İran seyahat
DESCRIPTION
ÂTRANSCRIPT
http://www.yoldaki.com/
TRANSASYA İLE YOLCULUK BAŞLADI! #001
Yolculuk TransAsya ekspresi’nin Ankara istasyonundan başladı.
Düne ait korkularımı ve endişelerimi istasyonda bıraktım sanırım. Treni beklerken
görevli bir abiyle kısa bir “memleket nire” muhabbeti yaptık, ardından 60 saati
geçireceğim kompartımanı görmeye gittim. Beklediğimden ufaktı ama olsun, bu trenle
ilgili duyduğum şeylerin hiçbiri kompartımanla alakalı değildi zaten :)
Girip çantaları yerleştirdikten sonra hemen ardımdan Ferid odaya
girdi. Kendisi Azeri kökleri olan bir İran’lı. Ve hiç beklemediğim kadar iyi Türkçe
konuşuyor! Anında erzaklarımız açıldı ve karşılıklı yiyecek alışverişi başladı. Ardından
odaya dalan 2 Alman ve 1 İsviçreli benim odamda kalacak kişiler olduklarını söylediler
ve malesef haklıydılar. Malesef diyorum çünkü Ferid’le aslında baya iyi kaynaşmıştık.
Genelde çoğu Avrupalı, istisnalar hariç, bu kadar yakın muhabbet kurmayı başaramaz.
Herneyse, kötü değiller tabiki. Futbol manyağı 3 eleman. Hatta bana Tahran’da
önümüzdeki hafta yapılacak olan derbi maçına mutlaka gitmem gerektiğini de
söylediler. 100.000 kişi olacakmış maçta ve pek bilinmese de dünyanın en büyük
derbilerinden biriymiş. İlgimi çekmeyi fazlasıyla başardılar! Bunu düşünecem.
4 kişilik kompartmanımızda muhabbet sürerken içeriye bilet kontrolü için kondüktör
girdi ve bilet kontrolü sonrası bana “Rizeli olan sendin değil mi?” dedi. “Evet” diyince ,
bizim trenin aşçısı da Rizeli, seni görmek istiyor dedi. Hem rizeli, hem aşçı, hem trende.
Daha ne isteyebilirim ki? Macera başlıyor! :)
Suat abiyle tanışmak büyük bir şeref oldu benim
için. Çok sıcakkanlı ve eğlenceli bir abimiz. Ağzı biraz bozuk olsa da dediklerinde haklı,
isim vermek istemediğim kişilere çok sağlam giydiriyor ve giydirilenlerde bunu
hakediyor :) Bilgisayar işi yaptığımı öğrenince utana sıkıla abisinin ona verdiği
Iphone3’e bir hafıza kartındaki Türk Sanat Müziklerini atmamı rica etti ve telefonla
youtube’a giremediğinden dert yandı. Tüm problemleri 5dk da çözüldü ve hayatımda
ilk defa Bilgi İşlem tecrübemin birini bu kadar mutlu ettiğine şahit oldum. Suat abi,
yamağı Tamer, Farid’den sonra grup hızla büyümeye başladı ve Ali bize katıldı. O da
İran’lı ve Akhisar’da evlenmek istediği bir sevgilisi var. Dolayısıyla Ali’de güzel Türkçe
konuşabiliyor. Görünümde badigardı andıran ve sert bir mizacı olan ama muhabbet
edince çok kibar ve saygıda zerre kusur etmeyen bir adam. Ve sanırım hayatımda
tanıdığım en ince ruhlu adamlardan biri. Beğendiği kızlara nasıl yaklaştığını anlatınca
hakkatten ben çok öküzmüşüm onu anladım :)
Ardından Norveç’li 4 kişilik mimarlık okuyan öğrenciler ve Ferid’in arkadaşı Cevad
bize katıldı. Cevad sadece Farsça biliyor, Ferid Farsça-Türkçe, Ben Türkçe – İngilizce,
Matt Norveççe – İngilizce. Dolayısıyla Cevad Matt’e bişe sormak istediği zaman Feride,
Ferid bana ben Matt’e soruyorum. Yol uzun, vakit sıkıntımız yok, o yüzden gayet
eğlenceli geçiyor. Arada bir diller birbirine giriyor ama kimse şikayet etmiyor :)
Irene’de katılıyor aramıza. Arjantin asıllı bir İtalyan kız.
Tahran’a gitmek istiyor ancak kendisine Arjantin pasaportuyla vizesiz giremeyeceğini
söylediğimde keyfi kaçıyor. Eh biraz araştıraydı iyidi, neyse şansımı deneyecem diyor.
Belki sınırdan alabilirim diye umuyor. Yarın sabah beraber İran konsolosluğunu arayıp
bilgi almaya çalışacaz. İtalyan pasaportunda İsrail vizesi olduğundan sınırdan
geçemeyeceğini biliyor. Durum karşmaşık, yarın hallederiz umarım.
Akşam olunca Tahran’lı genç bir Udi olan Arsalan aldı eline udu
ve çalmaya başladı. O da bir gezgin ve uduyla hemçalıp hem söyleyip hem geziyor.
İstanbul’da öğrendiği Türk şarkılarından Üsküdar’a gideriken’i beraber söylüyoruz
tüm tren. Kimse sözleri bilmiyor ama gerçektenşu anda en son problem bu olurdu
muhtemelen :) Herkes katılıyor ve ortam gerçekten güzel.İran’lı bir amca neredeyse
tüm gün trenin restoranında Farsça birşeyler anlatıyor. Ve enteresan bir şekilde o
kadar güzel anlatıyor ki bazen kendimi yarım saattir adamı dinlerken buluyorum.
Sanki anlıyormuşum gibi… Keşke anlayabilsem, etrafında onu dinleyenlerin hepsi pür
dikkat. Ve dikkatimi çeken bir diğer şey de, biri birşey anlatırken diğerleri asla
konuşmuyor ve konuşması bitene kadar dinliyor. Ya hepsi gerçekten çok güzel anlatıyor
yada bu bir saygı olayı. Çözemedim. Bizde genelde daha çok bağırarak diğerini
susturmaktır tüm olay malum.
Gece olunca Suat abi’nin telefonuna yüklediğim müzikler ve içtiğimiz şaraplar eşliğinde
uykum geliyor. Uzun süredir backpack taşımadığımdan bacaklarım alışmamış ve
yorulmuş. Kompartman’da üst ranza benim, yatak rahat. Umarım horlayıp tüm treni
ayağa kaldırmam :)
YOK BÖYLE BİR TREN YOLCULUĞU! #002
Çok eğlenceli geçen bir akşamın ertesi sabahında tamamen dinlenmiş ve rahat bir uyku
çekmiş olarak uyandım. Benim Alman ve İsviçreli elemanlar halen uyurken ben
restorana gitmek için yataktan fırladım. Bu arada yataklar biraz ufak olsa da gayet
rahat, gece sallantı ve tıngır mıngır tren sesi şahsen bende ninni etkisi yaptı ve gayet
mutlu mesut uyudum.
Resotran yine Rizeli Suat abi ve saz ekibi tarafından domine edilmişti. Acıkmıştım ama
daha girer girmez başlayan muhabbet neticesinde öğlen 2’ye kadar yemek yemeyi
unutmuşum. Bir yandan İranlıların kolunun tavla veriyorum, bir yandan muhteşem
kar ve dağ manzaralarını izliyorum, bir yandan şarap ve bira…Evet aç karnına güzel
oluyormuş :)
Gün boyunca İranlılardan ve Hindistana gitmiş olanlardan tavsiye yer mekan bilgileri
aldım. İran’da dev bir sürahi(6 kişilik) çayın 1 lira, nargileninde 2 lira olduğunu bilmek
huzur verici :) Aramızda Bob Marley kıvamında relax bir arkadaş var, kendisi Mikail
oluyor, Hindistanda fizik okumuş ve uzun süre orda kalmış. Tipine bakınca zaten
gevşekliğinin sınır tanımıyor olması çok aşikar. En son 50+ yaşındaki bir Alman hatunu
baştan çıkarma dansları yapıyordu. Yürü be Mikail!
Italyan bacımız Maria Irene halen İran sınırında ona vize verileceği konusunda ısrarcı
fakat kendisine Van’da inip bir şekilde uçak bulmasını öneriyoruz ancak arkadaş
maceracı ruh olayını biraz aşmaya çalışıyor anladığım kadarıyla. Sınırda geri
döndürülmesi söz konusu ama nereye geri döndürüleceği muamma çünkü cidden İran
sınırında hiçbirşey yok. Ankarada’ki İran elçiliğini aradım ve onlar da sınırda vize
almanın zor olduğunu ve alsa bile ancak 72 saatte alabileceğini söylediler. Dolayısıyla
tüm bu zaman boyunca bomboş bir salonda beklemek durumunda kalabilir. Neyse, biz
uyardık :)
Akşama doğru Tatvan’a vardık ve iskeleden bizi Van’a götürecek olan vapura bindik.
Vapur da ayrı bir eğlenceliydi yine. Burada tren’in diğer kompartımanlarında kalan ve
aralarında Faik abiyi en başa koyacağım birçok yeni insanla
tanıştım. Faik abi, 40-45 yaşlarında felaket sıcak kanlı ve tur rehberliği yapan süper bi
adam. Çok derin uzun uzun muhabbete daldık, kendi kafamda olan gezginlerle böyle
uzun muhabbetlere girmenin, verdiğim bu yolculuk kararını iyice desteklediğini
hissediyorum. Faik abinin de benim gibi bir dünya seyahati planı var. Fakat kendisi
2016 yılında bunu tek başına yat ile yapmayı planlıyor. Konuştuk anlaştık, bana
varacağı kara noktalarını önceden söyleyecek ben de orada bekleyecem :) 10 sene sonra
bende bu adam kadar dirençli ve enerjik olabilirsem ne mutlu bana diye düşündüm ve
dile getirdim. Sonra da öğrendim ki abi aslında 58 yaşında ve dünya turunu kendine 60.
Yaş hediyesi olarak planlıyor… Bunu öğrenince tren özel güvenliği Çeto abinin bana
dediği “La sen nası 32 yaşındasın, en az 36 gösteriyon” demesi daha bi koydu.
Eğlenceli ve 3-4 saat rötarlı geçen vapur seferinin ardınan Van’a vardık. Yeni
kompartımanlarda birlikte oturmak istediğimiz 4 kişilik gruplarımızı belirleyip
kompartımanımıza geçtik ve şu an itibariyle 7 kişiyiz :) Trende yeni insan tanıdıkça
kopmak zorlaşıyor, şarkı türkü derken Ali trende bulduğu 21-22 yaşında ki iki
Avusturalya’lı genci odaya getiriyor. Kıza sürekli evli misin, gözlerin çok güzel, yüzün
çok güzel, çok tatlı bir insansın diyerek benim bunları çevirmemi istiyor ama yanlış
olmasın Ali gerçekten bunları inanması güç biliyorum ama içinden geldiği için söylüyor.
Başka hiçbir niyeti yok, ama tabi kız bunun farkında değil, gayet asıldığını düşünüyor.
Irene’de öğleden sonra bir evlenme teklifi aldı ancak zaten evli olduğu için reddetmek
zorunda kaldı. Evlenmeye meraklı bayanların hepsini İran’a davet ediyorum, kaynıyor
burası!
Bu gece pek uyumak yok, saat 3 de Türkiye’den çıkış damgası yiyecez, 4 civarı falan da
İran’a giriş damgası yiyecez. Sabat Tebriz’de uyanmak üzere, ben yatar!
İRAN’IN GÜZEL İNSANLARI #003
Gece yarısı buz gibi soğukta çıkıp pasaportlarımıza damgaları bastırdık. İran sınırını
geçtiğimiz Razi’de güleryüzlü, eğlenceli ve zıplayan bir memurda gelip pasaport
kontrollerimizi yaptı. Tren baya sıcak, dışarısı buz gibi ama biz pencere açıyoruz yani o
derece.
Birkaç saat uykudan sonra sabah kalktığımda tam karşı yatağımda uyuyan ismini az
sonra yazacaklarımdan dolayı ne olur ne olmaz diyerek vermek istemediğim birinin
yüzünde dev bir sırıtma vardı. Ben, diğerleri bişey anlattı heralde ona gülüyor sandım
fakat kendisi rüya görüyormuş, baya bir güldük ve kalkınca kendisine anlattık o da
güldü ama işin altından çok acı bir durum ortaya çıktı.
Kendisi, bir öğretmen ve eğitimi oldukça iyi biri. Ancak geçtiğimiz yıllarda hükümete
karşı olan siyasi duruşu başına geri döndürülemeyecek kadar bela açmış. Düşünce
suçundan girdiği hapisden çıkmış ancak içeride çok kötü işkence görmüş. İşin daha da
kötü tarafı hem psikolojik hem de fiziksel işkence görmüş olması. Vücudunda ki eksik
parçaların bir kaza eseri olmasını umuyordum fakat malesef değilmiş. Aynı zamanda
hafızasını da önemli ölçüde zarara uğratmışlar. Daha önceden çok rahat konuşabildiği
İngilizce’den şu anda hemen hemen hiçbirşey hatırlayamıyor.
Akşam üstü sohbetlerinde Faik abi, Mustafa abi ve eşi Fatma hanım’ın kompartımanına
misafir oldum. 40 yıldır dost olduklarını düşündüğüm bu abiler tanışalı sadece 1 sene
olmuş. Kafalar aynı olunca 10 dk ile 10 yıl arasında hiçbir fark olmuyor, hemen
kaynaşılıyor. Faik abi zaten bahsetmiştim, rehber ve yatla dünya turuna çıkmaya
hazırlanan bir gezgin. Limitsiz anılara ve çok geniş bir kültür tecrübesine sahip.
Mustafa abi de 60larında bir dağcı. Bacağı yeni alçıdan çıktı ve bu sene Himalayalarda
5000 küsür metreye çıkamayacağı için baya sıkıntılı. Bu işler için altın çağın 40-60 yaş
arası olduğunu düşünüyorlar. Şahsen ben de öyle düşünmek istiyorum tabi :)
Tanıştığım en iyi adamlardan biri, Farid.
Ardından Ferid’de muhabbetimize ortak oluyor ve İran’ı daha yakından dinlemeye
başlıyoruz. Sorular soruyor, onun görüşlerini alıyor ve genel kafa yapısının iskeletini
çıkartmaya çalışıyoruz. Sağolsun Farid bu konuda fazlasıyla yardım aldı ve Fatma
hanım kendisine katkılarından dolayı bir Türk kızı bulma sözü verdi. Ferid’in sevinci
anlatılamaz, burada yazılamaz… :)
Genel olarak söylemek gerekirse bizim yobaz diye nitelendirdiğimiz insanlar hakkında
çok genelleme yapmak istemem ama kişisel gelişim yönünden bizden çok daha ileri bir
seviyede olduklarını düşünüyorum. Bizde din ile ilgili bir espri yapıldığı zaman çoğu
zaman sessiz kalınır yada tövbe de çarpılacan diyerek uyarılır. Bu yobaz diye bilinen
insanlarda bizimkine on basacak nitelikte espri anlayışı var. İnançları insanlıklarının
önlerine geçmiyor hiçbir koşulda. Yobazlıktan kasıt hükümetse eğer zaten bizden daha
fazla şikayetçiler o konuda. Henüz siyasetçileri seven (zaten bir siyasetçi neden sevilir
hiç anlamam) bir kişiye rastlamadım. Bazı konuları üstü kapalı ve sessiz konuşmak
zorundalar ve çoğu zaman devletin yaptırımlarından korktuklarından dolayı seslerinin
çok duyulmasını istemiyorlar. Sessiz kalmalarından dolayı suçlamıyorum çünkü
yaptırımlar gerçekten çok kötü ve gerçekten korkutucu. Bu tarz sebepler yüzünden
yaşanan ölümlerden gayet rahat bir şekilde bahsedilebiliyor ki bu da zaten hayatlarının
bir parçası haline gelmiş demek oluyor. Ancak yine de bizdekinin aksine
konuşabiliyorlar kendi aralarında, eleştirebiliyorlar, gizli de olsa bir bütünlük ve
örgütlenme söz konusu. Tabi şu an bunları yazarken İran’ın Azerbaycan şehirlerinde
bulunuyorum ve burada ki insanların görüşleri bunlar. Tahran ile başlayarak Fars
şehirlerinde aynı şeylerin düşünülüp düşünülmediğini görecem. Onlara göre çok
farketmeyecek, orada da insanlar aynı şeylerden şikayetçi.
Geç saat olduğundan dolayı beni davetlisi olduğum Maryem’in evine gitmeyip geceyi
Faik abi’lere takılıp bir hostel aramakla geçirecem diye düşünüyordum ancak son
dakika değişikliğiyle tren’de arkadaş olduğum İskoçya’lı Ian ve Norveç’li 4lüyle daha
önceden belirledikleri hostele gitmeye karar verdim. 11’de olmayı beklerken saat
yaklaşık gece 1 de Tahran’a vardık. Çocuklarla toparlandık, Faik abilere veda ettim ve
en kritik olaylardan biri olan taksi tutma muhabbetine giriştik. Kapıda bizim apaçilerin
aynı modeli bir eleman “very great hotel! Very cheap taxi!” diye bize seslendi. O saatte
başka şansımız olmadığından tabi mecbur gittik. Toplam 6 kişiyiz ve 3er 3er iki taksi
tutacaz. Taksi başına 6$’a anlaştık. Adam başı 2$ düşecek, çok fazla pazarlık yapacak
gücümüz de yoktu ve çok da birşey değildi zaten. Atladık ve gece bomboş olan trafikte
iki taksinin birbiriyle yarışmasına, 70le giderken arabalar arası sigara ve çakmak
alışverişi yapılışına şahit olduk. Şahsen beni çok heyecanlandırmadı ama diğer
elemanlar baya bi zıvanadan çıkmış ve keyiften 4 köşe olmuşlardı bile. Hostel’e
vardığımızda 6$ karşılığı olan 150.000 Riyal’i verdiğimde tabiki beğenmedi ve parayı
bana geri verdi. Bende parayı alıp cebime koydum ve teşekkür edip çocukları toplayıp
hostele soktum. Peşimden geldiler ve iki araba için 15$ istediklerini söylediler. Diğer
elemanlardan da 6$ karşılığı Riyal’i alıp 300.000RYL’i kendilerine takdim ettim.
İngilizce bilmediğinden hosteldeki çocuk aracılığıyla bizden daha fazla para koparmaya
çalışıyodu. Hosteldeki elemanla konuşurken ben bizimkilere asla masaya koyduğu
paraya dokunmamalarını ve hiçbir şekilde tek kuruş fazla verilmeyeceğini tembihledim.
Avrupalı bebeler, sözümü dinlediler. Yaklaşık yarım saat boyunca dil döken apaçi en
sonunda parayı masaya koyup son sözünü söyler gibi birşeyler yaptı. Biz de
kitaplarımızı çıkarıp okumaya ve muhabbet etmeye başladık ve sonrasında pes edip gitti
:) Bebeler ilk pazarlık dersini almış oldular…
Vardığımız hostelde ne rezervasyon nede boş oda vardı. Norveç’li ekibin elebaşını alıp
gece Tahran sokaklarında boş bir hostel aramaya başladık. Fazla geçmeden bir tane
bulduk ve yerleştik. İçerideki eleman kapıyı çaldığımızda uyuyordu, kapıyı tıklatınca
uyandı gözleri faltaşı gibi açılmış ve bize bakıyordu ama halen uyanmıyordu garip bir
şekilde. Sonra tekrar uykuya daldı, tekrar gürültü yaptık ve uyandı sonunda.
Odalarımızı gösterdikten sonra yanına tekrar gidip internet şifresini alacaktım fakat
çoktan uyumuştu, ben de şifreyi kırmak zorunda kaldım (çok hackervari konuştum ama
cidden atla deve bi olay değil). Herneyse, 2,5 günlük tren yolculuğu ve apaçi taksicilerin
ardından artık uyuyabiliriz sanırım.
Yarın Maryem’in evine geçiyorum.
TAHRAN #004
Kaldığımız hostelin bulunduğu bölge sanırım (ve umarım) Tahran’ın endüstriyel
bölgelerinden biri. Her tarafta oto tamircileri ve çok keskin bir egzoz gazı kokusu
hakim. Deli gibi trafik var, motorlar tek yönlü trafiğin her iki yönüne de gidiyor ve
kaldırımları da sıkça kullanıyorlar. Dün geceki oda arkadaşım Ian ile çantalarımızı
hostele bırakıp biraz etrafı turlayıp bişeler atıştıralım dedik. Benim IranianCell
simkartı almam gerekiyor ve onun da para bozdurması gerek zaten. Yarım saat içinde
iki işi de hallettik ve Ian’ın ortadoğu macerası benden daha heyecanlı geçiyordu.
Etrafında gördüğü her şey fazlasıyla heyecan yaratıyordu kendisinde. Arkadaş, bir
insan soba borusu görünce neden heyecanlanır? Yani bişe demek istiyorum ama neyse
demiyorum…
Yemek için bir yerlere aramaya başlıyoruz.
Anladığımız kadarıyla İran’lılar pek dışarda yemeyi sevmiyor, restoran bulmak çok
kolay değil. En azından bu bölge için böyle. Meydan’a yakın bir yerde devasa
sandviçlere sahip “Dr. Azhdar Zapata Sandwich” dükkanını gördük. İsmi çok güven
verici gözüktüğünden girdik. İçerisinin de İran’lılar la dolu olduğunu görünce
muhtemelen iyi bir yerdir diyerek daldık ve pişman olmadık. 1,5 lira’ya iki insanı (veya
bir tek beni) rahatlıkla doyurabilecek nitelikte bir biftekli peynirli mantarlı sandviç + su
aldım. Ve sanırım aldığım sandviç aralarında ki en pahalı olandı. Kahvaltı için
mükemmel bir seçim gibi gözükmesede yerken hissettiklerim tam tersiydi.
Maryem’i arayıp artık gelebileceğimi
söyledim ve bana Metroyu kullanarak Sadegieh’e gitmemi ve oradan da dolmuşla onun
bulunduğu bölgeye gelmemi söyledi. Sorduğumuz herkes metro köşeyi dönünce diye
tarif etti ve döndüğümüz 17. köşeden sonra metroya ulaştık. Gayet güzel metroları var,
şahsen sevdim. Ian durakların birinde arkadaşlarıyla buluşmak üzere indi ve kendi
yoluna gitti. Ben son durakta inip yeşil taksilere binip Shahran’a doğru yola çıktım.
Yeşil taksiler bizim bildiğimiz sarı dolmuşlar modeli ancak minibüs değil normal taksi.
Sağımda solunda iki güzel İran’lı hatun, önde de yine İran’lı bir hatun. Şanslı
günümdeyim heralde :) 15dk sonra indim ve Maryem’i aradım. Arabayle gelip beni aldı.
Daha önceden tanışmamıştım ama facebook’da gördüğümden çok daha güleryüzlü ve
eğlenceli biri :)
Eve gelmeden önce markete uğrayıp alışveriş yaptık. Marketlerde
çalışanların çoğu Türk fakat benimle Türkçe konuşmaya çekiniyorlar. Enteresan bir
durum, fazlasıyla çekingenler. Ardından eve geldik, küçük ve çok şirin bir evleri var.
Mutfağına ayrıca hasta oldum. Hemen çaylar doldu ve gezipark olaylarından İran’da
olan devrime kadar uzunca bir muhabbet başladı. Ayakkabı kutusunda para saklama
muhabbeti fazlasıyla testise alınmış durumda burda da, biz de devam ettirdik ve gül gül
öldük (bu cümleyi de kullandım ya, seyahat hakkatten insanı değiştiriyomuş).
Akşam, Maryem’in eşi Mehdi geldi. Fazlasıyla içine kapanık ve sessiz biri ama çok çok
iyi biri olduğu belli. Fazla konuşmasa da iyi niyetini belli ederken hiç zorluk çekmiyor.
Maryem ise tam aksine aşırı konuşkan ve susturulması zor bir kız :) Birbirlerini şahane
tamamlamışlar yani.
Bir yandan yemek hazırlanırken bende o arada bu yazıları ve diğer internetle ilgili olan
işlerimi halletmeye çalışıyordum. Facebook burada yasaklı
olduğunda proxy kullanıyorum. Mükellef bir sofra kuruldu yere, ben öküz gibi
fotoğrafını çektim tabi ama bu site dışında bir yerde paylaşmayacam! Nefis yemeğin
ardından Fars dili ve Türkçe’nin ortak noktalarından konuşmaya başlamıştık ki konu
Mevlana’ya, Hafız’a, Ömer Hayyam’a geldi. Burada mezhep, ırk veya herhangi bir
kriter ayrılmaksızın herkes onlara tapıyor. Şiirlerin okunduğu geceler düzenleniyor
veya organizasyonlar yapılıyor. Dünyanın her yerinden insanlar bu dinletilere katılıyor.
Benim şiirle pek aram yok ama Meryem kitapları alıp getiriyor ve
birkaç şiiri Farsça okumaya başlıyor. Farsça okuyup ardından
İngilizce bana çeviriyor tabi. Gerçekten edebi yönden Farsça’nın ne kadar güzel
olduğuna şahit oldum. Ben bile buna şahit olabildiysem gerçekten edebiyatla ilgilenen ve
şiirle ilgilenen biri için İran muhtemelen cennet gibi gelir. Bir ara öyle gitti ki kafam,
resmen Farsça kursa falan mı gitsem diye düşündüm. Ben de bildiğim kadarıyla Can
Yücel, Özdemir Asaf’dan birkaç bişeyler söyledim ve çok hoşuna gitti ama ne yalan
söyleyeyim, özellikle Hafız’ın şiirleri baya bi etkiledi beni. Özellikle yatmadan önce baya
bi ruhu dinlendirdi.
TAHRAN VE COUCHSURFİNG #005
Maryam’in evinden ayrıldıktan sonra bir başka CouchSurfer olan Roksareh’in evine
doğru yol aldım. 15-20dk lık bir taksi yolculuğundan sonra evin kapısına kadar geldim
ve 4$’lık taksi ücretini ödeyip kendisini beklemeye başladım. 10dk sürmedi gelmesi
zaten ve artık yeni evimdeydim. Söylemem gerek, muhtemelen Couchsurfing’in en kolay
yapıldığı yerlerden biri burası. Ben sadece Tahran’a geldiğimi CS’de güncelledim ve
ben kimseye sormadan onlardan teklifler gelmeye başladı. İlk günden 6-7 kişi evinde
davet etti. Misafirperverlik konusunda iyi olduklarını biliyodum ama bu kadar
beklemiyordu açıkçası.
Rokshareh, belgesel tarzı filmler çeken bir film yapımcısı. Uluslararası birçok film
ödülüne de sahip. Kendisi daha önce İstanbul’da çok iyi ağırlandığı için beni de onlara
bir teşekkür mahiyetinde host etmek istemiş. İyi de etmiş :) Kaldığı yer baya janjanlı bir
bölge, bizim Ataşehir’e baya benziyor. Dev rus tarzı evler ve alışveriş dükkanları vs.
herşey bir arada. Kısaca Rox diye bahsedecem kendisinden, Rox dini konuları ve
Türkiye’nin bakış açısını çok merak ediyor. Ben de elimden geldiğince anlattım. Birçok
ilginç hikayesi var, onları yazsam burda benimhikayelerim yalan olur.
Rokshareh
Tahran’dan tren ile İstanbul’a gelen bir kızdan bahsetti. Kız lezbiyen ama kimseye
söyleyemiyor ve İstanbul’a başka lezbiyenler ile tanışmak için gidiyor çünkü İran’da
tahmin edilebileceği gibi bu imkansız. Bana İran’lıları tanıtışı ise ayrı bi olay :) Çünkü
bir İran’lının yabancı biriyle muhabbet açmak isterken kullandığı ilk cümle genelde
“Burdaki İslam rejiminden nefret ediyorum!” olur dedi. Aslında haklı, çünkü hemen
hemen konuştuğum tüm İran’lıların en ortak sıkıntısı bu ve genelde muhabbet buradan
başlıyor. Rox’un en büyük dileği bizim “gerçek islam”ı yaşamamız. Tabi ki gerçek
İslam’dan kastı İran’da ki rejimin aynısı. İnsanların ancak o zaman bazı şeylerinfarkına
varabileceğini ve din’in bir araç olarak nasıl kullanıldığını ancak o zaman
anlayabileceğimizi düşünüyor.
Karizmam(!) öylesine güçlü ki bugün İran’lı hem de evli bir kız benden numaramı istedi
:) E tabiki tek derdinin elindeki İngilizce kurs kitabından anladığım kadarıyla pratik
yapmak olduğu belli. Verdim telefonumu, mailleşerek konuşabiliriz yazışabiliriz vs. bir
şekilde pratik yapabiliriz dedim, deli gibi sevindi. İngilizce öğrenmek için bu kadar
hevesli olduklarını bilmek güzel aslında.
İran Kadınları
İlla bizim kadınlarımızla kıyaslamak gerekirse daha sıcak kanlılar. Ve bizim tahmin
ettiğimiz gibi bir çarşaf veya hijab tutkuları yok. Çoğunun saçı kısmen açık, sadece
saçların arka tarafına doladıkları bir eşarp var o kadar.
Genel olarak bu şekilde örtünüyorlar
Genelde zaten yürürken saçları açılıyor ve hafiften tekrar toplayıp devam ediyorlar.
Kesin olarak yasak olan şey bacakların görünmesi. Kot veya herhangi uzun birşey
giyilmesi gerekiyor. Bununla ilgili yaptırımlar da oldukça saçma aslında, tutuklama
kararı çıkartıyolar giyenlere ve alıp karakola götürüp “mugshot” diye tabir edilen suçlu
gibi fotoğraflarını çekiyorlar ve sonra salıyorlar. Bizdeki bazılarının tahmin ettikleri
üzere kafaları kesilmiyor veya taşlanmıyorlar. Özgürlüklerinin kısıtlanmasından son
derece şikayetçiler ama henüz fazla sesleri çıkmıyor fakat diğer yazımda da belirttiğim
gibi, sanki yakında bişeyler olacak gibi.
İnternet problemi
Şifre patlatmaca
Geçici odam
İran’da internet ciddi problem. Evlere verilen max 2mbit’lik internet bağlantıları
genelde 1mbit’in üzerine zor çıkıyor. Cep telefonuyla da 3g’yi unutun, heryer edge ve
çok yavaş bağlantı. Facebook’u zaten unutun, ancak proxy veya vpn ile girilebiliyor ve
zaten yavaş olan internet iyice yavaşlıyor. Büyük şirketlerin ancak 8mbit’e ulaşan özel
bağlantıları oluyormuş. Evinizdeki internetin kıymetini bilin :)
Rox’un evinde de internet yoktu fakat artık komşunun internetini kullanabiliyor ;)
Salonda rahat bir kanepem var, doğalgaz nerdeyse bedava olduğundan ev ateş gibi.
Yarın kuzey Tehran’a bir uğrayacaz ve ertesi gün İsfahan.
TAHRAN’DA SON AKŞAM #006
Kuzey Tehran
Şehrin kuzey kısmı coğrafik olarak çok daha güzel. Tam dağların
dibinde bulunuyor ve biraz daha renkli bir hayata sahip. Gerçekten Tehran’ın merkezi
hiçbir halta benzemiyor. En meşhur meydanlarından biri olan Imam Humeyni’ye
gittiğimde oraya vardığımı bile anlamadım. Trafiğin ortasında kalmış bir yer, diğer
meydanların da çok farkı yok. Sadece üniversitenin bulunduğu bölgelerde gençlerin
takıldığı kafeler var onun dışında doğru dürüst yemek yenilebilecek bir yer bile yok
gerçekten.
Hello! Nice to meet you! Good luck!
Kuzey kısım güzel ancak bana biraz fazla turistik geldi. Gerçi Tehran’ın diğer
bölgelerini düşündüğümüzde tabiki gayet güzel kalıyor. Beni görenler genelde iki tepki
veriyor. Birincisi üzerimde giydiğim montta bulunan Norveç bayrağından dolayı
yabancı zannettiklerinden bildikleri tüm İngilizce kelimeleri ard arda sıralıyorlar, bizde
ki gibi. Hey welcome! Good luck! Nice to meet you!. İkincisi de sakal ve tip olarak
İran’lılara biraz benzediğimden dolayı direk Farsça birşeyler soruyorlar ve ben
konuşmaya başlayınca suratlarında eblek bir sırıtma ve yonca görmüş eşşek mutluluğu
beliriyor. Anında utangaçlaşıyorlar ve konuşmaktan kaçıyorlar. Tabiki bu konuşmak
istemediklerinden değil sadece alışık değiller böyle bir duruma o yüzden. Bu arada bu
muhabbet turistik
bölgelerdeki satıcılar için geçerli değil tahmin edersiniz ki. Dağ eteklerinde biraz
dolanıyoruz ancak Rox biraz yorgun ve hasta olacak gibi gözüküyor, ben de daha fazla
yormak istemiyorum ve geri dönüyoruz. Dönüşte yemek için yol üstünde ucuz bir yer
bildiğini söylüyor bende asla itiraz etmiyorum! :) Ufacık bir lokanta ve “Dizi” adında
bir yiyecek, bir diğer adıyla “Abguş”. İçi yemeğin kendisiyle dolu ufak bir alüminyum
bardak, bir tas ve bolca pide ile geliyor. Tadı şahane, deli gibi doyurucu. Günde tek
öğün bunu yesem yeter açıkçası. İki kişi için 10 lira ödedik. Gayet şahane yani ;)
İkimizde baya yorgunduk eve geldik, eve dönerken internete uzun süredir
giremediğimden hemen evin yanındaki internet cafe’ye uğradım. Tüm internet cafeler
VPN kullanıyor (facebook vb. siteler yasaklı olduğu için VPN denilen hizmetle bu sıkıntı
aşılıyor). Mailler, Isfahan ve Shiraz için couchsurfing ayarlamaları vs derken eve
döndüğümde Rox yemeği çoktan hazırlamış ve akşamki misafirimiz Sırbistan’lı Sergey’i
beklemeye başladık. Fazla gecikmeden geldi. 50 yaşlarında bir gezgin o da, hemen
hemen dünyanın yarısını gezmiş. Ayrıca Big Lebowski’ye çok benziyor.
Ben ve Sergey
İsfahan’da yine akranı bir adam geldip “yüzün çok güzel, istersen beraber tuvalete
gidebiliriz” şeklinde bir iltifatta(!) bulunmuş kendisine. Sergey’de topuklayarak
uzaklaşmış haliyle. Hoş sohbet bir adam ve baya iyi anlaştık. Hep beraber yemek ve
yanında Rox’un vodkasını içmeye başladık. İçki olayı İran’da karaborsa, her yerde
bulunmuyor tabiki ama isteyen istediği zaman ulaşabiliyor ve makul fiyatlara. Hatta
bizden daha ucuza ulaşıyorlar :) Sergey’e veda ettik, eşyalarımı ertesi gün için
hazırladım ve fazla geç olmadan otogar’a gidip İsfahan’a doğru yol almam gerekiyor.
Orda görüşürüz :)
İSFAHAN! #007
Tehran’dan ayrılışım da ayrı bir koşturmaca içinde oldu. Rox beni bir yere kadar
getirdi ve oradan sonra yürüyerek gidebileceğimi söyledi. Bir 15-20dk yürüdükten sonra
pek bir yere gidemeyeceğimi anladığımdan yoldan geçen bir “deliğanlıya” usulca
yanaşıp “seleeeem” dedim. Henüz farsçam burdan öteye pek gidememiş olsa da onun da
İngilizcesi pek yoktu zaten. Come please diyerek beni bir taksinin yanına götürdü ve
taksiciyle konuştuktan sonra cebinden para çıkarıp verdi. Ben lan hop dur demeye
kalmadan çoktan parayı ödemişti benim yerime ve hiçbir şekilde almayı kabul etmedi.
İran’lı diyip geçmemek, gördüğünüz yerde sarılmanız gerek. Henüz taksi şoförleri
dışında dandik bir adama rastlamadım. Neyse taksi beni döndü dolaştı ve tam olarak
Rox ile ayrıldığım yere kadar getirdi :) Burada taksiler bizdeki gibi değil. Yani kendi
güzergahları dışında çalışmıyolar, ancak korsan taksi oldukça yaygın ve ancak onlar
aracılığıyla bizim bildiğimiz taksi şekline dönüşüyorlar. O da daha pahalı oluyor tabi,
bütün koltukları kiralamış oluyorsunuz bir bakıma. Fiyatı önceden konuştuk ve şehrin
diğer tarafındaki otobüs garına gitmem gerektiğini söylediler, biraz uzun bir yol ama
İsfahan otobüsleri sadece oradan kalkıyor.
Arjantin garı dedikleri yere türk parasıyla 12 liralık bir taksi ücreti ödeyip gittim ve
otobüs biletimi aldım. Otobüsler normal ve VIP olarak ikiye ayrılıyor. Normal otobüsün
ücreti 10 lira, VIP ise 16 lira. Arada %60’lık devasa(!) bir fark olduğu için normal olanı
seçtim :) İyiki de seçmişim sebebini sonra anlayacaksınız.
Otobüs biraz eski meski ama iyi, kliması yok ama sıkıntı yok hava zaten soğuk. İçerisi
sıcak olursa üst kapakları açıyoruz. Her zamanki gibi yanıma kimin
oturacağı konusunda bir merak içindeydim. Normal şartlarda doğam gereği her zaman
devasa cüsseli tipleri kendi yanıma çekmeyi başarabilen bir insanım. 6-7 saatlik
yolculukta yanındaki kişinin karakteri cidden önemli. Umarım sıkıntısız biri olur
derken otobüse 120 kiloluk uzun boylu bir adam girdi. Aha dedim işte geliyor benim
adam. Yavaş yavaş ön koltukları geçerken üstteki koltuk numaralarına bakmayışından
benim gibi arkadalarda olacağını zaten biliyor gibi bir hali vardı. Ve dibime kadar gelip
pencere kenarını gösterdi. İşte yine başarmıştım! Ben bu işi biliyorum hacı.
Houssain
Arkamdaki kızlar cep telefonundan müzik dinleyip karaoke yaparken yanımdaki herif
bişeler homurdandı bana doğru. Bende “ne diyon lan?” der gibi baktım. O da bana
farsça “ن تراند ای ند احمق خ ت س gibi birşey dedi. Bende turist moduna girdim hemen, do ”ه
you speak English?’i yapıştırdım alnına. Şakır şakır ötmeye başladı İngilizce. Arkadaki
kızların gerizekalılığından bahsetmiş bana. Ordan açıldı konu ve 6 saat boyunca
neredeyse aralıksız konuştuk. Houssein Isfahan’da turist rehberliği yapan bir öğrenci.
Yuh dedim, bu kadar mı ballı olurum lan. Farsça’dan, dinden, siyesetten, kızlardan vs.
bulunabilecek her türlü konudan bahsettik. Dil konusunda çok hassas ve Farsça’yı çok
severek konuşuyor. Öyle ki Fars edebiyatı alanında birincilikleri var. Ona göre
Almanca mantık ile ilgili konular için güzel bir dil, Farsça şiir için güzel bir dil, Azerice
ve tabiki Türkçe küfür ve kavga için güzel bir dil. Bu arada otobüslerde emniyet kemeri
takma zorunluluğu var, ilk moladan sonra döndüğümüzde takmamıştık, laaaps diye
polis girip kontrol yaptı ve otobüsün yarısı bağlamamış olduğundan cezayı çaktı.
Muhabbet süper giderken ben Isfahan’da kalacağım elemandan tam adresi istedim
çünkü Houssam’ın arkadaşı gelip bizi alacak ve beni de oraya kadar bırakacak.
Arkadaş ben İran’lı insanları fazla sevmeye başladım, sıkıntı olabilir. İndiğimizde
arkadaşının arabasında yine eğlenceli bir muhabbet başlıyor çünkü başka bir İran’lı
olan Ali ile tanışıyorum. Evin kapısına kadar bıraktılar beni ve ertesi gün yada sonraki
gün için sözleştik. Şimdiden Isfahan’ı sevdim diyebilirim… Eve geldiğimde Polonya’lı
bir eleman, Adam, aynı şekilde couchsurfing yapıyordu. Bu gece ikimiz de misafiriz.
Misafir misafiri sevmez derler ama Adam ile baya iyi anlaşıyoruz. Yavaş yavaş evin
gençleri toplanmaya başlıyor. Herkes işten çıkıp geliyor. Toplamda evde 10 sap sayısına
kadarulaşıyoruz. Yani öyle bir ortam var ki bir kadının hayatta kalma şansı %yok
civarınd a. Nargile kuruluyor, çaylar geliyor, televizyonda
neidüğü belirsiz pop müzik vs derken baya bi kakara kikiri oluyor. Evdekilerin bi kısmı
öğrenci bi kısmı çalışıyor. Birkaç tanesi gayet iyi İngilizce biliyor ve muhabbet eğlenceli.
Yine muhabbet derinleşiyor ve her İran’lının bana sorduğu soru onlardan yine geliyor.
Sizin hükümetle olan probleminiz tam olarak ne? Gerçekten oradan gözükmüyoruz.
Nerelisin sorusuna İstanbul diyorum ama tam hatırlayamayıp “bi köprü var, iki kıta
arasında olan şehir neresi?” diye soruyorlar. İstanbul konusunda da aydınlandıklarına
göre politika muhabbeti devam edebilir. Genel olarak durumu açıklıyorum zaten artık
alışkanlık oldu otomatik şekilde hızlı özet geçebiliyorum. Akşam yemeği için bikaç parça
bişeler almaya gidiyorum bakkala, eve dönüp yemek hazırlıyoruz ve akabinde biraz
daha muhabbetin ardından yatışa geçiyorum. Evde yatak olmadığından yastık ve
yorganı yere atıp yerde yatıyoruz. Yarın ne olacak hiç bilmiyorum, 1-2 gün burdayım o
kesin.
İSFAHAN’DA HAREKETLİ SAATLER! #008
İnternet bulmak çok kolay değil, bulduğun zamanda uygulanan sansürler sebebiyle
çoğu zaman proxy kullanmak zorunda kalıyorum ve zaten yavaş olan internet iyice
yavaşlıyor. Kaldığım evdeki internet 1gb limitli ve geldiğim gün malesef bitti, dolayısıyla
siteyi güncellemem zor oluyor.
Sabah kalkıp bir şehir merkezine yürüyeyim dedim ve ev sahiplerim Meysam ve
Ahmed’den İsfahan haritasını alıp çıktım.
Hemen yakınımızda bulunan benzin istasyonunda deli kuyruk var. Son zamanlarda zam
gelmiş ve 3 katına çıkan benzin fiyatına rağmen insanlar arabayla dolaşmaktan pek
vazgeçmiyor. Bu arada zam gelmiş hali bizden yine 3-4 kat ucuz. Kaldığım yer şehir
merkezinin biraz dışında ve yürüyerek yaklaşık 40dk’da merkeze ulaştım. Hava şahane,
tam benlik. Sıcak zaten değil tabiki ama dondurucu bir soğuk da yok, tam yürümelik.
Tehran’dan sonra burası baya yeşil geliyor gözüme. Tüm caddelerde ağaçlar var ve
muhtemelen baharda gelmiş olsaydım şahane olurdu. Buranın en ikon yerlerinden biri
olan 33 kemerli köprüye ulaştım. Eskiden altından akan koca nehir şu anda kurumuş
durumda ve artık insanlar dolaşıyor üzerinde. Araştırmadım ama köprü yapımında
tuğlaları birbirlerine yapıştırmak için yumurtanın beyazını katık maddesi olarak
kullanmışlar diye duydum. Güzel bir köprü ve hem üstten hem altından geçebiliyoruz.
Genelde alt geçit içinde bağırınca hafif bir yankı yaptığından dolayı insanlar ya
bağırıyor ya şarkı söylüyor. Yada seslerinin güzel olduklarını düşünüyorlar bir şekilde,
keşke Farsça bilsem de anlatsam olmadığını :) Köprünün oralarda dolanırken Hussein
arıyor ve “Akşama maç var, oynar mısın?” diyor. Oha! Ayakkabım yok diyorum,
ayarlarız diyor. Üstüm yok diyorum, buluruz diyor. Maçtan sonra çıktığımda eve
dönüşüm zor olur diyorum, biz bırakırız yada bizle kalırsın diyor. Ben bu Hussein’i
başbakan yapmak istiyorum, adamda her türlü çözüm var!
3 saat kadar vaktim var, daha da merkeze Imam Humeyni meydanına gideyim madem.
Oralarda takılırım sonra zaten gelip beni alacaklar yakın bir yerlerden. Humeyni
meydanı baya büyük ve güzel. Aileler gelip çimlerde çekirdek çitliyor, meydanın
çevresinde faytonlar turluyor (ama pek hoşuma gitmiyor, atların halen bu şekilde
kullanılması canımı sıkıyor şahsen), meydan’ı çevreleyen taş örme bölge ise tamamen
bizdeki kapalı çarşının aynısı. İçeride bir sürü dükkan var, ilgimi çekmiyor haliyle.
Dolaşırken bir amca tişört satmaya çalışıyor bana, yok param yok diyince peki tamam
teşekkürler diyip gidiyor. Hiç ısrar etmedi hayret diyorum. Sonra bir ses duyuyorum
uzaktan… Gohan! Gohan! Beyefendi! Arkamı dönüyorum ve trende ki Bob Marley
abimiz ve yanında yine trendeki Alman hatun :) İran küçükmüş meğerse. Yanlarında
değişik gözlüklü bir kız, Pegah, benimle Türkçe konuşmaya başlıyor. Nerelerdesin, ne
yaptın, trenden sonra göremedik seni hiç. Nasıl geçti falan filan, Hindistan’a aldın mı
biletini vs. öyle böyle konuşuyoruz ama anlamadığım tek küçük bir detay var o da bu
kızın kim olduğu… Hiçbir fikrim yok, daha önce gördüm de unuttum desem imkansız
çünkü henüz kimse benimle Türkçe konuşmamıştı. Konuşsa hatırlardım heralde. Sanki
tüm tren boyunca beraber gelmişiz gibi bişeler anlattı konuştu bende bozuntuya
vermedim. Ama halen hatırlayabilmiş değilim, kimdi lan o?
Ardından her halinden turistleri soymaya çalıştığı belli olan biri yanıma yaklaşıp,
helooo welcome! Where are you from, Spain? diyor. Hayır, daha doğuya git diyorum,
Polonya diyor. Yuh! Destekli salla bari. Tipimde nasıl bir Polonya’lı gördüyse artık.
Ardından biraz muhabbet vs. beni “uçan halı” sattıkları dükkanına davet ediyor çay
için. Diyorum ben Türk’üm, bana bu halı numaraları sökmez haberin olsun. Yok diyor,
sadece çay için. Ok diyorum, çay içiyoruz muhabbet ediyoruz ve gerçekten bana
hiçbirşey satmaya da çalışmıyor. Yine ön yargımın kurbanı olduğum için utanıyorum
kendimden ve itiraf ediyorum. O da biz de turistlere bunları satarak para kazanıyoruz
ama sizdeki gibi ısrar ve zorlama asla yok diyor. Gerçekten de öyle, içeri turistler
geliyor bakıyorlar, normal bir şekilde ilgileniyorlar çay ikram ediyorlar ve turistler
birşey almasalar da el sallayıp gönderiyorlar. Couchsurfing muhabbetini yapıyoruz,
meğersem o da bir couchsurfingciymiş. Hatta daha 2 gün önce Polonya’lı bir çocuk
bende kalıyordu dedi. Heh kesin ismi Adam’dır dedim. Şaşırıp kaldı nerden biliyorum
diye? Dedim ben dün onunla aynı evde kalıyodum. Sonradan da anlaşılıyor ki şu anda
kaldığım Ahmed, bu adamın yakın arkadaşıymış ve Polonya’lıyı da ona bu
yönlendirmiş. Güzel tesadüf :)
Teşekkür edip kalkıyorum ve çocuklarla buluşacağımız yere doğru ilerliyorum ve
ardından şu ana kadar geçirdiğim en güzel akşam başlıyor. Trafik yoğun olduğundan
yolda durma şansları pek yok o yüzden yol üzerinde beklememi söylüyorlar. Ardından
camdan çıkmış 3 kafa bana bağırıyor koş koş diye. Arabaya paralel koşarken kapıyı
açıyorlar ve bende içine atlıyorum. Tamam filmlerdeki kadar hızlı değildi ama yine de
fena sayılmazdı :) Hussein’in arkadaşları Ali ve Beyrouz ile tanışıyorum. Hemen
kültürel konulara girip öğrendiğim tüm Persçe küfürleri söylemeye başlıyorum ve
gülmekten yarılıyorlar. Yenilerini öğretiyolar, karşılıklı güzel bir bilgi alışverişimiz
oluyor, daha aydınlanıyorum. Ardından
maçta giyeceğim ayakkabıları deniyorum, cuk oturuyor, süper!. Futbol topuna
bakıyorum, bizim oynadıklarımıza nazaran çok daha ağır ve fazla sekmeyen bir top. Bu
nası bişe diye incelerken soruyorum kaçarlıktan olacak maç, saha büyük mü vs. Ve
anlıyorum ki maç halı saha değil, Futsal oynayacaz. Futsal, yani kısaca salon futbolu.
Brezilya’da oldukça yaygın olan bu oyun burda da bolca oynanıyor. Fizik, hız ve uzun
top atma gibi alışık olduğum stillere nazaran çok daha tekniğe dayalı bir oyun. Salona
gidiyoruz ve ortam güzel, 90dk lık bir maç beni bekliyor. Bu arada ev sahibim olan
çocuk mesaj atıyor ve bu akşam için evi boşaltmamız gerekiyor çünkü arkadaşlarından
biri bir kızla gelecekmiş eve :) Yaptıkları anlaşmaya göre evde kimse kalmayacak ve
herkes yatacak başka bir yer bulacak ve benden bu akşam için hostelde kalmamı rica
ediyor, kalamazsam da ailesinin evinde misafir edebileceğini söylüyor. Ardından
başbakan adayım Hussein, “hallederiz sıkıntı yok şşş” şeklinde kendinden emin bir tavır
koyuyor. Daha fazla düşünmeme gerek kalmadı, hallederiz derse halleder.
Güzel bir maç oluyor, 1 gol birkaç asistle oynuyorum. Rakibin kilo ortalaması 55
bizimki 90 civarıydı. Hafif kevgir olduk ama yine de eğlenceliydi. Maç çıkışı harala
gürele şekilde benim nerede kalacağımı konuşmaya başlıyorlar ve
10dk sonra bir planla geliyorlar. Plana göre burdan çıkıp her zaman yemek yedikleri
“Reisi” diye bir yere gidip yemeklerimizi alıp ardından Ali’nin evine gidip yiyelim ve
akabinde bir başka arkadaşından Poker pullarını alıp okudukları üniversite’nin
yurduna beni gizlice sokup geceyi orada sabaha kadar poker oynayarak geçirmeyi teklif
ediyolar. Ben de iyice İsfahan’a yerleşmeyi düşündüğümü söylüyorum. Gayet mutlu
olup ve ciddiye alıp bana ev fiyatlarından bahsetmeye başlıyorlar. Yemekleri alıyoruz,
diğer yeni çocuklarla kaynaşıyorum. Beyrouz inanılmaz güleç bir mizaca sahip, sevimli
bir herif. Kürt ve çat pat İngilizce konuşabiliyor. Ali ise şarkı sözü yazarı ve birçok
şarkıya sahip. Her İran’lı gibi o da bir Hafız aşığı. Hepsi Isfahan Üniversitesinde
yazılım mühendisliği okuyor.
Poker pulları bende, çantama saklamamı ve güvenlikten geçerken tek kelime etmemem
tembihleniyor. İlk güvenlik bahçe girişinde, Ali ve diğerleri güvenliğe hal hatır sorarken
biz de yanlarından çaktırmadan sızıyoruz. İlk etabı
hallettik… İkinci etap yurt girişinde ki güvenlik, normalde orada
olmazdı ama bugün şansımıza oradaymış. Aynı taktiği uyguluyoruz ve içeri girer girmez
bayağı bir gürültü çıkartarak güvenliği selamlıyorlar bende aralarında kaynayıp içeri
girmeyi başarıyorum. Öğrenciler 4 kişilik odalarda kalıyorlar ve gayet sıcak bir
ortamları var. Hemen kartlar hazırlanıyor ve oyun başlıyor. 4’e kadar oynuyoruz,
normalde gerçek parayla oynuyorlar(ufak miktarlarda) ama benim durumumu
bildiklerinden bu seferlik parasız oynuyoruz. Elemanalar pokerde bayağı iyiler bu
arada. Hussein’in dediğine göre parasının yarısı kumara gidiyor :)
Kendimden 10 yaş küçük adamlarla girdiğim tüm yarışları kaybetmiş durumdayım :)
Onlar sabaha kadar poker’e devam edecekler ben ise yorgun düşüyorum ve ranza’nın
alt katını bana veriyorlar ve bu yazıları yazdıktan sonra sızıyorum.
BU ŞEHRİN İNSANLARINI ÖZLEYECEM #009
Saat öğlen 12’ye geliyor. Uyanıyoruz ve oda sahiplerinden biri olan Aref heyecanla
fırlıyor yataktan. D ışarıda kar var! Deli gibi yağıyor! Hakkatten
güzel yağmış ama İran’a en son kar yağmasının üzerinden 6-7 yıl geçmiş. Elemanların
yaşlarınında 20-21 olduğunu hesaba katınca oldukça heyecanlı bi olay tabi :). Ben şehir
merkezine nasıl gideceğimi soruyorum, onlar da eğer biraz daha beklersem arabayla
bırakabileceklerini söylüyorlar. Yemek için ineceklermiş zaten ve beni de davet
ediyorlar. Her türlü daveti reddetme şansım var ama yemek olayını bir türlü
reddedebilmiş değilim henüz.
Arabada yazılım mühendisi olarak kurdukları hayallerden
bahsediyorlar. Bir firmaya girip çalışmak istemiyorlar, kendi şirketlerini kurmak
istiyorlar. Hayaller öyle büyük ki şu anda hemen hemen dünyanın her yerinde şube
açtılar ve binlerce çalışanları var, Beyrouz’da CEO :)
Yaşadıkları en büyük sıkıntı son dönemlerde olan enflasyon. Herşeyin fiyatı 3-4 kat
artmış ve Riyal, Dolar karşısında inanılmaz bir çöküş yaşıyor. Eskiden 4000 liraya
alabildikleri bir arabayı şu anda 15000 liraya alabiliyorlar. Fiyatlar 1-2 hafta içinde
inanılmaz değişebiliyor, zamanında bizim de yaşadığımız durum gibi. Arabaların hepsi
çok eski ve yeni araba neredeyse hiç yok. Amerika ambargo uyguladığından beri çok
büyük sıkıntı var. Yurtdışından araba getirmenin maliyeti çok yük
sek o yüzden kimse tercih edemiyor. Getirdiğin arabanın
ücretinden daha fazlasını vergi olarak ödemek zorundasın. Vergisiz getirmen
durumunda ise arabayı sadece 1 ay kullanabiliyorsun, sonrası yasak. Sadece birkaç ada
için bu kural geçersiz. O adalarda vergi vermeden kullanılabiliyor her türlü araba.
Land Rover jip sahibi bir adamın hikayesini anlattılar. Adam jipi satmaya götürürken
polis tarafından aşırı hızdan dolayı durduruluyor ve arabayı bağlıyorlar. 1 hafta kadar
sonra ancak alabiliyor arabayı ama bu cezayı yediği için mutluluktan havaya uçuyor
çünkü arabanın yattığı o 1 hafta içinde fiyat 2 katına çıkmıştı.
Şu aralar burada enflasyon %10-20 arası ve böyle kalmaları için dua ediyorlar. Daha
önce %40’ın altında pek inmemiş. Ahmedinejad döneminde yapılan saçmalıklar ve iyice
çamura batan ülke şu anda en azından bu batma durumunu durdurmuş görünüyor.
Onlara göre memnun olmasalarda mevcut hükümet Ahmedinejad’ın pisliklerini
temizlemeye çalışıyor ve hiç ama hiç kolay kolay olacak birşey değilmiş bu. Muhabbet
sıkı fıkı giderken beni yemek için “Beryani” lokantasına getiriyorlar. Evet ben de
“Büryan” diye düşündüm sizin gibi ama değil, alakası yok. Fakat nefisti :)
Facebook adreslerimizi alıp, tekrar görüşebilmek umuduyla
ayrılıyoruz. Cidden ayrıldığım için üzülüyorum. Hatta Ali’nin evine gittiğimizde
filmlerden, oyunlardan bahsederken “Ya sen neden burada yaşamıyosun? Tam
aradığımız adamsın!” dediklerinde baya bi mutlu oluyorum açıkçası. Daha dün
tanıştığın insanlardan bu kadar güzel tepkiler almak gerçekten farklı bir olay. Çok
büyük konuşmak istemiyorum ama dünya’da acaba bunlar kadar iyi adamlarla yine
karşılaşabilecek miyim diye çok merak ediyorum.
Host’um Ahmed’in evine geliyorum. Amerikalı ancak ikinci pasaport olarak İngiliz
vatandaşlığı da bulunan Graham bu geceki konuğumuz. 21 yaşında
ve Pers diline duyduğu ilgiden dolayı gelmiş İran’a fakat baya yanlış gelmiş arkadaş :)
Yani ülke doğru da mekan yanlış, en azından onun için. Ahmed’in enteresan
arkadaşları geldi bugün, niyetleri afyon içmek. Tipten direk 15 yıl müebbet yerler ama
komik ve iyi elemanlar. Graham pek konuşacak gibi gözükmüyor çünkü ilk
Couchsurfing deneyimi ve böyle bir ortamın içinde kaldı. Biraz muhabbet edip
normalde her CS deneyiminde böyle bir ortamla karşılaşmayacağını anlatmaya
çalışıyorum. Anladı mı bilemiyorum açıkçası ama biraz tırstığı aşikar :)
Yarın sabah Şiraz yolu gözüküyor.
Selaameti! (burda öyle diyolar)
SHİRAZ’A DOĞRU #010
Dün akşam Graham’le konuştuğumuzda eğer 23 Ocak’ta halen Shiraz’da olursam belki
beraber Persepolis’e gidebileceğimizi düşünmüştük. Sabah uyandığımda Graham
gitmiş, bana da telefon numarasını ve muhabbet için teşekkür ettiğini yazan bir not
bırakmış. Eğer 23’ünde halen Shiraz’da olursam ararım muhtemelen. Ahmed ben
kalktığımda daha yeni yeni yatıyor gibiydi, ben internette maillerime bakarken o çoktan
yorgan altına girip uyuya kalmıştı bile. Veda edemeden eşyaları topladım çıktım.
Ahmed’in bana verdiği harita’da otobüs durağının yakın olduğu gözüküyordu, pek zor
olmadı bulmak zaten. Yürüyerek 15dk da vardım. 4,5$’a biletimi aldım ve şansıma tam
yarım saat sonra otobüs Shiraz’a hareket etti.
Bugünkü rotam tam olarak Shiraz’ın merkezi değil, yaklaşık 100km kadar dışında
bulunan Saadetisehr. 1-2 gün kadar burada Mehran’ın misafiri olduktan sonra merkeze
inmeyi düşünüyorum. Otobüs yine klasik, ne lüks ne rahat orta kıvamda düşük bütçeli
seyahat severlerin tüm isteklerini karşılayacak nitelikte. Üstüne üstlük koydukları
“Bodyguard” isimli film muhteşem. İran’lı bir Wing Chun ustası kalantor bir herifin
motorla giderken arabanın sürücüsüne tekme atması vb. birçok muhteşem efektlerle
dolu bir film. Nefes almadan izledim.
Bir ara benzin almak için durduk ve litresi 1,3 liradan 300 litre
benzin aldık. Şahane değil mi? :) Bir de bu fiyat şu anda protesto ettikleri zamlı fiyat.
Daha önceden litresi yaklaşık 0,45 kuruş gibi birşeymiş.
Mehran otobüsün muaviniyle telefonda konuştu ve beni indirmelerini istedikleri yere
beni almak için geldi sağolsun. Özel bir İngilizce kursuna sahip ve kendi kursunda
öğretmenlik yapıyor. İşleri bu aralar pek iyi gitmiyor o yüzden iki işte çalışmak
zorunda. Eve geldiğimde komple aile beni karşılıyor. Hepsi utangaç ve kıkır kıkır
gülüyolar. Sevimli bir aile. Meyve, çekirdek çay derken hemen sofra hazırlanıyor zaten
ve ikinci kez Abguş, başka bir deyişle “dizi” yeme şerefine nail oluyorum. Evde karısı,
iki yeğeni, kız kardeşi ve onun eşi var. Kardeşinin eşi utana sıkıla bana bişe
sormaya çalışıyor, Mehran’ın el hareketlerinden ve Farsça da olsa
içinde “doktor” kelimesi geçtiğinden bi sıkıntısı olduğunu anlıyorum ve soruyorum.
Meğersem dişi ağrıyormuş ve bende bunu dindirebilecek birşey var mı diye sormuş,
bizimki de adam doktor mu nerden bilsin diye cevap verdi sanırsam. Dedim az dur, bi
majezik patlat iyi gelir. Pek bi sevindi, cidden gariban da biri. Yarım saat sonra ağrı
geçince baya bi mutlu oldu, bende birkaç tane daha verdim sonra ağrır belki diye.
Ailece baya müteşekkir oldular, o kadar oldular ki ben utandım lan noluyo tamam diye.
Mehran az sonra hepsinin gideceğini o yüzden rahat olmamı söyledi. Anlaşmalarına
göre eğer couchsurfing’den biri evde kalırsa karısı dahil herkes ailesinin evine geçiyor.
Kötü hissediyorum bu yüzden kendimi ama Mehran pek oralı değil gibi. Koku sonradan
çıkıyor ortaya, zorunlu yapılmış bir evlilik…
Detaylara girmeyecem ama baya uzun konuştuk, İran’da kimseyle bu konuları rahat
konuşamadığı için baya bi döktü içini. Tüm konuşulanların aramızda sır olması
konusunda söz verdim. Global düşünüp lokal yaşamak isteyen biri ama maalesef
İran’da bu mümkün değilmiş. Diğer İran’lılar ile aynı problemler genelde ama burda
işin içinde evlilik ve aile meseleleri de var o yüzden diğerlerinden biraz daha ayrılıyor.
Uzun bir süreden sonra hızlı bir internete sahibim bu arada, tam 2mbps!
SAADET-İ SEHR VE SHİRAZ #011
Son birkaç gündür hem internet hem zaman konusunda ufak sıkıntılar oldu ve sayfayı
güncelleyemedim. O yüzden tek tek yapmak yerine son 3 günü tek bir sayfada
toplayayım dedim. Aslında bundan sonra da böyle mi yapsam diye düşünüyorum.
Hergün güncelleme yapmak biraz abartı gibi gelmeye başladı bana :)
Persepolis’e yazık oluyor
Tarihi bir eser oyularak su kanalı yapılmış
Bugün Mehran’ın ısrar etmesi ve eşinin de çok istemesi üzerine Persepolis’e gitmeye
karar verdik. Normalde Shiraz’a gidip belki ordan giderim diye düşünmüştüm ama
beleş arabayı bulunca anında vazgeçtim :) Persepolis, baya uzun ve derin bir geçmişe
sahip ve açıkçası ne kadar derin olduğunu burada yazacak değilim. İsteyen zaten
internette kıyamet gibi bilgi bulabilir. Ancak şunu söylemem gerekiyor ki bu kadar
önemli bir yere sahip olan bu antik bölge çok çok ciddi tehlike altında. 2500 yıllık bir
yapı halen iyi sayılabilecek durumda ancak açıkçası sözde korumaya çalışmasalar daha
iyi durumda kalacak. Üstte biriken suyun aşağı akması için bu tarihi taşların üzerine
oyuk açacak kadar öküz insanlar var. Gayet iyi durumdaki heykellerin ise etrafına cam
geçirilmiş durumda, sebebi insanlar dokunmasın diye. Ancak üstü açık, yağmur kar
problem değil nasılsa. Önemli olan insan eli değmesin! Bu dünya mirasıyla birazcık
ilgiliyseniz bir zahmet kalkıp gelin ve yok olmadan görün. Bugün’ün en ilgimi çeken
kısmı Mehran’ın karısı ve eltisi mi görümcesi mi bilimsel açıklaması neyse işte
kardeşinin eşi neyi oluyosa osuyla beraber bizimle gelmesi oldu. Gelmesinde bişe yok
ama ben bu kadar sıkıcı bir yerde bu kadar eğlenen tipler görmedim. Sürekli bir
gülüşme, eğleşme, benimle hatıra fotoğrafı çektirme ve ama öyle böyle eğlenmiyolar.
Ben çocukken lunapark’da bu kadar eğlenmedim şahsen. Meğersem kadın kısmının çok
fazla dışarı gezmeye götürülmesi caiz değilmiş çoğunlukla. Neyse ki Mehran o kadar
katı değil ve arada sırada götürüyor ve kızlar da tadını çıkarıyor. Hatta Persepolis’den
çıkarken eşini zorla ata bindirmesi baya eğlenceliydi :)
Sıkı takipçisi olduğum ve yazılarını çok beğendiğim Güneş’in olay
yaratan Pegasus yazısını Mehran’a okudum. Mehran’ın tepkisi, “Eğer Güneş İran’lı
olsaydı ve bir İran firmasını böyle eleştirseydi, şu anda hapisteydi!”. Neyse ki bizde
böyle bir olay yok, henüz!
Yasaklar
İran’da birçok şey yasak. Bazıları gerçekten enteresan. Mesela, TV’da müzik aletleri
göstermek yasak. Kadın’ın şarkı söylemesinin yasak olduğu zaten
muhtemelen çoğunuzca biliniyordur. Sadece devletin izin verdiği müziklerin
yayınlanması yasal ve dansın her türlüsü tabiki yasak! Kadınların bisiklete binmesi
yasak. Aynı evde evli olmayan karşı cinslerin yaşaması yasak ve gay olmak da yasak :)
Mehran’ın öğrencilerinden biri olan Mina ile tanıştım. İran’daki çoğu yeni jenerasyon
kızlar gibi o da İngilizce öğrenmeye çok meraklı. 3-5 kelime parçaladı benimle ama hem
tam olarak kendine güvenememesi hemde çok çekingen olması nedeniyle pek fazla
konuşamadı. Mehran’ın ders verdiği diğer öğrenciler arasında da çoğunluk kızlardan
oluşuyor ve işin kötü yanı aileler bu konuda pek sıcak değil çünkü kursa erkek
öğrenciler de geliyor. Hatta kurstaki en başarılı öğrenci olan bir kız sırf aynı sınıftaki
bir çocuk ondan hoşlandı diye dersi bırakmak zorunda kalmış. Aslında onun için bir
problem değil bu ama ailesi bir şekilde bunu öğrendiği için zorla bıraktırılmış ki zaten
karma eğitimin her türlüsü yasak. Can sıkıcı bir durum ama benim şahsi düşüncem bu
kadar baskının sonunda kömürün elmasa dönüşmesi misali bir durum ortaya çıkacak
ve tüm bu rejimi yıkacak bir gençlik gelecek. Umudum da, tahminim de bu yönde. Bu
konuda Mehran çocuklara oldukça yardımcı oluyor. Benimle konuştukça açılıyor,
açıldıkça içini döküyor. Ve itiraflar başlıyor. .. Mesela lisedeki
çocukları alıp Persepolis gibi yerlere geziye götürüyor ve buralarda kız ve erkek
çocukların birbirleriyle yakınlaşmalarını sağlıyor. Yakınlaşmadan kastım da dip dibe
rahat rahat konuşabilmeleri, bizdeki gibi bir yakınlaşma değil :) Adamsın Mehran!
Saadeti Sehr’de son akşama doğru Mehran’ın kardeşinin evine yemeğe davetliyim. Yine
şahane yemekler ve muhabbet. Yemek masasında değişen birşey yok. Evin küçük
elemanı Ali kafesteki muhabbet kuşunu getiriyor salona bana göstermek için. İsmi ne
diyorum, cevap yok…Evet bildiniz, hayvanlara isim koymak da yasak! Küçük kız
kardeşi de oturup ödevini yapıyor uslu uslu, sevimli tipler ikisi de :)
Shiraz’ın kalbine inme vakti
Soroush ve Saeed
Shiraz’da kalacak birini bulma şansım yok heralde diye düşünürken 90. Dakika golünü
Saeed kaydediyor. Normalde sınavları dolayısıyla kimseyi kabul etmiyor ancak benim
profilim ilgisini çekiyor ve kalmam için bir davetiye gönderiyor. Seve seve kabul
ediyorum tabiki. Profilimde ilgisini çeken kısım ise şu ana kadar çoğunlukla insanları
evimde ağırlamış olduğum ve ona oranla çok fazla kişinin evinde kalmamış olduğum.
Yaptığım bu iyiliğin karşılığını bu şekilde almam gerektiğini düşünüyor ve müsait
olmamasına rağmen evinin kapılarını bana açıyor. Çok garip bir duygu, ilk defa
karşılıksız yaptığım birşey için gerçekten takdir edildiğimi hissettim. 6-7 saatlik bir yol
sonunda Shiraz’a ulaştığımda tam bir otogar’ın ortasındayım. Yanıma bir taksici usulca
sokulup sırf turistim diye, helöv dedi. Sırtçantamı ve tüm giysilerimi süzmesinden
anladığım kadarıyla kafasında bana sokmak üzere hazırladığı fiyat teklifini sunmak
üzereydi. Merakımdan sordum kaç para diye, bikbikbik bişeler saydı kafasında 40.000
tuman dedi, bizim parayla 35 lira civarı. Öyle umut dolu gözlerle bakıyodu ki bana…
Kabul edeceğimi düşünüp kimbilir ne hayallere dalmıştı o kahverengi gözler. Otobüsle
gidecem ben diyince yıkıldı adeta karşımda. Peşimden gelmeye başladı. O ara başka bir
taksici amca farsça bişeler anlatmaya başladı bana. Tipi daha sevecen bişeydi. Tam o
arada Saeed’i aradım ve taksiciyle konuşmak istedi. 7.000 tuman’dan açılan kapıyı
6.000 tuman’a kapadı sağolsun Saeed. Her zaman söylerim, bir ülkenin insanı’nı
yargılarken asla ve asla taksicileri baz almayın. (aslında ilk defa söyledim şimdi, daha
önce içimden söylüyodum)
Çok yönlü süper genç Saeed
Gördüğüm en cana yakın ve samimi adamlardan biri. Keşke herkesin bu adamı tanıma
şansı olsa. İlk dakikadan itibaren zerre kadar yabancılık hissetmediğim ve anında paldır
küldür daldık muhabbete. Benim gibi dünyayı gezmek istiyor ama askerliği yapmadan
devlet dışarı çıkmasına izin vermiyor. Eğer çıkacaksa da 7,000$’ı bankaya yatırıp
belirttiği tarihde geri dönüp alabiliyor. Sıkıntılı bir durum ama o hiç yılmam
ış. 1 hafta önce başladığı joglörlükte baya ustalaşmış. Bunun
yanında kick-box yapıyor yıllardır. BMX hareket bisikletiyle Shiraz’da ondan daha usta
hareketler yapan yok ve ayrıca İran’ı otostop yaparak köşe bucak gezmeyi seviyor. Aynı
zamanda üniversite’de grafik tasarım eğitimine devam ediyor ve rubik küpü’nü 2dk’nın
altında tamamlayabiliyor :) . Aslında milli bir sporcu ama çağrıldığı uluslararası
turnuvalara parasızlık nedeniyle gidemiyor. Bizdeki duruma çok benziyor aslında.
Yetenek var ama destek yok. Sadece olimpiyatlara katılma koşuluyla devlet desteğini
arkalarına alabiliyorlar. Sürekli mükemmeli hedefleyen ve daha altını kabul etmeyen bu
çocuk için gerçekten elimden birşey gelmiyor olması canımı sıktı açıkçası.
İran’da kızlar bildiğiniz gibi değil!
Bunu bugün ilk defa duyduğumdan değil, sadece artık gerçekten böyle olduğuna kesin
kanaat getirdiğim için yazıyorum. Daha önce de birçok kişiyle bu konu hakkında
konuştum ve hepsi aynı şeyleri söyledi. Bugün de uzun uzun
ilişkiler hakkında konuştuk ve Saeed’in söyledikleri de öncekileri doğrulayınca artık
yazmaya karar verdim. İran’da yeni nesil ilişkiler kızların elinde. Öyle ki kimi seçip
kimi seçmeyeceğine şu anda kızlar karar veriyor. Biraz daha derinlere iniyorum ve
detaylara girmesini istiyorum. Şöyle ki; İran’da tek eşli yaşayan pek kız yok anladığım
kadarıyla. Bir kızın genelde 3-4 sevgilisi oluyor :) ve zaman içinde kendini yeterince
gösteremeyen erkekler yavaş yavaş eleniyor. Doğal seçilim yolu gibi kızlar sürekli
hoşuna giden erkekleri hayatlarına alıyor ve bildiğin dayanıklılık testine tabi tutuyor.
Dayanabilen kazanıyor ki ben buna ne kadar kazanmak diyebilirim o ayrı :). Peki bu
duruma erkekler ne diyor? Sonuçta bizde birlikte olunan kızın başka bir erkekle
birlikte olduğunu bilmek akla hemen beyzbol sopası, kahvedeki arkadaşlar ve muşta
gibi terimleri çağrıştırır. Onlarda ise başta biraz kıskançlıktan sonra zorunlu
kabullenme durumu söz konusu. Pek bir seçenekleri yok açıkçası, burda ilişkiler
kızların parmaklarının ucunda dönüyor. Herkesin merak ettiği bir başka konu da tabiki
seks. Seks oldukça yaygın, hatta abartmak gibi olmasın ama bizden daha yaygın.
Yasaklar insanları nasıl sıkmışsa binbir çeşit yolunu bulabiliyorlar. O bizim ülkeden
görünen İran’lı kadın imajını unutun. Kadınlıklarını sonuna kadar yaşıyolar ve bunu
yaparken dominant ve seçici taraf oluyorlar. Kağıt üzerinde güçleri olmayabilir ama iş
pratiğe döndüğü zaman öyle böyle değiller. Aşık oldukları zaman da ayrıca fenalar.
Telefonla tacizden ev basmaya kadar gidebiliyor durum :) Erkek istemediğini söylese de
kız bir şekilde ikna olmadığı sürece istediği erkeği elde etmek için yapmadığı şey yok.
Evlilik konusu ise pek önemli değil. 90 kuşağı gençlik yasaklı olmasına rağmen bir
şekilde bulunup izlenen batı filmlerinin fazlasıyla etkisi altında ve örnek aldıkları hayat
tarzı da bu. Önceki kuşaklar ve kırsal kesimde kalanlar için tabiki bu geçerli değil, yine
bizdeki gibi orda da eski kurallar örf ve adetler geçerli.
Shiraz’da ki son günler
Soroush
Saeed’in arkadaşı Soroush ile tanıştım. O da dünya iyisi ve gezme meraklısı bi adam.
Beraber çantalarını alıp Güney’de körfez kıyılarında kamp yapıp otostoplar gezmeyi
seviyolar. Öyle bir anlattılar ki bana o kamp alanlarını, Hindistan biletimi yakmayı bile
düşündüm. Eğer bileti almamış olsaydım muhtemelen 1 ay kadar daha buralardaydım.
Elektronik okuyor ve en az Saeed kadar canayakın biri. Saatlerce süren konuşmalar
sonunda saatin 3 olduğunun farkına bile varmıyoruz. Ertesi gün Saeed beni “makaroni”
yemeye götürüyor. İlk defa halk otobüslerini kullanıyorum. Eski püskü ama her
zamanki gibi, sıkıntı yok :). Makaroni dediği salçalı makarna ve içinde ufak tefek bikaç
et parçacıkları var. Ama sabahtan beri bişe yemediğimden mi yoksa gerçekten çok mu
lezzetli bilemiyorum. Çok da önemli değil, şahane mutlu oluyorum yiyip doyunca.
1$’dan daha az fiyatı. Shiraz şehri genel olarak çok sıcak ve güzel. Baya turistik zaten,
etrafta İngilizce tabelalar var dolu. Bir sürü de tarihi mekanları var ama ben pek
buralarda zaman harcamıyorum. Ayrıca bunlara ayıracak pek bir param da yok, hoş
olsa da verir miydim bilmiyorum. Malesef tarih merakım ortaokuldaki nefret ettiğim
Tarih öğretmenim yüzünden yok oldu. Eve doğru seyirtirken yine bir muhabbettir alıp
başını giderken Ahmedinejad’ın “İran’da tek bir tane bile gay yok” açıklaması geliyor
aklıma ve Saeed’e soruyorum. Baya bi gülüyor o da, haberi yokmuş böyle bişey
olduğundan daha önceleri ve daha yeni geçenlerde başka bir yabancı söylemiş ona da.
İran’da gay sayısı pek de azımsanacak kadar değil. Tabiki diğer ülkelerden çok daha
sıkı şekilde saklanıyorlar ama geçen sene çalıştığı yere bir grup gay gelmiş. 8-10 kişi ve
hepsi çok bariz bir şekilde belli etmişler. İnsanlar kötü tepki göstermiyor zaten sadece
polis görmesin yeter. Burada ne olursa olsun halk her zaman polis ve devlete karşı
kenetlenmiş durumda. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur demek biraz yanlış
kaçar, normal şartlarda da yadırganmıyormuş bu durum. İran halkı nasıl bu kadar
mütevazi ve anlayışlı bir toplum haline gelmiş anlamak mümkün değil, ileri demokrasi
henüz buraya ulaşmamış ondan olabilir diye düşünüyorum! Akşam eve geldiğimizde
hemen hemen herkese seyrettirdiğim The Way filmini onlara da seyrettiriyorum
gitmeden. Pek bir seviyolar, malum Into the Wild ile birlikte gezgin adamın filmidir.
Yarın Yazd yolcusuyum, couchsurfing’den yer bulmak imkansız gibi. Sebebi ise
otellerin polise bu durumu şikayet etmeleri ve evinde insanları ağırlayanlara ağır
cezalar vermeleriymiş. Bunu da sonradan öğrenmiş oldum. Meshed’den önceki son
durağım Yazd’a yarın yola çıkıyorum. Host bulamadığımdan ucuz ve güzel bir hostel
olan Silk Road’a gidiyorum.
YAZD’DAN MASHED’E GECE YOLCULUĞU #012
Hokkaido’lu arkadaş baya bir uyku sorunu çekiyor. Gece uyuyamıyorum diyip 5dk
sonra horlamaya başlıyor sonra 1 de uyanıyor yine aynı şeyden şikayet ediyor ve
ardından uyuyup sabah 5 de dikiliyor ayağa. Jetlag olayını pek çözebilmiş değil
anladığım kadarıyla, nasıl 6 aydır yolda anlamadım.
Sabah çok ince bir ses duyuyorum… “Yokaaaan….yogona siliiiiip?
Yokkaaaaan…yogona siliiiip?”
Alnımdan öpüp uyandırsa tam olacak, arkadaş bi dürt bi düzgün ses çıkar, ne zormuş
kibar Japon tarafından uyandırılmak. Belli ki kahvaltı yapacak yanına adam arıyor, he
dedim az dur hazırlanayım da gidelim.
Aki Kawai ile son günümüz, kendisi
Isfahan’a doğru yol olacak bende Meshed’e doğru. Telefonlarımız ve maillerimiz
karşılıklı alınıyor ve sen sağ ben selamet ayrılıyoruz. Yolculuk yaparken en çok yaşanan
şey işte bu. 2 günlük yakın arkadaşlıklar. Gezgin’in arkadaşlık kurma rehberinde
normal tanışma esaslarının tahminen ilk 20 maddesi bulunmaz. Öyle hızlı bir şekilde
muhabbete girilir ve olaylar gelişir ki birçok badireler atlatıldıktan ve artık neredeyse
birkaç saat içinde beraber ayrı eve çıkacak kadar yakınlaşıldıktan sonra isim sorulur.
Başlarda bu çok garip geliyor çünkü özellikle yalnız seyahat etmenin
dezavantajlarından biri olan “yalnız olma” durumu benim çok alışık olduğum bir
durum değil. Bazı insanlar nispeten içe kapanık, “introvert” denilen kişiliklere sahiptir
ve uzun süreli yalnızlık onlara pek koymaz. Bazı insanlarda dışa dönük “extravert”
denilen kişiliklere sahiptir ve her daim yanlarında biri olsun isterler, yoksa da hemen
hızlı bir şekilde edinirler. Bende ise ikisinden de biraz var ve sanırım seyahat için en
uygun karakter bu olurdu. Şahsen sürekli yanımda aşırı derece sosyal ve herşeye lapin
gibi atlayan biri istemem. Veya tam tersi sürekli yalnız kalmak isteyen biri. Herneyse,
işin psikolojik tarafı çok uzun, başka bir yazıda kısmetse :)
Yazd, diğer İran şehirlerine göre daha küçük ve daha turistik bir yer. Gezilip görülecek
çok fazla şey var ama benim aradığım insan profiline burada rastlamak biraz zor. En
azından kaldığımız bölge için durum bu. Çok fazla şehrin yerlisiyle muhabbet etme
şansım olmuyor. Herkes turist görmeye alışık ve çok muhabbet canlısı değiller. Burada
Hostel çalışanları sıcakkanlı ve eğlenceli
Couchsurfing yapamadığımdan dolayı hostel’de kalıyoruz. İkimiz de buranın en meşhur
hosteli olan Silk Road’a geldik fakat fazla rezervasyon yaptıklarından yatak bulamadık
ve hemen karşısındaki Orient Hostel’e yönlendirildik. Sıkıntı yok, hemen hemen aynı
zaten hiçbir farkı yok sadece geceliği 1$ daha pahalı (Silk Road 5$, Orient 6$). Yalnız
burada önemli bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Ertesi günlerde hostel
çalışanlarıyla yaptığım samimi muhabbet sonucunda bir itiraf geliyor. Silk Road ve
Orient hostel sahipleri aynı, ve bazen bilerek fazla rezervasyon yapıyorlar. Gelen
müşteri yatak bulamayınca hemen hemen aynı olan ve sadece 1$’lık fark olan Orient
hostel’i tercih ediyor, aynı bizim gibi. Bu bir pazarlama stratejisi ve bu şekilde
normalde 5$ olan odayı 6$’a vermiş oluyor. O yüzden birbirine yakın hosteller için
özellikle her zaman pazarlık edin ve eğer ekstra bir özellikleri yoksa önceki hostelle aynı
ücrete kalmak istediğiniz konusunda ısrar edin. Ben çıkışımı yaparken bu bilgiyi koz
olarak kullandım ve fiyatı 5$’a indirdim :).
Akşam Meshed’e gitmek için bilet almam gerek ve geç saate almam gerekiyor ki geceyi
otobüste geçirebileyim. Hostel bilet konusunda yardımcı olabileceğini, buradan bileti
aldırıp 5,000 tümen (1,5$) karşılığı bileti hostele göndertebileceklerini söylüyorlar.
Normalde gidip alırdım ama saat henüz 12 ve bileti akşam 8’e almayı düşünüyorum.
Terminalin bulunduğu yer merkezden çok uzak ve üzerimdeki eşyalarla oraya kadar git
gel yapmak istemiyorum. Ok diyorum ve birkaç saat sonra bilet geliyor. Akşam vaktine
kadar hostel’in restoran bölgesinde oturup internette dolanıyorum. Çalışanlarla
muhabbet ediyorum vs derken ufak ufak yola çıkmaya başlıyorum. Yine, yeniden…
Terminale geldiğimde daha vaktim var fakat en azından otobüsün nereden kalkacağını
öğrenmek için yeri aramaya başlıyorum. Aldığım kesin tarifler sonucu 8-10 farklı yere
yönlendiriliyorum. En sonunda biletin hangi yazahaneden alındığını buluyorum ve
oranın adamı beni perona yönlendiriyor. Bilet saat 8 ancak benim binmemi istediği
otobüs 7 otobüsü. Eleman ile otobüs muavini arasında baya bi tartışma çıkıyor ve sonuç
olarak beni otobüse kabul etmiyorlar. Benim için hava hoş, Meshed’e ne kadar geç
varırsam o kadar iyi benim için çünkü oradaki arkadaşım Mehrdad’ın dersi saat öğlen
1 de bitecek ve ben saat 11 de orda olacam. Ailesi evde beni bekliyor ancak yine de
Mehrdad ile önce buluşma şansım olsa daha iyi olurdu. Bir oraya bir buraya koşturuyor
beni, ardından 8 otobüsünün yanına geliyoruz ve burada beklememi söylüyor. Gene bişe
çıkacak, elemanın suratında ki “yaaa bi şekilde hallederiz sıkıntı yok” ifadesinden belli.
Ve tabiki o otobüse girerken de sıkıntı çıkıyor. Bu seferki sıkıntı bu otobüsün VIP
olması ve benim biletimin VIP olmaması. Tekrar yazaneye gidiyoruz ve VIP bilet ücret
farkını veriyorum. Bu sırada İngilizce bilen devasa bir adam olan Hasan devreye giriyor
ve bana yardımcı oluyor. Otobüste beraber otururuz hem muhabbet ederiz, benim biraz
İngilizce pratiğe ihtiyacım var diyor. Eyvallah diyorum, nasıl olsa önceki hikayelerden
de bilindiği gibi yanıma devasa insanların oturması artık bir rutin halini almış
durumda. Benden daha çelimsiz biri otursa sırf keyifden dövecem yemin ediyorum.
Hasan, İngilizce öğretmenliği okuyor ama öğretmen olmak için İngilizcesi gerçekten çok
yetersiz. Çok fazla pratiğe ve kelime haznesine ihtiyacı var. İran’da çok sık yaşanan bir
durum insanların üniversiteye çok geç yaşta girmesi ve İngilizce öğrenmeye çok
sonradan başlamaları. Kendi ülkelerinden umudu fazlasıyla kestikleri için en azından
İngilizce öğrenip bir şekilde kaçma çabası içindeler. Benimle tanıştığı için çok mutlu
oldu gerçekten ve bunu görünce ben de mutlu oldum tabi. Cüssesiyle orantılı olarak sesi
de çok yüksek çıkıyor ve muhtemelen konuşmamızı tüm otobüs duyuyor ancak
buradaki otobüslerde kimse kimseye ses çıkartmıyor pek. İstersen müzik aç bangır
bangır dinle, istersen bağıra çağıra konuş kimse pek bişey demiyor. Hatta bir ara çok
sevdiği “Gönül” isimli bir Türk şarkıcının şarkısını dinletiyor, bu kız İbrahim
Tatlıses’in kızıymış. Hiçbir fikrim yok açıkçası diyorum, ilk defa senden duyuyuorum
dediğimde baya bi şaşırıyor. Çok büyük hayranıymış bu kızın.
En arka koltukta oturuyoruz, bizim arkamızda da yatılabilecek bir bölüm var oraya da
bir apaçi grubu yerleşiyor. Ara ara birkaç yolcuyla takışıp kargaşa çıkartmaları dışında
bir sıkıntıları yok ama Hasan kendilerini pek sevmedi. Bana da dikkat etmem
konusunda uyarıda bulundu, değerli eşyalarımı vs açıkta bırakmamam için. Muhabbet
tabiki siyasete geldi ve yine her zamanki muhabbetleri anlattım. Politikacılar hakkında
en güzel tanımlamayı yine kendisi yapıyor ve bozuk İran’lı Amerikan aksanıyla
“Maadafakıırs” diyor. Sonra yoldaki hayatımda ilk iş teklifini alıyorum. Yazd
Üniversitesinde İngilizce ve Bilgisayar öğretmenliği! :) Şakayla karışık olduğu için olur
tabi neden olmasın diyorum belki bir gün olabilir. Kuzeni Yazd üniversitesinde profesör
ve birkaç bölümün başkanıymış anladığım kadarıyla. Ona telefon ediyor ve biraz
konuştuktan sonra bana veriyor telefonu. Profesör’ün İngilizcesi gerçekten çok iyi ve
biraz konuştuktan sonra bana işi anlatmaya başlıyor. Bir dakika diyorum, benim ne
diplomam var ne öğretmenlik tecrübem hiçbişeyim yok diyorum. Önemli değil,
kimsenin taktığı yok onları burda. İngilizce öğretecek hiçkimse yok zaten, sen gelmek
iste yeter herşeyi hallederiz diyor. Baya ciddi ciddi öğretmenlik teklifi aldım resmen!
Çok teşekkür edip şu an için kabul edemeyeceğimi söylüyorum, belki seneye :).
Yol uzun ve VIP otobüse binmiş olduğum için kendimi şanslı sayıyorum. 15 saat yol
normal koltukta zor geçerdi, burda daha rahat kesinlikle. Az da olsa uyuma imkanım
oluyor, 10dk 20dk aralıklarla uyuyup uyanıyorum. Ardından gece saat 1 gibi Hasan, bir
ton çapati ekmeği ve 2 soslu tavuk but çıkartıyor önümüze ve hadi yiyelim
ben acıktım diyor. Çok fazla yiyesim yok ama çok güzel koktu
mübarek. Az atıştırıyorum bende ve tekrar uykuya dalıyorum. Sabaha karşı saat 4-5
civarı otobüs durduruluyor ve arama yapılacak içeride. Afgan uyruklu adam varsa
onları ayıklayıp baya bi sorguya çekiyolarmış, pek sevilmiyorlar burda. Hepimiz inip
baraka gibi bir yere girip bekliyoruz, dışarısı baya soğuk. Süper sevimli bir köpek
fırlayıp aramızda dolaşmaya başlıyor ve uyuşturucu arıyor. Ulan diyorum kesin şimdi
gelir bana bişe yapar bu hayvan, her zaman köpeklerle ilgili bişeler olur bana zaten. Hiç
kötü bişe olmadı ama bir köpek bana geldiğinde her zaman farklı tepki verir, herkesi
sırayla koklaya koklaya geçiyor ve bana geldiğinde zıplayıp yanağıma bir öpücük
kondurup koklamaya devam ediyor :) . Herkes gülüyor ve polis bunu yaptığı için baya
bi bağırıyor hayvana malesef. Neyse ki şiddet yok, bağırmasını pek kafaya takmış gibi
durmuyor. Bunun dışında herhangi bir ekşın çıkmıyor, asayiş berkemal. Yola devam…
Sabah 10:30 civarı Mashad’e varıyoruz. Hasan benden 15-20dk önce iniyor ve herhangi
bir problemde mutlaka onu aramamı istiyor. Vedalaştıktan sonra otobüs terminale
ulaşıyor ve yine bir başka sıkıntı olan taksi muhabbeti başlıyor. Elimde adres var,
taksiciye gösterince “ooooo çook uzakmış burasııı” şeklinde ıslık çalıyor, hehe yersen
tabi. İçeride bir banko arkasında bir güruh taksici var, adresi onlara gösteriyor ve hani
filmlerde borsacılar olur ya ellerinde kağıtlar olan kalabalık bir topluluk sürekli bağırır
onu al bunu al şunu sat falan diye, işte aynı muhabbet oluyor. Adresi gören herkes 25!
30! 20! 45! diye bağırıyor. Ben de kalem kağıt çıkartıyorum ve 10 yazıyorum :)
Pazarlıklar sonucu 15’e kadar iniyorlar ama kabul etmiyorum ve 10’da ısrar ediyorum,
onlar da kabul etmiyor bende dışarıdaki taksimetreyle çalışan taksicilere yöneliyorum.
Yaklaşık 15-20dk sonra tam olarak adresin önündeyim, taksimetrede yazan miktar
12,000 tuman. Bu sefer başardım! :)
Eve geldiğimde babası kapıyı açıyor ve çok sevimli bir gülümseme oluşuyor yüzünde.
Çok yaşlı ve diabet hastası. Yürümekte bile zorluk çekiyor ama bana çay getirmek,
yiyecek bişeyler getirmek için sürekli bir çaba içinde. Durdurmaya çalışıyorum ama
nafile. Biraz yardım edebiliyorum ancak ve odaya çekilip en azından benim için daha
fazla bişeyler yapmamaları için inzivaya çekiliyorum. Ardından Mehrdad geliyor ve
uzun süreden sonra tekrar görüştüğümüz için baya bi hasret gideriyoruz. En son
sanırım 4-5 yıl önce İstanbul’da görüşmüştük. Yemek hazırlanıyor ve yemeklerin
muhteşem olduğunu artık söylememe gerek yok sanırım.
İran’da çalışma saatleri ve yemek saatleri bizden çok farklı. Saat sabah 9 öğlen 2’ye
kadar çalışıp eve dönülüyor ve akşam 5’de tekrar işe gidilip 9’da çıkılıyor. Sanırım bu
şekilde insanların sosyal olarak gelişmesi önlenmeye çalışılıyor. Sabah trafik çok yoğun
olduğundan insanlar en geç 6’da evden çıkmak zorunda ve saatlerce trafik içinde
işlerine ulaşmaya çalışıyorlar. Biz de İstanbul’da aynı şeyden şikayetçiyiz ancak
buradaki durum beterin beteri durumunda gerçekten. Öğlen 3 saatlik bir yemek ve
dinlenme için evleri yakın olanlar evlerine gidiyor, evleri uzak olanlar içinse ayrı bir
sıkıntı. Tekrar işe dönüp akşam 9’da eve geliniyor ve bu yüzden akşam yemeği
genellikle saat 10 civarı yeniliyor. Öyle bir sistem ki aslında hayatın baştan sonra işte
geçiyor gibi. Ev dediğin yer sadece yemek yediğin ve uyuduğun yer olmuş durumda.
KUTSAL ŞEHİR MASHAD #013
Mashad tartışmasız İran’ın en kutsal kenti. Açıkçası gelirken kafamda bir sürü soru
vardı bu yüzden. Her kime söylediysem herkes en kutsal kent, en dindar bölge vs. diyip
duruyodu. Dedim acaba baskının en yoğun olduğu bölgeye mi gidiyorum ve mollalardan
başka birşey göremeyecek miyim acaba diye düşünüyordum ki bu düşüncemin
paramparça olması fazla vakit almadı.
Mehrdad sağolsun özellikle sadece onda kalmam ve başka hiçbir evde kalmamam
konusunda beni baya bi sıkıştırdı ve söz verdirtti. Yaklaşık 8 gün burada kalacağımdan
dolayı biraz rahatsız olmadım değil çünkü tüm ailesi burada kalıyor ve aşırı derecede iyi
niyetli olduklarından ve sürekli olarak her saniye benim rahatımı düşündüklerinden
dolayı biraz baskı altında hissediyorum.
Mehrdad ile olan tanışıklığımız 2010’a dayanıyor. İstanbul’a her yaz birkaç günlüğüne
geliyor ve bende kalıyordu. Burada İngilizce öğretmenliği yapıyor ve her normal İran’lı
gibi o da kısıtlamalardan şikayetçi. Başka bir ülkede iş bulmak istiyor ve Asya’da olan
İngilizce öğretmeni açığından bahsettiğimde gayet mutlu oldu. Bakması ve araştırması
gereken websitelerini verince en azından ufak bir umut doğmuş oldu kendisine. 50
yaşında, boşanmış ve 14 yaşında bir kızı var. Burada çok ileri görüşlü olmak ve islam
kurallarına uymak arasında gidip geliyor anladığım kadarıyla. Ne orası ne burası, bir
türlü örf ve adetlerden kopamıyor ama diğer taraftan da bu sıkıcı rejimden kurtulmak
istiyor.
İran’da insanlar sürekli olarak Türkiye ile kıyaslıyolar kendilerini, orda böyle yapılıyor
mu, burdaki gibi sıkıntı var mı vs. diye. Genel olarak herşeyin güllük gülistanlık
olduğunu düşünüyorlar İstanbul’da ve orada yaşamak istiyorlar. Ancak ne zaman ki
yaşamak için gerekli olan minimum para miktarından, kira’dan ve giderlerden
bahsedince hepsinin gözünün feri kaçıyor. Özellikle benzin ve doğalgaz fiyatları pek
inanabilecekleri seviyelerde değil. En çok yakındığı şey ise, ellerinde çok büyük
kaynaklarda gaz ve petrol olmasına rağmen ve bu zenginlikten zerre kadar pay
alamıyor olmaları. Vergiler çok yüksek ve sürekli olarak da artmaya devam ediyor. Şu
sıralar yeni bir benzin zammı kapıda ve herkes sıkıntılı bir şekilde onu bekliyor.
Mashad’de hayat oldukça üst seviyelerde gibi gözüküyor ama tabi bu orta direkler için
geçerli değil. Şu anda burada inanılmaz bir yapılanma var ve aklıma Dubai’nin 90’larda
ki haliyle şu anki hali arasındaki fark geliyor. Dev alışveriş merkezleri, spor
kompleksleri, modern tasarımlı binalar yapım aşamasında ve diğer hiçbir şehirde
görmediğim kadar zengin duruyor. Bunun sebebi ise Arap turistlerin Imam Reza
türbesini görmek için buraya yoğun bir şekilde akın ediyor olması. Bunu anlamak çok
zor değil, kısaca PARA > DİN .
Dükkanlarda satılan
elbiseler, eşyalar ve hemen hemen tüm yaşam batıya çok benziyor ve tahmin edileceği
üzere bunlar aşırı pahalı fiyatlardan satılıyor. Hatta şöyle ki İmam Reza türbesinin bir
bölümünde mezarlık bulunuyor ve eğer bu mezarlığa gömülmek istiyorsanız ölmeden
birkaç yıl önce rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Fiyatlar ise oldukça makul ve güzel
olanaklar sunuluyor. Mesela tek bir mezar 3 katlı olarak inşa ediliyor ve dibine indikçe
fiyat’da değişiyor. Burada yatmak isteyen bir meftanın kefeninin cebinden çıkacak para
ortalama 30.000$ kadar. Bu standart ücret ve belirtmekte fayda görüyorum, bu parayı
verince mezarı satın almamış, 30 yıllığına kiralamış oluyorsunuz. 30 yıl sonunda
isterseniz seni çok seven çocukların varsa düşünmeden bir 30.000$ daha bayılıp huzur
içinde yatmana devam edebilirsin.
Kısaca görüleceği üzerine din üzerinden deli bir para sömürüsü var ve sömürülen kısım
ekseriyetle Araplar. Mehrdad ve kardeşi beni bu arapların takıldığı mekanlara
götürüyor ve müze gezer gibi geziyoruz. Pek ahım şahım bir tarafı yok ancak 4 bardak
çay 300$’a satılıyor.
Meşhur İmam Reza türbesi’ne gidiyoruz ve inanılmaz bir kalabalık var. Şansıma bugün
hac günü olduğu için ülkenin her yanından akın ediliyor. Yabancılara oldukça yüksek
fiyata satılan biletlerden tipim gereği yırtıyorum ve normal biletle giriş yapıyorum.
Girişte üstümü ararken fotoğraf makinasını gören abi birşeyler söyleme başlıyor ve
biletten dolayı enselendik diye düşünüyorum ancak söylediği cümle içinden “dürbün” ve
“emanet” kelimelerini seçmeyi başarıyor ve hafif sinirlenmiş gibi yaparak fotoğraf
makinasını bırakmak üzere emanetin yolunu tutuyorum :)
İçerisi olağanüstü büyük bir yer ve hemen hemen her tarafında altın kaplamalar var.
Hatta kapılardan birinin üzerinde sadece 240kg altın kaplama bulunuyor. Altın
kaplama kubbeler, tavanlar ve daha birçok şey. Türk olarak ilk aklıma gelen şey zaten
bunları satsak kaç para eder düşüncesiydi ama o kadar fazla varki artık ilkokul 1′den
terk olan matematiğimin arıza vermesi fazla vakit almıyor. Devasa bir müzeye de sahip
ve müze tüm İran’da ki tartışmasız en iyi müze. Para koleksiyonlarından savaş
araçlarına, astronomiden deniz canlılarına kadar her türden koleksiyon var. Bu arada
Kuran’ın orjinali de yine burada bulunuyor ama her ne sebeple olursa olsun müzeler
pek ilgimi çekmediğinden çok fazla kalmıyorum içeride.
Çıkmadan önce yaklaşık 40bin metrekare büyüklüğündeki mekanın alt katındaki
ibadethaneden geçiyoruz. Tüm duvarlar küçük parça aynalarla kaplanmış ve bu
aynaların her biri tek tek yerleştirilmiş. Neden böyle gereksiz bir uğrata bulunulmuş
bilmiyorum açıkçası ama baya bi zaman ve emek harcanmış. İçeride insanlar dua
ediyor, oturuyor ve Kuran okuyor.
Şehir merkezinden çıkıp biraz daha dışarılara doğru yol alıyoruz. Şehrin çok dışında ve
etrafında hiçbirşey olmayan yerlerde tek tük villalar gözüme çarpıyor. Ve cidden öyle
ufak tefek değil, bildiğin havuzlu dubleks süper lüks görünen villalar. Gitmek istesen yol
bile yok o derece! Az çok tahmin edebiliyorum tabi bu villaların ne olduğunu. Zengin
abiler şehrin ortasında yapamayacakları şeyleri muhtemelen burada kendilerine özel ve
rahatsız edilemeyecekleri yerlerde yapıyorlar diye tahmin ediyorum. E mantıklı tabi…
Para var huzur var, değil mi?
Daha önceki yazımda belirttiğim gibi çalışma saatlerinden dolayı evdeki yaşam çok aktif
değil. Her evde aynı değildir tabi ama özellikle bu evde canlı olmasına pek imkan yok.
İnanılmaz samimi ve iyi bir ortam var o ayrı. Hatta beni rahatsız eden konulardan biri
de onlar kadar iyi olamıyor olmam. Hiçbirşey yapmama izin verilmiyor. Normalde
gittiğim yerlerde ya ufak da olsa mutfak alışverişine yardım eder, bulaşıkları yıkar veya
genel olarak yapılması gereken şeylere yardımcı olurum ama bu evde gerçekten
imkansız. Sabahları erken kalkmaya çalışıyorum, sırf Mehrdad’ın babası kapımı çalıp
bana tepside çay ve kahvaltı getirmesin diye. Hastalığından dolayı doğru düzgün
yürüyemiyor bile ama yüzünden o gülümseme hiç eksik olmuyor ve sürekli birşeyler
yapmak istiyor benim için. Mehrdad’a başka bir yerde de kalmayı düşündüğümü
söylediğimde buna en fazla karşı çıkan da babası olmuş. Zamanında ben ona yardım
ettiğim için şu anda burda bulunuyor olmam onlar için bunun karşılığını vermek için
bir fırsat gibi. Tek tük İngilizce kelime biliyor ben de bi o kadar Persçe, ancak
anlaşmakta pek zorluk çekmiyoruz.
Bugün ufaklıklarla doldu burası. Mehrdad’ın yeğenleri. Cuma günleri genelde tüm
ailenin toplandığı ve birlikte yemek yediği gün. Ben de aralarına katılıyorum ve önceki
gün yediğim nefis İran Spagettisi’nin ardından bugün daha önce Tehran’da yediğim
“dizi” yada bir diğer adıyla “abguş” geliyor önüme. Kilo almaya devam, durmadan…