karlar altinda kÖrler Ülkesİ · olanlar da darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da...

13
KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ Serhat Çelikel 1984 yılında doğdu. 2009'da Renkzaman, 2012 yılında Pencere adlı kitapları yayımlandı.

Upload: others

Post on 13-Oct-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ

Serhat Çelikel 1984 yılında doğdu. 2009'da Renkzaman, 2012 yılında Pencere adlı kitapları yayımlandı.

Page 2: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

Serhat Çelikel’inYKY’deki kitapları

Pencere (2012)Karlar Altında Körler Ülkesi (2016)

Page 3: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

SERHAT ÇELİKEL

Karlar AltındaKörler Ülkesi

Roman

Page 4: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

Yapı Kredi Yayınları - 4550Edebiyat - 1290

Karlar Altında Körler Ülkesi / Serhat Çelikel

Kitap editörü: Kerem Oğuz EvrandırDüzelti: Cennet Türker

Kapak tasarımı: Nahide DikelSayfa tasarımı: Mehmet UluselGrafik uygulama: Akgül Yıldız

Baskı: Mega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi

A Blok Kat: 2 34310 Haramidere / İstanbulTelefon: (0 212) 412 17 00

Sertifika No: 12026

1. baskı: İstanbul, Ocak 2016ISBN 978-975-08-3544-5

© Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş., 2015Sertifika No: 12334

Bütün yayın hakları saklıdır.

Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışındayayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.İstiklal Caddesi No: 142 Odakule İş Merkezi Kat: 3 Beyoğlu 34430 İstanbul

Telefon: (0 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (0 212) 293 07 23http://www.ykykultur.com.tr

e-posta: [email protected]İnternet satış adresi: http://alisveris.yapikredi.com.tr

Yapı Kredi Kültür Sanat YayıncılıkPEN International Publishers Circle üyesidir.

Page 5: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

Gülsen’e ve Faruk’a

Page 6: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,
Page 7: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

Bana kelimelerin efsunundan, cümlelerin büyüsünden, kitapların sihrinden bahsetmeyin. Hayır, bunların hepsi, “Bu âlemde ben de varım.” diyebilmek için, seçilecek an karanlık yolu seçmiş, biz yazı-nın meftunlarının kuruntularıdır olsa olsa. Gerçek sihir, bizler yazı masalarına gömülmüşken, mahrum kaldığımız âlemlerin harika ve tuhaflıklarıdır. Varsın onlar, bizim mağlubiyetimizi galibiyet addetsinler.

Mürsel Behruz, Panayır için Karalamalar

Ne mutlu onlara! Onlar ki burada bir devir sürdüler; yalnızca mekânı değil, zamanı da bir resim gibi zihinlerine nakşeden son talihlilerden oldular.

D. Yegelyan, Kadıköyü’mde Güzel Güzel

Ah, bağışlayın beni efendimiz!Kar başlamıştı,Bir çocuk gibi seyre dalmışım.

W. Shakespeare, Karlar Altında Körler Ülkesi

Page 8: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,
Page 9: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

9

1. Mühürdar’da Bir Gece

Eleni harika görünüyordu. Oyun hiç fena geçmemişti. “Bakalım Akşam’da ne yazacaklar!” diye heyecanlanıyordu. Böyle bir şeyi merak ettiğine göre, kendine güveniyordu demek ki. Desdemona’yı oynamıştı. Oyun sırasında birkaç kez göz göze gelmiştik. Oyunlar-dan sonra, hele de Eleni’nin gününde olduğu zamanlarda, kabiliyeti karşısında iyice ezildiğimden mi bilmem, bir süre suskunlaşırdım. Eleni’nin, benimkinden farklı ve çok uzak bir dünyasının olduğu-nu iyice anladığım böyle gecelerde, bazen yalancı bir kabullenme ve rahatlama, bazen de tuhaf bir kasvet hissiyle sesim soluğum kesiliverirdi. Şimdi de bir kenarda dikiliyor, bir yandan da pöfür pöfür sigara içiyordum. Tiyatro tayfası olarak, hep birlikte doluşup Mühürdar’a, Aleko’nun Gazinosu’na gidecek, bu başarıyı kutlaya-caktık. Benim bu tayfaya dahil olmam, Murat sayesinde olmuştu. Pek fazla izleyeni olmayan oyunlarda yan rollerde başlayıp sonrala-rı, birkaç Ermeni güzele ve daha da önemlisi bir iki emprezaryoya adından bahsettirecek roller kapmaya başlamıştı Murat. Ve birkaç yıl içerisinde de nihayet, sadece ve sadece Shakespeare oynamak için, Ahmet’le Rüya Tiyatrosu’nu kurmuşlardı. Mimarlık okuduğu Beşiktaş’a da pek uğramıyor, tüm emeğini ve parasını bu işe harcı-yordu. Bir gün, hep beraber gidilecek bir akşam eğlencesine beni de çağırmış; Eleni, Ahmet ve Müjgan’la böylece tanışmıştım.

Hristo’ya haber gönderilmişti, Moda’da, Rüya Tiyatrosu’nun önünden bizi alacaktı. Eleni ve Ahmet sigaralarını tüttürüyorlardı. Todori’nin Rum garsonlarından birisi, yanından geçerken Eleni’ye laf attı ama Ahmet oralı olmadı. Pek keyfi yoktu Ahmet’in. Salon bir türlü dolmuyordu. Ona göre ortada kutlanacak bir başarı falan da yoktu aslında. Hem son zamanlarda, ben de Eleni’ye olan ilgimi iyice belli etmiş ve Ahmet’e bir nevi rakip olmuştum. Gerçi Ahmet bir şeyler seziyorsa da ya bunu önemsemiyor ya da gizlemeyi çok iyi biliyordu. Yine de böyle bir şeyin Ahmet’in canını sıkacağını düşünmek bana iyi gelirdi. Eleni’ye olan ilgimi bilen Murat, orta-da hiçbir şey yokken, benim için bir umut doğduğunu sözleriyle,

Page 10: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

10

tavırlarıyla arada bir ima eder, ama tiyatro tayfasıyla beraberken, hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranırdı. Bir sırrı paylaşan iki erkeğin hissettiği gereksiz gururu ara ara hissederdim.

Ahmet “O kadar da boş değildi salon, değil mi?” diye sordu göz-lerini boş boş baktığı sokaktan ayırmadan, konuşmaktan çok sesli düşünüyormuş gibi. “Daha dolar” dedi Murat, hem ümit verici hem de kendisini yalan söylemek zorunda bırakmayan bir cümleyi bir çırpıda bulmasına kendi de şaşarak. Ahmet, sene başında babası-nı zorla razı edip kiralattığı, sonra satın aldırdığı bu eski tiyatro binasına çok para harcamıştı. Para kazanmak şöyle dursun, pek fazla olmayan masrafını bile çıkaramıyordu tiyatro. Kimse Moda’ya kadar tiyatro izlemeye gelmek istemiyordu sanki. Moda Palas’ın ne-redeyse dibindeki tiyatroyu, otel müşterileri bile merak etmiyordu. Hele sadece Shakespeare izlemeye kimsenin niyeti yoktu. İzleyecek olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince, Murat da elini taşın altına koymak zorunda kalmış, cüzi bir mik-tarla da olsa tiyatroya ortak olmuş, ayrıca Müjgan’ın trup için tasar-ladığı kostümlerin de, Müjgan’ın o pek sevdiği kelimeyle “bailleur de fonds”u olmuştu, para Murat’tan geliyordu. Oynadıkları oyunlar yüzünden masraflı da oluyordu bu kostüm işi. Ahmet farkındaydı bu yardımın değerinin.

“Neredesin Hristo Efendi?” diye çıkıştı Eleni, yanımızda birden beliren arabacıya. Hristo Efendi her zamanki kibarlığıyla, “Sofra-dan kalktım da geldim matmazel, giyinip koşturdum vallahi!” dedi, kimseye inandırıcı gelmemişti bu. “Keşke Kemal Bey’i çağırsaydık, otomobiliyle çoktan uçurmuştu bizi” dedi Müjgan şakayla. “Valla-hi, Çiçekçi gibi Çukurbostan’a uçurmasın da maazallah.” Hristo Efendi’nin kibarlığı elden bırakmadan lafını sakınmamasını sever-dim. Faytoncuların hasedine mi kurban gitti, göze mi geldi bilin-mez, Çiçekçi diye bilinen şoför Fuat, Ford’uyla Çukurbostan’a yuvar-lanmış, neyse ki kimsenin burnu bile kanamadan kaza atlatılmıştı. Esrarkeşliği tüm Kadıköy’de nam salmış, bir gün otomobiliyle iş açacağına kesin gözüyle bakılan Çiçekçi de, böylelikle bu kehaneti doğrulamış, otomobili mimlenince de, yeniden faytona dönmüştü. Ama bizi ilgilendirmezdi bunlar, tiyatro tayfası olarak hepi topu bir iki kez taksiye binmiştik, bir tür yemeği sevmemeyi, bayağı bulmayı meziyet sanan saraylılar gibi ısınamamıştık bu taksi işine.

Page 11: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

11

Mühürdar yolunda Ahmet’le Eleni karşımıza oturdu. Ben, Müj-gan ve Murat’ın yanına geçmiştim. Hristo, arabası için, Vefa’da, üç kişinin sıkışmadan yan yana sığacağı özel koltuklar yaptırdığı-nı –talika dışındaki arabalarda bu neredeyse hep böyleydi aslın-da–, bu bordo kadife kaplı koltukları, İstanbul’dan ne zorluklarla Kadıköy’e taşıdığını, ikide bir anlatır ama beş kişiden fazlasını da atlara eziyet oluyor diye kabul etmezdi. Eleni ve Ahmet koyu sayı-lacak, fısır fısır bir muhabbete dalmıştı. Ahmet belli ki beni bir teh-dit olarak görmüyordu –bu canımı sıktı–, tiyatronun bir türlü dol-mayışını da atmıştı demek ki kafasından – buna niyeyse sevindim. Müjgan ve Murat, zaten nişanlı olduklarından –aslında ailelerinin Müjgan’ın hep övündüğü serbestliğinden– baş başa kalınca, bunu bir yakınlaşma fırsatı olarak görmezler, bir üçüncü kişi olarak be-nimle daima sohbet ederler, sıkılmama izin vermezlerdi. “Hadi şu Abdulrezzak Efendi’nin çizmeli hikâyesini anlatsana” derdi Müjgan birdenbire. Ben, dedemden duyduğum bazı saray hikâyelerini bi-raz da yalan dolan katarak satardım. “İşte Komik Abdi, hademenin çizmesini çıkaramadığını görünce, ‘Memur maaşı gibi, çıkmıyor.’ demiş. Bu da Abdülhamit’in kulağına gitmiş tabii” diye anlatırdım. Müjgan da nedense bu zevzek hikâyelere her defasında gülerdi. “Aaa, Eleni bak sana ne getirdim!” dedi Müjgan bir yandan da yine böyle bir saçmalığa gülerken. Çantasından, Eleni’yle birkaç ay geri-den de olsa takip ettikleri Fransızca bir moda dergisi çıkardı. “Getir bakalım ne diyorlar yine” dedi Eleni muzip muzip. Müjgan’ın uzat-tığı dergiyi aldı. Vêtements dergisi, 1937 yazına hafif, şeffaf ve ince kumaşların damgasını vuracağını yazıyordu. “Bizdeki pike sevdası da biter belki!” dedi Müjgan, Eleni alakalı sayfayı gösterince. Bahri-ye yaka bir elbiseyi hunhar bir işbirliğiyle yerin dibine sokup, fırfır yaka ipek bir elbiseye de hayranlıkla baktılar. “Sen bunu yapabilir-sin aslında Müjgan” dedi, Eleni. “Öyle mi diyorsun?” dedi Müjgan, yüzü kızarmıştı.

Hristo Efendi, yine bir şekilde punduna getirip Kıbrıslı Sait Paşa’nın arabacılığını yaptığı günlerden bir anıyı ballandırarak an-latıyordu. “Körüğü aç, yağmur çiseliyor” diye böldü Ahmet kabaca ama o anlatmaya devam ediyordu. Paşa’nın en özel işlerinde bile kendisini görevlendirdiğini anlatırken –elbette zararsız bir yalandı bu– kendini kaptırır, sonra da o günlerin geçip gittiğini belli eden, biraz ezberlenmiş bir iç çekişle, –çok keyifsizsem bunlara içlendi-

Page 12: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

12

ğim de olurdu– tekrar aramıza dönerdi. “Bebek’teki yalının müş-temilatında da az kalmadım. Paşa’nın çok güzel Arap atları vardı. Elleriyle beslerdi” derdi. Yalı bazen Bebek’te, bazen Arnavutköy’de, bazen Vaniköy’de olurdu. Hristo’nun canı nasıl isterse artık. Buna benzer onlarca anıyı, Anastas’ın ya da Vartan’ın değil de, özellik-le bu tür lakırdıları için Hristo’nun arabasına binmek istediğimiz çocukluk yıllarımda, tekrar tekrar dinlemiştim. Hâlâ sık sık çağır-dığımız Hristo’da bu yıllardan emarelere rastladıkça, yuvarlanan bir yumağı, ipin ucundan tutarak yakalayabileceğini düşünen bi-risinin iyimserliğiyle, geçip giden zamanın yakalanabileceğine ina-nırdım. Hristo çalışkandı, işten sakınmazdı. Kendimde olmayan böyle bir inadı insanlarda görmeyi kıskanır ama severdim de.

Mühürdar’a giden yolu da severdim, Villa Wohl’u, sizi Moda Burnu’nda birden karşılayan Antipa’nın köşkünü... Yolun tıkırtı-larında, Murat ve Müjgan’ın ara ara takip ettiğim muhabbetlerin-de, –düğüne Ahmet Sofu Paşa’nın oğlu gelmemeliydi çünkü Murat çocuğu küçüklükten beri hiç sevmezdi– ara sıra şaklayan kırbaçta, hatta Ahmet’le Eleni’nin iyice ilerleyen muhabbetinde bile, keyif-li bir hal vardı. Yolda sokak lambalarını yakan Hüseyin Efendi’yi gördük. Sırığının ucuna bağladığı tuhaf aletle havagazı lambala-rını tutuşturuyor, peşinde dolanan çocukları kovmaya yelteniyor ama çocuklar bir türlü peşini bırakmıyordu. Hristo’nun hava olsun diye arada bir yaktığı, arabanın fenerlerinin mi yoksa sokak lam-balarının mı daha çok ışık verdiğini, bir an öylesine düşündüm ama gözüm hemen Eleni’ye kaydı. “Artık hem elektrik hem hava-gazı yanmayacakmış sokaklarda” dedi Eleni, bir yerden okuyormuş gibi; Hüseyin Efendi’ye baktığımı sezip. “Tasarruf” dedi sonra bu işlerle o kadar da ilgilenmediğini belli eden bir el hareketiyle. Bir süre sessizlik olunca, Hristo, cin bir fikirle hemen, kimsenin yo-rum yapmadan duramayacağı Kurbağalıdere bahsini açtı. Demin bir müşterisini Kızıltoprak’a bırakmıştı da, derenin yakınlarından geçerken kokudan duramamıştı. “Her tarafı sivrisinek saracak.” dedi Hristo, “Ne diyorsunuz bu işe?” Müjgan hemen “Bu sefer o iş tamam çocuklar” dedi, sanki konuyu biz açmışız gibi bize döne-rek. Babası anlatmıştı, bahar sonunda bir keşifname hazırlanmıştı, dereye akan pislik fennî lağımlara aktarılacaktı. Daha büyük bir tarak dubası da istenmişti Ankara’dan, o da gelince bu iş tamamdı. Ahmet “Duba falan çözüm değil, sondaj yapmadan bu iş olmaz”

Page 13: KARLAR ALTINDA KÖRLER ÜLKESİ · olanlar da Darülbedayi’de daha iyisi var deyip biraz da İstanbul’a geçmek bahanesiyle oraya kaçardı. İşler bir türlü düzelmeyince,

13

dedi, “kaç yıl önce, babamın arkadaşı her şeyi hazırladı, teklifi ver-di ama oraya ağaç dikeceğiz, park yapacağız, üzerini kapatacağız diye son anda iptal ettiler. Kendi düşen ağlamaz.” “Aaa, amma da sert çıkıştın kıza” dedi, Eleni, Müjgan belli etmemeye çalışsa da bo-zulmuştu. Yolun kalan kısmı Ahmet’in işi şakaya vurup Müjgan’ın gönlünü almaya çalışmasıyla geçti, sivrisinek sesi çıkarıp Müjgan’ın kolunu sokuyormuş gibi çimdik atıp durunca, Müjgan da sonunda dayanamamış kahkahayı koyvermişti.

Mühürdar’a geldiğimizde, niyeyse keyfim kaçtı, kendimi önem-siz ve işe yaramaz hissettim. Bazen topluca gelinen yerlerde, tam arabadan inecekken, tam masalarımıza oturacakken, henüz bir şey içmemişken, birkaç kadeh rakı içilip de devamında saçma şeyler yapacağımı, söyleyeceğimi fark etmişsem; yine tiyatro tayfasının peşine takılıp geldiğim için bir pişmanlık duyar ve o an orada hiç bulunmamış olmayı, kendimi odamın sıkıcı huzuruna bırakmayı dilerdim. Şimdi bunu, hem arabadan inerken hem de masamıza oturmuşken yaşıyordum, bu iyiye delalet değildi.

Aleko’nun Gazinosu’na, henüz çok genç sayılabileceğim yıl-larda, fokstrot ve çarlistonun patladığı zamanlarda gelir, çoğu kez beceriksizlikle, liseden arkadaşlarımla, bir filmdeki jönü taklit edercesine dans ederdik. Dans etmenin, hareketlerle yüz ifadesinin uyumundan ibaret olduğunu, herkes gibi bilir ama bunu bir türlü başaramazdım. Kadınlardan utandığım için de değildi bu. Bir iki kez gittiğim, Mısırlıoğlu Bahçesi’ne doluşmuş onca mutsuz erkek dans ederken de yüzümdeki, kollarımla ayaklarımla uyumsuz, boş ifade, yakamı bir türlü bırakmaz, daha da gülünç duruma düşer ama ısrarcı arkadaşlarımı da kıramaz, acemiliklerime devam eder-dim. Fiko, Moda’da kendi yerini açınca, zaten bahçe de tüm bece-riksizlik anılarımızla birlikte keyifsizleşip, unutulacaktı.

Güzel bir Rum delikanlısı olan Argo, mezelerden ne isteyece-ğimizi her zaman az çok bilse de üşengeçlik göstermeden teker teker saydı ve siparişlerimizi aldı. Ben özellikle buradaki patlıcan turşusunu çok sever, hatta buraya biraz Basil’in beyaz köşkünün pitoresk havası, biraz da bu patlıcan turşusu için gelirdim. Son za-manlardaysa Eleni’yi biraz daha yakından göreyim diye bu tiyatro-cu kalabalığına daha da çok karışıyordum. Eleni’yle aramızda bir şeyler olur muydu, olursa neler olurdu bilmiyordum. Bunun aslında bir aşk başlangıcı olmadığını sanıyordum iyimserlikle. “Öyle olsa