de yü-kümlü hale geldi.

4. Kongre’den bu yana partinin kitle iliş-kileri gelişti, sınıf içinde mevziler elde etti. Uluslararası ilişkileri gelişti. Şimdi ise SDP bir eşiğe geldi. Bu özellikle 4. Kongre’den sonra başlayan ve hala de-vam eden bir süreç olarak görülmeli. Bu şudur: SDP 4. Kongre’den bu yana politik bir adres haline dönüştü. Daha önce SDP’den ayrılan Sosyalist Kurtu-luş Kolektifi partimize yeniden katıldı. Ayrıca Dr. Hikmet Kıvılcımlı referanslı arkadaşlar da partimize katıldılar. Bu katılımlar partimizi güçlendirdi. Ancak böyle kalmadı. Bu durum toplamda ge-leneğimizin eski unsurlarının da parti-mize sempatiyle yaklaşmalarına neden oldu. Örneğin 5. Kongre’de bu arkadaş-larımızın azımsanmaz bir katılımından söz edilebilir. Yine şu anda başka grup katılımlarıyla ilgili gelişmeler de var tabi. Bir diğer yandan partimiz bu za-man diliminde Kürt özgürlük mücade-lesiyle ilişkilerini daha fiili bir zeminde kurdu. Eskiden çok konuşulur, yeterli hareket edilmezdi. Bugün ise durum farklı. SDP enternasyonalizmi lafta da-yanışma olarak görmüyor. Çok sayıda SDP’li bugün Kürt sorunuyla ilgili bi-çimde yargılanıyor, pek çoğu tutuklan-dı. Tabi bu bir durum tespiti açısından önem taşıyor. Başka bir şey için değil. Dolayısıyla 5. Kongre’de SDP kendini birlikçi ve enternasyonalist devrimci sosyalist kulvarda merkez parti olarak

tanımlamaya başladı. Bu bizim için bir eşikti.

5. Kongre süreci aynı zamanda SDP’nin 10. kuruluş yıldönümüne de denk geldi. Partinizin 10 yılını, kuru-luşundan bugüne geldiği aşamayı na-sıl değerlendiriyorsunuz?

Çok teferruatlı bir cevap ister bu soru. Sanırım şöyle toparlanabilir. SDP, ÖDP ile yollarını ayırdığında önüne önemli görevler koymuştu. Bazı özgünlüklere sahipti. SDP sosyalist demokrasiyi sa-vunuyordu. Bu bir örgütsel işleyiş ilkesi iken diğer yandan da gelecek toplum hedefimizi de ifade eden bir kavramdı. Pratikte bu çoğulcu ve demokratik bir parti yaşamı anlamına geliyordu. An-cak bu çoğulcu ilişkiler SDP’nin 1. dö-neminde gerçekleştirilemedi. Bu, grup-ların partiden uzaklaşmasına yol açtı. Bu yanıyla iddiaların altında kalınmış oldu. Diğer yandan Kürt meselesinin çözümü noktasında çalışma yapan ama yeterli pratik alt yapıyı bir türlü oluş-turamayan bir parti görünümündeydi. Kürt meselesi parti içinde de önemli bir tartışma meselesiydi. Yine buradan hareketle o dönem sol liberal sızmaya uygun bir parti vasatı oluşmuştu. Örne-ğin 1. Kongre’de alınan bazı kararlarda bu kendini hissettirir. Özellikle Irak’ın işgali sırasında sokaktaki militanın ey-lemi ile bir kısım merkez yöneticinin söylemi birbirini desteklemiyordu. Bu süreç partinin derin bir kriziyle sonuç-landı.

Söyleşi: Seyit Güneş / Aziz KüçükFotoğraflar: İmge Eylül Ünalp

Birliğin, enternasyonalizmin, devrimin ve sosyalizmin partisi Sosyalist Demokrasi Partisi 9 Aralık Pazar günü 5. Kongresini gerçekleştirdi. 2002 yılında kurulan Sosyalist Demokrasi Partisi’nin onuncu yılına denk gelen 5.Kongresinde yeni dönemin hedefleri belirlenirken geride bırakılan on yılında muhasebesi yapıldı. SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan ile SDP’nin on yılı, 5.Kongrede öne çıkanlar, SDP’nin yeni dönem hedefleri ve olası politik gelişmeler üzerine konuştuk.

SDP Genel Başkanı

Rıdvan Turan:

Bizim işimiz

Yunanistan

sokaklarına

methiye dizmek

değil, burayı

Yunanistan

sokakları haline

çevirmek olmalı.

Bundan sonraki hedeflerimizin başında yine birlikçilik gelecek. Bu basitçe yan yana gelip birbirine eklem-lenme olarak düşünülmesin. Bu yan yana geliş aynı

zamanda yapıların, birbiri içinde harmanlanmasını ve yeniden yapılanmasını anlatıyor. Hedefimiz bu. Böylece daha güçlü bir mücadele aygıtı yaratmak, bir işçi sınıfı

partisi yaratmak ve geleceği böyle kucaklamak isti-yoruz. Eğer kimler bu sürece katılım sağlayacak diye soruyorsanız biraz bekleyelim, hep birlikte bir şeyler

görebiliriz.

Page 13: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 13 | 15 aralık 2012 | gelecek söyleşi

Şimdi işler tamamen değişti. Zaten kendini sol milliyetçiliğe karşı şerbet-li olarak gören SDP sol liberalizme de kapılarını kapattı. Arasına duvar ördü. Birlik için yeni çalışmalar başlattı ve bunda da önemli başarılar elde etti. SDP’nin 2. dönemi sokakta dövüşenin eylemi ile yöneticisinin söyleminin aynı olduğu bir süreç oldu. Zira ikisi aynılaşmıştı. Tabi bu şu anlama gelir: SDP 1. dönemin arazlarından şu an uzaklaşmıştır. Ancak sol liberalizme ve milliyetçiliğe kapıların kapalı olma-sı, birlik ve enternasyonalist yaklaşım pratik içinde sürekli olarak yeniden üretilmeli. Bu açıdan da SDP’nin iyi bir noktada olduğunu söyleyebilirim. Ama en önemlisi hem konuşan hem yürü-yen bir parti SDP. Önemli bir noktanın altını daha çizmeliyim tabi. Biz bugün çok daha ileri bir noktada olabilirdik. Bu imkanları teoride birliği savunup pratikte bunu gerçekleştirememiş ol-mamızla kaybettik. Dolayısıyla bu du-rum bize çok zaman kaybettirdi. Yine de zararın neresinden dönülürse kardır ve sınıflar mücadelesi uzun erimlidir.

Kongre konuşmanızın en dikkat çe-kici noktalarından birini, SDP’nin siyasi topografyadaki koordinatlarını açıkladığınız bölüm oluşturuyor. Bu koordinatların tanımladığı mücadele çizgisi geniş bir yelpazeye hitap edi-yor ve Türkiye’de devrimci mücadele tarihinin bütün geleneklerini kapsa-yan ve sahiplenen bir konuma denk düşüyor. Bu Türkiye sosyalist hareke-ti için oldukça ileri ve bütünleştirici bir yaklaşım. Bu yaklaşımın temelini nasıl oluşturdunuz?

Bir düzeltme yapmama izin verin. Bu

koordinatlar bütün gelenekleri kap-samıyor. Örneğin Anadolu’daki halk ayaklanmalarından bahsettiğim kısım nasıl anlaşılmalı? Bugün kimi siyasal anlayışlar bunları dini motifli ayaklan-malar olarak adlandırarak koordinatla-rın dışına itiyor, dahası Kemalizm’den mülhem kısır bir ilerici-gerici ikilemiy-le ele alıyor. Oysa hak ve eşitlik taleple-rini ifade edecekleri başka bir ideoloji yok. Diyalektik materyalizm “keşfedil-miş” olsa herhalde ondan olurlardı. Bi-zim için bu coğrafyadaki sınıf müca-delelerine bir referans kaynak olması nedeniyle koordinatlarımız arasında yer alır. Yine Kürt direnişinin öncü kadrolarını da ne yazık ki kimi sol an-layışlar “terörist” olarak nitelerler. Ama bizim için enternasyonalizmin bu ülke-deki kaynaklarıdır. Yine Denizlerden,

İbolardan, Mahirlerden biz militan sosyalizm mücadelesini anlarken, bi-rileri Kemalizm’in stepnesi muamelesi yapıyor. Che’yi ulusalcı bir solcu gibi sunuyorlar. Tabi bunlar boş laf.

Dolayısıyla siyasi topografyada bizim koordinatlarımızı oluşturan değerler, mücadeleci, devrimci, militan, bilim-sel sosyalist ve enternasyonalist anlayış ve akımlardan meydana geliyor. Bu da bizim için bugünü anlamak ve değiş-tirmek için gerekli. Daha önemlisi de yarını nasıl kuracağımızın ipuçlarını verir.

Yine kongre konuşmanızda, SDP’nin Türkiye sosyalist hareketinde birlik ve yeniden yapılanma arayışlarının bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylediniz. Bu arayışa uygun pek çok adım da attı partiniz. Birlik ve yeni-den yapılanma hedefinde partinizin bundan sonraki yönelişinden bahse-debilir misiniz?

En son olarak da söylemiştim konuş-mamda. Bundan sonraki hedeflerimi-zin başında yine birlikçilik gelecek. Bu basitçe yan yana gelip birbirine eklem-lenme olarak düşünülmesin. Bu yan yana geliş aynı zamanda yapıların, bir-biri içinde harmanlanmasını ve yeni-den yapılanmasını anlatıyor. Hedefimiz bu. Böylece daha güçlü bir mücadele aygıtı yaratmak, bir işçi sınıfı partisi yaratmak ve geleceği böyle kucaklamak istiyoruz. Eğer kimler bu sürece katı-lım sağlayacak diye soruyorsanız biraz bekleyelim, hep birlikte bir şeyler göre-biliriz.

Türkiye’de sosyalist hareketin geçmi-şinde, özellikle 12 Eylül öncesinde, Sovyetçilik, Arnavutlukçuluk, Çin-cilik gibi yaklaşımlar vardı. Hareke-tin özneleri de birbirlerini yine bu sıfatları kullanarak tanımlıyorlardı. Kongre konuşmanızda “Partimizin özelliklerinden biri ideolojik yerel-leşme çizgisidir,” şeklinde özel bir vurgu yaptınız. İdeolojik yerelleşme-den kastınız nedir? Ayrıca, Türkiye’ye

devrim modeli ithal edilmesinin, ha-reketin yerel kaynaklarının üzerini örttüğünü, en azından belirsizleştir-diğini, yerelleşmesini güçleştirdiğini düşünüyor musunuz?

Ben model ithali anlayışının çöktü-ğünü düşünüyorum. Sanırım model kalmadı, ondan böyle biraz da. Bilim-sel sosyalizm mekânsal bir değişken değildir. Cihanşümuldur. Ancak bir mekanda sosyalizmin inşası mekan-saldır. O yerelin kendi dinamiklerine dayanmak zorundadır, zira sınıf mü-cadelesinin o mekandaki müfrezesi tarafından başarılacaktır. Bu, bilimsel sosyalizmin temellerinin o yereldeki sınıflar mücadelesine uyarlanmasını gerektirir. Bu meselenin ilk kısmı bi-limin, bu kısmı da politikanın konusu haline dönüşmüştür. Daha somutlarsak örneğin Çarlık dönemindeki Rusya’da-ki sınıf kompozisyonu -işçi sınıfının nitelik ve niceliği, köylülüğün durumu vb.- Türkiye ile aynı olamayacağı için belli ki aynı politikalar öne sürülemez. Toplumsal ilişkiler, kültür (din), tarih vb. daha pek çok etken bu deneyimle-ri emsalsiz kılar. Hatta bir süre sonra kendisi bile kendi emsali olmaktan çı-kar. (Örneğin 12 Eylül öncesi ile şim-diki Türkiye’ye önerilecek model aynı mıdır?) O zaman durum şudur bence, bu ülkeye uygun bir model önerecek-sek, bilimsel sosyalizmin teorisinden kalkarak, bütün değişkenler göz önüne alınarak bu coğrafyaya has bir model oluşturulmalıdır. Bu bilimsel sosya-lizmle başka şeyleri sentez etme akılsız-lığı elbette değildir. Tam tersine politika oluşturma sürecinde buraya has olan-lardan faydalanmaktır. Bir örnek ve-reyim, sabah akşam “dine küfrederek” dindar işçi ile ilişki kurmak mümkün müdür? Onun bugün din diye bildiği şeyin iktidar ilişkileri içindeki konum-lanışını açıklamak gerekmez mi? Bu en iyi geçmiş gösterilerek açımlanabilir. Yani o tarihle barışık olmak gerekir. Ya da ne bileyim Şeyh Bedreddin’den kalkarak bugünkü eşitlik ve özgürlük mücadelesini bu ülkedeki insanlara an-latmak çok daha kolay olur, keza Dada-loğlu, Köroğlu… Tabi tüm bunlar buna uygun bir tarih bilincine, teorik emeğe ve jargona ihtiyaç gösterir.

Partinizin kuruluşundan itibaren özellikle Kürt halkı ile ortak mü-cadelenin stratejik bir yaklaşım ol-duğu üzerine özel bir vurgusu var. Kongrede de bu vurguyu yinelediniz. HDK’nin de aktif bir bileşeni SDP. Kürt halkı ile ortak mücadelenin yol-larını 5.Kongre’den sonra nasıl bir aşamaya taşımayı hedefliyorsunuz?

Ben artık meselenin iktidarlaşma me-selesi olduğunu düşünüyorum. Düne kadar HDK gibi bir oluşum hayal idi. Şimdi açık ki bu ülkenin en gerçek mu-halefet gücü haline dönüşüyor. Türkiye işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi ile Kürt halkının özgürleşme mücadele-

Türkiye’de garip bir solculuk vücut buluyor. Dünyaya gayet ilgili, dünyadaki devrimci kabarışlardan coşkula-nan, bu konuda uzun uzun değerlendirmeler yapan bir anlayış. Buraya kadar kötü değil. Ama bununla kalınması kötü. Bu algılayış Türkiye’nin de oralar gibi olması için adım atmıyor. Bu bana garip geliyor.

SDP son dönemde AKP iktidarı-nın baskı ve tutuklama politika-larından çok fazla nasibini almış durumda. Siz de, partinizin birçok yöneticisi de, özel hazırlanmış komplolarla yakın zamanda bir yıla yakın cezaevinde kaldınız. Hâlihazırda 7 SDP üyesi İstanbul, İzmir ve Mersin’de cezaevindeler. SDP’yi bu baskılar nasıl etkiliyor?

Öncelikle cezaevlerinde bulunan yol arkadaşlarıma, Bakırköy Ceza-evi’ndeki Sinem Şahin’e, Silivri’deki Aytaç Dalda’ya, İskenderun’daki Dersim Dinçer, Ali Okutan ve Bedrettin Akdeniz’e, İzmir’deki Ali Emre Ecer ve Seçkin Savaş’a dev-rimci selamlarımı yolluyorum.

Kongremiz de cezaevindeki yoldaş-larını muazzam bir coşku ile selam-ladı ve onlara sahip çıktı. Doğrusu bu görülesiydi.

Kongre onları kongrede dile gelen yüce değerlerimiz için dövüşürken tutsak edildikleri bilinciyle bağrına bastı, kucakladı.

SDP artık bu baskılardan etkilenmi-yor. Kuşkusuz arkadaşlarımızın asıl-sız nedenlerle tutuklanması bizim kabul etmediğimiz bir şey. Bu bir yanıyla bizi üzüyor. Ama SDP’nin örgütsel omurgası böyle pespaye komplolardan etkilenme durumunu geride bıraktı. Ancak biz yine de on-ları bir an evvel yanımızda istiyoruz. Tekrar onları selamlıyorum.

Page 14: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 14 | 15 aralık 2012 | geleceksöyleşi

sini birleşik bir devrimci sürece dönüş-türmek mümkün, ondan da öte zorun-ludur. Yine tüm muhalefet odakları, kültür grupları, milliyetler, inanç grup-ları, kadın, gençlik, çevre hareketleri vb. bu sürecin organik parçasıdır. İşte, her şey hazır. İktidarın önünde kendimiz dı-şında bir engel yok. Bu bilinçle hareket edeceğiz.

Türkiye solunda yaygın eğilim enter-nasyonalizmden çok söz edip yanı başındaki Kürt halkının mücadelesi ile mesafeli olmak olmuştur. Enter-nasyonalizm, Avrupa, Latin Amerika veya en fazla Filistin direnişine gü-zelleme seviyesinde kalmıştır. Bugün ise dünya, enternasyonalizmin ger-çekten sınanacağı günlerden geçiyor, Avrupa’da ve bölgemizde halklar ayak-ta. SDP dünya halklarının mücadele-sini ortaklaştırma konusunda adımlar atacak mı?

Orada da belirtmeye çalıştım. Bizim sosyalizm tasavvurumuz ulusal ölçekte değil ve hiçbir zaman da olmadı. Bizim ilk vazifemiz burada devrim yapmak olsa da, geçmiş bize böyle bir devrimin ancak uluslararası dayanışma ile ayakta kalabileceğini gösterdi. Hele bayrak gibi, marş gibi, ulusal sınırlar gibi burjuva-zinin değerleri ve sembolleriyle işimiz olmaz. Biz kendimizi dünya devriminin bu coğrafyadaki mütevazi bir müfrezesi olarak görüyoruz. Bu sebeple uluslarara-sı ilişkilerimizi güçlendirmeye çalışıyor, oralardaki dinamiklerle ilişki içinde ol-maya çalışıyoruz. Elbette anı geldiğinde fiilen bu mücadeleyi ortaklaştırmak için adımlar da atarız. Ancak uluslararası arenada da bir ortak örgütlenme sorunu var ve bu hızla çözümlenmesi gereken bir sorun.

SDP’nin eylem çizgisi onun ayırt edi-ci yanlarından biri. Siz de kongrede ‘SDP’nin özelliklerinden biri militan mücadele hattıdır. Biz Yunanistan’dan övgüyle bahsedip de burayı Yunanis-tan haline dönüştürmeyen çizgi ile mesafeliyiz’ dediniz. Bunu biraz açar mısınız?

Türkiye’de garip bir solculuk vücut bu-luyor. Dünyaya gayet ilgili, dünyadaki devrimci kabarışlardan coşkulanan, bu konuda uzun uzun değerlendirmeler yapan bir anlayış. Buraya kadar kötü değil. Ama bununla kalınması kötü. Bu algılayış Türkiye’nin de oralar gibi ol-ması için adım atmıyor. Bu bana garip geliyor. Bir başka ülkede yaşanan krizi derinleştirmek için buralardan öneri yapan, oradaki devrimcilere deyim ye-rindeyse direktif yağdıran bu tuhaf sol, kendi ülkesinde kriz patlak verdiğinde burjuvazinin ekonomi politikalarının ardına dizilip onunla birlikte krizden çıkış için çaba sarf ediyor. Ya da krizi de-rinleştirmek için çaba sarf etmiyor. Ör-neğin Türkiye’de sendikal bürokrasi ve buralarda yuvalanmış bazı sol anlayışlar böyle. Biz bunlardan, bu yaklaşımların-dan hoşlanmıyoruz.

Bizim işimiz Yunanistan sokaklarına methiye dizmek değil, burayı Yunanis-tan sokakları haline çevirmek olmalı.

Politik gelişmelere gelirsek emper-yalist-kapitalist sistemde gerek eko-nomik, gerekse siyasal alanda dünya ölçeğinde çok ciddi bir kriz var ve be-raberinde bir yönetememe krizi de de-rinleşiyor. Emperyalizm bu süreci 20. yüzyılın başında olduğu gibi savaşlar-la götürmeye ve aşmaya çalışıyor. Bu süreç devrim gereğini daha da yakıcı hale getiriyor. Bu süreçte muhtemel gelişmeler neler olabilir?

Kapitalizm 3. büyük depresyonunu ya-şıyor. İlki 1800’lerin sonunda emper-yalizme geçilmesiyle, diğeri 1930’larda 2. paylaşım savaşı ve faşist partilerin iktidarıyla sonuçlandı. Bu üçüncüsü-nün nasıl sonuçlanacağını bilmemekle birlikte ilk ikisi fikir verebilir sanırım. Bu dönemler olağanüstü devlet biçim-lerinin boy gösterdiği, krizin sermaye lehinde çözümlenmesinin işçi sınıfına görülmemiş düzeyde saldırılarıyla ka-rakterize oldu. Bunların bir kısmı yaşan-maya başladı bile.

2008’de başlayan kriz dalgası Avrupa krizi haline dönüştü ve tüm kıtayı etkisi

altına aldı. Tabi ABD ekonomisi, Japon, Çin, İngiliz vb. ekonomileri küçülüyor. Avrupa’da ise bütünleşik para sistemine karşılık ayrı kamu maliye sistemi nede-niyle daha çetrefilli yaşanıyor. Yunanis-tan, İtalya, İspanya başta olmak üzere, sorunlar çözümlenemiyor. Akdeniz’in kuzeyi bu halde iken güneyde de Arap halkları ayaklanmış durumda. Akdeniz bir devrimci üs gibi adeta. Ortadoğu da bu süreçten etkileniyor. Siyasi fay hat-larıyla çevrili bölge halen emperyalizm tarafından enerji kaynakları ve yolları nedeniyle “Ortadoğululara bırakılama-yacak denli önemli”. Arap halkları ilk perdesi kapanmış olan iktidar değişik-liklerinin ikinci perdesine hazırlanıyor-lar. Mısır bir örnek niteliğinde ve bu du-rum son derece önemli. Kürt dinamiği ise önemli kazanımlar elde ederek hem bu sürecin bir parçası oldu ve hem de ulusal bütünlüğünü sağlamakta büyük mesafe kaydetti.

Her kriz dönemi devrime ve karşı dev-rime açılan iki kapıya sahiptir. Şimdi de durum böyle olacak sanırım. Tabi mesele bu hale hazır olmak meselesidir. Bugün bunun anlamı uluslararası bir direniş hattının kurulmasıdır. Sistemi yıkacak bir gücün örgütlenme sorunu-

dur. Yoksa sistem kendini revize eder ve yoluna devam eder.

‘AKP emperyalizm tarafından Müs-lüman halklarının içine gönderilmiş bir Truva atıdır’ dediniz kongredeki değerlendirmenizde. Bu emperyalizm için herhalde Türkiye ile sınırlı olma-yan bir taktik dönüşüm?

AKP’nin iç ve dış iki önemli dayanağı-nın olduğunu düşünüyorum. İç dayanak neoliberal kapitalizmle uyum halinde bir İslam algısının başarıyla üretilmesi ve yayılması sayesinde gerçekleşti. Böy-lece AKP geniş kesimleri hem neolibe-ralizmin hem de kendisinin destek kıtası haline çevirdi. Uluslararası alanda ise bu algıyı üretip yayarak görevini yerine ge-tirdi ve emperyalizm tarafından destek-lendi. Onun İslami yanı ise Arap soka-ğında tezgah açabilmesi için gerekliydi. İsrail’le yaşanan sorunlar, “one minute” gibi ataklar, Mavi Marmara fiyaskosu gibi olaylar, Filistin’e arka çıkan söylem-ler… Arap sokağındaki AKP müşteri-lerini arttırdı. Emperyalist politikalar AKP eliyle Arap sokağına taşınmış oldu. Türkiye’nin bu durumu Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerce desteklendi. Bu hal Suriye krizi ile birlikte daha net orta-ya çıktı. Objektif olarak AKP’nin bölge politikaları incelenirse bunun Ortadoğu halklarının çıkarı ve istikrarı yönünde değil, ABD politikaları yönünde oldu-ğu görülebilir. Malatya’ya kurulan radar üssü, patriotların ülkeye yerleştirilmesi, İran’a, Suriye’ye yönelik hasmane tutum, İsrail’i koruma çabaları, Kürt düşmanlı-ğı… Türkiye’nin tutumunu açığa çıka-rıyor. Demek ki Türkiye’nin Ortadoğu politikaları resmi söylemin dışında bir içeriğe sahip. Yani bir tür gizli ajanda mevcut. Bu Truva atı olma hali değil de nedir?

Teşekkür ederiz...

Sosyalist Demokrasi Partisi 5. Kong-resini yapıyor. Kongre, Ankara Koca-tepe Kültür Merkezi’nde gerçekleştir-di. SDP Genel Başkanlığına tekrar seçi-len Rıdvan Turan, divan üyelerini, 5. Kongre’de SDP’yi yalnız bırakmayan dostları, parti genel başkanlarını, ba-sın emekçilerini, erkek egemenliğe karşı mücadele eden ve “Şiddetinizle barışmıyoruz” diyen kadınları, Tak-sim 1 Mayıs’larından , İMF ve NATO barikatlarına, en ön saflarda duran devrimci yürekleri, ülkenin yüzler-ce lisesinde “demokratik lise” şiarını yükselten Dev-Lis’lileri, makine ba-şında, grev meydanlarında, direniş çadırlarında yer alan işçileri, evlatları içerde olan aileleri, tüm katılımcıları selamlayarak konuşmasına başladı. “SDP’nin bugün buralara gelmiş ol-masında çok büyük emeği olan, bu yıl aramızdan ayrılmış Fehmi Bay-

raktaroğlu, Ersin Önsel ve iş cinaye-tine kurban gitmiş Mustafa Hambay önünde saygıyla eğiliyorum” diyen Rıdvan Turan SDP’nin 10. Yılına ve 5. Kongresine ulaşmanın heyecanı taşı-dığını söyledi.Onursal Genel Başkan Akın Birdal ise SDP’nin devrim ve sosyalizm yolun-daki mücadelesi cesaret ve kararlılıkla sürüyor dedi. Kürt sorununun ülke-mizde bir barış sorunu, eşitlik ve kar-deşlik sorunu olduğunu söyleyen Bir-dal, SDP’nin bunun ayrımına varmış bir parti olduğunu vurguladı. “Bütün halkların temsilcilerini, HDK-HDP adı altında birleştirmek istiyoruz” di-yen Birdal, Türkiye’deki asker intihar-larına dikkat çekerek bunların tesadüf olmadığının altını çizdi.Kongrede konuşma yapan ESP Ge-nel Başkanı Figen Yüksekdağ; SDP ve ESP’nin siper yoldaşı olduğunu ve önümüzdeki dönemde mücadelede

omuz omuza yer almaları gerektiğini belirtti. BDP adına konuşma yapan BDP grup başkan vekili İdris Balu-ken; bizler bu sistemi reddeden halk-ların ve emekçilerle beraber mücadele yürütüyoruz diyen Baluken; Halkın özgürlük mücadelesinin, alınterinin, erkek egemen zihniyete karşı müca-dele eden kadınların her daim yanın-dayız dedi. Şu anda tutuklu bulunan SDP tutsağı Bedrettin Akdeniz’in annesi “ Ben tek Bedrettinin değil, orda yatan tüm gençlerin anasıyım.Oğlumun gururla arkasındayım. Bir Bedrettin gider, bin Bedrettin gelir.” şeklinde konuştu.SDP’nin 5. Kongresi’ne Ahmet Telli’nin şiir dinletisinin ardından ara verildi. Kongrenin ikinci bölümü Yıl-maz Demiral’ın açılış konuşmasıyla başladı. Grup Mesel, Praksis ve Ferhat Tunç konserleriyle Kongre sona erdi.

SDP 10. Yılında 5. Kongresini Gerçkeleştirdi

Page 15: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 15 | 15 aralık 2012 | gelecek

MADDE 3– (1) 4 üncü madde-de yer alan sınırlamalar dışında okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde kılık ve kıyafet serbesttir.

2) Öğrenciler, okul, sınıf ve şu-belerde tek tip kıyafet giymeye zorlanamaz. Ancak, velilerin en az yüzde altmışının muvafaka-tiyle, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı özel kurumlara ait okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise-lerde 4’üncü maddede yer alan sınırlamalara uyulmak kaydıyla, okul yönetimlerince okul kıyafeti belirlenebilir.

(3) Okul öncesi, ilkokul, ortao-kul ve lise öğrencileri, yaş grubu özelliklerine uygun, temiz ve dü-zenli bir kıyafet giyer.

(4) Öğrenciler, öğrenim gör-dükleri programın özelliğine göre atölye, işlik ve laboratuarlarda ön-lük veya tulum, işyerlerinde ise yapılan işin özelliğine uygun kıya-fet giyer.

(5) Öğrenciler, beden eğitimi ve spor derslerinde eşofman, diğer spor etkinliklerinde ise etkinli-ğin özelliğine uygun kıyafet giyer. Ancak öğrenciler tek tip eşofman veya spor kıyafeti giymeye zorla-namaz.

(6) Kız öğrenciler, imam-ha-tip ortaokul ve liseleri ile çok programlı liselerin imam hatip programlarında tüm derslerde, ortaokul ve liselerde ise seçmeli Kur›an-ı Kerim derslerinde başla-rını örtebilir.

Şimdi de yukarıdaki 4. madde-nin detaylarına bir bakalım:

MADDE 4– (1) Öğrenciler;a) Öğrenim gördükleri okulun

arması ve rozeti dışında nişan, arma, sembol, rozet ve benzeri takılar takamaz,

b) İnsan sağlığını olumsuz yön-de etkileyen ve mevsim şartlarına uygun olmayan kıyafetler giye-mez,

c) Yırtık veya delikli kıyafetler ile şeffaf kıyafetler giyemez,

ç) Vücut hatlarını belli eden şort, tayt gibi kıyafetler ile diz üstü etek, derin yırtmaçlı etek, kısa pantolon, kolsuz tişört ve kolsuz gömlek giyemez,

d) Siyasî sembol içeren simge, şekil ve yazıların yer aldığı fular, bere, şapka, çanta ve benzeri ma-teryalleri kullanamaz ve giysileri giyemez,

e) Okul içinde baş açık, saçlar temiz ve boyasız olarak bulunur, makyaj yapamaz, bıyık ve sakal bırakamaz.

Kılık kıyafet “serbestliği” yönet-meliğine uymayanlara hangi yap-tırımların uygulanacağı şeklinde devam eden yönetmelik kısaca böyle. (Ayrıntılı yönetmelik için MEB’in sitesinden ayrıca bakıla-bilir.)

eğitim

Milli Eğitim Bakanlığı ‘Kılık Kıyafet Serbestliği’ Uygulamasıyla Neyi Amaçlıyor?AKP hükümeti, eğitim sendikalarının, akademisyenlerin ve pedagogların tüm itirazlarına rağmen yasalaştırdığı 4+4+ 4 uygulamalarına devam ediyor. Bilindiği gibi 4+4+4 eğitim sistemi hiçbir alt yapı hazırlığı yapılmadan, bu konuda uzman eğitim bilimcilerin görüşüne başvurul-madan, toplumun geniş bir kesiminin itirazlarına rağmen yürürlüğe konul-muş; zorunlu eğitim süresini arttırma bahanesiyle kendi siyasal ve ideolojik amaçlarına uygun bir şekilde biçimlen-dirilmişti. Oysa ki kademelendirilmiş eğitim sistemi AKP ile palazlanmış yeni bir sermaye sınıfının ihtiyaçlarına cevap verecek ucuz iş gücünün temin edilebil-mesini ve bununla birlikte her açıdan tekçi, ırkçı ve cins ayrımcı bir nesil yetiş-tirmeyi amaçlamaktadır.

‘Kılık kıyafet serbestliği’ 4+4+4 dayat-masının getirdiği felaketleri örtbas et-mek içindir…

Zorunlu kademeli eğitim sistemi nere-deyse birinci yarı yılını doldurmak üzere olmasına rağmen eksiklik ve karışıklık-lar giderilememiştir; öğrenci, öğretmen ve veliler mağdur edilirken büyük zor-luklar yaşatılmaya devam edilmekte-dir. Okul sayısının azlığı eğitimin ikili (sabahçı-öğlenci) yapılmasını zorunlu kıldığından sabahın yedisinde başlayan dersler akşam karanlığında sürmekte ve öğrencilerin çıkış saatleri saat yediyi bulmaktadır. Pek çok okul çıkış saatle-rinin bir saat öne çekilmesi için ara bir formül bulmuş ve blok ders uygulaması başlatmıştır. Dersler 80 dakikaya çıkarıl-mış ve teneffüsler 10’ar dakikaya düşü-rülerek zamandan tasarruf sağlanmıştır. Yalnız burada heba edilen nitelikli ve ve-rimli eğitimdir çünkü eğitim psikolog-ları öğrencinin dikkat süresinin en fazla 15 dakika olduğunu belirtmektedirler. 80 dakika olan dersin verimli olmayaca-ğını herkes bilmesine rağmen bu uygu-lama giderek yaygınlaşmaktadır. Bakan-lık camilerin büyüklüğüne ve sayısına gösterdiği ilginin yarısını okul sayısına ve büyüklüğüne gösterse, öğrencilerimiz sağlıklı ve nitelikli eğitim olanaklarına kavuşabilirdi.

Zaten dönemin başında, okulların ilko-kul-ortaokul ve imam hatip ortaokulu olarak dönüştürülmesi sonucunda çok sayıda öğrenci okulundan ve okul çev-resinden zorunlu olarak koparılmış, oturduğu yerden uzakta, farklı okullara gitmek zorunda kalmış ve uyum sorunu ile baş başa bırakılmıştı. Bu durumun ailelere yansıması ise servis ücreti gibi yeni bir harcama kalemi olmuştur.

Yeni eğitim modeli öğretmenleri de mağdur etmiştir. Öğretmenler okulların imam hatip veya meslek okullarına dö-

nüştürülmesi ve yeni açılan okulların da aynı şekildeki okullardan ibaret olması; Fen, Sosyal Bilimler ve Güzel Sanatlar liselerinin sayısının artırılmamasından dolayı norm fazlası durumuna düşürül-müştür. Bir dönem içerisinde üç farklı okul değiştirmek zorunda bırakılan öğ-retmenler dahi olmuştur. Milli Eğitim’in gerçekleştirdiği atamalar günü kurtar-mayı amaçladığından sorunu bütünlük-lü çözmekten uzak ve yeni karışıklıklar yaratmaya gebe uygulamaların ötesine geçememiştir.

Ve bütün bunlara rağmen kılık kıyafet serbestliği!

Milli Eğitim Bakanlığı yine kimsenin görüşüne başvurmadan kendi belirle-diği bir çerçeve ile Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmeliği Resmi Gazete`de yayınladı. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı resmi ve özel; okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise öğren-cilerinin kılık ve kıyafetlerine dair usul ve esasları düzenleyen yönetmeliğe göre, belirlenen sınırlamalar dışında okul ön-cesi, ilkokul, ortaokul ve liselerde kılık ve kıyafetin serbest olacağı belirtilmek-tedir. MEB’in serbestlik anlayışının ne kadar serbest olduğuna daha detaylı bir bakalım isterseniz:

Gayet serbest yasaklamalar

Kılık kıyafet yönetmeliğinde serbest olanlar imam hatip okullarındaki ba-şörtülü genç kadın öğrenciler; serbest olmayanlar ise imam hatip okullarında-ki başı açık diğer genç kadın öğrenciler. Yani aynı ortam içerisinde birine serbest olan diğerine yasak…

Diğer ortaokul ve liselerde ise sadece seçmeli Kur’an-ı Kerim derslerinde baş-larını örtebilecek, diğer bütün zamanlar-da baş açık olmak zorunda, yani başını örtmek isteyenlere de böylesi bir yasak söz konusu…

Şimdi de okul ayrımı olmaksızın diğer

yasaklara bakalım: Okullarda ‘yırtık veya delikli kıyafetler’ ile ‘şeffaf kıyafet-ler’, vücut hatlarını belli eden şort, tayt gibi kıyafetlerle diz üstü etek, derin yırt-maçlı etek, kısa pantolon, kolsuz tişört ve kolsuz gömlek giyilmeyecek. Başör-tüsü dışında öğrenciler okulda başı açık, saçlar temiz ve boyasız olacak. Makyaj, bıyık-sakal, sembol-rozet, siyasi sembol-ler yasaklar kapsamında…

Cinsiyet ve inanç üstünden yeni bir ay-rımcılıktır.

Yönetmelik yine kadın bedenini ta-hakkküm altına almayı, erkek aklının belirlenimiyle bir şekle sokmayı hedef-lemektedir. En başından beri kadının örtüsü üzerinden cereyan eden yaklaşım cinsiyetçidir. Ayrıca başörtüsü doğalmış (normal) yaklaşımı içindeyken tayt, şort ve mini etek yasaklar içinde sayılıp in-san giyimi değilmiş gibi bir ayrımcılık sergilenmiştir. Toplumsal farklılıkları yeniden tanımlama, üretme ve yaygın-laştırma amaçlanmaktadır. Yalnız bu yaygınlaştırma daha da muhafazakar bir ivmeye doğrudur; çünkü bir öğrenci-mizin dediği gibi: “Hem okulda giyecek hem de dışarıda giyecek farklı giysiler alamam, mecburen okul içinde giyile-bilecek kıyafetler alacağım ve bunların içinde en sevdiğim taytlar ve dar kotlar olamayacak. Bu da demektir ki bundan sonra sokakta da tayt ve kot gibi giysiler giyemeyeceğim. En iyisi okul formasıyla devam etmek, en azından dışarıda iste-diğim gibi giyinebilirim.”

Sıradan bir lise öğrencisi kendi duru-mundan hareketle bir sonuca varmış, yeni serbestliğin aslında yeni bir tek tip-çi anlayış olduğunu çözmüş.

Kılık kıyafete dair yönetmelik çıkarmak bir yana tüm yasakların kaldırıldığını, öğretmen ve öğrencilerin istedikleri gibi gelebileceklerini bir tek cümleyle ifade etmek, sayfalar dolusu yönetmeliklerle uğraşmamak en doğrusudur.

Zorunlu kademeli eğitim sistemi neredeyse birinci yarı yılını doldurmak üzere olmasına rağmen eksiklik ve karışıklıklar giderilememiştir

Page 16: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 16 | 15 aralık 2012 | gelecekdünya

Mısır’da olup bitenler tarihsel bağ-lamda ele alınmayı hak ediyor. Sedat, 1970’te Nasır sonrası ilk kez iktidara geldiğinde yerini koruma şansı sıfırdı. Hiçbir siyasal itibarı yoktu ve kendi-ne ait hiçbir tabana sahip değildi. Güç biriktirmeye 1971’de, Nasır’ın baş da-nışmanlarınca tezgâhlanan büyük bir solcu komplonun varlığını duyurdu-ğu zaman (bunlara “güç merkezleri” demişti) başladı. İddiası, gizli telefon görüşmesi kayıtlarına dayanıyordu. Daha önce ABD hükümetinin Sedat’a Nasırcı rakiplerini ekarte etmesine yar-dım edecek “kanıtlar” sağladığı ortaya çıkmamıştı. Bir yıl sonra Sedat, muhte-melen ABD hükümetine olan borcunu ödemek için, Sovyet danışmanlarından Mısır’ı terk etmelerini istedi. Sedat ile Mübarek’in geri kalan tarihi iyi bilini-yor: ABD hükümeti, Mısır’daki baskıcı devlet aygıtının (ki daha sonra Ortado-ğu’daki ABD-İsrail politikalarının köşe taşı haline gelmiştir) inşa edilmesine ve gözetimine yardım etti.

Mursi yönetimindeki Mısır rejimini analiz etmek için henüz çok erken, an-cak bazı net işaret ve göstergeler yok değil. ABD hükümeti (İsrail’le birlikte), Sedat-Mübarek dönemi dış politikası-na dokunmadıkları veya karışmadıkla-rı sürece Müslüman Kardeşler ile çalı-şabileceği kanaatine varmış durumda. Mısır istihbarat servisi ABD tarafından inşa edildi ve CIA’nın Mısır’daki bir uzantısı olarak çalışıyor. Müslüman Kardeşler’in, Mısır’ın dış politikası-nın kontrolünü istihbarat servisine verdiği söylenebilir. Dışişlerindeki üst

kademeler, muhaberat aygıtı tarafın-dan üstlenildi ve yeni Mısır’ın dışişleri bakanları, Sedat’ın diplomasi okulu-nun mezunları. Amerikan yönetimi ve Kongre, ABD için önemli olan tek kri-terin Mısır-İsrail anlaşması olduğunu açıkça belirtti.

Ancak Müslüman Kardeşler’in ABD’nin güvenlik çıkarlarına ve tali-matlarına sadakatini ve itaatkârlığını kanıtlaması için zaman gerekiyordu. ABD yakın takipteydi ve Arap takipçi-ler için İhvan’ın hızlı bir makyaja tabi tutulduğu çok açıktı. Cihatla alakalı söylemler, tüm o grotesk anti-Semitik içerik ve “maymun soyundan gelenle-re” yapılan standart İslami referanslarla birlikte ortadan kalktı ve yerini “ulus-lararası anlaşma ve yükümlülüklere” saygının gerekliliğine dair vurgu aldı. Elbette Mısır hükümetinin “uluslarara-sı anlaşmalara” yaptığı referans Mısır’ın Afrika ve Asya ülkeleriyle ikili anlaş-malarını hiçbir şekilde ilgilendirmiyor-du. Yeni İhvan hükümetinin “laf olsun beri gelsin” cinsinden bir söylemiydi ve esas olarak ABD’ye, iktidarlarının des-teklenmesi karşılığında Mübarek-Sedat dönemi dış politikasının aynen korun-masını istediklerine dair mesaj gönde-riliyordu.

Müslüman Kardeşler Washington’a ulaklar gönderdi ve şehirdeki Siyonist kuruluşların önde gelen üyeleriyle gö-rüşmeler yaptı. Senatör John McCain (Ariel Şaron’un bile sağında kalan bir adam), aniden İhvan’ın ABD’deki baş destekçilerinden biri haline geldi ve

ikide bir Fox News’e çıkıp “ılımlı bir Müslüman Kardeşler”in ne kadar iyi olacağını savunmaya başladı. ABD dış politikasının bir aracından başka bir şey olmayan IMF, hemen işe dahil oldu ve iyi davranmasının karşılığında cö-mert bir yardım vaat etti.

Ancak asıl altın fırsat Gazze savaşıydı: Gazze savaşının nasıl patlak verdiği-ni ve kotarıldığını öğrenmemiz belki de yıllar alacak ancak İhvan ABD ile İsrail’in güvenini çok hızlı kazandı. Gazze’ye vahşi İsrail saldırısından son-ra, Müslüman Kardeşler ve Yahudilere karşı kutsal savaş vaazı verenler (ki bu İhvan’ın klasik söylemidir), Mübarek dış politikasının çizgileriyle son dere-ce uyum içinde, Mursi hükümetinin Mısır’ın olası en güçlü yanıtı olarak İsrail elçisini geri çağırması çağrısında bulundular. Müslüman Kardeşler Oba-ma yönetimi ile yakın işbirliği içinde çalıştı ve Siyonistler ile ABD, Mursi hükümetine ve Müslüman Kardeşler’in sorumluluk sahibi yeni tutumuma öv-güler yağdırdılar.

Mursi, başkanlık kararnamesini Gazze saldırısından sadece birkaç gün sonra yayınladı. Ve ABD’nin tepkisi, bölge-deki uydu rejimlerinden herhangi biri baskıcı tedbirlere başvurduğundakiyle aynı oldu. Daha da kötüsü, ABD hü-kümetinin tepkisi, protestocular Mü-barek rejimine karşı ilk kez sokaklara çıktığında verdiği ile aynıydı. Obama yönetimi, tıpkı ilk başta Mısırlı protes-tocuların Mübarek’e karşı “şiddetini” kınadığı gibi (tersini değil), protesto-

cuları (rejimi değil) şiddete başvurma-maları konusunda uyardı. New York Times gazetesi, bir Müslüman Kardeş-ler aktivistinin yaralı birini kurtarırken fotoğrafını manşete taşıdı. Araplar bu fotoğrafla epey dalga geçtiler çünkü Arap basını aynı gün İhvan çetelerinin Kahire’de barışçıl göstericilere saldır-dığı sayısız fotoğraf basmıştı. Ve New York Times, Mursi’nin İsrail’e karşı tav-rından o kadar memnundu ki çadırlar kurulmasını ve Mursi karşıtı grafitiler çizilmesini muhalefetin şiddet eylem-leri olarak değerlendirdi.

Yine de ABD’nin Mursi’nin darbesin-de parmağı olup olmadığına dair he-nüz kanıt yok ancak iki yönetimin çok yakın işbirliği içinde oldukları açık. Mursi’nin bir sürü ulağı Washington’a sevk edildi ve Mursi ABD hükümetini kararnamesi konusunda Mısır kamu-oyundan önce bilgilendirdi. ABD’nin İsrail’in on yıllardır böylesine işine yaramış olan baskıcı güvenlik aygıtını yeniden inşa etme konusunda Mursi ile el altından birlikte çalışıyor olması şaşırtıcı olmaz. ABD’nin bölgedeki iliş-kilerini İhvan rejimlerini ABD yanlısı bir bölgesel baskıcı sisteme dahil etmek üzere yeniden düzenlemesi muhtemel. ABD’nin Mursi yönetimi üzerindeki et-kisine dair kuşkular Mısır kamuoyunda çok yaygın ve neden birçok göstericinin protesto için ABD elçiliğine gittiğini ve Mübarek-Mursi güvenlik çetelerince geri çevrildiğini de açıklıyor.

http://english.al-akhbar.com/blogs/angry-corner/american-coup-egypt

Mısır’da bir Amerikan Darbesi mi?Esad Ebu Halil7 Aralık 2012al-akhbar.com

Page 17: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 17 | 15 aralık 2012 | gelecek dünyaİsp

anya

’da sa

ğlık

çalış

anlar

ı, hü

küm

etin

ekon

omi p

oliti

-ka

ların

ı ve

hasta

neler

in ö

zelle

ştiril

mes

i plan

ını p

rote

sto

etti.

Bin

lerce

gös

teric

i, ell

erin

de ‘k

emer

sık

may

a ha

yır’

yazıl

ı pan

kartl

arla

yürü

dü. B

ütçe

kesin

tiler

i sek

törd

e çok

sa

yıda

kişi

yi iş

siz b

ıraka

cak.

Düny

a Gü

ndem

i

Avru

pa’da

ki

kem

er

sıkm

a po

litik

alar

ının

ye

ni k

urba

nı İ

taly

an

arab

a m

arka

sı Fi

at’ın

Po

lony

a fa

brik

asın

-da

ki i

şçile

r ol

du.

Bu

otom

otiv

dev

i, en

ve-

rimli

fabr

ikal

arın

dan

biris

i ol

an

Tych

y’de

çalış

an 5

.000

işç

iden

1.

500’

ünün

işte

n çı

ka-

rılac

ağın

ı açı

klad

ı.

Arja

ntin

’de m

ahke

me

heye

ti, M

arita

Ver

on a

dlı g

enç k

ızı k

açırı

p ar

dınd

an fu

huş i

çin

sata

n 13

sanı

ğı ta

hliy

e ka

rarı

alın

ca A

rjan-

tin h

alkı

soka

ğa çı

ktı.

Gös

teric

iler h

üküm

et b

inas

ını t

aş y

ağm

u-ru

na tu

tup

polis

le ça

tıştı.

Suud

i Ara

bista

n’da,

Suriy

e’de s

avaş

mala

rı şa

r-tıy

la öl

üm m

ahku

mlar

ı se

rbes

t bıra

kılıy

or.

Fran

sa’da

hük

ümet

sını

rdışı

ceza

evler

in-

de tu

tulan

göçm

enler

e yar

dım

amaç

lı ça

lışan

der

nek

ve k

urul

uşlar

a yen

i kısı

t-lam

alar g

etirm

eye h

azırl

anıy

or.

Yuna

nista

n’da

geçe

n yı

l Eyl

ül

ayın

da yü

zde

18,9

olan

işsiz

-lik

son

bir y

ılda

yüzd

e 38

artış

sterd

i. Ülk

e-de

ki iş

siz sa

yısı

1 m

ilyon

300

bi

ni b

uldu

.

Bir

süre

dir

kans

erle

m

ücad

ele

eden

C

ha-

vez

amel

iyat

ı sır

asın

da

kend

isine

bir

şey o

lmas

ı du

rum

unda

seç

men

le-

rinin

baş

kan

yard

ımcı

sı N

icho

las

Mad

uro’y

a oy

ve

rmel

erin

i iste

di.

FARC

müz

aker

e sö

zcüs

ü M

arco

Le

on K

olom

biya

ile

bar

ış gö

rüşm

e-le

rinin

kısa

sür-

mey

eceğ

ini ç

ünkü

Ko

lom

biya

dev

let

başk

anı J

uan

Ma-

nuel

San

tos’u

n m

üzak

erel

eri

müm

kün

oldu

-ğu

nca

uzat

tığın

ı aç

ıkla

dı.

Mısı

r’da

15

Ara

lık’ta

yap

ı-la

cak

anay

asa

refe

rand

umu

için

m

uhal

efet

‘hay

ır’

oyu

çağr

ısınd

a bu

lund

u.

Kaz

akist

an’da

muh

alif

gaze

te v

e in

tern

et y

ayın

ları

tek

tek

kısıt

la-

nara

k ya

yınl

arı d

urdu

rulu

yor.

Page 18: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 18 | 15 aralık 2012 | gelecek

Belirtileri

Yüz ve baş ağrıları

Bu ağrılar eğilme, ağır bir şey kaldırma, öksürme, başını sallama gibi hareketler sırasında sinüslerdeki basınç artışına bağlı olarak artar. Ağrılar kronik sinüzit-te akut sinüzite oranla daha azdır, hatta hiç olmayabilir. Sinüzit ağrısının özel-likleri kafada basınç hissi, özellikle ka-fatasının ön bölümünde zonklayıcı ağrı karakterindedir. Etkilenen sinüs üzerine basınç uygulanması ya da üzerine vurul-ması ile sıklıkla hassasiyet görülür.

Genel Belirtiler

Uyuşukluk, çalışma isteksizliği ve dep-resyon dahil olmak üzere psişik semp-tomlar görülebilir. Ateş yükselmesi genel bir enfeksiyon ya da erken komp-likasyonların belirtisidir. Çocuk sinüzit-lerinde, erişkinlerde görülen semptom-lar aynı şekilde görülebilir ancak sıklıkla belirtiler azdır.

Burun akıntısı

Özellikle erişkinlerde tek taraflı burun akıntısı her zaman sinüzit şüphesi uyan-dırmalıdır. Akıntı renksiz ve değişen

kıvamlarda, ancak sıklıkla sarı-yeşil ya da kanla karışık olabilir. Burun tıkanık-lığı sürekli ya da aralıklarla görülebilir. Koku alma bozukluğu ya da kaybı sık görülür. Diş absesi ve kronik sinüzitte kötü koku duyma görülebilir. Burun de-liklerinin ekzeması özellikle çocuklarda sık görülür.

Sinüzit baş ağrısı nedir?

Soğuk algınlığı sırasında veya burun örtüsü şiştiği ve burnun aktığı zamanda veya burun sümükle dolu olduğunda yüzde, yanaklarda, alında veya göz çev-resinde ortaya çıkan baş ağrısı muhte-melen sinüzit ağrısıdır. Sinüs enfeksiyo-nu buna neden olur. Bir başka tür sinüs baş ağrısı ise uçak inmek üzere alçaldığı zaman ortaya çıkar. Bu özellikle soğuk algınlığınız veya aktif alerjiniz varsa be-lirgin olur. Maalesef sinüs baş ağrısıyla karıştırılabilecek birçok başka neden vardır. Örnek olarak migren ve diğer damar kaynaklı baş ağrıları veya gergin-lik baş ağrısı hem alın ve göz çevresinde ağrı oluşturması hem de burun akıntı-sına da neden olabilmelerinden dolayı sinüzit ile karıştırabilirler. Ancak bu tip baş ağrıları doktor müdahalesi olmadan kısa sürede gelip geçerler. Doktor müda-halesi olmadan uzun süren ve ancak an-

tibiyotik tedavisiyle düzeltilebilen sinü-zitten farklıdırlar. Bununla birlikte arada sırada gelen, bulantı ve kusmaya neden olan baş ağrısı daha ziyade migren baş ağrısıdır. Şiddetli, sık ve uzun süren baş ağrılarının tanısı için mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Akut sinüzit kronikleşirse:

Sık sık sinüzit atakları geçiriyorsanız veya enfeksiyon 3 aydan uzun sürmüş-se, bu, kronik sinüzit olabilir. Kronik sinüzitin belirtileri akut sinüzitten daha hafif olabilir; ancak tedavi edilmeyen kronik sinüzit ameliyat gerektirecek şe-kilde sinüslerde ve kemiklerde harabi-yetle sonuçlanabilir.

Sinüzit mi oldum?

Sinüzit belirtilerinin soğuk algınlığı veya alerjik nezle belirtilerinden ayırt edilmesi genellikle zordur; bu neden-le pek çok kişi doktora gitmeye gerek duymaz. Bunun yerine soğuk algınlığı veya alerji ilaçları ile kendilerini tedavi etmeye çalışırlar. Oysa, soğuk algınlığı ve alerjinin aksine, bakteriyel sinüzit bir doktor tarafından teşhis edilmesi ve komplikasyonlarının önlenmesi için antibiyotiklerle tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.

Herkesin Sinüsü var mıdır?

Evet, yeni doğmuş bir bebeğin bile çok küçük olsa dahi sinüsleri vardır. Baş-langıçta bezelye büyüklüğünde olan bu boşluklar burnun içinden yüz ve kafata-sı kemiklerinin içine doğru genişleyen boşluklardır. Çocukluk ve genç erişkin-lik çağında büyümeye ve genişlemeye devam eder. Hava cepleridirler. Burnun iç yüzünü kaplayan zarın aynısı tarafın-dan kaplanmaktadırlar ve bir kurşun ka-lem başı büyüklüğünde açıklarla burun boşluğuna bağlanırlar.

Kimler Sinüs Problemiyle Kar-şılaşırlar

Gerçekte herkes sinüs enfeksiyonu geçi-rebilir ancak bazı gruplar daha hassas-tırlar.

1. Alerjisi olanlar: Bir alerji atağı soğuk algınlığı gibi mukozanın şişmesine, si-nüs kanallarının kapanmasına, mukus akımının engellenmesine ve bakteri en-feksiyonuna neden olur.

2. İyi nefes almayı ve mukus akışını en-gelleyecek yapısal burun bozuklukları olanlar

3. Sık sık enfeksiyona maruz kalanlar: Okul öğretmenleri ve sağlık personeli hassastır.

4. Sigara içenler: Tütün dumanı, nikotin doğal direnç mekanizmasını bozarlar.

Sinüzit belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterir. Kimi sinüzitli hastalarda bu-run tıkanıklığı ön planda iken kiminde baş ağrısı ve geniz akıntısı ön plandadır. Bununla birlikte kronik sinüzitlerde gö-rülen ortak bulgu, YAŞAM KALİTESİ-NİN DÜŞMESİDİR.

Sağlığımızı tehdit eden ,yaşam kalite-mizi düşüren sinüzit son yıllarda tıptaki gelişmeler sayesinde tedavi edilebiliyor.

1980’lerin başına dek sinüzit tanısında bile zorlanıyorduk. Endoskopların ve bilgisayarlı sinüs tomografisinin tıpta yaygın şekilde kullanılmaya başlaması ile birlikte sinüziti yüzde yüz teşhisi ya-pılabiliyor.

Daha da önemlisi sinüzit tedavi edilebi-liyor.

Yeni ve sinüzite etkili antibiyotikler sa-yesinde sinüzitin ilaçla tedavisinde ol-dukça başarılı olunabiliyor.

İlaçla düzelmeyen kronik sinüzitte ise sinüzit ameliyatı ile sinüzitten kurtul-mak mümkün.

Sinüzit Belirtileri ve Teşhisiyaşam

Page 19: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 19 | 15 aralık 2012 | gelecek yaşamyaşam

KARINCAKARARINCA

Bu sayıda yaptığınız yemekleri daha lezzetli ve daha pratik hale getireceğiniz bazı

püf noktalarını sizinle paylaşacağız. Buradaki püf noktalarını kullanarak mutfak-

taki işinizi daha da kolaylaştıracak beklemediğiniz birçok kötü sonuçtan kaçınmış

olacaksınız. Şimdiden kolay gelsin.

1. Yemeğinizin tuzunu fazla kaçırınca tence-reye birkaç parça çiğ patates atın, hemen

fazla tuzu çekecek-tir.

2. Çorba kaynatırken taşma tehlikesine karşı içine

birkaç tane buz tanesi atar-sanız taşmayı engellemiş

olursunuz.

3. Soğan kavurur-ken renginin canlı olması için biraz tuz serpin.

4. Yu-murta haş-larken çat-lamaması için yumurtayı bir kepçe ya da kaşık içinde su dolu bir kabın içine koyun.

5. Etin yumuşak olması için pişirme-den önce zeytinyağın-da bir süre bekletin.

6. Pilavınızı tekrar ısıtırken bir kabın içinde ateşe su koyup kaynayınca tencerenizi içine oturtursanız pilavınız taneli kalır ve tazeliğini muhafaza eder.

7. Kızartma yaparken tavadaki yağın sıç-ramaması için tavanın içine bir tutam tuz katarsanız yağın patlamasını önlemiş olursunuz.

8. Satın aldığınız havucun yaprakları-nı atmayın, salatalarınızda kullanın. Bu yapraklarda kemik erimesini önleyen kalsi-yumdan bol miktarda bulunur.

9. Patatesleri kızartmadan önce süt dolu bir kabın içinde biraz bekle-tin, kuruladıktan sonra tavaya atın. Böylece daha az yağ çekeceklerdir.

10. Sebze yeme-ği pişirirken yeme-

ğe ekleyeceğiniz su sıcak olursa yemeğiniz daha lezzetli olacaktır.

11. Balığı derin dondurucuya koymadan önce içine limon sı-karsanız çözüldüğünde kokusu daha az olur.

12. Düdüklü tencereye konacak su ve malzeme miktarı asla tencereyi tam olarak doldurmamalı.

13. Eğer pilav suyunu çektiği halde hala pirinçler sertse ¼ ölçü sıcak su ilave edin ve pirinçler suyu çekinceye kadar pişirmeye devam edin.

14. Kek yaparken karıştırmak için kullandığınız kaşığa hamur yapışma-

sını istemiyorsanız kaşığı kullan-madan önce süte batırın. Hamur yapışmayacaktır.

15. Kesilmiş ve açık havada kal-mış soğan zararlıdır. Kullanmadığınız

soğan parçalarını saklamayın.

16. Balığın çıtır çıtır kızarması için önce biraz sütün içine batırın. Sonra unla-

yın, tavanın içine atın.

17. Pilavın tane tane ve beyaz olması için tencereye incecik bir dilim limon koyun.

18. Reçel yaparken karıştırmak gerekirse mutlaka tahta kaşık kullanın.

19. Tavaya yağ koymadan pişirme yapmak istiyorsanız biraz su damlatın ve kısık ateşte pişirme yöntemi uygulayın.

20. Limondan bol su elde etmek istiyorsanız limonları kullan-madan önce 1 dakika sıcak fırında bekletin.

Page 20: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 20 | 15 aralık 2012 | gelecekkültür-sanat

Çılgınlık, kişinin kendi sınırları dışında yaptı-ğı şeylere denir. Birisi çılgınlık yapmışsa sınırın dışına çıkmış demektir. Ama burada sorun çıl-gınlıkta değil sınırda. Nedir bu sınırlar ve kim belirler bu sınırları? Biz doğduğumuzda sınırlar çoktan belirlenmiştir. Bize söylenen bu sınırla-rın dışına çıkılmaması gerektiğidir. Bu durum insanın özüne aykırıdır. İnsanın daha doğmadan sınırlarının belirlenmesi, onun özü gereği özgür olmasına aykırı bir durumdur. İşte burada çeliş-ki başlar ve insan var olanı sorgulamaya başlar.

Yönetmenliğini Sean Penn’in yaptığı 2007 ya-pımı Yabana Doğru filmi, Amerika’nın en iyi okullarından biri olan Emory Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra parasının bir kısmını ha-yır kurumuna bağışlayıp kalan kısmını da ateşe verip Alaska’ya, doğada tek başına yaşamak için giden Christopher McCandless’in gerçek yaşama dayanan öyküsünü anlatıyor.

McCandless, öteki ismiyle Alexander Supert-ramp, kapitalizmin ona dayattığı “mutlu” hayatı reddedip insanoğlunun milyonlarca yıl yaşadığı doğaya geri dönmek için Alaska’ya gitmek ister. Aslında kariyer açısından bir sıkıntısı yoktur. Okumaya devam etse geleceği “garanti altında” olacaktır. Ama o “çılgınca” düşünür. İstemediğin bir okula gidip, nefret edeceğin bir işte bütün yaşamın boyunca köle gibi çalışmak mı yoksa her şeyi geride bırakıp doğa ile beraber yaşayıp her gün temiz havayı ciğerlerine çekmek mi? McCandless bunu kendine sorar ve kendisinin olmayan bir kadere boyun eğmek istemez. Do-layısıyla ikinci şıkkı seçer. Parasının bir kısmını hayır kurumuna dağıtır, öteki kısmını ateşe verir. Bütün kartlarını kırar ve ailesine haber verme-den Alaska’nın yolunu tutar. Tüm yolculuğunu otostop çekerek, yürüyerek, büyük bir kanyo-

nu cesur bir şekilde aşarak yapar. Her aşamada farklı insanlar ile karşılaşır, yeni hikâyelerin içe-risinde yer alır. Yolculuğun bir kısmında, hippi bir çift ile devam eder, bir kısmında kendi para-sını, kendisi kazanmak için güneyde bir çiftlik-te çalışır. Yaktığı paraları ile yapacağı yolculuğa göre çok daha mutludur, özgürdür. Çünkü kendi isteklerine göre hareket ediyordur, doğayla iç içe yaşıyordur. Tüm macera dolu yolculuk günleri-nin ardından Alaska’ya ulaşır ve doğal yaşamına başlar.

Jon Krakauer’in Into The Wild kitabından alıntı-lanan filmin müzikleri ve doğa manzaraları son derece uyumlu. Müzik ve manzara filmin izlene-bilirlik oranını hatırı sayılır derecede artırıyor. İki buçuk saate yakın bir filmden sıkılmamamı-zın bir nedeni McCandless’in kimsenin cesaret edemeyeceği şeyleri yaparken başına neler ge-lebileceğini merak etmekse diğer nedeni de fil-min eşsiz doğa manzaraları ve bunlarla orantılı, uyumlu bir çift olan müzikleridir.

Yabana Doğru, bir başkaldırı öyküsü. Sınırların önceden çizildiği, insanların adeta birer robota dönüştüğü bu dünyada bu kadere karşı çıkmak insanlık gereğidir. Ama bu karşı çıkışın sade-ce bireysel olması düşündürücüdür. İnsanın elinden daha fazla gelmelidir. Çünkü insan tek başına değildir. Onun örgütlü gücü toplumsal anlamda bir şeyleri değiştirebilir. Bu anlamda filmin toplumcu yönünün göz ardı edildiği söy-lenebilir. McCandless’in okuduğu kitaba “Mut-luluk, sadece paylaşıldığında güzeldir,” notunu yazması da yaşadıkları ve seçtikleriyle ters dü-şen bir yaklaşımdır. Fakat bu durum filmi izle-mek için bir engel değil. Tam tersine başka bir yaşama, başka bir dünyaya inananların izlemesi gereken bir film Yabana Doğru.

F i l m : YABANA DOĞRU

Yönetmen: Sean PennOyuncular: Emile Hirsch, Marcia Gay Harden, William Hurt devamı...Tür: Macera, DramÜlke: ABDIMDB Puanı: 8.2

Page 21: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 21 | 15 aralık 2012 | gelecek hukuk

İktidarın Büyük Gözaltı Aracı; Polis Vazife ve Selahiyat Kanunu

Polis Vazife ve Selahiyat Kanunu (PVSK) polisin yargısız infazlarının önünü açıyor.

Antalya’da 27 Ekim 2008 tarihinde, polisin dur ihtarına uymadığı gerek-çesiyle, polis memuru Mehmet Ergin tarafından ensesinden vurularak öl-dürülen (infaz edilen) Çağdaş Gemik ile ilgili davanın, 4 Aralık 2012 tari-hinde görülen duruşmasında, polis memuru Mehmet Ergin tahliye edildi. Yaşanan süreci ve Çağdaş’ın katilinin hukuk eliyle, nasıl bir koruma zırhına büründürüldüğünü anlamamız açısın-dan, dosyanın gelişim sürecine bir göz atmamız yeterli olacaktır. Öncelikle, Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada yerel mahkeme, “ola-sı kastla insan öldürmek” suçundan, polis memuru Mehmet Ergin’in 16 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılma-sına karar vermişti. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin, suçu “yaralama sonucu ölüme sebebiyet verme” olarak tanım-layarak, yerel mahkemenin kararını hu-kuka aykırı bir şekilde bozması üzerine, yerel mahkeme, önceki ka-rarında direnmiş ve son olarak Yargı-tay Ceza Kurulu ise, suçun tanımını “yaralama sonucu ölüme sebebiyet verme” olarak nitelendirerek, bilinç-li bir şekilde cezanın yarı oranında düşmesine ve Çağdaş Gemik’in kati-linin tahliyesine zemin hazırlamıştır. Olayın oluş şekli incelendiğinde, tek kurşunla hayati bir bölgeye yapılan atışın, “yarala-ma sonucu ölüme se-bebiyet verme” olarak nitelendirilmesi bile, kararın hukuksuzluğunu ve yar-gısız infaz, işkence ve kötü muamele dosyalarında devlet görevlilerinin hu-kuk eliyle nasıl bir koruma zırhına sa-hip olduklarını anlamamız açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir. 90’lı yıllardaki yargısız infaz süreçleri ve 2007 yılında yürürlüğe giren, Polis Vazife ve Selahiyat Kanunu (PVSK) ve bu kanunun yürürlüğe girmesin-den bu yana 50’ye yakın insanın polis kurşunuyla öldürülmesi bir bütün ola-rak düşünüldüğünde, Çağdaş Gemik dosyasında verilen bu karar, aslında Türkiye pratiğinde hiç de şaşılası bir karar değildir. Duruma bir başka açı-dan bakacak olursak, devlet görevlile-rinin işledikleri cinayetlerin münferit olmadığı, yıllara yayılan ve birbiriyle

örtüşen bu pratiğin aslında bir devlet politikası olduğu ve bu politikanın ol-mazsa olmaz yapı taşlarından biri olan yargının ise, açıkça yargısız infazları, işkenceleri ve polis şiddetini meşru-laştırdığı ayan beyan ortadadır.

Son yıllarda liberal aydınların dilleri-ne pelesenk ettikleri ve AKP iktida-rını tanımlarken, hiç de çekinmeden kullandıkları “işkenceye sıfır tolerans” yalanı ve bu yalanı makyajlamak için kullandıkları “90’lı yıllardaki yargısız infaz süreçleriyle karşılaştırma” yön-temi ve bu yöntem üzerinden gelişen tartışmaların, sorunu kavramamız açısından gerçekçi bir yere oturmadığı kanısındayım. Burada asıl tartışılması gereken olgu, 90 süreci ile günümüz arasında, sayısal veriler üzerinden oranlama ve şekil açısından bir kıyas-lama yapmak yerine -bence yargısız

infaz-işkence ve kötü muamele açı-sından değişen hiçbir şey olmamıştır. 8 Aralık 2012 tarihinde gözaltına alı-nırken işkence edilmek suretiyle in-faz edilmek istenen Nebiha Arıcı’nın durumu yaşadığımız en yakın örnek-tir- asıl tartışılması ve kavranması ge-reken, TC tarihinden bu yana değiş-meyen, adeta devlet politikasının ana gövdesini oluşturan, yargısız infaz, işkence ve kötü muameleye karşı “ce-zasızlık” olgusudur. Soruna tam da bu açıdan bakıldığında, AKP iktidarının, işkence ve yargısız infazlar açısından diğer iktidarlardan bir farkının olma-dığı, hatta bazı uygulamalarıyla onla-rın da önüne geçtiği su götürmez bir gerçektir. 90’lı yıllarda, işkence iddia-sıyla yargılanmış ve ceza almış tescilli bir işkenceci olan Sedat Selim Ay’ın bugün İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcılığı’na terfi ettirilmesi bu ol-

gunun kanıtı niteliğindedir.

2007 yılında yürürlüğe giren ve 50’ye yakın insanın polis kurşunuyla ölme-sine sebep olan PVSK ile adeta bir korku hukuku yaratılmış ve bu korku hukuku üzerinden, yaşam hakkı - kişi güvenliği ve özgürlüğü – özel yaşamın dokunulmazlığı, polisin direkt ve de-netlenemez iradesine terk edilmiştir. Bugün, önleme hukuku adı altında ve PVSK eliyle, yakalama, arama, el koy-ma, fiziki kimliğin tespiti gibi uygula-malar üzerinden toplumun tümü gö-zaltına alınmış ve iktidar eliyle toplum üzerinde ağır bir otorite tesis edilmiş-tir. Sonuç olarak, PVSK eliyle toplu-ma dayatılan büyük gözaltını, Michel Foucault’un “Hapishanenin Doğuşu” kitabının önsözünde belirtmiş olduğu bir cümleyle anlatacak olursak; “Mo-dern iktidar büyük gözaltıdır”.

Olayın oluş şekli incelendiğinde, tek kurşunla hayati bir bölgeye yapılan atışın, “yaralama sonucu ölü-me sebebiyet verme” olarak nitelendirilmesi bile, kararın hukuksuzluğunu ve yargısız infaz, işkence ve kötü muamele dosyalarında devlet görevlilerinin hukuk eliyle nasıl bir koruma zırhına sahip olduklarını anlamamız açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir.

Av. Sinan Varlık

Page 22: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 22 | 15 aralık 2012 | gelecekspor

Yasak Koyucular İş Başında!

Türkiye Futbol Federasyonu, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün ‘deplasman yasaklarının’ kaldırılması yönündeki talebini reddetti.

Üç yıldır devam etmekte olan deplasman yasakları bugüne kadar birkaç kez kaldı-rılmak istendiyse de polisin deplasman ta-raftarına sert davranışı yüzünden – örnek geçen yıl oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş maçındaki olaylar- devam ediyor.

Bu konuda da diğer takım taraftarlarına nazaran Fenerbahçe taraftarlarının deplas-man yasaklarının kaldırılması için verdiği mücadele de devam ediyor. Pendikspor, Orduspor, İstanbul Büyükşehir Belediye ve en son Göztepe maçında da bu hususta çe-

şitli organizasyonlar düzenlendi.

Bariz bir şekilde, birkaç yöneticinin ‘kendi-ni bilmez’ açıklamalarıyla gerilen ortamın bir ürünü olan deplasman yasakları bizlere bu ülkede şiddet fetişistlerinin futbolu ele geçirdiği fikrini aşılamaya çalışıyor. Tri-bünlerde ciddi anlamda azınlıkta kalan bu şiddet yanlısı tarafı sosyo-ekonomik ne-denler dışında eleştirerek ve yasaklar geti-rerek şiddeti bitirmeye çalışan zihniyetin bir yere varamayacağı da kesin.

Şiddetin temellerini ve çözümlerini tartış-mak bu kadar kolay değil. Yasakların, bir şeyi çözemeyeceğini ise anlatmak için keli-melere bile gerek yok.

Tribünlerin GünlüğüGeçtiğimiz 15 gün içerisinde, yine hem yüzleri güldüren hem de bizleri kahreden olaylar gerçekleşti.

İlk tebriğimiz gazozuna oynanan son Avrupa Ligi Grup ma-çında Fenerbahçe ve Mönchengladbach seyircilerinin yağmur, çamur, soğuk demeden Papazın Çayırı’na akın etmelerine. Ay-rıca maç öncesi Kadıköy Rıhtım’da toplanan Borussia’lılar ile Fenerbahçe’lilerin dostluk rüzgarları estirerek, birlikte stada yürümeleri gönüllerdeki umudu ayakta tutmaya yetti.

İkinci tebriğimiz ise 9 Aralık’ta Akhisar Bld. ile Antalyaspor’un aralarında oynadıkları maçta, açık tribünde bulunan Antalya’lı seyircilerin yağmurdan ıslanmamaları için Akigo’lar(Akhisar taraftar grubu) tarafından Kapalı tribüne çağırılmalarına. Yağmur o kadar şiddetliydi ki maç 20. dakikada ertelendi.

Yok artık dedirtecek olaylar ise Beşiktaş ve Galatasaray En-gelli Basketbol takımları ve Pınar Karşıyaka-Galatasaray er-kek basketbol takımları arasında oynanan maçlarda yaşandı. Engelli basketbol maçında taraftar arasında çıkan kavgada -nedeni ne olursa olsun, bunun mantıklı hiç bir yanı görün-müyor- birçok engelli sporcu zarar gördü. Bazı taraftarlar ise basketbolculara ait olan yirmiye yakın tekerlekli sandalyeye zarar verdi. Karşıyaklıların açtıkları üzerinde ‘Kill them all’ (Hepsini Öldürün!) yazan insani(!) pankart ve Galatasaraylı taraftarların sahaya attıkları maddeler Karşıyaka-Galatasaray maçına damgasını vurdu.

Bir gün, bizi kahreden bir olaydan bahsetmeme ve daha çok spora yakışan hadiselerin yaşanması dileğiyle.

Gary Lineker Haklıymış!Almanya bu sene Avrupa Kupalarına damgasını vurdu. Acımasız ileriye dö-nük futbol, seri paslaşmalar, sarı saçlı mavi gözlü dev savunmacılar, mental kuvvet, disiplinli bir orta saha ve ba-şarı. Yedi Alman şövalyesi diyebile-ceğimiz yedi Alman takımı bunların hepsine sahip. Almanlar için bugünle-re gelmek aslında pek de kolay olmadı.

Herşey milenyumun ilk yazında baş-ladı. 2000 Avrupa Kupası’nda Alman-ya, Portekiz, İngiltere ve Romanya’lı gruptan elenerek ülkesine döndüğün-de Alman futbol dünyası bu hezimeti öyle bir kafalarına kazıdılar ki bugün dünyanın en iyi liglerinden birisini ve belki de en başarılı futbol ülkesini ya-ratmayı başardılar.

2000 yılının Aralık ayında Almanya Futbol Federasyonu, DFL’yi, yani Al-man Futbol Ligi’ni kurdu ve kulüple-re bu lige katılmaları konusunda katı lisans baskıları yaptı. Almanya’nın ilk

iki liginde yer alan tüm takımlara, alt-yapıları için belli sayıda antrenman tesisine, masaj odalarına, saunalara ve terapistlere sahip olma zorunluluğu getiriyordu bu baskı ve başarıya giden ilk adım demekti.

Bu önlemler akabinde futbol takımla-rını daha iyi bir noktaya taşımayı he-defleyen 50+1 kuralını getirdi. 50+1 kuralıyla birlikte takımlara, takımların hisselerinin karar mekanizmasını el-lerinde tutacak olan %51’lik kısmını ellerinde tutma zorunluluğu getiri-yordu. Bu zorunluluk sayesinde DFB, Almanya’da Abramovich’lerin, Şeyh Mansour’ların çıkmasını engellemek istiyordu. Nitekim öyle de oldu.

2013-14 sezonunda devreye girecek olan Finansal Fair-Play kurallarıyla birlikte Bundesliga’nın avantajı daha da büyüyecek. Ligin ve kulüplerin maddi yapıları bu noktadan itibaren diğer liglere göre oldukça baskın çı-

kacak. Avrupa takımlarının aksine Alman takımlarının ekonomik açıdan endişe edecek fazla şeyleri yok. Bun-desliga, Sky kanalı ile şimdiden 2013-14 sezonu için yeni bir anlaşma yaptı ve böylelikle yayın gelirlerinin yılda 628 milyon avroya çıkmasını garanti altına aldı. Bu da yüzde 52’lik bir artış demek.

Alman’lar bu başarılarını önümüzde-ki yıllarda devam ettireceğe benziyor.

Gary Lineker’in o ünlü ‘futbol 22 kişi ile 90 dakika oynanır ve sonunda Al-manlar kazanır’ sözü adeta bir kanu-na dönüşüyor. Yeni Dortmund’ların, Schalke’lerin doğması an meselesi. Herkesin imrenerek izlediği Alman futbolu bugün birçok Avrupa ülkesini göçmen futbolcu sayesinde beslemeye devam ediyor. Böyle giderse belki gü-nün birinde bir bakarsınız Almanlar kazandığı için Türkiye’de kazanmış sayılır.

Page 23: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

sayfa 23 | 15 aralık 2012 | gelecek bulmaca

Soldan sağa1.Bölüm, kısım, devre. – Anlayış, kavrayış, görüş. 2. Gözün ön bö-lümünde saydam katmanın arka-sında bulunan ve göze rengini ve-ren damarlı bölge. – Yalıtılmış. 3. Türkiye’nin Karadeniz bölgesinde yer alan ve Sinop, Çankırı, Çorum, Karabük ve Bartın ile sınırı bulunan, Tosya, İnebolu, Taşköprü ilçeleri bulunan il. 4. Kullanıştan kaldırma, silme, bozma. – Slovakya’nın inter-

net alan kodu. 5. Fas’ın başkentinin baş harfi. – Bir yerde oturma. – Yunanistan’ın başkentinin baş harfi. 6. Açgözlü. 7. Mey-velerde çekirdekle deri arasındaki bö-lüm. – Toplum töresine uygun davran-ma. – Ürdün’ün başkentinin baş harfi. 8. Letonya’nın başkentinin baş harfi. – Bir topluluğun veya toplulukların hareket alanı. – İşaret. 9. Kulağa hoi gelen ses di-zisi, melodi. – İtalya’nın başkentinin baş harfi. – Bir bağlaç. 10. Vücut hareketleri-ni sağlayan organ ve bu organın dokusu.

– İmar yasalarına göre ayarlanıp sınırlan-mış arazi parçası. Yukarıdan aşağı1.Düşünce. – Gerçekleştirmek için ta-sarlanan ve erişmek istenilen şey, amaç, gaye. 2. Halk ağzında fotoğrafın negati-fi. – Arnavutluk’un başkentinin baş har-fi. – Güney Afrika’nın internet kodu. 3. İdrar kesesi iltihabı. – Otomatik Geçiş Sistemi’nin kısa adı. 4. Bilardoda toplara vurmak için kullanılan sopa. – Pastırması ve zenginleriyle ünlü ilin son iki harfi. 5.

Peru’nun başkentinin baş harfi. – Belir-ti, işaret, iz. – Fransa’nın başkentinin baş harfi. 6. İşaret, alamet. – Kötü, sevimsiz. 7. Yunan rakısı. – Çok önemli. – Suudi Arabistan’ın başkentinin baş harfi. 8. Bir kumaşın alt dokusu. –Mustafa Suphi ta-rafından 1920’de kurulan partinin adı. – Dumanın değdiği yerde bıraktığı kara leke. 9. Millet. – Hollanda’nın başkenti-nin baş harfi. – Bir bağlaç. 10. Kenya’nın internet alan kodu. – Eritilmiş ve birazı sıkılmış şekerle yapılan şekerleme.

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

12

2

3

44

5

63

7

8

9

101

13 12 2012 Web Sudoku - Billions of Free Sudoku Puzzles to Play Online

1/1www.websudoku.com

Easy Puzzle 671,134,228

3 2 5 9

1 9 4 6

8 7 3 2 1

8 9 1 4

2

5 2 9 3

2 6 4 1 8

5 8 3 6

9 5 1 8

Back to puzzle Print another...

© Web Sudoku 2012 - www.websudoku.com

13 12 2012 Web Sudoku - Billions of Free Sudoku Puzzles to Play Online

1/1www.websudoku.com/?lev el=3

Hard Puzzle 9,727,181,194

5 3

1 6

3 6 9 1 2

5 6 7

3 7 1

6 4 5

4 7 8 1 3

9 4

8 1

Back to puzzle Print another...

© Web Sudoku 2012 - www.websudoku.com

13 12 2012 Web Sudoku - Billions of Free Sudoku Puzzles to Play Online

1/1www.websudoku.com/?lev el=4

Evil Puzzle 5,223,473,815

7 1

8

8 7 6 4

2 5 3 1

8 9 5 7

4 6 2 3

7 8 4 2

3

2 5

Back to puzzle Print another...

© Web Sudoku 2012 - www.websudoku.com

SUDOKU

Page 24: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 31

Halk Gazetesi | 15 Günlük Gazete | Yerel Süreli Yayın | Sahibi: Devinim Yayıncılık Adına Yeşim Ergün | Yazıişleri Müdürü: Aziz Güler | Adres: Şehit Muhtar Mahallesi Yoğurtçu Faik Sk. No:14 D:2 Beyoğlu-İstanbul Tel.: 0212 254 94 78 | Baskı: Ezgi Matbaacılık – Sanayi Cad. Altay Sk. No:10 Yenibosna-İstanbul | Adres: Meşrutiyet Cad. Meşrutiyet Apt. No:42/10 Yenişehir-Ankara Tel: 0312 433 29 66 Fax: 0312 433 69 [email protected]

sayfa 24 | 15 aralık 2012 | gelecekkent

Inci Pastanesi Beyoğlu’nun meşhur profiterolcüsü. Böyle

söyleyince belki kulağa herhangi bir

‘dükkan’ gibi geliyor. Ancak bir kentin böyle

‘meşhur’ noktaları sadece o mekanlarda

gerçekleştirilen eylemden ibaret

değildir. Insanların ve kent halkının bireysel

ve kolektif belleklerinde simgesel değerler

taşır. Geçtiğimiz hafta yanında yöresinde

daha önce boşaltılan diğer dükkanlar ve

hemen yan sokağındaki Emek Sineması gibi Inci Pastanesi de boşaltıldı.

Polis eşliğinde ve içindeki mobilya ve aletler paramparça

edilerek. Tahliye sebebi pastanenin içinde

bulunduğu Serkildoryan binasının tartışmalı

restorasyonu.

İnci Pastanesi 68 yıl önce Lucas Zigo-ridis tarafından açılmış ve özellikle profiterolüyle senelerdir İstanbullula-rın gönlünde taht kurmuştu. Bugünkü işletmecisi Musa Ateş. Pek çok insanın Beyoğlu’na geldiğinde uğradığı sene-lerdir bir simge haline gelmiş küçücük bir dükkan İnci Pastanesi. Annesiyle, sevgilisiyle, çocuğuyla, arkadaşıyla bi-rer profiterol yemek için uğradığı bir yer. Belki çok dramatize edilmiş bulu-nabilir bu tarif ama aslında senelerdir varlığını sürdüren kentsel bir nirengi noktası olduğunu gösteriyor bu onun. Öte yandan tahliyesi sadece kendi var-lığı ile de ilgili değil, son dönemlerin tartışmalı inşa faaliyetlerinden birinin parçası.

Geçtiğimiz yıllarda Emek Sineması’nın kapatılışıyla beraber bulunduğu yapı

adasındaki Serkildoryan (Cercle d’orient) binasının tartışmalı bir resto-rasyon projesiyle gündeme geldiğine tanık olmuştuk. Bu yıkıma karşı bir platform oluştu, önerilen proje mesle-ki yetkinliği tasdikli kurum ve birey-ler tarafından yerden yere vuruldu. Ancak Serkildoryan kompleksinde restorasyon projesine girişen Emek İnşaat ve İşletme A.Ş.’nin 2010’da aç-tığı tahliye davasında, İstanbul 8. Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından verilen tahliye kararını değerlendiren Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, “Tahliye kararının yerinde olduğuna” karar verdi. 2010 yılından beri defalarca temyize gidil-miş ve Serkildoryan’ın İstiklal caddesi cephesinde tahliyeye direnen sadece İnci Pastanesi kalabilmişti. Onun tahli-yesiyle bir kez daha gördük ki tıpkı bir

yanındaki kaçak katlı restorasyon ucu-besi Demirören AVM gibi bir tüketim mabedi yapmak için Emek Sineması ya da İnci Pastanesi gibi kentsel değerleri yok etmekten çekinmeyen bir anlayış var karşımızda.

Tahliyenin biçimi de bu anlayışın yoz-luğunu gösterir nitelikte oldu. Palas pandıras, herhangi bir tebligat yapıl-madan kapıya çevi kuvvet ekipleri ve nakliye arabaları yığılarak dükkan bo-şaltıldı. Vitrinler, mobilyalar keserlerle söküldü, yer döşemeleri kullanılamaz hale getirilecek şekilde kırıldı. Tahliye sırasında orada bulunanlar, sağlam hiç-bir şeyin kalmadığını, dükkandaki her şeyin neredeyse bir moloz yığını halin-de kamyonlara yüklendiğini anlattılar. Oysa bunca senelik, kentsel değeri olan bir pastanenin mobilyaları, pasta alet-

leri tarihi nitelik taşımakta ve kurul ka-rarı olmaksızın sökülmemeleri gerekir. Bunlar önemsenmeden İnci Pastanesi işgal edilerek, paramparça edildi. Evet, ‘yasal’dı, kılıfına uydurulmuştu fakat ‘meşru’ olmadığı da açık.

Önümüzdeki süreçte Serkildoryan’ın restorasyon projesiyle de pek çok başka örnek gibi kavga edeceğimiz gün gibi ortada. İnci Pastane’sinin de başka bir yerde açılacağı söuleniyor fakat bizim bildiğimiz İnci 70’lerden kalma don-durma makinesi bile parçalanarak yok edildi. Belleğimizi sildiler, siliyorlar, silmeye de devam etmek niyetindeler. Bunların hepsi sermayedarların yeni nesil tüketim mabetlerinde zenginlik-lerine zenginlik katmaları için. Bizim ağzımızın tadı için değil. Anılarımızı, belleğimizi silme pahasına hem de.

BELLEĞİMİZ SİLİNİYOR