haftalık bülten - sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/pdf/haftalik-bulten-10...bu...

32
Haftalık Bülten 10 Eylül 2010 www.sorularlaislamiyet.com 1

Upload: others

Post on 19-Feb-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Haftalık Bülten

10 Eylül 2010www.sorularlaislamiyet.com

1

Page 2: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

İçindekilerHepimiz Hz. Adem ve Hz. Havva'dan geldiğimize göre, zenciler nasıl değişik yaratıldılar? Neden onların kaburga kemikleri yedi tane, bizim altı tanedir? .................................................. 4

Bu dünyada Allah´ın bizi imtihan ettiğini inkar edenlere ne cevap vermemiz gerekir? ............. 6

Kişinin, ülkesini ve ya ülkesinin çıkarlarını korumak için ajanlık yapması "Aldatan bizden değildir." hadis-i şerifine göre haram mıdır? Ajanlığın dinimizdeki yeri nedir? ....................... 7

Bazı sitelerde Nebe suresinin 31-34. ayetlerine farklı anlamlar vermektedirler. Bu ayetlerin doğru anlamları nasıldır? ................................................................................................................ 8

Ticari malların zekatı kırkta bir oranında verildiği halde, neden toprak mahsullerinden onda bir veya yirmide bir alınmaktadır; bunun hikmeti nedir? .......................................................... 10

Hayvanları kısırlaştırmak ve kürtaj etmek caiz midir? .............................................................. 12

Kader önceden yazılmış ve belirlenmiş ise, neden Berat Kandili'nde gelecek yıl olup bitecek işlerin karara bağlandığı söylenir? ............................................................................................... 13

Her şey Levh-i Mahfuz da yazılı ise, Duhan suresi 4. ayetindeki "... Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur." ifadesini nasıl anlamalıyız? ...................................................................... 14

Fil suresinde geçen, ebabil kuşlarının küçük taşlar taşıyarak ebrehenin ordunusu zelil etmesi olayının, bir yanardağ patlaması olabileceğini söyleyenler vardır. Bunu değerlendirir misiniz? ......................................................................................................................................................... 15

Mal almak için birisine para verilse, o kişi de malı ucuza alsa, kalan parayı kendisi için alabilir mi? ...................................................................................................................................... 16

Bazı yayınlarda Peygamberimiz (asv)'den bahsederken Muhammed bin Abdullah veya sadece Muhammed diye ifade edilmektedir. Böyle hitap etmek caiz midir, Peygamberimiz (asv)'e hitap etme adabı nasıl olmalıdır? .................................................................................................. 17

Sahabeler, Peygamberimizi (a.s.m.) ilk gördüklerinde neden korku ve ürperti duymuşlardır? ......................................................................................................................................................... 18

Namazda iki elle sarık takma amel-i kesire girer mi? Cemaate namaz kıldırırken terden dolayı secdeden kalkarken sarığım düştü, tek elle almam gerekirken yanılarak iki elle alıp seri bir şekilde başıma koydum; namaz bozuldu mu? ................................................................. 19

"Fasık övüldüğü zaman, Allah gazap eder." hadisini açıklar mısınız? Fasık kişilerin özellikleri nelerdir? ........................................................................................................................ 20

Teravih namazının önemi ve Teravih namazıyla ilgili soru ve cevaplar... ................................. 21

Eski dönemlerde teknoloji gelişmiş midir? Günümüzde kullanılan teknoloji geçmiş dönemlerde de var mıydı? ............................................................................................................. 23

Kadınların doğum sancısı çekmesi Hz. Havva yasak ağaçtan yediği için ilahi bir ceza mı? Öyleyse neden her doğum yapan kadının bütün günahları affedildiği söyleniyor? .................. 24

İmam Maturidi ile İmam-ı Azam birbirlerini onlarca konuda mürted ilan etti, deniyor. İçtihat alimlerinin birbirlerini mürted ilan etmesi doğru mudur? ............................................. 25

Hz. Mehdi'nin geleceğine inanmamak insanı kafir eder mi? ...................................................... 26

"İnsanlık beş döneme ayrılacaktır; birincisi peygamberlik, sonra halifelik, o da otuz yıldır, sonra saltanat..." şeklinde hadis var mıdır? ................................................................................. 27

Kutuplarda namaz ve oruç vakitlerinin belirlenmesi hadislerde geçmekte midir; yoksa daha sonra mı belirlenmiştir? ................................................................................................................. 28

2

Page 3: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

"Allah Teâla Hazretleri, Nısf-u Şa'ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb Kabîlesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder." Bu hadisin sıhhati hakkında bilgi verir misiniz? ......................................................................................................... 29

Allah'ın varlığının delili için söylenen ihtira ve hudus delili arsında fark var mı? ................... 30

"İlim çinde de olsa alınız." hadisinin ravi zincirinin yer aldığı kaynağı verir misiniz? ............ 32

3

Page 4: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Hepimiz Hz. Adem ve Hz. Havva'dan geldiğimize göre, zenciler nasıl değişik yaratıldılar? Neden onların kaburga kemikleri yedi tane, bizim altı tanedir?

Genelde bütün insanlarda on iki çift, yani yirmi dört adet kaburga vardır. Ancak bazılarında on ikinci kaburgalar tam gelişme göstermeyebilir. O zaman kaburga sayısı tek tarafta on bir, toplamda ise yirmi iki olur. Buna anomali (ayrılık) adı verilir. Bu şekilde anomali, yani normalin dışındaki bir yapı, farklı ırkta değildir.

Mesela, bazılarında kalp vücudun sağ tarafında, diğer iç organlar sol tarafında yer almış olabilir. Bazılarında iki kalp, ya da iki mesane bulunabilir. Yine benzer bir durum omurlarda da görülebilir. Normalde dört olan omur sayısı bazılarında beş olabilir.

Burada ırk söz konusu değildir. Yani, zencilerin kaburga sayısında bir farklılık söz konusu değildir. Bazı insanlarda görülen bir durumdur. Bunlarla Cenab-ı Hak istediğini istediği şekilde yaratabileceğini göstermektedir. Aslında biz bu anomalilere değil, herkeste bütün aza ve organların nizam ve intizam içinde olmasına hayret etmemiz gerekir.

Bu anomali durumlarıyla Cenab-ı Hak bize, "Allah yaratmanın her çeşidini çok iyi bilendir.”(Yasin, 36/79) ayetinin sırrınca istediğini arzu ettiği tarzda yaratabileceğini göstermektedir.

"Ey insanlar!.. Muhakkak ki, biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve sizleri kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız..." (Hucurat, 49/13).

Bu soruya, bir başka soru ile cevap verilebilir: Tek atadan farklı renk ve ırkların ortaya çıkmasına engel nedir? Hem tek atadan gelinir, hem de farklı renk ve ırklar ortaya çıkar. Aslında bu tip sorular, daha ziyade biyolojiyle alakası olmayanlardan gelmektedir. Çünkü, bir biyolog bilir ki, her anne, baba, büyük anne ve büyük babaların karakterleri belli oranlarda yavrularına geçer. Bu oranlar, "Mendel Kanunları" adı altında meşhurdur. Cenab-ı Hakk'ın koyduğu bu kanunlara göre; mesela bir fert boy bakımından yüzde elli ihtimalle annesine, yüzde elli ihtimalle babasına benzeyecektir.

Ferdin hemen hemen bütün özelliklerinde bu veya buna yakın oranları görmek mümkündür. Lakin, bazı karakterler vardır ki, ortaya çıkmaları, yani bir fertte tesir göstermeleri, bazı şartlara bağlıdır. Nasıl ki, yıldızların görünmesi gecenin gelmesine bağlıdır. Güneş onların görünmelerine mani olur. Bazı çekinik (resessif) karakterler de, baskın (dominant) karakterlerin etkisi altındadır. Çekinik karakterler bu tesirlerden kurtulduğu zaman etkisini gösterecektir. Bu, belki de nesiller sonra mümkün olur.

Günümüzdeki ırkların hepsi ortak bir atadan gelir. Saf ırk mevcut değildir. Söz gelimi, beyaz ırkın bir ferdinden, bir zenci gibi koyu deri rengine sahip fert hasıl olabilir. Ya da bir Çinli'den, bir Kafkaslı kadar beyaz deriye sahip yavru meydana gelebilir.

Bazıları, zenci ırkın tropiklerdeki yoğun ultraviyole ışınlarına uyum sağlayarak meydana geldiğini iddia ederler. Halbuki bu görüş, Kuzey ve Güney Amerika'da aynı ışınlara maruz kalanların, niçin siyahlaşmadıkları meselesini izah edememektedir. Son yapılan çalışmalar, deri rengindeki bu farklılığın irsi olduğunu ortaya koymuştur.

Dolayısı ile, ırkların teşekkülünde ortaya çıkan siyahlar, kendileri için zararlı olmayan ışınların bulunduğu sahaya göç etmiştir. Diğer taraftan açık renkli ve mavi gözlü İskandinav ırkı ise, ekvator yakınındaki yoğun ultraviyole ışığından kurtulmak için kuzeye gitmiştir.

4

Page 5: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Dışarıya kapalı bir kabile düşünün. Çevredeki diğer kabilelerle hiç bir irtibatı olmayan bir grup. Buradaki genetik özellikler, kabile fertlerinin sahip olduğu irsi karakterlerin toplamına eşittir. Belli sınırlar içinde yer alan böyle bir bölge "gen havuzu" olarak da adlandırılabilir. Bu gen havuzunda, çekinik karakterler, zamanla melezleme sonucu birbiriyle karışarak, yeni ve değişik karakterler hasıl eder.

Değişik renk ve ırk karakterlerine bu açıdan bakmak gerekir. Kuvvetle muhtemeldir ki, ilk insan Hz. Adem (as)'in genetik yapısında da çok farklı renk ve ırk özellikleri vardı. Tıpkı bir gen havuzu gibi, muhtelif karakterleri ihtiva ediyordu. Bütün bu karakterlerin bir anda ortaya çıkması elbette mümkün değildi. Zamanla bazı genetik açılımlar sonucu, değişik karakterler meydana geldi. Neticede günümüzdeki farklı fertler hasıl oldu.

“Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi. Seni istediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu.”(İnfitar, 82/6-8)

mealindeki ayetlerde, Allah’ın iradesine ve meşietine bağlı olarak, insanların farklı şekillerde yaratıldığına, tasvir edilip şekillendirildiğine işaret edilmektedir.

“O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.”(Rum, 30/22)

mealindeki ayette ise, insanların farklı simalara sahip olduklarına işaret edilmiştir.

- Ebu Musa el-Eşarî’nin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Allah (İlk insan) Adem’i, yeryüzünün bütününden aldığı bir avuç topraktan yarattı. Bu sebepledir ki, Adem’in çocukları / insanlar, bu toprak çeşitleri kadar farklılık gösterdiler. Kimi beyaz, kimi kırmızı-sarışın, kimi zenci, kimi bu renklerin arasındaki tonlarda vücut buldu.”(İbn Kesir, Rum, 30/22. ayetin tefsiri).

5

Page 6: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Bu dünyada Allah´ın bizi imtihan ettiğini inkar edenlere ne cevap vermemiz gerekir?

Milyonu çok aşkın canlı türü içerisinde, sadece insanlarda birbirinden çok farklı, hatta birbirine zıt fiillerin işlendiğini görüyoruz. Bütün canlılar, niçin yaratılmışlarsa ve kendilerine bu âlemdeki harika nizam içerisinde nasıl bir görev terettüp ediyorsa, bir ömür boyu o işle meşgul olurlar. Arı daima bal verir, ipek böceği ipeğini, örümcek ağını örer. Koyunlar sütlerini, tavuklar yumurtalarını insanlara ikram ederler.

Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir canlı da başıboş olamaz. İpi boğazına atılıp istediği yerde otlamaya terkedilmiş bir hayvan gibi değildir.

İnsan bu gerçeği düşünmeli ve hayatını İlâhî rızaya göre tanzim etmeli, yaratılış gayesi üzerinde yürümelidir.

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” ayetine kulak vermeli, Rabbine iman edip onun marifetinde yol almaya çalışmalı ve emirlerine hassasiyetle uyup yasaklarından bütün gücüyle sakınmalıdır. Gerçek budur. Bunun aksine hareket “insanca” değildir ve cezasız kalmayacaktır.

Ne var ki, bu açık gerçeğe rağmen çoğu insanın nefis ve şeytan eksenli işler gördüğü de bir vakıadır. İnsana cüz’i irade verildiği ve bu iradeyi istediği gibi kullanmakta serbest bırakıldığı için, bu üstün yaratılışlı insan büyük bir imtihana tabi tutulmuştur. İrade hürriyetini yanlış kullanan, kendini başıboş sanarak emir ve yasak dinlemeden nefislerinin dediği gibi yaşayanlar için ebedî bir cehennem hazırlandığı gibi, iradesini Rabbinin rızasına göre ayarlayan ve her işinde helal dairesinde kalmaya hassasiyet gösterenler için de ebedî bir cennet hazırlamıştır.

Şu ayetler böyle düşünenler için en güzel cevaptır:

"Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?"(Mü'minûn, 23/115).

"İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?" (Kıyame, 75/36).

"Mülk, hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O'nun her şeye gücü yeter. O, (öyle Yüce Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır." (Mülk, 67/1, 2).

6

Page 7: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Kişinin, ülkesini ve ya ülkesinin çıkarlarını korumak için ajanlık yapması "Aldatan bizden değildir." hadis-i şerifine göre haram mıdır? Ajanlığın dinimizdeki yeri nedir?

Başta İslam’ın ve Kur’an’ın hukukunu savunmak ve onları şerlilerin şerrinden korumak ve ülkesini maddî-manevî tehlikelerden korumak için -garazsız, hasbî ve Allah’ın rızasını kazanmayı esas alarak- ajanlık yapmakta bir sakınca yoktur, belki de sevap vardır.

Tabii ki, bu görevi yaparken İslam’ın prensiplerine riayet etmek şarttır. Buna göre, bile bile yalan söylemek doğru değildir. Savaştığımız bir ülkeye karşı doğrudan değil, -yanıltmaya yönelik olarak- “tariz” suretinde bazı şeyler söylenebilir.

Ülke içerisinde ise, -yüzde doksanın üzerinde bir ihtimal olmadığı sürece, gayri müslim dahi olsa, insanların mekânlarını araştırmak, fişlemek, haklarında bilgi toplamak, tecessüs etmek doğru değildir. Fazla uzatmaya gerek yok.

Bu konu çok önemlidir, İslamî bilgilerle, amellerle, takvayla donanmadan, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutacak bir kıvama gelmeden -sadece ülkecilik, ilkecilik, ırkçılık, milliyetçilik, vatancılık, bölgecilik, meslekçilik, hatta dincilik adına- yapılacak bir ajanlık, insanları her zaman zulüm yapmaya itebilir.

Bediüzzaman’ın -dinin hâkim olduğu- Osmanlı döneminde bile, “Hafiyelere / ajanlara itimat edilmez, adalet onların sözlerine bina edilmez.” manasına gelen ifadesi, bizim için oldukça ufuk açıcı olduğunu düşünüyoruz.

7

Page 8: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Bazı sitelerde Nebe suresinin 31-34. ayetlerine farklı anlamlar vermektedirler. Bu ayetlerin doğru anlamları nasıldır?

Bazı sitelerde nebe suresinin 31-34 ayetlerine farklı manalar verilmiştir. Onların verdiği anlamları tahlil edelim.

31. Ayet: “inne lilmüttekiyne mefâzen”Verilen anlam: "Müttekiler (Allaha yaklaşanlar, ibadet ehli) huzurullahtadırlar. (övülmüş ve kabul edilmiş halde)"

Cevabımız:Bu meal Arapça dil kaidelerine aykırıdır. Bunu görmek için kısaca ifadenin içerdiği kelimelere bakmak yeterlidir: “İnne”: Muhakkak ki, şüphesiz ki,.. “Li-l-muttekîn” ifadesinde iki kelime verdır; “Li” cer harfi olup temlik ve tahsisi ifade eder; Türkçe’de “...için” manasına gelir. “Müttekîn” kelimesi ise, takva sahipleri, Allah’a karşı saygılı olanlar, Ona karşı gelmekten sakınanlar anlamındadır. “Mefzen” kelimesinin kökü “FAZE-YEFUZU/FEVZ” den gelir. FEVZ; kurtuluş, hayırlı işlerde başarılı olmak manasına gelir. Buna göre ayette yer alan “MEFAZ” kelimesi –ism-i mekân olarak- kurtuluş yeri, başarının sonucunda kazanılan yer manasına gelir. Çünkü, ardından zikredilen “bahçeler, üzüm bağları” bunun bir yer olduğunu, cennet mekanı olduğu göstermektedir.(bk.Rağıb, F-V-Z maddesi).

- "Mefaz” kelimesini “mimli mastar” olarak “FEVZ” gibi anlamak da mümkündür. Buna göre “Mefazen” kurtuluş ve zafer manasında olup cehennemden kurtulmak, cenneti kazanmayı ifade eder.(bk. Taberî, Razî, ilgili ayetin tefsiri). “Mefazen” kelimesindeki tenvin(iki üstün” ise, göz kamaştırıcı haşmet ve büyüklüğü ifade eder.

Buna göre ayetin doğru meali şuna yakın olmalıdır: “Şüphesiz ki, takva sahipleri için bir kurtuluş, bir başarı ve mükâfat yeri (olan cennet)vardır.”)

32. AYET “hadâika ve a’nâba” Verilen anlam: "(kavuştukları mükafatın) hidayetin haberidir."

Cevabımız: “Hadaik” kelimesi “Hadika”nın çoğuludur. Hadika ise; suyu olan ve çeşitli meyve ağaçlarını ve çiçekleri kapsayan, etrafı duvarla çevrili bostan ve bahçe demektir. “A’NAB” ise hem üzüm hem de üzüm bağlarına denir. Dolayısıyla, İlgili yerde bu ayete verilen meal, alimlerin cumhuruna aykırı, Arapça dil kaidelerine muhalif, indî bir Bâtınî yorumdan ibarettir.

33. AYET “ve kevâıbe etrâbâ”Verilen anlam: "(müttekilerin huzurullahtaki) varlıkları (nur halinde) büyür genişler (onurlandırılır)"

Cevabımız:Bu meal, önceki gibi indî, Batınî ve keyfî bir serbest vuruştan ibarettir. Bizim bu konuda kaynaklara dayanarak yaptığımız açıklamaları sitemizde daha önce açıkladık. Burada bir kez daha açıklayalım.

Kaynaklardan bazıları "Kevaib" kelimesinin Kaib’in çoğulu olduğunu söylemişlerdir. Bu kelimenin erkekler için kullanılmadığını düşündüğümüzde, bunun yalnız kadınlara mahsus bir kalıp olacağından dişilik ekin olan ta harfini almasına gerek olmayabilir. Nitekim, hayız

8

Page 9: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

halindeki bir kadın için de “Haiz” kelimesi kullanılmaktadır. Çünkü erkek hayız görmez, bir karışıklık söz konusu değildir.

Dahhak da “Kevaib” kelimesinin bakire kızlar manasına geldiğini belirtmiştir.(Lubab, İlgili ayetin tefsiri.

İmam Maverdi’ye göre, “Kevaib” iki manaya gelir. Birincisi İbn Abbas’a ait olup “Nevahid = Erginlik çağına girmiş kızlar” manasına; diğeri Dahhak’a ait olup “Azârâ = bakire kızlar” manasına gelir.(bk. Maverdi, ilgili ayetin tefsiri).

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Nebe suresindeki ayette “göğüsleri tomurcuklu” şeklinde tercüme edilen “kevaib”in asıl manası erginlik çağına ermiş, bakire genç kızlar demektir. Erginlik çağına girmiş kızların bu erginlik çağının ilk belirtisi göğüslerinin tomurcuklanması olduğu için, kaynaklarda daha çok bu mana verilmiştir. Halbuki asıl mana “ergenlik yaşına ermek” tir; “göğüslerin tomurcuklanması” ise asıl mana değil, lazım-ı manadır. Nitekim İbn Aşur’a göre de “Kevaib”, Kaib’in çoğuludur, on beş ve civarındaki yaşa girmiş (erginlik çağına girmiş) kızlar içi kullanılır. Çünkü, o çağa ayak basmış kızların göğüsleri tomurcuklanır(bk. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).

Bu sebeple ve de özellikle hissiyatı mülevves olan bu asırda kelimenin asıl manasını ön plana almak ve ilgili ayeti “ergenlik çağına girmiş genç yaşıt kızlar” şeklinde meallendirmek daha uygundur.

Bizim kanaatimize göre de, ayette “göğüslerin tomurcuklu” vasfına değil, “kızların erginlik çağına” işaret edilmiştir. Bu mana Kur’an’ın belagatına, edebiyatına ve edeb-i nezihanesine daha uygun görünmektedir.

34. AYET “ve ke’sen dihâkâ”Verilen anlam: "Allah onları yoğun tecellileri ile ve sonsuz dehasının tesiri ile kuşatır."Cevabımız: “Ke’sen” Türkçe’deki kâse, kadeh manasına gelir. “Dihak” ise dopdolu demektir. Dolayısıyla bu meal de önceki mealler gibi indî ve gayr-ı ciddîdir. Hele Allah için DEHA kelimesinin kullanılması, yutulan cinsten bir hata değildir.

9

Page 10: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Ticari malların zekatı kırkta bir oranında verildiği halde, neden toprak mahsullerinden onda bir veya yirmide bir alınmaktadır; bunun hikmeti nedir?

Soruda öşür zekâtıyla ilgili tespit doğrudur. Ancak, bunun tarihsel bir perspektife sahip olduğunu bildiren herhangi bir görüşe rastlayamadık. Aşağıda yer aldığı üzere, konuyla ilgili hadislerde yapılan masraflar göz önünde bulundurulmuş ve buna göre onda bir / yirmide bir oranları ölçü birimi olarak tespit edilmiştir. Bu husus, konunun evrensel boyutta değerlendirildiğine işaret ettiği gibi, belli dengeler gözetilerek bir adalet mekanzimasına yer verildiğini de göstermektedir.

İlahî adalet geniş kapsamlı olduğundan, ism-i azam canibinden meselelere baktığından bazen bizim kısıtlı ve noksan idrak anlayışımıza ters görüntü verebilir. Bu sebeple, işi tevillerle başka mecraya çekmekten ziyade, eski alimlerimizin sık sık kullandığı “Allahu a’lam =Allah daha iyi bilir / Allah en iyisini bilir” demek, kulluğa en yakışan şeydir. Unutmayalım ki, “Nassın bulunduğu yerde içtihada yer yoktur.” kaidesi önemli bir fıkıh prensibidir.

Ticari mallarda, nisab miktarını aşan mala her yıl zekat gerekir. Ancak öşrü verilen mal ambarda beklese üzerinden bir yıl geçtikten sonra yeniden zekat gerekmez. Böylece bir denge sağlanmış olur.

Öşür zekâtı ayet ve hadislerle sabittir:“Asmalı - asmasız bağ ve bahçeleri, mahsûlleri, çeşit çeşit hurma ve ekinleri, birbirine şekil ve renk yönünden benzer, tat bakımından benzemez tarzda yaratıp yetiştiren hep O’dur. Her biri mahsul verince ürününden yiyin, devşirildiği gün hakkını (öşürünü) da verin, israf etmeyin, çünkü O müsrifleri sevmez.”(Enam, 6/141)

mealindeki ayette yer alan “devşirildiği gün hakkını da verin” cümleyi tefsir eden İbn Abbas, bunun farz zekât olduğunu, yerine göre öşür, yerine göre öşürün yarısı (yirmide bir) olduğunu ifade etmiştir. Hz. Enes, Hasan-ı Basrî, Said b. El-Müsayyeb, Katade, Muhammed b. El-Hanifiye de aynı görüşteler. İslam alimlerinin cumhuru da -prensip olarak- bu görüşü benimsemişlerdir.(bk. Taberî, Razî, İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri).

“Ey iman edenler! Kazandıklarınızı helal olanından ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin / verin.”(Bakara, 2/267)

mealindeki ayette de yerden çıkan tarım ürünlerinin zekâtının verilmesi emredilmektedir. Çünkü “infak” "zekât” manasında da kullanılmıştır. Tevbe suresinin 34. ayeti bunun delilidir.(bk. a.g. e, ilgili ayetin tefsiri).

Resulullah (a.s.m) şöyle buyurmuştur:

“Yağmur suyu veya kaynak suyu ile sulanan veya kendiliğinden sulu olan toprakların ürünlerinden onda bir, hayvanlar veya taşıma su ile sulanan topraklardan ise yirmide bir zekât vermek gerekir.”(Buharî, zekât, 55; Müslim, zekât, 8; Ebu Dâvud, zekât, 5,12; Tirmizî, zekât,14).

Diğer hadiste ise şöyle buyurmuştur:

“Nehirler ve yağmur sularının suladığı topraklardan öşür (onda bir), develer yardımıyla sulanan topraklardan yirmide bir zekât vermek gerekir.”(Tirmizî, Zekât,14; Şevkânî, Neylu’l-Evtar,4/139).

10

Page 11: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Tarım ürünlerinin zekâtı konusunda alimler arasında farklı görüşler vardır. Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, öşür zekâtı ancak bozulmadan depo edilip saklanabilen ürünlerden verilir. Bu sebeple, bu şartlara haiz olmayan meyve ve hadaravattan zekât verilmez.(bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 2/805).

11

Page 12: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Hayvanları kısırlaştırmak ve kürtaj etmek caiz midir?Hayvanı kısırlaştırmak caizdir; ama gebe hayvana kürtaj yapmak caiz değildir.

12

Page 13: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Kader önceden yazılmış ve belirlenmiş ise, neden Berat Kandili'nde gelecek yıl olup bitecek işlerin karara bağlandığı söylenir?

Levh-i Mahfuz, Allah’ın ezelî ilminin bir nevi olan kader programını yansıtan -mahiyeti bizce mechül-büyük bir levhası, bir defteri, bir kütüğüdür. Berat gecesinde bir yıllık program yeni düzenlenmiyor, yeni takdir edilmiyor. Bilakis, Levh-i Mahfuzdaki kaderî programın o yıla ait olan bölümü istinsah edilip meleklere teslim ediliyor. Bu gecede yıllık program olarak karar altına alınanlar, Levh-i Mahfuzdaki kaderî bilgilerden farklı veya ayrı şeyler değildir.

Söz gelimi, bir ülkenin beş yıllık bir bütçe-plan programı vardır; bir de yıllık programı vardır. Her yıl “yıllık” program yapılırken, genel beş yıllık programdan ayrı bir şey yapılmıyor, bilakis beş yıllık genel programda yer almasına rağmen, her yıla ait özel yıllık program kendi yılında yeniden düzenleniyor. Bu düzenleme yeni bir şey getirmiyor, sadece ilgili bakanlıkların bilgisine sunuluyor.

Bunun gibi ilahî devlet programında da genel program Levh-i Mahfuzda muhafaza altına alınmıştır; ancak -ezelî ilim ve takdir çerçevesinde hiçbir değişikliğe uğramadan-her yıl için yeni bir program, yıllık düzenlemeler yapılır ve ilgili meleklere tevdi edilir. Bütün bunlar Allah’ın Hakîm isminin bir tecellisi olarak yapılır. Nitekim, ilgili ayette yer alan “Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur” mealindeki ifadesi, Hakîm isminin bu hikmetli tecellisine işaret etmektedir.

13

Page 14: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Her şey Levh-i Mahfuz da yazılı ise, Duhan suresi 4. ayetindeki "... Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur." ifadesini nasıl anlamalıyız?"O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur."(Duhan. 44/2-4)

“Tefrik edilir” demek, Allah’ın yıllık takdiri, programı açıklanır, karar altına alınır, meleklerin eline verilir demektir.

Ayette yer alan “Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur.” mealindeki ifadesi, Allah’ın ezelî ilminin bir nevi yazılım dosyası, büyük bir defteri olan Levh-i mahfuz’daki genel programda yer alan hikmetli iş ve olayların bu yıla ait olan kısmını -bu gecede- yıllık bir program dahilinde, büyük dosyalar halinde düzenlenmesi ve görevli meleklere tevdi edilmesi anlamına gelir.

Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi –diğer olaylar gibi Levh-i mahfuzda yazılı olmakla beraber- bir yıllık programı istinsah edilir, kopyalanır, ayrı ayrı meleklerin eline verilir. O yıldaki bütün rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu dosyada yer alır. O yılki hacıların sayısı bile bu dosyalarda yer alır. Herkesin ve her şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir.

Örneğin, rızıkla alakalı dosya Mikail Aleyhisselâma verilir. Savaşlarla ilgili dosya Cebrail Aleyhissalama verilir. Amellerle ilgili dosya dünya semasında görevli mele olan İsrafil Aleyhisselâma verilir. Ölüm ve musibetlerle ilgili dosya ise Azrail Aleyhisselâma teslim edilir.

Defter / dosya gibi ifadeler, insanlar tarafından anlaşılsın diye kullanılan sözcüklerdir. Yoksa, bunların asıl mahiyeti bizce meçhuldür. Eğer İbn Abbas bu asırda olsaydı, nurlu birer varlık olan meleklerin dosyaları için “defter” yerine, belki de “elektronik dosya” veya “harddisk” veya “flaş” gibi sözcükleri kullanacaktı.

Açıklamalardan anlaşıldığı üzere, yıllık dosyalar, Levh-i Mahfuzdaki genel bilgilerine ek bilgiler değil, oradan ilgili bölümleri istinsah edilen veya kopyalanan yıllık bilgilerdir.

14

Page 15: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Fil suresinde geçen, ebabil kuşlarının küçük taşlar taşıyarak ebrehenin ordunusu zelil etmesi olayının, bir yanardağ patlaması olabileceğini söyleyenler vardır. Bunu değerlendirir misiniz?

Kur’an’ın ayetleri için yapılan yorumların makbul olmasının en birinci şartı, ayette kullanılan Arapça ifadeye ters düşmemektir.

Örneğin, Fil suresinin ilgili ayetinde kullanılan “Tayr” kelimesi kuş demektir. “Ebabîl” kelimesi, peş peşe gelen gruplar demektir. “Hicaret” taş demektir. Buna göre, eğer TAYR/KUŞ kelimesini yanardağ olarak yorumlarsak, bu ayetin açık ifadesiyle tamamen alakasız bir yakıştırma olur.

Kaldı ki, Fil hadisesi Hz. Peygamber (asv)'in nübüvvetinden kırk yıl önce olmuştur. Bu demektir ki, hadise çok yeni, onu gören bir çok insanların varlığı söz konusudur ki, tarih-siyer kaynakları bu bilgileri vermiştir.

Hiçbir tarih kaynağında bu olayın “bir yanardağ patlamsı” olduğuna ima eden bile yoktur. Allah’ın bu sureyi “Görmedin mi?..” soru edatıyla başlatması, bu olayın Hicaz bölgesinde çok iyi bilinen bir olay olduğunu göstermektedir. Kaldı ki orada yanardağ olsaydı, şu anda bile biliniyor olacaktı.

Bu sebeplerden, lüzumsuz yere, sırf mucizeyi normal bir hadise şekline sokma çabasının bir ürünü olarak, İslam alimlerinin icmaına aykırı bir şekilde ayetin zahirini incitecek yorumlardan kaçınmak her takva sahibinin uyması gereken bir edeptir.

15

Page 16: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Mal almak için birisine para verilse, o kişi de malı ucuza alsa, kalan parayı kendisi için alabilir mi?

Bir şeyi satın almaya vekil kılınan kimse, müvekkilinin adına iş yapmaktadır. Alışveriş yaparken elde ettiği karı mal sahibine vermesi gerektiği gibi, kusuru olmadan oluşan zararı da mal sahibine ödettirir.

Buna göre vekil kılınan kişi bir malı düşük fiatla aldığından dolayı fiat farkını mal sahibine iade etmesi gerekir.

16

Page 17: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Bazı yayınlarda Peygamberimiz (asv)'den bahsederken Muhammed bin Abdullah veya sadece Muhammed diye ifade edilmektedir. Böyle hitap etmek caiz midir, Peygamberimiz (asv)'e hitap etme adabı nasıl olmalıdır?

Peygamber (a.s.) Efendimiz'e Hitap Etme Adabı:"Peygamber'e (kendisiyle konuşurken) seslenmenizi, kendi aranızda birbirinize seslendiğiniz gibi saymayın.." (Nur Suresi, 24/63.)

Bu, hem Resûlullah'a (a.s.v), hem de Ondan sonra Müslümanların başına geçen İslâm liderlerine nasıl hitap etmemizi öğretmektedir.

İslâmiyeti din olarak seçip Hz. Peygamberin (a.s.v) meclisine ilk defa katılanlarla, içlerinde kin ve nifak tohumu bulunan münafıklardan çoğunun: "Ya Muhammed!", "Ya Ebâ'l-Kasım!" gibi isim veya künyesini anarak seslenmeleri, hem Resûlullah'ı (a.s.v), hem de şuurlu mü'minleri üzmekteydi. Cenâb-ı Hak bunu bir saygısızlık ve nezaket dışı davranış olarak vasıflandırmakta ve Peygamber'e (a.s.v), aynı zamanda İslâm büyüklerine saygı ifade eden sıfatlarla seslenilerek hitap edilmesini emretmektedir. O bakımdan ilâhî muradı idrâk eden mü'minler, daha çok "Ya Resûlullah!", "Ya Nebiyyallah!" gibi saygı ifade eden sözler kullanarak Peygamber (a.s.v) Efendimize seslenirlerdi.

O bakımdan İslâm liderlerine de günün adabına, saygı kurallarına göre hitap etmek gerekmektedir. Zira edep ve terbiye, nezaket ve saygı Müslümanın şiarıdır. Hattâ Tabiînden Said b. Cübeyr ve Mücahid'in bu konuda şöyle tefsirde bulundukları rivayet edilmiştir:

"Ya Resûlallah; diye hitap ederken sesi rıfk ve lîn ölçüsünde tutun." Bilindiği gibi bu iki kelime nezaket havası içinde yumuşaklık ifade eder.

Cenâb-ı Hak konunun önemini belirtmek için bir de Hucurat Sûresinde Peygamber (asv)'in huzurunda konuşma adabını açıklayarak mü'minleri yeterince aydınlatmaktadır. Şöyle ki:

"Ey imân edenler! Allah ve peygamberinin huzurunda ileri geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah işitendir, bilendir. Ey imân edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne (onu bastıracak şekilde) yükseltmeyin. Birbirinize yüksek sesle konuştuğunuz gibi, O'na yüksek sesle hitap etmeyin. Sonra farkına varmayarak amelleriniz boşa gidebilir. Şüphesiz o kimseler ki Resûlullah'ın yanında seslerini kısarlar, işte onlar Allah'ın kalplerini takva ile denediği kimselerdir. Onlar için bol bağışlanma ve büyük karşılık vardır." (Hucurat Sûresi: 49/1-3.)

(bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 8/4268-4269.)

17

Page 18: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Sahabeler, Peygamberimizi (a.s.m.) ilk gördüklerinde neden korku ve ürperti duymuşlardır?

İnsan hürmet gösterdiği, sevdiği büyük bir zatı veya devlet başkanını görünce içinde heyecanla karışık bir mutluluk bir ürperti belirir.

Kainatın hürmetine yaratıldığı bir Peygamberi (asv) ilk defa görürken, insanın kendisini heyacanla karışık bu duygulardan alıkoyması mümkün değildir.

Peygamberimiz (asv)'in son derece vakar ve izzet sahibiydi. Görenler önce bir ürperir ve heyecanlanır sonra da O’nun ne kadar müşfik bir insan olduğunun farkına varırdı. O'nun yakın ilgisini görünce hemen heyecanı yatışır ve rahatlardı. Sahabelerin anlatmak istediği husus budur.

Peygamberimiz (asv) hakkında sahabelerin sözleri O'nun (s.a.v.) güzelliğini ve sahabelerinin O'na (s.a.v.) olan sevgisini anlatmaya yetecektir.

El-Bera:

"Rasulullah'tan (s.a.v.) daha güzel hiç bir şey görmedim." demiştir.(Buharî, Kitabul-menakıb, 23; Müslim, Kitabu'l-fedail, 25).

Ummu Ma'bed, Rasulullah'ı (s.a.v.) tarif ederken şöyle demiştir:

"Ben güzelliği besbelli ve parlak yüzlü bir zat gördüm." (Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübüvve, s. 283-287)

Muhammed Ibn Ammar, er-Rubeyyi' Bint Muavviz'e:

"Bana Rasulullah'ı (s.a.v.) tarif etsene dedim. er-Rubeyyi': Yavrum! O'nu görseydin, güneşi doğuyor zannederdin, dedi."(Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, Vlll/280)

18

Page 19: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Namazda iki elle sarık takma amel-i kesire girer mi? Cemaate namaz kıldırırken terden dolayı secdeden kalkarken sarığım düştü, tek elle almam gerekirken yanılarak iki elle alıp seri bir şekilde başıma koydum; namaz bozuldu mu?

Bilindiği üzere, namazda “amel-i kesir”, çok veya aşırı bir davranışta bulunmak demektir. Bunun için kesin bir sınır olmamakla beraber, dışarıdan gözlemleyen kişide, namazda olmadığı izlenimini verecek davranışta bulunmak, bir ölçü olarak kabul edilmiştir.(V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 2/15).

Sarığı iki elle de olsa alıp başına koyan kimsenin bu davaranışı, namazda olmadığı izlenimini vermeyeceği kanaatindeyiz.

Buharî ve Müslim’in rivayet ettiği hadiste, Hz. Peygamber (a.s.m)’in kızının kızı olan Ümame sırtında iken namaz kılmış, secdeye vardığı zaman onu yere bırakmış, kalktığında ise tekrar sırtına almıştır.”(bk. a.g.e, 2/15,32). Bu da amel-i kesirin ölçüsünü belirleyen bir husustur.

Bu açıdan baktığımızda, düşen sarığı iki elle de olsa alıp başa koymak amel-i kesir sayılmamaktadır. Dolayısıyla kıldığınız namazınızda bir kusurun olduğunu düşünmüyoruz.

19

Page 20: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

"Fasık övüldüğü zaman, Allah gazap eder." hadisini açıklar mısınız? Fasık kişilerin özellikleri nelerdir?

Gazâli, İhya'da der ki:

"Meddah hakkında medhin getireceği zarar şudur: Meddah bazan yalan söyler, bazan övdüğü kimseye övgüsüyle riyakarlık yapar. Hususan, övülen, fasık ve zalim ise. Hz. Enes'in Resulullah'tan naklettiği bir hadiste "Fasık övülürse Rabb Teala gadab eder..." buyurulur.

İbnu Uyeyne der ki: "Nefsini hakkıyla bilen kimseye medih zarar vermez." Seleften şöyle diyen de olmuştur: "Kişi yüzüne karşı övülürse şöyle dua etsin: "Allahım Beni insanların bildiği şeylerden dolayı mağfiret buyur, söyledikleri sebebiyle beni muaheze etme! Beni zannettiklerinden de hayırlı kıl." (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/207-208.)

Medheden insan, ya menfaati olduğu için ya da başka maksatlarla veya cehaletinden dolayı bir zalimi veya fasıkı medhetmekle büyük hata eder, günaha girer. Çünkü zalimi ve fasıkı methetmek, onun zulmüne veya fıskına ortak olmaktır. Bu da Allah'ın gazabına sebep olur. Zalim ve fasık insan da onun methetmesiyle kuvvet kazanacak, zulmüne ve fıskına, “Galiba ben iyi yapıyorum.” zannıyla devam edecektir.

Fasık; Allâh'a itâati terkedip O'na isyâna dalmaktır. Yani kısaca ilâhı emirlerin dışına çıkmaktır.

Biraz daha geniş anlamıyla büyük günâh işleyerek veya küçük günâhta ısrar ederek hak yoldan çıkan, dinin hükümlerine bağlanıp onları kabul ettikten sonra o hükümlerin tamamını ya da bir kısmını ihlâl eden anlamına gelmektedir (Fahrüddin er-Râzî, Tefsîru'l-Kebîr, II, 91; Râgıb el-İsfahânı, el-Müfredât, 572; Elmalılı Hamid Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I, 282). Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de Kehf sûresinin 50. âyetinde Allah'ın emrinden çıkarak O'na secde etmeyen şeytan için "Feseka an emri Rabbih: Şeytan Rabbinin emrinden çıktı." buyrulmaktadır.

Genel olarak fıskı üç grupta toplamak mümkündür:

a. Günâhı çirkin olarak kabul etmekle beraber, bazan günâh işlemek.

b. Yapılan bir günâhı ısrarla yapmak.

c. Günâhın çirkin olduğunu inkâr ederek bu günâhı işlemek; bu küfrü gerektiren bir durumdur; bu noktada kişinin iman ile, din ile ilişkisi kesilmiş olur. (Elmalılı, a.g.e., I, 282).

20

Page 21: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Teravih namazının önemi ve Teravih namazıyla ilgili soru ve cevaplar...

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

"Her kim inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Ramazan'ı ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır." (Buharî, İman, 25, 27; Müslim, Musafi'in, 173, 176; İbn Mace, İkametu's-Salâ, 173; Tirmizî, Savm, 83)

Hadis alimlerinden en-Nevevî, Hz. Muhammed (s.a.s)'in ashabına Ramazanı ihya etmeyi vacip kılmadığını, fakat mendup olarak emredip teşvik ettiğini, İslâm alimlerinin de bunun mendup olduğunda ittifak ettiklerini kaydetmektedir. En-Nevevî, "Ramazanı ihya etmenin, teravih namazını kılmakla hasıl olduğunu..." da zikretmektedir. Bu açıdan Hz. Muhammed (s.a.s)'in, "Her kim Ramazan'ı ihva ederse" sözü, "Her kim geceleri namaz kılarak Ramazan'ı ihya ederse..." şeklinde anlaşılmalıdır (en-Nevevî, el-Minhâc, 1924, VI, 39, vd.)

Nitekim Abdurrahman b. Avf'ın naklettiği bir hadiste Hz. Muhammed (s.a.s) şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz Allah Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de Ramazan gecelerini ihya etmeyi sünnet kıldım. Her kim inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek Ramazan'ı oruçla, gecelerini namazla ihya ederse, anasından doğduğu gün gibi günahlarından temizlenmiş olur."(İbn Mâce, İkametu's-Salâ, 173; İbn Hanbel, I, 191, 195).

Hz. Peygamber (s.a.s), Ramazan'ın bir gecesinde namaz kıldırdı. Abu Zer (r.a) "Ey Allah'ın Resulü, gecenin kalan yarısında da bize namaz kıldırsaydınız." deyince, Hz. Peygamber (asv) cevaben, "İmam namazı bitirinceye kadar onunla namaz kılmak, bütün geceyi ihya etmeye eş değerdir." buyurmuştur. (Ebu Davud, Salat 318; Tirmizi, Savm 81; İbn Mace, İkame 173.)

Hadislerde geçen "Ramazan'da geceyi kıyam / ihya etme" ile teravih namazının kastedildiği hususunda ittifak vardır. (Ayni, Udetü'l-kari, 9/198; Şerbini, el-İkna, 1/117)

Kim bu müjdeye kavuşmak istemez? Ya şu müjdeye nail olmak için 20 rekât namaz az bile gelmez mi?

İlave bilgiler için tıklayınız:

Bire Bin Kazandıran Hazine: Teravih Namazı...

Ramazan ayının önemli bir şiarı da teravih namazıdır. Teravih namazında nelere dikkat etmeliyiz?

Teravih Namazı Nasıl Kılınır?

Teravih namazını Peygamberimiz kaç rekat kılmıştır?Teravih Namazı Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında cemaatle mi kılındı?

Teravih namazı...

Teravih namazından sonra ilahi okumak bidat mıdır? Bidatlar hakkında bilgi verir misiniz?

Teravih namazı için camiye geç kalmış bir kimse nasıl davranmalıdır? Önce yatsı namazını mı kılmalıdır?

Teravih namazından sonra kılınan vitir namazı niçin cemaatle kılınıyor? Evde kılsak olmaz mı?

21

Page 22: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Şafii ve Hanefi mezhebine göre Teravih namazının yerine kaza namazı kılınabilir mi? Bu durumda imama uyarak kaza kılmak olur mu? Teravih namazının vakti...Kaza borcu olan teravih namazı kılabilir mi?Şafii mezhebine göre, teravih namazını kılarken kaza namazlarıma niyet edebilir miyim?Teravih namazının rekat sayısı kaçtır? Bir selamla kaç rekat kılınabilir?Teravih namazı kıldıran kişi ve imama uyan cemaat nasıl niyet eder?Teravih namazında selam verdikten sonra salavat getirmek bidat mıdır?Teravih namazı, dört rekatta bir selam verilerek kılınıyorsa, her selamdan sonra tekrar niyet etmek gerekir mi?Kadınların teravih namazını camide mi evde mi kılması daha faziletlidir?

22

Page 23: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Eski dönemlerde teknoloji gelişmiş midir? Günümüzde kullanılan teknoloji geçmiş dönemlerde de var mıydı?

Arkeolojik ve benzeri araştırmalar, daha önceki kavimler zamanında da ileri derece sayılan bazı teknolojik gelişmelerin var olduğunu göstermektedir. Hz. Nuh (as)’ın gemisi, Hz. Yusus (as)’ın saati, Hz. Davud (as)'ın demir ve bakır gibi madenleri kullanması, Hz. Süleyman (as) zamanında Belkıs tahtının iki aylık bir mesafeden bir anda getirilmesi, Mısır Ehramları-piramitleri, Çin seddi ve benzeri sanat harikaları o devirlerdeki önemli bir teknolojiden haber vermektedir.

Ancak bir tekâmül kanunu çerçevesinde şu ahir zamanda ilim ve teknoloji daha da zirveye ulaşacaktır. Dünyanın sonuna kadar gittikçe, ilmî inkişafların olması, kâinatta cari olan tekâmül kanununun bir gereğidir. Zirveye çıktığı varsayılan teknoloji, ilmin kendisi değil, onun bir parçasıdır. Allah'ın ilminin bir cilvesi olan ilimlerin en büyük görevi insanları marifetullaha, Allah'ı tanımaya götüren yolları göstermektir. İman ilminin sonu olmadığına göre, bildiğimiz ilimlerin de kıyamete kadar gittikçe ilerleme kaydetmesi gerekir.

Aşağıdaki ayetlerde de eski devirlere ait önemli teknolojik gelişmelere işaretler vardır:

“Firavun: “Haman! benim için bir kule inşa et, dedi,Umarım ki böylece yükselebilir, göklere yol bulur da Mûsâ’nın Tanrısına ulaşırım.Gerçi ben onun yalancı olduğunu zannediyorum ya! İşte böylece, Firavun’un kötü gidişatı kendisine cazip göründü ve yoldan çıkarıldı. Sonuç itibariyle Firavun'un hilesi ve düzeni de tamamen boşa çıktı.”(Mümin, 40/36-37).

“Beldeler içinde benzeri yaratılmamış ve yüksek binalarla dolu İrem şehrinde oturan Âd kavmine; Vâdideki kayaları oyup yontarak sağlam evler yapan Semud kavmine; Çadırlı ordugâhlar, piramitler sahibi Firavun’a, Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?”(Fecir,89/6-10).

23

Page 24: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Kadınların doğum sancısı çekmesi Hz. Havva yasak ağaçtan yediği için ilahi bir ceza mı? Öyleyse neden her doğum yapan kadının bütün günahları affedildiği söyleniyor?

Bazı tefsirlerde, Hz. Havva'ya ve yılana verilen ceza hakkında epeyce detaylı bilgi vardır. Bu hikayelere göre, “yılan, el ve ayakları kesilerek cezalandırılmış, Hz. Havva ise, ağacı kanattığı için aybaşı hali ve gebelik zorluğu ile doğum sancısına ve bundan ötürü çığlık atma cezasına çarptırılmıştır. Ayrıca Hz. Havva’nın kızları da aynı cezaya çarptırılmışlardır.”(bk. Taberî, İbn Kesir, İbn Âdil, el-Lubab, Bakara, 2/36; Araf 7/19-22. ayetlerin; tefsiri). Fakat bu bilgileri doğru kabul etmek için elimizde delil yoktur.

Bu konuda ne bir ayet ne de sahih bir hadis söz konusu değildir. Bu sebeple, Kur’an’ın ifadesine uygun olmayan haberlere itibar etmemek gerekir. (bk. Taberî, Bakara, 36. ayetin tefsiri).

Öyle görülüyor ki bunlar bütünüyle Yahudi ve Hristiyanlardan aktarılmıştır. Çünkü, Hz. Havva ve yılana verildiği söylenen cezaya ait rivayetler tetkik edildiğinde bunların İslâmî esaslarla, akıl ve iz'anla bağdaşmadıklarını görürüz. Hz. Havva böyle bir hataya düşmüşse bunun, sayıları milyarlara varan kızları ve torunlarına teşmilini akıl nasıl kabul eder? Bir kişinin işlediği günahın cezası nasıl olur da bunca insana çektirilir? Keza yılanın durumu da böyledir. Bütün bu haberler kuvvetli ihtimalle israiliyattır.(bk. Taberî, İbn Kesir, Bakara, 2/36. ayetin tefsiri).

Nitekim, Kitab-ı Mukaddes'te Hz. Havva ile yılanın cezasını anlatan pasajlar vardır:

“RAB Tanrı kadına, "Nedir bu yaptığın?" diye sordu. Kadın, "Yılan beni aldattı, o yüzden yedim." diye karşılık verdi. Bunun üzerine RAB Tanrı yılana, "Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın." dedi, "Karnının üzerinde sürünecek, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın." RAB Tanrı kadına; "Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim." dedi, "Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek."( Tekvin/3/13-16).

Doğum sancısında dolayı kadının çektiği sıkıntılar günahlarına keffaret olur. Ancak bütün günahları mutlaka affolunur diyemeyiz.

24

Page 25: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

İmam Maturidi ile İmam-ı Azam birbirlerini onlarca konuda mürted ilan etti, deniyor. İçtihat alimlerinin birbirlerini mürted ilan etmesi doğru mudur?

Bu iddialar tamamen uydurmadır. Ehl-i sünnet alimleri “fırka-i dalle” dedikleri Mutezile, Cehmiye, Mürcie, Şia gruplarını bile toptan tekfir etmemişlerdir. Prensip olarak “-yanlış bir yorumla da olsa- herhangi bir ayet veya hadise dayanarak Ehl-i sünnete aykırı bir yorum yapan Ehl-i sünnet dışı fırkaları” tekfir etmemeyi ön görmüşlerdir. Bazen onlara “dalalet ehli” demeleri bile bir tekfir değil, “yanlış, doğruluktan sapmış düşünce / Ehl-i sünnetin çizgisinin dışına çıkmış “ manasında kullanılmıştır.

Sorudaki müşahhas / somut misallere bakacak olursak, rahatlıkla bunların yanlış olduğunu söyleyebiliriz: Örneğin; “İmam Maturidi ile İmam- ı Azam birbirlerini onlarca konuda mürted ilan etti...” iddiasının uydurma olduğunu izah etmeye bile gerek yoktur. Çünkü;

Ehel-i sünnetin itikadî iki büyük imamlarından biri olan İmam Eşarî, hayatı boyunca İmam Şafii’yi imam olarak kabul ettiği gibi, bir diğer imam olan İmam Maturidî de, hayatı boyunca İmam-ı Azamı kendine imam olarak kabul eden ve onun çizgisini takip eden bir kimsedir. Böyle bir zatın kalkıp kendi önderini tezyif ve tekfir etmesini düşünmek, gerçekten akla ziyan bir hezeyandır.

İmam Azam’ın vefatı hicrî 150; İmam Maturidî’nin vefat tarihi ise hicrî 333’tür. Acaba, İmam Azam’ın ölümünden yaklaşık 150-180 yıl sonra kabrinden çıkarak gelip -üstelik en samimi bir takipçisi olan- İmam Maturidî’yi tekfir etmesi mümkün müdür? Yani, bizim başka işimiz mi yok; kargaları güldürmek gibi fantastik bir görevimiz mi var?

“…(Hanbeli, Şafiî, Ebu Hanife) de birbirlerini mürted ilan ettiği...” iddiasına gelince, bu iddianın da ne kadar çürük olduğunu şu basit mantıkla kolayca anlamak mümkündür:

Önce İmam Azam’ın İmam Şafii ve İmam Hanbeli’yi tekfir etmesi imkânsızdır. Çünkü, İmam Azam hicrî 150’de vefat etmiş, aynı yılda İmam Şafii daha yeni dünyaya gelmiştir. İmam Ahmed b. Hanbel ise İmam Azam’ın vefatından 14 yıl sonra hicrî 164 tarihinde doğmuştur. Bu durumda İmam Azam’ın bu iki imamı tekfir ettiğini düşünenleri bir tımarhaneye yerleştirmek büyük bir insanlık görevidir.

İmam Şafiî’nin; “Bütün insanlar fıkıhta İmam-ı Azam’a borçludur.” şeklindeki sözü kaynaklarda çarşaf çarşaf boy gösterirken ve İmam Azam’ın kabrinin bulunduğu İmam Azam mescidinde sabah namazını kılarken, kendi içtihadını bırakıp, İmam Azam’a hürmeten kunut duasını okumadığı bilinen “İmam Şafiî’nin İmam Azam’ı tekfir ettiğini” söylemek, cehaletin bataklığında boğulmak anlamına gelir.

Keza “Hiç bir göz İmam Şafiî gibi bir insan görmemiştir, kendisi de kendi gibi bir kimseyi görmemiştir.” diyen İmam Ahmed b. Hanbel’in, hocası olan İmam Şafiî’yi tekfir ettiğini düşünen kimsenin aklından şüphe etmek gerekir.

Hulasa, bu iddia bir kısım dinsizler tarafından ortaya altmış, tamamen uydurma ve kuyruklu bir yalandır.

25

Page 26: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Hz. Mehdi'nin geleceğine inanmamak insanı kafir eder mi?Hz. Mehdî’nin geleceğine dair çok sayıda sahih hadis olmakla beraber, geleceğine inanmayanları tekfirden kaçınmak gerekir. Çünkü, bu konuda eskiden beri az da olsa bazı alimlerin farklı görüşleri vardır. Ancak, bunun inkârı, bu sahih ve tevatür dercesindeki hadisleri inkâr anlamına geleceği için vebalinin büyük olduğunu düşünüyoruz.

Ünlü hadis alimlerinden Mansur Ali Nasıf’ın da belirttiği gibi; Selef ve halef uleması arasında yaygın bir şekilde, şu husus oldukça şöhret bulmuştur. Ki, ahir zamanda Ehl-i beytten Mehdi adında bir kimse zuhur edecektir. Bütün İslam memleketlerini ele geçirecek, Müslümanlar ona tabi olacaktır. O da onların arasında adaletle muamelede bulunacaktır. Dini güçlendirecek ve takviye edecektir. Daha sonra da Deccal ortaya çıkacak, İsa inecek ve Deccal'ı öldürecektir veya Hz. İsa (as) ile Mehdi birlikte yardımlaşarak Deccalı öldüreceklerdir.

Mehdi ile ilgili hadisleri sahabenin önde gelenlerinden bir grup rivayet etmişlerdir. Ve bu hadisleri Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Taberani, Ebu Ya'la, Bezzaz, İmam Ahmed b. Hanbel ve Hakim gibi büyük Muhaddisler tarafından tahriç edilmiştir. Bu sebeple, Mehdi ile ilgili bütün hadislerin zayıf olduğunu söyleyen İbn Haldun gibi bir kısım alimler, bu konuda ciddi bir hata yapmışlardır.(bk. et-Tac, V/341).

- Yine Meşhur hadis âlimlerinden Muhammed b. Cafer el-Kettanî, Mütevatir hadislere ayırdığı “Nazmu’l-Mütenasir mine’l-Hadisi’l-mütevatir” adlı eserinde Hz. Mehdi ile ilgili hadislerin mütevatir (yalan / yanlış bilgi taşıma ihtimali olmayan) hadisler olduğunu ifade etmiş ve konuyla ilgili olarak hem hadisleri rivayet eden sahabeden, hem de hadis kaynaklarından uzun bir liste vermiştir.(bk. Kettanî, Nazmu’l-Mütenasir, s.236-239).

Kettanî, aynı eserinde Mehdi ile ilgili değişik hadis rivayetlerine yer vermiş ve Sahavî gibi bir çok büyük hadis otoritelerine göre, Mehdi ile ilgi hadislerin mütevatir olduğunu ve Ehl-i sünnet ve cemaat alimlerine göre Mehdi’nin geleceğine iman etmenin vacip olduğunu belirtmiştir.(bk. a.g.e). Vacibi terk etmenin haram olduğu, suç olduğu bilinen bir gerçektir.

İbn Teymiye de “Mehdi’nin geleceği ile ilgili hadisler, Ebu Davud, Tirmizî, Ahmed b. Hanbel ve daha başka alimler tarafından rivayet edilmiş sahih hadislerdir.” (bk. İbn Teymiye, Minhacu’s-sünneti’n-nebeviye, 4/95) diyerek, bu konudaki görüşünü açıkça ortaya koymuştur.

Allame Muhammed es-Sefarînî’ye göre, Hz. Mehdî ile ilgili hadislerin sayısı manevî tevatür derecesine çıkmıştır. Öyle ki Ehl-i sünnet alimleri Mehdi’nin geleceğini itikadî bir melse olarak görmüşlerdir. Sahabden ve tabiilerden gelen rivayetlerin toplamı, konuyu katî bir ilim, kesin bir bilgi haline getirmiştir. Bu sebeple, -Ehl-i sünnet alimlerinin kitaplarında yer aldığı gibi- Mehdi'nin geleceğine iman etmek vaciptir.(Levamiu’l-Envari’l-behiye, 2/84).

Bazı alimlerin araştırmalarına göre, Mehdi'nin geleceğini rivayet eden hadis imamalarının sayısı otuz altı; bu rivayetlerde yer alan sahebenin sayısı ise yirmi altıdır.(bk.Abdullah b. Süleyman el-Ğafîlî, Eşratu’s-Saa-şamile- 1/108).

Mehdi konusunda “er-Reddu ala men kezzeb bi’l-ahadîs’sahiheti’l-varideti fi’l-Mehdi” adında bir eser yazan Şeyh Abdu’l-Muhsin b. Hamd b. Abbad’ın tespitine göre, eski alimler arasında sadece iki kişi Mehdi’nin hadislerinin sıhhatlerini inkâr etmiştir. Bunlardan biri, Muhammed b. el-Velîd el-Bağdadî, diğeri İbn Haldun’dur. İslam alimlerinin büyük çoğunluğunun kabul ettiği bir gürüş karşısında bu iki kişinin inkârlarının hiçbir değer ifade etmeyeceği ortadadır.(bk. Eşratu’s-Saa, 1/111-112).

26

Page 27: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

"İnsanlık beş döneme ayrılacaktır; birincisi peygamberlik, sonra halifelik, o da otuz yıldır, sonra saltanat..." şeklinde hadis var mıdır?

Soruda ifade edilen hususlar ayrı rivayetlerle gelmiştir.

İbn Mace’nin Hz. Enes'den rivayet ettiğine göre; Resullullah (s.a.m) şöyle buyurmuştur:

“Ümmetim beş tabakadır. (ilk) kırk yıl(da bulunanlar) hayır ve takva sahipleridir. Sonra -yüz yirmi yılına kadar- onların ardından gelenler birbirine merhamet eden ve birbiriyle iyi ilişkiler kuranlardır. Sonra –yüz altmış yılına kadar- bunların ardından gelenler birbirlerine sırt çeviren ve aralarındaki ilişkileri kesenlerdir. Bundan sonra katl-u kital devri başlar. (o devirde) kurtuluş, kurtuluş (isteyiniz).” (İbn Mace, Fiten,28/h. No:4058)

Diğer bir rivayette ise şu ifadelere yer verilmiştir:

“Benim ümmetim beş tabakaya ayrılır. Her tabaka kırk yıl sürer. Benim tabakam ve sahabilerimin tabakası ilim ve iman sahibi olanlardır. Kırkıncı yıldan sekseninci yıla kadar olan ikinci tabakadakiler ise, hayır ve takva sahibleridir..." Sonra yukarıdaki hadisin aynısı anlatılmıştır(bk. a.g.e)

Alimler bu iki hadis rivayetini zayıf olarak değerlendirmişlerdir.(bk. a.g.e).

EK BİLGİ:“Benden sonra hilafet -veya nübüvvet hilafeti- otuz yıldır” mealindeki hadis için (bk. Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221)

Isırıcı saltanat kısmını da ihtiva eden hadisi ise, Hz. Huzeyfe anlatıyor: Resulüllah (a.s.m) şöyle buyurdu:

“Nübüvvet içinizde -Allah’ın dilediği kadar- devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da -Allah’ın dilediği kadar- devam eder; ardından Allah onu da -dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da -Allah’ın dilediği kadar- devam eder, sonra Allah dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat olur; o da -Allah’ın dilediği kadar- devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur.”(bk. Ahmed b. Hanbel, 4/273).

Hafız el-Heysemi; “hadisi, Ahmed b. Hanbel, Bezzar (daha geniş), Taberanî (bir kısmını) rivayet etmiştir; ravileri sikadır.” diyerek hadisin sıhhatine hükmetmiştir.(bk. Mecmau’z-Zevaid, 5/226).). Beyhakî de aynı hadise yer vermiş ve herhangi olumsuz bir beyanda bulunmamıştır.(bk. Beyhakî, Delailu’n-nübüvve, 7/413).

27

Page 28: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Kutuplarda namaz ve oruç vakitlerinin belirlenmesi hadislerde geçmekte midir; yoksa daha sonra mı belirlenmiştir?

Namazların kutuplarda nasıl kılınacağına dair bilgiler bizzat Hz. Peygamber (a.s.m)’den gelmiştir. Deccal hadisi olarak bilinen hadiste Hz. Peygamber (asv),

“Deccal yeryüzünde kırk gün kalacaktır. Bu kırk günün bir günü bir yıl gibi, bir günü bir ay gibi, bir günü bir hafta gibi, diğer günleri ise normal günleriniz gibi olacaktır.” deyince ashab, uzun günlerde bir günlük namazın yeterli olup olmadığını sormuşlar, bunun üzerine Hz. Peygamber “Hayır bir günlük namaz yeterli değildir; namaz vakitlerini takdir edersiniz.”

buyurmuştur (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20).

Bu hadis, vakitlerin oluşmamasının namazı düşürmeyeceğini ve vakit oluşmayan bölge ve zamanlarda vakitlerin takdir edilerek namazın kılınması gerektiğini açıkça göstermektedir. İlâhî hitabın gereği bütün Müslümanlar, günde (24 saatte) beş vakit namazı kılmakla mükelleftirler. Dünyada, bazı bölgelerde bazı vakitler tam olarak oluşmasa da, kutuplara yakın bölgelerde günlerce, hatta aylarca güneş doğmasa veya batmasa da bir gün yirmi dört saattir ve tarih değişimi de buna göre olmaktadır.

Bu sebeple, bir bölgede herhangi bir namazın vakti gerçekleşmiyorsa veya tam olarak belirlenemiyorsa, takdir yapılarak namazlar kılınır. Oruç da namaza kıyas edilir, o da kutup bölgesine en yakın olan yerlerin normal saatlerine göre ayarlanır.

Bu hadiste on dört asır öncesinden, dünyanın bazı bölgelerinde altı ay gündüz, altı ay gece ve bu iki bölge arasında kalan bazı yerlerde de bir ay veya bir hafta güğneşin doğup batmadadığına işaret edilmiştir. Bu husus başlıbaşına bir mucizedir. Çünkü on dört asır önce böyle bir bilginin “b”sinden bile bahsedilemezdi.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri konumuza ışık tutacak mahiyettedir:

“Alâmet-i Kıyametten olan Deccal hakkında Hadis-i Şerif de "Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyam-ı sâire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer." rivayet ediliyor. İnsafsız insanlar bu rivayete muhal demişler. Hâşâ, şu rivayetin inkâr ve iptaline gitmişler. Halbuki, ve'l-ilmu indallâh, hakikati şu olmak gerektir ki: Alem-i küfrün en kesafetlisi olan şimalde tabiiyyûnun fikr-i küfrîsinden süzülen bir cereyan-ı azîmin başına geçecek ve Ulûhiyeti inkâr edecek bir şahsın şimal tarafından çıkmasına işaret ve şu işaret içinde bir remz-i hikmet vardır ki, kutb-u şimaliye (kuzey kutbu) yakın dairede bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Altı ayı gece, altı ayı gündüzdür. "Deccalın bir günü bir senedir." O daire yakınında zuhuruna işarettir. "İkinci günü bir aydır" demekten murad, şimalden bu tarafa geldikçe bazen olur yazın bir ayında güneş gurub etmez (batmaz). Şu dahi, Deccal şimalden çıkıp âlem-i medeniyet tarafına tecavüzüne işarettir. Günü Deccal’e isnat etmekle şu işarete işaret eder. Daha bu tarafa geldikçe bir haftada güneş gurub etmiyor. Daha gele gele tulû’ ve gurub (gün doğumu-gün batımı) ortasında üç saat devam ediyor. Ben Rusya'da esarette iken böyle bir yerde bulundum. Bize yakın, bir hafta güneş gurub etmeyen bir yer vardı. Seyir için oraya gidiyorlardı…”(Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, Asıl.)

28

Page 29: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

"Allah Teâla Hazretleri, Nısf-u Şa'ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb Kabîlesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder." Bu hadisin sıhhati hakkında bilgi verir misiniz?

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah Teâla Hazretleri, Nısf-u Şa'ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb Kabîlesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder." [Tirmizî, Savm 39, (739); Rezin bu rivayete "Ateşe müstehak olanlardan" ziyadesini kaydetmiştir.]

Bu hadisi Ah. b. Meni' Yezîd b. Hârûn ani'l-Haccâc b. Artât an Yahya b. e. Kesir ar Urve an Âişe senedi ile Tirmizî (no. 739) tahrîc etti. Ona göre Buhârî, bu hadisin isnadı hakkında zayıf hükmü vermiş ve Yahya'nın Urve'den, Haccâc'ın da Yahya'dan hadis dinlemediğini söylemiştir. (bk. Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, Cem’ul-fevaid, İz Yayıncılık: 2/72.)

Hadisin Açıklaması:1. Bu hadis nısf-ı Şaban gecesinin faziletini beyan etmektedir. Nısf, "yarı" demek olduğuna göre, nısf-u Şa'ban, Şa'ban ayının ortasındaki günün gecesi demek olur. Bu gece Şaban'ın on beşinci gecesidir. Bu geceye, Bereat Gecesi de denir.

2. Hadis metin olarak: "...Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünden daha çok sayıda insana mağfiret eder..." şeklinde anlaşılmaya elverişlidir. Hatta Rezin'in ibaresi de bu manayı teyid eder. Ancak alimler o miktarda Ashabın bulunmayışını gözönüne alarak tercümede kaydettiğimiz üzere "Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder." şeklinde anlamayı tercih etmişlerdir. Kelb kabilesinin koyunlarının zikri, "Onlar, koyun beslemede diğer kabilelerden ileri oldukları içindir" denmiştir. Böylece Allah'ın rahmet ve mağfiretinin çokluğu daha iyi ifade edilmiş olmaktadır.

(Açıklama için bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi)

29

Page 30: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

Allah'ın varlığının delili için söylenen ihtira ve hudus delili arsında fark var mı?

Bu iki delil bir açıdan iç içe girmiş “mütedahil” daireler gibi aynı hakikate; her şeyin sonradan yaratıldığına parmak basıyorlar. Aralarındaki farkı ise şöyle anlayabiliriz:

İhtira delili, evrenin -bütün parçaları, bütün yönleriyle- yokluktan varlığa çıkmasını ifade eder. Hudus delili ise, varlıkların yok iken sonradan var olduğunu gösteren bir delildir.

Özetle, İhtira “evrenin yaratılmışlığını”, hudus ise, “evrenin sonradan yaratılmışlığını” ifade eder.

Hudus delili iki çeşittir: Zatî Hudus: Eşyanın var olmalarında bir yaratıcıya muhtaç olduklarını ifade eder. Zamanî Hudus ise: Eşyanın var olmadan önce, yokluğunun üzerinden bir zaman süresinin geçmesini ifade eder.(bk. Cürcanî, Tarifat-şamile- 1/72).

Bu iki delili biraz daha açarsak şunları söylemek mümkündür:

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, korunasınız. O Allah ki, yeri size döşek yaptı. Göğü üstünüze bina etti. Gökten size bir su indirdi, onunla size rızık olarak ürünler çıkardı. Artık Allah'a bile bile eş koşmayın."

meâlindeki Bakara sûresinin 21. ve 22. âyetlerinin açıklamasında Bediüzzaman Hazretleri şu görüşlere yer verilmiştir:

Birinci âyette geçen "Sizi ve sizden öncekileri yaratan" şeklindeki cümle, 'Delil-i İhtiraî'ye işaret etmektedir. Bu delilin özeti şudur: Allah, kainatta mevcut her türlü canlıyı, onların bütün nevilerini ve fertlerini hususî bir mükemmellik içerisinde yaratmış ve onların her birisine hususî ve bağımsız bir vücut vermiştir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiç bir varlık yoktur. Çünkü varlıkların hepsi imkan dairesindedir. Hiçbirisi vücub dairesine girmemiştir. Yani varlıkları ile yoklukları eşit olup, ancak sonsuz bir kudretin irade ve tercihi ile varolabilirler. Gece, gündüz, mevsimler ve farklılık gösteren daha birçok benzeri hadiseler dünyanın değişkenliğinin göstergesidir. Değişken bir varlık ezeli olamaz. Eşyanın sonradan var olduğu da bir gerçektir. Bunlardan bir kısmı gözle, bir kısmı da akıl gözü ile açıkça görülmektedir. Sonradan var olan hâdislerin sonsuz olarak bilinmezlik limitine doğru gitmeleri de mümkün değildir. Çünkü, sonsuza dek uzanıp gitmeyi ifade eden teselsül imkansızdır.

Yine bazı türlerin diğer bazı türlerden meydana gelmelerini düşünmek de yanlış ve bir vehimden ibarettir. Çünkü iki farklı tür arasında meydana gelen bir nesil, büyük çoğunlukla kısır kalır. Demek ki, bu âyet, "sizi ve sizden öncekileri yaratan" ifadesiyle, bu ihtira deliline işaret etmiştir.(bk. İşârâtu’l-İ’caz, 166-173; Niyazi Beki, Kur’an’ın büyük ve parlak bir tefsiri Risale-i Nur).

Görüldüğü gibi burada esas itibariyle İHTİRA delilinden söz edildiği halde, tamamlayıcı bir bilgi açısından onun ayrılmaz bir parçası olan HUDUS deliline de yer verilmiştir.

İMKÂN ve HUDUS delillerine dayanan umum kelâmcılar, Hudus delilini kullanırken şu açıklamalara yer vermişlerdir:

Âlem / Evren değişkendir. Her değişken sonradan var olmuştur (hadistir). Her hadisin bir var edeni vardır. Öyleyse kâinatın da bir yaratıcısı vardır.

İmkan delilini ise şöyle ifade etmişlerdir: Kainat için var olmakla yok olmak eşittir. Yokluktan varlığa çıkmak için mutlak bir irade ve tercih ediciye ihtiyaç vardır. Çünkü,

30

Page 31: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

yaratıklar birbirini yaratamazlar. Öyleyse bu varlığı yaratan ezeli bir ilâh vardır.(bk. Nursi, Mektûbat, 276-279; -ayrıca bk. Muhâkemat, 65, 76, 120)

- Kelâmcıların bu konularla ilgili görüşleri için misal olarak bk. Teftazânî, Şerhu'l-Mekâsıd: imkân-vücub delilleri için: I/510-547; kıdem-hudûs delili için: II/3-33; teselsülün iptali için: II/119-136.

31

Page 32: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-10...Bu muhteşem ve ince nizam gösteriyor ki insan gibi en üstün yaratılışa sahip bir

"İlim çinde de olsa alınız." hadisinin ravi zincirinin yer aldığı kaynağı verir misiniz?

Önce şunu belirtelim ki, bu hadis -değişik varyantlarıyla- zayıf kabul edilmiştir.(bk. Aclûnî, 1/138). Tabii ki ilmin fazileti ile ilgili -zayıf de olsa- bu hadisi kullanmakta bir beis yoktur. Çünkü, fezail-i amalde zayıf hadisle amel etmenin caiz olduğu husus, alimler arasında kabul görmüş bir hakikattir.

Bu hadisi rivayet edenlerden biri Beyhakî’dir: Hadisin rivayet zincirlerinden bir şöyledir:

“Beyhakî - Ebu Muhammed el-Asbahanî - Ebu Said b. Ziyad - Cafer b. Âmir el-Askerî - Hasan b. Atıye - Ebu Âtıke - Enes b. Malik - Resulullah (a.s.m)”.

Hadisin tamamı -mealen- şöyledir:

“İlim Çin'de de olsa ona tâlip olun. Çünkü ilim her Müslümana farzdır.”(Beyhakî, Şuabu’l-İman-Beyrut,1410, 2/253).

32