kızıl bayrak 13-04

32

Upload: kizilbayrak

Post on 24-Mar-2016

236 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-04/25 Ocak

TRANSCRIPT

Page 1: Kızıl Bayrak 13-04
Page 2: Kızıl Bayrak 13-04

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

“Terör operasyonu” adı altında bir dizi devrimcikurumun basılıp talan edildiği, ÇHD'li ve HBB'lidevrimci avukatların gözaltına alınıp tutuklandığı,grevdeki Daiyang-SK işçilerine ve ücret alacakları içindirenen İTO-Teknopark işçilerine dizginsiz bir polisterörünün uygulandığı, başta sınıf devrimcileri olmaküzere bir dizi yerde emperyalist savaş ve NATO'yakarşı sokağa çıkan güçlere yönelik saldırıların ardıarkasının kesilmediği bir haftayı geride bıraktık.

İçinde bulunduğumuz tarihsel dönemin olguları vebu son gelişmeler, toplumun direnen, mücadele edenkesimlerini hedef alan faşist devlet terörünün her geçengün tırmanacağını gösteriyor.

Bununla birlikte, başta devrimci ve ilerici sol güçlerolmak üzere, işçilerin ve emekçilerin bu saldırılarkarşısında ortaya koyduğu direnme çizgisi, gelişmelerinbir başka kritik halkasını oluşturuyor. Poliskomplosuyla gözaltına alınan ve tutuklanan devrimciavukatların militan direnişi ve bu direnişin politikmuhtevası, sermaye devletinin saldırılarını vehesaplarını şimdiden bozmuş görünüyor. Zira binlerceinsanın devrimci avukatları sahiplenmesinin gerisindebu direngen tutum ve dik duruş yer alıyor.

Benzer bir süreç sınıf cephesinde yaşanıyor. BaştaDaiyang ve Teknopark olmak üzere bir dizi direnişşahsında hakları için mücadele eden işçiler, uygulananpolis terörüne ve zorbalığa karşı büyük bir kararlılıkgösteriyorlar. Sermaye devletinin azgın saldırılarınakarşı militan bir tutumla yanıt veren işçiler, sonuçalmaya, haklarını kazanmaya her geçen gün daha dayaklaşıyor. Önümüzdeki dönemde başta UİS olmaküzere, sermayenin işçi sınıfına tam kölelik dayatansaldırılarına karşı genel bir direniş hattı örmek, deyimyerindeyse bütün bir işçi sınıfı sathına bu direngentutumu yaymak büyük bir önem taşıyor.

Bununla birlikte, sermaye devletinin giderekyoğunlaşan faşist terörünü geri püskürtmenin yolu dasınıfın direnme iradesini güçlendirmek veyaygınlaştırmaktan, işçileri, emekçileri ve gençleri bututum etrafında direnme çizgisine kazanmaktangeçiyor. Başta sınıf devrimcileri olmak üzere tüm

devrimci ve ilerici sol güçler, dönemin görevsorumluluklarını bu çerçevede ele almalı ve faşistdevlet terörüne karşı mücadeleyi büyütmelidir.

***Devrimci Kadın Kurultayı'na artık sayılı günler

kaldı. Devrimci baharın öngünlerinde toplanacak olankurultayın başarısı, başta 8 Mart olmak üzere tüm baharsürecine güçlü girebilmek bakımından bir ilk adımıoluşturuyor. Dolayısıyla kurultayın başarısı sonrakiçalışmaları doğrudan etkileyecektir.

Geride kalan sınırlı zaman diliminde sınıfdevrimcileri, giderek yoğunlaşan kurultay hazırlıklarınıbu bakışla ele almalı ve bahar sürecinin bütünlüğüiçerisinde bir faaliyete konu edebilmelidirler.

***Ekim Gençliği dergisinin Ocak 2013 tarihli 142.

sayısı çıktı. Okurlarımız Ekim Gençliği dergisinikitapçılardan ve Eksen Yayıncılık bürolarından teminedebilirler.

Polis devletinde devlet terörü haftası........ 3

AKP destekli silahlı çetelerden

Serêkaniyê’ye saldırı…. . . . . . . . . . . . . . . 4

Kürt halkı tepkili,

Devletin “demokrasi” makyajının son

kalıntıları da dökülürken . . . . . . . . . . . . . . 5

Devlet terörüne karşı eylem güncesi. . . . . 6

ÇHD İstanbul Şube Yöneticisi

Ş. Ceren Uysal ile saldırılar üzerine . . . . . 7

ÇHD İstanbul Şube yöneticisi Av. Gülvin

Aydın ile devlet terörünü konuştuk. . . . . . 8

Hrant Dink eylem ve etkinliklerle

anıldı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

Türk Metalciler Kızıl Bayrak’a

dava açtı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10

Sermaye hükümeti Ulusal İstihdam

Stratejisi’ne start veriyor . . . . . . . . . . . . . 11

UİS operasyonunda son perde . . . . . . . . 12

Karayolları’nda özelleştirme saldırısını

durdurmak için ileri! . . . . . . . . . . . . . . . . 13

Daiyang-SK Metal işçileri açlık grevine

başladı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14

İTO/Teknopark işçileri

ücretlerini almakta kararlılar . . . . . . . . . . 15

TKİP IV. Kongresi sunumları.../3 . .16-18

“Geleceğin kıtasında” yeni bir savaş,

eski bir sömürge. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19

Doğanın metalaştırılması ve

finansallaştırılması / Volkan Yaraşır.. 20-21

Güney Afrika deneyiminin

gösterdikleri / S. Eren.. . . . . . . . . . . . 22-24

İsrail seçimleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25

ODTÜ’nün coşkusuyla gençliğin devrimci

kavgasını büyütelim! . . . . . . . . . . . . . . . . 26

“Devrimci Kadın Kurultayı”na

yürürken. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27

Kadınların sağlıklı koşullarda kürtaj hakları

kısıtlanamaz” . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28

Devrimci kadınlar kurultaya

hazırlanıyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29

Devlet terörüne karşı direniş ateşini

her yere yayalım!…. . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kitapçılarda...

Page 3: Kızıl Bayrak 13-04

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Türkiye geçtiğimiz hafta sonundan bu yana hızıgiderek artan bir polis terörü sağanağı yaşadı. Son birhafta, düzen mahkemelerinin, burjuva medyanın veAKP sözcülerinin de katılımıyla tam bir devlet terörühaftasına dönüştü. AKP’nin karşı cepheden saydıklarıiçinde polis-yargı-medya teröründen nasibini almayankalmadı. Çorlu’da Daiyang-SK metal, İstanbul’daTeknopark inşaat ve HEY Tekstil işçileri, Ankara’daDev Sağlık-İş üyeleri keyfi polis şiddetine maruzkaldılar. Bu yılki Hrant Dink anma eylemi polissaldırısının bir diğer adresiydi. NATO ve Patriotfüzelerini protesto eylemleri de yine polisin kudurgansaldırılarına hedef oldu.

Faşist baskı ve terörde sınırlar aşılıyor

Devlet terörü ve faşist baskının daha kapsamlı biricrası ise Çağdaş Hukukçular Derneği, İdil KültürMerkezi, Grup Yorum ve Yürüyüş Dergisi gibikurumlar hedeflenerek gerçekleştirildi. En temelburjuva hukuk kuralları dahi çiğnenerek 97 insangözaltına alındı. Gözaltı baskınlarında tam bir faşistzorbalık örneği sergilenerek kurumlar talan edildi,temel gözaltı prosedürleri bile ayaklar altına alındı.Gözaltına alınanlardan ÇHD yönetici ve üyesiavukatların 9’u da dahil 55 kişi tutuklanıp zindanlaraatıldı. Kürt halkına yönelik terör ise zaten hızındanbir şey kaybetmeden sürüyor. “İmralı görüşmeleri”süreciyle kıskaca alınan Kürt hareketi,bombalamalarla, katliamlarla, KCK operasyonlarıylasindirilmeye çalışılıyor.

Son haftanın saldırı ve operasyonlarındaki enbelirgin özellik polis şiddetinde ve hukuksuzlukta tümölçülerin aşılmasıydı. Gözaltılar 90’lı yıllarıaratmayacak biçimde işkence ve şiddetlegerçekleştirildi. Konuyla ilgili tüm yasalar aşırıdüzeyde bir keyfilikle bir yana bırakıldı. AKP’ninçanak yalayıcısı durumundaki burjuva medyakuvvetleri saldırı ve operasyonlar başlar başlamazmanipülasyon seferberliği başlattılar. Hakkını arayanişçilere yönelik saldırılarda genelde görmezden gelmetutumu tercih edilirken, operasyonlara hedef olanilericiler, devrimci kurum ve kişiler peşinen “suçlu”payesiyle onurlandırıldılar. Tayyip Erdoğan’ın emirerigibi hareket eden cemaat mahkemeleri ise yıllardırişledikleri hukuk suçlarına yenilerini eklediler.

Demokratikleşme aldatmacalarındanpolis devletine...

AKP’nin saldırganlığı yeni bir olgu değil elbette.2002’de “Avrupa Birliği’ne uyum, demokratikleşme,açılım” gibi söylemlerle yola koyulduğundan bu yanaİş Yasası’ndan Ceza Kanunu’na, PVSK’dan Sendikave TİS yasalarına kadar hemen her mevzuattakapsamlı değişiklikler yapageldi. Bunları polisdevletini tahkim etmeyle, MERNİS, MOBESE,elektronik kimlik gibi teknolojik kontrol ve denetlemeadımlarıyla birleştirdi. Her biri sermaye düzeni vedevletinin bekası adına siyasal hak ve özgürlükleretecavüz anlamına geldiği halde, ilerlemenin,

demokratikleşmenin, refaha ulaşmanın göstergeleriolarak propaganda edildi. Burjuva liberallerinin,küçük-burjuva demokratlarının, hatta devrimcilikiddiasını sürdürenlerden bazılarının dahi bupropagandaya yedeklendiği bir durumda, sıradankitlelerin aldatılması çok da zor olmadı. Aynıdönemde devrimci çevrelere yönelik kapsamlıoperasyonlar da hız kesmedi. AB demokratikleşmesialdatmacasıyla düzen sularına yelken açanların işinikolaylaştıracak saldırılar yapıldı. Düzene kapaklanmakarşısındaki direnç noktalarına, devrimci erozyonuhızlandıran irade kırıcı darbeler vuruldu.

AKP aldatmacalarının şu ya da bu şekildeetkisinde kalanların umutlarını hala da kaybetmediğibir dönemden, 2007’den başlayarak polis devletiuygulamaları hız kazandı. PVSK’da yapılandeğişikliklerle polis zorbalığının önündeki her türlügöstermelik engel kaldırıldı. AB uyum aldatmacalarıgereği birkaç yıllığına tasmaları biraz sıkılmış polissürüleri dizginsizce ortalığa salındılar. İstanbul baştaolmak üzere belli başlı kentler adeta polissıkıyönetimiyle yaşamaya başladı.

Aynı dönem dinci gericiliğin iktidarlaşmasürecinde yeni bir evrenin de başlangıcıydı. E-Muhtıra’nın göğüslenmesi ve seçim galibiyeti ilebirlikte dinci gerici akım devletin gelenekselsahiplerini etkisizleştirme, devlet aygıtının kalanını da(ordu, yüksek yargı kurumları, YÖK ve üniversiteler,belli başlı medya tekelleri vb.) AKP’lileştirmeoperasyonlarına girişti. Bunu da yine solun büyük birkesimi de içinde olmak üzere topluma yeni birdemokratikleşme süreci olarak yutturmayı başardı.ABD ve AB emperyalizminin desteğini arkasına almışolarak iktidar mevzilerini sürekli genişleten AKP,“Ermeni açılımı”, “Kıbrıs sorunun çözümü”, “Kürtaçılım(ları)” vs. derken rejim krizinin süreklikazananı olmayı sürdürdü.

Gelinen yerde düzen cephesinde onunla boyölçüşecek herhangi bir rakibi kalmış değil. 5-6 yıldırburjuvazinin iç dalaşmasında dahi her türlü burjuvahukuk kuralını ayaklar altına aldığı halde, dinci gericiakımı zorlayan bir muhalefetten söz edilemez. Budurum dinci gericiliğin Tayyip Erdoğan’dacisimleşmiş zorbalığının özgüven kaynaklarından biriolmayı sürdürüyor.

AKP zorbalığının dayanakları

Fakat AKP’nin yeni yılla birlikte yeni bir sıçramayapan faşist zorbalığının asli dayanağı, bunca yılboyunca sınıf ve emekçi kitlelerin hareketsizliği oldu.Çalışma yaşamının kuralsızlaştırılmasına, esnekçalışma ve taşeronluğun yaygınlaştırılmasına,özelleştirme yağmasına, servet-sefaletkutuplaşmasının derinleşmesine, siyasal hak veözgürlüklerin pervasızca gasp edilmesine, kapitalistdünya krizinin bütün bunları ayrıca kamçılamasınarağmen, AKP 10 yıl boyunca sınıf ve emekçi kitlehareketinin zorlayıcı bir basıncıyla karşılaşmadı. 10yıl içinde yaşanan mevzi direniş ve eylemler iseyayılıp genelleşmedikleri ölçüde böyle bir tehlike

yaratmadılar. Rejim krizini saymazsak bu dönemboyunca yaşadığı en büyük sarsıntının kaynağı,Suriye macerası üzerinden dış politikasının iflası veKürt hareketinin 2012 yazındaki çıkışı oldu.

Artık daha kritik bir evreye girmiş bulunuyoruz.2014 baharına kadar gücünü korumayı, seçimlerlebirlikte mevzilerini güvenceye almayı hedefleyendinci-gerici akım, ne yapıp edip bu süreci kazasızbelasız atlatmaya kilitlenmiş durumdadır. Anayasadeğişikliği ve yeni yargı düzenlemesi gibi yollarlabugünden bunun adımlarını atmaya çalışıyor. Fakatbir yandan Kürt sorunundaki açmazlar, bir yandanSuriye politikası üzerinden bölgede yaşadığı sıkışmave bunun emperyalizme tetikçilik ve taşeronlukta tümsınırları aşmayı zorlaması, diğer yandan da 10 yıllıksaldırı sürecinin sınıf ve emekçi kitlelerde yarattığıgerilimler orta yerde duruyor.

Öte yandan çok yönlü bir bunalım içindedebelenen emperyalist-kapitalizmin sarsıntı içindekiefendilerine ekonomik, siyasi ve askeri olarakgöbekten bağlı bir ülkeden ve siyasi iktidardan sözediyoruz. Bir başka deyişle AKP, ayakta kalmayıiçerde ve dışarda saldırganlığa endekslemiştir. İşinözünde bundan başka bir seçeneği de olmayan birzorbadır. Toplumdaki adalet ve onur duygusunuayaklar altına alıp çiğneyen zorba bir iktidarın bukoşullarda kazaya uğrama potansiyeli ister istemezsürekli artıyor. İşçi ve emekçi kitleler ile toplumsalmuhalefete sus payı verme olanakları sıfır olan biriktidar için, faşist baskı ve devlet terörü başlıca çıkaryoldur. Polis devleti uygulamalarındaki tırmanış,faşist baskı ve devlet terörünün dizginlerindenboşalması ihtiyacı buradan gelmektedir.

Mücadelenin belirleyici halkası işçi sınıfını ve emekçi kitleleri

kazanmaktır!

Önümüzdeki sürecin öncelikli sorumluluklarındanbiri bu saldırılara militanca göğüs germektir. Siyasalfaaliyet ve eylem mevzilerine yönelik her saldırıyatereddütsüz bir sahiplenmeyle yanıt verilmelidir. Buçerçevedeki sorumluluk en başta devrimci, ilerici,demokrat öznelere, toplumsal mücadelenin önplandaki dinamiklerine düşmektedir. Birleşik-militanbir direniş hattı oluşturulmadan, polisin her türlüterörü ve keyfi uygulaması anında tepkiye konuedilmeden AKP polisinin kudurganlığı artaraksürecektir. Keza “terör” demagojisi karşısındatakınılacak her türlü zaaflı tutum da faşist baskı vedevlet terörünü besleyecektir.

Son olarak önemle belirtelim ki mücadeleninbelirleyici halkası, sermaye düzeninin, onun adına dadinci gerici akımın sınıf ve emekçi kitleler üzerindekibelirgin hegemonyasını kırmaktır. Gelinen yerde buonun aşil topuğu durumundadır. Halihazırda tümgücüyle sınıf kitlelerini aydınlatma, örgütleme veeyleme çekmeye yönelmeyen herhangi bir politiköznenin, içerde ve dışarda giderek saldırganlaşansermaye iktidarına karşı uzun vadede direnmesi, onunazgın polis terörünü püskürtmesi mümkün değildir.

Polis devletinde devlet terörü haftası...

Sermayenin polis-yargı-medya terörünekarşı birleşik-militan direniş!

Page 4: Kızıl Bayrak 13-04

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Kökten dinci gruplarla Özgür Suriye Ordusu(ÖSO), 16 Ocak’ta Rasulayn’a (Serêkaniyê) tanklareşliğinde saldırdı. AKP iktidarının desteği veyönlendirmesiyle saldırıya geçen silahlı çeteler,ummadıkları bir direnişle karşılaştılar.

7 tank eşliğinde Türkiye sınırını aşarak saldırıyageçen silahlı çeteler sivilleri, evleri ve altyapıyı dahedef aldılar. Kürt kaynakları, çatışmalarda büyükmaddi hasar oluştuğunu ve 45 sivilin silahlı çetelertarafından kaçırıldığını duyurdu. Kürt basınında yeralan haberlerde, çatışmalarda ağır kayıp veren tarafın,Türk devleti desteğindeki çeteler olduğu belirtildi.

YPG güçlerinden sert direniş

Aleni bir şekilde Türkiye topraklarından saldırıyageçen çetelere, YPG güçleri anında ve sert bir şekildekarşılık verildi. Bu arada birçok Arap gencinin deYPG güçlerinin yanında çatışmaya katıldığı bildirildi.

YPG’ye yakın kaynaklar, çatışmaların beşincigününe kadar, en az 84 silahlı çete mensubununöldürüldüğünü bildirdi. 18-19 Ocak günleri yaşanançatışmalarda ise, iki YPG savaşçısının hayatınıkaybettiği, dördünün de yaralandığı belirtildi.

YPG’ye bağlı Serêkaniyê kenti Halk SavunmaBirlikleri’nin (HSB) sert direnişine çarpan silahlıçetelerin, ateşkes talebinde bulunduğu gelen haberlerarasında. HSB güçlerinin üç tankı imha ettiğinibelirten Kürt kaynakları, YPG’nin ateşkes talebinireddettiğini ve silahlı çetelerin kayıtsız şartsız birşekilde geri çekilmesini istediğini de duyurdu.

Geçen yılın Kasım ve Aralık aylarında iki defaRasulayn’a saldıran silahlı çetelerin, her iki girişimide fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Ağır kayıplar vererekgeri çekilmek zorunda kalan silahlı çeteler, busaldırıya daha hazırlıklı bir şekilde giriştiler. Saldırıya150’yi aşkın çete mensubunun yanısıra tankların da

katılması, YPG’ye büyük bir darbe indirme hedefiningüdüldüğüne işaret ediyor.

Silahlı çetelerin saldırıyı MİT’le birlikteplanlandığını belirten bazı Kürt ve Arap kaynakları,Türk sermaye devletinin bizzat işin içinde olduğunadikkat çektiler. Nitekim saldırının tanklar eşliğindeyapılması, dinci-gerici AKP iktidarının, saldırganlıktaiyice pervasızlaştığını ispatlamaya yetiyor.

Bu arada saldırıyla ilgili açıklama yapan BatıKürdistan Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM),saldırıları kınayarak, bunların başta Türkiye olmaküzere dış güçler tarafından planlandığını kaydetti.Halkı “yekvücut” olmaya çağıran hareket, “bu savaşvarlık ve yokluk savaşıdır” vurgusunu yaptı.

Yaralı çete mensuplarınahastane tahsis edildi

Çatışmalarda ağır kayıplar veren silahlı çeteler,Türk devletinin yardımıyla yaralılarını -Rasulayn’ın“ikizi” kabul edilen- Ceylanpınar’a taşıyor. NitekimAKP borazanı medyada yer alan haberlerde de, silahlıçetelere mensup 68 yaralının Türkiye’de tedavi altınaalındığı ve bunlardan dördünün hayatını kaybettiğibildirildi.

Ceylanpınar Devlet Hastanesi’nin yaralı çetemensuplarına tahsis edildiği ve bu sürede hastaneyegelenlerin geri çevrildiği, halkın ise buna tepkigösterdiği de basına yansıyan haberler arasında.

Antakya’da bir hastanenin silahlı çetelere tahsisedildiğine dair haberler, daha önce hem ulusal hemuluslararası basında yer almıştı; zira Antakya köktendinci çetelerin üssü haline getirilmiş ve buradan sınırıgeçerek saldırı düzenleyen silahlı çetelerinyararlılarını taşımak için sınırda ambulanslarbekletilmişti. Kendi vatandaşı için sağlığı paralı hale

getiren dinci-Amerikancı AKP iktidarı, silahlı çetemensuplarının sağlığına “özel ihtimam” göstermektebeis görmüyor.

Bir kez daha halklara düşmanlık

Serêkaniyê bir Kürt kenti olarak kabul edilmesinerağmen, kentte Kürtler’in yanısıra Araplar, Çeçenler,Ermeniler, Asuriler, Çerkezler ve Türkmenler deyaşıyor. Sınırın ortadan ikiye böldüğü kentin Suriyetarafındaki Resulayn sakinlerinin bir kısmı,çatışmalardan kaçarak Türkiye tarafındakiCeylanpınar’a geçmek istedi. Ancak Türk devleti,kadın ve çocuklardan oluşan bu insanların kentlerinin“diğer yarısı” olan Ceylanpınar’a girişlerine izinvermedi.

Kadın ve çocukları gerisin geri şiddetleriçatışmaların içine gönderen AKP iktidarı, halklaradüşmanlığını bir kez daha ispatlamış oldu. “Mültecikamplarında yer yok” gerekçesiyle kadın ve çocuklarıölüme gönderen dinci-gerici zihniyet, aynı anda silahlıçetelere hastane tahsis edecek derecede pişkinleşmişdurumda.

Serêkaniyê’ye saldırı AKP iktidarının yayılmacı politikasının göstergesidir

“Binlerce, on binlerce kilometre öteden gelipIrak’a girenler bu dünyada haklı oluyorsa biz 910kilometre sınırımız olan Suriye’de eli bağlı, tribündeseyirci olamayız. Gereği neyse bunu yapmamız lazımve yaparız.”

Bu sözler, yakın zaman önce Antep’te açıklamayapan AKP şefi Tayyip Erdoğan’a ait...

Silahlı çetelerin Serêkaniyê’ye tanklar eşliğindedüzenlediği saldırı, AKP şefinin “gereğini yaparız”derken neyi kastettiğini gösteren örneklerden biridir.Kürt halkının kazanımlarına düşmanca saldıran, bukazanımlara seyirci kalmayacağını ilan eden dinci-Amerikancılar, doğrudan askeri bir saldırıgerçekleştiremedikleri için, silahlı çeteleri tetikçiolarak kullanıyorlar. AKP iktidarının silahlandırıpeğittiği, özel hastaneler tahsis ettiği bu çetelerin,durduk yerde Batı Kürdistan’a saldırmaları akla uygunbir hareket değil. Dolayısıyla bu saldırının Türksermaye devletinin doğrudan desteği, yönlendirmesive teşvikiyle yapıldığından şüphe etmek için hiçbirneden yoktur.

Hal böyleyken, Kürt basınının, AKP iktidarınınsaldırıdaki suç ortaklığını “önemsemez” tutumudikkat çekicidir. Öyle ki, bu uğursuz rol ya yoksayılıyor ya da eleştirel bir vurgu ile geçiştiriliyor.Görünen o ki, bu tutum, MİT ile Abdullah Öcalanarasındaki görüşmelerin yarattığı “hassasiyetten”kaynaklanıyor. Oysa gerçekçi olmak, şu soruyugündeme getirmeyi zorunlu kılar: Suriye’dekiKürtler’in kazanımlarına tahammül edemeyen biriktidardan Türkiye’deki Kürtler’in sorununu çözmesibeklenebilir mi?

AKP destekli silahlı çetelerdenSerêkaniyê’ye saldırı

Page 5: Kızıl Bayrak 13-04

Devlet terörü Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Başta ÇHD olmak üzere birçok ilerici ve devrimcikuruma yönelik polis-gözaltı terörü, hukuk-tutuklamaterörü ile sürdü. Önce tutuklanan 12 Halk Cepheli’ninardından 9 avukatın da tutuklanmasına karar verildi.Ardından ise İstanbul’da 17, İzmir’de 17 devrimcitutuklandı.

Asılsız suçlama, sahte deliller...

18 Ocak’ta önce sabah saatlerinde aralarında ÇHDve Halkın Hukuk Bürosu’nun da yer aldığı birçokkuruma baskın düzenlenmiş ve avukatların dabulunduğu onlarca kişi gözaltına alınmıştı.

İlk andan itibaren usulsüz şekilde gerçekleşenoperasyon burjuva hukukunun dahi hiçe sayıldığınında göstergesi oldu. Hukuk bürosu aramalarında savcıbulundurulmasının engellenmesinden sahte delilyaratmaya, avukatlık faaliyetlerinin dahi “suç” olaraksunulmasına dayanan operasyona emniyetinaçıklamaları da damga vurdu.

Emniyet, kamuoyunun avukatlara sahip çıkmasınıhazmedemeyerek mesnetsiz yalanlara başvurdu.Ancak “düşman ajanlığı”, “kozmik oda”, “kriptolubilgiler” gibi Soğuk Savaş döneminden kalmakelimeler kullanarak inandırıcı olmaya çalışan polis,tam aksine kendini hayli komik bir duruma düşürdü.

Vatan Caddesi’nde Kerkük Zindanı!

Hukuksuzluk avukatlara yönelik saldırı ile desınırlı kalmadı. Aynı derecede ciddi olmak üzere GrupYorum üyeleri ve Halk Cepheliler de poliskomplosunun hedefi olurken, gerek gözaltı, gerekseev aramalarında polisin saldırısına hedef oldular.

Gözaltıların karakolda maruz kaldığı muamele desermaye devletinin pervasızlığının kanıtı oldu. Polis,ters kelepçeleyerek günlerce beklettiği devrimcilerituvalete dahi götürmeyerek insanlık dışı muameledetoplama kamplarını aratmayacak bir uygulamaya imzaattı.

Gözaltı sürecinde yine tutsaklara ne su ve şeker, neisteyenlere yemek, ne de sağlık sorunları olanlara ilaçverildi. Ters kelepçe ve darp nedeniyle yaralı olantutsaklar, aç-susuz, tuvalet için hücrelerini kullanarakinsanlık dışı koşullarda nezarette tutuldular. Böylece“lüks otel” diye sunulan nezarethanelerinmakyajından son kalanlar da dökülmüş oldu.

İçerde saldırı, dışarda saldırı!

İçerde avukatlara ve gözaltındaki diğerdevrimcilere yönelik baskı ve işkence sürerkendışarda onlara sahip çıkmak isteyenler de aynısaldırılardan nasibini aldı.

Vatan Caddesi’nde bulunan İstanbul EmniyetMüdürlüğü önünde toplanan gözaltındakidevrimcilerin yakınlarına polis saldırdı.

Av. Taylan Tanay’ın gözaltına alınması sırasındapolis, ÇHD önündeki avukatlara biber gazı sıktı.

Adliyede müvekkilleri ile görüşmek isteyenavukatlara polis önce barikat kurarak engel oldu,sonra darp ederek 4 avukatın yaralanmasına sebepoldu.

Adliye dışında toplanan kitle ise sürekli olarakpolisin taciz ve tehditleriyle karşı karşıyaydı.

Çürümüş düzenin çürümüş hukuku...

Burjuva hukukun ideallerini çoktan rafa kaldırmışolan çürümüş sermaye iktidarı, bu operasyonvesilesiyle hukuk sisteminin gerçek yüzünü degösterdi. Adeta polis-savcı-hakim ittifakıyla yürütülenyargılama daha baştan belli olan bir kararınalınmasından ibaretti.

Yapılan ilk sorguların ardından iki avukat ve 11kişi serbest bırakıldı. Grup Yorum üyelerinin deserbest bırakılması bir sevinç yaratsa da kalanlar içinverilen tutuklama kararı, mahkeme heyetinin polisinhazırladığı düzmece fezlekelere dayanarak hareketettiğini açıkça gözler önüne serdi.

Sorguda sorulan sorular da davanınciddiyetsizliğinin göstergesiydi. Zira avukatlara ne“kozmik oda”, ne “düşman ajanlığı”, ne de “kriptolubilgiler” soruldu. Yalnızca neden avukatlık yaptıklarıve işçileri, öğrencileri neden savundukları sorusuyöneltildi.

Sorguların tamamlanmasının ardından alınan kararda uygulamaya konuldu ve 12 devrimci ile birlikte 9devrimci avukat hakkında tutuklama kararı verildi.Ardından İstanbul’da ve İzmir’de 17’şer olmak üzere34 kişi daha tutuklandı ve toplam tutuklu sayısı 55’eulaştı.

Özellikle ÇHD Genel Başkanı SelçukKozağaçlı’nın da tutuklular arasında yer alması,hukukun anlamını ya da anlamsızlığını da kanıtlamışoldu. Zira tutuklu yargılanmanın “kaçma ve delillerikaratma” şüphesi üzerine verilen bir tedbir olduğubilinmekte. Ancak baskınlar sırasında Suriye’de olanKozağaçlı, arandığını hatta muhtemelentutuklanacağını da bilmesine rağmen Türkiye’yedönerek tüm bu “şüpheleri” ortadan kaldırmıştır.

Böylece alınan kararın siyasi olduğu, bir kez dahaortaya çıkmıştır. Düzen yargısı, kendi kanunlarını dahihiçe sayarak bir kez daha devrimci faaliyeti vedevrimci avukatları hedef alan bir kararın altına imzaatmıştır. Kurulu düzene karşı mücadele eden herkesi

hedefe koyan faşist devlet terörü, düzenmahkemelerinin işlevini de bir kez daha gözler önünesermiştir.

Üstelik mahkemenin verdiği kararın altında yeralan 20 Ocak tarihi, kararın çoktan hazır olduğunun,gerisinin ise polis-savcı-hakim üçgenindeki birortaoyunundan ibaret olduğunun kanıtıdır.

Azgın devlet terörü...

Kuşkusuz ki tutuklanan ve saldırıya hedef olanyalnızca avukatlar değildir. Ancak saldırının anaekseninde ÇHD’nin olduğunu da gözden kaçırmamakgerekir. Burada sözkonusu olan avukatlar, burjuvahukukunun son kırıntılarını dahi zorlayarak devletterörüne, işçi ve emekçilerin maruz kaldığı hakgasplarına, faili meçhullere, katliamlara, infazlarakarşı mücadele eden isimlerdir.

Bu haliyle saldırıya uğrayan yalnızca kof bir“savunma hakkı” değil bütün olarak burjuvahukukunun son kırıntıları ve çoktan beridir çiğnenen“adalet duygusu”dur. Bu operasyonla bu defterkapanmış ve azgın devlet terörünün kapısı ardınakadar açılmıştır.

Avukatlara yönelik operasyonla aynı tarihlerdeyaşanan Teknopark ve Daiyang-SK işçilerine yöneliksaldırılar, Hrant eylemine yönelik biber fazlımüdahale, Gebze’de BDSP’lilerin keyfi biçimdegözaltına alınması ve devletin Batı Kürdistan’ayönelik “seferleri” hiç de birbirinden bağımsız ve“münferit” değildir.

Bu nedenle tutuklanan devrimci avukatlara sahipçıkmak ve devlet terörüne karşı safları sıklaştırmakgünün acil görevlerindendir. Zaten yaşanan bupervasız saldırı, bir çok kesimin tepkisini şimdidenaçığa çıkarmıştır. Bunun dolaysız kanıtı yüzlerceavukatın adliyeyi doldurarak “Devrimci avukatlaronurumuzdur!” sloganlarını haykırması vetereddütsüzce polis barikatına yüklenmesidir. YineTaksim Meydanı kitlesel ve öfkeli eylemlere sahneolmuş, yapılan açıklamalarla tüm ilerici ve demokratgüçler tepkilerini güçlü bir biçimde dile getirmiştir.

Devletin “demokrasi” makyajının son kalıntıları da dökülürken...

Devlet emretti, polis-savcı-hakim ittifakıavukatları cezaevine yolladı!

Page 6: Kızıl Bayrak 13-04

Devlet terörü6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Yaşanan devlet terörü, ilk günden itibaren yaygınbir tepki ile karşılandı. Operasyon sabahından sontutukluların da cezaevine yollanmasına kadar geçensüre zarfında hemen her gün birkaç farklı yerdeeylemler yapıldı, kitlesel yürüyüşler ve basınaçıklamalarıyla devrimcilere sahip çıkıldı.

Özellikle Taksim’de yapılan kitlesel yürüyüşler veavukatların adliyede polisle göğüs göğüse gelmekpahasına gösterdiği sahiplenme, saldırının daha baştanbüyük bir öfkeyi ve direniş ruhunu canlandırdığınıgöstermekteydi.

Hemen tüm ilerici kurumlar eylemlere katılarak yada yazılı açıklamalarla tepkilerini dile getirdiler.Burjuva basın dahi yaşananlara bir yerden sonraduyarsız kalamadı ve her zamanki devlet ağzını birkenara bırakmak durumunda kaldı.

18 Ocak CumaOperasyon ile birlikte duyarlı güçler baskınların

olduğu HHB, ÇHD, İdil Kültür Merkezi gibikurumlara destek ziyaretleri düzenlediler. Polisin bukurumların önüne gelenlere karşı tavrı da haylipervasızdı.

Öğlen saatlerinde avukatlar Çağlayan’da İstanbulAdliyesi’nde toplanarak kitlesel bir basın açıklamasıgerçekleştirdi. “Gözaltılar serbest bırakılsın!”çağrısının yükseltildiği eylemin ardından kortejoluşturularak HHB’ye yüründü. Arama sürerken haleniçerde bulunan avukatlar da camdan desteğe gelenavukatları selamladılar.

Öğleden sonra ise İstanbul Barosu’nun önünde,İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal tarafındanbir konuşma yapıldı ve Kocasakal aramaların kanunagöre yapılmadığına dikkat çekti.

Taksim’de günün en kitlesel eylemi ise akşamsaatlerinde yaşandı. Meşaleli yürüyüş için toplanan veÇHD önünde bekleyen kitle, Taylan Tanay’ın binadansloganlar eşliğinde çıkarılmasını “Devrimci avukatlaronurumuzdur!” sloganıyla polis barikatına yüklenerekyanıtladı. Tanay’ın militan tutumu ve kitleninkararlılığı üzerine polis avukatlara biber gazı ilesaldırdı ve Tanay’ı bu şekilde araca bindirdi.

Ardından yapılan eylemde yüzlerce avukat, öfkelisloganlarla tepkilerini gösterdiler. Yürüyüşün ardındanyapılan basın açıklamasında konuşan Av. Ş. CerenUysal şu çağrıyı yaptı: “Şimdiye kadar biz hep sizinlebirlikteydik. Şimdi de biz size çağrı yapıyoruz.Avukatlarınız olarak desteklerinizi bekliyor, yanımızdaolmanız için çağrı yapıyoruz.” Eylemde Hey Tekstil veAbdi İbrahim işçileri de konuşma yaparak desteksundu.

Akşam saatlerinde ise İdil Kültür Merkezi önündetoplanan kitle polis saldırısına maruz kaldı vemahallede uzun süre çatışmalar yaşandı.

İstanbul’un yanısıra Bursa, Ankara ve Adana’da dabir dizi eylem gerçekleştirildi.

19 Ocak CumartesiEmniyet Müdürlüğü önünde toplanarak basın

açıklaması yapmak isteyen aileler polisin pervasızsaldırısının hedefi oldu.

İHD ve TİHV de öğlen saatlerinde ÇHD’ninönünde saldırıyı kınayan bir açıklama yaptı.

Akşam ise ÇHD’li avukatların eylemine, direnişçiişçilerin kortejinin ve Hrant anmasına katılan kitleninde eklenmesiyle oldukça kitlesel bir yürüyüş yapıldı.

Çok sayıda siyasal kurum, milletvekilleri, direnişçiişçiler, sendikacılar hem yürüyüşte yer aldı, hem dekonuşma yaparak direniş kararlılığını haykırdı. Av.Zeycan Balcı Şimşek, ÇHD’ye bedel ödettirilmeyeçalışıldığını ve buna hazır olduklarını vurguladı. İşçilerise “Avukatlarımızla aynı saftayız!” dediler.

İzmir’de Halk Cephesi öğle saatlerinde, ÇHD veİHD İzmir şubeleri ile KESK İŞP ise akşam saatindebasın açıklaması yaptı.

20 Ocak Pazar - 21 Ocak PazartesiTutukluların adliyeye getirildiği Pazar ve Pazartesi

günleri Çağlayan sürekli açıklamalara sahne oldu.Müdafilerin müvekkilleri ile görüşmesine engelolunması ve ardından polisin avukatlara saldırmasınınardından polis dışarıda bekleyenleri de taciz etti.

Gün boyu yapılan açıklamalarda ÇHD, Ankara veİstanbul Baroları, aydın ve sanatçılar, milletvekilleri,Grup Yorum üyeleri ve Halk Cepheliler, sendika vekonfederasyon yöneticileri, direnişçi işçiler adliyeönünde söz alarak kitleye seslendiler. Bekleyiş halaylarve sloganlar eşliğinde polis tacizlerine rağmen sürdü.

Serbest bırakılanlar coşkuyla karşılanırkentutuklama haberleri öfkeli sloganlarla yanıtlandı.

Pazartesi günü İzmir ÇHD de kitlesel bir protestogerçekleştirdi.

22 Ocak SalıAdliye süreçlerinin 55 tutuklama ile sonuçlanması

üzerine Salı günü kitlesel eylemler gerçekleştirildi.

Sürecin en kitlesel eylemi akşam İstiklal Caddesi’ndedüzenlenen binlerce kişinin katıldığı yürüyüş oldu.

“1974’ten beri susmadık susmayacağız!/ ÇağdaşHukukçular Derneği” pankartı ardında toplanan vemeşalelerle yürüyen kitlenin sayısı yürüyüş süresincearttı. Tramvay Durağı’na gelindiğinde tutuksuzyargılanmak üzere bırakılan Av. Güray Dağ basınaçıklamasını okudu, devrimci avukatlık pratiği veÇHD’nin yargılandığını vurguladı.

Dernek ve bürolarda uygulanan baskı ve zorüzerinden, bütün bir topluma gözdağı verilmekistendiğini vurgulayan Dağ, açıklamada, derneklerinkesintisiz sürdürdüğü mücadelesini daha dagüçlendirerek sürdürüleceğini belirtti. Direnişi vedayanışmayı büyütme çağrıları yapılan eylem halay vemarşlarla son buldu.

Aynı gün İzmir ve Ankara’da da protesto eylemleridüzenlendi.

Devlet terörüne karşı eylem güncesi...

“Devrimci avukatlar onurumuzdur!”

İlerici kurumlar avukatlara sahip çıktı

Süreç boyunca aralarında ÇHD, HHB, KESK, DİSK, İHD, Hey Tekstil İşçileri, Avrupa Avukatlar Birliği,Baran Tursun’un babası Mehmet Tursun, Fransız Barolar Birliği, İTO, Toplumcu MMŞP’nin olduğu birçokkurum yaptıkları yazılı açıklamalarla saldırıyı kınadı. Açıklamalarda özellikle kararlılık ve dayanışmamesajları öne çıktı.

Suriyeli bir dizi kurum da açıklama yaparak AKP’nin gerçekleştirdiği saldırıyı kınadı. Suriye BarolarBirliği, Değişim ve Kurtuluş Halk Cephesi, Ulusal Demokrasi Topluluğu ve Adalet ve Kalkınma için UlusalGençlik Partisi de saldırıyı kınarken ÇHD Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı’nın Suriye halkını korumakiçin dava açmaya hazırlandığı ve operasyonun bununla ilişkili olabileceği ifade edildi.

Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok baro adına da destek açıklamaları yapıldı. Özellikleİstanbul Barosu tutuklamanın ardından yaptığı basın toplantısıyla “ÇHD baskını ileri faşizmdir” dedi veşunları ekledi: “Bu yaşananların adı ileri faşizmdir, hukuka darbedir. Ancak bilinmelidir ki, hepbelirttiğimiz üzere avukatlar, boyun eğmeyen, biat etmeyen, hak ve hukuk uğruna direnen, mücadeleeden, teslim olmayan bir tarihsel mirasın temsilcileridir. Bu tür saldırılar bizleri yıldıramaz, hukuk vedemokrasi mücadelemizden alıkoyamaz.”

21 Ocak Pazartesi / Çağlayan

Page 7: Kızıl Bayrak 13-04

Devlet terörü Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

- Son günlerde gerçekleşen polis saldırısındaözellikle derneğiniz ve ÇHD üyesi avukatlar hedefalındı. Yaşanan bu saldırıyı nasıl değerlendiriyor vederneğinizin neden hedef alındığınıdüşünüyorsunuz?

18 Ocak sabahı arkadaşlarımızın ev ve bürolarınınbasılması ile başlayan operasyon tam anlamıyladerneğimizi ve beraberinde devrimci avukatlıkpratiğini hedef almaktadır. Bunun nedenleri ise gerekÇHD’nin yılları bulan geleneğinden, gerekse sonyıllarda ivme kazanan faaliyetlerinden okunabilir.Gerçekten son yıllarda ÇHD, elindeki bütün olanaklarıseferber ederek toplumsal muhalefet alanları ilebütünleşme çabası göstermektedir. Bugün gözaltısüreci ve tutuklamalardan sonra ortaya çıkan tablo, bubütünleşme hedefinde gözle görülür bir başarı eldeedildiğini göstermektedir. İşçi direnişlerinden,yıkımlara karşı çalışmalara, toplumsal davalarıntakibinden, cezaevlerinin izlenmesine kadar bir dizibaşlık ÇHD’nin rutin çalışma alanlarını ifadeetmektedir. Bu haliyle toplumsal muhalefetin dirikesimleri ile bütünleşmeyi hedefleyen bir dernekfaaliyeti yürütüldüğü ifade edilebilir.

Derneğimizin temelde ilgilendiği konulardan birisi,en genel ifadesi ile hak ihlalleridir. “Alo İmdat PolisHattı” da bu başlık altında ele alınabilecekfaaliyetlerimizden biridir. “Alo İmdat Polis Hattı”,polis korkusu ile yaşayan insanlara en azından birbaşvuru alanı açabilmiştir. Bu anlamda “Alo İmdatPolis Hattı” insanlar için bir can simidini ifadeederken, aynı zamanda polisler için de kendi alanlarınayapılmış bir müdahale, net bir denetimitariflemektedir. Yine özellikle son dönemde işçidirenişleri ile ÇHD arasında bulunan güçlü manevi bağda ÇHD’ye dikkat çekilmesini koşullamıştır. ZiraÇHD’nin işçilerin hak mücadelesi konusundakiyaklaşımı oldukça nettir. İşçi avukatlığının salt davatakibi ile yapılmayacağını bilen derneğimiz, işçilerinfiili meşru mücadelesini bizzat yanlarında bulunarakdesteklemektedir.

Yukarıda sıralamaya çalıştığım başlıklara dahaonlarcası eklenebilir, sonuçta derneğimize yönelen buoperasyonu değerlendirirken önceliklefaaliyetlerimizden duyulan, duyulması doğal olanrahatsızlığa işaret etmek bana yanlış gelmemektedir.Bu nedenle ilk olarak söylenebilecek olan ÇHD’ninetkisizleştirilmek ve sindirilmek istendiğidir. Ancak birkurumun etkisizleştirilmek istenmesi hiçbir zaman salto kurumla ilişkili bir tercih değildir. Aksine ÇHDoperasyonunda da hedeflendiği üzere, bir yandan dakurumun atıllaştırılması sağlanarak toplumsalmuhalefetin yıldırılması, korkutulması esastır.

Burada hatırlamak gereken bir diğer nokta ise belkide Burhan Kuzu’nun açıklamalarıdır. BurhanKuzu’nun Ezgi Başaran’a verdiği röportajda kurduğu,“sokağı bitiremedik” cümlesi aslında bugünyaşananların arka planını da oluşturuyor. Çünkü ÇHDhep sokağın parçası olagelmiş, sokağın parçası olacakşekilde kendini yapılandırmıştır. ÇHD’ye yönelen biroperasyon, hükümet tarafından “bitireceğiz” diyedeklare edilen “sokakla” doğrudan ilgilidir. Zira sokakavukatsız bırakılmak istenmektedir.

- Söz konusu operasyon özellikle hukuksuzuygulamalarla dikkat çekti. Siz de ÇHD’ninaranması sırasında dernek yöneticisi sıfatıyla

bulundunuz. Bu süreçte dikkatinizi çeken noktalarvar mı?

Derneğimizin aranması en başından itibarenyasadışıdır. Çünkü derneğimiz bağımsız bir tüzelkişiliktir ve hakkında açılmış bir soruşturmabulunmamaktadır. Bu tabloya rağmen ŞubeBaşkanımız Av. Taylan Tanay şahsında aramayagelindiği söylenmiştir. Oysa söz konusu dernek, TaylanTanay’ın ikamet adresi değildir. Arama kararında isimdahi belirtilmeye gerek duyulmamıştır. Bu verilerışığında arama işleminin baştan sona hukuksuz olduğuaçıkça ortadadır. Bu konudaki hiçbir itirazımız dikkatealınmamıştır. Arama kararının kendisi de usulen yanlışalınmıştır. Teknik detaylara girmeyeceğim amaavukatlara ilişkin mekanların aranması ile ilgilikararlarda bulunması gereken zorunlu şartlardanyoksun bir kararla derneğimizin mahremine girilmiştir.Bu anlamda ortada hukuki bir arama değil, bir haneyetecavüz olduğu da düşünülebilir.

Bunun dışında Savcı-Kolluk ilişkisi arama boyuncatersten kurulmuştur. Aramada el konulacak belgelerinbir kısmını kolluk seçmiştir. Belgelerin büyük kısmıavukat-müvekkil ilişkisi kapsamında olmasına rağmenbu belgelere de el konulmuştur. Arşivimiz didik didikedilmiştir. Bütün belgelerimiz elden geçirilmiştir. Yinearama sırasında ilginç bir şekilde Hey Tekstil işçileri,Akçay işçileri vb.’ne ait belge, bilgi, pankartlara büyükbir keyifle el konulmuştur.

Arama sırasında İstanbul Barosu Başkanı ÜmitKocasakal’ın arama mahaline gelme isteği önce Savcıtarafından kabul edilmemiştir. Sayın Kocasakal ancaksüreli bir tartışmanın sonucunda içeri girmiştir.

Yaklaşık 8 saat süren aramada en büyük sorun isedelil toplanırken yanlı davranılmasıdır. Soruşturmayıgüçlendirmek istercesine, derneğimizden sadeceYürüyüş dergileri ile Kızıl Bayrak gazeteleritoplanmıştır. Oysa ki, derneğimize her hafta yayınçıkaran tüm muhalif kurumlar protokol bırakmaktadır.Diğer protokol yayınların da el konma işlemine tabitutulması ancak ısrarlı çabalarımızla mümkünolabilmiştir.

Arama işlemine birlikte katıldığımız diğer dernekyöneticisi arkadaşımız Av. Aycan Çiçek’in gözleri ilegördüğü üzere, mutfaktaki kahve kavanozunun içinedahi bakılmıştır. Tam anlamıyla hukuksuz veciddiyetsiz, soruşturma makamının el değiştirdiği,savcının polis, polisin savcıya dönüştüğü bir aramaişlemi gerçekleştirilmiş, kahve kutularından delilyaratılmaya çalışılmıştır. (...)

- ÇHD olarak önümüzdeki sürece dair ne gibiplanlarınız, hedefleriniz var?

Daha operasyonun yapıldığı ilk gün dilegetirdiğimiz üzere, ÇHD, yıllardır ayrımsız birbiçimde kendisine yapılan bütün başvurularıdeğerlendirmiştir. Ezilen ve sömürülenlerle hepdayanışma içinde olmuştur. Bu anlamda önceliklihedefimiz, dostlarımız ve arkadaşlarımızın sürecedahil olarak bizimle beraber bu saldırıyıpüskürtmelerinin mücadelesini vermeleridir.Önümüzde bir eylem takvimi var. 24 Ocak’taTehlikedeki Avukatlar Günü vesilesi ile hem İstanbulAdliyesi’nde, hem de bizim yaşadığımızhukuksuzlukların neredeyse aynı düzlemde yaşandığıİspanya’nın konsolosluğu önünde basın açıklamalarıdüzenleyeceğiz. Cuma günü, yalanları ve gerçekleri

teşhir eden bir basın toplantımız olacak, Cumartesigünü ise Halkın Hukuk Bürosu’ndaki arkadaşlarımızbir basın toplantısı düzenleyecektir. Halkın HukukBürosu’ndaki arkadaşlarımız bürolarında “kozmikoda” aramasının basın kanalıyla yapılmasınıistemekteyiz. 28 Ocak günü hep beraber tutukluluğaitiraz dilekçelerimizi sunacağız. Bunların yanı sırakitlesel hapishane ziyaretlerimiz olacak. Aynı zamandabütün şubelerimizle bir arada ortak bir kampanya dageliştirilecek. Ancak bu kampanyanın ayrıntılarınınetleştiğinde aktarabileceğiz. Tabii arkadaşlarımızınduruşmalarının takibi de söz konusu. Ancak ennihayetinde yapacağımız şey açık; arkadaşlarımızınbürolarını da, derneğimizi de açık tutacağız. DahasıÇHD’nin rutin faaliyetlerinde hiçbir aksaklığa izinvermeyecek ve arkadaşlarımızın karşı karşıya kaldığıpolis ve yargı terörü ile ilgili kesintisiz ve duraksız birçalışma yürüteceğiz.

- Son olarak ekleyeceğiniz bir şey var mı?9 arkadaşımızın tutuklanması ile yaratılmak istenen

karanlık atmosfer kanımca yaratılamamıştır. Kamuoyumanipülasyona gelmemiştir. Gerek arkadaşlarımızıngözaltı sürecinde, gerekse tutuklanmalarının ardındangerçekleştirdiğimiz basın açıklamaları her geçen gündaha da kalabalıklaşmıştır. Her gün konu ile ilgili yenibir destek basın açıklaması yapılmaktadır.Derneğimize adeta bir ziyaretçi akını vardır.Telefonlarımız hiç susmamaktadır. Bütünmeslektaşlarımız desteklerini sunmaktadır.Kastettikleri manevi destekler de değildir tek başına,herkes işin ucundan tutmak istemekte, süreci beraberceyürütmek istemektedir. Bu haliyle operasyonunhedeflediği amaca ulaşamadığı düşüncesini taşıdığımıifade edebilirim.

Gelinen yerde artık tutuklu kategorileri olan birülkeye dönüştük. Tutuklu çocuklarımız, tutuklugazetecilerimiz, tutuklu öğrencilerimiz olduğu gibi,2011’in Kasım ayında tutuklanan Kürt avukatarkadaşlarımızla başlayıp bugün ÇHD’liarkadaşlarımızın da eklenmesi ile tutukluavukatlarımız da vardır. Kısacası hem tutuklu sayımızsistemli bir biçimde artıyor, hem de tutuklukategorilerimiz... Bu haliyle toplumun her ferdinin birkez cezaevi koşulları ile tanıştırıldığı bu atmosferekarşı mücadele etmenin ne kadar gerekli olduğunusöylemek bile yersiz.

(Röportajın tamamına www.kizilbayrak.net’tenulaşabilirsiniz...)

ÇHD İstanbul Şube Yöneticisi Ş. Ceren Uysal ile saldırılar üzerine...

“Operasyon amacına ulaşamamıştır!”

Page 8: Kızıl Bayrak 13-04

Devlet terörü8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

- Son günlerde gerçekleşen polis saldırısındaözellikle derneğiniz ve ÇHD üyesi avukatlar hedefalındı. Yaşanan bu saldırıyı nasıldeğerlendiriyorsunuz? Derneğinizin neden hedefalındığını düşünüyorsunuz?

- Derneğimize yönelik saldırıyı esasen işçilere,emekçilere, öğrencilere, devrimcilere ve diğertoplumsal muhalefete yönelik herhangi bir saldırıdanayırmak mümkün değil. Çünkü ÇHD, çokça söylendiğigibi hem bu kesimlerin gerektiği zaman savunmanıolmuş hem de bu kesimlerle çeşitli platformlarda ortakçalışmalar yapmış bir dernektir.

Gerçekten de takip edilen Bayrampaşa davası,Engin Ceber davası, yargısız infaz dosyaları, işkencedavaları gibi toplu dava dosyaları, işçi direnişleri, işçidavaları, öğrenci davalarında çok açıkça tutumalmıştır. ÇHD’nin bu tutumu tüzüğündenkaynaklanmaktadır. Biz, ÇHD’nin bu tutumununoperasyona neden olduğunu, egemenleri rahatsızettiğini düşünüyoruz.

- Siz de bu operasyon sürecinde önce gözaltınaalındınız ancak sonra tutuksuz yargılanmak üzereserbest bırakıldınız. Öncelikle gözaltı sürecindeyaşadıklarınızı anlatır mısınız?

- Öncelikle operasyonun tamamen hukuka aykırıkararlarla yürütüldüğünü belirtmek gerekir. Arama,yakalama ve gözaltına alma kararları ile tükürük, kanve kıl örneği alınması, parmak izi alınması kararlarıtamamen hukuka aykırı olarak verilmiştir. Bizlerinavukat olduğu, hemen her gün adliyelerde duruşmalaragirdiğimiz gözetildiğinde emniyet müdürlüğündetutulmamız, üstelik de avukatların yasa gereğiemniyette ifade vermiyor oluşları birliktedeğerlendirildiğinde, kesin olarak eziyet etmeamaçlıdır.

Emniyette tutulduğumuz süreçte soruşturmaylahiçbir ilgisi olmadığı halde zorla tükürük örneğialınması, parmak izimiz olduğu halde zorla parmak izialınması bize göre işkencedir. Yine gözaltında iken eninsani taleplerimizin karşılanmamış olması, su ve şeker

gibi yaşamsal ihtiyaçlarımızın karşılanmamış olmasıyine yasak sorgu yöntemleri arasındadeğerlendirilebilir.

- Polis sizin için “düşman ajanı” gibi ilginç biriddiada bulundu. Bu konuda savcılıkta/mahkemedesorulan bir soru var mı, genel olarak ne gibisuçlamalarla karşılaştınız?

- Savcılıkta bana bununla ilgili herhangi bir soruyöneltilmedi. Yine bildiğim kadarıyla diğer avukatarkadaşlarıma da bununla ilgili hiçbir soruyöneltilmedi. Ancak buna rağmen basına bu şekildebilgiler verilmesi her zamanki karalama ve yıpratma,böylece bizi kitlelerin gözünde küçültmekampanyasının bir aşamasıdır. Bana göre bunun gibikaralama girişimlerinin devamı gelebilir. Bu durumdada şaşırmamak gerektiğini düşünüyorum.

- Son olarak ekleyeceğiniz bir şey var mı?- Baskı ve yıldırma politikalarının, hiçbir zaman işe

yaramadığı tarihe bakan herkes tarafından açıkçagörülebilir. ÇHD daha da büyümüş ve genişlemişolarak bildiği yolda ilerlemeye devam edecektir.

Kızıl Bayrak / İstanbul

ÇHD İstanbul Şube yöneticisi Av. Gülvin Aydın ile devletterörünü konuştuk...

“ÇHD bildiği yoldailerlemeye devam

edecektir!”

Gebze’de BDSP’lilere polis terörü

20 Ocak günü Gebze’de, Suriye’ye yönelik saldırganlığa karşı gerçekleştirilen eylem öncesi polisBDSP’lilere saldırdı. Kimlik kontrolü bahanesiyle BDSP’lileri taciz eden polis, ardından coplarla darp ederek1’i çocuk olmak üzere 12 kişiyi gözaltına aldı. 2 BDSP’li yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. Bir kişi ise karakolunönündeki eyleme katıldığı sırada gözaltına alındı ve böylece gözaltı sayısı 13 oldu. Sınıf devrimcileri akşamsaatlerinde Cumhuriyet Karakolu’na götürüldü. Ayakkabı bağcıklarını, kemerleri alma ve üst aramaesnasında da polis saldırısı devam etti. Ardından Gebze Emniyet Müdürlüğü’ne sevk edilen sınıf devrimcileribir kez daha saldırıya uğradı.

Ertesi sabah hastaneye götürülen BDSP’lilerin karakoldan çıkarıldıkları sırada slogan atmaya başlamalarıüzerine polis bir kez daha saldırdı. Hastaneden sonra sınıf devrimcileri savcılığa götürüldü.

Savcılıktaki ifadelerinin ardından 4 devrimci tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti. BDSP’liler,çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar.

23 Ocak günü de BDSPliler Gebze Adliyesi önünde basın açıklaması yaptıktan sonra suç duyurusundabulundular.

Kızıl Bayrak / Gebze

Avukatların “suç”dosyası kabarık!

İsmail Saymaz’ın Radikal için hazırladığı vegözaltındaki avukatların davalarından oluşan derlemeavukatların neden hedef seçildiğinin de yanıtınıveriyor. Saymaz’ın hazırladığı (Radikal, 18 Ocak 2013)derlemeye göre avukatların “suç” dosyası haylikabarık:

- Hayata Dönüş Operasyonu çerçevesindeBayrampaşa Cezaevi’nde 12, Ümraniye Cezaevi’nde 5tutuklunun ölümü

- Engin Çeber’in Metris Cezaevi’nde, Festus Okey’inBeyoğlu Polis Merkezi’nde öldürülmesi

- Ferhat Gerçek’in Bahçelievler’de vurularak felçbırakılması

- Ayhan ve Ali Efeoğlu kardeşlerin 1994’te polistarafından kaybedilmesi

- Asker tarafından çatışmada öldürülen Ali Yıldız’ıntoplu mezardan çıkarılması,

- Trabzon’da ve Edirne’de TAYAD üyelerine yöneliklinç girişimi

- Roman Kurultayı’nda parasız eğitim için pankartaçıp tutuklanan Berna Yılmaz ve Ferhat Tüzer’inyargılaması

- Cezaevinde kansere yakalanan Güler Zere’ninserbest bırakılması

- İşten atılan tekstil işçilerinin hak davaları...Bunun yanı sıra Naciye Demir, 2008 yılında polis

kurşunuyla felç kalan Yasin Kırbaş’ın da uzun süreavukatlığını yürüttü.

Selçuk Kozağaçlı, Ankara’da görülen 12 EylülDavası ve polis kurşunuyla öldürülen Soner Çankaldavası ile askerde işkence sonucu hayatını kaybedenUğur Kantar davalarını üstlendi. Avukat Efkan Bolaç,Beyoğlu’nda polis tarafından dövülen Sezai Yakar’ın,Avcılar’da Güney Tuna adlı gencin dövülerek ağıryaralanması ve Ahmet Koca’nın Fatih’te dövülmesineilişkin davalara baktı.

Cezaevi davalarını yakından inceleyen AvukatGüçlü Sevimli’nin Hayata Dönüş Operasyonu’nu konualan ve aynı adı taşıyan bir kitabı bulunuyordu.

Avukat Güray Dağ da Festus Okey Davası’ndahakime hakaret ettiği iddiasıyla yargılanıyordu. (...)

RedHack avukatlar içinhackledi

Yakın zaman önce üniversitelerdeki yolsuzlukbelgelerini yayınlayarak sermaye devletini bir kezdaha teşhir eden, hemen ardından da kamuoyunda“NÇ davası” olarak bilinen davanın tecavüzcülerikorumasına tepki olarak eylem yapan RedHack, bu kezÇHD’li avukatların tutuklanmasına karşı eylemdeydi.

RedHack, bu kez Türkiye Adalet Akademisi’nin websitesini heckledi. Eylemi Twitter’dan duyuranRedHack, “ÇHD’ye yapılan saldırıları kınıyoruz. TürkiyeAdalet Akademisi ÇÖKERTİLDİ” mesajını paylaştı.

Page 9: Kızıl Bayrak 13-04

Güncel Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Katlinin 6. yıldönümünde Hrant Dink ülkegenelinde gerçekleştirilen etkinlik ve eylemlerleanıldı. Eylemlerde katliamcı devlete yönelik öfke vehesap sorma çağrısı öne çıktı.

İstanbul’da binlerce kişi Şişli’de toplandı. ŞişliCami’ne gelindiğinde Cevahir’den gelen kitle ilediğer kol birleşerek yürüyüşe devam edildi. KitleOsmanbey’e yaklaşırken katılım da onbini aşmıştı.

Hrant’ın katledildiği yer erken saatlerden itibarençiçeklerle ve Hrant’ın resimleriyle kaplandı.Agos’tan aşağıya da “Buradayız ahparig!” yazılısiyah bir pankart sarkıtıldı. Hrant’ın öldürüldüğüsaatte saygı duruşuna geçildi. Bu sırada HrantDink’in 301 davasından yargılanmasına dair birkonuşmasının ses kaydı kitleye dinletildi.Konuşmaların ardından anma programı sona erdi.Ardından Taksim Meydanı’na yürüyen kitle polisterörünün hedefi oldu. Polis kitleye tazyikli su vebiber gazıyla saldırdı. Kitle oturma eylemi yaparaksaldırıyı protesto etti. Öfkeli kitle saldırının ardından“Katil devlet” sloganıyla bir süre Şişli’ye yürüdü.Polisin trafiği açmasına rağmen kitle yolu açmadı.Gösterilen tepkinin ardından eylem sona erdi.

İzmir’de Konak’ta biraraya gelen yüzlerce kişi“Katilleri koruyan cinayete ortaktır!” pankartınınarkasında Eski Sümerbank önüne yürüdü. Burada,önce Sarı Gelin türküsünün Ermenice çalınmasıeşliğinde saygı duruşunda bulunuldu. ArdındanGünseli Kaya kitle adına açıklama yaptı.

Ankara’da ilk etkinlik sabah saatlerinde AnkaraMeydan Sahnesi’nde gerçekleştirilen panel-forumoldu. Ardından salondan topluca çıkılarak ZaferÇarşısı’nın önüne geçildi ve vurulduğu saattesloganlar atılarak Hrant anıldı. Ayrıca BirGüngazetesi önünde buluşan ilerici kurumlar İnsanHakları Anıtı önünde basın açıklamasıgerçekleştirdiler. Akşam saatlerinde de ilerici vedevrimci kurumlar Yüksel Caddesi’nde basınaçıklaması düzenledi.

Bursa’da Setbaşı’ndan Kent Müzesi’neyürünerek basın açıklaması gerçekleştirildi. Basınaçıklamasında, Hrant'ın katledilmesinin üzerinden 6yıl geçtiği söylenerek, katillerin eline silah veren,cinayeti örgütleyen, soruşturmayı karartanların yargıönüne çıkarılmadığı hatırlatıldı. Açıklamanın

devamında Hrant’ın gerçek katillerinin yargı önüneçıkarılması gerektiğine vurgu yapılarak “İstediklerikadar karartsınlar, korusunlar, kollasınlar. Biz bittidemeden bu dava bitmez” denildi.

Adana’da ilerici ve devrimci kurumlar tarafındanİnönü Parkı’nda bir basın açıklaması yapıldı. Kitleadına açıklama yapan HDK Adana İl YürütmeKurulu üyesi Güven Boğa, cinayetin halen dahaaydınlatılmadığını ve arkasındaki güçlerin açığaçıkarılmadığını ifade etti.

Dink için memleketi Malatya’da İHD tarafındandüzenlenen eyleme bir çok sendika ve siyasal güç dedestek verdi. Taşhoron Kilisesi’ne yürünmesininardından Dink’in fotoğrafı asılarak mumlar yakıldıve karanfiller bırakıldı.

Mersin’de ÖDP ve Halkevleri Taş Bina önündebir basın açıklaması yaparak Dink’i andı.

Diyarbakır’da ağırlığını Kürt hareketininoluşturduğu bir grup Parkorman’da bulunanGüvercin Anıtı önünde buluşarak bir anma etkinliğigerçekleştirdi. Etkinlikte Dink’in katledildiği saatolan 15.05’te 15 dakikalık oturma eylemi yapıldı.

Savaş taşeronluğunayaygın ve kitlesel

tepki!

KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin haftalaröncesinden duyurarak çalışmalarına başladığı“Suriye’de emperyalist müdahaleye hayır!”mitingleri, başta Antep olmak üzere bir dizi ildigerçekleştirildi.

Antep Valiliği’nin yasağına rağmen binlerce kişiAntep’te emperyalist saldırganlığına ve savaştaşeronluğuna karşı yürüdü. “ABDemperyalizminin taşeronu olmayacağız, Suriye’yeemperyalist müdahale hayır, Ortadoğu’nungeleceğine Ortadoğu halkları karar versin!”pankartının arkasında buluşan binlerce kişi,Kırkayak Parkı’ndan Demokrasi Meydanı’nayürüdü. Burada mitingi örgütleyen kurumlar adınakonuşmalar yapıldı.

Ankara’da Ziya Gökalp Caddesi’nin trafiğekapatıldığı yürüyüşün ardından SakaryaCaddesi’nde kürsü kuruldu. Basın açıklamasınıörgütleyici kurumlar adına KESK Genel Sekreteriİsmail Hakkı Tombul gerçekleştirdi.

İstanbul’da Rıhtım Caddesi girişindetoplanmaya başlayan kurumlar burada kortejleroluşturdular. Tüm kurumların, Rıhtım Meydanı’naulaşmasının ardından miting programı DİSK adınayapılan konuşma ile başladı. Örgütleyici kurumlaradına konuşma yapılarak basın açıklamasınageçildi.

Bursa Fomara Meydanı’nda gerçekleşen eylemSES Şube Başkanı Ergin Uygun’un yaptığı kısa biraçıklama ile başladı. Kent Meydanı’na doğrusloganlar eşliğinde gerçekleşen yürüyüşünardından basın metninin okunmasına geçildi.Basın metninin ardından yapılan konuşmalar ileeylem sona erdi.

İzmir’de Eski Sümerbank önünden BelçikaKonsolosluğu’na yüründü. Burada basınaçıklamasını okuyan Dr. Veli Atanur, NATOaskerlerinin ülkede ağırlanmasını eleştirerek,NATO’ya ve Patriot füzelerine hayır demeyedevam edeceklerini söyledi.

Kayseri Eğitim-Sen önünden sloganlareşliğinde gerçekleştirilen yürüyüşün ardındanbasın açıklamasını Eğitim-Sen Kayseri ŞubeBaşkanı U. Sedat Ünsal yaptı. Emperyalistsaldırganlığın artarak sürdüğünü belirten Ünsalhalkların kardeşliğinin önemine değindi,“emperyalist savaşa karşı çıkacağız” dedi.

Manisa’da Manolya Meydanı’nda bir basınaçıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasını KESKManisa Şubeler platformu adına KESK dönemsözcüsü Serpil Deniz okudu.

Kızıl Bayrak / Adana-İstanbul-Ankara-Bursa-İzmir-Kayseri-Manisa

BDSP Patriotların gelişini protesto etti

BDSP 21 Ocak günü İzmir'de yaptığı basın açıklamasıyla emperyalist saldırganlığın silahlarından biri olanPatriot füzelerinin Türkiye getirilişini protesto etti.

Çiğli Belediye Binası önünde toplanan BDSP'liler "NATO askerleri ve patriot füzeleri kan dökmeye geliyorlar!Emperyalistler ve işbirlikçiler Ortadoğu'dan defolun! / Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu" yazılı ozaliti açtılar.

Basın metnine ABD emperyalizminin Ortadoğu saldırganlığına vurgu yapılarak başlandı. ABDemperyalizminin demokrasi ve özgürlük anlayışına değinildi. Suriye'ye yönelik saldırının İzmir Şirinyer'deki KaraKuvvetleri Komutanlığı'ndan yönetileceği vurgulandı.

Açıklamada, Gebze'de savaş karşıtı eyleme giden BDSP'lilerin polisin azgın saldırısı ile göz altına alındıklarınadikkat çekildi. Yine üç gün önce avukatlara ve devrimcilere yapılan gözaltı, işkence ve tutuklamalar hatırlatılarakdevletin tahamülsüzlüğüne değinildi.

Son olarak, Patriot füzelerinin ve NATO askerlerini defetmek için örgütlü mücadele çağrısı yapılarak taleplerokundu.

Kızıl Bayrak / İzmir

Hrant Dink eylem veetkinliklerle anıldı

Page 10: Kızıl Bayrak 13-04

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Türk Metal çetesi Kızıl Bayrak gazetesine yönelik“iftira” ve “hakaret” suçlamasıyla dava açtı. Davadilekçesinde Kızıl Bayrak’ın Türk Metal ve başkanıPevrül Kavlak’ın “şöhret”ine zarar verdiğini iddiaeden avukatları, gazetenin yazı işleri müdürününcezalandırılmasını talep ediyorlar.

İşçi sınıfının hakları, sorunları ve geleceğikonusunda sözünü sakınmayan Kızıl Bayrak’ın bu türdavalara maruz kalması elbette yeni değil. KızılBayrak 19 yıllık yayın hayatında gerek devlet, gereksede sömürücü asalaklar tarafından sayısız davanınhedefi oldu. Amaçları, işçi sınıfının sömürü vezincirden kurtulması dışında başka bir davası olmayanKızıl Bayrak’ı susturmaktı, başaramadılar.

Bunun için en baştan söyleyelim ki, binlerce kezdenenmiş bir yola başvurmak Türk Metalciler’e bir şeykazandırmaz. Kızıl Bayrak işçi sınıfının sırtındansemiren bu asalaklara pabuç bırakmaz, dava açtılardiye bildiklerinden de şaşmaz. İşçi sınıfının bilincinekazınmış gerçekleri yazmaktan bir an için dahivazgeçmez. Sadece bu türden davalar değil, KızılBayrak gazetesi ve çalışanları baskı ve zorbalığın herbiçimini tanır ve asla boyun eğmez.

Türk Metalciler’in avukatlarının iddiası odur ki,Kızıl Bayrak’ın da içerisinde olduğu bazı “marjinalgruplar, yayın organları ve kişilerce” Türk Metal’in“Türk çalışma hayatında edindiği güçlü ve saygınkonumu zedelemek istemektedirler.”

Doğrudur, Türk Metal ve onun yöneticileri KızılBayrak’ın hedefidir. Kızıl Bayrak bıkmadan,usanmadan sendika postuna girmiş bu sınıfdüşmanlarının ne mal oduklarını teşhir etmekte, işçisınıfını bunları sırtından atmak için mücadeleyeçağırmakta, nasıl mücadele etmeleri gerektiğikonusunda da yol göstermektedir. Çünkü sermayenin12 Eylül darbesinin çocuğu olan Türk Metal’inmisyonu işçi sınıfının öncü kolu olan metal işçilerininelini kolunu bağlamak, böylelikle onu bu sömürüdüzenine mahkum etmektir. Öyle ki, eğer işçi sınıfıyıllar boyunca sermaye karşısında güçsüz ve takatsizkalmışsa, bunun en büyük sorumlularından biri TürkMetal’dir. Kızıl Bayrak gazetesi işçi sınıfının buprangadan kurtulması için elinden ne geliyorsa onuyapmaya çalışmaktadır. Ama Kızıl Bayrak’ın tekyapmadığı şey Türk Metalciler’in saygınlığınızedelemektir. Çünkü Türk Metalciler’in işçi sınıfıiçerisinde zerrece bir saygınlığı yoktur. DolayısıylaTürk Metalciler, sahip olmadıkları bir şeyizedelemekle Kızıl Bayrak’ı suçlayamazlar!

Türk Metalciler’in “saygınlıklarını zedelediği” içindava konusu ettikleri Kızıl Bayrak’a ait haber, “TürkMetal-MESS A.Ş.” başlığını taşımaktadır. Haber TürkMetal’in MESS ile birlikte kurduğu MEMAS veSIBEM adlı iki şirketi konu almaktadır. AB fonlarıylada finanse edilecek olan bu iki şirket teknik ve meslekieğitim alanında faaliyet göstermektedir. Bu, TürkMetal’e özgü dünyada eşine rastlanmadık birsendikacılık faaliyetidir. Çünkü sendikaların temelmisyonu sermayeye karşı işçilerin ücret ve sosyalhaklarını geliştirmek, çalışma koşullarını iyileştirmek,bunun için de mücadele vermektir. İşçilerin meslekiyeteneklerini ne olup olmadığı ya da bu yetenekleringeliştirilmesi sorunu sermayeye aittir. Dahası, MESSile ortak şirket kurup işçileri mesleki eğitimdengeçirmek, zaten birçoğu meslek lisesi mezunu olan

metal çalışanlarını ağır iş yükü yanında yetersizlikduygusu altında ezilerek bitmek bilmeyen bir eğitimbaskısı altına sokmak demektir. Ama işte ilkindesınıfta kalan, ücret başta olmak üzere üyelerininhakları için kılını kıpırdatmayan, metal işçilerinisüründüren çalışma ve yaşam koşulları karşısındaherhangi bir mücadele vermeyen, dahası da birgardiyan gibi vermek isteyenlere mani olan TürkMetal’in MESS ile ortak şirket kurup mesleki eğitimesoyunması, onun en fazlasından sermayenin “insankaynakları kolu” olduğunu kanıtlamaktadır. İşçi sınıfıise bu türden bir işbirliğini sermayeye uşaklık olarakadlandırmaktadır.

Olağan koşullarda bir sendikanın sermaye ile butürden organik bir bağ kurması, böyle bir parasal ilişkigeliştirmesi onun bağımsızlığına son vermeklesonuçlanır. Bunun için sendikacılık tarihinde bu tür biryakınlaşma işçi sınıfı tarafından reddedilen veayıplanan bir işbirliği biçimi olmuştur. İşte Türk Metalbu utanç duyulası durumu bir de pazarlamaya kalkıyor.Çünkü Türk Metal hiçbir zaman bağımsız ve aslagerçek anlamda bir sendika olmadı. Hep MESStarafından korunup kollandı ve binbir parasal verantsal bağla beslendi. Hiç kuşkusuz bu türden birişbirliği de Türk Metal’e yeni bir rant ve soygun fırsatıyaratacak, böylelikle de onu MESS’in kapısına dahasıkı biçimde bağlayacaktır. Öyle ya böyle olmasaMESS neden mesleki eğitim için Türk Metal ile şirketkursun ki? Neden Pevrül Kavlak’a ihtiyaç duysun ki?

Dava dilekçesinde Türk Metalciler’in avukatlarıMESS ile ortak şirket kurmayı göklere çıkarıyorlar.Tüm bunları yaptıktan sonra da Kızıl Bayrak hedefalıyorlar. Neymiş Kızıl Bayrak, böylesine büyük birhizmeti “Türk Metal’i yeni satış sözleşmelerinehazırlanıyor” ifadeleriyle lekelemeye çalışıyormuş…Kızıl Bayrak yüzbinlerce işçinin etinde kemiğindehissettiği, sofrasından çalınan ekmekten iyi bildiği,onlarca yıllık deneyimiyle sabit olan gerçeği dosdoğrusöylüyor. Ayrıca durduk yere Türk Metalciler’e verilenbu türden bir yağlı kemiği satışın habercisi sayıp metalişçisini uyarıyor.

Dava dilekçesinde Kızıl Bayrak’ın böylelikle TürkMetal’in bu tür “güzel faaliyetleri”ni “yasadışıgöstermek” yoluyla “sendikanın toplumdakisaygınlığını incitme ve küçük düşürme gayesinitaşıdığı” ifadeleri kullanılıyor. Türk Metal’in “güzelfaaliyetleri”ni metal işçisine sorun... Ayrıca bu“sendika”nın metal işçisinden ne kadar “saygı”gördüğünü de bir tartın bakalım, ne göreceksiniz? TürkMetal’in sicilinde yasalara uygun sayısız satışsözleşmesi, işçilerin işini ve haklarını çalan sayısızicraat vardır. Bunlar yasal olabilir ama işçi sınıfınınvicdanında asla meşru değildir. Ama Türk Metal aynızamanda hakkını arayan, hesap soran, gerçek birsendika için istifa yolunu tutan işçilere karşıuyguladığı baskı ve zorbalıkla ünlüdür. Çetevariyöntemlerde sınır tanımayan Türk Metalciler, tutum vepratikleriyle gerçek bir mafya örgütlenmesindenfarksızdır. Bunların sadece küçük bir kısmının(dolandırıcılık, yolsuzluk, sahtecilik vb...) gibimahkemelerde dava konusu olduğunu da bu aradahatırlatalım.

İşte bunun için de metal işçileri Türk Metal’denkurtulup gerçek bir sendikaya geçmenin yollarınıarıyor. Binlerce Bosch işçisi Türk Metal’den böylelikleistifa etti. Eğer baskı, zorbalık ve işçi kıyımlarıylaengellenmese yüzbinlerce metal işçisi de Boschişçilerinin yolundan gidecektir. Zaten metal işçilerigeçtiğimiz haftalarda Renault, Arçelik ve daha birçokmetal fabrikasında bunun için ayağa da kalktılar. Amatam da belirttiğimiz yöntemlerle şimdilik bastırıldılar.Şimdilik diyoruz çünkü Türk Metal’in artık vadesisayılıdır, metal işçileri bu mafya bozuntusu şebekedenmutlaka kurtulacaktır.

Son olarak; Kızıl Bayrak Türk Metalciler dava açtıdiye susacak değildir. Aksine bugüne kadar olduğugibi bugünden sonra da doğru bildiği yolda gerçekleriyazmaya devam edecektir. Ancak Türk Metalciler şunuiyi bilsinler ki, kendileri metal işçisinin vicdanındaçoktan mahkum olmuşlardır, bedelini ödemekten deasla kurtulamayacaklardır.

Komünist metal işçileri

Türk Metalciler Kızıl Bayrak’a dava açtı…

Ne yaparsanız yapın saltanatınızınyıkılmasını engelleyemeyeceksiniz!

Bosch işçilerinden palavracı Türk Metal’e:

Aynaya bakın!

Bosch işçisinden yüz bulamayan Türk Metalciler çaresiz yalan atmaya devam ediyorlar. Son günlerde işi oraddeye vardırdılar ki, Birleşik Metal-İş yönetiminin Bosch yönetimiyle üyeleri karşılığında para almak içinpazarlık yaptığı yalanını uydurdular.

Ahlaksızlığın ve yalancılığın bu kadarına da pes doğrusu! Ama sözkonusu Türk Metalciler oluncaşaşırmıyoruz. Çünkü yalancılık ve palavracılık onların mayasında var.

Fakat şunu da belirtelim ki Türk Metalciler bu palavraları yoktan uydurmuyorlar. Sadece kendilerine aitolan şeyleri başkalarına yakıştırıyorlar. Zira metal işçileri bu tarz sendikacılığı Türk Metal’den tanıyor.Anlatalım:

Türk Metal bir fabrikada örgütlenirken belli bir sayıya ulaştıktan, ya da kendiliğinden örgütlenen işçilerkapısını çaldıktan sonra patronun karşısına çıkar, ya fabrikada örgütlenmesine izin verilmesini ya da üyeyaptığı işçilerin karşılığında yüklüce bir paranın kendisine verilmesini ister. Eğer patron işçilerin Türk Metalolmazsa başka bir sendikaya gideceğine kanaat getirirse o zaman Türk Metalciler’e buyrun örgütlenin der.Aksi halde ise Türk Metalciler’in parasını verir, üye listesini alır ve işçi kıyımına girişir. Bu tarz “satıcılık” TürkMetalciler’in onlarca yıldır yaptıkları bir iştir. Yatlar, katlar, oteller, kumarhaneler biraz da böyle kurulmuştur.

Kurdukları saltanatın hikmeti olan satış sözleşmelerinin, patronlarla birlikte işlettikleri soygun çarklarınınlafını dahi etmiyoruz.

İşte bunun için Bosch işçilerinin Türk Metalciler’e yanıtı sadece şudur: Aynaya bakın!Bosch’tan işçiler

Page 11: Kızıl Bayrak 13-04

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Çalışma Bakanı Faruk Çelik, İnşaat Sanayiİşverenler Derneği toplantısında Ulusal İstihdamStrateji’nde (UİS) son noktaya gelindiğini duyurdu.UİS belgesinin 3 ay bekletildikten sonra KalkınmaBakanlığı’ndan Hazine Müsteşarlığı’na gönderildiğiniaçıklayan Çelik, belgenin de kısa süre içerisindedeveye sokulacağına söyledi.

Sözkonusu belgede 4 temel politika ile büyüme veistihdam kapasitesi yüksek yedi sektöre ilişkin 40hedef, 57 politika ve 205 tedbir ortaya konulduğunuaçıklayan Çalışma Bakanı, 7 sektörde çalışmalaryapılarak 2023’e kadar her yıl 10 bin bilişim uzmanıyetiştirilmesi, finans sektöründe istihdam artışı, inşaatsektöründe mesleki yeterlilik şartı ve sağlıksektöründeki istihdam sayısının 2023’e kadar ikikatına çıkarılmasını amaçladıklarını belirtiyor.Böylelikle UİS’in “işsizlikle mücadelede ve istihdamıarttırma” da önemli bir çalışma olduğu iddia ediliyor.

Belgede anılan 4 temel politika ise şu başlıklaraltında sunuluyor;

Eğitim-istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi, işgücüpiyasasında güvence ve esnekliğin sağlanması, özelpolitika gerektiren grupların istihdamının artırılması,genç işsizlik oranının genel işsizlik oranınayaklaştırılması.

Daha geniş ayrıntılarını yakın zamandakamuoyuyla paylaşacaklarını belirten Çelik’in“işsizlikle mücadele ve istihdamın artırılması”doğrultusunda hazırlandığını iddia ettiği bu projeninişçi ve emekçilerden ziyade sermaye sınıfına“müjdelenen” bir yeni yıl hediyesi olduğu ise açıktır.Zira UİS’in, sermaye sınıfının yıllardır “katı” iş gücüpiyasasının, “esnekleştirilmesine” yönelik taleplerininkarşılanması yönünde hazırlanan, işçi ve emekçileredönük ağır ve kapsamlı saldırılar içeren bir paketprogram olduğu herkesçe biliniyor.

İş gücü piyasalarının “esnekleştirilmesinin” özü;sermaye sınıfının işçi ve emekçileri istediği zamandaistediği koşullarda çalıştırıp istemediği zamanda iştençıkartabilmesi demektir. Bunun koşullarınınyaratılması için de başta işten çıkartmayıkolaylaştıracak önlemlerin alınmasından esnekliğe vebu anlamıyla patronlara avantaj sağlayan çalışmasözleşmelerinin yaygınlaştırılmasına, taşeronlukuygulamalarına, ücretleri minimize edip kar oranlarınımaksimuma çıkartılmasından, sermeyenin istediğianda istediği oranda kalifiye ucuz işgücüne sahipolmasına dönük uygulamalar hayata geçirilmekisteniyor. Kısacası kapitalizmin işçi ve emekçileresunabildiği en büyük özgürlüğün; “modern köleliğin”bile altında kalan “ortaçağ köleliğine” tekrardan dönüşhedefleniyor.

Sermaye sınıfını bu hedefe taşıyacak UİS’in işçi veemekçilerden tepki almaması için kamuoyunda öneçıkarılmayan temel başlıkları ise şunlardan oluşuyor;

1) Kıdem tazminatı hakkının fona devir yoluylagaspı,

2) Özel İstihdam Büroları’na geçici iş ilişkisikurma yetkisi vererek, işçinin işgücünü satma“özgürlüğünün” ticaret konusu haline getirilmesi,böylelikle bu büroların kölelik bürolarına çevrilmesi,

3) Deneme süresinin uzatılarak, asgari ücret yaşsınırının 18’e yükseltilmesi, böylelikle genç işçilerin

sömürüsünün arttırılması, 4) Taşeronlaşmayı kolaylaştıracak düzenlemelerin

hayata geçirilmesi,5) Bölgesel asgari ücret uygulaması ile

bölgelerarası rekabetin işçi sınıfının ücretleriniaşağıya çekecek şekilde yeniden ele alınması,

6) Sürekli gelir getiren düzgün iş olanaklarınıortadan kaldırarak yeni çalışma biçimlerininyasalaştırılması.

Buradan da görüleceği üzere UİS, çalışmakoşularının kuralsız, keyfi sömürü ve tamamen“güvencesizlik” temelinde yeniden düzenlenmesineyönelik AKP’nin “entegre” projesinden başka bir şeydeğildir. Üstelik “Sendikalar ve Topu İş İlişkileriYasası” gibi bu entegre projenin bir dizi “enstrümanı”da bir yandan peyder pey devreye sokuluyor. Busayede işçi sınıfı sermaye sınıfı karşında örgütsüz,sınıf bilincinden yoksun bırakılmış, kendi içindeatomize ve hiçbir direnme gücü kalmamış bir halegetirilmek isteniyor.

Tüm bu gerçeklikler ortadayken UİS’in “işsizliklemücadele ve istihdamı artırma” amaçlı bir projeolduğu iddiasını, AKP’nin işçi ve emekçilere,toplumun çeşitli kesimlerine yönelik hazırlamışolduğu her yeni saldırı girişimini “reform” olaraksunma ikiyüzlülüğünün bir örneği saymak gerekir.Zira bir yandan işçi ve emekçilerin geriye kalan sonkazanılmış hakkı olan kıdem tazminatı kaldırılırken,taşeronlaştırma yaygınlaştırılırken, kiralık işçiuygulaması başlatılırken ve de esnek üretim biçimleriçoğaltılıp temel çalışma biçimi haline dönüştürülürkennasıl olur da işgücü piyasasında “güvenceden” sözedilebilir?

Bu olsa olsa tüm bu saldırıları özetleyen “iş gücüpiyasasında esnekliğin sağlanılması” hedefini“güvence” sosuna bulayarak işçi sınıfına yutturmakurnazlığının bir ürünü olabilir ancak.

Elbette işçi sınıfı AKP’nin bu ucuz hesaplarına

kanacak değildir. Fakat şu da bir gerçektir ki bugün busaldırı yasasını artık daha kolayındandillendirebiliyorlarsa ve daha fazlasına cüretedebiliyorlarsa bunun kendisi işçi sınıfının veemekçilerin bu saldırılar karşısında yeterli bir tepkiyiortaya koyamamasından ileri geliyor. Öyle ki sonyıllarda sınıfa dönük peş peşe saldırı yasaları hayatageçerken buna karşı merkezi bir direnişinörgütlenmesi noktasında yapılanlar son derece sınırlıkalmıştır. Bugün aynı saldırılar dünya çapındagerçekleşen genel grevler, boykotlar, işgal eylemlerivb. ile yanıtlanırken Türkiye işçi ve emekçilerininverdiği tepki hiç de yeterli olmamaktadır. Dahası AKPhükümeti bu durumu Avrupalı emperyalistlere bir“övünç” kaynağı olarak sunabilmekte, işçi veemekçilerin onuruna dil uzatabilmektedir.

Şüphesiz bu durumun sorumluluğu her şeydenönce sınıfın örgütlü kesimleri ve toplumda onunsözcülüğüne soyunanlar üzerindedir. Zira işçi veemekçiler gerek sendikal örgütlülük mücadelesiylegerekse de ücret ve hak gasplarına karşı sürdürmüşoldukları mevzi mücadeleleriyle direnme gücünü veisteğini döne döne ortaya koyuyorlar. Fakatsendikalara hâkim olan bürokratik anlayış ve buanlayışın temsilcileri, sınıfın mücadele potansiyelinisermaye hükümetinin kapsamlı saldırıları karşısındabirleşik, dişe diş bir militan mücadele hattınaörgütleme, seferber etme duruşu içerisindeolmuyorlar.

Bu durum da gösteriyor ki sorumluluk bir kez dahabaşta sınıf devrimcileri olmak üzere sınıfın öncüilerici güçlerine düşüyor. Bu ölümcül sessizliğibozmak ve sermayenin hesaplarını boşa düşürmek içinbulunduğumuz her alanda mücadele ivmesiniyükseltelim. UİS’in geri çekilmesi ve kaybedilenhakların yeniden kazanılması talebiyle mücadeleyiüretimden gelen gücümüzü de kullanmak suretiylebüyütelim.

Sermaye hükümeti Ulusal İstihdam Stratejisi’ne start veriyor;

AKP’den bir “entegre proje” deişçi ve emekçilere!

Page 12: Kızıl Bayrak 13-04

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Dinci-gerici AKP hükümeti, işçi sınıfına yönelikkapsamlı bir yıkım programı olan Ulusal İstihdamStratejisi’nden geri adım atmıyor. 3 yılı aşkın süredirhazırlıkları süren bu saldırıdan geri adım atmak şöyledursun, bu uğursuz plana her gün yeni halkalar ekliyor.

Hükümet son olarak UİS Taslağı’nıntamamlandığını duyurdu. Taslak üzerinde sonrötuşların yapıldığını açıklayan Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanı Faruk Çelik, yeni düzenlemelerleçalışma koşullarının alabildiğine esnekleşeceği veazgın sömürü koşullarının önünün düzleneceğimesajını verdi.

Sermaye devleti tarafından “eğitim-istihdamilişkisi’, ‘işgücünün esnekliği’, ‘özel politikagerektiren gruplar’ ve ‘sosyal yardım alan kesimlerinçalışma hayatına sokulması” şeklinde 4 ana başlıktatoplanan UİS, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarınıyaygınlaştıracak ve yasal bir zemine kavuşturacak.

UİS ile taşeronluk sistemindeki kısıtlamalar dakaldırılıyor. Kısmi çalışma, evden ve uzaktan çalışmavb. esnek çalışma sistemlerinin büyükten küçüğe kadartüm çalışma alanlarında hakim kılınması amaçlanıyor.Kıdem tazminatı hakkının gaspına yönelik düzenlemede yine UİS’te yerini alıyor. Böylelikle, bir süre öncekıdem tazminatına dokunulmayacağı yönünde mesajlarveren hükümetin bu söyleminin gerçeği yansıtmadığıgörülüyor.

Sermayenin ihtiyaçları temelinde gündeme gelen‘sınıfa saldırı stratejisi’ni hayata geçirmek için taşeronişçilerin “mağduriyetlerini” ortaya atarak daha büyükbir mağduriyet yaratma peşine düşen sermayehükümeti, anlaşılan o ki bu yolla kıdem tazminatını dagündeme getirecek.

Asgari ücrette “Ali Cengiz” oyunu

Sermaye örgütleri ve AKP hükümetinin şeflerininkafa kafaya verip hazırladığı UİS Taslağı’na, özündeyeni olamayan ancak yeni olarak sunulan birtakımsaldırılar da ekleniyor. Öteden beri bölgesel asgariücret uygulamasını hayata geçirmeyi hedefleyensermaye-hükümet ittifakı, kırıntı olarak bilenitelenemeyecek bu ücreti de kırpmanın hesabınıyapıyor.

Hazırlıklarının tamamlandığı ifade edilen UİSbelgesinde asgari ücrette daha önce 16 olan yaşsınırının 18’e yükseltildiği ifade ediliyor. 16-18 yaşarası asgari ücretliyi hedefleyen bu düzenleme,halihazırda sefalet ücretiyle çalışan yüzbinlerce gençişçinin, asgari ücretin daha da altında bir kölelik

ücretine mahkum edilmesi anlamına geliyor.Güvencesiz, esnek, geçici, kuralsız çalışmanın

yasal bir metinle maskelenmesi anlamına gelenbelgedeki asgari ücret düzenlemesi patronlarıniştahının ne kadar kabardığının da yeni bir kanıtıniteliğinde.

Amaç: Sömürüyü katmerleştirmek!

Yeni düzenlemeyle birlikte yaş sınırının 18’eçekilmesi durumunda 16-18 yaş arasındaki çalışannüfus da sermayenin ucuz işgücü arayışları için ilaçolacak. Bu düzenleme hayata geçtiği koşullarda gençişçi nüfusunda büyük bir artış yaşanması bekleniyor.

Sermaye ve hükümet, asgari ücret yaş sınırını16’dan 18’e çekerek “çalışma yaşamını düzenlediğini”iddia ederken bu hamlenin arkasında yatan gerçek isesömürüyü arttırabilmek. Nitekim, insanca yaşamayadahi yetmeyen bir ücretle yaşamak zorunda bırakılanemekçilerin, küçük yaşlardan itibaren sömürüçarklarının altında ezilmeye başladığı göz önünealındığında yeni düzenleme, köleliğin derinleştirilmesianlamına geliyor.

TÜİK’in geçtiğimiz yıl açıkladığı istatistikleregöre, Türkiye’de 6-17 yaş arasında çalışan çocuksayısının 1 milyon olduğu ifade ediliyor. 15 yaşındakiçocukların, bu orandaki yüzde 70’lik payı oluşturduğudüşünüldüğünde tablonun daha da vahim olduğu sugötürmez bir gerçek.

Esnek çalışma, bölgesel asgari ücret, kıdemtazminatının fona devredilmesi ve özel istihdambüroları (kiralık işçilik) üzerine kurulu saldırı planınıinandırıcı hale getirmek için kırk takla atan sermaye-hükümet ittifakının bu oyunu, bir halk hikayesindenmiras kalan ‘Ali Cengiz’ oyununun günümüzde desergilenmeye devam ettiğine işaret ediyor. Bir yandanasalak patronlar sınıfının kasaları dolarken diğeryandan da emekçi yığınlar aldatılıyor.

Adım adım yapılan hamlelerle son şekli verilenUlusal İstihdam Stratejisi, işçi sınıfı ve emekçileringeleceğini tehdit ediyor. Sermaye-hükümet ittifakı, buadımları atarken işçi konfederasyonlarına haber vermegereği dahi duymuyor. Bu hain planın yaratacağısonuçlar bu kadar açık olmasına rağmen işçi veemekçiler cephesinden ise güçlü bir karşı koyuş henüzyok. Bu tablo üzerinden bakıldığında sorumluluk birkez daha öncü-ilerici işçilere ve sınıf devrimcilerinedüşüyor. Bu sorumluluğun başında ise sınıfa yöneliksaldırı stratejisine karşı birleşik-militan mücadeleyiyükseltme görevi yer alıyor.

MİB’den, işçi kıyımıprotestosu

Metal İşçileri Birliği, 18 Ocak’ta Bursa FomaraMeydanı’nda gerçekleştirdiği eylemle işçikıyımlarını protesto etti. İşten atılan işçilerin gerialınmasını istedi. Metal işçilerine mücadele çağrısıyaptı.

Sloganlarla başlayan eylemde “İşçi kıyımlarınason! İşten atmalar yasaklansın!” pankartı ve Koçgrubunu teşhir eden dövizler açıldı. AçıklamadaTofaş, Arçelik, Beko, Martur ve sayısız fabrikadayüzlerce işçinin işten atıldığı hatırlatılarak kışortasında yüzlerce işçinin açlığa, yoksulluğa vesefalete mahkum edildiği dile getirildi. İşçi kıyımlarıdevam ederken onbinlerce metal işçisiniilgilendiren MESS Grup TİS sürecinin de sürdüğübelirtilerek bu işten atmalarla satış sözleşmesineitiraz edecek işçilerin de ayıklandığı vurgulandı.Türk Metal’in ise patronların sözünden çıkmadığıvurgulanarak işçilere şöyle seslenildi: “İşte metalişçisi, işçi kıyımını durdurmak ve toplu sözleşmeyikazanmak istiyorsa, sadece MESS’i değil TürkMetal’i de yenmek zorunda.” Eylem şu sözlerlesona erdi: “Eğer kazanacaksak örgütlü ve kararlıbir mücadele vermeliyiz. Bulunduğumuzfabrikalarda, ortak hareket etmeyi kolaylaştırmaküzere fabrikalar arasında, eşgüdümü sağlamaküzere kentlerde ve kentler arasında yan yanageleceğimiz komiteler en büyük silahımızdır. Busilahlarla donanmakta geç kalmayalım.”

Eylemde “İşten atmalar yasaklansın!”, “Atılanişçiler geri alınsın!”, “İşçilerin birliği sermayayiyenecek!”, “Kurtuluş yok tek başına ya hepberaber ya hiç birimiz sloganları atıldı!”.

Yerel basının yoğun ilgi gösterdiği eyleminardından bildiri dağıtımı yapıldı. Toplu bildiridağıtımı ajitasyon konuşmaları eşliğinde kentmerkezinde dolaşılarak sürdürüldü.

Birlik çalışanları BTSO Cami’sinde de topludağıtım yaptılar. Dağıtımda, son dönemde artanişçi kıyımlarına karşı “İşten atmalar yasaklansın!”talebini yükselten ve kıyımlarda rol oynayan TürkMetal çetesini teşhir eden özel bir bülten kullanıldı.

Ajitasyon konuşmaları eşliğinde yapılan dağıtımbüyük ilgi gördü. Konuşmalarda, “Tofaş’ta,Arçelik’te, Martur’da patonlar daha fazla kâr eldeetmek için işçi kıyımı yapıyor. İşbirlikçi sendikacılaronay veriyor. Sessiz kalma”, “İşçi kıyımına son,işten atmalar yasaklansın”, “İşçi kıyımının olduğubir toplu sözleşmeden işçiye hayır gelmez”, “Kapalıkapılar ardında yürüyen sözleşmelere sahip çık”gibi vurgular öne çıktı.

Kısa sürede yüzlerce özel bülten ile MİB Bültenitükendi. Birçok işçinin işten atılmalara ve özelliklede Türk Metal’e tepkili olduğu dikkat çekti.

Dağıtım, buranın Türk Metal beslemelerinin birsüre önce dağıtım yapan EMEP’lilere saldırdığı birnokta olması bakımından da anlamlıydı. Böyleliklefaşist saldırılara pabuç bırakılmayacağı gösterilmişoldu.

Kızıl Bayrak / Bursa

UİS operasyonunda son perde...

Sömürü ve kölelikderinleştiriliyor!

Page 13: Kızıl Bayrak 13-04

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Sermaye devleti özelleştirme saldırısını hızkesmeden sürdürüyor. Daha önce TÜPRAŞ’ı,PETKİM’i, TEKEL’i, POAŞ’ı ve TELEKOM’uözelleştirerek sermaye baronlarına peşkeş çekensermaye devleti, bugün de Karayolları’nınözelleştirilmesi sürecine hız kazandırmış bulunuyor.

Karayolları sermayenin yağma vetalanına açıldı!

Sermaye devletinin AKP iktidarı eliyle yürüttüğüözelleştirme saldırılarının Karayolları ayağı esasen2009 yılında başlamıştı. Bu çerçevede, 60 yıllıkKarayolları Genel Müdürlüğü’nün teşkilat yasasıözelleştirmeye uygun hale getirildi. Yeni yasa ileKarayolları Genel Müdürlüğü’nü özel bütçeli bir kurumhaline getirmenin önündeki yasal engeller kaldırıldı.Karayolları Bölge Müdürlükleri’nin araç parklarıylabirlikte özel kapitalist inşaat tekellerine devrinin yasalaltyapısı hazırlandı.

Bunu takiben araç parkları “hizmet alımı” altındataşeron firmalara devredildi. Otoyollar, köprüler veburalardaki tesisler özelleştirilerek büyük sermayenintalanına açıldı. Böylece köprü, otoyollar ve tesisler 25yıllığına sermayenin egemenliğine ipotek edildi.

Bugün de Karayolları şube şeflikleriözelleştirilmeye başlandı. Kayseri 6. Bölge’ye bağlıBoğazlayan ve Develi şube şeflikleri özelleştirildi.Bursa’da da 1 Ocak itibarıyla kar mücadelesiyle yolbakımı ve onarımı işleri özelleştirildi. Nisan ayı içindede geri kalan şube şeflikleri özelleştirilecek.

25 yıllık ihale yapılacak

En büyük özelleştirme işlemlerinden biri olan köprüve otoyol özelleştirmesi ihalesine 3 konsorsiyumkatılacak. Bunlar, “Nurol Holding AŞ - MV HoldingAŞ - Alsim Alarko Sanayi Tesisleri ve Ticaret AŞ -Kalyon İnşaat Sanayi ve Ticaret AŞ - Fernas İnşaat AŞOrtak Girişim Grubu’’, “Koç Holding AŞ - UEMGroup Berhad - Gözde Girişim Sermayesi YatırımOrtaklığı AŞ Ortak Girişim Grubu’’ ve Autostrade PerI’Italia SPA - Doğuş Holding AŞ - Makyol İnşaatSanayi Turizm ve Ticaret AŞ - Akfen Holding AŞ OrtakGirişim Grubu’’ olacak.

İhale, Karayolları Genel Müdürlüğü’nünsorumluluğunda olan, yapım, bakım, onarım veişletimini üstlendiği, bağlantı yollarıyla “Edirne-İstanbul-Ankara Otoyolu’’, “Pozantı-Tarsus-MersinOtoyolu’’, “Tarsus-Adana-Gaziantep Otoyolu’’,“Toprakkale-İskenderun Otoyolu’’, “Gaziantep-Şanlıurfa Otoyolu’’, “İzmir-Çeşme Otoyolu’’, “İzmir-Aydın Otoyolu’’, “İzmir ve Ankara Çevre Otoyolu’’,“Boğaziçi Köprüsü’’, “Fatih Sultan Mehmet Köprüsüve Çevre Otoyolu’’, bunlar üzerindeki hizmet tesisleri,bakım ve işletme tesisleri, ücret toplama merkezleri vediğer mal ve hizmet üretim birimleri ile varlıklarını(OTOYOL) kapsıyor.

Özelleştirme düşük ücret, güvencesiz vesendikasız çalışma demektir!

Özelleştirme, kriz içinde debelenen sermayenin yenikâr alanları açma, bu yolla krizi idare etme ve siyasal-

toplumsal yaşamda güçlenme araçlarından biridir.Özelleştirmeler sonucu mal ve hizmetler daha da pahalıhale gelmektedir.

Özelleştirme saldırısının öteki yüzü de işçi veemekçilerin çalışma yaşamına ilişkindir. Özelleştirileniş yerlerinde işten çıkarmalar yaygınlaşır, işçiler düşükücretlerle ağır çalışma koşullarına mahkum edilir vesendikal örgütlülüğün önüne set çekilir. Yanitaşeronlaştırma genelleştirilir, ücretler budanır, sosyalhaklar ve ikramiye kaldırılır vb. Tüm bunlar, şimdiyekadar yapılan özelleştirmelerin sonuçları ilekanıtlanmıştır.

Karayolu işçileri de böylesi bir akıbetle yüzyüzedir.Karayolları’nın özelleştirilmesi, karayolu işçilerinindüşük ücretle, güvencesiz, sendikal hak veözgürlüklerden mahrum çalıştırılması anlamınagelmektedir. Sürecin ilk adımları da bunudoğrulamaktadır.

Sendika ağaları tepkiyi dizginlemek istiyor

Karayolları’nda örgütlü Yol-İş Sendikası’nın ağalarıbugüne kadar özelleştirme saldırısına anlamlı bir yanıt

vermediler. Ulaştırma Bakanlığı bürokratları ile kapalıkapılar ardında görüşen sendika ağaları, bugörüşmelerle hükümeti “ikna etmeye” çabaladılar.Karayolu işçilerinin sürece dair bilgi sahibi olması içinherhangi bir çaba sarfetmedikleri gibi, göstermelikeylemlerde de hedefi kişiselleştirerek bilinç bulanlığıyarattılar. Yol-İş’in bağlı olduğu konfederasyon olarakTürk-İş de bu tutumun sorumlusu oldu.

Yol-İş Sendikası’nın bu süreçte Ankara eylemiörgütlemesinin nedeni ortadadır. Bugüne kadarözelleştirme saldırısı karşısında sessiz kalan, işçilereherhangi bir açıklama yapmayan, taşeronlaştırmayakarşı kılını dahi kıpırdatmayan sendika ağaları işçilerintepkisini frenlemek ve kontrol altına almak için 28Ocak’ta böyle bir eylem örgütlemek zorundakalmışlardır.

Karayolu işçileri, özelleştirmelerle kendilerinedayatılan kölece çalışmaya, taşeronlaştırmaya, sendikalhak ve özgürlüklerin tırpanlanmasına karşı, hemsermayenin saldırılarının püskürtülmesi için hem deişçilerin tepkisini dizginlemek isteyen sendikaağalarının setinin yıkılması için mücadeleyibüyütmekten başka bir yol olmadığını bilmelidir.

Karayolları’nda özelleştirme saldırısınıdurdurmak için ileri!

Karayolları işçilerinden mücadele çağrısı...(...)Bugüne kadar özelleştirme saldırısı karşısında sessiz kalan, işçilere gerçekleri açıklamaktan kaçan,

taşeronlaşmanın son bulması için kılını kıpırdatmayan Yol-İş yönetiminin neden bu eylem kararını aldığıortadadır. Yöneticilerin tek amacı var, o da işçi tepkisini frenlemek ve kontrol altına almaktır.

Kayseri 6. Bölge işçileri olarak; * Özelleştirme saldırısına ve taşeronlaşmaya karşı tepkimizi göstermek için, * Haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkmak için, * Eşit işe eşit ücret talebimizi yükseltmek için, * Taşeron işçilerin kadroya alınması için, * Karayolları’nda çalışan tüm işçilerin sendika hakkına sahip olması talebini haykırmak için, * Sendika yöneticilerine kararlılığımızı göstermek için, * Karayolları’nın makinelerinin, araçlarının müteahhitlere teslim edilmemesi için, * Karayolu işçilerinin işsizliğe mahkum edilmemesi için, * Yapım ihalesi adı altında hizmet alımı yapan, müteahhit firmalarını ihya eden düzene dur demek için, * Özelde Karayolları’nda, genelde tüm sektörlerde taşeronlaşmanın yasaklanması için* Karayolları’nda çalışan sözleşmeli ve taşeron işçilerin ücretlerinin kadrolu işçilerin ücretlerine göre

belirlenmesi için, Ankara eyleminde gücümüzü göstereceğiz. 28 Ocak Pazartesi günü Ankara’da olacağız. Taşeronlaşmaya hayır!Özelleştirme saldırısını durdurmak için ileri!Birleşen işçiler yenilmezdir!

Karayolları Kayseri 6. Bölge’den İşçiler

Page 14: Kızıl Bayrak 13-04

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Daiyang-SK Metal işçileri açlık grevine başladı...

“İşgal, grev, direniş!”

Bosch işçilerinden Daiyang grevcilerine:

Davanız davamızdır!Merhaba arkadaşlar!Vermiş olduğunuz onurlu mücadelenizi

yakından takip ediyoruz. Öncelikle dizginsiz vekuralsız sömürmek isteyen, bunun için deiktidardan güvence aldığı anlaşılan Daiyangpatronuna örgütlenerek yanıt verdiniz.Arkasından da örgütlülüğünüz tanınmadığı içingreve çıktınız. Grevinizi kırmaya yönelik saldırılarıda yiğitçe göğüslediniz. Başınıza cop yedinizyılmadınız, yerlerde sürüklendiniz pes etmediniz.Kararlılığınız, cesaretiniz ve direncinizle örnekoldunuz.

Şundan eminiz ki, siz böyle mücadele ettikçezaferiniz kesindir. Çünkü direnen işçileri hiçbirgüç yenemez!

Kardeşler!Biliyorsunuz ki biz de çetin bir mücadelenin

içindeyiz. Ekmeğimiz ve onurumuz için ayağakalktık, 30 yıllık esarete son verdik. Ama dahaçok işimiz var. Çünkü sınıf düşmanlarımız boşdurmuyor, bizi yeniden zincirlemek içinellerinden geleni yapıyorlar. Fakat biz dekararlıyız, sonuna kadar gideceğiz. Bir daha oasalaklara köle olmayacağız.

Ne mutlu bize ki, sizin gibi mücadelearkadaşlarımız var. Sizi gördükçe kazanacağımızaolan inancımız daha da artıyor.

Son olarak, şunu bilmenizi isteriz ki bu haklımücadelenizde yalnız değilsiniz. Aynı çatı altındaörgütlü olan biz Bosch işçileri davanızı davamızbiliyoruz. Kazanmanız için elimizden gelen tümdesteği sunacak, yanınızda olacağız. Bizkazanacağız!

Bosch’tan işçiler

“Sabra patronuyargılansın!”

9 Haziran 2009’da, Esenyurt’ta bulunan SabraTekstil’e bildiri dağıtmaya giden devrimcilerinüzerine patronun adamları saldırmış, ateş açarakiki devrimci işçiyi yaralamıştı. Aynı gün saldırıyıprotesto edenler ise kolluk güçlerinin saldırısınahedef olmuş, 4 devrimci burada gözaltına almış vetutuklanmıştı.

Saldırıya uğrayanların “sanık” sıfatıyla yer aldığıikinci Sabra davanın ilk duruşması 22 Ocak günüBüyükçekmece Adliyesi’nde görüldü.

Duruşmada, bildiri dağıtan devrimci işçilerekuşun yağdıran Zeki Tekin’in tutuklanması istenildi.Mahkeme bunu yanıtsız bıraktı. “Sanık” sıfatı ileyargılanan işçilerin talebi üzerine mahkeme heyetigörevsizlik kararı verdi. Dava dosyası ağır cezamahkemesine sevk edildi.

Davanın takipçisi olan BDSP ise, adliye önündebasın açıklaması gerçekleştirerek patron-polis-yargı terörünü teşhir etti.

“Kurşunlanan devrimci işçiler değil, eli kanlıSabra patronu yargılansın!” pankartının açıldığıeylemde, aradan geçen üç yılın ardından açılandavanın, hukuk terörünün yalnızca o gün ile sınırlıkalmadığını da gösterdiği ve Sabra davasınınsermaye düzenini tüm çıplaklığıyla teşhir etmeözelliği taşıdığı söylendi.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

Daiyang-SK Metal işçilerinin grevi iki ayı geridebırakmış durumda. Defalarca polis saldırısına uğrayan,patronun ayak oyunları ile karşılaşan, tüm bunlarakarşın direnişi kararlılıkla sürdüren işçiler 22 Ocak’taaçlık grevine başladılar.

Daiyang-SK’ya yeniden polis saldırısı...

Çorlu Avrupa Serbest Bölge’de (ASB) kurulubulunan Daiyang-SK işçileri patronun grev kırıcıolarak Güney Koreli işçi getirmesine ve yasa dışıolarak çalıştırılmalarına karşı yaptığı eylem nedeniyle15 Ocak’ta polis terörünün hedefi olmuştu, saldırı 17Ocak’ta yine yaşandı.

Daiyang SK fabrikası grevde olmasına rağmenpatronun mal alıp çıkarması üzerine işçiler 11.00sıralarında ASB önünde toplandılar. 5 saatlikbekleyişin ardından TIR’lar polis nezaretinde ASB’ninçıkışına geldi. Araçların çıkışına engel olmak isteyenişçiler TIR’ların önüne yatarak geçişe izin vermediler.Bunun üzerine polis, yolu açmadıkları taktirdesaldıracağını söyleyerek işçileri tehdit etti. İşçilerinkararlı tutumu üzerine polis işçilere azgınca saldırdı.Biber gazı ve cop kullanarak gerçekleşen saldırısırasında polis havaya ateş de açtı.

Ayrıca polis yerdeki işçilerin üzerine araba sürerekişçilerin arabanın altında sürüklenmesine sebep oldu.Bir işçi ciddi ezilme tehlikesi atlattı. Bir kaç keztekrarlanan saldırı boyunca kimi işçiler gözaltınaalınmak istendi ancak kararlı bir tutumla bu saldırıboşa düşürüldü. Eylem sırasında işçiler direnmekararlılıklarını bir kez daha ortaya koyarak hep birlikte“Direne direne kazanacağız!”, “Patron uşağı polishesap verecek!”, “Baskılar bizi yıldıramaz!”sloganlarını haykırdılar.

Polisin vahşi saldırısı sırasında 80 işçinin neredeysetamamı yaralanırken durumu ağır olan 6 işçi hastaneyekaldırıldı. Saldırı esnasında Birleşik Metal ŞubeBaşkanı Hazır Fedai Duvan’ın da kaşı açıldı. Polisinsaldırısı ve bir işçiyi aracın altında sürüklemesisırasında TIR’lar da ASB’den ayrıldı.

Akşam saatleriyle beraber işçiler de kent merkezinedoğru yürüyüşe geçerek ASB önünden ayrıldılar.

Daiyang işçileri saldırıyı protesto etti

Grevci işçiler ve saldırıya uğrayanlar 18 Ocak 2013tarihinde Birleşik Metal-İş Sendikası önünde başlayanıslık ve alkışlarlı yürüyüşle Çorlu BelediyeMeydanı’na ulaştılar. Burada, Birleşik Metal-İşSendikası Genel Merkez yöneticisi Özkan Atar sözlüaçıklama yaptı. Özkan Atar’ın açıklamasında Daiyangpatronunun kanunsuzluğu, polisin işçilere saldırarak bututuma ortak olduğu ve her şeye rağmen grevkararlılıklarının devam ettiği vurguladı. Konuşmanınardından Belediye Meydanı önünde 1 saatlik oturmaeylemi yapıldı. Eyleme BDSP, TKP ve HDK destekverdi.

Açlık grevi çadırı kuruldu

Grevci işçiler, 22 Ocak günü yaptıkları bir eylemile açlık grevine başladılar. Birleşik Metal-İş Sendikasıtarafından örgütlenen eylem saat 11.30’da ÇorluHeykel Meydanı’nda başladı. Buradan BelediyeMeydanı’na kadar yol kesilerek alkış ve sloganlarla biryürüyüş gerçekleştirildi.

Yürüyüş boyunca coşku ve kararlılık hakimdi.Belediye Meydanı’na gelindiğinde konuşma yapanBirleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu,yasaların yetersizliğinden ve özellikle de AvrupaSerbest Bölgeleri’ndeki patronlardan yanadüzenlemelerle tam sömürü cenneti yaratılmakistendiğinden bahsetti. Nakliyat-İş Sendikası GenelBaşkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu da bir konuşmayaparak Daiyang-SK Metal işçilerinin bu onurlumücadelesinde yanlarında olduklarını ifade etti.Ardından Kore Sendikalar Konfederasyonu’ndangönderilen ve Daiyang-SK Metal işçilerini selamlayan“Daiyang işçileri kazanacak!” başlıklı mesaj okundu.Mesaj büyük bir coşkuyla alkışlandı. Eyleme yaklaşık500 kişi katıldı.

Konuşmaların ardından Belediye Meydanı önüneaçlık grevi çadırı kuruldu. Gece-gündüz meydandakalacak olan çadırda 5 günlük dönüşümlü açlık greviyapılacak.

Kızıl Bayrak / Trakya

Page 15: Kızıl Bayrak 13-04

Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013.

İTO-Teknopark İnşaatı İşçileri, ücret alacakları içinbaşlattıkları mücadeleyi polis saldırılarına ve baskılararağmen kararlılıkla sürdürdüler. İşçiler kendilerinimuhatap almayan sorumluların, bulundukları yerleregiderek haklarını istediler,

Halkın Hukuk Bürosu ve ÇHD üyesi avukatlarayönelik devlet terörü ve gözaltıların ardından, yineÇHD’li avukatların hukuki destek sunduğuİTO/Teknopark işçileri aynı devlet terörünün hedefioldu.

Hakkı gaspetmek değil istemek suç!

Ücret alacakları için eylem yapan Teknoparkişçilerine polis kimyasal madde, gaz ve su ile saldırdı.

Teknopark işçileri ücret alacakları için yaptıklarıeylemlerden sonuç alamamaları üzerine İTO önündedirenişe başlamış ancak direniş çadırları polissaldırısının hedefi olmuştu. 15 Ocak günü yaşanansaldırının ardından 18 Ocak günü yeniden İTO önünegiden işçiler, bir kez daha polis terörüne maruzkaldılar.

Öğlen 12.30’da İTO önünde buluşan işçiler çadırve pankartlarını açarak direnişe başladılar. Çokgeçmeden polis çadırı kaldırma tehditleri savurdu.İşçilerin kararlı duruşu üzerine polis çadırı dağıtmaküzere saldırıya geçti.

Panzerden tazyikli su sıkan polis, bununla birliktealışıldık biber gazından farklı ve çok daha etkili bir“kimyasal madde” kullandı. Ayrıca fiziki olarak dabirçok işçi darp edildi.

Özellikle kimyasal maddeye maruz kalan 3 işçiyüzlerinde oluşan kızarıklık ve yaralar nedeniyle ciddisağlık sorunları yaşayarak hastaneye kaldırırken tümişçiler saldırıdan etkilendi.

Saldırının etkisiyle işçiler Sirkeci TramvayDurağı’na kadar sürüklendiler. Burada yenidentoplanan işçiler basına bir açıklama yaparakeylemlerini sona erdirdiler ve hastaneye kaldırılanarkadaşlarını ziyarete gittiler. Kızıl Bayrak muhabiri dehastanede ÖGB saldırısına uğradı.

Eyleme BES 2 Nolu Şube Üyeleri ve TMMOB

İKK da destek verdi.

Teknopark patronuna evinde protesto

20 Ocak Pazar günü İstanbul Başakşehir 5. Etap’tabulunan site önünde buluşan işçiler, evin görüldüğütarafta yer alan yürüyüş yolu üzerinde pankartlarınıaçtılar. “Aylardır ücretlerimizi alamadık! İşteTeknopark İstanbul projeniz! Direne direnekazanacağız!” pankartı açan işçiler, talepleriniyazdıkları dövizler taşıdılar.

Direnişçiler adına açıklamayı Burçin Kuz okudu.Polis saldırısı ve tehditlerle korkutulmayaçalışıldıklarını belirten Kuz, açıklamada şunlarısöyledi: “İstanbul valisi, İTO’dan gelen istek üzerine,neden orada olduğumuzu sormaya dahi gerekduymadan bizleri hedef gösterdi. Ücretlerini isteyenişçilerin değil hırsızların yanında yer aldı. Kolaylıklaçözebilecekleri bu durumu bizleri yok sayarak hasıraltıetmeye çalışanlar bilsinler ki, sadece öfkemiziarttırıyorlar. Ne kadar güçlü olursanız olun, arkanızdakimler olursa olsun, biz haklıyız!”

Açıklamanın ardından, çevre sakinlerineseslenilerek destek istendi. Eylem sloganlarlasonlandırıldı.

İşçiler valilik önünde

İşçiler polis terörünü protesto etmek için 21Ocak’ta İstanbul Valiliği önündeydi.

Burada işçiler adına açıklama yapan Burçin Kuz,polis saldırısında emrin valilik tarafından verildiğiniöğrendiklerini, bu nedenle valiyle görüşmek içingeldiklerini söyledi. Valiliğin konuyla ilgilenmesigerektiğini, İTO-Uzunlar ortaklığında yaşananlarımeclise kadar taşıyacaklarını ifade eden Kuz, şunlarıifade ederek açıklamayı bitirdi: “Bu hırsızlığa kimsahip çıkıyor, kim arkasında duruyor soracağız! Bizimücretlerimiz üzerinden kimler saltanat sürüyor, hepsiniortaya koyacağız!”

Açıklamanın ardından iki işçi valiyle görüşmeküzere binaya gitti.

Görüşmeden gelindiğinde, vali olmadığı içinEmniyetten Sorumlu Vali Yardımcısı ile görüştükleriniifade eden Kuz, valilik olarak işçilerin haklarınınverilmesi için yardımcı olunacağı sözü aldıklarını,Valilik tarafından İTO’yla görüşüleceğinin ifadeedildiğini belirtti.

İşçilere taahhütname

İşçiler, taşeron firma Uzunlar İnşaat patronuNuman Uzun ile 22 Ocak’ta bir görüşme yaptı.Görüşme sonrası açıklama yapan işçiler, alacaklarının15 gün içinde ödeneceğine dair taahhüt aldıklarını,fakat ücretlerini alana kadar sürecin takipçisiolacaklarını belirttiler.

İşçiler, 44 kişinin alacakları ile ilgili dosyayısunduklarını, fakat ücret hesaplarında taşeron firmanıngerçek ücretler değil, asgari ücret üzerindenhesapladığı için, farklılık çıktığını belirttiler. İşçiler,hesapların düzeltilmesi için tekrar görüşmealınacağını, fakat ücretlerin ödenmesi konusundaanlaştıklarını, Uzunlar İnşaatı patronu NumanUzunlar’dan imzalı taahhütname aldıklarınıvurguladılar.

İşçiler, bu taahhütnameye göre yarısı 28 OcakPazartesi olmak üzere, 5 Şubat 2013’e kadar tümücretlerini almak üzerinde anlaştıkları bilgisiniverdiler. İşçiler, patronun kendilerini oyalamaihtimaline karşı sürecin takipçisi olacaklarınıbelirttiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sağlık işçileri geleceklerine, ücretlerine vesendikalarına sahip çıkıyor!

Dev Sağlık İş üyelerine polis saldırısıDev Sağlık-İş üyesi işçiler, 23 Ocak’ta TBMM önünde gerçekleştirilen basın açıklamasının ardından, yasal

mevzuata uygun sendikal üyelikleri hiçe sayan Çalışma Bakanlığı’na yürüdü. Dev Sağlık-İş üyesi işçiler, ÇalışmaBakanlığı önünde direniş çadırı kurarak sendika hakkına sahip çıkacaklarını ifade ettiler. Çadırın kurulmasınınardından polis saldırısı yaşandı. Polis işçilere terör estirirken saldırı sonucunda aralarında Dev Sağlık-İş SendikasıGenel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun da bulunduğu 27 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltıların ardından, DİSK GenelMerkezi adına saldırıyı kınayan ve gözaltıların serbest bırakılması talep eden bir açıklama yayınlandı.

Ücretlerin düşürülmesi protesto edildi İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde çalışan Dev Sağlık-İş üyesi taşeron işçileri 23 Ocak’ta,

maaş kesintilerine ve hukuksuz iş sözleşmelerine karşı basın açıklaması yaptılar. Açıklamayı okuyan Remziye Örs, maliyet hesaplarını gerekçe gösteren rektörlüğün ücret düşüşlerini

gündeme getirdiğini, işçilere “ya ücretler düşürülecek ya da aranızdan bazıları işten çıkarılacak” dendiğiniaktardı. Örs, 4857 sayılı İş Kanunu’na da karşı gelinerek ücretlerin düşürüldüğünü, taşeron işçilerin kazandığıdava kararları ve muazzam raporları belirtti.

Eylemde Dev Sağlık-İş Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi Funda Keleş’te bir konuşma yaparak, sağlıktadönüşüm adıyla, taşeronlara teslim edilen sağlık politikalarına dikkat çekti. Eyleme SES üyeleri de destek verdi.

İTO/Teknopark işçileri ücretlerini almakta kararlılar...

İTO/Teknopark direnişinde zafere doğru...

Page 16: Kızıl Bayrak 13-04

CMYKCMYK

Ekim’in Haziran 2004 tarihi taşıyan “Partininyayın cephesindeki sorunları ve görevleri” başlıklıbaşyazısı, partinin yayın organlarına bakışını ve sorunalanlarını tüm kapsamıyla ele alan, bu çerçevedegörev ve sorumluluklara işaret eden temel önemde birdeğerlendirme. Yayın faaliyeti alanındaki bugünküsorunlarımıza ve çözüm yoluna ışık tutmaklakalmayan, gelecekte de yolgöstermeyisürdürecek olan birdeğerlendirmeolması nedeniylekongre platformundatemel bir metinolarak ele alınmış,yanı sıra sorunungüncel boyutlarını elealan ve yaşanansorunların aşılmasındaçözücü halkaya işareteden aşağıdaki metinsunulmuştur. Bu nedenlebu metin sözünü ettiğimizbaşyazı ile birlikteincelenirse tam olarakanlaşılabilir...

* Parti uzun birdönemdir kapsamlı biryayın faaliyetisürdürmektedir. Ancak, birbütün olarak yayın cephesi(son dönem üzerinden kısmen MYO bunun dışındatutulabilir) ciddi zayıflık ve yetersizliklerle yüzyüzedir.

* Bugün yayın cephesindeki en temel sorun,yayınları güçlendirmek ve işlevlerine uygun bir içeriğekavuşmalarını sağlamaktır. Diğer yayınların da yolgöstericisi olarak özellikle merkezi yayınların buaçıdan öncelikli olarak ele alınması gerekmektedir.PYO, “eli kalem tutan” kimi güçlerin süreç içerisindedüşmelerine de bağlı olarak, son yıllarda giderekbelirgin bir biçimde zayıflamıştır. Tersinden MYO’dason yıllarda belli bir mesafe alınmış olmakla birlikte,özellikle önderlik kadrolarının sistematik katkılarıplanındaki zayıflık halen de sürmektedir.

* Yayın organlarına ilişkin tüm sorunlar, yaşananzayıflıklar, yeterli sayıda eğitimli/donanımlı kadroyasahip olamamakla, politik önderliğe dayalı çalışmatarzını oturtamamakla, politik-örgütsel faaliyetalanındaki zayıflıklar vb. ile doğrudan bağlantılıdır.Dolayısıyla kendi içinde bir yayın tartışması üzerindensoruna gerçek ve kalıcı bir çözüm üretilemez.

Fakat bu hiç de yayın organlarının güçlendirilmesi,işlevlerine uygun bir içerik kazanması doğrultusundaönlemler alınamayacağı anlamına gelmemektedir. Zirapartinin mevcut birikimi, güç ve olanakları üzerindenbakıldığında, yayınlardan yansıyan tablo olmasıgerekenin gerisindedir. MYO örneği bu konuda

oldukça açıklayıcıdır. Kadrosal birikimimizde dündenbugüne fazla bir değişiklik olmadığı halde, uzundönem kesintiye uğrayan MYO’nun artıkçıkarılabilmesinde, bir dizi etmenin yanı sıra katkılarınörgütlenmesi çerçevesindeki ısrarlı müdahaleler

önemli bir rol oynamıştır. * Dolayısıyla, yayın

organlarındaki mevcut zayıflıkpartimizin gelişmişlik düzeyiyleilgilidir, verili koşullarda bukadar olabiliyor denilemez.Örneğin uzun bir dönemdirPYO’ya “katkı” sunanlar,merkezi ve yerel plandaönderlik kadrolarından çokyazı yazma konusunda bellibir yeteneği olan güçlerdir.Sorun sadece “verilidüzeyimiz”den değil, aynızamanda, gerçek düzeyimiziyansıtacak yoldaşlarımızınsorumluluklarınıngereklerini yerinegetirmemelerindenkaynaklanmaktadır. Bunungerisinde, soruna bakıştan,alışkanlıklardan, sınırlarızorlamamaktan, varolanla

yetinmekten gelen zayıflıklar vardır. * “Yayın kendi içinde bir amaç değil, çalışmaya ve

mücadeleye hizmet eden bir araçtır.” Merkeziyayınlarımız yürütülen faaliyetin etkili araçları olarak,eğitim aracı, propaganda aracı, müdahale aracı olarakkullanılabilmek durumundadır. Bu açıdan işlevleriniyerine getirebilmeleri ise, başta MK olmak üzerepartinin en birikimli ve deneyimli kadrolarının onlarasahip çıkabilmeleri ile mümkündür.

Parti faaliyetinin taşıyıcısı olan ileri kadrolarımızbu sorumluluğu üstlenmedikleri, bunu kendilerinin asligörevi olarak görmedikleri, bu bakış açısıylakendilerini geliştiremedikleri sürece, işlevlerine uygunyayın organları çıkarmakta hep zorlanma yaşanacaktır.

* Bu sorumluluğun yerine getirilememesinin hepde bir takım “pratik yükler”le gerekçelendirilmesigelinen yerde artık hiçbir biçimde kabul edilemez.“Pratik yükler” gerekçesi, dar pratik içindeboğulmanın, örgütsel ve siyasal faaliyetin gerçeksorunları üzerine yoğunlaşamamanın ifadesidir vepartide mutlak biçimde aşılması gereken bir başkatemel önemde zaaf alanıdır.

* “Politik önderliğe dayalı çalışma tarzı” ile yayınorganlarına “katkı” sorunu arasındaki kopmaz ilişkiye,son birkaç yıldır yapılan pek çok değerlendirme vetartışmada önemle ve döne döne işaret edilmiştir.Bugün yayın organlarındaki zayıflığın sürmesi, politikönderliğe dayalı çalışma tarzının partiye egemenkılınamadığının en dolaysız bir göstergesidir. Zira bu

tür bir önderliğin taşıyıcısı parti içi yazılar da dahil herbiçimiyle parti yayınlarıdır.

Çalışma tarzında anlamlı adımlar atabilmek, yayınorganlarının etkili bir biçimde kullanılmasıylamümkündür. Bu bizi gündelik pratik sorunlarlauğraşmanın yarattığı darlıktan kurtaracak, daha temellisorunlar üzerine düşünme imkanı verecektir. Siyasalfaaliyetin ve mücadelenin sorunları ve ihtiyaçlarıüzerine yoğunlaşan, karşı karşıya kaldıkları sorunlarıirdeleyen kadrolar yayınları beslemektezorlanmayacaklardır.

* Parti faaliyetine yön vermede, güçlerineğitiminde yayın araçlarının en dolaysız müdahale veetkileme araçları olması, özellikle Merkez Komitesi’nebu çerçevede önemli bir sorumluluk yüklemektedir.Politik önderliğe dayalı çalışma tarzı öncelikle partininpolitik araçlar/parti yayınları üzerindenyönlendirilmesi ile gerçekleşebilir. Merkezi önderliksorumluluğu esasta yayın araçları üzerinden yerinegetirilebilir. Eğer MK yayın organlarını kullanmıyorsa,partiye önderlik edemiyor demektir. Söz yayın araçlarıüzerinden (MYO, PYO, genelgeler, raporlar vb...) tümpartiye söylenmelidir. Kollektif olan budur, etkili veişlevli olan budur, kalıcı olan da budur.

* Parti kongresi, yayınlara katkı sorunu ile politikönderliğe dayalı çalışma tarzı arasındaki bağ üzerindeönemle durmalıdır. Önderlik sorumluluğu çerçevesindeMK’nın ve İK’ların yayınlara katkısının öncelikliolduğu doğrultusunda karar almalıdır. Gelecekkongrelerde MK adayları bu konuda sergiledikleripratik üzerinden de değerlendirilmelidir.

* Yayınların güçlendirilmesi sorununun bir yanı,başta MK olmak üzere partinin deneyimli ve birikimlikadroların yayınlara sistematik katkısı iken, büyük birönem taşıyan bir diğer yanı ise partide ideolojik-politikdüzeyin sürekli olarak yükseltilmesidir. Kadrolarıniteliksel olarak geliştirmekle bağlantılı olan bu sorunalanında mesafe alınamadan yayın organlarınıgüçlendirme doğrultusunda da gerçek çözüm yoluaçılamaz.

Özellikle merkezi yayınlara temel katkıları sunacakileri kadroların; marksist bakışaçısına sahip olmaları,parti çizgisine hakim olmaları, partinin dönemselçizgisi ve hedefleri, bu çerçevede görev ve önceliklerikonusunda açıklık taşımaları gerekmektedir.

* Kadroları sadece nitelik olarak geliştirmek değil,kadro sayısını artırmak gibi de temel önemde birsorunumuz var. Mevcut kadrolarla yayınlarıgüçlendiremediğimiz sürece yeni kadrolar çıkarmayıda başaramayız.

Merkez Yayın Organı:

* Partiyi dolaysız olarak temsil eden MYO’yu“parti önderliğinin kürsüsü” olarak tanımlıyoruz.Buradaki önderlik kavramı dar anlamda merkeziönderliği değil, İK’lar üzerinden yerel önderlik

TKİP IV. Kongresi sunumları.../3

Yayın cephesi: So

TKİP IV. Kongres 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Page 17: Kızıl Bayrak 13-04

kadrolarını da kapsamaktadır. Kuşkusuz MK,sözkonusu olan bir bütün olarak partiye yön veren biryayın organı olduğu ölçüde, önderlik sorumluluğuçerçevesinde MYO’ya karşı daha ayrı bir sorumluluktaşımaktadır.

* MYO işlevi net bir biçimde tanımlanmış biryayın organıdır. Partinin temel görüşlerini, politiksorunlara ve gelişmelere ilişkin değerlendirmelerini,bu çerçevede taktik çizgisini, dönemsel politik-örgütselhedef ve görevlerini, ve illegal bir yayın organı olarakpartinin örgütsel durumu ve çalışma tarzına ilişkinsorunlarını ele alır. Dolayısıyla MYO esas olarak partiçalışmasına yön veren, onu temel ve dönemselsorunlar konusunda aydınlatıp yönlendiren, hedef vegörevlerini somutlayan, deneyimlerini toparlayan,zaaflara ve zayıflıklara müdahale edebilen bir yayınorganı olabilmek durumundadır.

* Buradan bakıldığında, MYO’nun, üzerinegidilmesi gereken sorunlarla yüzyüze olduğu açıktır.Zira hala da üstlendiği işlevler üzerinden, başta MKolmak üzere partinin ileri güçleri tarafından etkin birbiçimde kullanılamamaktadır. Kuşkusuz belli birmesafe alınmıştır, anlamlı katkılar da sunulmaktadır.Fakat bu henüz yeterli düzeyde olmadığı gibi istikrarkazanmış, dolayısıyla güvenceye alınmış da değildir.

Bugün konferansların ürünü yazılar olmasa,halihazırdaki yazı katkıları üzerinden aylık bir MYOçıkarmakta bile zorlanmayaşanabilecektir. Sayfasayısı açısından değil, dahaönemlisi yayının iç dengesiaçısından bu böyledir. Katkıyapan yoldaşların sayısıartmıştır fakat yapılankatkıların bir kısmı çokzayıf olduğu içinkullanılamamaktadır.Fazlasıyla redaksiyongerektiren yazıların çokluğuda ayrı bir sorundur ve bu dayayını zayıflatmaktadır.

* MYO’nun işlevineuygun güçlü bir yayınorganı haline gelebilmesitüm ileri kadrolarınsahiplenmesine, fakatöncelikle de MK’nınönderlik sorumluluğunun gereklerini yerinegetirebilmesine, politik önderliği dayalı çalışma tarzınıhayata geçirebilmesine bağlıdır. Özellikle MYO’nunbasitçe “yazı katkıları”ına değil, partinin vemücadelenin sorunlarına yoğunlaşan, yolaçıcı işlevselyazılara ihtiyacı vardır. Gerçek sorunlar saptanmalı,bunlar üzerine yoğunlaşılmalı, açıklıklara ulaşılmalı,böylece kaleme alınacak yazılarla MYOgüçlendirilmelidir. Bu açıdan yazı konusu olabilecek

sayısız gündem vardır. Halen bu gereğince yapılamadığı için, MYO

partinin gerçek örgütsel-politik düzeyini, çalışma vemücadele kapasitesini de yeterince yansıtamamaktadır.

* Tasfiyeciliğin egemen olduğu bir dönemdedüzenli bir illegal yayın organı çıkartmak ayrı birönem taşımaktadır. Parti, bugün ülkede çıkan tekillegal yayın organına sahip olmanın avantajını çok iyikullanmak durumundadır. Yayının tanıtılması,

dağıtılması/iletilmesi içinher yol ve yöntemden etkinbir biçimdeyararlanılmalıdır. MYO solhareketin ve toplumsalmuhalefetin hemen tümkadrolarına bir biçimdesunulabilmelidir. Bu onuher yolla (fiziki ve sanaltüm yol ve yöntemlerle)etkin biçimde dağıtıpyaymak demektir.

* Devrimci örgüt,devrime hazırlık dediğimizyerde, MYO özelliklegüçlendirilmeli, bu açıdanayrıcalıklı bir yayın halinegelmelidir. İşlevine uygungüçlü bir MYO, solhareketin ve toplumsal

muhalefetin kadroları tarafından da ilgiyle izlenecek,giderek aranan bir yayın haline gelecektir.

Politik Yayın Organı:

* PYO, halen belirgin bir biçimde zayıflamış, ciddibir müdahale gerektiren bir yayın organıdurumundadır. Katkı sunanlar, ağırlıklı olarak, partifaaliyetine merkezi ya da yerel planda önderlik eden

kadrolar değil, daha çok yazı yazma konusunda bellibir yeteneği olan güçlerdir. Bu da onun gerçekişlevinden uzaklığının dolaysız bir göstergesidir.

* Burjuvazinin gündemlerinin peşindensürüklenmek, PYO’nun yer yer yaşadığı zayıflıklardanbirisidir. Kendi gündemimizi ve önceliklerimizigözeten bir yayın çizgisi izlemeyi gereğincebaşaramamak, burjuva düzenin gündemlerinin kendiekseni içinde ele alınmasına yolaçmaktadır.

* PYO kendi gündemlerimizi öne çıkaran bir yayınçizgisi izlemeli, ağırlıklı olarak devrimci siyasalmücadelenin, işçi sınıfı ve emekçi hareketininsorunlarını ele almalıdır. Devrimci politik mücadeledeyol gösterici olabilmelidir. Döneme ilişkinpolitikaların/taktik çizginin çok yönlü sorunları, neyapılması ve nasıl yapılması gerektiği üzerineyoğunlaşabilmelidir.

* Siyasal değerlendirmelerimiz fazlasıyla güncel veyüzeyseldir. Siyasal sorunları ilkesel çerçevesi, teorikanlamı ve tarihsel arka planı ile birlikte ele almaktazayıf kalmaktadır.

* Propaganda, ajitasyon ve siyasal teşhir de yineçok yüzeysel ve genel kalmakta, adeta kendinitekrarlayan yazılar izlenimi vermektedir.

* Tarihsel deneyimlerden de yararlanaraksosyalizmin etkili ve sistematik bir propagandasıyapılamamakta ve bir ideolojik mücadele silahı olarakkullanılamamaktadır.

* PYO genel ve yüzeysel bir propaganda veajitasyonun ötesine geçebilmeli, teşhir ve yorumyazılarının ağırlık taşıdığı bir yayın olmaktan çıkmalı,devrimci politik mücadelenin yolgöstericisi olmaişlevini yerine getirebilmelidir. Güncel sorunlar teorikve tarihsel bir perspektifle ele alınabilmeli, partipolitikaları ve çizgisi yazılara yedirilebilmelidir.

Bu açılardan PYO ciddi bir yetersizlik taşıdığıiçindir ki, devrimci militanın eğitimi/donanımı ile işçive emekçilerin bilincinin geliştirilmesi açısından

CMYKCMYK

runlar ve görevler

PYO genel ve yüzeysel birpropaganda ve ajitasyonun ötesinegeçebilmeli, teşhir ve yorumyazılarının ağırlık taşıdığı bir yayınolmaktan çıkmalı, devrimci politikmücadelenin yolgöstericisi olmaişlevini yerine getirebilmelidir.Güncel sorunlar teorik ve tarihselbir perspektifle ele alınabilmeli,parti politikaları ve çizgisi yazılarayedirilebilmelidir.

si sunumları.../3 Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Kızıl Bayrak 13-04

TKİP IV. Kongresi sunumları.../318 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

oynaması gereken rolü gereğince oynayamamaktadır. * Bunu yapabilmek marksist bakışaçısına, tarihsel

arka plana ve ideolojik çizgiye hakimiyeti gerektiriyorve bu konudaki güçlüklerimiz biliniyor. Bu nedenlebirikimli ve yetenekli bazı kadrolarımızın PYO’yasürekli katkısı önem taşıyor. Yeni MK bu çerçevedesomut görevlendirmeler yapabilmeli, PYO’nun temelyazıları bu kalemlerden çıkabilmelidir.

* Belli konular üzerinden işbölümü-uzmanlaşma vegiderek kapsamlı bir arşiv oluşturmak kısa vadedemesafe almayı kolaylaştıracaktır. (Düzen ve devletgerçeği, Kürt sorunu, kadın sorunu, sendikabürokrasisi, sosyal-demokrasi, düzen medyası vb...).

PYO için kaleme alınan yazıların temel teorikgerçekler ile partinin düşünsel birikimi ve çizgisiniyansıtmadaki başarısızlığını aşabilmek için bugereklidir. Geçmişte bunu yapabilen kimi güçler vardı.Burjuvazinin saldırılarını teşhir eden yazılarda dahipartinin temel değerlendirmelerine işaret ediliyor ya dagerektiğinde bunlardan anlamlı aktarmalar yapılıyordu.Bugün bu açıdan belirgin bir zayıflık yaşanıyor. Katkısunan güçlerimiz temel değerlendirmelerimize dönüpbakmıyorlar, dağarcıklarında ne kaldıysa, onunüzerinden kaleme alıyorlar.

(Örneğin, Kürt sorunu üzerine kalem oynatacakyoldaşlarımız, hem ulusal sorun konusundaki temelmarksist klasiklere hem de partinin Kürt sorununailişkin değerlendirmelerine hakim olabilmek, bunlaradöne döne bakabilmek, sıradan bir teşhir yazısı bileolsa temel gerçeklere işaret edebilmekdurumundadırlar.)

* PYO’da belli yazılar kısa ve popüler bir dille,işçileri eğitecek bir tarzda kaleme alınabilmelidir.Elbette bu siyasal içeriği zayıflatmadan, düzeyigeriletmeden yapılmalıdır. Bu PYO’yu işçi veemekçilere taşımamızı kolaylaştıracaktır.

* PYO kendini tekrarladığı ölçüde hantallık yaratanyazılardan arındırılmalı, bu çerçevede sayfa sayısı dadüşürülmelidir. Tekrarlar içeren, ayrıntılarda boğulanyazılar dikkatli bir redaksiyondan geçirilmeli, tümfazlalıklardan özenle arındırılmaldır.

Bültenler:

Yılları bulan deneyimlerimiz, işlevine uygun birtarzda kullanıldığında, bültenlerin siyasal sınıfçalışmamızda etkili bir yerel müdahale aracı olduğunugöstermektedir.

Bültenler, sınıfa dönük müdahalede, temel sorun vegerçekler ile somut özgün gerçekler arasındaki bağıbaşarılı bir biçimde kurması gereken popülerpropaganda, ajitasyon ve teşhir araçlarıdır. İktisadi-sendikal bir yayın değil, politik çalışmanın temelönemde bir yerel aracıdır.

Yerel çalışmanın bir aracı olduğu ölçüde,çalışmanın pratik hedeflerini ve önceliklerinigözetebilmeli, yerel gelişmeler karşısında etkili vesistemli bir müdahale aracı olarak kullanılabilmelidir.Bu onun yerelde yürütülen faaliyetin aynası olmasıanlamına gelmektedir.

Dolayısıyla, bir bültenin başarısının temel ölçütü,genel politik propaganda ve ajitasyonun ötesinegeçebilmesi, özgülleşen bir çalışmanın aracı olarakkullanılabilmesi, bu çerçevede bölgeye ilişkin plan vehedeflere uygun bir içeriğe sahip olabilmesidir.Hedeflenen fabrikalarla bağ kuramayan,bölge/havza/sektördeki gelişmeleri yansıtamayan, dahaönemlisi, müdahalenin etkin bir aracı halinegelemeyen bir bülten, işlevini yerine getiremiyordemektir.

Tüm bu açılardan bakıldığında, onca yıllıkdeneyime rağmen, gelinen yerde bültenlerimiz ciddibir yetersizlik içerisindedir. Sınırlı başarılı örneklerdışında, genelde işlevlerine uygun bir tarzdakullanılabildiğini söylemek mümkün değildir.

* Bültenler bölgedeki gelişmeleri yansıtmayaçalışsa da, etkili bir yerel müdahale aracı olarakkullanılamamaktadır.

* Sınıf hareketiyle/fabrikalarla canlı bağlarkurulamamaktadır. Bültenler üzerinden belirlenmişhedeflere dönük nasıl bir müdahale pratiği sergilendiğianlaşılamamaktadır.

* Bölge ya da fabrikalardaki gelişmeler haberverme sınırlarını fazla aşamamaktadır. Bazı bültenlerdebu basından derlemeler üzerinden yapılabilmektedir.

* Yerel gündemlerin yanısıra burjuvazinin genelsaldırı gündemlerine de yer verilmekte, fakat buyazılar yüzeysel bir teşhirin ötesine geçememektedir.

* Sosyalist propaganda ise en zayıf kalınan alandır.Öyle ki, son birkaç ayın bültenlerinde bazı 1 Mayısyazılarının sonuna eklenen “Yaşasın sosyalizm”şiarının dışında sosyalizm kelimesi bilegeçmemektedir. Bu haliyle bültenlerimiz ekonomizmve demokratizm zaafiyeti taşımaktadır.

* Bültenlerin politik müdahalenin etkili birer aracıolarak kullanılması, genel bir düzen teşhiriyle,sermayenin baskı ve sömürü politikalarına karşı genelmücadele ve örgütlenme çağrılarıyla başarılamaz.Temel teorik gerçekler, dünya görüşümüz ve politikçizgimiz sade ve popüler bir dille bülten yazılarına dayedirilebilmelidir. En sıradan bir teşhir yazısı bilesınıflar, düzen, devlet vb.’ne ilişkin temel gerçekleriele alabilmelidir.

* Tüm yerel organlar, bültenlere ilişkin kalemealınmış yazıları dönüp yeniden incelemeli ve kendibülten pratiklerini gözden geçirmelidirler.

* Bültenleri yerel faaliyetin etkili ve işlevsel biraracı haline getirmek için;

- Bültenin her sayısı bölge organı tarafından temelbir gündem maddesi yapılmalı, içeriğindenvurgularına, kullanılan dil ve üsluptan görseldüzenleme vb.’ne kadar ayrıntılı olarak tartışılmalıdır.

- Siyasal gelişmeler, sınıfı dönük genel saldırılarvb., tüm bültenlerde kullanılacak tarzda özelgörevlendirmelerle hazırlanabilir. Bunlar güncelgelişmeler ve olaylardan hareketle temel gerçekleriaçıklayan özlü, sade ve çarpıcı yazılar olmalıdır.

- Çıkarılan tüm bültenler raporlarla birlikte düzenliolarak parti merkezine iletilmelidir. Yeni dönemde MKbültenleri incelemeli ve zamanında müdahalelerdebulunmalıdır.

Öteki yayınlar

Günlük site: Günlük sitenin yayın faaliyeti kapsamında taşıdığı

önem yeterince açıktır. Faaliyeti güçlendiren bir roloynamakta ve sol güçlerin parti faaliyetini dolaysız

olarak izlemesini sağlamaktadır. Ancak bu alandakonumlandırılan güçlerin sayısal ve nitelik olarakyetersizliği nedeniyle siteyi etkin bir şekildekullanamıyor, politik çizgimiz üzerinden bir günlüksite politikasını hayata geçiremiyoruz.

Günlük siteye ciddi bir müdahalede bulunmak,kendi bakışaçımız ve önceliklerimiz üzerinden bir siteyayınını başarabilmek için somut tedbirler almakdurumundayız.

Gençlik Yayın Organı: Gençlik yayınımız kendi güçleri üzerinden çıkıyor.

Bu alandaki zayıflığımız yayına da yansıyor. Yayınıngençlik tartışmasına bağlı olarak ele alınması dahadoğru olur. Parti olarak bu yayını yazı katkılarıüzerinden güçlendirebilecek durumda değiliz. Ancakyayın MK’nın denetiminde çıkmalı ve redaksiyonsorunu çözülmelidir. Gençlik güçlerinin birikimsizliğiciddi hatalar yapmalarına yol açabiliyor.

Liseli Gençlik: Bu yayın organını çıkarabilecek liseli gençlik

güçlerine sahip değiliz. Bugün bölgelerin katkılarıüzerinden çıkarılıyor. Bir dönem alabildiğinezayıflamıştı. Fakat özellikle son iki sayısı liseligençliğin gündemlerini ele almak açısından nispetendaha başarılı. Yeni dönemde de bölgelerin katkılarıüzerinden yayının düzenli olarak çıkarılmasınınimkanlarının olduğu anlaşılmaktadır.

Günlük yayın: Günlük gazete projesi şimdiden somutlanabilmeli,

bir hedef konulabilmelidir. Eğer parti büyüyecek,iddiasına uygun davranacaksa, günlük gazeteyişimdiden gündemine almak durumundadır. Haftalıkyayınların giderek işlevini yitirdiği yerde günlükgazete büyük bir önem kazanmaktadır. Solda bir güçodağı haline gelmek aynı zamanda buna bağlıdır.

Broşürler: İşçilerin eğitimi açısından önemi yeterince açık

olan broşürleri de artık gündemimize almalıyız.Eğitimli güçlerin sınırlılığı düşünüldüğünde, kısadönemde sonuç almak mümkün olmasa da, birikimi veyeteneği uygun güçler üzerinden planlamalar yaparakorta vadede sonuç verecek somut adımlarıatabilmeliyiz.

MK belli başlıkları saptayıp görevlendirmeleryapmalıdır.

Yayın Organları KomisyonuTemmuz 2012

EKİM / Sayı: 286 / Ocak 2013www.tkip.org

Page 19: Kızıl Bayrak 13-04

Dünya Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Afrika Kıtası’nın bir bölümünü 19. yüzyılın ikinciyarısından 1960’lara değin sömürgesi altında tutanFransa, son iki yıl içinde 4. kez bir ülkeye saldırıyor:Bu kez hedef Batı Afrika ülkesi Mali.Fransız savaş uçakları ile helikopterleri günlerdirMali’nin kuzeyini bombalıyor. Saldırılarda yüzlercesivilin de öldürülmesinden sonra, kara harekâtı dabaşlatıldı. Fransa panzerleri Fildişi sahillerindenMali’ye gönderildi ve ilk etapta 750 komandoylasaldırıyı başlatan Fransa, işgalci asker sayısını 2500’eçıkaracağını ilan etti.

Fransa cumhurbaşkanı François Hollande,Mali’deki durumun Afrika ve Batı’ya dönük bir tehditoluşturduğunu öne sürerek yardım çağrısında bulundu.Pastadan pay kapmak için başta ABD, İngiltere olmaküzere batılı emperyalistler saldırıyı destekledi. BMGüvenlik Konseyi ise, askeri operasyonumemnuniyetle karşıladıklarını açıklayarak yardım içinadeta birbiriyle yarışıyorlar. Sahibinin sesi medya ise,savaş borazanı rolünü yine eksiksiz sürdürmeye devamediyor.

Afrika’daki birçok ülkenin devlet başkanı da, eskisömürgecilerinin Mali’ye saldırısına destek için sırayageçti. Bunların başında 2011 yılında Fransa’nındesteklediği Fildişi Sahilleri devlet başkanı ve iktidaragelmesi için Fransa ve ABD’den destek alan Senegaldevlet başkanı bulunuyor. Nijerya, Nijer ve Ganaaskeri birlikler göndereceğini açıkladı.Kıtadaki sömürge ülkelerin bağımsızlıklarını eldeetmelerine rağmen bölgeden elini çekmeyen Fransızemperyalizmi, darbeler, isyanlar, iç savaşlar sonrasıeski sömürgelerine müdahale etmekten vazgeçmedi.Fransa’nın hâlihazırda Gabon, Orta AfrikaCumhuriyeti, Kongo Cumhuriyeti, Fildişi Sahilleri veÇad’da 9 bin askeri bulunuyor. BM’nin geçen sonbaharda Afrika ülkelerinemüdahaleye onay vermesi, Mali’ye yapılan saldırıplanlarının çok önceden hazırlandığını gösteriyor.Saldırıya, Fransız kuvvetlerinin yanı sıra Nijerya veSenegal askerlerinin de katılması, bu tezi güçlendiriyor.

Mali’ye saldırı gerekçesi olarak emperyalistlerbildik senaryoyu bir kez daha tekrarlıyorlar: “Malidemokrasisini El Kaide’ye karşı korumak.” Sömürgeciemperyalist Fransa’nın cumhurbaşkanı FrançoisHollande bu saldırıdaki asıl amacından,yani Fransa’nın Batı Afrika’daki eski konumunu askeriaraçlarla yeniden sağlamak ve bölgenin enerjikaynakları üzerinde hegemonyalarını güvence altınaalma planından ise söz etmiyor.

“Operasyon ne kadar gerekirse o kadar sürecek”diyerek uzun süreli bir savaşa hazırlandığını açıkçaifade eden Fransız emperyalizminin Cumhurbaşkanı,içerde işçi ve emekçilere karşı sürdürdüğü kemersıkma politikaları nedeniyle yitirdiği imajını, dışardasürdürdüğü saldırganlık ve savaş politikalarıylacilalamaya çalışıyor.

Tüm Afrika savaş alanına çevriliyor

Mali saldırısının arkasında yatan gerçek neden,emperyalistlerin El Kaide’ye yakın, kökten dincigruplarla mücadele etmesi değildir. Fransa’nın eski sömürgesi Mali zengin uranyumyataklarına sahiptir. Fransa’nın 59 atom santrali var ve

enerji kaynaklarının yüzde 80’i buradan karşılanıyor.İşte Fransa’nın Mali’ye dönük saldırılarınınarkasındaki gerçek neden bu. Ayrıca Mali Afrika’nın enbüyük üçüncü altın üreticisi ve petrol rezervlerinesahip. Hollande’nin kıta üzerindeki tezlerinivurgulamak için Afrika’yı “geleceğin kıtası” olaraknitelemesi, tam da bu nedenledir.

Mali ve komşularının uranyum, altın, gaz ve petrolesahip olması, başta ABD olmak üzere batılıemperyalistlerin iştahını kabartıyor. ABD ile Batılıemperyalistler bütün bölgeyi savaş alanına çevirerekaskeri hegemonyalarını sağlamak ve buradan da diğerkomşu ülkelere yayılmayı hedefliyorlar.

Ekonomik üstünlüğe sahip Çin’in üzerindeaskeri üstünlük

Fransız ve batılı emperyalistlerin Afrika saldırısıözellikle Çin’in Afrika’daki hegemonyasınızayıflatmaya yönelik bir müdahaledir aynı zamanda.

Bilindiği gibi Çin son yıllarda Afrika’daki bir çokülke ile iyi ilişkiler kurdu ve özellikle enerjikaynaklarının aranması ve işletilmesi üzerine sıkıekonomik ilişkiler geliştirdi. Kamu eğitimi gibi altyapının iyileştirilmesini desteklemesi, Afrikaülkelerinin giderek Çin’e yaklaşmasına neden oluyorve bu da batılı emperyalistleri rahatsız ediyor.Fransız emperyalizminin Mali’de başlattığı savaş, batılıemperyalistlerin 2011 yılında Libya’da sürdürdüklerisavaşın dolaysız bir sonucudur. Emperyalistler ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan’ın1970’lerde Sovyetler Birliği-Afganistan işbirliğiniengellemek amacıyla Afganistan’da yaptıklarınınbenzerini Afrika’da deniyorlar. Fransa’nın bugünMali’nin kuzeyinde savaştığı Ensar-Din, MUJAO veMağrip El Kaide’si olarak bilinen AQMI gibi köktendinci gruplar, daha önce Libya Şefi Kaddafi’ninyıkılmasında ve öldürülmesinde NATO’ya yardım edengüçlerdir. Ensar-Din adlı örgüt liderinin 2003 yılında9’u Alman 15 turistin kaçırıldığı bir rehine krizindearacı olduğu ve üst düzey Alman yetkilinin Age Haliiçin “bizim adamımızdı” dediği gazetelere yansıdı.

Fransız emperyalistleri bugün Kaddafi üzerindekibaşarılarının meyvelerini topluyorlar. Kaddafi’ninpetrolden kazandığı paranın yüz milyarlarca dolarlıkbölümünün batılı bankalarda dondurulması,Kaddafi’nin desteklediği Afrika yerel örgütleriniparçaladı. Bunu fırsat bile Fransa ve ABD hemen tümAfrika’da askeri üsler kurmak için saldırılarına vemüdahalelerine hız verdiler.

Cezayir kilit rolü oynuyor

Fransa’nın Kuzey Afrika’daki önemli ticariortaklarından olan Cezayir de burada eskisömürgecilerini destekliyor ve kilit rolü oynuyor.Cezayir’de 1992’de yapılan yerel seçimlerden radikalİslamcı grupların galip çıkması sonrasında seçimleriptal edilmiş, ardından büyük bir kaos ortamına döneniç savaşta on binlerce kişi hayatını kaybetmişti. Ancaközellikle 90’lı yıllarda radikal İslamcı gruplarcayapıldığı iddia edilen birçok katliamın da hükümetebağlı paramiliter güçlerce yapıldığı ortaya çıkmıştı. İki

gerici güç arasında cereyan eden Cezayir iç savaşında,her iki taraf da vahşi katliamlara imza atmıştı. Cezayiryeniden böylesi bir sürece düşmekten korkuyor. Diğertaraftan da 2011 yılında Tunus ve Mısır’da patlak verenhalk isyanlarının kendi topraklarına da sıçramasıhükümeti korkutuyor. Ayrıca Hollande geçtiğimiz ayCezayir ile milyarlarca euroluk ekonomik anlaşmalaryaptı. Bu nedenle Cezayir kendi hava sahasını Malisaldırısı için Fransız emperyalistlerinin hizmetine açtı.200 milyar dolarlık petrole sahip Cezayir burjuvazisikendi çıkarlarına dokunmadığı sürece Fransa’ya yenipazarlar açma sözü verdi ve böylece HollandeFransa’da daralan iç pazarın yerine dışarıda yenialanlar yaratmaya çalışıyor.

Bu nedenledir ki, son günlerde 80’in üzerinderehinenin ölümü pahasına kökten dincilere saldıranCezayir’in direk askeri müdahaleyi seçmesi,Fransa’dan tam destek aldı. ABD ile İngiltere savunmabakanları da, Cezayir askeri birliklerinin yaptığıoperasyon sonrası ‘ülkenin terörle yüz yüze olduğu’gerekçesiyle Cezayir hükümetini eleştirmemeye özengösterdiler.

Sonuç olarak

ABD ile batılı emperyalistlerin yoksul halklarısömürgeleştirmeye yönelik sözde “terörizme karşısavaşı”, Mali ile sınırlı kalmayacak. Savaş tümbölgeye, hatta tüm kıtaya yayılma riski var. “Teröryenilene kadar” Afrika’da çok uzun bir savaşa önderliketmeye soyunanlar, yıllarca Afganistan ve Irakbataklığında çırpındılar. Bu kez Afrika topraklarını daeskisinden daha hızlı bir şekilde terk etmek zorundakalma ihtimalleri yüksektir. Özellikle zayıflayanekonomi ve derinleşen kriz koşullarında, on yıllarcasürecek bir maceraya atılmak onları yeni bir çıkmazasürükleyecektir.

Fransız emperyalizmi Afrika’nın işçilerine veemekçilerine sömürgeciliğin zincirlerini bir kez dahatakamayacaktır. Emperyalistler, kemer sıkmapolitikalarına karşı direnen Avrupa işçi sınıfına dasavaşın faturasını ödettiremeyecektir. Mali’ye karşısürdürülen savaş, büyük bir olasılıkla emperyalistlerinyeni bir açmazına dönüşecektir.

“Geleceğin kıtasında” yeni bir savaş,eski bir sömürge

Page 20: Kızıl Bayrak 13-04

Dünya Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 201320 * Kızıl Bayrak

Kapitalizmin yapısal krizi, kriz senkronlarıbiçiminde kendini dışa vuruyor. Kriz yalnızcaekonomik kriz değil, aynı zamanda emperyal öznelerarası hegemonya krizi, gıda krizi, ekolojik kriz veuygarlık krizi olarak biçimleniyor.

Bu multi kriz özelliği, yapısal krizlerin enkarakteristik niteliği olarak dikkat çekiyor.

Kapitalizmin yapısal kriz dönemleri ekolojiktahribatın ve yıkımın yoğunlaştığı süreçlerdir.

Kapitalizm krizi aşmak için kendine yenimetalaşma alanları bulur, “yaratır”. Kapitalizmin“yaşaması” için yeni metalaştırılacak alanlaraihtiyacı vardır. Çünkü kapitalizmin yıkıcı“büyümesi” ve “gelişimi” bunu koşullar. Doğa sonyarım asrın, özelde son çeyrek yüzyılın, yoğunmetalaşma alanına dönüştü. * Son çeyrek asır, yoğunbir şekilde doğanın sermayeleşme süreci olarakişledi.

Maksimum kar arayışı, doğanın hızlametalaştırılmasına ve finansallaştırılmasına yol açtı.

“Kapitalizm öldürür”

Kapitalizm yıkıcı ve yok edici bir sistemdir.Kapitalizm geleceğin gaspı ve bugünün tahribiüzerinden kendini üreten bir özelliğe sahiptir.Kapitalizm enkazlaştırıcı ve öldürücü bir “gelişim”seyri gösterir. Kapitalizm “büyüme” bağımlısı birsistemdir. Bu onun doğasından kaynaklanmaktadır.Kapitalist “ilerleme” ve “büyüme” özünde bir yokediş sürecidir. Sermaye birikimi kapitalizminontolojisinin oluşturur ve yok edici güzergâhınıbelirler.

Kapitalizmin kâr güdüsü, emeği metalaştırdığıgibi doğayı da metalaştırdı.Yaşamı meta ilişkileriüzerinden inşa etti. Kapitalizmin gelişimi, bir başkaboyutta emeğin ve doğanın metalaştırılması olarakokunabilir. Doğanın metalaşması yada sınırsızsömürülmesi ekolojik yıkımı koşullar. Ekolojik

yıkım kapitalizmin genetiğindedir. Kapitalizmin sadece işçiyi sömürmez, doğayı ve

yaşamı yok eder. Kapitalizm, sermaye birikimi üzerinden kendini

üreten bir sistemdir. Kapitalizm özünde değişimdeğerinin belirleyiciliği ve tahakkümüdür. Sermayebüyük bir kar açlığıylahayata saldırır. Kareksenli kapitalistgelişme, her saat, her günmuazzam ham madde veenerji kullanılmasına yolaçar. Kar eksenli“büyüme” olağanüstü birboyutta kaynak ve enerjiyutar.

Bu kaynaklarıntamamı doğadan, birbaşka tanımlabiyosferden elde edilir.Yani yeryüzündeki tümcanlıların yaşadığıyerden elde edilir.

Biyosfere canlı küre’de denir. Biyosferdünyanın dış kabuğudur.Hava, toprak, su ve kayaları içeren bu canlı küredebiyotik dönüşümler ve çevrimler gerçekleşir. Yanihayatın inorganik ve organik döngüsü yaşanır.

Biyosfer, yaşayan tüm canlı türlerini, bu türlerinkarşılıklı ilişkilerini, tüm canlıların litosferle (taşküreyle) yani canlıların üzerinde yaşadığı taşlardanve topraktan oluşan katmanla, hidrosferle (su küre)yani dünyadaki bütün sularla; okyanuslar, denizler,göller, akarsular, yeraltı sularıyla, atmosferle yaniyer çekimi etkisiyle dünyayı çepe çevre saran gaz vebuhar tabakasıyla etkileşimlerini anlatan, ekolojik birsistemdir.

Biyosfer dünyada hayatın olduğu tek yerdir.

Dünyadaki canlıların yaşadığı 16-20 km.kalınlığındaki bu tabaka, atmosfer içinde de 10 binmetreye kadar olan bölümleri kapsar.

İnsanların da içinde bulunduğu canlılar ihtiyacıolan her şeyi biyosferden alır. İnsanlar emekaracılığıyla onu ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürür.

Kapitalizmin dizginsiz kâr güdüsü, doğal çevrimikırmış, kâr için üretim yada üretim için üretimbiyosferi etkileyecek boyuta ulaşmıştır.

En bariz gelişme yada ekolojik krizin güncelgörünümü iklim krizidir. Küresel düzeydegerçekleşen kapitalist üretimden dolayı atmosfereolağanüstü oranda karbon salınımı bırakılıyor.

Kapitalizmin son 150 yıllık tarihinde yapılanüretim, insanlığın son 6 bin yıllık tarihinde eldeedilen üretimden fazla olduğu vurgulanmaktadır.Ayrıca sanayi üretimi son 50 yıl içinde 50 kat arttı.

Kapitalizmin kâr esaslı üretim ve tüketim biçimiatmosfer birleşiminde sera etkisi yaratacak gazlarınoranını hızla artırmaktadır. Bunun sonucu olarakyaşanan iklim değişiklikleri okyanuslardadepolanmış karbondioksit ve metan gazlarınınatmosfere karışması gibi bir döngüye yol açmaktadır.

Son on yılda dünyada 13 milyon hektar ormanalanı tahrip edildi. Böylesi bir kayıpla, doğal çevreye4,5 milyon ton dolayında CO2 salınıyor.

Bugün yeryüzünün ulaştığı sıcaklık sanayi“devrimi” öncesinden 0,8 derece daha yüksektir.

Kapitalist üretim ve tüketimbiçiminin son yarımyüzyılda ulaştığı boyut,klimakatostrof riskiniartırmaktadır. Yeni yapılanaraştırmalarda yarım yüzyıllık bir projeksiyondansonra yeryüzü ortalamasıcaklığının 4 dereceartabileceği bildirildi.Böylesine bir gelişmebugünkü yeryüzü ekosisteminin bütünüylefarklılaşması anlamınagelmektedir. Metamorfozauğramış ekosistem üzerinedüşünmek bile korkunçtur.Yani “mahşer dört atlısının”harekete geçmesidir.Katastrof artık aktüeldir.Bugüne kadar birçok canlı

türünün kaybolması ve ölümü, buzulların çözülmesi,seller, kasırgalar ve tufanlar, küresel kuraklık,toprağın ölümü “dört atlının” faaliyetine delalettir.

İklim krizinin kontrolden çıkmasını engellemeyönündeki küresel emisyon indirimi gibi çabalarfinans kapitalin maksimum kar arayışı karşısındapalyatif kalmaktadır. Bazı hükümetler arası kuruluşve organizasyonlar merkez ülkelerde sera etkiligazların salınımının acilen 2020’ye kadar % 40azaltılması, 2050’ye kadar yine merkez ülkelerde %85-95 arasında bir azaltılmaya gidilmesine salıkvermektedir. Aciliyet vurgusuna rağmen, merkezülkeler tarafından bugüne kadar somut bir adım

Yapısal kriz senkronları; ekolojik kriz

Doğanın metalaştırılması vefinansallaştırılması

Volkan Yaraşır

İklim krizinin kontrolden çıkmasınıengelleme yönündeki küreselemisyon indirimi gibi çabalarfinans kapitalin maksimum kararayışı karşısında palyatifkalmaktadır. Bazı hükümetler arasıkuruluş ve organizasyonlar merkezülkelerde sera etkili gazlarınsalınımının acilen 2020’ye kadar %40 azaltılması, 2050’ye kadar yinemerkez ülkelerde % 85-95 arasındabir azaltılmaya gidilmesine salıkvermektedir.

Page 21: Kızıl Bayrak 13-04

Kızıl Bayrak * 21DünyaSayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

atılmaması iklim krizini aktüelleştiriyor. Kapitalist büyümeyi sağlayan tüm enerji ve

hammadde kaynaklarının biyosferden elde edildiğiunutulmamalıdır. Kapitalizmin son yarım asırdadoğayı yoğun bir şekilde metalaştırması biyosferintahribini olağanüstü tehlikeli bir noktaya getirdi.Kısacası kapitalizm hayata ve tüm canlılarasaldırıyor.

Kapitalizmin yarattığı ekolojik yıkım çokvektörlü ve çok boyutlu, birbirini tetikleyen vebirbirini besleyen bir katastrofa dönüşüyor. Biryandan küresel ısınma, öte yandan ozon tabakasınınincelmesi, yoğun hava ve su kirliliği, asit bulutlarıve yağmurları, toksik atıklar, ekolojik tür, biyo vegen çeşitliliğinde gözlemlenen hızlı azalma, toprağıncanlılığını kaybetmesi, ormanların tahrip edilmesi,çölleşme, toprağın ölümü ve gıda krizi gibi…

Herşey meta, herşey kâr için

Doğaya saldırı son derece tehlikeli bir noktayaulaştı. Yaşamın her boyutuyla sürdürülmesinisağlayan, biyosferi meydana getiren her şeyinmetalaştırıldığı bir sürecin içindeyiz. Kapitalistüretim ve tüketim biçimi için gereken muazzamhammadde ve enerji ihtiyacı doğayı yüzyıllardanberi tahrip ediyor. Doğanın bir anlamda canıalınıyor. Yeni konjonktürde bu saldırı inanılmaz birboyuta ulaştı.

Küresel finans kapital, yapısal krizini aşmak içinve emperyalizmin yeni jeo-politiğine bağlı olarak;enerji kaynaklarının bulunduğu, enerji yollarınıngeçtiği her coğrafyaya, verimli topraklarınbulunduğu yerlere, ham madde ve kıymetlimadenlerin bulunduğu alanlara saldırıyor.

Bu kaynakların elde edilmesi için biyosferçökertiliyor, yaşam için organik koşullar ortadankalkıyor. Doğanın katli, tahribatı, yıkımı ve toksikatığına dönüşmesi olağanlaşıyor. Bütün bu adımlarbir başka anlamda litosferin yani taş kürenin tarumaredilmesi, yağmalanması anlamına geliyor. Hatta butahribat geri dönülemez noktalara ulaştı.

Su, yeni jeo-politiğin en temel unsuru olarakönem taşıyor. Kaynak savaşlarının bir boyutu “susavaşları” olarak biçimleniyor. Öte yandanokyanuslar, denizler, göller, akarsular, yer altı ve yerüstü su kaynakları metalaştırılıyor ve finanskapitalin maksimum kar arayışına hizmet ediyor.

Su, finans kapital için aynı zamanda hem jeo-politik bir unsur, hem de yeni enerji kaynağı olarakkullanılıyor.

Kapitalizm, ham madde olarak doğal varlıklarıele geçiriyor. Ayrıca doğa, atıkların ve toksikmaddelerin bırakıldığı kimyasal çöplüğe dönüşüyor.

Kapitalizm rasyonlarına uygun, doymak bilmezkâr güdüsüyle son derece soğukkanlı bir biçimdebunu yapıyor. Doğanın yıkımı, tahribi özündehayata, doğanın parçası olan insana ve tüm canlılarayönelik bir saldırıdır. Bu saldırıların mahiyetininanlaşılması ve bilince çıkarılması artık yaşamsalönemdedir. Katastrofun ne kadar yıkıcı ve yakın birtehlike olduğunun görülmesidir.

Yeryüzü kardeşliği için eko-sosyalizm

Kapitalizm hızla hayatın her alanında katastroförmektedir. Kapitalist rasyon, katastrofunrasyonudur.

Bugün BM’nin organize ettiği Rio+20 gibikonferanslar, “sürdürülebilir kalkınma”, “yeşilekonomi” gibi açılımlar, finans kapitale akıl verenteknokratların soğukkanlılığında “yeşil ekonomiye”dönüş gibi burjuva çevrecilik çağrıları kapitalizmeyeni sermaye birikim alanları açmayı amaçlayan vesermaye birikim sürecini güvence altına alanadımlardır.

Ekolojik krizin yıkıcılığı eko-sosyalist birdevrimi yakıcılaştırmaktadır. İnsan için, doğa için,bütün canlılar için artık ekolojik bir devrimihedefleyen, buna uygun somut gündelik pratikadımları hemen şimdi atan anti-kapitalist bir hattınörülmesi yaşamsal bir ihtiyaçtır.

Ekolojik krizin temel nedeni kapitalist sistemdir,kapitalist üretim ve tüketim biçimi ve kapitalisttoplumsal örgütlenmedir. Ekolojik kriz kapitalistsisteme içkindir.

Ekolojik krize çözüm ancak sistemik bir çözümolabilir. Yani başka bir dünyanın arayışı vekurulmasıdır. Emeğin ve doğanın metalaşmasınakarşı anti-kapitalist bir mücadelenin örülmesielzemdir. Önce Engels, daha sonra Rosa’nın “yasosyalizm ya barbarlık” şiarı bugün açısından “tekyol devrim, tek yol sosyalizm” olmuştur.

Sınıf mücadelesinin tarihi içinde sosyalizm buderece güncel ve yakıcı bir ihtiyaç haline gelmedi.Çünkü kapitalizm küresel düzeyde ölüm saçıyor.Yalnızca emeği sömürmüyor, doğayı, toprağı, suyu,tohumu, havayı, dünyayı yok ediyor. Ölümüörgütlüyor. Sermaye, emek ve doğa üzerinde sonderece kompleks bir tahakküm ve iktidar ilişkisiuyguluyor.

Kapitalizme karşı emeğin kurtuluşu, insanlığınkurtuluşu, doğanın kurtuluşu birleşmiş veortaklaşmıştır. Kapitalizmle uzlaşılmaz.Kapitalizmle uzlaşma ölümle, yok olmaylauzlaşmadır.

Doğanın, hayatın her alanının metalaştırılmasınave emeğin metalaştırılmasına karşı anti – kapitalistbir mücadele hattının örülmesi kapitalist krize vekriz senkronlarına verilecek en iyi ve en net yanıttır.Bu mücadele, doğa ve insan ilişkisini yenidentanımlayan, yeryüzü kardeşliğini kuran bir mücadeleiçeriğindedir.

Enternasyonal bir persfektifle proletaryanıntarihsel özne olarak rol oynadığı eko-sosyalist(üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadankaldıran, doğrudan demokrasiyi inşa eden, insanıninsan, insanın doğa üzerindeki tahakkümüne sonveren, her türlü tahakküm, hiyerarşi ve iktidarilişkisini yok eden, üretim için üretim yapmaya sonveren, değişim değerini değil kullanım değerini esasalan ekolojik bir toplum ve yaşamı hedefleyen) birdünyanın kurulmasının somut siyasal görevleriyle,acil gündelik mücadeleyi kaynaştıran yani şişe camdirenişiyle ormanların katliamına karşı mücadeleyi,Arçelik işçilerinin öfkesiyle HES’lere karşı ayağakalkan köylülerin öfkesini, TEKEL direnişininruhuyla denizlerin, göllerin, akarsularınözelleştirilmesine karşı mücadeleyi, BOSCHişçilerinin ihanete ve köleliğe baş kaldırmasıylaekolojik yıkama karşı mücadeleyi birleştiren birmücadele hattını örmeliyiz.

Vivisection ve speciesism reddederek, ağaçlarla,çiçeklerle, balıklarla, kuşlarla, solunan havayla,nehirlerle, böceklerle insanların ya da insan ve insandışı doğanın yeryüzü kardeşliğini bugünden örecekkızıl bir devrimin hayali bize yol göstermelidir.

Dipnot* Küresel düzeyde neo-liberal karşı devrim

politikalarının, ilk dalgası ağırlıkta (1980-1995 arasında)sosyal devletin sosyal yönünün metalaşması şeklinde gelişti.Bu süreçte ekonomik bir aktör olarak devlet devre dışı kaldıve radikal özelleştirmeler yapıldı. Ayrıca emeğinörgütlülüğü dağıtıldı, sistematik mülksüzleştirme veyoksullaştırma operasyonları yapıldı ve eğitim, sağlık,sosyal güvenlik piyasalaştırıldı. 1995 ten sonra yaratılan buzemin üzerinden ikinci kuşak neo-liberal karşı devrimcipolitikalar hayata geçirildi. Bu sürece doğanın yoğun vehızlı bir şekilde metalaştırılması damgasını vurdu. Sonderece kapsamlı, detaylı ve soğukkanlı bir şekilde yürütülenbu metalaştırma su ve toprağın yanında (doğal moleküllerinve gen dizilişi gibi) canlıya ait özelliklerin mülkiyet vepatent haklarını alan boyuta ulaştı.

Kapitalistlerin kârıartarken

işsizlikte yenirekorlar kırılıyor

Kapitalist sistemin krizi derinleşerek devamediyor. Burjuvazi kriz döneminde de azamikarını korumak için, kendi krizinin yüklerini işçisınıfının omuzlarına yıkmaya çalışıyor. Krizbahane edilerek kitlesel işten atmalarolağanlaştırılıyor. Burjuvazi bu saldırılarını,burjuva devletlerinin polis gücüyle zorla hayatageçiriyor.

Burjuva devletlerin zor gücüyle uygulananburjuva politikalar, işsizliğin katlanarakartmasına ve işsizlikte yeni rekorlarınkırılmasına yol açıyor. Uluslararası ÇalışmaÖrgütü’nün (ILO), küresel istihdam eğilimlerineilişkin açıkladığı yıllık rapor, kapitalist dünyanınmanzarasını eksik de olsa ortaya koydu.Kapitalist dünyada işsizlik düzenli olarakartmaya devam ediyor. Uluslararası ÇalışmaÖrgütü Başkanı Guy Ryder açıklamasında,bugünkü işsizlik rakamının 2007 yılındakinin 28milyon üzerinde olduğunu belirtti. Geçen yılınişsizlik rakamlarının, tüm zamanların en yüksekrakamı olan ve 2009’da kaydedilen 199 milyonayaklaştığını ifade eden Ryder, 2013’te burekorun aşılacağını öngörüyor.

İşgücüne katılımın hızla düşmesinin de emekpiyasası krizinin gerçek boyutunumaskelediğinin belirtildiği raporda, geçen yıl işbulma umudunu kaybeden 39 milyon kişininişgücü piyasasının tamamen dışına çıktığı ifadeediliyor.

Raporda yer alan başka bir veri de, işsizlikartışından özellikle gençlerin etkilendiğigerçeğidir. Şu anda dünya genelinde 15-24 yaşaralığındaki 73,8 milyon genç işsiz. Bugün,gelişmiş ekonomilerde işsizlik yardımı alangençlerin yüzde 35’i altı ay yada daha uzun birsüre işgücü piyasasının dışında kalıyor. Rapordabu oranın 2007’de yalnızca yüzde 28,5 olduğukaydediliyor.

Page 22: Kızıl Bayrak 13-04

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013Dünya

Afrika Ulusal Kongresi (ANC) Aralık ayındagerçekleştirdiği kongre ile beş yıllık süre için yenibaşkanını seçti. 70 yaşındaki yeni başkan Jakob Zuma,2014 yılında yapılacak devlet başkanlığı seçimindeANC’nin adayı olacak. Kongrede dört bin delegenin üçbin oyu ile seçilen Zuma, 2007 yılından bu yanaANC’nin birinci adamıydı. Rüşvet ve diğer birçoksuçlama sonucu 2007 yılında başkanlıktan ayrılmakzorunda kalan Thabo Mbeki’nin yerine Zumagetirilmişti.

Başkan yardımcısı Kgalema Motlnathe ise -Zuma’nın rakibi olarak başkanlık yarışına aday olmuştu-,kongre sonrası bütün politik görevlerinden ayrıldığınıduyurdu. Onun yerine, başkan yardımcılığına CyrilRamaphosa seçildi. Ramaphosa, geçen Ağustos ayında34 işçinin çoğu sırtından vurularak katledilmesininsorumluluğunu taşıyor. 1991’de ANC Genel Sekreteriolan Ramaphosa, 1994’te yeni anayasanın oluşturulmasısürecinde ANC’yi temsil etmişti. ANC’nin bu yenibaşkan yardımcısı, 1997 yılından itibaren, işçilerinhunharca katledildiği Lonmin Maden İşletmesi’ninortağı, daha doğrusu genel direktörü.

Kongre öncesi sürece, tam da burjuva partilere özgüiç çekişmeler, rüşvet suçlamaları, muhalif seslerinsusturulması, delege oylarının satın alınması eşlik etti. Vebaşkan seçilen Zuma’nın yeni villası için 25 milyon euroharcayarak sergilediği küstahlık, günlerce gündemin enönemli konularından biri oldu.

Kurtuluş hareketinin devlet partisine evrimi

1912 yılında kurulan ANC, Afrika kıtasının en eskianti-sömürgeci kurtuluş örgütüdür. Kıtanın emperyalistgüçler tarafından paylaşılması bu dönemdetamamlanmıştır. 1906’da bastırılan ilk siyahiayaklanmanın ardından kurumlaşma sürecine girenbeyaz azınlık, İngiliz emperyalizminin de desteğiyle1910 yılında iktidar oldu. Baştan beri ırkçı bir karaktertaşıyan beyaz azınlık yönetimi, zamanla ırkçılığı hadsafhaya ulaştırdı.

ANC, orta sınıfların temsilcileri, entelektüeller vebazı aşiret reisleri tarafından kuruldu. Afrikalılarınbirliğinin sağlanması, bütün Güney Afrikalılara hak ve

özgürlüklerin tanınması ilk politik talepleri oldu. 1920yılında patlak veren maden işçilerinin militan grevinedestek verseler de, ANC liderleri, militan grev veprotesto eylemlerine karşı çıkıyor, sömürgeci İngilizyönetimiyle anlaşmadan yana bir tutum alıyorlardı.

1930 yılında Güney Afrika Komünist Partisi (SACP)ile girilen ittifak sonucu işçi sınıfının farklı kesimleri veyoksul emekçilerle ilişkiler yoğunlaştı. Kıtanın en eskipartisi olan SACP 1921’de kuruldu. Bugün ise ANC’ninbir bileşeni konumunda. ANC, 1944 yılında GençlikÖrgütü’nün kurulmasıyla, önemli bir politik güç olmayabaşladı. Nelson Mandela bu gençlik örgütünün ilklideriydi.

Güney Afrika Cumhuriyeti, 1948 yılından başlayarakresmen ırk ayrımcılığına dayalı Apartheid rejimiyleyönetilmeye başladı. Ülke nüfusunun %13’nü oluşturanbeyaz azınlığın Apartheid sistemi ile siyahiler “aşağı ırk”ilan edildi. 20. yüzyılın en rezil ırkçılığına maruz kalansiyahların, beyazların kullandığı umumi tuvaletlerdentren vagonlarına, yerleşim yerlerinden okullara,sahillerde pazarlara kadar pek çok alana girmeleriyasaklandı.

Milyonlarca siyah kentlerden uzak alanlara, “yurt”(Bantustan) denilen gettolara itildiler. Altın ve elmasmadenlerinde göçmen işçi olarak çalıştırıldılar.

ANC ve diğer kitle örgütleri bu yeni sisteme karşı birdizi eylem, boykot, grev, sivil itaatsizlik gibi direnişlersergilediler. İktidardaki Ulusal Parti ırkçı rejime yönelikher türlü direnişi bastıracak hukuki yaptırımları ve azgındevlet terörünü harekete geçirdi. Muhalif gruplaryasadışı ilan edilerek önderleri vatan hainliğisuçlamasıyla zindanlara atıldı. İşkence ve katliamlargünlük yaşamın bir parçası oldu.

Başta İngiltere olmak üzere emperyalist devletlerindesteği ile kurulan ırkçı yönetimin uluslararası düzeydeteşhiri, içerde kitlesel siyahi direnişin bastırılamamasıApartheid rejimini sürdürülemez duruma düşürdü. Yenidünya koşullarında uygulanmaya konulan “düşükyoğunluklu demokrasi” konsepti çerçevesinde 1989’dadevlet başkanı seçilen De Klerk, 1990 yılında ANCüzerindeki yasağın kaldırdığını duyurdu. Bu sıradaANC’nin özellikle komşu ülke Angola’da konuşlanmış10-12 bin kişilik gerilla gücü vardı. 7 Ağustos 1990’da,

onbeş saat süren görüşmeler sonrasında, Mandela yaptığıresmi açıklamayla, silahlı mücadeleye son verdiklerinive silahlı güçlerin “topluma entegre” edileceğiniduyurdu.

Bu, uzun bir görüşmeler dizisinin ardından varılan birsonuçtu. Gizli görüşmeler CIA denetiminde yapılmış veuzun bir döneme yayılmıştı. Çoğu yurtdışında bulunanönder kadrolar Güney Afrika istihbaratı tarafındangizlice ülkeye getirilerek, çeşitli anlaşmalarimzalanmıştı. Bu gizli görüşmelerin birçoğununmuhatabı şimdiki başkan Zuma idi.

Devrimci çizgi terkedilerek, yerine sorunları“diyalog”la çözme programı geçirilmişti. Hareketinşefleri, mevcut mülkiyet ilişkilerine dokunulmayacağı,mali sektör ile mevcut vergi sisteminin olduğu gibikorunacağı türünden taahhütleri koşulsuz olarakimzalamışlardı. Bu anlaşma ile birlikte egemen oligarşiiçin artık problem çözülmüş oluyordu.

27 Nisan 1994 yılında yapılan genel seçimlersonucunda ANC %62 oranında oy alarak NelsonMandela başkanlığında yeni yönetimi oluşturdu. 27 yılhapiste yatan Mandela artık Güney Afrika devletbaşkanlığı koltuğundaydı.

Devlet partisi ANC

18 yıldan bu yana ANC Güney Afrika’da yönetimdeve hala da rakipsiz. Ancak Apartheid rejiminin geridebıraktığı ekonomik ve sosyal eşitsizlikler ile diğertoplumsal sorunlar daha da ağırlaşmış durumda.Ekonomik gücü elinde tutan beyaz egemenliğin mülkiyetilişkilerine dokunulmadığı, kapitalist pazar yasalarınınhükmünü sürdürdüğü ve ekonomik-sosyal yıkımprogramlarını uygulama rolü üstlenildiği koşullarda,başka türlü olması da mümkün değil.

Bugün başta işçi sınıfı olmak üzere siyah emekçilergerçek anlamda bir “sosyal Apartheid” rejimindeyaşıyorlar. Beyaz azınlık bütün ekonomik gücü elindetutmaktadır. Emekçi sınıfların sosyal sorunları Apartheiddönemine benzer şekilde devam etmektedir. Konut, su,sağlık ve eğitim alanında tam bir dram yaşanmaktadır.Siyah Afrikalıların yarısı hala yoksullukla boğuşuyor.İşsizlik %40 oranında. Bu oran gençler arasında %50düzeyinde. 5.5 milyon kişi AİDS virüsü taşımakta, ilaçtekelleri ucuz ilaçların üretilmesini engellemektedir.Halkın %23’ünü oluşturan 12 milyon kişi hala dermeçatma kulübelerden oluşan slamlarda yaşamaktadır. 50milyon nüfusun 15 milyonu sosyal yardımla yaşamınısürdürmektedir.

ANC, siyahi orta sınıfa ekonomik ayrıcalıksağlayarak bir burjuva sınıf oluşturmaya çalıştı. Sayısı500 bin olarak verilen bu yeni “siyahi burjuvazi”, “beyazsermaye”nin bir alt katmanı olarak politik aktivitesiniANC aracılığıyla yürütmektedir. 1994’te başlayan“demokratik dönüşüm” süreci, toplumdaki zengin-yoksul uçurumunu daha da derinleştirmiştir. Üçlü ittifak(Güney Afrika Ulusal Kongresi/ANC, Güney AfrikaSendika Konfederasyonu /COSATU), Güney AfrikaKomünist Partisi/SACP) emekçilerin ekonomik vesosyal sorunlarını çözme pratiğinden tümüyle uzak birçizgide durmaktadır.

“Demokratik dönüşüm” süreci sosyal sorunları ve

“Steve Biko öldü, sistem yaşıyor!”

Güney Afrika deneyiminin gösterdikleriS. Eren

Page 23: Kızıl Bayrak 13-04

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013 Dünya

eşitsizlikleri hafifletmemiştir. Tersine, ANC yönetimininizlediği neo-liberal politikalar, emekçi sınıflarındurumunu daha da ağırlaştırmıştır. Kurtuluş hareketininbaşlangıç hedefleri çoktan unutulmuştur.

Gelişen mücadele eğilimi ve direnişler

Ekonomik-sosyal sorunların daha da ağırlaşmasıylabirlikte son yıllarda, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçihalkın farklı kesimlerinde ve genç katmanlarda yoğunbir mücadele eğilimi gelişmekte, direnişlergerçekleşmektedir.

2004 yılında varoşlarda (slam), konut sorunununçözülmesi, elektrik, temiz su, sağlık hizmeti vb.taleplerle Apartheid rejimi sonrası ilk kitlesel direnişyaşanmıştır. Ağır sömürü ve çalışma koşullarınındüzeltilmesi, ücret artışı, bağımsız sendika kurma hakkıiçin mücadeleler de yaygınlaşmaktadır. İşçi sınıfınınyüzbinlerin katılımıyla gerçekleştirdiği direnişleri yer yerhaftalarca sürmektedir. Otuz yıllık silahlı mücadeleninsonlandırılması işçi sınıfı açısından herhangi bir olumlusonuç yaratmamıştır. Geçtiğimiz Ağustos ayındayaşananların da gösterdiği gibi, “siyahi polisler”, sendikave ANC hükümeti işbirliği ile işçiler katledilmektedir.

Kuruluşundan itibaren değişik toplumsal kesimleribünyesinde toplayan, fakat özellikle siyahi orta sınıfıtemsil eden ANC, bu heterojen yapısıyla gerçek anlamdabir sosyal kurtuluşu hedeflemedi. Güney Afrika’nın ogüçlü işçi sınıfı Apartheid rejimine karşı yedek güçolarak ele alındı. ANC’yi işçi sınıfı ve diğer emekçikitleler için “alternatifi olmayan güç” kılan gerçek,Mandela’nın tarihsel kişiliği ile Apartheid rejiminintoplum bilincinde bıraktığı travmanın etkileriydi.

ANC gelinen yerde tam bir bürokratik yapılanmayadönüşmüştür. ANC’ye üye olmak ve görev almak, kişiselçıkar elde etmenin tek yoludur. ANC militanlarının%70’i, 1994 yılından bu yana parlamento, hükümet vedevlet kurumlarında görevli konumdadır. Son gelişmelerANC içindeki önemli çelişki ve çatışmaların daişaretidir. İşçi katliamından sonra özellikle Güney AfrikaSendikalar Konfederasyonu’na (COSATU) alternatif işçiinisiyatiflerinin seslerini duyurmaları, örgütlenmelerinçoğalması ANC’yi zor durumda bırakmaktadır.

“Steve Biko öldü, sistem yaşıyor!” toplumda,özellikle kitle mücadelerinde sıkça duyulan birsöylemdir.

Yönetime gelen kurtuluş hareketleri

1960’lı yıllarda Afrika kıtasında sömürgeci güçlerekarşı zorlu mücadeleler yürüten kurtuluş örgütlerininçoğu yıllardır yönetimde bulunmaktadır.

Kurtuluş mücadelelerinin yürütüldüğü dönemde,sömürge sisteminin tasfiye edilerek bağımsızlığın eldeedilmesi ve halk iktidarının kurulması, sömürgecigüçlerin mülkiyetine el konulması, toprak reformu, vb.,milli demokratik devrim programının başlıca hedefleriolarak açıklanıyordu. Örneğin Amilcar Cabral, sosyalkurtuluşun ilk koşulu sömürgeci ve yeni sömürgecisistemin tasfiyesidir, diyordu. Bu açıdan bağımsız ulusalbir devlet elde etmek anti-emperyalist bir boyuttaşıyordu.

Bir dizi ülkede süreç içinde siyasi bağımsızlık eldeedildi ve kurtuluş hareketleri iktidar oldular. Angola veMozambik 1975’te, Zimbabve 1980’de, Namibya1990’da bağımsızlığını kazandı. 1994’te ise GüneyAfrika’da Apartheid rejimi son buldu. Bu mücadeleleriörgütleyen, Angola Halk Kurtuluş Ordusu (MPLA),Mozambik Kurtuluş Cephesi (FRELIMO), Afrika UlusalBirliği-Zimabwe (ZANU), Güneybatı Afrika HalkÖrgütü (SWAPO) gibi kurtuluş örgütleri kendiülkelerinde iktidara geldiler. Ama bağımsızlığını kazananbu ülkelerin hiçbirinde alt sınıfların ekonomik ve sosyaldurumunda bir düzelme yaşanmadı. Kurtuluş örgütleriyeni koşullarda, mevcut toplumsal yapının/mülkiyetilişkilerinin politik temsilcileri olma rolünü üstlendiler.

Kurtuluş mücadelesi sürecinde ortaya konulan ve halkkitlelerinin çıkarlarıyla ilişkilendirilen programatikamaçlar tümüyle bir yana bırakıldı.

Sömürgeciliğe karşı kurtuluş hareketleri başındanitibaren sosyal bir boyut da taşıyordu. Kurtuluşmücadelesi, sadece bağımsız bir ulusal devletinkazanılmasını değil, devletin biçimi, toplumsalgelişmenin yönü vb. konularda farklı eğilimleri de içindebarındırıyordu. Toplumsal sorunlara bakış, buna dayananfarklı politik yaklaşımlar, mücadelenin gelişmesürecinde ortaya çıkıyordu.

Bağımsızlık, ulusal birlik, sömürge rejimine karşıortak cephe şiarları etrafında bir araya gelen her sınıf vetoplumsal katman kendi çıkarları doğrultusunda busüreçte etkili olmaya çalıştı. Kır ve kentin yoksullarınınmücadeleye yoğun katılımı, bu anti-sömürgeci kurtuluşhareketlerinin radikalleştiği, devrimci eğilimlerininarttığı dönemlerdir. Özellikle Gana, Gine, Nijerya,Senegal ve Kenya’da işçi sendikaları etkili olmuşlardır.Bağımsızlık mücadelesi içinde yer alan burjuva ortakatmanlar ise başından itibaren kapitalist iç pazarındenetimini ele geçirmek için çaba göstermişlerdir. Bunedenle aşiret reisleri gibi geleneksel güçlerle hep ittifakiçinde olmuşlardır. Alt sınıfların, kırın ve kentin küçük-burjuva katmanlarının etkili olduğu yerlerde ise eşitlik,sosyal adalet ve sömürü ilişkilerinin tasfiyesi istemleriöne çıkmıştır.

Devrim-reform ilişkisi

Devlet bağımsızlığı kazanıldıktan sonra kurtuluşhareketlerinin yüzleştikleri esas sorun, toplumsal gelişmeyönünün ne olacağı idi. Kurulu düzen reformlar yoluylamı, yoksa emekçi sınıfların taleplerine uygun bir şekildedevrimci bir tarzda mı dönüştürülecekti? Bu programatikolarak iki zıt alternatifi işaret ediyordu. Ulusal kurtuluşhareketleri içinde yapılan bu tartışma yaşamsalnitelikteydi. “Bağımsız devlet” olarak nitelendirilenprogramatik amaca nasıl ulaşılacaktı? Sömürü vemülkiyet ilişkileri reforma mı tabi tutulacak, yoksadevrimci yolla mı aşılacaktı?

Reform çizgisi (bugün “barışın sağlanması”,“uzlaşma” olarak dillendiriliyor) varolan toplumsalyapıda kısmi değişimleri ifade eder. Buna karşın devrimise, toplumsal ilişkilerin radikal dönüşümünün, mevcutdüzenin aşılmasının, yani sosyal devrimle üretimilişkilerinin tasfiyesinin ifadesidir.

“Reform kavramı şüphesiz devrim kavramının tamkarşıtıdır” der Lenin. Ancak bu karşıtlığın mutlakolmadığına, her somut olayın değerlendirmesigerektiğine dikkat çeker. Zorlu toplumsal mücadelelersonucu elde edilen kazanımlar işçi ve emekçilerindurumunda bazı düzelmeler yaratır, ki bu da bukazanımları reform olarak nitelemeyi haklı kılar. Budurumda reformlar devrimci mücadelenin yan ürünleriolarak elde edilmişlerdir.

Fakat öte yandan, uzlaşmaz çelişkilere dayalı sınıflıtoplumlarda, iktidarı elinde tutan egemen güçler, kendisınıfsal amaçları doğrultusunda “reform” adı altında bazıtavizler verirler. Amaçları devrimci mücadelenin önününkesmek, zayıflatmak ya da bastırmaktır. Lenin’in

deyimiyle, devrimci sınıfların enerjisini ve gücünübölmek, bilincini karartmaktır.

Şu ya da bu biçimde gerçekleşen reformların kalıcıbiçimi, yasallaşmalarıdır. Bu kendini üç farklı kategoridegösterir. Birincisi, egemen sınıfların kendi çıkar veihtiyaçları doğrultusunda çıkardığı yasalardır. İkincisi,ekonomik gelişmenin (AB üyelik süreci gibi) hakimsınıflara dayattığı yasalardır. Üçüncüsü ise, baştan işçisınıfı olmak üzere emekçi sınıfların mücadeleleri sonucugerçekleşen yasal düzenlemelerdir.

Devrimci partiler için reformlar, işçi sınıfı veemekçilerin bilincinin devrimcileştirilmesi, devrimcimücadelenin geliştirilmesi açısından önem taşır. Burjuvareformistlerinin önerdiği reformlar ise düzenin bazısivriliklerinin törpülenmesinden öte bir şey ifade etmez.

Elbette, kurtuluş hedefi gözden kaçırılmaksızın,kurtuluş mücadelesi sürecinde geri çekilmeler, geçiciuzlaşmalar olacaktır. Fakat iktidara gelen kurtuluşörgütlerinin pratiği göstermiştir ki, bu hareketlerinönderliğini yapan burjuva ve küçük burjuva güçler,devlet bağımsızlığını kazandıktan sonra kısmireformların ötesine geçmemişlerdir. Ulusal kurtuluşunsosyal kurtuluştan koparılamayacağı, sosyal kurtuluşsağlanmadan ulusal kurtuluşun soyut birdemokratizasyondan öte gidemeyeceği, tarihseldeneyimle bir kez daha görülmüştür. Emekçi sınıfların,bağımsız ulusal devletin ekonomik-sosyal durumlarınıiyileştireceği beklentisi yerini büyük bir hayal kırıklığınabırakmıştır. Geride, kurtuluş getirmeyen iktidardakikurtuluş hareketleri kalmıştır.

Devrimci demokratizmin açmazı

Emekçi halkların tüm bu mücadeleleri bugüne zenginbir deneyim bırakmıştır. Bu bugünkü işçi hareketi içinönemli bir kazanımdır. Yeter ki bu mücadeledeneyimlerinden doğru sonuçlar çıkarılabilsin. Bunlarınbaşında, ‘60’lı, ‘70’li ve ‘80’li yıllara damgasını vuran,anti-sömürgeci ulusal kurtuluş hareketleri ile farklıkıtalarda gelişen ve bugün gelinen yerde kapitalistdüzenin reformlarının politik aktörlerine dönüşenhareketlerin yaşadığı evrimin dersleri gelmektedir.

Bu hareketlerde radikal devrimci söylem ve şiarlarile sosyal-reformizmi aşamayan ideolojik-politikplatform içiçedir. Bunun eklektik bir program olduğu ilkpolitik sınavda netleşmiştir. Bu hareketlerin devrimcidemokratizm programının, kapitalist sistem içinde birçözüm arayışının ötesine geçemeyeceği görülmüştür.Marksizm’in devrimci teorisi, bilimsel sosyalizm,herhangi bir kurtuluş ideolojisi gibi bu programlarda yeralmıştır. Devrim sorunu politik düzlemde radikal birdemokratikleşme ile özdeşleştirilmiştir. Kurtuluşhareketi içinde yer alan -ki bu ulusal kurtuluş içinkaçınılmazdır- farklı sınıf ve toplumsal katmanları birarada tutma, üzerinde uzlaşabilecekleri bir politikaizleme kaygısı ağır basmıştır. Bu kendini, bir ulus içindefarklı toplumsal-siyasal çıkarları yadsıma, nesnel olarakuzlaşması mümkün olmayan çelişkileri uzlaştırmaçabasıyla göstermiştir. Ağustos ayında 34 işçininkurşunlanarak katledilmesinin ardından, Güney Afrikadevlet başkanı Zuma’nın yaptığı açıklama bu açıdan

Page 24: Kızıl Bayrak 13-04

Dünya24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

açıklayıcıdır: “Kendimizi dışarıya karşı kendi içindekavgalı bir ulus olarak gösterme lüksümüz yoktur”diyor.

Devrimci demokratizmin sınırlarını aşmayan buprogramatik perspektif, kapitalist üretimin gelenekselyapıyı çözmesiyle oluşan sosyal katmanlaradayanıyordu. Kırın çözülen yoksulları ile kentin küçükburjuva katmanları bu hareketlerin toplumsal gövdesinioluşturdular. Bu sınıfları merkezine alan bir program vehareketin, kapitalist toplumu devrimci tarzdadönüştürmesi olanaksızdır. Birçok ülkenin sömürgeişletmelerinde, maden ocaklarında güçlü bir işçi sınıfıolmasına rağmen, bu hareketler işçi sınıfına ilgigöstermemişlerdir. Ki, işçi sınıfının aktif olarak yeraldığı bazı kurtuluş hareketleri daha etkili olmuş vemücadelede devrimcileşmişlerdir.

Bu deneyimler bir kez daha göstermiştir ki, işçisınıfının devrimci önderliği olmadan emekçi sınıflarınsosyal sorunlarını çözümeulaştırmak olanaklı değildir.Mevcut düzeni hedefleyen birprogramı günlük pratikpolitikaların temeli yapmayanhiçbir kurtuluş hareketinindevrimci kalma şansı yoktur.Tarihsel olarak ortaya çıkmışuzlaşmaz sınıf çelişki veçatışmalarının parlamentoüzerinden uzlaşmalarla,anayasal düzenlemelerleçözüleceğini ummak, yalnızcaküçük-burjuva hümanist birfantezidir. Kapitalist sistemihedeflemeyen, burjuvaziyekarşı doğrudan mücadeleyeyönelmeyen hiçbir hareket,ANC’nin yaptığı gibi kapalıkapılar ardında uzlaşmalarayönelerek bir sonuç elde edemeyecektir. LatinAmerika’nın eski gerilla hareketlerinin bugünkükonumu da, bu aynı gerçeğin başka bir örneğidir. Buradatemel sorun proletaryaya güvenmemek, onun devrimcienerjisine ve yaratacağı dönüşüme inanmamaktır.

Kapitalist düzeni hedeflemeyen hiçbir mücadelenin geleceği yoktur!

Bernstein ile bugünün sol liberal reformculuğuarasında incelikli bir fark olduğunu belirtmek gerekiyor.Bernstein reformculuğu, sosyal demokrasinin gücü veetkisi arttıkça, kapitalist toplumun aşırılıklarından vekötülüklerinden arındırılarak uygarlaşacağı hayaliniyayıyordu. Bugünün sol liberal reformculuğu ise,egemen sınıfın politik temsilcilerininvicdanlarına seslenerek, “aslında hepimiz aynışeyi istiyoruz!” hümanizmine sığınarak, iknayoluyla çözüm bulabileceğini hayal ediyor.

Yinelemekte fayda var. Devrimci çözümüesas almayan, kapitalist sistemin tasfiyesinihedeflemeyen her politik akım, kapitalistsistemi iyileştirme çabalarıyla oyalanmayamahkumdur.

Engels’in uyarısı bugün çok dahayakıcıdır: “... belli bir küçük-burjuvasosyalizmi, bizzat Sosyal-Demokrat Parti,ve hatta Reichstag grubu saflarında biletemsil edilmektedir. Bu şöyle yapılmaktadır:modern sosyalizmin temel görüşleri ve bütünüretim araçlarının toplumsal mülk halinedönüştürülmesi istemi haklı olarak kabul edilirken,bunun gerçekleşmesinin ancak uzak gelecekte, bütünpratik amaçlar için görünmeyecek kadar uzak birgelecekte mümkün olduğu ileri sürülmektedir.Dolayısıyla, günümüz için, ancak toplumsalyamamaya başvurulabilir, ve koşullar uyarınca,sözde ‘emekçi sınıfların kalkındırılması’ gibi en

gerici çabalara dahi sempati gösterilebilir.” (KonutSorunu, İkinci Baskıya Önsöz, 10 Ocak 1887)

Bu saptama ve uyarı bugün için de geçerlidir. ANC’nin bir bileşeni olan Güney Afrika Komünist

Partisi hala programatik olarak sosyalist toplumhedefinde ısrar ettiğini söylemekte ve yazılı metinlerinibuna kanıt göstermektedir. Ulusal demokratik birdönüşüm mücadelesi içinde olduğunu iddia etmektedir.Bu, birçok siyasi hareketin davranış tarzıdır. Politikadaoportünizm ve reformculuk tam da budur.

Marks ve Engels’in SPD yönetimine yazdıkları ünlü“Genelge Mektubu” hatırlatmak yararlı olacaktır.Oportünistlere göre, devrimci program terkedilmemelifakat ertelenmelidir; kapitalist sistemin yıkılması belirsizbir geleceğin sorunu olarak düşünülmeli ve günlüksiyasal mücadelede bunun yeri olmamalıdır! Marks veEngels, oportünistlerin programatik hedeflere,çocuklarına, hatta torunlarına bırakılması gereken bir

sorun olarak yaklaştıklarınıbelirterek, böyleleriylebirlikteyürüyemeyeceklerininaltını çizerler.

Tüm bunlardançıkarılması gereken enönemli sonuç; proleter birdevrim gerçekleşmeksizin,işçi sınıfı ve emekçilerinekonomik ve sosyalsorunlarının gerçekanlamdaçözülmeyeceğidir.Kapitalist sistem içindeişçi sınıfı ve emekçilerinmücadeleleri sonucukazanılan ekonomik vesosyal haklar dahi ancakmücadelenin devrimci bir

çizgide derinleştirilmesi sayesinde korunabilir. Öteyandan, halklar arasında gerçek anlamda kardeşlikilişkilerinin kurulması da, burjuvazinin üretim araçlarıüzerindeki mülkiyetinin son bulmasıyla olanaklıdır.Dolayısıyla, ancak burjuva sınıf egemenliğinihedefleyen bir devrimci mücadele içinde halklararasında gerçek bir kardeşlik kurulabilecek, böyle birmücadele onların birleşmesini sağlayabilecektir.

Sonuç olarak, temel önem taşıyan şu noktayı bir kezdaha vurgulamak istiyoruz. Anayasal düzenlemeler,burjuvazinin özel mülkiyet düzenine dokunmayan,sadece onun korunmasını amaçlayan düzenlemelerolmaktan öteye gidemez. Hiçbir anayasal düzenlemeezilen sınıfların ve ulusların sorunlarına çözümüretemez. Bütün bir tarihsel deneyim, işçi sınıfınınsunabileceği “devrimci çözüm”ün dışında bir çözümyolunun olmadığını göstermektedir.

Aulnay grevidevam ediyor

Peugeot Citroen-PSA otomobil tekelinin Parisyakınlarındaki Aunlay fabrikasının 2014 yılındakapatılmasına karşı 16 Ocak Çarşamba günübaşlayan grev devam ediyor. CGT sendikasınıninternet sitesinde yayınladıkları raporla talep veamaçlarını duyuran işçiler, ‘’kaybedecekbirşeyimiz yok’’ diyorlar.

Paris’in yakınındaki St Ouen’de bulunan PSAişletmesine, Aunlay’ın grevci işçileri toplu birziyaret gerçekleştirdiler. Aunlay işletmesinden,CGT sendikasının organize ettiği otobüslerle gelengrevci işçiler, St Ouen işletmesi önünde, ‘’Bugünbize yarın size!’’ sloganları eşliğinde dayanışmagrevi çağrısı yaptılar. St Ouen işçileri de, grevciarkadaşlarına destek verdiler.

Aulnay işçilerinin grevi ülkede ve uluslararasıalanda sesini duyurarak, sempati ve dayanışmahareketini geliştiriyor. GM’un Sao Jose dosCampos/Brezilya işletmelerinde, Almanya’dakibirçok otomotiv işletmelerinden de dayanışmamesajları Aunlay işçilerine iletiliyor.

Kolombiya, İspanya, ABD, Almanya, Arjantin,İtalya ve Fransa’da 23 Ocak Çarşamba günümücadeleci sendikaların ilan ettiği “UluslararasıMücadele Günü’nde” Aunlay işçileriyledayanışma etkinlikleri yapılacak.

Afrikalı madencilergreve çıktılar

İngiliz Amerikan Platin Madencilik Şirketi(Amplats), Güney Afrika’nın Rustenbergbölgesindeki dört madeni kapatacağını ve bununsonucunda 14 bin madencinin işten atılacaklarınıduyurmuştu. Kapitalist işletmenin işçi düşmanıplanına karşı harekete geçen G. Afrikalımadenciler, kapitalistlerin saldırısına karşı sessizkalmayacaklarını greve çıkarak gösterdiler.Madenciler Salı akşamı kendi insiyatifleriyle greveçıktılar. Çarşamba sabah vardiyası da işbaşıyapmayarak greve katıldı.

Öte yandan, halklar arasındagerçek anlamda kardeşlikilişkilerinin kurulması da,burjuvazinin üretim araçlarıüzerindeki mülkiyetinin sonbulmasıyla olanaklıdır. Dolayısıyla,ancak burjuva sınıf egemenliğinihedefleyen bir devrimci mücadeleiçinde halklar arasında gerçek birkardeşlik kurulabilecek, böyle birmücadele onların birleşmesinisağlayabilecektir.

Page 25: Kızıl Bayrak 13-04

Dünya Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013..

İsrail’de 22 Ocak’ta gerçekleşen genelseçimlerin sonuçları belli oldu. Açıklanan sonuçlaragöre işbaşındaki koalisyon hükümetinin ana partileriolan sağcı Likud ile faşist İsrail Evimiz hezimeteuğradılar. Seçimde ittifak kuran bu iki partinintoplam milletvekili sayısı 41’den 31’e düştü.

Muhalefetteki “sol siyonist” İşçi partisi 15milletvekili kazanırken, seçim propagandasındaFilistin Yönetimi ile görüşmeyi, dinci Yahudilerinaskerlik yapmalarını savunan, yanısıra ekonomik vesosyal sorunlara dikkat çeken Yeş Atid (Gelecek Var)partisi ise, 19 milletvekili kazanarak ikinci partioldu. Siyonist siyaset sahnesinin “merkez”indeduracağı sinyalini veren “ılımlı” yeni aktör YeşAtid’in çıkışı, seçimlerin “sürprizi” oldu.

Sağın sağı diye tanımlanan dinci-faşist partilerinoylarında nispi bir artış görülürken, “siyonistmerkez”in önemli partilerinden sayılan Kadima,%2’lik barajı aşamadığı için siyaset sahnesinindışına atıldı.

Bu defa “sosyalist” Meretz de oy sayısını ikiyekatlayarak 6 milletvekili kazandı. İki liste ileseçimlere katılan 48 Filistinlileri’nin ise toplam 12milletvekili kazandılar.

İsrail genelinde seçimlere katılım oranı %55.5sınırlarında kalırken, 48 Filistinlileri diye anılanİsrail vatandaşı Arapların katılımı %50’nin altındaoldu. Arap Birliği’nin aksi yöndeki çağrısınarağmen, Filistinli örgütlerin bir kısmının seçimleriboykot etmesi, Arap seçmenlerin katılımının düşükolmasında önemli bir rol oynadı.

120 sandalyeli İsrail meclisine (Knesset) girmeyehazırlanan milletvekillerinin 68’i sağcı, faşist veyaırkçı-dinci partilere mensup. Sahneye yeni çıkan YeşAtid’in “ılımlı” siyonist, İşçi Partisi’nin ise “sol”siyonist olduğu dikkate alındığında, ırkçı-siyonistideolojinin İsrail toplumunu nasıl da sersemlettiği,bu tablodan açıkça görülüyor.

Netanyahu-Liberman hükümetibaşarısız

Seçim sonuçlarınıdeğerlendiren sağ/sol siyonist

İsrail basını, birinci olsa da, Netanyahu-Libermanhükümetinin seçimlerde hezimete uğradığını özelolarak vurguladı. Netanyahu’nun ekonomik, siyasi,askeri ve sosyal alanlarda başarısız bir başbakanolduğunu dile getiren İsrail basını, seçimsonuçlarının da bunu teyit ettiğini öne çıkaranmanşetlere yer verdi.

Yolsuzluk bataklığına saplanan Netanyahu-Liberman ikilisi, Gazze Şeridi’ne vahşi bir saldırıgerçekleştirerek seçim startını vermeye heves ettiler.Ancak Filistinli direnişçilerin ilk defa Tel Aviv veKudüs kentlerini, kendi imal ettikleri füzelerlevurmayı başarması, sağcı/aşırı sağcı koalisyonhükümetini geri adım atmaya zorladı. Girişimleri terstepmesine rağmen Netanyahu-Liberman ikilisi, İsrailtoplumunun karşısına çıkıp pişkince oy istediler.Şimdi ise, yaşadıkları fiyaskoya rağmen, yenihükümeti kurmaya hazırlanıyorlar.

Filistinlilerin parçalı haliSiyonistlerin elini rahatlatıyor

Yamalı bohçaya benzeyen siyonist siyasetsahnesindeki partilerin çoğu, İsraillilerin önünesomut bir program koyamadan seçimlere gittiler.Partilerin çoğu yasadışı Yahudi yerleşimleri kurmavaatlerine, İran’a dönük tehditler savurmayı ve“Yahudilerin güvenliği” söylemini öne çıkardılar. YeşAtid partisinin “yeni siyasetçi” gazeteci şefi ise,ekonomik ve sosyal sorunlara değindi.

İsrail siyaset sahnesinin esas aktörleri, seçimsürecinde Filistin sorununa pek değinme ihtiyacıduymadılar. Oysa İsrail toplumunun yaşadığı sosyalsorunlar ve “güvenlik travması”nın temel nedeniSiyonistlerin toprak işgali ve katliamlarına karşıFilistin halkının devam eden direnişidir.

Hal böyleyken, Siyonist partiler, Filistinsorununu es geçme rahatlığını, Hamas-El Fetih

arasındaki çatışmalar ve bununsonucu olarak Batı Şeria ile

Gazze’nin birbirinden koparılmasısayesinde

gösterebildiler.

Yanısıra, Filistinli örgütlerin birleşik bir direnişörme konusunda başarısız olmaları, bazılarının isedirenişten çok tüketici diplomatik yollara girmekteısrar etmesi, İsrail’in işini kolaylaştıran bir diğerönemli etmendir.

Yeni hükümet de ırkçı-siyonistpolitika izleyecek

Görünen o ki, elleri Filistinli çocukların kanınabulanmış ve yolsuzluk bataklığına saplanmışNetanyahu-Liberman ikilisi, yakında hükümet kurmaçalışmalarına başlayacak. Ya Yeş Atid ve İşçi Partisiile ya da dinci faşist küçük partilerle bir koalisyonhükümeti kuracaklar.

Netanyahu ya “sol siyonist” partilerle anlaşacakya da çok sayıda faşist/dinci partiyle, yamalı bohçamisali bir koalisyon hükümetine razı olacak.Netanyahu kiminle anlaşırsa anlaşsın, kuracağıhükümetin ırkçı-siyonist bir politika izleyeceğindenşüphe edilemez. Zira aralarındaki ton farklarınarağmen, İsrail siyaset sahnesindeki partilerin tümüırkçı-siyonist çizgide buluşuyorlar. Dolayısıyla,Filistin halkına karşı izlenecek politikalar konusundaaralarında öze dair bir fark olmayacaktır.

Bu partilerin Filistin halkına karşı ortak paydadabuluşmaları, aralarında çelişki olmadığı anlamınagelmiyor. Tersine, İsrail’in iç politikasıyla ilgiliçatışmalar yaşamaları kaçınılmazdır. Ekonomikkrizin etkisi altındaki İsrail’de geçen aylarda yaşanankitlesel grev ve eylemler, bu ülkede de sosyalsorunlardan kaynaklı çatışmaların önümüzdekidönemde devam edeceğine işaret ediyor. Bu daİsrail’in daha ağır ekonomik, sosyal, siyasalsorunlarla karşı karşıya kalmasını kaçınılmazkılacak.

Filistin halkı için tek çıkar yolbirleşik direniştir!

Filistinliler İsrail’deki seçimleri yakındanizleseler de, kurulacak hükümetten bir beklentileriolmadığını vurguluyorlar. Yapılan açıklamalar hemFilistinli örgüt veya partilerin temsilcilerinin hemgazeteci, yazar ve düşünürlerin bu konuda mutabıkolduğuna işaret ediyor.

Hükümeti ister Netanyahu kursun ister birbaşkası, koalisyon ister “sağ-sol,” ister “sağ-faşist/dinci” partiler arasında olsun, Filistin halkınınyakıcı sorunları yerli yerinde kalacak, hatta daha daağırlaşacak. Bu da, Filistin halkının önünde, birleşikdirenişi temel mücadele yöntemi olarak yükseltmekdışında bir seçenek bırakmıyor.

Elbette Filistin halkı da bunun farkındadır.Filistinli örgütlerin temsilcilerinin tümü de bugerçeği dile getiriyorlar. Buna karşın temel sorun,halen Filistin’de en güçlü örgütler olan Hamas-ElFetih ikilisinin, fiilen birleşik direnişin önünde birengel oluşturmalarıdır. Filistin halkının esas çıkış

yolu birleşik direnişse, birleşik direnişi örgütlemekde, halkı birleştirebilecek devrimci bir önderliklemümkün olabilir ancak.

İsrail seçimleri...

Irkçı siyonizmin egemen olduğuparçalı siyaset sahnesi

Page 26: Kızıl Bayrak 13-04

Gençlik26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Üniversiteler bir yarıyılı daha geride bırakıyor.Dinci gerici parti AKP’nin harçların kaldırılmasıüzerinden yaratmaya çalıştığı parasız eğitimyanılgılarıyla açılan üniversiteler, ilk dönemini YÖKyasasında yapılması öngörülen değişikliklerintartışmaları eşliğinde kapsamlı bir saldırı paketi ilekapatıyor.

Aynı dönem, dünyada ve Türkiye’de önemli siyasalgelişmelere de sahne oluyor. Avrupa’da giderekderinleşen kapitalist kriz ve sosyal yıkım saldırılarına,Ortadoğu’ya yönelik emperyalist savaş vesaldırganlığa, Kürt halkı üzerindeki baskı veasimilasyonun sürdürülmesine işçi sınıfı ve emekçihalkların meydanlarda yankılanan sesleri eşlik ediyor.Avrupa’da işçi ve emekçiler grevlerle hayatıdurduruyor. Ortadoğu’da emekçi halklar diktatörlüklerekarşı savaşımını sürdürüyor. Kürt halkı da tümsaldırılara karşı dilini ve kimliğini korumaya devamediyor.

Emperyalist-kapitalist sistemin bu çok yönlüsaldırıları, devrimci gençlik hareketinin de doğalgündemleri oluyor.

Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nageçit vermeyelim!

Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nın yakın zamanda meclisesunulması bekleniyor. Üniversiteleri işletme, eğitimimeta, öğrencileri müşteri, emekçileri köle yapmayıamaçlayan tasarı, güçlü bir karşı koyuş örgütlenemediğitaktirde meclisin onayından geçecek ve bu saldırı dayasal bir kılıf kazanacak.

Bilindiği gibi, yeni yasayla birlikte üniversitelersermayenin talanına açılacak. Yönetimde doğrudan yeralacak olan kapitalistler eliyle üniversiteler tümüyleticarethaneye çevrilecek. Bunun doğal bir parçasıolarak da öğrenciler müşteri, üniversitelerdeki eğitimemekçileri de ücretli birer köle olacaklar. “Avrupastandartlarına uyum” makyajı ile hayata geçirilecekyeni düzenleme, gerçekte sermayenin bugünküihtiyaçlarını karşılamak, bilimi kapitalist üretimin birparçası haline çevirmek için gündeme getiriliyor. Busayede, bugün AR-GE’ler ve teknokentler üzerindenhayata geçirilen “bilimin metalaştırılması” süreci,yükseköğrenimin her alanında egemen kılınmış olacak.

Üniversite bileşenleri ve özel olarak da gençlikkitleleri, bu saldırıyı püskürtebilme sorumluluğu vezorunluluğu ile yüze yüze bulunuyor. Zira sözkonusuolan bilimin ve kapitalist üretimin yollarının sıradan birkesişmesi değil, üniversitelerin tüm bileşenlerinin bukesişmeye tabi olarak yeniden tanımlanmasıdır. Eğitimemekçileri için kölece çalışma ve güvencesizlik,öğrenciler için müşterileşme ve geleceksizlik...

Saldırıyı püskürtebilmenin yolu ise açık ki birleşik,kitlesel ve militan bir süreç yaratmaktan, genişkitlelerin saldırı karşısında alanlara çıkmasınısağlayabilmekten geçiyor. Yeni YÖK Yasa Tasarısı,ancak böyle bir mücadelenin sonucu olarak sokaktayırtılabilir.

NATO’ya ve emperyalistleregeçit vermeyelim!

Bugün bir başka önemli gündem ise emperyalistsavaş ve saldırganlıktır. Bugün için Suriye üzerindentartışılsa da, emperyalist savaş ve saldırganlıkOrtadoğu’yu kapsayan bir tehdittir. Dün Irak’ta,Lübnan’da, Libya’da emekçi halkları kırımdan geçirenemperyalistler, bugün Suriye halklarını namlununucuna koymuş bulunuyorlar. Yarın ise bu İran ve diğerOrtadoğu ülkeleri ile devam edecek.

Bu savaş ve saldırganlıkta Türk sermaye devletininde çok özel bir rolü var. Gelinen yerde Türk sermayedevleti emperyalizme aktif taşeronlukta tüm sınırlarınıaşmış, emperyalizm adına doğrudan vurucu güç rolünesoyunmuştur. Dahası, Anadolu toprakları NATOkarargahına çevrilmiş, NATO için bir komuta merkezive saldırı üssü haline getirilmiştir.

Türk devletinin bu uşakça tutumu Ortadoğuülkelerinin emekçi halkları için olduğu kadarTürkiye’de yaşayan emekçiler için de yıkım demektir.Dışarda “sefere giden” Türk sermaye devleti, içerde deişçi ve emekçileri faşist baskı ve terörle ezmeyeçalışmaktadır. Daha da önemlisi, emperyalist savaşhazırlıklarına milyonlarca lira harcarken emekçilereaçlık ve sefaleti reva görmekte, insanca yaşamkoşullarından her geçen gün biraz dahauzaklaştırmaktadır.

Gençlik de bu açıdan emekçilerle aynı kaderipaylaşmaktadır. Eğitime gerekli bütçe ayırmayandevlet, bu bahane ile eğitimin tüm kademelerini paralıhale getirmekte, fakat sözkonusu emperyalist savaşolunca milyonlarca liraya mal olan Patriotları kurmayı“ihmal etmemektedir.”

Gençlik, Ortadoğu’da kardeş halklara dönükemperyalist savaş ve saldırganlığa, Türk devletinin busaldırganlıktaki uğursuz rolüne, emekçiler ve gençleriçin getirdiği yıkıma sessiz kalmayacaktır. Kavgabayrağını ‘68 yılında Dolmabahçe’de yükseltilen anti-emperyalist mücadeleden devralan devrimci gençlikhareketi, emperyalist savaş ve saldırganlığa karşımücadeleyi yükseltecek, emperyalizme ve onun savaş,saldırı ve iç savaş örgütü NATO’ya geçitvermeyecektir.

Kürt halkına yönelik baskı ve asimilasyonageçit vermeyelim!

Türk sermaye devletinin Kürt halkı üzerindeki baskıve asimilasyon saldırıları sürüyor. Kürt halkının ulusalvarlığını tanımayan sermaye devleti, askeri ve siyasalalanda yükselttiği saldırganlıkla Kürt halkınıntaleplerini bastırmaya, bir bütün olarak ulusal varlığınıyok saymaya çalışıyor. Hemen her gün savaşuçaklarıyla gerilla alanlarını bombardımana tutarken,Kürdistan ve Türkiye’nin birçok yerinde en meşrutalepleri için sokaklara dökülen Kürt emekçilerini de

azgın polis terörü ile karşılıyor. Öte yandan, sondönemde Kürt halkının dayattığı anadilde savunma veanadilde eğitim taleplerinin yeni yasal düzenlemelerlekarşılanacağı yönünde yanılsama yaratmaya çalışarakmücadeleyi bastırmaya çalışıyor.

Biliniyor ki, Kürt sorunu birkaç demokratik talebinkarşılanması ile çözülebilecek bir sorun değildir.Tarihsel ve toplumsal açıdan köklü bir yanı bulunan busorunun gerçek ve kalıcı çözümünün burjuva sınıfiktidarı altında sağlanamayacağı her yeni örneklekendisini bir kez daha göstermektedir. Zira düzen Kürthalkının taleplerini masaya her yatırdığında bunu birkez daha saldırı aracına çevirmektedir.

Yine de Kürt halkının haklı ve meşru demokratiktaleplerini sahiplenmek, bunların masa başında değil,ancak dişe diş bir mücadele ile kazanılabileceğini tekrartekrar dile getirmek gerekmektedir.

Bunun üniversiteler cephesindeki en somut başlığıise anadilde eğitim olmaktadır. Devrimci gençlikhareketi, Kürt halkının bu en meşru talebinisahiplenmeli, mücadeleye üniversite kampüslerindendoğru destek sunmalıdır.

ODTÜ direnişinin ruhunu kuşanalım!

Yakın zaman önce ODTÜ’de yaşananlar, sayılantüm bu saldırılara karşı izlenmesi gereken yolugöstermektedir. ODTÜ öğrencileri, savaş kışkırtıcısıAKP şefini üniversitelerinde istemediklerinihaykırmıştır. Emperyalist savaş ve saldırganlığa, faşistbaskı ve teröre karşı tepkisini militan bir eylemle ortayakoymuştur. Azgın polis saldırısı karşısında saatlercedirenmiştir.

ODTÜ’deki çatışmayı takip eden günlerdeODTÜ’lülere yönelik olarak hayata geçirilen saldırılar,bir dizi üniversitenin öğrencileri ve emekçileritarafından tepkiye konu olmuş, direnişin sahiplenildiği,her geçen gün yeniden vurgulanmıştır.

Bu durum, yeni dönem için de ışık tutmaktadır.Birleşik ve militan bir çıkışın gençlik hareketindeyaratacağı etki, bu etkinin ülke gündeminde tutacağıyer bir kez daha somut bir örnekle anlaşılmıştır.

Yeni dönemde devrim bayrağını yükseltelim!

Böylesi yoğun ve kapsamlı gündemlerle karşıkarşıya bulunan gençlik hareketi, yeni dönemi bunauygun bir hazırlık ile karşılamak zorundadır. Bahargünlerinin kavgayı iyice ısıtacağı yeni dönemdesermayenin karşısına militan ve kitlesel eylemlerleçıkabilmek, dönemin kazanılması için temel bir yerdedurmaktadır.

Son olarak, tüm bunlar döne döne devrim sorununugündeme getirmektedir. Gençlik kitleleri devrimmücadelesini yükselttikleri ölçüde saldırıları püskürtmegücü ve yeteneğine kavuşabilir. Yine, ancak bu sayedekavgayla elde edeceği kazanımlarını koruyabilir vegüvence altına alabilir.

Üniversitelerin ilk döneminin kapanacağı şudönemde gençlik yeni dönem hazırlıklarına şimdidenbaşlamalı, “bunalımlar ve savaşlar döneminin” yenidevrimlere gebe olduğu bilinciyle devrimehazırlanmalıdır.

(Ekim Gençliği’nin Ocak 2013 tarihli142. sayısından alınmıştır...)

ODTÜ’nün coşkusuylagençliğin devrimci kavgasını büyütelim!

Page 27: Kızıl Bayrak 13-04

Sınıf devrimcileri olarak siyasal mücadelenin vetoplumsal devrimin temel gündemlerinden birisi olankadın sorununa dair devrimci bir bakışa, sorununtarihsel-toplumsal kökeni ve günümüz burjuvatoplumundaki mahiyeti üzerinden bir açıklığa sahibiz.Dahası 25 yıl içerisinde kadın sorununa ilişkin önemlibir teorik-ideolojik birikim yaratmış bulunuyoruz.

Bunun kendisini elbette en başta sahip olduğumuzmarksist dünya görüşüne borçluyuz. Bu, biz sınıfdevrimcileri açısından büyük bir avantaj ve üstük alanı.Fakat diğer bir dizi alanda olduğu gibi kadın sorunuüzerinden ortaya konulmuş bu birikimi saflarımızayeterince mal edebildiğimizi söyleyemeyiz. Bu sorunTKİP II. Kongresi’nde tam da şöyle tanımlanıyor:

“Gelinen yerde kadın sorununun genel teorik-politikçerçevesine ilişkin belli bir açıklığı vardır partinin. Buaçıklık saflarımızdaki kadro ve militanlara ne denli maledilebildi, sorunun özü ve esasları teorik ve politikyönleriyle ne denli kavranabildi, bu ayrı bir sorun.Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da saflarımızdasorunun kavranışı planında ciddi yetersizliklerolduğundan kuşku duymamak gerekir.” (TKİP II.Kongresi Değerlendirmeleri, Kadın sorunu ve emekçikadın çalışması / www.tkip.org)

İçerisinden geçmekte olduğumuz faaliyet dönemini,özellikle Devrimci Kadın Kurultayı ve 8 Martgündemini bu sorun alanına etkili bir müdahale zeminiolarak ele almak, komünist hareketin 25 yıl içerisinde bualanda yarattığı birikimi öncelikle saflarımıza mal etmekönemli bir yerde duruyor. Zira 10 Şubat’tagerçekleştireceğimiz Devrimci Kadın Kurultayı’nıngüçlü bir şekilde hayata geçmesi, dahası kadın sorununutarihsel ve sınıfsal temelinden koparan, onu burjuvatoplum sınırlarında kadın-erkek eşitliği sorununaindirgeyen ve genel bir demokrasi sorunu olaraktanımlayan liberal-reformist ve feminist yaklaşımlarakarşı bir mücadele platformu olabilmesi tam da bunabağlıdır.

Genel çerçevesiyle kadın sorunu

Kadın sorunu her şeyden önce “tarihsel kökleri” olan“toplumsal”, dolayısıyla sınıfsal bir sorundur. Sorununbu eksende ele alınması, yani tarihsel ve toplumsalbütünlüğü içerisinde kavranması, kadın sorunununçözümüne dair devrimci bir yaklaşım oluşturabilmeninde önkoşuludur. Aşağıdaki görece uzun sayılabilecekalıntı, konuyu başkaca bir söz söylemeyi gereksizkılacak bir açıklıkta ortaya koymaktadır:

“Kadın sorunu toplumsal bir sorundur; bu onunmevcut toplum ilişkilerinin ürünü olan, bu ilişkilerinbütününden kaynaklanan bir sorun olduğu anlamınagelir. Günümüzün burjuva toplumunda bir insanilişkileri sistemi var ve bu somut anlamını kapitalistüretim ilişkilerinde bulmaktadır. Belli bir iktisadiilişkiler bütününe, bunun ifadesi bir mülkiyet düzeninedayanan ve bu temel üzerinde kendine uygun düşenüstyapısal ilişkiler ve kurumlaşmalarla tamamlanan birsınıf egemenliği sistemi bu. Kadın sorunu temelde builişkiler sisteminin bütünü içinde anlamını bulur,bunların oluşturduğu bütünsel toplumsal yapıdankaynaklanır...

“Öte yandan bu sorun tarihsel bir sorundur; bu

onun tarihsel evrim içinde, belli toplumsal koşullarçerçevesinde, belli üretim ilişkilerinin ürünü olarakortaya çıktığını anlatır; ve elbette, köklü toplumsaldeğişim ve dönüşümlerin sonucu olarak ortaya çıkacakyeni koşullar ve ilişkiler içinde de zamanla ortadankalkacağı anlamına gelir.” (Günümüzün burjuvatoplumunda genel boyutlarıyla kadın sorunu / H.Fırat)

Buradaki yaklaşım kadın sorununun sınıflarmücadelesinde temel bir alan olduğunu ortayakoymaktadır. TKİP Programı’nda, kadının kurtuluşunadair ortaya konulan perspektif tam da bu nedenle“Türkiye devrimi” bölümünün “toplumsal sorunlar”başlığı altında yer almıştır. Zira belirli bir toplumsal-sınıfsal koşullarda ortaya çıkmış bir sorunun çözümüancak verili toplumsal koşulların ortadankaldırılmasıyla, yani bir toplumsal devrimle mümkünolabilir.

Saflarımızda kadın sorununun tarihsel ve toplumsaltemelleriyle kavranması bu nedenle fazlasıyla önemlidir.

Kadın sorununun “demokratik” mahiyeti

Bütünlüğü içerisinde ele alındığında, ortayaçıkışından günümüze sınıfsal bir karakter taşıyan kadınsorunu, kendi başına bir “demokrasi sorunu” olaraktanımlanamaz.

Kadın sorununun demokratik mahiyeti esasta “hakeşitliği” sorunudur. TKİP Programı’nın “Acildemokratik ve sosyal istemler” bölümünde yer alan“Toplumsal hayatın tüm alanlarında kadın-erkek eşitliği”talebi tam da emekçi kadının günümüz burjuvatoplumunda uğruna mücadele etmesi gerekendemokratik bir istemi tanımlamaktadır. Yine emeğinkorunması çerçevesinde gündeme getirilebilecek bir dizitalep, emekçi kadının mücadeleye kazanılmasındaönemli bir yerde durmaktadır.

Elbette sınıf devrimcileri olarak, emekçi kadınındemokratik istemleri uğruna, bir başka ifadeyle yaşamınher alanında “hak eşitliği” uğruna verilmesi gerekenmücadeleyi fazlasıyla önemsemeliyiz. Pratik olarakbunun gereklerini yerine getirmek için gereken emeğiortaya koymaktan asla geri durmamalıyız. Kaldı ki bunuparti programı üzerinden bir görev olarak tanımlamışbulunuyoruz.

Buradaki sorun, genel olarak demokrasi sorunundaolduğu gibi, bu taleplerin nasıl, ne temelde ele alındığıile ilgilidir. Emekçi kadınların demokratik istemleriuğruna vereceği mücadeleyi sosyalizm mücadelesine,yani kadının gerçek anlamda eşitliğe ve özgürlüğekavuşacağı toplumsal düzene bağlamak ile varolantarihsel-toplumsal koşullardan kaynaklanan bu aynısorunları, toplumsal düzenin temellerine dokunmadankendi içerisinde “demokrasi mücadelesine” bağlamak,reformizm ile devrim arasındaki en temel ayrımnoktasını oluşturmaktadır.

Bu yaklaşım kendisini kadın çalışması üzerinden deortaya koymaktadır. Kadın sorununu tarihsel ve sınıfsaltemelinden kopararak kendi başına “demokrasi sorunu”olarak gören ve çözümünü de burada arayan küçük-burjuva devrimci anlayışla ile reformist-feministçevreler, kadın çalışmasını da bütünüyle bu temeleoturtmaktadırlar. Sorunu kadın-erkek arası “hak

eşitliği”ne indirgeyen bu yaklaşım, TKİP II.Kongresi’nde şu şekilde değerlendirilmiştir;

“Türkiye’nin kendini marksist sanan küçük-burjuvademokrat grupları, kadın çalışması denilince farklı sınıfve tabakalardan genel kadın kitlesine hitap edendemokratik bir çalışma anlarlar genellikle.” (TKİP II.Kongresi Değerlendirmeleri/ Kadın sorunu ve emekçikadın çalışması / www.tkip.org )

Emekçi kadının maruz kaldığı sınıfsal ve cinseleşitsizlik gerçek anlamda ve kalıcı olarak sosyalizmleortadan kaldırılabilir. Tüm demokratik hak veözgürlükler de yine sosyalist toplumda gerçek anlamdagüvence altına alınabilir. Fakat bunun kendisi emekçikadının demokratik istemleri uğruna vereceğimücadeleyi küçümsemek, yok saymak anlamınagelmemektedir. Tersine emekçi kadının demokratik hakve özgürlükleri için vereceği mücadele onun bilinç veörgütlenme düzeyini yükseltecek, sorunun gerçekkaynağını görmesini kolaylaştırarak sosyalist bilincingelişmesine hizmet edecektir.

“Kadınlar, erkek cinsi ile hukuksal olarak eşitliğisağladıkları ölçüde, kendi ezilmişliklerinin hakyoksunluğundan değil, bizzat kapitalizmin ekonomikkarakterinden kaynaklandığını görürler ve doğrudan,açık bir biçimde sermaye düzenine karşı savaşımayönelmelerinin imkanları genişlemiş olur.” (EKİM I.Genel Konferansı/Değerlendirme ve Kararlar, EksenYayıncılık, s. 237-242)

Kadın Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

“Devrimci Kadın Kurultayı”na yürürken...

Kadın sorunu üzerine

Page 28: Kızıl Bayrak 13-04

Kadın28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Erdoğan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözleriylebaşlayan kürtaj hakkına yönelik saldırıya, SağlıkBakanlığı’nın hazırladığı Üreme Sağlığı ve Çocukİstismarı Yasa Tasarısı ile yasal bir zeminkazandırılmak isteniyor.

Erdoğan’ın açıklamalarıyla başlayan ve AKPkurmaylarının kadını aşağılayan demeçleriyle süren,adeta kürtaj karşıtı bir kampanya olarak işleyen busüreçte öyle bir toplumsal atmosfer yaratıldı ki kürtajyapan da yaptıran da daha şimdiden suçlu muamelesigördü, aşağılandı. Erdoğan’ın “her kürtaj birUludere’dir” dediği yerde hekimler mahalle baskısınedeniyle kürtaj yapmaktan imtina edebildi. Bu sınırlızaman dilimi içerisinde dahi sağlıksız koşullarda kürtajyaptırmak zorunda kalan kadınlar arasında sağlıkproblemi yaşayanlar oldu.

Tasarı kürtaj için başvuran kadınlar üzerindepsikolojik baskı kurmayı, dahası kürtajı ulaşılamaz birhak haline getirmeyi amaçlıyor. Bu düzenleme ileyürürlükteki yasada var olan kürtaj için kocanın yazılıizni yeterli görülmeyerek, kadın “ikna” sürecindekocayla birlikte hareket etmeye zorlanıyor. Tasarıdayer alan bazı başlıklar şunlar:

- Yasadışı kürtaj yapan hekimlere verilecek cezalar8 yıla çıkartılarak ikiye katlanıyor.

- Yasal kürtaj süresi geçtikten sonra bebeği kendidüşüren kadınlara verilen bir yıllık hapis cezası 2 yılaçıkarılıyor.

- Gebelikte 10 haftalık süresi geçen kadına kürtajyapan hekim, kadının ölmesine neden olursa en az 20yıl hapis cezası yatacak.

- İsteğe bağlı kürtaj için 10 haftalık sürekorunurken, bunun tam teşekküllü devlethastanelerinde yapılması şartı geliyor.

- Kürtaj için başvuran kadın için tekrardüşünmesini sağlamak üzere ikna odaları kurulacak.Psikolojik baskı yöntemi olarak ceninin kalp atışınındinletilmesi gibi yöntemler denenecek.

- Kürtaja karşı olan hekim ‘ret’ hakkına sahipolacak ve hastasını başka meslektaşına yönlendirecek(özellik sınırlı sayıda doktor bulunan küçük illerdekürtaj bir seçenek olmaktan çıkacak).

- Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 99. maddesinde

yer alan ve kadının mağduru olduğu bir suç sonucugebe kalınması halinde, 20. haftaya kadar kürtajimkanı tanıyan düzenleme süre yönüyle korundu.Ancak yasa metnindeki ‘kadının mağduru olduğu birsuç’ ifadesi değiştirilerek yerine, ‘ensest ve tecavüzsonucu mağdur olan bir kadın’ ifadesi getirildi.

Sağlıkta ticarileşme ile kadın düşmanıpolitikalar kol kola

Kürtajın bir doğum kontrolü yöntemi olarakkullanıldığı yargısı kürtajı sınırlamak için iktidartarafından dayanak olarak sunuluyor. Fakat AKPdöneminde hayata geçen sağlıkta dönüşüm programıile kadınların ve ailelerin nitelikli bir hizmettenmahrum bırakılmaları bile AKP’nin bu yalanasığınarak icraatlarını gerçekleştirmeye çalıştığınıgösteriyor. Çünkü sağlıkta dönüşümle birlikte sağlığınticarileştirilmesi ve ancak parası olanın bu hizmettenfaydalanabilmesi kadın düşmanı politikalarınuygulanmasını kolaylaştırdı. Kadınların gereklidestekleri alabilecekleri sağlık ocağı vb. sağlıkmerkezleri kapatılırken, bu alanlarda eğitim görmüşsağlık personelleri de bu alanlardan çekildi. Ayrıcageçmişte Sağlık Bakanlığı tarafından doğum kontrolaraçlarının ücretsiz olarak sunulması, aile hekimliğisistemi ile uygulamadan kaldırıldı. Yani kadınların

gebelik konusunda eğitim ve destek alabilecekleri tümalanlar devlet tarafından yük olarak görülerek tasfiyeedildi. Bunlardan sonra “kürtaj cinayettir” demek enhafif tabiri ile ikiyüzlülüktür!

Bu saldırılar kadın kimliğine veemeğe yönelik

AKP döneminde kadın kimliğine yönelik saldırılarpeş peşe geldi. Kadınlara üç çocuk yapmayı buyuranErdoğan, 4+4+4 ile kadını eğitim hayatından dıştaladı,evlilik yaşını düşürdü, kürtaj hakkına saldırdı vb.Birbirinden bağımsız gibi duran bu dayatmalar dincigericiliğin kadın üzerindeki tahakkümünü koyulaştıranama aynı zamanda sermayenin ihtiyaçlarını sağlamayayönelik uygulamalardır.

TÜİK’in açıklamasına göre 2010-2015 dönemitahminlerine göre Türkiye’de nüfus artış hızı yüzde1.1. Bu oran ve AKP’nin 2023 hedefleri beraberokunduğunda Erdoğan’ın 3 çocuk buyruğunun vekürtaj tartışmalarının nereye oturduğunu görebiliriz.2023 hedefine doğru ilerleyen AKP, sermayeye köle,kendine kul olacak ucuz işgücü stoğu yaratmak istiyor.Bunun için meslek liselerini genelleştiriyor, emekçiçocuklarına başka seçim hakkı bırakmıyor. Dincigericiliği etkinleştiriyor. Haline şükreden “kendisineekmek veren patronuna bağlı” bir nesil istiyor.

Burada kadına düşen rol ise ev ve çocuk bakımıoluyor. Kuluçka makinesi işleviyle özdeşleşen kadın,üretimden, sosyal ve toplumsal yaşamdan dıştalanıyor.Kadının eve hapsedilmesi hem devletin çocuk bakımıve ev işleri gibi toplumsal hizmetlere yatırımyapmasını gereksiz kılıyor hem de emeği ucuzlatma,nüfusu arttırma sorunu kolay yoldan çözülüyor. Buhaliyle kürtaj tartışmaları karşımıza tüm toplumsalboyutlarını içeren bir kadın sorunu olarak çıkıyor.

Şu haliyle kadınların kimliklerine ve bedenlerineyönelik dolaylı ve dolaysız saldırılar burjuvazininsermaye birikimi, emek disiplini ihtiyaçlarının birürünü iken, buna yönelik mücadeleyi sadece kadınlarlasınırlı tutmak bu saldırının muhtevasını kavrayamamakanlamına gelir. Güncel boyutuyla kürtaj sorunusınırındaki saldırılara dahi cephe almak hiç de saltkadınların işi değildir. Aksine çeşitli hedefleri olan busaldırı karşısında kadın ve erkek emekçiler berabermücadele etmelidir.

Kadınların sağlıklı koşullarda kürtaj hakları kısıtlanamaz...

“Üreme yasası” kadın bedenine veemeğe yönelik bir saldırıdır!

Tacizi şikayet edene sürgün

Fatih İlçe Milli Eğitim Müdürü, 4 Haziran 2012 tarihinde “Cinsel Taciz” ve “Cinsel saldırı” suçlamasıylatutuklandı. Müdürlükte çalışan kadınların şikâyetiyle gerçekleşen yargılamanın ardından tutuklanan müdür,avukatlarının itirazı üzerine “kaçma şüphesi olmadığı” gerekçesiyle tutuksuz yargılanmak üzere serbestbırakıldı ve eski müdürlük görevine geri döndü. Böylece taciz şikayetinde bulunan kadınlar, şikayet ettiklerikişi ile aynı yerde çalışmak durumunda kaldılar.

Bir süre sonra şikayette bulunan iki kadın gördükleri baskıdan kaynaklı şikayetlerini geri aldı ancak birkadın şikayetini geri almadı. Bunun üzerine ise hakkında “devamsızlık, kurum amirine ve personelleresataşma” suçlamasıyla soruşturma açıldı ve görev yeri değiştirildi.

KESK Kadın Platformu da bu durumu protesto etmek için 22 Ocak günü Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğüönünde bir eylem yaptı. Yapılan eylemde tacizciyi koruyan ve şikayet edeni sürgüne yollayan zihniyeteleştirilerek bu gibi sorunlara karşı önlem alınması talep edildi.

Page 29: Kızıl Bayrak 13-04

Kadın Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Devrimci Kadın Kurultayı hazırlıkları eğitimseminerleri, ev toplantıları ve çağrı materyallerininetkin kullanımıyla sürüyor. Ankara’dan Kartal’a,Adana’dan Küçükçekmece’ye birçok emekçibölgesinde seminerler, ev toplantıları ile kadınsorununun temelleri işlenmeye devam ediliyor.Manisa, Küçükçekmece ve Esenyurt’ta yaygınmateryal kullanımı ve ev toplantıları ile emekçikadınlar kurultaya çağrılıyor.

Ev toplantıları

Kartal’da kurultay hazırlıkları kapsamında evtoplantıları sürüyor. 22 Ocak günü gerçekleştirilen evtoplantısında, işçi ve emekçi kadınlarla yaşadıklarısorunlar üzerine bir dizi sohbet gerçekleştirildi.Gösterilen “Bu bahar önce kadınlar yürüyecek!”isimli belgesel de ilgiyle izlendi.

Adana Şakirpaşa ve Meydan Mahalleleri’nde evziyaretleri ile emekçi kadınlara kurultay çağrısıyapılıyor, kadın sorunu gündemli tartışmalaryürütülüyor.

Seminerler

Ankara Ekim Gençliği 21 Ocak günü planladığıseminerlerden üçüncüsü olan “Kadın sorunu,toplumsal kurumlaşmalar ve sosyalizm deneyimi”başlıklı seminer gerçekleştirildi.

Sincan’da 20 Ocak Pazar günü iç eğitimseminerlerinin üçüncüsü gerçekleştirildi.

Gebze’de de 20 Ocak Pazar günü bir seminergerçekleştirildi.

Tuzla’da Devrimci Kadın Kurultayı toplantısıgerçekleştirildi. Makina Mühendisleri Odası TuzlaTemsilciliği’nde Pazar günü gerçekleştirilentoplantıda sunumlar gerçekleştirildi.

Küçükçekmece’de kadın sorununa ilişkin alınaneğitim çalışmalarında “tarihsel anlamıyla kadınsorunu ve kadın sorununa bakışımız”, “emekçi kadınçalışması” ana başlıkları ele alındı.

Sefaköy’de Pazartesi ve Çarşamba günü kurulansemt pazarlarında da bildiri dağıtımları yapıldı.

İzmir Karşıyaka’da imza masası ile sergi açıldı.İlginin yoğun olduğu masada kurultay bildirileri vekadın bülteni dağıtıldı. Birçok kişiyle kadına yönelikşiddet ve kreş talebi gibi konularda sohbetler edildi.

İmza föyleri sendikalara ve kitle örgütlerine debırakıldı. Panel çalışması için İzmir’de yayın yapanyerel radyo kanalı Batı Radyo’ya ilan verilerekİzmir’de yaşayan emekçiler panele davet edildi.

Manisa’da sınıf devrimcileri, Yeni Mahalle’dekitlesel bildiri dağıtımı gerçekleştirdi. BDSP imzalıönlüklerle işçilerin yoğun olarak bulunduğu ve Alevinüfusun ağırlıkta olduğu Yeni Mahalle’ye etkili birdağıtım yapıldı.

Ümraniye’de kurultaya çağrı standları SarıgaziMeydanı’nda açılmaya başlandı. Perşembe ve Cuma

akşamları iş çıkış saatlerinde işçi ve emekçileredağıtılan bildirilerle kurultaya çağrı yapıldı. Ayrıcastandda NATO karşıtı ve 8 Mart’ın sınıfsal özüneuygun kutlanması için toplanan imzalara ilgiyoğundu.

Aşağı Dudullu Mahallesi’nde ilk toplantı yapıldı.Toplantıda kurultayın güncel olarak neden ihtiyaçduyulduğu tartışıldı.

Avcılar’da kurultay çağrı bildirileri MarmaraCaddesi’nde emekçilere ulaştırıldı. Dağıtım esnasındayapılan sohbetlerde işçi ve emekçilere son dönemdeartan devlet terörü ve baskılar üzerine sohbetleredildi.

Kurultay çağrısı eylemlerle büyüyor

Küçükçekmece’de sınıf devrimcileri, 22 Ocakgünü, direnişteki HEY Tekstil işçilerine ziyaretgerçekleştirerek işçilere kurultay çağrısı yaptılar.BDSP adına yapılan konuşma ve kurultay çağrısı ilebaşlayan ziyaret, kadın sorununa ilişkin kimitartışmalar ve açıklamalarla devam etti. Sivilpolislerin direniş alanına gelerek direnişçi işçileri vesınıf devrimcilerini taciz etmeye çalışması üzerineson dönemde yoğunlaşan gözaltı, soruşturma vetutuklama terörü üzerine de konuşuldu.

BDSP, Şirinevler Meydanı’nda “Emperyalistsavaşa ve NATO’ya karşı çıkıyoruz! Devrimci KadınKurultayı’na yürüyoruz!” şiarıyla bir basınaçıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasındaemperyalizmin karşısında durmaya çağrı yapıldı.

Mamak’ta 20 Ocak günü, bir basın açıklamasıgerçekleştirildi. Mamak İşçi Kültür Evi önünde biraraya gelen kitle Tuzluçayır Meydanı’na yapılanyürüyüşün ardından basın açıklaması gerçekleştirdi.

Basın açıklamasında, yaşanan emperyalistsavaşların en ağır bedelini kadınları ödediğivurgulanırken, bugün de Suriye’ye yönelik savaşhazırlıklarının sürdürüldüğü ve yine bu savaşın enağır faturasının emekçi kadınlar tarafındanödeneceğine dikkat çekildi.

Esenyurt’ta BDSP, Depo Kapalı Cadde üzerinekurultaya çağıran konuşmalar eşliğinde bildiridağıtımı yaptı. Yanı sıra Saadetdere Mahallesi’ndeafişler yapıldı.

Beylikdüzü ve Yeşilkent’te de yapılan evtoplantılarında kurultayın gündemleri üzerinetartışmalar yürütüldü.

Adana’da Kurultay Hazırlık Komitesi tarafındanemekçi kadınlara ev ziyaretleri yapılarak, kadınlarınyaşadığı sorunlarla ilgili ve kurultay üzerine sohbetlergerçekleştirildi. Ziyaret edilen emekçi kadınlarakurultay bildirisi verildi.

Ayrıca kurultay hazırlıkları kapsamında Sanayiİşçileri Derneği’nde “Limon Ağacı” filminingösterimi yapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Gebze-ManisaAnkara-Adana

Devrimci kadınlar kurultayahazırlanıyor...

TMMOB saldırıyı tümörgütlü gücüylepüskürtecektir!

TMMOB üzerinde son dönemlerde yoğunlaşanbaskıları TMMOB İKK üyesi Ferdan Çiftçi ilegörüştük...

- TMMOB hangi muhalif düşüncesinden dolayıhedefe konuldu?

- AKP iktidarı günümüzde yaşamın her alanınıgerici ve neoliberal politikalarla yenidenbiçimlendirmektedir. Acımasızca her şeyi kapsayanbir süreçle karşı karşıyayız. Emeğimiz, doğamız,ormanlarımız, derelerimiz, meralarımız,madenlerimiz, kentlerimiz her şey AKP iktidarıtarafından satılıyor.

AKP’nin amacı enerji ihtiyacını ve doğal afetleribahane ederek özellikle “yandaş sermayesine” yenirant alanları yaratmaktır. Muhafazakârlık, piyasacılıkve emek düşmanlığı üzerinden yükselttiği siyasalanlayış, sıkıştığında devletin baskı aygıtlarını devreyesokarak her türlü faşizan uygulamaları hayatageçiriyor. Köylü kadınları copluyor, öğrencileri bibergazına boğuyor, işçileri tazyikli sularla püskürtüyor.Seçilmiş siyasetçileri, sendikacıları, gazetecileri,aydınları ve hakkımızı savunan avukatları tutukluyor.Bütün bu anlayışlar içerisinde yüzünü bilimden,emekten, özgürlüklerden ve demokrasiden yanadönen örgütümüz TMMOB, AKP‘nin hedeftahtasındadır. Yandaş medya organları ilebirliğimizin yürütmekte olduğu mücadeleler yagörmezlikten geliniyor ya da karalanmaya çalışılıyor.Bu da yetmediği gibi halkımızın gözünde vevicdanında önemli yer tutan TMMOB’u TorbaYasalar, yönetmelik değişikleri, Kanun HükmündeKararnameler yoluyla işlevsizleştirmenin yollarınıarıyorlar.

- TMMOB’un kapatılmasıyla AKP hükümeti’ninelde edeceği siyasi kazanımlar ne olacak?

- AKP çıkarmak istediği torba yasa ile rantpolitikaları önünde engel gördüğü veAKP’lileştiremediği TMMOB’yi işlevsizleştirmek,parçalayarak gücünü dağıtmak istemektedir.Böylece yandaşlarına yeni rant alanlarını daha rahatbir şekilde sunmak istemektedir. Hazırlanmaktaolan “Yapı Denetimi Hakkında Kanun” taslağıiçerisinde sadece yapı denetimi değil kıyılar,meralar, ormanlar ve TMMOB yasası da bulunuyor.Taslağın amacı can ve mal güvenliği olarakgösterilmesine rağmen, asıl amacı rant projeleri içinkıyılarımızın, meralarımızın, kentlerimizin ranta vetalana kurban edilmesidir. Meslek alanlarımıziçerisinde yer alan yapı denetimi teknik müşavirlereliyle özelleştirilirken örgütlülüğümüzün, birliğimizinözerk yapısı parçalanmak, kaldırılmak veetkisizleştirilmek isteniliyor.

- TMMOB olarak hükümetin bu siyasisaldırısına karşı neler yaptınız ve neler yapmayıplanlıyorsunuz?

- TMMOB odaları ve İl Koordinasyon Kurulları ilekitlesel basın açıklamaları yapılmış, üyelere dönükimza kampanyası ve halka açık imza kampanyalarıyapılmıştır. Önümüzdeki süreçte de bu eylem veetkinlikler TMMOB yönetim kurulu tarafındanalınacak kararlar doğrultusunda tüm örgüttarafından salon ve alan etkinlikleriyle devamettirilecektir. TMMOB bu saldırıyı tüm örgütlügücüyle püskürtecektir.

Kızıl Bayrak / İzmir

Page 30: Kızıl Bayrak 13-04

Devlet terörü30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/04 * 25 Ocak 2013

Devlet terörü dizginlerinden boşaldı. Baskı vezorbalık en üst noktaya tırmandırıldı. Bugün herdemokratik eylem faşist devlet terörü ve zor aygıtlarıile bastırılmaya çalışılıyor. Öğrencisinden işçisine,kamu emekçisinden avukatına kadarherkes bu saldırganlığın hedefindebulunuyor.

Dinci-gerici AKPiktidarı her fırsatta“demokrasiden”,“insan haklarından”,“kardeşçe bir aradayaşamaktan” bahsettidurdu. Bunu yaparkenaynı zamanda sopasınıda eksik etmedi.Sermayenin busaldırganlığının nedenison derece anlaşılır.İçinden geçtiğimiztoplumsal-siyasalkoşullar bunugerektiriyordu.

AKP, 2013 yılındaekonomik alanda “yeniatılım”lardan bahsettidurdu. Oysa bu balon kısasürede söndü. Dünyayı adeta salgın bir virüs gibi sarankriz Türkiye’yi doğrudan etkilemiş bulunuyor. Aslındadevlet terörünün bu denli uç noktalara varması,krizlerin etkisiyle açığa çıkabilme potansiyeli gösterensınıf hareketini henüz büyümeden sindirmeye çalışmanedeniyledir. Bir yanı mali kriz ise, diğer yanı aynıkrizlere bağlı olarak gittikçe şiddetlenen sayısızbölgesel gerici savaşlardır. Hâlihazırda Ortadoğu’dabölgesel ölçekli gerici bir savaş var. Bu savaşta Türksermaye sınıfı hegemonya savaşları içerisinde önemlimevziler elde etmek peşinde. Hatırlanacağı üzereABD emperyalizminin Irak’ı işgali sonrasında,ABD’de güçlü bir savaş karşıtı muhalefet gelişmişti.ABD bu muhalefeti ezmek amacıyla savaş konseptiylede uygun “patriot” yasalarını çıkarmıştı ve oradakimuhalefete karşı muazzam bir terör sergilenmişti. Bu,işin doğasına aykırı değildir. Bunalımların, savaşlarınolduğu koşullarda halk isyanları ve devrimler dekaçınılmazdır. Genel olarak sistem kitle hareketlerininbüyüme ihtimaline karşılık devlet terörünü pervasızcakullanır. Bu terörün varlığını bir takım yasalarlagüvence altına alır. Anti-terör yasalarının amacı budur.

Bugün coğrafyamızda her toplumsal kesim bu anti-terör yasalarının kapsamı içerisindedir. En sıradaneylem devlet terörüne maruz kalıyor. ODTÜöğrencilerinin emperyalist savaş karşıtı yürüyüşüvahşi bir saldırganlığa maruz kaldı. Günlerce sermayebasını öğrencilerin bu haklı eylemini karaladı durdu.Değişik üniversitelerde ODTÜ öğrencilerinidestekleyen gençlik güçleri, ÖGB ve polis terörünemaruz kaldı. Gençliğe bu denli saldırılırken işçi sınıfıve emekçilere dönük saldırganlık da sürüp gidiyor.HEY Tekstil işçilerinin eylemi zorbalıkla ezilmeyeçalışıldı. Ücretlerini alamadıkları için direnenTeknopark İstanbul işçileri, İTO sermayesinin

karşısına dikildiğinde aynı teröre maruz kaldılar.Çorlu’da Daiyang işçileri grev kırıcı kaçak işçilere

karşı çıktığında polis saldırısınauğradılar. İşçi sınıfı ve

emekçilerin öncüleriBDSP’liler,

emperyalist savaşkarşıtı bir yürüyüştepolisin özel hedefi haline

geldiler. Vahşice saldırıyauğrayıp gözaltına alındılar.

Bütün bu saldırganlık içinonlar açısından tatmin

edici bir gerekçegerekmiyor. Enuydurma gerekçelerle,

delillerle insanlargözaltına alınıyor, işkenceden

geçiriliyor, tutuklanıyor.ÇHD’li ve HHB’li devrimciavukatlara dönük baskın,

gözaltı ve tutuklama furyası,burjuva hukukunun dahi ayaklar

altına alındığını gözler önüne seriyor. Bugünaralarında avukatlarında olduğu birçok

devrimci aynı uydurma gerekçelerle işkencelerdengeçirilerek zindanlara dolduruldu.

İmha ve inkar politikalarının bir bileşeni olarak,“müzakere” ile kirli savaş arasına sıkıştırılmayaçalışılan Kürt halkı aynı devlet terörünün hedefidurumundadır. Öyle ki kesintisizce sürenoperasyonlarda KCK suçlamasıyla binlerce Kürtsiyasetçi aynı şekilde zindanlara doldurulmuştur.Hatırlanacağı üzere 2012 Newrozu’ndan sonra birçokilerici ve devrimci ev baskınlarında, sokaklardagözaltına alınmıştı. Bu terörün doğrudan hedefinde“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarını bayrakedinmiş biz sınıf devrimcileri de bulunuyorduk.Aylarca F tipi cezaevlerinde tecrit işkencesine maruzkaldık. Savcılığın iddianamesi, ne kadar keyfi birşekilde hücrelerde tutulduğumuzu açıkça ortayakoydu. Çalıştığım fabrikada direniş komitemizingazeteci Umur Talu’ya yazmış olduğu mektup,örgütsel suç olarak dosyadaki yerini almıştı. Onundışında aynı dosya içerisinde sanatçı İlkay Akkaya’nıntelefonu ve Cesur Yürek filmini izlemek örgütsel suçdelilleri arasındaydı. Bunlardır işte hücrelerdetutulmamıza sebep suçumuz! Polis-savcılık-mahkemebir örgütlü suç şebekesi olarak kapitalizmin bekası içinkahramanca mücadele ediyor!

Son olarak bu yazıyı mahkemede yaptığımsavunmanın son paragrafıyla bitirmek isterim: “Bugünülkeyi boydan boya emperyalizmin hizmetine sunanlar,ABD ve NATO’nun askeri üsleriyle dolduranlar,kardeş halklara düşmanlıkta sınır tanımayanlar, işçisınıfı ve emekçilere dipsiz bir yoksulluğu dayatanlar,‘Ulusal İstihdam Stratejisi’ adı altında tarihselhaklarımızı gasp edenler, kıdem tazminatımızı gaspedenler, taşeronlaştırmayı yaygınlaştıranlar,haklarımızı teker teker budayanlar, işte onlar asılsuçlulardır ve tarih karşısında hesap vereceklerdir.”

Zeynel Nihadioğlu

Devlet terörüne karşı direnişateşini her yere yayalım!

Newroz tutuklularıserbest!

17 Ocak’ta ilk duruşmalarına çıkarılan Newroztutukluları serbest bırakıldı.

Aralarında Zeynel Nihadioğlu ve BurcuDeniz’in de bulunduğu 6’sı tutuklu 11 kişininyargılandığı davanın ilk duruşmasında mahkemeheyeti “tutuksuz yargılanma” kararı vererektutukluları serbest bıraktı.

Özel güvenlik ekipleri duruşma öncesigazetecileri salına alınmadı. Ailelerin veavukatların da zorlamasıyla gazeteciler alındıancak bu kez bir çok tutsak yakını salonagiremedi. Ailelerin kendi aralarında yerdeğiştirmesi sırasında da sorun yaratan özelgüvenlik ekipleri mahkemeyi izlemeye engeloldular.

Newroz davasının ilk duruşmasına savcılığınhazırladığı hukuksuz iddianame damgasını vurdu.

Duruşmada yargılananlar alfabetik sırayagöre savunmalarını yaptı. Savunmalarda ağırlıklıolarak polisin tutumu teşhir edildi ve eyleminyasa dışı gösterilmek istenildiği vurgulandı.Sanıklar ağırlıklı olarak Newroz’a katılmanınhaklılığını savundular ve iddianamede yer alandayanaksız iddialara yanıt verdiler.

Avukat savunmalarının ardından mahkemeheyeti izleyicileri salondan çıkartıp karar içingörüştü. Ardından da tüm tutuklularıntahliyesine karar verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Galatasaray’da408. buluşma

Cumartesi Anneleri, bu hafta yaptıklarıeylemde İsmail Şahin dosyasını gündeme getirdi.408. kez yapılan eylemde söz alan kayıp eşi Kiraz

Şahin, süreci anlattı. Şahin, yıllardır her yerebaşvurmalarına rağmen cevap almadıklarınıbelirterek kayıp eşinin akibetinin araştırılmasınıistedi. Ardından, oğlu Sercan’ın babası içinyazdığı ağıt okundu.

Kayıp Erif Aşkaya’nın oğlu Hüseyin Aşkaya dababasının Kürt sorunu nedeni ile kayıp olduğunubelirterek kayıpların akibetinin açıklanmasıgerektiğini vurguladı.

İHD İstanbul Şubesi adına yapılan açıklamayıbu hafta Leman Yurtsever okudu. İsmail Şahin’in17 yıldır kayıp olduğu belirtilen açıklamadakaybedilme süreci anlatıldı

Dönemin Beyoğlu Belediye Başkanı NusretAlbayrak’la ailenin görüştüğü belirtilenaçıklamada hiçbir sonucun çıkmadığı, BaşbakanErdoğan ile yapılan görüşmenin sonucunda dabir bilgi verilmediği vurgulandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 31: Kızıl Bayrak 13-04

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

10 Şubat tarihinde gerçekleştirilecek olan Devrimci Kadın Kurultayı’nın ve 8 Mart sürecinin öngünlerinde, kadınsorunu üzerinden kaleme alınan yazılara gazetemiz sayfalarında özel olarak yer ayırıyoruz. Siyasal yaşamın vetoplumsal devrimin temel alanlarından birisi olan kadın sorununu üzerinden kaleme alınan bu yazılar, okurlarımızınyüzünü bu soruna çevirmek açısından fazlasıyla işlevsel bir rol oynuyor. Gazetemizin 4 Ocak 2013 tarihli sayısında“Kapitalizm şiddettir, şiddete karşı mücadeleye!” başlıklı ve Z. İnanç imzalı yazıya bir okurumuzun gönderdiğiyanıtı bu açıdan önemsiyor ve okurlarımızla paylaşıyoruz. / Kızıl Bayrak

4 Ocak 2013 tarihli Kızıl Bayrak gazetesinde Z. İnanç imzalı bir yazı yayınlandı. Yazar, Hindistan’daki toplutecavüz olayına dair yazılan bir yazıda, tecavüz olayını anlatırken bir genelleme yapmıştır. Yazıda şöyle deniyor:“Kadının yaşadığı sorunların, taciz, tecavüz ve kadın cinayetlerinin arttığı dönemleri incelediğimizde kapitalizminbunalımlarının yoğunlaştığı, bunun yansımasının işçi ve emekçilerin yaşamını katlanılmaz kıldığı, toplumsal bilincinköreltildiği süreçlerle karşılaşırız. Böylesi süreçlerde kadına yönelik her türlü kötülüğün en yoğun şekilde yaşandığınıgörürüz. Kapitalizm buhranlar içerisindeyken dolaysız bir şekilde toplumda da buhranlar yaratmakta, toplumsalilişkiler buna göre şekillenmektedir.” Burada tecavüz olayını sadece ekonomik buhranlara indirgemek, tecavüzolayını bilinç dışı gibi göstermiştir.

Oysa tecavüz bilinçli, planlı ve organize yapılan bir saldırıdır, suçtur. Tecavüz planlı yapılır çünkü bir sonrakiadım düşünülerek işlenen bir saldırıdır. Bunu kapitalizmin buhranlarıyla sınırlarsak altta yatan saldırıyı hafifsemişoluruz. Tecavüz sadece insanın bedenine yapılan bir saldırı değildir. Direkt insanın kimliğine, beynine ve bundansonra süreceği yaşantısına yönelik bir saldırıdır.

Tecavüz erkekte de bu yıkımı yaratır ama kadındaki yıkım daha fazladır. Binlerce yıllık bir bakış var, gerici,baskıcı, kadını hiçleştiren bir bakış var. Kadın bunlarla boğuşurken bir de tecavüz olayını yaşadığında, kimliğinde,yaşamında yarattığı yıkım daha korkunçtur.

Devlet teröründe de sık karşılaşılan bu durum özelde kadına daha yaygın uygulanır. Gözaltında tecavüz olaylarıçoktur. Bunlardan biri de Asiye’dir. Asiye yaşadıklarını kitap yazarak kamuoyuna anlattı. Orada polisin kullandığı bircümle tecavüzün amacını anlatıyor. Polis Asiye’ye diyor ki “bir daha aynaya bakamayacaksın”. Bu cümle tecavüzünkorkunçluğunu ve yansımasını yeterince anlatıyor. Ülkemiz dışında bir örnek verirsek 2. Dünya Savaşı dönemindeAmerikan askerleri Japonya’da yaşayan kadınlara tecavüz ederlerken bir de “bundan sonra kendiniz olamayacaksınız.Irkınız, kimliğiniz; kendiniz asla olamayacaksınız” der.

Savaşlarda da yaygın bir saldırı şekli olarak gerçekleşen tecavüz olayları sadece o ülkeyi işgal edip, yer altıkaynakları ya da ülkenin zenginliğine el koyma değil, insanların kimliğine, yaşamına da bir saldırıdır. Örneklerçoğaltılabilir. Bu yazıda anlatılmak istenen tecavüzün kapitalizmin buhranlarıyla açıklanamayacağıdır. Tecavüz erkkurmak için, insan onurunu yıkmak için uygulanan bir saldırıdır. Bunu anlık bir zaaf ile açıklayamayacağımız gibiekonomik buhranlarla da açıklayamayız. Tecavüzü adlandırırken şiddetin bir parçası gibi de gösteremeyiz. Tecavüzbaşlı başına işlenen bir saldırıdır. Çünkü tecavüz olayından sonra cinayet geliyor. Buda saldırganın kendini koruması,ortada tanık bırakmaması demektir. Bu da tecavüzü gerçekleştiren kişinin ya da kişilerin bunu önceden düşünüp,planlayıp harekete geçmesi demektir. Tecavüz olaylarının altında yatan saldırı amacını iyi anlarsak ona göre tecavüzmağdurlarına yaklaşırız ve onun tekrar “aynaya” bakmasını sağlayabiliriz.

İzmir’den bir Kızıl Bayrak okuru

Mücadele Postası

Yine kaza, yine acı, yine mağdur olan işçiler.Bilindiği gibi biz işçilerin çoğunluğu yasalmevzuat konularında özlük haklarımızdan bihaberçalışıyoruz. İş kanunu yasalarında verilenhaklarımızı, sendika hakkımızı bile bilmiyoruz.HABAŞ’ta da sendikanın adı var ancak ne işeyaradığı bile belli değil.

Kısaca bir işçinin kendi bölgesi haricinde kendirızası ve izni olmadan başka bölümlerdeçalıştırılamayacağı açık ve net bir şekilde kanunlabelirtilmiş. Ancak kan emici kapitalistler işçisorumlularına (şef, mühendis, formen) vaadlerdebulunarak ya da işçiye piskolojik baskı yaparakköleliği dayatıyorlar. İşte size gerçek örnekler:

HABAŞ sınırları içinde bir haftada on beşiaşkın ciddi iş kazası yaşandı. Neden mi? ÇalışmaBakanlığı’nın derin uykuda olması nedeniyle, işyerinde çalışma şartları, çalışma saatleri, işçisağlığı ve güvenliği koşullarının yetersizolmasından dolayı HABAŞ maden ocaklarınıaratmıyor. Görev bölgesi “hadde 2” olan OsmanCan arkadaşımız yeni kurulmaya başlanan veinşaatı devam eden sac haddehanesindeçalıştırılmaya başlandı. İnşaat sahasında 8 metreyükseklikteki merdiven boşluğunda akşam paydossaatine yakın bir zamanda düşmesi sonucu ciddikırık ve kanamalar geçirmiştir. “Hadde 3” te görevyapan mühendis de kendi görevi olmamasınarağmen elektrik kablosunu platform ayağınınaltından çıkarması istenmesi nedeniyle,platformun üzerine düşüp ayak ve kalça kemiğinikırmıştır. Sizce bunun sorumlusu kim?

Patron sorumluları mı, teknik emniyet mi,yoksa göz yuman yetkili kişiler mi?

Hepsi sorumlu ama sadece sözde tabi ki.Sistem öyle bir kurulmuş ki, suçu iş kazası geçirenarkadaşlarımıza çıkartıyorlar. Kim bilir eğerölselerdi “intihar etti” bile denebilirdi. Bu örneklerHABAŞ tarihinde fazlası ile mevcut durumda.

İşçiler, demire ve çeliğe şeklini verenler artıkkendimize gelme zamanı çoktan geldi. Buyaşanılanlarda hepimiz ortak noktadayız.Güvenliğimiz yok, çalışma şartlarımız alabildiğinekötü. Sıranın kime geleceği belli değil.

Artık bilinçlenmenin, birbirimize sarılmanınzamanı geldi. Köleliğe hayır! Çocuklarımızın“babam iş kazası geçirdi” demesini istemiyorsakbilinçli ve örgütlü bir şekilde mücadele edelim.Kendimizin ve ailelerimzin onurlu bir şekilde,insanca bir şekilde yaşamasını istiyorsakkenetlenmekten başka bir çıkar yol yok.

HABAŞ demir-çelik işçileri

Sıra sendeolabilir!

Bir eleştiri...

Page 32: Kızıl Bayrak 13-04