halİt bÜlbÜl tarİhİn sÜzgecİnde...
TRANSCRIPT
HALİT BÜLBÜL
TARİHİN SÜZGECİNDE �
ÇAGLARBOYU DIN I<A VGALARI
HALİT BÜLBÜL
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLARBOYU
DiN KAVGALARI
HALİT BÜLBÜL
Tarihin Süzgecinde
ÇAGLARBOYU DİN KAVGALARI
HALİT BÜLBÜL
İlahiyatçı, eğitimci, yazar. 1958'de doğdu. İlahiyat eğitimi aldı. Sarf, nahiv, mearu, mantık, felsefe, ilmi kelam (akaid), tefsir ve hadis usulü, fıkıh (İslam hukuku) feraiz (İslam miras hukuku) Arap Dili ve Edebiyatı konularında tahsilini tamamladı. Dinler ve medeniyetler üzerine araştırmalar yaptı. Sümer, Akat, Hitit, Roma, Yunan, Mısır, Türk, Pers, Arap ve Anadolu medeniyetleri üzerindeki çalışmalarıyla tarurunaktadır.
Almanya ve Avusturya' da 1980'den beri eğitim ve öğretim sahasında faaliyetlerini sürdürmüştür. Ailesiyle birlikte Almanya' da yaşamaktadır. BO'li yıllarda Mesaj adlı aylık dergiyi çıkarmış, ilk kitabı 1987' de Almanya' da yayınlanmıştır.
"Dindarlık ve Dincilik", "Allah' ın İndirdiği ve insanların Uydurduğu Din'', "Kur'an'ın Hurafelerle Savaşı", "Avrupa Müslümanlanrun Meseleleri", "Vicdanın Sesi Mektuplar" adlı eserleri ile dinin sosyolojik yönünü incelemiştir.
Arapça ve Almanca bilmektedir. insanlığın hayatında dinin etkisinin analizini yapmaktadır. İslam dünyasında yaşanılan din anlayışının, Allah'ın gönderdiği dinle alakasıru sorgulamaktadır.
Çeşitli gazetelerde makaleleri yayınlanmıştır.
e-posta: [email protected]
HALİT BÜLBÜL
Tarihin Süzgecinde ÇACLARBOYU
DİN KAVGALARI
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Halit Bülbül
Doğu Kitabevi - 85 Rebeze Kitaplığı - 13
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Sertifika No: 16997 1. Baskı: Kasım 2014
Bu kitabın tüm yayın haklan Doğu Kitabevi'ne aittir. Tanıtım için yapılacak alıntılar dışında tüm alıntılar,
Kültür Bakanlığı Telif Haklan Sözleşmesi gereği yayınevinin iznini gerektirir.
Son Okuma: Hakan Erpolat
Genel Yayın Yönehneni: İbrahim Horuz Dizgi Konsept: Atilla Ceylan Kapak tasarımı: Atilla Ceylan
Baskı ve Cilt: İstiklal Yayıncılık Dağıtım Pazarlama San. ve Tic. Ltd. Şti.
Yıldız Sanayi Sitesi Cevizlibağ No: 131-133 Matbaa Sertifika No: 23049
ISBN: 978-605-5296-90-2
Doğu Kitabevi Cağaloğlu Yokuşu, Narlıbahçe Sokak, No: 6 Cağaloğlu İstanbul
Tel: 0212 527 29 26 Faks: 0212 527 29 26
www.dogukitabevi.com
İÇİNDEKİLER f?1
önsöz .................................. ........................................................ 11
BÖLÜM-1
Tarih ve İnsan ........................ .................................................... 17
Din Nedir, Tarifi ve Genel Bir Bakış ...................................... 21
Dinin Başlangıcı ........................................................................ 22
Peygam berler .................................................. .......................... 22
Son Peygamber .......... ............................................................... 22
Müslüm an ................................................................................. 23
İlkel Dinlerde Allah İnancı. .................... ................................. 23
Geleneksel Türk Dini ............................................................... 24
Mani Dini ................................................................................... 24
Zerdüştlük-Mucisilik ............................................................... 25
Sabiiler ....................................................................................... 25
Hinduizm .................................................................................. 25
Sihizm ........................................................................................ 26
Budizm ....................................................................................... 27
Yahudilik ................................................................................... 27
Hırıstiyanlık .............................................................................. 30
İslam ve Müslümanlık ............................................................. 32
BÖLÜM-il
Din ve Kin Ne Zaman Başladı? ....................................... ....... 37
Tarihin Akışı İçinde Kim ler Gelip Geçti? ....................... . ...... 38
Tarihte Ünlü Medeniyetler ...................................................... 38
BÖLÜM-III
İnsanlığın Gelişim Evreleri ..................................................... 45
Babil, Rom a ve İslam Hukuku .............................................. .48
Kralların Din Anlayışı. ............................................................ .52
Güneş Baba ............................................................................... .53
Budizm ve Budha ...................................................... .............. .54
Budha ve Budizm İlkeleri ...................................................... .54
Aklını İşleten Allah'ı Bulur .................................................... .56
Lao-Çe ....................................................................................... .58
BÖLÜM-iV
Dine Gerek Yok m u? ......... ........... . ............................. ........ . . . . . . 61
Antik Yunan' dan Kalanlar ........................................ ... . . . . ...... . 63
Sokrates'ten Bize Kadar ........... . .............. ..... ....................... .. . . . 66
Eflatun (Platon) ................................................................. . . . . .. . . 68
Aristo (Aristoteles) .............................................................. ..... 72
BÖLÜM-V
Antik Çağın Büyük Beyinleri ................................................. 77
(i) Dem okritos ........................................................................... 78
(ii) Pisagor (Pythagoras) .......................................................... 79
Cicero ve Senaca ....................................................................... 80
Senaca ......................................................................................... 82
BÖLÜM-VI
Orta Çağ Top lum Yap ısı .......................................................... 85
Mal Arttı, Din Bitti ................................................................... 90
Engizisyonun Yaraları ........................................... ............ ...... 93
Gelelim Engizisyona ................................................................ 96
Tarihin Acı Kaderi-Haçlı Savaşları ........................................ 98
St. Augustinus ......................................................................... 104
İbni Rüşd ................................................................................. 106
St T hom as ................................................................................ 108
Gazali ........................................................................................ 111
Çağlara Dam ga Vuranlar ....................................................... 114
(i) İbni Kayyım Elcevziye ...................................................... 115
(ii) İbni Kesir ......................................................................... ... 116
(iii) Muhyiddin İbni Arabi .................................................... 117
BÖLÜM-VII
Köleler Katliam ında Din ve Kin ........................................... 121
Abbasilerde Köle Katliam ı .................................................... 122
Zenci Ayaklanması ................................................. ............... 123 İşte Kur'an'ın Ayetleri ......................................................... .125
BÖLÜM-VIII
Dinde Reform Am a Nasıl? .................................................... 127
Dinde Reform un Avrup a Versiyonu .................................... 130
İslam Dünyasında İlk Din ve Kin Kavgası ........................ .133
Em evilerin Türk Katliam ı ..................................................... 139
Abbasiler Dönem i Din ve Kin Kavgaları ............................ 142
Harun Reşid Döneminde Abbasiler .................................... 147
Mülk Anlayışında Din ve Kin .............................................. 150
Kine Dönüşen Eleştiri ............................................................ 154
Ve Gelir .................................................................................... 159
Hangi Söz üne İnanalım Sayın Ustam ................................. 160
Tah1t'un Dini, Calfıt'un Kini ................................................. 164
Bedir ve Uhud'da Din ve Kin .................... ....................... .... 166
Uhud Savaşı'nda Kin ve Vahşet .............. .......... ................... 171
BÖLÜM-IX
Türklerin Müslüm anlığı ........ . . . ............................................. 177
Cengiz Han'ın Anlayışı ... ...................................................... 182
Osm anlı Dönem inde Din ve Kin ........................... .............. . 185
Timur ve Yıldırım Bayezid ...................... ............................. 186 Fatih Dönemi ................................. . . ........... . . .... ...... .............. 187
Osm anlı'da Şeyhülislam Katli ....................... ....... ................ 196
Osm anlı'nın Alevi Düşm anlığı ve Kini .... .............. . . ........... 196
Osm anlı'da Cihad Anlayışı ........ ............................ ............... 201
Yavuz ' un Yavuz luğuna Bakınız ........................................... 202
BÖLÜM-X
Sona Doğru Başa Döndük ..................................... ................ 207
Herodot'tan Harika Bir Hikaye ............................................ 209
Solon ve Herodot ....................... ............................................. 211
Kroisos' un Rüyası (Bir Hikaye) ................... ......................... 212
Antik Çağ' da Babil Medeniyeti ................... ........ . . . . . . . . . ........ 215
Sem iram is ve Nitokris .......... ............. .................................... 216
Antik Çağ' da Mısır Medeniyeti ..................................... ...... 220
Nih Nehri. ................................................................................ 221
Antik Mısır' da Töreler . . . ........................................................ 222
İsrail ve Arap lar Arasındaki Din Kavgaları ....................... 224
Bosna Hersek'te Din Kavgaları . ........................................... 232
BU KİTABIN HAZIRLANMASINDA BAŞVURDUc'.'iUM DiNi VE TARiHi KAYNAKLAR
IİNI KAYNAKLAR <.ımiulbeyan tefsiri. Taberi (Öl. 923), Arapça. hefatihulğayb tefsiri. F. Razi (Öl. 1209), Arapça. 'Hsiruguranilazim. İbni Kesir (Öl. 1372), Arapça. ılüsi tefsiri. Şihabuddin Mahmud (Öl. 1854), Arapça. litab-ı Mukaddes (Tevrat); Matta, Markus, Juhanna, Luka İncilleri "ARIHI KAYNAKLAR '\ıbancı Kaynaklar: Osmanlı Tarihi; Alphonse de Lamartine (Öl. 1869), Fransız. ltanbul ve Anadolu Günlüğü; Hans Denschwam (Öl. 1568), Belçikalı. lerseaadette Avusturya Sefirleri; Kari Tebly (Öl. ?), Avusturyalı. Osmanlı Tarihi; joseph von Hammer (Öl. 1856), Avusturyalı. Osmanlı Tarihi; Lord Kinross (Öl. 1976), İngiliz. ıtenakıbi Asakirül Halife; Elcahız (Öl. 868 veya 869), Arapça. 'erli Kaynaklar: :iyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence; Taner Akçam 'adişahlann Kadınlan ve Kızlan; M. Çağatay Uluçay (Öl. 1970) >smanlı'da Alevi Ayaklanmaları; Baki Öz \şıkpaşa (Öl. 1333) Tarihi; Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları >smanlı Tarihi; Ord. Prof. İsmail H. Uzunçarşılı (Öl. 1977) )smanlı Devleti'nde Rüşvet; Prof. Dr. Ahmet Mumcu lsmanlı Padişahtan; Reşat Ekrem Koçu (Öl. 1975) >smanlı'da Karşı Düşünce ve idam Edilenler; Rıza Zelyut ieyhülislam Ebussuud Fetvaları; M. Ertuğrul Düzdağ :etali İsyanları; Prof. Dr. Mustafa Akdağ (Öl. 1973) (. Yüzyıldan XX. Yüzyıla Şiilik; Prof. Dr. İsmail Aka fürklerin Tarihi; Doğan Avaoğlu (Öl. 1983) \latürk ihtilali; Mahmut Esat Bozkurt (Öl. 1943) Jsmanlı Tarihi Kronolojisi; İsmail Hami Danişment (Öl. 1967) Yakın Şark Tarihi; Ord. Prof. Şemsettin Günaltay (Öl. 1961) Yeni İslam Tarihi; Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı <\nadolu'da İslamiyet; Prof. Dr. Fuat Köprülü (Öl. 1966) Devletler ve Hanedanlar; Yılmaz Öztuna (Öl. 2012) Peçevi Tarihi; İbrahim Peçevi (Öl. 1650), Osmanlıca Mukaddime; İbni Haldun (Öl. 1406), Arapça ve Çeviri Herodotos Tarihi; Herodotos (Öl. İÖ 490) Kitab-ı Mukaddes (Tevrat) Arapça Tarihi Kaynaklar: El Vak.idi, El Taberi, İbni Esir HATIRLATMA: "Nisa 3, Enam 35, Bakara 82 ... " gibi olanlarda kelimeler Kur'an-ı Kerim' in sure isimleri, rakamlar ise ayet numaralarıdır. Matta 5/38 gibi olanlarda ise Matta, 4 lncil'den birinin ismi olup "5", bölümü; "38" ise ayet numarasını göstermiştir. "Öl.": Ölümü "IS": İsa' dan Sonra
ÖN SÖZ &
O ostlanm, Ege ve Akdeniz bölgelerini gezenler bilir. Antik tiyatrolar, akrapolisler, agoralar, kemerler, taş la
hit mezarlar, kap kacak türü eşyalar, paralar, daha neler neler . . .
Bu kitapta; günümüzden binlerce yıl evveline, adeta zaman tüneline girip hayalinizde canlandıracağınız ve adeta bugünle binlerce yıl öncesini buluşhıracağınız anekdotlar bulacaksınız.
Mısır ' dan, Babil' den, Sümer' den, Akad' dan, Roma' dan, Pers' ten birçok pencere açmaya çalıştık.
VII. yüzyıldan sonra Emevi, Abbasi, Selçuklu dönemlerine bakacağız.
"624 sene adil ve şeriatla idare edilen Osmanlı Devleti" diye, zihinlerimizde pas tutmuş yalanları kazımaya çalışacağız.
Tarihte ismini belki hiç duymadığımız şahsiyetlerden bahsedeceğiz.
Ömrünü bilime, araştırmaya vermiş bir Müslümanın kaleminden sizlere sunulanları, sizler de iman ve vicdan gücünüzle görünüz.
Yanıldığım yerlerde beni uyarınız.
1 1
HALİT BÜLBÜL
Bu gerçeklerin kendi aramızda kalmaması, daha çok insana ulaşması için yükün bir ucundan da siz tutunuz.
Daha evvel piyasaya arz ettiğimiz;" Allah'ın İndirdiği ve İnsanların Uydurduğu Din", "Dindarlık ve Dincilik", "Kuran'ın Hurafelerle Savaşı", "Vicdanın Sesi Mektuplar" ve "İmansız Müslümanlar" adlı kitaplarıma gösterdiğiniz ilgi, beni son derece memnun etti .
İki kitap, aynı anda piyasaya çıkmasına rağmen adeta kapanın elinde kaldı.
Saygıdeğer okuyucularımdan, çok sayıda elektronik posta aldım. Hepsi de memnuniyetlerini ifade ediyorlar. Eksik olmasınlar, sağ olun var olun.
Yeni baskılar devam edecek. Elinizdeki bu kitap, biraz evvel de ifade etmeye çalıştı
ğım gibi, tarihin süzgecinden geçerek bu noktaya gelmiştir. Onun için de adını; "Tarihin Süzgecinde Çağlar Boyu Din Kavgaları" koyduk. Bu isim tesadüf değildir.
Tarih boyu her dine, özellikle de ilahi dine, en büyük düşmanlık, kendi içinden gelmiştir. Bu, İslam dini için de böyle olmuştur.
Dindarlık görüntüsü ile dinin yasakladığı her kötülük yapılmışbr. İnsanların malları, canları, hatta namusları bu tehlikeye maruz bırakılmıştır.
Çok az okuyan bir toplumuz. Bu beni çok üzüyor. Hem okumayan, araşb.rmayan, gerçekten haberi olmayan,
hem de bilmişlik taslayanlara adeta kahroluyorum. Lütfen, ama lütfen; kitaplarımı faydalı buluyorsanız di
ğer insanlara da öneriniz. Aklınıza takılan bir mesele, bir soru, öneri ya da eleştiriniz varsa; kitabın içinde elektronik pos-
12
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
tam var, mutlaka yazınız. Er geç, mutlaka cevap vermeye çalışacağım.
Bir sürü şeyler yazıp konuşmak değil mesele. önemli olan, okuyucunun kısa zamanda çok şey öğrenmesidir. Benim hedefim budur.
***
Elinizdeki hacmi küçük, muhtevası ise oldukça geniş kitap yılların emeğinin ürünüdür.
Güvenilir bütün dini, tarihi ve sosyolojik kaynaklardan süzüle süzüle bu hacim oluşturulmuştur.
Yalan söylemek, iftira atmak, haksız yere birilerini karalamak, layık olmayan birilerini övüp göklere çıkarmak benim kitabımda yazmaz.
Bu kitapta insanlık tarihi boyunca, günümüze kadar geçen önemli olaylara işaret edip konuları güncellemeye, bugün bizimle olan ilgisini kurmaya çalıştık.
VII. yüzyıldan evvel, yani İslamiyet öncesi ve sonrasındaki gelişmeleri güncelleştirme yoluna gittik.
Güncellenmeyen tarihi gerçekler, Kur'an' dan da aktarılsa, hikaye olmaktan öteye geçemiyor. Örnek olarak vereyim: Firavunlar.
Kutsal metinlerde Firavunlarla beraber Musa, Haman, Belam, Garun ve sihirbazlar da anlatılır. Neden? Firavun kendini Allah yerine koyarken, Haman ona siyasi destek veriyordu. Garun ekonomik, Belam ise dini destek veriyordu. Sihirbazlar insanların düşünme duygularını karıştırıyor, Firavunların rahat hareket etmeleri için halkı hipnoz ediyorlardı.
Bu kadar belanın karşısında Hakk'ı savunan bir tek Musa ve ona inananlar vardı.
13
HALİT BÜLBÜL
Soygun ve sömürüye isyan eden, Musa ve müminlerdi. Musa, halkın sömürülmesine, ezilmesine, yoksullaşma
sına, hakkını alamamasına isyan ediyordu. Bugün insanlar açlık sınırı altında hayat mücadelesi ve
rirken bazıları servetlerine servet katıyorsa, insanlar medya aracılığı ile uyuşturulup hakkını arayamaz ve ses çıkaramaz hale sokulmuşsa, devleti yönetenler bu gidişata destek veriyorsa, din adamları "Sakız orucu bozar mı? Cinsellikte ölçü nedir? Sakalın uzunluğu ne kadar olmalı?" gibi saçmalıklarla milleti oyalayıp yapılan zulüm ve haksızlıklara ses çıkarmıyorsa bunun manası şudur:
Zalimce gidişata hız veren bir Firavun vardır. Firavun' a destek verenler Karunlardır. Dini destek verenler, Hz. Musa'ya lanet eden Belamlar
dır. Milletin kanı emilirken saçma sapan programlar yayın
layan TV'ler ve gazeteler ve radyolar, sihirbazdırlar. Bu gidişata engel olmayan siyasetçiler de Firavun' un Ha-
manlarıdır. Peki Musa, nerede? Ey vicdanlı insan! Musa, sen ve ben olmalıyız. Şu koskoca dünyada tek başımıza da kalsak, gücümüzün
yettiği yere kadar Musa'nın yanında yer almalıyız. Hayatın manası budur. Ölümsüzleşmenin yolu budur. Ga
riplerin derdine derman, mazlumların yarasına merhem, yetimlerin gözyaşına mendil, ezilenlerin yanında, koruyucu melek olmalıyız.
Aksi halde yemiş, içmiş, uyumuş, gezmiş, para kazanmış ve bir gün ölmüş gitmiş oluruz. Halbuki ölümsüzleşmek bizim elimizde.
14
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Ölümsüzleşme arzusu içinde olanlara karışmalıyız. Bu kitabın mesajı işte budur. Binlerce çiçekten öz toplayıp bal yapan arının emeği ve
gayreti gibi, çalışarak bunları hazırlayıp okuyucularıma sunuyorum.
Üç günlük yalan dünyada mal mülk neyime, şan şöhret neyime diyebiliyorsak, haktan yana safımızı belirlemeliyiz.
Vicdanlarımızı bilime, akıla, Kur'an'ın vahyine, ortak iyiye açmalıyız.
Adı sanı unutulur gider, sahipsiz mezar oluruz, ama bizi yoktan yaratan tekrar yarattığında sonsuz rahmet ve cennet bizimle olur.
Bu temennilerle, selam ve sevgilerimin kabulü ricası ile.
Halit Bülbül Ocak-2013, Almanya
BÖLÜM-1
TARİH VE İNSAN
Kutsal kitaplarda (Tevrat, İncil ve Ku' an' da) insanlığın başlangıcı Hz. Adem iledir. Peki, Hz. Adem hangi zaman
diliminde yaratılmıştır? Bunlara girmeden önce, Kur'an' da, insanın yaradılışının
tarihine bakalım: "Yemin olsun ki, biz insanı pişmemiş, cıvık bir çamurdan
yarattık." (Hicr 26) Bu ayette geçen "salsal" kelimesi, vurulduğunda " çın çın"
diye ses çıkaran, kendi halinde kurumuş çamur demektir. "Fahhar" ve "hamei mesnOn" kelimeleri ise bekledikçe bozulmuş, kokmuş çamur manalarına geliyor.
Diğer bir ayette ise" insanın tek canlı zerreden," (Nisa 1) yaratıldığı bildiriliyor.
İnsanın evriminin ne kadar zamanda oluştuğuna dair tarih vermek imkansızdır. Hz. Adem' den evvel yaşamış olan şuurlu varlıkların olduğu kesindir. Adem ise şuurlu varlıkların belirli bir aşamasının başlangıcıdır. (İsra 70)
Bu ayetteki tek canlıdan maksadın ne olduğu sorusuna bütün tefsirciler, Hz. Adem diye cevap vermişlerdir. Halbu-
17
HALİT BÜLBÜL
ki bu ve diğer ayetleri birlikte ele alınca, Adem' den bahis olmadığı gibi, Adem' den evvelki şuurlu canlıların aslına işaret ediliyor.
Müfessir Fahrettin Razi (Öl. 1209) ünlü tefsiri "Mefathiülğayb" adlı eserinde, Hicr 26. ayeti açıklarken "Adem babamızdan evvel, bin kere bin, belki daha bile fazla, Ademler gelmiş geçmiştir." diyor.
İnsanın ayetlerde beyan edilen çamurdan başlayıp Hz. Adem'e kadar evrimleşmesi milyonlarca seneyi bulmuştur.
Nisa suresi 1. ayete yeniden bakalım. "Ey insanlar! Sizi bir tek canlı hücreden var edip ondan
da eşini (çiftini) yaratan, sonra bu iki hücreden sayısız insan yaratan Rabbinizden çekinin, korkun . . . " (Nisa 1)
Her cinsel birleşmede, erkek menisinde beş yüz milyon canlı hayvancık rahme dökülür. Bunların yarısı Y kromozomu, yarısı X kromozomudur. Eğer annenin rahmindeki yumurtayı Y kromozomu aşılarsa doğacak canlı insan erkek, X aşılarsa dişi olur.
Ayetteki net ifadeyi bugünkü modern bilim ile birleştir-diğimizde ortaya çıkan gerçek şudur:
Erkeğin tek hücresi canlıdır, yumurtayı aşılar. Çiftin eşi, ana rahmindeki yumurtadır. Veyahut da, sperm ve yumurtanın birleşmesiyle tek
canlı oluşup ondan da doğacak insanlar yaratılmaktadır. Müfessirlerin asırlar evvel anladığı, tek canlıdan maksa
dın Hz. Adem olmadığı, her insana aynı özelliğin verildiği tarhşılmaz bir gerçektir. Müfessirlerin yaşadıkları zamandaki, ilmin gelişmediği çağlarda böyle bir yorumda bulunması da yadırganmamalıdır.
Bir önemli konu da şudur:
18
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Yüce Allah, Hz. Adem'i yaratacağı zaman meleklere şöyle seslendi: "Ben yeryüzünde bir halife, nesilden nesle devam edecek şuurlu, bilinçli bir varlık yaratacağım." Bunun üzerine melekler dediler ki: "Biz seni devamlı yüceltip teşbih ediyoruz. Fesat çıkaracak, bozgunculuk yapacak, kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın?" (Bakara 30)
Demek ki melekler fesat, bozgunculuk yapan, kan döken evvelki varlıklardan haberdar idiler ki böylesi yeni bir varlığın yaratılmasını istemedikleri anlaşılıyor.
Tevrat'ta, Hz. Adem' in eşinin adının Havva (Eva) olduğu anlatılır. Habil ve Kabil adının da Tevrat' ta geçtiğini görüyoruz.
Kur'an-ı Kerim' de isim verilmeden Adem'in iki oğlundan bahsedilir. Maceraları anlatılır, insanlığa ibret olması bakımından Ku'an-ı Kerim'in Maide suresinde anlatılanları özetleyerek verelim.
Adem peygamberin iki oğlu (Habil İle Kabil) Allah' a birer kurban takdim ettiler. Habil bir koç, Kabil ise hububat takdim etti. Allah Habil' in kurbanını kabul etmiş, Kabil'inkini etmemişti. Kanıt olarak da, gökten inen bir ateş parçası Kabil'in kurbanını yakıp kül etti.
Kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kardeşine "Seni muhakkak öldüreceğim." dedi. Kıskançlığı yüzünden kardeşini öldürmeye karar verdi.
Habil ise şöyle dedi: "Allah takva sahibi olanların hayırlarını kabul eder. Sen öyle değilsin, demek istedi. "
Habil devamla: "Sen beni öldürsen de ben sana el kaldıracak değilim. Alemlerin Rabbi olan Allah' tan korkarım ben. İnşallah, sen kendi günahın ile benim vebalimi de yüklenip cehenneme gidersin." dedi.
19
HALİT BÜLBÜL
Kabil, nefsinin vesvesesine kapıldı ve kardeşi Habil'i öldürdü. Allah iki karga gönderip Kabil'e yol gösterdi. Kargalardan biri ötekini öldürdü, sonra tırnakları ve gagasıyla yeri eşeleyip gömdü. Kabil de aynı şekilde bir yere çukur kazıp Habil'i gömdü.
Böylece Allah'a adanan kurban ibadetinin kabul edilmemesi sebebiyle, dinin yerini kin aldı. Tüm insanlığın örnek alacağı bu olay, dine rağmen kin gütmenin faciasını göstermektedir. (Maide 27-31)
Tarih boyu, çağlar boyu barış, paylaşım, bölüşüm, kardeşlik, mutluluk için gelmiş olan dinin yerini, dine rağmen kinin, düşmanlığın alması felaket değil midir?
Kitabı Mukaddes'te bu konuyla ilgili birçok açıklama var. Mesela:
Hz. Adem'le eşi Havva'nın, 81 çocuğu olduğu, Şit Peygamber hariç (Şit tek doğdu) tüm çocukların, bir erkek ve bir kız olarak ikiz doğduğu, evvelki doğanla sonraki doğanın çaprazlama evlendikleri, insan neslinin bunlardan devam ettiği açıklanmaktadır.
Hz. Adem ve eşi yaratıldığı zaman, yeryüzünde daha evvelki şuurlu varlıkların (ilkel insanların) var olup olmadığına dair kesin bir bilgiye rastlamıyoruz.
Ancak günümüzde bile, o devri aratmayacak ilkel kabilelere rastlanmaktadır. Hz. Adem' den sonrasına medeni, öncesine ilkel dersek ikisinin karıştığı ve karışmaya devam ettiği söylenebilir.
Afrika, Asya ve Avrupa topluluklarını inceleyen bilim adamları da bu kanaati taşımaktadırlar.
Darwin'in (ÖL 1882) insanla maymunun aynı kökten geldiğine dair iddiası bilimsellik değil, sadece bir teoridir.
20
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
DİN NEDİR, TARİFİ ve GENEL BİR BAKIŞ
Genel olarak İslam alimleri şöyle tarif ederler:"Kişinin faydasına ve zararına olan şeyleri bildiren ilahi düsturların toplamı."
Bu tarif, son din İslam için geçerli sayılmışhr. Çünkü, diğer inanç sistemleri, zamanla orjinalliğini kaybetmiştir.
Her din mensubu, kendince bir tarif yapmaktadır. Örnek verecek olursak din;
Rudolf Otto'ya göre; "İnsanın kutsal kabul ettiği şeylerle olan ilişkisidir."
E.B.Taylor'a göre; "Ruhsal varlıklara inanmakhr." Edword S. Ames'e göre; "En yüksek toplumsal değerler
bilincidir." J. Martineau'ya göre; "Yaşayan bir tanrıya, şuurlu ve gücü
sınırsız bir varlığa inanmaktır." Avrupa dillerinde "Din" Religion (Relicin) diye bilinir. Bu
kelimenin kökeni, Latince Religio'nun aynısıdır. Religion'un manası da yüce varlığa (Allah'a ) olan görev ve sorumlulukları yerine getirmektir.
Allah lafzı, farklı farklı dinlerde şu kelimelerle bilinir: İslam toplumunun tamamında, ortak isim Allah'tır. T ürklerde Allah kelimesinin eş anlamlısı Tanrı' dır. Brahman, Vişnu, ve Şiva toplumlarında da böyledir. Ayrıca "Tao, Tien, Yahve" Roma'da Allah demektir. Zerdüştlerde, Ahura Mazda, Allah demektir. Hırıstiyanlar 'da Got, Gat, İnrı Allah manasındadır. Yahudilerin "El, Elah, Eloh" demeleri, Allah demektir.
HALİT BÜLBÜL
DİNİN BAŞLANGICI
Din ilk insanla başlar. İlk insan Hz Adem, aynı zamanda ilk peygamberdir. İnsan şeytan ile melek arası bir varlıktır. Yüce meziyet-
ler kazanarak, meleklerden üstün olur, vahşilikte ve sapıklıkta, hayvandan aşağı seviyeye inebilir. Bu denge ancak gerçek dini bilip, inanıp yaşamakla kurulabilir.
Din, yanlış öğrenilir ve yaşanırsa, afyon gibi toplumu uyuşturan bir nesne olur.
PEYGAMBERLER
Ahmed Bin Hanbel, müsnedinde, "124.000 peygamber gelmiştir. Bunların 315'i Resul' dur" demektedir. Peygamber sayısı bazı rivayetlerde 224.000 olarak zikredilmiştir.
SON PEYGAMBER
Son peygamber Hz Muhammed'dir. 570-632 yılları arasında yaşamıştır. Kur-an'ı Kerim 23 yılda, Hz Muhammed'e gelmiştir.
Kur-an'ın şu ayetine dikkat edelim. "Ey Muhammed. Biz seni müjdeci ve uyarıcı olarak Hak
üzerine gönderdik. Geçmişte de her toplum içinde, mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur." (Fatır 24)
"Elçilerin gönderilme sebebi, azdırıcı ve saphrıcıların şerrinden toplumu koruyup kollamaktır." (Nahl 36)
"Bir topluma peygamber gönderilmemişse, dini konulardan sorumlu değillerdir." (İsra 15)
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
"Her milletin bir yol gösteren klavuzu vardır." (Raad 7) "Hz Muhammed' in ömrü ile birlikte yüce Allah dini ta
mamlamıştır. Hz Adem' den beri gelen tüm peygamberlerin ortak mesajının adı dindir. Ve İslamdır." (Maide 3)
MÜSLÜMAN
Hz. Adem ile Hz. Muhammed arası gelen tüm peygamberlere iman eden herkese, Müslüman denir. Allah' a teslim olan manasına gelir. Yunus 84-Ali İmran52-Kasas 53 ve daha birçok ayette Müslüman böyle tarif ediliyor.
İLKEL DİNLERDE ALLAH İNANCI
Dinkalar, Ainular, Maoriler, Totemler, Şamanlar gibi kabile ve kavim dinlerinde Allah demeseler de, kendi dillerinde, kainatın yüce yaratıcısı, gökleri ve evreni yaratıp yönlendiren sonsuz güç diye, Allah inancı vardır.
Konfüçyüzim ve Taoizm dinlerinde, hem yüce yaratan inancı, hem ahiret inana vardır. Çok garip gelecek ama, mehdi inancı vardır. Mehdi beklentisi hemen hemen tüm dinlerde vardır.
Kur'an, böyle bir inancı reddetmesine rağmen, Müslüman toplumlarda, diğerlerinden etkilenip mehdi inancını kabul etmişlerdir.
Şintoizm de Şinto, Tanrıların yolu inancı dernektir. Tek Tanrı' ya, Allah' a inanan toplumlarda, şirk olmaz. Diğer inanç toplumlarında, "Tanrılar" deniyorsa, yüce Tanrı olarak Allah' a; alt tanrılar olarak da diğerlerine inandıkları için, müşrüktirler.
HALİT BÜLBÜL
GELENEKSEL TÜRK DİNİ
Türkler, İslamı kabul etmeden evvel, Şamanizm inancındaydılar. "Tek Tanrı", "Yüce Tanrı", "Göktanrı", "Tengri" diye söyledikleri aslında Allah demektir.
Türkler İslamdan evvel, Şintoizm, Taoizm, Budizm, Brahmanizm, Hinduizm gibi dinleri tanımalarına rağmen, hiçbirini kendilerine uygun bulmadılar.
840-1212 yılları arasında Orta Asya' da hüküm sürmüş bir Türk Devlet'i olan Karahanlılar döneminde, Türkler İslam ile müşerref oldular.
İslamın esasını teşkil eden, Allah'ın birliği, ahiret, cennet, cehennem, melek, cin, şeytan inancı, Türkler'e yabancı değildi. Topluca ve seve seve İslama girdiler.
Orhun Kitabeleri'nde de tek Tanrı inancı yazılıdır. Ortodoks Ruslar tarafından Hırıstiyanlaştırılmış Ça
vuşlar denen Türk boyu ile, Gagavuz Türkler'i Hırıstiyandır.
Hazara veya Hazar Türkler'inden 4-5 bin kişilik küçük bir grup, Karaim denen Yahudi mezhebine mensuptur.
Tarihte bilinen ilk Türk kavmi olan Hunlar, milattan iki asır evvelinde, tek Tanrı inancına sahiptir.
MANİ DİNİ
Maniheizm olarak da bilinir. MS üçüncü yüzyılda, Mani tarafından kurulmuştur. Zerdüştlük, Budizm ve Hırıstiyanlığın karışımı inançları vardır.
Hz. İsa'run yeniden dünyaya geleceğine, Mehdi inancına sahiptirler. İnançlarının temelini iyi-kötü ya da aydınlık-
24
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
karanlık ikilemi teşkil eder. Tanrı inancı vardır, ama karışık bir yapıdadır.
ZERDÜŞTLÜK-MECUSİLİK
Tanrı olarak Ahura Mazda'ya inanırlar. Mazda kelimesine dayanarak, Mazdeizm olarak da bilinir. MÖ 570 yılında, İran' da yaşamış, Zerdüşt tarafından kurulduğu söylenir. Ateşe taptıklarına inanılır.
Tek tanrı inana vardır, ama peygamber olarak Zerdüşt kabul edilmektedir. Ateşe tapmazlar, ateş etrafında ayin yaparlar. Ahura Mazda, herşeyi bilen, yüce, yüce hakim güç olarak bilinir. Melek, şeytan inancı Zerdüştlükte de vardır.
SABİİLER
Diğer kitaplarımızda bahsettiğimiz için, tekrarını gerek görmedim. MÖ 2000'li yıllardan beri devam eden bir inanç sistemidir. Kur-an'ı Kerim' de Sabiiler, ehli kitap kabul edilir. Bakara 62, Hac 17, Maide 69. ayetler Sabiilerden bahseder.
Ahirete, meleklere inandıkları gibi, mehdi ve mesihin gelececeğine de inanırlar.
HİNDUİZM
İndus nehri civarında oturan insanların dini olarak bilinir. Hindistan' da yaygındır.
Günümüzden 4000 sene evvel yaşamış Ariler denilen topluluk tarafından kurulduğu sanılmaktadır.
HALİT BÜLBÜL
Brahmanlar döneminde de bu inanç kabul gördüğü için, Hinduizme, Brahmanizm de denir.
Hinduizm' de Tanrılar panteonu anlayışı vardır. Ancak, tüm Tanrılar'ı var eden, en büyük olan tek Tanrı' dır derler.
Tenasuh veya reenkarnasyon denen, doğum, ölüm, yeniden doğuş diye, ruh döngüsüne inanırlar. Yüce varlığın, en büyük Tanrı'nın, tüm canlıların içinde olduğunu söylerler. Sütün içindeki yağ ve su gibi .
Son hedefleri, ruhun huzura kavuşacağı Nirvana' dır. Mesih inancı Hindularda da vardır.
İneğe taparlar denir ama bu doğru değildir. İneği verimliliğin ve bereketin sembolü görüp, kutsal sa
yarlar. Tanrıların ve insanların besin deposu olarak ineği bilirler.
İnsanları 4 sınıfa ayıran kast sistemi, dini bir inanç ve zorunluluktur. Yoga da Hinduların bir ibadet özelliğidir.
SİHİZM
Nanak (Öl. 1539) isimli bir Hintli tatarfından kurulan, İslam ve Hinduizm karışımı bir din anlayışıdır.
Çok Tanrı inancına, puta tapmaya ve kast sistemine karşıdır.
Tanrı'nın tek ve sonsuz olduğuna inanırlar. Dünya hayatının bir rüya ve hayal olduğuna, dünya sevgisinin de, insanı Tanrı' dan (Allah) uzaklaştıracağına inanmaktadırlar.
Ahiret hayatına, yeniden dirilmeye, cennet ve cehenneme inanırlar.
Sihler için, Müslüman denemez, ama ehlikitap denebilir.
26
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
BUDİZM
Miladdan VI asır evvel, Budha (Öl. MÖ 483) tarafından kurulmuştur. Asya ülkelerinde çok yaygın bir inançtır. Budha'nın öğretilerinin, zamanla birçoğu değişmesine rağmen taraftarları çoktur.
Budistler, hareketsiz, cansız ve vejeteryan bir diyetle kutsallaşacaklarına inanırlar.
Türkler, ete düşkün ve hareketli bir toplum oldukları için, Budizme meyletmemişlerdir.
Çin' deki, Hindistan' daki, Tibet' teki, Japonya' daki halklar arasında inanç ve eylem farklılıkları göze çarpar.
Budha'nın peygamber olduğuna dair bir kanıtımız yok. Peygamber olsa da bugünkü Budistlere, bir ümmet top
lumu denemez. Hz. İsa, Budha' dan 4-5 asır sonra yaşamasına rağmen, ge
tirdiği kitap (İncil) ve akideler önemli ölçüde bozulmuştur. Budha için de böyle düşünülebilir. Budha'nm izinde olduğu söylenen Budist toplumları, Tek
Tanrı inancından, ahiret inancından uzak oldukları için, ateist din diye isimlendirenler de vardır.
Budha'ya göre kast sistemi dahil, tüm ayrıcalıklar yanlıştır. Herkes eşittir. Ama Sirilanka, Burma, Tayland gibi ülkelerde, çok farklı inanç ayrılıkları görülmektedir.
Mehdi, Mesih inancı gibi kurtarıcı birinin geleceği inancı Budizmde de vardır.
YAHUDİLİK
Yaşayan ilahi dinlerin en eskisi.
HALİT BÜLBÜL
Yahudiler, İsrailoğullan, Museviler ve Siyonistler aynı sanılsalar da farklıdırlar.
Yahudiliğin kutsal kitabı Tora'dır (Tevrat). Tevrat Hz. Musa' ya yazılı sayfalar halinde indirildi diye bilinir. Hz . İbrahim' in küçük oğlu İshak'ın 12 oğlu vardı. Bunlardan birinin adı Yakup (Agop-Jagop) idi. Yakup'un lakabı İsrail'di. Yakup'un da 12 oğlu vardı. Tüm Yakup (İsrail) oğullarına "Beni İsrail" (İsrailoğulları) denir.
Yahudiler: Hz. Yakup'un 12 oğlundan birinin ismi Yahuda'ydı. Yahuda'nın soyundan gelenlere Yahudi denir.
Musevi: Hz. Yakup'un oğullarından biri de, peygamber olan Hz. Yusuf' dur. Yusuf' dan sonra Eyüp ve Şuayp peygamber oldu.
Şuayb' dan sonra, İsrailoğulları'na, Yahudilere Hz. Musa peygamber oldu. Hz. Musa'ya Tevrat verildi. Hz. Musa' ya inananlara Musevi denilir.
Bir insan, Yahudi ya da Beni İsrail' den olmasa da Musevi olabilir.
Yahudi ırkından olduğu halde, başka bir inançtan olabilir.
Siyonistler: Yahudi toplumu içinde, fanatik bir gruptur. Katı kuralları, inançları ve beklentileri vardır. Bugün dünyada 25-30 milyon civarındaki insana, hem Ya
hudi hem Musevi deniliyor. Bir kısmı da Siyonisttir. Bapdist ve Evengalist Hırıstiyan gruplar, önemli ölçüde,
Yahudileri yönlendirmektedir. Yedi kandilli şamdan (Menora) ve altı köşeli Davud Yıl
dız'ı (Magen David) önemli sembolleridir. İsrail bayrağındaki iki mavi çizgi, Nil ve Fırat nehirleri
ni temsil eder. Bu iki nehir arasındaki bölgeye, Allah'ın ken-
28
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
dilerine vaadettikleri topraklar (Arzı Mevud) diye inanırlar. Ortadoğu' da olup biten hadiseler, bu çerçevede ele alınırsa, anlaşılması kolay olur.
Kudüs' deki ağlama duvarı, Hz. Süleyman'ın inşa ettiği Süleyman mabedi veya Beytül Makdis, yeniden ibadete açılacak, inşa edilecek diyorlar. Bunun için Filistin'li Müslümanlarla devamlı sürtüşme halindedirler.
Yahudiler Türkiye'de, Almanya'da, Amerika Birleşik Devletleri'nde çoktur. Tek Yahudi devleti İsrail'dir.
Tarihte yahudiler için şu hususlar önem taşır: Hz. İsa' dan yaklaşık 1000 yıl evvel, Hz. Davud Kudüs'ü alır.
Hz. Davud' un oğlu Hz. Süleyman (MÖ 973-933) babasının yerine hem kral hem de peygamber olur. Beyti Makdisi yaphnr.
Yahudiler için en parlak dönem, krallar dönemi denen bu dönemdir.(MÖ 1013-933 yılları arası)
MÖ 721'de Yahudi Krallığı, Asurlular tarafından yıkılır. Daha sonra, MÖ 586 yılında, bu sefer Babilliler Yahudi
Krallığı'nı yıkar ve Yahudileri sürgün ederler. Babil sürgünü olarak bu olay tarihe geçmiştir.
Babil kralı Buhtunnasır Nabukadnezar, Beytül Makdis'i (Süleyman Mabedi'ni) yıktırır. Doğu duvarları ayakta kalır. Şimdiki ağlama duvarı budur.
Yahudiler, MÖ 168 Agidler döneminde, MÖ 63' de Roma döneminde esir edilirler. Ve herşeyi yağmalarlar.
MS 70 Roma diktatörü Titus, Kudüs'ü harabeye çevirir ve Yahudiler'e çok kötülük eder.
Yahudilik' deki Hz. Musa' ya verilen On Emir, Hırıstiyanlıkdaki Hz. İsa'nın dağdaki vaazındaki söyledikleri, Kuran'ı Kerim' deki Allah'ın tavsiyeleri, söyledikleri hemen hemen aynıdır.
29
HALİT BÜLBÜL
Yahudilik'te Allah'ın birliğine, meleklere, ahirete, cennete, cehenneme inanış vardır. Peygamberler'e inanırlar, ama Hz. İsa ve Hz. Muhammed'e inanmazlar.
Mehdi Mesih inancı Yahudiler' de de vardır. 1492 yılında, İspanya Hırıstiyanların eline geçince, Kral tarafından, Yahudi ve Müslümanlara iki teklif yapılır.
1. Ya toptan Hırıstiyan olursunuz. 2. Hırıstiyan olmayıp İspanya'yı da terk etmezseniz, top
luca öldürülüp imha edileceksiniz. Bunun üzerine Müslümanlar, Fas, Tunus, Cezair, Libya,
Mısır gibi ülkelere göç ederler. Yahudiler ise, zamanın Osmanlı padişahı il. Bayezid ta
rafından gönderilen gemilerle, Osmanlı topraklarına taşınır. Bazıları Selanik' e, bazıları Bursa, İzmir gibi şehirlere yer
leş tiler. Bu yüzden 500 yıl geçmiş olmasına rağmen, bu iyilik hala Yahudilerin aklındadır.
il. Dünya Savaşı yıllarında, Almanya' da Naziler 6 milyon Yahudiyi akıl almaz bir şekilde öldürmüş ve yakmıştırlar.
Yahudi mabedlerine sinagog denir. Türkiye' de havra denmektedir. İbadet esnasında erkekler başlarına kippa denilen takke koyarlar. Hanımlar ise, başörtüsü bağlarlar.
Yahudilik'te değişik mezhepler vardır. Hasidi:ler, Ferisiler, Sadukiler, Esseniler, Zelotlar, Rabba
ni Yahudiler, Karaimiler, Yudganiler, Ortodoks, Reformist, Muhafazakar, Yeniden Yapılanmacılar, Samiriler gibi.
HIRISTİYANLIK
Bu gün dünyada birbuçuk milyar kadar Hınstiyan vardır. Arapça'da Nasara, Avrupa dillerinde (anstas) diye anılırlar.
30
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Hz. İsa' ya yüce Allah tarafından İncil kitabı verildi. Hz. İsa'nın öğrencileri ve iman eden ümmetinden oniki mümin genç, duydukları İncil ayetlerini ezberlediler ve yazdılar. Daha sonra Hz. İsa'yı hiç görmemiş Pavlus adında biri, havarilerden duyduklarına kendi görüşlerini sokuşturup farklı farklı İncil oluşmasına sebep olmuştur. Hz. İsa Filistin' de Nasıra da doğduğu için, Araplar Nasraniler derler.
Hz. İsa'nın çarmıha gerilip öldürüldüğü inana farklı farklı yorumlanmaktadır. Kuran ise bu inancı reddeder. Baba -oğul - Ruhul gudüs inancı büyük Kostantin tarafından Hınstiyanlığa sokulmuş bir pagan görüşüdür. Mevcut 4 İncil' de de "Markos, Matta, Luka, Yuhanna" da Allahın bir olduğu açıkça bildirilmektedir. Hz. İsa' dan sonra 1054 yılında, Hıristiyanlık bölündü. Vatikan merkezli olana Katolik, İstanbul merkezli olana Ortodoks ismi verilmiştir.
Hz. İsa, Annesi Hz. Meryem, ehlikitap Hırıstiyan ve Yahudiler hakkında, Kuran-ı Kerim' de yüzlerce ayet vardır. Ali İmran suresi, Hz. İsa'nın doğduğu İmran ailesinin adıyla anılmaktadır. MS 325 İznik, 381 İstanbul, 431 Efes ve 451' de Kadıköy' de Kadıköy' de yapılan konsillerde, İncil' de reformlar yapılmıştır. Melek, cennet, cehennem, ahiret, mesih inancı, Hırıstiyanlıkta da vardır. Baba demekle, insan gibi babayı değil, ezeli ve ebedi olan Yüce Allah'ı kastettiklerini söylüyorlar. Oğul derken de, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu değil, Allah'ın ruhunu tarif etmektedirler.
Meleklere Allah'ın kızları demeleri, teslis (üçleme) inana Kuran' da eleştirilmekle birlikte, Hınstiyanlara müşrik denmez. Hırıstiyanlar, İslam inananın aksine, her doğan günahkar doğar, papazın vaftiz etmesiyle temizlenir derler. Dinden çıkarmak için de aforoz uygulaması vardır. Katolikler,
31
HALİT BÜLBÜL
papanın günahları bağışlayacağına inanır, protestanlar ise bunu şiddetle reddederler.
Hac, oruç, dua, gibi ritüeller, farklı da olsa vardır. Hınstiyan mezhepleri: Katolikler, Ortodokslar, Monifiz
ler, Süryaniler, Ermeniler, Protestanlar, Ebiyonitler, Maruniler, Cizvitler, Anglikanlar, Luteristler, Presbiteryenler, Baptisler, Calvenistler, Uniteryenler, Kuveykırlar, Metodistler, Mormanlar, Adventisler, Fransiskenler, Asopsiyonistler, Pentakostalistler gibi mensubu az ya da çok, eski ya da yeni birçok Hıristiyan mezhep ve kuruluşları vardır. Rus Ortodokslarla, Yunan ve Türk ya da Sırp Ortodoksların ayrı ayrı kiliseleri vardır. Genel olarak, Hıristiyanlıktan uzaklaşma görünmektedir.
İSLAM VE MÜSLÜMANLIK
Allah tarafından gönderilen tevhid dininin son halkası İslam Peygamberi Hz. Muhammed, MS 570' de Mekke' de doğmuş, 632 yılında Medine' de vefat etmiştir. Hz. Muhammed Mekke' deki Kureyş Kabilesinin Haşimoğullanndan idi. Babası Abdullah, annesi Amine idi. Babası, Hz. Muhammed doğmadan 4 ay evvel, annesi de altı yaşında iken vefat ettiler. Hz. Muhammed, ticaretle uğraşırdı. Son derece kibar, temiz, dürüst ve asil idi. Güvenilir Muhammed derlerdi. 25 yaşında Huveylid kızı, Hatice ile evlendi. Kasım ve Abdullah adında iki oğlu, Zeyneb, Rukiye, Ümmügülsüm ve Fatıma adında dört kızı oldu.
Medine' de Mariyye adlı hanımından İbrahim adında bir oğlu daha dünyaya geldi. Hz. Muhammed 40 yaşında iken, inzivaya çekildiği Hira dağında 610 yılında, Kuran gel-
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
meye başladı. Peygamberin vefatına kadar 22 yıl vahiy sürdü. Haşimoğullarıyla araları iyi olmayan Ümeyye oğulları ve Mekke oligarşisi Hz. Muhammed' e düşman oldu. Hz. Peygamber, köleliğe, tefeciliğe, faize, fuhuşa, çapulculuğa savaş açtı. Varlığı bunlar üzerine kurulu müşrikler düşman oldu. Köleler, cariyeler, ezilen garipler, yanında yer aldı, iman ettiler. 622 yılına kadar oniki yıl çok sıkınblı ve çetin geçti. Bazı Müslümanlar Habeşistan' a hicret ebnek zorunda kaldılar. Hz. Peygamber de 622 yılında Medine' ye göç etti. Mekke' de on iki yıl içinde inanan sayısı kırk kişiydi. Medine' de çığ gibi büyüdüler.
Mekke müşrikleri, Medine' de de rahat vermediler. Bu yüzden 623 yılında Bedir Savaşı, 624 yılında Uhud Savaşı oldu. Medine' de Yahudi ve Hınstiyan kabilelerle Müslümanlar Hz. Peygamberin önderliğinde, Medine sözleşmesi imzaladılar. Artık Medine' de minik bir site devleti kurulmuş, Hz. Muhammed de başı olmuştu. Müslümanlar, Mekke' den gelenlerle Medine yerlileri kardeş oldular. Daha sonraları içten inkar eden dıştan iman etmiş görünen münafıklar çıkmaya başladı.
Hz. Muhammed' e bir Yahudi kabilesi olan Kurayza oğulları suikast tertip ettiler ama başaramadılar. Hz. Muhammed 632' de vefat etti. 660 yılına kadar 4 emirilmü'minin veya 4 halife dönemi denir. Hz. Ali şehid edilince, oğlu Hz. Hasan 6 ay kadar halifelik yapb. Emevi Kralı olacak olan Muaviye'nin tertibi ile kansı Hz. Hasan'ı zehirleyip şehid etti. Hz. Hasan'ın kardeşi, Hz. Ali'nin küçük oğlu ve peygamberin torunu Hz. Hüseyin, Halife olması için Küfe'ye çağrıldı.
Kerbela çölünü geçerken, Muaviye ve oğlu Yezidin adamları tarafından, 72 yakınıyla birlikte, şehit edildiler. Şam
33
HALİT BÜLBÜL
Valisi Muaviye resmen krallığını ilan ederek Emevi Devletini kurdu. 88 yıl Emeviler başta kaldı. Saltanat sarhoşluğu, zulüm ve ahlak dışı icraatlarıyla geçen bu devre, halkın canına tak etti. Ebu Müslim Horasani ve adamları, Emevi Saltanatını yıkıp Abbasileri başa getirdiler.
Müslüman, Allah tarafından gönderilen ti.im peygamberlere ve kitaplara inanır. Meleklere, cinlere, şeytanın varlığına, ahiret hayabna, kıyamet gününe, cennete, cehenneme inanır. İslamın kitabı Kuran-ı Kerim'dir. Kuran-ı Kerim' de 114 sure ve 6200 küsür ayet vardır. Bunun tamamına inanan kimse mümindir. Hz. Peygamberin vefabndan yüz yıl kadar sonra alimlerin görüşleri, ictihatları kalıplaşmaya başlamıştır.
Sünni ve Şii mezhepler oluşmuş, İslamın öngördüğü tevhid (Birlik) bozulmuştur. Sünniler, Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli diye ayrılmış, Şiiler, Caferi, rafızi vs. gibi bölünmüşlerdir. Sadece Türkiye' deki hanefilerin kendi arasındaki bölünme bile, tevhid akidesinden ne kadar uzaklaşıldığını göstermektedir. Soru sorulduğu zaman, Sünniyim (ehli sünnet) dedikleri halde Nurcu, Süleymancı, Nakşi, Kadiri, Fethullahcı, lşıka, Aczmendi, Menzilci vs. vs. gruplar saymakla bitmez.
Bu guruplardan birinin sözcülüğünü yapan Cübbeli diye birisi, şeyhi Mahmud hocayı, Allahın insan şeklinde görünüşü diye cemaatına anlatmaktadır. Ete kemiğe büründüm, Mahmud diye göründüm diyerek düpedüz şirk koşmaktadır. İslamın kitabı Kuran-ı Kerim' de hiçbir bozulma ve değişme yoktur. Ancak Kuran-ı Kerim yaşanmıyor. Sevap kazanmak için kelime tekrarı yapılıyor, o da anlamadan.
Peki din nerede? Hz. Peygamberin vefatından ikiyüz-üçyüz yıl sonra top
lanmış uydurma hadisler, mezhepler, mezhepçikler, yorum-
34
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
lar, yorum içinde yorumlarla oluşmuş Allah'ın dininden çok uzak, ama ismi İslam olan bir din var ortada. Bu dinde Kuran yok, risaleler var. Bu dinde Peygamber yok, şeyhler, efendiler var. Bu dinde akıl yok, taassup (körü körüne) inanma var.
Allah' a teslim olma yok, ölü gibi şeyhe teslimiyet var. Bu dinde öz yok, söz var. Kılık kıyafet, Arap örfleri dinleştirilmiş. Çarşaf, türban, sakal, cübbe, din olmuş. Allah'ın dinini yaşamak için, mümin ve Müslüman olmak için, önce Kur' an açılacak, anlayarak okunacak, akıl, bilim, maruf ve sünnetullah ile yaşanacak. Böyle olmadan mevcut din anlayışı, saydığımız öteki din anlayışlarından ayırd edilemez, buna da Allah' ın dini İslam denmez, uydurduğumuz din denir.
BÖLÜM-il
DİN VE KİN NE ZAMAN BAŞLADI?
D in, Hz. Adem ile başladı. Bin yıldan fazla yaşamış olan Adem, aynı zamanda peygamberlerin de ilkidir. Ken
di çocuklarına, torunlarına ve ölümüne kadarki nesline Allah'ın emir ve yasaklarını anlattı, öğretti.
Hz. Adem, Cebrail adlı melek vasıtası ile Allah' tan vahy (bilgi-din hükmü) alıyordu.
Kur' an-ı Kerim' de ismi geçen 28 zattan başka, yüzbinlerce peygamber gelmiştir. Bazı toplumlara da peygamberlerin gönderildiği elçiler dini tebliğ etmişlerdir.
Peygamberler, zaman içinde, peyderpey, birer ikişer gönderilmişlerdir. Ne hazindir ki, hepsi de tepkiyle karşılanmış, yalan söylemekle itham edilmişlerdir. Peygamberleri inkar edenler zamanla yeryüzünden silinip gitmişler, Allah onların akıbetini efsaneye çevirmiştir.(Mfıminun 44)
Her din rehberini, peygamberleri veya peygamberlerin tebliğini devam ettiren mümin bilim adamlarını, yine dindar olduğunu söyleyenler susturmaya çalışmışlardır.
Hak babl mücadelesi, din ve kin kavgası hep devam edegelmiştir.
37
HALİT BÜLBÜL
TARİHİN AKIŞI İÇİNDE KİMLER GELİP GEÇTİ?
Yüce Allah tarafından gönderilen, kutsal kitapların ilki Tevrat'tır. Tevrat, tek kitap olduğu gibi Hz. İsa'ya İncil gelene kadar, öteki peygamberlerin şeriatlarına da Tevrat diyenler vardır.
Hz. Musa'nın yaşadığı devirde Mısır Firavunları vardı. Hz. Musa' dan evvel yaşamış İdris, Nuh, Hud, Salih, İb
rahim, Lut, İsmail, ishak, Yakup, Yusuf, Eyyub, Şuayb isimli peygamberlerin Arap Yarımadası'nda, Kızıl Deniz ile Basra Körfezi arası bölgede yaşadıklarını biliyoruz.
Aşağıda vereceğimiz tarihlere dikkat edilirse, Hz. İbrahim' in Sümerler' den evvel yaşadığı ortada.
Bazı Sümer yazıtlarında (belgelerinde) Nuh tarafından, Salih peygamberden, Lut kavminden bahsedilmesi Sümerler'in bu peygamberlerin hatıralarını bildiklerini gösterir.
TARİHTE ÜNLÜ MEDENİYETLER
Eski Mısır medeniyeti. Hz. İsa' dan önce 5000 yıllarında başlamış, birçok hanedan ve binlerce Firavun gelip geçmiştir. Hz. Musa, Harun, Davut, Süleyman gibi peygamberler de bu zamanlarda yaşamışlardır.
Firavun kavmini toplayıp şöyle dedi: 'Ey kavmim, şu gördüğümüz Mısır mülkü benimdir, değil mi? ŞU akıp giden nehirler benim değil mi? Görmüyor musunuz?' (Zuhruf 51)
Firavun malı, toprağı, suları, altını kendi malı, insanları da kendi kulları olarak görmeye başladı. İşi o kadar ileri götürdü ki 'Sizin en büyük Rabbiniz benim' (Naziat 24) dedi.
38
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Veziri Haman, müftüsü Belam ve büyücülerin entrika ve hileleriyle halkın üzerinde adeta kabus oldu.
İşte böyle bir zalimin karşısına Allah Musa'yı gönderdi. Hz. Musa Firavun'a ve adamlarına şöyle dedi: 'Siz ve yeryüzünde bulunan herkes, nankörlük yapıp kafirliğinizde devam etseniz bile, şunu iyi bilin ki Allah her şeyin sahibidir, hepinizden zengindir. Allah'ın azabı şiddetlidir, ondan kurtulamazsınız. ' (İbrahim 8)
Yine Hz. Musa 'Ey Firavun, beni Alemlerin Rabbi gönderdi.' (Araf 104) dedi.
Firavun' un kahinlerinden biri, 'Doğacak bir oğlan çocuğu senin saltanahnı yıkacak.' deyince Firavun dehşete kapıldı ve doğacak çocukları doğar doğmaz, erkek ise hemen öldürüyordu.
Yüce Allah Hz. Musa'yı Firavun'un elinde büyüttü. Dini tebliğ eden Musa'ya, kendini tanrı gören Fira
vun'un kini engel olmaya yetmedi. Firavunlar yeryüzünden silinip gitti, Hz. Musa her gün milyonlarca müminin dilinde ve gönlünde, hürmetle, saygıyla ve rahmetle anılıyor.
Hz. İbrahim' in dinine karşı, Nemrut' un kini; Hz. İsa'nın dinine karşı putperest, pagan Romalıların kini, Hz. Muhammed' in dinine karşı putperest Mekkelilerin kini, hiçbir zaman hız kesmedi.
İnsanların uydurdukları, din zannettikleri saçmalıkların yerine, Allah'ın indirdiği gerçek dini gösterenlerin üzerine saldıranların kini de tabi ki devam edecek.
Sümer Medeniyeti. Hz. İsa' dan önce 3200 yılında başlayıp 2800 yıllarında sona ermiştir. Lagaş, Guti, Elam ve Etri.iks medeniyetleri de bu devre aittirler.
39
HALİT BÜLBÜL
Etiler: Hitit Uygarlığı (Medeniyeti), Hz. İsa' dan önce 2000 yılından 800 yılına kadar 1200 yıl sürmüş bir medeniyettir. Anadolu topraklarının da önemli bir kısmına hakim idiler. Hititlerden kalma birçok tarihi eser gün yüzüne çıkanlmışhr.
Eski Yunan Medeniyeti: Hz. İsa' dan 2000 yıl evvelinden başlayıp 146 yılına kadar, 1854 sene süren bir eski medeniyettir. Pagan bir kültüre sahiptiler. Sokrates, Eflatun, Aristo, Arşimet, Homeros, Hipokrat gibi tarihi şahsiyetler Eski Yunan' da yaşamışlardır. İleriki bölümlerde izah etmeye çalışacağız.
Roma Medeniyeti: Hz. İsa'run doğumundan önce 6. yüzyıla kadar uzanır. Ama Roma İmparatorluğu'nun kuruluşu İsa' dan önce 27 tarihidir.
Milattan sonra 395 yılında, Roma İmparatorluğu imparatorun iki oğlu arasında bölüştürüldü. Doğu Roma'nın merkezi Konstantinopolis (İstanbul) oldu. Doğu Roma' ya Bizans denilmeye başlandı. Bah Roma'run merkezi ise Floransa (İtalya) şehri idi.
İran Medeniyeti: Hz. İsa' dan evvel 3000 yıllarında başlayıp Sasfuıilerin sonuna kadar devam eder. İran tarihi, Elamlılar devriyle başlar.
İran, İslam' dan evvel Mecusi (Ateşperest) idi. Miladi 636'da Kadisiye Savaşı ile yıkılıp İslam medeniyetiyle tanıştı.
Arap olmayan ilk Müslüman toplum İranlılardır. Çin Medeniyeti: Hz. İsa' dan önce 1450 yılında başlayıp
1050 tarihine kadar 400 yıl sürmüştür. Hya ve Şang hanedanları bu döneme damga vurmuştur.
Tarihte Türk kavimleri ilk olarak Çin' de ortaya çıkmışlardır. Hz. İsa' dan evvel 3. yüzyılda ortaya çıkan Hun Türkle-
40
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
ri ilk bilinen Türk toplumudur. Teoman, Hun Türkleri'nin reisi iken oğlu Mete tarafından öldürülmüştür.
Türk Medeniyeti: Türklerin geçmişini, Hz. Nuh peygamberin Yafes adındaki oğlunun oğlu olan ve adı da Türk olan kişiye dayandığına dair, pek güvenilir olmasa da, bazı kayıtlara rastlanmaktadır.
Asıl Türk topluluğunun ortaya çıkışı, Hz. İsa' dan 3 asır evvel tarih sahnesinde görülen Hunlardır.
MÖ 220 yılında, ilk Türk imparatorluğunu kuran, Teoman Yabgu'dur. MÖ 209-174 yılları arası, Teoman'ın oğlu Mete dönemidir.
MS 434-451 yılları arası, Attila dönemidir. Bu dönemdeki Hun akınlarının, Avrasya' ya hakim olduğu bilinmektedir.
Asırlar boyu 'Türkler geliyor.' diye yaramazlık yapan çocuklarını korkutan Avrupalılara bu korkuyu veren Attila ve ordusunun hücumlarıdır.
Tabgaç, Avar, Gökoğuz, Yakut, Hazar, Uygur, Kırgız, Kıpçak, Karluk, Peçenek ve Oğuzlar; hepsi Türk soylarıdır.
Türkiye Cumhuriyeti (1923) kurulana kadar 16 kez imparatorluk (devlet) kuran Türkler şunlardır:
1 . Büyük Hun Devleti 2. Batı Hun Devleti 3. Avrupa Hun Devleti 4. Ak Hun Devleti 5. Göktürk Devleti 6. Avar Devleti 7. Hazar Devleti 8. Uygur Devleti 9. Karahanlılar Devleti
41
HALİT BÜLBÜL
1 0. Gazneli Devleti 1 1 . Büyük Selçuklu İmparatorluğu 12 . Harzemşah İmparatorluğu 13. Altın Ordu Devleti 14. Büyük Timur İmparatorluğu 1 5. Selçuklu İmparatorluğu 1 6. Osmanlı İmparatorluğu 1 7. Türkiye Cumhuriyeti.
Türkler, Karahanlılar döneminde Müslüman olmuşlardır. İlk Müslüman Türk hükümdarı, Abdülkerim Satuk Buğra Han' dır.
Babil Medeniyeti: Dicle ve Fırat nehirleri civarında, Mezopotamya havzasında kurulmuştur. Hz. İsa' dan önce (İ.Ö.) 1895-1595 yılları arasında, üç yüzyıl hüküm süren döneme, 1. Babil Dönemi denir.
Koyduğu kanunlarla ünlü Babil kralı Hammurabi ölünce ülkedeki bazı topluluklar isyan etti. Bu kargaşadan istifade eden Hititler(Eti) 1595 yılında Babil'e hakim oldu.
Ancak, MÖ 625 yılında Babilliler Medlerle birlik olup Asur Devleti'ne saldırıp yendiler ve yeniden Babil adıyla ikinci defa, tarihteki yerlerini aldılar.
Bu ikinci dönem, Babil Devleti'nin en büyük hükümdarı Nabukadnezar'dır (Buhtunnasır).
Bu ünlü kral Kadeş'te Mısır ordusunu yenerek Filistin ve Suriye topraklarına da hakim olmuştur.
Buhtunnasır'ın Nemrutlardan olduğu doğru değildir. Çünkü Nemrutlar Keldani Kralları'nın unvanı idi.
Hz. İbrahim'i ateşe atan hükümdarın Nemrut olduğu İslami kaynaklarda değil, İsrailiyat denilen kaynaklarda ge-
42
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARJ
çer. Bu dönem, Hz. Muhammed' den evveldir. Hz. İbrahim' in Harran, Urfa taraflarında da yaşamış olma ihtimali vardır. Urfa' da bulunan Balıklı Göl'ün olduğu yer, Hz. İbrahim'in ateşe ahldığı yer olarak bilinir. Bunun doğruluğu kati değildir. Hz. İbrahim'in Mekke, Urfa, Musul ve Filistin civarında yaşamış olması ortak kanaattir. Nemrut Dağı, Nemrut Gölü gibi yerlerin isimleri efsanelere dayanır.
Buhtunnasır, Kudüs'ü aldı, Yahudi alimlerini ve Filistin halkını esir etti. Esirler arasında Danyal peygamberin de olduğu ve esaretin 70 sene sürdüğü, bazı tarihi kaynaklarda geçmektedir. Danyal diye bir isim Kur' an-ı Kerim' de geçmemektedir.
Din ve dindarların karşısına çağlar boyu, daima kin ve kindarların nefreti ve şiddeti çıkmıştır.
Din ve dindarlar; adaleti, dostluğu, barışı, paylaşımı, sevgiyi, saygıyı istemişlerdir. Kin ve kindarlar ise zulmü, düşmanlığı, kavgayı, bencilliği, nefreti, köleliği, haksızlığı istemişlerdir.
Yirmi birinci yüzyılın Firavunluğunu, Nemrutluğunu vahşi kapitalizm ve onun askeri kolu olan emperyalizm temsil etmektedir.
Allah' a ve ahirete inanan tüm insanlar mutlu bir dünya kurmak için, bu iki canavara karşı birlik ve bütünlük içinde olmalıdırlar.
Yahudi, Hıristiyan, Müslüman, Budist, Hindu, tüm dini toplumların ortak derdi adaletsizliğin yok edilip adaletli bir dünya kurmak, Allah'ın mülkünde ilahlık yapmaya kalkan zalimlere karşı antikapitalist ve antiemperyalist bir tavır takınmak olmalıdır.
Aksi halde, akan kanlar durmayacak, yıkılan ocaklar, kırılan onurlar, açılan yaralar sarılmayacaktır. Havralar, Kili-
43
HALİT BÜLBÜL
seler, Camiler, Cemevleri bu gidişata çözüm üretemiyorsa; din ve mezhep kavgaları, tarhşmaları bitmiyorsa; dinin rahmet ve vicdan yönü gitmiş, kin egemen olmuş ise; din, yeryüzünde yok demektir. Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed, Budha, Konfüçyüs aramızda yaşıyor olsalardı nasıl olmamızı isterlerdi ise öyle bir ortam yaratmadan mutlu olma hayali rüyadan ibaret kalır.
BÖLÜM- IH
İNSANLIGIN GELİŞİM EVRELERİ
1 650 yılında, İrlanda başpiskoposu James Ussher (Öl. 1656) kainatın, evrenin günümüzden 6 bin yıl evvel, Hz.
İsa' dan 4004 yıl önce oluşmaya başladığını iddia etti . U ssher 'in bu tuhaf tezini birçok Avrupalı 19. yüzyılın so
nuna kadar dini bir bilgiymiş gibi benimsedi. Kitabı Mukaddes'te peygamberlerin kaç yıl yaşadıkları
ve aralarında ne kadar zaman geçtiği anlatılır. Bu tarihlerin tamamen doğru olduğunu iddia etmek de bilimle bağdaşmaz.
Zira, Hz. Adem' den başlayıp Hz. İsa' ya kadar anlatılmaktadır. Kitabı Mukaddes'in Hz. İsa' dan sonra yapılmış tefsiri olarak kabul edilebilir.
Hz. Adem ile Hz. Muhammed' in arası 30 bin, belki 50 bin, belki daha da fazladır. Tarihler yanıltıcı olabilir.
İlk insanların gelişim tarihiyle ilgili olarak, Kenya Milli Müzeler müdürü Richard Leakey ile New Scientist dergisi editörü olan Roger Lewin' e göre; insanın kökleri tek hücreli canlılardan çok hücrelilere, sonra omurgalılara, oradan memelilere uzanan ve yetmiş milyon yıldan fazla zaman geç-
45
HALİT BÜLBÜL
tikten sonra da ağaca tırmanan "maymunvari" varlığa döndüğünü iddia etmişlerdir. Ağaçlarda yaşayan bu canlı türünün parmaklarının, kollarının uzadığını, meyveleri elleri ile koparıp yemeye başladıklarını iddia etmişlerdir. Bu dönem 60 milyon yıl kadar sürdü, demektedirler.
Günümüzden 12 milyon yıl önce, bilinen maymun türlerinin yaşamaya başladığını (Goril, Şempanze, Orangutan, Rama) bunların zaman içinde evrimleşmesiyle, günümüzden 50 bin yıl önce, şimdiki insan türüne dönüştüğünü öne sürmektedirler.
Darwin'in tezi de aşağı yukarı bu şekildedir. Ancak günümüzün modern tekniği ile yapılan analizlerde ve incelemelerde şu gerçek ortaya çıkmıştır:
Hiçbir canlı, kendi türünden başka bir türe dönüşmemiş, kendi türü içinde farklılaşmıştır. Örnek verecek olursak; kıvırcık koyunu merinos, dağlıç gibi cinslerle karışıp farklı koyun türleri meydana getirmiştir. Ama koyun hiçbir zaman başka bir canlıya, örneğin keçiye dönmemiştir.
Kur' an' daki; insanın yaradılış evresini dikkatlice incelediğimizde havadaki gazların, yağmurun, topraktaki minerallerin, güneş ışığının fotosentez ile bitkiye, oradan gıdalara ve canlılara (insana) dönüştüğü anlamını da rahatça çıkarabiliriz.
"Her canlı sudan yaratılmıştır," (Enbiya 30). Bu, evrim değil; en küçük zerreden başlayıp kademe kademe gelişmedir.
Anne yumurtası ile, baba kromozomunun aşılanması sonucunda insanın oluşumunu Kur'an-ı Kerim şöyle anlatıyor:
"Ey insanlık! Öldüğünüz zaman tekrar diriltileceğiniz hususunda bir şüpheniz varsa, düşünün hele. Önce toprak idiniz (bitkiye döndünüz). Onu yiyen anne ve babanızın vücu-
46
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
dunda, insan tohumuna (meniye-yumurtaya) döndüıiildünüz. Sonra ana rahminde kan biçimine döndüıiildünüz. Sonra şekli belli belirsiz, et parçasına (zigot) döndürüldünüz. Kudretimizi göstermek için, belirli bir zamana kadar rahimlerde geliştirip sonra bebek olarak dünyaya çıkarıyoruz. Bunun ötesinde ömür verip yaşatıyoruz." (Hac 5)
Şunu anlıyoruz ayetten: Kral, padişah, hükümdar, zengin, ağa, paşa da olsan as
lın bu . Sonunda toprağa karışıp eski haline, gaz ve toz haline döneceksin. O halde kibirlenme, gururlanma, cimrilik yapma, kimseye zulmetme, herkese iyilik et. Çünkü seni ve herkesi yeniden yaratmak Allah için zor değildir.
"Tüm insanlığın yaratılması, öldükten sonra tekrar yaratılması, bir tek kişinin yaratılması gibi Allah' a kolaydır." (Lokman 28)
İnsanlığın her geçen gün, modern bir hayat yaşama bakımından geliştiği veya dönüştüğü muhakkak. Ancak manevi yönüyle hala bedevilikten, ilkellikten kurhılabildiğini söylemek imkansızdır.
21 . yüzyılın dünyasında bile hala insanlar renklerinden, dillerinden, inançlarından, etnik kökenlerinden dolayı kötü muamele görüyorsa; hala kadınlara cariye (elden ele dolaşan, alınıp sahlan cinsel mal) muamelesi yapılıyorsa, hala bunca nimete, imkana rağmen 1,5 milyar insan aç ise insanlık başladığı yerden kımıldamamış dernektir.
Hz. İsa' dan 2600 yıl evvel yaşamış Ur Medeniyeti'nde Kral ölünce atları, arabaları, kanlan, çocuk.lan, hizmetçileri ile birlikte topluca büyük bir çukura gömülürlerdi. Yeniden yaratılmaya inanıyorlardı çünkü dirildiği zaman sevdiği her şeyin yanında olmasını bekliyordu.
47
HALİT BÜLBÜL
İşte peygamberler, böylesi toplumların ıslahı için gelmişlerdir.
Peygamberler gidince insanlar kendi buldukları totemlere, putlara tapmaya başlamışlardır. Bugün de değişen fazla bir şey yoktur.
Orta Çağ' da para verip Papa'ya günahını bağışlatan, cennetten tapu alıp satan cahillerin yerini şimdi cami önlerinde muska, cevşen, dua kitabı diye bedavadan cennete gitme hayalleri alınıp satılmaktadır.
15. yüzyılda Rönesans' mı yapan Avrupa, bu saçmalıklardan yakasını kurtardı. İslam dünyası ise 15. yüzyıl Avrupa' sının Rönesans'ını henüz anlamış değil.
Mabet yarışı hız kesmiyor ama yön ilkelliğe doğru. Tarihçiler, dünya medeniyetinin Sümer'le başladığını söy
lerler. Akad Kralı Sargon, Hz. İsa' dan 2350 sene önce Sümer toplumlarını kentleştirerek devlet yapısı oluşturdu. Babil kralı Hammurabi ise Hz. İsa' dan 1750 sene evvel hem Sümer, hem Akad şehirlerini tek yönetim altında topladı.
Şehir ve devlet medeniyeti gelişti, çivi yazısı kullanılmaya başlandı . Her devirde olduğu gibi, gücü eline geçiren tanrılığa soyundu. Halkı kul-köle, kendini İlah olarak kabul ettirmeye başladı. Böyle zamanda Allah tarafından peygamberler gönderildi. Dinin karşısına her devirde kin çıktı.
BABİL, ROMA VE İSLAM HUKUKU
1. Babil Devleti'nin 6. Kralı olan Hammurabi'nin (Hz. İsa' dan önce 1728-1686) 42 yıllık döneminde uyguladığı kanunlara "Hammurabi Kanunları" denilir.
48
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Akad dilinde taşlara yazılmış olan bu kanunlar, eski yasaların sistemleştirilmesi şeklindedir. 1 902 yılında, Fransız araşhrmaalar tarafından, kanunların yazılı olduğu bir taş sütun bulunmuş ve Paris'te Laure (Lavr) müzesinde korunmaktadır. (Bağdat Müzesi'ndeki, benzeridir).
Hammurabi Kanunları çivi yazısı ile yazılmış olup, 282 maddeden oluşmaktadır.
Kanunlara göre, haklar ve sorumluluklar olmak üzere halk da üç sınıfa ayrılmıştır.
Avilum: Asil ve üstün kabul edilen, elitler. Meşkenum: Orta sınıf yahut sıradan insanlar. Vardum: Köle sınıfı. İnsan yerine konulmayanlar. Bu sıralamadan da anlaşılacağı gibi, birinci sınıftan suç
işleyenlere verilecek ceza hafif, üçüncü sınıftan suç işleyenlere verilecek ceza ise en ağırı idi.
İslam' dan evvelki Arap toplumunun anlayışı da aynı idi denilebilir.
İslam peygamberi Hz. Muhammed'e bir suçlu getirilir. Adam zengin ve kalabalık bir kabiledendir. Kabilenin ileri gelenleri Hz. Peygamber'e şöyle derler: "Ey Allah'ın elçisi! Adımız, şanımız lekelenmesin. Yaptığı zararı ödeyelim, bunu bağışlayın." Hz. Peygamber cevaben: "Sizden evvelki topluluklar neden helak oldular sanıyorsunuz. Onlar da zengin ve güçlülerin suçunu bağışlarlar, garibanları cezalandırırlardı. Allah' a yemin ederim ki suçlu olan kendi kızım da olsa cezasını veririm." Bu hadis, değişik bir versiyonu ile Şevkani' nin "Neyl'ülevtar" adlı eserinde geçmektedir.
Roma kanunları ise Almanya, İtalya, Fransa, İsviçre gibi ülkelerde uygulanmıştır.
49
HALİT BÜLBÜL
Bah Roma'run yıkılışı olan MS 476 yılına kadar, Doğu Roma' da (Bizans) ise İstanbul'un Türklere geçtiği tarih olan 1453 yılına kadar kullanılmıştır.
Roma Kanunları; İlahi dine değil, pagan kültürüne dayanmaktadır. Halk Hıristiyan olmasına rağmen, bu çok sert kanunların baskısı altında yaşamıştır.
Eski Roma Kanunları, insanlıktan uzak ve zalimceydi. Birkaç maddesini şöyle sıralayabiliriz:
Sahibi, kölesini her işte kullanabilir, isterse öldürürdü. Bunun için de herhangi bir yargılama, sorgulama, ceza söz konusu değildi.
Roma vatandaşı olmayanlar hukuken yok hükmündedirler. Roma vatandaşı olsalar bile, asiller (Patrici) grubundan
olmayanlar ikinci sınıf vatandaştırlar. Evin reisi babadır. Yeni doğan çocuğunu isterse ataları
na, tanrılarına kurban eder. İsterse Tiber Nehri'nin öte yakasında yaşayanlara köle olarak satabilir. Çocuk, tamamen babanın, aile reisinin insafına bırakılmıştır; isterse normal olarak büyütür.
Ev reisinin dışında yaşayan kim varsa; kadın, erkek, yaşlı, genç hiçbir hukuki hakkı yoktur.
Kadınlar için hak diye bir şey söz konusu değildir. Kadın babasının, yoksa kocasının, yoksa erkek kardeşinin, erkek kardeşi de yoksa kendi doğurduğu oğlunun malı sayılıyordu. Miras yoluyla mal gibi devredilebiliyordu.
Borçlu insanlar üzerinde alacaklının seçme hakkı vardı. İsterse borçluyu köle olarak satıp parasını kurtarır, isterse borçlunun vücudundan parçalar koparma hakkı vardı.
Roma ve Babil hukukundan etkilenen Araplarda da durum hemen hemen aynı idi.
50
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Hz. Muhammed'e MS 610 yılında Kur'an-ı Kerim gelmeye başladığında Mekke'nin yapısı tam da bu kanunlar gibiydi.
Müşrik Mekkeliler Allah' a inanıyorlar; hac, namaz, gusül, zekat gibi ibadetleri de biliyor ve yapıyorlardı.
Hz. Muhammed'e düşman olmalarının sebebi, Hz. Pey-gamber' in onlara şöyle demesiydi:
Kız çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz. Kadınlara, insanlık dışı davranmayacaksınız. Faize boğduğunuz insanların mallarını ve namuslarını sö
mürmeyeceksiniz. Köleleri serbest bırakıp tamamen bu işten uzak duracak-
sınız. Yoksul, çaresiz, garibanları ezmeyeceksiniz. Haksız yere biriktirdiklerinizi yoksullara dağıtacaksınız. Ve daha bazı şartlar. Müşrikler, biz Kabe'ye gelen hacılara su veriyoruz, Ka
be'yi ve çevresini imar ediyoruz, bırak bizi dalgamıza bakalım, demek istiyorlardı.
Yüce Allah buyurdu: "Mescidi haramı imar edip Hacca gelenlere su vermeyi, Allah' a ve Peygambere itaat, Allah yolunda cihadla bir mi tutuyorsunuz . . . " (Tevbe 19)
Cihaddan maksat, Hz. Muhammed' in Mekke müşriklerinden yapmalarını istedikleri şeylerdi.
O zamana kadar güvenilir insan dedikleri Hz. Muhammed' e düşman oldular.
Müşrikler, dindarlığı da kimseye bırakmıyorlardı. Akıllarınca kendi uydurdukları saçmalıkları, hak din yerine koyuyorlardı. Dinin karşısına yine kin dikilmişti.
HALİT BÜLBÜL
KRALLARIN DİN ANLAYIŞI
Kur' an-ı Kerim' de insanın yaradılış sebebi ibadet etıne gayesine dayanır (Zariyat 56). İbadet denilince mabetlerde yapılan ritüeller değil, hayatın her anında Allah sanki seni gözetliyor bilinciyle davranmak kastedilir.
Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur: "İman 73 basamaktır. Birincisi Allah'tan başka tanrı olmadığına iman etmek, sonuncu şubesi de yolda gördüğün zararlı bir şeyi ortadan kaldırmaktır." (Buhari). Demek oluyor ki; bir kısım kimseler önünde eğilmek, bükülmek, şirin görünmeye çalışmak, yalakalık yapmak onu tanrılaştırıp Allah' a şirk koşmak olduğu gibi; insanlara, hayvanlara, taşıtlara zarar verecek şeyleri uluorta yollara atınak yahut da atılanları temizlememek de imansızlık alameti oluyor.
Kitabı Mukaddes' in "Tekvin" bölümünde de "Allah Adem'i yarattıktan sonra, kulluk şuuruyla yaşasın, şükretsin, ibadet etsin diye Mezopotamya' da Aden denilen cennete, bahçeye koydu," denmektedir.
Allah ile kul arası ilişkiyi, köle-efendi ilişkisi olarak görmek çok yanlış olur. Allah sürekli olarak "ben" yerine "biz" diye seslenmektedir. Yüce Allah, yaratma işini tabiata koyduğu kanunlar ve insanların gayreti, çalışması ile beraberce yarattığını haber vermektedir. Örnek olarak: Allah isterse, ekmeği sıcak bir şekilde, taptaze gökten de indirme kudretine sahiptir. Ancak insan ekip biçecek, toprak bitirecek, Allah bir buğdaya binlercesinle karşılık verecektir.
Eski Yunan, Mısır ve Babil uygarlıklarında birçok tanrıya inanılırdı. Yağmuru, rüzgarı, bitkiyi, geceyi, gündüzü meydana getiren ayrı ayrı tanrılar var, derlerdi. Bu tanrıların yer-
52
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
deki temsilcileri de bir insan olurdu; mesela güzellik tanrıçası Afrodit gibi.
Eski Yunan' da tanrıların en büyüğü Zeus idi. Olimpos Dağı'run sisli zirvesinden, diğer tanrıları yönlendirdiğine inanılırdı.
Bizans hükümdarı Büyük Konstantin, putperestlikten Hıristiyanlığa geçince bazı putperestlik inançlarını dine sokuşturdu. Teslis denilen baba, oğul, ruhulgudüs gibi.
Krallar toplumu etkileyip ilahi din emirlerini bozunca mutlaka bir peygamber gelmiştir.
Babil kralı Hammurabi bile "Madruk" dediği Babil tanrısının, kendisini idareci seçtiğini, adaletli olduğunu, halkın dilinde kanunlar yaptığını anlatır.
ABD başkanı George W. Bush da "Beni tanrı gönderdi," dememiş miydi? Galiba onu gönderen tanrısı şeytan idi. Kur' an-ı Kerim' de, "Şeytanın da kendi dostlarının gönlüne vah yettiği, fısıldadığı" bildirilmektedir (Enam 121 ). Allah'm vahyettikleriyle şeytanın vahyettiklerinin savaşı, din ve kin kavgasıdır.
GÜNEŞ BABA
Hitit krallarından il. Mursilis şöyle diyor: "Ben Güneş Baba' mın tahtı üzerine oturdum. Efendim Arinna Güneş tanrıçasının yıllık şenliklerine katıldım. Düşman ülkeleri benim için vur, diye yakardım (dua ettim). Güneş tanrıçası yakarışımı duydu ve on yılda, düşman ülkelerini fethedip hepsini mahvettim." (Siyasal Düşünceler Tarihi s.78)
Hitit kralı da güneşin gücüne, belki de Güneş'i Güneş yapan Allah'ın kudretine inanıyordu. Ama sonunda kendini
53
HALİT BÜLBÜL
erişilmez güç ve kudret sahibi sanıp sapıtınca din gidiyor, kin geliyor.
BUDİZM VE BUDHA
Hz. İsa' dan 500 yıl kadar önce zengin bir kralın oğlu olarak, prens olarak doğar. Adını Gautama koyarlar. Sarayda bir eli yağda, bir eli balda büyür. Dışarıdan haberi yoktur.
Sarayın dışına çıkınca insanların sıkıntı ve sefalet içinde çırpındığını görür, içi burkulur. Saraya ve saray yaşantısına karşı nefret duymaya başlar.
Ailesini, yakınlarını terk edip ormanlık, dağlık yerlerde kendi halinde tefekküre dalar. Vücudunu bedensel isteklerden mahrum eder. Acı ve ıstırap çekenlerin arasına karışıp onlardan biri olur.
Aç, uykusuz ve yorgun bir şekilde yola düşer. Bir hayli gittikten sonra bayılıp yere yığılır kalır. Kendine gelince Allah'ı bu şekilde anlayamayacağını fark eder. Perhiz yaparak, yoksulların arasına katılarak, düşünerek, tabiat olaylarını anlamaya çalışarak arayışını sürdürür.
Bir gün incir ağacının altında düşünce, meditasyon halinde iken zihninin aydınlandığını ve aradığını bulduğunu düşünür. Budha olarak, farklı bir kişilik ve kutsallık kazanmıştır. Artık o, Guatama Budha' dır. 80 yaşında ölümüne kadar insanlara eğitim verir.
BUDHA VE BUDİZM İLKELERİ
Budha, "Brahma" inancııun bozulduğunu söyleyip insanların putlara tapmasını kabul etmemiştir. Putların kırılıp yok
54
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
edilmesini emretmiş, ama sonradan halk Budha'nın putlarına tapınmıştır.
Budha, kendisinin sıradan bir insan olduğunu söylüyor, yakıştırılan tanrılık yaftasını reddediyordu.
Budha, insanlar arasında sınıflama yapmıyor, herkese eşit muamele ediyordu.
Budha, Hindistan' da hala uygulanmakta olan kast sistemine şiddetle karşıdır. Ancak mücadelesini savaşla değil, ikna yoluyla sürdürme çabasındadır.
Hiçbir canlıyı öldürmeyiniz, demiştir. Budha'nın da Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olma
ihtimali kuvvetle muhtemeldir. Budha'nın ölümünden sonra, yapılan yanlışlar ve Budha'ya atfedilen sözler, onun olduğu anlamı taşımaz.
Budha' dan 6 asır sonra gelmiş Hz. İsa'nın tebliği ve hak dini nasıl ki birçok değişikliğe uğramışsa Budha'nın öğretileri de zamanla değiştirilmiştir.
Hz. Muhammed'in vefatına yakın, Kur'an-ı Kerim'in son inen ayetinde Hz. Adem'le başlayan Tevhid dininin tamamlandığı, din olarak tüm dindarların İslam ilkelerinde birleşmesi gerektiği vurgulanır (Maide 3). Allah'ın gönderdiği tek din vardır.
İslam, bütün peygamberlerin ortak mesajının adıdır. Hz. Adem, Nuh, İbrahim, Musa, Süleyman, Zekeriya, İsa ve Hz. Muhammed'in hepsinin dini İslam' dır.
"İbrahim ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan idi. Müşrik de değildi. O, dosdoğru bir hanif idi, Müslümandı." (Ali İmran 67)
Hz. İbrahim Müslüman ise Hz. Musa'nın da, Hz. İsa'nın da, Hz. Muhammed' in de Müslüman olması tabiidir.
HALİT BÜLBÜL
Şöyle sanılmamalı: Allah, ayrı ayrı dinler gönderdi. Bu dinlere inananlar da
çağlar boyu birbiriyle cebelleşti, kavga etti. Hayır, böyle değildir. Peygamberler, tevhid akidesini canlandırmak için geldiler. Her peygamberin zamanında farklı şeriatların, hukuk sistemlerinin uygulanması gayet doğal, din ise tek. Her peygamberin düşmanı en yakınından çıkmıştır. Aynı ümmetin (inanç toplumunun) bile birbirini kırmış olduğu apaçık ortada iken farklı ümmetlerin birbirini kırması, dine rağmen yaşanmış acılardır.
Yahudi, Hıristiyan, Müslüman toplumlar, ayrı ayrı şeriatları olan ümmetlerdir. Hepsinin ortak dini İslam' dır. Bunu anlamadan bu dünyada huzur beklemek, seraptan su beklemektir.
Tarih boyu ümmetlerin birbiriyle olan kavga ve kargaşaları din savaşı değil; kin savaşıdır.
Müftü emeklisi bir adamın "Kur' an ile din mi olur?" demesine bakılırsa daha bu insanların çok çekeceği var dernektir. Müftünün İslam' dan haberi yoksa sokaktaki vatandaşın nasıl olur?
AKLINI İŞLETEN ALLAH'I BULUR
Kur' an-ı Kerim, canlı bir örnek veriyor. Özetleyerek verelim. Hz. İbrahim, puta tapan bir babanın oğlu olarak dünya
ya geldi. Babası Azer, put imalatçısı idi. İbrahim büyüdü, elleriyle yonttukları putlara tapan Ba
bil halkının yaptıklarını saçma buluyordu. Babasına şöyle dedi bir gün:
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
-Bu kendi imalatınız olan putları tanrı mı kabul ediyorsunuz? Senin de, bu toplumun da yaptığı bu işler çok büyük bir saçmalık.
Allah, yerlerdeki ve göklerdeki gücünü İbrahim' e tanıtıyordu.
Akşam olup güneş batınca en parlak yıldıza bakıp "Benim Rabbim bu mu?" diye düşündü. Yıldız kaybolup batınca "Ben doğup batan şeyleri sevmem." dedi. Ay doğunca da aynı şeyi düşündü. Babnca Ay'ın da Allah olamayacağını kabul etti.
Rabbim bana doğru yolu göstermezse ben de bu sapık Babilliler gibi olurum, diye endişelendi.
Sonra Güneş' in doğuşunu ve mükemmel ışığını düşünüp "Acaba Rabbim bu olabilir mi?" dedi. Güneş' in de battığını görünce kavmine şöyle seslendi:
"Ey kavmim! Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım. Her şeyin yaratıcısı, alemlerin Rabbine yöneldim ben. Sizler gibi müşrik olmaktan Allah'a sığınıyorum." (Enam 74-79)
Hemen peşinden gelen ayette "Kavmi de bunun üzerine, İbrahim'e savaş açtı . . . " (Enam 80)
Görülüyor ki; putperest toplum ezberini bozacak bir şey duymak, görmek istemiyor.
Bu mücadele, Hz. İbrahim' in büyük bir ateşe atılmasına kadar vardı, ama Allah onu korudu.
İbrahim peygamberin karşısına babasının, Nemrut' un ve müşrik Babil halkının kini çıktı.
Bugünün birçok zavallı ve cahili, onlarca puta taptığının bilincinde olmayan ahmakları da, Hz. İbrahim'e yapılan saldırıyı Hz. İbrahim' in mücadele ruhunu taş\yanlara yapıyor.
HALİT BÜLBÜL
Tarikatını, cemaatini, üstadını, efendisini, şeyhini her şeyin üstünde gören cahil dinciler müşrik olduklarının farkında bile değil. Allah ile aramıza rabıta, şeyh, üstat aracı olacak, bizi Allah' a yaklaştıracak zannediyor. Müşrik Mekke putperestlerinin yaptığını yapıyorlar. Allah'a iman ettiklerini sanıyorlar (Zümer 3).
Konfüçyüs, aklını çalıştırıyor fakat aklında ancak yaratılanların yaradılışını araştırarak Allah'ı bulabileceğini, kavrayacağını düşünüyordu.
Alemi yaratan sonsuz ilahi kuvvetin tarifini isteyenlere şöyle diyordu: "Yaratılanları anlayamadık ki Yaradan'ı tarif edebilelim. Bilemeyeceğimiz şeylerle uğraşmaktansa bildiğimiz şeylerle uğraşalım. O da, insanlar arası güzel ilişkiler." diyordu.
Konfüçyüs; "Hakim güç, Allah'ın kudretinin tesiri rüzgar gibidir. İnsanlarsa ekin yahut ot gibidir. Bitkiler, rüzgarın yönüne eğilirler." demiştir.
LAO-ÇE
Lao-Çe de aklını işletenlerdendi. "Aklını işletmeyenler pislik altında kalır." (Yunus 100), ayetini sanki okumuştu.
Lao-Çe; her doğan insan tertemiz, suçsuz, günahsız doğar; doğuştan itibaren herkes eşit haklara sahiptir, diyordu.
Hz. Muhammed de "Her doğan temiz doğar. Sonradan toplum, ailesi, çevresi onu yönlendirir. Doğuştan itibaren herkes Allah'ı bilme ve bulma fıtratı taşır." (Buhari-Ebu DavudTirmizi) buyurmuştur.
Lao-Çe'ye göre, Tao (yani Allah) uzakta değil, adeta burnumuzun dibinde idi.
58
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Kur' an-ı Kerim' de de Allah, "Ben size şah damarınızdan daha yakınım." (Kaf 16) buyurmuştur.
Lao-Çe'nin şu enteresan tespitine bakınız: "Bir toplumda en çok neden bahsediliyorsa o, yok demektir." diyor. Adaletten bahsediliyorsa adalet yok. Sevgi-saygıdan bahsediliyorsa sevgi-saygı yok demektir. Günümüzde en çok bahsedilen konu insan haklan, adalet, paylaşım, bölüşüm değil mi?
Bazı analizciler Lao-Çe'nin devleti aşağıladığını, adeta devlete düşman olduğunu iddia ederler. Halbuki Lao'nun derdi, devletin polis gücüne ihtiyaç duymayan bir toplum yapısı özlemidir. Bunun olamayacağını düşünmüş olmalı ki şöyle diyor: "Devlet olabildiğince az, ama net yasalar yapmalıdı r. Gereğinden fazla vergi almak da zulümdür."
Şu güzel sözlere ne demeli? Binlerce kilometrelik bir yolculuk bile tek adımla başlar. Bilmediğini bilmek erdem, bilmediğini biliyorum sanmak
aptallık ve ahmaklıktır. Başkalarını bilen, bilgili; kendini bilen, bilgedir (alimdir). Bilenler konuşmuyor, konuşanlar ise bilmiyor. En iyi yönetici emretmeden yönetir. Bilge (alim) kişi, bildiğini bilmeyenlere öğretir. Kötüye karşı adil, iyiye karşı daha iyi ol. Sanki bugünü tarif ediyor. Demek ki 2500 yıldır insanoğ
lu yerinde sayıyor.
BÖLÜM-iV
DİNE GEREK YOK MU?
B azı Hıristiyan ve Yahudi din adanılan, her iki inanç ekolünün de bittiğini, bozulduğunu; gelecekte tek çıkar yolun
Kur'an'ın yolu olduğunu samimi olarak itiraf etmektedirler. Aslında, Hz. Musa ve Hz. İsa'nın öğretileri dikkate alınır
sa Kur'an-ı Kerim'i, İncil'i ve Tevrat'ı dikkatle ve samimi olarak değerlendirip akıl ve bilim rehberliğine yönelerek dünyayı cennet yapmak kolay.
Kur'an-ı Kerim bakın ne diyor: "Müminlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve sabii
lerden kim Allah' a ve ahret gününe inanırsa, sonra da hayırlı ve güzel işler yaparlarsa, bunlara Rabbleri ödüllerini mutlaka verecektir. Hem de asla korkuya kapılmayacak ve üzülmeyeceklerdir." (Bakara 62)
İşte din budur: Allah'a şirk koşmadan inanmak, ahret hayatından şüphe etmemek ve hayırlı, güzel toplum yararına işler yapmak. Bu üç şartı yerine getirmeden ömrü ibadetle, camide, kilisede, havrada geçse de hiçbir önemi yoktur. Bu üç şartı yerine getirdikten sonra nüfus kağıdındaki isim ve din hanesinde yazanın ne önemi var?
61
HALİT BÜLBÜL
"Allah herkesin, tüm alemlerin Rabbidir." (Fatiha 1 ) Her toplum yüce Yaradan'ı, kendi dilinde farklı bir isim
le anabilir. Allah herkesin niyetini de, gönlünden geçeni de, ağzın
dan çıkanı da bilir ve anlar. Avrupa halkı God; Türkler Tanrı; Persler Huda diye Allah'ı andıkları gibi, başka toplumların da dillerince ayrı bir Allah ismi vardır.
Şöyle ki; Tüz, Tüzen, Törü, Töre, Torah, Teng, Tengri, Tao, Thien,
Theo, Dei, Zeo, Zeus, Zui, An, Anu, Anlil, El, Eloh, Elohim, Ellah, Ellat, Elilah, Allot, Izid, Mazda, Yezdan, Zarvan, Khoda, Huda, Hodanay (Çalap).
Bu isimler, çeşitli kavimlerin ve toplumların dilinde alemlerin Rabbi, Allah yerine kullanılmaktadır. Yerlerde ve göklerde ne varsa hepsi Allah'ı anar, bilir, tanır (Haşr 1 ).
Allah'ı atomlardan galaksilere, her şey bilir. Allah'ı tanımayan inanamaz. Kafasında yanlış bir Allah hayal eden insan, o yanlış olanı kabul etmez. Allah'ı gerçekten tanısa, inkarı mümkün değil.
Dine elbette gerek vardıı� ama gerçek dine. Tevrat ve İncil' e insan sözü karıştırılıp bozulunca Hıristiyan ve Yahudiler, dinden soğudular. Mevcut din anlayışı da, toplumu birbirine düşürdü. Bunun üzerine dini bir yana koyup yalnızca akla yöneldiler.
15. ve 17. yüzyıllarda yaşanan Rönesans ile sektiler bir akılcılık egemen oldu.
Aklın ve bilimin rehberliğinde buluşlar, keşifler, icatlar yapıldı. Fakat ilahi kaynak, yani Allah'ın koyduğu evrensel dini, ilahi ilkeler yok sayılınca manevi buhranı aşamadılar.
62
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Fuhuş, alkol, uyuşturucu, ahlaki çöküntü, sevgi-saygı erozyonu Hıristiyan aleminin kabusu oldu.
İslam dünyası (Müslüman coğrafyada yaşayanlar} ise, vahiy kitabı Kur'an'ı ölü ve mezarlık kitabı yapıp; aklı, bilimi ve felsefeyi de adeta düşman görünce Hıristiyanların elde ettiği maddi refahı bile yakalayamadı.
Allah' a ve ahrete inanan, vicdan sahibi tüm insanlar -başta Müslümanlar- Kur'an-ı Kerim'i sanki yeni geliyormuş gibi okuyup değerlendirmelidirler. Pozitif bilime, araştırmaya yönelmeliler. İnsanlığın gelişimine bir katkı da biz yapalım, demeliler. Kıskançlığı, hasetlenmeyi ve din-mezhep kavgalarını terk edip önce kendilerini bedevilikten, medeniyete çıkarmaya çalışmalıdırlar.
ANTİK YUNAN'DAN KALANLAR
Antik Yunan medeniyetinin insanlık tarihine etkisi tartışılmaz.
Mevcut kaynaklara göre, şair ve tarihçi Homeros'un Hz. İsa' dan 8 yüz sene evvel, Ege Adalan'nda yaşadığı anlaşılıyor.
Homeros' a atfedilen, tarihi bölge niteliği taşıyan iki destan vardır. Bunlardan birine İlyada, diğerine Odyssia denir. MÖ 8. ve 9. yüzyıl olaylarını anlatır.
İlyada' da Akhalar'ın Troya' da kazandıkları zaferlerden bahsedilir. Kahramanlık olarak anlatılan, askeri gücü ile rakibini nasıl yendiğinden, mallarına ve topraklarına nasıl hakim olduğundan, kaba kuvvetin adeta faziletinden bahsedilir. Asırlar boyu din adına, kutsal savaş, cihad, ilayı kelimetullah, demokrasi getirmek diye insan kanı dökülmesinin matah bir iş gibi anlatılmasını hatırlatır.
63
HALİT BÜLBÜL
Odyssia ise o dönemin sivil toplum yaşantısından bahseder.
İl yada' da Yunan toplumundaki köleliğin boyutları, feodal ağalık düzeni ve korkunç bir sınıf ayrılığı sezilmektedir.
Bu dönemin feodal şefleri kendilerini tanrılara dayandırarak dinciliği de ihmal etmemişlerdir. Zulümlerine kutsal bir de kılıf hazırlamışlardır. Şeflerin şefi denilebilecek kişi olan Agamennon, kendi soyunu ta Zeus' a dayandırır. Bugün de bazılarının kendilerini; seyyid, şerif diye Hz. Peygamber'e dayandırmak istemeleri gibi. "Gavs" diye taptıkları putları gibi.
Kralların yetkisi Zeus'tan gelir. " Akıllı büyük Zeus, kralları sever," sözünün yanında,
"Her kafadan bir ses çıkmamalı, bir tek kral ve bir tek reis (baş) olmalı" mantığı binlerce yıl dünya imparatorluklarında uygulanmıştır.
Roma kralları, Emevi ve Abbasi halifeleri, Osmanlı padişahları tanrının gölgesi ve gücünü tanrıdan alan kutsal kişiler olarak benimsetilmiştir.
Kur' an' da "İşlerin şurada, kolektif akılla, danışarak halledilmesi" (Şura 38), emredilmiştir.
İlk Osmanlı padişahı 1. Osman, kayınpederi olacak olan Şeyh Edebali'nin evinde asılı olan Kur'an'ı görünce sabaha kadar yatmayıp, Kur' an' a hürmeten oturduğu hep anlatılır. Keşke sabaha kadar uyusaydı da Kur'an'ın bu ayetini açıp okusaydı.
7-8 yaşında çocukların padişah yapılamayacağını, kundaktaki bebeklerin boğdurulamayacağını, 15, 20, 25 yaşındaki kadınla beraber olmanın haramlığını belki öğrenir ve 600 sene tarihe bu acıları yaşatmazdı.
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Görüldüğü gibi halifenin, padişahın Allah'ın gölgesi olduğu safsatası Antik Yunan anlayışına dayanır. Bu anlayışın getirdiği ise din görünümlü kindir.
Antik Yunan' dan bazı anekdotlar sunmaya çalışalım. Toprak sahibi çiftçiler, yıllık yüzde 40' a varan faizle borç
lanmak zorunda kalıyorlar. Ödeyemeyince ya topraklarını kaybediyorlar yahut köle oluyorlardı.
MÖ 632' de köylü, çiftçi ve emekçilere yapılan bu kötü muameleye isyan eden Kylon, ezilenleri isyana, zalim düzene başkaldırmaya çağırdı. Ezilen emekçiler, Kylon'un bu çağrısına uyunca Atina aristokratları bu ayaklanmayı vahşice, şiddet kullanarak bastırmaya çalıştılar.
Drakon'un hazırladığı ceza kanunları, düzene başkaldıranları ölümle cezalandırıyordu. Bunun üzerine alt sınıfa, ezilen sınıfa orta sınıf insanlar da sempati duymaya başladı. Aristokrat üst tabaka ise orta sınıfın haklarını ve paylarını arthrarak direnişi kırdı; günümüzün sendika ağalarının iktidarla yahut patronlarla kozmik odalarda anlaşıp çalışanı ve emekçiyi sattıkları gibi.
MÖ 594-560 dönemi, Solon dönemidir. Solon, olağanüstü yetkilerle kral oldu. İç kargaşalar devam ediyordu.
Aristokrat, orta ve alt sınıf arasındaki çalkantıyı halletmek, konsensüs sağlamak, orta yolu bulmak için Ar kon' a hakem ve yasa yapma hakkı verildi. Yeni kanuna göre; Kral Solon, borç sebebiyle köleliği yasakladı. Borçlular daha evvel, borcuna karşılık eşlerini ve çocuklarını rehin veriyorlardı. Bunu kaldırdı.
Küçük köylülerin topraklarının ipoteğini kaldırıp borçlarını da sildi. Toprak sahipleri için, sahip olacağı toprağın üst sınırını belirledi.
65
HALİT BÜLBÜL
Eski Yunan' da (Atina) halk, 4 sınıfa ayrılrruşh. Bu sınıflar, yıllık 500-300-150 kilo buğday veya buna eşdeğer zeytinyağı elde eden sınıflardı. Geliri bunun albnda olanlar da 4. sınıf vatandaş idi. İlk üç sınıf, askerlik yapma hakkına sahipti. Askerlik yapma hakkı olmayanların siyasi hakkı da yoktu.
Solon'un reformlarında her dört sınıfın da siyasal hakları eşitlendi. Seçme, seçilme, amir, memur olma hakkı, yeteneğine göre, herkese verildi.
Kleistenes döneminde ise, çanak-çömlek mahkemesi diye bilinen (Ostrakismos) bir usul uygulanmakta idi. Mal, mülk ve makamı ile sivrilen birinin zamanla tiranlaşacağı, toplumun başına bela olacağı endişesi ile bunu önlemek için bir mahkeme kuruldu.
Çömlek parçalarına isimler yazılarak oy sandığı diyebileceğimiz bir çukura bu isimler yazılı parçalar atılır ve sayılırdı. Eğer yazılı saksıların içinde birinin ismi altı binden fazla yazılmışsa onun tiran olmaması için on yıllığına Atina' dan sürgün edilirdi. Usul buydu.
Zamanırruzda, demokrasinin uygulandığı söylenmesine rağmen siyasetçilerle onları finanse eden patronlar, halkın malını, hazineyi, kamu mülkünü paylaşıp �vrelerine peşkeş çekerek dünya zenginlerinin arasına karışabiliyorlar. Yani tiranlaşıyorlar.
SOKRATES'TEN BİZE KADAR
Antik Yunan filozoflarındandır. Sokrates'in ölümü, Hz. İsa' dan 399 yıl öncedir. Babası heykeltıraş olarak bilinmektedir. Hz. İbrahim
gibi, put yapıp satan ve tapan birinin oğlu olması da ihtimal dahilindedir.
66
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Sokrates; zeki, bir o kadar da tevazuludur. Dünyanın o dönemdeki en büyük bilgini kimdir, diye so
rulduğunda Apollon kahini cevap olarak "Sokrates" demiştir. Bunu duyan Sokrates ise; "Nasıl olur, kahin yanılmış olmalı. Benim en iyi bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir. Benden daha büyük bilginlerin olduğunu size ispat edeceğim." demiştir.
Sokrates' e babasından kalan mal, ömrü boyunca kendisine yetecek kadardır. Bu yüzden çalışmaya gerek duymamış, ömrünü öğrenmeye ve bildiklerini insanlara anlatmaya adamıştır.
İnsanları etrafına toplayıp sorular sorar. Sonra da kendi üslubunca cevaplarmış.
Zamanın asalakları, Zeus (Tanrı) adına iş yaptığını söyleyenleri, dalavereci politikaları rezil rüsva ettiğinden düşmanları ve kin güdenleri gittikçe artmıştır.
Ama Sokrates, Zeus adını kullanan dincilerin maskelerini indirmiş, "Zeus, erdemli olmayanlara yetki vermez." demiştir.
Sokrates, Atina tanrılarını küçümsemekle ve genç kuşakların ahlakını bozmakla suçlanmış ve halk mahkemesinde ölüm cezasına çarptırılmıştır.
Sokrates, verilen baldıran zehrini tiksinmeden ve titremeden içip dünyaya veda ederken, "Ben ölmüyorum ki, ruhum yeni bir hayata başlıyor." diyerek gülümsemiştir.
Sokrates, kendi çıkarları için toplumun çıkarını düşünmeyenleri şiddetle eleştiriyordu. Herkes layık olduğu, ehil olduğu işin başına getirilmeli diyordu.
Sokrates ölümünden 1009 yıl sonra Allah tarafından gönderilecek Kur'an'ın ayetini, adeta kendi zamanında Atina-
67
HALİT BÜLBÜL
lılara okuyordu. "Allah sizlere, emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emreder . . . " (Nisa 58)
Sokrates, belki de, isimleri kutsal metinlerde geçmeyen peygamberlerden biri idi. (?)
Sokrates, kura ile memur atanmasına deli oluyordu. Toplumu, halkı insanların çoğunun seçtiği değil, azınlıkta olsalar da erdemli, faziletli, bilgili ve ehil kimselerin yönetmesi gerekir, diyordu.
Ölüme giderken hanımının ağladığım görünce, eşiyle ara-larında şu diyalog geçti:
Sokrates: Neden ağlıyorsun? Eşi: Haksız yere seni öldürüyorlar da, ondan. Sokrates: Peki, haklı yere öldürülseydim sevinecek miy
din? Böyle bir yüce ruh taşıyan Sokrates'in en ünlü öğrenci
lerinden biri de Eflatun' dur (Platon). Sokrates'in aziz ruhuna selam olsun!
EFLATUN (PLATON)
Antik Yunan filozofudur. Sokrates'in öğrencisi, Aristo'nun hocasıdır. Asıl adı Aristokles olup, Platon takma adıdır. İslam dünyasında Eflatun adıyla tanınmıştır.
Eflatun, Hz. İsa' dan evvel MÖ 427-347 yıllarında yaşamıştır. 80 yaşında ölmüş, hiç evlenmemiştir. Olimpiyatlarda yarışmış başarılı bir sporcu, zaman zaman şiirler yazan bir şairdir. Hocası Sokrates'in adalet anlayışını daha da geliştirmiş olmasına rağmen Sokrates gibi, tanrılara değer vermeyen birisi olmayıp aksine soyunu da tanrı Poseidon'a dayandırır.
68
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
MÖ 404 yılında 30 kişilik tiranlar döneminde ünlenir. Çünkü bu tiranlardan bazıları akrabasıdır.
Eflatun tiranların oligark diktatörlüğünden ve demokratlara yaptığı zulümlerden tiksinmiştir. Çok sevdiği hocası Sokrates'in öldürülmesi, Eflatun'u cidden sarsmıştır. Bu sebepten de politik çevrelerden uzak durmuş, politikanın kuramına yönelmiştir.
Bugün, bazı Hıristiyan mezheplerinde iman akidesi sayılan (teslis / trinite / üçleme) yani baba, oğul, ruh-ül gudüs (kutsal ruh) inancını Eflatun'un uydurduğu iddia edilir.
Bazı İslam kaynaklarında Hz. İsa zamanında yaşadığı yazılıdır. Ancak bu görüş, inandırıcı değildir.
Eflatun'a göre "İnsan, kötülüğü istemeyerek ve bilmeyerek yapar. Alim, kötülük yapmaz."
Eflatun, olması gerekeni söylüyor. Eflatun'a göre, ruh bedenden önemlidir ve ruh yapısı bir
insanda ilim, adalet, cesaret ve ılımlı davranmayı başarabilmişse, o insan faziletli insandır. Eflatun'un bu görüşü Kur'an'a uygundur. İslam'a göre de bir insan, ruhen bu vasıfları kazanabilmişse bilim ile tevhidi, Allah'ı ve ahret hayatını anlayabilip iman etmişse kurtulmuştur.
Eflatun'un ruhu bedenden üstün tutması, Onun ahret inancında olduğuna işaret etmektedir.
Eflatun, Sirakuza kralı 1 . Dionysos'un çağrısı üzerine kralla görüşür. Kralın ikiyüzlü davranışlarından nefret eder ve araları bozulur.
Eflatun, bir ara Spartalılar tarafından köle olarak satılma tehlikesi de yaşar.
MÖ 386' da, 43 yaşında iken eski savaş kahramanı Heros Akedemikos'un mezarının yakınında bir okul açar, felsefe
69
HALİT BÜLBÜL
dersleri verir. Okuluna Akademikos'un adını verir. Bugünkü akademi ismi oradan kalmadır.
Abbasiler döneminde Eflatun'un eserleri Arapçaya çevrilmiş, İslam dünyasında büyük bir ilgi ile karşılanmıştır.
Ancak daha sonra akla, bilime, felsefeye düşman nakilciler tarafından ağır eleştiri ve hakaretlere maruz kalmıştır. Bunların başında da Gazali (Öl. 1111 ) ve Hintli mutasavvıflardan, İmam-ı Rabbai adıyla bilinen, Serhendli ve Ahmed Faruk (Öl. 1624) gelmektedir.
Eflatun'un bazı abuk sabuk, Nazi mantığının temel taşı sayılabilecek görüşleri de vardır.
Eflatun' a göre: Hasta insanlar ölüme terk edilmeli, devletin onlarla ilgi
lenmesi doğru değildir. İnsanlara ölüm ve cehennem tasviri yapmak, insandaki
cesaret ruhunu kırar. Devleti yönetecekleri koruyacak olanlar, asla evlenme
melidir. Ailesinin geçim derdine düşenler, devleti düşünemezler.
İnsanlar, kendi başına gıda temini, barınma, giyim, konut, ısınma gibi ihtiyaçlarını karşılayamadığı için devlet fikrine ihtiyaç duyulmuştur.
Eflatun' un şu tespiti bugün için de geçerli ve çok önemlidir; Eflatun, şöyle diyor:
Eğer kurumlar birbirini denetlemez ise tiranlık, diktatörlük kaçınılmaz olur. İnsanlar önceleri tek kişinin idaresiyle yönetilmiş (monarşi), sonra bir azınlık tarafından yönetilmiş (oligarşi), daha sonra halkın her kesiminin katılımıyla demokrasi oluşmuştur.
70
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALAR!
Bu sefer de demokratik ortamda her kafadan bir ses çıkması otorite boşluğu oluşturmuş, bunu önlemek için tiranlık, diktatörlük oluşarak başa dönülmüştür.
Bu sahrlan yazarken (24 Kasım 2012) televizyonlar şu haberi veriyorlardı:
"Mısır Cumhurbaşkanı Mursi, yetkilerinin arttırılması ve mahkeme denetimi dışında tutulması yönünde genelgesi toplumda infiale ve protestolara sebep oldu."
Adam resmen krallık istiyor, Firavun olmak istiyor. Halbuki 1932' de kurulan, bugüne kadar da yüz binden fazla taraftarının öldürülmesine sebep olan Müslüman Kardeşler (İhvanUl Müslimin) teşkilatından gelme bir adamdır.
Kabe'de namaz kılarken gözyaşı döktüğünü dünya alem izledi.
Kendinden evvelki cumhurbaşkanı Hüsnü, halk ayaklanmasıyla zoraki olarak 30 yıllık iktidarından ayrılmış ve en ağır cezaya çarptırılmıştı.
Hüsnü' den önceki Enver, Hüsnü' den daha zalim; ondan evvelki Cemal Abdül Nasır daha da beterdi. Daha evveli, zaten Kral Faruk' a dayanıyor.
Dini bir cemaatleşmenin adamı olarak cumhurbaşkanlığına gelen adam, sınırsız yetki istiyor. Hani İslam' da meşveret, meclis, şura, adalet vardı. Mursi'nin beklentisi, eski Mısır Firavunluk düzenine özlem gibi geliyor bana.
Aydınların susturulması, muhalefetin iktidarın maskotu haline getirilmesi, basının tek ses haline dönüşmesi, milletvekillerinin sadece parmak kaldırması demokrasi ise yerin dibine girsin böyle demokrasi!
Mısır' daki gidişat, din adına iktidara gelip zihinlerin ardındaki kinleri uygulama yönündedir. Yani Mısır' da oyna-
71
HALİT BÜLBÜL
nan dincilik oyunu, din ve kin davasına doğru gidiyor. Türkiye' de de aynı oyunların oynandığını; Mısır, Suriye, Libya gibi olmadan inşallah anlayanlar çoğalır.
ARİSTO (ARİSTOTELES)
Antik Yunan' da yaşamış filozof. Aristo, MÖ 384'te, Selanik yakınlarında doğdu. Atina va
tandaşı olmadığı için siyasal haklardan mahrumdu. 17-18 yaşlarından itibaren, on yıl kadar, Eflatun'un yanında kaldı.
Aristo'nun babası hekimdi. il. Makedonya kralı Amyntas'ın sarayında hekimlik yapıyordu. Hocası Eflatun' un ölümünden sonra gezgin bir hayat yaşadı.
Makedonya kralı Filip'in oğlu Büyük İskender'in hocalığını yaptı.
Atina'daki Apollon Lykenon (Lykeion) tapınağının yanında yaptırdığı okula "lise" ismini verdi (Gymnasia).
İskender'in ilgisini, desteğini görmekle birlikte; İskender 'in ölümünden sonra dinsizlikle damgalandı ve itibarı sarsıldı. Halkın tavrı ağırına gitti ve toplumdan uzaklaşıp eserlerini hazırladı. 62 yaşındayken Ağrıboz (Eğriboz) adasında, 322' de öldü.
Aristo'nun okulu da, hocası Eflatun'un okulu da Hz. İsa' dan sonra 529 yılında kapatılıncaya kadar eğitime devam etti.
Aristo, felsefenin yanında, hukuk, matematik, astronomi ve tıp alanında da çalışmalar yaptı.
Müslümanlar için tarihin altın çağı sayılan devirlerde Farabi, İbni Sina, Kindi, İbni Rüşd gibi Müslüman bilim insanları Aristo' nun etkilediği kimselerdir. Ancak Gazali gibi, felsefeye ve akla düşman nakilciler, bu değerleri karalama yarışına girdiler.
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Aristo, fiziki çalışmalara ağırlık vermiştir. Metafizik konusunda kafa yormadığı anlaşılıyor.
Aristo, varlığı (maddeyi) meydana getiren; toprak, su, hava ve ateşin yanına, beşinci olarak da Ether'i (Aithera) koymuştur. Aristo'ya göre, evren sonsuzdur. Yeryüzü (Dünya), evrenin ortasında bulunmaktadır. Tabi ki bunun böyle olmadığı, İbni Şatır (Öl. 1375), Batrfıci (Nurettin Batruci, Öl. 1217) gibi Müslümanlar, yine Kopernik (Öl. 1543) gibi batılı araştırmacılar tarafından ispat edilmiştir.
Kur' an-ı Kerim' de, "Evrenin 7 kat yaratıldığı; yıldızların, galaksilerin, Dünya, Ay ve Güneş' in bulunduğu yerin birinci kısım olduğu ve bunu içine alan kat kat tabakaların bulunduğu," (Mülk 3-5) açıklanmaktadır.
Aristo'nun bunu bilmemiş olması yadırganamaz. Hala bunlardan haberi olmayan, toplum içinde bilim adamı olarak anılan Müslümanlar, zamanımızda bile vardır.
Aristo'nun, maddenin ezeli ve ebedi olduğu iddiasını birçok bilim insanı reddetmiştir. Ancak; Albert Einstein'ın (Öl. 1955) ünlü teorisi Aristo'yu doğrular niteliktedir. Bu konuyu tekrarlamak istemiyorum.
Şu kısa bilgiyi, Kur'an ayeti ışığında özetlemek istiyonım: "Allah yerlerin ve göklerin nurudur." (Nur 35) Nur, Kur'an-ı Kerim'in geldiği, miladi VII . asırda,
Araplar arasında ateşin yaydığı ışık olarak anlaşılıyordu. Madde atomlardan oluştuğuna göre, atomdan sonrası da ısı ve ışık olduğuna göre meseleyi şöyle açıklayabiliriz.
Madde enerjiye, ışığa (nura) dönüşünce görünmez, olur. Buna varın yok olması denir. Işın, ışık, ısı, enerji maddeye dönüşünce de yoktan var olma denir.
73
HALİT BÜLBÜL
Vahdet-i vücud ekolüne inananlar, var olan her şeyin Allah'ın parçası olduğunu söylerler. Allah'ın ezeli ve ebedi (öncesiz ve sonrasız) olduğuna inanmak ise Tevhid dininin temel ilkelerinden biridir. O halde Aristo'nun tarifi makul gözükmektedir.
Birçok tefsirci, " Allah yerlerin, göklerin nurudur." ayetindeki "nurudur" kelimesini, "yaratıcısıdır" diye tefsir etmişlerdir. Bu, son derece sündürme, zoraki bir yorumdur.
Ünlü müfessir İbni Kesir (Öl. 1372), sahabeden Ubeybin Kab'a dayandırdığı bir rivayeti aktarırken "Allah, Kur' an' ı kimin kalbine koydu ise onu temsil eder." diye açıklamıştır.
Gazali' ye göre de, " Allah'ın nuru Kur'an'mış." Ayette Allah'ın nuru demiyor ki, "Allah, yerlerin ve göklerin nurudur." deniyor.
Birçok mutasavvıf ve kelam bilimcisi, vahdet-i vücud inancını yerden yere vurdukları halde, kendileri de sadra şifa, hiçbir yorum getirememişlerdir. Bu konularda, Herevi, Sühreverdi, İmam-ı Rabbani, Sultan Veled gibi zevatın görüşlerini yazmaya değer bulmuyorum.
Dönelim Aristo'ya. Aristo'ya göre, ahlakın çizilmiş bir tarifi yoktur. Herkes
için iyi olan bir insan, ahlaklı ve erdemli insandır. İnsanların hayırlısı, başkalarına yararı dokunandır.
Aristo, ruhun varlığını kabul etmekle birlikte tenasuha (bedenden bedene geçtiğine) inanır görünmektedir.
Kur ' an-ı Kerim' de "Ölenin ruhu, kıyamet günü, dirilin-ceye kadar her şeyden habersiz, uyku halindedir." (Yasin 52)
"Uyuyan insan, ölüdür." (Zümer 42) "İlk ölümden başka, ölüm yoktur." (Duhan 35 ve 56) Demek oluyor ki bir kez ölenin ruhu, uyku halinde, kı-
yamet gününe kadar, berzah (ara) aleminde bekletilecektir.
74
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Tenasüh olayı akla, bilime ve vahye terstir. Eflatun'un "Özel mülkiyet insan ahlakını bozar," görü
şünü Aristo kabul etmemektedir. Eflatun, hakikati gökte aramakta, belki ilahi güçten yar
dım beklemektedir. Aristo ise akla, bilime, deneye yönelerek hakikati yerde aramaktadır.
Aristo bu görüşüyle materyalist olarak kabul edilebilir. Aristo; kurumların birbirini denetlemediği, demokra
siyi ayak takımı basit kimselerin yönetim biçimi diye açıklar.
Aristo; "Galip olanlar, kazananlar kaybedenleri yönetirler. Kimin yönetmeye hakkı olduğuna, kimlerin de yönetilmeye mahkum olduğuna tarih karar verir." demektedir.
"Dünya tarihi, dünyanın mahkemesidir," diyen Hegel (Öl. 1831) Aristo' dan etkilenmişe benziyor. Aristo'ya göre, "Tanrı, evreni seyretmek için yaratmış; ilk hareket gücünü verip geri çekilmiştir."
Kur' an' a göre ise; "Allah, yaratan ve seçen tek varlıktır." (Kasas 68) "Öldüren de, dirilten de Allah'tır." (Casiye 26)
Ölmek ve dirilmek sürekli yaşandığına göre, Allah bir kenara çekilmemiş; yaratmaya ve öldürmeye durmadan devam etmektedir.
Aristo "Erdemli, faziletli olmaya çalışan küçük bir azınlık seadeti, mutluluğu hak eder." diyor. Kur' an-ı Kerim' de de yüce Allah "Şükreden kullarım azdır." (Sebe 13) buyuruyor.
"İnsanların çoğu yeniden dirilmeye inanmazlar." (Nahl 38) "İnsanların çoğu sapkınlık içindedir." (Saffat 71) "İnsanların çoğu aklını çalıştırmaz." (Furkan 44) "İnsanların çoğu Allah'tan başkasına tapar." (Sebe 41 ) "İnsanların çoğu yarahlış sebebini bilmezler." (Duhan 39)
75
HALİT BÜLBÜL
"İnsanların çoğu ahrette zalimliklerinin cezasını çekeceklerine inanmazlar." (Tur 47)
"İnsanların çoğunluğu iman etmezler." (Yusuf 103) O halde, Hz. İsa'nın "İnsanların çoğu nereye yöneliyor
sa, siz gerçeği bulmak için tersine yönelin," sözü tam yerine oturuyor.
BÖLÜM-V
ANTİK ÇAGIN BÜYÜK BEYİNLERİ
Thales; MÖ 6. yüzyılda, evrenin aslı, özü sudur, diyordu. Anaksimandros, evrenin aslını sınırsız dediği hava ola
rak açıklarken; Heraklitos, evrenin aslının ateş olduğunu söylüyordu. (Işık, ısı, nur demek istemiş olabilir. )
Bu büyük ruhlu beyinlerin, evrenin yaratılış hikmetini ararken felsefe bilincini geliştirdikleri unutulmamalı.
Heraklitos'un (Öl. MÖ 480) "Evrenin aslı ateştir," derken enerjiyi anlatmak istediği ortadadır. Çünkü evrende insan dahil her şey, yanış içindedir. Ama yavaş işlediği için fark edilmiyor, diyor.
Modern fizik bilgisi, Heraklitos'u onaylamaktadır. Fizikte her şey atomlardan, atomlar da ısı, ışık ve ışından oluşmaktadır. Maddenin enerjiye, enerjinin maddeye dönüşmesi sürekli bir ateş ve yanış deveranıdır, dönüşümüdür.
Atomların dizilişi ile elementler oluşur. Elementler birleşerek farklı farklı maden, metal, ametal ve gıdalara dönüşür. Bunlar çözülerek gaza, enerjiye, atomlara, ısıya, ışığa ve ışına dönüşür.
Her saniyede fark etmesek de, her şeyde bir değişme ve gelişme vardır.
HALİT BÜLBÜL
Heraklitos; akarsuya ayağımızı daldırıp çekip, sonra tekrar daldırınca ayağımız bir evvelki ayağımız değil, su da biraz önceki su değildir, diyor. Heraklitos'un fikirlerinde izafiyet (görecelilik) fikri açıkça görülüyor.
İnsanın aklının, Allah' a ait olan sonsuz akıl gücünün küçük bir yansıması olduğunu anlatmak ister.
Heraklitos'un fikirlerinin ünlü Alman filozofu Hegel'i; Hegel'in fikirlerinin de Karl Marks'ı (Öl. 1883) etkilediği ortadadır.
(i) DEMOKRİTOS
MÖ 370 yılında ölmüştür. Trakya' da yaşadığı biliniyor. Demokritos, varlığın asıl maddesi olan atomun bölüne
meyeceğini düşünmüştür. Varlıklar atomlardan oluşmuştur, sürekli değişim halindedir.
İnsan da maddi bir varlık olarak atomlardan oluşur. O halde, ruh diye bir şey yoktur, demektedir.
Ruh hakkında Kur' an' da da fazla bilgi verilmemektedir. Ancak, ruhun varlığı kesindir. İnsanı düşündüren, konuşturan, duygularını çalıştıran; akıl, vicdan, sevgi, nefret, bilinç, şuur gibi metafizik varlığa ruh denir.
Demokritos; insan vücudunu meydana getiren atomlar sıcak ise insan mutlu olur, soğuksa mutsuz olur, diyor. Demokritos'un bu görüşü topluma uyarlanırsa toplumun ideal toplum olacağını, aşırı zengin ve aşırı yoksul bulunmayacağı görüşünde olanlar vardır. Demokritos'un materyalist görüşleri toplumun zihninde çok kötü etkilere sebep olmuştur.
78
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
(ii) PİSAGOR (PYTHAGORAS)
İtalya ve Eski Yunan' da yaşamış matematikçi ve felsefecidir. MÖ 570'te veya 582'de doğduğu sanılmaktadır. 480 yılına doğru ölmüş olmasına rağmen, yolunu izleyenler ve inananlar Pisagor'un ölümsüz olduğunu ve bir gün çıkıp geleceğini söylerler, ölüm tarihini kabul etmezler.
Müzikten astronomiye, tıptan fizyolojiye her şeye kafa yormuş, fikirleri birçok kimseyi etkilemiştir.
Pisagorculara göre, hakiki varlıklar sayılardır. Evrendeki düzen sayılar üzerine dizayn edilmiştir, derler. Bir sayısının Tanrı'yı (Allah) temsil ettiğine inanırlar.
Evrendeki uyum, tertip, düzen toplumda da olmalıdır. Kare sayı adalettir, adalet toplumun temelidir, demektedirler. Ancak toplum sınıfları arasındaki adaleti değil; akıl, ruh, istek üçlüsünün dengesini kastetmektedirler.
Pisagor ve taraftarlarının sayılar konusundaki takıntıları Müslümanları da etkilemiştir ki; Hurufilik (Harfciler, Rakamcılar) diye bir akım doğmuştur.
Benzeri rakam ve harf takıntıları, Hıristiyan güruhlarda da görülmektedir, Müslümanlarda da.
Örnek olarak: Namazın farzı 12 Abdestin farzı 4 Guslün farzı 3 İmanın şartı 6 İslam' ın şartı 5 Cennetin kapısı 8 Cehennemin kapısı 7 32 Farz
79
HALİT BÜLBÜL
54 Farz, gibi uydurma rakamlar misal verilebilir. Hıristiyanların 13 rakamını uğursuz saymaları da böyledir. Kur'an'ın ilkelerine dikkat edildiğinde şu 5 temel esas, din ve dünya seadetinin temelini oluşturur.
Vahy: Peygamberlerin ve kitapların haberleri Bilim: Bilim, Allah'ın sıfatıdır; karşılığı olan bilgi Maruf: Herkes için iyi olanda birleşmek Sünnetullah: Tabiat kanunlarına göre tedbir almak Akıl: Neden, niçin, nasıl diye aklı çalıştırmak
CİCERO VE SENACA
Cicero, ünlü Yunan filozoflarından etkilenmekle beraber, Roma felsefe ve düşünce adamıdır.
İtalya' da Hz. İsa' dan önce İÖ 106 yılında dünyaya gelen, Cicero 43 yılında, 63 yaşında ölmüştür.
Asıl ismi; Marcus Tullius Cicero' dur. Roma' da hukuk eğitimi almıştır. Felsefe bilgisinin ise Atina, Rodos, Manisa' da (Magnesia) öğrenmiştir.
Zamanında Roma avukatlarının en ünlülerindendi. Bu ünü, onu önce konsül üyeliğine, sonra da Senato'ya kadar taşımıştır.
Seçim zamanında, "Kazanırsam, halkın devlete olan borçlarını sileceğim," diyen Katilina'ya karşı çıkmıştır. Cicero, "Devletin görevi, halkın malını korumaktır." görüşünü savunuyor, ekonomik affa karşı çıkıp adaletsiz buluyordu.
Günümüze bakarsak: Bir Müslüman olarak, Cicero'nun bu görüşünü onaylıyo
rum. Zira, devletin geliri halkın vergilerinden oluşur. Devlet, bazı vatandaşlara verdiği borcu affederse diğer vatandaş-
80
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
lara haksızlık etmiş olur. Borçlu vatandaşın borcunu affetmek yerine, borcunu ödeyebileceği imkanlar sunması gerekir.
İnsanların canına, malına zarar vermiş suçluları da devletin affetmemesi gerekir. Devlet; ancak devlete ait konularda af çıkarabilmelidir.
İnsanlar arasında devlet adaletli davranmazsa herkes kendi hakkını kendisi aramaya çalışacak, toplum fertlerinde kin ve nefret oluşacak, toplum kaosa sürüklenecektir.
Kur' an-ı Kerim' de yüce Allah Hz. Peygamber' e hitap ederek; "İnsanlar arasında adaletle hüküm vermenizi, Allah size emreder." (Nisa 58) diyor.
Ragib el Isfahani (Öl . 1108) "el-Müfredat" adlı eserinde, İbni Munzur (Öl. 1311 ) ise "Lisanul Arab" da adaleti açıklarken "Dengeleri oturtmak, ölçüyü sağlamak" diye tarif etmektedir.
Hz. İsa' dan önce 44 yılında Julius Sezar öldürülünce ölümü hak ettiğini, çünkü tiranlaştığını, adaletten saptığını, zalimleştiğini söyleyen Cicero iç savaş çıkınca öldürülmesine karar verilenlerin arasına girer. Nihayet, 44 yılında, Antonius'un adamları tarafından öldürülür.
Cicero'ya göre, en yüce varlık akıldır. Aklı, doğanın gücü, adaletin ölçüsü, ruh ve bilgenin (alimin) aklı yasa yapmayı emreden yahut yasak eden buyruk sahibidir, diye tarif etmektedir.
Cicero bu ifadesiyle bana göre Allah'ı tarif etmeye çalışmaktadır. Ku' an-ı Kerim gibi Cicero da aklın önemine vurgu yapmaktadır. Cicero' da, "Stoacı" inanca benzer bir akide vardır. Göklerde, evrende sürekli değişim olurken insan tohumu oluşmaya başlayınca ilahi bir armağan olarak ruh bağışlanır, demektedir.
81
HALİT BÜLBÜL
Cicero, "Yasalar" adlı eserinde, ruh ve aklın ölümsüz olduğunu, ruh ve aklın Allah' tan ayrılamayacağını anlahr. Akıl, aynı zamanda doğa yasası, sünnetullahtır.
Can ve mal güvenliklerini riske sokmak istemeyen, bu yüzden politikacılarla arasını daima sıcak tutmaya çalışan aristokratları namuslu politikacılık yapmaya çağırır.
Politikacının devletin en üst seviyesindeki sorumlu kişiler olduğuna, bunların da namuslu insanlar olması gerektiğine dikkat çeker.
Cicero, Epikürosçuların görüşlerini reddederek Allah, insanı yalnızca kendini düşünmek için yaratmanuşhr, insan sosyal ve toplumsal bir varlıktır, ilkesini önerir.
Cicero'nun şu tespitlerine bakalım: En kuvvetli ateş ve denizler bile kendini bilmez; cahil, küs
tah halk yığınlarının eline geçebilir. Yetki, akıllı ve bilgili kimselerin elinde değil de cahil halk
kitlelerinin elinde olursa o yapıya devlet bile denemez. İnsanın icat ettiği yasalarla tabi yasalar değiştirilemez.
[" Allah'ın tabiata koyduğu düzen asla bozulmamalı." (İsra 77)] Zaten Cicero, tabiat yasalarını tamamen değiştirmenin imkansız olduğunu vurgular. (Devlet 3 / 22)
Cicero'ya göre; adalet bir toplumda sağlanmışsa devlete gerek yoktur.
SEN ACA
İspanya' da Hz. İsa' dan önce 4 yılında doğmuştur. Henüz çocuk iken ailesiyle Roma' ya göç etmiş, babasının da katkısıyla iyi bir eğitim almış ve Roma kültürü ile yetişmiştir. O dönemde ne eğitimi alırsan al felsefeden uzak kalmak ade-
82
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
ta düşünülemezdi. Seneca da tabi ki felsefe öğrendi. Seneca, yetiştiği ortamın etkisinden olacak, lükse, şan ve şöhrete, servete düşkün bir yapıdadır. Felsefi görüşleri ise tam tersine, özel mülkiyete karşı ekonomik adaletsizliğe düşman biçimdedir. Sade bir yaşam sürmeyi öğütler. Ama kendi yaşam biçimi tam tersidir.
Zamanımızın kapitalist dindarlarına yahut sosyal faşist hokkabazlarına benzemektedir. Yahut imansız Müslümanlarına! Lüks evlerde oturup pahalı arabalara binerek bir yandan da fakir fukara, garib gureba edebiyatı yapan dincilere ne kadar da benziyor.
Yoksulluğun sebebi zenginlerdir. Anarşinin sebebi de onlardır. Biriktirdikleri haram servetlerle saltanat sürenler, toplumun yoksul kesiminin gençlerinin teröre düşmesine de sebep olmaktadırlar.
Milli varlıkları, pahalı araçları yakıp talan edenler, zengin hortumculara olan kinlerinden bunu yapıyorlar.
"Mal mülk, belirli ellerde toplanmasın, yayılsın." (Haşr 7) "Yerlerde, göklerde, ikisi arasında; yerin altında ne varsa hep
si, Allah'ın kullarının ortak menfaatine swıulmalıdır." (Taha 6) Seneca, faizcilik ve tefecilikle servet sahibi olmuştur. Ünlü Roma kralı Neron'un (Öl. MS 68) eğitmenliğini de
yapan Seneca, Neron 16 yaşında kral olunca kralın müşavi-ri olur. Devletsiz, eşitlikçi, altın bir çağ hayaliyle yaşamıştır. Hayal ettiği yapı, 21. yüzyıl emperyalizminin hedeflediği globalleşen dünya yapısıdır.
Güneş, galaksilere bile ulaşacak bir hakimiyet gücü olsun. Ama bu güç, mutlu bir azınlığın elinde olsun istiyor.
Seneca, sanki iki ayn adamdır. Bir yüzü ile eşitlikten ve adaletten dem vurur. öteki yüzü ile köleliği bile normal karşılar.
83
HALİT BÜLBÜL
Seneca'nın köleler hakkındaki olumlu bir görüşü şudur: O dönem, her köle bir düşmandır deyişi yaygındı. Sene
ca, işte burada şöyle bir savunma yapıyor. Özeleştiri şeklinde, "Köleler aslında düşmanımız değil, onları biz kendimize düşman yapıyoruz." diyor. Dikkat edilirse Seneca'nın fikirleri, birçok Hıristiyan filozofta görünmektedir.
Halbuki mülk Allah'ındır. Doğarken ve ölünce nasıl herkes eşit ise yaşarken de eşitlik sağlanmalıdır. Allah, Allahlığını ne paylaşır, ne devreder, ne de kendine ortak kabul eder.
İslamiyetteki, akılcı mütezile görüşüne göre; "İnsan, aklı ile Allah'ı anlayabilir. Güzeli, çirkini, kötüyü kavrayabilir. Vahy bunları belirlemez, ortaya çıkarır, disipline eder." denir.
Hz. İbrahim'i anlatırken Allah arayışını özetlemiştik. Her doğan insanın fıtratında vicdan denilen bir iç pey
gamber vardır ve o daima doğru olanı gösterir. Dış peygamber, bir prototiptir.
İç peygamber harekete geçmişse kimliği, kişiliği, inancı, ismi, unvanı ne olursa olsun ideal insan olmayı başarıyor.
Yangında ölen vatandaşının acısını hissedip, kurtarılamamasının sebebi olarak kendini görüp intihar eder, Japon belediye başkanı gibi.
Vicdan peygamberi ölmüş, nice dindar görünenler vardır ki servetinde tek kuruş helal yoktur ama yüzü kızarmaz. Çünkü ar damarı çatlamış, vicdanı kokuşmuş, meyyiti müteharrik (kımıldayan ölü) olmuştur. Birinin nüfus kimliğinde Budist, ötekinin kimliğinde Müslüman yazar. Adam gibi adam hangisi ise, Allah'ın cennetine layık olan odur. İmanlı Budist dururken İmansız Müslüman'ın cennette ne işi olabilir, cehennem kimin için peki?
84
BÖLÜM- VI 'C?"
ORTA ÇAG TOPLUM YAPISI
Orta Çağ Avrupa'sı, Roma idare ve inancının etkisinde kalmışhr. Avrupa, pagan (putperest) bir kültür yapısına sa
hipti. Orta Çağ Avrupa' sının feodal yapısını meydana getiren
ler; Cermenler, Vikingler, Frenkler ve Anglosaksonlar idi. Yunan medeniyet ve inancı, Roma'nın gölgesinde kaldı.
Roma İmparatorluğu'nun kuruluşu olan MÖ 27' den öncesine bakılırsa 6 yüzyıl geriden başlamamız gerekir.
Pön ve Gal savaşları yıllarca sürmüştür. Germenlerin Roma'yı yakıp idareyi ele geçirdikleri, MS 5. yüzyıldan 10. yüzyıla kadarki 5 yüzyıl, Avrupa'run en karanlık çağıdır. Zaman zaman, Orta Çağ karanlığı denilen, bu dönemdir.
Cermenler, Roma imparatorlarını ortadan kaldırıp rakipsiz kalınca önceleri yağma ve çapulculukla, sonra da toprak ile uğraşmaya başladılar.
Adaletli bir düzen kurdukları akla gelmesin. Tam tersine, yağmacılığı kurumsallaştırıp feodalite denilen, ağa-maraba yahut efendi-köle sistemini geliştirdiler. Tüm Avrupa, koloni haline geldi. 1942'de Kristof Kolomb (Öl. 1506) Ame-
85
HALİT BÜLBÜL
rika kıtasını keşfedince İspanyol, Portekiz, sonra da İngiliz, Fransız hakimiyeti başladı. Bu yetmedi. Afrika kıtası tamamen Avrupa kolonisi (sömürgesi) olurken Avustralya, Yeni Zelanda, Endonezya, Malezya, Hindistan ve pasifikteki binlerce ada tamamen sömürgeleştirildi.
Daha sonraları İngiltere'nin başını çektiği, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere tüm dünyanın sömürge yapılması yönüne gidildi. Engel görülen Müslümanlar dağıtılmalıydı. Önceleri bazı Osmanlı İmparatorluğu parçaları sayılan Mısır, Tunus, Libya, Cezayir gibi ülkeler işgal edildi. Teknik donanım bakımından hiç seviyesinde olan Müslüman ülkeler ve Osmanlı İmparatorluğu dağıtıldı.
1911 yılında İtalya tarafından Libya işgal edildi. 1912 yılında 4 Balkan ülkesi birden Osmanlı' ya savaş açtı. 1914' te başlayıp 1918'de sona eren I . Dünya Savaşı ile Osmanlı İmparatorluğu, Rus Çarlığı, Almanya İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarihe karıştı.
1. Dünya Harbi'ndeki paylaşımın dengesiz olması yüzünden 1939' da il. Dünya Harbi patlak verdi ve 1945' e kadar sürdü.
İslam ve Hıristiyan dini toplulukları, milyonlarca insanını kaybetti. Ülkeler harap oldu. Din, insanlara kin olarak aşılandığı için kutsal savaş, cihat (Heilige Krieg) gibi bahanelerle dünya kan gölüne döndü.
Yeri gelince ifade edeceğiz ama şimdi tam yeri işte. Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde kutsal savaş; cihat,
yağmacılık ve çapulculuk dernekti. Kimin serveti, malı birikmişse elinden alınmaya çalışılıyordu. Yemen' den Viyana' ya kadar Osmanlı, İngiltere' den Hindistan' a kadar Roma bunun kavgası içindeydi. Çapulculuk yavaşlayınca devletin geliri düşüyor, bunun üzerine vergiler arttırılıyordu. Vergile-
86
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
rin arttırılması halk üzerinde olumsuz tepkiye sebep olunca "Haydi kutsal savaşa, haydi cihat etmeye, Allah'ın adını yaymaya!" deyip saldırı ve çapulculuğa dönülüyordu.
İnsanları can evinden yakalamak için din, sürekli olarak dillerden düşürülmüyordu. Yağmaladıkları ülkelerin işe yarayan erkeklerini köle, kızlarını cariye, erkek çocuklarını devşirme, mallarını ganimet diye ele geçirip görkemli camiler, saraylar, türbeler yapılıyordu.
Bugün ABD, kurduğu dolar imparatorluğu ile tüm dünyayı sömürge yapmasaydı ürettiğinin on katını nasıl tüketecekti?
Dünya feodalizmi! Orta Çağ Avrupa'sında küçük küçük devletler vardı. Bu
derebeyliklerden birine katılmadan hayat hakkı tanımıyordu.
Bugünkü dünyada her ülke birer derebeylik (devletçik) haline getirildi. Mutlaka bir askeri ve ekonomik güce bağlanmalı, noktasında.
Zamanında Varşova Paktı, NATO, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletler topluluğu, Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü gibi kuruluşlar kendini yönetemeyeceğini düşünen ülkelerin başvurduğu bir yoldur.
Bir ağaya, kendine bağlı köylerden biri isyan ettiğinde hali ne oluyorsa, ülkeler de bir ağaya sığınma mecburiyeti hissediyorlar. Bu feodal yapıya hükmeden prensliklerin (feodal ağalıkların) İngiliz kralına dikte ettirdikleri 1215 tarihli Magna Carta anlaşması, tarihin dönüm noktasıdır. Bu anlaşmaya göre, vatansız kral diye tanınan İngiliz kralı John, bakın nelere boyun eğmiştir. 25 barona verdiği imza ve onayladığı anlaşmada Kral John şöyle diyor:
87
HALİT BÜLBÜL
"Bu yirmi beş baron, ülkeyi aralarında bölüşmüşlerdir. Her konuda, güçlerinin yettiği ölçüde bizi sınırlandıracaklardır, baskı altında tutacaklardır."
Tarih 2012'nin son ayıdır. Mısır'ın yeni seçilen cumhurbaşkanı Muhammed Mur
si'nin yetkilerinin arttırılıp yargılanmama garantisine sığınmasına Mısır halkı isyan ediyor.
Mısır televizyonunu (Nil TV) izliyorum. Sokaklara döküien yüz binler şöyle haykırıyor: La nuriyd el firavn! (Firavun istemiyoruz! )
Mısır halkının beyni, böcek beyni değil ya! 5000 yıl evvelki firavunları da, sonra gelen firavunluğa özlem duyanları da unutmuş değil.
Mursi, Müslüman Kardeşler' den gelme bir adam. Müslüman Kardeşler teşkilatını İngilizlerin kurdurduğunu biz biliriz ama bilmeyenler de şunu bilmeli: Bu teşkilata üye olan yüz binden fazla Müslüman öldürüldü.
Hasan el Benna, 1949 yılında 43 yaşında öldürüldü. Seyyid Kutup 1966'da idam edildi. Abdülkadir Udeh, 1954 yılında öldürüldü. Mursi'nin, bütün bunlardan ders çıkarıp dinini kin kay
nağı yapacağı anlaşılıyor. Neyse yahu. Orta Çağ' dan nereye geldik. Roma idaresi, putperest idi. Hz. İsa'ya inanmış mümin
lere akla hayale gelmez zulümler uyguladı. Yırtıcı hayvanlara parçalatma, kazığa oturtma, çarmıha germe, diri diri yakma, bedeninden parçalar koparma gibi.
Müminler yeralhna indiler. İmanlarını gizlemek zorunda kaldılar. Fakat zamanla inançları bozuldu. Ellerindeki İncillerin gittikçe gerçeğinden uzaklaşması ile inançları da bozul-
88
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
du. Hz. İsa' dan sonra 378 yılında Roma'nın dini resmen Hıristiyanlık oldu ama Hz. İsa'nın öğretilerinden çok uzakh.
Hıristiyanlığı devletin dini kabul eden, İmparator Theodosius idi. Bu kral, çok büyümüş olan Roma İmparatorluğu'nu iki oğluna pay etti. Batı Roma İmparatorluğu'nun merkezi Floransa (İtalya), Doğu Roma'nın merkezi ise önce İzmit, sonra İstanbul oldu. Doğu'ya sonradan Bizans ismi verildi.
Alarik adındaki Vizigot kralı, Batı Roma İmparatorluğu'nun merkezini 410 yılında yağmaladı. Devletin adeta iskeleti kaldı. 476 yılında Bah Roma tarihten silindi. Bizans ise 1453 yılında il. Mehmet tarafından fethedildi. Daha evvel aalar ve işkenceler çekmiş Hıristiyanlar, kilise birliği ile ortaya çıkıp gittikçe güçlendi. Krallara hükmeder oldu.
Dinin kine dönüştüğü kilise zorbalığı başladı. Öyle bir hale geldi ki Roma İmparatoru'nun yerini Papa, valilerin yerini de kardinaller işgal eder oldu. Hz. İsa'nın yoksuldan, garipten, hastadan, adaletten yana getirdiği ilkeler neredeyse unutuldu.
Hz. İsa'ya iman eden müminler de Hz. Muhammed'e iman eden müminler gibi, varını yoğunu mümin kardeşleriyle bölüşmüşlerdi . Ama o din, ortada yoktu artık .
Aziz Paulm;'un etrafında organize olan müminler, Paulus'un da eşitlikten ve adaletten saphğını görüp yıkıldılar. Hz. İsa da Hz. Muhammed gibi haksızlığa karşı mecbur kalmadıkça savaşı değil, dinin gücü olan iman ve ikna yolunu gösteriyordu.
Zalimliğinden dönmeyen idareciler; parayla, malla, makamla kandırdıkları din adamlarına, "Zalim de olsa, idareciye başkaldırmanın haram" olduğu yalanını söylettiler.
Kin, zulüm, haksızlık, adaletsizlik, din şalı ile kapahlmaya çalışılıyordu. Emevi ve Abbasi kralları da ehlisünnet inancı diyerek aynı yola başvurmamışlar mıydı?
89
HALİT BÜLBÜL
Piskopos, Yunanca; denetleyici manasına gelen "Epikopos"tan gelir. Yani, piskoposlar halkı denetleyecekler, haksızlıklara engel olacaklar, insanlara ve idarecilere doğru yolu göstereceklerdi. Ama öyle olmadı.
Bugünün Türkiye' sinde olduğu söylenen yapıya dönüldü. Ne varmış Türkiye' de, diyenleri duyar gibi oluyorum. Hani "Devleti hükümet, hükümeti cemaat, cemaati Hoca efendi, onu da ABD' de görünmeyen bir güç yönetiyor." deniliyor ya, onu demek istiyorum yani.
Roma kardinallerinin başı olan Papa, diğerlerinden üstün ve kutsal kabul ediliyordu. Bizans imparatoruna sırtını dayayan İstanbul kardinali ise Papa'nın bu özelliğini kabul etmiyor; Yunancada atasal yönetici (ekümenik) manasına gelen Patrik diye tarif ediyordu kendisini.
Daha evvel mümin Hıristiyanlar üzerinde sürdürülen baskılar, 4. yüzyıl başında kaldırılınca aralarında sürtüşme, bölünme ve fikir aynlıkları baş gösterdi. Özellikle Latince ve Yunanca konuşan ülkeler arasındaki ayrılık gittikçe büyüdü. Nihayet 1054 yılında Doğu ve Batı kiliseleri ayrıldı. Doğu kilisesi mensuplarına Ortodoks, Batı kilisesi mensuplarına Katolik denildi.
16. yüzyılda ise Protestan mezhebi kuruldu. Almanya' da Martin Luther (ÖL 1546), Fransa' da ise John Calvin (Öl. 1564) bunun öncüleri oldular.
MAL ARTTI, DİN BİTTİ
Mal mülk peşine düşüp dini unutanlara karşı, pasif direniş diyebileceğimiz bir durum ortaya çıktı.
Yunanistan' da yaşayan Basil (Öl. MS 379) adında bir aziz (ermiş) inananlara şu öğüdü veriyordu: "Bu gidişatta hayır
90
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
yok. Şehir merkezlerinden uzak, tenha yerlerde kuracağınız manashrlara çekilin. Kimseye el açmamak için ufak tefek tarımla ihtiyacınızı karşılayın. Evlenmeyin, yoksul yaşayın. Hz. İsa böyle yaşamıştır." diyordu.
Emevi ve Abbasiler döneminde mal mülk arhnca, yoksullar unutulup şatafat düşkünlüğü arhnca, bazı Müslüman müminler de benzeri bir uygulamaya yönelmişlerdir.
Şatafat düşkünleri ipek giydiği için, onlar keçeden yapılmış ucuz ve basit şeyler giydiler. Zenginler kundura giyince onlar yalınayak gezmeye başladılar. Zenginler tıka basa, türlü türlü yiyip içerken onlar üç beş zeytinle, kuru ekmekle idare yoluna gittiler.
Bir taraf Ebu Cehillerin, firavunların özentisine kendilerini kaptırınca, diğerleri de Hz. İsa'nın, Hz. Muhammed' in, Ebfızer'in yaşantısına yöneldi. İşte bu protestocu yönlendirmeye tasavvuf, tarikat ismi verilmeye başlandı. Sonradan aralarına karışan Hintli Müslümanlardan Hindu ve Brahman inanç ve yaşayışlar karışh, tarikatlar bozuldu. Rahiplerde zamanla liyakat aranmayıp, babadan oğla geçen saltanat haline dönüştü. Aynı hastalık Müslümanlarda da krallardan oğullarına hali felik diye geçtiği gibi, tarikat şeflerinden de aynı halifelik ismiyle oğullarına, yoksa damatlarına, o da yoksa sevdiği birine geçer oldu.
Mal çoğalınca din yok oldu. Günümüzde hala "Peygamberimizi rüyamda gördüm, ko
nuştum, şöyle dedim, o da bana böyle dedi," diye anlatan zibidiler ve bu saçmalıklara inanacak ahmaklar var.
Piskoposluğa balıklama yerleşenlerden Gerbetus adında birisi şöyle demektedir: "Altınım çoktu, piskoposluğu kaptım. Verdiğim altınlara acımam. Bir rahip, bir de rahip yar-
91
HALİT BÜLBÜL
dımcısı atarım. Verdiğimi fazlasıyla geri alırım." İşte malmülk, makam, mevki dini bu hale getirebiliyor. Piskoposlar evlenmiyorlardı ama evlilik dışı yaşamdan da vazgeçmiyorlardı. Öldükleri zaman çocuklarına büyük servetler kalıyordu. Din iman deyip, mangalda kül bırakmayan bazı imansız Müslümanların (İmansız Müslüman Kur'an'ın deyimidir. ) çeşitli bakanlıklardan birer koltuk kapıp hazineyi hortumlamaları, Müslüman halkın malını ganimet görmeleri kılavuzlarının karga olduğunu göstermez mi?
Burada önemli bir hususa daha değinelim. St. Francis (Öl. 1266) zengin bir ailenin çocuğu olarak bü
yüdü. Yoksul insanlar hastalan görünce duygulanıyor ve çok üzülüyordu. Bir gün atına binmiş giderken ruh dünyasına gelen bir rahmet ilham ile atından indi. Cüzamlı birine sarılıp öptü. Cüzamlılara kimse dokunmazdı, birkaç metreden fazla yaklaşan da olmazdı.
St. Francis, kendini tamamen dine verdi. Dünyanın geçici zevklerine karşı içinde bir uzaklaşma hissi doğdu. Kendine inanan ve güvenenleri bir tarikat çatısı altında organize etti. Yoksulluk, tevazu, basit yaşamayı temel ilke edindi. Din adamlarının mal mülk edinmelerini, ev ve kilise sahibi olmalarını yasakladı. Bir Fransız din adamı nereye dini anlatmaya gitmişse orada konaklayacak, insanların verdiği sadakadan başka bir talebi olmayacaktı.
Bu tarikata dahil olanlar manashrlara çekilmeyecekler, halkın içine karışacaklardı. Papalık, bu tarikatı hoşgörü ile karşıladı, aforoz etmedi. 1210 yılında papalık tarafından varlığı resmen kabul edilen tarikatın aşırı yoksulluk şartı hafifletildi. Tarikatın kurucusu St. Francis ölünce mensupları mal mülk davasına düşüp değiştiler.
92
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
St. Dominic'in (Öl. 1221) kurduğu tarikat da Francis'in bir benzeri idi. Hıristiyanlıktan sapmalara karşı önlem olur, fikriyle Papalık tarafından kabul edildi. Dominic grubu, kilisenin itibarını koruma hususunda başarılı oldu .
İşin vahim tarafı tam da burada başladı! 1233 yılında, Papalık engizisyon mahkemelerini kurun
ca bu iki tarikatın üyeleri mahkemelerin üyeleri oldular.
ENGİZİSYONUN YARALARI
Engizisyon, Roma Katolik kilisesinin (sonradan Vatikan) Hıristiyanlığı korumak, yeni fikir sahiplerini ve kiliseye karşı çıkanları cezalandırmak için kurdurduğu ruhban mahkemelerine Engizisyon mahkemeleri deniyordu.
Hz. İsa' dan sonra Hıristiyanlar 3 mezhebe bölündüler. Bu mezheplere Milkaniyye, Nastfıriyye ve Yakubiyye denir. Bu mezheplerin üçü de Hz. İsa'yı insandan öte, Allah olarak kabul ederler. Mesela, Nasruriyye'ye bağlı olanlar, güneşin cama vurup parlattığı ve içine girdiği gibi Allah da İsa'nın vücudunda yansımıştır, derler. Cübbeli Ahmet' in, Allah Mahmud Efendi suretinde görünür, demesi gibi. Yakubiyye ise, kelime, ete kemiğe dönüşmüş, böylece İsa Mesih Tanrı'nın kendisi olmuştur, diye inanırlar.
Kur'an-ı Kerim' de, " . . . Meryem'in oğlu İsa Mesih, ancak bir peygamberdir. Allah'ın bakire Meryem'e ilka ettiği (yerleştirip rahmine koyduğu) kelimedir ve Allah' tan bir ruhtur, bir nefestir. Böyle olduğuna inanın, iman edin. Ey ehli kitap ve Allah üçtür demeyin . . . " (Nisa 171 ) buyrulmaktadır.
İşte Hıristiyanlar, bu üçleme sebebiyle tevhidin dışına çıkıyorlar. Ama Allah, yine de onlara müşrik demiyor.
93
HALİT BÜLBÜL
"Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kafir olmuştur." (Maide 73)
"Allah, Meryemoğlu Mesih' tir, diyenler de kafir olmuşlardır." (Maide 72)
Bu üç mezhep Irak, Suriye, Mısır ve Habeşistan bölgelerinde yayılmış olup Avrupa ve Amerika' da bulunmamaktadır. Hıristiyan mezheplerinden, merkezi İstanbul' da bulunan Ortodoks ismi "doğru iman" manasına gelmektedir. Merkezi Vatikan olan Katoliklik ise, İslam dünyasındaki ehlisünnet anlayışının karşılığı denebilir.
Eskiden, Ortodoksların tamamı İstanbul patriğine bağlı iken, zamanla aralarındaki anlaşmazlıklar sebebiyle ayrılmışlar ve Rum Ortodoks, Ermeni Ortodoks, Süryani Ortodoks kilisesi diye isimler almışlardır. Bilindiği gibi Ermeni kilisesinin merkezi Ermenistan'ın başkenti Erivan, Süryanilerinki ise Mardin ilidir.
Fransızların dünyaca ünlü ansiklopedisi "Meydan Larous" taki açıklamaya göre;
İsa Mesih'in insani ve İlahi tarafı birbirinden ayrılmaz fakat ayırt edilebilir, deniyor. Baba (Rab-Allah-Tanrı) ise yaratılmamıştır. Görünüp görünmeyen her şeyi O yaratmıştır. Oğul (İsa) ezelde yaratılmış ve zaman süreci içinde dünyaya getirilmiştir. İsa Mesih, insanların kefaretini ödemek için çarmıha gerilip öldürülmüştür, denmektedir.
Kur' an-ı Kerim' de ise; "Onu (İsa'yı) ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler. Öl
dürmek isteyenlere bir benzetme yapıldı, şüpheye düştüler . . . " (Nisa 157) deniyor.
Yahudiler, Hz. İsa'yı öldürdüklerini iddia ediyorlardı. Hıristiyanlar ise Hz. İsa'nın çarmıha çakılıp öldürüldüğüne, me-
94
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
zara gömüldükten sonra da bedeniyle göğe yükseldiğine inanıyorlardı. Hz. Peygamber zamanında Hz. İsa'nın çarmıha gerilmediğine inanan Hıristiyanlar da vardı. Bu konuda Hıristiyanlar arasındaki farklı görüşlerin tamamı Kur' an' a göre kati bilgi değil, zandan ibarettir. 11 Allah onu yüceltti, yükseltti . . . " (Nisa 158) ayetini birçok Müslüman da Hıristiyanlar gibi anlamış, Hz. İsa'nın göğe çıkarıldığını, kıyamete yakın, yere ineceğini iddia etmişlerdir. Bu görüşlerin hiçbiri de Kur'an'ın ilkelerine, sünnetullaha ve ayetlerin özüne uymamaktadır.
Ku' an-ı Kerim'e göre Hz. İsa ölmüştür. Özelteyelim. 11 Allah buyurdu ki: Ey İsa, onlara, Allah'ı bırakın da beni ve annemi Allah kabul edin diye (Hıristiyanlara) sen mi söyledin?"
İsa şöyle dedi: Hakkım olmayan böyle bir sözü nasıl söylerim ya Rabbim? Eğer böyle bir şey söylemişsem senden gizlemem mümkün değil, sen haberdar olursun. Ben senin bildiğini bilemem. Gayıb olanı, bilinmeyenleri hakkıyla ancak sen bilebilirsin. Ey Rabbim! Ben onlara, sen bana ne emretti isen, onları söyledim. Benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. Aralarında bulunduğum süreçte onları gözetledim. Ne zaman ki beni vefat ettirip, öldürüp, aralarından aldın, onların neye inanıp inanmadıklarını bilen, yalnız sen kaldın." (Maide 116-117)
Hz. İsa ne kendisinin, ne de annesi Meryem' in Allah olduğunu asla iddia etmemiştir.
Kur' an-ı Kerim' den açıkça görüyoruz ki İsa' ya ve Meryem' e Allah inana yakışhrılması, Hz. İsa'nın ölümünden sonradır.
Hindularda da böyle bir inanç vardır. Hindular da Krişna'nın çarmıha çakılarak öldürüldüğüne inanırlar.
95
HALİT BÜLBÜL
2010 yılında, Mekke' de, 81 yaşında vefat eden Kahire Ezher Üniversitesi şeyhi (rektörü), bilim adamı Tantavi; Hz. İsa'nın çarmıha çakılarak öldürüldüğü iddiası, eskiden beri bilinen bir Babil efsanesidir, demişti.
GELELİM ENGİZİSYONA
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız birçok farklı inanç biçimini Katolik inancı içinde toparlamanın imkanı var mıdır?
İşte böyle farklı anlamalar sebebiyle Katolik Kilisesi, Hıristiyanlan tek inanç (kendi anlayışları) etrafında toparlamak için bu mahkemeleri kurmuştur. Bu mahkemeler, miladi 1183'te (Hicri 578) kurulmuştur. 1807 (Hicri 1222) yılına kadar, tam altı yüzyıl sürmüştür.
İtalya, İspanya, Fransa başta olmak üzere, milyonlarca insan, inancından ve görüşünden dolayı bu mahkemelerde süründürülmüş, akıl almaz işkencelerle öldürülmüştür, çoğu da diri diri yakılmıştır.
Mahkeme heyetini papazlar oluşturuyor ve gizlilik esasına göre yargılama yapıyorlardı.
Suçlanan kimsenin savunma hakkı ve avukatı olmadığı gibi, kimin suçladığını öğrenme şansı da yoktu.
En hafif ceza, Haçlı ordularına katılıp savaşa gitmekti. İnancından dönmeyen, pişmanlık duymayanlar diri diri yakılıyordu. Suçlanan insan ölmüş ise mezardan cesedi çıkarılıp yakılır ve mallarına da el konulurdu.
İlmi gelişmelere, farklı fikirlere, fenni çalışmalara düşman olan papazlar, dinden döndü diye aydınları yok ediyorlardı.
İspanya idaresi 1492'de Hıristiyanların eline geçince İspanya' daki kıyım çok korkunç oldu. Zamanın kralı Ferdinand
96
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇA(;LAR BOYU DİN KAVGALARI
ve karısı Elizabeth, İspanya topraklarında Yahudi ve Müslümanlardan tek canlı kalmaması için emir verdiler. Kaçabilen kurtuldu, kalanlar yok edildi.
O zamanın Osmanlı idaresi, kurtarabildiği Yahudileri kendi topraklarına nakletti. 1992 senesini, Türkiye' de yaşayan Yahudiler bu göçün 500. yılı olarak andılar.
1807 senesinde imparator Napolyon Bonapart tarafından bu zulüm mahkemeleri kaldırılmışhr. Bu mahkemelerin aldığı canların gerçek sayısı belli değildir. İspanya' daki bir tek mahkemenin 28 bin kişiye ölüm cezası verdiği düşünülürse işin vahameti anlaşılır.
Bazı güvenilir Batılı (Avrupalı) kaynaklarda, Meydan Larousse, Ana Britanica gibi ansiklopedilerde ve Almanca Wörterbuch'ta çok büyük katliam rakamları verilmektedir.
İslam dünyasında, Müslümanlarda böylesi bir duruma birebir rastlanmamaktadır. Ancak, Hz. Muhammed' in vefatından 28 sene sonra meydana gelen ayrılıklar, bunun sebep olduğu Cemel ve Sıffin savaşları, bu savaşlarda öldürülen on binlerce Müslüman unutulmamalıdır.
Hz. Peygamber'in torunu Hasan'ın zehirletilip şehit edilmesi, diğer torunu Hüseyin ve tüm yakınlarının Kerbela çölünde topluca şehit edilmeleri tipik engizisyon örnekleridir.
Zaman zaman, Şiilerle Sünniler arasında çıkan kavgalar ve birbirlerinin camisini bombalamaya kadar giden aşırılıklar unutulmamalıdır.
Yavuz Sultan Selim zamanındaki Şeyhülislam Ebussud'un fetvasıyla katledilen 40 bin Alevi Müslüman, engizisyona maruz kalmış insanlardır. İleride detaylı bahsedilecektir.
97
HALİT BÜLBÜL
70'li yıllarda Çorum, Maraş ve diğer yerlerde provoke edilerek hayatları yok edilen masum Alevi kardeşlerimiz de engizisyon kurbanlarıdır. (İmansız, yobaz Müslüman engizisyonudur.)
Son olarak, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ın göbeğindeki Madımak Oteli' ne sığınan sanatçıların vahşice, yakılarak öldürülmesi de engizisyonun ta kendisidir.
33 sanatçı, yazar, 2 otel personeli ve 2 gösterici bu olay·· larda can vermiştir. Bu vahşeti yapanların Allahuekber diye bağırıp nara atmaları ile Emevi kralı Muaviye'nin mızrakların ucuna Kur' an-ı Kerim sayfaları takarak Hz. Peygamber tarafından "Yaşayan Kur' an" diye tarif edilen Hz. İmamı Ali'ye saldırması engizisyon mantığının nerelere vardığını göstermez mi?
Bugün fırsatını bulsa öteki mezhepten, partiden, tarikattan diye birbirinin canına kastedecek kimseler yok mu?
TARİHİN ACI KADERİ-HAÇLI SAVAŞLARI
Francis ve Dominic tarikatlarıyla iş bitmedi. Dinin özünden sapma, mala mülke tapınır duruma gel
me olayları birçok dindarı kiliseye isyan ettirir oldu. İslam tarihindeki "ihvanüssefa" ve "karmati" hareketlerinin benzerleri, Hıristiyanlar arasında da görülmeye başlandı.
XII. yüzyılda, Hz. İsa'nın gayet sade ve yoksul hayat tarzının unutulup "maddeperest" dindarları gören Waldus, varını yoğunu yoksullara dağıtarak bu yaşam tarzını benimseyenleri toplayıp yeni bir tarikat kurdu.
Papanın onayını alan Waldus, din adamlarının, papaların servet düşkünlüğünü şiddetle eleştirmeye başladı.
98
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
1184 yılında toplanan Papalık Meclisi, Waldus'u lanetledi. Bunun üzerine Waldusçular, "İyi insan karakterine sahip olan herkesin Kitabı Mukaddes'i okuma hakkı vardır. Bunun için araa rahiplere gerek yoktur." diye bir deklarasyon yayınladılar.
Papa III. İrınocent, protestocu bu tarikatları Hz. İsa' ya ihanet etmekle suçladı.
Engizisyon mahkemelerini kuran Papa IX. Gregorius, böyle kimselerin öldürülmesi gerektiğini, mallarına el konulması icap ettiğini ilan etti.
Papalık, gittikçe düşen imajım yeniden kazanmak için 1095
yılında il. Urban tarafından Haçlı Seferi ilan etti. Papa il. Urban dini kullanıyor ve "Müslümanların elinde-olduğunu iddia ettiği Kutsal Lahid'in kurtarılması gerekir." diyordu.
Papa il. Urban'ın kutsal savaş çağrısı üzerine yeri yurdu olmayan, hayattan umudunu kesmiş yüz binlerce biçare insan Haçlı Seferleri' ne kahldı. Adamların düşüncesi, "Ölmek, sürünmekten iyidir." fikriydi.
Küçük prensler ve toprak ağaları, daha büyüğüne gözlerini diktikleri için, yoksul yüz binleri ölüme sürüyorlardı. Bugün ölüme koşarak giden silahlı PKK'lilerin parası, işi, aşı, eğitimi, öğretimi olsa, geleceğe umutla baksa ölüme giderler miydi?
İlk Haçlı Seferi (1096-1099) yılları arasında, üç yıl sürdü. Eşeğinin sırtında Avrupa'yı karış karış dolaşıp asker toplayan "Peter Münzevi" adında bir papaz, öncülük ediyordu. Koyun can derdinde, kasap et derdindeydi. Ağalar, prensler toprak peşinde; yoksul yüz binler karınlarını doyurma peşindeydi. Sel gibi, Anadolu'ya doğru yol aldılar.
Birçoğu sefillikten, açlık ve hastalıktan yollarda öldü. Kalanları da İznik yakınlarında Selçuklu ordusu yok etti. Sel-
99
HALİT BÜLBÜL
çuklu sultanı 1. Kılıçarslan zamanındaki bu seferde 600 bin Hıristiyan telef olmuştur.
il . Haçlı Seferi ( 1147-1 149) yıllarında meydana geldi . Urfa, Haçlılar 'ın elinden alınıp Müslümanlar' a geçince il. Haçlı Seferi' ne karar verildi. 225 bin kişiden oluşan Haçlı ordusu yollara döküldü. Komutanları VII . Louis ve Alman imparatoru 111 . Konrat idi . Konya ovasına kadar gelen ilk birlik olan Alman askerleri, Sultan 1 . Mesud tarafından imha edildi . Bu ilk birlikte 75 bin Haçlı askeri bulunuyordu.
Louis'in 150 bin kişilik ordusu Toros Dağları eteklerinde imha edildi. Hayatta kalanlar Antakya'ya sığındılar.
ili. Haçlı Seferi 1189-1192 yıllarında oldu. Ünlü İslam komutanı Selahattin Eyyubi, Şii oldukları ge
rekçesiyle Müslüman Fatımi Devleti'ni yıkıp Eyyubi Devleti'ni kurdu. 1097 senesinden beri Haçlılar 'ın elinde olan Kudüs'ü geri almak istiyordu. 1187' deki Hattin Savaşı'ndan sonra Kudüs'ü Eyyubiler geri aldı.
Hıristiyanlann (Haçlılar) elinde olan yerler günbegün kaybedilince Papalık yeniden harekete geçti. Bu sefer ordunun başında Alman, Fransız ve İngiliz kralları vardı.
Papa III. Clemens, halkı kutsal savaşa teşvik ediyordu. Alman kralı Friedrich Barbarossa, Fransız kralı Philippe
ve İngiliz kralı "Arslan Yürekli" unvanlı Richard orduyu kumanda ediyorlardı.
Selçuklu sultanı il. Kılıçarslan, Anadolu'ya girmemeleri hususunda elçilerle haber gönderdi, ama kabul etmediler. Bir kısmı Selçuklular tarafından imha edilen Haçlılardan çoğu da yollarda can verdi. Kalanlar, Kudüs yakınına kadar varsalar da geri alamadılar.
100
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
iV. Haçlı Seferi 1204'te oldu. Gemilerle Bizans'ın başkenti İstanbul' a gelip şehri yağmaladılar. Kendi dindaşları olan Bizans'ın Hıristiyan halkına çok eziyet ettiler. Bizans hükümdarı İznik' e taşınmak zorunda kaldı. Bu sefer de, Venedikli ve Cenevizli Haçlılar, umduğunun ötesinde mala mülke kavuştu. Şunu belirtmek gerekir ki, iV. Haçlı Seferi'nde Müslümanlardan çok, Ortodoks Hıristiyan Bizanslılar zarar gördü.
V. Haçlı Seferi (1217-1221 ) VI. Haçlı Seferi (1228-1229) VII. Haçlı Seferi (1248-1254) VIII. Haçlı Seferi ise (1268-1270) Toplam 175 senede 8 defa tertip edilen bu savaşlarda mil
yonlarca insan heba oldu, gitti. Hz. İsa'nın ve Hz. Muhammed'in yolunda olduğunu
söyleyen topluluklar, tarihin en acı olaylarını yaşadılar ve yaşattılar.
Bu zaman zarfında İslam ve Hıristiyan kültürleri, Doğu ve Batı medeniyetleri birbirini yakından tanıma fırsatı da buldu.
Haçlı Seferleri esnasında Yahudiler de çok acı çekti. "Musa, İsa ve Muhammed' in ümmetiyiz." diyen toplum
lar, dinin ve bu üç mübarek peygamberin şefkat ve merhameti yerine, birbirlerine karşı kin ve nefret beslemeyi din haline getirdikleri için hala aa dinmiyor, hala kan revan bir dünyada yaşamak zorunda kalıyoruz.
George W. Bush, Afganistan'ı işgal için ABD ve NATO askerini yollarken "Bu bir Haçlı seferidir." dememiş miydi?
Müslümanlar ve Haçlılar, "Hz. İsa'nın ve Hz. Muhammed'in ümmetiyim, o yolun yolcusuyum." diyenlere bakar
101
HALİT BÜLBÜL
mısınız? Tarihe düşen şu kara sayfalarda, iki taraftan da ne kadar insan kanı dökülmüş?
1364'te Sırpsmdığı Savaşı, 1389'da 1. Kosova Savaşı, 1396'da Niğbolu Savaşı, 1444'te Yama Savaşı, 1448'de il. Kosova Savaşı, 1453'te İstanbul'un Fethi, 1535'te Preveze Deniz Savaşı, 1571'de Kıbrıs Savaşı, 1683'te Viyana Kuşatması, 1911 ' de Trablusgarp Savaşı, 1912' de Balkan Savaşı, 1915'te Çanakkale Savaşı, 1922'de İstiklal Harbi, 1974'te Kıbrıs Savaşı (Kıbrıs Barış Harekah); hepsi de Müslüman-Hıristiyan kavgasıdır.
Yazık, yazık. Bu savaşlar, kutsallık adına yapıldı. Milyonlarca insan din
yerine, kin kurbanı oldu. Varlığın sahibi; Müslümanların da, Hıristiyanların da Rab
bi olan yüce Allah, halbuki barışı, kardeşliği, dostluğu, paylaşımı emrediyordu. Allah'ın ayetlerini hiçe sayıp kendi kurunhılarıyla cennet hayali kuranlara sesleniyor.
"Ayetlerimizi yalanlayanlar ve kibirlerine yediremeyenler var ya . . . Onlara Allah'ın rahmet kapıları açılmaz ve deve iğne deliğinden geçmeden cennete giremezler. İşte, suçluları biz, böyle cezalandırırız." (Araf 40)
"Hz. İsa öğrencilerine şöyle dedi: Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin cennete girmesinden kolaydır." (Matta 1 9 / 23)
"Ne mutlu size ey fakirler! Allah'm rahmeti ve cenneti sizindir. Ne mutlu size şimdi aç olanlar, ahrette tok olacaksınız. Ne mutlu size şimdi ağlayanlar, ahrette güleceksiniz. Vah sizin halinize ey zenginler, çünkü tesellinizi almışsınız. Vah halinize şimdi tok olanlar. Çünkü yas hıhıp ağlayacak olanlar sizlersiniz." (Luka 6 / 20)
102
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Hz. İsa da, Hz. Muhammed de dünyanın geçiciliğine aldanmadılar, aldanmamayı öğütlediler. Ellerinde her türlü imkan var iken, onlar ebediyet yurdunu ve sonsuzluğun mutluluğunu seçtiler. Onun bunun hakkına girenleri kamu malı, kul hakkı dinlemeden toplayıp yığanları ikaz ettiler.
Hz. İsa şöyle dedi: "Kılıaru kınına koy. Kılıç tutanların hepsi, kılıçla helak ola
caktır." (Matta 5 / 38)
Hz. İsa şöyle buyurmuştu: "Kendinize, yeryüzünde hazine biriktirmeyin, gökte,
yani ahrette lazım olacak hazineler biriktirin." (Matta 6 / 19)
Yani, Hz. İsa, "Ahiret senin için daha hayırlıdır." (Duha 4) ayetini söylüyordu adeta.
Geçici dünya sevgisine alet olmayın, sonsuz ahiret hayatınızı ihmal etmeyin, asıl yatırımı ölümden sonrası için yapın, demek istiyordu.
Hz. İsa'yı hiç görmemiş olan Paulus, tek tann inananı tüm insanlığın önüne koyuyordu. Hz. İsa' dan sonra, ulaşabildiği tevhid dini bilgilerinin yalnızca Yahudileri değil, tüm insanları kapsadığını anlatıyordu.
Paulus'un Romalılar'a mektubunda söyledikleri, Hz. İsa'nın yahut İncil'in değil, Paulus'un şahsi görüşleridir. Mesela Paulus şöyle diyor:
"Herkes, üzerindeki hükümete itaat etsin. Allah tarafından olmayan hükümet yoktur. Hükümete karşı gelen, Allah' a karşı gelmiş olur." (Romalılara mektubu. 1 0 / 12)
Kur' an-ı Kerim' de de : "Ey iman edenler, Allah' a, peygambere ve sizden olan
'ülülernre' emir sahiplerine itaat edin." (Nisa 59) ayetinin aynısını sanki tekrar ediyor.
103
HALİT BÜLBÜL
Ancak, şunu iyi anlamak gerekir. Milinin insan, kendi onayını almış şura ile, seçim ile idareye gelmiş yöneticiye itaat etmekle yükümlüdür. Despotlara, padişahlara, krallara, halifelere itaatle yükümlü değildir.
Oy vererek seçtiği yöneticiye itaat etmek şarttır ama. Yönetici vazifesini yerine getirmez yahut kötüye kullanırsa alaşağı etme hakkına da sahiptir.
Paulus'un seçimle gelmiş idareciyi mi, yoksa kralı mı kastettiği net olarak anlaşılmıyor.
Emevilerin uydurduğu, yöneticiye mutlak itaati emreden hadislerin hiçbiri de Hz. Peygamber' in sözleri değildir.
Yönetici, Allah' a ve Peygamber' e itaat ederse, adaletli olursa, milletin malını adamlanna yağma ettirmezse, tiranlaşmazsa o zaman itaat edilir.
Emevi, Abbasi ve Osmanlı sultanları (halifeleri) babadan oğla devrederek gelmişlerdir, hiçbirine ne biat edilmiş, ne de seçimle gelmişlerdir. Hepsi birer tipik kraldır. Buna rağmen, Nisa 59. ayetteki "fılülemr" olarak kendilerini insanlara kabul ettirmişler, hatta "Sul tan, yeryüzünde Allah'ın gölgesidir." şirk sözünü uydurtup ardına gizlenmişlerdir.
ST. AUGUSTİNUS
Cermen akırılanndan önce, yani Orta Çağ Avrupa' sının beş yüzyıllık talihsiz karanlık döneminden önce yaşamış olan Agustinus, Hıristiyan aleminin büyük fikir adamlanndandır.
O dönem Hıristiyanlarının kilise babalarından olan St. Agustinus, Hz. İsa' dan sonra 354-430 yıllarında yaşamıştır. Babası pagan (putperest), annesi Hıristiyan müınine idi. Agustinus da Hıristiyan kültürüyle yetişti. 16-17 yaşlarında hita-
104
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
bet sanabnı öğrenmek için Kartaca'ya gönderilince pagan Kartacahlann etkisinde kaldı. Cicero ve Stoaalann eserlerini okudu, felsefeyi ve Hıristiyanlığı paganizme göre sönük bulmaya başladı. Bir ara, dünyanın tanrıdan küçük, şeytanla ortak başka bir tanrı tarafından idare edildiğine inanan Manişeizme yöneldi. Roma' ya dönünce Manesçiliği de terk edip Yeni Eflatunculuk denen akıma kapıldı. Görüldüğü üzere, sürekli arayış içinde olduğu, hiçbirine de ısınamadığı anlaşılıyor. St. Ambrossius'un etkisiyle, 30 yaşlarında iken (386'da) Hıristiyanlıkta karar kıldı. Hıristiyanlıktan sapmaları önlemek için eserler yazdı, konuşmalar yaptı, halkı aydınlatmaya çalıştı. 430 yılında, ölümünden sonra "Aziz" ilan edildi. St. Agustinus'un görüşlerinde, tanrı devleti anlayışı ağır basmaktadır. Çünkü Agustinus, evrenin Allah tarafından altı günde yaratıldığına inanır. Bu inancını da Kitabı Mukaddes' e dayanır.
Kur' an-ı Kerim' de de "Göklerin ve yerlerin altı günde yaratıldığı" anlatılmaktadır. (Hadid 4 / Kaf 38 / Furkan 59 / Yunus 3 / Araf 54)
St. Agustinus, Allah önce evreni, sonra Adem ve Havva'yı yarattı. Cennette yasak edilen meyveyi (zevk ağacı, diyor) yemeselerdi, şehvet duygusu olmadan cinsel ilişki kurabileceklerini söyler. Adem ve Havva yasağa uymayınca lanetlendiler, işledikleri günah kalıtımsaldır; çocuklarına, tüm insanlara geçmiştir, diye inanmaktadır.
Kur' an-ı Kerim' de ise lanetlendiklerine dair en küçük bir işaret yoktur. "Hiç kimse başkasının günah yükünü çekmez." (İsra 15)
Sadece, "Yasak meyveyi yiyince ayıp yerlerinin açıldığı, oralarını yaprakla kapattıkları ve Adem' in Rabbine asi (isyan) ettiği" anlatılmaktadır. (Taha 121 )
105
HALİT BÜLBÜL
Hıristiyanlar da bu yüzden her doğan günahıyla doğar, kutsal suda yıkanıp vaftiz edilirse temizlenir. İslam' da, her bebek masumdur.
Kur' an' a göre ise "Kimse, kimsenin günahından sorumlu tutulmaz, her doğan günahsız olarak doğar." (İsra 15)
St. Agustinus, adaletle yönetilen yer, iyi insanların yeridir. Adaletin olmadığı yerde yöneticiler büyük haydutlar olurlar. Haydut çeteleri, mafya grupları da birer küçük krallıktan ibarettir, diye tarif etmektedir.
İBNİ RÜŞD
Adı Muhammed bin Ahmed' dir. Dedesi Muhammed İbni Rüşd'e nispetle İbni Rüşd diye
tanınmıştır. Avrupa' da Averroes olarak bilinmektedir. Babası Kordoba (Kurtuba) kadısı idi.
1120 yılında, Endülüs (İspanya) bölgesinin Kurtuba şehrinde dünyaya geldi. 1198'de 78 yaşında iken, Fas'ın Marakeş şehrinde vefat etti.
Aristo ve Eflatun' un akılcı felsefelerini inceledi. Gazali'nin ağır eleştirilerine makul yanıtlar vererek karşı çıktı. İbni Rüşd'ün "Tehafet'fıt Tehaffıt" adlı eseri Gazali'nin görüş ve eleştirilerine cevap niteliğindedir.
Endülüs' ün Müslüman hükümdarları, Ebu Yakup el Yusuf ve bunun ölümü üzerine yerine geçen oğlu El Mansur' un ilgisini, iltifatını ve yardımını gördü.
Zamanın ulema sınıfının sığ ve nakilci anlayışı, akla ve felsefeye düşman tavırları yüzünden Kadıların Başı görevinden alınıp hapse atılan İbni Rüşd, hükümdarın affetmesine rağmen hayat küstü.
106
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Bah alemi onu, zamanının Voltaire'i (Öl. 1778) olarak gördüğü halde, İslam alemi hala İbni Rüşd'ü anlama şansı yakalayamamıştır.
İbni Rüşd'ün vahyi ve aklı esas alan düşünceleri, eserleri Avrupa'run tüm dillerine çevrildiği halde İslam dünyasında sapık bir kişi olarak tanıtılmıştır.
İbni Rüşd, zamanının en ileri hp adamıdır. "Külliyah Fittıp" adlı on alh eseri, hp külliyatı adıyla bir araya getirilmiştir. Gözün retina tabakası üzerinde yaptığı bilimsel çalışması, insanlığın ufkunu açmıştır.
Galen, İbni Sina (Avicenna) gibi zatların eserlerine çeşitli şerhler yazmıştır. Çeşitli tedavi yolları, zehirlenmelere karşı yapılacak işlemler, ateşli hastalıklara karşı alınacak önlemler konusundaki eserleri, Avrupa tıp fakültelerinin kaynak eserleri olmuşlardır.
Astronomi, matematik ve coğrafya konularındaki çalışmaları, sonrakilere ilham kaynağı olmuştur. 1492' de Amerika kıtasını keşfeden ünlü İspanyol kaşifi Kristof Kolomb (Öl. 1506) bile, İbni Rüşd'e hayranlık duyanlardandır.
Kristof Kolomb, yazdığı bir mektupta Amerika kıtasının varlığını, İbni Rüşd' den (eserlerinden) öğrendiğini yazmışhr.
Fransız Erns Renan (Öl. 1892) İbni Rüşd'ün hayatını yazmış ve 1856 yılında yayınlamıştır.
İbni Rüşd' e göre, Aristo materyalist görüşlüdür. Buna rağmen, Aristo'nun tesirinde kalmakla eleştirilmiştir.
İbni Rüşd'ü anlayan Avrupa'run geldiği nokta ile, anlamayanların hali, neyin ne, kimin kim olduğu zaten görünüyor.
Tarih 28 Kasım 2012. Halk televizyonunda, Saadet Partisi başkanı Mustafa Kamalak konuşuyor. Milli görüşçüler bayağı değişmişler, diye düşündüm.
107
HALİT BÜLBÜL
Sayın Kamalak; Alevi, Sünni, Caferi; hepsi Müslüman, diyor. Bu görüş bile, ralunetli Erbakan'ın "Bizim partiye oy vermeyen ama namaz kılanların namazı, patates çuvalı gibi yahp kalktıkları için, patates namazı," demesini hahrladım. Namazın geçerli olması için, milli görüşçü olma şarhnı öne sürüyordu.
Sayın Kamalak, hala o etkiden kurtulamamışa benziyor ve şöyle diyor: "Suriye' de ölenler Alevisiyle, Sünnisiyle, Şiisiyle, hepsi Müslüman. Aralarında mezhep farkı, görüş farkı olabilir. Mezhep farkı, din farkından önemli mi?" diyor.
Sayın Kamalak, dünyayı kan gölüne çeviren katillerin ve o silahlan üretip pazarlayanların Hıristiyan yahut Yahudi olduğunu ima ediyor.
Hz. Muhammed gibi Hz. İsa da, Hz. Musa da Allah'ın rahmet elçileri idi. Onların hiçbiri de savaşı, kan dökmeyi, adam öldürmeyi, yakıp yıkmayı önermedi.
Sayın Kamalak'tan iman ehli ve profesör vasfı taşıyan bir kimse olarak şöyle demesini beklerdim: "Savaş sebebiyle, bırakın din-mezhep farkı olan insanların zarar görmesini; yeşil otların, dağdaki hayvanların bile öldürülmesine Allah müsaade etmez."
Her canlının canı onurlu ve değerlidir. Dini, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun zalimlere karşı hepimiz birlik olmalıyız, demeliydi. Yine de var olsun, güzel şeyler söyledi.
ST. THOMAS
Aguinumlu St. Thomas, 1 225-1274 yıllarında yaşadı. Kültürlü yetiştirildi. Auginum kontunun oğluydu. "Universal Doctor" diye anılırdı. Saygın bir kişiliğe sahipti.
108
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
il. Friedrich'in kurduğu Napoli Üniversitesi'nde (İtalya) eğitim aldı. 9-10 yaşında iken yoksul yaşamayı ilke edinen bir tarikata katıldı.
Köln' de (Almanya) Albertus Magnus adında Aristocu bir filozofun öğrencisi oldu. Henüz 25 yaşında iken rahip, 1257
yılında 32 yaşında iken teoloji doktoru unvanını aldı. St. Thomas, birçok zengin çocuğunun eğilimi olan, yok
sulluk sevme görüntüsünü ne kadar sürdürdü, bilemiyoruz. Hiçbir yerde üç yıldan fazla tutunamıyordu. Heyecanlı ve bağnaz bir yapısı vardı. 49 yaşında öldü. Ölümünden yarım asır sonra "Aziz" ilan edildi.
St. Thomas'ın felsefesi, Roma Katolik Kilisesi'nin resmi felsefesi oldu. 20. yüzyıl başlarında bile Papalık düşüncesine göre, "Thomas'ın düşünceleri üzerinde tartışmak, günaha girmek" olarak görülüyordu.
Müslümanlar da bugün hala görünen, adının başında veya sonunda hazret geçenleri kutsallaştırıp tartışılmaz insanlar olarak görmeleri hastalığı buralara dayanıyor işte.
St. Thomas'ın inançları da dikkat çekicidir. Aristo felsefesini benimsemiş olsa da, farklı yanı Aristo
gibi 47 veya 55 tanrıya değil; bir tek tanrıya inanıyor olmasıdır. Ancak Thomas da Aristo gibi; Tanrı, evreni yarattı, ilk hareketi verdi, kenara çekildi, fikrini savunur. Bunun Kur'an'a uymadığını, Allah'ın her an yaratan ve öldüren, hareketi devam eden, eylemine ara vermeyen yüce varlık olduğunu daha evvel izaha çalışmıştık.
Thomas' a göre; "İnsanlarda ruh, bedene bağlanmıştır. Ancak bu ruh, üreme organlarıyla aktarılmaz; her bedende Tanrı tarafından yeniden yaratılır. Bu düşüncesi, Adem'in günahının Ademoğullarına kalıtsal olarak geçtiğini kabul
109
HALİT BÜLBÜL
eden görüşleriyle tutarsızdır." (Siyasal Düşünceler Tarihi s.257- Alaaddin Şenel)
İnsan dahil tüın varlıkların sonu, Allah' tır. Allah' a kavuşmak için uğraşanlar mutlu olınlar. Ebedi mutluluk, Allah'm rahmeti (aarnası) ile mümkündür. Kın'an'm anlabrnı da böyledir.
St. Thomas'm hukuka bakışı da şöyledir: * Ebedi yasa * Doğal yasa * Kutsal yasa * İnsan yasası Kur' an' a göre ise hayatın, dinin, hukukun temeli şunlardır: * Vahy * Akıl * Bilim * Maruf (Herkes için ortak iyi olan) * Sünnetullah (Tabiat kanunları) Thomas, erkeği kadından üstün tutan bir görüşe sahip
tir. Zira erkeğin kadından akıllı olduğu iddiasındadır. Kur' an' a göre ise eğitimi, öğrenimi, kabiliyeti, kapasitesi ve
liyakati olduktan sonra erkek ve kadın her hususta eşittir. Thomas, en iyi yönetim biçiminin monarşi olduğu görü
şünü savunur. Kur' an' a göre, kolektif akıl ve istişare esas olmalıdır. Thomas'ın bu görüşü, "Prenslik Yönetimi Üzerine" adlı eserinde şöyle açıklanmaktadır:
"Kainattaki tertip-düzen, bir tek tanrı olduğu içindir. O halde her yönetimin başı tek (monarşi) olmalıdır ki düzen bozulmasın."
Allah mutlak adildir, zulüm yapmaz. Halbuki monarşide, sistem zamanla tiranlığa dönüşmektedir. Thomas, herhalde kötü örnekleri görmemiş olmalı.
110
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
GAZALİ
Batı' da "Algazel" diye bilinir. İran'ın Tus şehrine bağlı Gazal kasabasında doğduğu için
kasabasının ismiyle, Gazali ve Gazzali diye tanınmıştır. Gazali, İslam dünyasında görüşleri olumlu ya da olum
suz ses getirmiş bir kimsedir. 1058-1111 yılları arasında yaşamıştır. 53 yaşında vefat etmiştir.
Gazali'nin görüşleriyle Maverdi'ninki örtüştüğü için Maverdi'ye bu kitabımızda ekstra yer vermedik. Her ikisi de Emevi ve Abbasi etkisindedir. Gazali, Selçuklu dönemine damgasını vurmuş bir şahsiyettir.
Abbasiler denilince Araplar, Büveyhi denince İranlılar, Selçuklu denilince Türkler akla gelir. Tabi ki bunların evvelden sona doğru, birbirini etkilemesi doğaldır.
Selçukluların büyük hükümdarı Tuğrul Bey, muhteşem bir törenle Bağdat' a girip Abbasi halifesi Elkfüm bin Kadir ile görüşmüş, elini öperek hilat giymiş ve Sünni İslam dünyasının himayecisi ilan edilmiştir.
Tuğrul Bey, bilahere, halifenin kızıyla evlenmiş, Elkaim de oğlunu Sultan Melikşah'ın (Öl. 1092) kızıyla evlendirmiştir.
Neyse, Gazali'ye dönelim. Gazali, Abbasi hükümdarlarının sipariş üzerine yazdık
ları kitapların adeta sekreterliğini yapmıştır. Maverdi gibi, kendi sahasında kalmayıp hem felsefi kitaplar yazmış, hem de filozoflara demediğini bırakmamıştır. Halifenin adına yazdığı "Kitab-ül Muztahzir" de, o günün bilinen tüm dini gruplarına saldırdığını görüyoruz.
"Tehafutul Felasife" kitabında ise, Batınileri ve filozofları yerin dibine batırmaktadır.
1 1 1
HALİT BÜLBÜL
Gazali, çoğulcu düşünceye ve kolektif akla değil, tek fikir etrafında birleşme ve nakle önem vermektedir. Fıkıh ekolü olarak Şafiliği, itikadı konularda ise Eşarileri esas alıp yeni içtihatlara kapıyı kapatmışhr. Gazali, bu tekdüze anlayışı ile İslam'ın beline ağır bir darbe indirmiştir. .
Gazali, zamanımızın Cübbeli Hocası gibi, önüne geleni küfürle itham etmiştir. Bunların başında da akılcılığın öncüsü Mütezile, Batıniler ve Hariciler gelmektedir.
Maverdi de, Gazali de sultanların yeryüzünde Allah'ın gölgesi olduğunu savunurlar.
Melikşah'ın oğlu, Selçuklu sultanı Muhammed Tapar'a (Öl. 1118) yazdığı bir yazıda "Ey Alemin Sultanı" ifadesini kullanır. Halbuki Kur' an, bu tabiri yalnız Allah için kullanır.
Devlet başkanında aranan şartlar arasında, Kureyş'ten olma şartını da sayar.
Gazali "El Munkızu Mineddelal" adlı kitabında, kendisinin nasıl bir şüphe ve bunalım yaşadığını anlatır. Makam ve şöhret düşkünlüğüne kapılıp idarecileri memnun eden kitaplar yazdığını ve bundan vicdan azabı çektiğini anlatır.
Gazali'nin vicdan azabı ölümüne sebep olmuştur. Zamanın tabiplerinin, içindeki sıkıntıyı atmadan tedavi
sinin imkansız olduğunu söylediklerini Gazali kendi kitabında yazmaktadır.
Gazali, bir yandan, Şiilerin imamlarına atfettikleri vasıfları eleştirir, öte yandan da Şiilerin dediğinden beter şeyleri Abbasi halifelerine mal ederek onları pohpohlar.
Gazali'yi asıl bunalıma düşüren dönem, tasavvufa bulaştığı zamandan sonradır. Daha evvel, kendi yazdığı görüşleri, benzerlerini başkaları yazınca, şiddetle eleştirir.
1 12
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Gazali'nin en güzel yanı, hatalarını içtenlikle eleştirmesi ve yanlışlarının farkına varmış olmasıdır. En yanlış tarafı da; Allah'ın sıfatları ile halifenin sıfatlarını eşit hale getirmesidir. Allah affetsin.
Gazali'nin hatalı görüşleri Selçuklu ve Osmanlı'ya yayıldı. Siyaset dinciliğinin öncüsü desek, galiba yanılmayız.
Selçuklu veziri Nizamülmülk (Öl. 1092), Gazali'yi şimdiki deyimle, rektörlüğe tayin etti. Gazali, öğrencilerine akılalığı değil nakilciliği (eskilerin görüşlerini tekrar etmeyi), dini ilimler ve fenni ilimler olmak üzere bilimi ayırmayı öğretti. Felsefeyi ise, tamamen düşman ilan etti. Gazali bu tavrıyla İslam'a büyük kötülük etmiş oldu.
Buna birkaç örnek verelim. Mesela; İbni Cemaa (Öl. 1333), istikrar olsun diye gasp
yapmayı, silahlı darbe yapmayı, zorla iktidarda kalmayı onaylayan görüşlerinin altında Gazali düşüncesi yer alır. İbni Cemaa, işi o kadar ileri götürüp zırvalamıştır ki "Sultanın 40 yıl zulümle idaresi bile tebaasını bir yıl terk etmesinden iyidir." demiştir.
Siyaset dincilerinin can simidi gibi sarılıp, toplumu din adını kullanarak süründürmelerinin ucu buralara varır.
İbni Teyrniyye'nin (ÖL 1328) görüşleri ise kendisinden sonra etkili olmuştur. Şeriata dayalı devlet düzenine vurgu yapan İbni Teymiyye, "Zalim bir idareciyle geçen kırk yıl, sultansız geçen bir geceden hayırlıdır." demektedir. Şeriat dediği böyledir.
Bu akıl dışı anlayış zihinlere kazındığı için, bir hanedanın idaresinde milyonlarca insan asırlar boyu yaşamak zilletinde kalmışlardır.
İbni Teymiyye mantığı ve din anlayışına bakınız.
113
HALİT BÜLBÜL
"Namazı terk eden kimse, Müslümanların ortak karan ile kafir olur. Namazı terk eden kişi ise, kılıncaya kadar dayakla ve hapisle cezalandırılır. Tevbe edip namaza başlamazsa öldürülür."
Bu sadist zihniyeti, bugün Taliban gibi gruplar uygulamaktadırlar. Halbuki Kur' an-ı Kerim' de "Dinde zorlama yoktur." (Bakara 256) buyrulmaktadır.
Bugün Suudi Arabistan gibi krallıkla idare edilen bir ülkenin sözde uleması, demokrasiyi kafirlik sayarken başlarındaki diktatörlüğe çıt çıkarmıyorlar.
İslam hukuku statik, donmuş, her şeyi belirlemiş değildir. Hayatın kendisi statik değil ki hukuk statik olsun. Ama bin yıl öncesinde dondurulmuş kafalar, 21 . yüzyılın problemlerini 8. yüzyıl fıkıh ve hukuk anlayışı ile çözmeye çalışıyorlar.
İbni Teymiyye'nin takdire şayan görüşlerini diğer kitaplarımızda anlattığımız için, tekrarlamayı gereksiz buluyorum. Önemine binaen, İbni Teymiyye'nin takdir edilecek şu tespitini burada zikretmek istiyorum. Özetle şöyle diyor:
"Allah, kafir devleti adaletli olursa yaşabr. Müslüman devleti ise zulüm yaparsa yaşatmaz."
İşte Müslüman ülkelerin perişan hali; adı Müslüman, icraatı zulüm olunca başları beladan kurtulmuyor.
ÇAGLARA DAMGA VURANLAR
İbni Teymiyye' den (Öl. 1328) olumlu veya olumsuz bahsettik. Şimdi de, çağlara damga vuranların tespitlerine bir göz atalım. Dine, hayata, topluma, evrene ve yönetime bakışlarını irdelemeye çalışalım.
1 14
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
(i) İBNİ KAYYIM ELCEVZİYE
Şam' da yetişmiş alimlerdendir. İbni Kayyım (Öl. 1350) İbni Teymiyye' nin öğrencilerindendir.
Hanbeli mezhebi ve fıkıh ekolünün en ileri bilginlerindendir. Filozoflarla, Yahudi ve Hıristiyan din bilginleri ile tarhşma ve müzakereleri meşhurdur. Çok zeki bir insandır. Çeşitli bilgilerin ve görüşlerin sentezini çok iyi yapardı.
Ehlisünnet itikadı diye, tasavvuf ve tarikatçıların vahye, akla ve bilime ters hurafelerini eleştirdiği için ağır hakaretlere ve saldırılara uğradı. Klasik anlayışın dışında geliştirdiği görüşleri ve yorumları, ilmi ve feraseti kıtların saldırmasına sebep oldu. Mesela, üstadı İbni Teymiyye'nin "Cennet nimetleri sonsuzdur, ama cehennem azabı sonsuz değildir." görüşünü benimsediği için çok eleştirilmiştir.
İbni Kayyım el Cevziyye'ye göre, "Kabirleri ziyaret edip mezardan yatan ölülerden yardım isteyen, küfre düşer." demesini bile cahil dinciler, saldırı sebebi saydılar.
Hz. Peygamber "Mezarları ziyaret edin, ölümü hahrlatır." (Müslim) buyurmuştur. Mezardaki çürümüş kemiklerden bir şey beklenmez. Sadece ölümü hatırlayıp kendinize çeki düzen vermeye, öleceğimizi düşünüp iyi işler yapmaya vesile olabilir.
Yüce Allah "Ne isteyeceksek kendisinden istememizi," (Fatiha 4) emreder.
Yine Kur'an'ın beyanına göre, "Ölüler, dirileri duymazlar." (Nemi 80) "Ölülere sesinizi işittiremezsiniz." (Rum 52-
53) "Sesinizi duymayan, toza toprağa karışmış cesetlerden, ölülerden yardım beklemeyin." (Fatır 14-22) gibi daha birçok ayete göre, İbni Kayyım fetva verdiği halde küfre düşenler, onu küfre düşmekle itham etmişlerdir.
115
HALİT BÜLBÜL
İbni Kayyım el Cevziyye "Adalet ne ile sağlanıyor ise Allah' ın rızası ve muradı odur, oradadır." demektedir.
Tüm varlıkların oluşumu Allah'ın yaratma işleminin içindedir. Yani, yüce Allah, tabiata koyduğu kanunlar (sünnetullah) ve insan, yaratma eyleminin içindedir, demektedir.
Asıl gaye, adaleti sağlamaktır. Hukuk sistemi, bunun aracıdır. Hukuk (kanun) yapanlar, ilk ve son hedefe adaleti koymalıdır.
İbni Kayyım'ın diğerlerini aratmayan görüşlerine yer vermiyorum. Gazali, Maverdi, İbni Cemaa gibi zevatın görüşleri ve yorumları bugünün Müslüman toplumlarında İslam adına insanın kanını donduran görüntülerin oluşmasına sebep olmuştur.
Bu zevat, asırlar evvel bunları yazmış gitmişler. Tamam da, 21 . yüzyılda Müslümanların önüne dini eser diye bunların konulmasının ne alemi vardır?
Müslüman denince insanlığın hafızasında canlanan görüntüyü sorgulamak gerekmez mi? Afganistan' da, İran' da, Arabistan' da yaşananları tüm dünya izliyor.
Maverdi'nin Abbasiler için sipariş üzerine yazdığı " Ahkam-ı Sultaniye" si Gazali'nin "Kimyayı Seadet" gibi insanları tasavvuf diye tımarhanelik eden kitabı, İbni Teymiyye'nin Memh1klara yazdığı "Siyasetüşşeriyye"si elde oldukça, Taliban üremeye devam eder.
(ii) İBNİ KESİR
Ünlü müfessir. Tefsin1 İbni Kesir, "Tefsin1 Kur' anıl Azim" veya "Büyük
Tefsir" adındaki on ciltlik tefsiri temel kaynak eserlerdendir.
116
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
İbni Kesir, aslında Şafi ekolünde olmasına rağmen, birçok fetvasında hocası İbni Teymiyye'nin görüşlerini esas almıştır.
İbni Kesir' in tefsirinden başka, on ciltlik "Elbidaye Vennihaye Fittarih" (Tarihte Başlangıç ve Sonuç) adlı tarih eseri vardır.
Mutezile'nin "Adalet uygulansaydı devlete gerek kalmazdı," görüşü, İbni Kesir' de de görülmektedir.
Farabi, İbni Sina, İbni Haldun gibi zevattan diğer kitaplarımızda bahsettiğimiz için burada tekrarlamak istemiyorum.
İbni Kesir, hadisler konusunda da söz sahibi bir zattır. Birçok hadis ile tefsirini zenginleştirirken birçok hadisi de Hz. Peygamber'e ait olmadığı için dikkatlice analiz etmiştir.
(iii) MUHYİDDİN İBNİ ARABi
Endülüs'te doğan İbni Arabi, 1240 yılında, 75 yaşında Şam' da vefat etmiştir.
Tefsir, fıkıh, gıraet ve hadis üzerinde yetişti. Zamanın ilim adamlarıyla görüştü; bazılarının öğrencisi, bazılarının hocası oldu.
Bir keresinde Konya' ya da geldiği ve Selçuklu hükümdarı ile görüştüğü bilinmektedir.
Sadrettin Konevi'nin hem üvey babası, hem hocası olmuştur.
İbni Arabinin en ünlü eseri "Füsus Elhıkem" ve "Muhtasar" adlı eserleridir.
Filozoflarla çekişmesi ve kerametleri dilden dile anlatılagelmiştir. Tabi bu anlatılanların çoğunun, Kur'an'ın
117
HALİT BÜLBÜL
"sünnetullah" ilkesine, akla, bilime ters olduğuna da şüphe yoktur.
Süyı1ti (ÖL 1505), İbni Arabi' hakkında olağanüstü övücü şeyler anlatmaktadır.
Muhiddin İbni Arabi', eserlerinde "Vahdet-i Vücud" dan bahseder. "Vahdet-i Vücud" inancı, var olan her şeyi Allah'ın bir parçası olduğu inancına dayanır.
Ne hikmettir bilinmez, bazı İslam yazarları "Vahdet-i Vücud" inancını küfür olarak görürken Muhittini Arabiye toz kondurmamaktadırlar.
İbni Arabinin "Ehli Sünnet" inancına taban tabana zıt olan ve itikada yönelik görüşleri, sündürme yorumlarla görmezlikten gelinmiş, velilerin manevi sarhoşluğu diye örtbas edilmiştir.
İbni Arabi, tipik "Hint Panteizmi" ne benzer "Vahdet-i Vücud" inancını; varlığın tanrı olduğu biçiminde değil, varlığın (Allah dahil ) tek olduğunu savunur. İkisi de aslında aynı şey.
Farabi, İbni Sina alemin Allah' tan zuhur ettiğini (çıktığını) iddia etmeleri gibi, Bruno, Spinoza, Hegel, Fichte, Hallac-ı Mansur ve İbni Arabi' de aynı görüşte birleşmişlerdir. "Vahdet-i Vücud" inancını ehli sünnet reddeder, ama doğru bir tarifi de yoktur.
Çok şey söyleyip hiçbir şey dememeye bir örnek verelim. Hallac-ı Mansur (Öl. 919); "Hulul" diye tarif ettiği, bir nevi
Allah'ı aleme (evrene) giydirme olarak tarif ederken İbni Arabi' Allah'ın varlığı içinde evrenin yok olması diye tarif etmektedir.
Allah, sürekliliğin (ebedi-sonsuz) alanı ise, evren de yeniliğin alanı diye anlaşılabilir.
118
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Bruno (Öl. 1600), Tanrı evrenin ruhudur, derken acaba Kur' an' daki "Allah, yerlerin ve göklerin ruhudur." (Nur 35)
ayetini mi anlatmak istemiştir? İbni Arabi, tasavvufa meyledince Hallacı Mansur gibi, söz
lerinin başına dert açmış olması muhtemel görünmektedir. Tasavvufa girenlerin çoğunda görülen anormallikler bi
linçaltına şırınga edilen ahiret, cehennem, kabir azabı, sırat köprüsü tariflerinin korkutucu, ürkütücü etkisinden olduğu kesindir.
Muhiddin İbni Arabi de birçok kitap yazıp ömrünü ilme ayırmış olmasına rağmen Gazali gibi, tasavvufçuluğun hırpaladığı bir zattır.
Yavuz Sultan Selim' in (Öl. 1520) Şam'ı fethedeceğine dair İbni Arabinin öngörüsü (kerameti) hep anlatılır. Şam zaten İslam beldesi idi, neyini fethedeceksin? Ayrıca İbni Arabi ile Yavuz arasında 280 sene var.
Hz. Muhammed bile "Gaybı ben bilmem." (Enam 50-59,
Hud 31 ) buyuruyor. "Allah' tan başka kimse gaybı bilmez." (Nemi 65). Kur'an böyle dediği halde İbni Arabl'nin gaybı bilir olması (bu iddia) onu ilahlaştırmak değilse nedir?
Çağlar boyu insanları hurafelere sürükleyenler bilimin, Allah'ın tabiata koyduğu kanunların aklın yolunu kapamaları toplumu düşünemez, anlayamaz, üretemez heykel haline sokmaları dinin yerini kin, nefret, cehalet ve hurafenin almasına sebep olmuşlardır.
Bir buçuk milyar Müslümanın küresel bir marka üretememesi, İtalya kadar dünya ekonomisine katkıdan bulunamamasının altında akıl ve felsefe düşmanlığının yattığını, rivayet yoluyla, nakilciliğin bu hale getirdiği bilinmeli ve unutulmamalıdır.
1 1 9
BÖLÜM-VII
KÖLELER KATLİAMINDA DİN VE KİN
Kölelik, çağlar boyu devam eden bir zulüm sistemidir. Kitabımızın bu bölümüne kadar, tarihin akışı içinde bazı
olayları ve inanç biçimlerini süzgeçten geçirdik. Tarihte her zaman varlığını korumuş bu kölelik düzeni
ne din açısından bakmakta yarar var. Roma İmparatorluğu'nun Hıristiyan olmasına kadarki pa
gan kültüründe köleliğin devam etmesi anlaşılabilir ama insan sevgisini temel ilkelerden birisi yapmış olan Hz. İsa'nın tebliğ ettiği dine mensup insanların, renginden dolayı insanları köle yapmasını nasıl anlayabiliriz?
Pagan Avrupa toplumu, siyah renkli insanları, borcunu ödemeyenleri, savaş eserlerini köle yapar, en ağır işleri onlara yaptırır, kamını doyurmaktan başka hiçbir hak da tanımazdı.
Roma İmparatorluğu'nun sınırlarının ulaştığı Arap coğrafyasında, eski Yunan şehirlerinde ve İran topraklarında da kölelik vardı.
Sicilya ve Makedonya topraklarında Büyük İskender' den sonra, MÖ 11 . yüzyılda çok büyük köle ayaklanmaları
121
HALİT BÜLBÜL
oldu. MÖ 73 yılında meydana gelen ve tarihe "Spartaküs Ayaklanması" olarak geçen olay, en büyük köle ayaklanması idi. Bu ayaklanma öyle bir noktaya ulaştı ki Roma orduları bile bozguna uğradılar.
Hz. İsa' dan önce (MÖ) Roma orduları olağanüstü bir kuvvetle kölelere saldırıp yendi. Binlerce köle diri diri çarmıha gerilerek öldürüldü. Bazıları da diri diri yakıldı.
Sıkıyönetim, diktatörlük gibi kavramları insanlığın hayatına sokan İmparator Sezar Julius Caius'dur (Öl. MÖ 44).
İnsanlık tarihinin yüzkarası olan kölelik kurumu, Hıristiyan toplumda da değişmeden devam etti. Afrika' dan toplanıp gemilerle Amerika kıtasına götürülen ve en ağır işleri, en ağır şartlarda yapanlar, köleler olmuştur.
ABD devlet başkanlarından Abraham Lincoln'ün (Öl. 1865) bu utanç verici kurumu yasaklamasına rağmen yakın zamana kadar belediye otobüsünde bile siyah-beyaz insan ayrımı vardı.
Martin Luther King (Öl. 1968) adlı zenci bir milliyetçi ABD vatandaşı, bu renk ve ırk ayrımına karşı olağanüstü mücadele vermiş, sonunda hayatından olmuştur.
"Dindarlık ve Dincilik" kitabımda bu konularla ilgili yeterli bilgi sunduğum için burada tekrarına girmiyorum.
ABBASİLERDE KÖLE KATLİAMI
İslamiyetin geldiği dönemde Arabistan' daki kölelerin durumu da Roma ve Bizans' takilerden farksızdı.
Kur'an-ı Kerim'in gelmeye başlaması (MS 610) ile Hz. Muhammed' in başlattığı ilk mücadele, köleleri özgürleştirme mücadelesidir.
122
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Bu sebeptendir ki İslam' a ilk girenler köleler olmuştur. "Kölelerin zincirlerini koparın, onları özgür bırakın." (Be
led 13) diyordu Kur'an-ı Kerim. Çünkü İslam dinine göre renginden, ekonomik ve eğitim durumundan, soyundan, dilinden vb. dolayı kimsenin kimseden üstünlüğü yoktur. "Üstünlük takvadadır." (Hucurat 13)
Köleleri mal olarak alıp satan, en zor işleri onlara yaptıran, hiçbir hak tanımayan zorbaların bu gidişattan vazgeçmeleri kolay değildi.
Hz. Muhammed' e düşman olmalarının baş sebeplerinden biri de köle ile hür insanı eşit yapmak istemesiydi.
MS 632' de Hz. Muhammed' in vefatı ile çoğu, eski alışkanlıklarına geri döndü.
Çeşitli uydurma hadislerle ve fetvalarla, kölelik ve cariyelik kurumu yeniden hortladı, bu sefer daha kötüsü oldu. Çünkü "Sahibine itaati farz kılan" uydurma rivayetler, bu sefer din kullanılarak kölelerin boynuna vuruldu.
Osmanlı'nın sonuna (1923), Cumhuriyet kurulana kadar sarayda köle, cariye, had ım ağası, devşirme gibi geleneksel, putperest ve Mecusilik adetleri hız kesmeden uygulandı.
Zenci Ayaklanması: Abbasiler zamanında kendilerine yapılan insanlık dışı
muamelelere dayanamayan zenciler isyan başlattı. Irak' ta hüküm süren Abbasiler döneminde Sudan, Etiyopya, Cibuti, Somali gibi Doğu Afrika ülkelerinden binlerce zenci köle olarak Basra Bölgesi'ne getirildi. Bataklıkları kurutmak, tuzlu arazileri tarım alanı yapmak, kanal kazmak gibi işlerde çalıştırılıyorlardı. Karınlarını doyurma dışında hiçbir hakları yoktu.
HALİT BÜLBÜL
Ali bin Muhammed adında bir adam, köleleri bu zilletten kurtarmak için bir mücadele, isyan hareketi başlath. Binlerce zenci, insanca yaşama umudu ile Ali bin Muhammed' e can simidi gibi sarıldı. Zenciler için -köle- yaşamakla ölmenin zaten farkı yoktu.
869 yılında kendilerine kablan, Halife'nin zulmünden bıkmış insanların da desteğiyle Abbasi halifesinin ordusunu yendiler.
870'te liman bölgesi dahil, Basra'ya hakim oldular. 872' de hükümdar el Mfi.temid; kardeşi el Muvafık komu
tasında bir ordu ile hücuma geçti. Zenci köleler bu orduyu da yendiler.
Irak topraklarından İran' a sıçrayan isyan harekatı, Abbasi saltanatını sallıyordu.
Ali bin Muhammed, ırk ve renk ayrımına savaş açmıştı. Siyahi bir kimse de ehliyet sahibi ise halife olabilir diyordu.
İslam' dan evvelki, siyahı adamdan saymayan müşrik kafalar, şimdi İslam şalının altında aynı zulmü yapıyorlardı. Nihayet 881 tarihinde halifenin paralı katilleri, Mısır hükümdarı Ahmet bin Tolun' un ordusunun da yardımıyla büyük bir saldırıya geçti. Ali bin Muhammed' in başını kestiler, yanlarında götürdüler. Aman dilese de canlı bırakmamak için isyan eden tüm zencileri öldürdüler.
Zenciler, göçebe Türkler, Arap köylülerin isyana karıştığı gerekçesiyle tüm aileleriyle birlikte yakılıp yok edildiler. İsyan bahane edilerek tarihin en büyük soykırımını Abbasiler yaptı. Dinin yok sayıldığı ve kinin egemen olduğu böylesi bir vahşet ortamında yaşananları Arapların kendi tarihçileri yazmaktadır.
Bu konuyla ilgili olarak; "Taberi", "İbni Esir", "Mucemul Buldan", "Servetüzzenç", "Tarih fil Irak" gibi kaynaklarda bu
124
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
konular uzun uzun anlatılmaktadır. Romalılarla güya Müslüman Abbasilerin yaptıkları şey aynı idi.
Zulme isyan edeni Allah övüyor, zalime yalakalık yapanlara ise yüce Allah öfkelenip belalarını veriyor.
İşte Kur'an'ın Ayetleri: "Firavun kavmini, halkı küçümsüyor, hor görüyor, hakir
görüyor; Halk ise Firavun' a itaat ediyor ve saygı gösteriyordu. Çünkü bu insanlar onurunu, şerefini yitirmiş; haysiyetini, şahsiyetini fasık, kof, içi çürük, seviyesiz insanlar haline gelmişlerdi."
"Firavun kavminin bu onursuz, aşağılık hareketi Allah'ı öfkelendirdi, hepsini suda boğup yok etti."
"Kavmin şahsiyetsiz davranışı yüzünden başlarına gelenleri yüce Allah, insanlara örnek ve ibret yaptı." (Zuhruf, 54-
55-56)
Görülüyor ki: Madden veya manen, zulüm yapan zalimlere karşı başı
dik, onurlu karşı çıkışları yüce Allah seviyor. Gönüllü köleliğe, aç yaşamaya, horlanmaya, en düşük maaşla çalışmaya razı olup hakkını aramayanlara, sesini çıkarmayanlara, onurunu ve şerefini korumayanlara yüce Allah öfkelenerek onların cezalarını veriyor. Bunun içindir ki; hak arama mücadelesi cihattır, Allah'ın en sevdiği eylemlerdendir.
İnsanların hakkını, emeğini, ekmeğini, malını, inancını sömüren zamane firavunlarına karşı onur, haysiyet, emek ve ekmek savaşı, İslam' ın cihat emridir. Yoksa, cihat demek, "Allahu akbar" diyerek masum insanlara füze fırlatmak, oraya buraya mayın gömüp geleni geçeni öldürmek değildir. Bu, cinayettir, vahşettir.
125
BÖLÜM-VIII
DİNDE REFORM AMA NASIL?
Hz. Adem'le başlayan din, Hz. Musa'ya Tevrat'ın verilmesiyle yeni bir boyut kazandı.
Hz. Musa' dan Hz. İsa'ya kadar gelen tüm peygamberler aynı soydan, yani İsrailoğullarından idi. Hz. İsa' da aynı soydan olmasına rağmen, ilahi bir mucize olarak babasız yaratılmış olması İsrailoğullarını, özellikle de Yahudileri çileden çıkardı.
Hz. Yahya ve babası Hz. Zekeriyya peygamberleri şehit ettiler. Hz. İsa'nın annesi, i ffet örneği Hz. Meryem'e çirkin iftira ve hakaretlerde bulundular.
Hz. İsa'nın kundakta iken "Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim. Bana Allah kitap verdi ve beni elçisi yaph. Beni, nerede olursam olayım, Rabbim, mübarek kıldı, bana namazı ve zekatı emretti. Yaşadığım müddetçe bunları bana farz kıldı. Allah, beni anneme hürmetkar yaptı, zorba, azgın birisi yapmadı." (Meryem 30-31-32) diye konuşmasının ilahi bir mucize olduğunu kavrayamadılar.
Hz. Meryem' e Allah tarafından bir oğlu olacağı müjdesi verilince, "Nasıl olur, bana hiçbir erkek dokunmadı, ben
HALİT BÜLBÜL
suçlu da değilim, günah işlemedim." dedi. Bunun üzerine melek, "Evet öyle ama, Allah için bu çok kolay bir iştir. Allah, kudretinin delili olarak, insanlara rahmet yapacağız . . . " buyurdu. (Meryem 20-21 )
Tevrat, zamanla değiştirildi. Allah kelamına, asla uymayan ifadeler ilave edildi. Bazı ilahi hükümler yok edildi. Hz. İsa' ya Tevrat'ın getirdiği ilahi mesajı (dini) reform görevi verildi. Tevrat'ın bozulan kısımlarını İncil düzeltti.
Bu sefer de İncil tahribata uğradı. Hz. İsa 33. yılında vefat edince havarilerin yazdıkları kal
dı. Havariler (Hz. İsa' ya iman eden arkadaşları) takibata ve zulme maruz kaldılar. Hz. İsa'yı hiç görmemiş olan Pavlus, Hz. İsa'yı görmüş gibi anlatmaya başladı. Böylece, İncil' deki değişmeler Hz. İsa'nın vefatından 50 sene bile geçmeden, gittikçe arttı. Zamanla onlarca İncil ortaya çıktı.
Bizans hükümdarı Büyük Konstantin, Hıristiyanlığı kabul etti. Ama Paganizmden kalma bazı inançları Hıristiyanlığa soktu. Domuz yasağını kaldırdı, "Baba-Oğul-Ruh'ül Gudüs" üçlemesini ilave etti, bayrağına haç koydurdu vs.
Gerçek İncil' e en yakın olan, Bama bas İncili yasak edil-di. Matta, Markus, Luka ve Yuhanna İncilleri hariç, diğer bütün İnciller yakılıp yok edildi. Bu sefer, MS 610 yılında Hz. Muhammed'e Kur'an-ı Kerim verildi .
Kur'an-ı Kerim, Tevrat'ı ve İncil'i aynen onaylıyor; insanların yaptığı tahribatları düzeltiyor. Kur'an, Tevrat'ı ve İncil'i ortadan kaldırmıyor; onları reforme ediyor.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Tevrat'ı biz indirdik, onda nur ve hidayet var . . . ' (Maide 44) "İncil ehline de söyle ki; Allah'ın kendilerine indirdiği İn-
cil ile amel etsinler . . . " (Maide 47)
128
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Birçok Kur'an ayetinde de İncil' de ve Tevrat'ta yapılan bozulmalara dikkat çekiliyor, Kur' an o yanlışları düzeltiyor.
Mesela Allah, Kur' an-ı Kerim' de; "Yahudiler, Üzeyr Allah'ın oğludur; Hıristiyanlar da, İsa
Allah'ın oğludur. . . " (Tevbe 30) dediler diye, onları şiddetle kınıyor.
Kur' an-ı Kerim Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların şu ortak maddelerde buluşmasını emrediyor:
Yalnızca Allah' a ibadet, kulluk etmek, Allah' a hiçbir şeyi ortak koşmamak, Allah'ı bırakıp rahip, papaz, haham, şeyh, üstat gibi dini
hüviyet taşıyanları Rab haline getirmemek . . . (Ali İmran 64)
Yine Kur' an-ı Kerim' de: "Hz. İbrahim Yahudi, Hıristiyan değildi; Hanifti, Müslü
mandı. Müşrik de değildi." (Ali İmran 67) buyruluyor. Daha evvel, defalarca ifade ettiğimiz gibi Hz. Adem' den
Hz. Muhammed' e kadar gelen tüm peygamberlerin Tevrat, İncil ve Kur'an'ın ortak mesajına yüce Allah, İslam ve Müslüman diyor.
O halde Yahudilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık diye ayrı ayrı dinler yok; tek din var, "Tevhid" dini. Onun esasları etrafında, ortak ilkelerde buluştuktan sonra Tevhid ehli Tevrat' a, İncil ehli İncil'e, Kur'an ehli de Kur'an'a göre yaşar.
Hz. Muhammed kendi döneminde Yahudiler için Tevrat'ı, Hıristiyanlar için de İncil esaslarını hakem yapmışhr. Bu kitaplar kaldırılmıştır, hükmü yoktur dememiştir.
Tüm ehli kitap, Yahudi ve Hıristiyarılara, Kur'an şöyle diyor:
"Ey kitap ehli, dininizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında doğru konuşun, gerçeği söyleyin . . . " (Nisa 171 )
129
HALİT BÜLBÜL
"Hz. İsa Mesih, Allah'a kul olmaktan gocunmaz . . . " (Nisa 172)
Şimdi reform meselesine devam edelim. Kur'an-ı Kerim' in reforma ihtiyacı yoktur, çünkü değişi
me uğramamıştır. Yüce Allah, son kitabını, koruma garantisi vermiştir.
"Muhakkak ki biz zikri, Kur'an'ı indirdik, onu koruyacak olan da yine biziz." (Hicr 9)
Şu konuya dikkat edelim. İslam dünyasında, Müslümanım diyen kitlelerin hayatın
da, Allah'ın, Kur' an'ın tarif ettiği din yok. Mezhep, meşrep, tarikat, töre, gelenek, görenek, hurafe, bidat karışımı, adı İslam olan bambaşka bir şey var.
Asırlardır Kur'an'ın İslam'ı bu değil, Allah'ın dini böy-le değildir denildiğinde, cevap hep aynı olmuştur.
"Biz, atalarımızdan böyle gördük." (Bakara 170)
"Biz atalarımızın yolunu izliyoruz." (Muminun 24)
"Atalarımızdan biz böyle öğrendik." (Araf 28- Enfal 28)
Veya şöyle diyor: Bunlar da nereden çıktı? Koca koca, sa-rıklı, sakallı, cübbeli alimler, hocalar bilmiyordu da siz mi biliyorsunuz?
Ben bu yaşıma geldim; anamdan, atamdan duymadım. Dini bozuyorsunuz, dini değiştiriyorsunuz, reform yapı
yorsunuz, mezheplere inanmıyorsunuz, falan filan.
DİNDE REFORMUN AVRUPA VERSİYONU
İslam dininde (Kur' an' da) reform olmasına gerek yoktur, çünkü herhangi bir değişme söz konusu olmamıştır. Ancak, Hz. Peygamber' in vefatından sonra, O'nun sözleri diye uy-
130
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
duru:muş yüz binlerce rivayet, Müslüman toplumu etkilemişfr. Reform işte bu noktada mecburen olmalıdır.
Kur' an' a, akla, bilime, ortak insanlık değerlerine ters fetvalar. rivayetler, uydurma hadisler temizlenmelidir.
İmil' deki değişimler üzerine Avrupalı din ve bilim insanları, 2kıl ve mantığını kullanarak reform yapmışlardır. Rönesans' ın aslı budur.
M:ı.rtin Luther (Öl. 1546) Alman din adamı idi. Luther, Kitab-ı \1ukaddes'te ve Paulus'un mekhıplarında aradığını bulduğu kanaatindedir. Vatikan Katolik Papalığı'run birçok hükmüne açıkça başkaldırmış ve 95 maddelik yenilik listesini kiliseye asarak Katoliklikten ayrılmıştır (1517). Protestan denen 2kım böyle başlamıştır.
LLther içindeki bunalımdan ve yanlış gördüğü yoldan kurtıJabilmek için, 'Kurhılacağına inanması gerektiği fikrini zihnine yerleştirmiştir.'
Lt:ther, Vatikan Katolik Papalığı'nın özellikle saf, temiz Hıristiyan Alman halkının dini duygularını kullanarak sömürcüğü inancındadır. Günah bağışlama senetleri satan Papalığın bu yaptığını utanç verici bulduğu için isyan etmiştir.
"Kilisenin Babil Esareti" adlı eserinde halkı uyandıracak birçok formülü vardır.
John Calvin (Öl. 1564): Hıristiyanlığın Fransa' daki öncüsüdür. Protestan akımını asıl formülleştiren, Calvin' dir. Hıristiyanlığın ilmihalini yazmıştır. Calvin' e göre, fahişeler ırmağc: atılıp boğulmalıdır. Luther gibi, kölenin sahibine kayıtsız-şartsız teslim olmasını öğütler. Giyimi-kuşamı sıkı bir disipline alır, kitaplara sansür koyar. Oldukça hıhıcudur. Ama Katoliklere göre, yine de reformcudur.
131
HALİT BÜLBÜL
John Calvin şöyle diyor: "Zalim, adaletsiz yönetimler de, insanların günahların
dan dolayı, Allah tarafından verilmiş cezadır." Calvin'in bu görüşü, Kur' an-ı Kerim'de şöyle geç
mektedir: "Yerlerde ve göklerde fitne-fesat, bozulma olur. İnsanla
rın işledikleri hatalar sebebiyle Allah, bir kısım cezalar verir ki yaptıklarından dönüp pişman olsunlar." (Rum 41 )
Emevi ve Abbasi diktatörlük anlayışında ise "İdarecinin zalim olması, halka zulüm yapması, Allah'ın takdiri, yani kaderdir." diye formülleştirmiştir. Yani, İslam adına ortaya çıkmış "Arapçı" emperyalist anlayışa göre, zalimlerin suçlusu, haşa haşa, Allah' tır.
Thomas Münzer ise, Alman-devrimci bir din anlayışına sahiptir. Genç yaşta teoloji doktoru olmuştur. Onun zamanında, en çok ezilen köylü sınıfının acıları, Münzer' i isyan ettirmiştir. Luther'den daha radikal hareketleri vardır. Örnek olarak, yönettiği kilisede Latince olarak yapılan ayini, Latinceyi yasaklayarak Almanca yaptırmıştır.
Münzer zamanındaki acılar ve baskılar, Hz. İsa'nın geri döneceği ve toplumu kurtaracağı inancına sahip insanların çoğaldığı bir dönemdir. Mehdi bekleyen Müslümanlar gibi. "Anabaptist" denilen tarikat mensuplarını örgütlediği için, takibata uğramış, 1525 yılında 36 yaşındayken başı kesilip öldürülmüştür.
Müslümanlarda da olan, Hz. İsa'nın geri geleceği yahut ortalığı süt-liman yapacak bir Mehdi'nin çıkacağı gibi hurafeler, eski Hıristiyan inançlarının devamıdır.
132
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
İSLAM DÜNYASINDA İLK DİN VE KİN KAVGASI
Hz. Muhammed'in dünyaya geldiği, İslam'ın gelişip yayıldığı Kuzey Arabistan bölgesinde iki büyük kabile vardı. Hz. Peygamber' in de mensubu bulunduğu "Haşimi" kabilesi güney bölgede, "Ümeyye" (Emeviler) ise kuzey bölgede yaygın ve etkili idi.
Hz. Peygamber 'in Haşimilerden olmasından dolayı eskiden beri aralarında husumet, düşmanlık bulunan bu iki kabileyi tamamen birbirine zıt duruma soktu.
MS 610 yılında Hz. Muhammed' in peygamberliğini ilan etmesi ve Kur 'an-ı Kerim'in gelmeye başlaması ile "beni Ümeyye"nin Haşimilere olan kini gittikçe arttı. 631 yılında Mekke'nin fethedilmesi günü beni Ümeyye kabilesinin reisi olan Ebu Süfyan'ın eşi Hind'in ve oğulları Muaviye'nin İslamiyeti kabul etmiş olmaları, Haşimilere olan düşmanlıklarında bir azalma meydana getirmedi .
"Beni Ümeyye" kabilesinin hem zengin, hem kalabalık ve güçlü olması Haşimilerin ise yoksul ve sayılarının daha az olması, peygamberin de Haşimilerden gelmiş olması "Beni Ümeyye"nin nefretini arttırmıştı.
Emevi devrinin ünlü şairlerinden el-Kuddami, bir şiirinde, "Bizim işimiz, düşmanımıza yahut komşumuza baskın yapacak bir fırsat bulamazsak kendi kardeşlerimizden birini bulup ona baskın yapmaktı." diye marifetini anlatmaktadır.
Merdi Kıpti (cesur çingene) cesurluğunu anlatmak için, yaptığı hırsızlıkları anlatır, sözüne tam da uyuyor.
Milli şair Mehmet Akif Ersoy (Öl. 1936) "Bir Gece" şiirinde Hz. Muhammed' in doğumunu anlatırken o devrin vahşi insanlarının haleti ruhiyesine de değinir ve şöyle der:
133
HALİT BÜLBÜL
John Calvin şöyle diyor: "Zalim, adaletsiz yönetimler de, insanların günahların
dan dolayı, Allah tarafından verilmiş cezadır." Calvin'in bu görüşü, Kur'an-ı Kerim'de şöyle geç
mektedir: "Yerlerde ve göklerde fitne-fesat, bozulma olur. İnsanla
rın işledikleri hatalar sebebiyle Allah, bir kısım cezalar verir ki yaptıklarından dönüp pişman olsunlar." (Rum 4 1 )
Emevi ve Abbasi diktatörlük anlayışında ise "İdarecinin zalim olması, halka zulüm yapması, Allah'ın takdiri, yani kaderdir." diye formülleştirmiştir. Yani, İslam adına ortaya çıkmış "Arapçı" emperyalist anlayışa göre, zalimlerin suçlusu, haşa haşa, Allah' tır.
Thomas Münzer ise, Alman-devrimci bir din anlayışına sahiptir. Genç yaşta teoloji doktoru olmuştur. Onun zamanında, en çok ezilen köylü sınıfının acıları, Münzer' i isyan ettirmiştir. Luther' den daha radikal hareketleri vardır. Örnek olarak, yönettiği kilisede Latince olarak yapılan ayini, Latinceyi yasaklayarak Almanca yaptırmıştır.
Münzer zamanındaki acılar ve baskılar, Hz. İsa'nın geri döneceği ve toplumu kurtaracağı inancına sahip insanların çoğaldığı bir dönemdir. Mehdi bekleyen Müslümanlar gibi. "Anabaptist" denilen tarikat mensuplarını örgütlediği için, takibata uğramış, 1525 yılında 36 yaşındayken başı kesilip öldürülmüştür.
Müslümanlarda da olan, Hz. İsa'nın geri geleceği yahut ortalığı süt-liman yapacak bir Mehdi'nin çıkacağı gibi hurafeler, eski Hıristiyan inançlarının devamıdır.
132
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
İSLAM DÜNYASINDA İLK DİN VE KİN KAVGASI
Hz. Muhammed'in dünyaya geldiği, İslam'ın gelişip yayıldığı Kuzey Arabistan bölgesinde iki büyük kabile vardı. Hz. Peygamber' in de mensubu bulunduğu "Haşimi" kabilesi güney bölgede, "Ümeyye" (Emeviler) ise kuzey bölgede yaygın ve etkili idi.
Hz. Peygamber' in Haşimilerden olmasından dolayı eskiden beri aralarında husumet, düşmanlık bulunan bu iki kabileyi tamamen birbirine zıt duruma soktu.
MS 610 yılında Hz. Muhammed' in peygamberliğini ilan etmesi ve Kur'an-ı Kerim'in gelmeye başlaması ile "beni Ümeyye"nin Haşimilere olan kini gittikçe arttı. 631 yılında Mekke'nin fethedilmesi günü beni Ümeyye kabilesinin reisi olan Ebu Süfyan'm eşi Hind'in ve oğulları Muaviye'nin İslamiyeti kabul etmiş olmaları, Haşimilere olan düşmanlıklarında bir azalma meydana getirmedi.
"Beni Ümeyye" kabilesinin hem zengin, hem kalabalık ve güçlü olması Haşimilerin ise yoksul ve sayılarının daha az olması, peygamberin de Haşimilerden gelmiş olması "Beni Ümeyye"nin nefretini arttırmıştı.
Emevi devrinin ünlü şairlerinden el-Kuddarrıi, bir şiirinde, "Bizim işimiz, düşmanımıza yahut komşumuza baskın yapacak bir fırsat bulamazsak kendi kardeşlerimizden birini bulup ona baskın yapmaktı." diye marifetini anlatmaktadır.
Merdi Kıpti (cesur çingene) cesurluğunu anlatmak için, yaptığı hırsızlıkları anlatır, sözüne tam da uyuyor.
Milli şair Mehmet Akif Ersoy (Öl. 1936) "Bir Gece" şiirinde Hz. Muhammed' in doğumunu anlatırken o devrin vahşi insanlarının haleti ruhiyesine de değinir ve şöyle der:
133
HALİT BÜLBÜL
teklif etti. Sonra bu iki sahabe (Talha ve Zübeyr), halife olmayı kabul etmedikleri gibi, Hz. Ali'nin emirliğini de kabul etmediler.
Hz. Peygamber' in eşi Ayşe ile birlik olup Hz. Ali'ye karşı 656 yılında Cemel Savaşı'nı yaptılar. Çok netameli bir ortamda Hz. Ali emir olmuşhı. Şam valisi Muaviye ve Ümeyye kabilesinden olanlar, Hz. Osman'ın katillerinin bulunmasını ve cezalandırılmasını istiyorlardı.
Hz. Ali ise ortalığın sakinleşmesini, sonra da Hz. Osman' ın katillerinin bulunup cezalandırılmasını istiyordu. Hz. Ayşe'nin durumunda ise tam bir gariplik vardı.
Hz. Ayşe öldürülmeden önce Hz. Osman için "Allah'ın kitabını çiğnemiş ve küfre gitmiştir." diye suçlarken, Müslümanların Hz. Ali'ye biat ettiğini öğrenince Osman için, "Mazlum ve masum olarak öldürüldü." demiştir.
656 yılındaki Cemel (deve) Yakası, gerçekten muammadır. Bir yanda Hz. Ali ordusu, bir yanda da başında Hz. Ayşe'nin bulunduğu, Talha ve Zübeyr' in aralarında olduğu iki İslam ordusu. Durumun gerginleşmesi, hem Hz. Ali'nin hem Hz. Ayşe'nin durun yapmayın, birbirinize sakın el kaldırmayın demelerine rağmen, taraflar korkunç bir biçimde birbirlerine girdiler. Talha ve Zübeyr dahil, binlerce Müslüman öldü.
Şam valisi Muaviye, Hz. Osman'ın öldürülmesi suçunu Hz. Ali'ye yüklemeye kalktı. Bunun üzerine, iki taraf arasında 657 yılında Sıffin Savaşı vuku buldu.
658 yılındaki tahkim konferansında Hz. Ali tarafına hakem olan Ebu Musa el Eşari, Hz. Ali'yi halifelikten azlettiğini açıklamış, Amr bin As ise Muaviye'yi halife i lan etmişti. Bu yüzden, Hariciler ile Hz. Ali yanlıları arasında 658 yı-
136
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
lında Nahrevan Savaşı olmuş, çok sayıda Harici ölmüştü. Hz. Ali tarafından ve akraba çevresinden de çok sayıda kişi can vermişti.
Nitekim Abdurrahman bin Mülcem adlı bir Harici tarafından 660 yılında, zehirli bir kılıçla Hz. Ali şehit edildi.
Emevilere soğuk bakan Müslümanlar Hz. Ali'nin büyük oğlu Hz. Hasan'ı halife seçtiler. Muaviye'nin oğlu melun Yezid, Hz. Hasan'ın kansını kandırıp eşi Hz. Hasan'ı zehirleterek şehit ettirdi. Bunun üzerine Müslümanlar, Medine' de bulunan Hz. Ali'nin küçük oğlu Hz. Hüseyin'e haber gönderdiler. Gelip Müslümanların yönetimine geçmesi ricasında bulundular.
Hz. Hüseyin ve aile çevresinden 72 kişi yola çıktı. Yolda, ünlü Arap şairi Ferazdag ile karşılaştılar. Ferzdag, Hz. Hüseyin'e:
-Sakın ha, buradan ileri gitmeyin, Muaviye çetesi sizin hakkınızda kötü düşünüyor, diye tembihte bulunur.
Hz. Hüseyin, yakınlarıyla istişarede bulundu ve yola devam karan aldılar. Kerbela çölünü geçerken, Yezid' in (Öl. 683)
silahlı katilleri tarafından yolları kesildi. Katiller hunharca saldırdılar, Hz. Hüseyin ve yakınları kahramanca çarpıştılar. Hz. Hüseyin ve yakınları bağlanıp çöl sıcağında, kızgın kumlar üzerinde günlerce işkence gördüler. Her gün vücutlarında yara açıyorlardı. Sonunda bebekler ve kadınlar dahil, hepsi şehit edildi. Hz. Hüseyin' in başı kesilip çuvala konularak şehir şehir dolaştırıldı.
Halka, bir peygamber evladı da olsa saltanatımıza mani olana acımayız; böyle yaparız demek istiyorlardı. Sonunda, Muaviye (Öl. 680) tarafından Emevi Devleti kuruldu.
"Beni Ümeyye"nin KİN'i, İslam dinine gönül vermiş Müslümanların hayatında tamiri imkansız yaralar açmıştır.
137
HALİT BÜLBÜL
Melun Yezid, tepsi içinde önüne konulan Hz. Hüseyin' in başını görünce kahkahalar atmış, elindeki sopayı Hz. Hüseyin' in dudaklarına sürterek "Benim babam, dedem senin babandan, dedenden hayırlıdır, demiştin, değil mi?" diyerek kinini ortaya koymuştur.
Muaviye, Arap olmayan Müslümanların çoğalmasını istemiyordu. Çünkü Müslümanlardan cizye a lınmazdı. Ama Muaviye ve avenesi Müslüman oldukları halde Arap olmayan toplumlardan cizye almayı sürdürmüştür.
İkinci halife adıyla Emevi hükümdarı olan Yezid, o derece imkansız, vicdansız, merhametsiz biriydi ki "Haşimiler hakimiyet kurmak için peygamberliği uydurdular. Yoksa ne peygamberlik var, ne de inen bir kitap," diyerek hem Kur'an-ı Kerim'i hem de Hz. Peygmber'in peygamberliğini inkar eden bir zalimdi.
Emevilerin iktidara gelmesiyle Müslüman halk, 88 yıl sürecek karanlık bir döneme geri döndü. İslam hukuku ters yüz edildi. Kölelik ve cariyelik hortladı. Kabilecilik, kavmiyetçilik, tefecilik, vurgun, soygun aldı başını gitti.
Kocaman camiler yaptırıp, ibadetleri bozup, kendi propaganda ve beyin yıkama merkezlerine çevirdiler.
662 yılında başlayan Emevi idaresi 88 yıl sürdü. Bu zaman zarfında, yüzlerce isyan çıktı. İnsanlar canından bıktırıldı, kurtaracak bir el arıyordu. Halkın feryadı ve isyanı, her defasında fitne çıkarıyorlar bahanesiyle kanlı bir şekilde bastırıldı.
Emeviler adeta dini kin, kinlerini de din haline getirmişlerdi.
VIII. Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz, diğerlerine benzemiyordu.
138
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Hz. Ali'ye ve ehlibeyt'e lanet okuma geleneğini yasakladı. Hanedan mensupları ve yakınlarının akıl almaz zenginleş
mesi, halkın o derece yoksulluğu Halife'yi üzüyordu. Halkın malını halka dağıtacaksınız, bu yaphğınıza seyirci kalamam, dedi. Adaletli bir insandı. İslam'ın alt-üst edilen hükümlerini, tashih etti. Yoksullara, çaresizlere sahip çıkb. Kendisi de adaletli ve mütevazı idi. Emevi hanedan kodamanları, mallarına dokunan halife Ömer bin Abdülaziz'i şehit ettiler.
EMEVİLERİN TÜRK KATLİAMI
Emevilerin kendileri gibi, zalimliğiyle meşhur olan ünlü valileri Haccac bin Yusuf (Öl. 714) tarafından Türkistan bölgesine tam yetkiyle gönderilen Kuteybe adlı komutanın Türklere yaptığı vahşetten ve katliamdan hiç bahsedilmez.
Arapların Türklerden aldığı vergiler ve karşı çıkanlara karşı yaptıkları vahşet karşısında Türkler yer yer ayaklanma başlattılar. Horasan bölgesine gelen Kuteybe, Baykent şehri teslim olduğu halde, vali yaptığı adamı Varak, halka hakaretler ve tarifsiz küfürler etmeye başladı. Kuteybe daha bölgeden uzaklaşmamıştı ki bu edepsiz ve zalim valiyi halk öldürdü. Bunu duyan Kuteybe, geri dönüp şehir surlarını yer yer yıkarak tüm şehri talan etti. Küçük çocukları ve kadınları esir aldı, eli kılıç tutan on yaşından büyük tüm erkekleri öldürttü.
Arap tarihçi Taberi' ye göre, Kuteybe'nin askerleri Baykent halkının malını, parasını, servetini saya saya bitiremiyordu. Yine bir başka Arap tarihçisi İbni Esir ise, Baykent'te ele geçirilen mallar, tüm Horasan (Türkistan) bölgesinden elde edilenden fazlaydı, demektedir.
139
HALİT BÜLBÜL
Buhara (Özbekistan) üzerine yürüyen Kuteybe, askerlerinin paraya olan düşkünlüğünü bildiği için, "Kim bir tane Türk'ün başını kesip getirirse ona yüz dirhem vereceğim," dediği için, Arap askerlerinin bir günde getirdiği baş sayısı -Prof. Dr. Zekeriyya Kitapçı'ya göre- on binden fazla idi.
Tarihçi Taberi'ye kulak verelim. Kuteybe, hiçbir mukavemet göstermeyen savunmasız Ta
lakan şehrini yerle bir etti. Binlerce insarn kılıçtan geçirdi, binlercesini de ağaçlara asarak öldürdü.
20 kilometreden fazla yolun iki tarafındaki ağaç dalları, asılmış Türklerin cesetleriyle doluydu. (İbni Esir. C.4-5. 487)
Türkistan tarafından gönderilen Emevi valileri, en zalim olanlardan, sanki özellikle seçiliyordu.
VIII. Emevi hükümdarı Ömer bin Abdülaziz (Öl. 720) zamanında durum değişti.
Birçok insan, adeta Müslüman olduğuna pişman olmuştu. Eski dinlerine geri dönmeye başladılar. Vergiden kurtulmak içindi. Emeviler, Müslüman olmayandan cizye, Müslüman olanlardan vergi adına soygun yapıyordu.
Ömer bin Abdülaziz, bu konunun üzerine eğildi. Ömer bin Abdülaziz, bütün gayretini gösterip halkın üze
rindeki baskıyı azaltmaya çalıştı. Emevi kodamanların, zimmetlerine geçirdiği halkın malını alıp halka dağıtmak istiyordu ki zehirlenip şehit edildi. Bunun üzerine, Yezid bin Abdülmelik halife oldu.
Yezid bin Abdülmelik (Öl. 723) ötekiler gibi, eğlenceye ve şehvetine düşkün birisiydi. Esir pazarından aldığı cariyelerle gününü gün ederdi. Hababe adlı bir cariye ile bir yandan üzüm yiyorlar, bir yandan güle oynaya geziniyorlardı. Hababe'nin boğazına takılan bir üzüm tanesi, ölü-
140
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALAR!
müne sebep oldu. Yezid bin Abdülmelik, çok sevdiği bu cariyenin cenazesini gömdürmedi, bakıp bakıp ağlıyordu. Cenaze üçüncü gün kokmaya başlayınca gömmek zorunda kaldı. (İbni Esir)
Müslüman halkın başında aklı şuuru bozuk, manyak bir tip halifelik yapıyordu.
Değerli bilim adamlarımızdan Prof. Dr. Fuat Köprülü (Öl. 1966) "Emeviler, Bizans usullerini bire bir uygulayan bir toplumdu," demektedir. Merhum Köprülü, VIII. yüzyılda, Emevilerin yaptırdığı bir sarayı anlatır ve duvarlarında, çıplak kadın resimleri vardı, der.
Emevilerin halka uyguladığı zulüm ve baskıa, Arapçı emperyalizm sebebiyle birçok toplum, İslam'a mesafeli kaldı ve Araplara karşı kin duymasına sebep oldu. Bugün bile söylenen, "Ne Arap'ın yüzü, ne Şam'ın şekeri" sözü manidar değil mi?
Köroğlu'nun dediği "Kafir Arap beni candan eyledi." sözü, boşuna söylenmemiştir. Arap halkını toptan kötülemek, İslam' a da insanlığa da sığmaz. Ama kötü örnekler, tüm Arap toplumunun imajını böyle karalamıştır.
İmamı Azam Ebu Hanife, Hammad bin Süleyman, İbrahim Ennehai, Hasan el Basri gibi, Müslüman liderlere yaptıkları kötülüğü tekrar zikretmeyi gereksiz görüyorum. Bugünün İslam dünyasında İslam diye yaşanan Arap örflerinin din olarak yutturulması Emevilerin eseridir. Sakal, sarık, cübbe, çarşaf giyme gibi birçok şekil, aynı zihniyetin hurafeleridir.
Arap gelenekleri, hala din zannedilmektedir. Araplar arası İslam' dan evvelki kabilecilik, İslam' dan sonra, mezhep ve tarikat ilavesiyle devam etmiştir. Bugünün Müslüman Arap
141
HALİT BÜLBÜL
toplumunun, aralarının sürekli gergin olması, birbirine durup durup saldırması, aynı zihniyetin ürünüdür.
ABBASİLER DÖNEMİ DİN VE KİN KAVGALARI
Emevilerin 88 yıllık istibdat ve zulüm dönemi yıkıldı. Bu yıkılış kolay olmadı tabi.
Başta İmamı Azam Ebu Hanife (Öl. 772-Hicri 150) olmak üzere, bu zulüm saltanatını yıkmak için birçok bilim ve iş adamı, ilmiyle ve malıyla destek oldu.
Emevilerin Horasan ve Türkistan' a yapbğı zulümler, dayanılmaz bir hal aldı.
Ebu Müslimi Horasani (Öl. 759- Hicri 137) adında bir komutan, büyük bir harekete öncülük etti. Ordusu hemen hemen tamamıyla Türklerden ve Perslerden oluşuyordu.
Bazı tarihçiler, Türklerin Müslüman olmaya başlama tarihi olarak Abbasiler devrinde Me'mun dönemini verseler de asıl gerçek tarihin daha evvel (754-775) yıllarında halifelik yapan Halife Ebu Cafer el Mansur zamanı olduğudur. Örneğin Cahız, bu görüşte belgeler sunmaktadır.
Neyse, konumuza dönelim. Ebu Müslim Horasani ve ordusu, Emevileri kılıçtan ge
çirip saltanatlarını yıktı. Halk Emevilere o kadar nefret duyuyordu ki ölülerini bile mezardan çıkarıp yaktılar. (İbni Esir)
Irak merkezli Abbasi devleti 749 yılında (Hicri 132' de) kuruldu, 1242'de (Hicri 640) tam 508 sene sürdü. Mısır Abbasileri ise 1258' den (Hicri 656) itibaren 1242'ye (Hicri 923) kadar 267 sene sürdü. Abbasilere ümit bağlamış insanlar, bunların Emeviler gibi olmayacağını zannediyordu.
142
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Kısa zaman sonra Abbasiler de Arapçı emperyalist ve zorba bir yapıya büründüler. Neredeyse insanlar Ernevileri arayacak hale geldi.
Zaten ilk başa geçen Abbasi kralı (halife) Ebu Abbas Abdullah'ın (Öl. 754) unvanı "Seffah" idi. Seffah; kan dökücü, kanlı katil dernektir. Abbasilerin üçüncü halifesi "Mensfır Ebu Cafer" (Öl. 785) önce kendilerini iktidara getiren yolu açan ünlü kurnandan Ebu Müslimi Horasani'yi sarayına yemeğe davet etti, önceden ayarladığı adamlarıyla Ebu Müslirn'i hançerletti ve öldürttü.
İmamı Azam Ebu Hanife ise aynı melun halife tarafından, fetva soracağım bahanesiyle saraya çağırıldı ve zehirletilerek şehit edildi.
Abbasiler, Emeviler'e göre kurnaz davranıyorlardı. Dindar görünüyorlar, saraydaki melanetlerini dışarı sızdırmamaya gayret gösteriyorlardı. Çok sinsi hareket ediyorlar, zulümlerine engel olması muhtemel insanların ya ticaret hayatını bitiriyorlar ya iftira ile zindana atıyorlar veya suikast yoluyla yok etme yoluna gidiyorlardı.
İmamı Azam'ın da Ebu Müslim' in de Arap olmadığı malum. Abbasilerin de Emeviler gibi Arap ırkçısı olduğu, bilinen bir gerçek. Abbasiler tarih boyu, insanlığın en büyük iman düşmanı olan dinciliğin önde gelenleriydi. 1. Emevi kralı Muaviye' den başlayıp Son Abbasi halifesi el Mü tasım bin Müntensir ' in ölümüne kadar geçen 650 yıllık Emevi ve Abbasi dönemi, Arap emperyalist dönemdir.
1 258-1516 yıllarında hüküm süren, Mısır Abbasileri dönemine dönecek olursak; bu dönem, halifelik makamında bulunanlar, kral yetkisi olmayan birer dini figürden ibaret idi .
143
HALİT BÜLBÜL
Osmanlı padişahı, Yavuz Sultan Selim (Öl. 1520) Mısır'ı alınca, 1517 yılında Memlfil<larda sembol olarak yaşahlan halifelik unvanını, artık kendisinden başka kimsenin kullanamayacağını ilan etti. Yavuz, arhk Osmanlı padişahı ve İslam dünyasının halifesi unvanını taşımaya başladı. Halifelik unvanını daha evvelki Irak Abbasi hükümdarları kullanıyordu.
Moğollar Irak Abbasi Devleti'ni yıkınca Mısır Abbasileri diye, Memluk sultanları halife unvanını taşımaya başladı.
Arapların İslam anlayışı, sürekli akınlar düzenlemeleri, ülkeleri ele geçirmeleri sebebiyle tüm ülkelerde tedirginlik meydana getiriyordu. Türklerin İslam anlayışında ise Müslüman olmayan toplumlara yaşayışıyla örnek olup İslam'ı tanıtmak ve sevdirmek yönündeydi. Türk ülkeleri, Hindistan ve Rum diyarları, böylece İslam' la tanıştı .
Hz. Hüseyin'in torunu Zeyd bin Ali Zeynelabidin, Emevi zalim halifesi Hişam bin Abdülmelik'e karşı isyan başlattı. İslam'ı tanınmaz hale sokan ve İslam öncesi putperestlik dönemi anlayışına dönen Emevilere karşı bu isyan, ne ilk ne de son isyan idi.
İmamı azam Ebu Hanife, Zeynel Abidin'i bütün gayretiyle destekledi. Maddi varlığını da ortaya koydu, dini bilgi ve gayretini de.
Belazuri ve Kerderi'nin naklettiğine göre, "İmamı Zeyd bin Zeynelabidin isyanı çok kanlı ve vahşice bastırıldı, Zeynelabidin de alnından aldığı ok yarası ile şehit edildi."
Abbasiler döneminin başı sayılan Hicri 145'te (Miladi 767) iki isyan birden başladı. Medine' deki isyanı İmamı Malik bütün gücüyle, Abbasi zorbalarına karşı yapılan isyanları destekledi.
144
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Ömrünün son 20 yılını Abbasiler döneminde yaşayan İmamı Azam'ın Abbasilerden neler çektiğine bakalım.
Tarihçilerin anlattığına göre; her gün bir meydana halkı toplayıp İmamı Azamı da zindandan çıkarıp getiriyorlar. En az on, en çok 120 sopa vurduktan sonra iple bağlı imamı sokaklarda dolaştırıp yeniden hapse koyuyorlardı.
İbni Nüceym'in anlattığına göre; İmamı Azam, kendi hayatından artık ümidi kesmiş olacak ki öğrencisi İmamı Ebu Yusuf' a yaptığı vasiyetinde şöyle demiştir;
"Eğer sultanlar, senin hak üzere verdiğin fetvalara aynen uyarlarsa mesele yok, aksi halde sakın onlarla birlikte olma. Çünkü onlar haram ve günah işler yaparken sen susacak olursan, onların yaptığına ses çıkarmazsan, insanlar senin onların yanlışlarını onayladığını, benimsediğini düşünür."
İmamı Azam'ı şehit ettiren zalim Mansur, utanmadan gelip masum koyun kılığına girerek İmam'ın cenaze namazını bile kılabilmiştir.
Arapçı emperyalist uşakları, Emevi ve Abbasi zalimlerinin zalimliğini görmezden gelip Ömer bin Abdülaziz, Harun Reşid, Me'mun gibi birkaç muteber insanı överler, ama zalimlere söz etmedikleri gibi, onları "Halife-i Müslimin" diye dini bir motif içinde anarlar.
Türkiye Cumhuriyeti 3 Mart 1924' te Halifelik kurumunu fiilen ortadan kaldırmıştır. Emperyalist ülkeler, Osmanlı yok edildikten sonra özgür, bağımsız tek Müslüman ülke olan Türkiye'nin de yok edilmesini, ama İstanbul' da Halifelik kurumunun kalmasını istiyorlardı.
Bugün de oynanan Yeni Osmanlıcılık, İkinci Cumhuriyetçilik gibi saçmalıkları ortaya atıp kendi kurdurdukları siya-
145
HALİT BÜLBÜL
si kurumlarla Türkiye Cumhuriyeti üzerinde oynanan oyunlara dikkat gerekir. Mustafa Kemal Atatürk (Öl . 1938) "Türkiye Cumhuriyeti, dünyadaki tüm mazlum milletlere ilham kaynağı olacaktır, ne büyük bir antiemperyalist perspektiften baktığı görülmektedir." demişti.
İmamı Azam' a düşmanlığıyla bilinen Hatibi Bağdadi bile İmamı Azam'ın 60 bin meselede hukuk problemi çözmüştür diye, imamın büyüklüğüne vurgu yaparken Emevi ve Abbasilerin İmamı Azam' a çektirdikleri ney le izah edilebilir?
Bazı okurlarım gönderdikleri elektronik postalarda, bazıları da şifahi olarak Emeviler ve Abbasiler üzerinde niçin çok durduğumu soruyorlar. Emevi de Abbasi de tarihin dehlizinde kaybolmuş gitmiş. Benim, onlarla kişisel bir husumetim olamaz. Ancak, İslam' a yaptıkları kötülükler kaybolmadığı gibi, tam tersine, azalmadan da devam ediyor.
Hz. Peygamber' in yaşayarak ve öğreterek tarif ettiği İs-lam dini, bu iki hanedanlık yüzünden altüst olmuştur.
Müslümanların mezheplere bölünmesi, Cahiliye adetlerinin geri getirilmesi, İbadetlere içtihadın sokulması, Muamelattan içtihadın çıkarılması, Krallık ve Papalık gibi, Padişahlık ve Halifelik oluşması, Arap törelerinin sünnet haline sokulması, Namazların, Hz. Peygamber' in uygulamasının dışına çık-
ması, Cuma hutbesinin namazın evveline alınması, Namazdan sonra tespih çekme geleneği, Budist tapınağı gibi, süslü camiler yapılması, Kralın, padişahın, sultanın keyfine göre fetva vermek, Türbelerin imarı ve kutsallaştırılması,
146
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Müslümanların tarikatlara bölünüp dağılması, Akılcılığın ve felsefenin suç sayılması vd. Sayılamayacak kadar hata, bu iki hanedan mensupla-
rının suçlarından bazılarıdır. Emevilerde pek hayırlı bir işe rastlamak mümkün değil ama, Abbasilerin bir döneminde Latince ve Yunanca eserler tercüme edilerek ilmin önü açılmıştır.
Dikkat edilirse, İslam dünyasının parlayan yıldızları hep o dönemdedir. İbni Sina, Farabi, Uluğ Bey, İbni Heysem, El Cezeri gibi bilime ışık tutan zatlar yetişmişlerdir.
Ne acıdır ki, bunların hiçbirinin de yaptıkları değerli çalışmalar devam ettirilmemiş dini ilimler diye, evvelkilerin sözleri ve görüşlerini nakletme, yeni bir şey icat etmeme zilletine dönüşmüştür.
HARUN REŞİD DÖNEMİNDE ABBASİLER
VI. Abbasi Halifesi, Harun Reşid bin Mehdi (Öl. 809), 786 yılında, henüz 21 yaşında iken tahta geçti. Kendinden evvelki halife, Musa el hadi bin Mehdi (Öl. 786) Harun Reşid' in ağabeyi idi.
Abbasi sarayına içkiyi, dansözü, nefse hoş müziği sokan kişi olarak bilinir. Kardeşi de aynıydı.
Merhum Prof. Şemsettin Günaltay (Öl. 1961 ) Harun Reşid döneminde her türlü haram ve eğlencenin sarayın ayrılmaz birer parçası olduğunu nakleder. Harun Reşid' in hanımlarından (?) biri olan Ümmü Cafer, seçkin cariyeleri kocasına sunmakla ünlenmişti, demektedir.
Abbasiler, kendilerini Hz. Peygamber' in amcası Abbas' a, dolayısıyla Haşimilere dayandırırlar. Ama en büyük
147
HALİT BÜLBÜL
düşmanları da, yine Haşimilerden olan Hz. Ali'nin nesli, yani ehlibeyt soyudur. Çünkü ehlibeyt mensupları, bunların İslam ile bağdaşmayan hareketlerine isyan ediyor ve şiddetle eleştiriyorlardı. Eleştirilmek işlerine gelmediği için, Abbasiler de Emeviler gibi tam bir ehlibeyt düşmanı idiler.
Sünnilik veya Ehli Sünnet diye, kendilerinin de ne olduğunu tarif edemedikleri bir yola, Müslümanların yarısını böldüler.
Hz. Ali taraftarları Alevi, Şii, Caferi diye suçlanıp kendilerinden olanlara Ehli Sünnet yaftası takblar. Ehli Sünnet, Hz. Peygamber'in sünnetine uyanlar, demekmiş. Yani, bu tarife göre Hz. Ali, on iki büyük imam ve onlara tabi olanlar sünneti bilmiyorlardı ve ona uymuyorlardı. Mekke' nin fetih günü ister istemez Müslüman olmak zorunda kalan Muaviye ve onun melun oğlu Yezid ve yoldaşları, Peygamber' in sünnetine uyuyorlardı, öyle mi?
Bu saçmalık bile, Müslümanlığa yaptıkları kötülüğü anlatmak için yetmez mi?
Evet; Emevi, Abbasi tarihten silinmiş ama, onların bıraktığı yara hala kapanmıyor. Din adıyla kin ve nefret tohumlarını o kadar çok saçmışlar ki bir türlü sonu gelmiyor.
Bugün hala; onlar Müslüman mı, kestiği yenir mi, cenazesi kılınır mı, selam verilir mi, evlenmek caiz olur mu gibi, ötekileştirilen dini cemaatler, o devrin açtığı fitnelerin devamıdır.
Neyse, biz konumuza dönelim. Halife Harun Reşid' in iki oğlu meşhurdur. Bunlardan bi
risi Emin (Öl. 813), diğeri de Me'mun'dur (Öl. 883). Harun Reşid' den sonra yerine geçen oğlu Emin'in pısırık ve beceriksiz birisi olduğu kaydedilmektedir. Emin' in annesi Arap
148
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
olduğu için, Harun Reşid istemediği halde hanımının baskısı ile Emin'i veliaht ilan etmiştir. Emin ölünce Türk anneden olan oğul Me'mun, halife olur. Burada şu kısa açıklamada bulunalım. Harun Reşid' in iki oğlu arasında ülkeyi adeta pay etmişti. Halife Harun' un iki oğluna da kendisi hayatta iken eşit yetki vermesi, bir bakıma, başına dert açtı.
Merkezi idare bölgesi olan Bağdat ve havalesi Emin' de idi. Kuzey bölgeler ise Me'mun'da idi.
Me'mun, Türklerden ve ehlibeyte sevgi besleyen İranlılardan güçlü bir askeri güç oluşturdu. Emin bunu duyunca Me'mun'un üzerine gitti. İki ordu, Rey şehri (Tahran) yakınlarında çarpıştı, ordusu malup olan Emin kaçarken yakalanıp başı kesildi. Böylece 813 yılında (Hicri 191'de) Me'mun halifeliğini resmen ilan etti. Me'mun'un Hz. Ali'ye, ehlibeyte hürmetkar olduğu anlaşılıyor.
İbni Haldun (Öl. 1406) "Mukaddime" adlı eserinde, Me'mun'un halife olduktan sonra geleneksel Abbasi rengi olan siyah yerine, daha iç açıcı olan yeşili seçtiğini yazar.
Halife Me'mun zamanında, akılcı Mutezile'nin görüşlerine çok değer verildiği için, daha evvel bahsettiğimiz ilmi şahsiyetler yetişti.
Me'mun'un sarayında zamanın ileri gelen bilim adamlarından Yahudi, Rum ve Yunan alimlerinin de olduğu bilinir. Ünlü Arap bilim insanı el-Cahız'ın (Öl. 869) kayıtlarına göre, şu kısa açıklamayı da aktaralım. El-Cahız' a göre; Abbasi ordusunu meydana getiren askerlerin çoğu Emevi hakimiyetini yıkan, isyan eden Türklerin geride bıraktıkları yetim çocuklardan oluşuyordu.
Emeviler, Türkistan katliamında öldürdükleri Türklerin yetim, 8-10 yaşlarındaki çocuklarını Suriye ve diğer bölge-
149
HALİT BÜLBÜL
!erdeki esir pazarlarında satmışlar, Abbasiler bu çocukları toplayıp asker olarak yetiştirmiştir.
Mô.tez bin Mütevekkil (Öl. 869), on dördüncü Abbasi halifesi olarak 18 yaşında tahta çıkar. Öz kardeşi el Müeyyed'i öldürür, diğer bir kardeşi Ebu Ahmed'i ise hapsettirir. Rakipsiz kaldığını düşünürken bakar ki hazine tam takır kuru bakır, bomboş. Asker para alamayınca isyan çıkarmış, isyanı bastırmak için Vasıf adında bir Türk kumandan görevlendirilir ama kumandan öldürülür.
Osmanlı döneminde babasının tahtını devirip yerine geçen Yavuz Sultan Selim gibi. 19 tane şehzadeyi bir günde boğdurup öldürten III. Mehmet gibi, padişahların ilham perileri herhalde Emevi ve Abbasi kralları olsa gerek.
Tabi ki bu vahşetler işlenirken Şeyhülislam' dan fetva almamak olmaz. Şeyhülislam, yapılacak cinayetlere "el cevaaaaap, cfüzdüüüüür" fetvasını vermeli ki kılıf minareye tam uysun.
Çağlar boyu, din kullanılarak kin böyle yaşatıldı işte.
MÜLK ANLAYIŞINDA DİN VE KİN
İslam'a göre, mülk Allah'ındır. (Mülk 1-Taha 6) Mülkün de tek söz ve eylem sahibi, mülkü yaratan Al
lah' tır, demek; mülkü hiç kimse şahsi hesabına geçiremez, demektir. Mülk, tüm kullara aittir.
Aslında her yönetim vatandaşının oturacağı bir mesken, geçimini temin edebileceği de bir iş imkanı yaratmalıdır. Meskeni olan, çalışan, kazanan insan ihtiyacı kadar devlete vergisini verir, devlet de bu gelirle işleri yürütür. Sağlık, eğitim, ulaşım, adliye, asayiş gibi konuları devlet bu vergilerle yine halkın malı olarak yönetmelidir.
150
TARİHİN SÜZCECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
İmkanı olan, yolunu bulan, 10-20 ev sahibi olup bunların kirasını oturduğu yerden toplayarak servet üstüne servet yağarken 750 lira maaşla yaşamak imkansızken ev sahibi nasıl olunur?
Özel mülkiyete düşman falan değilim. Benim karşı çıktığım, bal tutan parmağını artık yalama
sın. Yalayacağım derken tabağı da yutuyor. İhtiyacı olan herkese bir ev verildiğinde memlekette bir
çok boş evin kaldığı görülecektir. Örnek olarak, on evi olan adam dört tanesine kiracı bulamadığında boş tutuyor, kimseye vermiyor. Halbuki ev ihtiyacı olan birçok insan var. Adam kazanmış, vermezse vermez, denilemez. Nasıl kazanmış? Vergi kaçırmadan, rüşvet, ihale yolsuzluğu, faiz, tefecilik, karaborsa yapmadan, çalışanın hak ettiğini vermeden, hazineyi yağmalamadan nasıl zengin olunur?
Milyarda bir ihtimal değil ama, hadi diyelim alın teriyle helal kazanandan biriktirdi ve on tane daire aldı. Bu da mümkün değil . Eğer bu insan Müslüman ise Allah'ın emri şudur: "İhtiyaandan fazla olan mal senin değil, ihtiyacı olanındır . . . " (Bakara 219)
Kur'an'a göre, ihtiyacın olan evi kendine alıp, kalanı olmayanındır. Tabi ki, bunu devlet organize etmeli. İhtiyaçtan artanlar, ihtiyaç sahiplerine verilirse bir tane yoksul kalmaz.
Tapular ölünceye kadar bir mana ifade eder. Ölünce, mirasçılar tapuları paylaşır, hesabını verip cezasını çekmek sana kalır, adını anmayacak kimseler de oralarda öleceği günü bekler, yaşıyorum sanarak.
İlk Çağ filozoflarından Aristo, anlatmaya çalıştığım ortak mülkiyete karşıdır, özel mülkiyetten yanadır. Halbuki tüm evren Allah'ındır. (Taha 6)
151
HALİT BÜLBÜL
Her şey Allah'ındır dernek, tüm insanların ortak mülkiyetindedir, dernektir. Herkes çalışacak, fazlası bir havuzda toplanacak, çalışmayanlar yeni iş yerlerine, altyapıya, eğitime, sağlığa yönlendirilecek. Buna ortak mülkiyet denir.
Aristo'nun hocası Eflatun ortak mülkiyeti savunmuştur. Aristo, özel mülkiyet insanlara yardım etme duygusu aşılar, der ama bu yardımlaşma her zaman görülmüştür ki efendi-köle ilişkisinden öteye gidememiştir. Yardım yapıyorum, diye yoksulları hizaya getirip aşağılarken, kendisi bir menüye 500-1000 lira öderken yardım etmiş olmaz.
Çok zenginle çok yoksuldan oluşan, orta sınıfı gittikçe yok olan toplumların akıbeti, efendi-köle münasebetine dönüşür. Zengini zenginlikten, yoksulu yoksulluktan kurtaracak sistem sosyal adalet, eşitlik ve ortak mülkiyettir.
Aristo'nun şu görüşüne katılıyorum. Aristo'ya göre, "Bir toplumun nüfusu kendine yetecek kadar olmalıdır."
Bir ülke, zenginlerin lüks harcamalarını karşılamak için yoksulun ürettiğini, çiftçinin, seracının, besicinin malını değerinin alhnda, öldüm pahasına dışarı sahyor; vatandaş kendi ürettiğini tüketerniyorsa bunun adı firavunluktan başka bir şey olamaz.
Aristo, en ideal yönetim biçimi olarak da yönetenlerle yönetilenlerin birbirini tanıması en ideal çözümdür, diyor. Yani Aristo'ya göre, en ideal yönetim biçimi, yüz hane ve 300-500 civarında nüfusu olan bir köyde olabilir. Aristo'nun zamanında en büyük şehirlerin bile 5-6 bin nüfusla sınırlı olduğu düşünülürse haklı sayılır.
Peki, bugün Aristo'nun hayal ettiği nüfusun 5 kah, bir tek kapıdan girip çıkarak aynı apartmanda yaşıyor.
Bir de Epiküros' a (Öl. İÖ 270) bakalım.
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Epiküros' a göre, evrende madde ve boşluk varmış. Ölümden sonra başka hayat yok, ne varsa dünyada var, diyor. Vahiy ışığından haberdar olsaydı herhalde başka düşünürdü. Epiküros gibi düşünüp her şeyin dünyadan ibaret olduğunu söyleyen, sonra da binlerce sene harcamayla bitmeyecek mal-mülk edinenlerin hali ne kadar komik değil mi?
Mülk, yalnızca Allah'ındır. (Mülk 1 ) Tarih boyu tiranlaşan, tağutlaşan ve kendilerini yeryüzü
nün sahibi sanan herkese bu ayet adeta bir tokattır. Firavun; nehirleri, arazileri ve insanları kendi malı gibi
görüyordu diye, daha evvel anlattık, Firavun'un söylediklerini Kur'an ayetiyle tespit ettik. Nemrutlar, eski Babil Kralları da böyleydi.
Hz. İbrahim'i ateşe atmaları, mülkün sahibi Allah'tır, sen değilsin Ey Nemrut, demesiydi.
Bugün Firavunlaşan, Nemrutlaşan birini eleştirmeye kalktın mı susturmak için var güçleriyle feveran ederler, kelimeleri ardı ardına sıralarlar:
"Bunlar dini bölüyor." "Bunlar servet düşmanı." "Bunlar komünist, sosyalist." "Bunlar, bilmediğimiz bir din uyduruyor. " Ve bunların birçoğu da hala kendini Müslüman zannedi
yor. Bunları söyleyenlerin de ölünce başına taş dikiliyor insan diye. Yıktığı hanümanların, söndürdüğü ocakların sayısı belli değil. Haram servet dinozoru olmuş, hala umreye gidiyor, hala namaz kılıyor.
Allah gönüllerimize bir ışık yaktıysa istiyoruz ki bu ışık herkesi aydınlatsın.
153
HALİT BÜLBÜL
Propagandayla, yalanla, sahtekarlıkla, faizle iş yapmıyoruz, kar veriyoruz diyen sahtekar, dinci, firavunlaşmış kafalar istemese de Allah, mümin kullanrun, onurlu, şerefli, haktan, garibandan yana olanların gönlündeki ışığı söndürmez. (Tevbe 32)
KİNE DÖNÜŞEN ELEŞTİRİ
İnsanların davranışları eleştirilmeli; inançları, imanı ise eleştirilmemeli.
Müslümanlar eleştiriye Hz. Peygamber' in bırakhğı yerden devam etmeliler. Özellikle, dini konular konuşulurken vaiz, müftü, imam unvanlı kimseler son derece agresif, asık suratlı, öfkeli bir tavır içinde konuşuyorlar. Halbuki İslam'ın peygamberi Hz. Muhammed kimsenin ayıbını, hatasını yüzüne vurmazdı. İkazını ortaya yapar, bazıları şöyle şöyle yapıyorlar, neden böyle yapıyorlar, der. Herkes payına düşeni alırdı.
Din anlatılırken kin ve nefret dolu bir çehre ile anlatılırsa insanların olumlu yönde etkilenmesi bence sıfırdır. Hele bir de televizyonlarda çıkıp dinden bahseden hırpani kılıklı Orta Çağ soytarısı tipli adamları görünce insanların birçoğu zaten görüntüden ürküyor.
Sünnet diye büründükleri kılık, hpa hp Hz. Peygamber' in "Mecusi rahipleri" dediği adamların tipi.
Sünnet, Hz. Peygamber 'in görünümü ise; Hz. Muhammed, sakalı kısa, sakalı ve bıyığı birbirine uyumlu, saçları kulak altına kadar uzun, enseden boynunu kapatacak kadar idi. Hz. Peygamber'in Hint Mecusilerine benzemeyin, diye tembihte bulunduğu Mecusiler ise saçlarını kazıtır, sakallarını uzatırlardı.
154
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Mecusiye benzeyip sünnet demek, peygambere iftiradır. Din, Allah' tan gayrı tanrılaştırılan ne varsa onlara rest çekerek başlar. "La İlahe İllallah" demek, Allah' tan başka hiç kimsenin önünde eğilmem, secde etmem, ondan başka kimseye kulluk etmem, demektir.
Allah' tan gayri putlaştırılan ne varsa; mal, makam, şan, şöhret, şehvet, servet, ilke, ideal, rejim, sistem; hiçbirine tapınmam, boyun eğmem, Allah yerine koymam demektir.
Siyasetçilerin, basın mensuplarının eleştirileri de zaman zaman dozunu kaçırıp hakarete varabiliyor.
Bir kez gönül yıktın ise, Şal kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi Elin yüzün yumaz değil.
Yunus'un bu dizelerde dile getirdiği gibi gönül kırarak, inciterek, hakaretler yağdırarak din tebliği de olmaz, siyaset de. Zaten din hayatın içinde, çarşıda, pazarda, hastanede, okulda, dükkanda, evde, iş yerinde olursa din olur. Mabetlerde yapılan ritüellerde kalırsa ölü bir din olur. Ölü dinden diri insanlara fayda gelmez.
Bakara suresinin hemen başında yüce Allah "Bu kitapta şüphe, tezat, uyumsuzluk yoktur. Müttegi olanlara doğru yolu gösterir." (Bakara 1 ) buyurmaktadır.
Müttegi demek; dünyaya, çevresine, kafa gözüyle değil; vicdan gözüyle bakabilmek demektir. Köleye, borçluya, geçim sıkınhsı çekene, gecekonduda yaşayana, balık tutana, hamala, ameleye, madenciye, öksüze, yetime, hastaya, engelliye, ezilene, sömürülene, şefkatle bakıp yarasına merhem, derdine derman olmak demektir.
HALİT BÜLBÜL
Din, kin üretmek için değil; dertlilerin derdini çözmek için gelmiştir. Dinin gayesi, hedefi; bu dünyada cenneti kurmaktır. Nasıl ki cennette tam bir adalet var; ezen-ezilen, zenginyoksul ayrımı yoksa, bunu dünyada gerçekleştirmektir. Dünyada hiç kimseye faydası olmayan dinin ahrette kime, ne faydası olacak?
Din, dünyada yaşanılması için gelmiştir. Ölünce dinin ne emri kalır, ne de yasağı.
Kur' an-ı Kerim, bilgi kaynağı değildir; bilinçlenme ve bilinç oluşturma kaynağıdır. Kur' an, hayahn her safhasına atıfta bulunur, meşru olan her işi ibadet kabul eder.
"Gaybm bilgisine ait anahtar, yalnız Allah' tadır. Gayb olanı yalnız O bilir. Karada, denizde ne varsa hepsinin tam ve gerçek bilgisini de yalnızca Allah bilir. Allah'ın bilgisi dışında dalından bir yaprak düşmez, bir tohum tanesi de toprağa ekilmez. Yaş-kuru ne varsa, açıkça bir kitapta vardır, kayıtlıdır." (Enam 59)
Kur'an her şeye işaret eden; hayatın ve ölümün, Dünya ve ahretin her şeyini içine alan bir çip gibidir. Zamanla çözebildiği kadar, insanlık ondan nasibini alacaktır.
İlmin tamamı "Külli İlim" ise, korunan ilahi bir levhada, yani "Levhi mahfuz" da kayıtlı olup, ona yalnız Allah vakıftır. Dikkat edilirse; peygamberler yeni din getirmemişler, Hz. Adem'le başlayan Tevhid dini bozuldukça reform için gelmişlerdir.
Peygamberler dinsiz bir topluma din değil, dini bozulmuş bir topluma hakiki dini göstermek için gelmişlerdir.
"Allah çalışanı, kazananı sever," "Hayırlı tüccar cennetliktir,' gibi ticareti, çalışmayı ve kazanmayı öven, teşvik eden önemli sözler ve hadisler vardır. Burada övülen insan,
156
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
dünyada açlık ve yoksulluk kalmasın, işsizler iş sahibi olsun, herkes helalinden evine ekmek götürsün diye çalışan, uğraşan insandır. Yoksa kat üstüne kat alan, banka hesabının sonuna hep sıfır eklemeye çalışan, gözü gönlü doymaz, sömürücü, hortumcu, ihale fesatçısı, yolsuzluktan yüzü kızarmayan kimseler değildir, tabi ki.
Müslümanlar şunu unutmasın: Kur'an-ı Kerim'in tek harfi bile değişmeden bugüne geldi. Ama yaşanılan din Kur'an'ın dini olmayınca uydurulan dinin adı İslam olsa da Yahudilikten, Hıristiyanlıktan bir farkı kalmadı.
Aklın, bilimin, felsefenin yerini nakilci rivayetler alınca din adına öyle saçma, tuhaf sözler ediliyor ki karikatür halini alıyor.
Mesela " Allah fezayı, dünyanın tavanı gibi yükseltti, düzene koydu. Geceyi örtüp karanlık yaph, kuşluk vaktini, gündüzünü aydınlatıp açığa çıkardı. Sonra da yeri döşeyip yuvarlak hale getirdi. Yerden sular ve otlaklar çıkardı." (Naziat 28-31 )
XVI. yüzyıl Avrupa'sında bile dünya tepsi gibi yuvarlak, etrafı duvarlarla çevrili diye inanılırken böyle inanmayanlar dinsiz ilan edilip diri diri yakılırken VII. yüzyılda inen Kur'an, dünyanın yuvarlak olduğunu açıklıyordu.
Abdullah İbni Abbas' tan (Öl. Miladi 687-Hicri 68) gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber bir soru üzerine, "Dünya, balık ve öküzün üzerindedir." buyurmuştur. Bunun, mecaz bir ifade olduğunu kötü niyet beslemeyen herkes bilir. Yani, dünya hayatının vazgeçilmez iki unsuru tarım ve denizciliktir, demek istemiştir. Gerçekten de, her sektör zamanla gelişip bir zaman sonra modasını kaybederken tarım ve denizcilik, asla vazgeçilmez iki önemli temel unsurdur. Bu
157
HALİT BÜLBÜL
söz, M. Kemal Atatürk' ün "İstikbal göklerdedir." sözü gibi bir mecazi mana taşır. Gelin görün ki, ünlü müfessir İbni Kesir bile "Dünya balığın üzerindedir, balık başını salladığında dünyada deprem olur," demektedir. (Bkz. Bakara 29. ve Kalem 1 . Ayetin tefsiri)
Mecaz, megazi, ibare, işaret ve delalet konusunda tefsir analizi olmazsa böyle uçuk kaçık manalar çıkabiliyor. Hadisleri inkar mı ediyorsunuz, diyorlar. Cevabım şu: Kur' anı Kerim' den başka tartışılmaz kaynak yoktur. (Bakara 1 )
Hz. Peygamber' in vefahndan 250-300 sene sonra yaşamış insanların topladıkları kulaktan kulağa geçmiş rivayetleri "peygamberimiz buyurmuş ki" demekle Hz. Peygamber' in sözü olarak kabul edecek kadar ne cahiliz, ne de ahmak.
Kur'an-ı Kerim'i açıklar mahiyette ve Kur'an'la uyumlu olanları, akla ve bilime uyanları kabul ederiz. Hz. Peygamber ' in sözü olmasa bile doğru ve güzel olanı kim söylerse söylesin kabul ederiz. Kur' an' a, akla ve bilime ters rivayetleri kimden rivayet edilirse edilsin asla kabul etmeyiz.
Bunun acısını çeken şair Mehmed Akif (Öl. 1936) diyor ki:
Nebiye Atf'ile, binlerce herze uydurdun. Yıktın da din 'i mübini yeni bir din kurdun.
Akif' in dediği, Peygamber'e bir sürü iftira uydurup uydurma din icat edenlerin o uyduruk dini bize lazım değil. Allah'ın ve Resulü'nün Kur'an ile çerçevesi çizilmiş dini bize yeter.
Allah sevdiği insana ahreti, sevmediği insana ise dünyayı sevdirir, ona kul yapar. Mal' a mülke düşkün olan insan
158
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
kazandıkça, malı arttıkça korkusu da artar. Ufak bir sallanhda, krizde öldük, bathk, bittik diye çırpınır. Milyarından bin lira kaybetmek, bedeninden parça kopartmak gibi acıhr. Malı başına bela olmuştur. Uykusu kaçar, huzuru bozulur. Aile düzeni alt-üsttür.
Halbuki yoksullarla paylaşsa huzura erecek ama gözü onu göremiyor işte. Vicdan gözü kapalı, cüzdan gözü de yalnız parayı görüyor.
Yahudiler ve Hıristiyanlar zenginleştikçe maneviyattan koptular. Şimdi Müslümanlar aynı durumdalar. Zenginleştikçe tuhaflaşıyorlar. Önce kılık-kıyafetleri, sonra çevreleri, sonra ahlakları, sonra inançları değişiyor.
Hz. Musa zamanındaki Karun' dan, Hz. Muhammed zamanındaki Salebe' den ibret alan yok. Lüks evde oturmak, lüks araçlarla gezip tozmak, evde koruma, kapıcı, temizlikçi, aşçı bulundurmak adam olmak sanılıyor.
VE GELİR Bu yurda her bela içinden gelir 'Hep 'leri hep, hiçin hiçinden gelir.
Gelemez bir ithal, malıdır akıl. Kaf Dağı 'ndan, Çin 'den, Maçin 'den gelir.
Benim nur mayama pislik atanlar Şeytan senin büyükelçinden gelir.
Biricik selamet yolu tarihte "Sormayın, görmeyin, geçin " den gelir.
Genç Osman 'ı lif lif yolan o güruh Kahpe devşirmenin piçinden gelir.
159
HALİT BÜLBÜL
Bir gün bu gidişle çatlarsa yürek Dile vurdukları perçinden gelir.
Necip Fazıl Kısakürek
HANGİ SÖZÜNE İNANALIM SAYIN USTAM
İktidara gelmeden evvel seçim vaadinde kolektif alGlla, istişare ile iş yapacağız, dediniz. Ama tek kişilik orkestra görünümü veriyorsunuz.
Abdullah Öcalan'la görüşeni de görüştü diyeni de . . . , diyerek sövüp saydınız, halbuki görüşüyormuşsunuz.
Kıbrıs lmmızıçizgüniz, diyordunuz. Güney Kıbrıs AB üyesi oldu, Kuzey Kıbrıs AB gözünde fiilen işgalci durumuna düştü. Çıt çıkarmadınız.
Hz. Peygamber'imize hakaret eden karikatürleri yayınlayanları fikir özgürlüğü diye savunan Rasmussen'in NATO sekreteri olmasına onay verdiniz.
Her şey Türkiye için, dediniz. Etibank, Sümerbank gibi tarihi ve milli varlıkları yok ettiniz. 150.000 km kare Türkiye toprağını sa ttığınız söyleniyor.
Yakınlarınız mücevher ticareti yaptığı için mücevherden vergi muafiyeti kanunu çıkardınız.
Devlet kumaş üretmez, deyip Sümerbank'ı yok ederek TOKİ diye devleti müteahhit yaptınız.
İsrail' i düşman göstererek iktidar oldunuz, İsrail' den üstün hizmet, cesaret ödülü aldınız.
Kaddafi'den ödül almıştınız. Kaddafi'nin ne kötülüğünü gördünüz de Libya'nın bombalanıp Kaddafi'nin linç edilmesine yardım ettiniz?
160
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
1 .5 milyon Iraklıyı öldüren, yüz binlerce Müslüman kadına tecavüz edip bunun görüntülerini yayınlayan canilere neden dua ettiniz? Bu rezalet için neden bir protesto olsun çekmediniz?
Türkiye' de otuz altı etnik grup var diye, durup durup neden dile getiriyorsunuz? Alevi, Kürt, Çingene açılımı diye toplumda ayrışma meydana getirmiyor musunuz?
Ben Gürcüyüm, Eşim Arap, diyerek Türkiye' de Türk olmadığını mı söylemek istiyorsunuz?
Osmanlı'yı överek, Atatürk'ü yok sayarak Cumhuriyet'i unutursak, Osmanlı geri gelirse acaba başbakanlığı rüyanızda görseniz hayra yorar mıydınız?
Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde kazandıklarımızın günden güne yok edildiğinin farkında değil misiniz?
Beşar Esad ile can ciğer kuzu sarması iken sizi kim, neden ve kimin için iki düşman yapıverdi?
Madem terörü Apo'ya danışarak halledecektiniz, adamı içeride ne tutuyorsunuz? Olmadı, terörden sorumlu bakan yapın bari belki terör çözülür.
Basın-yayın (medya) tek sesli koro haline geldi. Alkış serbest; eleştiren ise Silivri'ye. İleri demokrasiniz bu mu?
Hapishanelerde, özellikle Silivri' de terör, Ergenekon, Balyoz vs. suçlamalarıyla yatan insanların ıstırabı vicdanınızı sızlatmıyor mu?
Siz, Kur' an' a inanan insansınız. "Birilerine olan kininiz, sizi adaletten ayırmasın." (Maide 2) ayetini hatırlayınız. Kıyamet günü hesap vermek zor olur. Danışmanlarınız bunu size söylemiyorlarsa yanınızdan uzaklaştırınız.
Seçiline yaşını 18' e indirmek ve askerlik şarbnı kaldırmak istiyorsunuz ya, bence 18 çok, 6 yaş yeter. Okuma-yazma mec-
161
HALİT BÜLBÜL
buriyetini de kaldırın. Parmak kaldırıp indirmek için 6 yaş yeter. 18' lik gençleri zapt etmek güç olabilir. Halbuki 6 yaşındakiler genel kurulda ellerini kaldırdıktan sonra sütlerini içip güzelce, uslu uslu oynarlar yahut mışıl mışıl uyurlar.
Fatih Sultan Mehmet' ten örnek veriyorsunuz ya. Benim örneğim de aynısı. Fatih padişah olduğunda 6 yaşındaymış da.
Sayın Usta! CİA'in, MOSSAD'm kontrolünde olduğu söylenen ne idiğü belirsiz, karanlık yapıdaki bir kısım cemaatlere bu kadar bel bağlamanızın sebebi ne ola ki?
Her sene milyarder sayısı Türkiye' de artarken 13 milyon insanın yoksulluğu neden düzelmiyor?
IMF'ye olan borcu ödedik, diyorsunuz. Peki, 500 milyar dolar, öteki borçlar borç sayılmıyor mu?
Milli geliri 10 bin doların üstüne çıkardık, diyorsunuz. Resmi rakamlar 6 milyon asgari ücretliden bahsediyor. Asgari ücret 730 lira (2012). Milli gelir 10 bin dolar ise, on bin dolar 18 bin lira yapar. Asgari ücretle çalışan kişi bir kuruş harcamadan aldığının tamamını biriktirse 25 ayda 10 bin doları anca yakalar.
Yoksa, Ali Ağaoğlu ile şantiyesindeki bekçinin gelirini toplayıp bölerseniz siz haklı çıkarsınız tabi ki.
Türkiye tarihinde ilk defa kurbanlık ithalatını yapmak size nasip oldu. Şimdi saman ve ot da ithal oluyormuş, Allah aşkına bu iş nasıl bu hale geldi?
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), "mücahit" denen adamların Suriye' den çaldıkları canlı malları kurban bayramında Türkiye' de piyasaya sürerek yerli üreticiyi nasıl perişan ettiğini bir bilseniz. Ben Almanya' da yaşadığım halde biliyorum. Yeğenlerim bu işin mağduru da, onlardan biliyorum.
162
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Deniz Feneri soyguncularının üzerine giden savcılar neden içeri alındı? Alman savcılığı bu işin Türk.iye uzantılarına dikkat çekiyor. İpin ucu kime ulaşıyor acaba?
İsrail için, devlet terörü uyguluyor, diyorsunuz. Aldığınız ödülü geri vermiyorsunuz. Bu, inandırıcı gelmiyor.
Avrupa' daki vatandaşları dolandıran holding vurguncularına hiç dokunmadınız. Para verirken bana mı sordunuz, diyorsunuz. Evet, sana sorduk. Gelen soyguncular milli görüş adına geldiler. Siz de o zaman henüz milli görüş gömleğiyle yaşıyordunuz. Milli görüş adına gelenlerin referansı sizlerdiniz. Niçin o dönemde çıkıp da bunu ifşa etmediniz?
"Uzan"lann yerin dibine sakladıklarını buldunuz da holding ve Deniz Feneri hırsızlarını neden bulmuyorsunuz?
Suriye' de ÖSO denilen ve ortalığı kan gölüne çeviren, dışarıdan beslenen silahlı terör mihraklarına neden arka çıkıyorsunuz?
Yarın birileri çıkıp Özgür Türkiye Ordusu diye silahlandırılır, komşu bir ülkede Türkiye'nin Dostları diye toplantı yapılır da aynı şeyler başınıza gelirse ne yaparsınız?
Bu yaptıklarınıza ve sözlerinize nasıl güvenip inanalım? Benim Türkiye'nin politikalarıyla direkt bir bağım yok.
Ama bir Müslüman Türk evladı, aydını olarak bildiklerimi ve gördüklerimi dile getirmenin ve eleştirmenin görevim olduğuna inanıyorum.
Mısır' da ve Irak' ta, Suriye' de yaşananların Türk.iye' de de yaşanmasını istemem. Kaddafi'nin, Saddam'ın, Hüsnü Mübarek' in başına gelenlerin Türk.iye'yi yönetenlerin de başına gelmesini istemem.
Hiçbir partiyle organik bağım yok. Hiçbirinin de ne sempatizanı ne de düşmanıyım. İyi gördüklerimi kim yaparsa
163
HALİT BÜLBÜL
yapsın desteklerim. Kötü gördüklerimi de kim yaparsa yapsın eleştiririm. Politikacılar da eleştiriye açık olmalı ve kulak vermeliler. Kargadan korkan darı ekmez ama, hamama girince de terlemek kaçınılmaz.
TALÜT'UN DİNİ, CALÜT'UN KİNİ
Çok önemli olan bir olayı Kur' an-ı Kerim' den özetle vermeye çalışalım. Olay şu. Diğer kutsal metinlerden de alıntı yapalım.
Hz. Musa'nın ve kardeşi Hz. Harun' un vefatından sonra Şemuil adında bir peygamberi, yüce Allah İsrailoğullarına gönderir. Zamanın zalim idaresi, bu bir grup bölge halkı olan "beni İsrail" toplumunu yerlerinden çıkarır, eziyet eder. Bu cemaat, peygamberleri olan Hz. Şemuil'e yalvarırlar:
Ey Allah'ın nebisi, elçisi! Bizim önümüze bir lider tayin et de bize bunca kötülüğü yapan düşmanlarımızla savaşalım, derler.
Hz. Şemı1il ise; "Peki, Allah size savaş yapmayı emreder, farz kılar da siz savaştan kaçarsanız ne olacak?" der.
İsrailoğulları şöyle söylerler: "Savaştan niçin kaçalım ki? Baksana; toprağımızdan, evimizden, yurdumuzdan, ailemizden olduk.' Allah, savaş yapmalarım emretti. Ama, peygamberleri Hz. Şemuil'in korktuğu başına geldi. Koskoca topluluktan az bir grup sözünde durup savaşa yöneldi. Çoğunluk, savaş emrini duyunca vazgeçti."
Hz. Şemuil, İsrailoğullarına şöyle dedi: "Yüce Allah, size komutan olarak Tah1t'u tayin etti."
Talut onlara göre önemsiz ve sıradan bir kimseydi. İtiraz ettiler: "Talut bize nasıl komutan olur, biz bu işe on-
164
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
dan daha layığız. O, bizim gibi, malı-mülkü çok olan birisi de değil ki ."
Hz. Şemuil şöyle dedi: "Şüphe yoktur ki yüce Allah, Tah1t'u bilgi, beceri ve kabiliyet bakımından, güç ve kuvvet bakımından sizden üstün kılmıştır. Allah istediğine istediğini verir. Talut'un komutan olmasının alametini de size söyleyeyim. Bir sandık gelecek. Allah'ın sekineti de o sandıkla beraberdir. Ayrıca, Hz. Musa ve Hz. Harun' un bıraktıkları bazı emanetler de o sandığın içindedir."
Hz. Adem' den beri, peygamberler arasında elden ele gelen bu sandığı, Amel ika kavmi İsrailoğullarını yenince ellerinden almışlardı . Halbuki İsrailoğulları için bu tabut, uğur getiriyordu. Savaş meydanına bu sandığı (tabutu) götürdüklerinde mutlaka savaşı kazanıyorlardı. Bu tabut yanlarında olduğu zaman, mutluluk ve huzur duyarlar. Cesaretleri artmıştı. (Hala günümüzde bu sandığı arayanlar var. )
Rivayete göre, sandığın içinde Hz. Musa'nın Turu Sina' ya giderken giydiği ve yüce Allah'ın "Ey Musa! Ayakkabılarını çıkar, sen mübarek Tuva' dasın." (Taha 12) buyurduğu zamanki ayakkabıları, asası (sopası), Hz. Harun'un sarığı, bir miktar kudret helvası varmış. Melekler bu sandığı getirip Talut' un önüne koymuşlar, onlar da inanmış. Topkapı Sarayı'ndaki Hz. Musa'nın asası denilen sopa, uydurma bir yalandır. Bu tırnak içi açıklamadan sonra Kur' an-ı Kerim'e dönelim.
Talı1t ve tabi olan İsrailoğullan Kudüs' ten yola çıktılar. Talut şöyle dedi: "Yüce Allah sizi sınayacak. Önümüze bir ırmak gelecek, sakın ha o ırmaktan kana kana içmeyin. Mataralarınızı doldurmayın. Ağzınızı ıslatacak kadar, şöyle bir avuç içebilirsiniz. Kim o sudan kana kana içerse, bilsin ki o
165
HALİT BÜLBÜL
benden değildir. O sudan tatmayanlar, bendendir." Üç yüz kişi civarındaki bu grup, tembihe uyup içmedi. Nehrin karşısına geçince suyu içenler:
-Bugün bizim, Callıt ve ordusu ile savaş yapacak takatimiz, gücümüz, kuvvetimiz yok, diyerek yığılıp kaldılar.
Sudan içmeyen ve Allah' a kavuşmak isteyen müminler ise:
-Nice az cemaatler vardır ki Allah'ın izni ve yardımı ile kendilerinden kalabalık nice toplulukları yenmişlerdir. Allah bize yeter, Allah bizimledir, dediler.
Bu imanlı, inançlı, mümin grup Callıt ve ordusuyla karşılaşınca yüce Allah' a şöyle yalvardılar:
"Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır gönder ve ayaklarımızı düşman karşısında kaydınna. Bizi bu kafirler toplumuna karşı muzaffer kıl," dediler.
İki grup karşılaştı. Müminler arasında bulunan genç bir delikanlı olan Davut, attığı bir sapan taşı ile Cah1t'u öldürdü. Müminler, az olmalarına rağmen kazandılar. Sonra yüce Allah Hz. Davut' a hem peygamberlik hem krallık verdi. Demir işlemeyi ve kuşlarla konuşmayı da bilirdi. Kendinden sonra da oğlu Süleyman, hem peygamber hem de kral olarak Allah'ın lütfüne kavuştu.
Bir kısım insanları diğerleriyle, yüce Allah def etmese idi, yeryüzü fesada çıkardı. (Bakara 246-251 ) (Kaynak tefsirler: İbni Kesir-Alfısi-Keşşaf-Kurtfıbi)
BEDİR VE UHUD'DA DİN VE KİN
Miladi 610 yılında Hz. Muhammed'e Kur'an-ı Kerim gelmeye başladı. Böylece peygamberliğe fiilen başlamış oldu.
166
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Hz. Muhammed, bu tarihte 40 yaşındaydı. Mekke' de en çok güvenilen ve saygı duyulan kimseydi. Haşimoğullarındandı, Abdullah'ın oğlu, Abdülmuttalib'in torunu idi.
Dünyaya gelmeden 4 ay evvel babası vefat etmiş, 6 yaşına geldiğinde de annesi Amine vefat etmişti. Hz. Muhammed böylece hem öksüz, hem de yetim büyümüştü. Önce dedesi Abdülmuttalib onu himayesine almış, ölümü yaklaşınca da oğlu Ebu Talib'in himayesine vermişti. Ebu Talib, Hz. Ali'nin babasıydı. Müşrik Mekke kodamanlarının sömürgeci, zalim, merhametsiz tutum ve davranışlarından nefret ediyordu. Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini onlara aktarmaya başladı :
"Köleleri serbest bırakacaksınız." "Kız çocuklarını öldürmeyeceksiniz." "Yağma, çapul, faiz ve tefecilik yapmayacaksınız." "Kabe'yi ve çevresini putlardan temizleyeceksiniz." "Borçlu insanların borçlarına mukabil karılarını ve kız-
larını alıp namuslarını satmayacaksınız." "Zayıf, kimsesiz, yoksul kimseleri ezmeyeceksiniz." "Atamız İbrahim' in dinine dönüp şirki terk edeceksiniz." "Kan davası gütmeyeceksiniz." Bütün bu dediklerimi size söylememi bana Allah emre
diyor. Vazgeçmezseniz sizinle savaşacağım, dedi. Mekke müşrikleri, hem Hz. Peygamber' e hem de ona inanan müminlere tüm kin ve nefretleriyle karşı çıktılar. Ellerinde tuttukları zulüm saltanatını kaybetmek işlerine gelmiyordu.
Hz. Muhammed' e ilk iman edenler, genellikle köleler, yoksullar, ezilenler, garibanlardı. Ebu Bekir gibi hali vakti yerinde olanlar gayet azdı. Mekke müşrikleri, peygambere ve müminlere ambargo koydular. Evlenme, alışveriş, iş alıp verme,
167
HALİT BÜLBÜL
selam alıp verme tamamen ambargoya tabi oldu. Müminler, dayanılmaz bir hal alan Mekke hayatından nasıl kurtulacaklarını düşünüyorlardı.
Hz. Peygamber, kendi kızı da dahil bir grup Müslümanı muhacir olarak Habeşistan' a gönderdi. (Şimdiki Etiyopya)
Civar kabilelerden duyup iman edenlerin sayısı git gide artıyordu. Hattab' ın oğlu Ömer, 40. Müslüman olarak müminler safında yerini aldı.
İlk Müslüman olanlardan genç bir sahabe vardı; Musad bin Umeyr. Mekkeli zengin bir ailenin çocuğu olarak çok güzel imkanlar içindeydi. Müslüman olunca ailesinin zulmüne uğradı. Mal-mülk vermedikleri gibi, İslam' dan cayması için işkencelere maruz bırakıyorlardı. Uhud Savaşı'nda şehit edildiğinde (Miladi 625, Hicri 3) sırtındaki elbisesini başına doğru çekip ayaklarını da otla örterek toprağa vermişlerdi. Allah ve Resul'ü uğrunda, İslam yolunda, din sevgisi onu melekleştirirken ailesinin kini Musab'ı yoksulluğa itmişti.
Müslümanlar mallarını, evlerini Mekke' de bırakıp canlarını kurtarmak ve Allah'ın mutlu kulları olmak için Medine' ye göç ettiler.
Hz. Peygamber ve Ebu Bekir, 622 yılında Medine' ye Hicret etti. Hicret'ten evvel, Hz. Peygamber' in amcası Ebu Talib ve biricik eşi, alh çocuğunun annesi Hz. Hatice vefat etti. Hz. Peygamber için bu sene, hüzün senesiydi.
Medine'nin yerlisi Müslümanlar (Ensar) ile Mekke'den yalnız canlarını kurtarıp gelen Müslümanlar (Muhacir) peygamberin emriyle kardeş oldular. Ensar, malının yarısını seve seve, gönül rızası ile Muhacir kardeşine vermiştir.
168
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Mekke müşrikleri müminlerin mallarına el koydular. O günlerde Mekke'nin reisi, Ebu Cehil idi. Müminler, Medine' de Hicret' in 2. yılını yaşıyorlardı.
İleri gelen Mekke müşriklerinden Ebu Süfyan'ın (Muaviye'nin babası) Şam' dan Mekke'ye doğru bir ticaret kervanı ile gidiyordu. Bir hayli mal yüklüydü. Bunu haber alan Müminler, hiç olmazsa mallarımızın bir kısmını ele geçirmiş oluruz, diye düşünerek kervanın yolunu kesip Medine'ye getirmek istediler. Ebu Süfyan, Müslümanların bu hareketinden haberdar olmuş, Kızıl Deniz sahil yolunu kullanarak (yol güzergahını değiştirerek) Mekke'ye yönelmişti. Ebu Süfyan, ayrıca Zamzam bin Amire! Gıffari adında birisiyle Mekke'ye haber göndererek yardım istemişti.
Kureyş'in ileri gelenleri, Hz. Abbas'ın kız kardeşi Atike Hanım'ın birkaç gün evvel gördüğü rüyayı tartışıyorlardı. Zamzam, hemen seslerini kesti ve şöyle dedi :
-Burada ne tarhşıp duruyorsunuz? Muhammed' in adamları silahlarını kuşanıp Ebu Süfyan'ın kervanını ganimet olarak ele geçirmek için geliyorlar.
Bunun üzerine bin kadar silahlı, at ve deve üstünde süvari halinde müşrik ordusu yola çıktı. Kervanın elden kaçtığını haber alan müminler, Medine'ye geri döneceklerdi ki bir haber aldılar; müşrikler, müminleri imha etmek için Medine'ye doğru yola çıkmışlar. Hz. Peygamber, arkadaşlarıyla istişare etti . Bazıları Medine' de kalalım, düşmanın gelmesini bekleyelim, savunma yapalım, dediler. Hz. Peygamber' in de fikri böyleydi. Ama çoğunluk, "İlerleyelim, düşmanla nerede karşılaşırsak orada savunmamızı yapalım," dedi . Hz. Peygamber, zırhını giyip silahını kuşanmıştı. "Bir peygamber silahını kuşanınca savaşmadan
169
HALİT BÜLBÜL
onu çıkarmaz," buyurdu. Bu, artık inceldiği yeden kopsun, demekti.
İki ordu mensuplarının çoğu, birbirlerinin akra,aları idi. Müslümanlar, Medine ile Mekke arasında (Medine ye yakın) su kuyularının bulunduğu, Bedir denen yere geldier ve kuyuları ele geçirdiler. Müşrikler güçlerine, müminer de Allah'ın yardımına güveniyorlardı. Hz. Peygamber, "ı\llah'ım, yardımın ne zaman?" diye yalvarıyordu. Yüce Allahayet gönderdi. "Yakında o müşrik ordusu bozguna uğrayıcak, dönüp kaçacaklar." (Kamer 45) buyuruyordu.
Bu savaş, Müslümanlarla müşriklerin ilk savaşı oldu. Müminlerden 14 kişi şehit oldu. Müşriklerden ise EbuCehil dahil 70 kişi öldürüldü. 70 kadarı da esir alındı. Hz. Peygamber' in huzuruna Ebu Cehil' in başını koparıp getirliler. Hz. Muhammed, "Bu ümmetin firavunu buydu." deci.
Kur'an-ı Kerim' de, Bedir Savaşı'nda müminle·e meleklerin yardıma geldiği haber verilmektedir. (Ali İman 123-124) Melekler, müminlerin iç dünyalarına güç ve QSaret veren soyut metafizik bir ilahi güç demekti.
Müşrikler müminleri sayıca ve kuvvetçe kendlerinden çok fazla görüyorlardı. Gözlerine öyle görünüyordı. Halbuki müşrikler binden fazla, müminlerin sayısı ise s<dece 313 kişiydi. Bu savaşta Hz. Muhammed' in dudağı ya·alanmış, dişi kırılmış, vücudundan kanlar akıyordu. Kanını temizlerken Hz. Peygamber şöyle diyordu, "Kendilerini Alah' a davet eden bir peygambere bunca fenalığı yapanlar ıasıl ıslah olur?"
Köle, yoksul, gariban, kadın, mazlum, mağdudan yana bir din ile zulüm, soygun, vurgun, esaret, halsızlıktan yana olan kin ve nefretin savaşıydı bu. Allah, kenii dinine
170
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
yardım edenlere yardım eder. "Allah müminlerin sahibidir. Kafirlerin sahibi yoktur." (Muhammed 11 )
UHUD SAVAŞI'NDA KİN VE VAHŞET
"Dindarlık ve Dincilik" adlı kitabımda Bedir ve Uhud savaşlarından özetle bahsetmiştim. Burada, Uhud' daki akıl almaz kin ve vahşetin hangi boyuta çıktığına değinmek istiyorum.
Hz. Muhammed Medine'ye Hicret edeli henüz 3 yıl olmuştu. 624 senesinde vuku bulan ve müşriklerin yenilgisiyle sonuçlanan Bedir Savaşı'nın üzerinden henüz 15 ay kadar geçmişti. Yıl, Miladi 625 (Hicri 3). Mekke müşrikleri, Bedir' de aldıkları yenilginin intikamını almak ve Şam-Mekke arası ticaret yolunu Müslümanların kontrollerinden kendi kontrollerine geçirmek için büyük bir savaş hazırlığı yaptılar.
Müşriklerin reisi Ebu Cehil Bedir Savaşı'nda öldürüldüğü için yerine Ebu Süfyan geçmişti.
Ebu Süfyan'ın liderliğindeki büyük bir ticaret kervanı Şam' dan Mekke'ye dönmüştü. Bu kervandaki malların hissedarlarının çoğu, Bedir' de öldürülen müşrikler idi. Bedir' de öldürülenlerin yakınları, Ebu Süfyan'a müracaatta bulundular. Bu kervanın tüm karıyla ordu toplayıp Medine'yi basmayı, başta Hz. Peygamber olmak üzere tüm müminleri ortadan kaldırmayı planladılar. Bu teklif olumlu bulundu. Büyük bir ordu kuruldu.
Arabistan'ın değişik yerlerinden topladıkları müşrik savaşçılar, Mekke müşrikleri ve bazı kabilelerden katılımlarla üç bin kişilik bir ordu hazırlandı. Orduda herkese ait bir deve vardı. Ayrıca 200 tane de at vardı. Müşrik ordusundan
171
HALİT BÜLBÜL
700 kişi zırhlıydı. Ayrıca, askeri savaşa motive etmek, hemşirelik ve geri hizmetlerde bulunmak için birçok kadın da vardı. Kimi şarap, su, yiyecek hazırlıyor kimi çalgı çalıyordu.
Kadın grubunun önderliğini de Ebu Süfyan'ın karısı (Muaviye'nin annesi) Hind yapıyordu . Hind' in babası ve iki kardeşi bir yıl evvelki Bedir Savaşı'nda öldürüldüğü için özel bir kini vardı. Hz. Peygamber' in amcası Hamza, Hind' in babası Utbe'yi Bedir' de öldürmüştü. Hind, tüm kinini Hz. Hamza üzerinde yoğunlaştırdı.
Vahşi isminde, kendisi de adı gibi vahşi olan zenci bir köleyle anlaştı. Hamza'yı öldür, özgürlüğüne kavuşacaksın, dedi. Vahşi, müthiş bir savaşçıydı. Ok ve mızrak atmakta üstüne yoktu.
Hz. Peygamber' in bir diğer amcası Abbas, Müslüman olduğu halde gizliyordu. Hz. Peygamber' in talimatı ile Mekke' de kalması uygun görülmüştü. Abbas, olup biteni bir kurye ile Hz. Peygamber'e iletti. Hz. Peygamber, birkaç sahabeyi Mekke'ye doğru, haber almak için gönderdi. Geri dönen bu öncü birlik, müşrik Mekke ordusunun Medine' ye doğru gelmekte olduğunu bildirdiler. Hz. Peygamber' in emri ile harp hazırlığı yapıldı.
Sahabenin çoğu, Medine'nin dışında düşmanı karşılamak ve savaşmak istiyorlardı. Medine' de beklerlerse yenilme riski vardı. Hz. Peygamber teklifi onayladı. Müminler, müşriklerin geldiği istikamete doğru yola koyuldular.
Uhud denen, sıradağlarla çevrili ova görünümlü küçük sahada yerlerini aldılar. Bu esnada 600 kişilik bir Yahudi grubu ile karşılaştılar. Başlarında azılı münafık Ubey bin Selul vardı. İslam ordusuna katılmak istediler. Hz. Peygamber bunlara güvenmedi ve kabul etmedi.
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
İslam ordusu bin kişi idi. İslam ordusu içindeki münafıkların reisi adamlarını ayı
rarak savaş fikrinden vazgeçti. Müminlerin sayısı yedi yüz kişiye düştü. Ama aralarında münafık olmadığı için manevi olarak daha güçlü idiler.
Uhud bölgesi, Medine'nin hemen varoşu sayılır. Hz. Peygamber, Başkomutan olarak, askerleri belirledi
ği yerlere gönderdi. Bir grubu da Ayneyn (İki Göz) Geçidi denen yere konuşlandırdı. Ayneyn Geçidi, stratejik olarak çok önemliydi.
Hz. Muhammed onlara: -Biz savaşı kazansak da kaybetsek de ben çağırmadan ye
rinizden ayrılmayacaksınız, diye sıkı sıkı tembih etti . Müslümanlardan evvel müşrikler bölgeye yerleşmiş ve
mevzilenmişti. Müşriklerin de harp tekniğini iyi bilen adamları vardı.
Kureyş ordusunun başında Ebu Süfyan, sağ yanında Halid bin Velid, sol yanında ise Ebu Cehil'in oğlu İkrime kumanda için bulunuyordu.
Hz. Peygamber ise bir yanına amcası Hz. Hamza'yı, öte yanına da bacanağı Zübeyr bin Avvam'ı yerleştirdi. Ayrıca sahabelerden Ebu Selame bin Abdül Esed, Ukaşe bin Muhsin, Saad bin Ebi Vaggas, Ubeyde bin Cerrah önemli mevkilerde yerlerini aldılar.
Müşrikler, Medine'nin kenarına kadar sokulmuş, Müslümanları yok etmeye gelmişlerdi. Müminler üzerine saldırıya geçtiler. Müslümanlar savunma yapacaklardı, kendilerini koruyacaklardı. Allah'ın yardımından başka, müminlerin beklediği, iman gücüyle saldırmak dışında yapacakları bir şey yoktu.
173
HALİT BÜLBÜL
Vatanını, canını, malını, namusunu, imanını korumak yolunda iki seçenek kalmıştı: Ya zafer elde edip kurtulmak yahut da bu uğurda şehit olup cennete gitmek.
Savaş, bütün şiddetiyle başladı. Sahabeler canını ortaya koyup son güçleriyle savaşıyorlardı. Allah'ın Aslanı Hz. İmam Ali, fırtına gibi esiyordu. Henüz 20 yaşında idi.
Nesibe Hatun gibi mümine hanımlar da vardı. Zenci köle Vahşi'nin attığı bir mızrak ile Hz. Hamza şe
hit oldu. önce Müslümanlar galip idiler. Bunu gören Ayneyn Geçidi'ndeki Müslümanlar, peygamberin tembihini unutup "Nasıl olsa kazandık," diye düşünerek yerlerini terk ettiler, ganimet kapmaya koştular.
Tam da bunu bekleyen Halid bin Velid, adamlarıyla arkadan saldırarak birçok Müslümanı şehit etti. Hz. Peygamber' in emrine uymamanın karşılığını, yerlerini terk eden Müslümanlar canlarıyla ödediler.
Bir ara, müşrikler kara propaganda yaptılar. Hz. Muhammed' i öldürdük, diye ortalığa yaygara attılar. Müslümanlar tedirgin oldular. Kaçmak, geri dönmek niyetine bile düşenler oldu. Bu esnada, Hz. Peygamber'e ayetler geldi:
"Muhammed yalnızca Allah'ın bir elçisidir. O ölür yahut öldürülür ise geri mi döneceksiniz? Kaçacak mısınız yahut eski dininize mi döneceksiniz? Döneklik yaparak Allah'ın dinine zarar veremezsiniz . . . " (Ali İmran 144)
Uhud Savaşı'nda 70 Müslüman şehit olmuş, 30 müşrik askeri de öldürülmüştü.
Ebu Süfyan'ın kansı Hind savaş alanını dolaştı, Hz. Hamza'nın naşı başında sevinç çığlıkları attı. Elindeki hançer ile Hz. Hamza'nın kamını yarıp ciğerini ağzında çiğnedi. Sonra Hz. Hamza ve bazı şehitlerin kulak ve burunlarını kesip
1 74
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
ipe dizdi, kolye gibi boynuna takıp Mekke'ye götürdü. Dine karşı o derece kindarlaşmıştı ki canavar bile yanında kuzu sayılırdı.
Asıl mesele, Mekke' de kurdukları zulmü, sömürücü egemenlik düzenini devam ettirme kavgasıydı.
Bu aile; Ebu Süfyan, karısı Hind, oğlu Muaviye 631 'de Mekke'nin fethedildiği gün Müslüman oldular (?)
Nasıl Müslüman olduklarını kitaplarımızda yer yer izaha çalıştığımız için burada tekrar etmek yersiz olur.
Dışarıdan yıkamadıkları İslam' ı içeriden yıkmak için, bu ailenin kurduğu Emevi saltanatı ve uydurdukları hadislerle hem kendilerini temize çıkarma yoluna gittiler hem de İslam' ı tanınmaz hale soktular.
Vahyin hemen hemen tamamlandığı bir zamanda İslam' a giren Muaviye, uydurttuğu hadis ile kendini vahiy katibi ilan ettirdi.
İmamı Rabbani unvanlı, Hintli mutasavvıf Ahmed Faruk Serhendi, "Mekrubat" adlı kitabında şöyle diyor, özetleyelim:
"Muaviye, peygamberin sohbetinde bulunduğu için Hz. Peygamber 'i görmek nasip olmayan Veysel Karani'den ve Ömer bin Abdülaziz' den üstündür." (Bkz. C.1 .Sy. 120)
Bu zat, ikinci bin yılın müceddidi olarak tarikatçılar arasında meşhurdur. Bu kafa değil midir ki Müslümanları belini doğrultamaz hale sokan?
Güya Hz. Ali, Muaviye için şöyle demiş: "Muaviye'nin idaresini kötülemeyin. Muaviye'yi kaybeder
seniz başların kopup düştüğünü görürsünüz." (Kısası Enbiya) Hz. Ali belki şöyle demiştir: "Bu adam ve bunun yolun
dan gidenler Müslümanların başında olduğu müddetçe, kellenizi torbada bilin."
175
HALİT BÜLBÜL
Hz. Peygamber' in, Hz. Ali'nin nesline soykırım uygulayan Muaviye ve saz arkadaşları, 21 . yüzyılda bile kendilerini "Hazret" diye andırıyorlar ya, ne demeli bilmem ki . . .
Breh breh yani!
BÖLÜM- IX
TÜRKLERİN MÜSLÜMANLIGI
B endeniz, Müslüman bir Türk evladı olarak dünyaya geldiğime göre, tarihi geriye doğru irdelemek benim de hak
kım diye düşündüm. Birçok kaynaklara başvurdum. Bazıları gerçek, bazıları
gerçeğe yakın, bazılan yanlış, bazıları yanlıştan da yanlış, düpedüz yalan.
Bazı kaynaklarda Türklerin soy kütüğünü Hz. Nuh peygamberin "Yafes" adındaki oğlunun; oğullanndan birinin adının Türk olduğunu iddia edenlere rastladım. Türk soyunun da buraya dayandığı iddia ediliyor.
Bunun artı ya da eksi bir önemi yok. İster Nuh peygambere dayanalım, ister Firavun'a, önemli olan bizim kim olduğumuz. Bir insanın babasının peygamber olması yahut müşrik olması, evladını zerre kadar ırgalamaz. Mühim olan, herkesin kendi kimliği, kişiliği, eylemi ve söylemidir.
Miladi 639 yılında, Hz. Ömer' in gönderdiği bir heyet ile Cfi.rcani beylerinden Türk Sul ile Süveyc bin Mukarran arasında bir anlaşmadan söz edilmektedir. Türklerin İslam'la tanışmasına belge sayılabilecek ilk kaynak budur. Bundan
177
HALİT BÜLBÜL
önce, örneğin Türklerin Hz. Muhammed ile bir irtibatları olduğuna dair güvenilir bir belgeye, ben şahsen rastlamadım.
Birkaç not sunmak istiyorum. Hz. Muhammed arkadaşlarına, Müslümanlara "Türkler
size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın." (Ebu Davud) buyurmuş. Bu rivayet doğru ise bu bir durum tespiti olup, övgü ya da yergi değildir. Size dokunmayana siz de sataşmayın, demektir.
Hz. Peygamber' in Türkler hakkında bilgi sahibi olduğu anlaşılıyor.
Hz. Peygamber' in "Ümmetimin idaresi Türklere geçecek" gibi bir sözünün sahih olduğu, hadis tekniği ve usulü bakımından mümkün değildir. Çünkü Türkler onuncu asırda Müslüman olmaya başlamışlardır. Daha evvel, tek tük Müslüman olan Türkler vardı tabi ki.
Hz. Peygamber 632' de vefat ettiğine göre, 250-300 sene sonra Türklerin ümmet başına geçeceğini söylemesi, gaipten haber vermek olur ki bunu Kur' an şöyle reddediyor:
"De ki ey Muhammed; Allah'ın hazinelerine sahip değilim, ben gaybı da bilmem, ben melek değilim . . . " (Enam 50, Hud 31 )
Ne Kur' an-ı Kerim' de ne de Hz. Peygamber' e isnat edilen güvenilir hadislerde hiçbir toplum kategorik olarak ne övülmekte, ne de yerilmektedir. Asil kan, asil soy eski Arap ve Şaman kültüründen kaynaklanmaktadır. İnsanlar, tek tek amelinden, imanından, eyleminden sorumludur.
Türkleri İslam' a ısındırmak için Abbasiler zamanında övücü birçok yakıştırmalar yapılıp Hz. Peygamber 'e mal edildiğinden şüphemiz yoktur. Tarih boyu Müslüman Türklerin İslam' a ve insanlığa hizmeti göz ardı edilemez. Ama her-
178
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
kesin sevabı ve vebali kendine aittir. İnsanlar kendi aralarında üstünlük taslayamaz. İnsanın üstün olup olmadığına Allah karar verir.
"Allah katında değerli olan, takvaca üstün olandır." (Hucurat)
Her toplum milliyetçi duygulara kapılıp nefsini okşayan methiyeler düzmeyi sever. Bizim de böyle zaaflarımız olduğunu kabullenmemiz gerekir.
Merhum Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun (Öl. 1992) şu şiirini bu duygularla kaleme aldığı gün gibi açık:
Aylardan ağustos, günlerden cuma Gün doğmadan evvel, iklimiru m 'a Bozkurtlar ordusu geçti hücuma
Yani bir şevk ile gürledi gökler Ya Allah, bismillah, Allaha ekber
Önde yalın kılıç, Türkmen başbuğu Ardında Oğuz'un, elli bin tuğu Andırır Altay' dan, kopan bir çığı
Budur peygamberin övdüğü Türkler Ya Allah, bismillah, Allahu ekber
Türk, ulu Allah 'ın, soylu gözdesi Malazgirt Bizans 'ın, Türk'e secdesi Bu ses, insanlığa Hakk'ın müjdesi
Bu seste birleşir, bütün yürekler Ya Allah, bismillah, Allaha ekber
179
HALİT BÜLBÜL
Yiğitler kan döker, bayrak salmaya . . . Anadolu başlar, vatan olmaya Kızıl Elma 'ya, heeey; Kızıl Elma 'ya
En güzel marşını vurmada mehter Ya Allah, bismillah, Allaha ekber!
Hanefi mezhebinin kurucu imamı İmamı Azam Ebu Hanife'nin, Numan bin Sabit'in (Öl. 772-Hicri 150), Halaç Türklerinden olduğunu iddia eden tarihçiler vardır. Ayrıca İmamı Azam'ın babası Sabit' in Müslüman, dedesi Zuta'nın ise önceleri Mecusi iken İran'ın fethinden sonra esir düştüğü, bu esnada İslam'la tanışıp Müslüman olduğu da kaynaklarda geçmektedir.
İbni Fadlan adındaki Arap seyyahı, Abbasiler zamanında (Hicri 309-Miladi 921 ) Halife Muktedir tarafından Bulgar kralına gönderildiğini, bu esnada tanıştığı Türklerin henüz Müslüman olmamalarına rağmen "Allah birdir." dediklerini, ünlü seyahatnamesi "Rihle" de yazmaktadır.
Bulgarlar, İdil Türklerinden idi. Hıristiyan olmadan önce, Allah'ın birliğine inanan "Tevhid" akidesine sahiplerdi. İslam'la tanışmadan Hıristiyanlığın etkisine girince "Tevhid" inancını kaybettikleri gibi, dillerini de kaybedip Volga halkı içerisinde asimile oldular, eridiler.
Türklerin topyekun Müslüman olmaları, Karahanlılar zamanındadır. Karahanlılar, Orta Asya' da 840-1212 yıllarında 372 sene, varlıklarını sürdürdüler.
İlk Müslüman hükümdar Satuk Buğra Han' dır. Satuk Buğra, 12 yaşında Müslüman oldu (Miladi 932 yılı). Abdülkerim adını da alarak Abdülkerim Satuk Buğra Han oldu. Miladi
180
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
920-955 yılları arasında hükümdarlık yaptı. İlk Müslüman Türk devleti Karahanlılar, ilk Müslüman Türk hükümdarı da Abdülkerim Satuk Buğra Han' dır (Öl. 955-Hicri 344).
Ünlü Fransız mütefekkiri Louis Massignon (Öl. 1962), Türklerin İslam'a girmesinde, mutasavvıf Hallacı Mansur 'un (Öl. 922) büyük katkısı olduğunu söylemektedir. Enteresandır, Louis Massignon için ise Papa XII. Pius (Öl. 1958) "Katolik bir Müslümandır." yakıştırmasında bulunmuştur.
Müslüman Araplar (Emeviler-Abbasiler) arasındaki bitmez tükenmez kavgalar, diğer Müslüman toplumlara da sıçradı. Bu sıçrayış, Müslüman Türkleri ve İranlıları etkiledi. İslam'ın özünde fark etmese de mezhep ve tasavvufi farklılıklar, bölünmelere sebep oldu.
Ehlibeyt, on iki imam akidesi Türk ve İran Müslüman kitlelerinin temel fikrini oluştururken, sonradan ehlisünnet diye yeni bir ekol oluşturuldu. Ehlibeyt, on iki imam akidesini ve peygamberin sünnetini peygamberin sünnetini Emevi, Abbasi kodamanlarından öğrenecekti.
Bu Emevi, Abbasi kini tüm Müslümanların arasını açtı. Dinin arasına kin girdi. Hanefi, Şafi, Maliki, Hambeli, Maturidi, Eşari, Rafizi, Harici, Caferi, Alevi, Şii, Bektaşi, Vahabi vs. vs. diye bölündü de bölündü.
Kur'an' da bütünleşmeden, kurtuluş umudu yoktur. Sonradan çıkan cemaatler, cemaatlerden kopan yeni cemaatçikler arttıkça Müslümanların gücü zayıflıyor.
Ben iman ehliyim, Allah'a ve ahrete inanıyorum, diyen herkes hayırda, iyilikte, güzellikte, barışta, kardeşlikte, yardımlaşmada, paylaşımda yarış yapmalıdır. Allah bize kıyamet günü, Kur' an' a uyup uymadığımıza bakarak hüküm ve-
181
HALİT BÜLBÜL
recek. Partini, tarikatını, mezhebini, ırkını, rengini, cemaatini, üstadını, ağabeyini, efendini, şeyhini sormayacak.
Kur' an' da birleşsin bütün yürekler; Ya Allah Bismillah Allahlı Ekber.
CENGİZ HAN'IN ANLAYIŞI
Tarihin en kanlı zalimlerindendir. Asıl ismi Temoçin olup, demirci anlamına gelmektedir. Cengiz Han ismi Türkçeye Farsçadan geçmiştir. Farsçada Çingiz Han diye anılır.
Cengiz Han, Moğollarca sevilen bir hükümdar olmasına rağmen fethettiği bölgeleri kan gölüne çevirmiştir.
Cengiz'in oğlu Cuci, Altınordu Devleti'ni kurup İslamlaşınca, onlara olan saygıdan dolayı Cengiz de bilinçaltımızda saygın bir unvan sahibi olarak kabul görmüştür.
Cengiz Han, miladi 1227 yılında 65 yaşındayken öldü. Türk asıllı olduğu, soyunun Tatarlara dayandığı iddia edil
se de inandırıcı bir kanıt yoktur. Cengiz Han İslam ülkelerinde binlerce Müslümanı kılıç
tan geçirmesine rağmen, Hz. Peygamber 'in soyu olan Seyyidlere dokunmaması dikkat çekicidir.
Cengiz Kanunları olarak bilinen "Tamimname" sinin bazı maddeleri gerçekten dikkat çekicidir.
Mesela (özetle verelim): 10. Madde: Ebu Talib'in oğlu Ali soyundan gelenlerden
vergi almayacaksınız. Dervişlerden, Kur' an hafızlarından, tıp adamlarından, hukukçulardan (Fakihler), ilimle uğraşanlardan, cenaze yıkayanlardan, müezzinlerden de vergi ve haraç alınmayacak.
1 1 . Madde: Dinler arasında ayrım yapılmayacak.
182
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
17. Madde: Mezhepler arasında ayrım yapmak yasaktır. Devlet büyüklerine, isimlerinden başka hiçbir ifade kullanılmadan seslenilecektir.
"Devlet Şah Tezkeresi" gibi, bazı kaynaklar, Cengiz'i neredeyse kutsallaştırmaya çalışsalar da İslam dünyasına, İslam kültürü ve medeniyetine yaptığı kötülük ve vahşetin tarifi imkansızdır. Yalnız Bağdat' ta sekiz yüz bin insan öldürttüğü, Dicle Nehri'nin kan halinde akhğı, yüz binlerce el yazması telif ya da tercüme değerli kitabı yaktırdığı kesindir.
Cengiz Han'ın oğlu Hülagu da babası gibi zalimdi. Hülagu'nun oğlu Abaka Han, 1282'de öldü. İlhanlı Devleti'nin kurucularındandır. Alhnordu Devleti ise Türk ve Moğol halkları tarafından kurulmuştur. İlhanlılar Müslüman olmaya başlayınca Türkmenlerle aralarında sıcak ilişkiler başlar.
Hülagu ve Abaka Müslüman olmamış, eski dini inançları olan Şamanizmde kalmışlardır. Bu tarihlerde İslam'la müşerref olan Gazan hanı Mahmud İlhan, Budist rahiplerin elinde yetişmişti. Müslüman olunca Budistlere ait ibadethaneleri yıktırdı. Bazı Budistler Müslüman olurken bazıları da Müslüman'a düşmanı oldular.
Gazan hanı Mahmud, "İmamiyye" görüşünü benimsemiştir. Miladi 1295 yılında başkenti Tebriz olan İran'ın hükümdarı olur. İslam'ı resmi din kabul eder. Ehlibeyt nesline çok yardım ve destekte bulunur. Gazan hanı Mahmud'un gerçekten iyi bir Müslüman olarak yaşadığı anlaşılıyor. Mevlana Celaleddin' in (Öl. 1273) kayıtlarında bu gerçek görünüyor. Gazan Han çok genç yaşta, 33 yaşında iken 1304 yılında ölmüştür.
Toplum Müslüman olmasına rağmen eski Şaman geleneklerine uyup yalınayak, başı açık yollara dökülüyor, ağlıyor,
183
HALİT BÜLBÜL
sızlıyor, başlarına toprak, kül döküyorlardı . Genç sultanın ölümü, halkı çok üzmüştü.
Bazı Müslüman toplumlarında ölüm olayından sonra benzeri şeyler hala yaşanmaktadır. Halbuki ölüm, hayattan önce yaratılmıştır. Ölüm, hayattan daha gerçektir. Ne hikmetse, ölümü kabullenmek zor geliyor.
Son Moğol hükümdarı Olcaytu (Öl. 1 307) Müslüman olunca hutbelerde on iki imamın adını zikretme ve on iki imamın isimlerinin yazılı olduğu levhalar astırmayı mecbur etmiştir.
Yüce Allahı'mız "Mescitler Allah'ındır; orada yalnız Allah' a ibadet ediniz." (Cin 18) buyurmaktadır.
Hadi Olcaytu bu gerçekleri bilmiyordu, yeni Müslüman olmuştu, İslam' a ve ehlibeyt' e sevgisini böyle göstermek istemişti. Aradan yedi asır geçmesine rağmen aynı şeyleri arttırarak devam ettirmek yerine Allah böyle emrediyor, Hz. Peygamber'in uygulaması böyleydi, deyip düzeltmek bizlere düşmez mi?
Ehlibeyt imamları, isimler ne ise de, hele şimdi camilerin çoğunun Budist tapınağından farkı kalmadı. Fırıldaklar, ışıldaklar, hoparlörler, çiniler, rengarenk fayanslar, süslemeler, nakışlar, altın işlemeler, pahalı halılar vs. ile ibadethaneye değil, tapınağa benziyor. Ben böyle yerlerde namaz kılmıyorum, kimsenin de kılmasını önermiyorum.
Konya Hacıveyis Cami'nin iç süslemesi için yarım ton altın harcandığını duydum. Bu doğru ise derhal sökülüp o altınlar yoksullara dağıtılmalıdır. Cami önleri dilenciden, sokakları seyyar satıcıdan geçilmeyen bir şehirde cami süsü için yarım ton altın harcamak, orada İslam' ın olmadığının kanıtıdır.
184
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
O alhnlar, camilerin önüne serilen ve "Allah rızası için camiye yardım," diye Müslümanlardan gıdım gıdım toplanan paralarla alınmadı mı? O altınla 15-20 yoksula iş sahası açılsaydı en hayırlı ibadet yapılmış olurdu.
Caminin bitişiğinde de müftülük binası. Ne işe yarıyorsa! Müftünün burnunun dibinde İslam'a aykırı bu işler olu
yorsa ne işe yarıyor bunca İmam Hatip Okulu, İlahiyat Fakültesi?
OSMANLI DÖNEMİNDE DİN VE KİN
Anadolu Selçuklu Devleti çökmüştü. 13. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu' da birçok devletçik
(beylik) oluşmuştu. Konar-göçer denilen Oğuzların Kayı aşireti de bu beyliklerden birisiydi. Resmi tarihe göre 1299 yılında Osmanlı Beyliği fiilen tanınmaya başladı ve adı duyuldu.
İnsanların tabiatında güçlünün yanında olma, güçlüden yana olma eğilimi vardır. Halbuki doğrusu haktan ve haklıdan yana olmaktır. Bu yüzdendir ki Osmanlı'nın güçlü zamanlarında Araplar bile Osmanlı'yla aynı soydan olduklarını söyleyebilmişlerdir. Mesela; Hicaz alimlerinden Ahmed bin Uleyfe, Osmanlıların soyunun 3. Halife Osman' a dayandığını iddia etmiştir.
Konumuz Osmanlı tarihi değil. Osmanlı'nın 624 yıllık döneminde, dinin ve kinin yerine vurgu yapmaya çalışacağız.
İmparatorluk, bir hanedan idaresi idi. Saltanat, babadan oğla geçiyordu. İslam hukukuna bağlılığı söylense de bu, safsataydı. Çünkü İslam hukuku monarşiye değil, istişare ve meclise önem verir. Halk, "ulülemri" (yöneticisini) kendi seç-
185
HALİT BÜLBÜL
melidir. İslam' da dörtten fazla evlilik, kölelik, cariyelik, devşirme usulü yoktur. Osmanlı' da hep bunların zıddı vardır.
İlk padişah 1. Osman 27 yıl, ikinci padişah olan oğlu Orhan 33 yıl tahtta kalmıştır. Üçüncü padişah olan 1. Murat'ın padişahlık müddeti 30 yıldır. Dördüncü padişah olan 1. Bayezid (Yıldırım), 13 yıl tahtta kalmıştır.
Timur ve Yıldırım Bayezid: Yıldırım Bayezid, bağımsız Anadolu beyliklerini hükmü
altına alırsa güçleneceğine inanıyordu. Bu sebeple 1390 tarihinde Saruhan (Manisa), Aydınoğulları, Germiyanoğulları, Menteşeoğulları, Hamidoğulları ve Tekeoğulları beyliklerini emrine aldı. 1392'de Kastamonu Beyliği'rıi, 1398'de Karamanoğulları Beyliği'ni kendi emri altında topladı.
Bu dönemde Timur da İlhanlı topraklarını ele geçirmeye çalışıyordu. İlhanlı ve Karakoyunlu Türk devletçiklerinin yöneticileri, Timur'un korkusundan Yıldırım'a sığındılar. Bunu fırsat bilen Yıldırım da İlhanlı ve Karakoyunlu topraklarını emri altına alma mücadelesine girişti.
Nihayet 1402 yılında, Ankara Çubuk ovasında iki Müslüman Türk ordusu savaşa tutuştu. Prof. Dr. Fuat Köprülü, Timur'un Sünni olduğunu yazmaktadır. (İsterse feriştahı olsun.)
Bu kanlı Ankara meydan savaşında hiç uğruna çok can kayboldu. Timur'un ordusu galip geldi, Yıldırım'ın ordusu yenildi, kendisi de esir düştü. Timur Yıldırım'a iyi muamele etse de, Yıldırım mağlubiyete tahammül edemedi ve 44 yaşında iken, 1 yıl sonra, 1403'te kahrından öldü.
Hz. Muhammed "İki Müslüman, birbirine silah çekerse ikisinin de yeri cehennemdir." (Buhari-Müslim) buyur-
186
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
duğu halde acıdır ki binlerce Müslüman birbirinin kanını almıştır.
Fatih Dönemi: Osmanlı'nın VII. padişahıdır. il. Murat'ın oğlu, 1. Selim'in
(Yavuz) dedesidir. Oruz yıldan fazla hükümdarlık yapmıştır. İlk tahta geçtiğinde 7 yaşında idi. Yerini babasına geri verip babasının 1451' de ölümü üzerine tekrar padişah oldu. Fatih Sultan Mehmet, 1481'de öldüğü zaman 50 yaşındaydı.
Fatih, 1453 yılında Bizans İmparatorluğu'nu devirip Başkent İstanbul'u aldı. 1461'de Trabzon'daki Pontus Rum Devleti'ni ele geçirdi. 1473 yılının 11 Ağustos günü Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ile Otlukbeli Savaşı'nı yaptı.
Uzun Hasan, Pontus kralının damadıydı. Türk ve Müslümandı . Fatih de Hasan da Sünni idi. Uzun Hasan, Trabzon'un kendi hakimiyetinde olmasını istiyordu. Fatih'in ordusunu yenemeyeceğini bildiği için, doğudaki Türk devletlerinden yardım istedi. Ayrıca Fatih'e kin duyan Venedik, Napoli ve Papa'nın güçleri de Uzun Hasan'ın yanında yer aldılar.
Savaşta on binlerce Müslüman Türk evladı hayatını kaybetti, binlercesi de esir edildi. -İslam' da asla yeri olmayacak şakilde-, binlerce Akkoyunlu Türkü Fatih'in ordusuna esir olunca köle ve cariye yapıldı. Dört bin kadarının Fatih tarafından affedildiği tarih kitaplarında yazıyor ama ne kadarı götürüldü, ne kadarı öldürüldü, ne kadarı satıldı; bilgi yok.
Fatih' in iki oğlu vardı: Bayezid ve Cem. Babalarının ölümü üzerine taht kavgasına girdiler. Sonunda Bayezid, tahtı kaptı. Cem, uzun maceralardan sonra İtalya' da papalığın elinde esir hayatı yaşadı.
187
HALİT BÜLBÜL
il. Bayezid dönemi, sönük ve durgun bir dönemdi. "Bayezid, Cem'in odacısı Yakup'a bile 100.000 akçe vaat
etmişti. Bu hükümdar, daha sonra Cem'i ele geçirebilmek için Rodos'a, Fransa'ya büyük meblağlar yollamış ve vaat etmiştir. En sonunda da, zehirletilmesi için pek çok para sarf etmiştir." (Osmanlı Devleti'nde Rüşvet-Prof. Dr. Ahmet Mumcu s.117)
Osmanlı hükümdarını göklere çıkaran din taciri tarihçi bozuntuları, il . Bayezid' e, "Veli Bayezid" derler; alıp hayrını görsünler. Cem, zehirlenip öldüğünde 36 yaşındaydı.
Bu bölümden sonra, Osmanlı hanedanında ve sarayında neler döndüğünü, din görünümlü kin ve vahşetin hangi boyutlara vardığını güvenilir kaynaklardan aktaralım.
I.Selim (1470-1520), 1512'de babası (il. Bayezid) ile taht mücadelesine başladığı sırada, Yeniçerileri elde etmek için bir hayli para harcamıştır. Kendisine katılanlara hediyeler dağıtmışhr. Nihayet, babasını tahttan indirdikten sonra, bir Musevi hekime önemli miktarda para vererek onu zehirletrniştir. (age-S.117)
il. Bayezid'in kardeşi Cem'e yaphğmı, oğlu Yavuz da kendisine yapmıştır. Kardeşini, babasını zehirletip öldürmenin İslam dininde yeri var diyenin imanı olur mu?
* * *
il. Murat, Çandarlı Halil Paşa'run tahrikleri ile 2 . vezir Haa ivaz Paşa' dan şüphelenmiş ve bir gün elbisesinin alhna zırh giydiğini anlayınca bu vezirin gözlerine mil çektirmekle yetinmiştir. (Prof. Dr. Ahmet Mumcu-Osmanlı Devleti' ne Siyaseten Katl, s. 87)
188
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Şüphelendim, diyerek koskoca vezirin gözlerine kızgın demiri sürüp ama etmek, ne kadar adil doğrusu.
* * *
Veziriazam Ahmet Paşa boğulurken, Padişah kendisine ağır sözler söylemiş; bunun üzerine büyük vezir "Padişahım, sen beni şer ile öldürmüyorsun, zulüm ile öldürüyorsun. Benim ölüm cezası gerektirecek bir suçum yok, iki elim mahşer günü yakandadır," demiştir. (age s. 87)
* * *
Büyük devlet adamlarının kesik başları, gümüş bir tepsi içinde padişaha gösterilir . . . (age. S.123)
* * *
Veziriazam Rauf Paşa'yı azlettirdikten sonra katlettirmek isteyen Halet Efendi' ye il. Mahmut "Kavalli başına pek yakışıyor, ben o güzel başa kıyamam," demiştir. (age. S. 170)
* * *
Yavuz Sultan Selim, Yunus Paşa' ya sinirlendi. Atının üzerinde iken kılıcını sallayıp Yunus Paşa'nın kellesini uçurdu.
Beylik seçiminden doğan bir anlaşmazlık sebebiyle, Osman Bey (1 . Padişah) amcası Dündar Bey'i öldürdü. (age. 189)
* * *
III. Selim, Yeniçerileri ortadan kaldırmak çabasında idi. Dulkadiroğlu Ahmet Paşa'yı, Yeniçerileri iğfal ediyor diye hançerlemiş, sonra başını kesmiştir (age. s.119). III. Selim, 1808 yılında feci bir şekilde parçalanmıştır.
Kırım Osmanlı toprağına katılınca Kırım hanı Şahin Giray, Osmanlı Devleti'ne sığınmıştı. Kendine sığınan bu adamcağıza önce iyi davranmışlar; sonradan, ne olur ne olmaz, bırakırsak problem çıkarır, diye düşünen 1 . Abdülhamit' in emriyle öldürmüşlerdir. (age. s.90-91 )
189
HALİT BÜLBÜL
***
Il. Mehmet, Çandarlı Halil Paşa'yı "Bizans' tan rüşvet aldı," diye idam ettirmiştir. Halil Paşa'nın rüşvet almadığı ve bunun tamamen il. Mehmet tarafından, onu bertaraf etmek için uydurulmuş olduğu ispat edilmiştir. (age 65)
***
Osmanlı' da güya, padişahlar Kadı' nın verdiği fetva ile hareket ederdi. Doğru, öyleydi ama, kadı padişahın istediği şekilde fetva verirdi, yoksa kelle gidiyordu.
Padişah, kadılardan birini öldürür, şeyhülislam bunun yanlış olduğunu söyleyip karşı çıkar.
iV. Murat, Şeyhülislam'ı ve İstanbul kadısı olan oğlunu Kıbrıs' a sürgün eder. Ancak öfkesi, kini geçmemiş olacak ki sandalını geri çevirtip Ayestefanos' ta karaya çıkartır. Zavallı Şeyhülislam Ahizade, iV. Murat'ın emriyle, sahilde öldürülür. Osmanlı' da ilk şeyhülislam katli budur. (age 129)
***
Abaza isyanından sonra, Köprülü Mehmet Paşa (Öl. 1661) fetva alarak, bu isyanda rol oynamış askerler de dahil herkesin katlini emretmiş ve bu işe geniş yetkilerle İsmail Paşa memur edilmiştir. Bu zat, Üsküdar' dan Arabistan'a kadar her yerde elindeki yetkilere dayanarak büyük katliamlar yapmıştır. (age. s.137)
***
Kafirlerin askerlerini kırdılar. Dişilerini (kadınlarını) ve oğlancıklarını esir ettiler. Gaziler çok doyumluk aldılar (soyup soğana çevirdiler). Kiliselerini mescit yaptılar. Evlerinde, Müslümanlar oturdular (Aşıkpaşa Tarihi s.69). Aşıkpaşa, Osmanlı'nın ilk dönemlerinde yaşamış ve gördükle-
190
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
rini, yaşadıklarını kaydetmiş bir kimsedir. Bahsettiği olaylar, 1364-1 365 yıllarında 1 . Murat zamanını anlatır.
* * *
Sultan 111. Osman (Öl. 1757) padişah olup tahta çıktığı zaman, öldürülme korkusundan tir tir titriyor, yanında bulunanlara yalvarıyordu. İdam edileceğini düşünüyordu.
O güne kadar zindanda, 4 duvar arasında öldürülme korkusuyla yaşamıştı.
Kızlarağası şöyle dedi: "Benim şevketli padişahım! Korkmayın, vallahi billahi za
rar kastına gelmedim. Cümle vezirler, alimler ve ocaklı kulların (neuzübillah) sizi padişah yaptılar. Bu olaya şahit olan Silahtar Mehmet Ağa (Öl. 1732) anlatmıştır." (Osmanlı Padişahları- Reşat Ekrem Koçu, s. 270)
Bir padişahın beş yüzün üzerinde cariyesi vardı. Bunlar bir zamanlar Yunanistan' dan, İtalya' dan, İspanya' dan veya diğer Hıristiyan ülkelerden savaş sırasında, karada ve denizde esir düşmüş ya da deniz korsanları tarafından alınmış kadınlar. Diğer taraftan bu kadınlar en üst rütbeli paşalar ve komuta erbabı tarafından satın alınmış olup sultana sunulmuşlardır. (Dersaadet' te Avusturya Sefirleri-Kari Tebly, s.197)
Müslüman tarihçiler de benzer olaylar anlatmaktadır. Müslüman bir idare için Allah'ın emri şudur:
" . . . Esir alınan insanlar ya fidye karşılığı yahut fidyesiz serbest bırakılacaktır." (Muhammed Suresi, Ayet 4)
Cariye, köle ise Kur' an'ın ilk gelen ayetleriyle yasaklanmıştır. Yüzlerce genç kızı, kadını seç. Haremine kapa. Birçok çocuk doğsun. Sonra da devletin selameti için o çocukları öldür. Bunu ancak firavunlarda görebiliriz.
* * *
191
HALİT BÜLBÜL
iV. Murat (Öl. 1640) öldüğünde 28 yaşındaydı. Kadınlar ve cariyeler yetmemiş ki oğlan simsarı İranlı Yusuf adında biri, devamlı olarak padişahın meclisinde bulunuyordu. Padişah, kendisine oğlan sağlayan bu simsara şimdiki Emirgan Koruluğu'nu bağışlamışb. (Reşat Ekrem Koçu-Osmanlı Padişahları. S.207)
* * *
Padişahların bazıları tamamen paranoyaktı. Yıldız falına baktırırlar, devleti yıkacak diye tehlikeli gördüklerini öldürtürlerdi. 1500 yılında İstanbul' da, veba salgınında on binlerce insan ölmüştü; bu hastalığın bulaşıcı olmadığı, Allah' ın takdiri olduğu, nereye kaçarsa kaçsın insanı bulacağı söyleniyordu. Tedbir alınsaydı o kadar insan ölmezdi.
1541 senesi salgını, mübalağalı beyanlara göre halkın üçte birini yok etti. (Dersaadet' te Avusturya Sefirleri-Kari Tebly, s. 271 )
Aynı kaynakta şöyle deniyor: "Şehir kapısından çıkan günlük veba kurbanının sayısı
binleri bulunca Okmeydanı'nda toplu duaya çıkılıyordu." (age. S. 271 )
* * *
Osmanlı İslam Devleti deniyor ya. Onu benim külahıma anlatsınlar.
Hadım Hafız Paşa, vezirlik verilip Mısır valiliğinden alınınca yerine Mir Alem Ağa tayin edildi. Mir Alem Ağa, Mısır halkından toplayıp padişaha her sene yüz bin altın göndermek şartıyla bu makama getirilmişti.
. . . Can feda kadı efendinin kardeşi Deli İbrahim Paşa (kayınbirader ), Diyarbakır' da vali idi. Halka yapmadık kötülük bırakmamış, bu yüzden görevinden alınmıştı.
Getirdiği hediyeleri (rüşvet) Diyarbakır halkından aldığı mal ve paraları saraya verip (rüşvet olarak) iki ay geçme-
192
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
den, aynı yere yeniden tayin edildi. (Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.3. s. 120)
***
Bakınız sevgili okuyucularım. Batılı bir gezginin (Hans Devnschwam Öl. 1568) Osman
lı döneminde şahit olduğu ve Hıristiyan bir kimse olarak hayretler içinde kaldığı bir olayı size aktarayım. III. Murat zamanı, Osmanlı' da hülle kavramını özetle vermeye çalışayım.
"Osmanlı toplumunda bir erkek, herhangi bir sebepten dolayı karısına 'üç talakla benden boşsun' derse kadın boş olur."*
Adam sözünden pişmanlık duyarsa, karısını seviyorsa ve yine karısıyla beraber olmak istiyorsa kadın önce başka bir erkekle 3-5 günlüğüne evlenir, sonra boşanır, eski kocasına döner.
Şuna bakın ki karmaşık bir şey, akıl fikir ermez. Orta Avrupa'nın ortasında böyle memleket olur mu?
XVI. yüzyılda yaşamış bu seyyah Avrupalının (Belçikalı) gördükleri karşısında adeta dili tutuluyor. Evet, böylesi saçmalıklar vardır ama bunlar Allah'ın gönderdiği İslam' da değil, insanların uydurduğu İslam' da vardır.
***
Buyurun buradan yakın: Bir rezalet daha. Her cuma günü padişaha, annesi veya bir başkası tara
fında bir bakire (evlenmemiş kadın) sunulurdu. Bununla kendisine anlablan yeni bir münasebet şeklini uygular. Bunu şahsı için büyük bir zafer sayardı. (Padişahların Kadınlan ve Kızları-M. Çağatay Uluçay, s. 57, T.T.K.)
* İstanbul ve Anadolu'da Seyahat Günlüğü. Hans Dernschwam. S. 185
193
HALİT BÜLBÜL
Padişahların bazılarının kaç yaşında öldüğüne dikkat edecek olursak ölümlerine neyin sebep olduğu daha iyi anlaşılabilir.
1. Selim 50 yaşında, il. Selim 50 yaşında, il. Mehmet 49 yaşında, 111. Murat 48 yaşında, 111. Mehmet 37 yaşında, 1. Ahmet 27 yaşında, 1. Mustafa 46 yaşında, il. Osman 17 yaşında, lV. Murat 28 yaşında, Deli İbrahim 32 yaşında, 11. Süleyman 49 yaşında, ll. Mustafa 39 yaşında, 111. Selim 49 yaşında, lV. Mustafa 29 yaşında, 1 . Abdülmecid 38 yaşında, Abdülaziz 46 yaşında iken ölmüşlerdir.
III. Selim, Abdülaziz ve 11. Osman öldürülmüştür. ötekilerin ölüm sebebi olarak ise kalp yetmezliği, diyabet,
siroz, verem gibi sebepler gösterilmiştir. Felç de bunlardandır. IV. Mustafa idam edilmiştir. Depresyon, aşırı zayıflık, ölüm
sebepleri arasında sayıldığı halde, 500-700 cariyesi olan, özel olarak cinsel gücü arttırıcı macun hazırlayanlardan ne hikmetse bahsedilmez.
* * *
Osmanlılarda, sarayda içkili eğlence, iV. padişah Yıldırım Bayezid ile başladı. Padişahı da buna alıştıran Ali Paşa' dır. Ali Paşa, aynı zamanda Yıldırım'ı "oğlancılığa" da alıştırmıştır. Genç Hıristiyan delikanlılarını satın alarak bu işte kullanıyor ve onları iç oğlanı olarak saraya alıyordu. (Osmanlı Tarihi, Joseph von Hammer, s. 285)
* * *
Fatih Sultan Mehmet, sıkı bir oğlanaydı. Rahip Lukas Notars' tan on dört yaşındaki oğlunu kendisine istemiş; vermeyince de rahibi öldürtmüştür. (Osmanlı Padişahları, Reşat Ekrem Koçu, s. 207-221 )
* * *
194
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Kuyucu Murat Paşa'nın vahşilikleri . . . İsyancılar topluca öldürülür, kazılan çukurlara gömülür
lerdi. Sipahilerden biri, atının terkisinde on yaşında bir çocukla göründü.
Kuyucu Murat, sipahiyi çağırdı ve asilerin arasında ne işin var, diye sordu. Sonra da, bu çocuk da kimin nesi, dedi. Çocuk babasının işsiz kaldığını, fakir olduklarını, ekmek parası için babasının da asilere katıldığını anlattı.
Kuyucu: Babanın mesleği neydi? Çocuk: Udi idi efendim, ud çalardı. Kuyucunun yüzünde çirkin bir gülümseme belirdi ve: De
mek ud çalarak asilere cesaret veriyordu ha . . . Sonra birden çavuşlara dönerek derhal çocuğun kellesinin
vurulmasını emretti. Çocuğun suçsuz oluşu, çocuk olması ve gözyaşı dökmesi, çavuşları merhamete getirince "Biz öldüremeyiz," dediler. Bunun üzerine Yeniçerilere aynı emir verildi. Onlar da "Biz cellat mıyız, cellatlar bile bu masumu öldüremediler, biz böyle bir vahşete bulaşamayız," dediler.
O zamanlar doksan yaşında olan yaşlı sadrazam Kuyucu Murat:
-O halde celladı ben olurum, deyip ellerini çocuğun boğazına dolayarak sıka sıka öldürdü, sonra çukura attı.
Kin ve nefret dolu tavrıyla askerlere dönüp nutuk atmaya başladı. Çukurdaki cesetleri göstererek "Kötülüğün köklerini işte böyle temizlemek gerekir," dedi. (Osmanlı Tarihi, Alphonse de Lamartine, Cilt 2, s. 683)
Firavunlarda ve müşrik Araplarda görülen böylesi vahşet, din kullanılarak yapılıyordu-Osmanlı'nın din anlayışı buydu. Çağlar boyu insanlığın kaderini en çok etkileyen şeylerin başında, dinin kin olarak kullanılması gelir.
195
HALİT BÜLBÜL
OSMANLI'DA ŞEYHÜLİSLAM KATLİ
Sanılır ki Osmanlı, şeyhülislamın İslam' a uygun fetvasıyla yönetiliyordu.
Nerdeee?! Şeyhülislam; padişahın kuklası, hatta emir erinden fark
sızdı. Şeyhülislam padişahın isteği doğrultusunda fetva vermezse canından olurdu.
İşte bir örnek: Şeyhülislam Feyzullah Efendi ve oğlu, ağır işkencelerden
sonra zindana atıldı. III. Ahmet'in tahta geçmesinden sonra padişah yeni Şeyhülislam İmam Mehmed Efendi' den, Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin öldürülmesi için fetva istedi.
Yeni Şeyhülislam fetvayı hazırlayıp padişaha götürerek kendi elleriyle teslim etti.
Şeyhülislam Feyzullah Efendi ve oğlu, Seyyidler soyundan oldukları için yeşil sarık sararlardı. Sarıkları, hürmeten çıkarhldı ve bitpazarında asılarak öldürüldüler. (Osmanlı Tarihi, Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, C. 4. s. 39)
Hürmete ve saygıya bakınız. Sarığın değeri, kıymeti Şeyhülislam' dan fazlaymış.
OSMANLI'NIN ALEVİ DÜŞMANLIGI VE KİNİ
Osmanlı döneminde Alevi, Bektaşi ve Kızılbaş katliamının haddi hesabı yoktur. En çok öldürülme sebebi olarak Mülhitlik, dinden dönme gibi uyduruk sebepler ileri sürülmüştür.
Namaz kılmadı, oruç tutmadı, dinle alay etti, ahrete inanmadı, harama helal dedi, İranlılardan yana göründü, yöne-
196
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
timden memnun olmadığını alenen belli etti, yaşaması devlet çıkarına uygun değil, diye öldürülen Alevilerin sayısını bilen yoktur.
iV. Murat, şarap ve tütün konusunda yasaklar getirmişti. Bu yasaklara uymadığı gerekçesiyle öldürdüğü insan sayısı on binden fazladır (Bkz. Siyasi Kültürümüzde Zulüm ve İşkence, Taner Akçam, s. 58). Aynı sebeplerden dolayı işlenen cinayetler için Rıza Zelyut'un "Osmanlı' da Karşı Düşünce ve İdam Edilenler" adlı kitabına bakılabilir.
Yukarıda saydığımız gerekçelerin hiçbirisi de İslam'a ve Kur'an'a göre öldürülme sebebi değildir. Tazir, para cezası gibi ufak cezalar belki verilebilir. İslam' a göre hiç kimse ne dine gir diye, ne dinden çıkamazsın diye, ne de dinin şu ritüel ini yapacaksın diye zorlanamaz. (Bakara 256)
* * *
Osmanlı tarihinde, verdiği fetvalarla tam bir kara leke olan Şeyhülislam Ebussuud (Öl. 1574), binlerce masum insanın suçsuz yere öldürülmesinin baş sorumlularındand ır.
Kendi canını ve makamını korumak için binlerce, on bin-lerce insanın öldürülmesine İslam'ı da alet etmiştir.
Ebussuud' a göre: Ramazan orucunu kabul etmeyen öldürülür. Yunus Emre' nin, "Cennet cennet dedikleri / Birkaç evle bir
kaç huri / İsteyene versen onu/ Bana seni gerek sertl." şiirini okuyanlar öldürülür. Hallacı Mansur (Öl. 922) da benzeri sebepler ileri sürülerek, Abbasi halifesi Muktedir tarafından akıl almaz işkenceler ile vücudu parça parça edilip şehit edilmiştir.
Felsefeyi öven, dinden önemli gören öldürülür. Akşam yemeğinden sonra, namazdan evvel dua eden öl
dürülür.
197
HALİT BÜLBÜL
Müslüman bir kadınla ilişkiye giren gayrimüslim, İslam' a geçmezse öldürülür.
Müslüman bir kimse, başka bir dine girerse öldürülür. Şeriata uymayan kimse, bir bahane bulunup öldürülür. Peygambersiz de Allah'a ulaşırım, diyen öldürülür. Ben Hz. İsa gibiyim, diyen öldürülür. (Hasan Mezar-
cı gibiler gibiyim değil, ben İsa'yım, diyor. Osmanlı zamanında olsa idi kelle gitmişti. Eğer bugün yaşıyorsa gecegündüz sövdükleri Atatürk'ün kurduğu cumhuriyete borçludurlar. )
Mahşere inanmayan, namaz kılmayan, şarap içen, dine söven birini Tanrı diye selamlayan öldürülür. Zina yapan recmedilerek öldürülür. Ebussuud'un öldürttüğü Alevi, kızılbaş ve Bektaşilerin sayısı muhtemeldir ki yüz bine yakındır. (Geniş bilgi almak isteyenler için bkz. Şeyhülislam Ebussuud Efendi'nin Fetvaları, M. Ertuğrul Düzdağ)
* * *
Sünniler, birbirlerini Allah'ın selamı diyerek "Esselamü aleyküm" veya "Selamün aleyküm" diye selamlarlar.
Aleviler ise Allah'ın en yüce eseri olarak görüp, insanı selamlarken Allah'ın varlığını selamladıklarını düşünürler. Bu sebepten dolayı Alevi dergahlarında semah zamanında ya da giderken karşılaşılan kimseye "Huu Erenler-Uğurlar ola-Himmet eyle-Himmet Erenlere" diye selam verirler. Yani, Allah'ın selamı ile değil; insanın insana selamıyla selam verirler.
İşte bunu bile, Şeyhülislam dine ters diye, Alevilerin öldürülmesine bahane ederek fetva vermiştir.
* * *
198
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Trajikomik fetvalardan biri daha . . . İstanbul' da yatsı namazına fenersiz giden kimse, bu
yüzden öldürülmüştür. Cami imamının oğlu, yatsı namazını kılıp evine giderken yanında fener yokmuş. Yolda padişah ve adamlarıyla karşılaşmış. Feneri olmadığı için padişahın emriyle oracıkta öldürülmüş. (Bkz. Osmanlı' da Alevi Ayaklanmaları, Baki Öz, s.74)
* * *
Aleviler neden ayaklandı? Bunca zulüm karşısında ne yapsalardı yani? 1948' den beri İsrail karşısında Filistinliler eziliyor, ezil
dikçe ayaklanıyor, ayaklandıkça daha çok eziliyor. Alevi, Bektaşi, Kızılbaş toplumlarına yapılan bu vahşi zu
lümler, mübarek İslam dini kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Emevi ve Abbasilerden gelen bu vahşi zihniyet, nihayet
İbni Teymiyye (Öl. 1328-hicri 728) ile şeriat halini aldı. Bugün dünyanın birçok yerinde İslam'ın baş belası olan anlayışların kaynağı buralara dayanıyor.
Selefilik, Vahabilik akımları gibi Taliban, El Kaide gibi grupların dayanakları da İbni Teymiyye ve Emevi fıkhıdır.
Alevi, Bektaşi ve Kızılbaşlara karşı yapılan bunca zulme, İslam'ın ve Kur'an-ı Kerim' in adının bulaştırılması çok ama çok üzücüdür.
Baba Zünnun Ayaklanması, Şahkulu Ayaklanması, Celali İsyanları, Kalender Ayaklanması'nın sebepleri hep devlete başkaldırmak, fitne-fesat çıkarmak olarak gösterilmiştir ama bu isyanların sebebi üzerinde hiç durulmamıştır. Halka çektirilen cefadan hiç bahsedilmemiştir.
Mesela Yeniçeriağası Mahmut Ağa, Bektaşi tekkelerindeki binlerce Bektaşi dervişini öldürtmüştür. İsyanın sebebi, dev-
199
HALİT BÜLBÜL
letin zulmü idi. Zulme isyanın karşılığı ise daha büyük zulüm oluyordu; ölüm, ölüm, ölüm . . .
1512 yılında Nur Ali İsyanı'nda 600 Alevi'nin burnu kesilip İstanbul'a gönderilmiştir. (Bkz. Baki Öz, age. s. 174)
Padişaha kelle göndermek, ağıtlara ve türkülere konu olmuştur. Yürek burkan acılı Alevi türküleri nasıl oluştu zannedersiniz? Buyurun bir şiir:
Çıkar yüce dağ başına Kıırş ıın atardı beşine Kelle geldi mevta hani? Kıızgıın döner üleşine
Ustıırıı11111 a,�zın açmış A,q gövdeye kanlar saçmış Kurban mı kestin Ali '111 ? Kellen İstaııbııl 'a gitmiş
Osmanl ı Devleti'nin halini 1 774 yılında, I. Abdülhamit şu dizelerde ne güzel anlatmıştır:
Yıkılıptır bıı cihan, sanma ki bizde diizelc Devlet'i çerh 'i deniverdi kamıı mübtezele Şimdi ebvab'ı saadette geçen lıep hazele İşimiz kaldı hemen merhamet 'i lem yezele
Yaa işte durum bu. XVIII . yüzyılın padişahı böyle söylerken Mısıroğlu, Ar
mağan gibi tarihi tersten okuyan muhteremler, Osmanlı sarayının faziletinden bahsedebiliyorlar.
Siz o masalları, kış uykusuna yatanlara anlatın.
200
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
OSMANLI'DA CİHAD ANLAYIŞI
Kur'an-ı Kerim'in dilinde ve Hz. Muhammed'in uygulamalarında cihadın ne olduğunu izaha çalıştık.
Cihad, Allah'ın mülkünde Allah'ın kullarının hayrına değer üretmek için var gücüyle gayret göstermektir. Yoksa, onun bunun memleketini işgal etmek, mallarını yağma, çocuklarını devşirme, kızlarını cariye, büyüklerini esir ve köle yapmak değildir.
"İslam' da saldırı yoktur, savunma vardır." (Hac 39) Hz. Muhammed, rahmet ve şefkat peygamberiydi. Sadık
Albayrak'ın kitabının ismi gibi "Savaş Peygamberi" değildi. Örnek mi istiyorsunuz? Buyurun. Sene 1514. Yavuz, Şah İsmail ile yaptığı Çaldıran Savaşı'nı
kazanır ve Tebriz' e kadar girer. Aldığı esirler, yağmaladığı mallar yetmemiş olacak ki dö
nüş yolunda Nahcivan'a girilir. Nahcivan yağma edilir, adeta kılçığı kalır.
Zamanın tanığı Haydar Çelebi şöyle der: "Nahçivan halkı Sünni olsa da bazı yaşantıları Kızılbaş
lara benzediği için, sipahiler (askerler) şehri yağmalar." Haydar Çelebi tarih de veriyor, 21 Eylül 1514 Perşembe günü diye. (Bkz. Haydar Çelebi Ruznamesi, s. 81 )
Yavuz'un ordusu, bugünkü Ermenistan'ın başkenti Erivan' a vardığında ise, "Buranın halkı Kızılbaşlığa meyillidir," denerek gece yarısı halk kılıçtan geçirilir, malları da yağma edilir. Ancak Yavuz'un bu olaydan haberi yoktur. Haberi olunca tepkisi, vezir Mustafa Paşa'yı görevinden almak olur. (Bkz. Age s.82, ayrıca bkz. Celalzade Mustafa-Selimname s.592)
201
HALİT BÜLBÜL
YAVUZ'UN YAVUZLUGUNA BAKINIZ
Yavuz Sultan Selim Safevilerle boğuşurken zamanın Memlı1k sultanı Kansu Gavri'ye (Öl. 1516) yumuşak bir mektup yazar.
Endişe duymamasını ister, dostluk mesajı yollar. Safevilerden sonra, MemlCı.klara saldıracağını gizler. Memluk sultanı da bu hileyi yer.
Yavuz, Çaldıran Savaşı'nı kazanıp Dulkadiroğlu bölgesine saldırdığı zaman da Memluk sultanına yumuşak mesajlar yollar. Kurnaz davranır. Her ikisiyle birden baş edemeyeceğini bilmektedir. Halbuki Yavuz'un asıl hedefi, Mısır'ı almakhr. Mısır halkı zaten Müslüman; Müslüman Müslümana cihat diye, Allah'ın adını yaymak diye saldırır mı?
Asıl hedef, Hindistan-Mısır arasındaki deniz ticaretine hakim olmaktır.
Mendep Boğazı'ndan Kızıldeniz'e girip Süveyş Körfezi'ne yanaşan ticaret gemileri Yavuz'un iştahını kabartır. Ayrıca Mısır'ı alırsa Memluklarda bulunan Halifelik unvanını da takınıp Tüm Müslümanların hamisi (koruyucusu) rolüne soyunacaktır. Öyle de olmuştur.
Dikkat edilirse: Dulkadiroğulları, Elbistan bölgesinde kurulmuş bir Türk
beyliğidir. Osmanlı ile Memluklar arasında stratejik bir bölgedir. Dulkadiroğullaruun kuzeyinde Eretna Devleti, güneybatısında Rarnazanoğullan, güneyinde ise Memlı1k Kölemen Devleti vardır.
Memlukları ele geçirmeden evvel Dulkadiroğullarını ortadan kaldırması gerektiğine inanmaktadır. Turnadağ Savaşı ile 1515 yılında, Dulkadiroğullan Beyliği Osmanlı ha-
202
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
kimiyetine girer. Bu savaşta Yavuz, Dulkadirler'in reisi Alaüddevle'yi öldürür, başını kesip Mısır'a gönderir.
Yavuz'un bu saldırganlığı, Papa 111. İnnocentus'u bile paniğe sevk eder ve Haçlı Seferi düzenlemeye, Hıristiyan Avrupa'yı Türklerle savaşa çağım. Yavuz' un kendi ifadesine göre "Dünya ona küçük gelmektedir."
Memluk ordusu, korkusundan Suriye taraflarında mevzilenir. Bunu bahane eden Yavuz, yalaka şeyhülislamlarına fetva sipariş eder. Müslümanı Müslümana kırdırma fetvası hazırlanır.
Şeyhülislamlara göre, Yavuz' un yaphğı şey dinen doğru; Memh1kların yaptığı ise yol kesmedir. Onlarla savaşmak cihattır. Öldürülen şehit, öldüren gazi olur. Karşı taraf kendini savunduğu halde, onların öleni de öldüreni de arada gitmiştir.
Yavuz, Memlfıkları de mahveder, Halife unvanı takınır. Cumhuriyete kadar, 400 seneden fazla bu unvan Osmanlı sarayında kullanılır.
Din adı kullanılarak icra edilen kin ve nefretin asırlar boyu devam etmesine bakınız.
Firavunların zulümlerine, askeri desteği "Haman", maddi desteği "Garun", dini desteği "Belam" veriyordu. Bunlar isim değiştirince halife padişah, vezir sadrazam, kadı şeyhülislama dönüştü. Cahil insanlar da asırlar boyu mübarek ecdadımız diye bu zokaları yedi.
Hala günümüzde bile dini inançlar ve duygular, moral değerler olarak zihinlere şırınga ediliyor. Tabi ki bu moral değerler kullanılmadan; vatan, millet, bayrak, namus, şeref, demeden; gencecik çocuklar 20 yaşında hayatının baharındayken cephede ölüme gönderilebilir mi?
203
HALİT BÜLBÜL
Osmanlı sarayında hemen hemen hiç Türk yoktur. 1. Padişah Osman'ın hanımı, Şeyh Edebali'rıin kızı Mal Hatun dışında bütün padişahların anneleri ve eşleri içinde Türk bulunmamaktadır.
Padişahların ikincisi olan Orhan'ın eşi Nilüfer, düğün günü gelinliği ile kaçırılıp Orhan'la evlendirilen bir Hıristiyan Rum kızıdır.
İslam hukukuna göre, evlenmede üst sınır dört kadınla sınırlandığı halde padişahlar, beşinci ve sonrasına ikbal derlerdi.
Cahiliye Arap geleneklerinde olduğu gibi cariyelik, kölelik, devşirme sarayın olmazsa olmazıydı.
Padişahlar, Müslü manların halifesi unvanı taşıdığı halde Müslümanlıkla, Türklükle münasebetleri böyleydi. Yerli yabancı bütün kaynaklar şu noktada birleşmektedir; devlete memur yetiştiren saray okulu Enderun'a Türk almak yasaktı.
Padişahların hanımlarından bazı larının isimler: "Temnıko" (Çerkez), "Tuskia" (Gürcü), "Zaurum" (Aba
za), "Gogen" (Ubıh), "Vozden" (Ubıh), "Dişan" (Ubıh), "Asemiani" (Gürcü), "Berzeg" (Ubıh), "Baras" (Abaza ), "Biberd" (Abaza), "Eşba" (Abaza), "Çıpakue-İnapila" (Abaza), "Liah" (Abaza), "Zijan" (Çerkez), " Aredba", "Barakey", "Svamba", "Elaru", "Resan", "Rems" . . .
Özetleyelim: 1699 yılında yapılan Karlofça Antlaşması'ndan sonra Os
manlı, isim olarak varlığını korusa da fiilen yok sayılabilir. 1729'da matbaanın getirilmesi, III. Selim'in yeniden yapı
lanma (Nizamı Cedid) çabaları, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı Osmanlı'nın çöküşünü durduramamışhr.
204
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
XVlll. yüzyılda Avrupa'daki Sanayi Devrimi'nin alıp başını gitmesi, tren, uçak, telefon, otomobil, elektrik vs. çalışmaları Osmanlı'nın hayalinde bile yoktu.
1886' da Almanya' da içten yanmalı motor yapılıp caddelerde otomobiller dolaşırken Dolmabahçe Sarayı inşa edili yordu. 1802 yılında Almanya şeker fabrikasını dünyada ilk defa olarak kurarken Atatürk sayesinde ilk şeker fabrikası 1926 yılında Al pullu' da kuruldu ve Türk halkı şekerle tanıştı.
Tarih, mezar taşları ile övünmekle olmuyor. Bugün, dünya ülkeleri ile kendimizi mukayese edip ge
lecek nesiller bugünlerin tarihini yazarken bizim geçmişimizle hayıflandığımız gibi onlar da bizden hayıflanmasınlar.
Başkalarını karalamakla biz aydınlığı bulamayız. Eleştiriyi kendimize yapmalıyız ki doğruyu bulabilelim.
Türkiye'nin adam başına düşen milli hasılası 1951 yılında Japonya'nın önünde iken şimdi neredeyiz ona bakalım.
Türkiye'nin gidişatından okumuş aydın kesim endişe duyarken büyük bir çoğunluk günü gün etmekle meşgul.
Sam yeli denen bir rüzgar vardır. Sıcak havada esince tatlı bir serinlik verir ama, geçtiği yerleri mahvettiği sonradan ortaya çıkar. Her şeyi satıp savurup geçici bir refah sağlanarak bir müddet gidilebilir fakat sonu iyi olmaz.
Neyse, değiştiremeyeceğimiz şeylerle uğraşmak belki zaman kaybı oluyor ama görevimizi yapmazsak vicdan azabından kurtulamayız. Ateş demekle ağız yanmazmış. Biz de onu yapıyoruz.
İnsanların çoğu dünyada bir nokta olan evini ve arabasını sever. Halbuki Allah koskoca bir dünya, uçsuz bucaksız bir evren yaratmış, onu ve onu yaratanı sevelim.
205
HALİT BÜLBÜL
Atalarımız ne güzel demişler. Zorla yenen aş, ya karın ağrıtır ya da baş. Şimdi zorla din dersi vermek istiyorlar. Benim kanaatim, zorla verilen din dersi dinsizliğe sebep olabilir. Her aile, çocuğuna vereceği terbiye ve din kültürünü kendi evinde verebilir. Dini öğrenmek için günümüzde her türlü imkan mevcut. Sıradan bir ailenin vereceği din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimi, dini, çıkarlarına alet eden dinci cemaatlerin vereceği derslerden çok çok hayırlı olur.
Her insan çocuğunun önce ailesi için hayırlı birey olmasını ister. Dinci cemaatler ise çocuğu önce aileden koparır. Her anne-baba, çocuklarının özgür bireyler olmasını ister. Dinciler ise çocuğun kafasını hurafelerle, bir sürü putla doldurur. Allah' a kul yerine, kendilerine köle ve uşak yaparlar.
Okullarda din dersi verilmesin mi deniyor? Verilsin. Verilsin, ama din öğretilsin. Kin, düşmanlık, mezhepçilik, cemaatçilik, tarikatçılık, grupçuluk öğretilmesin. Cemaat şakşakçılığı, parti budalalığı, yobazlık, Arap gelenekleri İslam diye zihinlere sokulmasın. Şefkat, merhamet, sevgi, saygı, paylaşım, tevazu öğretilecekse, Hz. Peygamber'in ahlakı ve Kur'an'ın mesajları ile evrensel ilkeler esas alınacaksa buna niçin karşı olayım?
BÖLÜM-X
SONA DOGRU BAŞA DÖNDÜK
• i lk çağlardan Osmanlı'nın yıkılışına, Cumhuriyet' in kuru-luşuna kadar insanlık üzerinde oynanan din kılıfı geçiril
miş kin oyunlarına temas ettik. Burada izninizle, Antik Çağ' a ait birkaç önemli noktaya temas edeceğim.
Antik Çağ'ın önemli, belki de tek tarihçisi denilen Herodotos'un (Herodot) tarihinden ilham alarak bazı önemli hususları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Herodot, Hz. İsa' dan 490 yıl evvel ölmüştür. Halikamaslı (Bodrumlu) olduğunu, Ege adalarında ömrünün önemli kısmının geçtiğini, Mısır' dan İran'a, Anadolu' dan İtalya'ya kadar gezip gördüğü yerleri, öğrendiklerini ve duyduklarını kitabında anlatmaktadır.
Herodot'un tarihi, Evliya Çelebi'rıin ve Arap gezgini İbni Battuta'nın seyahatnameleri gibi hikaye türü anlatımlardan oluşur. Herodot için tarihçiler; kendinden başka her şeyi anlatmış, tarihin babası demektedirler.
Tarih kitabının başında ilk cümlesi şudur: "Halikarnaslı Herodot, araştırmasını kamuya sunar." diye başlamaktadır. Eusebius, "Tarihçi Herodot"un (İÖ 468-467) yılların-
207
HALİT BÜLBÜL
da tanıdığı bir şahsiyettir. Eğer Herodot, Eusobis'u tanıdığı zaman otuz yaşında ise demek oluyor ki öldüğü zaman 50 yaşlarındaydı. Yine de yaşı için kesin bir rakam verilmemektedir.
Herodot'un zorbalarla ve zamanın zalimleriyle mücadele etmiş önemli bir yurtsever olduğu anlaşılıyor. Zamanın kralı Kserkses'i öven bir Pers'e iki Spartalının ağzından şu cevabı verir:
"Sen köleliğin ne olduğunu biliyorsun ama, özgürlüğün tatlı mı acı mı olduğunu bilmiyorsun. Eğer özgürlüğün tadını tatsaydın onu bize mızrakla değil, balta ile savunmamızı öğütlerdin." demiştir.
Görüldüğü gibi; özgürlük mücadelecisi bir insan, köleliğe ve emperyalist baskılara karşı tam bir savaşçıdır. Kendisinden sonra gelen herkese ilham kaynağı olmuştur.
Herodot'tan beş asır sonra gelen peygamberlerden Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa'yı biliyoruz. Arada bilmediğimiz başka peygamberler de olabilir. Hatta Herodot, Asurilerden bahsettiğine göre Hz. Yunus peygamberi ve Hz. Lokman' ı da görmüş olması muhtemeldir.
Elimizde bulunan tarihin üzerinden 2500 yıldan fazla zaman geçmiş. Orijinal metin değil, tercümenin tercümesi. Böyle de olsa, bize ışık tutması bakımından önemli.
Herodot, ömrü boyunca tanık olduğu önemli bir şeye vurgu yapmakta ama bu, dikkatlerden kaçmaktadır. Herodot şöyle diyor:
"Gördüğüm büyük şehirler zaman içinde küçüldü, gördüğüm büyük şehirlerin birçoğu ilk gördüğümde küçüktü." Yirminci yüzyıla girerken İstanbul' un nüfusunun on beş milyon olması gibi.
208
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇA(;LAR BOYU DİN KAVGALARI
HERODOT'TAN HARİKA BİR HİKAYE
Herodot, tarihinde şu enteresan hikayeyi anlatır. Hikayenin kahramanı Kral Kandules, birinci derecede yar
dımcısı Gygres ve kralın karısı, yani kraliçe. Olayı özetleyerek anlatmaya çalışacağım.
Kral, kraliçeye çıldırır derecede sevdalıydı. Kraliçenin güzelliğini saya saya bitiremiyordu. O kadar düşkündü ki eşine, neredeyse tapınıyordu. Kraliçenin güzelliğini durmadan anlatıyordu. Yaveri umursamaz bir tavır takınınca kral şöyle dedi:
"Eşim için anlattıklarıma inanmıyorsun galiba? Tabi, kulak göz kadar güzel tarif yapamaz, doğru olanı anlatamaz. Sen bir de karımı çıplakken gör, söylediklerime hak vereceksin."
Kral, karısını yaverinden kıskanıyor ve yaverinin başına bir bela gelmesini istiyordu. Yaver şöyle dedi:
"Efendim, benden çok çirkin bir şey istiyorsun. Öyle şey olur mu? Kralımın eşinin çıplak vücuduna nasıl bakarım? Bir insan (kadın) elbisesinden soyundu mu utancından, ahlakından da soyunmuş olur. Böyle bir şeyi yapamam. İnanıyorum, senin karın bir tane, herkesten güzel. O kadar."
Kral şöyle dedi: "Korkma. Bunları seni sınamak için söylemiyorum. Ba
şına bir iş de gelsin istemem. Kolayı var. Bizim yatak odasında bir yere gizlenirsin. Eşim yatmadan evvel soyununca da bakarsın. Ben o an yatakta olurum. Elbiselerini çıkarıp da yatağa doğru giderken sırtı senden yana olacağı için ona görünmeden yavaşça kapıdan sıvışırsın."
Yaver, çıkış yolu bulamayınca kralın ısrarına "Tamam olur," der. Dedikleri gibi yaptılar.
209
HALİT BÜLBÜL
Kraliçe soyunup yatağa doğru giderken yaver hızlıca kapıya doğru yöneldi ve çıkıp gitti. Kraliçe işin farkına vardı, bunu kralın planladığını anladı ama hiç çaktırmadı. Lidyalılarda ve o günkü barbar denilen diğer toplumlarda çıplak görünmek büyük ayıp olarak kabul edilmekte idi.
Kraliçe, sabahleyin en güvendiği birkaç adamını yanına çağırhp yaver Gyges'i çağırmalarını emretti. Gyges, her günkü olağan davet zannedip koşarak gitti. Gyges, kraliçenin kendisini gördüğünü bilmiyordu. Kraliçe, kralın yaveri Gyges'e şöyle dedi:
"Önünde iki seçenek var, tercih senin. Ya Kral Kandüles'i öldürüp hem bana hem Lidya Krallığı' na sahip olursun yahut da Kral Kandüles'e hoş görüneyim diye, görmemen gereken şeylere bir daha bakmaman için şimdi şurada derhal öldürülmeyi seçeceksin. İkinizden biri mutlaka geberecek. Seç hangisini seçersen.
Gyges, kulaklarına inanamadı. Böyle bir tercihe zorlanmaması için yalvardı yakardı ama olmadı. Gyges birinciyi tercih etti. Kral Kandüles'i öldürmeye karar verdi. "Ama nasıl yapacağım bu işi,'' dedi. Kraliçe ise:
"Kolayı var. Uyurken, beni sana çıplak gösterdiği yere saklanırsın ve çıkıp yatağın içinde hançerler, öldürürsün."
Kraliçe Gyges'i bırakmıyordu. Karar kesindi. Kendisine bu kötülüğü yapanı cezalandıracaktı. Kurdukları planı uyguladılar. Kral öldürüldü. Gyges, hem krallığa hem de Kraliçe'ye sahip oldu.
Saygıdeğer okuyucularım, Bakar mısınız? 2500 yıldan beri ne değişmiş? Padişahlık makamı için, üstelik kutsal İslam dinini kul-
lanarak kundaktaki bebekleri öldürten, kardeşlerini oğluna
210
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
boğdurtan, babasını zehirleten, kardeşini öldürmeleri için rüşvet veren, kiralık katil tutan adamlarla 2500 yıl önceki Antik Çağ insanının arasında bir fark görebiliyor musunuz?
Efendim, padişahlar her yaptığını Şeyhülislam' dan aldığı fetva ile yapardı diyenler, Şeyhülislam'ın padişahın arzu ve isteği dışında fetva vermesi mümkün değildi ki.
Padişah sesleniyor: "Mollaaaa! Bir fetva karala bakalım." "Aman efendim, gag gug . . . " "O kadarrr." Meşhur Kemal Sunal filmlerinden birinde Dinçer Çekmez,
merhum Osman Seden'e ne diyordu? -Sen bir çek karala bakalım. -Aman abi. -O kadar dedim. O kadarrrr. -Ne kadar? -Altı yüz bin kadarrrr. İcabında o biçim! Sıkıysa karalamasın . Sıkıysa fetva vermesin. Başına ge
leceği bil iyor. Ah şu Müslümanlar, "ecdatperestlikten" kurtulup da hakkı batılı ne zaman ayıracak birbirinden?
SOLON VE HERODOT
Saygıdeğer okurum. Solon'u bildin mi? Daha önce bahsetmemiş miydim? O
halde şimdi anlatayım. Solon: Antik Çağ' a damgasını vuran büyük şahsiyetlerden
birisidir. Hz. İsa' dan önce 594 yılında ölmüştür. Herodot zamanına yakın yaşadığı için tarihçi Herodot; hem Solon' dan etkilenmiş, hem de Solon' un düşüncelerine kitaplarında yer
211
HALİT BÜLBÜL
vermiştir. Günümüzden 2700 yıl evvel yaşamış olan Solon' un günümüzde de geçerliliğini koruduğuna inandığım bazı sözlerini aktarmak, sizlerle paylaşmak istedim.
Solon diyor ki: İnsanoğlu, ömrü boyunca görmek istemediği birçok şeyi
görebilir, çok eziyet ve sıkıntı çekebilir. Ortalama 70 yıllık insan ömrüne neler sığar neler?
Çok zengin insan vardır ki masallardaki kadar zengindir ama mutsuzdur. Niceleri de vardır ki şöyle böyle geçinirler ama şanslıdırlar. Çok zengin olanın, eğer mutlu değilse, şanslı olandan iki ayrıcalığı vardır. Ama şanslı olanın, mutlu olmayan zengine göre pek çok ayrıcalığı vardır.
Her güzel şeyi elde etmek ve elde tutmak, ölümlü (fani) insan için olacak şey değildir. Hiçbir toprak, kendi kendine yetmez. Her ürün aynı toprakta yetişmez. Bir yerin toprağında yetişen ürünlerle başka bir yerin toprağında yetişen ürünler değiştirilir, takas olunur.
Her şeyin sonuna bakılmalıdır. Allah (Tanrı ) çoğu insana mutluluğu yem olarak sunar, sonra da çeker alır elinden.
Bu sözler Atinalılara ve hükümdarları Kroisos' a, Solon tarafından söylenmiştir. Herkes nasibine düşeni almalıdır. Atinalıların hoşuna gitmiş mi bu sözler ya da Kroisos'un? Yoo, hiç de hoşlarına gi tmediği anlaşılıyor. Solon da Atina'dan çekip gidiyor.
KROİSOS'UN RÜYASI (BİR HiKA YE)
Solon, benim gibi düşünmüş olmalı. Atinalıları değiştiremeyeceğini anlayınca söyleyecekleri
ni söylemiş ve çekip gitmiş.
212
TARİHİN SÜZCECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Kroisos'un iki oğlu varmış. Birisi doğuştan dilsiz, öteki ise hiçbir eksiği olmayan, genç bir savaşçıymış. Kroisos bir rüya görmüş. Rüyasında, bu sağlam olan ve canından çok sevdiği, gözü gibi koruduğu oğlunun kargı ile öldürüldüğünü görmüş. Paniğe kapılıp adamlarını çağırmış. Nerede, ne kadar kargı, ok vs. varsa toplatıp bir depoya yığmış. Olur ki bunlardan biri oğlumu öldürebilir diye oğlunu da oradan uzaklaştırmış. Kroisos, mürüvvetini göreyim diye alelacele oğlunu nişanlayıp evlendirmiş. Düğün esnasında, elleri kan bulaşığı olan birisi Kroisos'un yanına gelmiş. Kroisos:
-Ne işin var burada? Kimsin sen? Kimi öldürdün, diye çıkışmış.
-Ey Kral! Adım Adrastos. Frigyalıyım. Midas'ın oğlu Gordias var ya, onun oğluyum ben. Kardeşlerimden birini istemeyerek öldürdüm. Babam da neyim var neyim yok elimden alıp beni kovdu, demiş.
Kral Kroisos: -Hatırını saydığım kişinin oğlusun, yanımda eınniyettesin,
rahatına bak, başına gelene sabret, bakalım ne oluı� demiş. O sıralar, Antik Yunan' da en büyük tannrun Zeus Tepesi' nde
oturduğuna inanıldığı için kutsal kabul edilen Olimpos Dağı'nda azman bir domuz türemiş. Atinalılann ekinlerini mahvediyormuş. Avlayıp öldürmek istiyorlar, ama beceremiyorlarmış. Sonunda gelip Kral Kroisos' a yalvarmışlar.
-Ey kralımız, demişler. Oğlunu ve iyi atıcı diğer adamlarını görevlendir de bizi şu domuzdan kurtarsınlar.
Kral: -Oğlumu göndermem. Yeni evlendi. Ama savaşçı bir gru
bu göndereyim, demiş. Konuşulanları duyan kralın oğlu içeri girmiş ve:
HALİT BÜLBÜL
-Babacığım, benim işim av ve savaş. Bir hatamı, noksanımı mı gördün de beni yollamıyorsun? Eşime ve çevremdekilere karşı beni mahcup ediyorsun, demiş.
Kral Kroisos: -Hayır oğlum, hiçbir eksiğin ve hatan yok, rüyamda kar
gı ile öldüğünü gördüm de başına bir şeyler gelmesinden korkuyorum, demiş.
Kralın oğlu: -Böyle davranmakta haklısın babacığım ama ben savaşa
gitmiyorum ki domuz avına gidiyorum. Domuzun kargısı mı var? Bırak gideyim.
Kral: -öyle ya, gidebilirsin, deyip yollamış. Giderken de ava gru
bunun içinde görev alan ve istemeyerek kardeşini öldüren Adrastos' a, sıkı bir tembih yapmış. Aman ha, oğlumu koru, gölgesi gibi onu takip et, demiş. O da, "Baş üstüne. Oğlunuz için kendi canımı ortaya koyacağımdan emin olunuz," demiş.
Olimpos Dağı'nda sürek avına çıkan savaşçılar, o azman domuz ile karşılaşmışlar. Adrastos, domuza doğru kargısını atmış ama aksilik bu ya ok hedefinden sapıp kralın oğlunu öldürmüş. Kralın yanına oğlunun ölüsünü getirmişler. Himayesine aldığı Adrastos, arhk oğlunun katili olmuştu. Tanrı Zeus'a yalvarıp dua ediyordu Kroisos.
Adrastos, krala yalvardı. Oğlunun cesedi üzerinde kurban edilmesi için yalvardı. Benim artık yaşamamın bir anlamı yok, diyordu.
Kral, Adrastos' a; "Senin kendi ölümünü istemen, benim için yeterli özür dilemektir. Bu ölüm, zaten böyle olacaktı. Sen buna aracı oldun," deyip bağışlamış. Fakat Adrastos'un içi vicdan azabından kavruluyordu.
214
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Gece yarısı, kralın oğlunun mezarı başına geldi ve elindeki kargıyı kalbine saplayıp kendini öldürdü. Adrastos, kaza ile bir ölüme sebep olmuştu ama vefa borçlusu olduğu kralın yüzüne bakacak mecali yoktu.
ANTİK ÇAG'DA BABİL MEDENİYETİ
Antik Çağ tarihinin babası olarak bilinen Herodot'un anlattığına göre, Babil Medeniyeti'ni özetlemeye çalışalım.
Almanca orijinali "History Herodotes" olan, yani "Herodot Tarihi" olarak bilinen eserde Herodot'un anlattıklarına bakalım.
Pers Krallığı'nı elinde tutan Kiros (Kyros), çevresindeki tüm yönetimleri emri alhna aldıktan sonra Asurluların üzerine yürüdü. Asur Medeniyeti, birçok şehirden oluşuyordu. En güçlü Asuri bölgesi ise Babil şehriydi. Ninova (Nineve) düşünce Ninova kralları da Babil'e taşınmışlardı. Babil, geniş bir ovaya kurulmuştu. Muhteşem yapılardan oluşan ve o güne kadar kendisinden daha büyüğü ve ihtişamlısı bulunmayan bir şehirdi. Şehrin dışı, derince kazılmış ve şehri çepeçevre saran, içi su dolu, geniş bir hendekle çevriliydi. Bu hendeği kazarken, çıkan toprağı tuğla haline getirip fırınlarda pişirmişler, bu tuğlalarla hem hendeğin içini örmüşler hem de Babil şehrinin imarında kullanmışlardı. Hendekten içeride, tüm şehri kuşatan surlar vardı. Surlar, belirli aralıklarla kuleler konarak ve belirli yerlerde kapılar yapılarak şehri koruyordu. Babil surlarında devasa büyüklükte yüz kapı vardı.
Babil' den sekiz günlük yaya yürüyüşü mesafede ise İskentidir Nehri kenarında kurulu, aynı adı taşıyan başka bir şehir daha vardı. İskenditir nehri, Fırat Nehri'nin bir kolunu oluş-
215
HALİT BÜLBÜL
turuyordu. Babil surlarını yaparken harca kahlan katran, buradan temin edilmişti. (Galiba ham petrolü tarif ediyor. )
Babil şehrini ikiye ayıran küçük bir nehir daha vardı. Bu nehrin kenarında muhteşem bir kral sarayı vardı. Karşı tarafta da Zeus-Baal Tapınağı vardı. Tapınağı da içine alan, iç içe ve her biri dışa doğru, ötekinden yüksek surlarla çevrili sekiz büyük kule vardı. Bu kulelerin belirli yerlerinde burçlar, mazgallar ve dinleme yerleri bulunurdu. Dışarıdan helezon şeklinde kıvrılarak giden yollardan bu binanın değişik bölümlerine ulaşılabiliyordu. (Muhtemelen tarihin yedi harikasından olan, Babil'in asma bahçeleri ve Babil kulesi, burası olabilir. HB)
En son ve en yüksek kulenin tepesinde bir tapınak bulunuyordu. Tapınakta üzeri pahalı örtülerle örtülmüş bir yatak, yatağın yanında da alhn bir masa vardı. Bu tapınakta heykel bulunmazdı. Hiç kimsenin burada kalmasına ve yatağa yatmasına da izin verilmezdi. Bu yatakta, tanrıça olarak kabul edilen iki kadın olan Likya (Lykia) ve Patara hariç kimse yatamazdı.
Tapınağın dışında alhndan bir sunak vardı. Tanrılar için kurbanlar, burada sunulurdu. Bu sunakta, ayrıca alhndan yapılmış büyükçe bir heykel bulunurdu.
Histaspes'in (Hystaspes) oğlu Dare, bu heykele göz koymuştu. Dare heykeli almaya cesaret edememiş, bunun üzerine Dare'nin oğlu Kserkes heykeli omuzlayıp götürürken engel olmak isteyen rahibi de öldürmüştü.
SEMİRAMİS VE NİTOKRİS
Babil Krallığı'nda iki ünlü kraliçe vardır. Bunların ilki Semiramis, ikincisi ise Nitokris'tir. Aralarında beş kuşak, yüz elli yıl kadar bir zaman vardır.
216
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
Herodot'a göre, Nitokris Semiramis' ten daha akıllıydı. Bu akıllı kraliçe, Medlerin Ninova'ya da hakim olduğunu görünce Fırat Nehri'ni birçok kollara böldürür. Öyle ki nehrin bir kolu, bir köyden üç defa geçer hale gelir. Bu kraliçe Nitokris, büyük bir taş ocağından getirttiği blok taşları kurşunla birbirine tutturarak harika köpriiler yaphrdı. Şöyle bir vasiyette bulundu:
"Benden sonra Babil Devleti' ne kral olan birisi, ne zaman ki başı dara düşerse bu mezarı açsın, içindeki hazineden yetecek kadarını alsın. Eğer darda kalmadan açarsa hazinenin hayrını görmeyecek, dedi. Uzun seneler geçti ve Dare, Babil Kralı oldu. Nitokris'in bu vasiyetini saçma bularak mezarı açmaya karar verdi. Yapma, etme, diyenlere şöyle dedi Kral Dare:
-Elimizin alhnda hazine varken bekletmenin ne alemi var. Açıp hazineyi kullanalım, dedi ve mezarı açtırdı. Bir de ne görsünler! Mezarda iskeleti kalmış bir ölü, bir de yazılı taş. Taşta şöyle yazıyordu:
"Eğer bu kadar para canlısı ve aç gözlü olmasaydın ölülerin sığındıkları yeri açrnazdın."
Burada aklıma, ünlü Alman şair Goethe geldi. Şöyle diyor büyük şair:
"Ölüp gidenlerin pişmanlık duydukları şeyler yüzünden, yaşayanlar kavga etmektedirler."
Yunus Emre'miz ne demişti?
Mal sahibi mülk sahibi Han i bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan Var biraz da sen oyalan .
HALİT BÜLBÜL
Bu anlathklarımızdan geriye, işte bu hahralar kaldı. Ne o saraylar, ne o krallar, kraliçeler ebedileşti. Hepsi de hayal oldu gitti.
Herodot, Babilliler zeytinyağı bilmezler, susam yağı kullanırlar, diyor. Şu anekdotu da veriyor. Asurlular, ülkelerinin kuzeyinde kalan Ermenistan' dan söğüt ağaçları kesip sepet gibi örerler. Sonra hayvan derileriyle kapatıp yuvarlak kayık haline getirirler. Tabanına saman, içine de bir eşek bindirirler. Satacakları malları da içine koyup nehrin akıntısına bırakırlar. Bu uydurma kayıkla, mallarını satacakları yere varınca malları satıp, derileri eşeğe yükleyip geri gelirler. Çünkü nehirden yukarı doğru gelmek mümkün değildir.
Tarihçi Herodot, Babil halkının giyim biçimini de tarif ettikten sonra akıllara zarar şu acayip töreyi aktarır. Babilliler her köyde şöyle bir uygulama yaparmış: Yılda bir kez, evlenme çağına gelmiş kızlar bir meydana toplanırlar, çevrelerini de erkekler sarar ve tellal bağırırmış. Tellal, en güzel kızdan başlayarak teker teker ayağa kaldırır ve satışa sunarmış. Açık arttırma usulü en çok parayı veren, en güzel kızı alıp hanımı yaparmış. Güzeller bitince sıra çirkinlere ve sakatlara gelirmiş. Bu sefer de arttırma usulü yerine fiyatı eksilterek onlar da satılırmış. Hatta üste para bile verenler olurmuş. Hiçbir kimse kızını istediğine veremezmiş. Kız da istediği gibi evlenemezmiş. Babil töresi ve yasası böyleymiş işte. Babil Devleti yıkılıp halk sefalete düşünce bu sefer sefaletin en büyüğünü yine kadınlar ve kızlar çekmiş.
Üç bin yıl sonra, 21 . yüzyıl dünyasında din, demokrasi, özgürlük adına kadına reva görülen utanç verici duruma ba-
218
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
kınca fazla bir şeyin değişmediği görülüyor. Kadın hala reklam ve tüketim araa, seks objesi, zorbalar için stres topu muamelesi görüyor. Savaşta da barışta da en ağır yük, en aalı çile ne yazık ki kadınların oluyor. Halbuki herkesi bir ana (kadın) dünyaya getiriyor.
Babil'de hasta tedavi usulü? Herhangi bir kimse hastalandığı zaman, kentin meyda
nına getirip koyarlarmış. Hekim yok, ilaç yok. Babil yasalarına göre, gelen geçen mutlaka hastaya bir şeyler söyleyip nasihat etmek zorundaymış. Kimisi, ben de böyle hastalanmıştım, şöyle yaptım iyi oldum, dermiş. Kimisi, benim bir tanıdığım böyle hastalandı, şunu yiyip bunu içti, iyileşti, dermiş. Hastaya bir şey söylemeden gitmek suçmuş, yasakmış. Mutlaka hastanın nesi var, derdi ne, sorup öğrenmeliymiş.
Her Babilli çift (evli kan-koca) cinsel birleşimden evvel birer mum yakar, karşısında dua edip arındığına inanırmış. Seher vakti gelince de her ikisi boy abdesti (gusül) almak zorundaymış. Herodot, bu adet Araplarda da var, diyor.
İslam' dan evvel müşrik Mekkeliler namaz kılar, hac yapar, oruç tutar, gusül yapardı. İslam, şirke bulaşan yönleri temizledi, düzeltti, bir disipline soktu, gusül yapmayı da aynen korudu.
Melitta, Asur dilinde Afrodit dernektir. Afrodit, fuhuş tanrıçası olarak tanınır. Babillerde ve Asurilerde en iğrenç gelenek ve töre bu tanrıça adına, her kadın kendini mutlaka bir erkeğe sunrnalıyrnış. Ömründe bir defa, buna mecburmuş.
Afrodit'in aşk tanrıçası olduğu yalanı kandırrnacadır. Aşk gibi kutsal bir duygu ile fuhşun ne ilgisi var? Bu iki kavram önce birbirine entegre, sonra da aşkı fuhuş ve seks içinde asimile edip yok etme çabasıdır. Dikkat oluna.
219
HALİT BÜLBÜL
ANTİK ÇAG'DA MISIR MEDENİYETİ
Tarihin babası Herodot anlatıyor. Mısırlılar, kendilerini dünyanın ilk insanları olarak kabul
ederlerdi. Ne zaman ki Mısır tahtına Pasmatikos çıktı, atalarını araştırma merakına düştü. Ne kadar araştırsa da ciddi bir sonuca ulaşamadı. Frigyalıların Mısırlılardan önce var olduğunu savunanları dinleyince merakı büsbütün arttı.
Kral Pasmatikos, yeni doğmuş iki bebeği bir çobana teslim etti ve şöyle tembihledi:
-Bu çocukların viyaklama dönemi geçip konuşma dönemine girerken ilk defa ağızlarından hangi kelime çıkacak, öğrenip bana haber vereceksin. Çocuk.lan yedirip içireceksin. Ama yanlarında ne sen ne de bir başkası tek kelime etmeyecek.
Çoban, denilenlere harfiyen uydu. Çocuklar konuşma dönemine doğru (iki yaşında iken) "Bekos-Bekos" demeye başladılar. Çoban, durumu Kral Pasmatikos'a olduğu gibi anlattı. Kral, Bekos'un ne demek olduğunu, hangi dilde ne manaya geldiğini araştudı. Sonunda öğrendi ki Frigyalılar, ekmeğe "Bekos" derlermiş.
Herodot, bu olayı Memphis'te rahiplerden dinlediğini aktarmaktadır.
Tarihte ilk defa, mevsimleri on ikiye bölüp sene hesabı yapanlar, Mısırlılarmış. Ayları ise yıldızlara bakarak bulmuşlar. Mısırlıların bu takvim hesabı, Yunanlılara göre daha doğrudur. Mısırlılar, her ayı otuz gün olarak hesap ederlermiş. Ayrıca 5 gün yıla ilave ederek senenin periyodik cetvelini çıkarabiliyorlarmış.
Yunanlılar ise yıla iki yılda bir, bir ay ilave ederek karışık bir hesaplama ile takvim yaparlarmış.
220
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Büyük tanrılar adına, on iki tanrı için on iki ay kullanan Mısırlılar olup Yunanlılar da onlardan öğrenmiş. Bugün on iki sayısına kutsallık verenler, bilerek ya da bilmeyerek bunlardan etkilenmiş olmalılar.
Örnek olarak, 27 ülkeden oluşan, Avrupa Birliği bayrağındaki on iki yıldız, buradan alınmış olabilir.
Müslümanların da namazın farzlarını on iki olarak belirlemeleri, belki de bu sayı takıntısı olabilir.
Herodot' a anlatıldığına göre, Mısır tahtının ilk kralı (Firavun) Menes'miş. Hz. İsa' dan 5000 yıl evvel, aşağı ve yukarı Mısır idarelerini tek çatı altında birleştiren kral, Firavun Menes'miş.
Kutsal kitaplarda ve Kur'an-ı Kerim' de maceraları anlatılan, "Beni İsrail" peygamberleri, bu tarihten sonradır.
Mısır' da üç bin yıla yakın süren Firavunlar döneminde, yüzlerce firavun ve 26 ya da 37 hanedan gelip geçmiş.
Hz. İbrahim' in oğlu İshak, Yakup peygamberin babası idi. Yusuf peygamber de Yakup'un oğluydu . Hz. Yakup'un lakabı İsrail idi . Çocuklarına da İsrailoğulları denir. İsrailoğullarında Yahuda'nın (Yude-Jude) nesline "Yahudiler" denir. Daha sonra gelen peygamberlerden Hz. Musa' ya inananlara ise, Musevi denir.
NİL NEHRİ
Birçok ülkeden geçen ve kolları bulunan, Mısır'ın can damarı Nil Nehri, Akdeniz' e dökülür. 6640 km uzunluğu ile bu nehir, dünyanın en uzun nehridir.
Nil Nehri, ekinlerin sulanacağı mevsimde hafif hafif taşar, tarlalar sulanır, sonra çekilirmiş. Bazen de çok büyük ha-
HALİT BÜLBÜL
sar oluştururmuş. Şimdi tabi ki Nil üzerinde barajlar, bentler, sulama kanalları ile hasarın önüne geçilmiştir.
Mısırlılar Herodot'a demişler ki; "Güneş Baba, Nil' in suyunu kendine çeker, bir kısmını yağmur olarak bırakır, kalanını kendine saklar." Herodot da ne yapsın, o günün aklıyla buna inanmış.
ANTİK MISIR'DA TÖRELER
Mısır gelenekleri ve töreleri, başka toplumlarınkine uymazmış. Bu geleneklerin neler olduğunu sıralamaya çalışalım. Tarihçimizi dinleyelim.
Mısır kadınları çarşıya, pazara çıkıp ufak tefek alışveriş yaparlar, erkekler evde bez dokurlar. Başka toplumlar bez dokuduklarında atkıyı yukarı doğru atarken Mısırlılar aşağı doğru atarlar. Erkekler yüklerini başları üstünde, kadınlar ise omuzlarında taşırlar. Erkek ya da dişi tanrılara kadınlar hizmet edemez. Erkek çocuklar, ana-babalarına bakmak için zorlanmazken kızlar zorlanır. Tanrı kabul edilen adamlar başka toplumlarda uzun saçlı olurken Mısır tanrıları saçlarını kazırlar. Başka toplumlar evlerine hayvan sokmazken, Mısırlılar evlerini hayvanlarıyla paylaşırlar.
Mısır erkeklerinde sünnet olma geleneği vardır. Erkekler iki parça, kadınlar tek parça elbise giyerler. Yazı yazarken yahut çakıl taşları ile hesap yaparken Yunanlılar ellerini soldan sağa doğru yürütürler, Mısırlılar ise sağdan sola doğru. (Latince' de yazı soldan sağa doğru, Arapça' da sağdan sola doğru, Çince'de ise yukarıdan aşağıya doğru yazılır. )
Mısırlılar yazıda iki çeşit harf kullanırlar. Birine halk yazısı, ötekine kutsal yazı derler. Arapça harflerle yazılmış ne
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
varsa kutsal görme geleneği, işte bu Antik Mısır Çağı geleneğidir. Harflerin hiçbirinin bir kutsallığı yoktur. Arapça, Çince, Hintçe, Latince hepsi aynıdır. Biri ne ise öteki de odur.
Mısırlılar keten elbise giyerler ve çok temiz olurlar. İçmek için bronz bardaklar kullanırlar ve her gün birkaç defa ovalayıp yıkarlar.
Rahipler, papirüsten yapılmış terlik giyerler. Gece iki kez, gündüz iki kez soğuk suyla yıkanırlar. Dini törene başladılar mı bitmek bilmez. Uzar da uzar. Rahipler, balık hariç her şeyi yerler. Mısırlılar, bakla bitkisinden nefret ederler. Mısırlılarda öküz kutsal sayılır. Öküzün üzerinde bir tek siyah kıl görseler kirli kabul ederler. Rahipler öküzü inceden inceye muayene ederler, işaret koyarlar, sonra kurban ederler. Marka vurulmadan öküz kurban edilecek olursa, kurban edenin kendisi kurban olur.
Mısırlılar, Yunanlıları cüzamlı gibi görürler. Yunanlının bıçağıyla kesilen hayvanın etini bile yemezler. Mısır halkı farklı farklı tanrı lara tapar. Hepsinin ortak taptığı tanrılar ise İsis ve Orisis' tir. Agibtos, eski kutsal Mısır tanrısı ve kralıdır. Bugün Batı di llerinde Mısır devleti ve ülkesi "Agibten" diye anılır.
Mısır halkı keçiye ve tekeye dokunmaz. Mendesli Mısırlıların tannlarından birinin adı da Pan' dır.
Pan tanrısını keçi kafalı, tek bacaklı olarak hayallerinde canlandırmışlardır. Teke sürülerine çobanlık yapanlara özel bir ilgi ve saygı duyarlar. Mısır dilinde "Mendes" sözcüğü, hem teke hem de tanrı Pan anlamına gelir.
Mısır halkı, domuzu temiz olmayan hayvan sayar. Domuza kazara dokunan bir Mısırlı, elbisesiyle birlikte kendini nehre atmadan temizlenmiş sayılmaz. Domuz çobanları Mısır-
HALİT BÜLBÜL
lı olmalarına rağmen, hiçbir tapınağa giremezler. Hiç kimse domuz çobanıyla kız alışverişine girmez. Domuz çobanları ancak kendi aralarında evlilik yaparlar.
Birçok insanın Eski Yunan' a mal ettiği tanrı isimleri Mısır' dan geçmiştir. Here, Hestia, Temis, Karitler, Poseidon, Diskur, Nereid gibi daha birçok tanrı isimlerinden bahsedilir.
Batı medeniyeti Hıristiyanlıktan evvel, az önce adını verdiğimiz Pan tanrısına tapınan panteonist putperest idi. Avrupa'ya bu inana sokan da Eski Yunan' dır. Yunanlılar da Eski Mısır ' dan almışlardır.
Bilinen tarih ile günümüzden yedi bin yıl öncesine dayanan bu akıl almaz, tuhaf kültürler zaman içerisinde gelen kutsal kitaplar ve peygamberler tarafından düzeltilmeye çalışılsa da insanlar eski inançlarından kolay kolay vazgeçmemişlerdir.
Bugün Akdeniz'i, Kızılderıiz' i çevreleyen ülkelerde az çok bu ilkel inançlara rastlanmaktadır.
Türkiye' de, din iman adına yapılan birçok eylem ve inanç, ya bu ilkelliklerin kalıntısına ya da Şaman, Hint ve Mecusi kültürüne dayanmaktadır.
Bizim söylemeye çalıştığımız şudur: İslam dini, Kur'an' da yazılı olan ilkelerdir. Mezhep, tarikat, içtihat, yorum, sünnet, icma, kıyas, töre Kur'an' ı bağlamaz. Kur'an dışında akıl, bilim, maruf ve sünnehıllah esas alınmalıdır.
İSRAİL VE ARAPLAR ARASINDAKİ DİN KAVGALARI
Lübnan, Suriye, Akdeniz, Mısır ve Ürdün toprakları çağlar boyu huzuru bir türlü yakalayamadı.
224
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
MÖ SOOO'li yıllardan beri bu topraklarda yaşayan insanların çocukları, torunları zamanla çeşitli kabile, kavim, din, mezhep gibi fırkalara bölündüğü gibi ya parça parça yahut tümü toptan değişik krallıkların emrine girdiler.
Aslında Filistinliler de diğer Araplar ve Yahudiler gibi Sami ırka mensupturlar. Hz. Nuh' un oğlu Sam'ın soyundan gelmedirler. Hz. Musa' dan sonraki bölünmelere kısaca değinelim.
Yakup Peygamber' in unvanı İsrail olduğu için çocuklarına da İsrailoğulları denildi. İsrailoğullarının bir kısmı Hz. Musa' ya inandılar ve Musevi olarak bilinir oldular. Hz. Yakup'un "Yahuda" adındaki oğlunun soyundan gelenlere ise Yahudi denildi.
Hz. Yakup'un evlatları, böylece önce kendi aralarında dini ayrılığa düşünce birbirlerine kin güden kardeşler oldular.
İsrailoğullarının bu topraklara MÖ 4000 yıllarında geldiği biliniyor. Önce Mısır firavunlarıyla mücadele eden İsrailoğulları, sonraları birçok kral tarafından ağır zulme uğrayıp ya katledildiler yahut sürgün edildiler.
Bu topraklarda yaşayan ve Arapça konuşan, Kenani denilen ırk, sonraları Amurra ve Kaideliler denen toplumları içlerinde asimile ettiler, onlar da Arapça konuşur oldular.
Yahudi kabileler ise, Hz. Musa' dan sonra milli bir din pozisyonuna geldikleri için dillerini kaybetmediler, ama dinlerini neredeyse tamamen değiştirdiler. Bu yüzden Yahudiler asırlar boyu diğer tüm toplumların hedefi haline geldi.
MÖ 931 yılında Filistin krallığı ikiye bölündü. Kuzeydekine İsrail Krallığı, güneydekine Yahuda Krallığı denildi. Yahudiler alhn çağını, Hz. Davud ve Süleyman peygamber zamanında yaşadılar.
HALİT BÜLBÜL
MÖ (Hz. İsa' dan önce) bu topraklara önce Asurlular, sonra Babilliler, sonra Persler ve Romalılar hakim oldu. Babil hükümdarı Buhtunnasır, Kudüs başta olmak üzere her yeri yakıp yıktı, Yahudilerin birçoğunu öldürdü, kalanlarını da sürgün etti.
MS 135 yılında Roma idaresi, Yahudilerin Filistin topraklarına girmesini yasakladı . Roma İmparatorluğu V. yüzyılda ikiye bölününce Filistin toprakları Bizans'ın payına düştü.
Hz. Muhammed'in vefatından sonra (MS 632) Müslümanların ilk reisi, halifesi olan Ebu Bekir döneminde (632-634) Gazze ve Ecnadin denen yöreler Müslümanlarca fethedildi; buralarda yaşayan Filistinli Araplar zamanla Müslüman oldular. Tarihi dram, din ve kin kavgası bundan sonra şiddetlendi. Irk, meşrep, etnik köken, din olarak aynı nesil olan Yahudi ve Fil istinlilerin daha da birbirine kenetlenmesi gereken yerde, tam tersi birbirlerini yok etme eylemine dönüştürdüler.
Halife Ömer zamanında Ubeyde bin Cerrah adlı komutan önderliğindeki İslam ordusu, Kudüs'ü fethetti (MS 637). Daha sonra Filistin topraklarına Emeviler, Abbasiler, Fatımiler ve Selçuklular hakim oldu. MS 1099 yılındaki Haçlı Seferleri döneminde Filistin' de bir Hıristiyan krallığı kuruldu.
Müslüman komutan Selahaddin Eyyubi, Hıristiyan krallığını yıkıp yeniden Müslümanların hakimiyetini sağladı. Daha sonraları Memlfıkların hakimiyetine giren bölge, 1516'daki Mercidabık Savaşı'ndan sonra Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı hakimiyetine sokuldu.
1799 yılında Fransız imparatoru Napolyon tarafından Fransa hakimiyetine alınmak istenen Filistin toprakları, Osmanlı ordusu ve komutan Cezzar Ahmet Paşa tarafından
226
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
korundu. Akka Kalesi'ni ele geçiremeyen Napolyon geri çekilmek zorunda kaldı.
Filistin toprakları, 1 840 yılından itibaren Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın idaresine geçti. Bu tarihlerde özellikle İngiltere dünyadaki hakimiyetini güçlendirmek, Orta Doğu gibi üç kıtanın merkezine hakim olmak ve Arap petrolleri üzerinde egemenlik kurmak için iki hassas nokta belirledi.
1 . Bu bölgedeki Müslüman ülkeleri parçalayıp küçültmek. Bunu son derece iyi başardı. Kral, prens, emir, şeyh diye parça parça ettiği her bölgeyi minik devletlere, devletçiklere böldü.
2. Yahudiler için bu bölgede bir devlet kurmak. Aslında dindar Yahudilere göre, Yahudilerin devleti olmamalıydı. Ama dünyadaki Yahudileri çeşitli sebeplerle ikna edip, gerekirse zorlayıp İsrail Devleti'nin kurulmasına yönlendirdiler.
Osmanlı devlet yapısının zayıfl ığı, Filistin topraklarında yaşayan insanların çeşitli şekillerde bölük pörçük olması, Arapların güçsüz oluşu, İngiltere'nin dünya hakimiyeti hırsı bu bölgeyi ateş yumağı haline getirdi .
"Atlar tepişir, otlar ezi lir", deyimine tam da uygun bir durum.
İngiltere Avrupa'nın değişik ülkelerindeki zengin, nüfuzlu ve itibarlı Yahudilerini devreye soktu. Şöyle özetleyelim:
Londra'da yaşayan Musos Haim Montefiore (Öl. 1885) isimli Yahudi bir iş adamının, 13 sene Filistin topraklarında çalıştığı halde Yahudi nüfusunun bölgede az olması sebebiyle umutları kırıldı ve Londra'ya geri döndü.
İngiltere hükümeti gönderdiği bir tamimle Filistin bölgesindeki konsoloslukların bölgedeki Yahudilerle ilişki kurmasını ve onları korumak için tedbirli olmasını istedi.
HALİT BÜLBÜL
1862 yılında, Hess adındaki bir Alman Yahudi, "Roma ve Kudüs" adlı kitabıyla Yahudileri tarihine döndürüp devlet kurmaları yönünde teşvikte bulundu. El Leze Ben adlı bir Rus Yahudi, 1891 yılında lisanını canlandırmak için ilk İbranice sözlüğü hazırladı. 1884 yılında ilk Dünya Yahudi Kongresi yapıldı . 1896 yılında Avusturyalı bir gazeteci olan ünlü Yahudi mütefekkiri Theodor Herzl (Öl. 1904), Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması fikrini hemen hemen herkese kabul ettirdi.
Alman Yahudi olan Hess'in çağrısı üzerine bazı Yahudiler, Filistin bölgesinde tarım arazileri ve hayvan çiftlikleri kurmaya başladı.
Atjantin' de yeri ve statüsü belirlenmiş bir Yahudi devleti kurulduğu halde Arjantin' e Yahudi göçü sağlanamadı ve bu bölgede devlet fikrinden vazgeçildi. Atjantin' de kurulacak bir Yahudi devletinin İngiliz çıkarlarına hizmet etmeyeceği açıkh.
Rus Yahudiler, Çar il. Aleksandr'ın 1881 'de öldürülmesinden sonra Filistin'e olan ilgilerini arttırdılar.
Osmanlı padişalu il. Abdülhamid, Filistin topraklarını şahsi mülkü olarak tescil etti. İttihat ve Terakki 1909' da çıkardığı bir kanunla Abdülhamit' in zimmetindeki bu toprakların satışına kapı araladı.
il. Abdülhamid'in Yahudilerle olan mücadelesini diğer kitaplarımda anlathğım için burada tekrar etmeye gerek duymadım.
1921 yılının 6 Temmuz' unda yayınlanan bir bildiride, Filistin topraklarında İngiliz hakimiyetinin devamlı olacağı ilan edilmişti.
24 Temmuz 1922' de Londra' da İngiltere, Fransa ve İtalya; Filistin' de bir Yahudi devleti kurulması kararında mu-
228
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
tabakata vardılar. İkili oynanıyordu. Filistin ve Suriye'nin arası açılarak Yahudi göçü hızlandırıldı. O tarihe kadar dünyanın muhtelif yerlerine dağıtılan Yahudiler, şimdi Filistin'e dönmeye teşvik ediliyordu. Filistinli Müslüman nüfus, 1919 yılında Yahudi nüfusun 16 kah kadardı. 1947'ye kadarki göçle iki tarafın nüfusu eşit hale getirildi.
1914 yılında 1. Dünya Savaşı başlayınca bu bölgeyi Osmanlı ordulan Filistin Cephesi olarak savundu. İngilizler Mısır' ı işgal edince Filistin'i de işgal etmiş oldular.
1944 yılında Yahudi asıllı ABD Başkanı Franklin Roosvelt (Öl. 1945), Filistin' de bir Yahudi devleti fikrini desteklediğini, bunun için gayret göstereceğini ilan etti.
1936 yılında Rusya Politbürosu, Yahudi devleti hususunda ne gerekiyorsa yapacağını deklare etti.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise, "Ben hayatta olduğum müddetçe Müslüman topraklarında böyle bir devletin kurulmasına asla izin vermem." diye dünya basınına demeç verdi. 1938' de Atatürk' ün vefatıyla önemli bir engel aşılmış oluyordu.
1939-1945 arasındaki il. Dünya Savaşı, Almanya' da Yahudi katliamına dönüşen Nazi baskısı Yahudi üst sınıfın ABD' ye, alt sınıfının ise Filistin' e göç etmesini hızlandırdı.
İngiltere'nin teşviki ile Filistin toprakları Yahudiler ve Filistinliler arasında bölüştürüldü. Bu bölüşüm, işi tamamen çıkmaza soktu. Bu taksim ve paylaşım, Arap ülkeleri arasında infiale sebep oldu.
13 Mayıs 1948' de İngilizler Filistin' i terk etti. Terk etti ama ellerindeki bütün askeri malzemeyi Yahudilere bırakıp ayrıldılar. İngilizlerin ayrılışından bir gün sonra, 14 Mayıs 1948' de Yahudiler İsrail Devleti'nin kuruluşunu resmen ilan
229
HALİT BÜLBÜL
ettiler. Bu ilandan 10 dakika sonra ABD, iki saat kadar sonra da Rusya İsrail Devleti'ni resmen tanıdı. Türkiye Cumhuriyeti de İsrail devletini 1949 yılında resmen tanıdı.
1929 yılında Kudüs'te, ilk kez Yahudilerle Müslümanlar arasında 15 gün süren çarpışmalar yaşandı. Resmi rakamlara göre, 136 Yahudi hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden Müslüman sayısı da bundan az değildi.
11 Mayıs 1949 tarihinde, bir ay farkla, Birleşmiş Milletler İsrail'i üyeliğe kabul etti.
15 Mayıs 1948 tarihine dönelim. İsrail Devleti ilan edilir edilmez Mısır, Lübnan, Irak, Su
riye, Ürdün, Suudi Arabistan ve Yemen İsrail' e savaş ilan ettiler. Toprakların önemli bir bölümüne de hakim oldular. Ancak, ABD-Rusya ve İngiltere aralarında anlaşarak mütareke imzalattılar. Bu mütareke anlaşması İsrail' e zaman kazandırmak içindi, Araplar bu oyunu anlayamadılar.
Bu üç ülke, İsrail' i silah deposu haline getirdi. Birleşmiş Milletler, Kont Bernadot'u İsrail ve Filistinliler
arasında arabuluculuğa tayin etti. Bernadot ise "Siyonizmin çıkarlarına hizmet etmem." diyerek karşı çıktı. Bernadot, bunun üzerine öldürüldü. Kont Bernadot, İsveç kralı V. Gustav'ın yeğeni idi.
Kudüs' ün Filistinli Müslümanlarla Yahudiler arasında taksim edilmesi de burada adeta bitmeyen bir din ve kin kavgası istemek demekti.
19 Ekim 1956 yılında yeniden Arap-İsrail savaşı başladı. 6 Kasım 1956'da BM'nin araya girmesiyle ateşkes sağlandı. Filistinliler 1964 yılında milli varlığı korumak adına FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) adıyla örgütlendiler. İlk FKÖ teşkilatı başkanlığına Ahmet Şugayrı getirildi.
230
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAGLAR BOYU DİN KAVGALARI
5 Haziran 1967 günü İsrail ordusu Mısır Hava Kuvvetleri'ne saldırarak onları imha etti. 6 gün süren bu savaştan sonra Sina Yarımadası dahil, Gazze, Batı Şeria ve Suriye toprağı olan Golan Tepeleri ile Kudüs' ün tamamı İsrail hakimiyetine girdi.
Filistinliler değişik örgütler kurarak İsrail ile savaşı sürdürdüler. Bazı liderlerin ve örgütlerinin tanınması için kısa birkaç örnek vereyim.
Yaser Arafat (Öl. 2004): "El Fetih" adlı örgütü kurdu. Çin lideri Mao'nun halk savaşı taktiğini benimsemişti.
George Habbaş (Öl. 2008): Filistinli Ortodoks Hıristiyan bir ailede dünyaya geldi. FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) adlı Marksist ve Leninist akıma yönelik örgütün başkanlığını yapan George Habbaş, 2004 yılında 81 yaşındayken hayatını kaybetti .
Naif Havatmen (Öl. ?): Ürdünlü Hıristiyan bir ailede doğdu. FDHKC (Filistin Demokrat Halk Kurtuluş Cephesi) adlı örgütün lideridir.
Abdülvehhab Kayalı (Öl. ?): AKC (Arap Kurtuluş Cephesi) adlı örgütün lideri ve kurucusudur. Baas Partisi yönündeki fikirdaşlarınca faaliyetini sürdürmüştür. Filistin' de değişik dini ve milli grupların oluşturduğu irili ufaklı daha birçok örgüt kurulmuştur.
Henüz yeni sayılan HAMAS (İslami Direniş Hareketi), 1987 yılında Şeyh Yasin ve arkadaşları tarafından kurulmuştur. Bugün için (201 4 yılında) bu örgüt Filistin' de hükümet halindedir. Mısır' daki İhvanül Müslimin (Müslüman Kardeşler) örgütünün paralelinde görüldüğü için İsrail ve diğer Filistinli gruplarla arası son derece bozuktur.
231
HALİT BÜLBÜL
6 Aralık 1987'de Hamas örgütünün başlatbğı intifada (başkaldırı, isyan) hareketi taş, sopa, saman, silah ne buldularsa kullanılarak sürdürülmektedir.
Irak-İran arasındaki savaş, sonrasında ABD ve müttefikleriyle Irak arasındaki körfez savaşları, İsrail' in elini güçlendirdiği gibi Filistinlileri iyice çıkmaza sokup perişan etmiştir.
ABD, AB, BM, Rusya gibi aktörler derhal müdahale edip Filistin-İsrail arasında kalıcı bir barış sağlamazsa bu din ve kin anlayışı ile daha çok canlar yanacağa benziyor. Bu topraklarda çıkarı olan ülkeler, kendi paralelinde hareket eden gruplara destek vererek ateşe odun atmaya devam ediyorlar. Açıklamaya çalıştığım gibi; bu topraklarda Müslüman, Yahudi, Hıristiyan ve diğer inançlarda çok sayıda insan yaşıyor.
Dinlerini kin haline getirmiş fanatik grupların insan öldürmenin değil, insanı yaşatmanın erdem olduğunu anlamasını kimse beklemesin. Bu topraklarda din olsaydı kin ve nefret olmazdı.
Son bir örnek olarak yakın tarihe bakalım.
BOSNA HERSEK'TE DİN KAVGALARI
Bosna Hersek, eski Yugoslavya'nın bir eyaleti idi. Yugoslavya topraklarına gelen ilk insanlar İlliryalılar olup
sonraları Islavlar (Slavlar) yerleşmişlerdir. Zamanla İlliryahlar, Slavların içinde kaybolup asimile olmuşlardır.
Yugoslav topraklarına Avusturyalılar, Macarlar, İtalyanlar, Fransızlar hakim olmuşlar; ama uzun süre bu topraklara Osmanlı Türkleri egemen duruma gelmiştir.
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
Eski Yugoslavya ve çevresinin etnik ve demografik yapısı oldukça karışıktır. Sırp, Hırvat, Boşnak, Macar, Roman, Yunan, Bulgar, Türk, Arnavut gibi birçok kavmin izlerinin ve kültürlerinin harmanlandığı bir bölgedir.
Yugoslavya toprakları, eskiden beri Sırbistan olarak biliniyordu. 1 389 yılında meydana gelen 1. Kosova Savaşı ile bölgeye Osmanlılar hakim oldular.
Osmanlı padişahı 1. Murat'ın ordusu ile Sırp komutan Lazar liderliğindeki Balkan ordusuna karşı savaştı. Balkan ordusuna Sırp komutan liderlik ediyordu ama ordu çokuluslu bir yapıdaydı. Bu savaşa 1. Kosova Savaşı denir.
Bu savaştan yaklaşık olarak 59 yıl sonra, bu sefer Fa tih Sultan Mehmet'in babası il. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Macar Janoş Hunyadi komutasındaki çokuluslu ordu savaş yaptı. il. Kosova Savaşını da Osmanlı ordusu kazandı.
Bölgede zaman içinde Hıristiyanlığın pek tanınmayan "Bogomil" mezhebine bağlı olanları (Bosna Hersekliler) Müslüman oldular. Aynı Slav ırkından olan Hırvatlar, Hıristiyanlığın Katolik mezhebinde kaldılar. Sırplar ise Ortodoksluğu benimsediler. Aynı Slav ırkından Hırvatlar ve Sırplar Hıristiyan, ama mezhepleri farklı; Bosnalılar ise Müslüman, dinleri ayrı.
Bu dini ayrım konusunda biraz açıklama yapmakta fayda var. 5 milyon civarındaki Bosna Hersek'in % 44'ü Müslüman, % 31' i Sırp Hıristiyan, % 18'i Hırvat Hıristiyan, geriye kalanı da diğer dini azınlık unsurları teşkil etmektedir. Yani, Bosna Hersek' teki Müslüman nüfus 2 milyonu bile bulmadığı halde, 20. yüzyılın sonunda bu küçük Müslüman toplum Sırplarca yok edilmekle yüz yüze kalmışlardır.
233
HALİT BÜLBÜL
Bosnalı Müslümanlar, Türkçe bilmese bile İslam ile Türklüğü eşit gördükleri için, "Biz Müslümanız," yerine "Türk' üz."
Asırlardır sürüp giden Sırplardaki Türk, Müslüman ve Osmanlı kini 1992-1993 yıllarında katliama dönüşmüştür.
28 Haziran 1914 günü Avusturya-Macaristan imparatorunun oğlu ve eşi, Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna'da bir Sırp milliyetçisi tarafından vurulup öldürülünce, bir müddet sonra 1. Dünya Savaşı'nın fitili ateşlenmiştir. Zaten 1912 yılında meydana gelen Balkan Savaşı'nın dumanı henüz tütmekteyken şimdi cihan harbi başlamıştı.
1918 yılında Bosna, Sırp ve Slovenlerle birleşip Yugoslavya' run bir eyaleti oldu. 1946 yılında Yugoslavya'yı meydana getiren 6 eyaletten birisi oldu. Müslüman Bosnalılar, aynı kökten olmakla birlikte Sırp olarak anılmayı kabul etmiyorlardı.
1971 yılında devlet başkanı Mareşal Tito, Bosnalılara ulus statüsü verdi. 1980 yılında Tito ölünce eyaletler arasındaki etnik ve dini nefret yeniden hortladı.
Sovyetlerin hortlaması ile Yugoslav eyaletleri de bağımsız devlet olmak için hazırlığa başladılar. Slovenya'nın ve Bosna Hersek' in bağımsız olmasına Sırplar (Sırbistan) şiddetle karşı çıkb. Sırbistan'ın, Eski Yugoslavya'nın tek mirasçısı olma yönündeki çabası, iç savaş çıkmasına sebep oldu.
Avrupa Birliği ve Almanya'nın ağırlığını koyması ile sorun çözüldü sanıldı. 1990 sonunda yapılan seçimde, Aliya İzzetbegoviç devlet başkanı seçildi. 1992 yılındaki bir referandum ile Bosna Hersek eyaleti bağımsızlığını ilan etti.
Ne olduysa bundan sonra oldu. Sırplar, Boşnak avına çıkhlar. Irza geçme, topluca kurşu
na dizme, bombalama, yakıp yıkma sonucu üç yüz bin ci-
234
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇACLAR BOYU DİN KAVGALARI
varında Müslüman'ı öldürdüler. İslam'a olan kin ve nefretleri sebebiyle camileri hedef alıp yakıp yıktılar. Osmanlı'ya ve Türklere olan kinleri sebebiyle köprüleri, çeşmeleri bile onların eseri diye harap ettiler.
Avrupa'nın ortasında bu vahşet yaşanırken dünya adeta seyretti.
Avrupa Birliği ülkeleri, ABD adeta eli kolu bağlanmışçasına çaresizlik içinde sadece seyrettiler. Hollanda Birliği' nin görevini yapmaması sonucu Sırplar 8000 Boşnak'ı bir günde öldürdü.
Nihayet ABD'nin son bir gayreti ile iç savaş ve katliam sona erdi ama Bosna mezarlığa ve harabeye çevrildi. 500 yıl Osmanlı egemenliğinde kalan Yugoslavya' da neredeyse Müslüman soykırımı yaşandı. Sonradan bazı Sırp komutanlar ve idareciler, göstermelik olarak suçlu ilan edilip yargılansa da olanlar oldu.
Halbu ki Hz. İsa'nın ve Hz. Muhammed' in yolundan gittiğini iddia eden Hıristiyan ve Müslümanlardan beklenen; Allah'ın mülkünde sevgiyi, saygıyı, dostluğu, barışı, kardeşliği ve dayanışmayı hakim kılmaktı. Ama din anlayışları kin ve nefret olmuştu ve tanrılar kan istiyordu.
ALLAH11N itiltÖiGi ' VE İNSANLARIN UYDURDUGU .. ' .. . · . . : '.' ]")i N.
nocu(İ(frABEV i
, ,,_' ! .- .' ' } ·; . • Halit Bülbül . . . , ;
VİCDANIN SESi tU
oocu(iJTABEVİ
İslam ve Kapitalizm
R. İhsan Eliaçık Eren Erdem Hakkı Yılmaz Yılmaz Yunak
Sadrettin Palaoğlu
HALİT BÜLBÜL ilahiyatçı, eğitimci yazar. 1958' de doğdu. İlahiyat eğitimi aldı. Sarf, nahiv, meani. mantık, felsefe, ilmi kelam (akaid) tefsir ve hadis usulü, fıkıh (İSlam hukuku) feraiz (İSlam miras hukuku) Arap Dili ve Edebiyatı konulannda tahsilini yaptı. Dinler ve medeniyetler üzerine araştırmalar yaptı. Sümer, Akat, Hitit, Roma, Yunan, Mısır, Türk, Pers, Arap ve Anadolu medeniyetleri üzerindeki çalışmalarıyla tanınmaktadır. Almanya ve Avusturya' da 1980'den beri eğitim ve öğretim sahasında faaliyetlerini sürdürmüştür. Ailesiyle birlikte Almanya' da yaşamaktadır.
TARİHİN SÜZGECİNDE Ç�GLAR BOYU DiN KAVGALARI "Allah'ın İndirdiği ve İnsanların Uydurduğu Din': "Dindarlık ve Dincilik': "Kııran'ın Hurafelerle Savaşı" kitaplarının yazarı Halit Bülbül, bugünü anlamamıza hizmet edecek � yaşarımış din kavgalarını ele alıyor. Herkesin anlayacağı bir dille oıd:P yeni bir pencere açıyor. "Tarih boyu lıer dttı'.�1 Ö�&�e. en büyük düşmanlık, kendi içinden gelrnişyr,plı, ��-ae böyle olmufur. Dindarlık ··rfuıti\� '� dinin yasaklaA� her k.öti4Jt ılnuştır. İnsan-(J> �· -.um, .,_, - . . yap 1ann ımllf9i �. �uslarr1Jii8a�'maruz bırakılmıştır. Bu · günümüzden binlerce yıl evveline,,ıdeta zaman tüneline girip ha
• · -�dıracpz ve adeta b�e binlerce yıl öncesini b , � pekd� bulacaksınız. <
f � . , �eraen, Akad&n, Roma&n, Pers'ten birçok pencere �ya ça4iLk. Eınevi, Abbasi, Selçuklu dönemlerinde olanlarla bugüne�� Kısacasit, bu kitapta �· llDllİ taril.1i boyunca, günümüze kadar geçen öıv:mH o� i'1U'c!r nu.ı.n güncellemeye, bugün bizimle oıati tpıfii �"
...
1 11 1 11 1 1 11 9 7860 5 5 2 96902
HALİT BÜ LBÜ L ilahiyatçı, eğitimci yazar. 1958' de doğdu. İlahiyat eğitimi aldı. Sarf, nahiv, mearu, manbk, felsefe, ilini kelam (akaid) tefsir ve hadis usulü, fıkıh (İslam hukuku) feraiz (İslam miras hukuku) Arap Dili ve Edebiyatı konularında tahsilini yaptı. Dinler ve medeniyetler üzerine araştırmalar yaptı. Sümer, Akat, Hitit, Roma, Yunan, Mısır, Türk, Pers, Arap ve Anadolu medeniyetleri üzerindeki çalışmalarıyla tanınmaktadır. Almanya ve Avusturya' da 1980' den beri eğitim ve öğretim sahasında faaliyetlerini sürdürmüştür. Ailesiyle birlikte Almanya' da yaşamaktadır.
TARİHİN SÜZGECİNDE ÇAÖLAR BOYU DİN I<A VGALARI ''.Allah'ın İndirdiği ve İnsanların Uydurduğu Din': "Dindarlık ve Dincilik': "Kuran'ın Hurafelerle Savaşı" kitaplarının yazarı Halit Bülbül, bugünü anlamamıza hizmet edecek tarihte yaşanmış din kavgalarını ele alıyor. Herkesin anlayacağı bir dille okura yeni bir pencere açıyor.
"Tarih boyu her dine, özellikle de ilahi dine, en büyük düşmanlık, kendi içinden gelmiştir. Bu, İslam dini için de böyle olmuştur.
Dindarlık görüntüsü ile dinin yasakladığı her kötülük yapılmıştır. İnsanların malları, canları, hatta namusları bu tehlikeye maruz bırakılmıştır.
Bu kitapta; günümüzden binlerce yıl evveline, adeta zaman tüneline girip hayalinizde canlandıracağınız ve adeta bugünle binlerce yıl öncesini buluşturacağınız anekdotlar bulacaksınız.
Mısıraan, Babiföen, Sümeraen, Akadaan, Romaaan, Pers'ten birçok pencere açmaya çalıştık. Emevi, Abbasi, Selçuklu dönemlerinde olanlarla bugüne bakacağız.
Kısacası, bu kitapta insanlık tarihi boyunca, günümüze kadar geçen önemli olaylara işaret edip konuları güncellemeye, bugün bizimle olan ilgisini kurmaya çalıştık."
il 11 1 11 1 11 11 9 7860 5 5 296902