hayatın kalbi camiler...merhametin neşvünema bulduğu evler, görünmez zincirlerle birbirine...

84

Upload: others

Post on 27-Feb-2020

12 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Camiler geçmişten günümüze Müslüman bilincinin oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Herhangi bir ayrım yapmaksızın kapısı bütün inananlara açık olan camiler, kardeşlik duygularını yeşertmiş, birlik ve beraberliğin teminatı olmuşlardır. Yaradan’ın huzurunda eşitlenmenin sembolüdürler. Asırları aşan İslam kültür ve medeniyetinin taşıyıcısı ve aynı zamanda koruyucusu olan camiler şehrin kalbi mesabesindedirler. Öyle ki yüzyıllar boyu, ilmî çalışmaların merkezi, hayatın odak noktası, yaşamın biteviye ve iç içe aktığı mekândır camiler.

Genci, ihtiyarı, çocuğuyla, kadını erkeğiyle toplumun tüm kesimlerinin camiyle irtibatlı olması, Hz. Peygamberin bir sünnetidir. Ailece camiye gitmek, cami ile buluşmak Müslüman toplumun inşasında en önemli adımlardan biridir. Diyanet Aile Dergisi olarak Camiler ve Din Görevlileri Haftası münasebetiyle ekim ayında Pencere köşemizde “Cami ve Aile” konusuna değindik. Tuğrul Okay, yazısında Allah’ın evi mabetler ile sevgi ve merhametin neşvünema bulduğu evlerimizin, görünmez zincirlerle birbirine bağlı, birbirine omuz veren iki güçlü toplumsal sütun olduğunu dile getirdi. Dr. Davut Ağbal, “Namaz Kulluğun İzharıdır” ile Bir Ayet Bir Yorum köşemizin konuğu oldu. Hicretle birlikte düzenli bir şekilde cemaatle kılınan namazın İslam toplumunun alametifarikası olduğunun altını çizdi. Merve Şahinkaya, Biz Bize köşemiz için hayatın hızına ve keşmekeşine bir es vermenin gerekliliğini yazdı: “Huzura Vardığında…”

Bu ay söyleşimizi Sultanahmet Camii İmam Hatibi Emrullah Hatipoğlu ile gerçekleştirdik. “Sultanahmet benim hayatımda kabul olunmuş duamdır.” diyen Hatipoğlu, insanların camilerimizle buluşturulmasının önemini hatırlattı. Çocuğum Büyürken’de Fatıma Güner “Çocuk ve Olumsuz duygular” başlığıyla çocuklarımızı olumsuz duygulardan korumanın ipuçlarını verdi. Psikolojik danışman Asuman Düzgün ise öz denetimli çocuklar yetiştirmek için ailelere düşen görev ve sorumlulukları kaleme aldı. Umut Güner, Geçmiş Zaman Olur ki için “Kadim ve Kutsal Şehir Kudüs’ün Fethi”ni yazdı. Portre’de ise Zeynep Demir’in kaleminden önemli ediplerimizden Ömer Seyfettin’i ağırladık.

Kalbe Dokunan Hikâyeler, Kültür Sanat, Bir Nefes Sıhhat ve diğer köşelerimizle ekim ayında dergimiz yine dopdolu. Siz değerli okurlarımızı birbirinden kıymetli yazılarımızla baş başa bırakırken bütün din görevlilerimizin Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nı tebrik ediyor, bu vesileyle ahirete intikal eden görevlilerimize Cenab-ı Hakk’tan rahmet diliyoruz.

Hayatın Kalbi Camiler

Dr. Elif Arslan

TAKDİM

9Ekim

68

4

24

4 CAMİ VE AİLE Tuğrul Okay

12 NAMAZ KULLUĞUN İZHARIDIR Dr. Davut Ağbal

14 ANA BABA CENNETİN İKİ KAPISI Dr. Bahattin Akbaş

16 KAHVE MOLASI Esma Türkseven

18 SOHBET ADABI: DİNLERKEN VE SÖYLERKEN... Sümeyra Çelik

22 HUZURA VARDIĞINDA... Merve Şahinkaya

24 GEÇMİŞİN YÜKLERİNDEN KURTULMAK Beyhan Budak

28 MİNNET Abdurrahman Alkan

32 ÇOCUK VE OLUMSUZ DUYGULAR Fatıma Güner

36 BİRKAÇ İYİ FİKİR Kevser Koçakoğlu

38 SÖYLEŞİ Emrullah Hatipoğlu

42 CENAZE HİZMETLERİ Ramazan Arslantaş

44 DEDEMİN ARDINDAN Müberra Aktürk

46 EĞİTİM YARIŞINDA Müzeyyen Yazıcı

48 ZAMAN ZAMAN İÇİNDE Emine Öztemel

50 İYİYİZ Dr. Elif Aydın

Diyanet İşleri Başkanlığı AdınaSahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

Dr. Fatih KURT

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüDr. Elif ARSLAN

Mali İşler ve Dağıtım SorumlusuBünyamin KAHRAMAN

Yayın KoordinatörleriSema BAYAR

Esma TÜRKSEVENMuhammed Kâmil YAYKAN

Hilal KOÇ HANCI

Dijital MedyaÖmer GÜÇLÜŞahin BODUR

TashihMuhammed Kâmil YAYKAN

ArşivAli Duran DEMİRCİOĞLU

Grafik-TasarımKaizen Medya

www.kaizenmedya.com.tr

İletişimDini Yayınlar Genel Müdürlüğü

Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara

Tel : 0312 295 86 61 - 62Faks: 0312 295 61 92

[email protected]

dergi.diyanet.gov.tr dibailedergisi diyanetailedergisi

Cami ve Aile

56

38

46

48

18

52 İNKIRAZDAN İNKİŞAFA: ÖMER SEYFETTİN Zeynep Demir

54 KIRKAMBAR Mehmet Han

56 GÜZEL ATLAR ÜLKESİ: KAPADOKYA Eda Saklı Köksal

60 KULUN, RABBİ KARŞISINDAKİ DURUŞU İbn Kayyim el-Cevziyye

62 KİTAPLIK Kemal Koçer

64 MÜTEVAZI BİR BAŞLANGIÇ Sema Bayar

68 GEBELİK DİYABETİ VE ŞEKER YÜKLEMESİ Op. Dr. Güler Şahin

70 KADİM VE KUTSAL ŞEHİR KUDÜS’ÜN FETHİ Umut Güner

72 DOĞRULUKLA YOL ALAN DOĞRUYA VARIR Gülşen Ünüvar

74 ALLAH RESULÜ’NE ÖMÜR BOYU HİZMET EDEN MÜŞFİK BİR ANNE: ÜMMÜ EYMEN Dr. Ömer Faruk Akpınar

76 AKLİYAT Kağan Yaman

78 ÇENGEL BULMACA Ali Osmanoğlu

80 EL ELE VEREREK İNSANLIĞI BÜYÜTELİM ÇOCUK! Ayşe Ünüvar

Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye İşletme Müdürlüğünün

T.C. Ziraat Bankası, Ankara Kurumsal Şube IBAN: TR94 0001

0017 4505 9943 0850 41 nolu hesabına yatırılması ve makbuzun

fotokopisi ile abonenin hangi sayıdan başlayacağını bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya

e-mailin Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletmesi

Müdürlüğüne gönderilmesi gerekmektedir.

Temsilcilikler;Yurt içi: İl Müftülükleri,

İlçe Müftülükleri Yurt dışı: Din Hizmetleri

Müşavirlikleri, Din Hizmetleri Ataşelikleri.

Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın, Diyanet Aile Dergisi (Türkçe)

Basım Tarihi: 18.09.2019Baskı

İleri Basım Matbaa A.Ş.Tel: 0212 454 32 55

Abone İşleriTel: 0312 295 71 96-97Faks : 0312 285 18 54

e-mail: [email protected]

online abonelik:yayinsatis.diyanet.gov.tr

Abone ŞartlarıYurt içi yıllık: 60.00 ₺

Yurt dışı yıllık: ABD: 25 ABD Doları AB Ülkeleri: 24 Euro

Avustralya: 40 Avustralya Doları İsveç ve Danimarka: 200 Kron

İsviçre: 40 Frank

Yayımlanacak yazılarda düzeltme

ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların

bilimsel sorumluluğu yazarlarına

aittir. Diyanet Aile Dergisi, Diyanet

İşleri Başkanlığı yayın organıdır.

Dergide yayımlanan yazı, konu,

fotoğraf ve diğer görsellerin her

hakkı saklıdır.

İzinsiz, kaynak gösterilmeden her

türlü ortamda alıntı yapılamaz.

GÜZEL ATLAR ÜLKESİ

Kapadokya

Aile | Ekim 20194

PENCERE

Tuğrul Okay

Aile | Ekim 2019 5

PENCERE

Cami ve AileAile ve cami, Müslümanların ilk günden beri titizlikle korudukları, üzerine titredikleri iki kurum, iki huzur iklimi, iki kale... Allah’ın evi mabetler ile sevgi ve merhametin neşvünema bulduğu evler, görünmez zincirlerle birbirine bağlı, birbirine omuz veren iki güçlü toplumsal sütundur. Müslümanlar için iki dünya saadeti, bu sütunların ayakta olmasıyla mümkündür. Şöyle bir durup düşünecek olursak, bugün, bir ailenin, bitmek tükenmek bilmeyen dünya telaşına ara vererek bütün fertleriyle camiye gitmesinden, camiyi şenlendirmesinden daha güzel ne olabilir? Böyle bir davranış, İslam’ın el üstünde tuttuğu iki değerli haneyi birleştirmek anlamına da gelecektir. Kaldı ki yaşam boyu devam edecek ibadet bilinci, aile ortamında ve mabetlerde elde edilir.

Aile | Ekim 20196

PENCERE

İslam aile yapısı, iki insan ara-sındaki ilişkiyi hukuki ve vicdani olarak rasyonel bir temel üze-rinde inşa eder. Erkeğin ve kadı-nın birbirine karşı hak ve sorum-luluklarını, onların fıtratlarına uygun şekilde yerli yerine otur-tur. Eşler arasında karşılıklı sevgi ve saygının, anlayış ve özverinin egemen olduğu bir atmosfer, her şeyin üzerinde tutulur.

Bugün İslam dünyasının en müstesna değeri hâlâ ailedir. Ahlakın büyük ölçüde erozyo-

na uğradığı modern dünyada Müslümanlar, medeniyetleri-nin çekirdeğini teşkil eden aile kurumunu büyük bir titizlikle muhafaza etmekte, onu dış tesirlerden olabildiğince koru-maktadırlar. Bugün İslam dün-yası ile Batı arasında yapılacak bir mukayesede ilk elden varıla-cak sonuç, bizi İslam dünyasının elindeki en büyük gücün aile ol-duğu gerçeğine götürür. Bu yüz-den aile çevresinde şekillenen eğitimin, bireysel ve toplumsal

erdemlerin korunması nokta-sında Müslümanların dikkat kesilmeleri gereken bir süreci ihtiva ettiği unutulmamalıdır.

Ailenin korunmasındaki en önemli etkenlerden biri, aile fertleri arasında dinî atmosfer sayesinde oluşturulan koruyu-cu katmandır. Bu katman âdeta aileyi dış tesirlerden koruyan, kendi içinde sarsılmaz halkalar-la birbirine kenetleyen bir ma-hiyet arz eder. Çünkü gerçek an-lamda yakınlık, insanların yüz yüze bakmalarıyla değil, birlikte aynı yöne bakmalarıyla tezahür eder.

Dinî pratikler, aileye bu fırsatı sağlar. Birlikte aynı Yaradan’a aynı zamanlarda aynı duygu-larla yönelen insanlar arasında oluşacak bağ, başka hiçbir şeyle ikame edilemez.

Sabah namazlarına kalkan bir aile, ebeveyninden çocuklara kadar bambaşka bir ruhsal ik-limin kuşatması altına girmiş olur. Aynı mabuda el açıp on-dan yardım dilemek, bereket ve merhamet talep etmek, her şeyden önce duanın sahipleri üzerinde dönüştürücü bir etkiye sahip olacaktır.

Peygamber Mescidi

Aile ve ibadet kavramı, modern yaşamda pek de birbiriyle ilişki içinde kavramlar olarak telaffuz edilmez. İnsanların hız ve telaş sarmalında ibadetleri gittikçe bireyselleştirdikleri gözlenir. Hâlbuki İslam’ın ilk asırların-dan itibaren ibadetler bir ya-nıyla ruhsal/bireysel bir yanıyla da toplumsal/ailevi bir veçhe-ye sahiptir. Hz. Peygamber’in Müslümanların vakit namaz-larını mescitte eda etmelerine

dair güçlü emir ve tavsiyeleri, İslam’ın ilk muhatap halkası sahabeler üzerinde büyük bir etki uyandırmış, bu noktada du-yarlılık gösteren sahabeler çok önemli bir mazeretleri olmadık-ça namazlarını mescitte, cema-atle kılmışlardır.

Peygamber mescidinde erkek-lerin yanı sıra kadın ve çocuklar için de bölümlerin olduğu, ha-nım sahabelerin vakit, cuma ve bayram namazlarında Allah Re-sulü’nün arkasında saf tuttuk-ları bilinmektedir. Bu yönüyle ibadetler ve özellikle de namaz, kadın erkek genç yaşlı toplumun her kesiminden insanı birleştiri-ci bir özellik taşır, âdeta sağlam bir toplum inşasında harç vazi-fesi görür.

Hz. Aişe’den (r.a.) nakledilen bir rivayet şöyledir: “Resulüllah, sa-bah namazını kıldırdığı zaman mümin kadınlar örtülerini örte-rek orada hazır bulunurlar, daha sonra da evlerine dönerlerdi ki onları kimse tanıyamazdı.” (Buhârî, Salat, 13)

Hz. Peygamber (s.a.s.), kadın-ların ve genç kızların bayram namazlarına gelmesini teşvik etmiş (Buhârî, İdeyn, 12), mescit-te onlara nasihatte bulunmuş (Buhârî, İdeyn, 16), kadınların talebi üzerine haftanın belirli günle-rinde onların sorularını cevap-landırmıştır (Buhârî, İlim, 36).

Bir yandan bütün toplumu tek çatı altında ve ortak dinî hassa-siyetler etrafında birleştirirken diğer yandan da o toplumun yapı taşlarından olan kadınları kendi yaratılış özelliklerini göz önünde bulundurarak muhatap almış, onlarla hususi olarak ilgi-lenmiştir.

Caminin Birleştirici Gücü

İslam dini herhangi bir zümreye özgü değildir. O ilk günden iti-baren dünyevi seçkinlik algısını ortadan kaldırmış, Allah karşı-sında herkesin eşit sorumluluğa sahip bireyler olduğunu vazet-miştir. Ailece camiye gitmek, bir Peygamber sünneti olarak İslam beldelerinde uzun yıllar tatbik edilmiştir. Çocuğuyla, kadını ve erkeğiyle aile bir bütün olarak camidedir. Kuşaklar camide bu-luşur. Genç ve ihtiyar yan yana saf tutar. Daha sonraki yüzyıl-larda ise mabetlerdeki kimi fi-ziki yetersizlikler yüzünden ve yanlış bir takım algıların yay-gınlaşmasından ötürü ailelerin camilerle buluşması maalesef ki sekteye uğramış, özellikle cemaat içindeki kadınların ve çocukların sayısı günden güne azalmıştır.

Günümüzde ise hemen her ca-mide kadınlar için bölümler ayrılmış, çocukların hem ibadet şuurunu idrak edebilecekleri hem de o masum çocuksu hal-leriyle cami ile aralarında ken-dilerine has bir ilişki geliştirebi-lecekleri ortamlar sağlanmıştır. Ailece camiye gitmenin önünde herhangi bir engel söz konusu

değildir artık. Kaldı ki modern yaşamın aileyi ayrıştıran ve bir-birinden uzaklaştıran rüzgârı karşısında mabetler bugün, dün olduğundan daha büyük bir öneme sahiptirler. Söz gelimi ramazan ayı boyunca topluca gidilen teravih namazları, hem yetişkinler hem de çocuklar üzerinde tarifi imkânsız bir ruh-sal onarıma, kolektif bilince ve sarsılmaz bir güvene zemin ha-zırlayacak, onların kalplerinde sevgi tohumları yeşertecektir.

Her şeyden önce İslam’ın bir ah-lak ve ibadet dini olduğu genç-lerin algı dünyalarına yerleştiril-mek suretiyle, onların zamanın sarsıcı dalgaları karşısında dinç ve diri kalmalarına imkân sağ-lanmış olacaktır. Günümüzde ibadetlerin bireyselleşmesi, zannedildiği gibi bir huşuya değil, aksine dinî hassasiyetler-de tehlikeli bir savruluşa neden olabilir. Müslümanlar, bütün ta-rihî sarsıntılardan sosyal ve bü-tüncül şuurları, birbirine omuz veren din kardeşliği bilinci saye-sinde yara almadan kurtulmuş-lardır. Bugün hâlâ İslam dün-yasında aile kurumunun bütün canlılığıyla ayakta durması, bu bütüncül şuurun bir sonucu ola-rak anlaşılıp okunmalıdır.

Aile | Ekim 2019 7

PENCERE

Müslümanlar, bütün tarihî sarsıntılardan sosyal ve bütüncül şuurları, birbirine omuz veren din kardeşliği bilinci sayesinde yara

almadan kurtulmuşlardır. İslam dünyasında aile kurumunun bütün canlılığıyla ayakta durması, bu

bütüncül şuurun bir sonucudur.

AİLE-CE

Aile | Ekim 20198

PENCERE

Modern dünyaya Müslümanca verilecek en güzel cevap, çağın bitip tükenmek bilmeyen telaşına karşı namazla verilecek bir nefesle mümkün olacaktır.

Şüphesiz ki ibadetler, aile at-mosferinde bambaşka bir boyut kazanmakta, bireyler üzerinde yaşam boyu onları koruyacak bir merkez duyguya malik kıl-maktadır.

Bu merkez duygu, Batı’da on do-kuzuncu yüzyıl itibarıyla tavan yapan deist ve pozitivist savrulu-şun, bizim coğrafyamızdan ken-dine dilediğince kurbanlar elde edememesinin de teminatıdır. Çünkü din ve ahlak her şeyden önce insanın duygu dünyasında filizlenen, kök salan olgulardır. Bu duygu dünyasının kuluçkası ailedir. İnsanın büyüklerinden görerek elde ettiği bilginin ve görgünün yerini başka hiçbir bilgi ve görgü dolduramaz.

Birlikte ibadet etmek, şehrin tarihî ve çağdaş camilerinde birlikte namaza durmak, bunu bir alışkanlığa dönüştürmek ve

özellikle çocukların nazarında keyifle yapılan bir davranış hâ-line getirmek, pek çok manevi nimetin de celbine vesile ola-caktır.

Şehrin Kalbi Camiler

Geçmişte İslam dünyasında ca-miler şehirlerin ve beldelerin merkezinde inşa edilirdi. Şehir-lerin tam kalbinde ulu bir cami yükselir, minareleri şehrin dört bir yanından seçilirdi.

Sokaklar caminin olduğu mey-dana çıkar, sokaklar gibi insan-lar da cami çevresinde birbirine bağlanarak bir bütünlük oluştu-rurlardı.

Bugün Anadolu’da pek çok yer-leşim yerinde Ulu cami adıyla bir caminin olması da bu mi-mari hassasiyetin tezahürüdür. Cami merkez noktaydı. Bu mer-kez noktayı sırasıyla eğitim ku-rumları takip ederdi.

Cami çevresi ilmî çalışmaların, ders halkalarının beşiği olur-du. Ardından sosyal hayatı ida-me ettirecek alışveriş ve pazar yerleri gelir, halka genişlerdi. Dolayısıyla cami sadece bulun-duğu mekân açısından değil yaşamın bizzat kendi işleyişin-de de merkezî bir konumdaydı. Ardından da evler bu halkanın etrafında yer alırdı. Böylece in-san ve mabet arasındaki irtibat, onun evinden sosyal hayatına varıncaya kadar nüfuz eder; bu biçimsel kurgu, fertler üzerin-de düşünsel ve ruhsal imzasını atardı.

Kul ile Yaradan’ı arasındaki bu bağ, yaşam pratikleri açısından da desteklenirdi. Modern dün-ya, böylesi bir güçlü bağa baş-kaldırı olarak tezahür ettiği için, kul ile Rabbi arasındaki ilişki hemen her noktadan tahribata uğramıştır.

Aile | Ekim 2019 9

PENCERE

Modern Zamanlarda Caminin Rolü

Bugün dünya nüfusunun büyük bir kısmı şehirlerde yaşamak-ta, insanlar şehirlerin din dışı dizaynı içinde ibadetlerini yeri-ne getirmeye çalışmaktadırlar. Kapitalizmin muhteris pençesi herkesi bitip tükenmek bilme-yen bir koşu bandına zincirle-miştir. Her geçen gün bir yenisi icat edilen ihtiyaçlar peşinde ko-şan birey, durup düşünmeye, ya-şamın anlamı üzerinde tefekkür etmeye, gerçek ihtiyaçlarını tes-pit etmeye fırsat bulamamakta-dır. Yabancı bir cereyan olarak ibadetlerin tahfif edilmesi ve onlara karşı inancın el üstünde tutulup öne çıkarılması, Batı se-rencamından anlaşıldığı üzere deizme giden yolun tuzakların-dandır.

Yaratıcı’sı ile ilişkisini kopa-ran veya asgari düzeye indiren toplumların önünde gaddarlık ve seçkincilik, kaçınılmaz bir ihtimal olarak belirmektedir. Bugün Müslümanların huşu ve azimle muhafaza edecekleri ibadetleri aslında dünyanın vic-danını temsil eden İslam’ın son kalesini korumak anlamına gel-mektedir. Bu kaleyi ayakta tut-mak, onu Müslümanların me-darıiftiharı olan aile kurumuyla özdeş hâle getirmekle müm-kün olacaktır. Modern dünyaya Müslümanca verilecek en güzel cevap, çağın bitip tükenmek bil-meyen telaşına karşı namazla verilecek bir nefesle mümkün olacaktır. Büyük kazanımlar her zaman küçük bir adımla başlar. O hâlde bugünden tezi yok, ai-lece camilere koşmalı, yediden yetmişe kalplerimizi mamur et-meli, Müslüman toplum olma-nın gereğini yetirmeliyiz.

Sabah namazlarına kalkan bir aile, ebeveyninden çocuklara kadar bambaşka bir ruhsal iklimin

kuşatması altına girmiş olur. Aynı mabuda el açıp ondan yardım dilemek, bereket ve merhamet talep etmek, her şeyden önce duanın sahipleri

üzerinde dönüştürücü bir etkiye sahip olacaktır.

Aile | Ekim 2019

Bugün dünyadaki istatistiki verilerle kıyas edildiğinde evlilik kurumunun İslam coğrafyasında hâlâ ayakta olduğunu görüyoruz. Sizce inanç ve aile arasında nasıl bir ilişki var?

Toprakta yetişen tohum misali insan da aile çatısı altında yetişir. Öyle ki aile, dünyadaki yolculuğumuzun ilk kilometre taşıdır. Merhametin, muhabbetin, iletişim ve etkileşimin filizlendiği yerdir aile. Burada atılan temeller ve bu temeller üzerinde yükselen değerler, birey ve toplumun kişiliğini oluşturur. Aileyi korumanın ilk ve temel şartı, aile bireylerinin benzer bir duygu durumunu yakalamasıdır. Benzer diyoruz zira her biri ayrı bir kişilik olan aile üyelerinin aynı duygu potansiyeline sahip olmasını beklemiyoruz. Bunun oluşmasında inanama duygusunun etkin bir rolü vardır. Dünyanın neresinde olursa olsun kutsal değerler, insanı sadece kendini düşünmekten alıkoyar ve başkalarının da varlığını kabul etmesini sağlar. Öteki ile yaşama olgunluğunun kazanılmasında aşkın bir değere inanmanın, Yaratıcı gücün varlığı ile hemdem olmanın belirleyici etkisi söz konusudur. İslam coğrafyasında aile kurumunun hâlâ güçlü olmasının altında bu güç yatar.

Günümüzün en önemli sorunlarından biri insanların durup kendilerine, kendi iç seslerine, ruhsal ihtiyaçlarına zaman ayırmamaları. Bu durumda modern insan için ibadetin önemi daha da artıyor doğal olarak. İbadet ve modern birey arasındaki ilişki hakkında neler söylemek istersiniz?

Modern insanın kaybettiği temel değer en başta kendisinden uzaklaşmasıdır. Dolayısıyla bugünün insanının en büyük çıkmazı; kendisiyle barışının bozulmasıdır ve kendisini aslında kaybetmesidir. Kendisine zaman ayırdığı yanılgısıyla benliği öne çıkan, yemeğe-içmeye, gezmeye kısacası haz odaklı olmaya yönlendirilen modern insan, tam anlamıyla bir insani krizin içine itilmiştir. Evet, insan olmayı sürdürmede düştüğümüz bu zaaf, aslında bir insani krizdir. Bu öyle bir sarmaldır ki insanın insana saygısı, sevgisi, bakışı, anlayışı, merhameti azalmış ve insandan insana yollar kapanma noktasına gelmiştir. Modern insan, hayatın merkezindeki Yaratıcı güçten uzaklaştığı, ibadet ve onun getirdiği düzlemden koptuğu için huzursuz. İbadet eylemleriyle ruhun da doyuma kavuşması şarttır, ihtiyaçtır. Sadece bedene ve maddi hazlara odaklanan, odaklanması istenen modern insanın temel ruh değerlerini yeniden canlandırması elzemdir. Sadece gördüklerine inanan, onlara sahip çıkma mücadelesine giren günümüz insanı, gördüklerinin ötesindeki dünyaya, duyarsızlaştı. Oysa insan, gerçek ve gerçek ötesini, ontolojik bir bütünlük içinde algılarsa hayatının anlamını kavrayabilir, kendi hakikatine doğru yol alabilir. Bu seyri sülük yolculuğunun başlangıcı olan kendini bilme arayışından uzaklaşıyoruz maalesef.

Aile fertlerinin birlikte yaptığı ibadetlerin, bireyler ve özellikle çocuklar üzerinde nasıl bir etkisi vardır?

Çocukların eğitim ve öğrenme sürecinde temel esas yaşayarak öğrenmeleridir. Çocuklar ve gençler üzerinde anlatılandan çok yapılan eylem etkili olur ve davranış modelleri bu şekilde içselleştirilir. Bugün dünyadaki eğitim sistemlerinde de yaşayarak öğrenme, yaşam boyu öğrenme modelleri hızla öne çıkmaktadır. Dolayısıyla temel insani değerlerin eridiği haz ve hız çağında çocuk ve gençlerin yuva sıcaklığında anne baba ve diğer aile üyeleriyle birlikte olmaları, Yaratıcı güce birlikte yönelmeleri çok önemli bir ruhsal kazanımdır. Ailede hep birlikte ibadet etmek bireyi ve aileyi çağın hastalığı olan yüksek stres ve depresyona girmekten korur. Birlikte ibadet, ruhları perdeleyen gelişigüzel yaşamdan,

Uzmanına Sorduk

PENCERE

10

Dr. İlhami FındıkçıDavranış Bilimleri Uzmanı

AİLE-CE

hayatın her anına nüfuz eden sanal medyadan kurtulmamızı, bireyselleşmeden sıyrılarak birlikte olmamızı, bir olmamızı ve “Bir” yolunda ilerlerken ikiliklerden kurtulmamızı sağlar.

Bildiğiniz üzere camiler dinî fonksiyonlarının yanı sıra Müslüman bilincinin önemli sosyal kodlarından birini teşkil eder. Aile fertlerinin topluca camiyle kuracağı ilişkinin bireysel ve toplumsal kazanımları üzerine neler söylenebilir?

Cami, insanlarla cem olma, paylaşma, eğitim görme, birlikte öğrenme yeridir. Cami, kişisel gelişime süreklilik kazandırdığımız yerdir. Modern insanın temel sorunu da paylaşmama, birlikte olamama, birbirine tahammül edememe sorunu değil midir? İşte tam da bu noktada belirli bir sistematikle cami ziyaretleri, ailenin birliği, ortak bir paydada buluşması, bütün olması, gelişmesi, aralarındaki iletişimin devamlılığı bakımından önemlidir. Aile; birlikte camiye giderek, aynı kıbleye yönelerek, aynı mihraba baş koyarak günümüz ailesinin yitirmeye başladığı güven duygusunu yeşertecektir. İnsan ötelere göz kırpacak, yeryüzünde yalnız olmadığını haykıracak, Allah’la beraber olmanın tadına varacaktır. İşte bu, gerçek bir yaşama sevincidir. Hayatın anlam kazandığı ve kişinin kendi hakikatine doğru yol aldığı gerçek mutluluktur bu. Zira günümüzün modern olma derdindeki insanı, sanal hazların dünyasının kurbanı olmaktan gerçek mutluluğa erişemiyor durumdadır.

İnsanın temel ihtiyacı olan dinî duygu ve inanma ihtiyacının da gelişim dönemlerinin seyrine uygun olarak gelişmesi gerekli ve önemlidir. Maalesef bazı aileler çocuğun her türlü gelişimi ve ihtiyacını en küçük ayrıntılarına kadar izler ama dinî duygunun gelişimine kapalı durur. Hatta kimi zaman yok sayar. Bu durumda çocuk, çevreden edindikleriyle inanmaya çalışır. Seyrettikleriyle Yaratıcı gücü anlamaya çalışır. Seyrettiklerinin de neler olduğu, bireyi nereye yönlendirdiği, yönlendireceği bellidir.

Dolayısıyla ailenin kutsal mekân olan camii ile çocuğu buluşturması, çocuktaki inanma potansiyelini açığa çıkarması açısından mühimdir. Annenin ve babanın bunu ciddi bir iş edinmesi önemlidir. Unutulmamalıdır ki dinî uygulamaların kimi çocuğun kendisini tanıması, varlık anlamındaki rolü için hazırlanmasını sağlar. Namaz, oruç gibi tamamen kişinin gelişimi ve kendisiyle buluşması için var olan ibadetler çocuğun kişilik gelişiminde, olgunlaşmasında ve ahlak bilincinin yerleşmesinde belirleyici bir rol oynar.

Büyük kutsal mekânların içinde kendini aciz bir birey olarak gören insanın, kendine söz geçirmesi, benliğin esaretinde kalmaması, davranışlarını kontrol etmesi çok daha kolay olacaktır.

Tüm bu süreç şefkati ve sağduyulu bir yaklaşımı gerektirir. Anne babanın koyu otorite ile hareket etmemesi, yaptırım uygulamaması, cezaya başvurmaması önemlidir. Anne baba dinî duygunun bilinçli şekilde kazanılması sürecine rehberlik etmelidir. Farklı bir kişiliği olan çocuğu kendilerine benzetmek yerine onun kendi yolculuğunda ilerlemesi için yardımcı olmalıdır.

Çocuklarımıza Namaz ve Cami Alışkanlıkları Kazandırmak İçin:

PENCERE

Aile | Ekim 2019 11

Aile | Ekim 201912

Namaz; belirli vakitler-de, özel birtakım ha-reketlerle, hususi oku-yuş ve zikirlerle yerine

getirilen bir ibadettir. Bu ibadet ilk olarak Allah Elçisi’ne (s.a.s.) peygamberlik vazifesinin veril-mesinden sonraki birkaç yıl içe-risinde, iki vakit ve ikişer rekât olarak emredilmiş, miraç mu-cizesinin akabinde ise beş vakit olarak farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, geçmiş peygamberler ve ümmetleri için de söz konusu edilen namaz, maddi ve mane-vi kirlerden arınmak, vücudun belli yerlerini örtmek, kıbleye yönelmek, namaz kılınabilecek vakitler içerisinde bu ibadeti yerine getirmek ve niyet etmek gibi şartlarının yanı sıra tekbir getirmek, ayakta bir müddet durmak, Kur’an okumak, rükû-

ya varmak, secde yapmak ve son oturuş gibi rükünleri bulunan bedenî bir ibadettir.

Emredilişinin ilk yıllarında ferdî olarak yerine getirilen, Medi-ne’ye hicretin akabinde, mesci-din inşası ile birlikte düzenli bir şekilde cemaatle kılınmaya baş-lanan namaz, bireyin olduğu kadar İslam toplumunun da ala-metifarikası sayılacak ehemmi-yete ve sembolik güce sahip bir ibadettir. Namazın Müslüman bireylerin maneviyatının kilit noktasını teşkil etmesi bir yana Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medi-ne’de oluşturduğu toplumun, hayat tarzının, hatta şehrin na-maz etrafında şekillendiğini söylemek de abartılı bir ifade ol-masa gerektir. Nitekim Resul’ün izini takip eden sonraki nesiller de şehirlerini kurarken camiyi,

dolayısıyla namazı hayatlarının merkezine koymuşlardır.

Ne var ki namazı sadece belir-li şartlar içerisinde ve birtakım eylemlerle yerine getirilen bir ibadet olarak görmek, onun bir Müslüman’ın hayatındaki eşsiz rolünü anlamlandırmada ye-tersiz kalacaktır. Zira namaz ne şeklî ve maddi unsurları sebe-biyle emredilmiştir ne de insan birtakım hareketlerin belirli kurallar içerisinde yerine geti-rilmesi sebebiyle Allah katında değer kazanır. Allah’ın elçisi bu hususa: “Nice oruç tutanlar var ki onlara sadece susuzluk kalır; nice geceleri kalkan (namaz kı-lan) vardır ki kendilerine sadece uykusuzluk kalır.” hadisiyle (İbn Mâce, Sıyâm 21) ışık tutmaktadır. Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’de, namazı en büyük zikir olarak

Namaz Kulluğun İzharıdırDr. Davut Ağbal

Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

BİR AYET BİR YORUM

(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah

yaptıklarınızı biliyor. (Ankebût, 29/45)

AİLE-CE

müminin hayatının merkezine koymakla birlikte üşene üşene kılınan namazı (Nisâ, 4/142), gös-teriş için eğilip kalkmayı, İlahi huzurda duruyor olmaktan ga-fil kalmayı da (Maûn, 107/4-6) yer-mektedir. İşte bunlar bize gös-termektedir ki namaz, sadece birey hayatını zahiren disipline etmekten ve bedensel bir egzer-siz yapmaktan öte, Rabbin hu-zurunda, O’na kulluğun, yaka-rışın, boyun büküşün, sığınışın, teslimiyetin ve yalnızca O’ndan istemenin sembolize edildiği büsbütün bir kulluk izharıdır.

Kur’an-ı Kerim’de namaz, yüzü aşkın yerde zikredilir. Bahsinin geçtiği ayetlerde çoğunlukla na-mazın dosdoğru kılınması (ika-me) emredilir (Tâhâ, 20/14). Ayrıca namazın sürekli bir şekilde eda edilmesine de sıklıkla yer verilir (Bakara, 2/238, Mü'minûn 23/9). Tehlike ve hatta savaş durumunda dahi namazın nasıl kılınacağı ile ilgili detaylı bilgiler Kur’an’da yer al-maktadır ki (Nisâ 4/102) bu, her hâ-lükârda namazda devamlılığın önemine yönelik en veciz işaret-lerdendir. Yüce Kur’an’da nama-zın insanda bıraktığı etki ve na-maz sonrası kazanılan hasletler de konu edilir. Bu minvalde bir içeriğe sahip olan Ankebût su-resi 45. ayet-i kerimede, nama-zın kişiyi ahlaksız eylemlerden (fahşâ) ve kötülüklerden (mün-ker) alıkoyduğu vurgulanır. Na-mazla ilgili bu tanımlama sanki bir taraftan da onun hakikatini ortaya koyar niteliktedir. Ayet-i kerimede namazla bir arada bu-lunması mümkün görülmeyen fahşâ, açıktan işlenen günahlar-la hemen her toplumda suç ve günah olarak kabul edilen yüz kızartıcı ve iffetsizce davranışla-

rı ifade etmektedir. Münker ise hem dinin hem de aklı başında her bireyin kötülüğünü ikrar ettiği günahların ortak adıdır. Dolayısıyla namazı hakiki suret-te eda etmekle yahut gerçekten namaz kılıyor olmakla bu tür-den davranışlar arasında bir ters

orantı bulunduğu söylenebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Namaza itaat etmeyen kişinin (kıldığı bir) namazı da bulunmamakta-dır. Ahlaksızlığı ve kötülüğü terk eden kişi, namaza itaat etmiş ki-şidir.” (Vahidî, el-Basît, 17:531)

Meryem suresi 59. ayet de bu anlamda önümüzü aydınlatan bir yol işareti mesabesindedir: “Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevi tutku-

larının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırı-lacaklardır.” Dikkat edilirse bu-rada; Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Yakub ve onun neslinden gelen sonra namazı terk eden bir topluluğun düçar olduğu manevi hastalıklar ile insanın namaza kendini verdi-ğinde kurtulacağı davranışların birbiriyle örtüştüğü fark edi-lecektir. Bu da göstermektedir ki namaz kıldığını söyleyip de günahı bırakmayanlar sanki hiç namaz kılmamış hükmündedir. Buradan yola çıkarak inananla-rın namazla irtibatının bir nes-neyle irtibatına benzemediği bilakis bu ilişkinin varoluşsal bir ilişki olduğu görülür. Bireyi gerçek bir mümin yapan, ruhu-na dinginlik kazandıran, karak-terini sağlamlaştıran, Allah’a yaklaştıran, hâsılı müminin mi-racı olan başlı başına manevi bir eğitim ve bir huzur kayna-ğıdır namaz. İşte böylesi bir na-maz Allah ile yapılan hususi bir sohbetin adıdır (Buhârî, Salât 36). Canla başla Allah’ın zikrine ko-şup O’nun huzurunda korku ve ümitle (Secde, 32/18), gönül huzuru ve sadece O’na itaat etmenin şu-uruyla elde edilen bir yakınlıktır. İşte böylesi bir namaz, toprak-tan yaratılmış bir âdemi, kibrit-i ahmer gibi altına çeviren, alnını yere koyduğunda onu Rabbiyle buluşturan (Müslim, Salât 215) kul-luk mertebelerinin en yücesidir. Böylesi büyük bir iş ancak büyük bir yâd edilişe layıktır: Kulun Rabbini zikredişinden daha yü-cedir Rabbinin onu anması (An-kebût,29/45)…

Ne mutlu namazın hakikatine erenlere…

BİR AYET BİR YORUM

Namaz; bireyi gerçek bir mümin yapan, ruhuna dinginlik kazandıran, karakterini sağlamlaştıran, Allah’a yaklaştıran, hâsılı müminin miracı olan başlı başına manevi bir eğitim ve bir huzur kaynağıdır.

Aile | Ekim 2019 13

Aile | Ekim 201914

ANA BABACENNETİN İKİ KAPISI

Dr. Bahattin AkbaşDİYK Kurul Uzmanı

Anne ve baba insanın dünyaya gelmesine ve-sile olan en değerli var-lıklardır. Yaratılmışlar

içerisinde insana en yakın olan da insan üzerinde en çok hakkı bu-lunan da anne ve babasıdır. İnsan dünyaya geldiğinde tabii ihtiyaç-larını karşılamaktan bile acizdir. Bakıma, himayeye, sevgiye, ilgiye ve şefkate muhtaçtır. Anne baba, bu küçük yavruya bakar, onun her türlü ihtiyaçlarını karşılar, kendi hayatını dahi tehlikeye atarak onu korur, himaye eder, büyütür. Anne ve baba, karşılık bekleme-den sever, hiçbir çıkar gözetme-den verir, çocuklarını yetiştirirken her türlü sıkıntıya göğüs gerer. Yüce Allah, bir annenin yavrusu-nu karnında taşırken ve dünyaya getirirken çektiği zahmete işaret-le şöyle buyurmaktadır; “İnsana, anne ve babasına iyi davranması-nı emrettik. Annesi onu zahmete katlanarak taşıdı ve zorluk çeke-rek doğurdu. Karnında taşıması ve sütten kesmesinin süresi otuz aydır…” (Ahkâf, 46/15). Bir baba da se-vabını yalnızca Allah’tan umarak helal rızıkla evladını beslemek,

büyütmek ve eğitimini vermek için çabalar, bu uğurda pek çok sıkıntıya göğüs gerer. Bu nokta-da Hz. Peygamber (s.a.s.), hiçbir evladın ana babasının hakkını ödeyemeyeceğini belirtir (Müslim, Itk, 25).

Anneler; rahmet, şefkat timsali-dirler. Devamlı surette verir, kar-şılık beklemezler. Kendi açlığını unutur, çocuklarını doyururlar; giymez giydirirler, içmez içirirler. Çocuklarını emzirmek, doyur-mak ve uyutmak için nice geceler uykularını feda ederler. Onlar, fedakârlık timsalidirler. Çocuk-larının bakımı, eğitimi, hayata hazırlanması, ihtiyaçlarının kar-şılanması gibi pek çok konuda anne ve babaların gösterdiği ilgi, alaka ve titizliği kelimelerle ifade etmek âdeta kifayetsiz kalır.

Ana babanın yaşlanmasıyla so-rumluluklar tersine döner. Bu zaman sürecinde çocukların ana babasını ihmal etmemesi, onlara kötü muamelede bulunmaktan sakınması gerekir. Yüce Allah, kendisine ibadetten sonra ikinci derecede anne ve babaya iyilik

“Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak kapılardan birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmıştır.” (Tirmizî, Birr, 3)

HADİSLERLE AİLE

yapılmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur; “Rabbin, kendisin-den başkasına asla ibadet etme-menizi, ana babaya iyi davran-manızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘of ‘ bile deme; onla-rı azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ede-rek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” (İsrâ,17/ 23-24).

“İnsana da anne babasına iyi dav-ranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz dü-şerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: ‘Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.’ Eğer, hak-kında hiçbir bilgi sahibi olmadı-ğın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlar-la iyi geçin…”(Lokmân, 31/ 14-15).

Allah’a isyanı emretmedikçe ana babayı memnun edip onlara itaat etmek, her Müslüman’ın temel görevlerindendir. Allah’ın hoşnutluğu, rızası ana babanın hoşnut ve memnun edilmesine bağlı kılınmıştır. Bu suretle ana babaya ne kadar önem ve değer verildiği ortaya konulmuştur. Abdullah b. Amr’ın (r.a.) nakletti-ğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Rabbin hoş-nutluğu anne babanın hoşnutlu-ğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.” (Tirmizî, Birr, 3).

İbn Mes’ud’un (r.a.) anlattığına göre, bir adam Hz. Peygamber’e (s.a.s.) “Amellerin en üstünü hangisidir?” diye sorduğunda şu cevabı almıştır: “Vaktinde kılı-

nan namaz ve anne babaya iyilik etmektir. Sonra da Allah yolunda cihat etmek gelir.” (Buhârî, Tevhîd,48).

Ebu’d-Derda’nın işittiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) “Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak kapılardan birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kay-betmek ya da değerlendirmek

artık senin arzuna kalmıştır.” (Tir-mizî, Birr, 3) buyurarak ana babaya iyilik etmenin cennete ulaştıra-cak en kolay yollardan biri oldu-ğuna dikkat çeker. Bununla bir-likte “Anne babasından birisinin ya da her ikisinin ihtiyarlığında yanlarında bulunup da cennete girmeyi başaramayanın burnu yere sürtülsün!” (Müslim, Birr, 9) de-mek suretiyle de kaçırılan nime-tin büyüklüğüne vurgu yapar. Günahların en büyüğü olarak da Allah’a ortak koşmayı ve anne babaya saygısızlık etmeyi söyler (Buhârî, Edeb, 6).

Evlatlara düşen, Hz. Peygam-ber’in (s.a.s.) “Üç dua vardır ki bunların kabul olunacağında

şüphe yoktur. Bunlar Mazlumun duası, misafirin duası ve anne ba-banın çocuklarına olan duasıdır.” (Tirmizî, Birr,7) müjdesi gereğince anne babalarına en güzel şekilde davranmak, onların rıza ve dua-larını almaktır.

Atalarımız “Ana gibi yar/dost olmaz; Ana başa taç imiş/ Her derde ilaç imiş/ Bir evlat "pir" olsa da/ Anaya muhtaç imiş; Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar.” demişlerdir.

“Bir adam Hz. Peygamber (s.a.s.) geldi ve ’İnsanlar arasında kendi-sine en iyi davranmam gereken kimdir?’ diye sordu. Hz. Peygam-ber (s.a.s.): ’Annendir.’ buyur-du. Adam: ’Sonra kimdir?’ dedi. Peygamber (s.a.s.) ’Annendir.’ buyurdu. Adam ’Sonra kimdir?’ diye sordu. Hz. Peygamber yine; ’Annendir.’ buyurdu. Adam yine sordu ’Sonra kimdir?’ Hz. Pey-gamber (s.a.s.) de ’Babandır.’ bu-yurdu.” (Buhârî, Edeb, 2).

Ana babaya gösterilmesi ge-reken hürmet ve alakanın yaşı yoktur. Kaç yaşında olursak ola-lım onlara saygı ve iyilikte kusur etmememiz gerekir. Bir yuva ku-rup aile sorumluluğu aldığımız dönemde de ana babamıza karşı görevlerimizi ihmal etmemeli ve onları yalnız bırakmamalıyız. Vaktiyle gözlerinden sakındıkları evlatları uğruna nice zorluklara katlanan fedakâr ana babaların sevgiye, şefkate, anlayışa en zi-yade muhtaç oldukları ihtiyarlık dönemlerinde onlardan yakın-lığımızı esirgememeliyiz. Ahir ömürlerinde Allah katında geri çevrilmeyecek dualarına ulaş-mak, onların ve Rabbin rızasını almak ve böylece cennet kapıları-na erişmek; evlatlar için en büyük nimet ve kurtuluş olacaktır.

Aile | Ekim 2019 15

HADİSLERLE AİLE

Allah’a isyanı emretmedikçe ana babayı memnun edip onlara itaat etmek, her Müslüman’ın temel görevlerindendir. Allah’ın hoşnutluğu, rızası ana babanın hoşnut ve memnun edilmesine bağlı kılınmıştır.

Aile | Ekim 2019

Zaman dilimi değişimi sendromu olarak bilinen jet lag, uzun mesafeli uçuşlarda vücudun hızla

değişen zaman dilimine uyum sağlayamamasıdır. Beyinde bulunan pineal bez, melatonin hormonu salgılayarak vücudun günlük ritmini düzenleyen,

beslenme düzeni, bağırsak hareketleri, kan basıncı gibi birçok vücut fonksiyonunu etkileyen biyolojik

saati kontrol eder. Melatonin, gözle algılanan ışığa göre salgılanır. Geceleri karanlıkta melatonin

düzeyleri artar; sabah ışıkla beraber düşer. Normalde vücudun biyolojik saati yerel saatle

uyum hâlindedir. Fakat birey hızla yer değiştirerek günün farklı bir zaman birimine geçince vücudun biyolojik saati mevcut yeni saat dilimine uyumda

zorlanır. Seyahat sırasında değişen zaman dilimleri arttıkça jet lag görülme olasılığı ve şiddeti artar.

Jet lagdan en çok uyku saatleri düzenli olanlar etkilenirler. Yorgun, uykusuz, düzenli ve sağlıklı beslenmeyen, az su içen, alkol alan, 60 yaş üstü

kişilerde belirtiler daha kolay ortaya çıkar. Etkileri yeni zaman düzenine uyum sağlanana kadar

birkaç gün sürer.

16

BİR

ACAY

İP K

ELİM

E

Jet Lag

Tarihimize şahitlik eden nice kültür hazineleri İstanbul’un meşhur yangınlarında kül olunca ecdadımız, durumdan ibret alarak kütüphaneleri özel bir tarzda inşa etmiştir. Yapılan binaların duvarları 1m kalınlıkta; çatıları, tonoz tuğla kubbe şeklindeydi. Pencere kepenklerinde arkadan dayanıklı kol demiri vardı ve hâfız-ı kütüb diye anılan kütüphane memurları, bir yangın çıktığında büyük itina ile bu pencereleri kapatırlardı. Böylece mahalleleri yıkan, kül eden yangınlar, zelzeleler kütüphanelere zarar veremezdi. Örneğin Yenikapı Mevlevihane’sinin çok zengin bir kütüphanesi vardı. İstanbul’un meşhur yangınlarından birinde dergâh kül oldu ancak kütüphane binası yangından zarar görmedi. Kütüphanedeki kitapların hepsi kurtuldu, üçü hariç: Mevlevihane şeyhi Celâleddin Efendi‘nin o gece okumak için aldığı üç kitap…

Yanmayan, YıkılmayanKütüphaneler

TAVAN ARASI

TAKVİM YAPRAĞIFethi Gemuhluoğlu vefat etti. (5 Ekim 1977) Ankara başkent oldu. (13 Ekim 1923) Fotokopi icat edildi. (22 Ekim 1938) Posta ve telgraf teşkilatı kuruldu. (23 Ekim 1840)

Verem mikrobu keşfedildi. (24 Ekim 1882)

Aile | Ekim 2019 17

MERAK ED

İYORUM

En büyük hayvan mavi balina

Dünya üzerinde yaşayan en büyük hayvan mavi balinadır (Balaenoptera musculus). Erkek mavi balinaların boyları 25m, dişilerinki ise 27m kadar olabiliyor. Bilimsel olarak kaydedilen en büyük ölçüleriyse 33,5m. Fosil kayıtlara göre 145-155 milyon yıl önce yaşamış olan otçul dinozor Diplodocus’un boyu 27m

kadardı.

Vücudunuzu susuz bırakmayın!

Susuzluğa bağlı olarak vücutta dolaşan kan ve sıvılar koyulaşarak akışkanlığını kaybeder. Dolayısıyla susuz kalmak, astım öksürüğü ve

balgamlı öksürüklerin uzaması ile sonuçlanır. Çocuklarınıza su içme alışkanlığı kazandırırken

de meyve suyu veya buzlu çayın suyun yerini tutmayacağını unutmayın.

KISA KISA

NEL

ER O

LUYO

R H

AYAT

TA?

KAHVE MOLASI

Kan Grubu Değişebilir mi ?Kan hücrelerinin büyük kısmı kemik iliği

tarafından üretilir. Kemik iliği nakli bazı kan ve kemik hastalıkları ile bazı kanser türlerinin tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. Bir insanın kan grubu, kemik iliği nakli sonrası değişebilir. Kemik iliği naklinde hastaya önce yüksek dozda kemoterapi ya da radyasyon verilerek hastalıklı kan hücreleri yok edilir ve kendi kemik iliğinin işlevini kaybetmesi sağlanır. Daha sonra vericiden alınan kemik iliği kök hücreleri hastaya nakledilir. Kan hücreleri vericiden gelen kemik iliği tarafından üretildiği için nakilden sonra hastanın kan grubu birkaç hafta içinde vericinin kan grubuna döner.

Bunun dışında, çok nadir de olsa, bazı hastalıklar kan grubunun değişmesine neden olabilir.

Bilim insanları, göz hareketleriyle kontrol edilen robotik bir kontakt lens geliştirdi. Polimerden imal edilen lens, kas görevi gören beş ayrı elektrotla çevrelenmiş. Kullanıcı sağ gözünü kırptığında cisimleri üç kat büyütüyor, sol gözünü kırptığındaysa yeniden normal boyutlarına indiriyor. Işık dedektörleriyle donatılmış gözlük, kullanıcı hangi gözünü kırptıysa, ışığı o seçeneğe göre kutuplayarak lense odaklıyor. Lens ayrıca istemli göz kırpmalarını tanıyor; istem dışı kırpmalara ise tepki vermiyor.

Araştırmacılar, başlangıçta insansız uzay araçlarındaki kameralar için tasarlanan lensin, yoğun oksijene gereksinim duyan insan gözüne uyarlanabilmesi için üzerindeki mikroskobik deliklerle hava geçirgenliğini yükseltmeye ve böylece uzun süreyle kullanılabilmesini sağlamaya çalışıyorlar.

Lens üzerinde yapılan çalışmaların protez göz üretimine katkı sağlayabileceği düşünülüyor. Ayrıca bu çalışma, dünyada sayılarının 285 milyonu bulduğu tahmin edilen göz hastaları için umut ışığı yakıyor.

Zoom Yapan Kontakt Lens

BİZ BİZE

Aile | Ekim 201918

Sümeyra ÇelikDİTİB Hannover Merkez Camii Din Görevlisi

SOHBET ADABI:DİNLERKEN VE SÖYLERKEN...

Edep insanın iç fotoğrafıdır. Kişinin ahlak dünyasını yansıtır. Adap ise bu ahla-kın her hâle sirayet eden

çeşitliliğine denir. İslam mede-niyetinde her şeyin bir usulü yani adabı vardır. Bu günlerde yöntem-teknik diye adlandırı-lan usul, kadim geleneğimizin yapı taşlarından birini oluşturur. Asırlardır titizlikle yürütülmüş ve sonuçları tecrübe edilmiştir. Kül-türümüzde yeme içmeden yatıp uyumaya, oturup kalkmadan gezip görmeye kadar her hâl için pratik ve fıtri usuller geliştiril-miştir. Dinî yaşantıyı hayatta gö-rünür kılmak için ilk dönemden itibaren devam eden sohbet ge-leneği de bundan bigâne değil-dir. Sohbet, dinleyenler ve söyle-yenlerden oluşan çift kutuplu bir yapıdır. Dinî sohbet denildiğinde ise kastedilen hatip, muhatap ve hitaptan oluşan tebliğdir. Birbi-riyle bağlantılı bu kavramlar belli bir usulle yani adapla yapılır.

Muhatap Açısından Sohbet

Sohbet kavramı, “birine/bir şeye eşlik edip asla ondan ayrılmayan, ilgili” manalarına gelir. Yani hâli-mizden, tavrımızdan ayrılmayan, bizi terk etmeyen güzel ahlaki özelliklerimizdir. Hz. Muham-med’in (s.a.s.) etrafında onun davasına gönül veren insanlara sahabe denmesi, kelimenin bu yönüyle olsa gerektir. Böylece sahabe, Resulüllah’a (s.a.s.) eş-lik eden, asla ondan ayrılmayan ve gösterdiği yola ilgili olanlara verilen özel ad olmuştur. Pey-gamber’in (s.a.s.) dizinin dibinde yetişen, sohbetinde bulunmuş bu insanlar, en güzel hatibin ted-risinden geçmişler ve bu örnekli-ği sonraki nesillere sohbetleriyle aktarmayı görev addetmişlerdir.

Aile | Ekim 2019 19

BİZ BİZE

İnsanları rencide edici, tahkir içerikli ifadelerle yapılan sohbetler, adaba uygun olmadığı gibi dinleyen için tehdit unsuru

olarak algılanır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna,

hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et…" (Nahl, 16/125)

buyrulur. Davetin ilkelerinden bahseden bu ayette öğüdün güzel ve hikmetli, yöntemin

de en güzel olması gerektiği hatırlatılır. Telafisi imkânsız sonuçlar doğurabileceği için kırıcı, itici tavırlardan uzak durulması

gerekir. Bu noktada Kur’ani ilkeler ve nebevi uygulama belirleyicidir.

İslam’ın ilk yıllarında Medine’de Resulüllah’ın (s.a.s.) sohbetinde bulunanlar, başlarının üstünde bir kuş varmış ve kımıldarlarsa uçacakmış gibi bir hassasiyetle Resulullah’ı (s.a.s.) can kulağı ile dinlerlerdi. Esasında bu manza-ra, anlamanın da can kulağı ile dinlemekten geçtiğine yeni etkin dinlemeye örnektir. Zira saha-beden rivayetle gelen hadislerin nasıl dikkatli dinlemeyle zabt edildiği bunun delilidir. Dolayı-sıyla sohbet esnasında hatibe odaklanıp dinlemek hem adaba uygun, nebinin onayladığı bir metottur hem de konunun daha doğru anlaşılmasını sağlar. Bu tavır sohbet adabının ilk madde-si olarak sayılabilir.

Etkin dinlemeye bir örnek de “Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” ayetidir. (A'râf, 17/204) Ayette merhametten pay almanın gerekçesi olarak dinlemek ve sessiz olmak göste-rilir.

İnsanoğlunun bedeninde me-safe olarak birbirine yakın uzuv-lardan kulak ve ağız, kimi zaman birbirinden bağımsız çalışır. Bü-yüklerimizin, “Ağzından çıkanı kulağın duysun.” ihtarı buna dik-kat çeker ve pek manidardır. Kişi-nin en az kendisini duyduğunu ima eden bu atasözü hele baş-kasını dinlerken takınmamız ge-reken titizliği de zımnen anlatır gibidir. Sohbette de mesafe kısa olsa da istenilen mesaj bazen ku-lağa dolayısıyla idrake ulaşmaz. Bu manada etkin dinlemek, yan-lış anlamalara sebebiyet verme-mek için hayati öneme sahiptir. Vaaz irşat programlarına katılan veya ilim tedrisine talip olanlar için etkin dinleme, sohbet adabı

ve verimi için elzemdir. Sohbet-lerde dili sessize alıp gönlü ve zihni en aktif seviyede açmak, hedeflenen sonuca ulaşmayı ko-laylaştırır.

İkinci olarak, sohbet adabının şartlarından biri de muhatabın samimiyetini, ihlasını yanında taşımasıdır. Nitekim “Ameller niyetlere göredir.” buyruğunca niyette ihlas varsa dinleyen de

söyleyen de sohbetten istifade edecektir. Etkin bir dinlemeye eş-lik eden halis bir niyet gönlü de doyurur. Böylece sohbetten sağ-lanan fayda, davranış olarak ken-dini daha çabuk gösterir. İnsanı içinde bulunduğu ortam etkiler. Dolayısıyla sohbet esnasında ki-şiyi olumsuz etkileyecek her tür-lü hâl bir kenara bırakılmalıdır. Bir taraftan cep telefonu ile ilgi-lenip diğer taraftan sohbetten hissedar olmak çok mümkün ol-mayacaktır.

Hatip Açısından Sohbet Adabı

Sohbet; davetkâr, teşvik edici ve etkili bir sunumla aktarılmalı-dır. Hatibin hâli, tavrı ve üslubu muhataba etki eder. Alanında uzman ve konuya hâkim olan bir hatip, dinleyiciye daha ko-lay ulaşır. Sadece dinlediği bir sohbetten etkilenip güzel şeyler yapmaya başlayan insanlar var-dır. Hatta “Camimizde çok sev-diğim bir hocamız vardı, her şeyi onunla sevdim.” diyen çok kişiyle karşılaşmak mümkündür. Bütün bu örnekler, dinî içerikli sohbet-lerin adaba uygun bir sunumla yapılmasının sonucudur.

Malum olunduğu üzere kötü örnek, örnek değildir. İnsanları rencide edici, tahkir içerikli ifa-delerle yapılan sohbetler, adaba uygun olmadığı gibi dinleyen için tehdit unsuru olarak algı-lanır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et…" (Nahl, 16/125) buyru-lur. Davetin ilkelerinden bahse-den bu ayette öğüdün güzel ve hikmetli, yöntemin de en güzel olması gerektiği hatırlatılır. Tela-fisi imkânsız sonuçlar doğurabi-leceği için kırıcı, itici tavırlardan uzak durulması gerekir. Bu nok-tada Kur’ani ilkeler ve nebevi uy-gulama belirleyicidir.

Olumlu pekiştiricilerin insan psikolojisine olan katkısı hesap edilerek muhatabı salih amele ve güzel ahlaka yönlendirecek söylemler, sohbetten istifade-yi daha da artırır. Resulüllah’ın (s.a.s.) dilinden “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” (Müslim, Cihad ve Siyer, 6) sözleri de bu gerçeği işaret etmektedir.

Aile | Ekim 201920

BİZ BİZE

Müslüman için ahlaktan yalıtılmış bir alan yoktur. Mümin, ister klavye başında olsun isterse ayaküstü bir sohbete katılsın ilkeli davranmalı ve İslam ahlakını kuşanmalıdır.

Günlük Yaşantıda Sohbet Adabı

Günlük sohbetlerimiz de dinî sohbetlerdeki kadar ihtimam gerektirmektedir. Ayaküstü, masa başı vb. diye betimlenen sohbetlerde de edep söz konu-sudur. Esasında edep, insanoğ-lunun her hâline yakışan en güzel aksesuardır. Bu manada sofradaki sohbetlerden tutun da sosyal medyadaki sohbetlere kadar her çeşit iletişimin adabı mevcuttur.

Müslüman için ahlaktan yalıtıl-mış bir alan yoktur. Mümin, ister klavye başında olsun isterse aya-küstü bir sohbete katılsın ilkeli davranmalı ve İslam ahlakını kuşanmalıdır. Günümüz insa-nının iletişim imkânlarının tüm zamanlardan fazla çeşitliliğe sahip olması beraberinde bir ta-kım sıkıntılar getirmiştir. Sanal ortamlardaki gerçeklikten uzak söylemler, sohbetin kişiler ara-

sında kurduğu bağı zedelerken toplumdaki güven duygusunu sarsmaktadır.

Kimi zaman kişiyi saatlerce meşgul eden “sanal sohbet" or-tamları ne dünya ne de ahiret kazanımı adına kayda değer bir yarar sağlar. Espri adına yapılan uygunsuz konuşmalar, komik-lik olsun diye söylenen pervasız sözler sohbetlerin adabını bozar. Dile, göze, gönle bulaşan, inci-ten, kıran kimi zaman da öteki-leştiren bu tavırlar, “ Ya hayır söy-le ya da sus." (Buhârî, Edeb, 3) diyen peygamber tavrından ne kadar da uzaktır. Aile içi sohbetler, eş dost, hısım akraba ziyaretlerin-deki sohbetler, tatlı anılar ola-rak kalmamalı, içi boşaltılmış birkaç cümleden oluşan za-ruretler hâline gelmemelidir. Kültürümüz bir sohbet mede-niyetidir. Günlük yaşantıdaki sohbetlerimiz, adabına uygun-luğu oranında toplumsal iyileş-

meye katkı sağlar.İnsan, günlük yaşantısını model alma ve mo-del olma seçenekleri arasında sürdürür. Günlük sohbetlerimiz de buna dâhildir. Nihayetinde onlardan da öğrendiğimiz şeyler olur. Allah Resulü’nün uzun yıl-lar yakın hizmetinde bulunmuş olan Enes b. Mâlik (r.a.), Peygam-berimizden en ufak bir kırıcı söz duymadığını nakleder. “Resulül-lah’a (s.a.s.) on yıl hizmet ettim. Vallahi bana bir kez olsun ‘Öf!’ bile demedi.” (Müslim, Fedâil, 51)

Yanı başındaki insanlara hâl di-liyle öğütler veren ile etrafında-kinden nasihat almayı bilenlere bu rivayet güzel bir örnektir. Ha-yat boyu edep şiarıyla hareket eden insan, camideki sohbet-ten de ayaküstü sohbetlerden de çok şey öğrenir. Devamında yapılması gereken, öğrendiğini yanından ayırmamak ve yaşama geçirmektir.

Aile | Ekim 2019 21

BİZ BİZE

Aile | Ekim 201922

BİZ BİZE

Dünyanın özgül ağır-lığı en yüksek cismi nedir? Osmiyum mu? Hayır. İridyum

mu? Hayır. Yorgandır. Çeşit-li tüylerden yapılan, sabah namazını kılabilmek için üzerinden atman gereken o sıcak yorgan. Narkozlu be-denini bir besmele ile ayağa

dikecek kâfi miktarda ima-nın varsa; güç budur, güne kârla başlamak budur. Şimdi ne yapacağını biliyorsun de-ğil mi? Uyuyan çocuklarının odasına gireceksin, fakat bu kez üstlerini kontrol etmek için değil. Camı açacaksın, tatlı seher yeli dolacak içe-riye, onunla yarışan bir leta-

fetteki ses tonuyla “namaz vakti” diyeceksin. Çocuğun yatağında nazlanırken his-settiğin merhamet, kullarına karşı en merhametlinin kim olduğunu sana unutturma-yacak. “Ailene namazı em-ret.” (Tâhâ, 20/132) buyuruyor ya, değil mi ki O istese İsma-iller feda?

HUZURA VARDIĞINDA...Merve Şahinkaya

BİZ BİZE

23Aile | Ekim 2019

Bir öğle vakti yazar kasanın, bilgisayarının, işinin başından yemek için kalkarken “Aheste davranırsam aldanırım.” bi-linciyle vaktini tanzim ederek yolunu mescide çevirdin mi? Vakit yönetimi budur. “İşlerim çok yoğun, zor.” mu dedin; kolay olsa “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendileri-ni, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.” (Nûr, 24/36-37) buyrulur muydu? Bizi yutan yo-ğun işlerimiz, mikrodan makro-ya tüm çabamız “adam olmak” uğruna değil mi?

İkindi vakti girdiğinde çay, kısır, kek, börek dolu masadan ve iyi-ce demlenmiş muhabbetten bir süre ulaşılamamak üzere kopa-bildin mi? Üşenme, erteleme. İrade budur.

Saat konulmayan, gün ışığı sız-dırılmayan AVM’lerde, akşam namazın için davetkâr vitrin-lerden kopabildin mi? Kazançlı alışveriş budur.

Gününü tükettiğin TV’nin kar-şısından, “Vakit geçince üstüme ağırlık çöküyor.” diyerek sapanla

fırlatılmış gibi yatsıya kalkabil-din mi? Miniğinle git camiye; onu kötülüklerden, sımsıkı kav-rayan ellerin değil; namazları himaye edecek, bil. Bir fidana bugün de can suyu verdin mi? Günü güzel bitirmek budur.

Beş kere akıştan kopabildin mi? Hepsi bir kerede kılınabilirdi, neden öyle değil. Düşün bunu. O’nunla baş başa kalabildin mi?

Biliyorsun beş borçtur. Fazlası yasak değil. Gecenin bir orta-sında, herkes en sevdiği işle meşgulken korku ve ümit arası muhteşem hislerle seccadeye varabilirsin. Sen bu loş sessiz-likte şifalanırken “Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.” (Secde, 32/17) ayeti; gizemli, sıra dışı, akıl almaz süprizler hazırlandığını müjdeliyor sana. Bütün bun-lar için yapışkan yatağına, üç tonluk göz kapaklarına, bir eu-zu-besmele ile söz geçirebilmen yeterli.

Huzura vardığında dahi, dünya-nın tüm gündemini kulağına fı-sıldayan şeytanı susturmak için, içinden: “Ya Rabbi! Şeytanı ko-vacak ihlas ver bana. Nefsimden razı değilim, ona galip gelecek iman ver bana. İbadetim şanı-na layık değil ama gayretini, hi-mayeni ver bana.” diye geçirdin

mi? Namazın bitince “Ya Rabbi! Kusurlarım var affet, lütfunla tam et, bu namazı kötülük ve hayâsızlıklara bariyer kıl, sevgi-ne vesile et.” diyebildin mi? 3-5-7 sınırın olmaksızın O’nun pazar-lıksız, başa kakmasız, sonsuz hazinesinden kana kana istedin mi?

Ne oldu şimdi? Mazeretlerin ağzını bantladın. Olmuyor mu? Mazeretlerin sesini açık unut-muş olabilirsin. Mazeretler ge-vezedir, gürültücüdür.

Akışa kapılmış olabilirsin. Sana has bir durum değil: “Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.” (Mâide, 5/91) der ayet. Sen akışa kapıl diye birileri çok çalışıyor. Akışta kal, akışı sev, akışa tap diye çalışıyor.

Islak, yapışkan, yorgun bedenini akıntıdan yalnızca sen kurtara-bilirsin. Binecek bir gemi bul. “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin.” (Bakara, 2/153) diyor ya; o hâlde yardım iste. Namazında daim, namazında huşulu, na-mazına gayretli olmak niyetiyle hacet namazı kıl mesela. Her gün beş kere mühürle bu isteği-ni. Gemini tavizlerle deldirme. Su alırsan batarsın.

İkindi vakti girdiğinde çay, kısır, kek, börek dolu masadan ve iyice demlenmiş muhabbetten bir süre ulaşılamamak üzere kopabildin mi?

Üşenme, erteleme. İrade budur.

Saat konulmayan, gün ışığı sızdırılmayan AVM’lerde, akşam namazın için da-vetkâr vitrinlerden kopabildin mi? Kazançlı alışveriş budur.

AİLE-CE

Aile | Ekim 201924

AİLE-CE

AİLE-CE

Aile | Ekim 2019 25

AİLE-CE

Beyhan BudakKlinik Psikolog

GEÇMİŞİN YÜKLERİNDEN KURTULMAK

Geçmişte belki çok acı şeyler yaşadın, alman gereken sevgiyi alamadın, kötü muameleye maruz kaldın, belki de ihmal edildin. Sevilmedin, değer

görmedin. Yaşadığımız olumsuz olaylardan dolayı hepimiz biraz yaralıyız. Bazılarımız zaman içinde bu yaralarını tedavi ederken bazılarımızın

yaraları ise hâlâ kanamaya ve acımaya devam etmekte.

Peki, yaralarımızı tedavi etmek, geçmişteki yüklerimizi atmak adına atmamız gereken adımlar neler?

Yaşadıklarını Kabullen

Geçmişteki yaraları büyük olan insan, zihninde bununla devam-lı savaşır durur. Aynı senaryoyu durmadan baştan başa yazar. Bu durum, zihnindeki, ruhunda-ki enerjiyi o kadar tüketir ki her daim bir öfke ve suçluluk duy-gusu arasında gider gelir. Bazen “Acaba benim hatam mıydı?” diye kendine bazen de öfkeyle karşı tarafa yüklenir. Bu, insan ruhuna çok ağır gelir. Ne yaşadıy-san yaşadın. Başkasının başına da gelebilirdi ama senin başına geldi. Lütfen bu yaşadıklarını ka-bullen. Bu senin ilk adımın.

Hangimizin evinde bir vazosu, tabağı ya da değer verdiği bir eş-yası kırılmadı? Böyle bir durum olduğunda genellikle ilk aklımı-za gelen şey gönlümüz el verme-se de onu çöpe atmaktır. Oysa Japonlar bu işi sanata dönüştür-müş. Eski ve kırılan şeyleri altın tozu kullanarak güzel bir işçilikle birbirine yapıştırıyor ve kullan-maya devam ediyorlar. İşin este-tik yönü bir yana, bu geleneğin altında bir felsefe gizli.

Bu felsefeye göre bir eşya ya da insan bir hasara uğramış, acı çek-miş ise bundan bir ders almış ve bu konuda bir hatıraya sahip ol-

muştur. Bundan dolayı da artık daha önceki hâlinden çok daha güzel ve değerlidir.

Hiç acısı, kırığı olmayan mükem-mel bir insan olmayı hayal edi-yoruz. Oysa öyle bir insan yok. Herkesin acıları var, yaraları var, hayal kırıklıkları var. Hepimizin içinde parçalanan bir şeyler var. Hayat bir mücadele ve bu mü-cadelede yaralarımız her daim olacak. Biz o yaraları kabullen-diğimiz, sahiplendiğimiz zaman ortaya çok daha değerli bir şey çıkacak. Bizi değerli yapan, yara-lardan sonraki iyileşmiş hâlimiz.

Aile | Ekim 201926

AİLE-CE

Oyuncu Olma, Yönetmen Ol

Zihnimizin ilginç bir yapısı var. Bazı şeyleri zihnimizle düşündü-ğümüz zaman bedenimiz de ru-humuz da onu şu anda yeniden yaşıyormuş gibi hisseder ve ona göre bir tepki verir. Eğer ki sen zihninde devamlı bir savaş hâlin-deysen, aynı olaya kendini tekrar tekrar maruz bırakıyorsan zihnin de aynı olayı tekrar yaşıyormuş gibi travmaya maruz kalır.

Şunu düşünmek lazım: Geçmiş-te yaşanan olayın artık oyuncu-su değilsin, sadece izleyicisisin. Sanki bir ekrandan izliyormuş-sun gibi. Kumanda artık senin elinde. Zihnindeki o görüntüyü istersen oynatabilirsin, istersen durdurabilirsin, istersen de ileri alabilirsin. Burada bilmen ge-reken artık kontrolün sende ol-duğu. Geçmişte mağdur sendin. Belki kendini koruyabilecek güce bile sahip değildin. Ama şu anda zihninde tekrar eden o filmi sile-bilecek güce sahipsin.

Zihnindeki Sorumluluğu Al

Yaralarımızı tedavi etmek adına ilk akla gelen şeylerden bir tanesi de geçmişte bu yaraları açan, bu olayları yaşatan insanlarla yüz-leşmek. Yüzleşmek işe yarayabi-lir ancak çoğu zaman bu girişim-ler bir duvara toslayabilir. Karşı tarafın suçlamayı kabul edeceği-ni düşünürsün ama öyle olmaya-bilir. “Sen bana bunları yaşattın.” dersin. Muhatabın, “Yaa öyle mi olmuş. Ben mi yapmışım? Hiç farkında değilim. O zamanlar iyi değildim.” diye cevap verebilir ya da tamamen inkâr yoluna gi-debilir. Hatta “Ben senin iyiliğini düşünüyordum.” bile diyebilir. Bu yüzden yüzleşme girişimi umduğun gibi gerçekleşmeyebi-

lir. Karşı taraf baskın karakteriyle bizi suçlama yolunu da seçebilir. Böyle durumlarda yüzleşme ko-nusunu iyi düşünmen, sorunun çözümünü kişiye çok endeksle-memen lazım.

Herkesin ayrı hikâyesi var. Şu ana kadar çektiğin acının kaynağı tamamen içinde. Geçmişte ne olduysa oldu ve o, orada bitti. O anda orada zihninde o olayın, o kişilerin bir hayaleti, bir gölgesi oluştu. O adam, o kadın haya-tında olmasa, belki hayatta bile olmasa, sen o acıyı çekmeye devam ediyorsun. Bu durumda yüzleşme şansın bile yok; yapa-bileceğin tek şey, kendi zihnin-deki sorumluluğu almak. Artık acı çeken konumundan çıkmak senin elinde. Bunu durdurabile-

cek tek kişi sensin. Dışarıdan biri gelip özür dilese bile o acı geç-meyecek.

Kişi bazen mağdur olmayı seçer. Mağdur olmanın güçlü bir tarafı vardır çünkü hayatında ne olu-yorsa etrafındaki insanlar ya da geçmişinde sana zarar veren in-sanlar sorumludur. Kurban rolü, sorumluluk alman noktasında seni rahat bırakır. Kötü bir şey varsa senden dolayı değildir, et-rafındaki insanlardan kaynakla-nıyordur. Kurban rolü güçlüdür ama seni çözüme itmez. Hep aynı yerde kalmana sebep olur. Eğer ki sen geçmişin yükleriyle barışma, onları nötralize etme yolundaysan kurban rolünden çıkıp hayatının sorumluluğunu almak zorundasın.

Yükünü Paylaş

Geçmişin yüklerini paylaşmak çok önemlidir. Ama herhangi bir insanla değil, güvendiğin değer verdiğin biriyle. İçimizde tuttu-ğumuz travmaların içinde çok yoğun bir suçluluk duygusu barı-nır. “Ya her şey benim yüzümden olduysa? Ya benim hatamsa?” Bu çok ağır, zarar verici bir şüphedir. Fakat sen yükünü paylaştığında olay çok farklı bir şekilde cere-yan eder. “Sen neler yaşamışsın? Sana neler yapmışlar? Bunu na-sıl yaparlar?” dedikleri zaman içindeki sese karşı alternatif bir cevap bulmuş olursun. Bu, belki içindeki acımasız sesin kaynağını tamamen kesmez ama en azın-dan başka bir ihtimal daha var-mış diyeceksin.

Geçmişin yüklerini değerlendi-rirken birçok insan bunun sadece kendi başına geldiğini zanneder. Başka birine anlattığında “Ben-zer bir durumu ben de yaşadım.”

Hiç acısı, kırığı olmayan mükemmel bir insan olmayı hayal ediyoruz. Oysa öyle bir insan yok. Herkesin acıları var, yaraları var, hayal kırıklıkları var. Hepimizin içinde parçalanan bir şeyler var. Hayat bir mücadele ve bu mücadelede yaralarımız her daim olacak.

Aile | Ekim 2019 27

AİLE-CE

cevabını alırsa bu o kadar iyi his-settirir ki. Bu yüzden yaşadığımız olayları güvendiğimiz bir iki kişi-ye anlatmak geçmişin yüklerin-den kurtulma konusunda bize destek verir.

Affet

İnsana en çok zarar veren şeyler-den biri öfke duygusudur. Özel-likle geçmişinde çok fazla yara alan insanlar kendilerine ve çev-relerine çok fazla öfke duyarlar. Önemli olan öfkenin kaynağını keşfetmektir. Öfke, çoğu zaman ikincil duygudur; arka planda haksızlığa, adaletsizliğe uğra-mış olmak gibi birincil bir duygu vardır. Kendine sor: Öfkenin kay-nağında ne var? Neden sürekli öfkelisin?

Belki sana bunları yaşatan insa-na zarar versen, intikamını alsan rahatlayacağını düşünüyorsun. Bugüne kadar binlerce insanla karşılaştım. İntikamını dolaylı yoldan alanlarla da. Söyledikleri şey şu: Geçici bir rahatlık hissedi-

yorsun evet ama sonrasında yine aynı sensin. İçindeki o yaraya çok da faydası olmuyor intikam duygusunun. Peki, ne olacak o zaman? Geçmişindeki o insanla-rı affetmelisin. Bunu söyleyince şoka uğruyor insanlar. Zanne-diyorlar ki birisini affedince ona “Hadi gel bana yine aynı şeyi yap.” izni vermiş olacak. Ama bu öyle bir şey değil. Sen öğrendin zaten bu insan sana zarar verdi, tekrar da verebilir. Onu hayatına almana gerek yok affetmen için. Affettiğin zaman şunu kendine söyleyeceksin: “Herkes üzerine düşen rolü oynuyor bu hayatta. Yaptıkları bana özel değil. Baş-ka biri olsaydı ona da yapacaktı. Belki o da geçmişinde travmalar yaşadı. Belki kötü zamanlardan geçiyordu.” Bu şekilde üstün-deki haksızlığa, adaletsizliğe uğramışlık hissinden bir nebze olsun kurtulabilirsin. Affettiğin zaman seni sürekli tırmalayan hayaletler ve gölgeleri zihninden kovacaksın. O yüzden affetmek

önemli ve affetmek kesinlikle tekrar sana zarar vermesine izin vermek değil.

Kendine İyi Davran

Suçluluk duygusu insanı en çok yoran şeylerden bir tanesidir. Geçmişte yaşadıkları noktasın-da insan kendisine “Ben yanlış bir insanım. Büyük hatalar yap-tım. Benim yüzümden oldu.” diye yüzbinlerce kez tekrarlar. Kendinle ilgili bir şeyi bu kadar tekrarladığın zaman şöyle bir sonuç ortaya çıkar: “Ben kötü bir insanım. Ben yanlış bir insanım. Ben yalnız bir insanım.” Bu, in-sana sırtında taş dolu kocaman bir çuval taşıyormuşçasına ağır gelir. Geçmişinde hatalar yapmış olabilirsin ama kendine şunu demen gerek: “Ben geçmişimde kötü şeyler yapmış da olsam iyi bir insanım.” Hepimiz insanız ve hata yapabiliriz bu çok doğal.

Kendine iyi davran. Çünkü sen kendine iyi davranmazsan kimse sana iyi davranmaz.

Aile | Ekim 201928

KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

MinnetAbdurrahman Alkan

Müdür yardımcısı İs-mail Bey, dışarıdan gelen gürültünün içinden yarım ya-

malak “Hasan bayıldı. Koşun!” sözünü duyunca hızla masa-sından kalktı. Önünde bir kala-balığın toplandığı öğretmenler odasına girdiğinde Hasan’ı bir koltuğun üstüne yatırdıklarını gördü.

“Hocam hemen hastaneye gö-türmeliyiz, durumu ciddi görü-nüyor.” dedi coğrafya öğretmeni Ahmet Bey.

Beş bin nüfusluk ilçenin hasta-ne binasına geldiklerinde Ha-san hâlâ gözlerini açmamıştı. Hastanenin tek doktoru Müfit Bey, yılların tecrübesi ve samimi ilgisiyle hastayı muayene ettik-ten sonra doğruldu. İsmail Bey, endişeyle kendisine bakıyordu. Müfit Bey üzgün ama net bir ses tonuyla “Hocam,” dedi “bu çocuk aç!”

İsmail Bey, biraz daha izahat bekleyen gözlerle doktora baktı. Müfit Bey, kahır taşıyan bir yüz ifadesiyle “Hocam, delikanlı aç-lıktan baygınlık geçirmiş.” dedi. Müdür yardımcısının bakışların-da “Peki şimdi ne olacak Doktor Bey?” endişesini görünce de ra-hatlatan bir sesle “Delikanlıya serum vereceğiz. Serumu bitin-ce hiçbir şeyciği kalmaz. Ben ilgi-lenirim, siz gidebilirsiniz.” dedi.

Doktor Müfit Bey, adının Hasan olduğunu öğrendiği, koluna se-rum bağlı, gözleri kapalı gence merhametle baktı. Güneşten kavrulmuş yağız bir yüz, yazları köyde birçok işe koşmaktan yo-rulmuş bir beden…

Müfit Bey bu çevrenin insanıydı. Yokluk içerisinde okumuş, oku-

lunu bitirince de görev yeri ola-rak kendi memleketini seçmişti. Hasan’ı hemşireye tembih ede-rek odasına geçti. Hasan’ın yaşa-dığı hayatı düşünmeye başladı.

Kaldığı ev ilçenin kenar mahal-lelerinden birinde olmalıydı. Pencerelerinin çerçeveleri eski-miş, kapılarının boyaları dökül-müş, duvarlarının kireci alaca-lanmış, iki göz kerpiç bir ev.

Kaldığı odanın küçük penceresi, gece gündüz hiç açılmayan tül ile güneşlik arası bir perde ile örtülüydü. Odanın bir yanında Hasan’ın oturduğu, ders çalıştığı ve uyuduğu köy usulü bir sedir uzanıyordu. Küçük bir tezgâhın üstüne dağılmış birkaç tabak, eski bir çaydanlık ve küçük bir tüp, insanı mutsuz eden bu de-koru tamamlıyordu.

Muhtemelen kendisine benze-yen kiracıların hikâyelerini taşı-yan çivilerle dolu boş duvarlara, bir ev huzuru verebilmek, bir in-sanın tek başına başarabileceği bir iş değildi.

İnsanı hangi mevsim olursa ol-sun üşüten çıplak ev, bir yuva sıcaklığından çok uzaktı. Huzur-suz olmak için başka bir sebebe gerek olmayan bu dekorda yal-nız bir gencin yaşaması, sebat göstererek okuması takdire de-ğerdi.

Benzeri bir hayat yolundan ge-len Müfit Bey, Hasan’a aynı ka-deri paylaşan insanlara mahsus bir yakınlık hissetti.

Hasan, gözlerini açtığında ilk olarak kolundaki serumu fark etti. Ve her şeyi anladı. Şaşırma-dı. “Ben neredeyim?” diye şaşkın şaşkın etrafına bakmadı. Çünkü son zamanlarda bedeninde bir

hâlsizlik hissediyordu. Yeterli beslenemediğinin farkındaydı. O sabah evde doğru dürüst yiye-cek bir şeyin kalmadığını üzün-tüyle görmüş, okuma hevesine kapılıp köyden ayrıldığı için ilk kez pişmanlık duymuştu.

Ne olacaktı sanki okuyup? Ni-hayetinde köyde kurulu bir dü-zenleri vardı. İlk mektebi güç bela bitirecek, sürünün peşine takacaklardı kendisini. Bir köpe-ği olacaktı bir de kavalı. Kasketi başına geçirecek, dağların yo-lunu tutacaktı. On yedisine ge-lince nişanlayacaklar, askerden dönünce de evlendireceklerdi. Belki erkek bir çocukları olacak-tı. Hasan’ın ömrünü tükettiği yolları bu sefer o adımlayacaktı.

Tekrarlanan, tecrübe edilen, ez-berlenen bir hayatı yaşayacak-lardı aile olarak, köydeki herkes gibi.

Riski olmayan bu hayat, bir bakı-ma rahattı. Annesi, babası, am-cası yanı başında olacaktı haya-tın her anında.

Ama Hasan, başka bir hayat düşlüyordu. Köylerinde görev yapan öğretmenleri gibi mesela. “Ufkunuzu geniş tutun çocuk-lar.” diyordu her zaman. Bu söz, küçük Hasan’ı heyecanlandırı-yordu. Ufkunu, kuzularını otlat-tığı Maden Dağı’nın kapatması-nı istemiyordu. Aşmak istiyordu o dağı. Ötesine geçip geniş dün-yaya bakmak istiyordu.

O yüzden annesinin araya gir-mesiyle “Neyse, üç gün sonra açlıktan nefesi kokar ve köye döner.” diyen babasının rızasını yarım yamalak alarak ilçeye gel-miş ve eski bir ev tutarak oku-maya devam etmişti.

Aile | Ekim 2019 29

KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

Köye gittikçe evden yiyecek ge-tiriyordu Hasan. Yıllar böyle de-vam etmişti. Lise son sınıftaydı artık. Üniversite sınavı yaklaştığı için bir süredir köye gidemiyor, evdekilerle idare ediyordu. O sa-bah evden pek bir şey yemeden çıkmıştı. Malum olay da öğleye doğru sınıfta olmuştu.

Hasan’ın düşünceli ve dalgın gözlerle izlediği serum damla-ları henüz bitmişti ki hemşire gelerek serumu kolundan çıkar-dı. Hasan’a gülümseyerek “Yan odaya buyurun.” dedi. Hasan nereye gittiğini bilmeden hem-şireyi takip etti. Masada yemek vardı. Hemşire “Bu sizin için delikanlı.” diyerek dışarı çıktı. Şaşkınlığı geçen Hasan, yavaşça masaya oturdu.

Yemeği henüz bitirmişti ki kori-dordan bir ayak sesi duydu. Orta yaşın üzerinde, yüzünde samimi bir tebessüm taşıyan, beyaz ön-lüklü bir adam kapıda belirdi.

“Afiyet olsun yakışıklı.” diyerek yavaşça Hasan’ın karşısındaki sandalyeye oturdu. Her şeyi bi-

len, anlayan bir bakışla Hasan’a baktı.

“Hasan,” dedi tok ama rahatsız etmeyen bir ses tonuyla. Hasan, çekingen bakışlarını karşısında-ki adama çevirdi. Müfit Bey, Ha-san’ın gözlerinin içine bakarak:

“Üniversite sınavına az bir za-man kalmış. Senden bir ricam var. Bir aylığına benim misafirim olmanı istiyorum. Her gün lo-kantada öğle ve akşam yemeği yiyeceksin. Benim ikramım. Ka-bul edersen beni çok mutlu emiş olursun.”

Müfit Bey, beklemediği bir tek-lifle kaşları çatılan Hasan’a he-men müdahale etti. “Hasan,” dedi. “bu bir ikram. Say ki evi-mize gelmişsin, misafirimsin. Ev sahibinin ikramını geri çevirmek var mı bizim âdetimizde?”

Hasan’ın çatık kaşları biraz yeri-ne gelir gibi oldu. Bundan cesa-ret alan Müfit Bey, işi muzipliğe vurarak devam etti: “Üstelik ben senin doktorunum. Biraz önce seni ölümden döndürdüm. Bana

borçlusun, dediğimi yapmak zo-rundasın.” dedi gülümseyerek. Hasan da kıpkırmızı bir yüzle gülümsedi önüne bakarak. Dok-toru olduğunu o an öğrenmişti.

“Seni merak etmesinler. Şimdi okuluna git. Okuldan sonra da lokantaya uğra. Salih Usta’ya be-nim gönderdiğimi söyle. Unut-ma her gün... Gitmezsen bozu-şuruz. Salih Usta’yı ararım. Ona göre...”

Hasan, çok itiraz edemedi. Ta-mam dercesine başını salladı. Ayağa kalkarak doktorun elini sıktı ve dışarı çıktı. Müdür Yar-dımcısı İsmail Bey’in Toros’uyla geldiği hastaneden tuhaf duy-gularla ayrıldı.

Hasan, dersten sonra lokantaya gitti. Salih Usta, Hasan’ın anlat-tıklarını hiç yadırgamadan, şa-şırmadan dinledi. Sadece adını sordu, en sonunda. “Tamam, Ha-san.” dedi. Hasan, duvar dibinde bir masaya geçti. Salih Usta, gar-sonu çağırarak bir şeyler söyledi. Garson, Hasan’a doğru baktı. Bir süre sonra yanına geldi. “Ne alır-

Aile | Ekim 201930

KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

Aile | Ekim 2019 31

KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

sınız diyerek?” yemek isimlerini sıraladı. Hasan biraz mahcup, aklında ilk kalanı söyledi. Sayılı günler geçti. Okul bitti. Hasan, sınava girdi. Yatağını yorganını bir iple sardı. Üç beş kap kacağı-nı bir torbaya doldurdu. Yıllarını geçirdiği bu küçük ilçede yapa-cağı son bir şey vardı.

Hastanenin bahçesinde dolaş-maya çıkan Müfit Bey, kendisi-ne doğru gelen Hasan’ı görünce biraz şaşırdı. “Ne o Hasan, hasta mısın yoksa?” dedi. Hasan, gü-lümseyerek “Yok, iyiyim.” dedi. “Buraya sağlam insanlar pek gelmez de.” diye takıldı Müfit Bey.

“Okulum bitti.” dedi Hasan, “Köye gidiyordum da sizi göre-yim dedim.” Müfit Bey, çok şey söylemek isteyip de söyleyeme-yen, bütün duygularını “Çok sağ olun” cümlesinde yoğunlaştıran Hasan’ın minnet dolu gözleri-ne baktı. Kalpten kalbe bir yol açıldı. “Allah’a ısmarladık” diyen Hasan’a sarılarak “Güle güle.” di-yebildi.

Müfit Bey, ağır adımlarla hasta-neden ayrılan Hasan’ın arkasın-dan baktı ve “İlahi çocuk,” dedi “durduk yere ağlatacaktın beni.”

Müfit Bey, akşama doğru lokan-taya uğradı. Salih Usta’ya “Be-nim hesap için gelmiştim.” dedi. Salih Usta, anlamayan gözlerle doktora baktı. Doktor Bey, şim-diye kadar çok hayırseverlik yap-mıştı. Kimi zaman köyden ilçeye gelmiş bir garibanı kimi zaman hastaneye gelen yaşlı bir çifti bazen de sokakta gördüğü bir çocuğu lokantaya göndererek yemek yedirmiş sonra da gelip hesabını ödemişti. Ama bu sefer bir yanlışı vardı galiba.

“Ne hesabı Doktor Bey?” diye sordu. Müfit Bey, doğal bir şekil-de, “Hani şu gönderdiğim öğren-ci… Bir ay yemek yiyecekti ya…”

“Ha…” dedi Salih Usta, Hasan’ı hatırlayarak. “Onun borcu yok ki.” dedi gülümseyerek. Yüzü asılan Müfit Bey, “Nasıl yani, ye-meğe gelmedi mi yoksa?” dedi.

“Yok, yok!” dedi Salih Usta, “Gel-

di de… Borcu yok. Çünkü akşam-ları gelip bulaşıkları yıkadı.”

Doktor şaşırmıştı. “Nasıl olur?” dedi. “Yemekler benim ikramım, gidip yiyeceksin demiştim. Sahi, sana ne dedi?”

“Çocuk geldi, dedi ki; beni Dok-tor Bey gönderdi. Hayatı öğren-mem için galiba yemeği ye, ak-şamları da bulaşıkları yıka dedi.”

Müfit Bey donup kalmıştı. İşin aslını öğrenen Salih Usta da doktorun şaşkınlığına katıldı. İkisi de bir süre sustular. Hasan’ı düşündüler. Temiz vicdanına, minnet kabul etmeyen karakte-rine hayran oldular.

Söyleyecek söz kalmamıştı. Mü-fit Bey müsaade istedi. Başına ilk kez gelen olayın şaşkınlığı içinde eve doğru yürürken Hasan’a sı-navını sormadığını hatırladı.

“Ama sınav hiç önemli değil.” diye düşündü. Çünkü Hasan gerçek sınavı, karakter sına-vını kazanmıştı. Diğerleri çok önemli değildi. Onları elbet kazanacaktı.

ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

Aile | Ekim 201932

Anne karnındayken başlar bir çocuğun dünya ile olan ilişkisi. Biyolojik anlamdaki

gelişmelerin yanı sıra, duygu ve kişilik gelişimlerinin temelleri bu dönemde atılır diyebiliriz. Annesinin hisleri, sözleri, işittik-leri; dünyaya gözlerini açıncaya kadar çocuğun karakterini şekil-lendirmek adına atılan ilk adım olur. Yani bu dönemler oldukça hassastır. Artık anne de baba da hatta ebeveyn adaylarının çevresindeki insanlar da kendi-

lerindeki olumsuz his ve davra-nışları bir kenara bırakmaya ça-lışmalıdırlar. Araştırmalara göre annedeki gerginlikler, kanda oluşan kimyasallar yoluyla ce-nine aktarılmakta ve onu etkile-mektedir. Çalışmalar, gebelik sı-rasında kaygı yaşayan annelerin çocuklarının sosyal ilişkilerinde çekingen olduklarını ortaya koy-maktadır.

Doğum sonrasına geldiğimiz-de ise dünyaya gözlerini açar açmaz ebeveyni zorlu bir süreç

beklemektedir. Bebeklik döne-minde bu zorluk, en fazla yakın çevre tarafından hissedilir. Bü-tün her şeyi ile çevresine bağım-lı olan çocuğun bu dönemde ve anne karnında başlayıp yaşam boyu sürecek olan gelişimi de-vam etmektedir. Psikologların çoğu, ortalama 6-7 yaşına kadar çocuğun karakterinin şekillen-diği görüşünü savunur.

Öğrenmesi büyük ölçüde takli-de dayalı olan 0-6 yaş grubunun çocukları için çevre son dere-

Fatıma Güner

Çocuk veOlumsuzDuygular

33Aile | Ekim 2019

ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

ce önemlidir. Çevresindekiler sadece taklit ederek bir şeyler öğrendiği kimseler değil, aynı zamanda onun temel ihtiyaç-larını karşılayacak, ona ilgi ve sevgi gösterecek, güven duygu-su yaşatacak yakın çevresi, aile-sidir.

Bu döneme ve gelişimin öne-mine baktığımızda şöyle bir sonuca ulaşabiliriz: Fiziksel ge-lişimin sağlıklı ilerlemesi aynı zamanda sağlıklı bir motor, dil ve bilişsel gelişim demektir. Sağlıklı fiziksel, motor, dil ve bi-lişsel gelişim; sağlıklı sosyal ve duygusal gelişimi beraberinde getirir. Yeterli bir şekilde beden-sel gelişimini tamamlayan bir çocuğun, normal şartlar altında beyin gelişimi sağlıklıdır. Sağlık-lı bir beyin gelişimi, düşüncenin de gelişmesi demektir. Düşün-ce geliştikçe çocuk, nesneler ve kavramlarla karşılaşır. Bunları öğrenmesi için sağlıklı bir işit-me yeteneği gerekir. Zamanla konuşma ve dil gelişimi iler-leyecektir. Bunun sonucunda çevresinden işittiği ve yaş özel-liği neticesinde taklit ettiği kav-ramlar, zamanla, gelişen duygu dünyasında bir yer edinecektir. Çocuk her şeyin bir anlamı ol-duğunu fark edecek, bütün bu yaşananlar aynı zamanda çocu-ğun kişiliğinde izler bırakacak yani kişiliğini oluşturan parçalar olacaktır.

Yaşadığı süreçler içerisinde ço-cuğun duyguları davranışları-na yön verir. Bu aslında her yaş grubundaki insanlar için hemen hemen böyledir. Bir şeyin ya da bir kimsenin bizde uyandırdığı duygular davranışlarımızı belir-ler. Ya severiz ya nefret ederiz. Ya da hislerimiz sadece ona kar-şı olmaz, her şeye yansır. Duy-gular, sonradan öğrenilirler. Bu duyguları bize öğreten o an ya-şadığımız olaylardır. “Neye kar-şı bu duygu bende oluştu? Ona karşı duyduğum bu histe haklı olma payım var mı, yoksa haksız yere mi böyle hissediyorum?” Bir süre sonra hep böyle devam etmeye karar verir.

Çocukluktan itibaren insanı esir alan olumsuz duygular, ona ço-ğunlukla zarar verir. Bu duygu-ların insanda oluşması farklı ve karmaşık süreçler sonucudur. Doğrudan veya dolaylı sebep-lerle olabilir. Kendisi yüzünden veya başka sebeplerin yansıma-sı nedeniyle gerçekleşebilir. Bü-tün olumsuz duygular zararlıdır da diyemeyiz çünkü olumsuz duyguların gerektiği anlar el-bette vardır. Ancak haksız yere oluşan olumsuz duygular, kişi-nin hem kendisine hem de çev-resine zarar verir.

Karakterin ve kişiliğin olumsuz yönde şekillenmesi, olumsuz te-sirler altında kalması, bağımsız olamaması her geçen gün farklı

bir felaket senaryosu sunuyor önümüze. Her türlü kötü olayın yaşandığı, insanlara zarar veren davranışların çok rahat sergi-lendiği bir dünyada yaşıyoruz. Hepimiz şikâyetçiyiz, ama çoğu-muz izlemeye devam ediyoruz. Her şeyin yüzde yüz güzel olma-sı mümkün değil, ama olması için çabalamak mümkün. Top-lumların düzelmesi aile ile baş-lar. Ailenin yapabileceği en gü-zel şey, çocuklarına verecekleri güzel ahlaktır. Doğruları olumlu duygular yaratarak aktarmaktır.

Hz. Muhammed (s.a.s.) kızı Fa-tıma yanına geldiğinde ayağa kalkıp “Hoş geldin.” der, öper, onu kendi yerine oturturdu. Kız çocuklarına hiç değer verilme-yen o dönemde Hz. Muham-med’in kızına olan sevgisi şüp-hesiz her Müslüman’da ve hatta her insanda hayranlık uyandı-rır. Çocukları sevmesi, onlarla oyunlar oynaması, şakalaşması, kadınlara, kız çocuklarına değer vermesi, herkese söz hakkı ta-nıması… İnsanların kabalığına, kalpsizliğine meydan okuyan incelikte davranışlar sergileme-si... Bunlar, Peygamberimizin hayatından aile hayatımıza yan-sıtabileceğimiz örneklerden sa-dece birkaç tanesi. Çocuğumu-za olumlu tesirlerde bulunmak için örnek alacağımız en önemli şahsiyet şüphesiz Hz. Muham-med olacaktır.

Bir şeyleri düzeltmek, birbiriyle ilişkisi olan insan-aile-toplum sistemin-de her bir insanı kazanmak için çalışmak, bozulan her şeye karşı kalbi

kırık olmayan çocuklarla yeni bir dünya düzeni kurmak için minik minik ama bir araya gelince kocaman olan adımlar atmak mümkün.

Aile | Ekim 201934

ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

Yaratılışı itibarıyla insa-noğlunu diğer mahlû-kattan ayıran en önemli özellikleri akıl, irade ve

şuur sahibi olmasıdır. Sahip ol-duğu bu mükemmel donanım, onu yeryüzünün halifesi konu-muna yükseltmiştir. Ahzâb su-resinin 72. ayetinde, Rabbin arza, semaya ve dağlara teklif ettiği emaneti sadece insanın kabul et-mesinde de onun ahsen-i takvim üzere yaratılmasının sırrı büyük. İnsan bünyesindeki bu hariku-

lade teçhizatla “Hz. İnsan” konu-muna çıkabiliyor.

İnsanın şuurlu bir mümin kı-vamına gelmesinde iradesinin hakkını vererek Rabbinin kendi-sinden istediği ibadetlere sebat göstermesinin payı mutlaka ki çok büyük. İrademiz tercihleri-mizden ilişkilerimize, iş ahlakı-mızdan yaşam tarzımıza kadar hayatımızın bütününü etkiliyor. Peki, böylesi önemli bir prensibi çocuklarımıza daha küçük yaş-

larda nasıl öğretebiliriz? Ya da çocuklarımızın irade terbiyesi kazanmış, modern psikolojinin adlandırdığı şekli ile öz denetim becerisine sahip olmaları için hangi hususlara dikkat etmemiz gerekir?

Öz denetim, kişinin, önemli bir amaca ulaşabilmek için davra-nışlarını ya da başka bir amaca yönelme eğilimini denetleyip kısıtlamasıdır. Kısaca, kişinin kendi kendini kontrol etmesi di-

Asuman DüzgünPsikolojik Danışman ve Rehber Öğretmen

ÖZ DENETİMLİ ÇOCUKLAR YETİŞTİRMEK

Aile | Ekim 2019 35

ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

yebiliriz. Bu konuda filozof Pla-ton’un "Kendini yönet, dünyayı yönetecek gücü bulursun." sözü-nü hatırlıyor ve şüphesiz, insanın kendini yönetebilmesini "birey" olma yolundaki en önemli bece-rileri arasında görüyoruz. Çünkü kendini tanıyan bir kişi, kendini yönetebilecektir. Ve bütün ilim-ler kendini bilmeye hizmet ettiği oranda değer kazandığından Yu-nus Emre’nin “Bu nice okumak-tır.” dediği yerdeyiz.

Öz denetim becerisini kazanan kişiler; kendi kararlarını kendileri alabilen, bağımsız hareket ede-bilen, aynı zamanda davranışla-rının sonucuna katlanmayı göze alabilen, mesuliyet sahibi, sabırlı ve kararlı kişilerdir. Bu özelliklere sahip, kendi davranışını iç mo-tivasyonu ile kendisi harekete geçirebilen öz denetim sahibi çocuklar yetiştirmemiz, sadece birey veya aile için değil, faziletli bir toplumun inşası için de ciddi önem arz ediyor.

İç disiplin sahibi olmasını istedi-ğimiz çocuğumuzun gönülden inanacağı bir amaç belirlemesi, gideceği güzergâhı bilmesi adına atılması gereken ilk adımlardan. Amaç belirlenirken "niçin" soru-suna cevap aramak işimizi kolay-laştırabiliyor. Çalışkan bir öğrenci olmak için, zayıflamak için, iyi bir sporcu olmak için, Allah’ın razı olduğu bir kul olabilmek için vs.

Belirlenen amaç etrafında gün-lük rutinlerin oluşması için ço-cuğun hayatında önem ve önce-liğine göre bir sıralama yaparak günlük, haftalık, aylık planın ya-pılması; bu planın uygulanma-sında azim ve kararlılık gösteril-mesi önemli. En ufak bir zorlukla veya engelle karşılaştığında pes etmeden devam etmesi, başladı-

ğı işi bitirmenin hazzını yaşama-sı için ona rehberlik etmeliyiz.

Belirlediği amaçta istikrarı ko-ruyabilmek için kazandırılması gereken başka bir duygu çıkıyor karşımıza: Sabır. Hazzı ötelemeyi öğreten sabır, irade sahibi her-kesin rehber edinmesi gereken erdemlerden. Çocuğun her arzu ettiğinin hemen temin edilme-si, her istediğinin önüne hazır olarak sunulması, haz oburu çocukların yetişmesine neden olacaktır. İlkeli bir hayat tarzı ya-

şayanların davranış kalıplarını gözlemlediğimizde günübirlik, gelgeç heveslerini ve haz odak-lı duygularını erteleyebildikle-rini görüyoruz. İnsanoğlunun yapmaktan keyif aldığı zevk ve arzularının, belirlediği hedef, amaç ve değerleri ile çelişmesi durumunda hazzı ertelettiren ya da sınırlandıran şey, eğitilmiş bir iradedir.

Hazzı erteleme kavramı, dünya-da ilk defa 1970 yılında Walter

Mischel tarafından uygulanan "Marsmallow Testi" (Zevki Ertele-me Beceri Testi) ile karşımıza çı-kıyor. Bu testle 4-6 yaş anaokulu çocuklarının kendilerini kontrol etme ve duygularını yönetme becerilerini ölçmek amaçlanıyor. Boş bir odada çocukların ön-lerine çok sevdikleri bir şeker konuyor, 15 dakika yemeden beklerlerse ikincisinin verileceği söyleniyor. Çocuklar, şekeri ye-memek için mücadele veriyor. Şekeri yemeden bekleyen çocuk-ların hayatları incelendiğinde akademik başarıları ve sosyal be-cerilerinin daha yüksek, madde bağımlılığı gibi risklerinin daha az olduğu gözlemleniyor.

Sağlıklı anne baba tutumunun gereği olarak çocuklara daha erken yaşlarda iç disiplin kazan-maları için kurallar koyulmalı, bunlar nedenleri ile çocuğa açık-lanmalıdır. Çocuk bu kurallar sayesinde yanlışı, doğruyu ve sınırlarını öğrenecektir. Kuralları uygularken aile bireyleri tutarlı davranmalıdır. Tutarlılık, ebevey-nler arasında geçerli olduğu gibi, ebeveynin kendi içindeki davra-nış ve sözleri için de geçerlidir.

Çocuklara öz denetim becerisi kazandırmak için yapılması gere-ken bir diğer husus ise yaşlarına uygun verilecek sorumluluklar-dır. Çocuklara, hazzın tüketmek-le değil, üretmekle olduğunu; dâhil oldukları ve zahmetini çek-tikleri faaliyetlerle göstermek gerekir. Rabbi ile sağlıklı bir ile-tişim kurabilmesi için bireyin mükellefiyet şuurunun erken yaşlarda yerleşmesi önemlidir. Sorumlulukta kuru bir mecbu-riyet duygusu değil, samimi bir mesuliyet hissinin oluşmasında çocukluk döneminde kazandık-larının payı büyük olacaktır.

Bizlere birer emanet olarak gönderilen evlatlarımızın her biri kendisine özel nadide bir taş, bizler ise o kıymetli taşların işleyicileriyiz. Bir kuyumcu titizliği ile içine sonsuz sevgimizi ve bilgimizi katarak bu kıymetli taşları şekillendirmeliyiz.

Kevser Koçakoğlu

Aile | Ekim 201936

Bebeklerde ve çocuklarda, mide ile yemek borusu arasındaki mesafenin çok kısa olması ve reflüye sıklıkla rastlanması sebebi ile ağız kokusu görülebilir. Bunların

dışında açlık, geniz akıntısı, ağız ve diş bakımının yetersiz olması, ağızdan nefes alma, üst solunum yolu

enfeksiyonları, ağız içindeki yaralar, diş çıkarma, gastrit, ülser, yiyecekler, parazitler, kronik karaciğer, böbrek ve

metabolizma hastalıkları ağız kokusuna neden olabilir. Ağız kokusu, genellikle fırçalama ve diş ipi kullanımı;

dilin gerisinin temizlenmesi; ağız ve diş bakımının yapılması; altta yatan alerjiler, sinüs enfeksiyonları veya

ağız kokusuna neden olabilen diğer tıbbi sorunların tedavi edilmesi ile düzelen bir sorundur.

Aşılama, iki bitki parçasını büyümelerine devam edecek şekilde birleştirme sanatıdır. Aşı, ağaçların

cinsini iyileştirmek, daha iyi cins meyve almak için yapılır. Aşı yaparken dikkat edilecek ilk nok-

ta, aşı kalemlerinin (aşılanacak parçaların) iyi cins, genç ağaçlardan alınmasıdır. Aşı kalemi, körpe bir ağacın bir yaşındaki genç sürgünle-

rinden kesilen dalcıklardır. İyi bir aşı kalemi, az odunlaşmış, rengi hafifçe kırmızılaşmış

dallardan alınır. Aşılar ilkbaharda yapılır. Nisan ve mayıs, aşıya en elverişli aylardır. Gül gibi ağaç-

çık durumundaki çiçeklerle birlikte, bütün meyve ağaçlarına bu aylarda her çeşit aşı yapmak müm-

kündür. Ağaçlar yapraklanmaya başlayınca aşılanan kesimin beslenebilmesi için bu kesimin altından süren

tomurcuklar koparılmalıdır.

Meyve Aşılama

ÇocuklardaAğız Kokusu

ALIŞVERİŞ REHBERİ

BİRKAÇ İYİ FİKİR

Aile | Ekim 2019 37

Çok sevdiğimiz fakat kışın bulamayacağımız yiyecekler için bir sonraki yazı beklemek yerine

konserve yapmak çoğumuzun tercihi. Peki, konservelerin daha

kaliteli ve sağlıklı olması için nelere dikkat edilmeli? Öncelikle

işe kaliteli ve taze hammadde teminiyle başlanmalı. Üzerin-

de çizik, çatlak olmayan cam kavanozlar seçilmeli. Kapaklar

tek kullanımlık olmalı. Kay-nar vaziyetteki ürün, önceden

ısıtılan kavanoza üzerine en az iki parmak boşluk kalacak kadar

doldurulmalı ve bir yandan kaynar su içerisinde bekleyen

sağlam kapaklar hazırlanmalı. Dolum sırasında temiz bir bezle

kurulanan kapağı kavanozun üzerine koyup avuç içiyle hafif

bir baskıyla 3 kez tık sesi duyu-lacak şekilde sola, en son bir

sağa şekilde kapama yaparak oda sıcaklığında üzeri bir bezle örtülüp soğuması beklenmeli.

Kapak içerisindeki conta ve iç yüzeyler gıda sıcakken tepkime-

ye girebileceğinden (özellikle asitliyse) kavanozlar kesinlikle

ters çevrilmemeli. Zehirlemeye neden olabileceğinden asla soğuk dolum yapılmamalı.

PÜF NOKTASI

EvdeKonserve Yapımı

Biberon Seçimi

B12 Vitamini Eksikliği B12 (kobalamin), vücudun üretemediği, yalnızca dışarıdan besinler yoluyla alınabilen bir vitamindir. Vücut sağlığının korunmasında oldukça önemlidir. Bu nedenle sağlıklı, dengeli ve düzenli beslenmeye özen göstermek gerekir. Vücutta B12 eksikliği görüldüğünde algılama ve öğrenme bozuklukları, unutkanlık, depresyon, bacaklarda güçsüzlük, el ayak uçarında uyuşma, karıncalanma gibi sorunlar ortaya çıkar. B12 yetersizliği makrositer anemi denilen özel bir tür kansızlığa da neden olur. Özellikle 1 yaşın altındaki çocuklarda nörolojik sorunlara; baş tutma, oturma, yürüme ve konuşma gibi fonksiyonlarda gecikmeye yol açar. Araştırmalar, 65 yaş üzeri kişilerin %40’ında B12 yetersizliği olduğunu göstermektedir. Yaşlı insanların çoğunda midenin iç yüzeyini oluşturan dokuda tahribat ve mide salgısında azalma meydana geldiği için B12 yetersizliğine daha fazla rastlanır.

SAĞLIKLI YAŞAM

Bebek büyütürken en önemli besleme şekli

kuşkusuz emzirmektir. Doğumdan itibaren

ilk 5-6 hafta, bebeğin doğal

emme eylemini kavrayabilmesi

için biberon kullanımı sakıncalı

görülmektedir. Annenin çalışıyor olması, sağlık sorunları veya buna benzer sebeplerden dolayı biberon kullanmak

zorunda kalınabilir. Peki, bebeğinize en uygun biberon seçimi nasıl olmalıdır? Biberon, gaz sancısını azaltmaya yardımcı çift valfli anti-kolik özellikte ve üzerindeki işaretleri net olmalıdır. Cam biberonlar kolay sterilize edilebilirler, içlerindeki suyu iyi korudukları için sağlıklıdırlar ancak çatlama ve kırılma riskleri

olduğundan bebeklerin eline verilmesi önerilmez. Plastik biberonlar hafiftirler, kolay kırılmazlar. Ancak bunların BPA

(Bisfenol A) maddesi içermediğinden kesinlikle emin olunmalıdır. Silikon biberonlar, BPA maddesi içermezler ve bebek tarafından

kolay kavranırlar. Yuvarlak ağızlı biberonlar çok kullanılır. Temizleme ve içine mama koyma yönünden rahattırlar. Köşeli

biberonların başları 30 derece eğimlidir. Temizlenmeleri zordur ancak bunlar mama akışı bakımından rahattırlar.

Aile | Ekim 201938

Emrullah Hatipoğlu, 1946 yılında Trabzon’un Of ilçesinde doğdu. 10 yaşında babası-nın yardımlarıyla hafız oldu. İlkokul diplomasını hafızlığından sonra aldı. 1960 yılın-da başladığı Ankara İmam Hatip Okulunda sonra 1968-1972 yılları arasında İstan-bul Yüksek İslam Enstitüsünde okudu. 1975 yılında İstanbul Üniversitesi Arap-Fars Edebiyatını 1975-1978 yıllarında da Haseki Arapça Bölümünü bitirdi. Beylerbeyi’nde Hamid-i Evvel Camii’nde vekâleten başladığı imamlık ve hatiplik görevlerini sırasıyla Eminönü Yeni Camii’nde, Teşvikiye Camii’nde sürdürdü ve son olarak 33 yıl imamlığı-nı yaptığı Sultan Ahmet Camii’nden emekli oldu.

Söyleşi: Mahir Kılınç

SÖYLEŞİ

Emrullah Hatipoğlu:“Sultanahmet; benim hayatımda kabul olunmuş bir duadır.”

Aile | Ekim 2019 39

Mihrapla buluşmanızın temelleri ile başlayalım isterseniz. Sizi mihraba yönlendiren saikler ne idi, din görevlisi olma fikri sizde ne zaman neş-vünema buldu?

Biz Kur’an öğretiminin ve dinî ilimlerin öğretimi-nin yasak olduğu, acı hikâyelerle büyüdük. O dö-nemin çocukları olarak bu hikâyeler, dinî ilimleri özellikle Kur’an’ı öğrenmeye ve onu ezberlemeye yönelik bizde muazzam bir etki oluşturdu. Küçük aklımızla hep düşünürdük ne yapabiliriz diye. Aklımıza ilk gelen Kur’an’ı ezberlemek olmuş-tu. Gerçekten de Kur’an’ın hafızı olmak en büyük idealimizdi. “Kimse benim hafı-zama aldığımı da unutturamaz ya bana!” diye düşünüyorduk. Bakınız, yasaklı yıllara yönelik anlatılan hadiseler bize nasıl sirayet etmiş? O zamanlar an-latılagelen acı hikâyeler bizde bir koruyuculuk tavrı geliştir-di. Dolayısıyla bu tavır, gerek Kur’an’ı ezberlemede gerekse diğer ilimleri öğrenmede daha bir gayret ve aşk oluşturdu. Çev-re koşullarının oluşturduğu at-mosfer hafızlık eğitimini önce-lememde etkili oldu. O yıllarda aslında dine bakışımız koruyu-cu bir bakıştı ve imamlık da dini temsil anlamında çok önem arz ediyordu. Hafızlık eğitimiyle başlayan imam hatip ve İstan-bul Yüksek İslam Enstitüsüyle devam eden dinî ilimlerle meş-guliyetimiz de imamlık görevin-de bulunmamda önemli etken-lerdendi. Ayrıca Yüksek İslam Enstitüsünde iken yapmış olduğumuz okumalar bize bir dava şuuru aşılamıştı ki bu davanın lider-liğini üstlenecek olanlar da peygamber mirasının sahipleri imamlardı. Böylesi şerefli bir mirası de-vam ettirmeyi kim istemez ki? Mihrap, minber ve kürsüde âdeta Hz. Peygamber’e en yakın konum-dasınız. Onun hatıralarıyla bezeli bu makamlar bize daha âli geldi ve hayatımızda meylimiz bu yönde oldu. Rabbim de bu güzelliği bize bahşetti.

Peygamber’in mirası bir görevi, yine onun övgü-süne mazhar bir şehir olan İstanbul’da yapmak

sizin duygu dünyanızda nasıl bir yere sahip?

Benim için çok büyük bir mutluluk. Çünkü tarih-ten bu yana birçok imparatorluğa ve medeniyete ev sahipliği yapmış, uğruna şiirler kaleme alınmış, şarkılar söylenmiş, dünyanın gözdesi bir şehirdesi-niz. Sizin de söylediğiniz gibi Hz. Peygamber’in öv-düğü ve sahabenin bu övgüye mazhar olmak için can verdiği bir şehirde yaşamayı ve görev yapmayı Allah’ın bir lütfu olarak görüyorum. Bu şehir ki İs-lam beldesi olduktan sonra İslam ordularının âde-ta hareket noktası olmuş. İslam sancağının taşın-dığı, tarihte önemli bir misyona sahip bir şehirde

olmak insanı ister istemez heye-canlandırıyor. Nedim’in de “Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâ” diye nitelendirdiği bu şe-hir önce ikamet edilen yerken sonrasında sevda olup gönülle-re işlenen bir nakış oluveriyor.

Bu kutlu mesleği icra eden he-men herkesin tanıdığı/bildiği biri olarak kendinize örnek aldığınız hocalarımız kimler oldu; o kaynaklar sizi nasıl bes-ledi?

Hindistanlı âlim Mevlana Ebu’l-Kelam Azam’ın İngiliz Mahkemelerindeki savunması-nı Kemalettin Şenocak’ın çıkar-dığı İslam Mecmuası’nda okumuş ve çok etkilenmiştim. Bunların yanı sıra Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisi ve kitapları, Sami Arslan’ın Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı, Ahmet Hamdi Aksekili Hoca’nın İslam adlı eserleri bize

küfre karşı bir duruş sergilememiz gerektiğine dair bir kimlik oluşturmuştu. Bu yazarların ve on-ların neşrettiklerinin hayatımda ne kadar önemli olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.

Ali Üsküdarlı, Rahmi Şenses, Mehmet Rüştü Aşık-kutlu, Abdurrahman Gürses hocalarımdı benim. Her birinden Allah razı olsun. Onları ve emeklerini asla unutamam. Onlar vazife insanıydı ve o vazife şuurunu talebelerine aşılamanın peşindeydiler. Hocalıklarının yanı sıra beyefendilikleriyle de gö-nüllerimizde taht kurmuşlardı. Kur’an aşığı olan

SÖYLEŞİ

Kâbe’nin şubeleri mesabesinde olan camiler bizim sembollerimiz, medeniyetimizin nişaneleridir. Selimiye, Sultanahmet, Süleymaniye… Değerlerimizi insanlara kazandıracağımız eserlerimiz…

bu insanlar, bu mücadelede hasbiliğin nasıl olma-sı gerektiğinin örnekleriydi. Son olarak altı sene beraber görev yapma şerefine de nail olduğum Gönenli Mehmet Efendi Hocamın İslam uğruna, Kur’an uğruna çalışma ve gayretlerini de bizatihi gördüm. Bu güzel insanlar, nöbetlerini en güzel şekilde savdılar ve bu aziz görevi bize tevdi ettiler. Allah onların her birinden ayrı ayrı razı olsun.

Sultanahmet Camii ile âdeta özdeşleştirildiniz. Sultanahmet Camii’nin sizin hayatınızdaki yeri nedir?

Uzun bir süre Sultanahmet Camii’nde görev ya-pınca insanlar bizi Sultanahmet’e yakıştırdılar sağ olsunlar. Bu güzel bir duygu tabii. Çünkü Sul-tanahmet’te vazife yapmak Allah’ın bir lütfu. Ben de zaten burada görev yapmayı “müstecap olmuş bir dua” olarak görürüm. Haseki Arapça bölümün-de talebe iken İslam ülkeleri dış işleri bakanları da İstanbul’da toplanmıştı. Cuma namazını da Sulta-nahmet’te kılacaklardı ve Haseki Eğitim Merkezin-de o güne mahsus bir hutbe hazırlanmıştı. Hutbe-

yi de o zaman Fatih müftüsü Ömer Biçer takdim etmişti minberde. Ben de minberin tam karşısında bir yerde oturuyordum. Hutbe okunurken “Rab-bim bize düşmez ama sen lütfetsen ne güzel olur!” diye içimden geçirdim. O cuma günü içimden ge-çirdiğim bu temenni demek ki müstecap oldu. Az önce de zikrettiğim gibi “Sultanahmet benim ha-yatımda kabul olunmuş bir duadır.”

Görev yaptığınız camiler farklı dine mensup ki-şilerin de yoğun olarak yaşadığı muhitlerde bu-lunuyordu. Böyle bir ortamda vazife yapmanın zorlukları, fırsatları ve sorumluluklarını da ko-nuşmak isteriz.

Farklı dinlere mensup insanların yoğun olarak bulunduğu yerde görev yapmak elbette ki zor ve sorumluluk istiyor. Ezanı duyup gelen, ezandan et-kilenip de Müslüman olan, camiyi kastederek “Bu-rada bulduğum huzuru başka yerde bulamıyorum lütfen bunu benden esirgemeyin.” deyip camiden çıkmak istemeyen kimselere şahit oldum. Dolayı-sıyla burada okunan her ezan ve Kur’an çok önem-

SÖYLEŞİ

Aile | Ekim 201940

li. Ben Kur’an okumadan önce şöyle dua ederdim hep: “Allah’ım okuyacağım aşr-ı şerifi birilerinin hidayetine vesile kıl.” Böyle yerlerde dinimizi tem-sil etme anlamında yaptığımız ya da yapacağımız her harekete, söyleyeceğimiz her söze tabiri caiz-se attığımız her adıma dikkat etmek zorundayız. Dini anlatacak seviyede yabancı dil bilgisine sahip olmalıyız ki bu konudaki eksiklik bir ıstırap sebe-bi olabiliyor. Çünkü farklı dinden kimseler aslında Hz. Allah’ın, dinini tebliğ etmemiz adına bizlere sunduğu fırsatlardır. Bu fırsat-ları değerlendirebildiğimizde mutlu oluyoruz.

Gelelim Camiler ve Din Gö-revlileri Haftası’na. Hocam, medeniyet tasavvurumuzda tartışılmaz bir yere sahip olan camileri hangi anlamları ba-kımından ele almalıyız. Ayrıca insanların gönül kapılarını ca-milere nasıl açmalıyız?

Kâbe’nin şubeleri mesabesinde olan camiler bizim sembolleri-miz, medeniyetimizin nişane-leridir. Selimiye, Sultanahmet, Süleymaniye… Değerlerimizi insanlara kazandıracağımız eserlerimiz… Bunlarla medeni-yetimizi mimarisiyle, sanatıyla insanlara kazandırıyoruz. Bun-lar, maddi cihetten hayranlık uyandıran eserlerdir. Bunlarla medeniyetten asıl kastettiği-miz değerlerimiz ortaya çıkıyor. Ahlaki değerlerimizi insanla-ra nerede kazandırıyoruz? Bu şaheserlerde kazandırıyoruz. Dolayısıyla camilerimizi insan-ları kazandığımız, insanlara da kazandırdığımız mekânlar hâline getirmeliyiz. Efendimiz buyuru-yor ki “Kardeşine güler yüz göstermen sadakadır.” Öncelikle tebessümü eksik etmemeliyiz. Camiye gelenleri ilk karşılayacak olan güler yüzlü kimse olmalıdır. Gönüllere açılan kapılar asla asık bir su-ratla açılmaz. Camileri temsil makamındakilerin bunlara çokça dikkat kesilmesi gerekir. Caminin gülen yüzü, aslında İslam’ın gülen yüzü olabilir. Hani ayette geçiyor ya “Yumuşak sözlü olmalılar

ki gelenler onlardan öğütlerini alsınlar.” Sert ve kırıcı bir üsluptan kaçınmalılar, söz sihirdir çünkü. Sözün gücünü kullanmalıyız ki gönül kilitlerini açalım. İnsanları ürküten, haşin, sert mizaç ve üs-luptan uzak durmalıyız.

Son olarak dolu dolu geçirdiğiniz kırk dört yıllık din görevliliğiniz esnasında pek çok anı biriktir-mişsinizdir. Bunların içinden gönle dokunan bir hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?

Camiyi temsil makamındaki tavrıyla alakalı çok güzel bir hatıra var aslında… İsviçreli bir ressamın parası pulu kalmamış. Parklarda, bahçelerde yatıyor-muş. Aradan üç gün geçmiş aç, sefil, perişan bir hâlde Sulta-nahmet Camii’nin merdivenleri-ne oturmuş. Artık biri mi söyledi ya da Müslümanlar merhametli insanlar diye düşünerek mi gel-di bilemiyorum. O merdivenler-de otururken sakallı bir zat ca-miden çıkıyor ve diyor ki oradaki arkadaşlara: “Kim bu, ne istiyor, derdi nedir?” O İsviçreli de ora-dakilere “Üç gündür parklarda kalıyorum, aç ve susuzum.” de-miş. Bunun üzerine camiden çıkan o zat ona para vermiş. O para İsviçreli için âdeta hayata yeniden bir başlangıç olmuş. İsviçreli ressam, ülkesinde sa-natını icra etmiş ve kendi iaşe-sini karşıladıktan sonraki artan parayı da yolda kalmış, aç susuz insanlara dağıtmaya başlamış. Benim de imamette olduğum bir gün camiye geldi ve elinde

epeyce bir parayla. “Günün birinde ben bu caminin merdivenlerinde oturuyordum çaresizlik içerisin-de, camide görevli olan sakallı bir adam bana yar-dım etmişti. O günden beri ben de kazandığım pa-rayı insanların istifadesinde kullanıyorum. Lütfen bu parayı alın ve çaresiz kalan insanlara dağıtın.” Biz de o parayı ihtiyaç sahiplerine dağıtmak üzere teslim aldık. O kişiye yardım eden ve bu hatıraya vesile olan o güzel insan da Gönenli Mehmet Efen-di’ydi, Allah ondan razı olsun.

Aile | Ekim 2019 41

SÖYLEŞİ

Efendimizin

buyurduğu “Kardeşine

güler yüz göstermen

sadakadır.” sözünü

şiar edinerek

yüzümüzden

tebessümü eksik

etmemeliyiz.

Camiye gelenleri ilk

karşılayacak olan

güler yüzlü kimse

olmalıdır.

Aile | Ekim 201942

TERS KÖŞE

Dumanla veya güver-cinle haberleşme anı-larını duyunca evet günümüzde iletişim

çok daha kolay. Ancak güver-cin ve dumanla haberleşmek kadar zevkli mi, tartışmaya açık! Özellikle son yıllarda ha-yatımıza aniden giren mesaj uygulamalarıyla sadece metin değil fotoğraf, video, dosya vs. her türlü veri aktarımını anın-da yapabiliyoruz. Hayatımızı kolaylaştırdığı da tartışmasız

bir gerçek elbette. Bununla bir-likte bize bazı zararlar verdiğini de düşünmeden edemiyorum.

Artık en az üç kişinin bir vesiley-le bir araya geldiği ortamlarda, ilk iş bir “mesaj grubu” oluştur-mak. Grupta yer alması gere-ken birinin “Ben akıllı telefon kullanmıyorum.” deme ihtimali henüz mümkün gözükmüyor! Sonrasında bütün iş ve işlemler bu grup üzerinden yürütülüyor. Daha doğrusu yürütülmeye ça-

lışılıyor. Peki, yürüyor mu? Eh işte, yürüyebildiği kadar! Zaten Türkiye şartlarında bir kişi en az 3-5 grup içerisinde yer alıyor. (Bu durumu bir arkadaşımla konuşurken, kendisini 13 farklı gruba “eklediklerini” söyledi.)

“Kardeşler konuşuyor, analı kız-lı, gelin görümce, dayı yeğen, enişte menişte, sülalecek bur-dayız, daire personeli, genel müdürlük, memleketten haber var, liseli dostlar, mahalleden

Ramazan ArslantaşDiyanet Haber Editörü

Cenaze Hizmetleri

kankalar, üniversiteden arka-daşlar, komşu komşular” vs. uzayıp gidiyor. Sonrasında mü-temadiyen gruplar karışıyor; yanlış gruplara yanlış konular-da paylaşımlar yapılıyor, gayet ciddi bir gruba bir anda “kısır tarifi” atılıyor. Mesaj uygulama-larına son eklenen özellik saye-sinde, fark edilen yanlış payla-şımlar hemen siliniyor. Bu sefer de; “Ne yazdı da sildi bu yine?” sorusu beyinleri kemiriyor. Ge-reksiz bir merak uyandırıyor.

Hele bir de 30, 40, 50 ve daha fazla kişinin yer aldığı gruplar-da olmak durumundaysanız, işte o zaman vay hâlinize! Çün-kü bu artık sıradan bir iletişim mecrası olmaktan çıkıyor, ne olduğu belli olmayan başka bir platforma dönüşüyor. Kimin kim olduğu belli olmayan, ta-nımadığınız, belki hakkında en küçük bir fikir sahibi bile olma-dığınız insanların da yer aldığı gruplardan gelen mesajlarla cebelleşmek durumunda kalı-yorsunuz.

Bu arada herhangi bir gruba eklenmek için onayınız da ge-rekmiyor. Bir anda, belki de aynı grubu bırakın aynı cümle içerisinde birlikte anılmak bile istemediğiniz çok sayıda insan-la, bir sabah gözlerinizi açtığı-nızda aynı grupta yer aldığınız gerçeğiyle yüz yüze gelebiliyor-sunuz. Evet, belki tekrar çıkmak sizin elinizde ama numaranız çoktan onlarca kişinin rehberi-ne girmiş oluyor. Bu tür sosyal platformlar bu duruma da bir an önce çözüm getirmeli ve bir grupta yer almak önce kişi-nin onayına sunulmalı. Bu, her

şeyden önce bir kişilik hak ve hürriyetidir çünkü diye düşü-nüyorum.

Gruplarda gerekli gereksiz pay-laşım yapanları, “iletişim kültü-rü” olmayanları, asli görevinin dışında sanattan siyasete, ko-mediden drama, geçmişten ge-leceğe, tarihten felsefeye kadar her türlü alanda “gruba destek olanları” burada hiç anmıyo-rum bile! Sonuç olarak grup üyesinin canına tak ediyor ve di-yor ki “Yetti artık!”, bütün grup-ları sessize alıyor. Hem de bir yıl. Zaten en fazla bir yıl alına-biliyor. Yoksa sonsuza dek sus-turmak tek çözüm olurdu her-hâlde! Bu kez telefonu eline her aldığında (yaklaşık beşer daki-ka arayla bu durum tekrarlanı-yor), her grupta yüzlerce mesaj. En az 3 ya da 5 grup, yüzer me-sajdan, kişi okunması gereken bayağı bir ileti çöplüğüyle karşı karşıya kalıyor. Doğal olarak bu iletilerin tamamını okumuyor, sadece kendi adı ile etiketlenip gönderilen mesajları okuyup geçiyor. Ve o yüzlerce “gerek-siz” mesaj içerisinde; ne parlak fikirler, ne öneriler, ne imkân-lar heba olup gidiyor! Bu işin sadece bir boyutu. Bir başka boyutu; bir araya gelinip fikir alışverişi yapılmadığı, karşılıklı göz temasında bulunulmadığı yani bir paylaşım söz konusu olamadığı için birlikte çalışan insanlar arasında oluşması is-tenen ve beklenen “ekip ruhu” asla oluşamıyor. Doğal olarak da iş ve işlemlerde aksamalar başlıyor. En başta dediğim gibi; yürüyor mu? Eh işte, yürüyebil-diği kadar?

Öte yandan evlenen, çocuğu olan, yeni bir göreve atanan ar-kadaşımızı mesajla veya sosyal medyadan tebrik edebiliyoruz. Yanına gitmemize gerek kal-mıyor. Hasta olan bir arkada-şımıza telefonumuzdan henüz canlı çiçek gönderemesek de (Önemli bir eksiklik!) bu sefer de imdadımıza emojiler yetişi-yor.

Belki farkında değiliz ama git-tikçe birbirimizden uzaklaşıyo-ruz. Birbirimizi tanıyamıyoruz. Sağlıklı ilişkiler kuramıyoruz. Kalıcı dostluklar inşa edemiyo-ruz. Biz bu “ne menem bir şey” olan sosyal medyaya bir türlü alışamıyoruz. Belki de alışmak istemiyoruz. Ve “aynı ortamı” paylaşıp “aynı ortamda hiçbir şey paylaşmadığımız” insan-larla çok küçük bir olumsuz-luk yaşadığımız ilk anda ipleri koparma noktasına geliyoruz. Çünkü bir arada olmamız ge-reken hiçbir zamanda bir araya gelmemişiz. Birbirimize destek olmamış, dahası birbirimizi ta-nımamışız. Bu durumda geriye sosyal medyada halledeme-yeceğimiz sadece bir tek şey kalmış; o da arkadaşımız öldü-ğünde cenazesine gitmek! Ora-da da zaten bir araya gelmemiz mümkün değil!

Cenaze hizmetlerini de sosyal medya ya da mesaj uygulama-larından yerine getirilse de biz hiç zahmete girmesek mi aca-ba?

Bir de şunu çok merak ediyo-rum; bu uygulamaları gelişti-renler, bizim kadar yoğun kul-lanıyorlar mı?

TERS KÖŞE

Aile | Ekim 2019 43

Müb

erra

Akt

ürk

Sabrı Eyüp'ten (a.s.), iffeti Yusuf'dan (a.s.), hikmeti Lokman'dan (a.s.) öğrenen dedem, sevenlerinin gönlüne taht kurmuş bir insandı. Gecesi Kur’an ve namaz, gündüzü ibadet ve zikirdi. Kimseyi kırmadan, incitmeden yaşamaya özen gösterirdi. Beyhude konuşmaz, boş işlerle meşgul olmazdı. “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi imanının güzelliğindendir.” derdi. Ben, “İmanın güzeli çirkini mi olur? İman imandır, dedem.” deyince, “Her şeyin tamı da yarımı da, güzeli de çirkini de olur, balam.” diye cevap verirdi.Bugün tam da onu son yolculuğuna uğurlamamızın ardından size dedemi anlatmak istiyorum. Bendeki yerini, giderken ardında bıraktığı koca boşluğu.Vakit namazlarını cemaatle kılmayı çok severdi dedem. Daha ezan okunmadan dakikalar önce camiye giderdi. “Randevum önemli, bekletmek olmaz.” diye takılırdı bana . Giderken tanıdık tanımadık herkese selam verir, hayır dualarda bulunurdu. “Cemaatle namaz kılmak niye yirmi yedi kat sevap bilir misin balam?” diye sormuştu bir gün. Çocuk aklımla “Camiler boş kalmasın diye mi dedem.” diye cevap vermiştim. “Yok, balam öyle değil. Cemaat demek, birlik beraberlik demek… Din kardeşinle omuz omuza namaz kılmak, onunla kol kola olmak demek. Camide buluşup kaynaşmak, eşin dostun hâlini hatırını sormak demek… Hem camiye gidene kadar hayvana, bitkiye, canlı cansız bütün mahlûkata bir faydası dokunur insanın. Bir kedinin başını okşar, susuz bir hayvana su verir, esnaf arkadaşının selamını alır, mahalleliyi şöyle bir kolaçan eder.” demişti. İbadet eden gençleri çok sever, onlara hususi ilgi gösterirdi. “Gencin ibadeti güneş gibidir, etrafını aydınlatır.” diye bizlere nasihatte bulunurdu. Camiye bir bala gelirse eli boş dönmesin diye ceplerini kuru üzüm, ceviz, fındık, fıstıkla doldurup öyle giderdi.Dedemle akşamlar bir başka güzeldi. Yatsı namazından gelmesini dört gözle beklerdik. Dedemizin dizi, günün yorgunluğunu attığımız yerdi. Beş kardeş dizinin dibine oturur, onu dinlerdik. Bize sırayla elindeki kitaptan peygamber kıssalarını okuturdu. Okuyanın yorulduğunu fark edince hemen araya girer;

22.03.2019

GÜNCE

Aile | Ekim 201944

Dedemin Ardından

“İki şeyi unutacaksın, iki şeyi unutmayacaksın.” diyerek sözü alırdı. “Allah’ı unutmayacaksın, bir de ölümü. Neyi unutacaksın, yaptığın iyiliği, sana yapılan kötülüğü. Yaptığın iyiliği sürekli anlatıp da canlandırmayacaksın. Sana yapılan kötülüğü de sürekli hatırlayıp hayatı kendine zehir etmeyeceksin. Sana kötülük yapana bile sen iyilik yapacaksın, iyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârı.” derdi. Namazı kılıp gelince, diyeceklerini deyince, saat de 10’u görünce daha da dedemi kimse tutamazdı. “Saat on yatağa kon, saat üç yataktan uç.” diyerek odasına geçerdi. Erken yatar fakat bütün geceyi uykuya teslim etmezdi. Gecenin bir yarısı odasından gelen Kur’an seslerini işitir teheccüde kalktığını anlardık.Dedem, ömrü boyunca bize hep sabrı öğretti. “Varlık da O’ndan, yokluk da…” sözünü küçük dimağlarımıza nakşetmişti. Kendisi de en dayanılmaz acılara sabretmişti. Dile kolay, sekiz evladını kendi elleriyle toprağa vermişti. “Veren de O, alan da O…” diyerek nice imtihana göğüs gerdi dedem. Yokluk gördü, yoksunluk gördü fakat hiç yüksünmedi. Dünyanın fani olduğunu o bize kendi yaşantısıyla gösterdi. Seksen yedi yıllık ömrüne nice güzellikler sığdırdı. Her fırsatta insanlara hayrı öğütleyen dedem, ölürken bile bizlere nasihat etmeye devam etti; “Birbirinizi Allah için sevin, dünya hayatında önceliklerinizi iyi seçin! Önceliğiniz namaz, Kur’an, ibadet olsun. El âlem ne der, o ne der, bu ne der, dert etmeyin. Allah'ı razı etmek olsun derdiniz. O razı olursa herkes razı olur. Allah için yaşayın, Allah için ölün.” diyerek son nefesini verdi.Namaz kılmaya ezan vaktinden dakikalar önce camiye giden dedemin cenazesi de namazdan önce camideki yerinde hazırdı. Yıllarca yürüyerek gittiği camisine şimdi omuzlar üzerinde taşınmıştı. Tanıdık tanımadık herkese selam veren dedemin cenazesine tanıdık, tanımadık herkes geldi. Gençler cenazede pervane olup hizmete koşmuş, çocuklar bile duaya âmin demişti. Ah dedem, can dedem, hayatını örnek aldığım dedem! Rabbim bizlere de senin gibi bir hayat, seninki gibi güzel bir ölüm nasip etsin. Biz senden razıydık, sen de bizden razı ol, Rabbim de senden razı olsun!

GÜNCE

Aile | Ekim 2019 45

Aile | Ekim 201946

EĞİTİM YARIŞINDAMüzeyyen Yazıcı

BAKIŞ AÇISI

Bu yıl oğlum Mete okula başladı. Bizim buralara yakın bir ilkokul var fakat fiziki şartları yetersiz, sınıflar kalabalık, öğrenciler desen, ne bileyim işte… Çocuğumun daha iyi bir okula gitmesini istiyordum; iyi eğitim alsın, hani güzel bir sınıfa düşsün. Malum arkadaş ortamından etkileniyor şimdiki çocuklar. Ana babalarından çok akranlarının sözünü dinliyorlar, çevrelerini örnek alıyorlar.

Buraya pek de uzak olmayan başka bir okul var, herkes övüyor eğitimini, öğretmenleri de iyiymiş. Ne yapıp edip oraya yazdırdım oğlanı. Sonra biraz araştırma yapıp bir iki tane de öğretmen belirledim. Pervin öğretmen iyi, dediler ama ona çok talep oluyor, yer bulamazsanız İhsan Bey’e yazdırmaya çalışın. Nerede… O kadar dil dök-memize rağmen ikisine de denk getiremedik. Müdür Bey zorluk çıkardı. Servis desen ayrı problem. Ev uzak olunca çocuk derse yetişmek için sabahın bir vakti düşüyor yola, akşam da en son onu bırakıyor servis. Bari en son bizimkini alın diyorum, güzergâh ters abla, diyor servis şoförü.

Hadi bütün bunlar neyse de, öğretmene ne demeli. Hakkını yiyemem; nazik, hoş bir kadın öğretmenimiz. Çocuklar da seviyor onu. Mete’ye soruyorum bazen, Melek öğretmenim, diyor, gözleri ışıldıyor çocuğun. Fa-kat derslere gelince içim pek rahat değil. Daha tanışma toplantısında öğretmendeki rahatlığı görmüş, çocu-

Aile | Ekim 2019 47

ğu başka sınıfa almak istemiştim ama Müdür Bey olmaz demişti. Diğer öğretmenler çocuklarla hız-la derslere başladılar. Bizimki ilk hafta öncelikle okulun kurallarını öğreteceğini, onları okula alıştı-racağını söyledi. Bir de oyun ha-murları istedi. Hamurdan oyunlar oynayarak el kasları gelişecekmiş çocukların. Kalem tutarak geliş-tirseler ya.

Birinci dönem veli toplantısında uygun bir şekilde dile getirmeye çalıştım şikâyetimi. Bu çocuklar büyük bir yarışın içine girdiler, hazırlıklı olmaları lazım, dedim. Siz daha iyi bilirsiniz ama acaba bol bol test mi çözseler, biz ge-rekli kitapları tedarik ederiz, diye ekledim. Melek öğretmen her za-manki gülümsemesiyle dinledi. Efendim çocukların okula adapte olmaları, sosyal ilişkilerinin geliş-mesi, iletişim becerisi kazanması çok önemliymiş, müfredatı aynen uyguluyormuş zaten, şimdiden onları yormaya, bıktırmaya gerek yokmuş. Gelişim yaşlarına göre ilerlemek, ona göre dersleri aşa-ma aşama anlatmak gerekliymiş. İyi de başka çocuklar koşuyorken neden benim oğlum emeklesin. Bir de çocuğun aklına nereden soktuysa sende güzel sanatlara karşı müthiş bir yetenek var, de-miş. Ben matematik diyorum, test diyorum, öğretmen hanım kitap okusunlar, resim çizsinler, şarkı söyleyip oyun oynasınlar, hem toplama çıkarmada gayet başarılı çocuklarım, diyor.

Anneyim ben, çocuğum için en iyisini istemek hakkım. Birinci sınıf ne de olsa deyip geçemem. Şimdiden sıkı bir eğitim hayatına başlamalı ki ileride iyi bir lise hat-ta üniversite kazanabilsin.

Meslek hayatımda on yedin-ci yılı geride bıraktım. Daha dün fişlerle okuma yazma öğ-rettiğim minik öğrencilerim çoktan meslek sahibi birer yetişkin oldu. Nice güzel ha-ber aldım onlardan. En güzeli de her birinin iyi birer insan olduğunu görmekti. Onları belli bir hedefe şartlamadım, bu ülkenin iyi mühendislere olduğu kadar iyi terzilere de ihtiyacı var kuzucuklarım, de-dim. Önemli olan yetenekleri-nizin farkına varıp sevdiğiniz işi yapmanız, başarı ve mutlu-luk zaten ardından gelecektir.

Sosyal ilişkilerinin gelişmesi-ne azami dikkat ettim. Neler gördüm bu on yedi yılda… Sa-bah akşam sinüs kosinüs test çözerken evine ziyarete gelen bir akrabasıyla oturup iki ke-lam edemeyen liseli öğrenci-ler gördüm mesela. Doktorun karşısında şikâyetini dile ge-tiremeyen çocuklar gördüm. Bunlar ailede öğrenilir, deyip çıkmadım işin içinden. Anne babalarından emanet aldı-ğım minicik yürekleri cesa-retlendirmeye çalıştım hep. Derslerin yanında onların bi-rer birey olarak gelişimlerine katkı sağlamak için elimden geleni yaptım. Birlikte hare-ket etmeyi, iş bölümü yap-mayı kurduğumuz oyunlarla pekiştirdik. Kitap okuyarak diğerkâmlıklarını geliştirdiler, hayata başka başka açılardan bakmayı öğrendiler. Doğa ile dost olmayı öğrettim onlara, insanı sevmeyi, ağacı, minik bir karıncayı…

Bu yıl yine o ilk heyecanla bi-rinci sınıfla başladık yeni eği-tim dönemine. Küçücük pırıl pırıl zihinler karşımdaydı. Ve-lilerimizle de bir tanışma top-lantısı yaptık. Hemen orada bazı veliler alınacak yardımcı kitapları sormaya başladılar. İhtiyaç olursa MEB’in onay verdiği kaynaklara bakarız fa-kat şimdilik erken dedim. Özel İngilizce dersi soranlar, mate-matik kurslarına gönderen-ler… İlk etapta, ne de olsa ço-cukları için en iyisini istiyorlar deyip anne babaların heyeca-nını mazur gördüm ama iki ay geçmeden veli toplantısında ufak ufak tartışmalar başladı.

Velilerin büyük bir kısmı ço-cuklarının sürekli test çözme-sini, ders çalışmasını istiyor, kimi ev ödevi vermememden şikâyet ediyor. İyi de bu ço-cuklar daha birinci sınıf. Bir yandan her birinin ilgi ve ye-teneği birbirinden farklı diğer yandan da birtakım gelişim aşamalarından geçmeden on-lara ağır gelebilecek konular var. Küçücük yaşta onları bü-yük bir yarışın içine sokmaya hakkımız yok. Hem öğrenmek bir yarış değildir ki. Ben onla-rın merak duygularını canlan-dırmak istiyorum, severek öğ-rensinler, edindikleri bilgileri içselleştirsinler istiyorum. İki basamaklı toplama çıkarmayı yapabilsinler ama kendi baş-larına bakkaldan iki ekmek bir süt de alabilsinler, orada top-layıp çıkarsınlar sayıları, bir de “Hayırlı işler” desinler bakkal amcalarına mesela.

Öğretmek, Ama Nasıl?

BAKIŞ AÇISI

İnsan sever uzun yolculukla-rı, uzaklıkları, bazen kendine bile uzak durmayı. Uzak gi-zemlidir, belki daha bir an-

lamlı. Yollar uzadıkça tüm hesap-lar ardında kalır insanın. Kaygılar ve kavgalar, sekiz beş mesailer, gündelik telaşlar, yarınlara dair planlar. Ve hatta kitaplar… Yolda bizzat sen kitap olursun. Kendini okursun.

Yolda hem yolu tanırsın hem yol-daşı. Yoldaştır yolu güzelleştiren. Öyle ki yollar bazen sarptır bazen yokuş. Bu çileli yolculuğu en ko-lay geçirmenin yolu samimi bir yoldaştır. Lakin yoldaşın güzel-liğine aldanıp yolu unutmamak gerekir. Zira gaye yolda olmak, yolcu kalmaktır.

İlerledikçe şehrin gürültüsün-den, kalabalıklardan arınır insan. Kentin silueti ardımızda kalır.

Tüm yarışların, hırsların, kaosun üzerine basıp geçersin; geçip gidersin o keşmekeşten. Dar ve taşlık yollar bize dinginliği getirir kucak kucak.

Bir öğle güneşinde, ortalık kav-rulurken sıcaktan, vardık men-zilimize. Bu öyle bir yerdir ki her baktığımız yönde kendimizi bulduk. Dar patika yollardan yü-rüdüm. Yılların yorduğu kışlara, fırtınalara daha fazla tahammü-lü olmayan evlerin önünde dur-dum.Seyre daldım. Güneş yanığı kara ahşap evler; ayaza, borana yenik düşmüş kerpiçler. Ne kadar da canlı ve ne kadar da yorgun. Âdeta bizden biri, âdeta bizim gibi...

Öylece bakıp geçmek istedim. Ama bir ses “Dur!” dedi. “Bakıp geçme herkes gibi. Bak ve gör.” Bir saman balyasının üzerine

oturdum. Önümde kat kat açı-lan manzarayı izledim. Genişçe bir bahçe. Sırt sırta vermiş elma ağaçları, az ötede gençten bir erik. Köpük köpük açılan yedive-ren güller. Çocuklar şen, neşeli, ağacın dalında salıncak, yuvarla-nıp uzağa giden top. Fesleğenler; kokusu pencere önlerinden ta bana ulaşan fesleğenler.

Çocukların bir elinde salçalı ek-mek, diğerinde çamurlu gazoz kapakları, çocukluğun en orga-nik zamanları. Herkes yediğin-den içtiğinden emin. Güneş ya-nığı yüzlerde sıcak bir tebessüm.

Diğer tarafa çeviriyorum başımı, işte orada cami. Küçük bir köy camisi. Önünde sekiz on tabure. Cemaat orada. Caminin önünde, akasya ağacının altında. Mem-leket mevzuları konuşulurken yudumlanıyor çaylar. Büyükleri-

Aile | Ekim 201948

ZAMAN ZAMAN İÇİNDEEmine Öztemel

HAYATIN İÇİNDEN

Aile | Ekim 2019 49

nin yanındaki çocuklara da birer oralet. Elinde oralet bardağı olan çocuk, büyüklerin çaylarına bakı-yordur. Onlar gibi yudumlamak istiyordur. Biraz da bozuluyorlar-dır kendi bardaklarının da ince belli olmayışına ama yine de hâl-lerinden memnundur her biri.

Bir de nineler vardır, sırtını gü-neşe veren, ağrılarına güneşten aman dileyen nineler.

Çok kış görmüştürler, çokça zem-heri. Ondandır güneşin altında patik, yelek örmeleri. Huzuru kendi evlerinde evlatlarıyla, to-runlarıyla yaşayan nineler. Dili dualı, gözleri nemli, evin bereke-ti nineler.

Gün batmak üzeredir. Çocuklar kirli yüzleriyle evlerinin yolunu tutarlar. Güneşe sırtını veren ni-neler bu kez ocağın başına otu-rur. Analar kurutulmuş biberler-den dolmalar pişirir. Bir de o mis gibi yayla kokan tarhana çorbası yok mu? Erkekler camiden dön-mek üzeredir. Yer sofrası kurulur. Az sonra aile sofra başında topla-nacak; diz dize, yan yana…

Herkes tamam olunca başlanır yemeğe. Bu yenilen, öyle sıradan bir yemek değildir. Her kaşıkta gönlümüz doyar. Yemek bitince ocağın hemen yanı başındaki sedirde derin bir sohbet başlar. Gece yatsı ezanıyla nihayet bulur. Bembeyaz kanaviçe işlemeli ör-tüler serilir. Misafir için hazırlan-mış, çıralara, lavantalara sarılıp sarmalanmış örtüler. Öyle naif işlemelerdir ki her ilmiği hayat doludur. Gelinlik çağdaki kızlar, gökyüzünün mavisinden, başa-ğın altın sarısından ve baharın müjdeleyicisi mor menekşeler-den ilham alarak işlemişlerdir desenleri. Aşkla, umutla. Lavan-ta kokulu yastıklara koyarım başımı, gözlerim dalar, tatlı bir uyku kucaklar beni.

Derken ikindi rüzgârının esme-siyle saman balyalarının üze-rinde silkelendim. Arkadaşımın uzattığı termosa baktım. Ter-mostaki çay yabancılaştı bana. Karşı evin ocağında demlenen çayı az önce içmişim gibi hisset-tim. Baktım ve gördüm. Viraneye

dönmüş evlerde bir zamanlar sürüp giden yaşamın az da olsa tadına baktım. Bir balya otun üzerinde bir hayal değil bir hayat yaşadım.

Mola bitmişti. Kalktım. Gözümü ıssız mavi pervazlı evden alama-dım. Damı çökmüş, penceresi kırılmış, kararmış, lale işlemeli perdesi rüzgârın esmesiyle dışarı çıkmış. Boş, ıssız, soğuk bir han gibi doldu gözüme. Bir zamanlar neşe dolan, güven veren ev.

Bir de yarı beline kadar kesme taştan, üzeri ahşap ev var ora-da. Kapısı sarı. Demirden koca bir tokmak. Taşlar ve kapılar bir anda daha büyük anlamlara dö-nüştü. Ne yaşanmışlıklara, ne sevinçlere, ne hüzünlere şahitti-ler kim bilir. Bu evlerde sevinçler aş oldu paylaşıldı, acılar yaş oldu akıtıldı.

Ve gün battı. Batan güneşin kı-zıllığında ayrıldık köyden. Yollar uzun, yoldaş güzel. Ama ne de-miştik? Yolu unutmamak gerek. Geçmişi ihtiramla anmalı ama bir yerine saplanıp kalmamalı.

HAYATIN İÇİNDEN

Aile | Ekim 201950

HAYATIN İÇİNDEN

İYİYİZDr. Elif Aydınİstanbul Ümraniye Vaizi

Aile | Ekim 2019 51

Merhaba can dostum,

“İyilik” nasıl anlatılır diye sormuştun ya... Nereden kimden

başlayayım bilemedim doğrusu. İyilikte yarışmayı hayatının mer-kezine koyan insanların arasında yaşarken iyiliğe bir örnek seçe-medim işte...

Çağdaş Kabillere rağmen Habil-lerin yanında milyonlarca insan varken seçemedim birini. Kötü-lük reklamı ısrarla yapılırken iyi-lik için koşanlar arasından sadece birini anlatmak zor geldi bana.

Üstelik iyiliğin küçüğü büyüğü de olmaz değil mi dostum? Ufacık görünen iyilik bir de bakmışsın ki kocaman bir güzelliğe sebep ol-muş. Kelebeğin etkisi gibi. Ona-rılan bir nal ile koca bir ordunun felaketten kurtulması gibi. Su-samış bir hayvana verilen suyun affa sebep olması gibi.

“Anne babaya, yakınlara, yetim-lere, yoksullara iyilik yapmayı, herkese güzel söz söylemeyi" buyuran bir kitabın muhatapla-rında iyilikten çok ne olabilir ki... Zekâtı farz, tebessümü sadaka bilen, iyilikten nasıl uzak olabilir ki... Mazluma kucak açan, kuşla-ra yuva yapan, sadaka taşları ile bilinen dedelerin torunları, iyili-ğe bigâne kalır mı hiç?

Sana birkaç iyilik ve kahramanını anlatsam mesela. Senden, on-dan, yanı başımızdan. Aramız-dan, bildiğimizden, bizden…

Evladı için sayılamayacak kadar çok fedakârlık yapan anneler bili-yorum ben. Güçlükle oturabildiği sofradan çoğu zaman karnı aç kalkan, asla sıcak içemediği çayı yudumlarken eşi ile sohbet edip onu da mutlu etmeye çalışan.

Babalar biliyorum. Arkadaşları önünde çocuğu mahcup düşme-sin diye cebinde yol parası olarak ayırdığı bozukluğu harçlık veren veya engelli evladını her gün taşı-yarak okula götüren babalar...

Torunları için koşturan babaan-neler, anneanneler... İleri yaşına rağmen yetim torunları kimseye muhtaç kalmasın diye parklarda, caddelerde su satan dedeler...

Hasta anne babasının her türlü hizmetini görmek için gece uyu-mayan evlatlar, gündüz de eşi ve çocuklarını ihmal etmemek için koşturan babalar...

Gençler biliyorum. Harçlıklarını bi-riktirip hiç görmediği bir ülkede su kuyusu açtırmak için çabalayan... Ve ben birbirlerini menfaatsiz se-ven arkadaşlar da biliyorum, ölün-ceye kadar süren dostluklar da.

Bir yerde savaş, doğal afet haberi duyunca gözyaşlarına boğulup elinde ne varsa paylaşabilen ka-dınlar biliyorum. Elleri çalışmak-tan nasır tutmuş, yüreği pamuktan yumuşak. Mahzun gözleri iyilik ya-pınca yıldızdan daha parlak.

Öğretmenler biliyorum. Aldığı maaşla öğrencilerine hediyeler alan, her fırsatı bahane bilerek rencide etmeden hediye görünü-münde öğrencisinin ihtiyaçlarını karşılayan diğerkâm gencecik öğ-retmenler...

Doktorlar biliyorum, maddi im-kânı olmayan hastadan muayene ücreti almayan; hatta ilaç parasını kendi cebinden ödeyen... Kara yaz-gılı kıtaya ak elleri ile yardıma ko-şan, kömürden siyah gözlere ışığı göstermeye çalışan... Âdemoğlu-nun kardeş olduğunu merhamet-leri ile bir kez daha hatırlatan...

İhtiyaç sahibi olduğu hâlde, hur-da olarak aldığı sobanın içinde

bulduğu parayı hiç bir beklentisi olmadan sahibine iade eden gön-lü zengin nice iyiler biliyorum.

Kendisine borç veren kişinin bor-cunu bir an önce ödemek, ken-disine iyilik yapanı zor durumda bırakmamak için gece gündüz çalışan gayretli adamlar, fedakâr kadınlar biliyorum. Sözünün eri, borcu gayretini kamçılayan, karz-ı hasenin kıymetini bilerek çabala-yan.

Ve can dostum, ben "vatan" deyin-ce gözünü kırpmadan canını ve-rebilen "er"ler biliyorum. Kiminin yaşı küçük, yüreği kocaman... Adı Eren, Yasin, Abdullah, İbrahim... Kimi ise ev bark, çoluk çocuk sahi-bi. Arkada bıraktığını Allah’a (c.c.) emanet edip canını iyilik kaim olsun diye feda eden... Haliller, Mahmutlar, Fethiler, Ayşeler... Her biri ayrı ayrı iyilik önderi, cennetin solmayan çiçeği, milletin göz be-beği.

Öyle “iyi”ler ki... Kendi iyiliğini de görmeyecek “iyilik” hikâyelerini anlatmayacak kadar iyi... Kendisi için istediğini herkes için isteye-cek kadar… Ve onların hikâyeleri, kelimelere sığmayacak kadar iyi…

Ne güzel ki iyilik yarışında hepsi iyiler...

Seçemiyorum dostum ve daim şükrediyorum.

İyilik sancağını taşıyan isimsiz kahramanlar ordusunu gördükçe her defasında minnetle şükredi-yorum. Benim bu iyilikleri yaşa-mamı sağlayan her iyilik neferine sonsuz teşekkür borcum var.

Ben onlarla iyiyim.

Biz onlarla iyiyiz.

HAYATIN İÇİNDEN

F edakârlık, kahramanlık, cesaret ve onur gibi me-ziyetler, tarih boyunca milletlerin şuurunda

masallar, destanlar ve maniler vasıtasıyla kök salar. Modern zamanlarda her ne kadar in-sanoğlunun yaşam pratikle-ri değişmiş, kavrayış ve ifade kabiliyeti farklılaşmış olsa da hikâyeye olan ihtiyacı hiç bit-memiş, artarak devam etmiştir. Ömer Seyfettin hikâyeleri, o ka-dim anlatı geleneğinin ilk mo-dern ürünleri olarak Türk ede-biyatında ve düşünce hayatında yerini almıştır. Bugün Türkiye’de yediden yetmişe herkesin oku-duğu, bildiği, sevdiği hikâyecidir Ömer Seyfettin. “Başını Verme-yen Şehit”, “Pembe İncili Kaftan”, “Kaşağı”, “Diyet”, “Falaka” ve “İlk Namaz” gibi hikâyelerinde hem Türkçenin gücünü ortaya koy-muş hem de bir milleti millet ya-pan hususiyetleri tahkiye ederek nesillerin hafızasına kazımıştır.

Ömer Seyfettin, 11 Mart 1884 tarihinde Balıkesir’e bağlı Gö-nen kazasında dünyaya gelir. “And” hikâyesinin ilk cümlesi,

“Ben Gönen’de doğdum.”dur. Bir ara babasının görevi nedeniyle Ayancık’ta yaşar. Annesi onun eğitimiyle özel olarak ilgilenir. 1900 yılında Edirne Askeri İda-disi’nden mezun olan Ömer Sey-fettin, eğitimine İstanbul Mek-teb-i Harbiye-i Şahane’de devam eder. Üçüncü sınıfta Balkanlarda çıkan iç karışıklık nedeniyle er-ken mezun edilip teğmen rütbe-siyle Kuşadası Refit Taburu’nda göreve başlar. İzmir Jandarma Er Okulunda bir müddet öğret-menlik de yapan Ömer Seyfet-tin, İzmir’de geçireceği yıllar bo-

yunca siyasi ve fikrî olarak kendi yolunu belirleyecektir.

1909’da Selanik’te 3. Ordu’ya ta-yin edilir. Bölgede, Meşrutiyet’in ilanını doğuran kaotik ortam hüküm sürmektedir. Manastır ve Yakorit başta olmak üzere pek çok köy ve kasabada vazife yapar. Burada şahit olacağı olay-lar, Balkan çetecilerinin halka yaptığı zulüm, onu çok etkiler. Özellikle “Bomba” ve “Tuhaf Bir Zulüm” hikâyeleri, görev yaptı-ğı yerlerde şahit olduğu, işittiği olaylarla örülmüştür.

Yazarlığa öğrencilik yıllarında başlayan Ömer Seyfettin, şiir, deneme ve hikâyeler yazmış, kimi yazı ve hikâyelerinde müs-tear isim kullanmıştır. Onun bu-gün kitaplaştırılan pek çok eseri, vefatından sonra arkadaşı Ali Canip Yöntem tarafından dergi-lerden toplanarak latinize edi-len metinlerden oluşmaktadır. Askerliği süresince arkadaşları, onun her zaman yanında kitap valizi taşıdığını, Bulgar çetecile-rin izini sürerken bile fırsat bul-dukça kitap okuduğunu aktarır. Arkadaşları onun fikir adamı

Aile | Ekim 201952

Zeynep Demir

PORTRE

İnkırazdan İnkişafa:Ömer Seyfettin

Aile | Ekim 2019 53

olarak ülkeye daha büyük yarar sağlayacağını düşünerek, asker-likten ayrılıp öğretmen olmasını önerirler. Ömer Seyfettin istifa ederek Selanik’e yerleşir. Burada dilde sadeleşme hareketine ön-cülük eden Genç Kalemler der-gisinde aktif rol alır. Fakat Ömer Seyfettin’in gönlü bir yandan da vatan diye atmaktadır. Balkan-larda çıkan karışıklığın ardından cepheye koşar. Osmanlı’nın Bal-kan cephesinde yaşadığı ağır ye-nilgi, Ömer Seyfettin’in kalbinde onulmaz bir yara açar.

Ömer Seyfettin inkıraz neslinin temsilcilerindendir. Batı’yla en-telektüel zeminde karşılaşan münevverlerin yaşadığı krizden o da nasibini almıştır. Nesiller bir yandan Batı’nın sosyal ve bilimsel alanda elde ettiği ba-şarıları anlamaya bir yandan da kendi medeniyet kodlarını bu yeni düzene uyarlamaya çalış-maktadır. Osmanlı aydını, fikrî karşılaşmayla mücadele eder-ken askerî alanda üst üste gelen mağlubiyetlerle iyice sarsılmış, etnik ayrılıkçı hareketlerin İm-paratorluğu içten içe kemirdi-ğini, yok ettiğini görünce son kale olarak millî kimlik etrafın-da kenetlenmiştir. Tanzimat’tan beri süregelen bu defansif tutu-mun son temsilcilerinden biri olarak Ömer Seyfettin’in bütün düşünceleri, devletin bekası en-dişesiyle şekillenmiştir. Batı ile hesaplaşmasını hikâyelerinde aralıksız sürdürür. Zaman za-man sorgulayıcı, eleştirel, iro-nik bir dil kullanır. Avrupa’nın sömürgecilik ve kolonyal tutu-munu sert bir dille kınar. Batı karşısında kendi değerlerinden şüphe duyan aydın tipiyle alay eder.

Savaş esnasında Yanya kuşat-masında esir düşen Ömer Sey-fettin, bir yıl kadar esir hayatı yaşadıktan sonra 1913’te İstan-bul’a döner. Yazıları, hikâyele-riyle, ayrıca Kabataş Sultani-si’nde öğretmenlik de yaparak memleketine hizmet etmeye devam eder. Hikâyelerinde genç nesillere millî düşünce ve yerli

şuur aşılama gayretindedir. Ne-siller arası çatışmaya dikkat çe-ker. Savunduğu görüşleri kurgu-sal metinler aracılığıyla kitlelere ulaştırır. Sadece siyasi meselele-re odaklanmaz, toplumsal has-talıklarla da yakından ilgilenir. Kadın, gelenek ve modernleşme meselelerini ön yargısız şekilde irdeler.

Kalbi vatan sevgisiyle atan ya-zar, Balkan hezimetinin ardın-dan 1. Dünya Savaşı sonrasında mütareke döneminde gözlerini hayata yummuştur. Uzun yıllar mücadele ettiği şeker hastalığı için yattığı hastanede kendisi-ne uygulanan yanlış tedavi so-nucu 36 yaşında vefat ettiğinde İstanbul açıklarında düşman zırhlıları vardır. Yaşamı boyunca istiklali ve istikbali için çalıştığı vatanın, içinde bulunduğu va-him duruma şahit olarak büyük bir üzüntü içinde dünyadan ay-rılan Ömer Seyfettin, ardında onlarca hikâye, makale ve şiir bırakmakla kalmamış, dil has-sasiyeti, akıcı üslubu ve hikâye-lerindeki yerlilik vurgusuyla her ne kadar kendisi göremese de, İstiklal Harbi’yle bağımsızlığa kavuşacak olan Türkiye Cum-huriyeti’nin edebiyat ve düşün-ce ikliminde belirleyici bir role sahip olmuştur. Bugün hâlâ ta-zeliğini koruyan hikâyeleri, sa-dece güzel Türkçemizin imkân ve kabiliyetlerini, ifade gücünü göstermesi bakımından değil, ele aldığı meseleler itibarıyla zihinleri aydınlatması bakımın-dan da önemli bir fonksiyon icra etmektedir.

PORTRE

Ömer Seyfettin’in bugün hâlâ tazeliğini koruyan hikâyeleri, sadece güzel Türkçemizin imkân ve kabiliyetlerini, ifade gücünü göstermesi bakımından değil, ele aldığı meseleler itibarıyla zihinleri aydınlatması bakımından da önemli bir fonksiyon icra etmektedir.

Zindan iki hece. Mehmed’im lafta!Baba katiliyle baban bir safta!

Bir de geri adam, boynunda yafta...Hâlimi düşünüp yanma Mehmed’im!

Kavuşmak mı? Belki... Daha ölmedim!Necip Fazıl Kısakürek

Bir inci

“Bir ’kimlik bunalımı’ ve ’köklerden uzaklaşma’ gerçekliği içinde olduğumuz

doğrudur. Kendini gündelik, politik ve kültürel hayatın her alanına sirayet ederek

açığa çıkaran bu sorunun çözümü hiç de öyle kolay görünmüyor. Çözüm belki de öncelikle

teşhisi iyi yapmaktan geçiyor. Kimliği, ’ortak miras’ı iyi tanımlamakla yeniden inşa

edebileceğiz.” Hüsrev Hatemi

Osmanlıca

Dağarcık

Aile | Ekim 201954

KırkambarMehmet HAN

Fukara bir kadıncağızın beş oğlancığı varmış ki her biri maşallah yaprak kurdu gibi doymak bilmez, yer ha yermiş. Kadıncağız,

zaten elde avuçta yok, ne yapsın, idare etmenin binbir yolunu, sabır ve tevekkülle katık eder, ailesini geçindirmeye çalışırmış. Oğlancıklar gün boyu kâh çalışır kâh oynar, neticede hepsinin

akşama varmadan karınları kazınmaya başlarmış. Karnı acıkan da ekmek çuvalına dalar bir somunu kaptığı gibi bir erik

ağacının dibinde, Bismillah, çiğneye yuta yermiş.

Kadın bakmış olacak gibi değil, somunu kapan gidiyor. “Bari şu hamuru küçük küçük ekmek edeyim. Ne de olsa bizim

oğlancıklar bir tane yer doyarlar.” demiş.

Dediği gibi hamuru daha küçük koparıp öyle ekmek yapmaya başlamış. Ancak oğulları somunların küçüldüğünü, artık göz

kararı mı anlamışlar yoksa karınlarının doymamasından mı fark etmişler bilinmez, o günden sonra ekmekleri çift çift aşırmaya

başlamışlar. Durumu gören biçare kadın, gülmüş ve şöyle demiş: “Ana, hamuru küçük pişirir; çocuklar ekmeği iki aşırır.”

Ana, hamuru küçük pişirir; çocuklar ekmeği iki aşırır

KIRKAMBAR

KISSADAN HİSSE

Aile | Ekim 2019 55

Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. (Enfâl, 8/2)

Bir Ayet

“Kardeşinle (düşmanlığa varan) tartışmaya girme, onunla (kırıcı şekilde) şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme.” (Tirmizî, Birr, 58)

Bir Hadis

Esmâ-i Hüsnâ

er- Râfi’: Mertebesi yüce olan, azamet, yü-celik ve büyüklük bakımından en üstün olan, kendine itaat edenlerin itibar, şan ve şerefini artıran…

Zamanın birinde pazarda gezerken para dolu kesesini düşüren tüccar, kesesini kaybettiğini, parasını bulup getirene yüz altın hediye edeceğini herkese duyurur. Keseyi bulan marangoz, içindeki altınları sayar, tam sekiz yüz altın vardır. Çarşıya iner “Keseyi kaybeden tüccar kim ise gelip beni bulsun, kesesi bende.” diye esnafa haber verir. Tüccar büyük bir sevinçle marangozun atölyesine gider. Yanında da esnaftan birkaç kişi… Kesesini alır, altınları sayar. Sonra marangoza beş altın uzatır ve “Bu beş altını sana hediye ediyorum. Çünkü vadettiğim yüz altını zaten almışsın. Kesede tam dokuz yüz altın vardı.” der. Marangoz kıpkırmızı olur hiddetinden.

-Nasıl söyleyebilirsin bana bunu! Ben bir altın bile almadım bulduğum paradan. Namuslu bir adamım ben…

Tüccar sözünde ayak direyince mahkemeye düşerler. Hâkim, tüccara dokuz yüz altın kaybettiğine yemin etmesini teklif eder. Tüccar:

-“Hay hay” diyerek yemin eder. Hâkim bu sefer marangoza “Sen de sekiz yüz altından fazla para bulmadığına dair yemin edebilir misin?” der. Marangoz “Tabii” deyip yemin eder. Hâkim kararını şöyle açıklar:

-İkinizin de doğru söylediğine inanıyorum. Kesede sekiz yüz altın olduğuna göre, tüccar sen keseni aramaya devam et. Marangoz sen de sekiz yüz altın kaybeden bir adam ortaya çıkıncaya kadar keseyi sakla.

Böylece hak yerini bulur. Sözünü tutmayan, açgözlü tüccar bütün parasından olur.

Akıllı Hâkim

Kapadokya, Nevşehir ile özdeşleşmiş olsa da aynı zamanda Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri’yi de

içine alan turizm açısından bere-ketli bir bölge.

60 milyon yıl önce Erciyes, Hasan Dağı ve Güllü Dağı’nın püskürt-tüğü lav ve küllerin oluşturdu-ğu, altta bazalt içeren sağlam bir kabuk, üstünde betonlaşmış volkanik küllerden meydana ge-len çok dirençli tüf ve kayadan oluşan tabakalar; iklim değişik-

liği, gece gündüz sıcaklık farkı, yağmur suları gibi sebeplerden aşınarak yassı ve sivri yapıları yani peri bacalarını oluşturmuş. Jeolojik kıymetinin yanı sıra, mi-safir ettiği uygarlıkların çeşitliliği ile de kültür atlası hayli geniş bir bölge Kapadokya.

Yerleşimlerin (M.Ö. 3000-1750) Asur Ticaret Kolonileri ve Hititler Dönemi’nde başladığı bölgede, M.Ö. 2500 sonlarında Asurlu-lar ticaret kolonileri kurmuşlar. Asurlular’ın Katpatuka (güzel

atlar ülkesi) adını verdiği bölge, Persler döneminde Kapadokya adını almış.

Roma, Bizans, Moğollar’ın da hâ-kimiyet sürdüğü Nevşehir, 1176 yılından itibaren Anadolu Sel-çukluları’nın elinde kalınca imar çalışmaları hız kazanmış, Hris-tiyan halk, Roma baskısından korunmak için sığındığı yer altı şehirlerinden çıkarak hoşgörü ortamında yaşar hâle gelebilmiş. 1466 yılında resmen Osmanlı Devleti topraklarına katılan Nev-

GÜZEL ATLAR ÜLKESİ:

Kapadokya

Aile | Ekim 201956

GEZİ NOTLARIEd

a Sak

lı Kö

ksal

GEZİ NOTLARI

Aile | Ekim 2019 57

şehir, Damat İbrahim Paşa döne-mine kadar Niğde’ye bağlı küçük bir köy iken, 18. yüzyıl başlarında camiler, külliyeler, çeşmeler yap-tırılarak geliştirilmiş.

NERELERİ GEZMELİ?

Öncelikle belirtmeliyim ki Ka-padokya alanı yoğun olarak açık hava müzelerinden oluşuyor. Bu rotalara müzeler kapanma-dan ulaşmanızda ve mutlaka bir müze kart edinmenizde fayda var (kartsız giriş ücretleri pek de ucuz değil). İlçelerin ve kasa-baların birbirine yaklaşık 15 dk. mesafede olması da bölgenin, ziyaretçilerine tatlı bir hediyesi. Yazın güneş yakıcı olduğu için (ki en doğru mevsimin ilkbahar ol-duğu söylenir) valiz hazırlığınızı da ona göre yapmalısınız. Balon tur ve gözlemi güneş doğmadan başladığından hırkalar da valiz-lerin olmazsa olmazı. Birbirine yakın ören yerleri için ATV safari-lerine katılabilirsiniz.

Göreme Açık Hava Müzesi

Göreme Kasabasında bulunan bir kaya yerleşim yeridir. 4. yüz-yıldan 13. yüzyıla kadar yoğun bir şekilde manastır hayatı ya-şanan bölgede hemen her kaya bloğunun içinde kiliseler, şapel-ler, yemekhaneler ve oturma mekânları mevcut. Bugünkü Gö-reme Açık Hava Müzesi manastır eğitim sisteminin başlatıldığı yer olarak kabul ediliyor. Onlarca ki-lise bulunan açık hava müzesin-de oyuntuların içine girdiğinizde fresk tekniğiyle betimlemeler görebiliyorsunuz.

Üç Güzeller

Peribacalarının vitrin güzelleri de diyebiliriz onlara çekirdek ai-lenin üç üyesi de. Gündüz başka,

gece ayın siluetinin bacaların arasına konumlanmasıyla baş-ka kareler yakalayabilirsiniz Üç Güzeller Seyir Tepesi’nde. Burası, Erciyes Dağı’nın manzarasına da ulaşabileceğiniz bir nokta aynı zamanda.

Damat İbrahim Paşa (Kurşunlu) Camii

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından 1726-1727 yılları ara-sında inşa ettirilen külliye; camii, medrese, kervansaray, sıbyan mektebi, imaret, hamam ve iki çeşmeden oluşuyor. Bu külliye, klasik Osmanlı külliye progra-mının son uygulamalarından. Cami, Nevşehir merkezine yürü-me mesafesinde.

Ürgüp Müzesi ve Ortahisar Ka-lesi

1971 yılında ziyarete açılan Ürgüp Müzesi’nde prehistorik dönem-lerden Osmanlı dönemine kadar arkeolojik ve etnografik eserler sergileniyor.

Hazır Ürgüp’e uğramışken ilk olarak Etiler tarafından oyulan dünyanın en büyük peri bacası olarak bilinen Ortahisar Kalesi de mutlaka görülmeli. Çok katlı yerleşimlerin ilklerinden olan 1200 m rakımlı 86 m yükseklik-teki kale, önce sığınma/korunma amaçlı yapılsa da daha sonra barınak olarak kullanılmış ve yerleşke olarak tepeden aşağıya katlar şeklinde artarak devam etmiş.

Ortahisar mağaraları şimdilerde narenciye saklamak için soğuk depolar olarak kullanılıyor.

Ürgüp manzarasının bir bölü-münü ihtiva eden Temenni Te-pesi ve Temenni Türbesi de yine uğranabilir rotalar arasında.

Yerleşimlerin Asur Ticaret Kolonileri ve Hititler Dönemi’nde başladığı, Asurlular’ın Katpatuka (güzel atlar ülkesi) adını verdiği bölge, Persler döneminde Kapadokya adını almıştır.

Aile | Ekim 201958

GEZİ NOTLARI

Taşkınpaşa Külliyesi

Külliye, Taşkınpaşa (Damsa) kö-yünde bulunuyor. Karamanlılar döneminin Beyi Taşhun (Taşkın) Paşa tarafından XIV. yy. ortala-rında inşa ettirildiği tahmin edi-len yapı; medrese, cami ve tür-belerden oluşuyor. Kündekâri tekniğinin uygulandığı mihrap ve minberi, 1940 yılında Ankara Etnografya Müzesine taşınmış. Karamanlı sanatının kendine has özelliklerini yansıtan yapı-ların tamamı günümüze kadar gelebilmiş.

Saruhan Kervansarayı

Şu an Kültür Bakanlığı deneti-mindeki Kervansaray, II. İzzettin Keykavus tarafından yaptırılmış (1249). O dönemlerde diğer ker-vansaraylarda olduğu gibi bu-rada da üç gün süreyle misafir-lerden hizmet bedeli alınmaz, masraflar vakıflar tarafından karşılanırmış.

Yer Altı Şehirleri

7. ve 13. yüzyıl arası baskılardan kaçan Hristiyan halkın sığındı-ğı, barınakları ve temel ihtiyaç

alanlarını barındıran Derinku-yu Yer Altı Şehri, Nevşehir’in Derinkuyu ilçesinde bulunuyor. Yoğun ziyaretçi akınına uğrayan şehir, 8 katlı ve hayli serin. Giriş-leri yer yer bir insan boyunun çok altındaki geçitlerden geçe-rek katlara ulaşım sağlanıyor. Kalp ve astım hastalarının bu keşfe katılmasına izin verilmi-yor. Zaman zaman nefes darlığı yaşadığınızda neden böyle bir kural koyulduğunu daha iyi an-lıyorsunuz.

Bölgede Kaymaklı, Özkonak ve en son keşfedilen Mazı gibi baş-ka yer altı şehirleri de mevcut. Yine oralarda da dar koridor-

larla birbirlerine bağlanan oda ve salonlar, ahırlar, şırahaneler, depolar, su mahzenleri, mutfak ve erzak depoları, havalandırma bacaları, su kuyuları, kilise ve dışarıdan gelebilecek herhangi bir tehlikeyi önlemek için kapıyı içten kapatan büyük sürgü taş-ları var.

Uçhisar Kalesi

8. yüzyılda yapıldığı bilinen 40 m yüksekliğindeki kale, Bizans ve Selçuklu dönemlerinde de kullanılmış. Kaya parçalarının düşme ihtimaline karşı eteğin-deki kaya yerleşimler boşaltıl-mış. Kaleden tüm Kapadokya vadileri rahatlıkla görülebiliyor.

Sabah ezanının okunması ve gün doğumu arasında ateşlenen balonlar önce karanlığın içine yakılmış

birer gaz lambası gibi arzıendam ediyor. Yükselirken doğan güneş ve alevin şiddeti, renk cümbüşünde

gezdiriyor hem sepetinde taşıdıklarını hem de seyrüsefa edenleri.

Paşabağları ve Zelve Ören Yeri

Peri bacalarının en iyi gözlene-bildiği Paşabağları ve bacaların en yoğun olduğu yer Zelve, Ka-padokya’nın görülmeden geçil-memesi gereken bölgeleri.

Manastırlar, kiliseler, yerleşim yerleri, tünel, değirmen, cami gibi yapılar barındıran vadide, özellikle sıcak havalarda, dolaş-maktan bunalıp “Efendim hepsi Peribacası değil mi? Bir tane ge-zip görsek bize yeter.” derseniz yanılabilirsiniz. Hepsi, yapı ve hikâye olarak farklı. Bir bölge-den diğerine geçerken periba-calarının şekli hatta rengi bile değişiyor.

Kalemle açılmış gibi uca doğru sivrilmiş olanlar (Göreme), üze-rinde mantar başlık şeklinde lav kütlesi (andezit) barındıranlar ve kenarı dik çevresi yuvarlak olanlar (Zelve, Paşabağlar) şek-linde sınıflandırılıyor.

Gökyüzünün Lolipop Şekerleri: Balonlar

Kapadokya denince insanın zih-ninde panoramik bir fotoğrafın içinde peribacalarından gök-yüzüne bırakılan şekerler gibi balon görüntüleri beliriyor. Sa-bah ezanının okunması ve gün doğumu arasında ateşlenen balonlar önce karanlığın içine yakılmış birer gaz lambası gibi arzıendam ediyor. Yükselirken doğan güneş ve alevin şiddeti, renk cümbüşünde gezdiriyor hem sepetinde taşıdıklarını hem de seyrüsefa edenleri.

Göreme Âşıklar Tepesi’nde 360 derece ardı sıra bu görsele şahit olabilmek güzel bir deneyim hem de hiçbir ücret ödemeden. Ortalama 50 dakika süren bu balon seyahatini ben de tecrübe etmek isterim diyenlerin (fiyat-landırma talep ve döneme göre değişiklik gösteriyor) 180 euro gibi bir ücreti hâlihazırda bu-

lundurmaları gerekiyor. Uçuş-ların her biri, Sivil Havacılık Ku-rumunun izni, yönlendirmesi ve denetlemesi ile yapılıyor. Kişiler, bireysel olarak sigortalandırılı-yor. 6 yaş altındaki çocuklar ve hamileler uçuşlara katılamıyor.

Kapadokya bölgesinin kültür atlası öyle ki geniş ki sınırlı me-tinlere de birkaç günlük turlara da sığamıyor. Ama sizin vaktiniz varsa yazmaya çalıştığım gü-zergâhlara ek olarak Altı Kapı-lı Türbe, Rüknettin Kılıçarslan Türbesi, Kesikbaş Türbesi, Hacı Bektaş Veli Türbesi ve onlara ek Taşlıbel Çiçekli Camii’ne de bir namaz vakti uğramanızı tavsiye ederim. İmam Ahmet Aydemir, çocuklara camiyi sevdirmek için çiçekler dikmiş ve onlara çocuk-ların isimlerini vermiş. Böylece bir yandan çocuklara sorumlu-luk ve doğa sevgisini aşılarken diğer yandan camiye olan bağlı-lığını arttırmış.

Aile | Ekim 2019 59

GEZİ NOTLARI

Foto

graf

lar:

Eda S

aklı

Köks

alNevşehir mutfağı denince öncelikle akla tabii ki testi kebabı ve Nevşehir tavası geliyor. Ta-dına bakmadan gezinizi sonlandırmamanızı öneririz.

Gezilerin olmazsa olmazı hediyelik eşya ve çömlekçiliğe dair bulmak istediğiniz her şey, Avanos’ta sizi bekliyor olacak. Kızılırmak neh-ri üzerinde bulunan sallanan asma köprüden geçerek ilçe merkezini gezebilir, müzeleri zi-yaret edebilir ve mağara oyuntuları içindeki çömlekçilik deneyimlerine katılabilirsiniz.

Y E M E L İYAPMALINE ?

Kulun, Rabbine karşı iki duruşu vardır:

1) Allah’ın, kişinin gö-rünen ve görünmeyen,

iç ve dış davranış ve hâllerinde kula hükmetmesi ve kulun da bunun gereği olarak kulluk-ta bulunması. Bu duruşta, her hükme özgü bir kulluk boyutu vardır. Burada hükümden mak-sat, kader çizgisinde meydana gelen sünnetüllahtır.

2) Kulun, Rabbine bilinçli ola-rak kullukta bulunması. Bu du-ruş da dinî emirlerin gereğince meydana gelir.

Her iki duruş da insanın Allah’a teslimiyetini zorunlu kılar. Ona “teslimiyet” kelimesinden türe-tilen “Müslüman” adının veril-mesinin sebebi budur. Zira kişi kullukta bulunmak suretiyle ne zaman Rabbinin dinî ve kevnî egemenliğine, keyfî arzularının

ulaştırdığı bir sonuç olarak de-ğil de bilerek ve farkında olarak teslim olsa, İslam ismiyle anıl-mayı hak eder ve “Müslüman” adını alır.

Kulun kalbi Allah’ın zikri, kelâmı, sevgisi ve O’na kullukla huzu-ra erdiğinde Rabbinde rahatlık ve sükûn bulur, O’na yakınlaşır, O’nda sevinç ve mutluluk bulur. Güven ve huzura kavuşur. Bu iki duruş, onun hakkında zorunlu ve kaçınılmazdır. Zira kul, ancak bu iki duruşla hayat bulur, fela-ha ve mutluluğa erer.

Kul, nefs-i emmâre, nefsanî is-tek ve arzular ve saptırıcı şeytan gibi şeylerle kuşatıldığı ve bun-lar, onun, namazdan elde ettiği bu güzellikleri yitirmesine veya eksilmesine yol açtığı zaman, Aziz ve Rahîm olan Rabb, hik-metiyle, bu şeyleri telafi etmek üzere bir sonraki vakit namazını kula emreder. Allah, böylece ku-lun, yitirdiği azmini ve yıpranan imanını yenilemesini murad et-miştir.

Bunun için de rahmetinin bir gereği olarak, her iki vakit na-mazı arasında bir zaman aralığı (berzah) yaratır. Böylece kulun, bu arada kendini toparlaması-nı ve kendine bulaşan kirlerden arınmasını sağlar. Allah bu ber-zahı, huşû, teslimiyet ve boyun eğme bakımından kulun fiilleri görünümünde yapar ve her bir organa da burada kulluktan payını verir. Allah bu kulluğun meyvesini, kulun bütün varlığıy-la Rabbine yönelmesi olarak ve karşılığını da dünya ve âhirette kendi yakınlığına ermesi olarak belirlemiştir.

Aynı şekilde orucun meyvesi, nefsin arınması; zekâtın meyve-

İbn Kayyim el-Cevziyye

Kulun,Rabbi Karşısındaki Duruşu

Aile | Ekim 201960

SÖZ UÇAR

si, malın arınması; haccın mey-vesi, bağışlanmanın olması; cihadın meyvesi, Allah’ın kulla-rından satın aldığı nefsin Allah’a teslim edilmesidir. Allah (c.c.) cenneti; kendisine teslim edilen nefsin ücreti yapmıştır. Nama-zın meyvesi de kulun Allah’a, Allah’ın da kula yönelmesidir. Kulun Allah’a yönelmesinde, bütün bu sayılanların meyveleri bulunmaktadır.

Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s), “Gözümün aydınlığı oruç-ta, hacda, umrede veya bu işler-den başkasında kılındı" deme-miş; aksine "Gözümün aydınlığı namazda kılındı." demiştir.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) "Gö-zümün aydınlığı namazda kı-lındı" sözü üzerinde düşünelim. O (s.a.s.), "Gözümün aydınlığı namazla kılındı.” dememiştir. Zira “namazla” sözü namazda bulunmayı ifade etmemekte-dir. Bu bakımdan “namazda” sözü diğerinden daha eksiksiz ve tamdır. Bu sebeple Hz. Pey-gamber (s.a.s.) ne zaman yor-gunluğunu üzerinden atmak ve rahatlamak istese, Hz. Bilal’e, “Ey Bilal, bizi namazla rahatlat.” derdi. Yani yorulan insan, nasıl evine varınca gözü aydın oluyor ve rahatlıyorsa, aynı onun gibi Hz. Peygamber de dünyanın meşgalelerinden kurtulmak için namaz kılmak istiyor ve Bi-lal’e kamet getirmesini söylü-yordu. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) “Bizi namazla rahatlat” sözünü nasıl da seçerek kullandığına dikkat edelim. O (s.a.s.) namazı zoraki, istemeye istemeye kılan biri gibi, “Bizi namazdan yana rahatlat, ondan kurtar.” deme-miştir. Çünkü namazı bu şekilde zoraki kılan kimse, namaz süre-

since bir azap ve sıkıntı içinde bulunur ve kalbi namazdan baş-ka bir iştedir. Namaz bu kişi için, onu dünyevî işlerinden, sevdiği, hoşlandığı şeylerden alıkoyan bir eylem mesabesindedir. Bu sebeple namazı bitirinceye ka-dar ıstırabı ve sıkıntısı sürer. Bu durum hâl ve hareketlerinde de kendini açıkça gösterir. Na-mazı, yem toplar gibi ve kalbi Allah’tan başkasına yönelmiş olduğu hâlde kılar. Huşûdan ve kalp huzurundan eser yoktur. Fakat bilir ki, bu namazı mut-laka kılması gerekmektedir. O da namazı en eksik ve kusurlu şekliyle yerine getirir. Dilinden kalbinde olmayan sözler dökü-lür. Hâl diliyle âdeta “Şu namazı kılsak da kurtulsak” der.

Bu iki yaklaşım arasında fark vardır. Namaz, bedeni üzerinde bir yük, kalbi için bir hapishane olan kimse ile namaz, kalbinin sevinci, gözünün aydınlığı, be-deninin dinlenmesi ve nefsi için gülistan olan kimseyi birbirin-den ayırt edelim. Birinci kimse için namaz bir zindandır. Organ-larını serbestçe hareket etmek-ten alıkoyan bir bağdır. İnsan bu anlayışla kıldığı namazdan, Allah’a olan kulluğu oranında rahmet ve sevap alabileceği gibi namazdaki kusurundan dolayı cezalandırılabilir de.

İkinci kişiye gelince; namaz onun için gülistandır. Onda kal-binin huzur ve rahatını bulur. Yine onun için göz aydınlığı, bedenin rahatlığı ve ruhunun nimetlere kavuştuğu bahçedir. Elde ettiği her nimetle Allah’a olan yakınlığı biraz daha artar. Birinci adam gibi hatta ondan daha fazla ve yüce sevap alır. O kişinin elde edemediği, Allah katındaki dereceyi ve O’na ya-kınlığı elde eder. Bu ise, sevabın üzerinde artı bir değerdir.

Kişi, sevinç ve mutluluk içinde, Allah’ı görüyormuşçasına, Allah kendisine ayetlerde tecelli edi-yormuş gibi ibadet eder. Artık Allah’ın huzurundan ayrılmak kadar ona ağır gelen bir şey yok-tur.

Allah kulunu buna muvaffak kı-lan, ona ulaştıran yolu gösteren ve bu konuda yardım edendir. Bu anlattıklarımız, namazın zevkinden, sırlarından ve tecel-lilerinden az bir miktardır.

İbn Kayyim el-Cevziyye’nin Na-mazdaki Hikmetler kitabından alıntılanmıştır.

Aile | Ekim 2019 61

SÖZ UÇAR

Kulun kalbi Allah’ın zikri, kelâmı, sevgisi ve O’na kullukla huzura erdiğinde Rabbinde rahatlık ve sükûn bulur, O’na yakınlaşır, O’nda sevinç ve mutluluk bulur. Güven ve huzura kavuşur. Bu iki duruş, onun hakkında zorunlu ve kaçınılmazdır. Zira kul, ancak bu iki duruşla hayat bulur, felaha ve mutluluğa erer.

Aile | Ekim 201962

Hadislerle Çocuk

Kemal Koçer

KİTAPLIK

Aile, eşlerin birbirini tamamlayarak kol kanat gerdiği, yuva-ların kıymetli misafiri çocukların korunup kollandığı, sahip olunan değerlerin yeni nesillere aktarılarak geleceğin inşa ve ihya edildiği yegâne kurumdur. Evlilikle birlikte vücut bulan ailenin varoluş sebeplerinin başında neslin meşru yoldan devamı arzusu bulunmaktadır. Bir evlat sahibi olup günbegün onun büyüdüğüne şahitlik etmek, tecrübeleri-ni ona aktararak biricik emaneti hayata hazırlamak birçok insanın hayalidir. Ancak evlenip yuva kurmak ve ebeveyn olmakla çok ciddi sorumluluklar da üstlenmiş oluruz. Dün-yaya gözlerini açan minik bireye isim verilmesi, korunup kollanması bu sorumlulukların başında gelir. Bireyin önce-likle ailesi olmak üzere yaşadığı topluma aidiyet duygusunu kazanacağı yer de baba ocağıdır ve bu da ebeveyne oldukça

önemli bir görev yüklemiş olur. Zira çocuk, yaşadığı toplumun kurallarına, düzenine ilk önce aile ortamında şahitlik eder. Ailesi-nin tutum ve davranışını örnek alarak kendi hâl ve hareketlerini ortaya koyar. Bu sebeple çocuğun nasıl terbiye edileceği ve eğitimin-de yapılması gerekenler, deneme yanılma yoluyla tecrübe edilemeyecek kadar hassas konulardır. Asırlar öncesinden güzel ahlakı ile bize rehberlik eden Hz. Muhammed’in (s.a.s.) hikmetli davranışlarını örnek al-mak, özellikle aile yapısının muhafazasında önemli bir adım olacaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı, yayımladığı eser-lerle toplumumuzun ihtiyacı olan bilgileri anlaşılır bir üslup ile okurlarla buluşturuyor. Hz. Peygamber’in (s.a.s.), aile içi ilişkilerde nasıl bir tutum izlediğini, çocuklarına ve to-runlarına davranışlarında dikkat çeken hu-susları, onların eğitimine ne kadar özen gös-terdiğini öğrenebileceğimiz Hadislerle Çocuk kitabı, Hadislerle İslam külliyatından derlene-rek yayımlandı. Kitap, on başlıktan oluşuyor. “Bir Bebeğin İlk Hediyeleri”, “Çocuk Hakları: Küçüklerin de Hakları Vardır”, “Peygamberi-mizin Çocuk ve Gençlerle İletişimi”, “Yetim: Toplumun En Hassas Emaneti” bu başlık-lardan sadece bir kaçı. Güçlü toplumların huzurlu ailelerden neşet ettiğinin ve aile ol-manın ince bir muvazeneyi gerektirdiğinin bilinciyle hazırlanan bu kitap, geleceğimizin emanetçisi çocuklarımıza karşı sergileyece-ğimiz tutum ve davranışlarda yol gösterici olma özelliğini haiz.

Aile | Ekim 2019 63

Bilim Tarihi SohbetleriFuat Sezgin

KİTAPLIK

Bilenle bilmeyenin bir olmayacağını açıklayan İslam’ın, bilime ve ilme verdi-ği önem herkesin malumudur. Tefsir, fıkıh, kelam gibi disiplin ve usul gerek-tiren ilimlerle astronomi, tıp, cebir, kimya ve optik gibi alanlarda çığır açıcı birikimler ortaya koyan Müslümanların, yaşadıkları coğrafyalarda hâkimi-yetlerini kaybetmesiyle bilimsel çalışmalarda da bir gerileme söz konusu ol-muştur. Bununla birlikte özgüven eksikliği baş göstermiştir. Müslümanların kaybettikleri özgüveni yeniden tesis etmeleri, ancak yitirdikleri miraslarına kavuşmaları ile mümkün olacaktır. Fuat Sezgin, bu uğurda vaktinin tamamı-nı başta İslam Bilim Tarihi olmak üzere ilme adamış, yaptığı çalışmalarla arkasında muazzam bir miras bırakmıştır. İslam kültür ve medeniyetinin daha iyi anlaşılması ve yeni nesillere en doğru şekilde aktarıl-ması için ömrünü hasreden bir bilim adamının yaşam serüveni ve çalışmalarının arka planı, Fuat Sezgin Bilim Tarihi Sohbetleri adıyla yayımlandı. Sefer Turan’ın, Prof. Dr. Fuat Sezgin ile gerçekleştirdiği söyleşi-lerden derlenen kitabını okurken bireysel olarak yapılan ufak çalışmaların ne kadar büyük hizmetlere dönüşebildiğine şahitlik edeceksiniz.

Benİm Güzel Kelİmelerİm

Çocuklar, dünyaya gelmelerinin üzerinden çok geçmeden yaşadıkları çevreyi göz-lemleyerek hayatı öğrenmeye başlarlar. İletişimde bulundukları büyüklerin davra-nışlarını taklit etmek suretiyle kendilerine özgü hâl ve hareket sergilerler. Özellikle konuşulan kelimeler çocuklarda karşılığı-nı hemen bulur. Ne anlama geldiğini bil-meden duydukları her kelimeyi yerli yer-siz kullanırlar. Bu sebeple çocuklarımızın dünyasına katacağımız sözcükleri özenle seçmemiz gerekir. Çünkü üzüntümüzü, heyecanımızı, şaşkınlığımızı ifade ederken

kullandığımız kelimeler, hangi değerlerle hayata baktığımızı gösterir. Diyanet İşleri Başkanlığı, çocukla-rımızın hayal dünyalarına katkı sağlamak amacıyla bir kitap seti hazırladı. Dr. Sema Çelem’in kaleminden okuyucularla buluşan Benim Güzel Kelimelerim altı kitaptan oluşuyor. Maşallah, İnşallah, Bismillah, Subha-nallah, Elhamdülillah, Allahuekber farklı hikâyelerle günlük hayatta kullandığımız dinî terimleri çocukları-mızla buluşturuyor. Kitaplar, öğretici içeriği ve eğlenceli etkinlikleriyle özellikle 4-6 yaş çocuklar için ha-zırlansa da ilkokul çağındaki çocukların da ilgisini çekeceğe benziyor.

KÜLTÜR SANAT

Aile | Ekim 201964

Suriye topraklarında 1984 yılında, M.Ö. dördüncü bin yıldan kalma iki kü-çük tablet bulundu. Kil-

den yapılma bu dikdörtgenimsi tabletler tüm tarihimizi başla-tan iki gösterişsiz simgeydi ar-tık. Bize ulaşan bu ilk yazılı me-tinler, yalın ve hiç de etkileyici olmayan nesnelerdi. Üzerlerin-de belirsiz işaretler vardı. Uçsuz bucaksız çöllerin belki de birer

yeşil vaha olduğu zamanlardan, bir çiftçi yahut sayman tarafın-dan söylenmiş sıradan bir iletiyi altı bin yıl sonrasına taşıyordu. “Burada on keçi var, burada on koyun var.”

Yazı için oldukça mütevazı bir başlangıçtı bu. Bir ihtiyaçtan doğan ve muhasebe işlemleri için ortaya çıkan yazı, Mezopo-tamyalılar arasında bir tür ka-yıt tutma vazifesi görüyordu. O

günden bugüne çok şey değişti, yazı artık iletişimin vazgeçilmez bir unsuru. Hem yatay hem di-key iletişim için büyük bir im-kân. Coğrafyaları ve hatta tüm zamanları aşan bir güç. Peki okumanın tarihi. O da yazıyla aynı yollardan mı geçti dersiniz.

Satırlardaki ses dizinlerini oku-mak, hecelere ve ardından an-lamlı kelimelere ve daha da ile-riye bir yargı, bir durum bildiren

Sema Bayar

o eşsiz cümlelere ulaşmak, oku-manın girdiği kılıklardan, ifade ettiği anlamlardan sadece bir tanesi. Rakibinin hareketlerini okuyarak bir sonraki hamlesini öngörmeye çalışan oyuncuyu, önündeki haritadan bulundu-ğu yerin sınırlarını okuyan bir kadastro memurunu, yüzyıllar öncesinden kalma bir halının desenlerini, her bir desenin imgelediği duyguyu okuyan dokumacıyı ele alalım. Portre üzerinde dizilen notları okuyan müzisyeni, simgeler vasıtasıyla bir formülü okuyan matema-tikçiyi ya da bir kayanın kat-manlarındaki bulguları okuyan jeoloğu. Her biri, gördüklerinin anlamını kavrayan birer okur değil de nedir? Aleksandr Ser-geyeviç Puşkin’in o meşhur eseri Yüzbaşının Kızı’ndaki bir sahne-yi anımsayalım. Kahramanımız Pyotr Andreyeviç’in arabacısı, gökyüzünde uzaklardaki küçü-cük bir bulutu işaret ederek ti-pinin yaklaştığını haber veriyor ve haklı çıkıyordu. O, sıradan bir arabacıydı fakat gökyüzünü okuyabiliyordu.

Bizler 21. yüzyılın saygın insan-ları her gün tabelaları, trafik işaretlerini, çizgileri, resimleri de herhangi bir kitabın sayfala-rını okur gibi okumuyor muyuz? Bu bağlamda okuma eylemini pekâlâ toplumsal sözleşmenin ilk adımı sayabiliriz. Okumak yaşamın vazgeçilmez bir unsu-ru. Yaşamı kolaylaştıran gizli bir formül. Asıl meselemize gelir-sek yani yazılı bir metni okuma eylemini gerçekleştirdiğimiz o eşsiz âna. Okumayı, okuyabil-

meyi yepyeni bir edinim kabul edersek sanırım pek de ileri git-miş olmayız. Okumak bizlerin altıncı duyusudur. Artık gördük-lerimizden, işittiklerimizden, parmak uçlarımızla yokladığı-mız şeylerden fazlasını öğrene-biliriz. Nurullah Ataç’ın dediği

gibi, okumanın bir büyüsü oldu-ğuna, insanoğlunu ilerletivere-ceğine inanıyoruz. Bir kişi eline bir kitap alıp zorla da olsa birkaç satırını okuyabildi mi, iş bitiyor.

Beyaz boşluklar üzerinde be-liren siyah çizgilerden elle tu-tulur, anlamlı sözler çıkarmak, kendini saygı dolu, sessiz bir diyaloğun parçası olarak his-setmek. Bir işaret sisteminde, anlamın varlığını çözebilmek.

Düz, eğri veya oval çizgileri ya-şayan gerçeklere dönüştürmek ne muazzam bir güç. Resimli yazılar olarak nitelendirdiği-miz piktogramlardan artık bir duyguyu, düşünceyi ifade eden ideogramlara nasıl geçtiğimizi, Mısır hiyerogliflerinden günü-müze kadar yazının serüvenini az çok biliyoruz. Ya okumanın?

Okuma eyleminin nasıllığı üze-rine kafa yorduğumuzda ya da kafa yoranların neler söyle-diğine şöyle bir baktığımızda gördüğümüz manzara oldukça ilginç. Hepimizin ittifak ettiği şu ki, okuma eylemi Agustus’un “dünyanın giriş kapısı” diyerek nitelendirdiği gözlerde başlı-yor. Peki, görünen o çizgileri, işaretleri birer imgeye dönüştü-ren ne? Nasıl oluyor da çizgiler, şekiller birer töz hâline geliyor. Görmekle okumak arasında sıkı bir ilişki olduğu muhakkak fa-kat okumak için görmek yeterli mi? Okuma yazma bilmeyen bir çocuğun satırlardaki ses dizinle-rini göremediğini iddia edebilir miyiz? O, görmekte fakat henüz algılayamamaktadır. Yahut bil-mediği bir dil karşısında sesle-ri ayırt etmesi, o sesleri büyük oranda birleştirebilmesine kar-şın anlama ulaşamayan insanın durumunu düşünelim. Bu defa da görme hatta okuma gerçek-leşmiş, anlam ise henüz ortaya çıkmamıştır.

Mısır’ın altın çağını yaşadığı dönemde yaşamış ünlü âlim İbnü’l-Heysem, görme ve algı arasında bir ayrıma gidiyor. Heysem, Halife el- Hâkim tara-fından saraya özel olarak davet

Aile | Ekim 2019 65

KÜLTÜR SANAT

İlk yazılı tabletlerin resimler ve şekillerden oluştuğunu da hesaba katarsak okuma eylemi, bulmaca çözmek gibidir. Gördüğünü tanımak, anlamlandırmak, ondan bir sonuç çıkarmak, kimi zaman belleğe kaydetmek ve ihtiyaç anında veya tamamen tesadüfi bir şekilde çağrışımlar yoluyla tekrar gün yüzüne çıkarmak.

edilmiş bir âlim. Halifelik göre-vini yürüten el-Hâkim, 1004 yı-lında Kahire’de Dâru’l-ilm adın-da büyük bir akademi kurar. El yazmalarından oluşan şahsi koleksiyonunu da bu akademi-ye bağışlar. Zira o, Dâru’l-ilm’e gelen herkes okuyabilsin, yaza-bilsin ve eğitilebilsin istemek-tedir. Kahire’yi siyaseten olduğu kadar ilmî faaliyetlerde ve sanat alanında merkezî bir konuma getirmeyi amaçlayan Halife, pek çok edip ve bilim adamıyla birlikte İbnü’l-Heysem’i de aka-deminin bünyesine katar. İşte görmek eyleminin birer okuma faaliyetine dönüşmesinin ardın-daki işleyişe İbnü’l-Heysem 11. yüzyılda cevap arar. Salt duyum dediğimiz şey ile algı arasında bir farklılık saptar Heysem. İl-kini istem dışı bir eylem olarak görürken ikincisini istemli bir tanıma eylemi olarak ifade eder. Algı, görmekten çözümlemeye uzanan bilinçli bir süreçtir. İlk yazılı tabletlerin resimler ve şe-killerden oluştuğunu da hesaba katarsak okuma eylemi, bulma-ca çözmek gibidir. Gördüğünü tanımak, anlamlandırmak, on-dan bir sonuç çıkarmak, kimi zaman belleğe kaydetmek ve ihtiyaç anında veya tamamen tesadüfi bir şekilde çağrışımlar yoluyla tekrar gün yüzüne çıkar-mak.

Heysem ne kadar da haklıdır. Bugün öğrendiğimiz şeyler onun yüzyıllar önce yaptığı ay-rıma yeni birtakım unsurları da eklemektedir. Okumak, onun dediği gibi bir tür algılamadır. Üstelik kelimelerin sadece söz-

cük düzeyindeki anlamlarının kavranmasından çok daha öte-dir. Okur, bir metin karşısında çoğu zaman yalnız değildir. Öğ-renilmiş anlamlamalar, toplum-sal uzlaşı sağlanmış kavramlar, önceki okumalar ve kişisel de-

neyimlerin iç içe geçtiği çoklu bilinçle metnin karşısında dur-maktadır.

Peyami Safa “Okuyucu Olmak Sanatı” yazısında tam da bu ko-nuya temas eder. Bir yazıyı okur-ken yalnız onu değil kendi ken-dimizi okuduğumuzu belirtir. Elimize aldığımız bir kitabın gi-rişi olarak karşımıza çıkabilecek “Yağmurlu bir nisan akşamıydı.”

cümlesini örnek verir: “Müellif ‘Yağmurlu bir nisan akşamıydı.’ dedikten sonra biz onun ikinci cümlesine geçinceye kadar böy-le bir akşama ait diğer hatırala-rımız da şuurumuzun eşiğine gelip dayanabilir ve aydınlığa çıkmak ister. Mesela yağmurlu bir nisan akşamında başımız-dan geçen bir vakanın hatırası şuurumuzun kapısını çalar.” Pe-yami Safa’nın da ifade ettiği gibi her bir cümlenin hatta kelime-nin okurun zihninde oluşturdu-ğu çağrışımlar benzersizdir, do-layısıyla her bir okuma eylemi bireysel ve biriciktir. Amerikalı araştırmacı E.B. Huey “Okurken ne yaptığımızın tam anlamı ile çözümlenmesi, psikologların başarısının doruk noktası olur-du.” derken bu hakikate işaret eder.

Okuma eyleminin nasıllığı ken-di içinde gizemini hâlâ daha koruyadursun bizler birer okur olarak bu kez daha çetin bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz. Nasıl okumalı, nelerden yahut kimlerden başlamalı? Okuma disiplini dediğimiz şey nedir, dinamikleri nelerdir? Ve daha önemlisi, nihayetinde okuduk-larımızdan bize ne kalır?

Her kitap başlı başına bir dün-ya. Robert Louis Stevenson’un “My Kingdom”daki satırları gibi: “Dünya bu idi, ben de kral. Arılar benim için şarkı söyle-meye gelirlerdi. Benim içindi kırlangıçların uçuşu.” Kralı ol-duğumuz bu dünyada ne tür okumalar yapıyoruz. Rousseau, Montaigne’i elinden düşürme-diğini söylerken Don Kişot’un

KÜLTÜR SANAT

Aile | Ekim 201966

Okuma eyleminin nasıllığı kendi içinde gizemini hâlâ daha koruyadursun bizler birer okur olarak bu kez daha çetin bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz. Nasıl okumalı, nelerden yahut kimlerden başlamalı? Okuma disiplini dediğimiz şey nedir, dinamikleri nelerdir? Ve daha önemlisi, nihayetinde okuduklarımızdan bize ne kalır?

KÜLTÜR SANAT

Aile | Ekim 2019 67

yazarı Miguel de Cervantes’i so-kakta bulduğu kâğıt parçalarını dahi okuduğunu dile getiriyor. Fransız yazar Antonie Albalat “Yazmak istediğiniz vakit oku-yunuz; yazabileceğiniz vakit okuyunuz; artık yazamayaca-ğınız vakit de okuyunuz.” diyor. Ömer Seyfettin, dağınık kitap okuma alışkanlığının gençlerin zamanını beyhude harcamala-rına sebep olduğunu, illaki bir disiplin içerisinde okuma eyle-minin düzenlenmesi gerektiğini söylüyor.

Sırf vakit geçirmek için okumak, beyhude bir çaba sayılabilir mi gerçekten de? Bütün muharrir ve ediplerin her hâlükârda oku-mayı salık verdiğini görüyoruz. Zira her şeyi, imladan cümle teşkiline kadar her şeyi bize o öğretir. Dil bilgisi dediğimiz şey henüz teorinin konusu olma-dan zihnimize yerleşir, öyle ki herhangi bir yazım yanlışı ile

karşılaştığımızda okuduğumuz satırlardan gözlerimize bir sa-taşma yükseldiğini sezinleriz. Yahut herhangi bir bozuk cüm-le, dimağımızı tırmalamaya başlar. Bu meleke teoride öğre-nilmiş gibi dursa da asıl pratik-te, okuyarak kazanılır.

Kitap üstüne kitap okuyor, her bir olay örgüsünde hayatımız-dan izler buluyoruz. Gerçeğin kurgu ile harmanlandığı o be-yaz sayfalar, gerçekten daha gerçek bir hâl alıyor. Kurgu ger-çeği bileyliyor. Kelile ve Dimne, hayvanat bahçesinde gördükle-rimizden çok daha gerçek birer imge olarak zihnimize yerleşi-yor. Okuduklarımızdan bize ka-lan parçaları kimi zaman tarif etmekte, kahramanları, olayları hatırlamakta zorlanıyoruz. Bu durum insana nihayetinde elle tutulur bir şeyler anımsayama-dığı için biraz tuhaf gözüke-biliyor fakat şöyle düşünelim.

Mehmet Rauf, Paul Bourget okumasaydı romanlarında bu denli psikolojik tahlile yer verir miydi dersiniz? Yolu Binbir Gece Masalları’ndan geçmeyen kale-miyle zamanı ve mekânı esnete-bilir miydi? Necip Fazıl, kitapları yeni bir görüşün, bir tür duyum-sama mimarisinin toprak üs-tünde sarayını kuracak vasıtalar olarak görür. Hakikat de böyle-dir. Okuduğumuz her kitaptan bize biraz kalır. Kimi zaman bir değer, yeni bir bakış açısı ya-hut tamamen bir duyumsama. Daha pratik sonuçlara değine-cek olursak, günlük dilde kul-landığımız kelime hazinemizin zenginliğini, sadece çevremiz-den duyup öğrendiklerimize borçlu değiliz. Akşamın bir vakti uzaklarda yanan bir ışığın cılızlı-ğını tarif etmek için, lamba kös-kün köskün yanıyordu derken dimağımıza kim bilir ne zaman ve hangi kitaptan yerleşmiş bir kelimeyi çekip çıkarıyoruz.

İnsülin hormonu, vücutta şekerin hücre içine alınıp kullanılmasını sağlayan çok önemli bir hormondur. Yaşamın devamı için şart-tır. Pankreas bezi tarafından, yemeye baş-

landığında refleks olarak salgılanır. Normal gebelikte insülin salgısı 2-3 kat artar. Giderek artan insülin, zamanla dokularda duyarsızlaş-maya neden olur ve direnç gelişir. Gelişen di-renç sebebiyle bazı gebelerde, vücut kan şekeri kontrolü bozulur ve bu bozukluk bir dereceden sonra gebelik diyabeti (gestasyonel diyabet) olarak adlandırılır. Genellikle 20. haftadan sonra görülür.

Gestasyonel diyabet tanısı, şeker yükleme tes-ti (oral glikoz tolerans testi/OGTT) ile koyulur. Tüm gebelerin diyabete meyli olması ve ge-belik diyabetinin istenmeyen yan etkilerinin olması nedeniyle 24-28. haftalar arasında 50 gram şeker yüklemesi ile tarama yapılması önerilir. Aç karnına 50 gram glikoz suda eriti-lip içirilir. Sonrasında 1. saat kan şekerine ba-

Aile | Ekim 201968

BİR NEFES SIHHAT

GEBELİK DİYABETİ VE ŞEKER

YÜKLEMESİ

Op. Dr. Güler ŞahinKadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

Diyabet, bilindik adıyla

şeker hastalığı, insülin hormonunun sentezlenememesi

veya sentezlenmesine rağmen vücut hücrelerinin duyarsızlaşmasına bağlı

metabolik bir hastalıktır. İki tipi vardır: Tip 1 ve Tip 2. Tip 1 diyabette insülin yoktur ve tedavide yerine konulur. Nispeten genç

yaşlarda ortaya çıkar ve genetik geçiş gözlenmez. Tip 2 diyabette ise anormal bir

insülin salgısı ve vücuttaki hücrelerde insüline karşı bir direnç söz konusudur.

İleri yaşlarda ortaya çıkar ve aile öyküsü varlığında görülme

riski artar.

Aile | Ekim 2019 69

BİR NEFES SIHHAT

kılır, bu değer 140mg/dl altındaysa sorun yoktur. 140-200mg/dl arasındaysa riskli gruba girilmiştir. Bu noktada kesin tanı için OGTT gereklidir. Eğer 50gr’lık tarama testi 200gr/dl üzerindeyse ek teste gerek kalmadan gestasyonel diyabet tanısı konu-lur.

Ayrım gözetmeksizin yapılan 50 gram taramanın yanı sıra, riski yüksek kişilere yaklaşım farklıdır. Ailesinde şeker, önceki gebelikte gestasyonel di-yabet, idrarda glikoz tespiti, 4000 gramdan büyük bebek doğurmuş olmak, hipertansiyon, obezite gibi bazı riskleri taşıyan anne adayları yüksek risk-li gruba girdiklerinden 50 gr tarama testi yerine, tanı testi olan 100 gramlık OGTT’ye tabi tutulma-lıdırlar. Tanı testi olan OGTT, 10 saatlik bir açlığın ardından başlatılır. Test sırasında hareketsiz kalın-malı ve bir şey yenmemelidir. Açlık kan şekeri alın-dıktan sonra 100 g glikozlu su içirilir ve ardından 1, 2, 3. saatlerdeki değerlere bakılır. İki veya daha fazla sonuç, sınırların üzerindeyse gebelik şekeri tanısı konulur.

Gestasyonel diyabet tanısında diğer bir görüş ise tarama testi yapılmadan tüm gebelere 75gr glikoz yükleme ardından 2. saat kan şekeri ölçümü yapıl-masıdır. Takip problemi olan hastalara pratik bir yaklaşım olarak uygulanabilir.

Gebelik şekeri anne ve bebek açısından birtakım riskler taşıdığı için takip ve tedavisi ihmal edilme-melidir. Annede enfeksiyona meyil, hipoglisemi, hiperglisemi, ilerlemiş diyabette böbrek ve göz hasarı gibi; bebekte ise makrozomi (iri bebek), abortus (düşük) ve erken doğum, konjenital ano-

mali ve ani bebek kaybı gibi riskler söz konusu-dur. Bebekteki irilik zor doğuma neden olabilir. Doğum esnasında, başı çıktıktan sonra bebekteki irilik nedeniyle omuz takılabilir ve doğum eylemi uzar, bebek sıkıntıya girebilir, omuzu çıkarmak için yapılan manevralar sonucu kola giden sinir-lerde hasar meydana gelebilir. Gebelik öncesinde var olan ancak tanı veya tedavi almamış diyabette ise bebeklerde doğumsal kalp hastalığı ve iskelet bozuklukları görülebilir.

Gebelik şekeri tanısı konulan hastaya öncelikle sıkı diyet ve yanında egzersiz programı verilir. Diyete uyum gösteremez veya yeterli sonuç alınamazsa insülin tedavisi başlanır. Bu durumda, doğuma kadar annenin kan şekeri ve bebeğin iyilik durumu sıkı kontrol edilmelidir. Annenin açlık kan şekeri 105mg/dl, birinci saat tokluk şekeri ise 140mg/dl altında tutulması hedeflenmelidir

Gebelik şekeri (tanı konulması durumunda) teda-visi oldukça etkilidir. Bu nedenle gebelerde şeker taraması, sağlık örgütleri tarafından önerilmek-tedir. Gebelik şekeri riskini artıran aile öyküsü ve genetik yatkınlık gibi faktörler elimizde değildir. Ancak obezite, gebelikte ani ve aşırı kilo alımı ve karbonhidrattan zengin beslenme gibi önlenebilir faktörler açısından anne adaylarımızı mümkün olduğunca bilgilendiriyoruz. Zira gebelik şeke-ri çıkmasa dahi diyetten şekeri çıkarmak ve kilo kontrolünü sağlamak, gebelik sonuçlarını iyileş-tirmektedir. Sağlıklı bir neslin ilk adımları anne karnında atıldığı için toplum sağlığını ilgilendiren bu konu üzerinde durulması gereklidir.

Şeker Yükleme Testinin Herhangi Bir Zararı Var mı?

Bu testlerin anne ve bebek açısından "ispat edilmiş" herhangi bir zararı yoktur. Testlerde kullanılan şeker miktarını örneklersek; 50 gramlık tarama testinde alınan glikoz miktarı 1,5 kutu kola (12,5 küp şeker), 100gramlık tanı testi ise 1 litrelik kolaya (25 küp şeker) denk miktardadır.

İnsanoğlu yaşam serüvenini inşa ettiği şehirler ve mede-niyetler ile sağlamıştır. Şehir demek medeniyet demektir.

Medeniyet kurmak zor ve sancılı bir tecrübe gerektirir. Bu vesile ile kurulan şehirler; bir milletin ruhunun, hayat tecrübesinin, maddi ve manevi kültürünün ya-şadığı ve hâkim olduğu yerlerdir. Her şehrin bir ruhu vardır. Şehre hâkim olan toplulukların dinî ve millî değerleri o şehri anlamlan-dırır ve ulvileştirir.

Kudüs de yeryüzünde inşa edi-len, değeri ve önemini asırlarca kaybetmeyen ender kadim şehir-lerden biridir. Kudüs’ü anlamlı ve önemli kılan semavi dinlerin ona atfettiği kutsallık ile birlikte siya-si, sosyal ve ekonomik yönleridir.

Kudüs, tarihî süreçte farklı dinî ve etnik unsurlar ev sahipliği yap-mış, birçok köklü kültürün ba-rındığı ve iç içe yaşadığı bir şehir olmuştur. Maddi ve manevi zen-

ginliği nedeniyle Kudüs, hüküm-darların sahip olmak istediği, bu uğurda da ciddi mücadelelere giriştiği bir şehirdir.

Kadim şehir Kudüs, üç büyük semavi dinin izlerini taşımakta-dır. Müslümanlar için ilk kıble, Museviler için Süleyman Tapına-ğı’nın merkezi, Hristiyanlar için ise dünyanın merkezi ve Mesih’in ikinci kez döneceği yer olarak ka-bul edilmektedir. Tarihî süreçte iki defa yok edilmiş, 23 defa işgal edilmiş, 52 defa saldırıya uğra-mış ve 44 defa da ele geçirilip tekrar kurtarılmış bir şehirdir.

Müslümanlar tarafından Ku-düs 638’de fethedildi. Rivayete göre Kudüs piskoposu Sophro-nius şehrin anahtarını sadece halifeye teslim edeceğini beyan etmiş ve bunun üzerine halife Hz. Ömer bizzat Kudüs’e gele-rek şehri teslim almıştır. Tarihte “Ömer Fermanı” olarak bilinen ve inanç özgürlüğü ile hoşgörünün

emsali olan fermanı bu vesile ile burada yayımlanmıştır.

Müslüman yönetimi altınday-ken Kudüs en parlak dönemini yaşamıştır. Emevîler döneminde Muâviye b. Ebû Süfyân’ın devle-tin merkezini Dımaşk’a naklet-mesinden sonra Kudüs’ün önemi daha da artmıştır. Şehir Müslü-manlar tarafından imar edilmiş, tarihine ve şanına yaraşır şekilde tüm imkânlar ile donatılmıştır. En önemli imar faaliyeti şüphesiz Emevîler döneminde inşa edilen Kubbetü’s-sahra ve bu dönemde tekrar tamir ve inşa edilen Mes-cid-i Aksa olmuştur.

Malazgirt Savaşı sonrası Anado-lu’da güçlenen Müslüman Türk varlığı karşısında büyük bir te-laşa ve endişeye kapılan başta Roma İmparatorluğu ve Kilise, tarihe Haçlı Seferleri olarak ge-çecek büyük bir girişimi başlat-mış oldular. Bütün Avrupa ulus-larının vatandaşlarından oluşan

Kadim ve Kutsal Şehir Kudüs’ün Fethi

Umut Güner

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

Aile | Ekim 201970

ve eşsiz imkânlar ile donatılmış tarihin görebileceği en büyük orduları meydana getirdiler. Bu güçlü ordunun en büyük gayesi Anadolu’da Türk varlığına son vermek ve başta Kudüs olmak üzere Müslümanların elinde bu-lunan Kudüs’ü geri almaktı.

Haçlı ordusu 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü ele geçirerek burada bir Latin Krallığı ve papalığa bağ-lı bir kilise kurdu. Şehirde bü-yük bir katliam yapan Haçlılar, Mescid-i Aksâ’ya sığınanları da kılıçtan geçirdiler. Yaşanan bu facianın görgü tanığı olan tarihçi Raimundus, mabetlerin bulun-duğu bölgeye giderken cesetle-rin ve dizlerine kadar çıkan kan birikintilerinin içinden geçmek zorunda kaldığını ifade etmiştir. Katliamda ölenlerin sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte dö-nemin kaynaklarında Müslüman ve Musevilerin nüfusunun he-men hepsinin kılıçtan geçirildiği belirtilmektedir. Latin Krallığının egemenliği Kudüs’ün en karanlık dönemlerinden birini teşkil et-miştir.

Müslümanlar şehre tekrar sahip olmak için birçok askerî harekât

düzenlediler ve kuşatmalarda bulundular. Müslümanlar ve Krallık Ordusu arasında münferit çatışmalar yaşanmaktaydı.

Son olarak Krallık Ordusu’na bağlı bulunan askerlerin Müs-lüman kervanına saldırması so-nucunda sabrı taşan Selâhaddin Eyyubi, 4 Temmuz 1187’de Hittîn mevkiinde yapılan savaşta Ku-düs krallık ordusunu mağlup etti ve Kudüs üzerine yürüdü. Bu sefer sırasında Selâhaddin Ey-yubi’nin Kudüs’ün tarihî ve dinî önemini aksettiren şu sözleri ta-rihe geçmiştir:

"Kudüs’ün, Allah’ın kutsal saydığı beldelerden biri olduğuna büyük bir inancım vardır. Sizin de kut-sallığına inandığınız bu beldeyi muhasara etmek ve savaşın ge-rektirdiği yollarla şehre hücum etmek ve girmek istemiyorum."

Eyyubi yönetimi altında Kudüs’te huzur ve refah hâkim oldu. Şe-hir eski günlerindeki gibi sosyal, siyasi ve ekonomik dirliğe tekrar ulaştı. Böylelikle şehir yaklaşık 145 yıl sonra tekrar Müslüman-ların eline geçmiş oldu. İlerleyen yıllarda Suriye topraklarında

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

Aile | Ekim 2019 71

hüküm süren bir diğer Türk dev-leti olan Memlukler ile Eyyubi-ler arasında şehir birkaç kez el değiştirse de son olarak Abbasî Halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın ara-cılığıyla Suriye’deki Eyyubiler ve Memlukler arasında yapılan barış antlaşması ile Memluklere bırakıldı.

Memluklerin Kudüs siyaseti de daha önceki Müslüman devlet-lerin izlediği politikalara benzer bir seyir izlemiştir. Memlukler de Türk-İslam mührünü şehre vurmuşlar, şehrin imarı ve ihyası için gereken tüm donanımı sağ-lamışlardır.

XVI. asra gelindiğinde en parlak dönemini yaşayan Osmanlı dev-leti ve onun meşhur hükümdarı Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi-ne çıktı ve Mercidâbık’ta Mem-luklere karşı zafer kazanmasının akabinde Kudüs Osmanlı’nın eli-ne geçti yaklaşık 4 asır Osmanlı yönetiminde kaldı ve Osmano-ğulları da Kudüs’e tarihî önemi-ne binaen gereken desteği ve önemi verdiler.

20. asra gelindiğinde ise Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Os-manlı Devlet’inin inkıraza uğra-ması sebebiyle Kudüs’te “Manda Yönetimi” hâkim oldu. Yahudi nüfusunun bu bölgeye ve şehre göçü hızlandırılmış ve ardından ilan edilen Balfour Deklaras-yonu ile de Yahudi siyasi varlığı İngiltere tarafından bu bölgede desteklenmiş oldu. Bu tarihten itibaren Kudüs büyük acıların ya-şandığı karanlık bir şehir hüviye-ti kazandı. Müslüman nüfus göç ettirilmeye zorlanmış, ibadetha-neleri zarar görmüş ve İsrail’in ardı arkası kesilmeyen zulümleri Kudüs’ü acı bir vatana dönüştür-müştür.

Nice zor zamanlar geçer ömürden. Sanır mısın ki silinir gider gönülden. Bir kenara yazar insan daima. Geldiği yeri unutmaz, unutamaz asla. Ne kadar güçlük çektiy-

se, o kadar kuvvetlenir azmi. Ne kadar çetinse sına-vı, o kadar terbiyelenir kalbi. Ne mümkün bir daha onu yıldırmak! Vazgeçirip umudundan caydırmak! En zor zamanlarında dimdik ayaktaysa, daha da onurunu yere sermez. Deniz geçenin, ırmak baldı-rına bile gelmez. Zor yola alışmıştır bir kere. Kolay kolay teslim olmaz, fırtına çıksa önüne. Korkusu

kalmaz ne denizden ne karadan. Üzerine üzerine yürür rüzgârların kahramanca. O vakit ne bir korku ne endişe aklında! Nereden eserse essin, sendele-mez. Küçücük bir yelde kendini kapıp koyuvermez. Ayakları yere sağlam basar, böylesinin. Gözleri şa-hin olur, zora karşı canhıraş direnenin. Fazla söze ne hacet! Gel gir meşakkat denizine, kendi becerini kendin tecrübe et. Bak bakalım boğuluyor musun uçsuz bucaksız ummanda? Yoksa iki adım atıp da geçiyor musun kolayca? İşte o zaman ırmaklar na-sıl basit gelir gözüne. Cesurca atarsın da kendini, su

ATALAR NE SÖYLER

Aile | Ekim 201972

Doğrulukla Yol AlanDoğruya Varır

Gülşen ÜnüvarPedagog

ulaşmaz dizine. Zoru başaran kişi, kolayı rahatlık-la halleder.

Neyi nasıl aradığın çok önemli. Hedefine gider-ken seçtiğin yollar, ulaşacağın noktadan daha değerli. Ağır ama kendinden emin adımlarla ilerlemelisin. Acele edenin, zarara uğrayacağını bilmelisin. Sımsıkı sarılırsan amacına, öyle kolay-ca koparamazlar seni. Eminsen şayet gücünden, seninle birlikte herkes olur kani. Dört elle tutu-nacaksın, özünü besleyen köklerine. Ne rüzgâr ne fırtına, edemeyecek seni yurdundan hiçbir zelzele. Taviz vermemen makbuldür, amacına giden yolda prensiplerinden. Öyle ki elde ettiğin başarılı sonuç, aynı ilkelerle tutsun seni gönlün-deki heveslerinden… Ancak kendinde bulamıyor-san böyle bir güç. Gel yol yakınken daha makul bir yol seç! Herkesin kaldırabileceği bir yük değildir zira bu. Her beşer omuzlayamaz, onu hüsrana uğratacak mahcupluğu… Varacağım sona her hâlükârda varırım deme! Mühim olan nasıl iler-lediğindir belirlediğin istikamette. Eğri arayan, doğruyu bulur mu? Yelle uçan çakırdikeni, çukura düşmeden durur mu? Doğrulukla yol alırsan, doğ-ruya varırsın. Kurnazlığı hak bilirsen, hep haklı-yım sanırsın. Güzellikle hareket edersen, nezaket görürsün. Çirkinliği marifet bellersen, daima yal-pa yürürsün. Dilemek, en doğal haktır insana. An-cak bunu, çabalamadan elde edilir bir şey sanma! Doğru çabayı kastediyorum elbette. Alın terini katmak gibi mesela emeğine. Velhasıl, aramaktır bir anlamda hayat! Sen ki en doğruyu, en güzel şekilde bulmak için dayat. Neyi bulduğun, arayış-taki halis niyetinle. Nasıl bulduğun ise varışındaki saf erdeminle…

Çaba demişken, bir marifetin var mıdır seni sen yapan? Ne iş tutarsın mesela, ne geçer hatırından? Nasıl kazanırsın nafakanı? Söyle nasıl edersin akşamı? Hangi işler gelir elinden? Hangi inciler dökülür dilinden? Alıp keseri eline, çivi mi çakar-sın? Beli toprağa saplayıp, bereket mi beklersin. Ya da hazanda gülleri budayıp, saksıya çelik mi dikersin? Tutup merceği gözüne, elmasın özünü mü yontarsın? Antika saatleri toplayıp, zamanın behrini mi satarsın? Hiç fark etmez; ister nalbur ol ister kâtip. İster işçi ol ister hatip... Yeter ki bir meslek edin. Kendi hayatını kendin kazanmak için didin. Yok deme, muhakkak vardır bir yete-neğin. Bu benim işimdir deyip, kendini o alanda

Aile | Ekim 2019 73

ATALAR NE SÖYLER

geliştirdiğin. Boş gezenin boş kalfası mısın yoksa? Geçim kaygısı denen bir gerçek var başta. Umursa-maz davranmak, seni muaf kılmaz sorumluluktan. Kaçarı yok, icazetini sen alacaksın yaşadığın bu ha-yattan… Kendini işine adarsan, usta olursun. İşinden daima kaytarırsan, aç biilaç kalırsın. Edindiğin şiar, yanına her zaman kâr. Elinde sanatı olanın, ağzında türküsü var. Köşe bucak kaçarsan çıraklıktan, usta olmayı umma! Emek harcamadan, armut ağzına düşer sanma. Sebat eden, sanat öğrenir. Gün olur devran döner; sabreden, elindeki altın bileziği işler. Boş gezenin boş kalfası ise, karada balık düşler.

Diyelim ki sanatımızı aldık, elimizde. İçimiz rahat, ıslığımız dilimizde. Sırtımızı yasladık dağlara. Ken-dimizden emin, besmeleyle çıktık yollara. En iyi bil-diğimiz türküyü, en yanık sesimizle söyledik. Arada bir susup, etrafın müziğini dinledik. İşimizi layıkıyla yapmanın verdiği gururu yaşadık. Geldiğimiz yeri elbette ki unutmadık. Aldık yürüdük, uğraşımızı yoluna koyduk. Tevazudan bihaber, mahir insan-lar olduk. Meğer hiç hesaba katmadığımız nokta-lar varmış. Sekiz hünerli balığı, dokuz hünerli adam yakalarmış. Maharet, maharetten üstünmüş oysa. Unutabiliyor insan, başarıya ulaşınca. İyi balık tutan, en iyi avlayandan habersiz gezmiş. Kendi eliyle övü-nen, başkasınınkini geç fark etmiş… Başa gelir böyle şeyler hayatta. Önemli olan hatanı anlayıp, çabucak ayağa kalkmakta. İyinin daha iyisi ol, elinde varsa imkânın. Daha çok çalış üret, dizinde varsa derma-nın. Yok, benden bu kadar diyorsan, takdiri daha çok hak ediyordur dokuz hünerli adam.

Neyi nasıl aradığın çok önemli. Hedefine giderken seçtiğin

yollar, ulaşacağın noktadan daha değerli. Ağır ama kendinden emin

adımlarla ilerlemelisin.

74 Aile | Ekim 2019

SAHABE HAYATLARI

Aslen Habeşli olan Be-reke b. Sa’lebe, Hz. Peygamber’in babası Abdullah vefat edince

Âmine’nin hizmetini görmeye devam etmiş, Peygamber Efen-dimiz’in doğumunda bulunmuş ve on yaş kadar büyük olmasına rağmen Nebi’ye dadılık yapmış-tır. Abdullah’ın kabrini ve ak-rabalarını ziyaret için çıktıkları Yesrib yolculuğunda Âmine ile biricik evladına eşlik etmiş, on-ların hizmetlerini görmüştür. Dönüş yolunda Âmine, Ebvâ’da vefat edince altı yaşında yetim kalmış efendisini Mekke’ye ge-tirmiştir (İbn Abdilber, el-İstîâb, s. 52).

O günden sonra Allah Resulü için bir hizmetkârdan fazlası ol-muş, her durumda üzerine titre-diği yetim Muhammed’i, müşfik bir anne gibi büyütmüştür.

Hz. Peygamber (s.a.s.), Mek-ke’nin tüccar hanımlarından Hz. Hatice ile evlenince Bereke’yi azat etmiştir. Bereke, Ubeyd b. Zeyd ile evlenerek Yesrib’e gelin gitmiştir. O, bu evlilikten doğan oğluna nispetle artık Ümmü Ey-men künyesi ile tanınacaktır.

Ümmü Eymen, kocası vefat edince tekrar Mekke’ye dönmüş ve Efendimize hizmette bulun-maya devam etmiş, kendisine

Dr. Ömer Faruk AkpınarSakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

ALLAH RESULÜ’NE ÖMÜR BOYU HİZMET EDEN MÜŞFİK BİR ANNE: ÜMMÜ EYMEN

Resulüllah (s.a.s.) “ailemin yadigârı” diye andığı ve kendisine “anne” diye hitap ettiği dadısı Ümmü Eymen’i, çok sever, “Annemden sonra benim annemdir.” diye taltif ederdi.

75Aile | Ekim 2019

peygamberlik verildiğinde ise ona ilk inananlar-dan birisi olmuştur (İbn Kesîr, el-Bidâye, 5/311).

Hz. Peygamber, kendisi için her türlü fedakârlık-ta bulunan ve birçok sıkıntıya katlanan Ümmü Eymen’in yalnız kalmasına razı gelmemiş, bu se-beple yaşı ileri olmasına rağmen onu evlendirmek istemişti. Bir gün ashabı ile bir aradayken “Cennet ehli bir kadınla evlenmek isteyen, Ümmü Eymen ile evlensin!” (İbn Sa'd, et-Tabakât, 8/224) buyurmuş, bunun üzerine evlatlığı Zeyd b. Hârise, onunla ev-lenmişti. Peygamber teşviki ve duası ile kurulan bu yuva, Üsâme gibi bir yiğidin doğmasına vesile olmuştur (İbn Sa'd, et-Tabakât, 8/223).

Resulüllah (s.a.s.) “ailemin yadigârı” diye andığı ve kendisine “anne” (İbn Sa'd, et-Tabakât, 8/223) diye hi-tap ettiği dadısı Ümmü Eymen’i, evlatlığı Zeyd’i ve oğulları Üsâme’yi çok severdi. Nitekim dadısı için “Annemden sonra benim annemdir.” (İbn Abdilber, el-İstîâb, s. 863) diye taltifte bulunmuş, bir defasında kendisinden su istemesi üzerine kalkıp su getire-rek bizzat ona ikram etmiştir (İbn Kesîr, el-Bidâye, 5/326). Peygamber’in eş ve kızlarıyla birlikte Medine’ye gelen Ümmü Eymen’e Allah Resulü, ensarın bağış-ladığı hurmalıklardan birini tahsis etmiştir (Müslim, Cihâd, 71).

Hayatı boyunca Hz. Peygamber’e hizmet için çalı-şan Ümmü Eymen, İslam ve Müslümanlar için de hizmet etmekten geri durmamıştır. Uhud savaşı-na katılmış, mücahitlere su dağıtmış ve yaralıları tedavi etmiştir (İbn Sa'd, et-Tabakât, 8/225). Uhud’da he-zimet başladığında geri dönüp kaçan bazı müca-hitlerin üstüne toprak atarak onları durdurmaya çalışmıştır (Vâkıdî, el-Meğâzî, 1/278).

Yaşadığı hadiseler, çektiği zorluklar Ümmü Ey-men’in duygusal bir karaktere sahip olmasına neden olmuştur. İlk efendisi Abdullah’ın vefatı, ardından Âmine’nin, gözleri önünde ölmesi, yetim bir çocuğun sorumluluğunu üstlenmesi, Abdul-müttalib’in vefatında onun yatağı başında efen-disinin gözyaşlarına şahit olması (İbn Sa'd, et-Tabakât, 1/119), Hz. Peygamber ve ashabının maruz kaldığı eziyetleri görmesi, Mekke’ye döndüğünde Hz. Ha-tice’nin ve ardından Ebu Talib’in vefatları, efendisi ile kocasının Taif’te başlarına gelenler onu iyice hislendirmiş; bununla birlikte tecrübe ve daya-nıklılığını artırmıştır. Nitekim bisetten önce Âmi-ne’yi Ebvâ’da defnettiği gibi, hicretten önce Hz.

Hatice’nin (Belâzürî, Ensâbu'l-eşrâf, 1/406), hicretin ikinci yılında Hz. Peygamber’in kızı Rukiye’nin (Belâzürî, Ensâbu'l-eşrâf, 1/401), sekizinci yılda ise diğer kızı Zey-neb’in cenazelerini yıkayanlardan biri de o olmuş-tur (Belâzürî, Ensâbu'l-eşrâf, 1/400). Ümmü Eymen, her daim Resul-i Ekrem’in derdini dert edinmiş, onun hüznüyle hüzünlenmiştir. İfk hadisesinde Hz. Aişe (r.anha) hakkında hüsn-i şehadetini dile getirerek Allah Resulü’nü teselli etmeye çalışmıştır (Vâkıdî, el-Meğâzî, 2/430-431).

Elbette Ümmü Eymen’i en çok üzen hadiselerden biri, çok sevdiği, gözbebeği Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatı olmuştur. Bununla birlikte o, kendi-sini ağlarken görüp bunun sebebini soranlara “Re-sulüllah’ın bir gün vefat edeceğini, daha hayırlı bir yere gideceğini biliyordum. Ancak ben, vahiy kesil-diği için ağlıyorum.” (Müslim, Fezâilü's-sahâbe, 103) diye-rek metanetini ortaya koymuştur. Onun bu sözle-ri, sırf Hz. Peygamber’in hatırasını yaşatmak için kendisini ziyarete gelen Hz. Ebu Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer’i (r.a.) de ağlatmıştır (Müslim, Fezâilü's-sahâbe, 103).

Ümmü Eymen, yiğit bir komutan olan kocasını Mu’te’de, savaş meydanında, Hz. Peygamber’in etrafında kenetlenenlerden biri olan oğlu Eymen’i de Huneyn’de şehit vermiştir (Taberânî, el-Mu'cemu'l-ke-bîr, 1/288). Böylesi nice çileye karşı sabır abidesi bir anne olan Ümmü Eymen, Hz. Ömer’den kısa bir süre sonra Hz. Osman’ın (r.a.) hilafetinin ilk günle-rinde vefat etmiştir (İbn Sa'd, et-Tabakât, 8/226).

Allah ondan razı olsun!

SAHABE HAYATLARI

Hayatı boyunca Hz. Peygamber’e hizmet için çalışan Ümmü Eymen,

İslam ve Müslümanlar için de hizmet etmekten geri durmamıştır. Uhud savaşına katılmış, mücahitlere su

dağıtmış ve yaralıları tedavi etmiş; hezimet başladığında geri dönüp

kaçan bazı mücahitlerin üstüne toprak atarak onları durdurmaya

çalışmıştır.

Aile | Ekim 201976

BİR MİMARİ ZİRVESİ: SÜLEYMANİYE CAMİİ Kağan Yaman

1557’nin 15 Ekim’i cuma namazı öncesi bir “Ya Fettah” döküldü Koca Mimar Sinan’ın dudaklarından. Anahtarı çevirip açtı “Kalfalık eserim.” diye nitelendirdiği Süleymaniye Camii’ni…

Osmanlı mimarisinin en güzide örneklerinden biri olan Süleymaniye, 450 yılı aşkındır dimdik ayakta. Hem de ilk günkü ihtişamıyla. İrili ufaklı yüzden fazla depreme, sayısız yağmura, borana, fırtınaya rağ-men en ufak bir çatlak yok bünyesinde hâlâ.

Dünya mimari tarihine mal olmuş büyük deha Mimar Sinan’ın liderliğinde yalnızca yedi yılda tamam-lanan caminin her bir noktası ayrı ayrı emek ve zekâ ürünü. Duvar sıvasında keçi kılı kullanılması, su testileri ile mükemmel bir akustik oluşturulması ve hava akımının hesaplanarak kandillerden çıkan isten mürekkep yapılması gibi literatüre geçen pek çok yeniliğin öncüsü olmuştur Süleymaniye camii.

• Süleymaniye Külliyesi’nin ana yapısı da olan cami, 3500 m²’lik bir alanda kuruludur. Fil ayağı denilen dört mermer kolonun taşıdığı kubbenin genişliği 27 metre 40 santim, yerden yüksekliği ise tam 53 metredir.

• Caminin; ikisi 76 m, ikisi de 56 m yüksekliğinde dört minaresi, bu dört minarede ise toplamda on şerefesi vardır. Dört, Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü; on ise Osmanlı’nın onuncu padişahı olmasını temsil eder.

Ay’ın öteki yüzünde yeni bir madde keşfedildi.

KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISA KISAKısa Kısa

• Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 16-74 yaş aralığındaki Türk halkının yüzde 75’i inter-net kullanıyor. Yani bir diğer deyişle her dört kişiden üçü çevrimiçi.

• Bir gün “yaklaşık olarak” 24 saattir. Aslında bir gün tam olarak 23 saat 56 dakika ve 4,09 saniyedir.

• Baykar tarafından geliştirilen yerli ve millî taarruzi İnsansız Hava Aracı (İHA) Akıncı motorlarını ilk kez çalıştırdı. Henüz üretim aşamasında olan Akıncı, göreve başladığında savaş uçaklarının yaptığı kimi faaliyetleri icra edebilecek.

Amerika’da yapılan bir araştırma Fast Food’un zararları konusunu

bambaşka bir platforma taşıdı. Yapılan araştırmada California’nın

çeşitli bölgelerinde yaşayan 140 karga yavrusu incelendi. Şehir

merkezinde ve özellikle Fast Food zincir restoranlara yakın bölgelerde

yaşayan kargaların kırsaldakilere oranla daha yüksek kolesterole

sahip olduğu belirlendi. Fast Food benzeri ticari gıda maddelerinin

dayanıklılığını arttırmak için kullanılan trans yağ, kolesterolün en önemli tetikleyicilerinden biri.

Kolesterollü Kargalar

Aile | Ekim 2019 77

AKLİYAT

Bildiğiniz üzere Dünya’dan Ay’ın hep aynı yüzü görünüyor. Dolayısıyla Ay’ın diğer tarafı ya da bir diğer tabirle karanlık yüzü ile ilgili fazla bir bilgiye sahip değiliz. Geçtiğimiz aylarda Çin tarafından Ay’ın ka-ranlık yüzüne gönderilen keşif aracı sayesinde bu konuda da yeni gelişmeler yaşanıyor. Çin Ulusal Uzay İdaresi, Yutu-2 keşif aracının Ay’ın diğer yüzünde jel benzeri bir madde keşfettiğini açıkladı. Açıklanan bilgiler sınırlı olsa da bu yeni maddenin renkli ve parlak olduğu konusunda uzmanlar hemfikir.

KEŞF

BULMACA - EK M 2019 Hazırlayan: Ali Osmano lu (Muhammed Kâmil YAYKAN) ————————

Resimdeki cami

Muhafız

kinci ayKabul

etmeme

Yuvarlak bir apka

türü

17. yy’ın hâkim sanat

üslubu

Lezzet

laç, merhem

Kuzu sesi

Mandal

Ba ı lama

Hollanda plaka kodu

Teceddüt

Tülbentncir; Bir sure adı

PARA ÜT

10,50*6,78

p örgüBir Afrika

ülkesi

Güvenlik

General

Zorba

Fihrist

Yardım, zekât; Bir sure adı

Cazibe

Metal olmayan

AylıkEfendimizin (s.a.s.) bir

sıfatı

limEl sıkı mak

Kalitatif

Yabancı

kili

Satrançta en önemli

ta

Kelem MeraBirle ik Arap

Emirlikleri plaka kodu

Irak

Kur’an cümlesi

A a ı e imli yol

Batarya

Yayılma

Kereste

Bir geometrik ekil

Soru turmaKıyı teknesi

Dahil

KuramsalDeva

Razı olma

Atlayı ı kontrollü hâle getiren ve

ini i kolayla tıran resimdeki araç

Yavru at

BakkaliyeFiyat artı ı

Hayat arkada ı,

refik, refikaÖzgü

Orta Do u ve Kuzey

Afrika halkı

BilgisizlikÜç telli bir

saz

Avrupa Birli i

kısaltmasıA ız tadı Hangi ey

Deniz generali

Bozukluk

lgili

Uzaklık ünlemi

Polonya plaka kodu

Küba’nın ba kenti

Sodyum simgesi

Hastalık yapıcı mikroorganizma

Kabir

Anlam

Yavru a aç

Farsça iyi, güzel, ho

Yi it, zeybek

Saklama için

kullanılır

Marshall Adaları plaka

koduHaberle me

Bir ba laç

DumanBir nota

Mola

mamlık

Müessir

Bir sure adısyan eden

Geçerli

TaharriEmek

Kur un simgesi A abey

Kereler

MatemKayaç

Bir denizcilik komutu

ItırÜn Ticaret

malı Hitit

Ayna, mirat

LahzaBir binek hayvanı

Çoklukla övünmek;

Bir sure adıBelirti

AnsızınSporcu sopası

Üst zıddı

Katkısız

YolMahsul Denizin

kabarması Bir nota

kinci sure

Son sureAnlam

e yararJapon

savunma sanatı

Temel içece imiz stihsal

KOCATEPE CAM

10,50*6,78

Bir Türk destanı

Bir i aret sıfatı

Baston, de nekHayalî

Güvenilir Ta mezar Vilayet

Birinci

Ba ımlıCeylan

nce, gözenekli

perdeTantal

simgesiUtanma

duygusu, hayâ

Define

Eski dilde su

Bir sure adı Anma

Bacaktaki oynar bölge

Tek ki ilik

Övme

Su yosunu

Bir ev aleti

Temel gıda maddesi

Tutma organımız Bir nota

Yayla atılan çubuk

Özgür lave

Bir ba laç Sıvı laç, merhem

Daha kötü

Siyah ekranTürk halk

ezgisi

Haz

ırlay

an: A

li Os

man

oğlu

B U L M A C A

BULMACA - EK M 2019 Hazırlayan: Ali Osmano lu (Muhammed Kâmil YAYKAN) ————————

Resimdeki cami

Muhafız

kinci ayKabul

etmeme

Yuvarlak bir apka

türü

17. yy’ın hâkim sanat

üslubu

Lezzet

laç, merhem

Kuzu sesi

Mandal

Ba ı lama

Hollanda plaka kodu

Teceddüt

Tülbentncir; Bir sure adı

PARA ÜT

10,50*6,78

p örgüBir Afrika

ülkesi

Güvenlik

General

Zorba

Fihrist

Yardım, zekât; Bir sure adı

Cazibe

Metal olmayan

AylıkEfendimizin (s.a.s.) bir

sıfatı

limEl sıkı mak

Kalitatif

Yabancı

kili

Satrançta en önemli

ta

Kelem MeraBirle ik Arap

Emirlikleri plaka kodu

Irak

Kur’an cümlesi

A a ı e imli yol

Batarya

Yayılma

Kereste

Bir geometrik ekil

Soru turmaKıyı teknesi

Dahil

KuramsalDeva

Razı olma

Atlayı ı kontrollü hâle getiren ve

ini i kolayla tıran resimdeki araç

Yavru at

BakkaliyeFiyat artı ı

Hayat arkada ı,

refik, refikaÖzgü

Orta Do u ve Kuzey

Afrika halkı

BilgisizlikÜç telli bir

saz

Avrupa Birli i

kısaltmasıA ız tadı Hangi ey

Deniz generali

Bozukluk

lgili

Uzaklık ünlemi

Polonya plaka kodu

Küba’nın ba kenti

Sodyum simgesi

Hastalık yapıcı mikroorganizma

Kabir

Anlam

Yavru a aç

Farsça iyi, güzel, ho

Yi it, zeybek

Saklama için

kullanılır

Marshall Adaları plaka

koduHaberle me

Bir ba laç

DumanBir nota

Mola

mamlık

Müessir

Bir sure adısyan eden

Geçerli

TaharriEmek

Kur un simgesi A abey

Kereler

MatemKayaç

Bir denizcilik komutu

ItırÜn Ticaret

malı Hitit

Ayna, mirat

LahzaBir binek hayvanı

Çoklukla övünmek;

Bir sure adıBelirti

AnsızınSporcu sopası

Üst zıddı

Katkısız

YolMahsul Denizin

kabarması Bir nota

kinci sure

Son sureAnlam

e yararJapon

savunma sanatı

Temel içece imiz stihsal

KOCATEPE CAM

10,50*6,78

Bir Türk destanı

Bir i aret sıfatı

Baston, de nekHayalî

Güvenilir Ta mezar Vilayet

Birinci

Ba ımlıCeylan

nce, gözenekli

perdeTantal

simgesiUtanma

duygusu, hayâ

Define

Eski dilde su

Bir sure adı Anma

Bacaktaki oynar bölge

Tek ki ilik

Övme

Su yosunu

Bir ev aleti

Temel gıda maddesi

Tutma organımız Bir nota

Yayla atılan çubuk

Özgür lave

Bir ba laç Sıvı laç, merhem

Daha kötü

Siyah ekranTürk halk

ezgisi

Bulmacaların çözümlerine karekodu okutarakya da aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.dergi.diyanet.gov.tr

Aile | Ekim 201980

Bir fidan dikmektir, çocuk büyütmek. Bir gün tatlı yemişlerini görmek, serin gölgesinde dinlenmek için nasıl gözümüz gibi bakarız ya fidana. Çocuk da öyle işte, sevgi ister emek ister merhamet ister ve öyle gelişir çocuk ruhu. Nezaketli, hürmetli, sevgi dolu çocuklar yetiştirmek istiyorsak emek vermeliyiz. Fiziksel gelişimlerine olduğu kadar ahlaki ve dinî eğitimlerine duyarlı olmalıyız ki, toplumun geleceğini imar edecek çocuklar yetiştirebilelim. Onlara Yaradan’ımızı anlatalım. Çocuk kalplerini ilahi kelamla ve camilerimizle buluşturalım. Yüreklerine sevgi tohumları ekelim.Bayram namazına elinden tutularak götürülen bir çocuğa rastlamıştım. Cami merdivenlerinde çiçekli bir mendil üzerine şekerlerini dağıtmış oynuyordu. İnsanlar yanı başından geçerken ona gülümsüyorlardı. Başını okşayanlar, ona selam verenler, cebine şeker koyanlar oldu. Sonra caminin imamı olduğunu öğrendiğim gençten biri yavaşça dizini kırıp çocuğun yanına oturdu. “Şekerlerinden bana da verir misin?” dedi. En renkli şekeri uzatıp gülümsedi çocuk. “Gel seninle camiyi gezelim.” dedi genç imam. Gülümseyip ayağa kalktı çocuk. Şekerlerini cebine katıp genç imamın ardı sıra yürüdü. Yanlarına varıp İmam’ın o güzel konuşmasına kulak misafiri oldum: “Her şey sevmekle başlar. İnsanı, hayvanı, bitkiyi. Sev ki anlayasın. Sev ki saygı gösteresin. Seven kendini bilendir. Kendini bilen diğerini bilir ve onun iyiliğini ister. Müslüman kardeşinin yarasını sarandır. Gönlünü kardeşine açandır. Misal bu caminin kapısı herkese açıktır. Kalbinde senin kapındır, onu ardına kadar açmayı ihmal etme. Doğrudan, iyilikten ayrılma. Ahlak en güzel ilkedir ve İslam’ın çatısıdır. Ahlaklı, hoşgörülü ve anlayışlı olmayı öğren ki senden sonrakilere de kalsın. Gel birlikte cami bahçesine bir fidan dikelim, bir sen su dök, bir ben, bir de insanlık su döksün! Böylece el ele vererek insanlığı büyütelim.”Gördüm ki her şey sevmekle başlıyordu. İnsanı sevmekle, sözün en güzelini söylemekle. İnsan sevecenlikle gülümsedi mi bir de çocuk kalbi ardına kadar açılıyordu.

Ayşe Ünüvar

El Ele Vererek İnsanlığı

Büyütelim Çocuk!

“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle. Rabbimiz!

Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla.” (İbrâhîm, 14/40-41)