haftalık bülten - sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/pdf/haftalik-bulten-17...-...

26
1 Haftalık Bülten 17 Şubat 2012 www.sorularlaislamiyet.com

Upload: others

Post on 02-Mar-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

1

Haftalık Bülten

17 Şubat 2012 www.sorularlaislamiyet.com

Page 2: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

2

İçindekilerPeygamber Efendimizin ve dört halifenin yüzüklerinde ne yazıyordu, anlamları nedir? ..... 3

Yüce Allah´ın (c.c.) takva sahiplerinin işlerini yoluna koyacağı, dünya hayatında hayatlarını kolaylaştıracağı söylenmektedir. Ancak en azılı kafire de dünyada bol rızık bahşetmekte işlerini kolaylaştırmaktadır. Bunu nasıl yorumlamalıyız? ....................................................... 5

Kalbini inkara açık tutmak, anlamında bir ayet var mıdır? ...................................................... 6

Ala suresinin 6. ayeinde Rabbimiz, Peygamber Efendimize Kur’an’ı unutturmuyacağız diyor, ama siyer kaynaklarında Efendimiz’in bir gün namaz kıldırırken bir ayeti unuttuğu bildiriliyor? .................................................................................................................................. 7

Haşa sizin Rabbiniz Kutupları unutmuş mu da Kur’an’da bahsetmiyor, diyenlere ne demeliyim? .................................................................................................................................. 8

Kıyamet sadece dünyada mı kopacak, yoksa, güneş sisteminde Samanyolu galaksisinde de kopacak mıdır? Ahiret alemlerini ve içindekileri de etkileyecek midir? ............................... 10

Hz. Yakub (a.s.) kardeşi Ays'dan kaçarken gece yürüyüp gündüz gizlendiği için israil diye anılmıştır. Hz. Yakub’un, kardeşi Ays'dan kaçmasının sebebi nedir? ................................... 12

El-Metâlibü'l Âliye isimli hadis kitabı hakkında bilgi verir misiniz? ...................................... 13

Tekasür suresinde anlatılmak istenenleri açıklar mısınız? Kabirdekileri saymak ne demektir? .................................................................................................................................. 14

Bekar bir kadın hamile kalırsa ve o yüzden insanlar "zina yapmış" diye düşünürse ama kadın tecavüz edildiğini söylerse ne olur? .............................................................................. 16

Caferilerin namazın sonunda sağa sola dönmeden selam vermelerinin kaynağı var mıdır? Bütün ehli sünnet mezheplerinde sağa sola selam vermek var mıdır? ................................ 17

“Allah insana kaldıramayacağı yükü yüklemez” (Bakara, 2/286) ayetinin ahreti de kapsadığını söyleyemez miyiz? Ahirette kişinin kaldıramayacağı azabı yüklemesini beklememeliyiz. ........................................................................................................................ 18

Hapiste olan biri dinimize göre, kurban, zekat ve hacla yükümlü müdür? .......................... 19

Peygamberimizin başka bir şehir değilde özellikle İstanbul'un fethini müjdelemesinin zahiri sebeblerinin dışında İstanbul'u özel kılan bir hikmeti var mıdır? Neden diger önemli şehirler değil de istanbul? ........................................................................................................ 20

İslam dışı kaynaklarının ingilizceden türkçeye çevirisini yapmam doğru olur mu? Bunu yapıp aldığım ücret helal olur mu? .......................................................................................... 25

Rahatsızlığımdan dolayı doktora gittim, masturbasyon yapmam gerektiğini söyledi. Bu durumda caiz olur mu? ............................................................................................................. 26

Page 3: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

3

Peygamber Efendimizin ve dört halifenin yüzüklerinde ne yazıyordu, anlamları nedir?

Asr-ı Saadette, Hicaz bölgesinde yüzük kullanılmaktaydı, ancak yüzüğün kaşına mühür nakşedilmesi yaygın değildi.

Hicri yedinci senede Peygamber Efendimizin (asm) gümüş bir yüzük yaptırması ve kaşına mühür nakşettirmesiyle yaygınlık kazanmıştır. Peygamber Efendimiz bu yüzüğü hem takmış hem de yazışmalarda mühür olarak kullanmıştır. Daha sonra halifeler tarafından sürdürülen bu gelenek, zamanla çeşitli görevlerde bulunan idarecilere de şamil olmuştur.

Hadislerde yüzük, “hâtem” kavramıyla ifade edilmektedir. Aslında hâtem’in sözlük anlamı, mühür, damga, mühürlenen, son verilen… demektir. Bu kavrama yüzük anlamının yüklenmesi ise idarecilerin evrakları mühürlemek üzere kullandıkları yüzüğün kaşındaki mühre nispetledir. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs, 2/10)

Süyûtî, Kureyş ve Hicaz halkından ilk mektup mühürleyen kişinin Hz. Peygamber olduğunu söyler. (el-Vesâil, Beyrut 1406, s. 114)

Resûl-i Ekrem Kisrâ, Kayser ve Necâşî gibi yabancı devlet başkanlarına mektup yazmak istediğinde kendisine onların mühürsüz mektupları okumadıkları hatırlatılmış, o da yuvarlak siyah akik taşlı gümüş bir mühür (yüzük) edinmiştir. (Buhârî, Libâs, 52; Müslim, Libâs, 56, 58)

Gerek kaynaklardaki bil¬gilere gerekse mektuplardaki baskılarına göre bu mühürde altta "Muhammed" adı, ortada "resul" ve üstte "Allah" lafza-i celâli bulunacak şekilde istif edilmiş "Muhammed resûlullah" ibaresi yer alıyordu. (Buhârî, Li-bâs, 55; Tirmizî, eş-Şemâ'il, s. 46)

Hz. Peygamber, sadece yabancı devlet adamlarına yazdığı mektupları değil kendi âmillerine ve seriyye kumandanlarına gönderdiği mektupları ve yine iktâ yoluyla birine bir şey tahsis ettiğinde hazırlattığı belgeleri de mühürletirdi. (Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtibü'l-idâriyye, 1/204, 254)

Resulüllah (asm) helâya gireceğinde yüzüğünü çıkarırdığı (Tirmizî, Libâs 18) ve abdest alırken –suyun alta nüfuz etmesi için– yüzüğünü hareket ettirdiği (İbn Mâce, Tahâre 54) rivayet edilir.

Resûlullah'ın vefatından sonra bu mührü Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman kullanmış, ancak Hz. Osman onu Medine'deki Eriş Kuyusu'na düşürerek kaybetmiş ve yerine aynı ibareyi taşıyan bir yenisini yaptırmıştır.

Hulefâyi Râşidîn, Hz. Peygamber'in mührünü kullanmakla beraber kendileri de şahsî mühür yaptırmıştı. Mes'ûdî, bunlardan Hz. Ebû Bekir'in mühründe "ni'me'I-kâdiru Allah - Allah ne güzel kudret sahibidir.", Hz. Ömer'inkinde "kefâ bi'l-mev-ti vâizen - Ya Ömer nasihatçı olarak ölüm yeter", Hz. Osman'ınkinde "âmentü bil-lâhi'l-azîm – Azîm olan Allah’a iman ettim" ve Hz. Ali'ninkinde "el-mülkü lillâhi - Mülk Allahü tealaya mahsustur" ibarelerinin yazılı olduğunu bildirmektedir.

Page 4: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

4

Yine Mes'ûdî'nin eserinde Ömer b. Abdülazîz'in mühründe "li-külii amelin sevâb - her amelin sevabı vardır" veya "Ömer yü'minü billahi muhlisan – Ömer Allah’a samimi olarak iman eder" ibaresinin bulunduğu kayıtlıdır. (Mes'ûdî, et-Tenbih, s. 286, 289, 293, 297, 320)

Ayrıca, Hz. Hasan’ninkinde “el-İzzetü lillah - İzzet, şan, şeref Allahü tealaya mahsustur", Hz. Muaviye'ninkinde “Rabbiğfir-li - Ey Rabbim, beni mağfiret eyle”, İmam-ı A'zam Ebu Hanife’ninkinde, “Kul-il-hayr ve illa fes küt - Ya hayır konuş yoksa sus!”, İmam-ı Şafii’ninkinde “el-bereketü fil-kanaati - Bereket kanaattadır”, İmam-ı Yusuf’unkinde, “Men amile bi-re'yihi, Nedime - Kendi görüşüne göre iş yapan pişman olur”, İmam-ı Muhammed’inkinde “Men sabere zafera - Sabreden, zafere kavuşur”,yazılıydı.

Bazı mühürlerde iki turna arasına yerleştirilmiş hamdele, aslan ve kılıç kuşanmış insan gibi değişik motif ve figürler de yer alıyordu. (İbn Ebû Şeybe, Muşannef, Beyrut 1409, 5/190 vd.)

Bk. TDV İslam Ansklopedi, Mühür md. Abdülkadir Paksoy, Yeni Ümit, Efendimiz'in Yüzüğü ve Mührü, Sayı :74 Yıl:18. Rehber ansiklopedisi.

Page 5: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

5

Yüce Allah´ın (c.c.) takva sahiplerinin işlerini yoluna koyacağı, dünya hayatında hayatlarını kolaylaştıracağı söylenmektedir. Ancak en azılı kafire de dünyada bol rızık bahşetmekte işlerini kolaylaştırmaktadır. Bunu nasıl yorumlamalıyız?

İmtihan gereği olarak bazı sıkıntılar olsa da Allah'ın inayeti her zaman müminlerle birliktedir. Yine imtihan gereği olarak kafirler de bolluk içinde ve rahat içinde yaşayabilirler. Aksi durum olsaydı imtihanın bir anlamı olmazdı.

Dünyada iman edenler bolluk ve zenginlik içinde olsalar kafirler de fakirlik içinde olsalar hiç kafir kalmaz herkes iman etmek zorunda kalırdı. Bu durumda da imtihan diye bir şey olmazdı.

Bazen Allah'ın yardımı sıkıntı suretinde karşımıza çıkabilir. Şayet bazı sıkıntılarla karşılaşmasak gaflete dalıp cehennemlik olabiliriz. Demek ki bizi cehennemden alıkoyup cennete sevkeden sıkıntılar gerçekte sıkıntı değildir.

Kafirleri de azgınlaştırıp yoldan çıkartan rahatlık gerçekte rahatlık değildir. Meselenin zahirine değil hakikatine bakmak ve ona göre hadiseleri yorumlamak gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

İnsanların dünya nimetlerinden aldıkları paylardaki farklılık, ilâhî adalet yönünden nasıl yorumlanabilir?

Page 6: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

6

Kalbini inkara açık tutmak, anlamında bir ayet var mıdır?

İlgili ayetin meali şöyledir:

“Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle inkâr sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek gönlünü inkâra açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthiş bir azap vardır”(Nahl, 16/106)

Mümin ve Müslüman olduktan sonra inancından dönen, dinden çıkan insana mürted denir. Bu şekilde "kalbini inkâra açarak" yani kendi özgür iradesini kullanarak dinini terk edip dinsizliğe sapan veya başka bir dini benimseyen kimse, Allah'ın gazabına uğrayacak ve çok büyük bir azapla cezalandırılacaktır.

İman, esas itibariyle gönülden bir benimseme ve onaylama olduğu gibi, inkâr da aynı şekilde Allah'ın varlığını, birliğini ve Müslüman sayılmanın asgari şartları olan diğer iman esaslarını kısmen veya tamamen, bilerek ve isteyerek reddetmedir.

Bilgi için tıklayınız:

Nahl Suresi 106. Ayette geçen �Kalbi imanla dolu etme � konusunu açıklar mısınız?

Page 7: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

7

Ala suresinin 6. ayeinde Rabbimiz, Peygamber Efendimize Kur’an’ı unutturmuyacağız diyor, ama siyer kaynaklarında Efendimiz’in bir gün namaz kıldırırken bir ayeti unuttuğu bildiriliyor?

İlgili ayetlerin meali: “Bundan böyle sana Kur’ân okutacağız da sen unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O, size göre açık ve net olanı da, gizli olanı da pek iyi bilir”(A'la, 87/6-7)

- Söz konusu rivayetteki unutma olayı, ayette yer alan bu istisnanın misalidir. Bunun için ayet ile rivayet arasında bir çelişki yoktur.

- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki unutmak değil, tamamen unutup bir daha hatırlamamaktır. Böyle bir şey asla vuku bulmamıştır(bk. Kurtubî, İbn Aşur, ilgili ayetlerin tefsiri)

- Şunu da belirtmek ki, sadece unutma olaylarının değil, Resûlullah’ın hayatında görülen diğer bir kısım “Sehiv” ve “görüşünden dönme” gibi konuların açıklanmasında da baş vurulan önemli bir rivayeti burada hatırlatmamız gerekecek: “Ben muhakkak ki unutur veya unutturulurum, tâ ki sünnet koyayım.” (Muvatta, Sehiv, 2)

Hadis, senet yönünden eksik de olsa, mânâ yönünden sahihdir. (bk. Kadı Iyaz, Şifa, 2, 159)

Şu halde Hz. Peygamber’in nisyan, sehiv, hata gibi fiillerinde, dini kemale erdiren, Allah’ın, kullarına olan nimetlerini tamamlayan feyizler, bereketler, hikmetler vardır. Böylece, müminler unuttuğu zaman nasıl yapacaklarının uygulamasını Allah’ın Elçisi vasıtasyla öğrenmektedirler.

İlave bilgi için tıklayınız:

Peygamber Efendimizin unutması caiz midir? Ya da unuttuğu şeyler olmuş mudur?

Page 8: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

8

Haşa sizin Rabbiniz Kutupları unutmuş mu da Kur’an’da bahsetmiyor, diyenlere ne demeliyim?

Evvela, Kur’an’da -insanların heva ve hevesleri değil- Allah’ın sonsuz ilim ve hikmeti hâkimdir. Allah neyi nazara vereceğini, insanlar için neyin faydalı olduğunu en iyi bilendir.

Kur’an’ın en temel maksadı, Allah’ın birliğini, Hz. Peygamberin nübüvvetini, haşrin varlığnıı ispat etmek ve insanlık camiasında adalet ve kulluğu tesis etmektir. Kur’an’da yer alan diğer bütün hususlar bu maksatlara hizmet etmek üzere söz konusudur.

Delil iddiadan daha açık olmalıdır ki, muhataplar için ikna edici olsun. Kur’an’da fen bilimlerinin bahsettiği gibi, fenni bilgilerden detaylı bir şekilde bahsetmemesinin hikmeti budur. Eğer Kur’an 15 asır önce bu günkü fizik, astronomi, kimya, coğrafyanın meselelerini söz konusu etseydi, delil davadan daha kapalı olurdu ki, bu belagat açısından mantıkî bir üslup olmaktan çıkardı. Kutuplar konusu da buna dahildir.

Bununla beraber, Kur’an’da kutuplara da işaret eden ayetler olduğu gibi, hadis-i şerifte de bu konuda bilgiler vardır.

Niyazi Beki’nin Rahman suresi tefsirindeki şu bilgileri alıntılamakta fayda görmekteyiz:

“(O) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.”(Rhaman, 55/17)

Ayetteki "iki doğu-iki batı" ifadesi, birden çok gerçeğe işaret etmektedir:

a) Yukarıda geçen "Güneş ve Ay, bir hesap iledir." ayetinden anlaşılacağı gibi, “Güneş ve Ay’ın doğu ve batıları” demektir. (krş el-Hazin, VI/139; el-Alûsî, XXVI/105)

b) “Yaz ve kış mevsimlerinde günlerin uzayıp kısalmalarına göre doğular ve batılar” demektir. (ez-Zemahşerî, IV/445; el-Beydavî, VI/139)

Buna göre, ayette mevsimlerin her iki tarafı zikredilmiş ve bu iki uç kısımlar arasındaki her günkü doğu ve batı mefhumu insanların aklına havale edilmiştir. "Doğuların ve batıların Rabbine yemin olsun!" (Mearic, 70/40) ayetinde ise doğu ve batı keli¬meleri çoğul kullanılarak her günkü durumlarına işaret edilmiştir.

c) Yer’in küre şeklinde yuvarlak olması sebebiyle her yarım küre parçasına göre bir doğu, bir de batıya işaret edilmiştir. Buna göre, ayet, Dünya’nın yuvarlak olduğuna da delâlet etmektedir. Bunda doğu kabul edilen bir nokta aynı zamanda batı, batı kabul edilen bir nokta ise aynı zamanda doğu kabul edilir. (krş. İbn Aşur, XXVI/247; Yazır, VII/370-371)

d) Şafağın doğuşu ile güneşin doğuşu, güneşin batışı ile şafağın batışı... Bu görüş, İbn Abbas'a izafe edilmiştir. (krş. el-Alûsî, XXVI/105)

Bunu şöyle açıklamak mümkündür:

Yerküre’den çok büyük olan Güneş’in ışınları, Yerküre’nin kendisine dönük olan yüzüne isabet ettiğinde o taraf gündüz olur. Güneş ışınları, aynı zamanda Yerküre’nin iki yanından geçer gider. Bundan dolayı kürenin iki yanı, ışınların oraya tam isabet etmemesinden dolayı

Page 9: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

9

yarı aydınlık hâlde kalır. Yerküre’nin Güneş ışınlarına dönük olmayan kısmının ortaları ise tam karanlıktır. Neticede, yuvarlağımsı biçimde olan Yerküre’de tam aydınlık ve az aydınlık, tam karanlık ve az karanlık şeklinde bölümler ortaya çıkar. Böylece iki aydınlık ve iki karanlık meydana gelir ki iki doğu ile iki batı manası da anlaşılmış olur. (krş. Eminoğlu, Kur'an Işığında Kâinat, s. 88) Kur’an’ın bu ifadesinden altı ay gündüz, altı ay gece olan kutup yerlerini anlamak da mümkündür.

Deccal hadisi olarak bilinen hadiste Hz. Peygamber, “Deccal yeryüzünde 40 gün kalacaktır. Bu kırk günün bir günü bir yıl, bir günü bir ay, bir günü bir hafta, diğer günleri ise normal günleriniz gibi olacaktır.” diye buyurmuştur. (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20)

Bilindiği üzere, Kuzey kutup bölgesinde bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Güneye doğru gelinse bir ay güneşin batmadığı yerler görülür. Güneye doğru ilerledikçe, bir hafta boyunca güneşin batmadığı yerler görülecektir.

Page 10: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

10

Kıyamet sadece dünyada mı kopacak, yoksa, güneş sisteminde Samanyolu galaksisinde de kopacak mıdır? Ahiret alemlerini ve içindekileri de etkileyecek midir?

Her şeyin helak olacağını ifade eden ayetlerde yer alan helak kelimesinin ne anlama geldiği hakkında alimler arasında farklı görüşler vardır. Mesela, “Allah’ın zatından başka herşey helak olacaktır”(Ksas, 28/88) mealindeki ayette helak kavramı şu farklı anlamlarda algılanmıştır:

a. Helak, yok olmaktır. Buna göre ayet, Allah’tan başka her varlığın yok olacağına delalet etmektedir.

b. Helak, bir varlığın faydalı olma özelliğinin kaybolmasıdır. Buna göre ayet, kıyametin kopmasıyla her şey -bütün bütün yok olmamakla beraber- faydalı yönünü kaybedecek, kendisinden beklenen görevini yapamaz hale gelecektir.

c. Ayetteki helaktan maksat, Allah’tan başka bütün varlıkların yok olma kabiliyetinde olduğu gerçeğidir. Buna göre, ayette bütün varlıkları fiilen yok olacağından ziyade yoktan var edilmiş özelliği itibariyle tekrar yok olma imkânının var olduğuna işaret edilmiştir(krş. Razî, ilgili ayetin tefsiri)

- Burada “b” şıkkını tercih edenlerin elini güçlendiren bir delil de İbrahim suresinin 48. ayetidir: “Gün gelir, yer başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir. Bütün insanlar kabirlerinden kalkıp tek hâkim olan Allah’ın huzuruna çıkarlar”. Bu ayette yer ve göklerin -eski fonksiyonlarını yitirmekle beraber -yok olmadığı, ancak unsurlarının başka bir şekle girmekle yeni bir konum kazandığına işaret edilmektedir.(Razî, a.g.y).

- Mücahid, Sufyan-ı Sevrî gibi bazı alimler, buradaki helak kavramını tasavvufî bir anlam yüklemişler ve “Allah için olmayan her şey hakikatte yok hükmündedir. Allah için olan herşey de bekaya mazhardır” demişlerdir. (bk. İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri)

Özetle diyebiliriz ki, ayet ve hadislerde kıyametin tam olarak ne şekilde kopacağı, her şeyin yok olup olmayacağı konusu -detaylı bir şekilde- açıklanmamıştır. Bu konuda en açık ayetlerden biri bizim yukarıda söz konusu ettiğimiz ayettir. Görüldüğü gibi, alimler tarafından bu ayet de çok değişik şekilde açıklanmıştır. Bununla beraber İslam alimlerinin kabul ettiği genel kanaate göre, kıyamet -yalnız güneş sistemi için değil- bütün varlıklar için söz konusudur. Yukarıda geçtiği üzere, Kur’an’da kıyamet sahnelerinin yer ve göklerle ilişkilendirilmesi bunun göstergesidir.

- Üstad Bediüzzaman’ın “Allah’ın zatından başka her şey helak olur, âyetinin âhirete, Cennet'e, Cehennem'e ve ehillerine şümulü var mı, yok mu?” şekilndeki bir soruya verdiği cevap özetle şu anlamdadır:

Bazı alimler ayette ifade edilen yok olma manasının, cennet ve cehennemi içine alan beka aleminde olmayacağını söylüyorlar. Yani manay-ı muhalifi ile helak olma sadece maddi alemde tecelli edecek diyorlar.

Page 11: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

11

Bazı alimler ise; yok olma fiilinin maddi alemle beraber cennet ve cehennemi içine alan beka aleminde de olacağını, fakat; o kadar hızlı olacak ki, kimse yok olduğunun farkında olmayacağını ifade ediyorlar.

Bazı aşırı giden tasavvuf ehli zatların iddia ettiği gibi, mevcudat ve mahlukat mutlak anlamda hiçliğe ve yokluğa gitmiyorlar. Zira Allah’ın isim ve sıfatlarına aynedarlık yapan mevcudatın yokluğa gitmesine, ebedi olan isim ve sıfatları müsaade etmez. Bu sebepten dolayı varlığın yokluğa gidip tekrar geri gelmemesi düşünülemez.

Öyleyse konu iki şekilde açılanabilir:

1. Allah, öyle bir “Kadir”dir ki, yokluk ve varlık Onun kudretine ve iradesine göre, iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir. Varlıklar ve hiçbir şey hissetmeden bir anda yok ile var arasında gidip gelebilir. Bu da Allah’ın azamet ve kibriyası açısından mükemmel ve muazzam bir olaydır.

Ayrıca, mutlak anlamda yokluk diye bir şey yoktur. İki zıddın beraber bulunması aklen caiz değildir. Allah’ın mutlak varlığı; mutlak yokluk manasını ve kavramını zaten imkansız kılıyor. Zira mutlak varlık, yokluk manasını kabul etmez. Allah’ın sonsuz ilmi bütün varlıkları kuşattığı için, faraza bir eşya cismani vücut noktasından yok olsa bile, Allah’ın ilmindeki varlığı noktasından yine vardır. Yani her şeyin aslı ve özü vücud-u ilmîde vardır. Kelam alimleri, eşyanın bu varlık mertebesine ayan-ı sabit demişler. Yani; eşyanın Allah’ın ilmindeki tasarım ve proje halidir. Eşyanın kudret dairesinde olan harici vücutları gider, yerine ilim dairesindeki manevi vücutları kalır. Aslında eşyanın helak olması, kudret ve ilim sıfatları arasındaki ani bir gidiş geliş demektir.

2. Eşyanın manay-ı ismi ve manay-ı harfi olmak üzerek iki yüzü vardır. Manay-ı harfi; eşyanın Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olması ve o isimleri talim ettirmesidir ki, bu yüzü asla hiçlik ve yokluğa mahkum olamazlar. Zira isimler ebedi olmasından, onların aynası olan eşya da onunla birlikte ebediyete mazhardır.

Eşyanın diğer yüzü olan manay-ı ismi ise; Allah’ın isim ve sıfatlarına değil, kendi zatına ve nefse bakan yüzüdür. Ya da dinsiz ve inkarcının hevayi kurgusudur. Bu noktada kendi başına bir varlığa sahip olmadığı için, hiçliğe ve yokluğa mahkumdur. İşte ayette yokluğa mahkum olacak eşyanın, şu asılsız ve temelsiz geçici yüzüdür. (bk. Mektubat/15. mektup/6. Sual; 29. Mktup/9. kısım)

Page 12: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

12

Hz. Yakub (a.s.) kardeşi Ays'dan kaçarken gece yürüyüp gündüz gizlendiği için israil diye anılmıştır. Hz. Yakub’un, kardeşi Ays'dan kaçmasının sebebi nedir?

Anlatıldığına göre Ays ile hz. Yakub ikiz idiler. Ve aralarında kıskançlık bulunmakta idi. Bu sebepten dolayı Ays kardeşine, "Babamızın vefatından sonra seni öldürürüm." diye tehdit savurmuştu.

Anaları, Ays'ın Yakub'u ölümle tehdit ettiğini duyunca oğlu Yakub'a Harran'da yaşamakta olan kardeşi ve Yakub'un da dayısı olan Laban'ın yanına gitmesini, kardeşi Ays'ın öfkesi yatışıncaya kadar orada kalmasını, Laban'ın kızlarından biriyle evlenmesini tavsiye etti. Kocası İshak'tan da Yakub'a bu yolda tavsiyede bulunmasını, ona dua etmesini istedi. Kocası da isteğine uydu.

Yakub (a.s.) da o gün akşam vakti yola çıktı. Yolda gece bastırınca bir yerde uyudu. Bir taşı alıp yastık gibi başının altına koydu ve uzanıp uykuya daldı. Rüyasında yerden göğe doğru uzanan bir merdiven gördü. Bazı melekler merdiven üzerinde inip çıkıyorlardı. Kutlu ve Yüce Rab da ona hitaben şöyle diyordu: "Seni mübarek kılacak ve soyunu çoğaltacağım. Üzerinde bulunduğun bu yerleri sana ve senden sonra haleflerine vereceğim."

Uykudan uyandığında gördüğü rüyadan ötürü sevindi. Ailesine salimen döndüğü takdirde, uyuduğu şu yerde onur ve üstünlük sahibi Allah için bir mabed inşa etmeyi, buralardan elde edeceği ürünün onda birini Allah için vermeyi adadı. (Tarih-i Taberî, I, 224.)

Daha sonraları Ays'ın öfkesi yatışmış ve hz. Yakub ile barışmışlardır.

(bk. İbn Kesîr, El Bidaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 1/285)

Page 13: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

13

El-Metâlibü'l Âliye isimli hadis kitabı hakkında bilgi verir misiniz?

El-Metâlibü'l Âliye isimli hadis kitabı, ünlü hadis âlimi ve hafızı İbn Hacer el-Askalani'ye (ö. 852/1449) aittir. Sehâvi'ye göre İbn Hacer, hadis başta olmak üzere çeşitli ilimlere dair 150'den fazla eser kaleme almıştır.

El-Metâlibü'l - Âliye Bizevâidi'l - Mesânîdi's - Semâniye:

Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî, Müsedded b. Müserhed, Ebû Bekir b. Ebû Şeybe, İbn Ebû Ömer, Ahmed b. Menî', Abd b. Humeyd, Haris b. Ebû Üsâme, İshak b. Râhûye ve Ebû Ya'lâ el-Mevsılî'nin el-Müsned'lerinde bulunduğu halde Kütüb-i Sitte ile Ah-med b. Hanbel'in el-Müsned'inde yer almayan 4702 hadisin konularına göre düzenlendiği bir eserdir.

Hadis ilmi ve edebiyatında müstesna bir yere sahip bulunan müellif İbn Hacer, hadislerin sıhhat durumu ve senedler hakkında bilgiler de vermektedir.

Çalışmaya esas alınan eserlerin bir kısmının günümüze kadar gelmemiş olması sebebiyle değeri daha da artan el-Metâlibü'l-'âliye Habîbürrahman el-A'zamî tarafından dört (Kuveyt 1390-1393/1970-1973, 1393/1973), Yûsuf Abdurrahman el-Mar'aşlî tarafından son cildi fihrist olmak üzere beş cilt (Beyrut 1407/1987) halinde yayımlanmıştır. Ayrıca Ömer b. Garâme el-Amravî, el-Etrâfü's-seniyye li-Mecmai'z-zevaid ve'l-Metâlibi'l-'âliye adlı hacimli çalışmasında (Riyad 1406) eserin fihristini hazırlamıştır.

Eseri tahkîk eden Habiburrahman el-A'zamî, hadisin sahih, hasen veya râvilerinin sika olduğunu ilk bakışta anlamak için hadis rakamlarının başına yuvarlak bir yıldız işareti koymuştur.

bk. T.D.V. İslam Ansiklopedisi, İBN HACER el-ASKALÂNÎ mad., İstanbul 1999, c. 19, s. 521. Doç. Dr. İsmail Lütfi Çakar, Hadis Edebiyâtı, İfav Yayınları, s. 119-120.

Page 14: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

14

Tekasür suresinde anlatılmak istenenleri açıklar mısınız? Kabirdekileri saymak ne demektir?

Tekasür suresi, mushaf'taki sıralamada yüz ikinci, iniş sırasına göre on altıncı sûredir, Kevser sûresinden sonra, Mâûn sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Medine'de indiğine dair rivayet de vardır. (bk. Buhârî, "Rikak" 10; Şevkânî, V, 575)

Sûre adını birinci âyette geçen ve "çokluk yarışı, çoklukla övünme" anlamlarına gelen "Tekâsür" kelimesinden almıştır. "Elhâküm" ve "Makbûre" isimleriyle de anılmaktadır. ( İbn Âşür, XXX, 517)

Sûrede insanların, hayatın aldatıcı yönleriyle meşgul olmalarından, dünya malını biriktirmeye olan düşkünlüklerinden ve âhiret hallerinden söz edilmektedir.

Tekasür Suresinin meali:

1. Çoğaltma yarışı sizi o derece oyaladı ki, 2. Sonunda (kimin yakını daha çok diye) kabirlere bile gittiniz. 3. Hayır! Yakında bileceksiniz! 4. Hayır, hayır! Elbette yakında bileceksiniz. 5. Hayır! Keşke kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız! 6. Yemin olsun, cehennemi mutlaka göreceksiniz! 7. Sonra kuşkusuz onu gözünüzle ayan beyan göreceksiniz. 8. Nihayet o gün nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz.

Ayetlerin açıklaması:

1-5. "Çoğaltma yarışı" diye çevirdiğimiz 1. âyetteki "tekâsür" kelimesi, bu sûre bağlamında özellikle "yüksek bir amaç gütmeden, nedenine niçinine bakmadan mal, evlât, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, manevî ve ahlâkî sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak" anlamına gelmektedir.

Bu tutku bireysel olabileceği gibi toplumsal da olabilir. Âyette "tekâsür" kavramı Câhiliye toplumunun zihniyet yapısını tanıtmakla birlikte daha genel olarak evrensel bir mesaj içermekte, genel bir tespit ve dolayısıyla uyarı anlamı da taşımaktadır.

Nitekim birkaç asırdır özellikle "gelişmiş" denilen ülke ve toplumlarda hakim zihniyet olan kapitalizmin esası da durmadan üretmek, tüketip tekrar üretmek, kârı ve serveti sınırsızca çoğaltmaktır. İşte bu dünya görüşü ve onun doğurduğu uygulamalar da bu "çoğaltma yarışı"nın çağdaş örneğidir. Ancak insanlığın manevî ve ahlâkî değerlerini, birikimlerini sis-tem dışı bırakan, hatta tahrip eden bu yarış, sonuçta ekonomik ve siyasî gücü, iletişim imkânlarını da kullanarak bireysel ilişkilerden uluslar arası ilişkilere kadar uzanan bir haksızlık ve adaletsizlik düzeni doğurmakta ve nihayet dünyayı "global" bir mutsuzluk alanı haline getirmektedir.

2. âyetteki "mekabir" kelimesi "kabir" anlamındaki "makbere"nin çoğuludur. "Sonunda kabirleri ziyaret ettiniz" mealindeki cümleye müfessirler üç türlü mâna vermişlerdir:

Page 15: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

15

a) Mecazî anlamda, "Sonunda ölüp kabirlere girdiniz".

b) Yine mecazî anlamda, "Kabirlerdeki ölülerle övündünüz"

c) Lafzî anlamda, "Bizzat kabirlere gidip ölülerle övündünüz".

Tefsirlerde anlatıldığına göre Câhiliye Arapları mal, evlât, akraba ve hizmetçilerinin çokluğunu bir gurur ve şeref sebebi sayarlar, hatta bu hususta övünürken yaşayanlarla yetinmeyip kabilelerinin üstünlüğünü geçmişleriyle de ispat etmek için kabirlere gider, ölmüş akrabalarının kabirlerini göstererek onların dahi çokluğuyla övünürlerdi. Sûrenin iniş sebebi olarak bu tür rivayetler anlatılmış olmakla birlikte genel anlamda insan fıtratındaki mal, evlât ve taraftarların çokluğu ile övünme vb. davranışlar eleştirilmekte, gerçek üstünlüğün âhirette ortaya çıkacağı belirtilmektedir.

3-5. âyetlerin başındaki "hayır" anlamına gelen "kellâ" edatı, ebedî olan âhiret hayatını, orada verilecek hesabı ve bu hesap için hazırlık yapmayı unutup da fani olan ve ancak daha yüksek amaçlar için kullanıldığında bir değer ifade eden mal mülk vb. imkânları bilinçsizce çoğaltma yarışına girişip bunlarla övünmenin korkunç bir yanılgı olduğu gerçeğini pekiştirmek maksadıyla üç kez tekrar edilmiştir.

5. ayette "kesin bir bilgi" diye çevirdiğimiz "ilme'l-yakîn" tamlaması sözlükte "bir şeyi gerçek haliyle idrak etmek" anlamına gelen "ilim" ile "gerçeğe uygun kesin bilgi" anlamındaki "yakîn" kelimelerinden oluşan bir terim olup "kesin olan aklî ve nakli delillerin ifade ettiği bilgi" diye tarif edilmiştir.

6-8. "... gözünüzle ayan beyan göreceksiniz" diye çevirdiğimiz kısımdaki "ayne'l-yakîn" tamlaması sözlükte "göz" anlamına gelen "ayn" ile "gerçeğe uygun kesin bilgi" anlamındaki "yakîn" kelimelerinden oluşan bir terim olup gözlem yoluyla elde edilen ve doğruluğu apaçık olan bilgiyi ifade eder.

Ayne'l-yakîn ile elde edilen bilginin İlme'l-yakîn ile elde edilenden daha üstün ve kesinlik derecesi daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah dünya hayatında mutlak gerçeği kabul edip de âhiret için hazırlık yapmayan, aksine fani şeylere aldanıp onlarla başkalarına karşı övünenlerin âhirette cehennem azabıyla cezalandırılacağını yemin ederek haber ver-miştir.

6. âyette "Cehennemi mutlaka göreceksiniz" ifadesinin mecazî bir görme şeklinde anlaşılmaması için 7. âyette "Onu ayne'l-yakîn olarak, gözünüzle ayan beyan göreceksiniz" buyurulmuş; böylece hem tehdit pekiştirilmiş hem de cehennem olayının büyüklüğü ifade edilmiştir. (Ebû Hayyân, VIII, 508)

8. âyet ise Allah'ın verdiği nimetlerin şükrünü yerine getirmek üzere O'nun yolunda ve emret-tiği şekilde değerlendirmeyip de onları başkalarına karşı övünme ve kendini üstün görme aracı yapanların bu nimetlerden hesaba çekileceklerini, sonuçta cehennem azabıyla şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını göstermektedir. (bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu:V/635.)

İlave bilgi için tıklayınız: İnanmak ile yakinen inanmanın arasındaki fark nedir?

Page 16: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

16

Bekar bir kadın hamile kalırsa ve o yüzden insanlar "zina yapmış" diye düşünürse ama kadın tecavüz edildiğini söylerse ne olur?

1. Zina suçu, ya ikrarla ya da dört şahitle sabit olur. Buna göre evli olmadığı halde hamile kalan bir kadına, kendi ikrarı olmadığı sürece had cezası uygulanmaz. Ayrıca, suçlu olduğu başka bir delille sabit görülmedikçe, sırf hamileliğinden dolayı tazir cezası verilemeyeceği gibi, zina dışında başka bir yolla hamile kaldığını söylemesi halinde bunu ispatlaması da istenmez. Çünkü kadının cinsel ilişki dışında başka bir yolla hamile kalması mümkündür.

2. Irza geçme, İslam hukukunda zina ile aynı olmayıp farklı hükümlere tabidir. Zina eden erkek veya kadına ceza uygulanabilmesinin şartlarından biri de zinanın rıza ile yapılmış olmasıdır. Zinaya zorlanan kadına had cezası gerekmediği konusunda İslâm bilginleri görüş birliği içindedirler. Ayrıca, zinanın ispatında dört şahit arandığı halde, ırza geçmede şahitlerin adedinin dört olması zorunlu değildir.

Kadının tecavüze uğramış olduğuna şahitlik edenlerin adedi, dörtten az ise bu durumda mütecavize tazir cezası uygulanır. Kadının, tecavüze uğradığını ispatlayamaması halinde ise, kendisine kazf (zina iftirası) cezası gerekmez.

3. Zina ve ırza tecavüz suçları için öngörülen cezalar Allah'a ait haklardandır. Topluma karşı işlenen bir suç olduğu için de toplum haklarından sayılmıştır. Bu itibarla, mütecavizin cezalandırılması için mağdurun davacı olması şart değildir; mağdurun şikayeti söz konusu olmasa bile, suçun sabit olması halinde mütecaviz cezaya çarptırılır.

Tecavüze uğrayan bir kadın, bu fiile rızası olmadığından manen sorumlu olmaz. (bk. Buhârî, Hudûd, 22) Ailesi ve yakın çevresinin kendisine şefkatle muamele etmesi gerekir. Çünkü mağdur durumundadır. Böyle bir durumda evli kişilerin nikahına da bir zarar gelmez. (bk. ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, V, 400-402; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 191-273)

Bilgi için tıklayınız:

Irza geçmenin (tecavüzün) cezası nedir?

Tecavüze uğrayan bir kadının doğurduğu çocuk ne yapılmalı? Anne, çocuğu istememe bir kuruma verme özgürlüğüne sahip midir?

İnsanlara tecavüz eden, sapıtan kişileri kısırlaştırmak, hadım etmek günah mıdır?

Tecavüze uğramış kişi kürtaj yaptırması caiz midir?

Page 17: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

17

Caferilerin namazın sonunda sağa sola dönmeden selam vermelerinin kaynağı var mıdır? Bütün ehli sünnet mezheplerinde sağa sola selam vermek var mıdır?

Caferilerin görüşlerine uygun şöyle bir hadis rivayeti vardır. İbn Mace’nin yaptığı rivayet göre, "Peygamberimiz, başını sağa-sola çevirmeden bir kere selam verirdi”(bk. Neylu’l-Evtar, 1-2/590). Ancak bu rivayetin senedinde Abdul-Muheymin adında bir kişi vardır ki, Buharî ve Nesaî onun rivayetinin kabul edilemeyeceğini beyan etmişlerdir(bk. Neylu’l-Evtar, a.y.)

Dört mezhebe göre de selam hem sağa hem de sola verilir. Hanefilere göre, selam farz değil, vaciptir. Malikî ve Şafiilere göre, ilk selam farzdır, ikinci selam sünnettir. Hanbelilere göre ise, her iki selam da farzdır(el-Fıkhu’l-İslamî, 1/671-72).

Selamın her iki taraftan da verileceğini kabul eden İslam alimlerinin sağlam delilleri vardır. Bunlardan biri, Müslim, Ahmed b. Hanbel, Nesaî ve İbn mace’nin rivayet ettiği şu hadistir:

Amir b. Sad babasından aktarıyor; babası Sad demiş ki, “Ben Resulullah’ın hem sağ hem sol tarafa selam verdiğini görüyordum. Hatta selam verirken yanaklarının beyazlığı görünürdü”(bk. Neylu’l-Evtar, 1-2/586).

Aynı hadisin manasını Buharî dışındaki kütübü sitte imamları da İbn Mesud’dan nakletmişlerdir. Ve Tirmizî hadisin sahih olduğunu belirtmiştir(Neylu’l-Evtar,a.y.)

İlave bilgi için tıklayınız:

Namazın sonunda sağa-sola selam verirken, kime selam vermekteyiz? Bu selamın manası nedir ve neden selam veriyoruz? Meleklere veriyorsak onların selama ihtiyaçları var mı?

Page 18: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

18

“Allah insana kaldıramayacağı yükü yüklemez” (Bakara, 2/286) ayetinin ahreti de kapsadığını söyleyemez miyiz? Ahirette kişinin kaldıramayacağı azabı yüklemesini beklememeliyiz.

Ayetten ahiret azabını da çıkarmanın isabetli olduğu kanaatinde değiliz. Çünkü evvela bu ayette söz konusu edilen ve bizim “yük yüklemez” diye tercüme ettiğimiz kelimenin Arapçası “la yükellifu”dur. Teklif kavramı, üstten gelen bir emir doğrultusunda kişinin yapması gereken bir görevdir. İslam’da “Efâl-i mükellefîn” denilen fiiller olarak adlandırılmaktadır.

O halde ayette söz konusu olan, “tekâlif-i diniye” denilen dinî görevlerdir. Ayetin açık manası şudur: “Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir teklif yapmaz/bir görev yüklemez.”

Nitekim İbn Abbas bu ayeti şöyle tefsir etmiştir: Ayette söz konusu edilen yükümlüler müslümanlardır. Allah onlara din işlerini kolaylaştırmıştır. “Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez.”(Bakara, 2/185), “Din konusunda, size hiçbir zorluk da yüklemedi”(Hac, 22/78), “Onun için gücünüz yettiğince Allah’a karşı gelmekten sakının”(Tegabun, 64/16) mealindeki ayetlerden de bu manayı anlamak mümkündür(bk. Taberî, İbnu’l-Münzir, ilgili ayetin tefsiri).

Kaldı ki, “Girin oraya!(yani; Cehenneme). İster dayanın, ister dayanamayın, artık hepsi bir! Siz sadece ne yaptıysanız onun karşılığını bulacaksınız.”(Tur, 52/16) mealindeki ayet ve benzeri ayetlerin ifadeleri bu konuda açıktır.

Page 19: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

19

Hapiste olan biri dinimize göre, kurban, zekat ve hacla yükümlü müdür?

Hapiste olmamak haccın edasının şartlarındandır. Yani bu durum hac mevsimine denk gelmesi halinde eda yükümlülüğü gerçekleşmez. Buna göre hac aylarında hapishanede olan kişi -diğer şartlar oluşsa bile- hac ile yükümlü olmaz.

Zekata ve kurban kesmeye gelince; mali ibadetlerde vekalet caiz olduğundan, vekalet verme imkanı varsa ve diğer şartlar da gerçekleşmişse; zekat, kurban ve diğer mükellefiyetlerle de sorumludur.

Page 20: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

20

Peygamberimizin başka bir şehir değilde özellikle İstanbul'un fethini müjdelemesinin zahiri sebeblerinin dışında İstanbul'u özel kılan bir hikmeti var mıdır? Neden diger önemli şehirler değil de istanbul?

Peygamber efendimiz (asm), sadece İstanbul'un değil, İslama, Müslümanlara ve insanlığa hizmete vesile olacak başka önemli yerlerin de fethedileceği müjdesini vermiştir. Fethedilmeden önce, örneğin Mekke’nin, Hayber’in, Irak’ın, Kudüs’ün (Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ 1/678, 679), Şam’ın(Vakidi, Megazi, 2/450), İran’ın(Ahmed b. Hanbel, 4/303), da fethedileceğini haber vermiş ve haber verdiği gibi çıkmıştır.

Bu durum öncelikle, buraların fethine bir teşvik olduğu gibi, Hz. Peygamber'in peygamberliğine de birer delil ve kanıttır.

İstanbul üzerinde fazlaca durulması, bu fethin sadece Müslümanlar ve İslam alemi için değil, bütün Dünya'ya maddi ve ve manevi kazanımlarından kaynaklanabilir.

Ayrıca, ilgili hadiste İstanbul'u fethedecek komutana ve ordusuna özel bir övgü vardır. Bu durum da İstanbul'u fetheden komutan ve ordunun temsil edildiği Osmanlı Devletine bir övgüdür. Osmanlı Devleti de yaptığı hizmetlerle bu övgüye layık olduğunu göstermiştir. Nitekim, Maide Suresinin 54. ayetinde geçen "Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar. Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar...” mealindeki ayete mazhar ve masadak olanlardan birinin Osmanlı Devleti olduğu söylenmiştir. (bk. (Elmalılı, ilgili ayetin tefsiri; Nursi, Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup)

İşte bu özelliklerinden ve aşağıda verilecek bilgilerden dolayı, İstanbul'un fethine özel bir önem verilmiştir, Hz. Peygamber de (asm) Komutanı ve Ordusunu övmüştür.

Fethin Dünyaya Ve İslâm Âlemine Kazandırdıkları

Fethin kazandırdıklarını, maddî ve manevi açıdan ele almak gerekirse de, biz her ikisini mezc ederek, bazı mühim neticelerine işâret edeceğiz:

1- Fethin Hukukî Neticeleri

Bilindiği gibi, İstanbul’un fethinden evvel burada Bizans Hâkimiyyeti söz konusuydu ve Hristiyan lık boyasıyla boyanmış Roma Hukuku tatbik ediliyordu. Fâtih Sultân Mehmed, İstanbul’u Allah’ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fethedince, bu beldede yeni bir hukuk sistemini yürürlüğe soktu ve bu hukuk sistemi İslâm Hukuku idi. Daha evvel, Bizanslıların vergi, can ve namus konusundaki hak ihlâllerinden bıkan İstanbul ahalisi, Yahudisi ve Hristiyanı ile, İslâmın adâlet düsturlarının bizzat Padişah tarafından da uygulandığını ve kendilerinin İslâmın teminâtı altında İstanbul’da daha rahat hayat yaşayacaklarını anlayınca, Fâtih’in fetih hareketine direnmek şöyle dursun, çok kısa bir zamanda tam bir şekilde intibâk ettiler. Fetih sırasında yaşanan bazı müşahhas misaller:

Page 21: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

21

İstanbul'daki Kiliselerin Varlığı Fâtih'in Müsamahasının Eseridir

İslâm devletler hukukunun hükümlerine göre, sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i kitâba ait mabedlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise, durum tam tersinedir. Yani İslâm hükümdarı, isterse, başka dinlere ait bütün mabedleri yok eder ve gayr-i müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul, tamamen savaş yoluyla fetholunmuştur. Ayasofya'nın ve benzeri bazı kiliselerin camiye çevrilişinin meşrutiyet sebebi zikredilen hükümdür(Cin, Halil/Akgündüz, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, 1/393 vd).

Bu hüküm, İstanbul çapında tatbik edilseydi, İstanbul'daki bütün kilise ve havraların yıkılması gerekirdi. İstanbul'u Allah 'ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fetheden Fâtih Sultan Mehmed, Ayasofya'yı cami haline getirdikten sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul eder. Papaz ve hahamlar heyeti, İstanbul'u savaşla fethettiğini, dilerse İstanbul'da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını, bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu Fâtih'e ifâde ederler; ancak kendisine, kendilerine ve mabedlerine karşı İstanbul'un sulh yolu ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu mânâya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir. Çevresindeki din âlimlerine danışan Fâtih Sultan Mehmed, bu isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilenlerin dışında kalan kilise ve havralara, hakkı olduğu halde müdahale etmemiştir.

Günümüze kadar yaşayan kilise ve havraların gerçek sırrının, Fâtih'in din ve vicdan hürriyeti anlayışı olduğunu, Osmanlı Devleti'nin şanlı Şeyhülislâmı Ebussuud Efendi, verdiği bir fetvada vuzuha kavuşturmaktadır Bu fetvanın orijinali aynen şöyledir:

"Merhûm Sultan Muhammed Hân -Aleyh'ir-rahmetü vel'ğufrân- hazretleri, Mahmiye-i İstanbul'u ve etrafındaki karyeleri anveten feth eylemiş midir? El-Cevab: Ma'ruf olan anveten fetihdir. Amma kenais-i kadime sulhen fethe delâlet eder. Sene hamsin ve erba'ın ve tis'a-mi'e (945) tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne bulunup Yehud ve Nasara tâifesi el altından Sultan Muhammed Hân ile ittifak edüp Tefrûk'a nusret etmeyecek olub Sultan Muhammed dahi anları seby etmeyüp halleri üzere mukarrer edecek olub bu vechile feth olundu deyu şahadet edüp bu şahadet ile kenâis-i kadîme hali üzere kalmıştır. Ketebehu Ebussuud"(Ebussuud, Ma'ruzat, İst. Üniv. Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar No: 1798, vrk. 130/a-b).

Görülüyor ki, Fâtih Sultan Mehmed'in Sırbistan'da tatbik edeceğini vadettiği "Her caminin yanına birer kilise inşasına müsaade" durumu, İstanbul'da da tatbik olunmuştur. Fener'de Abdi Subaşı Mahallesindeki Caminin bitişiğinde Rum Patrikhanesi ile kilisenin mevcudiyeti, Osmanlı Devleti'nin gerçek mânâda din ve vicdan hürriyetini göstermiyor mu? Edirnekapı Caddesinin son kısmında yer alan Mihriman Sultan Camii'nin hemen karşısında bir Rum kilisesinin inşasına müsaade etmek, bu hürriyetin maddî delillerinden değil midir? Müslümanların gayr-i müslimler hakkındaki ulüvv-i cenab ve müsamahasına karşılık, gayr-i müslim devletlerin geçmiş asırlarda, özellikle Endülüs'de; son asırlarda ise Osmanlı hâkimiyetinden çıkan memleketlerde kalan müslüman ahaliye reva gördükleri muâmeleler, tamamen din ve vicdan hürriyetini ihlal ettiğinden, mukayese bile edilemez. İşte fethin hukukî neticelerinden bir tanesi(Osman Nuri, Mecelle -i Umur, 1/217-218).

Fâtih Sultân Mehmed, günümüzdeki Avrupalılar gibi çifte standartlı davranmamıştır. Nazarî planda vadettiğini, uygulamadaki bazı hatalar dışında aynen tatbik etmiştir. Bunun canlı bir misalini, zimmîlere tanınan hakları yazılı bir emir ve ahidnâme haline getiren Fâtih Sultan

Page 22: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

22

Mehmed'in fetihden sonra İstanbul Galata’daki gayr-i müslimlere verdiği fermânında bulunan şu cümlelerden anlıyoruz:

"Ben Ulu Padişâh ve ulu şehinşâh Sultan Muhammed Hân bin Sultân Murâd'ım. Yemin ederim ki, yeri göğü yaradan Perverdiğar hakkı içün ve Hazret-i Resûlün -Aley'is Salâtü Ve's-Selâm- pâk, münevver, mutahhar ruhu içün ve yedi Mushaf hakkı içün ve yüz yirmi dörtbin peygamberler hakkı içün, dedem ruhîçün ve babam ruhîçün, benim başım içün ve oğlanların başîçün, kılıç hakkîçün, şimdiki hâlde Galata'nın halkı;

1. Kendülerin âyinleri ve erkânları ne vechile câri olagelirse, yine ol üslûb üzere âdetlerin ve erkânların yerine getüreler. Ben dahi üzerlerine varub kal'alarını yıkub harâb etmeyem.

2. Buyurdum ki, kendülerin malları ve rızıkları ve mülkleri ve mahzenleri ve bağları ve değirmenleri ve gemileri ve sandalları ve bilcümle metâ'ları ve avretleri ve oğlancıkları ve kulları ve câriyelerin kendülerin ellerinde mukarrer ola, müte'ârız olmayam ve üşendirmeyem.

3. Anlar dahi rençberlik edeler. Gayrı memleketlerim gibi deryâdan ve kurudan sefer edeler, kimesne mâni ve müzâhim olmaa, mu'âf ve müsellem olalar”.

Fetihden sonra asırlarca İstanbul’da tatbik edilen bu ulvî esaslardan dolayıdır ki, hâlâ o günün gayr-i müslim nüfusunun torunları İstanbul’da oturup ticâret yapabilmektedirler ve maalesef müsâmahası ile yaşadıkları Osmanlı ecdâdımıza da hakâret etme cesâretini kendilerinde bulabilmektedirler.

Netice olarak, daha evvel Bizanslıların keyifleri ile başbaşa yürüyen Roma Hukukunun eskimiş kâideleri ve adâlet yerine zulüm dağıtan Bizanslı hâkimler ile hayatını devam ettiren İstanbul Şehri, fetihden sonra, bırakınız insan haklarını karıncanın dahi hukukuna tecâvüz ettirmeyen İslâm Hukuku gibi mükemmel bir hukuk sistemi ve Mahkemede Fâtih ile Rum ustayı aynı iskemleye oturtan Hıdır Bey gibi hâkimleri bulmuştur.

İslâm Hukuku nun hükümlerini derleyen fıkıh kitaplarındaki şer‘î hükümlerin tatbiki yanında, İslâm Hukukunun ülül-emr e tanıdığı içi boş yasama yetkisi kullanılarak başta Devlet Teşkilâtı Kanunnâmesi olmak üzere, 80 küsur Kanunnâme hazırlamak da, yine fethin meyveleri arasında yer alıyordu ve bu uygulama İslâm Hukuk tarihinde ilk idi.

2- Fethin İlim Alanındaki Neticeleri

İstanbul fethedildiği zaman, buradaki hristiyan ilim adamları hâlâ papazların tesirinde idiler ve hâlâ dünya yuvarlaktır diyenlere kem gözlerle bakmakta idiler. Zaten parlak bir ilim hayatından da bahsedilemezdi. Fetihle beraber, İstanbul ilim aleminin ve özellikle de dünyanın çevresini metre metre ölçmeye çalışan Hoca Çelebi’lerin, Molla Fenârî’lerin ve benzeri allâmelerin merkezi ve otağı haline geldi. Daha evvel eğlencelere ve gayr-ı meşru âlemlere sahne olan İstanbul Sarayları, fetihden sonra ilmî tartışmalara ve her çeşit ilimde yazılan hârika eserlerin devlet büyüklerine takdim ihtifâllerine sahne olmaya başladı.

Dünya’nın ilk büyük Üniversitelerinden biri olan Fâtih Külli’yesi, fethin mühim bir meyvesiydi. Bu Üniversite’de ders kitâplarından biri İbn-i Sina’nın El-Kanun Fit-Tıb adlı dev eseri olan Tıbbıye’den tutun da, ders kitâplarından biri Seyyid Şerif Cürcânî’nin Şerh’ül-Mevâkıf adlı kelâm ve felsefe ansiklopedisi olan Medreselere kadar her çeşit ilim okutulmaktaydı. Avrupa’daki Rönesans hareketleri, İstanbul’un fethi ve İstanbul’a getirdiği

Page 23: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

23

ilmî havanın tesiriyle başlamıştı. Zira sadece dinî ilimler değil, bilinen ve herkesçe duyulan Fâtih’in toplarını dökecek teknik elemanları yetiştirecek ilim yuvaları İstanbul’da kurulmuştu.

Avrupa nefis muhâsebesi yapmaya başlamıştı. Fâtih’e İstanbul’u fethettiren İslâmın teşvikiyle sonuna kadar açılan ilim kapıları ve ilim adamlarına hürmetiydi. Kendilerini İstanbul’dan çıkaran ise, dünya dönüyor diyen ilim adamlarını idam edecek kadar cehlin gayyâ kuyusuna dalmalarıydı. Yani Avrupa’daki Rönesans hareketleri, denilebilir ki, İstanbul’un fethiyle başladı. Böylece İstanbul’un fethi, cehâlete esir düşen Avrupa’nın da ilim tarafından fethi demekti.

Fetihden sonra İstanbul, bütün alanlardaki ilim adamları için, hicret edilmesi şart olan bir vatan haline gelmişti.

3- Fethin Siyâsî Ve Sosyal Alanda Kazandırdıkları

Bilindiği gibi, Osmanlı devleti, Osman Bey ve Orhan bey zamanlarında devlet değil bir beylikti. Osmanlı’nın başında bulunanlara sultân veya Padişah değil, bey veya eski tabirle Emîr-i Kebir denmekteydi. I. Murâd Hüdâvendigâr, kendisine Sultân ünvânını verdiyse de, başta Osmanlı’nın manen hâkimi durumunda olan Memlüklüler olmak üzere, hâricî devletler, Osmanlı Devletini müstakil bir devlet olarak görmüyorlardı ve yazışmalarında bahsettiğimiz Emir-i Kebir ünvânını kullanıyorlardı(bk. Feridun Bey, Münşeât, Fâtih Devri Fermânları). Bu durumu, Yıldırım Bâyezid kısmen yıkmıştı ki, malum Timur hâdisesi ve fetret devri başladı. İşte Osmanlı Devleti tabirini, hem içeride ve hem de dışarıdaki bütün kesimlere karşı kabul ettiren, İstanbul’un Fâtih tarafından fethi idi ve artık yıkıldığı güne kadar, Osmanlı Devlet-i Aliyyesi tabiri dost ve düşmanın dilinden düşmedi.

O halde diyebiliriz ki, Osmanlı Devleti, fetih ile devlet haline geldi.

İstanbul’u Dünyanın tek süper devletinin başşehri haline getiren fetih hareketinin, sosyal açıdan da İstanbul’da bir süper değişiklik yaptığını ifâde edebiliriz. Evvela İstanbul’da yaşayan insanlar, asırlarca devam edecek bir huzur ve adâlet ortamı ile tanıştılar. Kumkapı’da, Edirne Kapı’da ve Sultân Ahmed’de, bir tarafdan camilerin minarelerinden ezan sesleri duyulurken ve müminler huzur içinde namaza koşarken, aynı Kumkapı’da ve aynı Edirne Kapı’da Hristiyan lar ve Yahudiler, tıpkı müslümanlar gibi huzur içinde Kilise ve Havralarına koşabiliyorlardı.

Müslüman ve gayr-i müslim bütün İstanbul sâkinleri, öylesine sosyal hizmetlerden yararlanıyorlar ve sosyal yardımlardan istifâde ediyorlardı ki, sadaka taşlarına bırakılan zekât paraları, bazen günlerce bekliyordu da, kimse elini uzatmıyordu. Yani sosyal yapıyı, müslümanı ile ve gayr-i müslimi ile ıslâh eylemişti.

4- Ticârî ve İktisâdî Alanda Getirdikleri

İstanbul’un fethi, dünyanın ticâret ve ekonomik dengelerini de değiştirdi. Bir taraftan keşifleri teşvik ederken, diğer taraftan, İstanbul’u dünya ticâretinin merkezi haline getirdi. Fâtih zamanında hazırlanan Dellâliyye ve Gümrük Kanunnâmelerinin hükümlerinden anladığımız kadarıyla, Londra, Bağdad, Uzakdoğu ve Rus mallarının önemli bir kısmı, İstanbul’da pazarlanmaktaydı. İstanbul, İpek yolunun finans merkezi olmuştu. Som altından dökülen Muhammedî akçeler, dünya para çevrelerinde en çok tutulan para birimi haline geldi.

Page 24: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

24

İstanbul’da ticâret, kaidelere bağlandı. İstanbul’a mal getirecek tüccâr, hangi dinden olursa olsun, malından alınacak vergi miktarını biliyordu. İslâm Hukuku’nun verdiği müsaadeye dayanılarak, şehbenderlik denilen ticârî konsolosluklar açılmıştı. Fâtih zamanında Venedikliler ve Rumlara verilen İmtiyâz fermânları bunları açıkça ortaya koyuyordu.

Kısaca İstanbul’un fethi, Rönesans hareketlerini başlatmak ve gayr-i müslimlere adâleti göstermekle, Avrupa için de bir fetih olduğu gibi, hem Osmanlı’da yaşayanların hem de bütün İslâm âleminin medâr-ı iftihârı ve dünyanın da dört yüz yıl boyunca tek süper devleti olması meyvesini vermiştir... (bk. Osmanlı Araştırmaları Vakfı, www.osmanli.org.tr/yazi-4-252.html)

İlave bilgi için tıklayınız:

İstanbul'un fethini haber veren hadisi açıklar mısınız?

Page 25: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

25

İslam dışı kaynaklarının ingilizceden türkçeye çevirisini yapmam doğru olur mu? Bunu yapıp aldığım ücret helal olur mu? Çevirisini yaptığınız metinler, İslam dinini ve Müslümanları karalayan, kötü duruma düşüren, aşağılayan bilgiler içermediği müddetçe herhangi bir konuda çeviri yapmanızda bir sakınca olmaz ve bunun karşılığında alacağınız ücret helal olur.

Page 26: Haftalık Bülten - Sorularla İslamiyetvideo.sorularlaislamiyet.com/PDF/Haftalik-Bulten-17...- Kaldı ki, bundan maksat, ara sıra bazı ayetleri bir an için hatırlamamak manasındaki

26

Rahatsızlığımdan dolayı doktora gittim, masturbasyon yapmam gerektiğini söyledi. Bu durumda caiz olur mu?

Hz. Peygamber(asm), "Sizden evlenme çağına gelip de buna güç yetirenler evlensin, evlenmeye imkân bulamayanlar ise oruç tutsun" (Buhârî, Nikâh 2) buyurarak orucun şehveti azaltıcı özelliğine işaret etmiştir.

İstimna (erkekler için), istişha (bayanlar için) yani masturbasyon, fıtrata aykırı olduğundan hoş bir davranış değildir.

Ancak, cinsel duygusu baskın gelen ve bundan dolayı sıkıntıya düşecek veya sağlığı etkilenecek bekârlarla, eşiyle beraber olma imkânı bulamayan evlilerin alışkanlık haline getirmemesi kaydıyla istimna yapmalarında sakınca görülmemiştir. (bk. İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtâr, Istanbul 1984, 4/27-28)

Hatta zinaya düşme korkusunun bulunması halinde bunun gerekli olduğu belirtilmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

İstimna, masturbasyon, kendi kendine tatminin dini hükmü, zararları, kurtulma yolları hakkında bilgi verir misiniz? Tıpa göre ergenlik yaşında olanların bunu yapması gayet doğal karşılanıyor...