kitap aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü”...

25
Ağaçlar neden gülmesinler ki... Beatriz Sarlo: “Geçmiş Zaman” Dünyanın üzerinde yeni bir hayalet: “Yaklaşan İsyan” “Üs yok, tesis var” diye diye... Ahmet Tulgar: “Çocuklar ve Canavarları” Aydınlık BU SAYIDA 37 KİTAP TANITILIYOR 23 Mart 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı:4 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 133 ÇevirmeniAhmetCemal, StefanZweigve “Montaigne”ianlatıyor: ÇevirmeniAhmetCemal, StefanZweigve “Montaigne”ianlatıyor: ÇevirmeniAhmetCemal, StefanZweigve “Montaigne”ianlatıyor: ÇevirmeniAhmetCemal, StefanZweigve “Montaigne”ianlatıyor: ÇevirmeniAhmetCemal, StefanZweigve “Montaigne”ianlatıyor: ÇevirmeniAhmetCemal, StefanZweigve “Montaigne”ianlatıyor: İnsanlığın Amok Koşusu hızlandı

Upload: others

Post on 10-Nov-2020

11 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

Ağaçlar neden gülmesinler ki...

Beatriz Sarlo:“GeçmişZaman”

Dünyanın üzerinde yeni bir

hayalet:“Yaklaşan İsyan”

“Üs yok,tesis var”diye diye...

Ahmet Tulgar:“Çocuklar veCanavarları”

AydınlıkBU SAYIDA

37KİTAP

TANITILIYOR

23 Mart 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı:4

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP.

Toplam: 133

Çevirmeni�Ahmet�Cemal,�Stefan�Zweig�ve�

“Montaigne”i�anlatıyor:

Çevirmeni�Ahmet�Cemal,�Stefan�Zweig�ve�

“Montaigne”i�anlatıyor:

Çevirmeni�Ahmet�Cemal,�Stefan�Zweig�ve�

“Montaigne”i�anlatıyor:

Çevirmeni�Ahmet�Cemal,�Stefan�Zweig�ve�

“Montaigne”i�anlatıyor:

Çevirmeni�Ahmet�Cemal,�Stefan�Zweig�ve�

“Montaigne”i�anlatıyor:

Çevirmeni�Ahmet�Cemal,�Stefan�Zweig�ve�

“Montaigne”i�anlatıyor:

İnsanlığın Amok Koşusu

hızlandı

Page 2: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair
Page 3: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

2011 Nobel Edebiyat Ödülü’nün bir şaire, “Hüzün Gondolu”

ve “İzmir Saat Üç” adlı kitapları 1998 ve 2004’te dilimize

çevrilmiş olan İsveçli Tomas Tranströmer’e verilmesi, “Şiir

öldü mü kaldı mı?” tartışmasını yeniden alevlendirmişti hatır-

lanacağı üzere. Tranströmer’in Nobel alması üzerine pek çok

gazetemizin kültür-sanat sayfasında soruşturmalar yapılmış,

şairlerin görüşlerine yer verilmişti. Çok karamsar olan da

vardı, umudunu koruyan da…

Sözcüklerin bile doğallığını yitirip mekanikleştiği, plastik-

leştiği, fabrikasyon hale getirildiği bir dünyada şiirin bir za-

manlar sahip olduğu gücü koruyup koruyamadığı elbette ki

bir tartışma konusu. Ve biliyoruz ki “çarpıcı cümleler”, mik-

tarı baştan belli olarak, “tweet” şeklinde yazılıyor artık;

dizeler halinde değil.

Öte yandan, en azından sanat dergilerinin, kitap eklerinin

genel manzarasına bakıldığında, şiirin halinin pek iç açıcı ol-

madığı da söylenebilir. Yayınevlerinin yıllık üretimlerindeki

şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir.

Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul!

İspanyol şair Jose Hierro’nun “Şiir çare değildir ama insanı

avutmaya yeter” demesi, günümüzde şiirin kendisi için de

geçerli sanki…

Aydınlık Kitap Eki’nin amaçlarından biri de, şiire ve şair-

lere mümkün olduğunca geniş yer vermekti ve dört haftadır

bu sözümüzü tuttuğumuzu söyleyebiliriz. Şiirsiz olmayacağını

biliyoruz çünkü. Seyyit Nezir, Mecit Ünal, Cafer Yıldırım gibi

üç önemli şair ve kültür insanının yazarlarımız arasında bu-

lunması, her hafta şiirlerin ve şairlerin dünyalarında renkli

yolculuklara çıkmaları da Aydınlık Kitap Eki’nin ayrıcalık-

larından biri kuşkusuz.

Aydınlık Kitap Eki sayfalarında, eski yeni ayrımı yapmadan

şiir kitaplarına, ünlü ünsüz ayrımı yapmadan şairlere yer ver-

meyi sürdüreceğiz.

Çünkü, şiirsiz olmayacağını biliyoruz…

Haftaya görüşmek üzere…

Şiirsiz olmaz…23 MART 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP

İÇİNDEKİLER SUNU

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat

Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Editör: Pınar AkkoçYazıişleri: Damla YazıcıReklam Müdürü: Saynur OkuroğluSayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

Haftanın Portresi: İlhami Bekir Tez s. 4

İncirlik Üssü s. 4

Beatriz Sarlo: Artık düşünmeye değil,

hatırlamaya değer veriliyor s. 6

Neoliberal masallara karşı... s. 7

Mecit Ünal: Gülden Terazi s. 9

Ahmet Tulgar / “Çoçuklar ve Canavarları” s. 10

Mim Kemal Öke’den “Siyonizm ve

Filistin Sorunu” s. 11

Ahmet Cemal’le Stefan Zweıg, Montaıgne,

dünya ve Türkiye üzerine söyleşi s. 12-14

Seyyit Nezir: Arakablo s. 15

21 Mart Dünya Şiir Günü’nün ardından:

Şiirin mucizesi ve herkese bir öneri s. 16

Bir kitap bir film s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuklar için s. 20

Sahaf ve Anadolu’dan Kitabevi s. 21

Alıntı test ve Bulmaca s. 22

Umberto Eco “Prag Mezarlığı” s. 5

Dünyanın üzerinde yeni birhayalet: “Yaklaşan İsyan”

s. 8

ÖneriYorum

Çocuklar ve Canavarları, Ahmet Tulgar, DoğanKitap, 153 s.

Dönüşmek ve yazmaya ilişkin düşünce kaydıraklarıylatanışmak için.

Bir Maskenin İtirafları, Yukio Mişima, Can Ya-yınları, çev. Zeyyat Selimoğlu, 200 s.

Şiddetin ve cinselliğin güzel sanatlar seviyesinde işlene-bildiğine tanık olmak için.

Eşekarısı Fabrikası, Iain Banks, Ayrıntı Yayınları,çev. Aslı Biçen, 173 s.

İçindeki çocuğun, sineklerin kanatlarını kaparıp böcek-leri yaktığını hatırlamak için.

İçimizdeki Şeytan, Sabahattin Ali, Yapı KrediYayınları, 261 s.

Kötülüğün yapılan bir şey mi, yoksa olunan bir şey miolduğu sorusuna yanıt aramak için.

Amat, İhsan Oktay Anar, İletişim Yayınları, 235 s.Hayal üstüne hayal kurmak için

Hakan Günday1)

2)

3)

4)

5)

Page 4: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

İlhami Bekir Tez

(1906-1984)

40 Kuşağı şair ve romancıların-dan İlhami Bekir Tez, 1906’daTrablusgarp’da doğdu. Küçükyaşta öksüz kaldı. Kendisini ya-nına alan subay dayısının şehit ol-ması üzerine yetimhanedebüyüdü. İstanbul Öğretmen Oku-lu’nu bitirdi. Uzun yıllar çeşitli il-lerde ilkokul öğretmenliği yaptı.“Cumhuriyet”, “Son Posta”,“Tan” ve “Vatan” gazetelerindedüzeltmenlik, sayfa hazırlamagibi işlerle uğraştı.

Şiirimizdeki Toplumcu Ger-çekçi akımın önemli isimlerindenolan Tez, şiirlerinde aruz, hece veserbest ölçüleri kullandı. Sesinisözcüklerin gücünden alan coş-kulu söyleyişle dikkat çekti. Şiirve yazıları “Meş’ale”, “Milli Mec-mua”, “Resimli Ay”, “ServetiFünun”, “Varlık”, “Yeni Adam”,“Yeni Türk” dergilerinde yayım-ladı. “Sanat El Kitapları” diye ad-landırdığı broşür-kitaplaryayımladı. Özgür koşuğu Nâzım’dan öncebaşlatan şair olarak da tanınan İl-hami Bekir Tez’i önemli kılan birbaşka nokta da daha 1944’li yıl-larda, anlatının öne çıktığı romançizgisi dışında farklı, ruhbilimselçözümlemeleri ve sorgulamalarıöne çıkaran “Taşlıtarla’daki Ev”adlı romanıdır. “TaşlıtarladakiEv”, dönemin göre dikkat çekici

nitelikli duru dili ve halkın duru-munu, keskinleşen sınıfsal çeliş-meleri anlatmasıyla öne çıkar.

Siyasi kişiliğini “Sosyalist veMustafa Kemalci” olarak tanım-layan Tez, ölümünden kısa süreönce Enver Ercan’la söyleşisindeşöyle demişti: “Ben toplumcuşiiri Rus ozanlarından öğrendim,Mayakovski’den falan. Nazım daonlardan öğrendi. Ama ben Na-zım’a nazaran daha milliydim. Şi-irlerimde de görülür bu. Bir defahepimiz aynı coşkuları taşıyor-duk, amaçlarımızın doğrultusuaynıydı. Hayata yakın olmak isti-yorduk, en başta.”

Yönetmen Ali Özgentürk’ün1981’de çektiği “At” filminde, İs-tanbul’daki şehir hatları vapurla-rındaki yolculara şiirlerini satanbir adamın da görüntüleri yeralır. Gördüğümüz, o dönemdeKadıköy’de bir otelde yaşamaktaolan İlhami Bekir Tez’dir.

29 Mart 1984’te İstanbul-Bağ-cılar Huzurevi’nde yaşama vedaeden, “Son Kavga” adlı şiirinde“Ölüm bir kez çalar kapıları /Doğumdan öncesi, ölümden son-rası yalan / Yumruğu, göğsü vealtın başıyla / Ne güzeldir ayaktadimdik insan” diyen İlhami BekirTez’i, ölümünün 28. yılında say-gıyla anıyoruz.

“Ben toplumcu şiiri Rus ozanlarından öğrendim,

Mayakovski’den falan. Nazım da onlardan öğrendi.”

HAFTANIN PORTRES�

REHA GÖNENÇTürk Silahlı Kuvvetleri’nin Kore Sava-şı’ndan bu yana “dış görev”de en fazlakayıp verdiği Afganistan’daki helikop-ter kazası da şimdilik “teknik neden-ler”le açıklandı ama hiç merak etmeyin,sonuçta İncirlik’e çıkıyor...

Selin M. Bölme’nin “İncirlik Üssü /ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye” baş-lıklı kitabını okuyunca, genelde emperya-lizmin, özelde de NATO ve İncirlikÜssü’nün kara yüzünü ve bu tür “kazala-rın” gerçek nedenini bir kez daha tümnetliğiyle görüyorsunuz. Kitap, üssün ta-rihine, hukuki statüsüne ve pek çok ulus-lararası olaydaki rolüne kadar karanlıktakalmış pek çok noktayı aydınlatıyor.Amerikan üslerinin, bulundukları ülkele-rin askeri, ekonomik ve siyasi anlamdaABD hegemonyasına entegrasyonundanasıl önemli bir işlev yüklendiklerineodaklanan yazar, başından beri Tür-kiye’deki en önemli üs olması dolayısıyla,İncirlik’in ABD-Türkiye ilişkilerini doğ-rudan yansıtabilme özelliğinin üzerindede duruyor.

İlk bölümde, üs kavramını ve üslerinortaya çıkışını irdeleyen Selin M. Bölme,üslerin öteden beri “ikmal noktası” gör-evi gördüğünü, aynı zamanda da ticaretyollarını ve sınır boylarını koruduklarınıbelirtiyor. Daha sonra ABD’nin üs politi-kasına eğilen Bölme, Soğuk Savaş döne-minde, sonrasında ve günümüzde üslerinne işe yaradığını ayrıntılandırıyor. SoğukSavaş sona erdiğinde ABD’nin İkinciDünya Savaşı sonrasındaki “kurtarıcı”imajının da sona erdiğini söyleyen yazar,ekonomik olarak diğer ülkelere bağımlı-lığı artan ABD’nin, halkının yaşam stan-dartını koruyabilmek ve dünya üzerindekiegemenliğini sürdürebilmek için askerigücünden başka bir şeyinin kalmadığınıvurguluyor.

Kitabın, yaklaşık 280 sayfalık üçüncübölümü İncirlik Üssü’ne ayrılmış.Adana‘nın İkinci Dünya Savaşı yılların-daki “gizli üs” konumu, savaş sonrasındaTürkiye’nin aldığı pozisyon ve NATO pa-zarlıkları, üssün kuruluş belgeleri veABD’nin Ortadoğu’daki “parlayan yıl-

dızı” haline gelmesi, U-2 uçuşları, Lüb-nan İç Savaşı sırasındaki faaliyetleri, 1967Arap-İsrail savaşı, gizli anlaşmalar, bel-geler, elimizdeki çalışmayı benzersiz kıla-cak bir bütünsellik içinde aktarılmış.

Körfez Savaşı, Irak’ın işgali dönemi,Çekiç Güç gibi olgular, gerek Türkiye, ge-rekse ABD’nin çıkarları açısından, İncir-lik’le doğrudan bağlantılandırılarakdeğerlendiriliyor.

Selin M. Bölme, baştan sona akademikbir tavırla kaleme almış kitabını. Anti-emperyalist okuru heyecanlandıracak“sıcak” bir dil kullanmak yerine “soğuk-kanlılığını” korumuş. Ama çalışmasının,İncirlik üssünün nasıl bir bela merkezi ol-duğunu bir kez daha tüm ayrıntılarıylaanlamak isteyenler açısından bulunmazbir başvuru kaynağı olduğu da çok açık.

(İncirlik Üssü / ABD’nin Üs Politi-kası ve Türkiye, Selin M. Bölme, İleti-

şim Yay., 430 s.)

ABD EMPERYAL�ZM�N�N BA�IMIZDAK�BELASI: “�NC�RL�K ÜSSÜ”

“Üs yok, tesis var”diye diye...Körfez Savaşı,Irak’ın işgali, Çekiç Güç gibiolgular, gerekTürkiye, gerekseABD’nin çıkarlarıaçısından, İncirlik’ledoğrudanbağlantılandırılarakdeğerlendiriliyor

Bush dönemi ile ciddi bir sarsıntı ge-çiren Amerikan hegemonyasının yerinisağlamlaştırması küresel ve bölgesel güç-lerin giderek artan baskısı altında kolaygörünmemektedir. Sistemin işleyişi üze-rindeki bu rekabetin giderek kızıştığı birdönem içinde ABD için iki seçenek sözkonusudur; hegemonyası üzerindeki ül-kelerin rızasını yenileme veya askeri gücüdaha çok kullanarak imparatorluğa dö-nüşüm evrimini tamamlama. Her iki du-rumda da ABD’nin tüm dünyaya yayılanüs ağından yararlanma beklentisi içindeolacağı açıktır. Türkiye’de ise bu süreçyansımasını İncirlik Üssü üzerinden gös-terecektir.

KİTAPTAN

Page 5: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA 5Aydınlık KİTAP

HİKMET ÇİÇEKBologna Üniversi-tesi estetik profö-sörü, yazarUmberto Eco,“Prag Mezar-lığı”ında okurla-rını 19. yüzyılAvrupa’sında çokrenkli, çok zengin,

karnaval gibi biryolculuğa çıkarır.

Masonik örgütler,Illuminati tarikatı, Ya-

hudiler, Cizvitler, Kato-likler, Protestanlar,

Satanistler, Paris Komüncü-leri, komünistler ve İtalyan Carbo-

nari örgütü, Marks, Garibaldi,Dreyfus, Dumas, “Doktor Froide”(Freud değil!) vb.

“Prag Mezarlığı”nın zengin dünya-sında, Eco’nun engin tarih bilgisiylekurmaca bir dünyada buluşurlar.

Ortaçağa ilişkin bir sahtecilik, sahtebir belge, mektup vs. Eco’nun roman-larında sıkça kullandığı temellerden bi-ridir. “Prag Mezarlığı’nın, Eco’nundeyişiyle “kurgulanmış tek kahramanı”,romanın başkarakteri Simone Simoni-ni’dir. Simonini’nin asıl mesleği sahte-ciliktir. Her türlü sahte belgeyidüzenleme yeteneğine sahiptir. “Eskicidükkanı, asıl işini gizlemek içindir. Pa-ris’in en tekinsiz mahallelerinde, ken-dini “noter yardımcısı” olarak tanıtarakyaşar. Para karşılığında her çeşit belgeyidüzenleyebilir. Gerçekte olmayan birnoter sözleşmesi, hiç yazılmamış birmektup, bir vasiyetname ya da bir “iti-raf” yazılır.

“Birilerinin mahvına yol açacak birbelge yaratmak çok güzeldir. Sanatıngücü” der, Simonini (s. 29)

Simone Simonini, birkaç yıl yardım-cısı olarak çalıştığı yaşlı noter Rebau-dengo’nun yanında “mesleğin”inceliklerini öğrenir. Noterin asıl işinindiğer meslekleri gibi alım- satım, vasi-yet, vs. sözleşmeleri onaylamak olma-dığını anlar.

B�R KAMU GÖREV�OLARAK SAHTEC�L�K!

“Yaşlı noter asla var olmamış bağış-ları, alım-satımları, vasiyetleri ve söz-leşmeleri de onaylıyordu. Daha açıksöylemek gerekirse, Noter Rebau-dengo, makul fiyatlar karşılığında baş-kalarının el yazılarını taklit edereksahte belgeler düzenliyordu ve tanıklarıda çevredeki meyhanelerden sağlı-yordu.”

“Yanlış anlaşılmasın Sevgili Simonediyordu artık yardımcısına sen diyehitap eden noter, ‘ben sahte belge dü-zenlemiyorum, sadece saçma bir kazasonucu kaybolmuş, hazırlanabilecek-ken hazınlanmamış ya da hazırlanmışolması gereken bir özgün belgenin yeni

bir kopyasını düzenliyorum.” (S.109) İşin sırlarına vakıf olan, kaligrafide

ustasını geçen, düzmece belge hazırla-makta olağanüstü yetenek gösteren Si-monini, Noter’in yalnızca özelmüşterilerine değil, “kamu güvenliğiyleilgilenen kişilere de” hizmet verdiğiniöğrenir. Sahtecilik, yalnızca özel çıkariçin değil, bir “kamu görevi” olarak dayapılmaktadır!

“Şüphelinin adil olarak mahkumolabilmesi için yargıçların, polisin ge-rekçelerinin boşa gitmediği konusundaikna olmaları gerekirdi ve bunun içinde bazı belgesel kanıtlar olmalıydı.”(S.111)

Noter’in ve Simonini’nin işi, -elbettekarşılığı Frank olarak ödenerek- hükü-met görevlilerinin istediği “çürütülmesiolanaksız” belgeleri düzenlemekti.

Örneğin hükümet, Garibaldi veyaCarbonari örgütü (ki, Carbonariler,“komünizm denen en büyük musibetinkıllık değiştirmiş hali”nden başka birşey değildi!) yanlısı gençleri durdurma-nın bir yolunu aradığında Noter’e ihti-yaç duyuyordu. “O gençleri hatayapmaktan alıkoymak istiyorsak bununen iyi yolu kurumlara saldırı suçlama-sıyla onları bir süre cezaevine koy-mak”tı. Böylece gençler hatayapmaktan kurtarılacak, “özgürlükle-rine kavuşmuş” olacaklardı. Bu ne-denle, “onları komplo hazırlığındasuçüstü yakalamak” gerekiyordu.Bunun için isyancı liderlerden gençleregönderilen bir “mesaj” yeterliydi. Pa-rası ödendiğinde böyle bir mektubuüretmek Simonini için çocuk oyunca-ğıydı!

G�ZL� SERV�SLER�NH�ZMET�NDE

Simone Simonini için artık işin ba-şına geçme zamanı gelmiştir. Sahtecili-ğin püf noktalarını öğrendiği yaşlınoteri de sahte bir belge hazırlayaraktasfiye etmek zor olmaz. Artık gizliservislerin emrindedir.

Sahte belge üretmek için basılı eser-lerden yararlanmak, onları bulup de-ğiştirmek gerekmektedir. Bu yüzdenSimonini sık sık kütüphaneleri ziyaretetmekte, üreteceği belgeler için gere-ken bilgileri edinmektedir. Çünkü ha-zırlanacak belge “güvenilir birmuhbirin aktardıklarının edebi biruyarlaması gibi” görünmelidir.

“Hükümet ajanlarının kafasını fazlabilgiyle doldurmak gereksizdi, onlar sa-dece beyaz ve siyah, iyi ve kötü gibi açıkseçik ve yalın fikirler isterlerdi ve kötüyalnızca bir tane olmalıydı.” (s.123)

Simonini hazırladığı belgeleri do-lambaçsız ve özlü bir biçimde yazar.Zaten polis ajanları edebiyatçı olma-dıkları için iki ya da üç sayfadan fazla-rını kaleme alamazlar. “Gizli servisgönüllüleri... gidişatı altüst edebilecek-leri belgelere bayılırlardı.” (s.127)

PRAG MEZARLI�ISimone Simonini’nin en muhteşem

eseri, Yahudiler için kutsal kabul edi-len Prag Mezarlığı’nda yapılan “gizlitoplantı”dır!

Halkın kanını emen Yahudi” karşıt-lığının bir pazarı oluşmuştur. Cizvitler,Katolikler Yahudi düşmanıdır. HattaCumhuriyetçiler ve sosyalistler kana-dında da yahudi karşılığı gelişmekteydi.Zaten “Masonlar ve Tapınak Şövalye-leri’yle işbirliği yaparak Fransız Devri-mi’ne yol açanlar” da onlar değilmiydi?

“İnandırıcı olması için belge sıfırdanoluşturulmalıdır ve mümkünse özgünüasla gösterilmemeli, adından söz edil-diği duyulmuş ama kaynağa ulaşılama-mış olmalıdır. (s. 232)

Paris, Roma, Londra, Viyana, Ams-terdam, Berlin, Hamburg, Napoli,vb.’den gelen hahamların, Yahudilerindünyaya egemen olması için Prag Me-zarlığı’nda yaptıkları toplantı ve proto-kol böyle imal edilir. Hitler’in Yahudisoykırımının gerekçesi olduğu ileri sü-rülen “Siyon Bilgelerinin Protokolleri”böyle yaratılır!

Toplantıya katılanlardan ToredoHahami Benjamin’in şu sözleri sizcekurmaca bir konuşma mıdır?

“Bütün gazetelerin yönetimine bi-zimkilerin gelmesi şarttır. Basının mut-lak hakimi olduğumuzda onur, erdem,namus konusunda kamu görüşünü de-ğiştirebiliriz.” (s. 243)

DÜZMECE HABER YAPILIR!Simone Simonini artık sıradan bir

sahtekar değil uluslararası çalışan bircasus gibidir. İsteyene düzmece haberyapma ve yaymayı kotarır, isteyene“düşman”, yaratır. “Halka umut ver-mek için bir düşman gereklidir” (s.383) ve bu düşman tanınır ve korkulurolmalıdır!

“İnsanların en belli başlı niteliği herşeye inanmaya hazır oluşudur. Öyle olmasakilise iki bin yıldır inanılırlığını koruyabilirve ayakta kalabilir miydi? “ (s. 329)

Yüzbaşı Dreyfus’un bir casus olaraktutuklanmasına ve Şeytan Adası’nagönderilmesine neden olan mektubuda Simonini hazırlamıştır. Peki Dreyfussuçlu muydu? Simonini, “Dreyfus’unsuçlu olduğundan emindi, çünkü bunakendisi karar vermişti.” (s. 415)

Umberto Eco, “Prag Mezarlığı”nın“kurgulanmış tek kahramanı”nı şöyleanlatır:

“Simone Simonini, başka pek çokkişinin eylemini üzerine yansıttığım birkolaj ürünü bile olsa, bir şekilde budünyada var olmuştur. Hatta gerçeğisöylemek gerekirse, hâlâ aramızda ya-şamaktadır.”

(Prag Mezarlığı, Umberto Eco,Doğan Kitap, Çev: Eren Yücesan

Cendey, 494 s.)

UMBERTO ECO / “PRAG MEZARLI�I”

Düzmece haber yapmak veyaymak sahte belge düzenlemek,komplo kurmak, suç ve suçlu imal

etmek, hayali düşmanlar yaratmak...Umberto Eco, okurlarını 19. yüzyılAvrupa’sında öyle bir yolculuğa

çıkarıyor ki günümüz Türkiye’sini akla

getirmemek mümkündeğil

Prag Mezarlığı’ndaErgenekon’u bulmak

Page 6: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

SERRA YOSMAOĞLU“Geçmiş, her zaman bugüne döner”

diyor Beatriz Sarlo “Geçmiş Zaman”isimli kitabında ve sözlerini verdiği şu ör-nekle destekliyor: “Nazilerin Yahudi kı-yımı. Geçmiş zaman, onu zihninde taşıyanözneler tamamen ortadan kaldırılmadığısürece yok olmayacaktır. Anılar, tanık olankişiler tarafından söze ve yazıya dökül-dükten sonra, önü kesilemez şekilde, ne-silden nesile aktarılmaya devamedecektir.”

Düşüncenin belli bir tarafa çekilmesinekarşı çıkan Nietzsche, eleştirel tarihi des-teklemiş, anıtsal tarihi “antikacılar tarihi”diye yorumlamıştır. Son yıllarda tarihi ro-manların çok sattığını, tarihi film ve dizi-lerin çok seyredildiğini söylemekmümkün. Raphael Samuel bu dönemi“korumacı çılgınlık” diye nitelerken; Char-les Marier şöyle demekte: “Batı toplum-ları kendi kendilerini arkeoloji nesnesiyaptıkları bir dönem yaşıyorlar.”

SÖZLÜ TAR�H NEDENME�RULA�TI?

Bu dönem tarihçileri ve ideologları tat-min etmese de, kapitalizm pazarınıoldukça memnun ediyor!

Arjantinli yazar ve kültür tarih-çisi Beatriz Sarlo kitabında, tarihüzerine savunulan çeşitli görüşler-den bahsederken, tarihe tanıklıkeden kişileri ve onların tanıklığınıda sorguluyor. Sözlü tarihin, aka-demik tarihçiler tarafından ayrıbir yere konulduğu ve tanıklıkla-rın meşrulaştığı son 20-30 otuzyıldır, tanıkların deneyimlerinedayanan tarih yazımının ne denlisağlıklı olduğunu da sorguluyor.Tanıklıkların anlattığı hikayelerartık, belleğin işleyişine dayanı-yor olsa da, kaynak olarak kul-lanılmaya başlanmış durumda.Peki sözlü tarih, tanıkların an-latımı vb. neden meşrulaştı?Diyelim ki 30-40 yıl öncesinde“ben” şüphe uyandırıyorken,neden bugün ayrıcalıklı birkonuma yerleşti? Sarlo, bi-

rinci şahıs tanıklığının bu ayrıcalıklı ko-numunu araştırırken, Susan Sontag’ın şusözlerini de hatırlatmadan geçemiyor:“Belki de hatırlamaya çok fazla değer veri-lirken, düşünmeye yeteri kadar değer veril-miyor.”

YARALI ÖZNELERPeki neden 1960’lı yıllarda “öznenin

ölümü” ilan edilmişken, zamanımızdan 20yıl öncesine gidildiğinde “öznenin diri-lişi”nden bahsediliyor? Sarlo öncelikle,“öznenin ölümü”nü ilan eden savları ince-liyor. 1970’li yılların sonlarına doğru oto-biyografi, birinci tekil şahıs romanlardanayırt edilmesinin mümkün olamayacağıgörüşünü savunan yazarlar ta-rafından, doğrudan yadsı-nan bir tür olmuştu.Otob iyogra f i l e r,orada olmayan birbeni sahneye ko-yarak, anlatıdayer alan deneyi-min sahiciliğiniy i t i r m e s i n eneden olmak-taydı. Yani Sar-lo’nun söylediğigibi, “Kesin olan,maskenin ağzı yo-luyla çıkardığı sestir,hakikat diye bir şeyyoktu, sadece kendi haki-katini anlattığını söyleyen birmaske vardır.” Çünkü otobiyogra-fide öznenin, anlattıklarıyla özdeş oldu-ğunu gösterebilecek tek şey imzasıydı. Butürün hakiki olduğunu destekleyen başkaherhangi bir durum yoktu. Öte yandan,öznenin tanıklığıyla ilgili de çeşitli savlar

söz konusuydu. Tanıklığın birinci tekilşahıs olması gerekiyordu, yani anlatan kişianlatıcısı olduğu olaydan doğrudan etki-lenmiş olmalıydı. Kitapta, Nazilerin depo-lama yeri olarak tabir ettikleri Lager’denyola çıkılarak örnekleme yapılmış: La-ger’de tüm tutuklular ve Naziler insanlık-larından bir şeyler yitiriyorlardı. Buyüzden, kamp tanıklığı yapan özne gerçekbir özne değildi, yalnızca yaralı bir öz-

neydi. Birinci tekil şahıs ise artıkölüydü ve onun tanıklığına baş-

vurulamazdı.Beatriz Sarlo kitabında,

günümüzde kişisel değer-lendirmelerin, çözümle-menin yerini tuttuğundanbahsediyor. “Hakikat ay-rıntıda yatmaktadır ve bi-reysel anlatıların, tanığınanlatımı sırasında ayrın-tılara yer vermesiyle, ha-

kiki olduğu yönünde algıoluşmaya başlamaktadır”,

diyor Sarlo. “Geçmiş Zaman”, yaşadığı-

mız çağda tanıklığın ve deneyim-sel anlatımın taşıdığı anlamı

tartışırken, bu anlatımın verildiği önem açı-sından etik olup olmadığını sorguluyor.

(Geçmiş Zaman, Beatriz Sarlo, MetisYay. çev. Deniz Ekinci-Peral Bayez Charum,

112 s.)

Son yıllarda tarihi romanların çok sattığını, tarihi film ve dizilerin çokseyredildiğini söylemek mümkün. Raphael Samuel bu dönemi

“korumacı çılgınlık” diye nitelerken; Charles Marier, Batı toplumlarının kendi kendilerini arkeoloji nesnesi

yaptıkları bir dönem yaşadıklarını söylüyor

BEATR�Z SARLO: ARTIK DÜ�ÜNMEYE DE��L, HATIRLAMAYA DE�ER VER�L�YOR

Tanıklığın izinde: Özne ve deneyim

Sarloöncelikle,

“öznenin ölümü”nüilan eden savlar�

inceliyor. 1970’li y�llar�nsonlar�na do�ru otobiyografi,

birinci tekil �ah�s romanlardan

ay�rt edilmesinin mümkünolamayaca�� görü�ünü

savunan yazarlartaraf�ndan, do�rudan

yads�nan bir türolmu�tu

BEATR�Z SARLO

Page 7: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

Aydınlık KİTAP

CENK ÖZDAĞSSCB’nin dağılması sonrasında or-taya atılan bazı tezler Türkiye aydı-nının zihnini ve vicdanını esir aldı.Bu tezler o denli kanıksandı ki bir-çokları konuşma ve yazılarında şuifadelere başvurmaktan kendilerinialamıyorlardı: ‘’İdeolojilerin ve tari-hin sonu geldi’’, ‘’post-ideolojikçağda yaşıyoruz’’, ‘’devrimcilerin ya-pamadığını kapitalizm yaptı, dünyaküreselleşti’’, ‘’ulus-devletlerin sonugeldi’’, ‘’insancıl bir kapitalizme gi-diyoruz’’, ‘’kapitalizm kesin olarakkazandı, sosyalizm bitti’’... TV prog-ramlarındaki konuşma-larda ‘’küreselleşendünyada...’’, ‘’tarihinsonu geldiğinden beri...’’türünden beylik laflarTürk aydınının gündelikkonuşmasının bağlaçlarıhaline geldi. Bütün buolumsuz iklime karşınvicdanlı, bilimsel ve dev-rimci tavır takınan ay-dınlar ve onlarıneserleri ortaya çıkmayadevam ediyor. MehmetUlusoy’un ‘’Ulusal Dev-rim ve Küresel Karşı-devrim’’ adlı kitabı bukapsamda değerlendirilmesi gere-ken bir çalışma.

YEN� ORTAÇA�Mehmet Ulusoy’un Teori dergi-

sindeki yazılarında da okuduğu-muz post-modernizm karşıtıdüşünceleri eserin kavramsal çer-çevesini ve neoliberal iklime karşıtemel yanıtları içeriyor. Yazar buiklimin ürünlerinin başlıcalarınıörtük olarak (ürünlere teker tekergönderme yapmadan) ele almış veonlara karşı savunduğu görüş-leri kitabın geri kalanındaayakları üzerine oturt-tuğu tarihsel gerçek-lere,ekonomi-politiksüreçlere ve sonbölümde yer alangeleceğe dönükbakış açısına bağ-lıyor. Bu yönüyleeser birbiriyle içiçe geçmiş birçokyönü olabildiğinceayırmaya çalışsa dagerçekliğe bağlı kala-rak bunları tek yanlı ola-rak değil, bir bütüniçerisinde ele alıyor.

Giriş bölümünde özetle sunulan‘’yeni ortaçağ’’ olgusunun faşizankarakteri ‘’Küresel Karşıdevrim veLiberal Faşizm’’ başlığı altında so-mutlanıyor. Yazar, ‘’Liberal fa-şizm’’ kavramını yeni dünyadüzeninin siyasal rejimini ortayakoymak amacıyla, küresel karşı-devrimle ve günümüz kapitalizmi-nin yeni biçimi olanmafyokrasiyle* olan ilişkisiyle bir-

likte serimliyor. Bu bölümde elealınan düşünceleri işlemek için ya-rarlandığı olumsuz örnek JonahGoldberg’in ‘’Liberal Faşizm’’ ki-tabıdır. Faşizmle ve liberalizmle il-gili ‘’bilinç kirliliği’’nin bir özetiolması nedeniyle kitap MehmetUlusoy tarafından iyi seçilmiş birpolemik aracına dönüştürülmüş.

EMEK PROGRAMININ ÖZET� N�TEL���NDE

Söz konusu eserde neoliberaltezlerin birçoğu yanıtlanmış, karşı-sına emperyalizm ve milli devrimler

çağının politik ay-gıtı olan ulusaldevletin ve ulusaldevrimin dev-rimci bir yakla-şımla ele alınantezleri serilmiş.Eklektik ve anali-tik yaklaşımlarınaksine kitapta te-leolojik bir tutumgözlenmekte.Somut durumutahlil edip sonra-sında olası seçe-neklerinsıralandığı türden

analitik bir eserden çok somut du-rumun tahlilini devrimci bakış açı-sına ve devrimci programa göreortaya koyan bir eser ortaya çıktığısöylenebilir. Kitabın başından so-nuna yedirilmiş olan tarihsel bakışneoliberal tezlerin tarihe aykırılığınıtanıtlamak amacıyla sürekli etkin kı-lınmış ve bu tezler bir diyalog şek-linde yanıtlandığı için kavramsal vetarihsel yanlar iç içe geçiyor. Dev-rimcilerin programı olan milli de-mokratik devrim ve ulusal

devrimlerle küresel karşı-devrimi bozguna uğ-

ratma seçeneğineoliberal masal-

larla yapılan di-yalog(tartışma) sü-resince canlıtutuluyor.

MehmetUlusoy’unbu kitabı as-

lında neolibe-ral hurafelere

karşı gerçekle-rin kazanacağı

ideolojik-kültürelemek programının bir

özeti niteliğindedir. Bu göreviTürkiye aydınına veren sisteminneoliberal saldırısının ta kendisidir.

* Emperyalizmin Doğu Perinçek ta-rafından tanımlanan ve saptanan birüst aşaması yahut uzantısı – Bu ko-nuda Kaynak Yayınları tarafından ba-sılan ‘’Mafyokrasi’’ adlı kitababakılabilir.

(Ulusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim,Yazar: Mehmet Ulusoy,

Kaynak Yayınları, s. 376)

Neoliberalmasallara karşı...

MehmetUlusoy’un bukitab� asl�nda

neoliberal hurafelerekar�� gerçeklerin

kazanaca�� ideolojik-kültürel emekprogram�n�n

bir özetiniteli�indedir

Page 8: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP

DAMLA YAZICIHani bazen olur, adını bilmediğiniz birkitap beklersiniz. Gelsin ve size koca bir“işte budur” dedirtsin. Gelsin ve size“uzun zamandır seni bekliyordum” de-dirtsin. Gelsin ve siz onun her sayfasınıokuduktan sonra evde bir tur atın mut-luluktan. Evet, beklediğim kitapla karşıkarşıya kaldığımda bu tür “deli derleradama” eylemleri sergileyebiliyorum veşu an size anlatmaya başlayacağımkitap bana bütün bu dediklerimi yap-tırmıştır.

Yazının nesnel olması şablonculu-ğunu bir kenara bırakırsak “anarşik”,“gomonist” veya “pis solcu” sıfatlarınıüzerime yapıştırmak isteyen herkesikutlar ve ellerinden öperim! Anlataca-ğım kitap kesinlikle uslu bir çocuğun di-liyle yazılmamıştır ve saygı gereğiyorumlanmasının da uslu bir dille ya-pılmaması gerektiği inancında-yım.

Bir “şeyi” sevmek yada sevmemek herkesinkendi tercihidir fakat“gerçekler” tercihedilmez.

“Var olan” herzaman görülmezama bu onun “varolma” durumunuyok etmez. “Ger-çekler” böyledir.

Heraklitos “değiş-meyen tek şey değişi-min kendisidir” derama “gerçekler” asla de-ğişmez.

GÜZEL MASALLAR HEPUYUTUR!

Fransız düşünür, sosyolog Jean Ba-udrillard’ın Simülasyon Kuramı, “ger-çeklik” kavramı üzerine yapılmışönemli bir üretimdir. Baudrillard’ın gö-rüşüne göre; insanlar televizyonda Af-rika’daki açlık haberini, herhangi birtuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsız-lıkla izlemekte. Bu Afrika’daki açlığıyokmuş gibi gösteriyor olabilir ama“Afrika aç!” gerçeği değişmez, sadecebize sunulan simülasyonda görünür du-rumda değildir.

Bütün bu mekanizmaya baktığı-mızda “siyaset” bu simülasyonu oluş-turmada trenin makinisti konumunda.Bir sistem yaratıldı ve bu sistem de-vamlılığını sağlamak için uslu çocuklaryetiştirmek zorunda. Eğitim kurumla-rıyla, dini felsefeleriyle, yüksek çözü-nürlüklü ahlak öğretileriyle, güzelkıyafetleri ve konforlu koltuklarıyla biz-lere, sistemlerini anlattıkları bir kutukarşısında rahat rahat üretilen patatescipslerini yiyerek uykuya dalmamızısağlamaktalar. Güzel bir masal herzaman uyutur!

Peki “isyan”, Halil Sezai abimizin gi-tarının ucuna sigarasını takarak “isye-eeaaaan” diye şarkı söylemesiyle

gerçekleşebilecek kadar kolay mı? Onuda geçelim bizler güzel uykumuzdanuyanıp neden isyan edelim?

Çünkü yapraklar yeşil, yollar gri,güneş sarı olabilir ama hayat tozpembedeğil!

“BU K�TAPTAN UZAK DURUN!”“Yaklaşan İsyan” adlı kitap işte bunu

gözler önüne seriyor ve simülasyonungerçekleri örten sistemini darmaduman ediyor. Fransa üzerinden anlat-

tığı şeylerin kendi ülkenizde deaynen uygulandığını görmek

sizi soğuk suya sokup birduş alıp çıkmanızı sağlı-

yor. Çıktığınızda birşeyleri sorgulamayabaşlamışsanız eğerisyana yaklaşıyorsu-nuz demek oluyor.

Ünlü, aşırı sağcıt e l e v i z y o n c uGlenn Beck “Bukitaptan uzakdurun!” diye ban-gır bangır bağırıyor.

Neden? Sistemin bize ver-

diği bireysellik ve öğü-tülmüş insan karekteri

toplumsal dayanışmanınönüne hep ket vurmuş olsa da

artık bir çıkmaza girildiğini gösterensomut isyanlar var. İngiltere’de öğrenciharçlarına getirilmek istenen zamlaalevlenen ve eşitsizliğe karşı dinamikbir hareket olan “Occupy” hareketi (ki Şubat ayında İngiltere’de bulundu-ğumda, St. Paul Katedrali önünde ça-dırlarının hâlâ kurulu olduğunu vemücadelelerine devam ettiklerini gör-düğümde büyük bir şaşkınlık ve mutlu-luk yaşadığımı belirtmeliyim),Yunanistan’da çöken sistem ve başla-yan eylemler, Fransa’da2006 ‘da üni-versite ve liseli-lerin gençleriniş güvenceleriniazaltan yasayakarşı yaptıklarıeylem ve WallStreet eylemlerivb. yaklaşan is-yana örnek teşkilediyor.

“Yaklaşanİsyan”ın yazarı“görünmez birkomite” olarakadlandırılıyor.Fransa’da ulusal

demiryolu ağına düzenlenen bir sabo-taja karışmakla suçlanan dokuz kişiyazdıkları bu kitapla Fransa İçişleriBakanı tarafından “terörizmin el ki-tabı”nı yazmak ve aşırı sol hareketleriteşvik etmekle ithamedildi. Kitap, sözkonusu “terör”davasının temelkanıtlarından birihaline getirildi.

SORU��ARETLER�

Kitabın ilk bölü-münde sisteme yö-nelik eleştiriler sert,sade ve çarpıcı bir bi-çimde okuyucuyusarsmaya yönelik ola-rak ortaya konmuş.Eğitim sistemi, tüke-tim kültürü, metropol-ler ve mülk kavramı,çalışmak ve yaşamaküzerine yorumlar veiçinde bulunduğumuz bireyci toplu-mun sağlıksız yapısı etkileyici bir dilleokuyucuya sunuluyor. Kitabın ikincibölümünü başlatan “İşe Koyul” cüm-lesi, örgütlenmeye ve sessiz topluluğuayağa kaldırıp gerçekleri isteme hak-kını eline almasının vaktinin geldiğini,bunu nasıl yapacağını anlatıyor.Doğal, basit, samimi ve gerçek bir top-lum olmanın çivisini okuyucunun ka-fasına çakmaya çalışıyor. Toplumugerçekleri arama mücadelesinde cesa-retlendirmeye çalışıp sisteme doğrueleştiriler getirse de örgütlenmenin

nasıl gerçekleşeceğinin ucunu açık bı-rakıyor. Kitabın soru işaretiyle bitmesibu açıklığı ortaya koyuyor.

CANSIZ MANKENLER�NSALDIRISI

Peter McLaren’in “Kapitalistler &İşgalciler” kitabının önsözünde, kü-çükken vitrinlerdeki cansız mankenle-rin bir gün dünyayı ele geçireceğindençok korktuğunu söylediğini anımsıyo-rum ve bugün dünyanın gerçekten o

cansız mankenlerineline geçmiş oldu-ğunu görüyoruz.Her şey vitrin-lerde sergilenmekve deli gibi tüke-tilmek üzere üre-tiliyorgünümüzde vekitap bu özentive cansız hayatakarşı bir müca-dele başlatmakiçin cümlelerkuruyor.

20. yüzyılınen önemliAvusturyalıkadın yazarla-rından Inge-borg

Bachmann birşiirini şu cümleyle bitirir: “İstenen,yalnızlıklarda eriyip gitmemiz.” Kitabıokuduğum süre içersinde bir tekrarbandı gibi hep bu cümleyi kurdu bey-nim ve yalanlarla örülmüş dünyamızabir gerçek koymanın mutluluğunu ya-şadım.

Kitaplarda sevdiğim bölümler ve

cümlelerle karşılaştığımda o sayfanın

köşesini kıvırırım ve bu kitap bittiğinde

kitap kıvrıklarla doluydu. Sel Yayıncı-

lık’tan çıkan ve Işık Güngör’ün çeviri-

siyle okuyacağınız bu kitap size pek çok

şey öğretecek.

DÜNYANIN ÜZER�NDE YEN� B�R HAYALET: “YAKLA�AN �SYAN”

“Yaklaşan İsyan”ın yazarı “görünmez bir

komite” olarak adlandırılıyor. Fransa’da ulusal

demiryolu ağına düzenlenen bir sabotaja

karışmakla suçlanan dokuz kişi yazdıkları bu

kitapla Fransa İçişleri Bakanı tarafından

“terörizmin el kitabı”nı yazmak ve aşırı sol

hareketleri teşvik etmekle itham edildi

Çünkü hayat tozpembe değil!

“2005 Kasımı’ndaki büyük yangın,sık sık ileri sürüldüğü gibi uç nok-tada bir mülksüzleştirmenin so-nucu değildi. Aksine bölgeye tamanlamıyla sahip çıkılmasıydı. İn-sanlar tepeleri attığı için arabalarıyakabilir ama bir aydır devameden isyanı sürdürebilmek, hemde polisin sıkı kontrolü altınday-ken bunu yapabilmek için, ör-gütlemeyi bilmek, suçortaklıkları oluşturmak gerekir.Yani bölgeyi mükemmelen bil-men, ortak bir dile ve düşmanasahip olman gerekir. Ateş fer-sah fersah ve hafta hafta ya-yıldı. Yeni alevler en

beklenmedik yerlerde ortaya çıkıp yangınıharladı. Fısıltı gazetelerinin telefonlar gibidinlemeye alınmasının imkanı yoktur.”

“Eğer Fransa saatlik üretimde Avrupaşampiyonu olmasaydı, bugün olduğu gibianksiyete haplarının anavatanı, anti-dep-resan cenneti, nevrozların Kabe’si de ol-mayacaktı. Hastalık, zihinsel yorgunluk,depresyon tedavi edilmesi gereken birey-sel rahatsızlık belirtileri olarak görülebilir.Bütün bunlar sadece var olan düzenin de-vamına, aptalca normları kuzu kuzu ka-bullenmeme ve koltuk değnekleriminmodernize edilmesine hizmet ediyor.”

(Yaklaşan İsyan, Görünmez Komite,Sel Yay. Çev. Işık Güngör, 120 s.)

Kitaptan

Page 9: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAP

Köyümüz yakışıklı, güzel sesli Hikmet Abi’sinikaybetti…

Recep Birgit’e benzetirlerdi hem kendisini,hem sesini. Tarlada çalışırken söylediği türkü-ler köyden duyulurdu daha düne kadar:

“Adatepe yolundaAltın saat kolundaAy gibi doğdunSürmeli gözlü Refika,Miralay kızı mısın?”Köyün zeytin budama, aşı yapma ustasıydı

Hikmet Abi; Doğrucusu, bilirkişisiydi. Zeytinrekoltesini öğrenmek için gelip onu bulurlardıçevre köylerden çiftçiler. Hasatta ne kadar zey-tin elde edilebileceğini kilosu kilosuna bilirdi.Birçok kişi ondan öğrenmiş deliceden akıllı ye-tiştirmesini, aşı yapmasını. Yakın zamanlarakadar köyün budama grubunun ekipbaşısıydıHikmet Abi. Onun budadığı zeytinler “keyf”egelir derlerdi. Gençliğinde iğne yapar, diş deçekermiş. Askerlik hatıralarında İstanbul, av-cılık hatıralarında Kazdağları vardı hep. Ha-yatının geçmiş zamanlarına ilişkin anlattığıhikâyeler, şimdi bir romandan alınmış en na-dide parçalar. Onun hayatı da, herkesin hayatıkadar yazılmamış bir roman çünkü.

“DEMEK B�R TEK ÖLÜRKEN YALNIZ �NSAN”

En yakın komşumuzdu Hikmet Abi. Sabahakşam ağzında eski zamanlardan kalma birtürküyle gölge gibi tin tin geçişi dün gibidir.Önce ağzından türküleri alındı. Sonra hatıra-ları… Gençliğinin hangi hikâyesine düştüyse,birkaç kez kaybolup Kazdağı’na çıkan patika-larda bulundu. Bıçağı, testeresi, çapası düştübirer birer elinden; ne kaşığı tutar oldu, ne ça-talı. Ne hekimin yazdığı ilaçlar, ne MüzeyyenAbla’nın anne sevgisi kâr etti; bir başlayıncaçabuk ilerlermiş meğer Alzheimer hastalığı.Kısa zamanda bir bitki gibi duygusuz ve tepki-siz olup çıktı köyün yakışıklı, güzel sesli Hik-met Abi’si…

Kapısında gece gündüz Müzeyyen Abla’nınbeklediği yoğun bakım servisinin soğuk odala-rından birinde gözlerini kaparken, kendisin-den başka hiç kimse yoktu yanında.

“Demek bir tek ölürken yalnız insan,Tanrıdır oysa hep yaşayan tek başına”.

�NSANIN KEND� KEND�S�KAR�ISINDAK� YALNIZLI�I

“Yalnızlık paylaşılmazPaylaşılsa yalnızlık olmaz”.Kısa şiir ustası Özdemir Asaf’ın iki dizeden

oluşan, bir sav söz niteliği kazanmış bulunanbu şiiri, en bilinen şiirlerinden biridir. “Yalnız-lık paylaşılmaz” adlı kitabının da adı olmuşturilk yayımlandığı zaman. Ölümünden yıllarsonra bir araya getirilen toplu şiirlerinde kita-bın son bölümünün başlığı ve “Yalnızın Du-rumları” şiirinin önsözüdür. (ÇiçekSenfonisi/Toplu Şiirler, sf. 483, YKY, Ocak2011, İstanbul).

“Jüri” başlıklı “Bütün renkler kirleni-

yordu/Birinciliği be-yaza verdiler” şiiri deyine çok bilinen ve savsöz niteliği kazanmışkısa şiirlerinden biridir(Sf. 33).

Bana kalırsa, Özde-mir Asaf’ı karakterizeeden asıl şiirdir “Yal-nızlık paylaşılmaz”. “Şi-irlerinin özü ve sesiyle,dönemlerin ve akımla-rın ötesinde , çağdaşTürk şiirinin en özgünisimlerinden biri” oldu-ğunda birleşilen Özde-mir Asaf, kısalı uzunlubütün o şiirleri sanki buşiire varmak için yazmış-tır. Bir şair için, şiiriningelişimi yolunda diyalek-tik bir süreç söz konusu-dur doğal olarak; oysa budurum, Özdemir Asaf için doğal olmayaraksöz konusudur.

Özdemir Asaf, insanın, ölüm karşısındakiyalnızlığıyla değil; daha çok, hatta tümüyle,hayat, toplum, insanlar ve yek diğeri karşısın-daki yalnızlığıyla ilgilidir. Dahası, insanınkendi kendisi karşısındaki yalnızlığının ancakÖzdemir Asaf’ta rastlanabilen apayrı bir yal-nızlık teması durumunda olduğu da söylene-bilir:

“Yalnızın odasındaİkinci bir yalnızlıktırAyna” (Sf. 483);

“YalnızHem kaptanıHem de tek yolcusudurBatmakta olan gemisinin..” (s. 485);

(“Onun için/Ne sonuncu ayrılabilir/Gemisin-den,/Ne de ilkin”).

ENTELEKTÜEL TAPINÇ KÜLTÜİnsanın doğa karşısındaki güçsüzlüğünden

doğar başta yalnızlık duygusu. İnsan, bunu,ilkel ve eşitlikçi bir düzenle sürüden toplumageçerek alt ettiyse de, sınıflı toplum düzenleribu duyguyu yeniden ortaya çıkardı ve üretti.İnsanın doğa karşısındaki yalnızlığı, onun top-lum içinde, toplumsal düzen karşısındaki yal-nızlığı, giderek güçsüzlüğü, zavallılığı halinialdı. Apayrı bir konu ama, yalnızlığın ya da yal-nızlık duygusunun hemen her zaman siyasalbir yanı olması bu yüzden.

Kapitalizm bu duyguyu onla, yüzle, binleçarptıkça, yalnızlığın binbir çeşidiyle birliktefelsefesi de doğdu ve sanat ve edebiyatın temelkonularından biri oldu. Bir yandan yalnızlığıüreten kapitalizm, her insanı en yakınından –kendisinden bile- kopararak kendi ıssız ada-sının mezarına gömerken, bir yandan da bunukutsadı ve entelektüel bir tapınç kültü yarattı.

Kapitalist metropollerin gökdelen kulele-

rinde bitişikteki komşusununkim olduğunu bilmeden ya-şayan milyonlarca insan, ka-pitalizmin yaratıp insanlığınve insanların içine saldığıişte bu canavarın kurbanı.

YALNIZLIK: “HERLEKE/KEND�S�YLEÇIKAR”

Özdemir Asaf’ın toplu şi-irlerdeki “Yalnızlık Paylaşıl-maz” kapsamındaki“Yalnızın Durumları” şiiri,yalnızlığın bu konu üzerineyazılmış en önemli şiirler-den biri bence. ÖzdemirAsaf’ın “Yalnızın Durum-ları”nı yazdığı yılların Tür-

kiye’sinde, 1950’li, 60’lı, 70’liyıllarda on kattan yüksek bina yoktu neredeyse;beton, metal ve plastik bir ahtapot gibi bu denlisarmamıştı her yanı. Henüz toprağa basıyorduayaklarımız, suyu çeşmeden içiyor, meyvayı da-lından koparıyorduk. Özdemir Asaf’ın şiirlerin-deki yalnızlık kavramı, o çağın Türkiye’sine özgürenkler ve tatlar taşır bu nedenle. Deniz mavidiryalnızın dünyasında; koyudur ama mavidir genede. Gelen ve gelmeyen mektuplar vardır; zarfıaçılarak dökülür içimize sözcükler. Aşklar, ayrı-lık acıları, vapurlar, trenler, otobüsler, köprüler,evler, odalar, pencereler, kapılar, hayaller, bek-leyişler… hep kendi renkleri, tatları, kokuları vesesleriyledir. O zamanın dünyasında paylaşıla-masa da paylaşılabilir bir yanı vardır gene de yal-nızlıkların. “Her leke/kendisiyle çıkar” çünkü (s.487). Yalnız, yalnızdır belki ama, “dünya kaç-mıştır gözüne, çıkamaz”!

Şimdi İstanbul başta olmak üzere belli başlışehirlerimiz, mantar gibi biten gökdelenlerlemahvedilmiş durumda. Artık bizde de bilim-kurgu filmlerinin dünyasından çıkıp gelmiş gibibirbirini tanımayan binlerce insan aynı kapıdanbirbirine selam vermeden girip çıkmakta yalnız-lığının farkında olmayan, yakın gelecekte süpü-remeyeceği bir sonbahar bile bulamayacakbinlerce, on binlerce “modern sürü insanı”!

�NSAN TEK BA�INA ÖLÜR,KALABALIKLA GÖMÜLÜR!

“Sözün bitim yerini/Olay ya da konu seç-mez,/Söz seçer” diyor Özdemir Asaf. Ben desözü başa alarak bitireceğim:

İnsan tek başına ölür, ama kalabalıkla gö-mülür!

Köyümüzün yakışıklı, güzel sesli HikmetAbi’sini artık yalnızca Anadolu kasaba ve köy-lerinde rastlanan kalabalık bir cemaatle yüz-yıllık çam ağaçlarının arasındakimezarlığımızda -belki de kendisinin diktiği- üçselvinin ortasına sakladık.

Evet, bir tek ölürken yalnız insan, Tanrı’dıryaşayan tek başına.

Bir tek ölürken yalnız insan,Tanrı’dır yaşayan tek başına

MEC�T ÜNAL

[email protected]

Bir yandan yalnızlığı üreten kapitalizm, her insanı en yakınından –kendisinden bile- kopararak kendi ıssız adasının

mezarına gömerken, bir yandan da bunu kutsadı ve entelektüel bir tapınç kültü yarattı

GÜLDEN TERAZİ

(Çiçek Senfonisi, Özdemir Asaf,

YKY, s.488)

ÖzdemirAsaf

Page 10: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA Aydınlık KİTAP

MELİS YALÇINGözünüzün önüne bir sorgu odası getirin, karşı-nızda da cinayet işlemiş ünlü bir yazar olsun. Veanlattıklarıyla dünya hakkında bildiğiniz her şeyideğiştirsin. Size bir çırpıda mutlu aile portresininiçine sıkışmış yapayalnız bir adam olduğunuzu,çok sevdiğiniz çocuklarınızın ise sizin rehineleri-niz olduğunu söylesin. Her evliliğin daha en ba-şından kendi sonunu hazırladığını ve aşkın sadecebir zamanlama hatası olduğunu. Birini ancak öl-dürmek istemediğimiz için sevebileceğimizi veyabirinin bize ancak onu öldürmek üzereykenmasum gelebileceğini. Ve sonunda da ekleyiver-sin: “Âlemin Efendisi günahla ağırlaşmış bu topuyukarıya çekme zahmetine katlanmaz bundanböyle.” İşte “Çocuklar ve Canavarları”, okurun gö-zünde böyle karanlık bir atmosfer yaratıyor dahailk sayfadan. Hiç umutlanmayın, kitabı elinizdenbıraktığınızda mutlu sonun etkisiyle bir gülüm-seme olmayacak yüzünüzde; aksine, kitapuzunca bir süre okurun aklını kurcala-yacak sorulara gebe.

ÇOCUK B�L�R, FARKEDER

Korku filmlerinin en gözdeözneleridir çocuklar ve onlaramusallat olan canavarlar.Belki de bu tür filmlerin bukadar tutmasının sebebi dehepimizin bir çocukluk trav-ması olmasıdır konuyla ilgili.Öyle ya hangimiz korkutulma-dık öcülerle, yemeğimizi yeme-miz ya da odamıza gidipuyumamız için. Ahmet Tulgar’ın isefarklı bir tezi var: “Sadece çocuklarcanavarlara bile ihtiyaç duyarlar. Hattaçocuklar canavarlara ihtiyaç duyarlar. Canavarhikâyelerini, canavar oyuncaklarını düşünsene.Çocukların yalnızlık korkusu, yalnız kalma kor-kusu o denli ağır bir şeydir ki canavarlara bile ih-tiyaç duyar onlar. Bazen sokakta bir adamın elinitutmuş, güven içinde yürüyen bir çocuk gördü-ğümde sorarım kendime: Acaba bu adam evdenasıl biridir? Acaba bu çocuğun annesine neler ya-pıyordur? Yapıyor mudur? Çocuğun bu memnunve güvenli hali hiçbir şey söylemez adama ilişkin.Çocuk baştan bilir, kaçabileceği bir yer yoktur.Çocuk bilinçlendiği anda rehine olduğunu da birşekilde fark eder. Fark etmiştir. Yani her çocuk as-lında kaçırılmış bir çocuktur. Çocuklar çocuk ka-çırma hikâyelerinden tam da bu nedenle çoketkilenir, korkarlar. Çünkü çok iyi deneyimlemiş-lerdir bunu, rehin alınmanın anlamını çok iyi bi-lirler. Çoğu çocuğun anne, özellikle de babasevgisi Stockholm Sendromu’ndan başka bir şeydeğildir. Çocuk annesini döven, hatta öldüren ba-basıyla bile uzlaşmaya hazırdır yalnız kalmaktansa.

Çocukluk böyle bir şeydir.” Yani aslında korkudan değilmiş ca-

navarlar yaratması çocukların, yalnız-lıktanmış hep. Aslında pek deşaşırmamak gerek yazarın sözlerine,insan kendi yaşamına biraz daha ya-kından baktığı zaman anlıyor nekadar çok şeyi yalnızlıktan kaçıp kur-tulmak için yaptığını.

SORGUDAYaptığı söyleşilerle adından sıkça

söz ettiren başarılı gazeteci Ahmet Tulgar DoğanKitap’tan çıkan ikinci romanı “Çocuklar ve Cana-varları” ile karşımızda. Kariyerinin en önemli aşa-masında anlaşılmaz bir şekilde bir mafya adamınıbaltayla öldürüp teslim olan ünlü yazar Sarp Ka-ya’yla onu sorgulayan komiserin yollarının kesiş-mesini anlatıyor bu kez. Ancak yalnızca bir sorgu

değil anlatılan. Yazarın evlilik, erkeğin top-lumdaki yeri, yalnızlık gibi konulardaki

görüşlerini de öğreniyoruz sayfalarıçevirdikçe. Belki de en önemlisi

yazmak eylemi anlatılıyor ki-tapta, yazmanın en yüksekmertebesi, yazarın yazdıkla-rında kaybolması. Bakın ko-miser Sarp Kaya’yı nasılanlatıyor: “Yaptığı yazmaktıonun, yapmadıkları ise yaz-dıkları. Yaptığı her şey yaz-maktı, yapmadığı her şeyyazdıkları.” Bir de Sarp Ka-

ya’nın sözlerine kulak verelim:“Ben yazar değil, yazının tam

kendisi olmak istiyorum.”“Çocuklar ve Canavarları” sem-

bollerle bezenmiş bir roman, okur hersayfada yeni bir sözcük oyunuyla karşıla-

şacak olmanın heyecanını yaşıyor adeta. AhmetTulgar bir söyleşisinde Sarp Kaya karakterinde birisim sembolizasyonu olup ol-

madığı sorusuna şu yanıtı veriyor: “Kesinlikle var. Gerçekten de ken-

disine ulaşılmasını biraz zorlaştıran birinsan. Diğer taraftan da aslında bütünroman içinde bir Sisiphos efsanesinedair gönderme içeriyor. Zira gerek ken-disiyle yapılan sorguda gerekse bize an-lattığı kadarıyla, tam yukarıyaçıkarırken o büyük kaya kütlesi yenidenaşağı yuvarlanıyor. Çoğu zaman bizi de,onu sorgulayan polisi de altına alarakgeri yuvarlanıyor. Metinde onu konu-şurken değil, onun konuştuklarını bir

başkası tarafından aktarması ile görüyoruz. Yazarınkonuşmaması anlamında da şunu söyleyebiliriz;yazar, komiserin yani sorgu şefinin ağzından, onunbeynine girerek konuşuyor bizimle. Aslında komiser,alıştığımız anlamdaki ‘anlatıcı’dan ziyade bir ‘akta-rıcı’ olarak karşımıza çıkıyor.”

KÖRDÜ�ÜM VE �A�IRTICI SONAyrıca yazarın da bahsettiği gibi, yazın sürekli

gelgitlerden besleniyor. İlk yirmi sayfasını okuyupsonunu tahmin edebileceğimiz klasik romanlardançok farklı anlayacağınız. Aksine okur tam düğümüçözdüğünü düşündüğü anda daha beter bir kördü-ğümün içinde bulabiliyor kendini. Ve nihayet yazarşaşırtıcı bir sonla taçlandırıyor eserini.

Kitabın konusu kadar ilgi çekici bir diğer nokta iseyazarın üslubu. Bir solukta okunabilecek, kolay haz-medilen bir kitap arıyorsanız “Çocuklar ve Canavar-ları”nı almayı birkaç kere daha düşünün derim. Çünkübu kitap hem farklı kurgusuyla hem de pek akıcı ol-mayan fakat kesinlikle özgün olduğunu düşündüğümüslubuyla okurları zorlayacak gibi görünüyor. Kitabı buözellikleriyle belki yeraltı edebiyatı kategorisine yer-leştiremeyiz ancak Türkiye’de genç yazarların etkisiyleson yıllarda iyice yaygınlaşan yeraltı edebiyatını takipediyorsanız, bu kitabı da es geçmeyeceğinizi ümit edi-yorum.

*Aynı zamanda kitabın ilk bölümünün adı.

Dünya, âlemdeki çukuradüşmüş bir topmuş*

10

Yazar�nevlilik, erke�in

toplumdaki yeri,

yaln�zl�k gibi konulardaki

görü�lerini de ö�reniyoruz

sayfalar� çevirdikçe. Belki de

en önemlisi yazmak eylemi

anlat�l�yor kitapta, yazman�n

en yüksek mertebesi,

yazar�n yazd�klar�ndakaybolmas�

AHMET TULGAR / “ÇOCUKLAR VE CANAVARLARI”

“Bazen sokakta bir adamın elini tutmuş, güven içinde yürüyen bir çocuk gördüğümde

sorarım kendime: Acaba bu adam evde nasıl biridir? Acaba bu çocuğun

annesine neler yapıyordur? Yapıyor mudur?”

Bu memlekette poşet çay kullanılmadığı için

her insan ömründen saatler, günler heba oluyor.

Çay içeceğim diye kalkıyorsun yataktan, çay is-

tiyor canın, gidiyor 20 dakika ömürden. “Şimdi

çay koydum, bekle, bir bardak iç, öyle gidersin”

diye ömründen çalıyorsun şöyle bir uğrayan ada-

mın. Haberi yok adamın, gittin geldin içeri,

adam tam kalkacak, “Çay koymuştum.” Koca

tam yatacak, karı, “Eh, çay koydum, sabaha ba-

yatlar, ziyan mı edeyim, bekle, iç, öyle yatarız.”

Dikkat ettiysen, burada bir oyun da kurmuş ka-

rısı. Çayın demlenmesini bekleyenlerin ülkesi

burası yani. Çayın demlenmesini beklemeye zo-

runlu kılınmış bir toplum. Çayın demlenmesini

beklemekten bir şeye konsantre olamıyor bu

ülke. Önünde hep çay, çay engeli. O çay kaşığı-

nın tıngırdaması bana hep kaybedilen zamanları

hatırlatır. Bazısı zaten farkında, geçen zamana

hayıflanır ama buna karşı bir şey yapamadığı

için de uzun uzun karıştırır. Ömür, zamanın çay

yaprakları. Öyle süzülürler bardağın dibine.

Orada öyle yığılır kalırlar.

(Çocuklar ve Canavarları, Ahmet Tulgar,Doğan Kitap, 153 s.)

KİTAPTAN

Page 11: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

Aydınlık KİTAP

BARIŞ DOSTER “Dünyanın en önemli ve en karmaşıkdiplomatik meselelerini sıralayın” de-seler, kuvvetle muhtemel, Filistin so-runu ilk sırada yer alır. Ortadoğu gibidünyanın en karışık, en sorunlu bölge-siyle sınırlı olmadığı görülür. Dahası sa-dece diplomatik yönüyle,büyük güçlerin, emperyalistmerkezlerin, bölge ülkeleri-nin güç ve çıkar kavgasıyladeğil, tarihle, dinle, ekono-miyle, toplumsal yapıyla, psi-kolojiyle, kültürle, enerjirekabeti, su kıtlığıyla bir-likte ele alınır.

Filistin meselesi, Siyo-nizm, işin Osmanlı’yı ilgi-lendiren bölümü, İsrail’inkuruluşu, büyük güçlerinrolü üzerine ülkemizde vedünyada çok fazla eser verilmiş-tir. Sorun, hiçbir zaman bir bölgenin, ikifarklı dine inananların, iki halkın so-runu olmakla kalmamıştır. Tersine herzaman uluslararası boyutuyla öne çıktı-ğından, konu üzerinde çalışanlarınfarklı kaynaklara ulaşmasını, değişik ül-kelerin arşivlerinde çalışmasını da zo-runlu kılmıştır. Tarih söz konusuolduğunda, meselenin emperyalist mer-kezlerle bağı kurulduğunda, hem deişin içinde din ve İsrail varsa, ideolojiktutumlar da o ya da bu oranda, ama ka-çınılmaz olarak devreye girdiğinden, Fi-listin meselesi üzerine yazılan eserlerde,bu boyut da mutlaka öne çıkmıştır. Tür-kiye’de bu tartışmalara bir de Osmanlıdönemine ilişkin farklı yaklaşımlar veSultan Abdülhamit’e yönelik bakış açı-ları eklenir.

S�YON�ZM�N DO�U�U VEGEL��MES�

Ülkemizde bu alanda yazılmış de-ğerli yapıtlar vardır. Prof. Dr. MimKemal Öke’nin “Siyonizm ve FilistinSorunu” adlı eseri de bunlardan biridir.Öke’nin çalışması, İngiliz, Osmanlı,Alman, İsrail ve ABD arşivleri baştaolmak üzere zengin bir arşiv çalışma-sına dayanmasının yanında, yazarın BMGenel Sekreterliği Filistin Daire-si’ndeki görevi nedeniyle, diplomatiksahadaki gözlemleriyle de beslenmiştir.Meselenin tarihsel boyutunu inceler-ken, siyasal boyutun evrimini de gözet-miştir Öke. Örneğin 2000’li yıllaragelindiğinde, uluslararası konjonktürünnasıl değiştiğini ya da Arap aleminin busorundan nasıl sıkılıp, soğuduğunu elealmıştır. Ayrıca, kitabını her baskıda, lafolsun, adet yerini bulsun diye değil, ger-çekten gözden geçirmiş, genişletmiştir.

Öke’nin çalışmasının temelini, İngi-lizlerin dünyaca ünlü Cambridge Üni-versitesi’nde verdiği yüksek lisans tezioluşturur. Giriş bölümü de Yahudi so-rununun tarihiyle başlamıştır. Bu bö-lümde antisemitizm, Yahudikarşıtlığının örgütlenmesi, Siyonizmindoğuşu ve gelişmesi, öncüleri ve elbetteBaron Rothschild ve T. Herzl gibi isim-

ler üzerinde durulmuştur. Kitabın birinci bölümünde Sultan II.

Abdülhamit dönemi (1880-1908) elealınmıştır. Siyonistlerin Osmanlılarla ilktemasları, Arap milliyetçiliğinin doğuşu,Osmanlı sultanının Panislamizm siya-seti, Filistin’deki Musevi kolonizasyonuve Arapların tepkisi, dönemin büyük

güçlerinin olaya müdahaleleri ince-lenmiştir. İkinci bölümde,Osmanlı’da 1908’de ilanedilen İkinci Meşrutiyetile Birinci Dünya Sava-şı’nın başlangıcı olan 1914arasındaki dönem incelen-miştir. Siyonistlerin İttihat-çılar ve İngilizlerle ilişkileri,Filistin topraklarının Mus-evileşmesi karşısında Arap-ların tepkisi, İttihatçıların“Müslüman – Musevi İtti-fakı” projesi, İngilizlerinArapları ve Siyonistleri ka-

zanma çabaları üzerinde durulmuştur. Üçüncü bölüm, 1914-1918 arası

savaş yıllarını, Birinci Dünya Sava-şı’ndaki Osmanlı cihadını, ittifak arayış-larını, iki düşman cephe arasında sıkışanOsmanlı Devleti’ni, Şerif Hüseyin’in is-yanını, Balfour Deklarasyonu’nu, Al-manya’nın Osmanlılarla Siyonistleriuzlaştırma çabalarını ve İttihatçıların Si-yonizme karşı nihai kararlarını anlat-maktadır. Kitabın dördüncü bölümündeise 1919-1923 yılları, yani Milli Müca-dele dönemindeki gelişmeler incelen-miştir. Siyonistlerin Arap Sorunu’nudeğerlendirmeleri, Filistin’in istiklal da-vasının başlaması, Arap-Türk uzlaşması,Filistin halkının Türkiye’den beklenti-leri ve Ankara’nın tutumu, imparator-luktan Cumhuriyet’e geçişte Musevicemaati ve Siyonizm ele alınmıştır.

TÜRK�YE’N�N DENGE S�YASET�Çalışmasında tarihselliği, dönemin

nesnel koşullarını, güç denelerini dik-kate almasının yanında, bu konu etra-fında örülen komplo teorilerininçokluğuna da dikkat çeken Öke, soru-nun tek bir nedene bağlanamayacağını,tek bir belirleyiciye indirgenemeyeceğiniısrarla vurgulamaktadır. 1948’de İsrail’inkuruluşuyla yeni bir dönüm noktasınagirildiğini, o tarihten bu yana mücadeleveren Filistinlilerin çabalarının sürdü-ğünü belirtmekte, Türkiye’nin ise ikitaraf arasında ilkeli bir denge siyasetigüttüğünü ifade etmektedir.

Özetle Mim Kemal Öke’nin kitabı,hem zengin arşiv taraması ve kaynakça-sıyla, hem tarihten günümüze süregelengelişmeleri akıcı bir dille, ama asla bi-limsel düzeyinden ödün vermeden or-taya koymasıyla, önemli bir çalışmadır.Konunun sürekli gündemde olması,Türkiye’nin dış politikasındaki eksenkayması tartışmaları ve “komşularla sıfırsorun” politikasının iflası da dikkatealındığında, beşinci kez basılan bu kay-nak eserin önemi daha iyi anlaşılır.

(Siyonizm ve Filistin Sorunu, MimKemal Öke, Kırmızı Kedi Yay., 432 s.)

M�M KEMAL ÖKE’DEN “S�YON�ZM VE F�L�ST�N SORUNU”

Ortadoğu’yuanlamak için...

Page 12: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA KAPAKAydınlık KİTAP12

PINAR AKKOÇStefan Zweig, ünlü hikayesi “Amok Ko-şucusu”nda, sonu ölümle biten bir cinnethalini anlatır. Malezya, Endonezya, Hin-distan gibi ülkelerde görüldüğü söylenenbir hastalıktır Amok. Daha doğrusu, çıl-dırmanın bir türüdür ve erkeklerde görü-lür. Eline herhangi bir silah alan çıldırmışadam deli gibi koşmaya başlar; karşısınaçıkan ilk kalabalığa, çarşı pazara dalaraköldürmeye başlar. Sonunda kendisi deölür.

İçinde bulunduğu çağın çılgınlık vecinnet halini en iyi kavramış yazarlardanbiri olan Stefan Zweig, 1942’de 61yaşındayken Brezilya’nın Per-sepolis kentinde karısıylabirlikte intihar ettiğinde,arkasında “artık güne-şin doğmasını bekle-yecek gücününkalmadığını” belir-ten bir not bırak-mıştı. Aynı notta,dostlarına tavsiyesiise onların yeni gü-neşi mutlaka bekle-meleri gerektiğiydi.

1933’te Nazilerinyaktığı kitaplar arasındaStefan Zweig’ınkiler devardı. 1934’te Gestapo evinibastı ve Zweig Almanya’yı terketmek zorunda kaldı. İngiltere, ABD,Arjantin, Paraguay ve Brezilya’ya gitti.“Her kuvvetin en güvenli ölçüsü, yendiği

dirençtir” demişti ve “insanlık”la birlikteyenildiğini kabul etti. Geride, büyük ço-ğunluğu, “İnsanlığın büyük kahramanlık-larında hep inanılmaz bir şeyler vardır,çünkü ortalama dünyevi ölçülerin çoküzerindedirler, ama insanlık kendineolan inancını onların inanılmaz başarılarısayesinde geri kazanır” diye tanımladığıinsanların yaşamlarına odaklanan, çoksayıda yapıt bıraktı. Ülkemizde de“Dünün Tarihi”nden “Lyon’da Düğün”e,“Yarının Tarihi”nden “Fouche: Bir Poli-tikacının Portresi”ne, “İnsanlığın Yıldızı-nın Parladığı Anlar”dan “Macellan”a,

“Sabırsız Yürek”ten “Bir Kadının24 Saati”ne, “Bir Satranç Öy-

küsü”nden üç ciltlik“Dünya Fikir Mimar-

ları”na kadar genişbir Zweig külliyatımevcut.

Zweig’ı, kısasüre önce yayım-lanan “Monta-igne” adlıdenemesini vedaha birçok kita-

bını dilimize ka-zandıran usta

ç e v i r m e n - y a z a rAhmet Cemal’le ko-

nuştuk:

Sayın Ahmet Cemal, Ste-fan Zweig çok uzun yıllardır, nere-

deyse kitaplarının tamamı Türkçeyeçevrilen bir yazar-denemeci-tarihçi…

Örneğin Tolstoy, Dostoyevski vb. bir kla-sik yazarı olmamakla birlikte Zweig’inülkemiz okurları açısından da bu “kalı-cılığını” neye bağlıyorsunuz?

Her şeyden önce üslubuna bağlıyo-rum. Zweig, özellikle ülkemizde pek sıkrastlanmayan “dili anlaşılır aydın”lardanbiri. Ne yazarsa yazsın, dev bir birikimiçok iyi anlaşılan bir dilin kalıbına dökebi-liyor…

Stefan Zweig’ın, biyografilerini yaz-dığı tarihi kişilikler, örneğin Balzac,

AHMET CEMAL’LE STEFAN ZWE�G, MONTA�GNE, DÜNYA VE TÜRK�YE ÜZER�NE

“İnsanlığın Amok Koşusu hızlandı”

ÖzellikleErasmus veMontaignetemelinde

dü�ünürsek, “insan�niç özgürlü�ü”

kavram�n� Zweig’danö�renmi�oldu�umu

söyleyebilirim

“Stefan Zweig’ın

‘kalıcılığı’

öncelikle

üslubundan

kaynaklanıyor.

Özellikle

ülkemizde

pek sık

rastlanmayan

‘dili anlaşılır

aydın’lardan biri.

Ne yazarsa

yazsın, dev bir

birikimi çok iyi

anlaşılan

bir dilin kalıbına

dökebiliyor…”

Ahmet Cemal: Stefan Zweig,ne yazarsa yazs�n, dev birbirikimi çok iyi anla��lan birdilin kal�b�na dökebiliyor…

Page 13: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

Erasmus ve Montaigne’le arasında dü-şünsel bir bağ olduğunu kabul edersek,Zweig ile sizin aranızda da benzer birbağdan söz edilebilir mi?

Özellikle Erasmus ve Montaigne te-melinde düşünürsek, “insanın iç özgür-lüğü” kavramını Zweig’dan öğrenmişolduğumu söyleyebilirim. Bu iki eseriokuduğumdan ve çevirdiğimden bu yana,iç özgürlüğün, daha doğru bir deyişle in-sanın böyle bir özgürlüğü kendisi için ge-liştirebilmesinin özgür ve eleştireldüşünebilmek açısından ne kadar önemtaşıdığını her geçen gün daha iyi anlıyo-rum. Yıllardır öğrencilerime de anlatmakçabasında olduğum bu özgürlük açısın-dan Zweig ile aramızda böyle bir bağınbulunduğu söylenebilir.

“MONTA�GNE, OKURUYÖNLEND�RMEKTEN KAÇINIR”

Montaigne’nin “karar almaktan kaçı-nan”, “sorumluluğu reddeden” tavrı ileStefan Zweig’ın genel tavrının çok örtüş-mediği söylenebilir. Biraz fanteziyekaçma pahasına soracak olursak, Mon-taigne bir Stefan Zweig portresi çizmekisteseydi, kısaca neler söyleyebilirdi?

Sanırım Montaigne, Zweig’ı kendisinegöre daha “radikal” bulabilirdi! Ancakbir noktayı belirtmem gerekiyor. Bence“karar almaktan kaçınma”, Montaigne’inbilinçli aldığı bir tavır ve bu tavrı, bir de-neme yazarı olmasından kaynaklanıyor.Adı üstünde, kendisi kesin sonuçlara var-maktan çok “deniyor” ya da tartışıyor veokurunu da böyle bir tavır almaya itiyor.Kesin denilebilecek bir sonucu dile getir-diği zaman bile okurunu, “Bu, yalnızcabenim düşüncem, siz de kendi düşünce-nizi geliştirin!” diye sanki uyarıyor. Kendikararlarıyla okuru aşırı yönlendirmektenkaçınıyor. Bu tavrı, onu zaman zaman“sorumluluktan kaçan” biri gibi göstere-bilir. Fakat bence öte yandan okuru“kendi sorumluluğunu üstlenmek” hede-fine yöneltmekle, aslında çok büyük birsorumluluğu üstleniyor.

Zweig’a gelince, o, içinde yaşadığızaman diliminden kaynaklanan sorunlarkarşısında kendi düşüncesini her zamandaha net, daha kesin bir ifadeyle dile ge-tirmeyi gerekli görmüş olan bir yazar.Değer bildikleri, aslında hep insanı insankılan değerler dağarcığının bir parçası, veiki dünya savaşı görmüş olan Zweig, bun-ların nasıl yıkıma sürüklendiğinetanıklık etmiş olan biryazar. Bence bu duru-mun zorlamasıyla,Montaigne’inkin-den daha radikalbir tavır almayıgerekli görü-yor…

“KÜÇÜKAMER�KA” VE ALINTIAYDINLARI

İnsanlık bir“Amok Koşusu”içinde mi sizce? Dünyave Türkiye açısından ayrıayrı neler söyleyebilirsiniz…

İnsanlık, bence Birinci Dünya Sa-vaşı’ndan bu yana hızı zamanla artan bir“Amok Koşusu” içinde. Birkaç ayda bi-teceği yanılsaması ile başlatılan ilk dünyasavaşının süresi ve sonuçları, insanlık açı-sından, o zamana kadar geçerliliği tartı-şılmamış değerlerin görece durumagelmesi açısından tam bir şok oldu.Ancak, ilk dünya savaşında “cephe” ve“cephe gerisi” ayrımı varlığını henüz ko-ruyordu; öte yandan ilk kez zehirli gaz

kullanılmıştı, ama o da sadece “cephe” ilesınırlı kalmıştı. Buna karşılık İkinciDünya Savaşı’nda örneğin zehirli gaz,

Nazi Almanyasının cellatları tarafın-dan cephe için değil, fakat

cephe gerisinde oluşturul-muş ölüm kamplarında

toplanan siviller için üre-tildi. Bütün bir Yahudiırkının böylece yokedilmesi hedeflendi.Yani “soykırım” diyeyeni bir suç ortayaçıktı. Bu suçun kur-banları Yahudiydi,ama bu suçun etkileri,

daha doğrusu kanıtla-dıkları sadece Yahudi-

lerle sınırlı kalmadı.Genelde insanın ne kadar

korkunçlaşabileceği, hiçbirzaman son dünya savaşındaki

kadar açık ve seçik bir biçimde gözlerönüne serilmemişti. Bence “insanlıksuçu” kavramı asıl bu noktada gerçek iç-eriğini buluyor. Ve bence son büyüksavaş, insanlığın ilk dünya savaşı ile baş-layan Amok Koşusu’nu dünyada daha dahızlandırdı. Kanımca dünya, ikinci savaşile uğradığı değerler erozyonunu hâlâtam anlamıyla ortadan kaldırabilmişdeğil.

Türkiye’ye gelince, bence bu ülkeasıl Amok Koşusu’na 1950 yılında,

yanlış bir Batılılaşma hayaline kapıl-makla başlamıştı ve bu durum bugünde son bulmadı. Demokrat Parti ikti-darı ile birlikte Türkiye Cumhuriye-ti’nin politikası, “kendi” olarak“muasır medeniyet seviyesi”ne erişmehedefinden sapıp, başta “Küçük Ame-rika” olma hayali gibi bir ucubeylepompalanan bir “başkası olma” yörün-gesine oturdu. Ve sonunda Türkiye,çağdaşlaşma adına aslında kendi ol-maktan bir an önce çıkmanınAmok Koşusu’na başladı.Koşuya katılanlar içindurum, elbette böyledeğil, çünkü onlar,adı üstünde, artıkbirer “Amok Ko-şucusu” oldukla-rından, nereyekoştuklarının bi-lincinde değiller.Üstelik budurum, yalnızcaresmi politikalarve iktidarlarla da sı-nırlı değil. Bence asıltrajik ve acıklı olan, ül-kemizde zamanla kendi-lerini “buralı olmadıklarıölçüde aydın sayan” bir aydınlaröbeğinin türemiş olması. Ben, böylele-rini hep “Alıntı Aydınları” diye nite-lendiriyorum…

“ESK� �STANBULT�YATRO DEKORUNADÖNÜ�ÜYOR”

Zweig, “İnsanlığın Yıldızının Parla-dığı Anlar”da İstanbul’un fethini de as-keri açıdan muazzam bir başarı olarakdeğerlendirir ve dünya tarihi açısındanönemini vurgular. “Fetih-1453” filminiseyredebildiniz mi, nasıl buldunuz?

O filmi henüz görmedim, bu yüzdensorunuza karşılık veremeyece-

ğim.

İstanbul’un dünü vebugünü hakkındaki

yorumlarınız?Buna benzer so-

rulara cevap veren-ler, söze genellikle“değişim” kavra-mıyla başlarlar.Yani İstanbul’unbugününde, düne

oranla nelerin de-ğiştiğini sayıp döker-

ler. Ben daha farklıdüşündüğümden, deği-

şimden söz etmeyeceğim.Çünkü bana göre “dün” bağ-

lamında İstanbul’un geçirdiği, de-ğişim değil fakat olumsuz bir“dönüşüm”dür, yani bir tür metamorfoz-dur. Dünün İstanbul’u bugün değişme-

23 MART 2012 CUMAAydınlık KİTAPKAPAK

DemokratParti iktidar� ilebirlikte Türkiye

Cumhuriyeti’nin politikas�,

“kendi” olarak “muas�r

medeniyet seviyesi”ne eri�me

hedefinden sap�p, ba�ta

“Küçük Amerika” olma hayali

gibi bir ucubeylepompalanan bir “ba�kas�

olma” yörüngesineoturdu

Benceas�l trajik veac�kl� olan,

ülkemizde zamanlakendilerini “bural�olmad�klar� ölçüdeayd�n sayan” birayd�nlar öbe�inin

türemi� olmas�

13

Zweig ve Montaigne... Yazar

ve kahraman�

Page 14: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA Aydınlık KİTAP

mekte, fakat yıkıma uğramaktadır. Ve bucinayet “çağdaş kentleşme” ya da “mo-dernleşme” gibi kavramların çatısı altınasığınılarak işlenmektedir! İstanbul gibitarihi bir kentin “tarihi” karakterini ko-rumak, yalnızca müzelerle, bazı tarihi ya-pıları onarmakla sınırlı tutulabilecek biriş değildir. “Tarihi karakter”, bir şehrintarihinin bütününden kaynaklanabilecekbir kimliktir. Anıt niteliğindeki yapılarınyanında tek tek semtlerin atmosferleri,yaşam biçimleri ve nihayet bir kentin “si-lueti” gibi öğeler de bu kimliğin kurucuöğelerdir. İstanbul, bu kimliğikorunan bir şehir değil,fakat zaman içersindegittikçe daha hızlananbir tempo ile hiçbirölçü tanımayan,vahşi bir rant yarış-ması uğruna kur-ban edilmiş birtarihi şehir kalıntı-sıdır. Bizans İmpa-ratorluk Sarayı’nınkalıntıları üzerindebir işhanının katlarıy ü k s e l e b i l d i k t e nsonra, bu konuda dahafazla konuşmak bilmemgerekli mi? Öte yandan, sa-dece Kadıköy’den köprüye git-mekte olan bir vapurdan şehriseyretmek, İstanbul’un nasıl bir yıkımauğramış olduğunu görmeye yeterlidir.Bugün arka planda yükselen gökdelenle-

rin arasındaki ve önündeki “Eski İstan-bul”, artık yavaş yavaş bir tiyatro deko-runa dönüşmektedir … Uzayıp gider,onun için bu konuda daha fazla bir şeysöylemek istemiyorum!

ÇEVR�LECEK YAZARLAD�YALOG KURAB�LMEK

Biraz da çeviri sanatından bahsede-lim isterseniz. Genelde kendinize yakıngördüğünüz yazarların eserini mi çevi-rirsiniz? Stefan Zweig’in biyografik de-

nemelerinde yer verdiği isimlergenelde kendine ilham kay-

nağı aldığı isimler. Mon-taigne’in Zweig için ayrı

bir yeri olduğunu bili-yoruz. Sizin de çevir-diğiniz yazarlarlaaranızda benzerbir bağ var mı?Stefan Zweig me-sela..

Bu konudasöze, rahmetli

dostum, değerliyazar ve çevirmen

Tomris Uyar’ın ken-dine ait bir saptama-

sıyla başlamak isterim.Bir defasında şöyle demişti

Tomris Uyar: “Ben, ancak diya-log kurabildiğim yazarları çevirebilirim.Aksi takdirde uygun üslubu bulmaktazorlanırım…” Bu, aynen benim için degeçerli. Yani siz buna sorunuzda “ara-

nızda benzer bir bağ var mı?” demişsi-niz; ben de aynı durumu çevireceğimyazar ile aramda mutlaka bir diyalogunkurulması diye nitelendireceğim. Çevi-receğim yazar ile, Türkçede onun ağ-zıyla veya ağzından konuşabilecek kadaryakınlaşmış olmalıyım. Bu bağ da doğalolarak her yazar ile kurulamaz…

Bertolt Brecht, Ingeborg Bachmann,Franz Kafka gibi son derece özgün ya-zarların eserlerini Türkçeye kazandır-dınız. Çevirirken hiç zorlandığınız birmetin oldu mu. Veya bu metin as-lında çevrilmez, çevrildiğindeçok şey kaybeder dediğiniz?

Çevirmeye karar verdi-ğim her edebiyat met-ninde çok zorlanırım.Çünkü çevireceğimher edebiyat metniniönce felsefe açısınansorgularım, o metnefelsefenin kurucu so-rusu olan “Nedir?”sorusunu yöneltirim.Ancak bu soruya aldı-ğım cevaplardan sonra-dır ki, çeviriyişekillendirmeye başlarım.

Hiçbir metin için “Bumetin aslında çevrilmez” dedi-ğim olmadı, çünkü aslında her metinçevrilebilir ve hiçbir metin çevrilemez.Şunu demek istiyorum: Yabancı dildekihiçbir edebiyat metnini yüzde yüz ometin olarak çevirmek istediğiniz dile

getiremezsiniz. Ama yüzde seksen,yüzde doksan gibi bir başarı oranı yaka-larsanız, o çeviri de başarılı bir çeviriolmuş olur.

Şu anki çalışmanız hakkında bilgiverebilir misiniz?

Benim yalnızca tek bir çeviri üze-rinde çalıştığım çok enderdir. Herzaman birkaç çeviri üzerinde birdençalışırım. O yüzden evimde dört taneçalışma masam var. Şu anda yirminciyüzyıl Roman edebiyatının en büyük-

lerinden sayılan AvusturyalıHermann Broch’un baş-

yapıtı “Vergilius’unÖlümü”nü bitirme

aşamasındayım.Robert Musil’indaha önce ikicildini çevirdi-ğim “Nitelik-siz Adam”ınüçüncü ve soncildi de günsayıyor. Erich

Auerbach’ınhâlâ Batı edebi-

yatı estetiğininbaşyapıtlarından

biri olmayı koruyan“Mimesis”i de ağır,

fakat emin adımlarla ilerli-yor. Bunların dışında birkaç önemliçalışmam daha var, fakat onlardanbazı nedenlerle şimdilik söz etmek is-temiyorum …

KAPAK14

Yabanc�dildeki hiçbir

edebiyat metniniyüzde yüz o metinolarak çevirmekistedi�iniz dile

getiremezsiniz. Ama yüzdeseksen, yüzde doksan gibi

bir ba�ar� oran�yakalarsan�z, o çeviride ba�ar�l� bir çeviri

olmu� olur

Çevirmeyekarar verdi�imher edebiyatmetninde çok

zorlan�r�m. Çünküçevirece�im her edebiyat

metnini önce felsefeaç�s�nan sorgular�m, o

metne felsefenin kurucusorusu olan “Nedir?”

sorusunuyöneltirim

Türkiye bence AmokKo�usu’na 1950 y�l�nda, yanl�� bir Bat�l�la�ma hayaline kap�lmakla ba�lam��t�

Page 15: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAPARAKABLO

Ortaöğrenim yıllarında Faust’u, Werther’i çarpı-larak okumamış kaç kişi vardır? Edebiyat, sanat,felsefe ve doğa bilimleriyle yakından ilgilenenle-rin mutlaka zaman zaman uğradığı bir yazar ol-makla birlikte nedense bir üçüncü kitabıülkemizin geniş okur kitlesinde pek yaygınlık ka-zanmamış olan Goethe’nin dünyasını daha tamanlamak için “Yaşamımdan Şiir ve Hakikat” ki-tabı önemli bir uğrak... Kitap, bir özyaşam romanıniteliğinde. İçinde kimlerden söz edildiğini anla-mak için sondaki adlar dizinine bakmak yeterli.Aristoteles’ten Voltaire’e kimler yok ki!

Kendi edebiyat ve deneyim ortamını kuşatanhakikatleri okura taşıyarak yapıtlarıyla daha gü-venilir ilişkiler kurulmasını düşünen Goethe, Ön-söz’de bunu şöyle belirtiyor: “İnsanı yaşadığıdönemin şartları içinde anlatmak, her şeyin onune kadar engellediğini ya da desteklediğini, bun-ların nasıl bir dünya görüşü ve düşünce yapısıoluşturduğunu, eğer kendisi sanatçı, şair, yazar isebunu dış dünyaya nasıl yansıttığını göstermek birbiyografinin temel amacı olmalı.” (s. 5)

ÇOCUKLARIN REKABET� VEYET��K�NLER

Yazar, kendi dünyasını ilginç ayrıntılarla birroman tadında sunarken çocukluk günlerindende çok ilginç ve tanıdık gelen deneyimlerini, farklıuğraşılar seçse bile her insanda bulunan rekabetgerçeğini nice anısında olanca duygusal saflığıylaaktarırken yetişkinleri de çağrıştırmasıyla sık sıkinsanı gülümsetiyor:

“Biz erkek çocukları pazar günleri buluşurduk,o gün herkes şiir yazardı. ... Nasıl olursa olsun, şi-irlerimin her zaman diğerlerininkine göre dahaiyi olduğunu düşünüyordum. Ama kısa bir süreiçinde, çok yetersiz şeyler yazan rakiplerimin ken-dileriyle ilgili düşüncelerinin de benimkindenfarklı olmadığını anladım, kendilerini bir şey sa-nıyorlardı...” (s. 32)

Olayları sade bir akış içinde anlatırken çocuk-larınkiyle yetişkinlerin dünyası arasında yakınlık-lar kurmayı ihmal etmeyen Goethe, okurubirdenbire büyük bir düşüncenin eşiğine getiripbırakmayı çok seviyor: “Gerek çocuklar, gereksehalk büyük ve yüce olanı bir oyuna, hatta bir farsaçevirmeye çalışır; yoksa buna sabretme ve ta-hammül gücünü nasıl bulabilirler ki!” (s. 82)Böyle dese de gülünç olanı küçümsemeyi ihmaletmez: “... biz güzel olanın zaferini coşkulu bir se-vinçle kutlayabildik, her tür çirkin şeyi de, bu dün-yadan büsbütün kovmak mümkünolmayacağından, sadece sanat dünyasının düşükseviyedeki gülünç şeyler alanına kattık.” (s. 331)

B�Z� DO�AMIZ HAZIRLAR Goethe’nin düşüncesinde doğanın kuşatıcı ve

yönlendirici bir yeri vardır: “İnsan nereye yöne-lirse yönelsin, ne yaparsa yapsın, sürekli olarakdoğanın kendisine çizdiği yola geri dönüyor.” (s.132)

Doğaya bağlılık, hakikati şiire doğadan taşı-mak düşüncesini sık sık vurgular: “Gerçi ken-dimde, başkalarında ve doğada farkına vardığımşeyleri yazınsal yolla anlatmaktan hep çok büyük

bir zevk alıyordum.” (s. 249)Feministleri kızdıracak ama

Goethe, kadın ve erkeğin birbi-rinde kendi yaratıcısını görme-sini şu olguya dayandırıyor:“Doğanın birbirine uyumluyarattığı genç bir çift için kızınöğrenme, erkeğin öğretmeaşkıyla dolu olmasından dahagüzel bir birliktelik olamaz.Böyle bir durumdan hem te-meli sağlam hem de güzel birilişki doğar.” (s. 193)

Bu nedenle kalıplaşmış dü-şünce biçimlerine karşıdır. Da-hası öğretilerin ilke ve kalıplarınınbirbirinin yerine kolayca geçirilebil-diğini varsayar: “Dogmatik konuşma-lardan hiç hoşlanmadığım için,arkadaşımın benimle çalışma ihtiyacını duy-duğu felsefe tarihi beni çok ilgilendiriyordu, amasadece şu anlamda: nüfuz edebildiğim takdirdebir öğreti, bir fikir bana bir diğerinden daha farklıgörünmüyordu.” (s. 229) Bu bağlamda düşünce-lerimizle başkalarına üstün gelme istek ve gerçe-ğini yüzümüze vurur: “Başkalarının düşüncelerinideğiştirmek her insanın içinden gelen bir arzu-dur...” (s. 80)

Goethe, geleneği bile doğayla uyumun biçimiolarak ele alır: “Sıradan bir varlığın mevcut şart-larından doğan tüm gelenekler ölümsüzdür...” (s.262)

Geçenlerde tarihin ironileri konusunda Zi-zek’te okuduğum bir yorumun ilk biçimine Goet-he’de rastlayınca onun kalıcı düşünceleriningerisinde doğaya ve hakikate sadakatinin varlığınıdaha bir duyumsadım: “Tüm önemli ve tehlikeliolaylar, her barış antlaşmasından sonra olduğugibi, mutlu ve dertsiz insanlar adeta eğlensin diyeolmuştu.” (s. 20)

E��T�M VE KO�ULLANDIRMAYeni Ortaçağ’da insanı, düşünen varlık ol-

maktan çıkarıp, yalnızca izleyen ve böylece güdü-len varlığa dönüştürme programının nasılbaşarıldığına dair ipucunu da iki yüzyıl öncedenveriyor Goethe: “İnsan ruhunu çok mutlu edeniki şey vardır: Seyretmek ve düşünmek. Fakat sey-retmek için her zaman bulunamayan değerli birkonu ve sıra dışı önemli bir eğitim gerekir. Oysadüşünmek için gerekli şey duyarlılıktır; düşünce,içeriği kavrar, eğitimin aracı da budur.” (s. 330)Nitekim günümüzde eğitim, başta TV olmaküzere bütün araçlarla, insanları düşünmeyen se-yircilere dönüştürme yöntem ve düzenindenbaşka bir nitelik taşımıyor.

Dinsel eğitimdeki koşullandırmaların insanruhu üzerindeki yıkıcı etkilerine de dikkat çekenGoethe, olguyu kendi yaşamından izlerle örnek-liyor: “Hak etmediği halde şaraplı ekmeği yiyenbiri, Tanrı’nın bedenini yemiş, kanını içmiş olur...sözü çok erken yaşlarda üzerimde korkunç biretki uyandırmıştı.” (s. 306)

Kendisini “Muhammed” adlı oyunu yazmayayönelten düşüncelere de yer veren yazar, İslâmi-

yet’in “kurtuluşa değil felakete sü-rükleyen yollarını” oyunda nasıl

sergilediğini anlatır (s. 659-662). Goethe, yapıtında sık sıkYahudilik’ten de söz açarakçarpıcı değerlendirmelerdebulunur. Hele bir yerde bur-juvazi sayesinde “Almantopraklarının ulusal bütün-lük ve uyumunun” kurul-masından söz ederkenşaşırtıcı bir saptamaya yerverir: “En üstten en alta,

kraldan Yahudi’ye kadar çokçeşitli grupların tüm insanları

ayırmak yerine birleştiriyor gö-rünmesinin bu huzuru oluştur-

makta belli bir katkısı vardı.” (s. 743)

�ÇER�K ÖNDED�RŞu saptaması, postmodernizmin ülkemizde ve

tüm dünyada yol açtığı sonuca da ışık tutuyor:“Alman edebiyatının eksiği nedir diye incelendi-ğinde, ortaya çıkan şey içerikti, hem de yerel özel-likler taşıması gereken içerik; yetenek sıkıntısıyoktu.” (s. 276) Bu nedenle, içeriği zayıflatıcı, sı-kıcı biçimsel uygulamaları eleştirir: “Bir kitleyi et-kilemek istiyorsanız, sade bir anlatım her zamandaha iyidir. Özgür metinle yarışan açıklamalı çe-viriler aslında sadece üniversite profesörlerininkendi aralarındaki sohbete yarar.” (s. 515) Yinede kimi yapıtlarında estetik değerleri etik ilkele-rin önüne koymaktan kendini alamaz: “O aradasanatsal kaygıyı insan sevgisinin önüne çekerekbazı şeyleri feda etmiş oldum.” (s. 598)

Yazar, sık sık deneyimin önemine değinirken,“deneyimin bilinmesi arzu edilmeyen şeylerin öğ-renilmesinden başka bir şey olmadığını” (s. 321),“hem ruhunu, hem de duygularını hakiki sanatahazırladığını” (s. 338) özellikle vurgulayarak yeryer Zimmermann’ın “Deneyim Hakkında” adlıkitabından esinlendiğini ise saklamaz. İnsanlığıntarih boyunca kuşatıldığı yanlışlardan pek öylekolayca kurtulamayışına ilişkin deneyimini ise da-hice bir örnekle belirtir: “Bir geminin yardığı su,nasıl hemen önceki haline dönerse, mükemmelinsanlar da bir yanlışı kenara itip kendilerine yeraçtıklarında, arkalarından bu yanlış büyük birhızla, doğal bir biçimde, yeniden başkalarıyla iş-birliğine soyunur.” (s. 690)

Goethe’nin yaşamında ışık ve aydınlığın, bunedenle Rembrandt’ın ayrı bir önemi vardır. Ni-tekim ölürken de “Işık... biraz daha ışık...” diye-cektir (Işık... Biraz Daha Işık, Salâh Birsel, BroyY., Ekim 1992) Che Guevara’nın “Sırt çantamdanhiç eksik etmediğim tek yazar” dediği Goethe’yiNietzsche ise şöyle selamlıyor: “Goethe, kendi-sine saygı duyduğum son Alman’dır.”

(Yaşamımdan Şiir ve Hakikat, Goethe, çev:Mahmure Kahraman, Türkiye İş Bankası KültürY., 840 s.)

(ARAKABLO’da değinilmesini istediğiniz ya-yınları [Cağaloğlu, Ankara Cd., Pamir Han,22/14, Sirkeci-İST.] adresine gönderebilirsiniz.)

Goethe’nin yaşamında şiir ve hakikat

SEYY�T NEZ�R

[email protected]

Goethe’nin düşüncesinde doğanın kuşatıcı ve yönlendirici bir yeri vardır.“İnsan nereye yönelirse yönelsin, ne yaparsa yapsın, sürekli olarak doğanın

kendisine çizdiği yola geri dönüyor” der ve doğaya bağlılık, hakikati şiiredoğadan taşımak düşüncesini sık sık vurgular

Page 16: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP

CAFER YILDIRIMÖnce kısa bir tarihçe sunmalıyım. Kimsenin

hakkı kimsede kalmasın. “Dünya Şiir Günü” dü-şüncesi, sanılacağının aksine Amerikalılardandeğil bizden çıkıyor. Şairlerimiz Gülseli İnal veTarık Günersel böyle bir gün kutlamasının iyiolacağını düşünüyorlar. Yıl 1996. Sonra icraatsafhası geliyor. Türk PEN’ine bir dilekçeyle baş-vuruyorlar. Türk PEN’i öneriyi benimsiyor ve1997 yılında Edinburg’da yapılan uluslararasıPEN Merkezi Dünya Kongresi’ne taşıyor. Öneriİskoçya’da yapılan toplantıda delegeler tarafın-dan olağanüstü bir ilgiyle karşılanıyor ve UNES-CO’ya iletiliyor. UNESCO da 1999 yılındanitibaren 21 Mart’ı “Dünya Şiir Günü” olarak ilanediyor.

O tarihten itibaren her yıl bir şairimiz “DünyaŞiir Günü” bildirisi yayımlıyor. Değişik alanlardaşiir etkinlikleri düzenleniyor. 21 Mart, şiiri toplu-mun gündemine taşımak için bir vesile oluyor.Ben de bu yazıyı bu gün vesilesiyle yazdım.

YALNIZSAK, KALABALI�IN SES�... Bazı dizeler vardır, dilimizden

düşmez. Sık sık kendimizi onlarımırıldanırken buluruz. Şarkılargibi günümüzü, an’ımızı keyiflen-dirirler.

Bazı dizeler vardır, kimi duyguhalleri içinde, bazı olaylardan, bazıyaşanmışlıklardan sonra onlarıanımsarız. Taptaze yaramıza iyigeldiğini, öfkeyse içimizi darlaştı-ranın esenlikler taşıdığını, çaresiz-likse umut pencereleri açtığınıhissederiz o dizelerin.

Yalnızsak kalabalığın sesi olur-lar. Düşüyorsak dayanma gücü ve-rirler. En önemlisi de bu dizelerherkesin yaşadığı gündelik rahatlı-ğın, o bildik huzurun dışında kaldı-ğımız duygusuyla içimiz içimizi yerken bize birnefes, bir arkadaş, bir dost olurlar.

Herkesten farklı olmadığımızı, birçok insanınbenzer tünellerin mesafelerini kat ettiğini, çıkışaradığını, ışık aradığını, arandığını, acı çektiğinisöylerler.

Benzerlerinin bulunduğunu bilmek kuşkusuzteselli veriyor insana. Türdeşlerimizin halleri sağ-altıcı bir ayna oluyor yaşantımızda.

Yüzüme, ruhuma, benliğime dikkatle ve ısrarlabaktığım işte bu aynalar, şiirin temiz ve tertipkârelleriyle tutuldu bana.

Yalnız olmadığımı o aynalara baktığımda an-lardım. Her güçlüğün aşılabileceğini, her darlık-tan çıkılabileceğini, zehir varsa panzehirin deolduğunu, kalbin zamanla yatışacağını, sızının şid-detini kaybedeceğini, kara düşüncelerin durulaca-ğını, bulanık bakışların yeniden ışığınakavuşacağını o aynalar fısıldadılar bana.

HAYAT BOYU VEFAİçime bir sıcaklığın yayıldığını, damarlarımda

ılık bir nefesin ilerlemeye başladığını, ruhumu üşü-ten gecenin ve kara gün imgelerinin perde perdedağıldığını hissederdim.

Gücümün biriktiğini bilirdim ve ayağa kalkaca-

ğım günleri beklerdim.Şiirin mucizesidir bu. Her-

kese öneririm: Mırıldanmanıziçin sizi arayıp bulacak dizeleri-niz olsun.

Öyle bir güven duygusu verinki onlara yanınızdan bir an olsunayrılmasınlar. Sizi bir hayat boyugözetecek vefaları vardır onla-rın.

Hayatımın değişik dönemle-rine ait gündelik ya da iç yaşan-tılarımla ilgili anısı bulunan okadar çok dizem oldu ki. İşte on-lardan birkaçı:

Bu memlekette de bir günsabah olursa, Halûk…(TevfikFikret)

*Haberin var mı taş duvar,Demir kapı, kör pencere...? (Ahmet Arif)*

İşte böyle Laz İsmailMesele esir düşmekte değilTeslim olmamakta bütün me-

sele… (Nazım Hikmet)*Geceleyin bir ses böler uykumu,İçim ürpermeyle dolar:- Nerde-

sin? (Ahmet Kutsi Tecer)*Gitsem de gitsem…Bir an için terk-i diyar etsem.

(Enver Gökçe)*Bir zaman da böyle geçsin. (Enis

Batur)*Beşir Fuat, benim yanlış kardeşim.

( Enis Batur)*Ölüm ardımda dolaşıp da yorulmaVar git ölüm bir zamanda yine gel. (Karacaoğlan)*Ağlamak istiyorumEn siyah sesiyle şiirimin. (İsmail Uyaroğlu)*Bu sana son bakışımElveda mavi çiçekElveda tarla kuşum… (Nihat

Behram)*Elimizden ne gelir ki insan ol-

maktan başka. (Edip Cansever)*Burada bir Ahmet Erhan var

uzakta. (Ahmet Erhan)*Anne gel, yanıma otur. (Ahmet

Erhan)*Dün gece ellerimdeydi ellerin. Kırların

yüzündeki yeni hüzün çiçeklerini gösterdin bana. (Soy-sal Ekinci)

*o gözleri ben

ırgat pazarlarındagördüm. (Hasan Hüseyin)

*Ey iki adımlık yer küresenin bütün arka bahçelerini

gördüm ben. (Nilgün Marmara)

“���R G�B� EVLER”SATANLARA...

Artık rahatlıkla şunları söy-leyebilirim:

İlköğretim yıllarındaki ulu-sal törenlerden,

krapon kâğıtların, kırmızıbayrakların ve çıngıraklı

çocuk seslerinin kuşattığı o törenlerden sonra şiirle bir daha hiç karşılaşmayanlara, hayatın gailesi içinde şiiri anımsamayanlara, şiirden her ne nedenle olursa olsun ayrı kalanlara,uzak düşenlere, şiirle arasına perde girenlere, şiiri romantik bir saflık olarak görenlere, şiirle yol alanlara bir istihza mevkiinden bakanlara,yaşamın başka katmanlarında şiirin anlamını değiştirip gülümseyenlere, örneğin şiir gibi kadın diyenlere, şiir gibi evler

satanlara, şiir gibi otomobillere binenlere, şiir gibi seya-

hatler edenlere,şiir gibi hayatlar yaşadığına inananama hiçbir şiir kitabını okumayanlara,kısacası şiire dokunmayan, şiirin dokunmadığı herkese karşı şöyle konuşmalıyız:-Hatta her fırsatta bıkmadan ve büyük bir gönül

üstünlüğüyle sözlerimizi tekrar etmeliyiz.-Ruhumuzun belleğidir şiir.İç sıkıntılarımızın, iç saklanışlarımızın özenle

düzenlenmiş hafızasıdır.Gün olup koskoca dünyaya sığamazken, varlığına karışacak kuytu bir sokak dahi bula-

mazken bize kendi evimizin, kendi odamızın rahatlığını

sunandır şiir.Sanatlar içinde sadece odur, iç zamanların, iç ırmakların bütün seslerini du-

yabilen,acıyan taraflarımızla bir-

likte sızlayan; bizi teselli eden, avutan,

arındıran,mırıltılarımızı çözen, sustuklarımıza anlam

düşüren,konuştuğumuz bütün

sesleri konuşabilen,bize dert ortağı olabilen

yegâne sanattır şiir.İnsanın ruhu suretine

ancak şiirde kavuşur.*

Geçmiş Dünya Şiir Gü-nü’nüz kutlu ve şiir gününüz sürekli olsun.

Şiirin mucizesi ve herkese bir öneri21 MART DÜNYA ���R GÜNÜ’NÜN ARDINDAN

Bazı dizeler vardır, dilimizden düşmez. Sık sık kendimizi onları mırıldanırkenbuluruz. Şarkılar gibi günümüzü, an’ımızı keyiflendirirler. Bazı dizeler vardır, kimiduygu halleri içinde, bazı olaylardan, bazı yaşanmışlıklardan sonra onları anımsarız

Karacao�lan

Marmara

Batur

Page 17: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

TUNCA ARSLANPascal Quignard’ın ülkemizde 1993’teSevim Akten çevirisiyle Can Yayın-ları’nca yayımlanan 85 sayfalık incecikromanı “Dünyanın Bütün Sabahları”,17. yüzyıl Fransa’sında, karısının ölü-münden sonra çiftliğindeki küçük birkulübede inzivaya çekilen besteci ve vi-yola sanatçısı Sainte-Colombe ile iki kı-zının yaşadıkları etrafında gelişir.Yalnızca soyadı anımsanan müzisyeninöğrencilerinden Marin Marais (1657-1728) ile ilişkisi de romanın temasınıbelirleyen ana boyutu oluşturur. Kralınsunduğu olanakları ve ünü reddedenusta ile ün, kadın, para ve kolay yaşampeşinde koşan, sanatsal yaratının mis-tik derinliğini fark edemeyen öğrenci-sinin çelişik kişilikleri romanın anaçatışmasını çizerken, çağın entelektüeldünyası da gözler önüne serilir.

ASLA SARAYDAÇALMAYACAKSIN...

Roman, 29 Ağustos 2010’da yaşamaveda eden Fransız yönetmen AlainCorneau tarafından 1991’de beyazper-deye aktarılmış, Sainte-Colombe’uJean-Pierre Marielle, Marin Marais’yiGerard Depardieu, onun gençliğini deGuillaume Depardieu canlandırmıştır.

Filmin açılış sahnesinde, Marin Ma-rais adlı saray müzisyenini, çökkün vebezgin bir şekilde, sarayın geniş bir sa-lonunda öğrencilerine ders verirken gö-rürüz. Belli ki epeyce görmüş geçirmişve mutsuz bir insandır Marais. Birden,“Benim bir ustam vardı” diyerek anlat-maya başlar.

Sainte-Colombe, sanat konusundasarsılmaz ilkeleri olan, örneğin saray mü-zisyenliği yapmaya asla yanaşmayan, sa-raydan gelen her teklifi elinin tersiyleiten, “Sizin saraylarınız benim müziğimeyakışmaz” diyen, kızlarını da bu ilkelerdoğrultusunda yetiştiren bir dehadır.Müzikte, şan şöhret ya da para değil, ya-şamın ve sanatın özünü aramaktadır.Ölen karısına duyduğu ölümsüz aşkın biryansıması, karısının hayaliyle kurduğubenzersiz bağın ifadesidir müzik.

Bir gün kapısına dayanan, genç vebaşarısız bir müzisyen olan Marin Ma-rais, Sainte-Colombe’dan kendisineders vermesini ister. Yaşlı usta, öncereddeder, fakat genç adam ısrarlıdır.

Sonunda hocalık yapmayı kabul etti-ğinde yeni öğrencisine tek bir şart koşarSainte-Colombe: “Müziğini asla satma-yacaksın, asla sarayda çalmayacaksın.”

İşte filmin açılışında Marin Ma-rais’nin pişmanlıkla hatırladığı süreçbudur. Genç adam, hocasından dersalacak, kendisini geliştirecek, güzel kız-larından biriyle aşk yaşayacak ama birsüre sonra Sainte-Colombe ve ailesineihanet ederek, büyük acılar yaşatacak-tır. Kolay yolu seçerek bir “saray mü-zisyeni” olmuş, paraya pula şöhreteulaşmış ama ahlaken yozlaşmış, düş-künleşmiştir.

SANAT K�MLER �Ç�N YAPILIR?Her şeyden önce yaşamın anlamı üze-

rine bir roman-filmdir “Dünyanın BütünSabahları”. İnsan ne için yaşar sorusuna,Sainte-Colombe karakteri üzerinden sağ-lam yanıtlar verilir.

Bunun gibi, sanatın anlamı, sanatın neiçin, kimler için yapıldığı konunda da ala-bildiğine derin bir tartışma yürütülür.

Aynı zamanda da alabildiğine etkili biraşk öyküsü vardır karşımızda. Yaşlı mü-zisyenin karısına yönelik aşkı, karısınınhayalinin ona yol göstermeye devam et-mesi ile Marin Marais’nin hocasının kı-zına yönelik yanıltıcı aşkı arasında, aşkın“kendini düşünmek”ten vazgeçmekdemek olduğu da bir kez daha vurgulanır.

Birkaç yıl önce konser vermek içinülkemize de gelen Jordi Saval’ın sarsıcımüzik düzenlemesi, Gerard Depardieuve oğlu Guillaume’nin kusursuz oyun-culukları, Anne Brochet’nin duru gü-zelliğiyle ve tabii ki başroldekiJean-Pierre Marielle’nin unutulmaya-cak performansıyla, kusursuz bir film-dir “Dünyanın Bütün Sabahları”.

Aydınlık KİTAP

Saray müzisyenive ustası

Page 18: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Bonnie Nadzam,�thaki Yay.

Çev. Özlem Yükselebildikten208 s.

Her seferinde tek bir şehrin ışık-landırılmış adını gösteren kesti-rilmez bir harita gibi. Kafanızıniçindeki mengeneyi gevşetmek vedümeni kalbinize bırakmak gibibir şey. Üstelik söylendiği kadarda kolay değil.” “Bonnie Nad-zam’ın ilk romanı sürükleyici veson derece orijinal. Öyküsü ko-laya kaçan sınıflandırmalara di-reniyor; çocukluk, yetişkinlik,acı, güzellik ve aşka dair bildikle-rimize meydan okuyor. Sarsıla-caksınız.” Anna North kitap için“Bonnie Nadzam’ın romanındakiher cümle bize sevgiyi, mecburi-yeti ve kalbin gizemlerini öğreti-yor. Ana karakterleri de birlikteçıktıkları yolculuğu da aklımdançıkaramıyorum. Kitap, Amerikanromanında yeni bir akım baş-lattı” diyor.

Lamb

Irvin D. Yalom, aynı anda 5 ül-kede yayımlanan, Alfred Rosen-berg ile ondan üç asır sonrayaşayan ve ona tamamen zıt gibigörünen Spinoza’nın iç dünya-sına yaptığı bu gizemli yolculuğuustaca işleyip, olayları iç içe amabirbirine karıştırmadan, doludolu ama sıkmadan anlattığı buromanı için şöyle diyor: “Yaşan-mış olabilecek olaylara dair birroman yazmaya çalıştım. Tarihselolaylara mümkün olduğuncasadık kalarak ve bir psikiyatr ola-rak birikimlerime dayanarak anakarakterlerimin, Bento Spinozave Alfred Rosenberg’in iç dünya-larını hayal etmeye çalıştım...”

Spinoza Problemi

Hüsnü ArkanK�rm�z� Kedi Yay. 208 s.

İzmir yakınlarındaki küçük bir kasa-bada yaşayan varlıklı bir ailenin tekçocuğudur Hüseyin. Malların ve çiftli-ğin yönetimini yüklenen amcası, gele-neklere uymayıp meyhane işletmeyiseçen babası, menekşe kokulu annesi,çiftlikteki sevgili atları, yengesi, hala-ları ve komşu kadınlar arasında büyür.Ancak hep mutluluk içinde geçmezkasaba hayatı. Babasını küçük yaştakaybeder. Okulda ise sorunlu bir öğ-rencidir, yine de kazanır üniversiteyi.Kişiliğindeki bölünmeler o yıllardabaşlar. Ve bir Cumartesi günü bütünyaşam öyküsü değişir; her şey tersinedönmüş, birbirine geçmiş, ortada ken-disinin figüran olduğu bir oyun kal-mıştır. Yakın tarihin yaşanmış siyasiolaylarına yapılan göndermelerle do-kunmuş Menekşeler Atlar Oburlar,bir düş kırıklığının, boşa geçen, kay-bedilmiş bir hayatın romanı.

Menekşeler AtlarOburlar

İzmir kentine ve burada kaderini ara-yan İzmirli genç Rum kızına ağıt…

Yıl 1914… Osmanlı İmparatorluğugiderek zayıflamaktadır. Başta İngiliz-ler olmak üzere tüm Avrupalılarınplanı, “hasta adam” ilan ettikleri Os-manlı’yı parçalamak, topraklarını işgaletmektir. İngilizlerin Yunanlılarla bir-likte hedefi İzmir´dir. Böylece hemEge’nin zenginlikleri ele geçirilecek,hem de İzmir, İstanbul’un işgali için üsolarak kullanılacaktır. İlk adım, İzmirKörfezi’nin girişini bir tıpa gibi tıkayanKösten Adası’nı ele geçirmekle atılır.Adanın kendi halinde masum güzeliRum kızı Smyrna henüz on üç yaşın-dadır. Ancak İngilizlerin işgali, her şeyideğiştirir. Genç kızın bir anda altüstolan yaşamındaki tek ışık, Çakır Os-man’a duyduğu tutkulu aşk olur.

Bu aşkın gücü, Smyrna’nın kade-rini değiştirmeye yetecek midir?

Ağlama SmyrnaDöneceğim

Mephisto Kitaplığı’nın ikinci kitabı,Füsun Saka’nın ilk romanı Zaman-sız’da bir kadının çarpıcı öyküsünetanık olacaksınız. Hastane odasındayatarken vakit geçirmek için bir ya-bancıyla internet üzerinden yazışmayabaşlayan kadın kahramanın iç dünya-sını, chat diyalogları üzerinden aktarı-yor Zamansız. Geçmişi sarsıntılı,bugünü sıkıntılı, geleceği belirsiz birkadını anlatıyor. Taşradaki bir istas-yon şefinin kızı kabuslarla dolu çocuk-luk günlerini, sorunlu cinsel ilişkilerini,12 Eylül dönemi işkencelerini, mutsuzevliliğini anlatırken bir kadının öykü-sünü bir dönemin öyküsüyle buluştu-ruyor. Zamansız bir yolculuk romanı.Bu yolculukta daima ara istasyonlar-dayız. Ara istasyonlarda, “Bu ülkedebir kadın için gelecek mümkün mü?”sorusunun yanıtı aranıyor.

Zamansız: Bir Chat Hikayesi

E.T.A. HoffmanCan Yay.

Çev.Ersel Kayao�lu, Sami Türk 328 s.

Gece Tabloları, Aydınlanmacı aklın“bilinmeyen” olarak damgaladığı, ür-kütücü bulduğu için hayatın dışınaattığı dünyalara kapı aralıyor. Bu öy-küler okurunu uçurumun kenarın-daki hastalıklı ruhların, suçun vekötülüğün, fantazmanın ve deliliğin,doğa üstünün ve bilinmezin dünya-sına taşıyor.

Geceyi mekân edinen öykülerdeğil bunlar; gecenin karanlığını gün-düze taşıyan, dolayısıyla da insanıkendi karanlığına hapsederek geceyibüyüten, uzatan, sürekli kılan öykü-ler... Kitabı oluşturan sekiz öyküdenher biri, bu açıdan insan ruhunun endip, en kuytu köşelerine ayrı bir nok-tadan ışık tutuyor. Resmin bütünün-deyse Hoffmann’ın sonsuz gecemizeyüklediği anlam var.

Öykülerini, gerçekliğinden şüpheduyulmadan hayalle bezeyen E.T.A.Hoffmann’ın eserleri, fantastik rea-lizmin başyapıtlarıdır.

Gece Tabloları

Şair, romancı ve öykücü, şarkısözü ve oyun yazarı MurathanMungan’ın yeni kitabı çok ilgigöreceğe benziyor. Çok yönlüsanatçı “Yazınca da Geçmi-yor”, “Kedi Kapısı”, “Fal Me-tinleri”, “Bende Kalanlar” ve“Aşkın Cep Defteri” başlıklıbeş bölümden oluşan ve bili-nen edebi türlerden birinekolay dahil edilemeyecekolan kitapta şiir, öykü, metinve aforizmalar yer alıyor. Birdeftere yazılabilecek şeyler...

Aşk her zaman ardındaokunacak bir şeyler bırakır.Kadın ve aşk üzerine yapıtla-rıyla ses getiren MurathanMungan bu eserinde de aşkadair yeni sözlerle karşı-mızda...

Aşkın Cep Defteri

Philip Roth, büyük övgü toplayanromanı Öfke’de, 50’li yılların gü-nümüze bile ulaşan adabı muaşe-ret kuralları arasında boğulaninsan ruhunu, baskının ağırlığı al-tında ezilen arzuyu ve belleğin acı-masızca tutsak edebilme gücünüanlatırken, düzenin genç insanlarınasıl hoyratça ve hor kullandığınıbir kez daha hatırlatıyor.

1951. Kore Savaşı’nın ikinciyılı. Çalışkan, itaatkâr, duygusalbir delikanlı olan Marcus Mess-ner, ailesinin tek çocuğudur.Önünde parlak bir gelecek uza-nan bu genç Yahudi, koşer bir ma-halle kasabı işleten halim selim biradamın oğludur. Her köşede sev-gili oğlunu beklediğini düşündüğütehlikeler yüzünden çılgına dönenbabasının baskısından kaçmakiçin ailesinin yaşadığı New Jer-sey’den uzakta bir taşra üniversi-tesini tercih eder...

Öfke

Philip Roth, YKYÇev. �eyda Öztürk, 144 s.

Gülseren EnginRemzi Kitabevi, 248 s.

�rvin D. YalomKabalc� Yay.

Çev. Ahmet Ergenç, 446 s.

Murathan MunganMetis Yay.

160 s.

Füsun SakaMephisto Kitapl���

180 s.

Page 19: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Çılgın TürklerKıbrıs

Tarih Hırsızlığı, geçmişin çoğuzaman Batı Avrupa ölçeğinde yaşan-mış süreçlere göre kavramsallaştırı-lıp sunulmasını, ardından dadünyanın geri kalanına dayatılmasınıifade ediyor. Bazı tarihçilere göreRönesans’tan, bazılarına göre iseancak 19. yüzyıldan itibaren küreselölçekte üstünlüğü ele geçiren Ba-tı’nın bu öne geçişinin nedenlerininaraştırılması 19. ve 20. yüzyıl tarihya-zımının tercihli konularından birioldu. Jack Goody bu tarihyazımınıinceleyip eleştirel bir bakış geliştirir-ken, “Batı niye üstün geldi? Doğuniye geri kaldı?” sorusunu hem Av-rupa-merkezci perspektifi, hem dedayandırıldığı olgusal zemindeki ha-talar bakımından çok ciddi bir eleşti-riye tabi tutuyor.

Tarih Hırsızlığı

1968 yılında “Milliyetçi Türkiye” diyeslogan atarak başlamış Türk Milliyet-çiliği mücadelesine. Hiç vazgeçme-miş, bilinçlenerek, derinleşerek,düzelterek, daha eleştirel olarak,ama eksenini hiç yitirmeden, hiç kay-dırmadan bugünlere gelmiş. CazimGürbüz’ün kendi deyimiyle “hayatımilliyetçilik”…

Millet, milliyetçilik, kimlik tartışma-ları dünyada ve ülkemizde alevlenereksürüyor. Herkes kendi meşrebince,inancınca ya da küresel efendilerininisteği ve istencince katılıyor bu tartış-malara. Katılıyor da birilerinin amacıkafa ve kavram karıştırmak olunca;bilgi, çözüm, hüküm ve yöntem çıkmı-yor bu milliyetçilik atışmalarından.

Kartal GözüyleMilliyetçilik

Buket UzunerEverest Yay., 344 s.

Gazeteci Defne Kaman bir yaz ak-şamı bindiği vapurda arkasında hiçbiriz bırakmadan kaybolur. Onu ara-makla görevli Komiser Ali Ümit ilearkadaşı Sahaf Semahat kendilerinianiden tuhaf olaylar ve esrarengizsemboller arasında bulurlar. Bir yan-dan kendi hayatlarını sakatlayan yasakve tabulara rağmen ayakta kalmayaçalışırken, kayıp gazeteci Defne Ka-man’ın peşinde bir maceraya sürükle-nirler. Buket Uzuner, Su romanındabütün canlı varlıkları eşit değerdekabul ederek doğayı ve yaşamı kutsa-yan kadim Türk geleneği Kamanlık’a(Şamanlık) selam ederken, okurlarıhem eko-feminist bir okumaya, hemde 1000 yıl önce Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen(Mutluluk Bilgisi) Kutadgu Bilig Şif-resi ile zihin oyunlarına davet ediyor.

Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları: Su

Terry EagletonAyr�nt� Yay.

Çev. Kutlu Tunca, 400 s.

Eagleton, dramadan edebiyat vefelsefeye, dinden teoloji ve antro-polojiye kadar disiplinler arası genişbir alanda gezinen bu eleştirel ça-lışma, antik çağ bereket kültleri vekurban ritimleriyle modern çağdevrimleri arasında bağlantı ve kü-melenmeleri açığa vuran radikal birgüzergâh yaratıyor. “Acı”yı ortakbir anlam değişkeni, ortak olanınpaylaşımını sağlayan ve farklı yaşambiçimlerinin diyaloga girebileceğibir “dil” olarak tanımlayan Eagle-ton, kültürcü ve tarihselci “kibir” vegöreliliğe karşı, insanın türsel, varo-luşsal doğasına içkin sürekliliklertemelinde trajik sanatı, insanda kı-sıtlı, kırılgan ve yavaş işleyen şeyiaydınlatıcı bir bağlama yerleştiriyor.

TATLI ŞİDDET

Güçlendirilmiş çiçek virüsü taşıyanfüzelerle yüklü iki denizaltı gizliceAmerika’nın batı sahillerine gön-derilir. Kıyıya yaklaştıklarındaölümcül silahlarını ateşleyecekolan bu denizaltılar Amerika’yı birkaosa sürükleyecek ve bundan fay-dalanan Japonlar da düşmanlarınason darbeyi indirecektir. Ancak be-lirlenen hedefe ulaşamadan Ame-rikan donanması tarafından farkedilerek okyanusun dibine gönde-rilirler. Altmış küsur yıl sonra, budenizaltıların nerede batırıldığın-dan ve taşıdıkları korkunç kargo-dan haberdar olan karanlık bir güç,olağanüstü bir plan hazırlar. Buplana göre, yörüngeye uydu fırla-tan dev bir okyanus platformu kul-lanılarak Japonların yarım bıraktığıiş tamamlanacak ve yalnızca Ame-rika’ya değil tüm dünyaya yeni birdüzen getirilecektir..

Kara Fırtına

Selda H�zalAgora Kitapl���, 144 s.

Saddam Hüseyin’in idam sahnesinicep telefonu kamerasından değil deprofesyonel bir çekim kamerasın-dan izleseydik ne hissederdik? Kad-dafi’nin ölüm görüntülerini birkurgudan ayıran neydi? Gerçeklikile onu aktaran araç arasındaki ilişkiher daim merak konusuydu. Bugüngelişen teknikler iki düşünürü dedoğrularken hayatımızı sarmalayanMOBESE ve güvenlik kameralarıgerçekliğin tespitinde sık sık kullanı-lıyor. Haber bültenlerinden yeni si-nemaya birçok alanda kullanılanamatör kameraların yansıttığı hiper-gerçekliği ve bu hiper-gerçekliğinifade ettiklerini anlatan bu kitapsa,medyanın ideolojik bir aygıt halinegeldiği bu dönemde bir karşı ileti-şim taktiği olarak ortaya çıkarılanamatör kamera görüntüleriyle ileti-len mesajları ve o mesajların etkisi-nin boyutunu inceliyor.

Amatör Kamera

Gerçekliği

“Tanrı, menşe ve öz itibariyle bir‘akıl nesnesi’ değildir, onu bu hale,daha sonraki kuşakların akılsızlığıya da aklı getirmiştir. O, spekülas-yonun, felsefenin nesnesi ya daürünü de değildir, çünkü ortadahenüz filozoflar yokken tanrılarvardı ve evrenin nedenleri, ateştenya da sudan ya da hatta hiçliktenmeydana gelişi konusunda saçma-lamak kimsenin aklına gelmediğizaman da onlar vardı. Tanrı, as-lında bir talebin, dileğin nesnesi-dir; o, talep edildiği, içten arzuedildiği, istendiği için, tasarlan-mış, düşünülmüş, inanılmış birvarlıktır. Gözün özüne denkdüşen bir varlık olarak, ışığın sa-dece göz için gerekli bir nesne ol-ması gibi, tanrı da sadece genelolarak bir talebin nesnesidir,çünkü tanrıların doğası insani di-leklerin doğasına denk düşer.”

Tanrıların Doğuşu

Clive Cussler, Dirk CusslerAlt�n Kitaplar

Çev. Esat Ören, 528 s.Turgut ÖzakmanBilgi Yay. 464 s.

Türk kalmak için verilen 100yıllık şaşırtıcı, dehşet vericimücadele.

T. Özakman’ın Diriliş, ŞuÇılgın Türkler ve Cumhuri-yet-Türk Mucizesi eserlerin-den oluşan TürkiyeÜçlemesi, toplam 623 baskıyaptı. Yazar bu kez yineyakın tarihimizin önemli ko-nularından biri olan Kıbrıssorununu yazdı. Kıbrıs’ınfethinden günümüze kadarkiçarpıcı olayları, direniş des-tanlarını, Kıbrıs’ın yüz yıllıkMilli Mücadelesini ve BarışHarekâtını bir bütün olarakyine belge-roman tarzındaişledi.

Cazim GürbüzAsya �afak Yay.

533 s.

Ludwig FeuerbachSay Yay.

Çev. O�uz Özügül, 352 s.

Jack Goody�� Bankas� Kültür Yay.

Çev. Gül Ça�al� Güven, 420 s.

Page 20: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

İREM HALIÇBir kısmını vapurda “O MagnumMysterium” eşliğinde, bir kısmınıevde Çaykovski’nin “Old FrenchSong” parçası eşliğinde, iki soluktaokuyup bitirdiğim “Dedem BirKiraz Ağacı”, henüz hayatta olandedem ve anneannemi gözümünönüne getirdikçe genzimin yanma-sına sebep olan hüzünlü bir çocukromanı. Hans Christian AndersenÖdülü sahibi İtalyan yazar AngelaNanetti, hak ettiği ilgiyi görmüş, bukitabıyla da 2006’da Chronos Ödü-lü’nü (Fransa) kazanmış. Biz de aslıİtalyanca olan bu kitabı kendi yaz-mışçasına iyi Türkçeleştiren SemaTuksavul’a bize aynı tatta okumasağladığı için teşekkür etmeyi unut-muyoruz.

Ölüm, çocukluğumuzda kelimeyiduyduğumuz andan itibaren düşün-düğümüz, bir yakınımızı kaybettiği-miz andan itibaren anlamayabaşladığımız, bize ne zaman uğra-yacağını bilmediğimiz tuhaf birkavram. Yaşlılar için ölüm korkusuölümden sonrasını kestirememekgibi olsa gerek; yetişkinler içinsedünya zevklerinden mahrum kal-mak gibi... Emin olduğumsa birçocuk için ölüm korkusu, sevdikle-rini kaybetmenin korkusudur. Sev-diklerinden birini kaybettiğindeona ne olduğunu anlamaya başlarve kendini diğerlerine hazırlar.Ama sevdiklerini henüz kaybetme-miş benim gibiler bu korkuyu hâlâiçlerinde taşırlar. Şimdi hayattaysadedeleriniz ve nineleriniz, “çocuk-ken çok severdim ama şimdi işim-deyim gücümdeyim, arayıpsoramıyorum” diyorsanız, demeyin.Gidin, sarılın, öpün. 30 yaşınızdada olsanız, torun torundur.

TON�NO’NUN TEOR�S�“Dedem Bir Kiraz Ağacı” roma-

nının kahramanı olan Tonino’nuniki dedesi ve iki ninesi var. Babası-nın anne ve babası olanlarla birlikteyaşıyorlar. Annesinin anne ve babasıolanlar ise 40 kilometre uzakta birköyde yaşadıkları için Tonino onlarıayda bir ya da iki kez görebiliyor.Anneannesinin ani ölümüyle,“ölüm”le tanışan Tonino, dedesiyledaha fazla vakit geçirmeye başladı-ğında kendine bazı sorular soruyor.

Bu soruları zaman zaman annesinede soruyor ama istediği yanıtları ala-mayınca sormaktan vazgeçiyor. To-nino ölen anneannesine neolduğunu anlamaya çalışırken birteori üretiyor: Ölen insanları birdaha göremiyorsak başka bir şeyedönüşüyor olabilirler, bu şey de on-ların sevdikleri bir şey olabilir. Budurumda Tonino’nun anneannesibir kaza dönüşmüş olabilir. Peki,eğer dedesi de ölecek olursa neyedönüşebilir?

“Hiç kuşkum yoktu. ‘Bir kirazağacına,’ diye cevap verdim.

‘Ya sen?’ ‘Henüz düşünmedim, belki bir kuş

olmak hoşuma gider. Böylece, gelip se-ninle arkadaşlık eder ve bütün kirazla-rını yerdim.’ Dedem gülümsedi, amayorgun bir hali vardı.”

KAZ �LE KÖPEKTonino beni aynı anda hem gü-

lümsetip hem hüzne boğmayı ba-şardı. Ara ara kaz ile köpeğindavranışlarını inceleyip, zekalarınıkıyaslıyor. Bir kaz, evcil bir köpek-ten daha akıllı olabilir mi? Eğer kazçok sevdiğiniz dedenizin kazıysa mu-hakkak daha akıllıdır. Ama bu kazbir de Ottaviano Dede’nin Alfonsi-na’sıysa tüm canlılardan da zeki ol-ması mümkün. Yine deAlfonsina’nın zekası bizi gülümse-ten bir ayrıntı sadece, onu asıl de-ğerli yapan AnneanneTeodolinda’nın emaneti olması. To-nino anneannesinden dedesine, de-

desinden de kendisine emanet edi-len her şeye sahip çıkacak: Alfonsi-na’ya, dedesinin belediye tarafındanalınmaya çalışılan evine ve dallarıüstünde birlikte anıları olan, zamanzaman anneannesinin bir melek ola-rak gelip dallarındaki kuşlara ağzıylayem verdiği Kiraz Ağacı’na…

Yaklaşık yirmi dile çevrilen, çağ-daş çocuk klasikleri arasında kabuledilen ve Türkçede ilk kez GünışığıKitaplığı tarafından yayımlanan“Dedem Bir Kiraz Ağacı”, dede iletorun ilişkisini olabilecek en sevimlidilde anlatan, unuttuğumuz şeylerihatırlatan ve mutlaka çocuğunuzunkütüphanesinde bulunması gerekendeğerli bir kitap. Hatta bazı kısımlardönüp dolaşıp tekrar okumak iste-yeceğiniz kadar içten, çocuksu vehüzünlü. Bunlardan biri Toni-no’nun, anneannesinin kalbindekidiken yüzünden çekip gitmesindensonra, bu diken dedesinde de varlı-ğını göstermeye başlayınca çocukkalbindeki sevgiden türeyen korku-lar yüzünden gördüğü rüya:

“O gece rüyamda anneannemTeodolinda’yı gördüm. Üstündebeyaz bir doktor önlüğü, kucağındada Alfonsina vardı. Anneannem çokneşeliydi ve gülümsüyordu; dedeme,kalbindeki dikeni çıkaracağını söy-lüyordu. Dedemse, bir yatağa uzan-mıştı. Tıpkı nehirde yıkandığımızgünkü gibi, üstünde yalnızca do-nuyla salam gibi bağlanmıştı.Dedem de gülümsüyor ve annean-neme, çabuk olmasını, çünkü bos-tana gitmesi gerektiğini söylüyordu.Bunun üzerine anneannem, Alfon-sina’nın kanatlarından bir tüy çekipçıkardı ve dedemi gıdıklamaya baş-ladı. Dedem bir yandan gülerken,bir yandan da, ‘Dur Linda, dur!’ di-yordu. Sonra hiçbir şey görmedim;daha sonra da, anneannem avludahayalet giysileri içinde, elinde otüyle kazları kovalıyordu. ‘Dedemindikenini çıkardın mı?’ diye sordum.Ama anneannem cevap vermedi.

Uyandığımda, ne düşüneceğimibilmiyordum.”

İyi okumalar diliyorum.

(Dedem Bir Kiraz Ağacı, Angela Na-netti, Resimleyenler: Anna ve Elena Bal-

busso, çev: Sema Tuksavul, GünışığıKitaplığı, 158 s. (8-12 yaş)

“DEDEM K�RAZ A�ACI”

Madem ağaçlar nefes alıyor,neden gülmesinler ki?

Çocuk edebiyatımızın güçlü öykü

yazarı Zeynep Cemali, bu kez İs-

tanbul’da geçen birbirinden ilginç

çocukluk anılarını aktarıyor. Yaza-

rın tarih sırasıyla kaleme aldığı öy-

külerdeki, her çocuğun

hayranlıkla bağlanacağı, sürpriz-

lerle dolu, sıradışı baba karakteri,

usta bir öykücü olan Cemali’nin

tüm yaşamını biçimlemiş. Her yaş-

tan insanın severek okuyacağı bu

kitabı, baştan sona ya da tek tek

öyküler halinde okumak mümkün.

Çılgın Babam

(Zeynep Cemali, Gün����� Kitapl���, 160 s., 8-12 ya�)

Kanatlı Düşler

(Erol Büyükmeriç, Resimleyen: Serap Delior-

man, Tudem Yay�nlar�, 64 s.)

23 MART 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN

Anneannesinin ani ölümüyle, “ölüm”le tanışan Tonino,dedesiyle daha fazla vakit geçirmeye başladığındakendine bazı sorular soruyor. Bu soruları zaman zamanannesine de soruyor ama istediği yanıtları alamayıncasormaktan vazgeçiyor

“Kanatlı Düşler”, usta bir şairin ka-

leminden süzülen hayat dolu dize-

leri ve Serap Deliorman’ın

resimleriyle harikalar diyarına ara-

lanan bir kapı gibi. Etkileyici tasa-

rımı ve renkli sunumuyla “Kanatlı

Düşler”, hiç kimsenin kayıtsız kala-

mayacağı çocuk kitaplarından biri…

Şair, doğa, hayvan, aile, arkadaş ve

çevre sevgisi ile ilişkileri konulu şi-

irlerine yer verdiği kitabında ayrıca,

kısa üçlüklerden oluşan serpmele-

rini de gün yüzüne çıkararak farklı

bir tat sunmuş şiir sever çocuklara…

Page 21: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

23 MART 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

Basın tarihimize, özellikle röportaj ve izlenim-gezi ya-zılarındaki ustalığı nedeniyle “duayen” olarak geçenisimlerden Yılmaz Çetiner (1927-2006), 1964’te Cum-huriyet gazetesinde yayımlanan “İnanç Sömürücüleri /Nurcular Arasında” ile “AmerikanYardımı ve Gerçekler” başlıklı yazıdizileriyle büyük ses getirmiş, Gazete-cilik Başarı Armağanı’na değer gö-rülmüştü. Çetiner’in sahaflardaki“gömülü hazineler”den biri niteliğin-deki “Şu Bizim Rumeli” adlı kitabı ise25 Eylül-9 Kasım 1966 tarihleri ara-sında Cumhuriyet’te yayımlanan geziyazılarından oluşuyor. Kitabın kapak ta-sarımının Fikret Otyam tarafından ya-pıldığını da belirtelim.

“Şu Bizim Rumeli”, dört ay sürenBulgaristan, Yugoslavya, Avusturya, Ma-caristan, Çekoslovakya, Yunanistan veRomanya gezilerinden notlar içeriyor.Kitabın önsözünü Yakup Kadri Karaos-manoğlu yazmış ve şöyle demiş: “O za-manlardan bugünlere kadar arada geçenbir sürü facialı olaylara rağmen YılmazÇetiner’in bu kitabında da Rumeli’ye ‘ŞuBizim Rumeli’ dedirtecek olayların hika-yesile karşılaşıyoruz. Zehra nine hâlâ bir türlü Tuna kı-

yılarını terk etmek istemiyor; buralarda belki açlığındanölüp kalmayı, çocuklarının yanına gitmeye tercih edi-yor. Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya köylerinde hâlâ

bizim türkülerimiz söylenip, bizim sazları-mız çalınıyor.”

Yılmaz Çetiner de “Altı asır üzerindeberaber yaşadığımız, kaynaştığımız,bugün o toprakların sahibi olan kardeşmilletlerle acı tatlı hatıralarımızı tazele-mek, anmak, herhalde bizi birbirimizedaha yakınlaştıracaktır. Dostluk ve kar-deşlik temennisiyle…” diyor kitabın gi-rişinde.

Dolaştığı ülkelerdeki Türk izlerinişovenizme kaçmadan süren, günlük ya-şamdan ilginç ayrıntılar yakalayan, ta-rihe bakışı ile güncel durumu birbirinekarıştırmadan sunan Yılmaz Çetiner,çarşılardan, köprülerden, türbelerden,kahvelerden, kuaförlerden Rumelimanzaraları aktarıyor. Yayınevi veyayın tarihi yazmayan, yalnızca Anka-ra’da Başnur Matbaası’nda basıldığıbelirtilen kitabın o zamanki fiyatının10 lira olduğunu da belirtelim.

(Şu Bizim Rumeli, Yılmaz Çetiner, 314 s.)

“Şu BizimRumeli”,

dört ay sürenBulgaristan,Yugoslavya,

Avusturya,Macaristan,

Çekoslovakya,Yunanistan ve

Romanyagezilerinden

notlar içeriyor

ANADOLU’DAN KİTABEVİ

Nazlı ÇetinSamsun dendiğinde akla ilk 19Mayıs 1919 gelir genellikle.Milli mücadelenin başladığı bugüzel şehir 9 Eylül 1993’tenberi sıfatlarına büyükşehiri deekledi. 1975 yılından beri eği-tim veren Ondokuz Mayıs Üni-versitesi ve üniversitehastahanesiyle, limanıyla Kara-deniz’in en önemli şehri olanSamsun’da aradığınız birçokşeyi bulmak mümkün. Fakatkonu kitabevi olunca iş değişi-yor. Karşımıza Filiz Kitabevi’nden başka pek biryer ne yazık ki çıkmıyor.

Filiz Teyze ile HüdaverdiAmca’nın büyük zorluklararağmen özveriyle ayakta tut-tukları Filiz Kitabevi’nin 50 yıl-lık bir tarihi var, o zamanlarHüdaverdi amcalar kitapları vebir araba ile tüm Karadeniz’idolaşıp kitap dağıtımı yapmış,Aziz Nesin’den, Orhan

Kemal’e birçok yazarımızın ki-taplarını tüm Karadeniz’e ulaş-tırmışlar. Hatta bu yüzden çokdefa da gözaltılar görmüş amaumutlarını ve cesaretlerini hiçyitirmemişler. Filiz teyze “Çokparamız yok ama 50 yıldır gen-cinden yaşlısına birçok insanınuğramadan edemediği küçükbir kitapçı dükkanımız var, bizimutlu eden de bu ama daha daçok kitap okunması gerekiyor”diyor.

Bugünlerde ise Filiz Kitabevisahaf olarak işliyor. HüdaverdiAmcayı yakın zamanda kaybe-den Filiz Teyze hâlâ kitapçıyıher gün açıp okuyucuları bekli-yor. Samsun’un kitabevi eksikli-ğini büyük ölçüde gideriyor.Özellikle de gençlere ucuzakitap imkânı sunuyor.

Son olarak Filiz Teyze’ninküçük ricasıyla bitirelim. Oku-yucuya daha çok ve daha ucuzakitap sağlamaya çalışan FilizTeyze kitaplarınızı bekliyor.

Samsun / Filiz Kitabevi

Özveriyle yaşayankitap yuvası

Yedi ülkeden izlenimler

Page 22: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair

Soldan sağa1. Resimdeki yazar - Çok s�k dokulu ve sert bir seramik

hamuru türü2. �nce, yumu�ak tüylü f�rça - ��lemelerde kullan�lan,

gümü� görünümünde parlak s�rma ya da metal teliplik - Brom’un simgesi - Holmiyum’un simgesi

3. Kas - �eytani, ifritçe niyet, kötü dü�ünce4. Kay�nbirader - Beden yap�s� - Polonyal�5. �ki veya daha çok katl� ev - H�rvatistan’da bir liman

kenti - Fas’�n plakas�6. Yemek, yiyecek - Bir tar�m arac� - Türk Standartlar�

Enstitüsü (k�sa)7. �ridyum’un simgesi - Bir tembih sözü - �talya’da bir

�rmak - Hayvanlarda semizlik8. Bir sebze - Su yosunu - Bir cetvel türü9. En küçük sosyolojik birim; familya - �öhret10. Uyku - Ba���lama, mazur görme - Herhangi bir �eye

göre daha ötede olan yer11. “... King Cole” (Amerikal� caz piyanocusu ve �ark�c�) - Duman

lekesi - Öç almay� güden öfke, kin, intikam duygusu - Beyaz12. Vilayet - Dolmu� yapan at arabas� - Doyma, doymu�luk13. Manzumenin sat�rlar�ndan her biri, dize - Elma, armut

kurusu - Mezopotamya panteonunda tüm tanr�lar�nbabas� ve kral� olan gök tanr�s�

14. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad�) - Bir tür tatl� çörek -�nci Aral’�n “Orhan Kemal Roman Ödülü”ne lay�kgörülmü� kitab� - Bal yapan böcek

15. Halit Ziya U�akl�gil’in bir roman� - �lkel bir silah

Yukarıdan aşağıya1. Niyobyum’un simgesi - �lk edebi roman�m�x - Bir

kimsenin kendisine ili�kin olarak ba�kalar�ndayaratmak istedi�i ya da b�rakt��� izlenim

2. Saha, meydan - “... Güler” (foto�rafç�) - Anlama,dü�ünme gücü, bilme yetisi

3. Övgü için yaz�lm�� �iir - �ncelikten yoksun, terbiyesi,görgüsü k�t, nezaketsiz - Çölde esen rüzgar

4. Seciye, karakter - Tatbiki, pratik, uygulamal� - S�kgözlü bir bal�k a�� türü

5. Semer veya eyer ba�lamakta kullan�lan yass� kemer - Harçal�p sürmeye yarayan, yass� demirden yap�lm��, tahta sapl�bir duvarc� ve s�vac� arac� - Akdeniz bitki örtüsü

6. Bön, avanak, budala - Ard�ç a�ac�n�n meyvesi - Birkimsenin veya ailenin içinde ya�ad�� yer, konut, hane

7. Notada duraklama i�areti - Avuç içi - Madeni para8. Kullanma süresi - Baryum’un simgesi9. �ki kulplu antik testi - Hükümle ilgili, tüzel10. Japonya’da buda rahibesi - Temiz - Sahip - Rey11. Parlak beyaz kal�n ka��t - Küçük ma�ara - “... Güler”

(foto�rafç�)12. Çok s�k dokulu ve sert bir seramik hamuru türü -

Favori - Gül toplayan13. Türk liras� (k�sa) - M�s�r’�n plakas� - Bir soru sözü - I��n14. “Fena de�il” anlam�nda bir söz - �laç, merhem - Bir

binek hayvan� - Tanr� - Yunanca’da bir harf15. Bir �airimiz

23 MART 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

Derslerin çoğunu kendi okuturdu. Bilgiç bilgiç söz-ler etmeden, tumturaklı fikirler ileri sürmeden kal-kar, bir bilimin ruhuna inmeyi ve genç öğrencileriçin bile bunun faydasını bir bir anlatmayı bilirdi.Zaten, vatandaşları yaratmaya gerekli bilimleriokuturdu yalnız. Derslerinin büyük bölümü gençdelikanlılara okuldan çıkarken kendilerini bekleyenşeyi anlatmaya dayanırdı; onlara yarınki meslekle-rini o kadar derli toplu açıklardı ki öğrenciler bumesleği daha şimdiden hayallerinde yaşatırlardı.

Yüzbaşıya göre, emri altında bulunan bütün jan-darmalar, bir işe yaramaz reziller, bencil kişiler,sahtekarlar ve içki ile biradan başka hiçbir şeyanlamaz insanlardı. Maaşları da çok az olduğun-dan rüşvet alıyorlar ve böylece yavaştan batırı-yorlardı asil Avusturya İmparatorluğunu. Tekemniyet ettiği kimse, kumandanlıktaki çavuşuyduki, çavuş her meyhaneye gidişte şöyle derdi çev-redekilere: Bugün bizim sallabaş inekten genebir aferin aldım.

“Kim senden korkuyorsa, sen ondan daha çokkorkmalısın. Teşkilatı Mahsusa’da öğrendiğimtek doğru şey bu oldu. Doktor Nazım, ne kadarazılı mahpus varsa hepsini Teşkilat’a alırken sin-miş korkularla, açık hayranlıkları arayıp durdu.Doktor, kullanacağı kumaşı avucunda okşamayameraklıdır.” Gazi, tek bir hareket göstermeksizindinliyordu. Sonuna kadar sessiz kalıp, bir sevgigösterisiyle ağzı açılmış bu sır küpünün içindeki-leri bilmek istiyordu.

1 2 3

Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(a) 3-(c)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

a) James Joyce / Dublinliler

b) Yaroslav Haçek / Kahraman Asker Şvayk

c) Gunther Grass / Teneke Trampet

d) Peter Handke / Karanlık Bir Gecede

e) Mario Vargas Llosa / Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu

a) Kemal Tahir / Kurt Kanunu

b) Attila İlhan / Allahın Askerleri

c) Yakup Kadri Karaosmanoğlu / Bir Sürgün

d) Falih Rıfkı Atay / Çankaya

e) Yılmaz Karakoyunlu / Üç Aliler Divanı

a) Cengiz Aytmatov / İlk Öğretmen

b) Reşat Nuri Güntekin / Çalıkuşu

c) Nikolay Gogol / Ölü Canlar

d) Maksim Gorki / Benim Üniversitelerim

e) Jack London / Martin Eden

Page 23: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair
Page 24: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair
Page 25: KITAP Aydınlık€¦ · şiir kitabı oranı içinse, en kısa kısa yoldan “üzücü” denilebilir. Şiir kitapları azaldı, şiir okurunun durumu ise meçhul! İspanyol şair