gencay dergisi - sayı 17 - haziran 2013
DESCRIPTION
http://www.gencaydergisi.com Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013TRANSCRIPT
![Page 1: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/1.jpg)
![Page 2: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/2.jpg)
www.millidusunce.org
Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı
Kızılay/ANKARA
Telefon: 0 (312) 231 31 94
Belgeç: 0 (312) 231 31 22
![Page 3: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/3.jpg)
GENCAY
GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi
Yıl 2 Sayı 17 - Haziran 2013
Ücretsiz e-dergi
www.gencaydergisi.com
GEZİ PARKI OLAYLARI VE MİLLİYETÇİ BİR ANALİZ / M. Bahadırhan DİNÇASLAN
GEZİNTİ / Veysel Gökberk MANGA
DEVLET BAHÇELİ GEZİ PARKI OLAYLARINA NE DEDİ? / Emre ECE
GEZİ OLAYLARI VE SONRASINA DAİR BİR DEĞERLENDİRME / Habibe DENİZ
TARİHİN ÜVEY EVLADI TÜRKMEN / M. Bahadırhan DİNÇASLAN
ORHAN PAMUK’ÇU MUSUNUZ; NİHAL ATSIZ’CI MI? / Alperen KIZIKLI
HAYATI YENİDEN ANLAMAK İÇİN: GENÇLİK… / Dilek AKILLIOĞLU
TARİHİ TÜRK YURDU ORTA ASYA’DA SİYASİ DEĞİŞİMLER / Emre SEVİNÇ
SÜVEYDA’YA NOTLARDAN: ANKARA’DA ÂŞIK OLMAK / Abdullah KILAVUZ
BİR NAMAZ HİKÂYESİ / Vural Egemen SARIGÖZ
RUH ADAM’IN KÖŞESİ / Yalçın Selim PUSAT
![Page 4: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/4.jpg)
GENCAY
1
GEZİ PARKI OLAYLARI ve MİLLİYETÇİ
BİR ANALİZ M. Bahadırhan DİNÇASLAN
Esen olsun.
Bu yazı iki bölümden oluşacak, ilk
bölümde olayların iç yüzüne dair, kahpe
medya ve onun afyonuyla olayları kaba
etlerinden yorumlayan cahil tayfaya inat,
birinci elden bilgi vereceğim. İkinci
bölümde Bahçeli’yi ve bu direnişe destek
vermeyen milliyetçi olduğunu iddia
edenleri eleştirecek ve bunun neden
milliyetçilik olmadığını ispatlamaya
çalışacağım.
Bölüm 1: Gezi Parkı Kısa Kısa
Gezi Parkı protestosu, esasında, yıllardır
artan stresin boşalmasıdır. Türkiye’de
toplum mühendisliği ile bir kaç nesil
apolitik hale sokuldu. Üstüne, var olan
politik ayrılıklar bilendi, ülke için kaygı
duyan gruplar ajite ve marjinalize edildi ki,
ülkücüler de bundan nasibini almıştır.
Bu sebeple yıllardır tepki vermesi gereken
anlarda “sanal” sebepler yüzünden birleşip
tepki veremeyen millet, “doğa” gibi
apolitik ve kucaklayıcı bir mesele
üzerinden birleşebilmiş ve tepkisini ortaya
koymuştur. Ve birinci elden şahidiyim ki,
her ne kadar (esasında biz de dâhil olmak
üzere) kimi gruplar eylemi sahiplenmeye
çalışıyorsa da, orada halk var. Ve en güzeli,
gazı yediği, suya maruz kaldığı halde
kaçtıktan sonra geri dönüp, polisi söküp
atana kadar direnen bir halk var.
Ajitasyonu önleyen, yerleri temizleyen, taş
atanı engellemeye çalışan bir halk var.
Ve gördüğüm kadarıyla en belirgin grup,
CHP seçmeni. Arkasından, her ne kadar
çoğu birbiri ile kavgalı olsa da, koyu sol
grupların toplamı geliyor. Ve milliyetçiler,
üçüncü büyük çoğunluk olarak oradalar,
resmi bir örgütlenme olmamasına rağmen.
Atılan sloganlar arasında en çok katılım
sağlayanı, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz”
ve Tayyip diye bilinen, başbakan diye
anılan vatandaşın aile fertlerine
referanslar içeren bir takım sloganlar ki
benim terbiyem o sözleri bir köşe
yazısında alıntılamaya müsaade etmez.
Bölüm 2: Milliyetçi Bakış
Ben bir Türk milliyetçisi olarak bu
protestolara neden dâhilim ve neden bağlı
bulunduğum milliyetçi örgüt, Siyah Beyaz
KSPD, bu eylemi örgütsel olarak
destekliyor? Bunların cevabını vermek
lazım.
![Page 5: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/5.jpg)
GENCAY
2
Öncelikle, şahsi bakıyorum. İnsanlığım
adına bakıyorum, diyorum ki, o değerli
arazide bir takım rant oyunları dönsün
diye halkın parkının, ağaçlarının
katledilmesinin karşısında olmalıyım.
Karakter yapım icabı bakıyorum, diyorum
ki, önüne gelene biber gazı sıkıp öz halkına
işkence eden polisin karşısında olmalıyım.
Milliyetçiliğim icabı bakıyorum: Milletim
ilk defa (evet, görüşü ne olursa olsun
orada Türkler var.) böyle uyanmış, AKP
zulmüne “dur” demek için bir fırsat
doğmuş, katılmam lazım.
Biraz daha açayım. Dediğim gibi bu olaylar
bir toplumsal protestodur, AKP’ye,
birleştirici ve haklı bir amaç etrafında
toplanılarak verilen bir tepkidir. Bu
yüzden, zaten insan olduğunuz için
katılmanız gerekir. Bir de ek olarak,
milliyetçi olduğunuz için katılmanız
gerekir zira;
1. Bugün millet, yüzde yüz haklı olduğu bir
protestoda, yanında kimi görürse, ona
teveccüh edecektir. Ben milliyetçi olarak,
milletimin yanında olmakla mükellef
olduğumu düşünüyor ve yarın milletimin,
Türk milliyetçilerini bağrına basmasını
istiyorum. Bizi Türk Milliyetçileri olarak
orada görenlerin gözleri ışıldadı, bundan
dolayı gururluyum.
2. Esasında BDP eylemleri
desteklememesine ve AKP ile arasının iyi
olmasına, resmi olarak eylemde
olmadığını açıklamasına rağmen, Sırrı
Süreyya gibi “şovmen”ler, bu haklı
kavgada öne çıkmaya çalışıyor. Sırf bu
yüzden, en önde atılmalıyım ki, halkım
gerçek kahramanın kim olduğunu bilsin.
Öyle de yaptık ama yazının devamında
anlatacağım şeyler yüzünden, milliyetçi
gençler kahraman olamadı.
3. Ülkemiz çıkarları, milletimiz çıkarları;
AKP ve AKP’nin elde ettiği devletin
çıkarları ile çatışmaktadır. Ve AKP
“muktedir”dir, elinde devlet imkânları
vardır, halkın boğazına kement atmış,
sıkmaktadır. Buna karşı meydanda
mücadele verilmezse, mücadele asla
kazanılmayacak: AKP’nin seçimlere,
ihalelere, her şeye fesat karıştırdığını
biliyoruz. Öyleyse, bir milliyetçi olarak
ben, devlet ve hükümete, onun paralı
askerlerine karşı, milletimin yanında
olmalıyım.
4. Türk halkı, “peşinen devletçi” afyon ve
bahsettiğim toplum mühendisliği
yüzünden “koyun”, uysal, ezik ve pasif bir
kimliğe bürünmüştü. Bu kırılıyor, her ne
renge boyanırsa boyansın, böyle bir
“gelenek” kazanılması, Türk halkının
bozkırlı atalarımız gibi dinamik bir
karaktere bürünmesi beni mutlu eder. Ben
bir Tük milliyetçisi olarak “lider teşkilat
doktrin tartışılmaz” devrinin geçtiğine
inanıyor ve milliyetçi söylemin, en özgür
ortamda, en demokratik yollarla, doğru ve
akılcı bir yöntem ve tavır ile anlatılırsa,
halkı ikna edeceğine güveniyorum,
korkum yok. Ve bir milliyetçi yazar, editör
ve dernek başkanı olarak yaptığım
![Page 6: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/6.jpg)
GENCAY
3
milliyetçi propagandada yaşadığım sıkıntı
insanların milliyetçilik ile ikna
edilememesi değil, aldırmaması. Öyleyse,
“aldıran”, eylemci gelenek kazanmış bir
Türk halkı, benim için, rengi ne olursa
olsun kazanımdır, o halka milliyetçi
söylemi taşımak daha kolaydır.
5. Bu protestoların, Türk Milleti’nin en
büyük düşmanı olan bu hükümetin
ihanetlerinin engellenmesi adına büyük
bir ümit olduğunu düşünüyor, ilk defa
“muktediri korkutan sıradan halk”
gördüğüm için, Kaygusuz’un Türkmenler
için dediği “kelebek ok yay almış ava
şikare çıkmış / donuzları korkudur ayuları
koçmağa” dizelerini hatırlayıp toplumcu
bir refleks ile protestolara katılıyorum.
Şimdi gelelim Bahçeli’nin açıklamaları ve
kimisi cahillikten kaynaklanan, kimisi art
niyetli kimi “milliyetçi” eleştirilere.
1. “Eylemde BDP’liler var, o yüzden
gelmiyoruz.”
Biz orada en önde kasten yürüdük, kasten
ölümü göze aldık ki halk sırrı süreyya
gibileri kahraman göreceğine bizi görsün.
Bu haklı bir halk ayaklanmasıdır ve buna
destek veren halkın yanındadır. Halk da
yarın, kendisiyle olana teveccüh
gösterecektir. Eğer bir görüşün, zihniyetin,
partinin öne çıkmasını
hazmedemiyorsanız, buyrun, bugün
“bozkurtlar burada” yazdık taksime giden
yola karış karış. Kanımızı döktük,
mücadele ettik.
Ama maalesef siz keyif çattığınız için
kimse bizi kahraman ilan etmedi, sırrı
süreyya kahraman oldu. Suçu kendinizde
arayın derim ben, bir kerecik.
2. “Devlete karşı gelinmez.”
Devlet millete karşı geliyorsa, devleti ait
olduğu yere, millete iade etmek, milletin
cumhuriyet kazanımlarını korumak ve
birilerinin çöplüğü olmasını engellemek içi
her şeye karşı gelinebilir. Kutsal devlet
yoktur, kutsal ülkü vardır.
3. “Kardeş kavgası olmasın, Bahçeli çok
üzülür, ağlar sonra.”
Bahçeli kardeş kavgasından dem vurup,
devlet millet karşı karşı karşıya gelmesin
diyor. Geldi yahu? Geldik. Ben millet
değilsem kimse değildir arkadaş. Şu
milliyetçiliğe sızmış “peşinen devletçi”
zehri bir atamadık gitti, safdiller ile hainler
devlet bizimmiş gibi davranıyorlar hala.
Kardeş kavgasıymış, ben kardeşimle
meydandaydım ve polis kardeşime tazyikli
su sıktı. Kardeşler, AKP’nin paralı
![Page 7: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/7.jpg)
GENCAY
4
askerlerine karşı omuz omuza
savaşıyordu, kardeş kavgasından kasıt bu
mudur? Oysa evet gurur duyuyorum
kardeşimle, tek başına pankartı açıp “sıkın
lan” derken bozkurt yapıyordu. Bahçeli de
katılsın kardeşlerinin safına. Unutmayız
yoksa.
4. “Eylemciler şiddete meyyal, polisimiz uf
oluyor.”
İlk gaz yediğimizde yaklaşık 10 kişilik
milliyetçi, Siyah Beyaz KSPD üyesi bir grup
olarak, “Polis halkına ihanet etme” diye
bağırıyorduk. “Arkadaşlar, üstünüze
gelirse sadece oturun, şiddete
başvurmayın” diye duyuru yaptığımdan
sadece 15 dakika sonra. Ve bizzat ben
ölümden döndüm. Polisimiz şiddete
meyyal. Polisimiz, eli sopalı AKP’lileri de
yanına almış, onların hukuksuzluğuna göz
yumuyor. Yani “polisimiz” yok, “polis” var.
5. “Bu marjinal grupların eylemidir.”
Ben bir Türkçü olarak gayet marjinal
olduğumu düşünüyorum. Sen gelme zaten
ayı.
6. “Ama ya Devlet Bahçeli kızarsa? Onun
kesin bir bildiği vardır. Zaten bu eylemler
hep dış güçlerin oyunları.”
Eğer “bu eylemler dış güçlerin oyunları”
komplo teorisine rağbet ederseniz ben de
pekâlâ “Bahçeli Türk Milliyetçiliği’ni iğdiş
etmek için tutulmuş bir kukladır” diye bir
komplo teorisi atabilirim ortaya. Ama
böyle yapmayacağım, akılcı ve mantıklı bir
şekilde Bahçeli’nin neden milliyetçi
olmadığını yazacağım, yazıyorum.
MHP benimdir, Bahçeli’nin değil. Ama eğer
Bahçeli’ninse ve dediği gibi MHP’nin hiç
bir ferdi bu olayların içinde yer almadıysa,
ben MHP’li değilim. Zaten sırrı süreyya
gibi bir adamın dahi “kahraman” olabildiği
“haklı” bir direnişte yer almayı
beceremeyen bir adamın partisiyle işim
olmaz.
“Polisin ne günahı var? Emir kulu sonuçta”
diyen bir adam, “ülkücülük” ne demek
bilmiyor demektir. Biz ülkücüler,
Türkçüler, Türk milliyetçileri “erdem”,
“ahlak”, “şeref” gibi meselelerle ilgileniriz,
verilen emre uymayıp milli mücadeleye
katılan subaylar ile gurur duyarız.
Bahçeli, bir kaç ay önce ağırlayıp övgüler
yağdırdığı bir grup gencin, gezi parkı
protestosu olaylarında en önde yer alıp,
içlerinden bazılarının hastaneye
kaldırıldığını, o gençlerin sözcüsünün
polisle arasında yirmi metre varken
polisin nişan alıp sıkışına şahit olduğunu
![Page 8: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/8.jpg)
GENCAY
5
bilse utanır mıydı? Sanmıyorum artık,
ağzıyla kuş tutsa, güvenimi yitirdi.
Tarihe not düşülsün, biz Türk
milliyetçileri, MHP’nin kurumsal değil
ancak gerçek sahipleri, bu olaylarda yer
aldık, birçok noktada polisin üzerine
baskıyı kuran, düşenin yardımına koşan,
elinden geldiğince AKP zulmüne karşı gezi
parkı kıvılcımıyla çıkan bu başkaldırıya
destek veren şerefli mücadeleciler olarak
üstümüze düşeni yaptık. Tarih, Bahçeli’yi,
kendisine her şeye rağmen ümit bağlayan
insanları hayal kırıklığına uğratmış bir
“emanetçi” olarak yazacaktır. Yazmazsa, o
tarihi yazandan şüphe edin.
Millet için bir haklı mücadeleye dâhil
olmadan “milliyetçi” olunmaz. Gerçek MHP
sokaklardaydı.
Şimdi de ben bir soru sorup, cevabını
vermeye çalışayım. “Bahçeli bu işe sahip
çıksaydı, ne olurdu?”
Türkiye’deki Türk halkının genelinin
profili, milliyetçi-muhafazakârdır. Ben
Türk-İslamcı değilim o ayrı ancak, Türk-
İslamcı propaganda, halkın kodlarıyla bu
kadar uyumlu olduğu halde, neden
iktidara gelmiyor sizce? İletişim ve eylem
zafiyetinden. Ve bu zafiyet, bir kez daha,
halkla bütünleşme fırsatı kaçırıyor:
Okuduğum haber doğruysa, bir kaç gün
önce Erzurum’da polis, akil adamları
protesto eden ülkücülere gaz sıkıyor. İl
Başkanı tek bir laf ediyor: Bir daha gaz
sıkarsanız, burayı kan gölüne çeviririz.
Ülkücü hareket, bu kadar güçlüdür işte.
Şimdi, bu ülkücü hareketin, Tandoğan
mitingini yapan ülkücü hareketin, sağlam
bir disiplin, irade ve kahramanlık gösterisi
ile bu eyleme sahip çıktığını hayal edin.
Örgütsüz halk ve kendi aralarında dahi
kavgalı olan küçük sol gruplar, eşyanın
tabiatı gereği ülkücüleri takip ederdi ve
önceden apolitik olup, bu olay ardından
politize olan/olacak kesim, MHP’ye meyl
ederdi. AKP erken seçim kararı almak
zorunda kalır, MHP iktidarı zorlayacak bir
oy potansiyeline erişirdi. Ama yapmadı
zira Bahçeli, her ne kadar biz onu (çoğu
zaman homurdana homurdana) savunsak
da, gerçekten AKP payandası olduğunu
ispatladı.
Orada halk, milliyetçileri görmek istiyor.
Bu milletin sözcüsü, hamisi, banisi, öncüsü
Türk Milliyetçileridir. Eğer bugün halkı
yalnız bırakırsak, yarın onlar bize
teveccüh göstermediğinde, şikâyet
edemeyiz.
Az sonra tekrar eylem alanına gideceğim
için kısa ve savruk yazdım. Bu daha
başlangıç, ileride konuyu tekrar tekrar
açacağım.
Olaylar sürdükçe, bir parçası olacağım.
Siyah Beyaz Kültür ve Sanat Platformu, bir
parçası olacak.
Ezen bolsun karındaş kalık.
![Page 9: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/9.jpg)
GENCAY
6
“GEZİ”NTİ Veysel Gökberk MANGA
Bekledim; bu yazıyı yazmak için çok
bekledim. Derli toplu bir değerlendirme
yapabilmek için bu elzemdi. Hem
sokakların gazını, hem dört duvar içinin
sükûnetini tatmak, tanımak, hem de
başbakanın ülkeye dönüşünü, olayların
nereye evrileceğini anlayabilmek için
beklemek gerekiyordu. Şimdi
konuşabilirim.
Herkes biliyor ama ben konuşmaya yine
de en başından başlayacağım: Biz,
milliyetçiler olarak evlerimizde, rahat
koltuklarımızda oturma, sıcak
yataklarımızda uzanma eylemleri
yaparken-hiç kimseyi tenzih etmiyorum-
memleketin ağaçlarını korumak
maksadıyla iş makinelerinin önüne bir
BDPli atladı, yıkımı durdurdu. Biz gerçi, o
kadar da sokaklardan uzak adamlar
değildik, her ay en az bir kez bir şeyleri
protesto etmek suretiyle sokaklara inmiş
oluyorduk; fakat farkında olmadan
insanlığımızı unutmuş ve siyaset batağına
ziyâdesiyle batmıştık. Memleketin
ağaçlarını milliyetçiler, en çok ve ilk başta
milliyetçiler savunmalıyken biz,-şimdilik-
dağdan inmiş bulunan teröristlerin
partisinden bir adamı “önce beni, sonra
ağaçları yık” derken bulduk. Ve sonra,
yavaş yavaş sokağa indik; en azından
arkadaşlarımla ben ve namusluluğuna
güvendiğimiz onlarca insan…
Bir yerin hâlinden haberdâr olmak için
orada olmak zarureti vardır. İstanbul
eylemlerine katılamasam da, Ankara’da
eylemdeydim. Orada anladım ki, millet
bütün uzuvlarıyla sokaktadır, insanlar bir
süreliğine particiliği, siyasî görüşçülüğü,
apolitikliği, hatta bizim ülkemizde milat
sayılacak şekilde futbol takımı
taraftarlığını bile ayrıştırıcı etkenler
olarak görmekten vazgeçip birlikte
hareket etmektedir. Olayların başında halk
vardır; devamlılığını halk sağlamaktadır;
bitecekse halk bitirecektir. Bunun dışında
söylenenlerin hepsi yalan.
Tabiî birkaç gün içinde mevzu, park ve
ağaç mevzuu olmaktan çıktı, eylem iktidar
karşıtı bir eylem oluverdi, insanları
birleştiren AKP muhalifliğiydi. Hatta en
başından beri bunun böyle olduğunu
söylemekte beis yoktur. Zirâ biz, sokağa ilk
kez çıktığımız cumartesi gününden
itibaren bizi sokağa iten ana etkenin
muhalifliğimiz olduğunun farkındaydık.
Daha fazlası, siyaset dışı kalmayı tercih
eden halkın böyle büyük bir patlamayla
sokağa indiğini gördüğümüzde, bu tip bir
hareketi doğru yönlendirebilirsek, Türk
milliyetçiliğine ve dolayısıyla milletine çok
büyük yararlar sağlayabileceğimizin de
farkındaydık; bunun hiçbir zaman farkına
varamayan liderlere rağmen sokaktaydık.
Çekincelerimiz vardı, onları da sabahın
![Page 10: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/10.jpg)
GENCAY
7
erken saatlerinden itibaren arkadaşlarla
istişare ettik, bazen sertçe tartıştık. Bu
olaya yurtdışından bu kadar fazla destek
gelmesi normal değildi, ortada biber gazı
kokusundan çok daha pis bazı kokular
vardı, normalde kavgalı olduğumuz
onlarca grupla beraber eylem yapacaktık;
fakat sokakları, doğmasını beklediğimiz
büyük enerjiyi başkalarına
bırakmamalıydık ve hepsinin üstünde bir
de, şerefli bir şemsiye olarak ağaçlar
uzanıyordu. Nihayetinde olayların
büyüklüğü ve enerjisi bizi çok çok aştı,
kendisine “çapulcu” denmesinden
hoşlanan bir kitle yarattı; yine de
milliyetçiler olarak sokağa inerken bizim
en büyük vasfımız iktidar karşıtlığı değildi,
böyle düşünmek insafsızlık olur. (Burada
“milliyetçiler” derken, olduğunu iddia
eden ama aslında hiçbir zaman yaşamamış
bir camiayı değil, belki de “aktivist
milliyetçiler” diyebileceğim kitleyi
kastediyorum.)
Çapulcu lâfı bana çok şey ifâde ediyor.
Yerleşmeyi zül sayan Türkmenler de
yerleşik Selçuklu’ya, Osmanlı’ya göre
çapulcu idi. Bunu bize tarih, bir vakıa
olarak gösteriyor. O gün Türk ve Türkmen
adları tahkir ve tezyif mânâsında
kullanılırken Türkmenler bundan hiç
gocunmuyorlardı. Bugünkü hâle bakarak,
“teşbihte hata olmaz” kaidesince keyif
aldıklarını bile tahmin edebiliriz.
Nihayetinde, terminolojiye de uygun
olduğu için, bu harekete “Türkmen
ayaklanması” vasfını yakıştırırsam, pek de
haksız sayılmam.
Eylemler gerçekleşirken başbakanın bir
türlü birleştirmeyi beceremeyen tavırları,
üslûbu, olayları daha fazla büyüttü. Zaten
olayların alevi de en başta dış mihrakların
kışkırtmasıyla(!)-meselâ-dış mehtapların
altında oturan eylemcilere orantısız biber
gazı sıkılmasıyla palazlanmıştı. Bu
sıralarda “insanları evlerinde zor
tutuyoruz” yahut “biz sizi bir kaşık suda
boğmasını biliriz de… demokratlığımıza
verin” gibi lâflar kepçe olup tencerenin
içine daldı, iyice karıştırdı ve bu lâfların
sahiplerine, insanları boğmak için biber
gazı destekli tazyikli suların tonlarcasının
ve tomalarcasının kâfi gelmeyeceğini
“öğretti.” Zannederim başbakan tam bu
arada, kendisinden daha sakin ve tecrübeli
bazı büyük ve arkadaşları tarafından
yurtdışına gitmesi için “ikna edildi.”
Cumhurbaşkanının ve ARINÇ’ın bu
minvalde telkinler yaptığını tahmin
ediyorum. Ve biz, yepyeni bir rütbeyle
karşı karşıya kaldık: “başbakan vekilliği.”
Bunun yeniliğini, başbakanın bile
ARINÇ’tan bahsederken “başkan” demesi,
yanılması ispatlar. Başbakan defalarca
yurtdışına çıkmış; fakat onun yerine
vekâleten bakan beyefendi hiçbir zaman
onun adına konuşmamıştı; en azından ben
hatırlamıyorum. ARINÇ, başbakan vekili
olmakla başbakan adına konuşuyor, özür
diliyor ve aslında başbakanın kendisi
olmamakla ERDOĞAN’ı hiçbir yükümlülük
![Page 11: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/11.jpg)
GENCAY
8
altında bırakmıyordu: mükemmel bir
siyasî manevra. Cumhurbaşkanı ve
başbakan vekili, sevgili Kasımpaşalımızın
olmadığı zamanlarda insanları daha sakin
davranmaya davet ettiler, görece başarılı
da oldular. Ama başarılı olmalarının asıl
nedeni, bence, polisin müdahale şiddetini
biraz daha azaltması oldu ve ortaya,
insanların polislerle kurdukları samimi
diyalogların fotoğrafları çıktı. Olaylar
karşısında idraki kapanmış iktidarı, hiçbir
şey yapmayarak korumaya başlayan-bu
kavramı da yeni öğrendim-”ana akım
medya” artık devrin değiştiğini ve sosyal
medya var olduğu için kendisinin halkın
karşısında çok güçsüz kaldığını gördü.
Önceleri yalnızca bir iki kanal ve gazete
olayları meskût geçmedi, fakat onların
haberleri de her zaman pek güvenilir
olmuyordu. Onlara bakılırsa şimdiye kadar
elliye yakın insan ölmüş olmalıydı.
Yalnızca onlar yalan haber yapmıyordu
tabiî; Dolapdere’de pekakanın yaktığı
bayrağı eylemcilerin üstüne yıkmaya
çalışan, apo posterleri ile Türk Bayrağı’nı
yanyana getiren bazı işgüzarların çok eski
fotoğraflarını ısıtıp servis eden “yandaş
medya”nın da hakkını vermek gerekir.
Onlar işe çok geç dâhil oldular; fakat
yalancılıkta ilk sıraları kimselere
kaptırmadılar.
Olaylar boyunca sokaklarda çoğunluğu,
15-25 yaş arası bir kuşak oluşturdu.
Bunlar, yaşları kendilerininkinden çok
büyük olan adamların reyleri yüzünden
duyuramadıkları seslerini sokaklarda
duyurmak ihtiyacı hissettiler. Yaptıkları
eylem aslında bu çocukların çok zeki ve
memleketsever olduğunu da gösterdi. Tam
da hevesler kırılmış, umutlar kesilmişken
“biz de buradayız, biz de sizdeniz” dediler.
Sokağa indiğim ândan sonra kalabalık,
bana Yunanistan’ı veya Arap
kalabalıklarını hatırlatmadı. Arap
Bahar’ının aslında bir sonbahar olduğunu
ve ardından kış getirdiğini kestiremeyen
veya kestirdiği hâlde bambaşka niyetlerle
Türk Baharı goygoyculuğu yapan
adamlara hiç itibar etmedim. En başından
beri aklıma, Fransa’da liseli gençlerin
emeklilik yasasına karşı ayaklanması geldi
ve bunu, Türk demokrasisinin geçirdiği bir
istihale, geçtiği yeni bir merhale, attığı
yeni bir adım olarak gördüm. Bu olaylar,
Yunanistan’daki ve Arap Yarımadası’ndaki
olaylardan çok farklıydı. Atılan sloganlara
rağmen, aklı başında hiç kimse böyle bir
hareketle bir ânda hükûmet
düşürebileceğini sanmıyordu. Türk
gençliğinin demokrasi algısı bu kadar
![Page 12: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/12.jpg)
GENCAY
9
gelişmiş vaziyetteyken, gençlik rüştünü
ispat etmişken hükûmetin gençlik kadar
geniş fikirli ve demokrat olmadığını da
görmüş olduk. Çünkü Fransa gibi
ülkelerde bu kadar büyük bir hareket en
azından birkaç koltuğa mâl olurdu ve
devletin başındaki adam ufak da olsa bir
özür dilerdi; ki birçok insan, SARKOZY
devrinin kapanmasında bu hareketlerin
payı olduğunu da kabul ediyor. AKP’nin,
memleketin yarısını diğer yarısına fedâ
eden demokrasisi ve insanları yalnızca
biber gazı karşısında eşit gören adaleti
sınıfta kaldı.
Fakat hareketin kendisini tam olarak
yönettiğini söylemek de doğru olmaz. Bir
lider çıkmadı. Her kesimden adamın bir
arada böyle bir eylemi aylarca yürütmesini
zaten bekleyemezsiniz. Yine aklıma bir
misâl geliyor: İttihat ve Terakki’nin
meşrutiyeti, anayasayı tekrar getirmek
istediğini, fakat o geldikten sonra ne
yapacağını bilmediğini söylerler. Bu da
öyleydi. Hattâ ortak bir amacın olduğunu
söylemek bile pek mümkün değil. Bir
enerji patlaması tecessüm etti ve
sokaklara döküldü. İnsanlar iktidara,
“iktidarsın ama her şeye muktedir
değilsin, Allah değilsin” demek istediler.
Topluluğun İttihat ve Terakki’den farkı
şuydu galiba: Ortak sıkıntılar vardı, ortak
hedef yoktu. Gündüz halk sokaklardaydı,
gece onun yerini marjinal sol gruplar
aldılar ve ERDOĞAN bu kozu çok iyi
kullandı, kullanıyor ve kullanacak.
Bu hareket hem halka, hem de hükûmete
bir şeyler öğretti. İnsanlar, henüz
istediklerini tam olarak kazanmamış
olmalarına rağmen, demokrasinin yalnızca
muayyen zamanlarda sandıklara gidip oy
kullanmak olmadığını öğrendiler. Sokağa
inmenin, “eylem”in tadına vardılar. Biber
gazı yediler ve bir “biber gazı edebiyâtı”
yarattılar, ortaya çok eğlenceli şeyler çıktı.
Kendilerinin iktidardan daha muktedir
olduğunu, millet olduklarını, “hâkimiyetin
kayıtsız şartsız milletin olduğunu”
anladılar. Hükûmet bunu-bence-bilmiyor
değildi; fakat bilmiyor gibi davranıyordu.
Onlar da bunları hatırlamış, üzerinden
geçmiş, ezber etmiş oldular ki, bundan
sonra toplumun belli bir kesiminin
muhalif olacağı bir şeyler yapacaklarında
birkaç kez düşüneceklerdir ve birçok uzun
geceleri uykusuz geçecektir.
İktidar bu kalabalığı dış güçlerin
güdümünde olmakla suçladı ve “evlerinde
tuttuğu” %50′yi sokaklara indirmekle
tehdit etti. Ama birkaç yazı ve bir iki
fotoğraf gösterdi ki, %50 sokaklara
inmeye o kadar da meyyal değildir. Peki,
bu kalabalık yabancı güçlerin güdümünde
miydi? Bu söylentiyi birçok AKP’li genç de
dillendirdi; fakat ben de bir eylemci
olmama rağmen CIA’dan falan para
almadığımı söyleyebilirim. Yani, belki
başka kuvvetler de işin içinde idi ama bu,
eylemin haklılığını zedelemez ve başkaları,
![Page 13: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/13.jpg)
GENCAY
10
yabancılar bu harekete destek veriyor diye
bu eylem meşrû olmaktan çıkmaz.
Tabelalardan devletin adının kaldırılması
mevzusunda sosyal medyanın kuvvetini
gören hükûmet, bu olayda halkın kaba
kuvvetini de karşısında buldu. Ona karşı
gelemeyeceğini, onu öldürmeden
yıldıramayacağını ve hiçbir iktidarın
halkını öldürmek hakkı olmadığı için
mağlup olacağını fark etti. Hükûmet
üyeleri geri adım attılar. ARINÇ özür
diledi. Derken ERDOĞAN Türkiye’ye geri
döndü.
Gerilimi başbakan bitirebilirdi. Bir özür,
halkı sokaklardan çekmeye yetecekti.
Ancak başbakan özür dileyemedi ve “biz
de aynı şeyleri söylemiştik” diyerek
ARINÇ’ın özrünü gizlice tasdik etti. Sonra,
uçaktan iner inmez kendisini karşılamaya
giden partililere bir konuşma yaptı.
Birleştirmedi; ayırdı. Konuşmanın
ayrıntılarından bahsetmeyeceğim.
Konuşma sırasında dikkatimi en çok
celbeden şey, AKPli kalabalığın sloganları
oldu. “Yol ver gidelim, Taksim’i ezelim.”
terbiyesizliğine gece 03:30 sıralarında
Ankara ve İstanbul beraberce, “Yol ver
gelsinler, insanlık görsünler.” sloganıyla
cevap verdiler. Fakat daha ilgi çekici olan,
AKP’lilerin MHP’nin sloganlarını
kullanmaya başlaması oldu. Tekbirler, “Ya
Allah, bismillah, Allahuekber”ler… AKPli
gençler neredeyse bozkurt çekeceklerdi.
Galiba milliyetçi camia, bu olayla tam
olarak ikiye bölündü. Oylardan
bahsetmiyorum ama bir bölünmüşlük var.
Bu olay için, bazıları AKP tarafına kaydılar
ve Akperenler oldular. Diğerleri ise,
kendilerini bir lâfla partiden ihraç eden
Devlet BAHÇELİ ile pekiyi anlaşamayacak
görünüyorlar. Yani, Devlet BAHÇELİ artık
muhafazakârlığı müdafaa edemedi ve
onun tabanının bir kısmı, kendisini
AKP’nin temsil ettiğini düşünmeye başladı.
Sloganlar ve Rize’deki “bozkurt hareketi
yapan ülkücüler” bunu gösteriyor. AKP
gençleri, MHPlileşmeye başladı. Bu söz
yanlış anlaşılmasın: Bu, AKPli gençler
MHP’ye oy verecek mânâsına da gelmez;
fakat onlar, muhafazakârlığı MHP’nin hazır
sloganları ile savunmak yoluna gittiler.
Diğer kısım ise hâlâ muhafazakâr ve MHPli
olmakta ısrarcı olmasına rağmen bir
aidiyet bunalımı yaşıyor.
Sonuçta, Türk halkı ve demokrasisi
kazandı. AKP kaybetti. AKP’nin gençlerinin
tam olarak MHP’lileşip
MHP’lileşmeyeceğini ise bundan sonraki
süreçte göreceğiz. Ne demek istiyorum?
Ülkücüler, son yılları saymıyorum, fiilî
mücadele adamlarıydılar, sokaklara iner,
dövüşürlerdi. AKPliler de aynı cesareti
gösterebilecekler mi? Meselâ, bundan
sonraki süreç Taksim’i ezme
teşebbüslerine gebe mi? Bekleyeceğiz.
![Page 14: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/14.jpg)
GENCAY
11
DEVLET BAHÇELİ GEZİ PARKI
OLAYLARIYLA İLGİLİ NE DEDİ? Emre ECE
Meydan’dan Bir Gözlem: 3 Haziran
Bugün sırf iddiaların hangisi doğru hangisi
yanlış diye meydana çıktım ve olanları
gözlemledim. Çoğunluğu lise talebesi
kalabalık bir grup vardı ve Kızılay AVM’nin
karşısında Güvenpark’ta slogan atıp
protesto ediyorlardı. Bırakın taşkınlığı
küfür dahi duymadım 15 dakika boyunca.
Sloganlar çoğunlukla “Tayyip İstifa”,
“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz”, “Her yer
Taksim, her yer direniş”, “Direne direne
kazanıyoruz” du. Müdahale başladığında
2-3 adet gaz bombası atıldı ve kalabalık
YKM’ye doğru koşmaya başladı YKM’nin
kapısında bir yığılma oldu ben de kapının
önündeydim. Tam o anda gaz
bombasından kaçmak için yere yatmış
insanların üzerine 2 tane gaz bombası
daha atıldı ve başımın kenarından geçti.
O an anladım ki karşımızda milletin polisi
yok, hükümetin kolluk güçleri yer alıyor.
Eğer polis emir kuluyum diyorsa eyvallah,
ama bilerek ve isteyerek bu dozda
müdahale ediyorsa Allah onlara vicdan
versin.
Alanda bulunduğum sürece bir müdahale,
bir tekrar toplanma oldu. İlk müdahale
sonrasında insanlardaki öfke 10 katına
çıktı diyebilirim. Sloganlar da aynı şekilde
sertleşti. O havada normalde 10 saniye bile
durmazsınız ama insanlar tekrar eski
yerlerini almaya çalışıyorlardı.
Bu insanların bir derdi var. Siz bunu
hükümeti yıkmak olarak
adlandırabilirsiniz, ben saygı ve adalet
arayışı olarak görüyorum. Onlar bu ülkede
bir araya gelmiş bir çıkar zümresinin,
ülkeyi uçuruma sürüklemesine artık dur
diye bağırıyorlar.
Tayyip Erdoğan’ın dün yapmış olduğu
banklarda kızla erkeğin oturmasına saygı
GÖSTERMİYORUM cümlesine öfkeliler, içki
içen ALKOLİKTİR sözüne öfkeliler,
insanların imanlarının ölçülmesine
öfkeliler. Daha birçok adaletsizlik var. Ama
tekrar söylüyorum bugün Kızılay’da
12.30′da polis ilk gaz bombasını atmadan
göstericiler sadece slogan atıyorlardı.
Devlet Bahçeli Gezi Parkı Olaylarına Ne
Dedi?
Gezi parkı olaylarında belki de aklı en çok
karışan siyasi grup MHP’li ve Ülkücü
vatandaşlar oldu. Gezi parkındaki
ağaçların kesilmesini protesto eden
insanlara yapılan sert müdahaleye karşı
birleşen bir grup vardı ortada. Ekseriyetle
sol görüşlü insanlar ama yanında
başörtülüsünden tutun da Ülkücüyüm
diyenine kadar. Birleştikleri nokta “Ben
istedim, yaparım” fikrine karşı durmaktı.
Devlet Bey’in en baştan beri gösterilere
tavrı MHP’lilerin katılmadığı ve
katılmayacağı yönünde oldu. Bunu daha
çok MHP dışından, az da olsa parti içinden
![Page 15: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/15.jpg)
GENCAY
12
tepkiyle karşıladılar, ama bu tavır
yumuşamadı aksine sertleşti. Genel
başkanın gösterilere katılacak vekillerin,
istifasını verip katılmaları sözünü
söylediği bile iddia edildi. Bugün ise
kendileri twitter’dan çok net mesajlar
verdi. Gördüğüm kadarıyla bu mesajlar
gösterilere katılanlar tarafından da
takdirle karşılandı. Şimdi bu açıklamalara
bakalım. Yoruma pek gerek bırakmayan
çok net sözler söylemiş.
Çok hareketli, çok çetin ve çok sıkıntılı
günler yaşıyoruz.
Nerede duracağı, hangi sonuçları ortaya
çıkaracağı ve nasıl bir bünyeye taşıyıcılık
yapacağı belli olmayan olay ve oluşumlara
şahit oluyoruz.
Özelini tehdit altında gören, dışlandığını
hisseden, saygı bekleyen, sahipsiz
olduğunu düşünen ve ilgi gözleyen
muazzam sayıda insanımız var.
Bu kardeşlerimiz demokratik haklarıyla,
bireysel özgürlükleriyle, kimlikleriyle ve
gelecekleriyle ilgili haklı olarak endişe
taşıyorlar.
Bunların hepsini anlıyor ve meşru
görüyorum.
Ancak masum beklentilerin nefsi
müdafaası yapılırken, kötü niyetli plan,
tertip ve hedeflere mutlaka dikkat
edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Özellikle “Kriz, Kargaşa, Kaos, Korku,
Kutuplaşma, Kavga, ve Karanlık” dan
oluşan “7-K”lı tahribat zincirine engel
olmalıyız.
Despotluklara, insan hayatına müdahale
ve hükmetmeyi alışkanlık haline getirmiş
tiranlara itiraz ederken kışkırtmalara
gelmemek lazım.
Çalkantının bitirilmesi, belirsizliğin
aşılması için sakin olmaya, teenniyle
harekete ve empatiye ihtiyacımız var.
Şu günlerde sanal medyanın yerli veya
yersiz, gerçek ya da asılsız haberlerin,
yorumların merkezi olduğunu görüyorum.
Asparagas haberleri, kendinden kaçmak ve
kurtulmak için sanal âlemin hayallerine,
kayganlıklarına tutunanları ciddiye
almamak gerekiyor.
Toplumsal psikolojiye hasar veren, soğuk
savaş döneminden kalma taktiklerle
akılları karıştıranlara fırsat vermeyelim.
Ayrıca Twitter’a bela olarak değil,
katılımcılığı teşvik eden, kişisel ifade
beceri ve özgürlüğünü pekiştiren bir
platform olarak bakıyorum.
Bela olarak görenlere de bu ortamlardan
uzak durmalarını öneriyorum.
Yarınlarda keşke dememek için
bugünlerde acaba denilmesi zannederim
çok hayırlı sonuçlara vesile olacaktır.
![Page 16: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/16.jpg)
GENCAY
13
GEZİ OLAYLARI ve SONRASINA DAİR
BİR DEĞERLENDİRME Habibe DENİZ
Neler değişmedi ki bu ülkede… Her yeni
güne hangi sürprizle uyanacağınız asla
belli olmadı. Enflasyonlar, zamlar, işsizlik
ve daha tonlarca dertle yıllar geçmişken
kabuğuna daha çok çekilen halkın bir
kısmı yavaş yavaş milli uyanışa geçti.
Yıllarca ekonomik kalkınma adı altında
yapılan özelleştirmeler, kültürel ve milli
kimliğimizde oluşturulan hasarlar, terörle
müzakere adı altındaki peşkeşler…
Gün geldi her türlü ideolojiyle savaşa
girildi fakat esas girişilen savaş Türk
milliyetçiliğiyleydi. Türk milliyetçiliğine
savaş açılırken göz göre göre Kürt
milliyetçiliğini savunan kesim koruma
altına alınıyor, sırf onlar için yasalar
çıkarılıp eylemleri yasal hale geliyordu.
Bir ülke düşünün ki yöneticileri benim
seçmenim benim vatandaşım, sünni
vatandaşlarım gibi laflarla ayrılık
tohumları serpsin vatan topraklarına.
Ezilenler iktidar olacak sloganıyla ortaya
çıkan hükümet zamanla kendi tabirleriyle
kalan yüzde elliyi ezme çabasına girip
çelişki noktasını doruğa çıkartmıştı.
Daha bir sürü yapılan hatalar bardağı
taşırma noktasına getirdi ve Gezi Parkı
eylemlerine yapılan haksızca müdahale ile
sürekli aralarına nifak sokulmaya çalışılan
yüzde elliyi sokağa döktü.
Siyasetten anlayan anlamayan herkes
yorumluyordu kendince. Kimisine göre
provokasyon kimisine göre dış güçlerin
oyunu(!) Herkesin çoğu kez es geçtiği bir
şey vardı: Zulüm.” Zulüm, Azrail olsa da
hep Hakk’ı tutacağım.” diyen bir yiğidin
yolundan giderken haksız yere işkence
edilen o insanları sadece seyretmek
kanımca yakışık almazdı.
Gezi Park’ına müdahaleye engel olmak için
ellerinde kitaplarıyla gayet de demokratik
haklarını kullanmak üzere oraya giden
gençlere polisin zor kullanmasıyla
başlamıştı her şey. Zamanla yoğun biber
gazı, tomaların ağır saldırısı, polisin copla
vs. şiddeti ile had safhaya ulaştı. Bu durum
![Page 17: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/17.jpg)
GENCAY
14
yurdun her yerinde duyarlı
kardeşlerimizle birçok kesime ulaştı.
Ankara’da da Tunalı ve Kızılay’da,
Taksim’de, İzmir’de, Eskişehir’de vs.
zaman zaman olayları polis insan
mezalimine çevirmek istese de, bazı
provokatörler zarar vermeye çalışsa da bu
bir halkın sesini duyurma çabası
olduğundan hepsinin üstesinden el ele
gelmeye çalıştılar.
Yaralanan ve ölen kişilerden sonra bile
polis bir adım geri atmazken işkencelerine
daha da ağırlık verdi.
Ama unutulan bir şey vardı. O meydanda
türbanlısı, açığı, ülkücüsü, solcusu yan
yanaydı. Biber gazından etkilenilirken size
yardım edenin kim olduğu bile
bilmiyordunuz. Herkes kenetlenmişti.
Artık zulmün bitmesini, seslerini
duyurabilmeyi istiyorlardı.
Sabrın taşmasıydı bu Türk kimliğine
verilen zararın, kültürel yıpranmanın,
yabancılara olan peşkeşlerin, polisin
zulmünün, doğal alanların tahribinin artık
aşırı artmasıyla halkın sesini
yükseltmesiydi. Bu bir uyanıştı bir ağaçla
başlayan.
Bir söz vardır tarih herkesin bir kez
fotoğrafını çeker önemli olan o tek seferlik
karede gözlerinizin açık çıkmasıdır. Kimin
gözlerinin açık kimin gözlerinin kapalı
olduğunu zaman gösterecektir fakat
halkına bu kadar zulmeden bir hükümetin
gözlerinin açık çıkması imkânsızdır.
Her şeyden önemlisi milletini düşünen
insanları saf dışı bırakmaya çalışan;
milliyetçileri kötüleyen hiçbir hükümet
tarih sahnesinde gururla yer almamıştır.
Hele ki her şey bir yana her türlü
ideolojisini bir kenara bırakıp kenetlenmiş
bu insanlara o meydanlarda bunlar
yapıldıktan sonra…
Gelecek günler bizler için ne gösterir
bilinmez ama daha çetin günlerin kapıda
olduğu aşikâr. Tek yapmamız gereken
itidalden öte olaylar karşısında donanımlı
bireyler de olabilmek.
![Page 18: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/18.jpg)
GENCAY
15
TARİHİN ÜVEY EVLADI TÜRKMEN M. Bahadırhan DİNÇASLAN
Esen olsun.
Esasında, Türkmen’e dair bir yazı yazmak,
benim gözümde, sırf Türkmen olduğu için
katledilen, sürgüne uğrayan, geleceği
tahdit edilen yedi dedem hükmünce en
doğal hakkımsa da, bu zamana dek ne
zaman Türkmen için yazı yazmaya
otursam, dilimin ucuna gelenleri
söyleyemiyor, kıyısından, ufak bir
örneklemle kendimi sınırlandırarak
değiniyorum esas meseleye. Bu yazı da
korkarım ki öyle olacak, zira Mehmet
Emin’in meşhur şiirinin sonunda dediğine
benzer bir şekilde, toplumcu öfkeniz belli
bir sınırı aştıysa, laf, söz, yazı kifayetsiz
kalır, ancak sert sert bakar, yumruklarınızı
sıkarsınız. O yumruk, bir gün darbe vurup,
“hakkımdır ulan!” narasını atacak mı
bilinmez, ama yedi dedemin çağından beri
bizim sülalede birileri hep yumruğunu
sıkmış, ben de bir gün oğlum olursa
Asya’nın olanca öfkesiyle sıkılmış bir
yumruk miras bırakacağım ona, o kadar.
Şimdi burada, Türk ile alakası olmayan bir
firma olan Nissan’ın “Kaşkay” isimli bir
modeli var, ürettiği arabanın dayanıklılığı
ve arazi şartlarına uyumunu vurgulamak
için bizim Kaşkaylara gönderme yapmış,
biz ise bu mahiyette bir düzlemi
oluşturmaktan fersahlarca uzağız, görklü
Tengri topumuzun belasını versin diyerek
durumu özetleyip, kahır dolu bir
teslimiyetle “acı söz” ile mührü vurmak da
vardı ama, sırf ölen dedelerim boşa ölmüş
olmasın diye bu teslimiyetçiliği kendime
yakıştıramıyorum.
Türkmen tarihi uzun ve ciddi bir
meseledir, ne bir köşe yazısına sığar, ne 22
yaşında bir Türkmen çocuğu olarak
aksakalların ve kalem erbabının
Türkmen’in kolektif hafızasından deşirdiği
gülleri demet yapıp okuyucuya sunacak
bir yeteneğe sahibim. Ancak sanırım
Türkmen’in bugünün dünyasında düştüğü
durumun manzarasını kör-topal çizebilir,
birilerinin rahatsız olmasını
sağlayabilirim.
“Kelebek ok yay almış ava şikare çıkmış /
Donuzları korkudur ayuları koçmağa”
diyor Kaygusuz Abdal. Bu müthiş edebi
tasvir ile tablosu çizilen Türkmen, öz
gardaşının hışmına uğrayan Türkmen’dir:
Bizanslaşma yolunda Osmanlı, faturayı
Türkmen’e kesmiştir. Ki, yıllar sonra bizim
Avşar Türkmenlerine de aynı zulüm reva
görülecek, öz gardaşının zulmüne uğrayan
![Page 19: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/19.jpg)
GENCAY
16
Avşar ozanı Dadaloğlu soracaktır haklı
olarak:
“Coşkun sular gibi dolanıyorduk
Ne duruluyok ne bulanıyorduk
Firkatten firkate ulanıyorduk
Sankim neydi bunda suçu Avşar’ın?”
Tağutlara ve en küflü, en çürütücü haliyle
şehirleşmeye en bozkırlısından tertemiz
bir rest çeken Türkmen, o çağdan beri
tarihin üvey evladıdır, çünkü Türkmen
anlamaz, bi-idrak derler ona; kahreden
düzenin, annesinden süt emen bebenin
rızkına ipotek koyan devranın işleyişini
anlamadığı ve “hayır!” dediği için. Ve bir
kelebek narinliğiyle okunu, yayını alır,
domuzun karşısına geçer; kazanmak için
değil, ölerek utandırmak için.
Babek ve Afşın Haydar çağından beri, işte
bu yüzden, bu coğrafyada ne zaman savaş
çıksa, mazlum olan Türkmen olmuştur.
Biri İran dinine hizmet eden, diğeri Arap
devletinin hizmetindeki bu iki Türk
komutan, “başkalarının çıkarları” uğruna
birbirlerine düştükten beri, Türkmen’in iki
yakası bir araya gelmemiştir. Son örneği
sanırım, Irak-İran savaşıdır; iki taraf da, en
ön saflara Türkmen askerleri sürmüş,
karşı cepheden Türkçe sesler duyan
askerler bunalıma girmişlerdir.
Ve Türkmen, hem öz gardaşının, hem onu
asla “buralı” kabul etmeyen, Türkmen’in
temsil ettiği bozkırlı ve saf vicdanın
kurabileceği yeni nizamdan (ki
Osmanlı’nın, Selçuklu’nun, ve Hazarlar,
Göktürkler gibi müthiş Türk devletlerinin
tohumunu atan bu vicdandır, başkası değil.
Ancak yazık ki, tohumu zehir ile suladık
hep, soldurduk.) korkan “yadırgı”ların
ihanetine, hilesine, pususuna ve
düşmanlığına rağmen, “il”ini değilse de,
töresini ve hiç değilse biyolojik varlığını bu
güne değin getirmiştir ki, “hakim düzen”e
büyük bir ders veriştir bu; mazlum için
hala ümit olduğuna bir işarettir. Bütün
mazlumlar bir noktadan sonra erir, yiter,
solar giderken, Türkmen’in her şeye
rağmen “ben varım ulan!” diye
haykırabilmesi, bütün bir coğrafyanın
mazlumlarının bayraktarlığı ve remzliğine
Türkmen’i yükseltmektedir.
Türkmen’in bugünkü tablosuna bakınca
da, Türkmen devletleri olan Türkmenistan,
Azerbaycan ve Türkiye’nin, İran
Türklerinin, Suriye-Irak Türkmenlerinin
ilişkisine birazcık nazar etmek, durumun
vahametini kavramaya yardımcı olacaktır.
Zira, Atatürk’ün sözünden ilhamla, hiç
değilse dağlarda tüten birkaç Yörük ocağı
olarak bu güne kadar gelebilen
Türkmen’in tarihi veraseti, artık külliyen
yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır:
Türkmen ovaya inmek, şehre yerleşmek
zorunda artık, şehre tertemiz yerleşip
kirlenen gardaşları gibi. Ancak ona yol
gösteren, ışık tutan, yardım eden kimse
yok; öyle bir acının ağıdı yükseliyor ki
Türkmeneli’nden (Evet, herkese ve her
şeye inat, Gagavuz Yeri’nden Aral Gölü’ne
kadar Türkmeneli’dir, Ortadoğu denen
necaset çukuru değil!) “kıyım kıyım
doğranmışam gavim gardaş / hardasan”
diye, öz kardeşin mankurtlaşması
sebebiyle kıyım kıyım doğranan bir insan
grubuna şahit oluyoruz. Tarihte bir çok
benzer trajedi yaşandı ama, hem bu
trajedinin yaşanmasına doğrudan o
toplumun aymazlığının sebep olması, hem
de, bu trajedinin nihayetinde yok olan
Türkmen kimliğinin, mazlumların
![Page 20: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/20.jpg)
GENCAY
17
başkaldırabilmesi ihtimalinin de yok
olması anlamına geleceğinden, insan
yumruğunu sıkmaktan geri duramıyor.
Din, yerel lehçe farkı, coğrafya gibi suni
sebeplerle ayrılan aynı dili konuşan bu
150 milyon nüfusa yaklaşan topluluk,
bütün Türk dünyası içinde, Asya’nın,
Avrupa’nın ve Afrika’nın bütün
güzelliklerinden bir tadımlık kâm almış
olmakla eşsizdir. Ve bu topluluk, bugün
küresel oyunlarda piyon olarak
kullanılırken, topluluğun tarihi verasetinin
ana damarının temsilcisi Türkiye; yozlaşan
Türkmenlere (Osmanlı) reaksiyon
gösterecek kadar Türk kalabilmiş
Türkmenlerin (Kuvayı Milli) kurduğu
devlet, bu topluluğun çıkarı ve
birlikteliğini odağına alıp siyaset üreteceği
yerde, Telafer’de direnen Türkmen’e
“terörist”, İran’da direnen Türkmen’e
“provokatör”, Suriye’de Esad ve ÖSO
diktaları arasında kendisine yol çizmeye
çalışan taze gerilla Türkmen’e ise “piyon”
muamelesi yapıyor. Tarihi bilmem ama
Türkmenler bunun hesabını çok acı
soracaktır, zira Türkmen devlet kurmakla
meşhur olduğu kadar, tek iz
kalmamacasına devlet yıkmakla da
maruftur, Nesimi’nin dediği gibi:
“Gönül yağma kılanımdır, beni derde
salanımdır
Yine derman olanımdır, dahi Türk ü
Tatarımdır”
Siz bir coğrafyada “etken” ve “üretken”
değilseniz, edilgen kalmaya mahkûm
edilirsiniz. Ve bu edilgenliğiniz, eğer
Türkmenler gibi müthiş bir tarihi mirasa
sahipseniz, sahip olduğunuz zenginliğin
sizin adınıza değil, sizin ipinizi tutanlar
adına kullanılması demektir ki, biz buna
kendi aramızda “Yeni Osmanlıcılık”
diyoruz.
Ve Ramiz Rövşen gibi Türkmen ozanları
ağıt yakıyor, “Vatan” şiirinde, petrol
yüzünden geldi bunlar başımıza diyerek:
“Neftle getdi bereketin, bereket qaçdı
senden.
Neftle getdi bekaretin, borular keçdi
senden.”
Eğer vatanımızın bekâreti Amerika ya da
Rusya’nın ortasından geçirdiği borularla
bozulduysa, anamızın, bacımızın, eşimizin,
kızımızın ırzına geçilmiş demektir.
Türk’ün böyle bir zulüm karşısında nasıl
bir öfkeye kapıldığını ise, geçmişten kalma
birkaç deyiş anlatıyor:
Öpkem kelip ogradım (Öfkem gelip
harekete geçtim)
Arslanlayu kökredim (Aslan gibi
kükredim)
Alplar başın togradım (Alplerin başını
kestim)
Emdi meni kim tutar (Şimdi beni kim
tutar?)
Dolayısıyla Türkmen eli, aslanlar gibi
kükreyip, adı Alp, içi mankurt adamları
doğrayacak adamlar arıyor, ta Kaygusuz
Abdal çağından beri. O zaferler getiren
atların nalları altındandı, şimdi tahtlarımız
altından, yüreklerimiz pamuktan.
Ezen bolsun karındaş kalık.
![Page 21: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/21.jpg)
GENCAY
18
ORHAN PAMUK’ÇU MUSUNUZ; NİHAL
ATSIZ’CI MI? Alperen KIZIKLI
“İslamiyet Türkler sayesinde yaşadı ve
yükseldi. İslamiyet Türkleri değil, Türkler
İslamiyet’i yüceltti. Biz İslam olmadan
önce de büyüktük. Keramet İslamiyet’te
olsaydı her Müslüman millet yükselirdi.”
Hüseyin Nihal Atsız
Kıymetli okuyucu!
Yazımın girişinde paylaştığım bu söz
üzerine geçenlerde bir arkadaşımla
tartıştık. Kendisi bu sözü o kadar yanlış bir
şekilde yorumlamış ki beni ve bu
cümlelere hak veren herkesi kâfir
noktasına bile getirmeye kalkıştı. Şüphesiz
arkadaşım bu sözü kendisinin mensup
olduğu grup tarafından sıkça dile getirilen
klasik bir Hüseyin Nihal Atsız ön yargısıyla
anladı ve bu ön yargıya göre tepkisini
gösterdi. Hâlbuki bu söz Hüseyin Nihal
Atsız tarafından değil de sadece benim
tarafımdan söylenmiş olsaydı; eminim bu
kadar sert cümlelerle beni eleştirmezdi.
Şahsım olarak arkadaşımın mensup
olduğu İslamcı kesimlerde (biz gâvuruz
sanki!) mesela Orhan Pamuk hakkında da
Nihal Atsız kadar sert konuşulduğu, Orhan
Pamuk’un da en az Atsız kadar şiddetli
kınandığını hiç görmedim. Burada nedense
bir pozitif ayrımcılık söz konusu.
Mesela Orhan Pamuk “Kar” adlı romanında
“İmam ikindi namazı saatinde caminin
balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu.”
şeklinde yazdığı cümleden sonra nedense
bu kesimlerden hiç bir tepki görmüyor.
“Türkler 1,5 milyon Ermeni’yi katletti,
soykırım yaptı” cümlesiyle demeç veren
birine ” Bre soysuz, seni kınıyorum”
demiyor.
Filistin’e Müslüman olduğu için sahip
çıktığı kadar Kerkük, Hocalı, Doğu
Türkistan’a sahip çıkmıyor, onlarla ilgili
meselelerde nedense üç maymunu
oynuyor.
Öncelikle şunu söylemek gerektir. Nihal
Atsız bu coğrafyanın insanıdır, bu
![Page 22: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/22.jpg)
GENCAY
19
toplumun kısacası bu milletin tarihçisidir,
fikir adamıdır. Neden mi? Nihal Atsız pek
ala şunları bilir:
1- Namazın saati olmaz vakti olur. Saat ve
vakit ayrı kavramlardır.
2. Minarenin balkonu olmaz şerefesi olur.
Üstelik ezan şerefeye çıkarak değil
içeriden okunur.
3. Ezanı imam değil müezzin okur.
İşin aslına gelirsek Nihal Atsız’ın
“Nurculuk Denen Sayıklama” başlıklı
makalesinden ötürü nice tarikat ve cemaat
ehlince hedef tahtasına konulduğu bilinen
bir gerçektir. Hakkında yapılan menfi
propagandaların temel sebebi Türkçü
(onların kanaatince Irkçı) olması, İslam
diye yutturulan bir takım hurafelere ve
peygamberleştirilen şeyhlere tepki
koymasıdır.
Yazımın girişindeki Atsız’a ait bu
cümlelerden, “Türkler İslamiyet’e
girmeseler de olurdu.” manası çıkarmak en
bayağısından bir art niyetliliktir. Öncelikle
Türk ve Müslüman olmaktan, bu ülkede
doğup Türk milletine mensup olmaktan
dolayı kıvanç duyan herhangi bir insan
nasıl olur da bir cümlesiyle günahkâr
noktasına getirilir! Hâlbuki Atsız’ın şu
cümleleri kendisinin manevi
meselelerdeki hassasiyetini apaçık ortaya
koymaktadır: “İnsanlar mizah ve şaka
yapabilirler. Fakat bazı konular vardır ki
onlar asla şakaya gelmez. Orada ciddî
olmak insanlık borcudur. Millî tarihle
eğlenemezsin. Bayrakla alay edemezsin.
Kuran’ı mizah konusu yapamazsın. Aile
namusunu hiçe sayamazsın. Bunlar millî
mukaddesattandır. Millî mukaddesatı
olmayan millet, millet değil hayvan
sürüsüdür.”
“Türkler mi İslamiyeti yüceltti; İslam mı
Türkler’i yüceltti?” tartışmaları yıllardır
Atsız’ın tezleri üzerinden yapılıyor. Lakin
bir neticeye varılmış değil. Sanırım bu
tartışma bir sonuçsuzluk arz ediyor ve
tartışmaya dâhil olmak bir nevi tarafını
belli etmek manasına geliyor. Ben de bu
tartışmada karınca misali tarafımı belli
etmek ve kendimce konuyu biraz daha
genişletmek adına tarihimizden örnekler
vererek fikirlerimi beyan etmek istiyorum.
Tarihe şöyle bir göz attığımızda Türkler’in,
Kuran-ı Kerim inmeden önce de tek tanrılı
bir dine inandığını görüyoruz. Türkler;
ateşe, güneşe tapmıyor, insanın bir Tanrı
tarafından yaratıldığına inanıyor, devletini
yönetene Tanrı’dan kut verildiğini, düzeni
sağlaması için yetkilendirilmiş bu insana
saygıda kusur edilmemesini pek ala
biliyordu.
Türklerin İslamiyet’ten önceki yaygın dini
(konar-göçerlerin) Gök Tanrı dinidir. Bu
din kesinlikle Şamanizm değildir. Şaman
kelimesi Rus tarihçilerin Yakut bölgesinde
halen bu dine inan Türklerin dinini
aşağılamak için kullandıkları bir kelimedir
ve “şarlatan” anlamına gelmektedir.
Ağaca, taşa, toprağa, ateşe tapmamış
Türkler, asla Arap kavmi gibi öğlen
ekmekten yaptığı putu akşam yememiştir.
İnandığı varlık yeryüzünde erişebildiği
birşey asla olmamıştır. Çünkü Türk
milletinde Tanrı yücedir, ulaşılmazdır
uğruna mücadele edilir, onun isteği
yeryüzüne hâkim kılınmalıdır. İşte Cihan
![Page 23: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/23.jpg)
GENCAY
20
hâkimiyeti mefkûresi ve İslam’ın Cihat
anlayışı gibi sayabileceğimiz nice benzer
etken Türklerin Müslüman olmasına vesile
olmuştur. Talas Savaşı ise bu ilk
tanışmanın mimarıdır.
Şunu rahatlıkla söylemekten
çekinmiyorum. Türkler İslamiyeti
yüceltmiştir. İslam’ın Batı’ya karşı
temsilini İslam tarihinin büyük bir
kısmında Türk milleti yapmıştır.
Arap toplumu Emevi, Abbasi, Fatimi gibi
sayısız kollara bölünüp birbirleriyle Cemel
Vakası’na tutuşurken, bu bölünmelerin
neticesinde peygamberin torununu ve
damadını dahi katledebiliyorken, Türkler
on tane haçlı seferine karşı dimdik
durmuştur. Üstelik Türkler 1. Cihan
Harbi’nde hilafet makamına sahip
olmalarına rağmen Yemen’de,
Arabistan’da, Şam’da Araplarca da yalnız
bırakılmıştır. Hristiyan dünya ile savaşan
Müslüman Türklere destek verilmemiş,
çoğu zaman ihanet dahi edilmiştir.
Türkler Müslüman olmayıp Gök Tanrı
dinine mensup olarak kalsalardı,
Anadolu’ya Müslümanların elinden
Kudüs’ü almak için gelen 1. ve 2. haçlı
seferlerine karşı Talas Savaşı’nda Çin’e
karşı Müslümanların yanında olduğu gibi
yine Müslümanların yanında olurdu.
Vesselam bu ancak yüksek bir ahlak,
kültür ve mayaya sahip olan milletin
yapacağı bir iş olurdu.
Bu gün hala İslamiyet’in en medeni kavimi
Türkler’dir. Somali, Habeş, Mısır, Tunus,
Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan ve Suudi
Arabistan gibi ülkelerde emperyalistler
gönüllerince hareket edebiliyorken; henüz
Türkiye topraklarında ellerini kollarını
sallayarak iş çeviremiyorlar.
İtiraf etmekten korkmayalım. İslamiyet
Arap kavimini yükseltememiş, İngiliz
alçaklığına alet olmaktan kurtaramamıştır.
Arap kavminin mayası bu yüceliğe hazır
değildir. Türk’ün mayası tarih boyunca
hep yüksekti ve İslamiyet bu mayaya farklı
bir tad ve rayiha vermiştir. Türk’ün
hedefleri İslamiyet ile birlikte sadece
kendi faydasına değil Allah’ın hâkim kıldığı
en son din olan yüce İslam’ın da faydasına
yönelmiştir.
Hiç kimse Arap’ın Türk’ten İslamiyet’e
hizmet noktasında üstün olduğunu bence
iddia edemez ve takvada bir üstünlük söz
konusuysa eğer; bu üstünlük kanaatimce
Türk milletine aittir.
Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinde de dediği
gibi:
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ
Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ
Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed
nâmın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur
İslâm’ın!”
Türkler bu dinin son ordusudur ve
Türkçülük, İslamiyeti karşısına almayıp
aslında ona da hizmet etmektedir.
Artık bir karar verme zamanıdır. Orhan
Pamuk’çu musunuz; Nihal Atsız’cı mı?
![Page 24: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/24.jpg)
GENCAY
21
![Page 25: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/25.jpg)
GENCAY
22
HAYATI YENİDEN ANLAMAK İÇİN:
GENÇLİK… Dilek AKILLIOĞLU
“Amaç ve sonuçlar birbirine benzerler…”
(John DEWEY)
Gençlik, çocukluk ile yetişkinlik arasında
yer alan bir dönemdir. Hem toplumsal
hem de ruhsal bir kavramdır. Toplumların
en hareketli halkasıdır. Yaşama hazırlık
olarak isimlendirilmektedir. Birleşmiş
Milletler örgütünün tanımına göre gençlik:
15-25 yaşları arasında, öğrenim gören,
hayatını kazanmak için çalışmayan ve ayrı
bir konutu bulunmayan bir kişidir.(1)
Tanım olarak etkisiz yorumu
çıkarılabilecek bu dönem, sosyolojik ve
psikolojik açıdan bakıldığında çok
önemlidir. Hem insanlığa hem de bir
devlete yol çizecek olan kesim gençliktir.
İnsan gelişiminin en inişli, çıkışlı dönemi
olan gençlik yine yukarıda belirtildiği gibi
yaşamdaki keskin sınırlar arasına
girmektedir. Freud, gençlik çağı için
bocalamalı ve fırtınalar içinde geçen bir
dönem demiştir. Bir yazar için
düşündüğümüzde yazının en can alıcı yada
ana temayı vereceği paragraf, şarkının
nakarat kısmı gençliktir. Gençlik dönemi
‘kendi alevinde yakmakla yükümlü’
sayılabilecek bir çağdır. Gençlik kişilik
gelişimin başlangıcı olan bir sınırdır. Kişi
bu sınırını o dönem içerisinde edindikleri
ile oluşturmaktadır.
Ülke olarak genç nüfusun baskın olduğu
bir toplum olarak ‘gençlik’ kavramı bizim
için daha mühimdir. Nüfus yapımız, geride
bıraktığımız yaklaşık 50 yıllık dönemde
çocuk ve gençlerden oluşan nüfus
kesiminin ağırlıklı olduğu yapıda iken
önümüzdeki 30–40 yıllık dönemde genç ve
yetişkinlerin oranının ağırlıklı olacağı bir
nüfus yapısına doğru dönüşüm
yaşamaktadır. Gençliğin üzerine yazılacak
yazılarda bu kavramın anlamı gibi
hareketli ve enerji içeren şekilde olmalıdır.
Gelecek ile ilgili hayallerin, hedeflerin
oluşumunu içeren Gençlik çağı Türk
toplumunda biraz daha farklı bir anlam
taşımaktadır.. Gençlik bizim
toplumumuzda içine kapanık, etrafa karşı
sinirli ve her yargıya muhalif olan bir
süreç olarak nitelendirebilmektedir.
Toplumsal rolün belirlenmesi için sınır
olarak kabul gören bu dönemin psikolojik
![Page 26: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/26.jpg)
GENCAY
23
olarak değerlenmesi sonucunda içine
kapanık gibi bir yargının ortaya atılması
hem birey hem de toplumsal açıdan
mühimdir.
Gençlik kendini gerçekleştirme, yapma, en
iyisine, en dikkat çekicisine sahip olma
eğilimi taşıyan bir çağdır. Algıların tam
olarak açık olduğu bu çağda kaynaktan
verilecek mesaj yine gençlik döneminin
getirdiği algılama, yönetme durumuna
göre hafızaya kaydedilecektir. Burada
algılama olgusuna değinecek olursak
Aristoteles, ruh üstünde yapıtında,
duyuların dış dünyadaki nesneler
tarafından uyarıldıklarında algılama fiilini
gerçekleştirdikleri üzerinde durmuş ve bu
durumun sebeplerini araştırmıştır.
Aristoteles, algılama sürecini yanmaya
hazır olan bir maddeye benzeterek bu
maddenin faaliyetine başlamak için de ilk
ateşlemeyi yapacak olan dışsal bir
ateşleyiciye gereksinim duyduğundan
bahsetmiştir.(2) Bahsedilen duruma
gençlik açısından baktığımda verilecek her
mesaj/ateş konumlandırma açısından,
yapma yönelimine dokunacak şekilde
bütün yönleriyle genç algılayıcıya göre
birleştirilmiş olmalıdır. Aksi takdirde
yönelme, yanlış algılama/ hatalı ateşleme
yada yanlış algılamaya müsait
mesajlar/ateşler sebebiyle genç bireyin
içinde bulunduğu kargaşa ile birlikte
denge mekanizmaları sarsılacaktır.
Ardından birey depresyonit bulgulara
itilmiş olacaktır. Bunun bir ileri adımı ise
eylemsel tepkilere sürüklenmek olacaktır.
Duyguların, düşüncelerin ya da zihindeki
tüm etkenlerin kısa zamanda çeşitlendiği
bu dönemde rahatsız bir rol elde etmek
kolaydır. Duygusal istismarın genç birey
döneminde daha etkili olduğu da göz
önüne alınırsa yukarıdaki cümle
önemlidir.
Gençlik benlik oluşturma çağı ise
kanaatimce benlik ve algı ilişkisi üzerine
yorum yapılabilecektir. Yazıda bu çağın
içerisindeki bireylere verilecek mesajların
algılama boyutuna baktık. Benlik
kavramında da algı olgusu temel yapı
taşıdır; biçiminde bir çıkarsama ile kişinin
benliği ile algılaması doğru orantılı
olacaktır. Algılamayı sağlayacak unsurların
en başında algı sürecini başlatan ateşleyici
gelmektedir. Bu ateş/ ateşleyici “eğitim”
olarak vücut bulduğunda ‘algı-birey-
hayatta bireyin rolü’ veya bu şekilde
uzayan evrimler önümüze gelmektedir. Bu
küçük fakat hayati ayrıntıyı belirtikten
sonra ‘gençlik’ çağına değinmeye devam
edelim.
Gençlik doğal bir performans sınırı
izlendiğinde gelişim süreçleri özelliği ile
kişinin kendisini bulma dönemidir.
Gençlik, bireyin özgül tanımlamalar yapma
çabaları ile ortaya çıkardığı yazıdır. Yazıya
yapılacak her farklı muamele ekonomik,
siyasi, kültürel olarak yer edinebileceği
gibi günümüzde en çok sıkıntısını
çektiğimiz depresyon, güvensizlik,
başarısızlık, bağımlılık ve intihar gibi kötü
sonuçlara yol açabilecektir. Aile- genç,
toplum-genç ilişkisinin bu tür sonuçları
toplumun kendi içerisinde ilerleyici bir
politika seyretmesinde de olumsuz bir
zincir olarak eklenecektir. Aile- genç
ilişkileri toplumu ve toplumun gençlik ile
arasındaki lisanı çerçevelemektedir.
Gençlik bir toplumda isyankâr,
algılamasına yanlış ifadeler kazınmış
rollerle karşı karşıya bırakılacak olursa bir
![Page 27: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/27.jpg)
GENCAY
24
sonraki kuşakta gençlik kavramını hatalı
yorumlamaya devam edecektir.
Zeytinoğlu tarafından gençlik üzerine
yapılan araştırmalardaki raporlarda,
ülkemizde gençlik kendisinin
aşağılanmasından, ilgisiz ve sevgisiz
bırakılmasından kişiliğini tam olarak
belirleyemediğinden şikayetçidir. (3)
Bireyler şikayetçi oldukları konularda
doyum sağlayacakları sonuca
ulaşamadıklarında yaşamlarının en
hareketli dönemlerinde şiddet,
yabancılaşma veyahut kurumsal
düzenekleri bozmaya gidebileceklerdir. Bu
tür tepkiler gençlerin ruh durumu ile
şikayetleri, oluşturmaya çalıştıkları
benliklerine yapılan etkilerle bağlantılıdır.
Etkileri kontrol altına alabilecek algılama
köprüleri bu köprülerin oluşturulmasını
sağlayacak her türlü yayın organı, ulaşım
materyalleri tanımlaması uzunca
yapılmaya çalışılan hareketli çağa ayak
uyduran bir enerji kaynağının kurulması
ile kaçınılmaz olmalıdır. Bu kaynağın
kurulması ve genç için psikoloji, sosyoloji
ya da ruh sağlığı üzerinden yapılacak
yorumlar, çözümler ‘eğitim’ ile mümkün
olacaktır. Bu çağa dokunabilecek,
dokunduğu anda bu çağı olması gerektiği
gibi saracak ‘eğitim’ sayesiyle
gerçekleşmelidir. Gerçekleştirilen bu
sonuç ile toplum onu oluşturan kesime
dokunabilecektir.
Son olarak,Ethem Özgüven’nin deyimi ile
“ülkemiz geleceği ve sürekliliği olan bu
grubun iyi tanıyıp, yetiştirilmesi,
sorunlarına değinilmesi büyük önem
taşımaktadır.” (4)
KAYNAKLAR
1. Türkiye 2008 İnsani gelişme Raporu:
http://www.undp.org.tr/publicationsdocu
ments/NHDR_tr.pdf
2. Aristoteles, (2001), Ruh Üzerine, Çev:
Doç. Dr. Zeki Özcan, Alfa Yayınevi, 2. Baskı,
İstanbul
3. (KOZCU-98, ZEYTİNOĞLU-1988)
4. Üniversite Öğrencilerinin Sağlık ve
Psikolojik Sorunları-Ulusal Psikoloji
Kongresi, İzmir,1990)
![Page 28: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/28.jpg)
GENCAY
25
![Page 29: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/29.jpg)
GENCAY
26
TARİHİ TÜRK YURDU ORTA ASYA’DA
SİYASİ GELİŞMELER Emre SEVİNÇ
Orta Asya, Türklerin ata yurdu ve
Müslümanlıkla tanıştıktan sonra batıya
doğru göçe başladığı bir merkez olmakla
beraber, en büyük kıta olan Asya’nın da
ortasıdır. Kuzeyinde dünyanın yüzölçümü
bakımından en büyük ülkesi Rusya’nın,
doğusunda dünyanın en kalabalık
nüfusuna sahip Çin’in ve güneyinde de
ciddi ekonomik potansiyele sahip Pakistan
ve Hindistan’ın yer alması Orta Asya’nın
önemini stratejik olarak arttırmaktadır.(1)
Genel olarak Hazar Denizi ve Karadeniz’in
doğusu, Afganistan’ın Hindukuş dağlarının
kuzeyi, Çin Seddi’nin batısı, Moğolistan
dâhil Çin’in kuzeybatı bölgeleri ve
Kazakistan’ın kuzey bölgelerini içeren
alana Orta Asya adı verilmektedir. Yani çöl
ve bozkırın bittiği yerler Orta Asya’nın
sınırıdır.(2) Bu bölgede bugün Orta Asya
devletleri adı ile bildiğimiz 5 devlet, yani
Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan,
Kırgızistan ve Tacikistan geçmişte
Türkistan olarak anılmaktaydı. Hatta bu
coğrafyada SSCB’nin ilk yıllarında
Türkistan Otonom Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti adıyla ayrı bir idari yapı
vardı. Ancak hemen takip eden yıllarda
bugünkü cumhuriyetler oluşturularak
aslında birbirlerine çok yakın farklı
boylardan ve Taciklerden oluşan bu
coğrafyada her boyun millet olma süreci
başlamış oldu. Şimdi bölgede, Özbekistan,
Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan
cumhuriyetleri ile Taciklerin yaşadığı
Tacikistan Cumhuriyeti vardır.(3) Bu
bölgenin tarihsel, dilsel, kökensel yapısını
göz önünde bulundurursak bugün de bu
coğrafyaya Türkistan, devletlerin geneline
de Türk cumhuriyetleri –Tacikistan hariç-
dememizde herhangi bir sakınca yoktur.
18. yüzyıldan sonra bölgede Rusların
genişlemesi söz konusu olmuştur. 16.
Yüzyıl başlarında Rusya küçük bir
knezlik(Moskova Knezliği) iken biraz da
Türk dünyasının içindeki çekişmelerden
ve bölünmüşlüklerden yararlanarak
Karadeniz’e doğru yayılmaya başlamıştır.
Deli Petro(1682-1725) Akdeniz’e inme
politikasında başarılı olamayınca yayılma
faaliyetini Asya’ya yöneltti. Orta Asya’daki
durumu öğrenmek, Orta Asya’nın ve
Hindistan’ın zengin ticari imkânlarını ele
geçirmek için 1715’te Albay İvan
Bucholz’u İrtiş’e, 1716’da da Prens
Aleksandır Bekoviç Çerkovsky’i Hive
üzerine gönderdi. Fakat orduları mağlup
ve perişan bir şekilde geri dönmek
mecburiyetinde kaldı. Bu kez 1723’te Orta
Asya’ya ilerlemede rehber olarak
kullandığı adamlardan Telekev’e şu
direktifi vermiştir: ‘’Her ne kadar
![Page 30: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/30.jpg)
GENCAY
27
Kazaklara ve Kırgızlara güvenmek
mümkün değil ise de onların memleketini
mutlaka himayemiz altına sokmak
zorundayız. Zira Kazak ve Kırgız bozkırları
bütün Asya’ya açılan en önemli
kapılardır.’’ Nitekim 19. yüzyıla
gelindiğinde Orta Asya’nın büyük bir
bölümü Rus İmparatorluğu’nun hâkimiyeti
altına girmiştir.(4) Bu hâkimiyet 20.
yüzyılın son yıllarına kadar sürmüştür.
Yıllar 1990’ları gösterdiğinde ise bu
devletler birer birer bağımsızlıklarını
kazandılar ve uluslararası ortamda önemli
bir rol oynamaya başladılar. Ancak
bölgenin gerek jeostratejik gerek
jeopolitik açıdan oldukça zengin olması bu
devletler üzerinde bazı hâkimiyet
mücadelelerine neden olmuştur. Bu açıdan
karşımıza ilk olarak çıkan ABD ve Rusya
birinci derece aktörler arasında yer
almaktadır. Bu iki devletten sonra ise Çin,
Hindistan, İran gibi bölgede önemli
ekonomik atılımlar yapmış veya yapması
beklenen devletleri ve bölge ile kültürel,
dilsel, tarihsel yakınlığı olan Türkiye’yi
örnek gösterebiliriz.
DOĞALGAZ VE ORTA ASYA
Bilindiği üzere geçtiğimiz yüzyılda petrol
Orta Doğu’yu dünya üzerinde önemli
kılmış, büyük devletler bölgede var olmak
için oldukça çaba harcamışlardır. 21.
Yüzyılda ise petrolün yanına önemi
gittikçe artan enerji kaynağı olarak
doğalgaz eklenmiştir. Orta Asya’da var
olan doğalgaz rezervlerinin gerek Avrupa
gerek Asya'nın ihtiyaçlarını karşılayacağı
görülmektedir.(5) Ayrıca bölge
devletlerinin doğalgaza artı olarak altın,
petrol gibi kaynaklar ve nükleer enerji
üretiminde gereken stratejik mineraller
açısından zengin olması da bölgenin
önemini arttırmaktadır.(6)
TABLO 1: Orta Asya’daki Beş Ülkenin
Tespit Edilmiş Petrol ve Doğal Gaz
Rezervleri(7)
ÜLKELER PETROL (Milyar Varil)
DOĞALGAZ (trilyon kübik feet-tcf)
Kazakistan 10-17 53-83
Türkmenistan 1.7 98-155
Tacikistan 0.012 0.2
Kırgızistan 0.04 0.2
Özbekistan 0.6 40-88
Dünya 1.033.2 5.142
Orta Asya’dan çıkartılan doğalgazın-
özellikle batı ülkelerine- ulaştırılması da
önemli bir mücadeleye sahne olmaktadır.
Günümüzde petrol ve doğalgaz gibi enerji
kaynaklarının alıcılara taşınması boru
hatları ile yapılmaktadır. İşte bu boru
hatları da geçtikleri ülkeler için stratejik
ve ekonomik açıdan getiri sağlamaktadır.
RUSYA’NIN KURDUĞU HEGEMONYA
![Page 31: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/31.jpg)
GENCAY
28
SSCB döneminde Moskova Orta Asya’ya
daha çok tarım bölgesi gözü ile bakmış ve
buradaki enerji kaynaklarını fazla
önemsememiştir. Bölge devletleri
bağımsızlıklarını kazanıp bu kaynaklar
üzerinde projeler gerçekleştirmeye
başlamasıyla Rusya kendisini bölgedeki
enerji kaynakları üzerinde rol oynamak
durumunda hissetmiştir. Zamanla bölge
devletleri ile doğalgaz anlaşmaları yapmış
ve bölgeden önemli derecede ucuz
doğalgaz sağlamıştır. 2008 rakamlarına
göre Türkmenistan’dan yaklaşık 42.3,
Özbekistan’dan 14.2, Kazakistan’dan da
9.6 milyar metreküp doğalgaz almıştır.
Rusya Orta Asya’dan aldığı bu ucuz gazı
Rus iç pazarında kullanmış, Rusya’daki
rezervleri de dünyanın dört bir tarafına
daha yüksek fiyattan ihraç ederek
hegemonyasını kurmuştur.2009 yılında
ekonomik krize bağlı olarak ve Nisan
2009’da Orta Asya-Merkez (Rusya) boru
hattındaki kaza nedeniyle Orta Asya’dan
alınan toplam gaz miktarında düşüş
yaşanmıştır (Toplam 37.3 milyar metre
küp alınmıştır). (8) İki ülkenin bu sorun
üzerinde anlaşmaya varamaması ve
Türkmenistan’ın maddi zarara uğraması
doğalgaz satışını başka bölgelere de
yönlendirmesine neden olmuştur.
RUSYA’NIN BÖLGEDEKİ HEGEMONYASI
KIRILIYOR
Ancak Rusya’nın kurduğu bu hegemonya,
bölgedeki rakiplerinin yüzyılımız
içerisinde yaptığı ve planladığı doğalgaz
boru hatları sayesinde kırılmaktadır…
Bu açıdan karşımıza çıkan en büyük güç
Çin’dir. Son dönemlerde yüksek nüfusu ve
geniş sanayi hacmi ile doğalgaza ihtiyacı
artan Çin, 2008 yılında 80 milyar
metreküp, 2000 yılında 24.5 milyar
metreküp doğalgaz kullanmıştır. Çin’in
günümüzde kullandığı doğalgaz miktarı
ise 100 milyar metreküpün üzerindedir.
Bu rakamın ilerleyen yıllarda daha da
artması beklenmektedir. Çin, artan bu
doğalgaz ihtiyacını karşılamak amacıyla
Orta Asya’ya yönelmiş ve Orta Asya-Çin
boru hattı projesini Kazakistan,
Özbekistan ve Türkmenistan ile birlikte
hayata geçirmiştir. 2003 yılında temelleri
Kazakistan ve Çin arasına yapılan bir
mutabakat ile atılan projenin,
Türkmenistan ve Özbekistan’ın da
katılmasıyla 2008 yılında inşasına
başlamıştır.(9) Uzunluğu 2000 kilometre
olan bu boru hattı Türkmenistan’dan
başlayarak Özbekistan ve Kazakistan’dan
Çin’in Doğu Türkistan bölgesine
bağlanmaktadır. Boru hattı ile 2011
yılında Türkmenistan Çin’e 25 milyar
metreküp, Özbekistan ise 5 milyar
metreküp doğalgaz sağlamıştır. Bu
rakamlar günümüze kadar artarak gelmiş,
gelecekte ise yine bu şekilde devam
edecektir. 2020 yılında Türkmenistan’ın
100 milyar metreküp doğalgaz ihraç
edeceği tahmin edilmektedir. (10)
Yüzyılımız içerisinde bölge ile birlikte
boru hattı inşa ederek doğalgaz ticareti
yapan bir büyük güç ise İran’dır. Yapımı
2010 yılında tamamlanan ve 30.5
![Page 32: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/32.jpg)
GENCAY
29
kilometre uzunluğundaki Devletabad-
Serahs-Hangeran doğalgaz boru hattı
sayesinde de Türkmenistan’dan İran’a
yılda 20 milyar metreküp gaz akması
beklenmektedir. Projenin açılış töreninde
konuşan İran Cumhurbaşkanı Mahmut
Ahmedinejad, ‘’ Bu proje Türkmenistan
enerji kaynaklarını İran üzerinden
Avrupa’ya ve Basra Körfezi’ne ulaştırma
anlamında işbirliğinin geliştirilmesini de
sağlayacaktır.’’ diyerek daha önce
Avrupa’ya Rusya eli ile aktarılan Türkmen
gazının bu bölgeden aktarılabileceği
mesajını vermiştir.(11)
Son olarak ‘’Türkmenistan-Afganistan-
Pakistan-Hindistan’’(TAPİ) doğalgaz boru
hattı da planlanan boru hatları
arasındadır. Başlangıçta Türkmenistan-
Afganistan-Pakistan’ın çalışmaları ile
başlayan proje 2008 yılında Hindistan’ın
da katılması ile bu ismi almıştır. Toplamda
1680 kilometre olarak tasarlanan
TAPİ’nin, 170 kilometresi
Türkmenistan’dan, 830 kilometresi
Afganistan, 400 kilometresinin Pakistan ve
280 kilometresinin de Hindistan’dan
geçmesi planlanmaktadır. (12) Bu proje
sayesinde 33 milyar metreküp doğalgazın
Güney Asya’ya akması beklenmektedir.
2017 sonunda faaliyete geçmesi öngörülen
proje sayesinde günlük Afganistan’a 20,
Pakistan’a ve Hindistan’a 35’er milyon
metreküp olmak üzere 90 milyon
metreküp doğalgaz akacaktır.(13) Projeye
ayrıca Bengladeş, Kazakistan, Türkiye gibi
ülkelerin de dâhil olması
dillendirilmektedir.
SONUÇ
Sonuç olarak Rusya’nın Orta Asya’da
kurduğu bu hegemonya, içinde
bulunduğumuz yüzyıl itibari ile kırılmaya
başlamıştır. Daha önce bölgenin tüm gazı
bu ülkeye akarken günümüzde Çin, İran,
Hindastan, Pakistan gibi ülkelere pay
edilmeye başlamıştır. Ayrıca Asya’da bu
gaza alıcılar daha da çoğalacağa
benzemektedir.
Bölge gazını Orta Asya’dan ucuza alıp
Avrupa’ya daha yüksek fiyata satan Rusya,
ilerleyen yıllarda gazı aktarma konusunda
da sıkıntılar yaşayacağa benzemektedir.
Gerek İran ve Hindistan’a doğru yapılan
boru hatları ile gazın bu alandan batı
bölgelerine taşınma olasılığı gerekse
NABUCCO VE TANAP gibi projelerle Orta
Asya gazını Anadolu üzerinden Avrupa’ya
taşınma düşünceleri gerçekleşirse
Rusya’nın bu alanda da kozunu
kaybetmesine neden olacaktır.
Dipnot
1-Savaş KAFKASYALI(ed.); Bölgesel ve
Küresel Politikalarda Orta Asya, Ankara,
2012,
http://yayinlar.yesevi.edu.tr/static/kitapl
ar/bolgesel_ve_kuresel_pol_ortaasya.pdf,
s.5.
2-Erkin EKREM; Çin’in Orta Asya
Politikaları, Ankara, 2011,
http://yayinlar.yesevi.edu.tr/static/kitapl
ar/cin_ortaasya_raporu.pdf, s.17.
3-İhsan ÇOMAK; Orta Asya Ülkeleri
Arasında Bölgesel İşbirliği,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?o
ption=com_content&view=article&id=419:
![Page 33: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/33.jpg)
GENCAY
30
orta-asya-ulkeleri-arasinda-bolgesel-
isbirligi&catid=83:analizler-
ortaasya&Itemid=149, (4.Ağustos.2009)
4-Kürşat GÖKKAYA; Yeni ve Yakın Çağ
Tarihi, Ankara, 2011, s.206.
5-Eren OKUR; Enerji Kaynakları ve Orta
Asya’nın Geleceği,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?o
ption=com_content&view=article&id=433:
enerji-kaynaklar-ve-orta-asyann-
gelecei&catid=83:analizler-
ortaasya&Itemid=149, (20.Ağustos.2009)
6-Aslıhan P. TURAN; Orta Asya’da
Dönüşüm,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?o
ption=com_content&view=article&id=619:
orta-asyada-
doenueuemv&catid=83:analizler-
ortaasya&Itemid=149, (26.mart.2010)
7- EKREM; a.g.e., s.28.
8-İlyas KAMALOV; Rusya’nın Orta Asya
Politikaları, Ankara, 2011,
http://yayinlar.yesevi.edu.tr/static/kitapl
ar/rusya_ortaasya_raporu.pdf, s.45.
9-Orta Asya Doğalgazı Savaşları;
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=3967
60, (4.şubat.2013)
10-Canat MOMINKULOV; Çin ve
Türkmenistan’ın Enerji İlişkileri,
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.as
px?ID=4399, (11.Nisan.2013)
11-Türkmenistan-İran Doğa lgaz Boru
Hattı Açıldı;
http://www.milliyet.com.tr/Dunya/SonDa
kika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1
182585, (6.Ocak.2010)
12-Betül Buke KARACİN; Türkmenistan-
Afganistan-Pakistan-Hindistan Doğalgaz
Boru Hattı Projesi,
http://www.usakgundem.com/yorum/37
8/t%C3%BCrkmenistan-afganistan-
pakistan-hindistan-do%C4%9Falgaz-
boru-hatt%C4%B1-projesi.html,
(7.Nisan.2011)
13-Türkmen Gazına Yeni Müşteri;
http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2012
/05/30/turkmen-gazina-yeni-musteri,
(30.Mayıs.2010)
![Page 34: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/34.jpg)
GENCAY
31
![Page 35: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/35.jpg)
GENCAY
32
SÜVEYDA’YA NOTLARDAN;
ANKARA’DA ÂŞIK OLMAK Abdullah KILAVUZ
Lalelerin henüz boy verdiği bir Nisan
sabahıydı.
Daha önce birçok kez geçtiği yolların ilk
kez bu kadar güzel oluşuna şahitlik
ediyordu hayretler içinde. Hamamönü,
yaşadığımız dünyaya ait olmayan ve adeta
kutsal kitaplarda vaat edilen bütün
güzelliklerle kucaklamış gibiydi ilkbaharı.
Sarıkadı sokağından yükselen çocukların
neşeli çığlıklarına, Kamil Paşa Konağı’nın
üstünden geçen güvercinlerin kanat
çırpışları eşlik ediyordu… Ankara’da ki
binlerce minare, masmavi bir kâğıda
uzanan beyaz kalemler gibi gökyüzüne
yükselirken, kubbelerin gölgesine sığınmış
yeşilin bütün tonları göz kırpıyordu
Taceddin-i Veli Dergâhında medfun
isimsizlere… Şaşkınlık içinde etrafı seyre
dalmış, bahara atfettiği tüm güzellikleri
“belki bir daha göremem” endişesiyle
zihnine işliyordu Ömer.
Esasında tüm bu güzelliklerin, görür
görmez İrem bahçelerinden yeryüzünü
şereflendirdiğine kesin kanaat getirdiği,
mahcup çehresinden bereket fışkıran bir
ben-î âdemden kaynaklandığını anlaması
çok sürmeyecekti… Kâlû belâ’dan beri
tanışık olduğuna, hatta tanışıktan öte âşık
olduğuna yeminler edebileceği; ayak
topuklarının dokunduğu yeri bahara
döndüren bu melâke’nin güzelliğini
seyrederken takıldığı kaldırım taşını
düşünürken, Süveyda’nın karşıdan, elinde
kitaplarla yaklaştığını gördü. Önünde ki
taşa serseri bir tekme attı Ömer… “İki sene
geçmiş” diye geçirdi zihninden…
Gülümsedi…
Bir yanı koşar adım yaklaşmak isterken,
diğer yanına kulak verip onun gelişini
seyretmeyi yeğledi. Ocak ayının sonlarıydı,
kar yağıyordu. Az önce dalıp gittiği
mazinin sıcaklığından, fark edememişti
ellerinin buz kesildiğini. Hemen ellerini,
yakasını kaldırmak âdetinden bir türlü
kurtulamadığı siyah paltosunun cebine
koydu. Hayallere dalmış Süveyda’nın
dersten çıkışını beklerken o kadar
huzurluydu ki, öz memleketi burasıymış
gibi az daha akşam yola çıkacağını
unutacaktı.
Mütebessim çehresiyle “Nasılsın” diye
soran Süveyda’ya, “iyiyim” dedi Ömer
tereddüt etmeden… Hiç hoşlanmadığı bir
şeydi esasında yalan söylemek. “Sen
nasılsın” diye sorduğunda benzer bir yalan
da Süveyda’dan duyacağını bildiği için
sormadı.
Yürüdüler…
“Akşam gidiyorsun değil mi?” diye sordu
Süveyda içinden bir aksilik çıkmış olması -
en azından bilet temin edememiş olması-
için dualar ederek. “Evet ” dedi Ömer,
“Akşam saat 6′da”.
![Page 36: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/36.jpg)
GENCAY
33
Birden kara bulutlar kapladı adeta dört
yanı. Uykuya daldı sanki Ankara. “çıt” çıksa
uyanacak gibi koca şehir, sessizliğe
büründü ikisi birden. Usul usul yürümeye
devam ettiler. Süveyda şemsiyesini
kapattı… Ömer zaten oldu olası
hoşlanmazdı gökyüzüyle arasına perde
girmesinden. Kar tanelerinin nezaretinde
uzaklaştılar dört mevsim baharı
yaşadıkları yerden. Buruk bir vedanın
girizgahı, yine Hamamönü’ne denk
gelmişti. Ağaçlara, isimsiz mezar taşlarına,
asırlık mabetlere, yollara ve taş konaklara
selam verdiler sanki tekrarı olmayacakmış
gibi bu vuslatın. Öğrenci yurdunun önünde
ki birkaç alışverişin yeşerttiği hukuka
saygısızlık olmasın diye, Sivas’lı
kestaneciyi de selamladı Ömer
kirpikleriyle… Otobüsün hareket saati
iyice yaklaşmıştı.
Gecenin ardında ki nehârı, kışın ardında ki
baharı ve hatta hayatın ardında ki ölümü
bile kabullenen zihnine sığmayan vuslatın
ardında ki gurbet hakikatine bir türlü
teslim etmek istemiyordu kaderini,
paltosunun cebindeki parmaklarını
yumruk yapmıştı çaresizlikten.
Yürüdüler…
Dökülen yapraklara ve ağaçlara iltica
etmiş güvercinlere bakınarak geçtiler
Kurtuluş Parkı’nın önünden. Serçelere
merhamet beslediler içten içe. Yere
dökülen yapraklara, ağaca olan
hasretlerini düşünerek basmamaya gayret
ettiler.
Farkında olmadan, sessizlik içinde
Kızılay’a gelmişlerdi. Son arzusu sorulan
ölüm mahkûmları gibi, “bir çay içelim mi”
diye sordu Ömer. Göz kapaklarıyla
onayladı Süveyda, zaten konuşmaya
mecalinin kalmadığı her halinden belliydi.
Çay istedi Ömer iki tane.
Süveyda tek şeker atardı, Ömer iki. Bu defa
ikisi de şeker atmayı unutmuştu anlaşmış
gibi.
Karşılıklı susmanın tadına varmış gibi,
bakarak anlatmanın kelimelerden
kurtulmuş özgürlüğünü yaşıyorlardı. Bir
bardak çay süresince sürdüler sefasını
aynı gökyüzünü paylaşıyor olmanın.
Zamana direnemeyeceklerini biliyorlardı,
kalktılar ve yürüdüler yine.
Yürüdüler…
Otobüslerin ardından el sallanılmasından
hoşlanmıyordu Ömer. Bunu, çekilen
ızdırabın katlanmasından başka hiçbir
anlamı olmayan saçma bir ritüel olarak
gördüğünü söylüyor ve her defasında
AŞTİ’ye varmadan vedalaşıyordu
Süveyda’yla. Yine öyle yapmak istedi.
Saat 18 sularıydı. Akşam, bütün hüznüyle
bürümüştü Ankara’yı.
Tunalı Hilmi’nin Allahsız çığlıklarına
meydan okurken Hacı Bayram Veli’nin
“inna lillahi ve inna ileyhi raci’un”
sükûtunda ki selâları; Çubuk Ovası’nda
boynunu bükmüş Beyazıd gibi dönüyordu
Ömer Ankara’dan… Cebeci
kaldırımlarındaki gölgesini ve Beştepe
yokuşlarındaki dualarını emanet ediyordu
Süveyda’ya.
![Page 37: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/37.jpg)
GENCAY
34
Cebinden beyaz bir kâğıt çıkararak ve
“hasretin, yüreğimin sadık bekçisi”
olacaktır diyerek Süveyda’nın avuçlarına
sıkıştırdı.
Saatlerdir hapsettiği gözyaşlarını artık
tutamadı Süveyda. “Yine gelirsin, değil
mi?” diye sordu hıçkırıklar içinde…
Yutkundu, göz damarlarının bu manzaraya
dayanabilmesi için dualar ederken Ömer.
Süveyda’nın gözyaşlarını parmaklarıyla
sildi ve gözlerine bakarak “Ölmez isek,
inşallah gelirim” dedi her zaman dediği
gibi. “İlk fırsatta… Hatta her fırsatta!”
Ömer’in sureti karanlıkta kaybolduktan
sonra ancak aklına geldi avuçlarının
arasında duran kâğıt. Arkasından el
sallanmasını istemeyen bir adamın, kendi
elleriyle yazdığı bir şiirdi bu. Hatta tarihi
ve saatine bakınca, aynı gün içinde
yazılmış olduğunu anlamıştı. Okumaya
başladı:
“Yokluğunun kefenine sarıldım çepeçevre
Ben artık mevtim, dipdiri ayakta duran
Gözlerim seni son gördüğü yerde kapandı
Ben artık kara toprağım, ak topuklarına vuran
Ve varlık ile yokluğun çilesini çeker oldum
Ben artık meczubum, vuslatına hayaller kuran
Şimal ile cenup, şark ile garp İsfahan’da vuslat
eder
Bizim ki bir garip hikâye, ancak kabirde nihayet
eder.
Sıkıştım mısralara, boğuyor beni kelimeler
Ben artık şairim, yitik mısralara hasret söyleyen
Kitaplar dolusu halim var, bilmem nasıl arz
edeyim
Ben artık kırık kalemim, mürekkebinde ismin
gizleyen!
Ve şaşırdım ben kimim, nereliyim ve neyim?
Ben artık yetimim, nisan sabahlarına bayram
düşleyen
Siyah ile beyaz, ateş ile kar, rûyi- zeminde
bayram eder
Bizim ki bir içli hikâye, ancak dergâh-ı
İbrahim’de sükût eder.
Avuçlarımda gurbet kokusu, bedenim kan revan
Ben artık düşkünüm, yüreğimde gözlerin
büyüklüğünde yara
Kâinat perdeler ardında bir yokluğa gizlenmiş
sanki
Ben artık bir âmâyım, senden arda kalan bütün
renkler kara
Ve yolların kapansa da bana her rüyam sana
çıkar
Ben artık bir deliyim, gözlerimi kapattığım her
köşe Ankara
Âşık ile Maşuk, Yusuf ile Züleyha memalik-i
acem’de meşk eder
Bizim ki bir melâle boyanmış hikâye, ancak
Azrail’e tebessüm eder
Dolanıyorum köşesiz ve çıkmayan sokaklarda
cesetsiz
Ben artık hiçim, kalmadı mevcudiyetime kanıt
zeminde
Duymuyor, anlamıyor ve nedendir bilmem
konuşamıyorum
Ben artık sükûtum, dudakların arasında sıkışan
sözünde
Ve her aynada senin gülen çehren ile
karşılaşmak yok mu, âh!
Ben artık senim Süveyda, beyaz bir yıldız gibi
gökyüzünde
Yıldız ile güneş, rûzigâr ile yağmur gökyüzünde
raks eder
Bizim ki bir ayrık hikâye, ancak huzuru
mahşerde sulh eder”
![Page 38: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/38.jpg)
GENCAY
35
BİR NAMAZ HİKÂYESİ Vural Egemen SARIGÖZ
Metehan mütevazı bir ailenin oğluydu.
Normal bir öğrenim hayatı sürdürüp liseyi
tamamladıktan sonra üniversiteyi Açık
Öğretim Fakültesi’nde okumak ve bu
sayede kendi ayakları üzerinde durarak
çalışmayı amaçlamıştı.
Nasip olmadı okulunu tamamlayamadan
bırakıp askere gitmek zorunda kaldı.
Etrafındakilere göre siyasi sebeplerden
askere gitmişti. Kendisine göre ise hak
bildiği yolda yürümesine izin vermedikleri
için askere gitmişti.
Askerden döndüğünde Adana’da iş imkânı
bulsa da Adana dışına çıkmayı tercih etti.
Gurbet ellerde 5 yıl kadar çalıştı.5 yıl
içinde hayatında birçok değişiklik oldu.
Evlendi ve bir oğlu oldu.
Bu zaman zarfında bekârlıkta edindiği
bütün kötü alışkanlıklarını bıraktı. İçkiyi,
sigarayı, zinayı, kötü arkadaşları hepsini
birer birer terk edip mütevazı bir aile
babası olma yolunda ilerlemeye başladı.
İşlediği bütün günahlardan tövbe etti.
Pişmanlık duyarak tüm günahları için
gözyaşı döktü.
Artık vakitlerinin büyük çoğunluğunu
ibadet ile geçiriyor kalan zamanında ise
ailesine vakit ayırıyordu.
Babasının ‘’ Abdestsiz dolaşma’’ tembihini
ancak 15 yıl sonra yerine getirebiliyordu.
Babası çok sıkıntılar çekmiş, çarıklı erkânı
denilebilecek bir kişilikti. Babası kitap
okumayı ve şiir yazmayı çok severdi. Bu iki
güzel hasletini oğluna da aşılamış ve ne
vakit bir araya gelseler ya sabahlara kadar
kitaplardan söz ederler ya da birbirlerine
şiirler okumuşlardır.
Babası türlü sıkıntılar çekmiş ancak çektiği
her sıkıntının kendisi için bir imtihan
olduğunu bir an bile aklından
çıkarmamıştı
Hanımından ötürü çok mustaripti, kendisi
ne kadar anlayışlı ve hoşgörülüyse hanımı
yani Metehan’ın annesi de bir o kadar zıt
bir karakterdi.
Metehan annesini şu kısa cümle ile
özetleyebiliyordu. ‘’ Alnı secdeden
kalkmayan bir adamın alnı secdeye
gelmemiş karısı’’…
Metehan ne zaman bu durumdan şikâyet
edecek olsa babası ona Nuh
Aleyhisselam’ın hanımını anlattı, ne zaman
karşı çıkacak olsa ona başka örnekler
verdi.
![Page 39: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/39.jpg)
GENCAY
36
Ve öyle bir an geldi ki Metehan’ın annesi
eşini terketti. Bu haberi ilk duyduğunda
üzüntüden bütün gece uyuyamadı. Annesi
Metehan’ın yanına gelmiş ve ‘’ artık bitti
babanı terkettim, bir daha geri
dönmeyeceğim’’ demişti. Bu sözler bütün
gece Metehan’ın kulaklarında çınladı.
Annesi babasına günü birlik oğlumuzun
yanına gidiyorum diyerek evden çıkmıştı.
Babasının henüz terkedildiğinden haberi
dahi yoktu.
Bu kötü haberi babasına söyleme görevi
Metehan’a kalmıştı.
Gece boyunca düşündü. Annesi ile hanımı
da pek anlaşamıyordu. Metehan’ın hanımı
da kayınvalidesinden az çekmemişti.
Hanımı ile annesini de baş başa
bırakamazdı. Annesini aynı şehirde
yaşadığı dayısına bırakıp eşi ve oğlu ile
birlikte Adana yollarına düştü.
Nihayet kavurucu sıcakların hüküm
sürdüğü bir Haziran akşamında Adana’ya
vardılar. Gecenin bir yarısı oğlunu, gelinini
ve torununu kapıda gören baba
sevincinden yere göğe sığamaz olmuştu.
Metehan hemen söyleyemedi babasına
birkaç gün geçti ve nihayet ‘’ Baba annem
bir daha dönmeyecekmiş’’ diyebildi
güçlükle..
Metehan’ın babası sanki biliyormuş gibi
‘’hayırlısı be oğlum’’ dedi kısık bir sesle…
İçinde fırtınalar kopan bir adamın nasıl
dingin bir deniz gibi durabileceğinin
örneğini sergiliyordu babası…
Metehan 1 hafta kadar babasını yanında
kaldı ve bu süre içerisinde babası git gide
hastalanıyordu. Onu bu halde bırakıp
dönemezdi. İznini uzattı ve babasını yalnız
bırakmadı. 1 ay kadar bir zaman
geçmesine rağmen babası iyileşmiyordu.
Doktora gidip geliyorlar, türlü türlü
ilaçlarla tedavi oluyordu ama bir türlü
iyileşmiyordu.
Metehan bu süre içerisinde haddinden
fazla iznini uzattığı için işten çıkarıldığı
haberini aldı. Bir Ramazan bayramına
günler kala işten çıkarıldığı haberinin
gelmesi Metehan’ın belini büktü. Henüz 6
aylık olmuş oğlunun ihtiyaçları, babasını
tedavi masrafları derken üç kuruşluk
birikimi de tükenmişti.
Allah’a sığınıyor ve yalnız ondan yardım
diliyordu.
Adana’da iş aramaya başladı. Günler geçti
henüz bir iş bulamamıştı. Önceki işinde
yönetici konumunda çalışıyordu ancak
yeni bir işe girip yönetici konumunda bir
iş bulmak oldukça zordu. Nihayet bir
tanıdığı vasıtasıyla bir fabrikada
yöneticilik için bir açık olduğu haberi
geldi. Derhal gidip iş başvurusunda
bulundu. Olumlu geçen iş görüşmesinin
ardından beklemeye koyuldu. Beklediği
haber bir türlü gelmiyor, günler su gibi
akıp geçiyordu. İhtiyaçlar üst üste biniyor
ve her geçen gün karşılanması imkânsız
hale geliyordu.
Artık başka bir iş aramak için yollara
düştü. En sonunda bir Mobilya
Fabrikasında üretim elemanı olarak iş
buldu. Gerekli evrakları tamamlayıp
Pazartesi günü iş başı yapmak için
sözleşildi. Günlerden Cuma idi… İş
görüşmesinden iş bulmuş olmanın verdiği
mutluluk ile doğru Cuma namazına koştu.
Cuma namazından sonra gerekli evrakları
![Page 40: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/40.jpg)
GENCAY
37
tamamlamak için resmi daireleri dolaştı ve
nihayet evrakları tamamladı. Artık hava
kararmış ve eşi telefon da endişeli bir ses
ile ne zaman geleceğini soruyordu. ‘’
Birazdan evde olurum inşallah’’ dedi.
Eve geldi gününü eşine ve babasına anlattı.
Babası ‘’Oğlum sen yönetici idin şimdi bir
üretim elemanı olarak, fabrika işçisi olarak
çalışmak ağırına gitmeyecek mi?’’ dedi.
Metehan ‘’ hayır baba neden ağırıma gitsin,
iş iştir. Çalıştıktan sonra masa başında
otursan ne makine başında çalışsan ne’’
dedi.
Metehan yıllardır eli klavyeden başka iş
görmemişti. Böyle beden gücü ile çalışmak
ona zor gelecekti.
Nihayet Pazartesi oldu. Eşiyle birlikte
sabah namazını kıldıktan sonra güzel bir
kahvaltı yaptılar. Metehan eşiyle vedalaşıp
işe doğru yola çıktı. Servise bindi ve yeni
işinin başına geçti. Ustabaşı ona yapması
gerekenleri anlatı. İlk gün olduğu için çok
ağır iş vermeyeceklerini söylediler.
Tempolu bir çalışmanın ardından saat
öğlen olmuş ve yemek saati gelmişti. Usta
geldi ve ‘’ Hadi gel yemeğe gidelim’’ dedi.
Birlikte yemeğe gittiler. Yemek esnasında
biraz sohbet ettiler. Yemekten sonra
bahçeye çıkarken Metehan ‘’ Usta öğlen
namazının vakti girdi, namazımı nerde
kılabilirim’’ dedi.
Ustabaşı bıyık altından gülerek ‘’ burada
namaz kılamazsın’’ dedi. Böyle bir tavır
beklemiyordu Metehan…
‘’Neden’’ diye sordu. Ustabaşı elini
Metehan’ın omuzuna koyarak ‘’Bak
Metehan, burası bir iş yeri, patronlarımız
ne kadar çok üretim çıkarsa o kadar çok
memnun olur ve bizleri o kadar çok
memnun ederler. Namazını evde kılarsın,
bizim patronlar namaz kılanlara pekiyi
bakmazlar’’ dedi.
‘’Namaz kılanın kötü neyi var ki ‘’ dedi.
‘’Kötü bir şey yok elbette ama müsaade
etmiyorlar’’ dedi ustabaşı.
Metehan ‘’ olmaz usta benim namazımı
kılmam lazım, gerekirse patrona kadar
çıkar derdimi anlatırım’’ dedi.
Ustabaşı eliyle büyük bir binayı işaret etti.
‘’ Git, patron o binanın en tepesinde
oturuyor’’ dedi.
Metehan hiç tereddüt etmeden sert
adımlarla binaya doğru ilerledi. Kapıdan
girdi ve danışmada ki güvenliklere patron
ile görüşmek istediğini söyledi. Güvenlik
patronun sekreterini aradı, sekreter
patrona bilgi verdi ve patron Metehan ile
görüşmeyi kabul etti.
Asansörde 9. Katın düğmesine bastığında
ayetel kürsü okumaya başlamıştı bile.
Nihayet patronun odasındaydı. Görkemli
bir masa da oturan patron ve üzeri toz
içinde kalmış bir işçi karşı karşıyaydı.
Patron ‘’ buyur’’ dedi.
Metehan ‘’ Efendim ben sizin fabrikanızda
bu gün işe başladım. Öğlene kadar elimden
gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Öğlen
olduğunda öğle namazı vakti girdiği için
namaz kılmak istedim ancak ustabaşı bir
türlü müsaade etmedi. Ben de son çare
olarak sizin yanınıza geldim. Ben namaz
kılmak zorundayım. Gerekirse öğlen
yemeğine çıkmayayım, ya da akşam 30
![Page 41: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/41.jpg)
GENCAY
38
dakika 1 saat geç bırakayım işi ama yine
de namazımı kılabileyim’’ dedi.
Patron ‘’ namaz senin için bu kadar mühim
mi? ‘’ dedi.
- Çok mühim dedi Metehan…
Patron ‘’ Biz namaz kılmaya müsaade
etmiyoruz. Namazı suiistimal edenler çok
oluyor’’ dedi.
‘’Ben mesai saatimden çalmak için
istemiyorum bunu, kılacağım 10 dakikalık
namaz için fazladan 2 saat bile
çalışabilirim’’ dedi.
Patronun yüzündeki sert ifadeyi hiçbir
çözüm önerisi yumuşatmıyordu.
‘’Bizim şartlarımız böyle, namaza müsaade
etmiyoruz. Ya namaz kılmadan
çalışacaksın, ya da işi bırakacaksın evinde
oturup namaz kılacaksın’’ dedi yüzündeki
sert ifadeyi çare bulmuş bir çizgiyle
süsleyen patron.
‘’Tamam, o halde işi bırakıyorum’’ dedi
Metehan.
Metehan ‘’ yarım günde olsa bana iş
verdiğiniz için teşekkür ederim.’’ Dedi.
Patron yarım günlük çalışmasının
karşılığını muhasebeye uğrayarak
alabileceğini söyledi ancak Metehan ‘’ ben
namaza hürmeti olmayan bir işverenin
parasını almam, değil yarım günlük yarım
asırlık param olsa almam’’ dedi.
Arkasını döndü ve çıktı. Soyunma odasına
giderken kara kara düşünüyordu. Şimdi ne
olacaktı, bir gün önce iş bulduğu için
sevinen eşine bu gün işi bıraktığını nasıl
söyleyecekti.
İş kıyafetlerini çıkardıktan sonra,
işyerinden ayrılıp sokaklarda yürümeye
başladı. Çukurova’nın kavurucu yaz sıcağı
zerre merhamet göstermeden Metehan’ın
tenini kavuruyordu.
Asfalttan yüzüne vuran bunaltıcı sıcağın
etkisiyle öfkesi an be an artıyordu.
Aklına şu hadis-i şerif geldi ‘’ Öfkelenince
abdest alınız.’’
Kafasını kaldırıp etrafı bir süzdü pek de iyi
bilmediği bu semtte bir minare aradı
gözleri ve uzakta bir yerde bir minarenin
ancak ucu görünüyordu. Yönünü camiye
doğru çevirip hızlı adımlarla ilerlemeye
başladı, her adımın ayağının yere
vuruşunda ‘’Allah’’ diyordu. ‘’Allah, Allah,
Allah, Allah’’ bir sağ bir sol bir sağ bir sol
her adımda bir Allah zikri…
Dilini damağına yapıştırıp kalbe Allah
dedirtebilmeye çalışmak Allah dostlarının
terbiye yöntemlerinden birisiydi. Nefsi
adam etmenin yollarından birisi de dili
susturup, kalbi konuşturmaktı.
Bu düstur üzerinde camiye vardı.
Şadırvanda güzel bir abdest alıp, öğle
namazını kıldı.
Namaz bittikten sonra ellerini göğe
kaldırıp şöyle dua etti.
![Page 42: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/42.jpg)
GENCAY
39
‘’Allah’ım sen yerlerin ve göklerin
sahibisin, senin rızan için sıkıntıya
düştüm, sen benden razı olasın diye
işimden vazgeçtim. Senin için neyi
terkettiysem hep bana daha iyisini nasip
ettin. Senden daha iyisini de değil, beni
sıkıntıdan kurtaracak bir kapı açmanı
istiyorum. Bu dualarımı âlimlerin,
evliyaların, ermişlerin, erenlerin,
dervişlerin, sevdiğin kulların,
peygamberlerin, meleklerin ve âlemlere
rahmet olarak gönderdiğin Hazreti
Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve
sellem efendimizin yüzü, suyu, hürmetine
kabulüyle Allah’ım’’ diyerek dua etti ve
gözlerinden yaşlar süzülmese de dolu dolu
olan gözlerindeki yaşlar kan olup yüreğine
damladı.
Camiden çıkıp ayakkabılarını giyerken her
zaman aklına geldiği gibi peygamber
efendimizin ayakkabılarını giyerken önce
sağ ayakkabısını giydiğini hatırladı.
Bismillah diyerek önce sağ sonra sol
ayakkabısını giydi.
Camiden henüz çıkmıştı ki cep telefonu
çaldı. Rehberinde kayıtlı olmayan bir
numara arıyordu. ‘’Efendim’’ diyerek açtı
telefonu.
Günlerdir yöneticilik açığı olan firmadan
arıyorlardı ve saat iki de gelmesini
söylediler. Cep Telefonundaki saate baktı,
saat 13.30’du… Hemen bir dolmuşa binip o
istikamete doğru yola çıktı. Yolda dualar
ediyordu, ayetel kürsüler okuyordu.
Nihayet gelmişti. Dediği gibi saat ikideki
randevuya yetişmişti. İnsan kaynakları
müdürü ile görüştü, insan kaynakları
müdürü Metehan’a ‘’ seni birazdan
işverenimiz ile görüştüreceğim’’ dedi.
Birlikte birkaç kat merdiven çıkıp büyükçe
bir kapıdan büyükçe bir odaya girdiler.
İçeri girdiğinde 50’li yaşlarda normal
görünümlü birisi gördü. Tavırlarından ve
etrafındakilerin saygısından patronun o
olduğu kolayca anlaşılıyordu. Patron ayağa
kalkıp Metehan’a ‘’hoş geldin’’ dedi.
Hoş bulduk diyerek gülümsedi. Kendisine
gösterilen yere oturdu.
Patron insan kaynakları müdürü
tarafından önüne bırakılan başvuru
formunu incelemeye başladı. Başvuru
Formunda metehan ismini okuduktan
sonra ‘’Evet Metehan eli yüzü temiz birisin.
Başvuru formunda da epeyce meziyetli
olduğunu görebiliyorum ancak bizim için
yüz güzelliğinden ziyade kalp temizliği,
meziyetten önce iş ahlakı önemlidir.
Anladığım kadarıyla her türlü bilgisayar
programını kullanabilecek kapasitedesin
ve daha önce yöneticilik tecrüben var.
Bizim için bunlar yeterlidir. Müdürümüz
sizinle daha önce birkaç kez görüştü. Ve
bana olumlu kanaatlerini bildirdiler.
Yüzünüze bakınca benimde kanaatim
olumlu’’ dedi.
‘’İlk etapta sana fazla bir maaş
veremeyeceğiz 1000 lira ama sigortanı
hemen yapacağız, servisin, yemeğin ve
hafta sonu tatilin olacak’’ dedi. ‘’ Eğer bu
![Page 43: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/43.jpg)
GENCAY
40
şartları kabul edersen hemen
başlayabilirsin’’ dedi.
Metehan yüzündeki ifadeyi değiştiremiyor
ama yüreğindeki bunaltıcı efkâr git gide un
ufak olarak yok olmaya başlamıştı.
‘’Senin bizden bir talebin var mı’’ dedi
Patron…
‘’Metehan, evet var deyince oda da
bulunanların hepsi şaşırdı.’’
‘’Ben namaz kılarım ve mesai saatlerim
içerisinde yer alan vakit namazlarımı bir
de haftada bir gün Cuma namazlarını
kılmak isterim, namazlarım için
harcadığım vaktin daha fazlasını çalışmaya
razıyım, isterseniz akşam işi birkaç saat
geç bırakabilirim, dilerseniz hafta sonu da
çalışabilirim yeter ki namazlarımı
kılabileyim ‘’ dedi.
Patron gülümsedi, memnuniyeti
yüzündeki tebessümden okunabiliyordu.
‘’İstediğin zaman namaz kılabilirsin, her
Cuma iki tane servisimiz Cuma namazı için
kalkar’’ dedi ve yüzündeki memnun ifade
ile şunları ekledi.
‘’Namaz kılanı Allah sever, Allah’ın
sevdiğini biz de severiz’’ dedi…
Metehan yarın işbaşı yapmak üzere
sözleştikten sonra içini kaplayan huzur ile
adımlarını aheste aheste atıyor ve her
adımda kalbine yine Allah dedirtiyordu.
Eve döndüğünde mutlu haberi ailesi ile
paylaştı. Metehan mutlu, ailesi mutluydu.
Hamdolsun…
![Page 44: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/44.jpg)
GENCAY
41
BİR ŞİZOFREN’İN GÜNLÜĞÜNDEN Yalçın Selim PUSAT
(… ) Bir gün, sıkıntılı olduğum zamanlardan bir zaman, salonda oturuyorduk üç koca adam: Ben, Sezai Karakoç ve Kafka. O kadar iyi anlaşıyorduk ki tek bir kelime dahi etmeden, görseniz şaşardınız. Ben o ikisini tanıyordum gerçi, belki Karakoç da Kafka’yı tanıyordu ama kesin olan tek şey beni tanımadıklarıydı. -Hayırdır Dedi Karakoç, babacan bir tavırla -Hayırdır, neyin var? Ne diyebilirdim ki, sustum sadece. Anladım ben dercesine bir gülümseme belirdi şairin dudaklarında. -Ah gençlik ah, ne diyebilirim ki sana? Ve o çok bilinen şiirinden bir parça okudu. “Açma pencereni perdeleri çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla Mona Roza, ben bir deliyim Açma pencereni perdeleri çek Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatıyor her zaman bana Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.” Kafka ise bir kenarda sesini çıkartmadan bizi dinliyordu. Ama nedense bizi anladığını fark ettim. Karakoç şiirini bitirince “Ah Milena” diye sözü aldı Kafka, “ “Ya hep ya hiç” sözü ne
kadar büyük bir söz. Sen de ya benimsin ya değilsin. Benimsen eğer hiç mesele yok, her şey yolunda demektir. Ama benim değilsen hiçbir şey yok demektir. Farkındayım, bir insana böylesine bağlanmak bayağılığın da ötesi bir şey. İşte bu yüzden aklıma bu düşünce geldiğinde durmadan bir korku çöküyor yüreğime”. Sükût hâkim oldu ortama. Sonra çok uzaklardan gelen bir ses duyduk, bağlama sesiydi bu. Çalan çok güzel çalıyordu. Zaten sessiz olan ortam, daha da sessizleşmişti. Kim olduğunu merak ediyorduk çalanın. Ama çıkartamadık. Ve bağlamayı çalan hafiften mırıldanmaya başladı “Zahide kurbanım ne olacak halim Gene bir laf duydum kırıldı belim Gelenden gidene haber sorayım Zahide bu hafta oluyor gelin Hezeli dedeli gönül hezeli Çiçekdağı da döktü m’ola gazeli Dolaştım alemi gurbet gezeli Bulamadım Zahidem’den güzeli Gurbet ellerinde esirim esir Zahide kurbanım hep bende kısır Eğer anan seni bana verirse Nemize yetmiyor bu ev kadar hasır” Ve uzun bir süre konuşmadık; Mona Rosa’nın hatırı için, Milena’nın hatırı için, Zahide’nin hatırı için ve Leyla’nın hatırı için. Sadece sustuk. (…)
![Page 45: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/45.jpg)
GENCAY
42
BİLGİ ŞÖLENLERİNDEN
![Page 46: Gencay Dergisi - Sayı 17 - Haziran 2013](https://reader033.vdocuments.pub/reader033/viewer/2022052302/568bef8f1a28ab89338c954d/html5/thumbnails/46.jpg)
GENCAY
MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN SON KİTABINI
MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.