genckalem e-dergi mayıs 2009
DESCRIPTION
genckalemin mayıs 2009 yazılarını içerirTRANSCRIPT
Sayfa Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
01 Eylül 2008 Pazartesi Ayda Bir Yayınlanır.
Sayfa 2 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Gündeme Göndermeler Dokundurmalar Mustafa Kont Sayfa 3
Gaybın Bize Ettiği Cüneyt Ünal Sayfa 5
Uzak Azerbaycan bir kapıyla yakın olur Sunusi F. Onay Sayfa 6
Pisliğe Batanlar Filiz Konca Sayfa 8
Kapitalist Müslümanlık (!) Orhan Doğangüneş
Sayfa 10
Kafes Emre Kundakçı Sayfa 12
Yeni Nesil Sömürgecilik Tolga Kayasu Sayfa 13
Muhyiddin Şekur ile 8 gün! Mehmet Erken Sayfa 14
Sayfa 3 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Mustafa Kont
Gündeme Göndermeler Dokundurmalar
Bir mayınlı arazi var yıllardır kullanılmamış, bir
milyon ton ürün fışkıracak bir metrekaresin-
den, AKP bir ihale açıyor, temizleyin sonra-
da kullanın diyor ihale. Temizletin ama sat-
mayın kardeşim parasıyla değil mi? Yada
yurtiçinden bir gruba ver ki o grup henüz pa-
lazlanmamış olsun, devletten nemalanıp bi-
raz serpilsin, belki ileride doğana şahin koça
koyuna rakip olsun. Biraz geç olsun güç olsun
ama bize olsun.
Türkan Abla olsa ne derdi bir dü-
şünün, “Laik eğitim verilseydi, na-
maza değil de baleye gitseydi bu
Tayyip bebekken, bak satar mıydı
topraklarımızı?” derdi Türkan Ab-
la. Ama diyemedi işte ömür yet-
medi, ne yaparsın elden bir şey gelmez ki
kurtaralım Türkiye‟ye bu kadar PKK sempa-
tizanı, dinle alakası olmayan, Allah‟ı bilme-
yen, evrimci, çağdaş, ilerici öğrenci yetiştiren
bir şahsı. Bir heykelini dikseler Mardin
Cumhuriyet meydanına belki Süryanilerden
ziyaretine gelen olur.
Bir de bizim bol renkli medya Türkan Abla‟-
nın güzel bir resmini bulmak için çok uğraşı-
yor ama, (uygun görülemediği için yayından
kaldırılmıştır.) Vakit gazeteside sanırım bile-
rek hep en hoş görünmeyen fotoğrafları ya-
yınlıyor.
Birde iki Kore‟nin birbirine efelenmesi var.
İlginçtir, Hamas El-Fetih birbirini yer, Kuzey
Güney Kore birbirine diş
biler durur, kim ne za-
man Amerika‟nın istedik-
lerini yapmaktan geri
duracak, “One Minute”
diyecek bilemiyorum.
Kuzey Kore‟ye sorsan ABD emperyalizminin
uşağı Güneylileri yola getirmek istiyor. Ama
bilmiyor ki, Kuzey‟in bu tavrı ve bu şekilde
varlığı ABD‟nin dünyadaki bu zalim çarkın
çevrilebilmesi için temel dayanak noktaların-
dan bir tanesini oluşturuyor. Kuzey Güney
savaşını anlatan bir film izledim geçenlerde,
“Brotherhood (Takgiegu hwinalrimyeo)”.
Y ö n e t m e n : J e - g y u K a n g
S e n a r y o Y a z a r ı : J e - g y u K a n g
İMDB Linki: http://www.imdb.com/title/
tt0386064/
Film harika bir savaş filmi, aksiyonda var,
savaşın insanlara ne yaptığını görmek için
güzel kurgularda var. Amerikan filmlerinden
bıkanların kaçabileceği bir adres.
Vakit Gazetesi yazarı Serdar Arseven ne ka-
dar terbiyesiz bir insandır yahu. Böyle bir
adam olmaz olsun, düşman başına. Hiç mi
utanmadın o Mehmet Faraç‟ı 70 milyon(?)
insanın önünde rezil rüsva ederken. Bin dü-
şün bir söyle dememiş mi atalarımız? İnsan
bin tane hatasını bulsa bile bu Mehmet
Faraç‟ın bir tanesini söyler. Her cümlesinde
adamı sus pus edip, “a a” “u u” dedirtmene
ne gerek vardı? Sonra yersin kafana tabi bar-
dağı. Bu kadar üstüne gitmeyeceksin kimse-
nin özellikle 70 milyon insan izliyorsa 32.
Günü? Serdar Arseven arsızının bir açıkla-
ması var onu size aktaracağım.
"Mehmet Faraç bana „Seni sustururum‟ dedi.
Programda hakaretler edildi. Saldırılar yapıl-
dı. Mehmet Faraç ilk bardağı yayın arasında
fırlattı. Eğer başıma isabet etseydi ölebilir-
dim de. Arada bayanlar da vardı. Onlara da
isabet de edebilirdi. Birincisini attı, duvara
isabet etti. Ben de „gel dışarıda tartışalım, bu
kadar insanın hayatını tehlikeye atıyorsun‟
dedim.
Sayfa 4 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Mustafa Kont
Gündeme Göndermeler Dokundurmalar
Bunun üzerine ikinci bardağı fırtlattı. 32.
Gün ekibinden görüntüleri istedim. Ancak
„prensiplerimize aykırı‟ diye verilmedi. Bana
orada birşey olsa pronsepleri ne olacaktı? O
bardakları ben atsaydım „Vakit terörü‟ dene-
cekti. Günlerce haber yapılacaktı. Orada res-
men „Cumhuriyet gazetesi terörü‟ yaşandı.”
Beşiktaş mı şampiyon olacak, Sivas mı yoksa
Fenerbahçe mi? Fenerbahçe kısmı komik ol-
du galiba J. Diyorlar ki, Sivas Anadolu takımı
O olsun şampiyon. Yani? Anadolu takımı ol-
sun bir kerede şampiyon diye tutturuyorlar.
Olsa ne değişecekse Futbol gibi izlemesi ve
oynaması zevkli fakat gereksiz ve katma de-
ğeri az olan, faydasız bir piyasa haline gelmiş
oyunda, Sivas şampiyon olsa ne olur, Beşik-
taş olsa ne olur. Şu olur. Beşiktaş şampiyon
olursa ben sevinirim. O yüzden Anadolu takı-
mı olmasın Beşiktaş şampiyon olsun.
Abdüllatif Şener bir
p a r t i k u r m u ş ,
“Konnekting Pipıl” ya-
pıyormuş, logosu da
Nokianın logosuna
benziyormuş. Ne güzel,
insanları birbirleriyle konuşturabilirse. Nokia
kadar bu işi becerebilirse belki, Mehmet
Faraç da bağırmadan konuşabilir ve farklı
düşünen insanlarla iletişim kurabilir. Kim-
den ne oyu alacak acaba? Tayyip Erdoğan‟ın
karizmasının binde biri kendinde yokken ne
yapabilmeyi umuyor bilemiyorum. Tayyip
Erdoğan‟ın belediyelerdeki rüşvetlerden, ba-
kanlarının, milletvekillerinin cebe indirmele-
rinden, adam kayırmalarından sonra, büyük
oranda prestij kaybedeceği, ve zaten o zaman
siyaseti de bırakmış olacağı bundan sonraki 2
seçimi bekliyor olabilir.
Abdüllatif de akıllı Tayyip de , baksana biri
“Nasıl olsa o seçime kadar artık işim, pilim,
karizmam ve şansım bitmiş olacak bari zirve-
de bırakayım” diyor, biri de “Bu adam elbet
gidecek, yerine kim gelecek? Ben gelirim bel-
ki” diyor.
Daha güzel yarınlar için sevgiyle…
Sayfa 5 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Cüneyt Ünal
Gaybın Bize Ettiği
Aslında başlık yanlış… Başlıkta olması gere-
ken gayb ile ilgili konuşmanın bize ettikleri
olmalıydı. Uzun bir başlık olacağı için bu baş-
lığı tercih ettim. Günümüz Türkiye‟sinin pek
çok tartışma içinde olması, tartışmaların bizi
kutuplaştırması hep bu geçmişle ilgili mevzu-
lardan kaynaklanıyor.
Gayba iman‟a çok farklı manalar verilmiş.
Bizim burada ele aldığımız anlam tarihin de-
rinliklerinde olan olaylarla alakalı. Görme-
diklerimize iman etmek de bir anlamda bu
gayba iman konusuna giriyor. Ama aklen ve
naklen deliller kesinse gayblıktan çıkar deni-
yor ama ona da yorum farkı giriyor.
Tarihi mevzularda ahkâm kesmek günümüz-
de resmen ateşle oynamak oldu. Geçmişte ola
gelmiş pek çok olayın tarihi, yeri, oluş nede-
ni, o günün resmi konjonktürü gibi mevzular
enine boyuna irdelenemediği için aslında o
olay hakkında kesin konuşmak mümkün de-
ğil. Kesin konuşmamamız gereken bu olay-
larda maalesef herkes işine gelen tarafı eline
alıp taraf oluyor ve karşı tarafı bununla yargı-
lıyor.
Örnek verelim. Günümüzün en büyük tartış-
ması Laikler ve Muhafazakârlar arasında olu-
yor. Her iki tarafın aşırı fanatiklerini kastedi-
yorum ki büyük harflerle yazdım. Bu iki sınıf
arasında Mustafa Kemal Atatürk konusunda
büyük bir kutuplaşma var. Laikler Mustafa
Kemal‟e ait olduğu söylenen “Arap‟ın dini”
diye başlayan el yazmaları yüzünden hem
dine hem de dindarlara karşı soğukturlar.
Bakmayın siz onların biz dine karşı değiliz
demelerine. Cuma‟ya gidene bile mürteci ola-
rak bakarlar. Muhafazakârlar da Laikler‟in bu
katı tutumundan dolayı Mustafa Kemal‟i din
düşmanı gibi algılamışlardır. Bu yüzden mu-
hafazakârlar arasında Mustafa Kemal‟e aşırı
düşmanlık besleyen atraksiyonlar çıkmıştır.
Mustafa Kemal‟in Gençliğe Hitabesini oku-
mayı bile kâfirlik olarak algılayacak kadar
ileri gitmişlerdir.
Oysa tarihi inceleyesek karşımıza ilginç şey-
ler çıkıyor. Mustafa Kemal‟in bir Balıkesir
Hutbesi var ki Laikler bu konuda ağızlarını
açıp da bir şey diyemiyorlar. Meclisi beraber
açtığı sakallı cübbelilerin olduğu bir resim
var ki o resimden önce Atatürk Bismillah de-
mişti. O zaman Mustafa Kemal‟i bir tarafın
sözcüsüymüş gibi bir fanatizme alet etmenin
kavgadan başka bize ne getirisi var.
Peygamberimiz dahi Ashab-ı Kehf konusun-
da uyarılırken, bize de bilmediğiniz konunun
ardına düşmeyin diye kesin uyarı verilmişken
tarihteki insanları yargılamanın, onları kötü-
lemenin veya övmenin bize getirisi ne olacak-
tır.
Tarihi kararlar o zamanın şartlarına göre yo-
rumlanmazsa çok çıkmazlara girer kutuplaşı-
rız. Düşünün bizde idam yasaklandı, peki Os-
manlı‟da ya da Avrupa‟da daha önce vuku
bulmuş idamları idamın yasak olmasına da-
yanarak insanlık dışı diye nitelemek mantıklı
mıdır? Bunları düşünerek taraf olmamalıyız.
Tarih Gayb‟dır. Gayba ait mevzularla insanlar
yargılanmamalı. Gayb‟a ait mevzularla insan-
lar birbirlerine kışkırtılmamalı…
Sayfa 6 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Sunusi F. Onay
Uzak Azerbaycan bir kapıyla yakın olur
Rahmetli Ebulfez Elçibey'in ölüm haberini
aldığımızda Türk dünyası en mücadeleci
turancısını kaybetti diye üzülmüştük, rah-
metli İsa Yusuf Alptekin'in Doğu Türkistan'-
da ömrünü adadığı amacı o Azerbaycan'da
gerçekleştirmiş, müstakil Türk cumhuriyetini
tam bağımsızlığına kavuşturmuş ve hiç değil-
se ülkesinin minarelerinden yeniden ezanı
dinleyebilmişti.
Elçibey devrildiğinde Aliyev Özerk Nahcivan
muhtar cumhuriyetinin başkanıydı. Bu çok
büyük bir titr olmasa bile bizler Aliyevi
KGB'den de tanıyorduk. Nasıl ki Gürcü Stalin
SSCB'nin başkanı olabiliyorsa eğer istikbalde
bir SSCB başkanı daha olabilseydi o Haydar
Aliyev olurdu diyen çoktu.
Haydar Aliyev nasılsa ateşli bir milliyetçi ola-
rak lanse edilmiş ve Elçibey'e yapılan darbe-
nin ardından Azerbaycan başkanı olmuştu.
Rusların Elçibey'in bağımsızlık bildirisinden
sonra Bakü'yü bombalamaları, binlerce
Azeriyi öldürmeleri Haydar Aliyev'in başkan
oluşuyla unutulmuştu sanki.
Romanya'da düzenlenen KİK toplantısında
Azeri üyelerin Türk heyetinin yanına bile uğ-
ramadığı ve Romanya delegesinin bile açılış
konuşmasını Türkçe yapmasının ardından
Azerilerin sadece rusça konuştuğu yıllardı.
Özal avrasyada Türk birliği için uğraşıyor
Azeriler ise Rusların kolundan çıkmıyorlardı
bir türlü..
O zamanlar Türkiye'nin bir Ermenistan krizi
yoktu.
Ermenistan Azerbaycan'a Rus desteği ile sal-
dırıp 30.000 Azeriyi şehit ederken de Türk
tankları Kars'ta tatbikat yapıp “yanlışlıkla”
bir kaç roket düşürüyorlardı Ermenistan'a ve
savaş aniden sona eriyordu.
Rus askerleri açlıktan lahana tarlalarına sal-
dırıp karınlarını doyurmaya çalışıyorlar, Çe-
çenler zafer üstüne zafer kazanıyorlar ve Çe-
çenistan'a yardım eden Türk cumhuriyetleri-
nin içinde Azerbaycan'ın adı geçmiyordu bir
türlü.
Haydar Aliyev, ülkesini demir yumrukla yö-
netiyor ve ölürken de asasını, tacını, tahtını
oğluna bırakıyordu. Hoş SSCB'den ayrılan
diğer Türk Cumhuriyetlerinde de durum pek
farklı değildi tabi.
Sözde birer cumhuriyet olmuşlar ama de-
mokrasiye geçememişlerdi. Adı cumhurbaş-
kanı olan krallar tarafından yönetiliyorlardı
hatta bir tanesi kutsal kitap yazmaya bile
kalkmıştı. Sadece Tacikistan'da demokrasi-
den azıcık sözedilebilirdi ama seçimlerden
sonra orada da Azerbaycan'daki gibi bir dar-
be yapıldı ve bu ülkeler kendi evlatları saye-
sinde, BDT marifetiyle Rusya'ya bağlandı.
Eğer o dönem Türkiye'de Rusya gibi faşist bir
diktatörlük olsaydı, ortaasya cumhuriyetleri-
ne pek ala kendi rejimini ithal eder ve burala-
rı kendine bağlayabilirdi, ama Türkiye'de az
da olsa mevcut olan demokrasi bu ülkelere
bol geldi ve hepsi birer Rus uydusu oldular.
Üstelik gayet “milli” birer devlet olarak.
Bugün Türkiye, bölgesel bir süpergüç olarak
kendine karşı oynanan bütün kartları berta-
raf etmek adına politika geliştirip oynarken
Azerbaycan'ın mızıkçılık etmesinin başlıca 2
ana sebebi olabilir:
Sayfa 7 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Sunusi F. Onay
Uzak Azerbaycan bir kapıyla yakın olur
Birincisi elindeki Azeri kanı kuruyan ve bellek-lerden bütün kötü hatıraları bir şekilde silen Rusya bölgedeki idarecileri satın almıştır ve o idareciler utanmadan kan emici vampirlerine sarılmaya her şekilde devam ederler.. (görünen bu olduğu için, daha akıllıca bir manzara olduğunu varsayarak gördüğümüze itibar etmiyor ve bunu kabul etmiyoruz). ikincisi ve en optimist görüş olarak küçük res-me odaklanan dünya kamuoyu bir şekilde kandırılır ve aslında büyük resimde Türkiye ve kardeş ülkesi Azerbaycan sözde bir gerilim üreterek strateji kuruyorlardır. Bunu açmaya elimizdeki doneler yetmez ama damarlardaki ortak kan bunu gerektirir diye düşünürüz olanca iyimserliğimizle. Türkiye elbette ki Azerbaycan'ın üçte biri bile
etmeyen Ermenistan'ı Azeri kardeşlerine ter-cih edecek değildir. Bunda görünür bir men-faat de yoktur. Ermenistan zaten Azerbaycandan bile kötü olan demokrasisi ile kesinlikle güvenilmezdir, bunu her Türk diplo-mat ve bürokrat bilir. Fakat kazanılan bir Er-
menistan ve açılacak olan sınır kapısı hem bölgeye barış getirir hem de bu kapı aslında Azerbaycan ile aramızdaki bir koridorun kapı-sı olur. Bu kapının açılması ancak Rusya'da cereyan yapar, zira bu kapıyı kullanacak olan, Ermenistan'dan çok kurulacak barış ortamı sebebi ile Azerbaycan ve Türkiye olacaktır. Zannımca, Azerbaycan'daki Ermeni işgalinin sona erdiğini de bu fırsatla görmüş olacağız.
Sayfa 8 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Filiz Konca
Pisliğe Batanlar
Hakikat perdesi açıldığında bir ömür yapılan
herşeyin boşa gittiğini görmek nasıl bir duy-
gudur? Nefsin kılavuzluğunda, Allahsız bir
hayattan, dünya kapısında çekişip itişmek-
ten, ne umulabilir ki? Dünya ile meşgul olup
ahiretten yüz çevirmekle şeytanları sevindir-
miş oluruz. Haktan gayrı herşeyde ziyan için-
de ziyan vardır. Her ne yaparsak Allah için
yapmalıyız. Çünkü Hak için olmayan herşey
hiç olacaktır.
Muhammed Suresi:8,9. “İnkar edenlere ise,
yıkım ve yokluk olsun! Allah onların işlerini
boşa çıkarır. Bu, Allah‟ın indirdiklerini be-
ğenmediklerinden ötürüdür. İşlerini Allah
bunun için boşa çıkarmıştır.”
Ehlullah bu ayeti şöyle tefsir eder:
“Yok olsun o kâfirler! Zaten Allah onların
tüm amellerini boşa çıkarmıştır. Onların tüm
yaptıkları boşa gitmiştir. İşte böyledir, çünkü
onlar Allah‟ın indirdiklerinden hoşlanmadı-
lar, Allah‟ın indirdiklerinden tiksinip nefret
ettiler. Namazdan, tesettürden, Allah‟ın iste-
diği şekilde bir hayat yaşamaktan tiksindiler.
Allah da bu tavırlarından ötürü onların tüm
sa‟ylerini, tüm çabalarını boşa çıkardı...
Bunların yaptıklarının, yapacaklarını tamamı
boştur. Çünkü bunlar gönüllerini İslâm‟dan
ve kulluktan soğutmuşlar, Allah‟tan, Allah‟ın
dininden, Allah‟ın kendilerine gönderdiği
hayat programından hoşlanmamışlar, kendi-
lerine başka başka hayat programları aramış-
lar, peygamberden nefret etmişler, kitaptan
tiksinmişler, namazı, orucu, haccı, zekâtı be-
ğenmemişlerdir. İdama gidiş bilmişlerdir
mescide gidişi. İşte bunun içindir ki Allah
onların tüm amellerini boşa çıkarmıştır.
Kur‟an‟ın başka yerlerinden öğreniyoruz ki,
haktan, Allah‟tan gelenlerden nefret eden bu
alçaklara Rabbimiz pisliği, necaseti sevdir-
miş, onlardan razı olacak hale getirmiştir.
Şimdi bu durumda kendimizi bir sorgulaya-lım. Eğer İslâm‟dan razı değilseniz, eğer Kur‟an sizi sıkıyorsa, eğer hadislerden zevk almıyorsanız, eğer Kitap ve Sünneti öğren-meye isteksizseniz, namazdan, abdestten, tesettürden, haccdan, zekâttan hoşlanmıyor-sanız, eğer mü‟minlerle beraberlik sizi sıkı-yorsa, eğer dinden, âyetten, peygamberden bahsetmekten sıkılıyorsanız, Cenâb-ı Hakkı hatırlamak, âhireti, hesabı, kitabı düşünmek size zevk vermiyorsa o zaman kesinlikle söy-leyebilirim ki siz bir pislik içindesiniz, siz ne-casetten hoşlanıyorsunuz. Halbuki Allah onu kâfirlere yazmıştır, durumunuzu bir daha gözden geçirin. Çünkü sevdikleriniz, beğen-dikleriniz, razı olduklarınız Allah‟ın sevip si-zin adınıza gönderdiği şeyler değildir. Halbu-ki bizim hayatımız için en güzelini, en doğru-sunu, en sevilmesi gerekeni gönderen Allah‟-tır. Din adına, hayat adına en güzelini, hayat programı ve sistem adına en güzelini, hukuk, eğitim, kanun, kazanç, eşya, ev tefrişi adına en güzelini Allah‟ınki bilmiyorsanız, Allah‟ın-kinden hoşlanıp razı olmuyorsanız, bunları insanlardan veya toplumdan almaya, Avru-pa‟dan, Amerika‟dan, İsviçre‟den, Fransa‟dan almaya çalışıyorsanız, bilesiniz ki siz kesin hidâyetten çıkmış pisliğe batmış insanlarsı-nız... Peki niye böyle oluyor? Neden böyle pislik içindesiniz? Çünkü En‟âm‟da Allah öyle diyor da ondan: “İşte biz böylece kâfirlere pisliği, rics‟i yazdık, sevdirdik.”(En‟âm 125) İşte Allah böylece inanmayan kâfirlere pisliği yazmıştır. Pislikten hoşlanma ve hayırdan hoşlanmama onların vazgeçilmez özelliğidir. İşte böylece, Allah inanmayanları bataklılar, pislikler içinde bocalar bir vaziyette bırakıve-rir. Allah kâfirlere kötülüğü yazıyor.Çünkü onlar hep kötülükten yana olmuşlardır. Çün-kü onlar oylarını hep kötülükten yana kullan-mışlardır.
Sayfa 9 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Filiz Konca
Pisliğe Batanlar
Çünkü onlar hidâyetten nefret edip dalâleti
tercih etmişlerdir. Çünkü onlar bunu istemiş-
ler, iradelerini bu istikâmette kullanmışlar,
kötülükten razı olmuşlar, kötülüğün peşinde
olmuşlar, Allah da onlara bunu yazıvermiştir.
Kötülüğü onların vazgeçilmez özelliği yapı-
vermiştir.”
Sayfa 10 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Orhan Doğangüneş
Kapitalist Müslümanlık (!)
Cemil Meriç'in kızı Prof. Dr.Ümit Meriç‟in başlattığı tartışma,çoğu kişiye anlamsız gelse de,yine de bir çok anlamlı gibi gözüken kav-ramdan çok daha fazla anlam taşıyordu gö-zümde.. Soruyordu Sayın Meriç; -Başörtülü bir kadın cipe biner mi, cip alır mı, kullanır mı? Sorunun altında yatan derin anlamı algılaya-mayıp meseleye yüzeysel yaklaşanlar soruyu şu şekilde cevaplayacaktırlar: -Aaaa neden binmesin, ayrımcılık mı yapı-yorsunuz yoksa, tabiî ki de binebilirler… Oysa mesele, çarpık aile ilişkilerinin anlatıl-dığı tuhaf televizyon dizilerinin reklam arala-rında cevaplanacak kadar basit ve kısa değil-di halbuki… Asıl soru şudur; -Bir Müslüman, lüks meraklısı olabilir mi, gösteriş peşinde koşabilir mi?
Kur‟an‟daki Müslü-manlık tarifine göre, gösteriş peşinde ol-mak da israf da ha-ramdır. Ancak bizim önümüze sunulan liberal/kapitalist din anlayış ın a göre
“artistlik yapmak”, “hava atmak”, “mağrurlanmak” sevaptır, vaciptir hatta farz-dır! Başörtüsü, her ne kadar günümüzde moda haline getirilmeye çalışılsa da, yine de dini bir simgedir. Başörtüsü takan bir kadın, çev-resine “ben dini kuralları ciddiye alıyorum ve yerine getirmeye çalışıyorum” mesajını verir. Ama gel gelelim iş, sadece başı örtmekle bit-memektedir.
Kur‟an, kadınlara, “iffetinizi koruyun” emrini vermiştir ve her iki cinsiyete de,”gözünüzü haramdan esirgeyin” ayetini indirmiştir. An-cak iş öyle bir noktaya gelmiştir ki, sanki iffe-ti korumaktan tek kasıt başı örtmek anlamı-na gelmiştir, getirilmiştir. Evet, başörtüsü önemlidir ama tek başına yeterli midir? Ya da başı örtülü olan ancak vücudunun diğer bölgelerinin bu örtüden nasibini almadığı bayan kardeşlerimiz İslamiyet‟in neresinde-dir? Ve gelelim olayın en trajikomik tarafına... Tamam, başörtüsü takmak ve tesettüre uy-mak bir nevi muhafazakarlıktır, ancak, pod-yumlarda kırıtarak yürüyen başörtülü man-kenleri seyretmenin neresi Müslümanlıktır! Din, öğüttür, insanlara iyiyi ve doğruyu anla-tır. Hak ile batılı kesin çizgilerle birbirinden ayırır. Haramlar ve helaller ayrıntılarıyla açıklanmıştır.Ancak,bu bilgilerden haberdar olabilmemiz için ayet ve hadislerle haşır ne-şir olmamız gerekmektedir.Herşey elimizin altındandır,önümüzdedir.Kur‟an bize fazla değil iki yol önermektedir.Ya müslümanca yaşayıp cennete gidilecektir, ya da ayetlere uymayıp cehennem seçilecektir. Elbette ki akıllı insan müslümanca yaşamayı seçecektir.Ama bu sefer de insanın önüne yine insanlar tarafından konulan farklı Müs-lümanlık çeşitleri gelmektedir; Ya Hak olan Kur‟an‟daki Müslümanlık tercih edilecektir ya da haksızlığa sessiz kalan hatta ortak olan bir Müslümanlık icat edilecektir. İcat edilecektir, çünkü nefsin ihtiyaçları bunu gerektirmektedir. Çünkü Kur‟an‟daki İslam nefsin, dolayısıyla insanların işine gelme-mektedir. Çünkü Kur‟an, israf etmeyin de-mektedir. Kul hakkı yemememiz gerektiğini söylemektedir. Zinaya yaklaşmayıp, yalan-dan, riyadan ve alkolden uzak durmamızı emretmektedir.
Sayfa 11 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Orhan Doğangüneş
Kapitalist Müslümanlık (!)
Kur‟an, sevgiden,saygıdan,muhabbetten bah-setmektedir.Çünkü bu din “komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen ve işçinin hakkını teri soğumadan vermemizi isteyen bir Peygambere sahiptir.. Ya diğer taraftaki “modern”, “çağdaş” ve “kapitalist” Müslümanlık…
Bu cenahta merhamete yer yoktur. Şekilcilik esastır. Din daima birilerinin tekeli altında-dır. Aşka,tasavvufa ve muhabbetullaha gerek duyulmamaktadır.Eğer mesele dünya malıy-sa,her yol mübahtır.Kul hakkı diye bir dert bulunmamaktadır.Altın kural, her zaman güçlüden yana olmaktır.Düşenin elinden tut-mamak,aksine tekme vurmaktır.Ama iş lafa gelince mangalda kül bırakmamaktır.Özde değil belki ama sözde dindar Müslüman ol-maktır. Kur‟an‟daki tevhid anlayışı, La ilahe illallah‟-tır, burada ise anahtar kelime La ilahe illapara‟dır!
Sayfa 12 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Emre Kundakçı
Kafes
Geçen hafta kitapçılardan birisini girdim, aradığım bir bir kitap vardı. Sürekli okumu-yoruz diye sızlanan bir millete göre gayet do-luydu dükkan. Genel yoğunluk pekte edebi ya da kalıcı olmayan veya ne yazık ki kalıcı ola-mayacak kitaplara ise de güzel bir şeydi bu. Dükkanın arka taraflarına doğru bir kalabalık olduğunu farkettim, bir grup genç kız hara-retli bir şekilde kendi aralarında konuşuyor-lar, gülüşüyorlardı. Hepsinin elinde aynı kitap vardı. Birbirlerine içinden bazı kısımları okuyup kahkahalar atı-yor, "hayır, olamaz!" diyorlardı. Genç kızların gençliğinden midir bilinmez, İpek Ongun ki-taplarından birisidir diye düşündüm, acaba hangisi bu kızları bu kadar heyecanlandıran diye merak ettim. Yanlarına yaklaştıkça kita-bın kapağını daha rahat seçebiliyordum. Yanlarına yaklaştım, kitabın ismini söylemek istemiyorum, önyargı yaratmak istemem. Bi-lirsiniz, Napolyon'un bir sözü vardır, "bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynata-yım." diye, ama kitap şunu anlatıyor. Bir er-kek nasıl tavlanır, nasıl daha cazibeli olunur, erkeği kafeslemenin (nasıl bir şeyse) yolları, sevdiğiniz erkeğin ilgisi nasıl çekilir vs. Kendi kendime dedim, vay be!. Böylesi kar-maşık ve hala sır olan bir konuda bir kitabı yazan kimdir. Kitabın arka kapağına bir bak-tım, bir kaç saniye gözümü alamadım. Yazar hanfendi zaten gayet alımlı, çekici. Yani üç saniye daha baksam fotografına beni bile ka-fesleyebilirdi, hemen elimden bıraktım. Uzaklaştım. Sonrasında gerçekten düşün-düm, yani o kitabı yazan çirkin - ya da ba-kımsız diyelim- bir kadın olsaydı daha mı etkileyici olurdu. Evet, çok sıradan düşünen, koyun gibi insanlardan olmadığımı söylerim hep, yoksa bende güzelliği cazibenin ana kay-nağı olarak mı adlediyordum. Fakat şunu çok iyi biliyorum ki bazen çirkinlik dahi öldürücü bir fırtına yaratabilir.
Kitabın unsurlarında en çok ilgimi çeken şey, kadınlar bilmem kaç metodu uygulayacaklar-mış, bilmem kaç aşamada gerçekleşecekmiş, yapmaları gereken bilmem kaç hareket var-mış... Yazar ablamız kılı kır yarmış, bunu sis-tematikleştirmiş, bilmem kaç ögretiyi örnek almış falan. Bu sav baştan yanlış bir şey. Bir kere erkek denilen cins-i latif (bu tamlama biraz eğreti durmuş olabilir) sistemsizdir, nasıl olacak da sistematik yöntemlerle kafes-lenecek? Neyse, diyeceğim şu; boşverin kitapları ben size söyleyeyim nasıl kafesleyeceğinizi. İki altın sözcük veriyorum size. Az konuşun, sü-ründürün. Evet, her erkek karşısında gizemli bir kadın görmek ister. Siz her şeyi anlatırsa-nız nerede kaldı gizem. Biraz gölgede olun, çünkü gölge çoğu şeyi gizler ve güzelleştirir. Nasıl ki gün ışığında gördüğünüz çirkin bir insan, gecenin karanlığında ve ay ışığında çok güzel ve çekici görünür size. İşte daima bir gece ile gezin, biraz karanlık, biraz kışkır-tıcı ve biraz tehlikeli ve saten gibi olun. Süründürmek konusu ise, açıktır. Bu konuda çok şey söylemek gereksizdir diye düşünüyo-rum. Size tek söyleyeceğim cümle, "Aşık acı çeken adama denir" Demeyim demeyim di-yorum ama ben bu kafeslenmek lafını pek severim. Ne bileyim, aslanlar, güzel kuşlar, değerli hayvanlar, eşsiz cismaniler kafeslenir. Az hoşuma gitmiyor değil bu laf. Laf diyo-rum, çünkü lafdır. Erkek aslan da değildir, değerli kuşta. Ayrıca kafeslenmek istenen şey değerlidir, önemli-dir, güzeldir. Erkekler ise pek böyle değildir sanırım. Yani benim için kafeslenmenin bir sakıncası yok. Zaten hayat denilen dünyada dört bir yanımızdan kafeslenmiş, sömürülen bir varlık değil miyiz. Varsın bir cins-i latif bizi kafeslesin. Ondan öte, hayat denilen kavram bir kafes değil mi-dir. Yani var mı bu dünyadan ölmeden kurtu-lan.
Sayfa 13 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Tolga Kayasu — Misafir Yazar
Yeni Nesil Sömürgecilik
1914 ile 1918 yılları arası dünya tarihinin en hazin olaylarından birine sahne olmuştur. 1. Dünya Savaşı, tüm dünya devletlerinin ilk defa bu kadar kitlesel olarak harekete geçtiği bir savaş olarak geçmektedir. Savaşın başlan-gıç tarihi 1914 olmasına rağmen zemin hazır-lıkları daha önceden başlamıştır. 1914 olarak alınması ise herkesin bildiği gibi o meşhur suikast olayıdır. Bu olay resmi başlangıcıdır. Ya resmi olmayanı. Savaşın çıkış nedenlerini incelediğimiz za-man göreceğimiz manzara devler arası eko-nomik gelişmeler olduğunu göreceğiz. Sanayi devrimi ile başlayan belirgin ekonomik yarış, ülkelerin sınırları yetmeyerek kendilerine yeni topraklar aramasına sebep oldu. Bu du-rum ise sömürgeciliği başlattı. Ekonomik güç sayesinde teknolojiyi elinde bulunduran dev-letler, teknolojileri sayesinde elde ettikleri silah sanayisinin vermiş olduğu güç ile geri kalmış diye tabir edilen 3. Dünya ülkelerine saldırdılar. Çeşitli bahaneler vesilesi ile de bu topraklarda hak sahibi olduklarını iddia ede-rek sömürge elde ettiler. İşte 1. Dünya Savaşı‟ nın görünmeyen en belirgin özelliği budur. Savaşın bitiminde kurulan çeşitli kurum ve kuruluşlarda verilen sahte sözlere göre sö-mürgecilik bitecek ve tüm dünyada barış sağ-lanacaktı. Bir nebze sözler tutuldu.. Sömür-gecilik kaldırıldı ama bu seferde aynı misyo-nu benimseyen mandacılık başladı. Sadece isimleri değişik olan bu hakimiyet şekilleri ülkeler arasındaki ekonomik sorunlara neden oldu. Mandacılığın yaygınlaşmasıyla ülkeler arası ekonomik savaş gözle görülür hale geldiğinde bu sefer de 2. Dünya Savaşı patlak verdi. 1. Dünya Savaş‟ ile aynı sahneler oynanan bu savaşın yine finali de aynı oldu. Verilen sahte sözler. Her savaş sonrasında verilen bu sözle-re göre her devlet kendi toprak bütünlüğünü kendisi sahip olacaktı.
Savaşların bilançoları sonucunda ülkeler ara-sında kısa da olsa bir ara meydan geldi. Ge-rek insan gücü gerek maddi güç olarak büyük kayıplar veren devletler arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen savaşı başka şekillere sokma yollarını aradılar. Ve buldukları da söylenebilir. Günümüze bakıldığında bu tür olaylara nadir olarak yaşansa da sömürgeciliğin ya da man-dacılığın yeni modellerini görmemek elde değildir. Çeşitli ülkeler yine eski zamanlarda-ki gibi topla tüfekle sömürgeleştirmeye çalış-sa da, çoğu ülkeyi daha değişik yollarla sö-mürgeleştiriyorlar.
Örneğin; bu işler konusunda uzman olan A.B.D‟ yi inceleyim. 1. Dünya Savaşı‟nda yeni sahneye çıkan bu devlet kazananlar kulübün-de yer alıyor. 2. Dünya Savaşı‟ nda ise bu ku-lübün başına geçiyor ve tahtı bıraktığını da söylemek mümkün değil. Peki bunu nasıl ba-şardı? – Başarmak kelimesi bu cümlede ne kadar doğru bir kullanım değil ise de – A.B.D izlediği politikalarda hem eski olan top ve tüfeğini kullanıyor Irak, Afganistan ve nice devletlere yaptığı gibi bir de yeni nesil olan modayı kullanıyor. Masalarda dönen oyunla-ra göre hangi devletin genç nüfuzu güçlü ise o devlet güçlüdür anlayışı vardır. Lakin A.B.D bu anlayışı kullanarak kendi lehine çevirdi. Gençleri moda aracılıyla kullandı ve kendisi-ne özenmelerini sağladı. Gerek kurduğu film stüdyoları gerek müzik şirketleri yani gençle-rin ilgi alanları…
Sayfa 14 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Tolga Kayasu — Misafir Yazar
Yeni Nesil Sömürgecilik
Bir de tüm dünya devletlerini kullandığı bir husus var. Bu husus ise dil konusu. İngilizce-yi evrensel bir olarak gösterdi ve kabul ettir-di. Günümüz zihinlerine reformlaşma adıyla benimsettiği bu anlayış ne yazık ki ülkemiz de zorunlu hale geldi. Artık anasınıflarına giden çocuklarımızın kendi dilleriyle birlikte bir başka yabancı dilde öğretiliyor. Tıpkı Afrika‟ daki sömürge ülkeler gibi. İlköğretime gelindiğinde ise zorunlu hale gelen bu anlayış bir müddet sonra gençlerimizin tamamen soylarından kopmasına , Türkçelerinden uzaklaşmasına sebep oldu. Örneğin, Anadolu lisesi kavramını, halkımı-zın zihinlerini kurcalarsak İngilizce eğitim ağırlıklı eğitim kurumları olarak oluştuğunu göreceğiz. Eğitimi incelediğimizde ise ders sayısı bakımından İngilizce, edebiyat dersle-riyle eşit ya da daha fazla olduğunu görece-ğiz. Evrensel kentlerde ise durum daha da vahim. Gençlerin dünyaya bakış açılarını ve hayallerini irdelemeyi korkuyorum çünkü maalesef orada A.B.D‟ nin başarılı olduğunu göreceğim.
Sayfa 15 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Mehmet Erken — Misafir Yazar
Muhyiddin Şekur ile 8 gün!
Mehmet Erken Muhyiddin Şekur'un İstan-bul'da mihmandarı idi. İzlenimlerini, göz-lemlerini bizlerle paylaştı.
Bir insanı tanımanın en önemli yolları yazdıkla-rını okumak, konuşma-larını dinlemek ya da onunla belirli bir süreyi aynı amaç için beraber geçirmek olur herhalde. Türkiye'de Su Üstüne Yazı Yazmak kitabı ile geniş kitlelere ulaşan fakat bunun dışında ne bir eseri ne de bir ko-nuşması mevcut olan
Muhyiddin Şekur 1-14 Mayıs tarihleri arasın-da Türkiye'deydi malum. 6 günü Konya ve Kıbrıs'ta, 8 gün ise İstanbul'da bulunan Muhyiddin Şekur'un bu süre zarfında sürekli yanında bulunmuş olmam, hem pek bilinme-yen yaşam hikayesi hakkında hem de karak-ter olarak nasıl biri olduğu hakkında ufak da olsa fikir sahibi olmama vesile oldu. Kimdir Şekur?!.Kısa yaşam hikayesinden başlayacak olursak; ABD'de doğan Muhyiddin Şekur bir Afro-Amerikandır ön-celikle ve 24 yaşında kelime-i şehadet getir-miştir. Müslüman olduktan sonra bir tasav-vuf koluna bağlanan Muhyiddin Şekur, bu yolda yaşadıklarının bir kısmını Writings on the Water (Su Üstüne Yazı Yazmak) kitabın-da anlatmıştır. Oldukça samimi bir dille ya-zılmış bu kitap Türkçe dışında Almancaya da çevrilmiştir. Müslüman oluşu ve bir tasavvuf koluna bağlanışı haricinde Kent Üniversite-sinde Psikoloji eğiitimi alan Muhyiddin Şekur, uzun bir süre SUNY Brockport College'de öğretim üyeliği yapmış ve 2006 yılında emekli olmuştur. Halen New York eyaletinde, New York'un merkezine 8 saat mesafede bağlı bulunduğu tekkede hizmet vermektedir.
Savaş sonrasında Bosna ve Hırvatistan'da bulunan Muhyiddin Şekur burada özellikle ailesini yitirmiş çocukların rehabilitasyonu için çalışmıştır. Halen bağlı bulunduğu tekke aracılığıyla yetim kalmış çocukların rehabili-tasyonu ile ilgilenmektedir. Nasıl biri?Muhyiddin Şekur'un nasıl biri olduğunu an-lamaya çalışırken şu ufak notu eklemek iste-rim; çok fazla yazan insanlar, genelde konuş-mayı tercih etmezler malum... Yayınlanmış bir tane kitabı bulunmasına rağmen Muhyiddin Şekur'un her gün belirli bir vakti-ni yazmaya ayırdığını söylersek, konuşmaya bakış açısını gösterebilmiş oluruz diye ümid ediyorum. Ama basılmış bir tane kitabı olma-sından da anlayacağımız üzere bunları yayın-lamayı düşünmemiş, sadece hocasının tavsi-yesi ile Su Üstüne Yazı Yazmak kitabını oluş-turan hikayeleri yayınlamış. Bunlara dikkat! Bunun yanında belirtmemin mecburi oldu-ğunu düşündüğüm bir diğer husus kendileri-nin Müslüman olmasının üzerinden 40 sene-ye yakın zaman geçmiş olmasıdır."Müslüman oluşu" diyerek kendisinin pek de hoşlanma-dığı bir ifade kullandığımı da ayrıca belirte-yim. Kendisinin sonradan Müslüman olmuş ve daha önce İslam ile ilgili hiçbir geçmişi yokmuş gibi algılanmasından rahatsız olan Şekur, kendisinin bir Afro-Amerikan olduğu-nu ve Amerika'ya köle olarak getirilen atala-rının %95 inin Müslüman olduğunu söyledi sürekli. Biz Müslümandık ve bu nimet zorla, işkence ile bizden alınmaya çalışıldı. Köle insanlar arasında dinlerini gizliden gizliye sürdüren-ler vardı diyor Muhyiddin Şekur. Kitabının ilk bölümünde, Kelime-i Şehadet getirdiği camide kendisine din ile ilgili ilk bilgileri ve-ren imamın, kendisi Müslüman olduğu za-man 60 yaşının üzerinde olduğunu ve 18 ya-şındayken Müslüman olduğunu söylüyor . Kabaca bir hesapla 20. yüzyılın başlarına te-kabül eden bu zaman diliminde ABD'de Müs-lümanların yaşadığını bilmek bize biraz uzak gelse de bu gerçeği reddedemeyiz.
Sayfa 16 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Mehmet Erken — Misafir Yazar
Muhyiddin Şekur ile 8 gün!
Bu noktada ümidim, insanların Muhyiddin Şekur ile ilgili akıllarında "helal olsun adama, gavur illerinde Müslümanca yaşayabiliyor" şeklinde düşüncelerden öte birşeylerin kal-masıdır. Zira kendisi İslami İlimler ve Müslümanca Yaşamak noktasında -benim kanaatime göre- Türkiye'de yaşayan birçok alimden çok daha fazla aşama katetmiş biri-sidir. Muhyiddin Şekur'un bizlerden farklı bir coğ-rafyada doğmuş ve yaşamış biri olması yaşa-mının, kitabında anlattığı hikayelerinin herbirimizde "bunları sanki ben de yaşadım" hissi uyandırmasına rağmen, bizden, Türki-ye'de yaşayan müslümanlardan kısmen farklı olmasını normal kılmaktadır. Popüler kültür dediğimiz şeyi ithal eden değil ihraç eden bir ülkede yaşıyor olması, kitabın-dan da yer yer anlayacağımız üzere farklı kaynaklarla olan ilişkilerinin bizden daha fazla olmasını sağlamıştır. Fakat yine bu du-rumu incelediğimizde kendisinin, hangi kay-nağa bakarsa baksın "İslamı daha düzgün nasıl yaşarım" sorusuna cevap aradığını gö-rebiliriz. Farklı gözle bak ! Muhyiddin Şekur'un ziyareti, kendisini dinle-meye gelen insanlarda ne tür hisler uyandır-mıştır bilemeyeceğim fakat kendisi ile burada bulunduğu tüm vakitlerde beraber olmam, benim İstanbul'a daha farklı bakmamı sağla-mıştır. Geldiği gün, dinlenmek için otelinin çay bahçesinde oturduğumuzda söylediği şey,
geçirdiğimiz 8 günü ve kendisinin ne kadar mü-tevazi biri olduğunu kıs-men anlatmaktadır aslın-da. Özetle; Ben Ameri-k a ' da n ge l e n b ir Müslümanım ve ne yap-tığımı, kim olduğumu Su Üstüne Yazı Yazmak ki-tabında az çok anlatmaya çalıştım.
İstanbul'da yaşa-yan insanlar niye beni dinlemeyi bu kadar çok istiyor-lar anlamış deği-lim açıkçası. Ben İstanbul'da yaşa-yan birisine ne an-latabilirim ki? me-sela Eyyüb el Ensari burada ve her daim buradaki insanlara birşeyler anlatıyor. İnsanlar
idrak etmek istediklerinde dışarıya çıkıp ha-vayı koklamaları yetecekken niye benim gibi başka bir ülkeden gelmiş birini dinlemek isti-yorlar ki? Buradaki havayı koklasalar evliya-ların, sahabelerin kokusunu alabilecekler za-ten, dışarı çıksalar bir zamanlar onların yürü-dükleri yollardan yürüyecekler ve nereye baksalar onlara dair bir hatıra ile karşılaşa-caklar.... Bu manada serdedilen sözlerin ar-dından takdir ececeğiniz üzre geçirdiğimiz günlerde o yollardan yürümeye çalıştık, o manevi havayı solumak için gayret sarfettik. Açıkçası ben bu vesile ile İstanbul'un Süley-maniye, Sultanahmet, Topkapı sarayı, güzel manzara... gibi bir dolu maddi güzelliği ba-rındırdığı gibi, Sünbül Efendi, Yahya Efendi, Yüşa Peygamber gibi birçok manevi güzelliği barındırdığını da tekrardan keşfetmiş oldum. Muhyiddin Şekur, İstanbul'da bulunduğu süre zarfında 3 ayrı yerde konuşma yaptı. Bunlardan Beyoğlu İnsan Kitap'da gerçekle-şen konuşmanın büyük bir kısmı şuradakilinkte görülebilir. Buradaki linke tıklayarak ise hazretin Ali Emiri Kültür Mer-kezinde yaptığı konuşmayı dinleyebilirsiniz. Yeni kitaplar var mı yolda? Muhyiddin Şekur'un emekli olduktan sonra vaktinin büyük bir kısmını psikoloji alanında yazdığı ders kitabına verdiğini ve bu kitabını İstanbul'a gelmeden editörüne teslim ettiğini belirtelim. Bundan sonrasında ise birincisini Su Üstüne Yazı Yazmak kitabının oluşturdu-ğu, 3 kitap olarak tasarladığı Sufi chronicles serisinin 2. kitabını yazmaya ayıracakmış.
Sayfa 17 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.
Mehmet Erken — Misafir Yazar
Muhyiddin Şekur ile 8 gün!
Bu kitabı oluşturan hikayeleri kafasında az çok oturttuğunu söyleyen Muhyiddin Şekur, geriye sadece yazmak işleminin kaldığını ve bu kitabı en hızlı şekilde yayınlamaya çalışa-cağını söyledi. Hatta Bilim ve Sanat Vakfı'nda yaptığı konuşmada "Türkiyedeki insanlarla ne zaman karşılaşsam bana ne zaman yeni bir kitap yazacağımı soruyorlar ve ben sırf mahçup olmamak için Türkiye'ye gelmekten çekinir oldum. Eğer fırsatım olursa yeni kita-bımın İngilizce baskısından önce Türkçe bas-kısının yayınlanmasını isterim" dedi. Peki gençlere neler tavsiye ederler?Bu soruya cevap olarak, ufak bir mecliste kendisine aynı soru sorulduğunda verdiği cevaptan birşeyler aktarmak yerinde olacaktır. Bu ufak konuş-mada Muhyiddin Şekur da öncelikle, birçok yaşlı amcanın gençlere söylediği zamanınızı boşa harcamayın uyarısını yaptı. Zaman'ın önemine binaen verdiği örnek ise şu idi; ka-set çalarları alır ve istediğiniz yere gelmek için hızla ilerlet tuşuna basarsınız ama stop'a bastığınızda hiçbir zaman istediğiniz yeri tut-turamazsınız. ya birkaç saniye ileri gitmişsi-nizdir ya da birkaç saniye geridesinizdir. Siz siz olun hayatı yaşarken çok fazla hızlanıp olmanız gereken yeri geçmeyin. Çünkü hayat geri sarılmıyor... Muhyidin Şekur'un bu soru üzerine değindiği bir diğer nokta ise şükrün önemi idi. İlk karşılaştığında elinde bilgisa-yar olan bir arkadaşın üzerinden kısaca şun-ları dedi Muhyiddin Şekur; düşünün ki çok güzel bir bilgisayarınız var ama internetiniz bir saatliğine kesildi. Çıldırmayın, sinirlen-meyin. İnternetiniz olmasa bile çok güzel bir bilgisayarınız olduğuna şükredin. her vesile ile şükredin, nankörlük en büyük günahlar-dandır.
Muhyiddin Şekur'a dair bunlardan fazla ne söyleyebilirim bilmiyorum fakat bu yazı vesi-lesi ile kendisinin İstanbul gezisinde benimle beraber olan Abdülvahid Coşkun'a, bu işi ba-na devrederek Muhyiddin Şekur gibi birisi sürekli vakit geçirmemi sağlayan Muhammed Öz ve Sevgi Kurtulmuş'a; rahatsızlığından ötürü bize katılamasa da her daim telefonla iletişim halinde olduğumuz Ayşe Şasa Ha-nım'a; tavsiyeleriyle daha rahat bir gezi programı hazırlamamızı sağlayan M. Erol Kılıç, Senai Demirci ve M.Fatih Çıtlak'a te-şekkürlerimi iletmek istiyorum . Yazımızın bitişini ise Muhyiddin Şekur'un 5 mayıs 2009 günü Ali Emiri Kültür merkezin-de yaptığı konuşmanın sonunda İngilizcesini okuduğu şiirin, Abdülvahid Coşkun tarafın-dan yapılan tercümesini koyalım ve hazretin aynı zamanda güzel şiir yazdığını sizlere gös-termiş olalım; LEYL-İ RUZEMLeyl-i ruzem, ruhumun sultanı Karanlığa saçar filizleri, baharı Leyl-i ruzem ayışığında açar, Terk eyler gönlüme misk-i amber-i aşkı. Leyl-i ruzem filizlenir yağmurda Ruhumdan akan hatıraların yağmurunda; Aradım rayihanın özünü çiçeğinden ötede, Ve bir yudum şarap, kadehinde... Leyl-i ruzem geç saatlerde gelir Dokunmak için Leyla'nın busesine, gözlerime Gönülden tatlı hayaller volkanlar gibi fışkırır Mest-ü hayran oldum bu muhteşem süprizle Leyl-i ruzem, mehrimdir sana kalbim Kendininmiş gibi al ve yönet, Ve aşkınla mest olduğumda aldığın aklım Ben de ahmaklar okyanusuna daldım. Çevi-ren: Abdulvahid Coşkun Mehmet Erken güzel etkilendi! (Şekur'un fotoğraflarından bir foto galeri de hazırlanmak üzere, belirtelim.)
Sayfa 18 Bu e-dergi Genckalem.OrG’nin aylık yayınıdır. Tüm hakları saklıdır. Kullanma izni için [email protected] adresine mail atınız.