karagöz sayı 6

12
3 Pipon yanıyorsa seni ölüm çeker Gül yetiştirmiyorsan seni ölüm Samanyolu jet iziyse seni ölüm Rüya bir lağımın anıları olur Onarılmış bir soda gün doğar kırmızı Ölüm bana günde iki kere göz kaş eder Gün doğarken ve gün batarken Sonra bir fil hortumunu dolar bitkilere Bir karpuz ikiye bölünür bir hasta evinde Yenilmemek üzre için ile birlikte Of hay Hak! Gülmesi tatlı, etvârı nefis, elfâzı düzgün fenn-i şiir ü mûsikîye âşina bir fasîh-ül lisân yâr-i vefâkâr olsa, birazcık Garip, birazcık Yeni bilse, ayakları dolaşmadan geliverse şu meydân-i pür-safâya, desem ona, “Ey nûr-i didem, where have you been?” Başlasak sohbete hemen. O söylese ben dinlesem, ben söylesem o dinlese... Diyelim Rabbim bizi nice senelere erdire!... Yâr bana bir eğlence meded!... Aman bana bir eğlence meded!... Söyler erbâb-ı fatânet dâstanı perdeden Gösterir hikmet-şinâsâna cihânı perdeden Ey Karagözüm eline sağlık! Açgözlüleri bulsun kıtlık! Mesele şiirden ister istemez uzaklaşıyor ortam denilince. Ama edebiyat / şiir ortamı dediğimiz şey bir mecra ise eğer, onu ilkin şairin dimağında aramamız gerekiyor ya da en azından onun çevresinde. Şiir yazmadığımız zaman- larda ne kadar şairiz o tartışılır. “Yazdığımız, yazabildiğimiz kadar şairiz,” deyip de geçemeyiyoruz. Ama yazmadı- ğımız, okumadığımız bir zaman zarfı içinde edebiyata, şiire dair o bütün olup biten, sanki bir çeşit posadan ibaret. Edebiyat ortamı şairi hizaya sokamasa da ona o artıktan bir kokteyl sunuyor. Posanın da belli bir besin değeri var elbet. Bütünüyle yararsız değil. Ama şiirimizi ayakta tutan şeyin ortam olduğunu söylemekte zorlanıyoruz. Edebiyat ortamı, dergilerde çokça tartışılan bir konu. Biz özellikle onun şiirle olan bağlantısını şiir lehine yeniden kuralım istedik. Konuyu, Serkan Işın, Osman Özbahçe, Yavuz Altınışık, Zeynep Arkan ve Evren Kuçlu ile birlikte “Fasıl”da etraflıca ele aldık. Edebiyat ortamıyla ilgili olarak kafamızı kurcalayan soruları, Necmiye Alpay, Mustafa Aydoğan, Cuma Duymaz, Enver Ercan, Cenk Gündoğdu, Ali Haydar Haksal, Necip Tosun ve Hayriye Ünal gibi dergicilikle, editörlükle bağı olan isimlere yönelttik. Bu sayımızın, bir başka güzel yanı ise İsmet Özel’in yeni şiirini yayımlıyor olmamız. “Temaşa”da son otuz yılın şiiri üzerine yazdığı yazısıyla Murat Üstübal, hikâyeleriyle Murat Zelan ve Pelin Emel aramızda. Yavuz Altınışık ve Aybiçe Doğanay sinema yazılarıyla “Ara Fasıl”a katıldılar. Samed Karagöz ve Erman Akçay “Kıraathane”de bizimle buluştular. Bu seferlik bu kadar… Her ne kadar sürç-i lisân ettikse aff ola! Orta durma Hacıcavcav! Ortada kuyu var yandan geç. KARAGÖZ Kokteyl PERDE GAZELİ

Upload: serkan-isin

Post on 04-Mar-2016

222 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

Karagöz dergisinin 6. sayısı

TRANSCRIPT

Page 1: Karagöz Sayı 6

3

Pipon yanıyorsa seni ölüm çekerGül yetiştirmiyorsan seni ölümSamanyolu jet iziyse seni ölümRüya bir lağımın anıları olurOnarılmış bir soda gün doğar kırmızıÖlüm bana günde iki kere göz kaş ederGün doğarken ve gün batarkenSonra bir fil hortumunu dolar bitkilereBir karpuz ikiye bölünür bir hasta evindeYenilmemek üzre için ile birlikte

Of hay Hak!Gülmesi tatlı, etvârı nefis, elfâzı düzgün fenn-i şiir ü mûsikîye âşina bir fasîh-ül lisân yâr-i vefâkâr olsa, birazcıkGarip, birazcık Yeni bilse, ayakları dolaşmadan geliverse şu meydân-i pür-safâya, desem ona, “Ey nûr-i didem,where have you been?” Başlasak sohbete hemen. O söylese ben dinlesem, ben söylesem o dinlese... DiyelimRabbim bizi nice senelere erdire!... Yâr bana bir eğlence meded!... Aman bana bir eğlence meded!...

Söyler erbâb-ı fatânet dâstanı perdedenGösterir hikmet-şinâsâna cihânı perdeden

Ey Karagözüm eline sağlık! Açgözlüleri bulsun kıtlık!

Mesele şiirden ister istemez uzaklaşıyor ortam denilince. Ama edebiyat / şiir ortamı dediğimiz şey bir mecra iseeğer, onu ilkin şairin dimağında aramamız gerekiyor ya da en azından onun çevresinde. Şiir yazmadığımız zaman-larda ne kadar şairiz o tartışılır. “Yazdığımız, yazabildiğimiz kadar şairiz,” deyip de geçemeyiyoruz. Ama yazmadı-ğımız, okumadığımız bir zaman zarfı içinde edebiyata, şiire dair o bütün olup biten, sanki bir çeşit posadan ibaret.Edebiyat ortamı şairi hizaya sokamasa da ona o artıktan bir kokteyl sunuyor. Posanın da belli bir besin değeri varelbet. Bütünüyle yararsız değil. Ama şiirimizi ayakta tutan şeyin ortam olduğunu söylemekte zorlanıyoruz. Edebiyat ortamı, dergilerde çokça tartışılan bir konu. Biz özellikle onun şiirle olan bağlantısını şiir lehine yenidenkuralım istedik. Konuyu, Serkan Işın, Osman Özbahçe, Yavuz Altınışık, Zeynep Arkan ve Evren Kuçlu ile birlikte“Fasıl”da etraflıca ele aldık. Edebiyat ortamıyla ilgili olarak kafamızı kurcalayan soruları, Necmiye Alpay, MustafaAydoğan, Cuma Duymaz, Enver Ercan, Cenk Gündoğdu, Ali Haydar Haksal, Necip Tosun ve Hayriye Ünal gibidergicilikle, editörlükle bağı olan isimlere yönelttik.Bu sayımızın, bir başka güzel yanı ise İsmet Özel’in yeni şiirini yayımlıyor olmamız. “Temaşa”da son otuz yılın şiiriüzerine yazdığı yazısıyla Murat Üstübal, hikâyeleriyle Murat Zelan ve Pelin Emel aramızda. Yavuz Altınışık veAybiçe Doğanay sinema yazılarıyla “Ara Fasıl”a katıldılar. Samed Karagöz ve Erman Akçay “Kıraathane”de bizimlebuluştular.

Bu seferlik bu kadar… Her ne kadar sürç-i lisân ettikse aff ola!

Orta durma Hacıcavcav!Ortada kuyu var yandan geç.

KARAGÖZ

Kokteyl

PERDE GAZELİ

Page 2: Karagöz Sayı 6

İsimsiz,E

rman

Akçay

Page 3: Karagöz Sayı 6

5

Molla Değildi Sofu Sanıldı Sade

İsmet Özel

Dini bütün biriyim diyorsun pekiyi bu sızlanmak da neDünyayı beğenmiyorsun beğenecek miydin bir deTakılı kaldın Asılısın konu komşu ne der endişesine Değildir umurunda hazır yiyen adaletHazırdan yiyor adalet Ömer-ül Faruk’tan beriSana düştü hazırı sermayeye çevirmekHendeğe deveyi hamutuyla devirmekUhuvvetin iltimas geçmesine aldırmazsınDert etmem diyorsunHapsolmuşsa müsavat hendeseyeVahdet ne?

Tin tin tini mini hanımKim düşünür aşırılmış olma ihtimalini Franz Schubert nâm firenkten temanın*KemanınMahmud-i Adli Buyruğuyla O kıvrık kuyruğuylaSaz heyetinde yer bulduğundanKulların kullara katırca kulluğundanVakt ezanlarıyla Farabi’ninEflatun’un âli makamlarlaİlgisinden sana ne?Mâfevke ihbar veParça başı pazarlık etSünnetle.

———————————————————-*Moments Musicaux No. 2

Page 4: Karagöz Sayı 6

6

Söz. Söylev. Biz bir karşılık buluyordukİlk ve son lokma bizim hakkımız, diyordukElimizi pençe edip sofradaki ekmeğin üzerineYemek yemek, diyorduk Üçüncü bir kez yemek demek ile bile Yine de Türkçe bölünmez, diyorduk Karışık diyorlardı. Karışım diyordukÖzgürlük diyorlardı. Bir ölçek, diyorduk. Özle yetiniyorduk Yaz ve kış, diyorlardı. Mevsimlerin üzerindeki hesaplarınızBoşa çıkacak diyorduk ve şarkılarda bağırılıyorduKimimiz için hiç bitmeyen bir nezleydi baharHem hangisiydi mevsimlerden En başta onunki serpişmeliydi

Bir şehrin namusu çınarlardır, diyorlardıŞehrin ışıklarını kimse kapatamaz, diyorduk kiVardığımız ve geldiğimiz yer arasında bir ilgiGideyazdığımız ile bulunageldiğimizYer arasında herhangi bir ilgi mevcut Bulunmuyormuş olmakla kalsa iyi Yanaştığımız liman da şüphesiz yanlışYanlış yalnız yanaşmak olsa ne âlâArdı sıra peşine düştüğünüz yıldızDeğilmiş götürecek olan yıldızKovmalıydık şairi aramızdanTesadüften ibaret olamazdı ya şiirAltın gibi kolay işlenir senAltın gibi kişiselleştirilebilir sanBiz mor denizlerde kulaç atmayacağızBizi anlamayacak şairler

Hepimizin yolu büyük bir şehirden geçiyorduBir karşılık arıyordu kendinde şehre ait olan insanSarılacak kolları olduğunu biliyordu insana ait olanKüçük fakat yama alacak büyüklükte bir sökükkenAşama aşama önüne konmuş bir hayatı yaşamaklaHer biri kendi dünyalarında temaşa etmekteydilerDönüyor deniyordu ama dünya devrediyor gibi Devrediliyordu sahipleri arasında omuzdan omuza Kaplumbağanın kabuğunda değildi keramet Köşesizdi fakat dengedeydi Ve dardaydı insanBizi anlamayacak Dengi dengede olan

Yumrukların İçi’nden

Oğuz Karakaş

Page 5: Karagöz Sayı 6

7

~enatör ürriyet

Serkan Işın

I saw Satan laughing with delightThe day the music died

İblisi gördüm keyifle gülüyordu,Müziğin öldüğü gündü.

Don MacLean, Bye Bye Miss American Pie

kendi başına kuş konuşuyor bu kentin ızdırabıev şekillerinin arasına serpiştirilmişhava durumu bulutları gibi baştan savmave çok güzel,

dudaklardan, aşırı yapılmış, tapıştırılmışalınlardan aşağı doğru akıyor, güneşmikrofonlardan, banklardan, pankartlardangeçtiğini fark etmediğimiz vegırtlak patlatacak kadar güzel.

ne kilo verebiliyorum, ne de hatırlayabiliyorumbirkaç zaman kadar önce yokuşları tırmanırkenbayır aşağı giden o amerikan tütünlü nefesimintutuşturduğu tüm kan şeyleri ile,

çıkmıştık galiba, açık bir alınla, beyaz büyükhep beyaz büyük bir bulut ve yine hava durumuekranlarında pek görünmeyen bir ağaç, bir kurt,bir meme, bir çocukluk şehlalığı

peşimize düşen ölüm müydü, yoksa sıkılmış mıydık

bunca -yetten, bunca yeşilden, bunca mıhtan,bunca naldan, bunca kımızdan, taşından kanfışkırtırarak, peşine takıldık, birşey kadaryakın zaman önce.

sonra faturalara bağlamak gerekecekti, mevcudiyeti

her masalın bir yüzüğü, bir yüzüğün bir prensesive prensi ve boğdurulmuş gölgeleri, “tatli rüyalar”türkçesi, cep telefonu ekrani, msj pnceresiuykuya kayan parmagin ördüğü anlatı:

“tali rüyalr”.

değişiyor ~şey, dibe çekme sesleri, gömme sesleri,çıkartma ve sokma sesleri örneğin bir yakayı,

bir kravatı,bir gömleği, şişmiş patlayacak göbeğin,

milli belindenta aşağı doğru. saygıyla, sırıtarak. kapanıyor

yakalar, düğmelerparlak beyaz gömlekler, dar geliyor belli, sümen,senatör hürriyete.

oradan, bir yere gidelim, otobüs hatlarına, hattatlarına

bir ucundan allah, bir ucundan silivri silivri biberler

çıkıyorsa bu kentin, unlu, kevgirli memelerinden aşağı

bir kalça gibi kıvrılan şeylerinden tutup, bir tokatladevirir gibi yapıp, bir sınıfı, şeyinden, sürükleyipyürükleyip, dürtükleyip, çıkartalım yokuş başınasaçlarını keserken çok eski stadyumların,

kamuların, kısa.

parmak tuşta, maaş sırt üstü yatışta, aidiyet desen beyaz bere

kan gölü, ense üstü, dökülüvermiş yere, sokak ortasında

ama cesaretinden hilaller eskittiğimiz şu güzelim vatanım

üç deniz arasında idamcık idamcık ilerliyor geleceğ.

hiç bir öğüt, rafine gelmedi ya bana,ben ona şaşıyorum. oysa muska bahçeleri,taş kapılar, gümül imbikler arasındangeçiliyor gibiydi, ızdırapla bu kentinyüzünden, betonundan ve sağrısındantaşan evliyalar mahallesine. herkesli,herşeyli ve toptan bir şey de bu,sonra pötibör pötibör perakande.

saat 02:30, sigara alıp gelme vaktin, benzincidenkapanmış bakkaların uykuda çırakları ve çıkarlarıüzerinden yüzde bilmemkaç vergi ile, işte

bulabildiğimkelimelerle dizmeyi düşünmeli sonra, yakarkençok da milli bir ateşle, ulusal dudaklarınarasındaki o sigarayı. yerli malı bir hayınlığınşeceresinden tutup aşağı, sallandırmalı.

Page 6: Karagöz Sayı 6

8

İspanyol Paça

Vural Kaya

işte bu kapı aralıkları var ya ama var bu aralıklar yüzüme kapalıbu aralar bu kadar oluryüz bilgileri hatırlıyorum ekseriyetle çenelerinden kavrayıp poz vermişlerbizden birkaç kuşak önce yani çocukluğumla rastlaşırlar cansız hayalim hatıramdır meyanında eski aralıklarda eski kapılarçok eski aralarda bir yerde çektirilmiş resimler için kalp figürleri Abdi figürleri için o resimler hem 80’li yıllar falan yanikıtlıktır karnedir moda kuyrukta çok beklemiş bir kızseksenlere doğru evine yürümektedirberide bi oğlan cumbaların altından, usul usul ıslıklarla o aralarbir başka moda: İspanyol paça pantolon uzun yaka gömlek üç düğmesi fora evlerde cümle odaları cümle odalarında çerçeveletilip asılmış babaheybetli bir baba resmidir işte ilk bahis açtığımız resme kardeştir

benim safi çocukluğum işte biricik henüz hanesi boş yerlerkasabada bir ben bir istiklal gazisi anne dedem o aralar; gerisi ırgattır emeğesorsanız anlatır diyeceğim ama anlatmaz dili yok çocukluğumun anlatamaz ama bir keresinde yalnızdım ve açtım işte acıkmak kederli bir şey sonuçtaben o bütün kederli bilgilerle varım sonuçtao aralar aralıklar bir Abdi vardı kasabada bir figür olarak Abdi, Abdi gene var gene varAbdi’nin ekmek fırını vardıAbdinin ekmek fırını yok şimdi Abdinin taş gibi bir kalbi

Abdi zannıma yani seksenlerde Abdi askerlikteyken o kalp figürlü şeylerden çeneden kavranıp artistik şöyle edalı hani o resimlerden çektirmediişte o Abdi aralıklarında o aralarda bir yerde odun ekmeği satardı Abdi mis gibi yayılırken kokusu ekmeğino koku o aralıklar çocuk oyunlarıma hücum ederdiçelik çomağa misketlere körebelere hücumyüz bilgileri bende kalmış hem mütemadiyen şeyler şimdi bunlar Abdi ölmedi gerçi daha sağgidip bir ekmek aldımdı fırınından, almışım yani bilmiyorum o aralarhatırlıyorum ama ermiyor işte aklımçekip almış ekmeği elimden Abdi, çekip aldı yani Abdi bu, alır başımdan nasıl kaynar sular bilseniz çocuksam da kaynar sular işte başımdanama diyorum oğlum sen yani bütün yüz bilgilerinle sen ermeyen aklınla biricik çocukluğum sen sancımahayat bu ama anlıyorum Abdiler de varAbdi yine var yine var

Abdi aklımdan çıkar mı hiç benim, çıkmaz Abdi’ye sorsanız olan biteni hatırlamaz

Page 7: Karagöz Sayı 6

9

İncitmebeni

Yavuz Altınışık

Herkesin bir ölüsü oluyormuş bir gömülüsüBunları ezbere biliyorumHerkes bilsin diye bunları biliyorum Şiir mühendislerine o torlak teknisyenlereArsız ve akla banılmış işaretlerle Sesleniyorum:Tentürdiyot kokuyor koltukaltlarıma sıktığım jaglerYüzümü tarayıp etimi süsleyerek pasaport alıyorumÇarşıya çıkıyorum banklar üstünde üstümü arıyorumBeni bu kokumdan ıpıssız koltukaltlarımdan tanıyorlarBeni tartıp kalburlarda eliyorlar polislere veriyorlarPart time nöbetlerden apolitik pankartlara sürerekKardeşim İsa’yı elektriğe çarpıyorlar her akşam, kanDamlıyor gömleğime deterjanBen öksürdükçe büyüyorlarMendilimde üç leke.

-Verem olmak mühendisleri öldürmez.

Kan donuyormuş su akıyormuş insan insana susuyormuşYalan! İnsan insana vardıkça ete kurdeşen doluyormuşTın tın yürüyüşleri oluyormuş elâlemin mıy mıy gülüşleriCaddeleri oluyormuş şehirlerin teknodram merkezleriKarton karakterleri trafikte sıkışmış lüzumsuz artistleriAsortik hevesli kızların mağazada körelmiş panikleriHerkesin gerektiğinde masaya bırakıp gideceğiMimikleri oluyormuş yüzlerinde itimat senetleriCeplerinde dul kalmış jokerleri.

Ten çalıya değdikçe inceden siyahKan akıyorAkkor telin üstünde cambazCanıyla dalga geçiyorHayat bilgisinden bağımsız bir ilkokul dersindeGeçiyor sivilceler üstünden gencecik bir fotoğrafınPörsümüş sürçü lisan dişlerinde bir cümle:

-Ayinesi kiştir işinin fala bakılmaz.

Page 8: Karagöz Sayı 6

1 0

Basit Oyuncaklar

Berk İybar

Günler geçiyor doğru yanlış hesabı içindeZamanın kitabı bulunmayı bekliyor olasılıklar labirentindeYanlış kolu çekince neler oldu, gördün mü?Beynim kitlenmiş kalmış sanki bir zekâ küpü

Yerin dibine de girerim, cennetin kapısından da dönerimİyi bir tamirci düşün tüm benliğiyle hatanınBeni düşün, alet edevatsız cevapların peşindeKimse giremezken bile o yere, ben kaybolmaya dünden razıyım

Yaşlı bir adam bir ismi sayıklıyor 20 yıldan fazlaElinde bir saat var eskilerden kalmaDöndürüp duruyor yelkovanını, kimi arıyor kimi çağırıyorsun sessizce?İşte alev saçan bir akrep, bak arkamızda ikimizin de peşinde

Evi onun anılar kalesiÇıkmıyor içinden yalnız kaldığı günden beriYakalıyor onu kendi hücresindeNeydi senin hikâyen, neden anlatmadın kimseye,

Demek sen o tamircisin bir hatanın peşinden koşup duranBedelini ödemeye hazırsın günahların, sana ait bile olmayanEvet, beklemiyordum bunu, çok şaşırdım öğreninceBana mı gülüyorsun hücrenden, sana benziyorum diye

Doğru ya ben değil miyim boynumdan büyük sulara dalanHaklısın, bizimkisi böyle bir derinlik sarhoşluğuİkimiz de bilmiyor muyduk koridorların ne kadar kör olduğunuAncak bedel ödemeye razıyız, gözümüzü bile kırpmadan

**

Basit oyuncaklarÇok değerli bilgiler taşırlarKöşeye çarptıkça dönen şu emekleyen bebeğe bakOnlar hiç bozulmazlar

Page 9: Karagöz Sayı 6

1 1

İstasyonda Tansiyon

Hakan Şarkdemir

dow jones bugün düştü mü / ıssız acun kaldı mıArtık yürek bile daralır Maçkadan parklarda Sırra kadem basar sıra sıra bulutlarBizi ne çabuk unuttularHalbuki beraber okumuştuk biz bu sıralardaSirrus Kümülüs Sümüklü Minibüs

Ah bu şarkılar var yaOturma takımları pis mi pisMahfilleri mahfilMahıvlarına işaret oburÇukuryerlerde her fiilFilm gibi çıkıyor değil miGavurun söylediği mi diilFala bakma lafa dal Baklava!Faili meçhul failatun veznindeki zilNahiv ilminde hüner sahibi kişilik:Herkese çemkirir efendisi hariçTürk değilsen bile bi’ Türk gavesi iç

Agoralar angora dolu sırtlarında anorakBir Malatya bilirim bi’ de kardeşim PragO gün bugün oynanmıyor zaten KoraçEn sevdimeğim kanaldı TRT Gap

Orada o cihette o cenahta –civardaMuhitine uğranılmayanların muhitinden gelmişlerHepherkesler burada istasyonda tansiyonBanu maydanozdur Süreyya köpükNe kopuz biliriz ne kamusPankreas açık ödleri kopukAçıkhavatopraksubarut Boşalan bidonları sıraya koy

dow jones bugün düştü mü –ıssız acunuKim ne yapsın aşılan kotalarınsa

Her şairin bir starı vardırAstarı yoktur şiirinEy benim takipçilerimŞiirin!

Page 10: Karagöz Sayı 6

1 2

FASI

L

Edebiyat Ortamı Neyin OrtasıBİZ BU PUTLARDAN SIKILDIK

YENİLERİNİ İSTİYORUZ

Serkan Işın

Türk şiirinin içinde bulunduğu duruma bakmak içininsanın üç şeye ihtiyacı var. Birincisi bir büyüteç,ikincisi bir kurutma kâğıdı, üçüncüsü ise bir kutukibrit. Nerede üretildiği meçhul, kendi adına sözalmaktan aciz, “manifacture” derdine düşmüş; amainsansız bir bürokrasi hâline gelmiş yayın ağlarıarasında pısırık, kitabının ikinci baskısının aslâyapılmayacağının bilincinde, âşık, müzdarip, müs-tağrip, kırık dökük, başka bir dilin sözdizimine sev-dalı, kent bilincinden yoksun, kendi karanlık gölge-sinden başka zifir tanımayan, adaletsizlikten sözaçmayan, içine sanki nur dolmuş gibi makine’niniktidarına kafa tutmak için çiçekten böcekten kırsal-dan bahseden, anlar içinde daha da küçülmüş,sebepsiz yere yaygaracı, sebepsiz yere kuralcı,sebepsiz yere romantik, Kleist tanımadan “lirik takı-lan”, ilerici olduğunu düşünen, mısraları öyle dantelgibi işlemeye çalışan; ama bir türlü Selanik’ten ötegitmeyen, eleştiriye gelemeyen, eleştirmeyi bilme-yen, baştan sonra kadar ayak kokan bu şiirden bensıkıldım. Bu yazıya 2003’ün ortalarında başlamış-tım, umarım 2009’da da devam ettirecek durumlar,putlar çıkmaz ortaya…Ben aşağıdaki putlardan sıkıldım:

İlericilik

Ben ilerinin içinde yaşadığı hâlde, daha da ileri git-mek isteyen ya da ileri gitmeyi nesnelleştirip böyleput hâline sokan, devrimci veya lirik şiirin borazan-lığından sıkıldım. Sıkılmakla kalmadım ona karşıbir savaş açtım kendi adıma. Bu tür şiirlerin divanedebiyatına çelik jant takma uğraşı olduğunu düşü-nüyorum. Koca koca adamların, hak hukuk hürri-yet, adalet, meslek odaları, dernekler falan içindesohbet ederken kullanmadıkları kelimeleri gelip şii-rin içine sırf üslûp derdinden dolayı incelikli şekildeyontmalarından da sıkıldım. Sayrıllık, yalvaç, sanrı,tavsamak, şavk, meyk, müyk vs. bunlar artık kulla-nılmasın. Şair bir ideolojinin esiri ise, gitsin kendi“neolojisi” içinde sapıtsın; ama ilericilik adınasaçma sapan bir Türkçe ile bilgisayar işletim sistemiTürkçesinin aslâ alt edilemeyeceğini anlasın.

Üslûp

Biçem de diyebilirdim deme-dim. Biçem ile biçim, uzunzamandır birbirlerine rağmeniş görüyorlar. Her şeyimizzihinsel, her şeyimiz merkezî.Anlam şiirin mayası değildir,kaldı ki bunun tersindekidüşünce de saçmadır. Bir tarzıolduğunu kabul etmek, birtarzı sürdürmeyi önceliklihedef hâline getirmek, kendimekân düzeneğini yaratmayıseçen bir alışveriş merkezininya da bir kilisenin ya da bircaminin işidir. Şiirin ele avucagelmez, amorf olması gerek-miyor mu? Mısra kırmak dün-yanın en kolay işidir, neredenkıracağını bilmek ise dünya-nın en zor işi bu zevata göre.Geleneğin artık durmuş veçamura saplanmış düşüncele-ri ile kavga etmeyi marifet edi-nen şair için bunlar. Kaldı kikent dokusu her türlü sürek-sizliği kendi içinde barındırı-yor. Kırsal ya da köy ya dataşra, bunları da içine katarak. Bugün İstanbul’unsürekliliği ve süreksizliği, büyük ve eski zenginmahalleleri altına / arasına yerleşmiş fakir mahalle-lerle sağlanıyor. Ve bu mahallelerin insanları dakesinlikle şiir okumuyorlar. Giydikleri tişörtlerden,aldıkları göstergelere kadar o muğlâk imgeciliğinzırvalarına uzaklar. Kente yakınlar, kapitalizme,vahşi arzuya yakınlar. Onlar için konuşmak bileimkânsız neredeyse. Bir üslûbu olduğunu iddiaetmek, bir kamburu saklamaya çalışmaktır.

Evrensellik

Dil bir papağandır. Uçarken konuşabilen papağan

Stephen

,Bora B

aşkan

Page 11: Karagöz Sayı 6

1 3

duyulmayacaktır ne yazık ki. Hep yere indiğindedirmarifeti. Şairimizin dili, kanatları yolunmuş, gagasıyemliğe batırılmış bir dildir. Bu muhabbetin sınırla-rına Türkçe üzerinden erişebilmek için çalışan şai-rin başka dillere yuvarlanmaması imkânsız. Şiirküreselliğin kurallarına göre işleyebilseydi “yaniyerel düşün, evrensel hareket et (think local, act glo-bal)” bugün en azından otuz divan şairimiz Nobel’eaday gösterilirdi. Fakat tarih bize böyle bir kapı

açmamıştır. Açsa da içindengeçmek için fırsatımız olma-dı. Kendi yerelliğimizde debir evrensellik falan yattığınıdüşünmek pek inandırıcıdeğil. Bu coğrafyanın yetiştir-diği tek kötü olan Suat (ki oda bir roman kahramanı,Huzur) hiçbir Fransız’ı etkile-mez, etkileyemeyecektir de.Çünkü her fikir kırıntısındaolduğu gibi o da bir kâğıt-karakter ve melez düşünceninkâğıda parodi olarak pastiş-lenmesinden ortaya çıkmış-tır. Kojeve haklıdır, “Tarihbitmiştir, gerisi taşranınayaklanmasıdır.”

Polemik

İşbu ki bir polemik yazısıdeğildir. Kanatlı otomatizmindüzyazı şeklidir. Burada isimvermiyorum ve insanları suç-lamıyorum. Şairlerle tanış-maktan hoşlanmıyorum,konuşmaktan, tartışmaktan.Kuşağımın bönlüğü yetmez-miş gibi... Birkaç şiir yazmışbiri, on kitap çıkarmış biri,erkek ya da kadın, ruhsuzbaşka biri, yazmayı, söyleş-meyi seven başka biri, büyükbir yayınevinde editörlük,

yöneticilik yapan biri vb, eserleri ile yapamadıkları-nı gövdeleri ile yapabilmeyi umut ettikleri sürece,ben sıkılmaya devam edeceğim. Başka meslek miyok? Hele şairlerin kavga etmeleri ayrı bir hödük-lüktür. Ortada ne ün, ne para ne de başka bir şeyvardır, siyasi rant ve akçe de Bedirhan Gökçe’lereakmaktadır. Tarihe kalmak ise derdiniz kendi tari-hinizi, ufak kalem darbelerini büyük amfilikatörlerebağlayarak cazırdamaya gerek yok. Kimse kitapları-nızı daha fazla satın almayacak, daha fazla eleştiril-meyeceksiniz ve aslâ ve aslâ şiirleriniz başka birineşehvetle okunmayacaksa, böyle köpürmenin neanlamı var? Polemik, Türk şairinin makûs poetika-sı, taşralılığının en sürekli noktasıdır.

Öykücüler

Öykü kitaplarının, kitap arkası yazıları öykücülerimahvetti, havaya soktu, gaza getirdi ve çaptandüşürdü. Kaldı ki onlar şair huyları edindikleri içinbatıyorlar bana ayrıca; yer kapma, ebelemece, sak-lambaç vs. gibi oyunları nasıl da incelikle falanoynuyorlar.

Halk Şiiri

Artık kemirile kemirile, çiğnene çiğnene bir peltehâline gelen halk şiirinin özgürlükle, özgünlüklefalan bir ilgisi yok, tabiî başka bir halkın şiirindenbahsetmiyorsak, meselâ ben Estonya halk şiirinidaha çok severim diyorsak, o başka. Zaten bunudiyen konumuz dışında. Türk şiirinin bir bel kay-ması, bir torso çatlaması yaşadığı gerçektir. Halkşiirinin yerini divan şiiri, divan şiirinin yerini detoplumcu gerçekçilik, toplumcu gerçekçiliğin yeriniMuro aldı. İkinci Yeni kırması bir Garip müptezel-liğinin ortasında özgürlük falan kambur duruyor.Üslûba bulanmış lirizmin heyecan verici tarafı, birbenlik oluşturma iddiasıdır. Rilke budur,Lötremon, Hoffmansthal, Ankaralı Turgut da,Ciguli de budur. Ama o benliğin çöle vurduğunuanlamak için dünyanın gelip geçiciliğine, paslanmışbir halk dalkavukluğu ile ulaşılamıyor. Yığın şiiridiye bir şey yazılabilseydi ve BİM’de satılabileydikeşke, alırdık 1 YTL’ye, evimize götürür, koyardıkkomidinin oraya, ışıl ışıl!

Rimbaud

Sıkılmayan var mı Allah aşkına? Bir kere sunuluşubize ters yahu? Adam gençti ve gençken yaptı yapa-cağını, bizdeki yaşlandırma iksirinden o da nefretetti işte. Saçları beyazlatmak için “bleach” dahafazla “bleach”. Yahya Kemal gibi bir adamın“Rimbaud” ile ne ilgisi olabilir? Rimbaud’luk yegâ-ne, “unique” bir şeydi, geldi geçti. Müslüman olsane yazar, Kur’an’dan bahsetse ne yazar? Tam birBatılıydı ve o düşünce silsilesi içinde kaybolmayıseçmedi. Sistemin böyle ikide bir yeni Rimbaudbaskısı getirip önümüze koyması ilginç. Çünkü içigeçmiş bir yerellik ya da evrensellik yok onda, her-hangi bir şey yok, daha içsel, daha şair ruhu ile ilgi-li. E şimdi sen yüz senelik borazan ya da mızıkayıalıp Rimbaud’dan bahsedersen… Rimbaud’yu bileputlaştırdık, o amorf, o ele geçmez, sıvı / gaz karışı-mı adamın tüm uçuculuğunu kavanoza hapsettik.Afiyet olsun!

Yıllıklar

Yıllık, şairler için o yılın KDV iadesi gibi bir şeydir.Yıllık yapılan harcamanın şiir dergilerinde boy gös-termesinden sonra, şiir yıllığında bu harcamanın %

Page 12: Karagöz Sayı 6

1 4

5’lik kısmı şaire dedikodu olarak geri döner.Dergileri eskisi gibi okumadığını bildiğimiz okuriçin gerçekten hiçbir şey ifade etmez yıllıklar.Yıllıklarda ismi geçen şairler görece iyi, adı geçme-yenler ise göre kötü olarak mimlendikten sonra, oyıl yayımlanan şiirlerle ilgisi olmayan üç beş taneeleştiri yazısı da başa ve sona serpiştirilir. 1990’larınortalarından beri bu yıllık işi, daha önce yıllıktananladığımız şeyin tam tersi olarak, bir “scrapbook”,yıllığı hazırlayan kişinin “şiir defteri” olarak sunul-sa, eminim en azından bir kişinin görünür olmasısağlanabilir. Yoksa bu hâli ile yıllık, kimin hangiestetik zevk veya hareket adına seçtiği belli olmayanbir seçkiye benzemektedir. Bundan on yıl sonra buyıllıkların hangisi ve bu yıllığı hazırlayanlardan han-gileri bir dönemi hakkıyla “gösteren” olarak anıla-caklardır? Anılmak başka bir şey, nesnel bir ölçütedayanmayan “şiirimizde bilmem kaç yılı çok verim-siz oldu”dan öte saptamayı beceremeyen bu kitap-lar, ücretsiz dergi ekleri olarak hangi bilimsel çalış-maya, hangi edebiyat bölümü öğrencisinin tezinekonu olacaklardır, gerçek anlamda. Bence şu andayapmaya çalıştıkları şeyin tam tersi olarak geçecek-ler literatüre; şiirin öldüğü listeler olarak baş tacıedilecekler.

Şiir Kelimelerden Yapılır (ya da Şiir Kelimelerle Yazılır)

Mehmet Rifat, Mallarmé’nin bize “dilemma” ya da“bilmece” gibi gelen sözü için ufak bir araştırmayapmış ve bunun otuzun üzerinde Türk edebiyatçısıtarafından kullanıldığını ve bu kullanışların çoğun-da bağlamın tutmadığını belirtmişti. CemalSüreya’nın “Folklor Şiire Düşman” yazısındaki kul-lanımın da bundan nasibini aldığını belirtmekgerek. Burada bahsedilen “kelime” ile folklorun,halk şiirinin yapısını oluşturan “kelime” arasındasöz ve metin farkı yer alıyor. O yüzden işin içine söziçin bellek ve metin için tipografi sorunları gibi şey-ler de giriyor. Üvercinka şairinin bunları es geçme-si bir ayıp ya da eksik değil, bana göre o elindengelenin en iyisini söylemiş; fakat 1956’dan bu yananeredeyse yarım yüzyıl geçmiş değil mi? Diğer taraf-tan bir kesim de “şiir kelimelerle yapılır” falan gibi“üretim-tüketim” ilişkilerini işin içine katan, sınıfsalbir tanım koymaya çalışırlar. Bunların da kaynağıMayakovski’nin devrim tarafından pek sevilmeyenşiir tanımlamasıdır; canlı bir tanımlamadır bu; amabunun arkasında yatan deneyim Rus dilinin yüzyılbaşında geçirdiği şoklardır; ZAUM tiyatrosununoyunlarıdır. Şiir kelimelere gelip dayanmadı, şiirmetne, yani alfabeyi, yazının başlığını, noktalamaişaretlerini icat eden matbaaya dayandı, dayanmış-tı. Şimdi ise bu bilgisayara dayandı ve işin içindesöz, sadece ses olarak girebiliyor. Şiir, metin olmayadevam ediyor…

Ahenk, Ritim, Bilumum Drumbox Fikirler

Yukarıdaki maddeye bağlı olarak, fikrî ilerlemedenve teknolojiden zerre nasibini almamış zannettiği-miz Akdeniz ülkelerini (özellikle Yunanistan’ı) izle-ye izleye, taklit ede ede, şiirimiz için bir ahenk prob-lemi sahibi olduk. Öncelikle şu anda şiirin ahenk,ses gibi öğelerini tekrardan (1950’lerden bu yana)sunan zevatın “nereden” konuştuğu belirsizdir. Eskibir teknoloji olarak söz, şiirin bellek ile olan ilişkisi-ni tamamlamak dışında, o kültürün müziği ile debelli bir bağlantıya sahipti. Karacaoğlan ya daYunus Emre, kalıplarını sözün bellek ve anımsa-mayla ilişkisinin zorluğundan kurmaktadırlar, tıpkıokuma yazma bilmeyen insanların da konuşabilme-si gibi, onlar da şiirlerini daha az anımsamaya izinverecek şekilde müzikliyorlardı. Ölçü buradan doğ-muştur belki de. Ve halk şiiri metne bağlı olmadığıiçin hiçbir zaman Cemal Süreya’nın belirttiği gibibüyük entelektüel yapıları bünyesine katamaz;çünkü o entelektüel sorunların hepsi Yazı’dansonra, Matbaa’dan sonra “entelektüel sorunlar” ola-rak mimlenmiştir. Ahenk, eski bir guguklu saattir,rahatsız edicidir. Her saat daha da artar gürültüsü.2008’de yazıyı nihayete erdirirken, beş yıl içindeyaşadığımız Şiir Şeysinden geriye kalanların, pek dedeğişmediğini görmek, üzücü geliyor bana. Es geç-tiklerimizin bir iklim gibi önümüzde endam etmesiyetmiyormuş gibi, şiirin 50 yıllık kalkınma plânındane var, pek bilmiyoruz. Sadece çeşitli protokoller,balolar, anma törenleri ve cenazeler var gibi.Bıktığımız putlara örneğin “şiir dergileri, ödüller,anma törenleri, bestelenmiş şiirleri, yabancı ülkedealdığı ödüller, Türkçeye yaptığı katkılar, gazeteköşelerinde yazdığı o denyo yazılar, televizyon prog-ramları, 300 adet dağıtılabilen kitaplar, EdipCansever’de bir şey, Cemal Süreya’da erotizm,Turgut Uyar’da şu bu, Sezai Karakoç’ta illâ ki vebillâ ki metafizik türü yazılar ve kitap eki köşesindeyazdığı harikulade eleştiri parçalandırmaları, bah-setmediğimde kaybolacağını sandığım şair isimleriduası, adını anmayınca biter gider hatmi şerifi,tekno-dünya dümtekleri, kofti-anarshit olmanın 20altın kuralı, dur bir dergimde küfür ettireyim şunanasıl olsa editörüm ben bana ne yasası, yeni şeygörünce içine kaçma, kafasını kuma gömdüğündeaçıkta kalan yerleri ile konuşma çabası, kötü şairle-rin ittifak merakı, hiçbir parti programına hernedense sokulmayan dâhiyane önerileri, çok fakirdiama ödüle de doymadı dizisi, asrı saadet’te toki,padişah aynalı kredi kartları, atem tütem ben senitürü kitap tanıtım yazıları, ölürken bile ilericiyditeraneleri, her gündeme maydanoz olabilme yetene-ği” falan da eklenebilir.