kızıl bayrak 2013-10

32
Sayı: 2013 / 10 8 Mart 2013 1 TL www.kizilbayrak.net Kürt halkına özgürlük! AKP'nin tasfiyeci oyununu bozalım!

Upload: kizilbayrak

Post on 12-Mar-2016

240 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Kızıl Bayrak 2013-10/8 Mart

TRANSCRIPT

Page 1: Kızıl Bayrak 2013-10

Sayı: 2013 / 10 8 Mart 2013 1 TL

w w w. k i z i l b a y r a k . n e t

Kürt halkına özgürlük!

AKP'nin tasfiyeci oyununu bozalım!

Page 2: Kızıl Bayrak 2013-10

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Esmat MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mh. Yüksel Sk. No 19

Güngören / İSTANBUL Tel: 0 (212) 637 10 35

Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Son dönemde “Ada görüşmeleri” üzerinden öneçıkan ve siyasal gündemler arasında ilk sıraya yerleşenKürt sorunu, BDP’nin son İmralı ziyareti ve tutanaktartışmalarıyla geçtiğimiz haftanın da en temel gündemioldu.

Kürt hareketini tasfiye etme ve Kürt halkının haklıve meşru mücadelesini dizginleme projesi olarakgündeme gelen “müzakere” aldatmacası, son yaşanangelişmelerden ve sızdırılan görüşme tutanaklarındanyansıdığı kadarıyla dinci-gerici AKP iktidarınıninisiyatifinde ve lehinde ilerlemeye devam ediyor.Görünen o ki müzakere masalarında AKP iktidarınınyolu düzleniyor, Kürt halkına verilecek bir takımanayasal kırıntılar karşılığında dinci-gericiliğindönemsel hedeflerinin önü açılmaya çalışılıyor.

AKP gericiliğinin “entegre” politikalarının ürünüolan müzakere aldatmacası karşısında Kürt hareketininkapıldığı tasfiyeci sürükleniş ise her geçen gün daha daboyutlanıyor. Sırf “tutanak” tartışmaları üzerindenalınan tutumlar ve dahası yine aynı tutanaklarıniçeriğinden yansıyanlar bunun en açık göstergesi olarakönümüzde duruyor. Dün mücadeleyle elde edilen herşey bugün kurulan müzakere masalarında pazarlıkkonusu ediliyor. Bunu somut olarak görmek için BatıKürdistan’da çetelerle kurulan ilişkilere ve yaşanangüncel gelişmelere bakmak dahi yeterli olacaktır.

Bütün bu gelişmeler üzerinden yeni bir Newrozsürecine girmiş bulunuyoruz. Kürt hareketi, baştaKürdistan olmak üzere bir dizi yerde tasfiyeci sürecinöne çıkardığı politikalarla alanlara inmeye hazırlanıyor.Dolayısıyla 2013 Newrozu’na İmralı görüşmeleri ve bugörüşmelerin politik muhtevası rengini verecek.

Bu tablonun toplamı sınıf devrimcilerine isekapsamlı sorumluluklar yüklüyor. Zira verili durum,özellikle Kürt sorunu üzerinden devrimci sınıftutumunun öne çıkarılmasını, işçi ve emekçi kitleleregüçlü bir şekilde taşınmasını yakıcı bir şekilde ortayakoyuyor. Bunun kendisi bu topraklarda devrimci birsınıf hareketi geliştirmek bakımından ayrıca önemtaşıyor. Sınıf devrimcileri sayılı günler kalan 2013Newrozu’na öncelikle bu sorumlulukarı üzerinden

hazırlanmalıdırlar.***Geçtiğimiz hafta yaşanan bir başka önemli olay,

Venezuella Devlet Başkanı, Bolivarcı hareketin önderiHugo Chavez’in hayatını kaybetmesi oldu. O, devletbaşkanı olduğu günden itibaren hayata geçirdiği işçi veemekçi yanlısı sosyal politikalarla yoksul Venezüellahalkının gönlünü kazanırken, ABD emperyalizmininbaskı ve dayatmaları karşısında sergilediği dik duruş veuzlaşmaz tavrıyla dünyada milyonlarca emekçininsevgi ve saygısını kazandı. Chavez, her ne kadarmarksist bir devrimci olmasa da emperyalizme kafatutmasıyla, işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşamkoşullarına, bilinç ve örgütlenme düzeylerine katkısunan politikaları hayata geçirmesiyle işçi sınıfımücadelesinde saygın bir yer edinmiş bulunuyor.Bundan sonra da öyle anılacak.

***Toplumcu Eksen dergisinin 7. sayısı çıktı.

Okurlarımız dergiye kitapçılardan ve Eksen Yayıncılıkbürolarından ulaşabilir.

İmralı tutanaklarının yankıları üzerine.... . 3

Suriye’de yıkıcı savaş tırmandırılıyor! . 4-5

Gazi ve Ümraniye katliamı! . . . . . . . . . . . 6

Polis yeni terör araçlarıyla donatılıyor... . . 7

Karadağ cinayet davası çürümüş burjuva

hukukun aynasıdır!. . . . . . . . . . . . . . . . . 8-9

Türkiye’nin ilk 100 zengin patronu

açıklandı... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10

SGBP mücadele için neyi bekliyor! . . . . 11

4+4+4 saldırısı AKP’yi kesmedi... . . . . . 12

Ağzınızın tadını bozmaya,

huzurunuzu kaçırmaya kararlıyız! . . . . . 13

MİB MYK Mart Ayı Toplantısı…. . . 14-15

Kürt Sorunu Üzerine

Konferanslar... / 1

Devletin Kürt açılımı - H. Fırat . 16-20

Güç Birliği Platformu

Alman emperyalizminden özgürlük ve

demokrasi dileniyor! - K. Ali . . . . . . . . 21

İşçi bir kadının “Merkel’e açık mektup”a

itirazı var - Z. Rençber . . . . . . . . . . 22-23

Hugo Chavez deneyimi..... . . . . . . . . . . 24

Hugo Chavez: Sosyalizm kavgasında

yaşamaya devam edecek! . . . . . . . . 25-26

Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri... / 4

Kadınların örgütlenme ve

mücadele sorunu! . . . . . . . . . . . . . . 27-28

Emeğin ve emekçinin dostu,

sınıf mücadelesinde ortaya çıkar!. . . . . 29

“Beyazıt Meydanı’ndaki ölü” . . . . . . . 30

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kitapçılarda...

Page 3: Kızıl Bayrak 2013-10

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Tutanaklarının sızdırılması, “İmralı görüşmeleri”sürecinin gerçekte ne olup olmadığına yeni bir aynatuttu. Toplumun farklı kesimleri esasta tutanaklarıniçeriği ile ilgiliyken, AKP ile BDP daha çok “sızdırma”sorunu etrafında dönüp durdular. İşin ilginç tarafısürecin şeffaf olmasını bir zorunluluk, hatta ciddiyet vesamimiyetin bir göstergesi sayan Kürt hareketinin“gizlilik” hassasiyetinde AKP ile yarışır konumdaolmasıydı. Daha baştan bir kez daha soralım, mademciddi ve tarihsel bir süreç işliyor, bu sürecin en temelmuhatabının görüşlerinin işçi ve emekçiler tarafındanöğrenilmesinden neden bu kadar huzursuzluk çıkıyor?Diğer yandan acaba “mektuplar”daki görüşler nezamana kadar gizlenecek veya işçiler, emekçiler, Kürthalkı ne alınıp verildiğini yine “sızdırmalar” sonucumu öğrenecek soruları da yanıt bekliyor. Hemşeffaflık, hem de halkın sürece dahil edilmesikonusundaki söylemin gerçekliği ya da sahteliği bir deburadan sınanacaktır.

Tutanaklardan yansıyanlar

Aslında tutanakların yarattığı yankılar bile herbakımdan çok şey anlatıyor. Tutanaklarınyayınlanmasının başlangıcında karşılıklı suçlamayoluna gidenler, günler geçtikçe “sabotajlara” rağmenyol yürüme kararlılığında ortaklaştılar. Böylecekimlerin, hangi niyetle sızdırdıkları, gölgeye çekilentali bir soruna dönüştü. Yine başlangıçta tutanaklarıngerçeği yansıtmadığı açıklamaları yapılmıştı ikitaraftan. Fakat hemen ertesi günlerde tutanaklarıgörmüş olan milletvekillerinin açıklamaları bukonudaki ihtiyati kayıtları da gereksizleştirdi. AyrıcaOslo dönemindeki sızdırmanın deneyimi de orta yerdedurmaktaydı. Neticede her şeyden daha önemli olanı,bu sızdırmanın ne tür sonuçlar yarattığıydı.

Sonuçlar üzerinden bakıldığında, bununkamuoyunu hazırlamayı hedefleyen bilinçli bir olayolduğu, hatta toplumsal rıza imalatının bizzat bu türyöntemlerle yapıldığı iddiaları destekleniyor. Ziratutanaklar AKP’nin toplumun önemli bir kesimindesürece dair yarattığı ciddiyet yanılsamasına yenidayanaklar sunuyor. Zaten AKP de bunun farkındaolduğunu açıkça gösterdi. Yetkili isimler aracılığıylatutanakları “yok hükmünde” sayacağını ilan etti.Dahası Kürt hareketine yönelik dokundurmalarınısürdürse de esasta tasfiyeci sürece dair beklentileripekiştirecek “sabotaj” argümanı üzerinde durdu.Devamı da buna göre şekillendi. AKP şefi, olayı basınaverip veriştirmenin ve “çözüm sürecine” dairkararlığını tekrar tekrar vurgulu cümlelerle beyanetmenin imkanına dönüştürdü. Böylece, atılan taşlayine birkaç kuş vurulmuş oldu. Tutanaklar sayesindehem sürece dair potansiyel tepkileri ehlileştirecek birzemin yaratıldı, hem inisiyatifin kimde olduğugösterildi, hem de “çözüm sürecine” dair beklentilerive samimiyet-ciddiyet algısını pekiştirme fırsatıbulundu.

Gerçi Öcalan’ın tutanaklara yansıyan kimi

sözlerinden, örneğin inisiyatif konusunda farklısonuçlar çıkaranlar da var, en başta da Kürt hareketiçevresinden. Fakat Öcalan’ın gerek MİT ve başkanıkonusunda söyledikleri, gerek vatandaşlık tanımı,gerek dinle-dincilikle kurulan ilişki, gerek “TayyipErdoğan’ın başkanlığını destekleyebiliriz” açıklaması,gerekse de Avrupa yerel yönetimler şartı konusundaSırrı Süreyya Önder’le yaptığı konuşma, söz konusutürden çıkarsamaları anlamsızlaştırıyor. Klasikmücadele yöntemlerine yaptığı tersten vurgu vesilahların susması süreciyle ilgili verdiği ipuçları dacabası...

AKP’nin yolunu düzleyenler

Aslına bakılırsa AKP iktidarını, hatta Öcalan’ınaçıklamalarında vurgulu bir şekilde MİT ve AKP’ninrakibi olarak yansıtılan ve tekrar tekrar aşağılanancemaati mutedil olmaya iten de Öcalan’ın kadirimutlak tonlamasına rağmen, tutanakların buradasıraladığımız içeriğidir. Kürt hareketi tutanaklardanyansıyan çerçeveye razı olduktan sonra, gerçekten dedinci-gerici iktidarın “terörü bitirmek, terör örgütünesilah bıraktırmak” stratejisi hiç de yabana atılır gibidurmuyor. Keza bu ara dönem hesapları da öyle.Örneğin yeni anayasa ve başkanlık konusundakihedefler ve bunları gerçekleştirmenin dayanaklarıkonusundaki hesaplar, Öcalan’ın açıklamalarıylamaddi zeminine kavuşuyor. Son olarak PKK’ninelindeki tutsakları bırakacağını açıklaması ise hembunu hem de tasfiyeci oyuna dair yanılsamalarıbesleyen bir başka gelişme sayılabilir. Tasfiyeci biraldatmacanın işçi ve emekçiler ile Kürt halkı nezdindeböylesine inandırıcılık kazanmasından sonra dincigerici iktidarın işi daha da kolaylaşmış sayılır.

Kürt hareketini Kandil, Avrupa vs. diyeayrıştıranlara ve buralardan “bu iş o kadar da kolaydeğil” mealinde beyanlara fazla bel bağlayanların, tümkesimleriyle Kürt hareketinin Öcalan’ın bağlayıcılığıve belirleyiciliği konusundaki ısrarlı vurgularınabakmalarını (en son yine Karayılan’ın açıklamalarınabakılabilir) öneriyoruz. Tutanaklarda çizilen çerçeveyibir taktik sayanları ise Abdullah Öcalan’ın ilerisürdüğü talepler karşılığında zamanında daha ötesinerıza gösterip göstermemiş olduğu, bunun karşısındatoplamda Kürt hareketinin nasıl bir tutum aldığısorusuyla baş başa bırakıyoruz.

Tutanak olayı da dahil son iki ayın gelişmelerizaten AKP’nin manevralarını kolaylaştıracak şekildeseyretti. Kürt hareketinin başlangıçtaki güvensizlikbeyanının yerini her şeye (geçmiş aldatmalar, gerillayayönelik saldırılar, yöneticileri hedefleyen Kandilbombalamaları, Paris suikasti vs.) rağmen, giderekkendini sürece kaptırmak aldı. Hem de KCK BaşkanıKarayılan’ın, 6 Mart tarihli röportajında bu konudayasal Kürt siyasetini uyarmak ihtiyacı duyacağıölçüde. Aynı şekilde düzen cephesi de kendi ihtiyaçlarıüzerinden ve her bir kesimi farklı bir yönden aynıatmosferin parçası oldu. Türkiye solunun HDK çatısı

altında Kürt hareketinin sosyal demokrat çizgisinekapaklanmış kesimi ile HDK dışında olup da klasiksosyal demokrat çizgide olanlar zaten baştan “İmralıgörüşmeleri” sürecine büyük anlam ve önembiçtiklerini yansıtmışlardı. Sürecin başına dönerekgelişmeler izlendiğinde ihtiyat ile güven (ya da oyunmu, ciddi bir süreç mi) çatışmasında ibrenin nasıl daadım adım ikinciden yana döndüğü kolaycagörülecektir. İnsan bu manzarayı görünce dinci gericiiktidar daha ne istesin ki diye soramadan geçemiyor.

Tasfiyeci sürüklenişin doğurduğu sorular

Tasfiyeci oyuna kapılanların AKP iktidarınınstratejik hedeflerini, diyelim ki 2014 seçim yatırımıiçinde olmasını, yeni anayasa ve başkanlık planlarını,daha da önemlisi Güney ve Batı Kürdistan’la ilgilihesaplarını bilmedikleri düşünülemez elbette. Ama budenli ısrarlı bir görmezden gelmenin, “yok hükmünde”saymanın anlaşılır bir tarafı olamaz. Ve bu sorunhaliyle başka soruları da doğuruyor?

Şimdiden soralım; Kürt hareketi ve bilcümlepeşinden sürüklenenler, Batı Kürdistan inisiyatifininemperyalizmin tetikçiliğine soyunmuş güruhlarlaittifak olasılığını (ki bunun yolunu döşeyen adımlaratılmış sayılır) halkların kardeşliğinin nesiylebağdaştırıyorlar? Türkiye solunun İmralı sürecinebüyük önem ve anlam atfeden kesimleri, Öcalan’ınçizdiği çerçeve kabul görürse AKP’nin yenianayasasını ve Tayyip’in despotik başkanlık sistemidüşlerini hayata geçirmesini sağlayacak olası birreferandumda ne yapacaklar? Dinci gerici iktidarınmevzilerini pekiştirme manevralarına böylekolayından yedeklenmenin, geçtik devrimciliği-sosyalistliği, bir parça ilerici olmakla dahi ne ilgisiolabilir? Geçtik bunları, diyelim ki AKP iktidarı süreçkonusunda samimi-ciddi olsa bile, Kürt halkınındevrimci özlem, talep ve haklarının, bunun diri tuttuğudevrimci dinamizminin düzen içi, burjuva anayasalkırıntılar uğruna heba edilmesine ortak olmanın neresiKürt halkının dostu olmaktır?

Daha da uzatılabilecek bu soruların yanıtı, en baştave öncelikle Kürt halkını, bir o kadar da tüm işçileri,emekçileri, gençliği, ezilen kadınları ilgilendiriyor.Zira soruların muhatapları işçi ve emekçilere insancayaşanacak bir dünya, halklar arasında barış vekardeşlik, hatta sosyalizm vadederek sahnede görünmeolanağı buluyorlar. Daha bir de sermaye düzeninin,onun iktidar dümenindeki AKP’nin tasfiyecialdatmacalarına karşı olanları “kutsal barış ve çözümü,akan kanın durmasını” istemeyen haddini bilmezlerolarak damgalıyorlar.

Bütün soruların cevapları gibi, sorunların çözümüde bellidir. Her şey işçi sınıfı, emekçi kitleler ve Kürthalkının son sözü söylemesinde düğümleniyor. Yatasfiyeci oyuna kapılanların yardımıyla dinci-gericiiktidarın karanlığı iyice katmerlenecek ya da gerçekbarışın, halkların kardeşliğinin, devrimci çözümünyolu açılacak...

İmralı tutanaklarının yankıları üzerine...

AKP’nin tasfiyeci oyununuişçi ve emekçiler ile Kürt halkı bozabilir!

Page 4: Kızıl Bayrak 2013-10

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Suriye’de başlayan çatışmaların üzerinden iki yılgeçti. Buna karşın emperyalistler güdümündekigerici muhalefet, Baas yönetimini yıkma gücündenhalen çok uzak. Emperyalistlerin ve karşı-devrimciüçlünün (Türkiye, Katar, Suudi Arabistan) çok yönlüdesteğine, Çeçenistan dahil 28 ülkeden kökten dincikatillerin Suriye’de toplanmasına rağmen iki yıldavarılan nokta bu…

Demokratik taleplerle başlayan kitle hareketiningerici muhalefet eliyle hedefinden saptırılması veiktidar savaşının bir aracına dönüştürülmesi, halkınBaas yönetimine verdiği desteği arttırdı. Şam’daAmerikan kuklası dinci bir rejim kurmak isteyenmuhalefetin selefileri de savaşa dahil etmesi ise,Suriye’yi cehenneme çevirdi ve iki ateş arasındakalan halkın önemli bir kesiminin muhalefettenuzaklaşmasını sağladı. Yıkıcı savaş dairesinintaraflar için bir çıkış yolu sağlamadığının kabulüüzerine “siyasi çözüm” tartışmalarının gündemegelmesi, Baas yönetimini yıkma umutlarınınzayıfladığının da göstergesi kabul ediliyor.

Baas yönetiminin uluslararası alanda muhatapalınması, ABD güdümünde oluşturulan ve “SuriyeDevrimci ve Muhalif Güçler Koalisyonu” adıylaanılan gerici muhalefetin saldırgan üsluba geridönmesine yol açtı. Bu güçlerle paralel hareket edenÖzgür Suriye Ordusu (ÖSO) çapulcuları ile köktendinci çeteler ise, saldırıları yoğunlaştırmayabaşladılar. Elbette emperyalistlerle karşı-devrimciüçlünün onay ve desteğiyle...

Savaşı yayma çabasının halkın ödediği faturayıdaha da kabartmak başka bir sonuç yaratmadığınıbelirtmek gerekiyor. Zira birçok saldırı girişimi, bellibir süre sonra Baas yönetimi ordusunun karşısaldırısıyla karşılanıyor ve üstünlük halenyönetimde.

Emperyalistler savaş ateşini körüklüyor

“Suriye halkının dostları” adı altında, İtalya’nınbaşkenti Roma’da toplanan gerici güçler, Suriye’yienkaza çeviren ve onbinlerin ölümüne yol açanyıkıcı savaşı sona erdirmeyi değil, tersine, savaşateşini daha de körüklemeye karar verdiler. AKPiktidarı adına Ahmet Davutoğlu’nun katıldığıtoplantıdan, kuralsız savaşın bir tarafı olan ÖSO’nudaha ağır silahlarla donatma kararı çıktı.

ABD, İngiltere ve AB emperyalistleri, tiksintiverici bir ikiyüzlülükle, Suriye halkını ölümdenkorumak söylemi eşliğinde, savaşın daha da yıkıcıbir hal almasını sağlayacak ağır silahların daSuriye’ye sevk edilmesine karar verdiler. Bu karar,emperyalistler için esas olanın sefil çıkarlar olduğu,ülkelerin yıkıma uğratılması veya halklarınkıyımının onları ilgilendirmediğinin yeni bir kanıtıolmuştur.

Silahların kökten dinci çetelerin eline geçmemesigerektiği yönündeki açıklamalar ise, demagojidenbaşka bir şey ifade etmiyor. Zira ÖSO ile köktendinci çeteler arasında işbirliği olduğu kimse için birsır değil. Yani ÖSO’yu silahlandırmak ile Al Nusracephesinin tetikçilerini silahlandırmak özündeaynıdır. Hal böyleyken ABD ile AB şeflerinin köktendinci çetelere silah göndermiyoruz söyleminin hiçbir

inandırıcılığı bulunmuyor.

Karşı-devrimci üçlünün hezeyanları

Roma toplantısının hemen ardından Ortadoğugezisine çıkan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry,Türkiye ve Körfez şeyhlerini de ziyaret ederek,savaşı tırmandırma planlarını karşı-devrimci üçlününşefleriyle görüştü. Ortak yapılan açıklamalarda,Suriye muhalefetine, Baas yönetimini devirebilmesiiçin gerekli olan mali, askeri, siyasi, diplomatikdesteğin sağlanacağı belirtildi.

İki yıldır Baas yönetimini ha yıktık ha yıkacağızbeklentisi içinde olan karşı-devrimci üçlününyaşadığı hayal kırıklığı, tehlikeli bir hal almayabaşladı. Baas yönetimine ve kişi olarak Beşar Esad’akin güden bu üçlü, tam bir hezeyan içinde, savaşıkörüklemeye başladı. Körfez şeyhlerinin mali desteğiile alınan silahlar Türkiye üzerinden Suriye’yetaşınırken, sınırlarını boydan boya silahlı çetelereaçan Amerikancı AKP iktidarı, “Halep vilayetininidari yönetimi” için, işbirlikçilerine Antep’te seçimyaptırdı.

Baas yönetimine alternatif bir yönetiminoluşmaya başladığı görüntüsü vermeye çalışanseçimler, maskaralıktan başka bir şey değildir.Seçimin Antep’te yapılması bile, ortada“özgürleştirilmiş kent” diye bir şey olmadığınıgösteriyor. Oysa kentler için idari yönetim seçmekveya paralel bir hükümet kurmaktan söz edengüdümlü muhalefetin tümüyle denetim altına aldığıtek bir kent merkezi bile bulunmuyor.

Karşı-devrimci üçlünün hezeyanlarını tehlikelikılan, Suriye’nin yıkımı pahasına da olsa Esad’ınkellesini istemeleridir. Bu üçlünün güdümü veyadesteği ile hareket eden silahlı çeteler de, savaşıtırmandırma girişimlerini yoğunlaştırdılar. Baasyönetiminin baki kalma ihtimalinin yüksek olmasıTürkiye-Katar-Suudi Arabistan rejimlerinin şeflerinitedirgin ediyor.

Suriye Sanayi Odası, savaş kışkırtıcılarının başınıçeken Tayyip Erdoğan hakkında, Halep’tekifabrikaların yağmalanmasındaki rolünden dolayı,

uluslararası mahkemelerde dava açtı. ABD/İsrailikilisi nezdinde rüştünü ispatlamaya çalışan KatarEmiri, Baas yönetiminin işbaşında kalmasındanölümcül bir korku duyuyor. Zira Esad’ın defterinidüremese, bunun kendisine ağır bir faturayadönüşeceğini biliyor. Ortaçağ kalıntısı Suudi rejimiise, hem kökten dincilerden korkmaya başladı hemEsad’ın saf dışı edilmesini istiyor. Bu şeriatçı rejim,Şam’da dinci-Amerikancı bir yönetim görmeisteğiyle yanıp tutuşuyor. Bu rejimin ikilemi, Suudikrallığında farklı eğilimlerin daha görünür olmasınısağladı. Bununla birlikte, savaşı tırmandırma eğilimiağır basıyor. Nitekim ortaçağ kalıntısı rejim, devameden silah sevkiyatını finanse ettiğini artıkgizlemiyor.

Karşı-devrimci üçlünün bu hezeyan halininyarattığı kabarık faturayı, yazık ki, Suriye halklarıödemektedir.

Irkçı-siyonist rejim de devrede

Suriye’nin tahrip edilmesini keyifle izleyensiyonist şefler, yakın zamana kadar olaylaradoğrudan müdahale etmeme politikası izlediler.Ancak bir süre önce, silahlı çetelerin hedefinde olanŞam yakınlarındaki bir bilimsel araştırma merkezinibombalayarak, kirli ellerini Suriye’nin içine uzattılar.

Siyonist şefler, Baas yönetiminin yıkılmasıgerektiğini defalarca vaaz ettiler, fakat çatışmaalanında görünmediler. Geçen haftalarda silahlıçetelere mensup yaralıların İsrail hastanelerindetedavi edildikleri ilk defa açıklanmıştı. Şimdi ise,tam da Roma toplantısının ardından, İsrail işgalialtındaki Golan Tepeleri bölgesinde silahlı çetelerinmevzilendiği açıklandı.

Silahlı çetelerin İsrail ordusunun denetlediğialanlarda mevzilenmesi, siyonist rejiminçatışmalarda doğrudan bir taraf haline geldiğineişaret ediyor. ABD güdümündeki muhalefetin içinedüştüğü rezil durumu ortaya koyan İsrail’le işbirliği,dinci-gericiliğin emperyalist/siyonist güçlere hizmetettiğini bir kez daha kanıtlamıştır. Bununla birliktegerici muhalefet-siyonizm işbirliğinin savaşta daha

Suriye’de yıkıcı savaş tırmandırılıyor!

Page 5: Kızıl Bayrak 2013-10

Güncel Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

da kanlı sahnelerine yaşanmasına yol açmaihtimali de yüksektir.

Savaşı Irak’a taşıma girişimleri...

Roma toplantısının ardından yaşanan bir diğerönemli gelişme, yıkıcı savaşı Irak’a taşımagirişimleridir. Irak’ta tedavi olduktan sonraSuriye’ye dönüş yolundaki askerlere pusu kuransilahlı çetelerin 50’ye yakınını Irak topraklarındakatletmesi, savaşı komşu ülkelere yaymagirişimlerinin vardığı boyutu ortaya koyuyor. Aynısaldırıda 9 Irak askerinin katledilmesi ve ertesigün yine bir Irak askerinin, çetelerin keskinnişancıları tarafından katledilmesi, gerici cepheninsavaşı Irak topraklarına taşıma konusundakiısrarını gösteriyor.

Bilindiği üzere Irak yönetimi, Suriye’ye dışmüdahale yapılmasına karşı çıkmış, kapılarınısilahlı çetelere kapalı tutmuştur. Irak’taki Nuri ElMaliki başkanlığındaki yönetimin karşı-devrimciüçlü, ama özellikle AKP iktidarı ile belli gerilimleryaşaması da, savaşı Irak’a taşıma girişimininkimler tarafından cesaretlendirildiğini anlamayıkolaylaştırıyor.

Gerici muhalefetin savaşta ısrarıyıkım ve kıyım getiriyor

İki yıldır güdümlü muhalefete ve arkasındakigüçlere karşı ayakta durabilen Baas yönetimininverili koşullarda iktidardan çekilmesi olasıgörünmüyor. Aslında emperyalistlerle işbirlikçileride bu gerçeğin farkına vardılar, ama buna rağmensavaşı tırmandırıyorlar. Yıkıcı savaşı sürdürmeısrarı, gelinen yerde, Suriye’nin tahrip ediliportaçağ karanlığına sürüklenmesini isteyenemperyalist/siyonist güçlere hizmet etmektenbaşka bir işe yaramıyor.

Bu durumu bildiği halde, gerici muhalefetinsavaşı tırmandırma girişimleri, emperyalistlerinkucağında oturan bu soysuzların, halkınçıkarlarına ne kadar yabancı olduklarını gözlerönüne seriyor. Bu duruş, “Baas yönetimininzorbalığına karşı mücadele ediyoruz” söyleminintemelden yoksunluğunun da ispatıdır.

Suriye’deki olayların seyri, emekçilerinbaşlattığı bir kitle hareketinin ilerici-devrimciönderlikten yoksun kaldığı koşullarda, nasıl dakarşıtına dönüşebildiğini göstermiştir.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Türkiye ziyaretiAhmet Davutoğlu ile yaptığı görüşme ile başladı.Görüşmede ilgi çekici nokta ise Davutoğlu Türkçekonuştuğu sırada Kerry’nin kulaklığını takmıyorolmasına rağmen dinliyor görüntüsü vermesiydi.Davutoğlu’nun uyarısı üzerine Kerry kulaklığınıtakarak dinliyor görüntüsünü sürdürdü. Belli ki uşağınsöyleyecekleri efendiyi pek de ilgilendirmiyor...

Uşak ve şeften samimi açıklamalar

Ankara Palas Devlet Konukevi’nde biraraya gelenJohn Kerry ve Ahmet Davutoğlu görüşmenin ardındanortak basın toplantısı düzenledi. İlk olarak konuşanAhmet Davutoğlu Türkiye ve ABD arasındaki ikiliilişkilerin “mükemmel” olduğunu ve arada güçlü birittifak ilişkisi bulunduğunu söyledi.

Toplantıyı da değerlendiren Davutoğlu NATO,Afganistan ve Suriye ile ilgili konuların konuşulduğunuifade etti. Ayrıca Ortadoğu’ya barış gelmesinin ABD veTürkiye’nin ortak perspektifi içinde olduğunu belirtti.

Davutoğlu’nun ardından söz alan Kerry ise ABD’ninNATO müttefiki olan Türkiye’nin yanında olacağını vePKK’ye karşı işbirliği yapacağını söyledi. Toplantınınönemli bir gündeminin de Suriye olduğunu söyleyenKerry, Türkiye’ye gösterdiği “liderlik ve kararlılık”tandolayı teşekkür etti. Türkiye’nin taşeronluğunu övenKerry, Suriye’ye yönelik de bildik karalamalarıyineledi.

Erdoğan’ın Siyonizm demagojisi degündeme geldi

Erdoğan’ın siyonizmin insanlık suçu olduğuna dairsözleri de basın toplantısında gündeme geldi.Erdoğan’ın sözleri ile ilgili bir soru soran gazeteciyeönce Davutoğlu yanıt verdi. Davutoğlu kendilerininhiçbir ülkeye düşmanca davranmadığını ancak İsrail’indüşmanca davrandığını söyledi.

Kerry ise Başbakanla aynı fikirde olmadığını

söyleyerek şöyle dedi: “Bu sözlerle aynı fikirde değiliz,bu fikre karşı çıkıyoruz. Farklı bakış açılarımız var. Benbu konuyla ilgili olarak 2 yıldır çalışıyorum. Elbette buaçıklamanın ardından bu biraz dahakarmaşıklaşacaktır. Ben bu konuyu açık açık dilegetirdim. Başbakan’a da bunları söyleyeceğim.Yapılan açıklamalar bizim neye inandığımızıgösteriyor.”

Çarşamba günü gerçekleşen Medeniyetler İttifakıforumunda söz alan Erdoğan, “one minute” benzeribir şov yaparak siyonizmin insanlık suçu olduğuna dairşu sözleri söylemişti: “Tıpkı siyonizm, antisemitizmgibi, tıpkı faşizm gibi İslamofobiyanın da bir insanlıksuçu olarak görülmesi kaçınılmaz hal almıştır.”

Erdoğan’ın bu sözleri İsrail Başbakanı BünyaminNetanyahu’nun basın ofisinden yapılan biraçıklamayla kınanmış, ABD ve AB de açıklamayıkınayan açıklamalarda bulunmuştu.

Devlet terörünün son hedefi sınıf devrimcilerioldu. 6 Mart sabah saatlerinde 3 devrimci polistarafından GBT bahanesiyle çevrildi ve yaka-paçagözaltına alındı. Görgü tanıklarının ifadeleri sonucuöğrenilen gözaltının gerekçesinin ise “polisemukavemet” olduğu bildirildi.

Kartal Merkez Karakolu’na götürülen devrimcilerakşam saatlerine kadar burada tutuldu. Akşamsaatlerinde savcılığa çıkarılan sınıf devrimcileriverdikleri ifadenin ardından serbest bırakıldı.

BDSP’den eylem

Sınıf devrimcilerinin halen daha karakoldatutulduğu saat 19.00 sıralarında Bağımsız DevrimciSınıf Platformu da Kartal’da bir eylem yaparakgözaltıların serbest bırakılması talebini yükseltti.

Citi Bank önünde “Gözaltılar serbest bırakılsın!Devrimci faaliyet engellenmez!” şiarlı BDSP imzalıozalitin açılmasıyla başlayan eylemde gözaltı,tutuklama terörünün ve baskıların devrimci faaliyetiengelleyemeyeceği belirtildi.

Citi Bank önünden başlayan yürüyüşte BankalarCaddesi’nden ve çay bahçelerinden geçilerek BankalarCaddesi’nin girişine gelindi. Burada BDSP adınayapılan açıklamada gözaltı terörünün nasılgerçekleştiği anlatıldıktan sonra şunlar söylendi:“İşçilerin sendikalaşma girişimlerine ve hak aramaeylemlerine zorbaca saldırarak, KESK’e, ÇHD’yeoperasyonlar düzenleyip üyelerini düzmece iddialarlatutuklayarak, toplumun tüm ilerici-devrimcikesimlerine saldırarak yol almaya çalışıyorlar.”

Açıklama, tüm işçi ve emekçilerin faşist saldırılarıboşa çıkartmak için mücadeleyi yükseltmeyeçağrılmasıyla sonlandı.

Eyleme Genel İş 1 No’lu Şube yönetimindenkatılım sağlanırken Devrimci Anarşist Faaliyet,Partizan ve SDP de destek verdi.

Eylem boyunca “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılarbizi yıldıramaz!”, “Devrimci faaliyet engellenemez!”,“Yaşasın devrim ve sosyalizm!”, “Yaşasın devrimcidayanışma!”, “Gözaltılar serbest bırakılsın!”, “Polisterörüne son!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / Kartal

BDSP’lilere gözaltı terörü

Emperyalist şeften “işbirliği” mesajı

Page 6: Kızıl Bayrak 2013-10

Güncel6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Sermaye devletinin tarihi aynı zamanda katliamlartarihidir. Zira katliamcılık, sermaye devletininmayasında vardır. Kitle kıyımlarına dönüşen bukatliamlara ‘77 1 Mayısı, Maraş, Çorum, Sivas,Malatya katliamları birer örnektir. Faşist sermayedevletinin devrimci yükseliş dönemlerinde nasıl birpolitika izlediğini çok iyi anlatan bu gibi katliamlar,‘90’lı yıllarda bir kez daha karşımıza çıkmaktadır.

Sınıf hareketindeki canlanma, Kürt halkının haklıistemlerinin kendini serhıldanlarla ifade etmesi,devrimci hareketin toparlanmaya başlaması, öğrencihareketinin kitlesel ve militan biçimler kazanmasıelbette sermaye devleti tarafından sadece seyredilengelişmeler olamazdı. 100’ün üzerinde Kürdünöldürüldüğü ‘92 Newrozu, devlet terörünün yenidenkitlesel katliamlara varabileceğini göstermekteydi.Yine devletin resmi güçlerinin yanı sıra kontraörgütlerinin de benzeri katliamlara ne kadar hazırlıklıolduğu 2 Temmuz Sivas katliamı ile bir kez daha açığaçıkacaktı. Aynı dönemin ürünü olan kayıplar, infazlar,işkencede ölümler, yeniden gündeme gelen tabutluklartek bir gerçeği işaret etmekteydi. Devrimci temeldeyükselme eğilimi gösteren bir toplumsal muhalefetvarsa ve devrimci örgütler gittikçe güç kazanıyorsa,faşist sermaye devletinin açık kitle katliamları için dezemin var demekti.

Bu yılların siyasal koşullarında, burjuvaziyitedirgin eden çokça neden vardı. Tüm bunlardan ötürü12 Mart günü hedef seçilen Gazi Mahallesi rastgele birtercih değildi. Alevi emekçilerin yaşadığı bu semt aynızamanda devrimci çalışmanın dolaysız etkisialtındaydı.

12 Mart 1995 günü, İstanbul’un GaziMahallesi’ndeki İsmet Paşa Caddesi üzerinde bulunanve çoğunlukla Aleviler’in gittiği Doğu, Dostlar veYavuz Kardeşler isimli kahveler ile bir pastanedevletin gayrı resmi güçlerince tarandı. DoğuKahvesi’nde bulunan Halil Kaya adlı alevi dedesiyaylım ateşinde hayatını kaybetti. Katiller bir taksiyigasp ederek kaçtılar ve taksi şoförü Mesut Efe’yi deöldürerek aracın bagajına koydular. Bunun üzerineGazi Mahallesi’nin emekçi halkı sokağa döküldü, tamda doğru hedefe, karakola yürüdü. Eylemler Ümraniye1 Mayıs Mahallesi’ne de sıçradı. Polis, doğrudaneylemcilerin üstüne ateş açtı. Polis tarafından Gazi’de17, Ümraniye’de 5 olmak üzere toplamda 22 kişikatledilirken yüzlerce insan yine polis kurşunlarıylayaralandı. Ayrıca bu katliamın hemen akabinde HasanOcak, 21 Mart günü polis tarafından kaçırıldı,işkencede öldürüldü. Cenazesi ise ancak yaratılanduyarlılık sonucu aylar sonra bulunabildi.

Katliamın ardından 20 polise dava açıldı. Dava,katliamdan altı yıl sonra, Kasım 2001’de, üç şehirgezdikten sonra sonuçlandı.

Gazi’de halkın üzerine ateş eden polislerinfotoğrafını çekerek katliamı belgeleyen Ahmet ŞıkErgenekon soruşturması kapsamında, döneminEmniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire BaşkanıHanefi Avcı’yla birlikte yargılandı. Ancak katliamınsorumlularından olan Avcı, Gazi davasında sanıkolması gerekirken, tanık olarak bile dinlenmedi.

Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir,

İstanbul Emniyeti’nde Terörle Mücadeleden SorumluŞube Müdürü Reşat Altay, Emniyet Genel MüdürüMehmet Ağar, dönemin başbakanı Tansu Çiller, İçişleriBakanı Nahit Menteşe, İstanbul Valisi HayriKozakçıoğlu... Tüm bu isimler sonradan “görevlerinilayıkıyla yaptıkları için” ödüllendirildiler, terfi ettiler,vekil oldular.

Kısaca öyle bir hukuk sistemi ki Trabzon’damahkeme başkanı Hüseyin İmamoğlu, “ben bu davadapolislerden yana tarafım, polis cinayet işlemez”diyebilmekteydi. İşkenceci polis şefi Hanefi Avcı,kahvehanenin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırımtarafından tarandığını söylemişti. İbrahim Şahin’inemrinde çalışan özel timci ve Susurluk hükümlüsüErcan Ersoy ise Ayhan Çarkın ile birlikte GaziMahallesi’nde olduklarını televizyonda açıklamıştı.Özel timci Çarkın ve Oğuz Yorulmaz’ın halkın üzerineateş açtığını gösteren fotoğraflar vardı.

Türkiye devrim tarihinde kendine ayrı bir yer açanbu katliam ve direniş geriye de pek çok deneyimbırakmış, yine başka gerçekleri bir kez dahahatırlatmıştır. Öncelikle sermaye devleti, rejimitehlikede hissettiği anlarda nasıl faşizan bir karakterebürünebileceğini bu vesileyle bir kez daha göstermiştir.Kalkışma dönemlerinde burjuva sol partilerin sermayeiçin bir itfaiye eri olduğunu da yine bu direnişgöstermiştir. Özellikle alevi emekçiler için sermayeordusunun hala bir yanılsama yarattığı da açığaçıkmıştır.

Burjuva hukuk sisteminin ise tarafsız olmadığınıkatliam yargılamaları ortaya koymuştur. Bu katliamınaktörleri arasında sadece kontra güçler yoktur. Devlet,yetkili tüm birim ve siyasetçileriyle katliamındoğrudan sorumlusudur, parçasıdır. Dolayısıyla bukatliam organizasyonu, devletin dönem dönem dilegetirdiği “demokratikleşme” söylemlerinin sahteliğiniaçığa çıkaran bir turnusol işlevidir. Değişen hiçbir şeyolmadığını görmek için en son örnek Roboski’dir.

Gazi ve Ümraniye’de yaşananlara sadece birkatliam olarak bakmak büyük bir yanılgıdır. Sermayedevletinin faşist karakterini açığa çıkaran bu katliamaynı zamanda işçi ve emekçilerin düzene olanöfkesinin koşullar oluştuğunda nasıl kitlesel ve militanbir biçime bürünebileceğini de göstermektedir. GaziMahallesi’nde kurulan barikatlarda günlerce silahlıpolis kuvvetleriyle dişe diş bir mücadele verilmiş,ortaya çıkan görüntüler Filistin intifadasını

hatırlatmıştır. Devamında devrimci hareket için moralkaynağı olan bu anti faşist emekçi halk direnişi,eylemin özgürleştirdiği sokağın, burjuva hukuknormlarına sığmadan hak ve özgürlüklerin nasıl eldeedildiğini, toplantı ve yürüyüş kanunun nasılişlevsizleştiğini de göstermiştir. Emekçi semtlerindebarikatlar artık bir dönem için en sık başvurulan eylembiçimi olmuştur. Burjuvaziyi ise tüm sınırlarınarağmen bu direniş ürkütmüştür. “Varoşlardan”beslenen tehlikeyi bertaraf etmek için emekçimahallelerine özel planlamalar yapılmış ve hayatageçirilmiştir. Şu günlerde devletin bu açıdan kazandığımevzileri görmek için bu semtlere bakmak yeterlidir.

Tüm bunların yanı sıra bu anti faşist halk direnişisol harekete bir dönem için güç kazandırmış olsa da,esasında bulundukları küçük burjuva halkçı zemin için“teorik” bir dayanak olmuştur. Bu yanılsamayakomünistler tarafından Gazi’nin yarattığı ateşinsıcaklığı henüz devam ederken dikkat çekilmiş, küçükburjuva devrimciliğinin ve halkçı popülizmin çıkmazıdile getirilerek esas olanın proleter sosyalizmi, bunadayalı bir program ve çalışma tarzı olduğuvurgulanmıştır.

Komünistlerin bu büyük anti faşist halk direnişiyleaynı günlere denk gelen EKİM 3. Genel KonferansıBildirisi’nde bu direnişe dair şu söylenenler oldukçaaçıklayıcıdır:

“Öte yandan bugünün Türkiye’sinde ve özelliklebüyük kentlerin varoşlarında, işçilerle iç içe yaşayanmuazzam bir kent yoksulları kitlesi var. Ekonomik,toplumsal, ulusal ve mezhepsel sorunlar karmaşası bukitlede rejime karşı büyük bir hoşnutsuzluğu ve nefretimayalamaktadır. Birçok belirti ve bu arada Gaziemekçilerinin konferansımızla aynı günlere denk gelengeniş çaplı devlet karşıtı direnişi göstermiştir ki, şehrinyarı-proleter kitleleri ile küçük burjuvazinin yoksul altkatmanlarının politik aktivite kazanacakları birdöneme giriyoruz. Öncü kesimi örgütlü bir kimlikkazanarak partileşmiş bir sınıf hareketi, bu katmanlarıkolaylıkla kendi politik etkisi altına alabilecek,sermaye iktidarıyla çatışmasında onlardan büyük birdestek görebilecektir. Bunun başarılamadığıkoşullarda ise, kent yoksullarının bu hareketliliği,burjuvaziyle hesaplaşmaya yetenekli biricik sınıfınönderliğinden yoksun olmanın tüm olumsuzsonuçlarıyla yüz yüze kalacaktır. 80 öncesinin politikmücadeleleri bu konuda fazlasıyla aydınlatıcıdır.”

Bir sermaye devleti klasiği...

Gazi ve Ümraniye katliamı!

Page 7: Kızıl Bayrak 2013-10

Güncel Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Faşist baskı ve terörü her geçen gün tırmandıransermaye devleti, polisi de son teknolojik silah ve benzeriaraç gereçlerle donatmaktan geri durmuyor. Gazı, copu,tüfeği, panzeri yetmezmiş gibi bir de basına servis edilenhaberlerle polisin kullanacağı farklı araçlar gündemegetiriliyor. Büyük kısmı asparagas da olsa bu haberler,devletin polisi etkin kullanma çabasının bir yansıması.

Bu kapsamda yandaş medyada yer alan bir haber,polisin yeni dönemde ne gibi araçlar kullanacağınınişaretlerini verdi. Habere göre polis, önümüzdekidönemde “suçla savaşırken” 4 aşamalı bir yöntemuygulayacak. İlk olarak şüpheliler el feneri ve projektörletespit edilecek. Polislere dağıtılacak olan ve geçicikörlük yapan el fenerleri bu amaçla kullanılacak.Emniyetin geçtiğimiz günlerde bu amaçla 500 lümenlikel fenerleri alacağı yine basına yansımıştı ancak emniyetmüdürlüğü haberlerin asılsız olduğunu, fenerin lümendeğerinin bu kadar yüksek olmadığını ve sadeceaydınlatma için kullanılacağını kaydetmişti. Bu haberlebirlikte geçmiş iddia bir kez daha gündeme gelmiş oldu.

Haberin ne kadarının doğru olduğunu bilemesek deönümüzdeki dönem polisin yeni işkence oyuncakları iledonatılacağı sonucunu çıkarmak için haberin mevcut haliyeterli.

AKP iktidarı sokakta, karakolda, cezaevinde devletterörünü tırmandırıyor. Şiddet ve baskı politikalarında daustalaşıyor. İşçi ve emekçiler yaşamın tüm alanlarındapolis şiddetine maruz kalıyor. Sokak ortasında dayakyiyor. Hatta 1,5 yaşındaki bebeğin suratına bile bibergazı sıkılıyor.

AKP hükümeti “insan haklarının korunması vegeliştirilmesi, işkence ve kötü muamelenin önlenmesiamacıyla işkence ve kötü muameleye sıfır toleranspolitikasını uygulamaya koyduk” diyordu. Şişinerek“ülkemizi bu insanlık ayıbından kurtardık” diyen AKPhükümeti, işkenceden tescilli polis şefi Sedat SelimAy’ı İstanbul Terörle Mücadele Şube MüdürYardımcılığı’na atadı.

7 TİP’li öğrencinin ve Kemal Türkler’inkatledilmesi davasında da, yargı paketi değişikliği ileeli kanlı Bünyamin Adanalı ve Ünal Osmanağaoğluserbest bırakıldı. Kiralık katillerine “arkanızdayım”mesajını veren AKP iktidarı, yeni cinayetlerin deönünü açıyor. Örneğin Mehmet Ağar’ın hangihapishanede kalacağı onun tercihine bırakılmıştı.Ziyaretine gidecek asalak patronları ve devletbürokratları zorlanmasınlar diye şimdi hapishaneyakınına helikopter pisti de yapıldı.

AKP hükümeti devletin faşist kimliğini daha dabelirginleştirerek yola devam ediyor. Hakkını arayanişçi ve emekçinin demokratik haklarının kullanılması,Kürt halkının demokratik taleplerinin karşılanması,cezaevlerinin daha insani koşullara kavuşturulmasıtaleplerine kulak tıkıyor. Emekçileri sokakta yürürkenbile işkenceye maruz bırakıyor. Tüm bunlar yetmezmişgibi yeni terör araçlarına devasa kaynak ayırıyor. Tümbunlar polis terörünün önümüzdeki dönemde sokağaçıkan her emekçiye yönelik olarak artması içinyapılıyor.

AKP iktidarı polis terörünün tahkim edilmesi içinçalışıyor. Yeni alacağı terör araçları nedeniyleTürkiye’nin zaten bozuk olan insan hakları sicilinindaha da bozulacağını elbette ki biliyor. Raporların ışıktuttuğu gerçekler ortadadır. AKP iktidarı terörlemücadele yalanları eşliğinde 72 gazeteciyi

cezaevlerine attı. Düşünce özgürlüğü bakımındanTürkiye’nin 179 ülke arasında 154. sıraya yerleşmesinisağladı.

Bugün Kürt halkının haklarını savunan herkeseyönelik polis terörü artıyor. Öğrenciler, aydınlar,gazeteciler yargı terörü nedeniyle hapiste yatıyorlar. AKPiktidarı “işkenceye sıfır tolerans” yalanları eşliğinde polisterörüne de hız veriyor. Adına orantılı güç diyerekişkenceyi sokağa yayıyor. Polis şiddeti ile bağlantılıolarak açılan soruşturmaları “polis memurunamukavemet” adı altında mağdurlara açılan davalaradönüştürmek için tüm hünerlerini sergiliyor.

Geçtiğimiz yıllarda Polis Vazife Selahiyetler Kanunuçıkarılarak polis terörünün önündeki engellertemizlenmişti. Böylelikle başta devrimciler vekomünistler olmak üzere birçok insanın polis kurşunuylakatledilmesine zemin hazırladı. Katil polislerin “durihtarına uymadı”, “düştüm silah birden ateş aldı” vb.yalanlara dayanan ifadelerle suçlarını gizlemelerineçanak tutuldu. Ne de olsa Recep Tayyip Erdoğan’ın itirafettiği gibi “polis rejimin teminatıdır” dediği bir ülkedirTürkiye.

Polisin terör araçlarıyla donatılmasının nedeni AKPiktidarının emekçilerin sorunlarını çözemeyeceğininbilincinde olmasıdır. AKP iktidarı bu nedenle en ufak birhak arama eyleminden ölesiye korkmaktadır. Hak arama

eylemlerini kendisine başkaldırı olarak görmektedir. Bunedenle kolluğa verdiği desteği her geçen günartırmaktadır. AKP iktidarının bu yaklaşımı vedesteğinden cesaret alan polis her geçen gün daha dapervasızlaşmaktadır.

AKP iktidarı polis şiddetine yönelik her türlüeleştiriyi hışımla karşılamakta, saldırgan bir üslupkullanmaktadır. Polisine sahip çıkan AKP gericiliği, aynızamanda her toplumsal olayda, basit bir tartışmada bileuygulanan polis şiddetini meşrulaştırmak istemektedir.

AKP iktidarının polis terörünü besleyen tutumunugörmek için yıllardır artan güvenlik harcamalarına veson süreçte alınacak terör silahlarına ayrılan bütçeyebakmak yeterlidir. Kolluk terörü için kullanılacakaraçlara ayrılan pay yaklaşık yüzde 500 oranında arttı.Ayrıca AKP iktidarı 2002 yılında seçimleri kazandığında122 bin olan polis sayısını yaklaşık olarak 250 bineçıkarmıştır. Kolluğun güçlendirilmesi çerçevesindealınan araçlara yapılan harcamalar yüzde 600 artmıştır.

AKP iktidarı polis için alacağı yeni silahlarla Türksermaye devletinin emekçiler tarafından bilinen baskıcı,despotik, katliamcı kimliğini daha da pekiştirmekistediğini açıkça ortaya koymuştur. Tüm bu kirli icraatlarAKP iktidarının yüzündeki maskeyi yırtıp atıyor. Onun,sermayenin hizmetkarı, işçi ve emekçilerin düşmanı olangerçek yüzüne ayna tutuyor.

Eksen Yayıncılık kitapları toplatıldı...

“Saldırılar ilkeli yayın çizgisiyle karşılanır”

Kitaplar için yeniden toplatma kararı çıkması bizim adımıza sürpriz olmadı. Sonuç itibariyle “ileridemokrasi” söylemlerine paralel uygulanan baskı ve sindirme saldırılarının düzenli muhataplarından biriyiz.Sırf son bir yıllık süreci bile ele alsak karşımıza gazetemiz için çıkan birçok toplatma, açılmış dava veya fiiliengelleme saldırısı çıktığını görebiliriz. Bu yanıyla kitaplar için çıkarılan toplatma kararını da bunlardanbağımsız ele almıyoruz. Sermaye hükümeti AKP, devrimci değer ve ilkeleri savunan, mücadeleyi önplanaçıkaranları güçsüzleştirmek, engellemek için çok yönlü saldırılarının bir parçası olarak bu kararı alıyor.

6352 Sayılı Yasa ile cisimleşen 3. Yargı Paketi ilk çıktığı süreçte de biz bunu böyle değerlendirmiş ve ifadeetmiştik. Bu toplatma kararı karşımıza döne döne çıkarılan “yargıda reform”un ne menem bir reformolduğunun resmi ilanı dışında bir şey değil. Diğer yasal değişikliklerde olduğu gibi uygulamada keyfilik, soyutgerekçelerle engellemeler yaşanırken diğer yandan yeni saldırıların da önü düzleniyor. Bir reform düşünün kikaldırdığı yasağın tekrar hayat bulabilmesi için zamanı da belirten bir madde içeriyor. 6352 sayılı yasa böyleceyazıldığı gün reform değil gözboyama yasası olduğunu ilan etmişti. Yasanın AKP’ye kazandırdığı bir diğeravantaj ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açılan davalara savunma sunabilmek. Yasağı kaldırdık diyerekdavalardan kurtulmayı umut ediyorlar. Zaten yargı paketlerinin kapsamları işçi ve emekçilerin hassasiyetininyoğunlaştığı, AİHM’de artık direkt ceza verilen maddeler üzerine kurulmasının gerisinde de bu var.

Sermaye hükümeti AKP uzunca bir dönemdir hayata geçirdiği saldırılar karşısında oluşan muhalefetizayıflatmak, kırmak için çalışıyor. Bunun bir yönü artan baskı uygulamaları iken diğer yanıysa işçi ve emekçilerialdatma, bu sayede devrimci mücadeleyi yalnızlaştırma ve marjinalleştirme çizgisidir. Bu toplatma kararının daböylesi bir sürecin parçası olduğunu düşünüyorum. 63 yıllık utancın kalktığını propaganda ederken daha yasauygulamaya girdiği saatlerde yeni toplatma başvuruları yapılmış bile.

Tutuklu gazeteciler için “mesleklerinden dolayı tutuklu değiller” diyenler, elbette yeni saldırılarına da kılıfhazırlıyor. Toplatma kararlarıyla “içeriği uygun olanlar serbest ama bunlar radikal” demeye çalışıyorlar.

İçinden geçtiğimiz süreçte sermaye iktidarının işçi ve emekçilere daha ağır koşulları dayatmaya, bölgeselgelişmeler içerisinde emperyalistlerin çıkarları için daha etkin yer almaya hazırlandıklarını göz önündebulundurursak bu saldırılar daha da yerli yerine oturacaktır.

Fakat biz, tüm bu saldırılara, yasa aldatmacalarına karşı yılların tarihsel birikimiyle şekillendirdiğimiz ilkeliyayın çizgimizi sürdüreceğiz. Çünkü biliyoruz ki saldırının amacı bu ilkelerden taviz verdirmek ve savurmaküzerine kurulu. Bunun için altını çizmek gerekir ki saldırılar ilkeli yayın çizgisiyle karşılanır. Tüm toplatmakararlarını, engelleme çabalarını devrimci kimliğin değerleri ve sarsılmaz iradesiyle aşacağımızı biliyoruz.Sermaye devletinin ve onun bugün dümenini elinde tutan AKP gericiliğinin bu beyhude çabalarla eldeedebileceği herhangi bir şey yok. Sonuçta onyıllardır uygulanan baskı ve saldırı politikalarını göğüslemiş, busaldırıları sağlam bir iradeyle aşarak gelmiş devrimci bir çizgiye sahibiz.

Eksen Yayıncılık Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tayfun Altıntaş

Polis yeni terör araçlarıyla donatılıyor...

Devlet terörüne karşı mücadeleye!

Page 8: Kızıl Bayrak 2013-10

Güncel8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Geçtiğimiz günlerde 10. duruşması görülen vesavcının mütalaa verdiği Alaattin Karadağ cinayetdavasının takipçisi avukatlardan ve davayı başındanitibaren izleyen Temel Demirer’den davanın seyrine dairgörüş aldık...

Av. Zeycan Balcı Şimşek: “Katilleringerçekten yargılanacağı günler gelene dekonların yakasını bırakmayacağız!”

Avcılar polisitarafından sokakortasında infaz edilendevrimci işçi AlaattinKaradağ’ın dokuzuncuduruşması Bakırköy 9.Ağır CezaMahkemesi’nde görüldü.

Bu davanın seyridevletin katliamlartarihinin de aynasıdıraynı zamanda. Polis-Savcı-Mahkeme

üçlüsüyle yazılan bir tarih…Polis, müvekkilimizi sokak ortasında üzerine şarjör

boşaltarak yaralamış, saatlerce bekleterek ölmesinisağlamış, aynı fütursuzlukla soruşturmayı bizzatyürütmüş, olayı görmeyen “vatansever” tanıklar bularaksoruşturmayı sakatlamış, kamera kayıtlarını yok etmiş,Alaattin’in giysilerini saklamıştır.

Savcı, sanık polisin 1 dakika olsun gözaltındakalmasına dahi gerek duymamış, sokaktan toplanansayısız kovana, müvekkilimizin öldürülmesine, dolmuşşoförünün yaralamasına ve içinde yolcu olan birdolmuşu gasp etmesine rağmen sanık polisitutuklamamıştır. Müvekkilimizin ailesine ve avukatlarınahaber verilmeksizin otopsisi yapılmış, üst giysileri buaşamada kaybedilmiştir. Soruşturma dosyasına olayınoluşundan iki gün sonra kamera kayıtlarının dosyayagetirilmesi talebimiz sürüncemede bırakılmış ve kamerakayıtlarının polis tarafından hiç edilmesine gözyumulmuştur.

İlk duruşmalarda Karadağ ailesi ve arkadaşlarınınhassasiyetlerini fark etmesi, polis telsiz ses kayıtlarınınham hallerinin mahkemeye getirilmesi, olay mahallindekeşif yapılması, mahallede yaşayan bakkal, kahveci gibigörgü tanıklarının bulunarak mahkemede tanık olarakdinlenmesi, Alaattin’e ait elbiselerin atış mesafe tayiniiçin Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesi gibitaleplerimizin tamamı mahkeme heyetince kabuledilmesi biz avukatlarda adil bir yargılama yapılacağıizlenimi uyandırmıştı. Ancak ikinci duruşmanın hemensonrasında tam bir yargısız infaz yargılama pratiğiyaşanmış ve mahkeme başkanı, Kocaeli İnfazHakimliği’ne sürülerek akabinde de meslekten atılmıştı.

Yeni gelen mahkeme başkanının ilk görevi keşifkararından vazgeçmek olmuştu. Bir türlü bulunmayanüst giysiler bulunmuş ne var ki polisin, hiçbir talimatalmadan üst giysiler üzerinde kimyasal maddelerkullanarak atış mesafesi tayini yaptığı ve Adli TıpKurumu’nca inceleme yapılmasının imkânsızlığı ortayaçıkmıştı. Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde olduğuresmi yazıyla belgeli olan kamera kayıtları mahkemeyegönderilmemiş ne var ki sorumlu polisler hakkında talepedilen suç duyurusu talebimiz de mahkemece

reddedilmişti. Delillerin planlı bir biçimde karartıldığı ve

yargılamanın adeta katledildiği bu davanın savcılıkmütalaası da sanık polisi ödüllendirmek için özenlehazırlanmıştı. Mahkeme savcısı mütalaasında, Alaattin’ikatleden, içinde yolcu olan bir dolmuşu gasp ederekusulsüz tasarrufuyla suç işleyen, dolmuş şoförü İsmailDurmuş’u yaralayan sanık polisin tüm suçlardanberaatini talep etti. Yargılama aşamasında, tümtaleplerimizi eksiksiz reddeden, yargılama aşamasındahiçbir delili toplamayarak mahkeme savcısındanalelacele mütaala alan heyetin kararı da belli olmuştur.Karar; cezasızlıktır, karar beraattir, karar yargısız infazıaklamaktır.

Niyet açıktır; kolluğun işlediği suçlar mahkemetarafından aklanmakta ve kolluk böyleceödüllendirilmektedir. Sanık polis, Alaatin Karadağ’ısokak ortasında infaz ederken yaralandığındaçalışmadığı her gün için gün başına en yüksek devletmaaşının 100 katı kadar ikramiye almış, yargılandığıdavada kendisini savunan avukata Emniyet Müdürlüğütarafından yüzlerce milyar ödenmiş ve sanık polis terfiettirilmiştir. Yargısız infaz gerçekleştirdiği için son ödülberaat kararı olacak ve böylece sanık polis aklanacaktır.

Biz Alaattin Karadağ’ın ve ailesinin avukatları olaraktüm bu hukuksuzluklara, tüm bu yaşanan hukuktrajedisine rağmen yargısız infazlarla mücadele edeceğiz.Katilleri kamuoyu nezdinde mahkum ettirecek vekatillerin gerçekten yargılanacağı günler gelene dekonların yakasını bırakmayacağız.

Av. İbrahim Ergün: “Mütalaa sanırım ilerdemizah dergilerinin konusu olacaktır!”

Bu davamız, bir çokyargısız infaz davasındasanık kolluk güçlerinicezasız bırakırkenkullanılan tümyöntemlerin uygulandığıyeni bir örnekten ibaret.

Geldiğimiz aşama,akıbetinin de diğerlerigibi olacağını, bir kezdaha sisteminaygıtlarının kendihukukunu dahi

uygulamayacağını gösteriyor.Soruşturma aşamasında tüm delillerin sanığın

arkadaşlarının kontrolünde bırakıldığını, kamerakayıtlarının terör polisinde olduğuna dair tutanak olduğuhalde görüntülerin mahkemeye gönderilmediğini,Alaattin’in elbiselerinin savcılık kararı dahi olmadanpolis tarafından incelemeye tabi tutularak Adli Tıpincelemesinin olanaksız kılındığını, önceki başkantarafından alınan keşif kararının gerçek ve geçerliolmayan bir nedenle duruşma arasında iptal edildiğinidüşündüğümüzde bu gelişme de sürpriz olmadı.

Savcının, olayın sebebi olmadığı ve bu davayı hiçilgilendirmediği halde, Alaattin’in örgüt üyeliğisuçundan ceza almış olmasını adeta “öldürülmesininmeşru sebebi” gibi sunması ise açıkça siyasi birtutumdan ibarettir. Sanık polisin bir dolmuşu yolundançevirip yolcularıyla beraber çatışmaya sürüklemesinin,üç sokak boyunca kovalayıp bir devrimciyi öldürmesinin

“meşru müdafaa” yani kendini savunma olduğuşeklindeki mütalaa ise sanırım ilerde mizah dergilerininkonusu olacaktır.

Av. Ş. Ceren Uysal: “Daha Karadağailesinin avukatları olarak son sözümüzüsöylemedik!”

Alaattin Karadağ’ınyargısız infazınınardından başlatılansoruşturma ilkgününden bu yanasorunlu bir biçimdeyürütüldü. Karadağ’ınpolis eliylekatledilmesine rağmensavcı talimatıylasoruşturmanın bizzatyine polis eliylesürdürülmesi, MOBESE

kayıtlarının bir türlü dosyaya girmemesi gibi detaylar,daha baştan delil karartılması sürecinin taşlarınındöşendiğinin işaretiydi. Ortada bir cinayet, hem deaçıkça bir siyasal cinayet, bir yargısız infaz olmasınarağmen sanığın tutuksuz yargılanması, sorunaegemenlerin yaklaşımının bir göstergesiydi. Basınaçıklamasına katıldığı için aylarca tutuklanan ve hattahüküm giyen insanlar varken, bugün salt politik görüşlerigereği insanlar sanık sıfatıyla yargılanırken, silahıyla birminibüsü alıkoyan, bir devrimciyi katleden polisinsoruşturmasının bu ölçüde özensiz ve sarsakçayürütülmesi yargılamanın sonucuna da işaret etmekteydi.Nitekim; iddianamenin kasten adam öldürme suçuüzerinden kurulmuş olması başlangıç itibariyle anlamlıolsa da, yargılama sürecinin bütünü soruşturma süreci ileuyumlu bir biçimde, yargısız infazı aklama yönündeilerledi.

Yargılamanın başladığı günden bugüne daha öncebenzer davalarda da sıklıkla yaşanan polisin aklanmasıçabasının, delillerin karartılmasının belirgin örnekleriniyaşadık. Ancak, geçmişte olduğu gibi, bu yargılamada daminareyi çalanlar kılıfını düzgünce hazırlamayıbeceremedi. 2. celse verilmiş olan keşif kararından nedengeri dönüldüğü geçen celseler boyunca açıklanamadı.MOBESE kayıtlarının varlığı Terörle Mücadele ŞubeMüdürlüğü ve savcılık arasındaki yazışmalarlakanıtlanmasına rağmen, her nasılsa bu kayıtlar zayiolduğu gerekçesi ile dosyaya dahil edilemedi. Tanıklarınbir kısmı, sabit ikamet sahibi olmalarına rağmen aylarcabulunamadı. Alaattin’in giysileri yine aylarcabulunamadı. Bütün bu veriler birer delil tahribatınaişaretti. Ancak daha ilginç olanı bu tahribatların hepsibelgeli bir biçimde yapıldı. Bütün bunlara Emniyetkurumunun hiçbir talimata gerek duymaksızın atışmesafesi tayininde bulunduğu, ancak hazırlanan sözderaporun dosyaya 2 yıl kadar sonra sunulduğu verileri deeklenirse tablo aydınlık kazanacaktır. Kısacası bütünyargılama süreci boyunca deliller göz göre göre, bilerekve isteyerek karartıldı, maddi gerçeğin açığa çıkartılmasıyönünde tek bir çaba harcanmadı.

Son duruşma ise bütün bu görünen tablonun mütalaaadı altında söze ve yazıya dökülmesi olmuştur. Savcı,Karadağ ailesinin avukatlarının esasa ilişkin beyanlarınıdinleme gereği dahi duymaksızın mütalaasını vermiş ve

Karadağ cinayet davasıçürümüş burjuva hukukun aynasıdır!

Page 9: Kızıl Bayrak 2013-10

Güncel Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

katil zanlısı Oğuzhan Vural’ın isnat edilen tüm suçlardanberaatini talep etmiştir. Kamu adına mahkemekürsüsünde yer işgal eden savcılık makamı, bu mütalaasıile polisin devrimcileri öldürme yetkisini tanıdığını ilanettiği gibi, aynı zamanda polisin “görev gereği” yetkisınırlarını dilediğince aşabileceğini de savunmuştur. Ziraolay esnasında yaralanan minibüs şoförünün kullandığıminibüsün hattı dışına çıkması dahi savcılık makamıncabir suç olarak algılanmamıştır. Kısacası mütalaaibretliktir ama bir yandan da gerisinde taşıdığı ve eleverdiği zihniyet itibariyle fazlasıyla tanıdıktır.

Bilindiği üzere, Türkiye yıllardan beri katillerinkahraman ilan edildiği bir ülke olagelmiştir. HrantDink’in katili ile çekilen bayraklı fotoğraf, defalarcaişkenceden hüküm giymesine rağmen çeşitli kamukurumlarında etkili pozisyonlara yükselenler hep bu aynızihniyetin bir sirayetidir. Karadağ’ın son duruşmasının daortaya koyduğu üzere, Türkiye’deki karanlık,bebeklerden katil yaratmanın yanı sıra, katillerdenkahraman yaratmaktadır. Savcılık makamının elindençıkan mütalaa işte bu aynı kahramanlaştırma zihniyetininbir ürününden ibarettir ve ne yazık ki bugünün Türkiyegerçeği açısından şaşırtıcı da değildir.

Karadağ yargılaması iki cephe, iki zihniyet arasındakikavganın sembolik bir kavgası olarak okunmalıdır. Birtarafta bu coğrafyanın insanlarının sokak ortasındakatlinin önüne geçmek isteyenler ve maddi gerçeğinpeşine düşmüş olanlar, diğer tarafta ise her koşuldakatilleri aklamanın mesaisini verenler… En nihayetindeyargı süreci henüz sona ermemiştir. Bir sonraki celsekarar duruşması olacaktır. Halen önümüzde Yargıtaysüreci, AİHM süreci gibi uzun bir yol vardır. DahaKaradağ ailesinin avukatları olarak bizler son sözümüzüsöylemedik. Yargılamanın sonucunun değişipdeğişmeyeceğinden bağımsız, bizlerin son sözleri, tam dakatillerden kahraman yaratan zihniyetin, yargısızinfazların teşhirini hedef alacaktır. İster delilleri tahripetsinler, isterse katilleri aklasınlar, gerçeği ve daha daönemlisi gerçeğin tarafımızca yüksek sesle dilegetirilmesini engellemeleri mümkün olamayacaktır.

Temel Demirer: “Bu ülkede komünistöldürmek egemenler açısından hiçbir sakıncaiçermeyen bir eylemdir!”

Ben davadan çıktıktansonra bir konuşmayaptım. Konuşmamaşöyle başladım. Savcıpolisin Alaattin Karadağ’ıöldürmekten, minibüsürehin almaktan ve nihayetgörevini kötüyekullanmaktan beraatiniistedi. Ben de dedim kibu üç konuda beraatiniistedikten sonra bir de

Hawai’ye tatile göndersinler Alaattin Karadağ’ı öldürdüdiye hatta madalya taksınlar. Anlatmaya çalıştığım şeyşu: Bu ülkede devrimci öldürmek, bu ülkede komünistöldürmek egemenler açısından hiçbir sakınca içermeyenbir eylemdir. Yani bu ülkede komünistleri kurşunlarsanız,öldürürseniz Alaattin Karadağ gibi, egemenler size hiçbirceza vermez. Bu da ülkemizdeki hukukun bir sınıfınadaleti olduğunu anlamına gelir. Gerçekten sınıf adaletibudur, burjuva adalet budur. Yani emekçiler için terörkendileri için ise güllük gülistanlık olduğu bir ortam.İtiraf edeyim ilk günden beri Alaattin Karadağ davasınınböyle sonuçlanacağına dair görüşlerimi davaya katılantüm arkadaşlarıma söyledim. İlk günden beri mahkemeheyetinin, hakimin ve savcının tavrı bu yöndeydi. Örnekvermek gerekirse keşif yapılmadığı olay mahalinde,bütün deliller karartıldı. İki tane şahit ise korkutuldu,davaya ilişkin tanıklıkları engellendi. Ortada birhukuksuzluk var ve bu hukuksuzluk bize burjuvazininhukuk dediği şeyin ne olduğunu çok iyi sergiliyor diyedüşünüyorum.

Karadağ davasında aklama mütalaası

Alattin Karadağ’ı vuran polislerdenOğuzhan Vural’ın yargılandığı davada savcımütalaasını sunarak Vural’ın tüm suçlardanberaatini istedi.

Devrimci faaliyet sırasında polistarafından katledilen devrimci işçi AlaattinKaradağ’ı vuran polislerin yargılandığıdavanın 10. duruşması 28 Şubat’ta Bakırköy9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Mahkeme öncesi Bağımsız DevrimciSınıf Platformu bir basın açıklaması yaparakTKİP militanı devrimci işçi Alaattin Karadağdavasının takipçisi olduğunu söyledi.

“Alaattin Karadağ yoldaş ölümsüzdür! /Devrimciler ölmez, devrim davasıyenilmezdir!” pankartını açan BDSP’lilerkızıl flamalar ve “Polis terörüne son!”dövizleri taşıdılar. BDSP adına yapılankonuşmada bundan önceki 9 duruşmadakiusulsüzlüklere dikkat çekilerek gerçek adaletin emekçilerin ellerinde sağlanacağı söylendi. Eyleme Partizanda destek verdi.

Çelişkili tanık ifadesi

Duruşmada ilk olarak, uzun süredir “bulunamayan” tanık Pakize Ilgaz dinlendi. Ilgaz mahkemede verdiğiifadede silah seslerini duyduğunda mutfakta olduğunu, maç sonrası havaya ateş edildiğini düşündüğünüsöyledi. 2 el silah sesi duyduğunu söyleyen Ilgaz kapısını çalan komşularından polisin vurulduğunuöğrendiğini söyledi. Başka bir şey görmediğini ifade eden Ilgaz’a Alaattin Karadağ’ın avukatları, bir günsonrasında televizyona verdiği röportajı sorduğunda ise Ilgaz kaçamak cevaplar verdi.

Ilgaz, röportajı hatırlamadığını söyleyip ardından orda da benzer şeyler söylediğini ifade etti. AvukatlarIlgaz’ın televizyona verdiği röportajda yaşananları daha farklı anlattığını, aradaki çelişkiler bulunduğunusöyleyerek röportaj kayıtlarını istediler.

Mahkemede usulsüzlükler 10. duruşmada da sürdü. Mahkeme heyeti, avukatlar savunma için ek süreistemesine rağmen savcının esas hakkında mütalaa vermesini onayladı. Avukatlar ise bu uygulamanınusulsüz olduğunu belirttiler.

“Kesin ve inandırıcı delil bulunmuyor!”

Av. Zeycan Balcı Şimşek, esas hakkındaki savunmalarını yazılı olarak sunacaklarını söyledi. ArdındanCumhuriyet Savcısı Mehmet Doğar, mütalaasını sundu. Alaattin Karadağ’ın “terör hükümlüsü” ve “arananbiri” olduğunu ifade ederek işlenen infazı meşrulaştırmaya çalışan Doğar, Karadağ’ın “Dur ihtarınauymadığı”na vurgu yapıp sahte kimlikle yakalanmasına değindi.

Savcı mütalaası infaz edilen Alaattin Karadağ’ın “suçlu” gösterilmesi üzerine kurulurken polis OğuzhanVural için “kasten ya da kastın aşılması” suçlarının oluşmadığını yapılanın meşru müdafaa olduğunu söyledi.

Savcı Doğar polisin, bir araca el koyması ve şoför İsmail Durmuş’un yaralanmasından ve görevi kötüyekullanmak suçlamalarından da beraatını istedi.

Mahkeme daha bitmeden katil polis Oğuzhan Vural salondaki polis korumasıyla hızla dışarı çıkarıldı.Mahkeme heyeti savunma için duruşmayı 28 Mayıs’a erteledi.

“Polis ödüllendiriliyor”

Mahkeme çıkışında BDSP’liler adliye avlusunda açıklama yaptılar. Duruşmadan çıkan avukatlar adına Av.Zeycan Balcı Şimşek duruşmayı değerlendirdi. Şimşek, Pakize Ilgaz’ın çelişkili ifadeler verdiğini ve kaygılıolduğuna dikkat çekti. İsmail Durmuş’un aracını içindeki yolcularla gasp eden polisin iki insanın hayatınıkarartmasına karşın böyle bir mütalaa ile beraatının istenmesini eleştiren Şimşek, 3 suçlamadan da beraatistenmesinin “topyekûn beraat kararıyla cezasızlık” yaratılması amacı taşıdığını belirtti. “Adaletmücadelemiz devam edecek!” diyen Şimşek, toplumsal muhalefetin duruşmalara gelmesinin öneminedikkat çekerek konuşmasını bitirdi.

Alaattin Karadağ’ın kardeşi de söz alarak “artık polis aklama düzeni açığa çıktı” dedi. Karadağ, katillerinalelacele yapılan duruşmalarla bir an önce aklanması için çalışıldığını ifade etti.

Karadağ’ın konuşmasının ardından “Bedel ödedik, bedel ödeteceğiz!” sloganı haykırıldı. Son olarak dava sürecini başından beri takip eden Temel Demirer’e söz verildi. Demirer, mahkeme

sürecine dikkat çekerek katil polis için beraat isteyen savcıyı eleştirdi. Katili kastederek “aklamak yetmez birde madalya takın” diyen Demirer, polisin halktan birini vurduğu takdirde beraat ettirildiğini bu yaşananınsaadaletsizlik olduğunu ifade etti. Demirer, mahkemede savunmayı dinlemeden verilen mütalaanın ortaoyunuolduğunu söyleyip “Biz bunun parçası olmayacağız, biz zulmün ortağı olmayacağız!” dedi.

BDSP’liler 10. duruşmada da aklama oyunun oynandığını, katillerin korunmakla kalmayıpödüllendirildiğini söylediler. “Onların adaleti katilleri, zenginleri koruyor” denilen konuşmada bir kez dahagerçek adaletin işçi ve emekçilerin yükselteceği devrim mücadelesinde olacağı ifade edildi.

Alaattin Karadağ’ın uğruna şehit düştüğü mücadelenin yükseltileceği sözü verilerek “Yaşasın devrim vesosyalizm!” sloganıyla eylem bitirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 10: Kızıl Bayrak 2013-10

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Bir tarafta dünya zenginliklerinden mahrumbırakılmış, yoksullaştırılmış işçi ve emekçiler sınıfı.Diğer tarafta ise üretim araçlarına ve dünyazenginliklerine sahip olan kapitalistler sınıfı. Öyle birdüzendir ki bu, bir tarafın yani işçi sınıfının, aşırıçalıştırılma ya da zorunlu bir işsizliğe mahkûmedilmesi yoluyla kapitalistler daha da fazlazenginleşmektedir. Türkiye’de de durum budur. ÇünküTürkiye’de de kapitalizm tüm vahşiliğiyle hükümsürmektedir.

Bu gerçeği geçtiğimiz günlerde Forbes dergisininaçıkladığı en zengin 100 Türk listesinden degörebiliriz. Her yıl yapılan bu araştırmaya göre bu yılTürkiye’nin en zengin 100 kapitalisti açıklandı.Türkiye’nin en zengin kapitalisti 3.4 milyar dolarlıkservetiyle Doğuş Holding’in patronu Ferit Şahenkoldu. 3.2 milyar dolarlık servetiyle Koç HoldingYönetim Kurulu Üyesi Semahat Arsel ikinci olurken,Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülkerve Fiba Holding Yönetim Kurulu Başkanı HüsnüÖzyeğin 3 milyar 100 milyon dolar ile üçüncülüğüpaylaştı.

Forbes’in araştırmasına göre 2013’te hemmilyarder sayısı, hem de sermayedarların toplamserveti artmıştır. 2013 yılında milyarderlik unvanına 3yeni kapitalist daha katılmış, bu yıl dolar milyarderisayısı 44’e yükselmiştir. 100 zenginin toplam serveti117.85 milyar dolarla 7 yılın en yüksek değerineulaşmıştır.

Milyarder aile sayısı bu yıl 28’e yükselirken, ailesıralamasında ilk 5 yine değişmedi. Liste Koç,Sabancı, Şahenk, Ülker ve Tara aileleri olaraksıralandı. Koç Ailesi’nin başı çektiği listenin yansıttığıtoplam servet 87.5 milyar dolar olmuştur.

Forbes’in hesaplamasına göre Türkiye’ nin enzengini Ferit Şahenk saniyede 25 dolar kazanmaktadır.Bir kapitalistin asgari ücretle çalıştırdığı işçi ise ayda774 TL. almaktadır. Terazinin yukarı tarafında bir avuçpara babası, öbür tarafında ise onları yukarıda tutan

milyonlarca işçi ve emekçi durmaktadır.İşçiler yoğun sömürü altında düşük ücretlerle

çalışırken işsizler yani kapitalistler için yedek sanayiordusu ise hazır bekletilmektedir. TÜİK’in işsiz olarakilan ettiği resmi sayı bile 2 milyon 539 bin kişiykengerçeğin kat be kat fazla olduğu ortadadır. Zira buresmi istatistiklerde, iş bulmaktan umudunu kesenler,son bir aydır iş aramayanlar, mevsimlik çalışanlar, evkadınları, askerlik yapanlar işgücünün dışınaatılmaktadır.

Servetlerinin kaynağındasömürü ve kıyım var!

Bu liste aynı zamanda krizi kimlerin fırsataçevirdiğini de göstermektedir. Listedeki isimlerinbirçoğu fabrikalarında toplu tensikat yapan,çalışanlarını kapının önüne koyan holdinglerinyöneticileridir. Servetlerine servet katmalarınıngerisinde yoğun emek sömürüsü ve işçi kıyımıbulunmaktadır.

Örneğin, Türkiye’nin en zengin kapitalisti FeritŞahenk’in patronu olduğu Doğuş Holdingbünyesindeki Star TV, NTV ve CNBC-e işçi kıyımıylagündeme gelmişti. Benzer şekilde, en zengin ailesıralamasında birinciliği kimseye kaptırmayan KoçHolding’e bağlı fabrikalarda geçtiğimiz günlerdeyoğun bir şekilde işten atmalar olmuştu. TOFAŞ’ta binişçinin çıkarılmasının ardından Arçelik’in İstanbul,Gebze, Eskişehir, Çerkezköy fabrikalarından yüzlerceişçi çıkartılmıştı. İşçiler kapı önüne konularak ailesiylebirlikte sefalete terk edilirken, Koç Holding’e bağlıfabrikaların kârlılık oranları katlanmıştır.

Koç’taki işten atma saldırısı bir yandan yaklaşantoplu sözleşme görüşmelerinde işçilerin haklarınıtırpanlamanın, onları düşük ücret zamlarına mahkumetmenin bir bahanesine dönüştürme amacınıtaşımaktadır. Diğer yandan ise, kapitalistler her zamanaz işçiye çok iş yaptırarak sömürüyükatmerleştirmenin, böylelikle kârlarını katlamanınpeşindedir. Kriz dönemlerinde de kâr oranlarınıdüşürmemek için işçi çıkartmaktadırlar. Böylelikle dekârlarını yüksekte tutmakta, daralan piyasalarınyaratacağı kayıpların üstesinden gelmeyihesaplamaktadırlar. Düşük ücretlerle, daha fazlagüvencesizleştirme ve fazla çalışmayla Koç ve diğerkapitalistler palazlanacaklarını çok iyi bilmektedirler.Servetinin gerisinde böylesi yoğun emek sömürüsü veişçi kıyımı olan Koç Holding, bundan dolayı 2013′de 6milyar dolarla Türkiye’nin yatırım rekorunu kıracağınıaçıklamaktadır.

Bildiğimiz gibi kriz dönemlerinin bedellerini işçisınıfı işsizlik, açlık ve yoksullukla öderken kapitalistlerservetlerine servet katmaktadırlar. Krizi fırsata çevirenpatronlar işçilerin haklarını gasp etmekte, güvencesizkoşullarda çalışmayı dayatmaktadırlar.

Daiyang grevinebakan molası!

Daiyang-SK direniş çadırının, bakanın Çorluziyareti nedeniyle bir günlüğüne kapatılacağıduyuruldu. Trakya İşçi Birliği kararı protesto etti.

Trakya İşçi Birliği konuyla ilgili yaptığıaçıklamada sendikanın tutumunu eleştirirkenişçilere de inisiyatifi ele alma çağrısı yaptı. Birliksendika yöneticilerini de istifaya çağırdı.

TİB’in açıklaması şöyle:

Gericiliğin sınırı, pasifizmin sonu yoktur!

Daiyang–SK Metal grevcilerinin sendikalarıDİSK Birleşik Metal-İş öncülüğünde ÇorluCumhuriyet Meydanı’nda kurmuş oldukları açlıkgrevi çadırı “1 günlüğüne” kaldırıldı. Çadırınkaldırılmasının nedeninin Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanı Faruk Çelik’in Tekirdağ veÇorlu ziyareti olarak açıklandı.

Faruk Çelik AKP’nin Çorlu İlçe Teşkilatı’ncabugün gerçekleştirilecek olan “SiyasetAkademisi”ne katılacak. Tekirdağ Valiliği veÇorlu Kaymakamı’nın DİSK Birleşik Metal-İşSendikası Genel Merkezi’nden talebi üzerine çadırbu sabah itibariyle kaldırılmış oldu.

Bugüne kadar Daiyang-SK Metal grevininenerjik potansiyelini bertaraf etmek için çabaharcayan DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası GenelMerkez yönetimi ve Trakya Şube yönetimi butavrıyla icazetçi yaklaşımının en uç örneğinivermiş oldu. Zaten açlık grevi çadırıyla işçileripasif bir beklemeciliğe iten, onların eylem isteğiniher fırsatta türlü manevralarla geçiştiren sendikalanlayış, açlık grevi çadırını dahi kaldırmayımarifetleri arasına eklemiştir.

Bugüne kadar tüm kazanımlar, işçi veemekçilerin fiili–meşru mücadele hattıyla eldeedilmiştir. Fakat işçilerin bu yönlü talepleri herfırsatta icazetçi-uzlaşmacı sendikal anlayışınbarikatıyla karşılanmıştır. Öyle ki Daiyang-SKgrevcilerinin doğrudan muhatabı sayılabilecekAKP’nin Çalışma Bakanı Faruk Çelik’lekarşılaşmalarına engel olan bir sendikal anlayıştırsöz konusu olan. Bu anlayış grevi kazanımlasonuçlandıramaz. Bu anlayış işçileri bekleterek,oyalayarak, her fırsatta karşılarına yasalarıçıkartarak bölgede genel bir örgütlülüğün önünüaçamaz. Olsa olsa sınıf mücadelesi anlamındayılları bulan bir gerilemenin önünü açabilir.

Öncü işçiler inisiyatifi ellerinealmalıdır!

Öncü işçiler sendikanın bu çizgisindenfazlasıyla rahatsızdırlar. Şu halde yapılmasıgereken işçilerin inisiyatifi ellerine almalarıdır.Öncü işçiler söz, yetki ve karar mekanizmasınıkendi sınıfsal çıkarları için işletmelidirler. Açlıkgrevi çadırı hemen kurulmalı, Çalışma Bakanı veuzlaşmacı sendikal anlayış protesto edilerekeylemli bir süreç örgütlenmelidir. Şimdi gerekgenel merkez, gerekse de Trakya Şubesi yönetimigrevi pasif ve geri noktaya çekme tavrı üzerindenderhal istifa etmeye çağrılmalıdır. Öncü işçilerinyapması gereken budur. Bu, uzun süren sessizliğinkırılması ve yeni bir eylemli hattın önününaçılması anlamına da gelecektir.

Trakya İşçi Birliği (TİB) 2 Mart 2013

Türkiye’nin ilk 100 zengin patronu açıklandı...

Servetlerinin kaynağındaemek sömürüsü ve işçi

kıyımı var!

Page 11: Kızıl Bayrak 2013-10

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Sendikal Güç Birliği Platformu’nu (SGBP)oluşturan Türk-İş üyesi 10 sendikanın genel başkanlarıTürk-İş Genel Başkanlığı’na başvuruda bulunarakBaşkanlar Kurulu’nun toplantıya çağrılmasını talepettiler. Hava-İş, Kristal-İş, TGS, TÜMTİS, Deri-İş,Petrol-İş, Tek Gıda-İş, Belediye-İş, Tez Koop-İş,Basın-İş sendikaları adına 18 Şubat 2013’de Türk-İşGenel Merkezi’ne gönderilen dilekçede; son dönemdeişçi sınıfı ve sendikal harekete yönelik gerçekleşenkapsamlı saldırılara rağmen Türk-İş’in tepkisiz vesessiz kalması eleştirilirken diğer yandan bu aynıdönemde Yönetim Kurulu’nun yaşadığı iç sorunlarnedeniyle bir türlü toplanamamış olmasına dikkatçekilerek, bir yol haritası çizmek üzere Mart ayınınbaşına kadar toplantı gerçekleştirilmesi çağrısıyapılmıştır.

Türk-İş yönetiminin bu çağrıya yanıt verdiğine dairortada tek bir veri yok. Elbette bu “suskunlukfesadı”nın gerisinde Türk-İş yönetiminin, AKP eliylegündeme getirilen saldırılara suç ortaklığı yapması veyine bu saldırılar karşısında “kılını dahikıpırdatmayarak” ihanetçi geleneğine yeni halkalareklemesi gerçeği vardır. Bu açıdan Türk-İşyönetiminin kendisinden beklenileceği gibidavrandığını belirtmeye gerek bile yok.

Fakat burada asıl sorgulanması gereken sendikalharekette yeni bir mücadele sürecini başlatacaklarıiddiasıyla kamuoyuna kuruluşunu deklare eden ve“sınıf sendikacılığı” anlayışı doğrultusunda hareketederek, “sendikal demokrasi” için etkin bir mücadeleyürüterek sendikal harekette yaşanan tıkanmaya daçare bulacaklarını iddia eden SGBP’nin düştüğüdurumdur.

Zira sınıfa dönük ağır ve kapsamlı saldırılarınhayata geçirilmesinde esas belirleyici olan Türk-İşyönetiminin bu saldırılar karşısında sessiz ve tepkisizkalması değil. SGBP’nin şimdiye kadar Türk-İşyönetiminin ihanetini boşa düşürecek bir mücadelepratiğinin içerisine gir(e)memesidir. Özellikle sermayehükümetinin doğrudan sendikal hareketi hedef alan“Sendikalar ve TİS Yasası”na karşı işçi ve emekçilerinmilitan mücadelesini örgütlemeye dönük, üretimalanlarını, sokağı hedef alan bir mücadeleyigündemlerine al(a)mamış olmaları Türk-İş’in“sessizliği ve tepkisizliğinin” nedenlerininanlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.

Kuruluş bildirgesinde her ne kadar çok iddialısözler sarf etse de SGBP’nin de esasında kendisindenönceki bir dizi örnek de olduğu gibi Türk-İş’inkongrelerinde yönetimi almayı amaçlayan çeşitliittifakların sonucunda kurulan bir platform olduğu çokgeçmeden açığa çıkmıştır. Eğer SGBP’yi oluşturansendika yönetimleri kuruluş deklarasyonuna inanmışolsalardı bunu her şeyden önce kongre sonrasıdönemde bizzat pratiğin içerisinde gösterecekleri çabaile ortaya koyarlardı. Oysaki sınıfa dönük kapsamlısaldırılar karşısında güçlü bir mücadele pratiğininörgütlenmesi sorumluluğu bir yana doğrudan kendibileşenlerinden biri olan Hava-İş üyesi emekçilerinmücadelesine etkin bir destek bile sunamamışlardır.Üstelik sermaye hükümetinin hava işkolu için devreyesoktuğu “grev yasağı” uygulamasının sadece sektörühedef alan bir saldırı olmadığı ve sınıfın mücadeledirencine, azmine vurulmuş bir darbe olduğu bilindiğihalde bu yapılamamıştır. SGBP, kendisinden önceki bir

dizi deneyimden farklılığını en azından bu açıdangöstermeliydi, ki, bunu gösterecek hiçbir veri yokturortada.

Bugün içinde bizzat üyesi oldukları sendikaların dabulunduğu SGBP’nin, Türk-İş’e üye işçiler arasındaetkisi ve itibarı nedir diye sorduğumuzda Türk-İşyönetiminden esası itibariyle bir farkı olmadığınısöylersek çok mu haksızlık etmiş oluruz? Buna itirazıolanların her şeyden önce bu farkın hangi pratiksüreçler üzerinden işçilerin bilincinde somutlandığınıortaya koymak gibi son derece pratik bir görevleriolduğunu hatırlatmakla yetinelim. Ama SGBP’yideklarasyonundaki amaçlarına uygun bir hale getirmekve önceki deneyimlerden farklı kılmak, bu ilke veamaçları dillendirmekten değil onu pratiktesomutlamayı başarabilmekten geçiyor. Kuruluşundanbu yana geçen süreden beri olumlu sayabileceğimiz birsonuç yok ortada. Son 1 Mayıs’ın Taksim’de DİSK veKESK’le ortak kutlanılması yönündeki pratiğisaymazsak tabii…

Örneğin SGBP kuruluşundan bu yana birkaçbölgesel toplantının ötesinde tabanını hareketegeçirmeye dönük ne türden bir çabanın içindeolmuştur? Mevcut saldırılar karşısında nasıl birmücadele programı ve eylem hattı ortaya koymuştur?Ya da sendikal demokrasi anlayışını kendi içindekibileşenleri açısından ne oranda hayata geçirme çabasıiçinde olmuş ve bir iç mücadele konusu etmiştir?Böylesi süreçler üzerinden tabanda sendikal hareketinyaşadığı tıkanmanın aşılabileceğine dair bir umut veinanç yaratabilmiş midir?

Sorular uzatılabilir ama yanıtlarını almak için birkez daha pratiğe bakmakta; SGBP’nin Türk-İşyönetiminin “sessizliği ve tepkisizliği” karşısındaizlediği tutuma bakarak anlamaya çalışmakta yararvardır. SGBP, mevcut durumda hala ortaya birmücadele programı koyma ve bunu kendi tabanındangüç alarak Türk-İş’in tamamına yayma yönünde fiilibir mücadele yerine, Türk-İş yönetimine “yol haritası”sunulması çağrılarıyla boşa zaman harcıyor. Bu durumise SGBP’yi oluşturan alt kademe sendikalbürokrasinin yılgınlığının, yorgunluğunun vecesaretsizliğin karakteristik özelliğini ortaya koyuyor.Ve mevcut haliyle SGBP’nin tabanda, sınıf kitlelerindeneden bir umut ve inanç kaynağı olamayacağını dagösteriyor.

O halde görev bir kez daha bu sendikalarda yeralan ama sendikal bürokrasi çarkında öğütülmemiş,sınıfına inanan ve kendisine güvenen, genç, dinamik,samimi öncü işçilere düşüyor. Sermayenin işçi sınıfınadayattığı kölelik prangalarını kırmak için birleşik, fiilive militan bir sınıf hareketi yaratmak için ortaya güçlübir çaba koymak gerekiyor. Elbette bu mücadele içindesınıfın kendi gerçek öncüleri açığa çıkacak ve sınıfınmücadele örgütleri olan sendikalarımız gerçekişlevlerini yerine getirecektir. Bu doğrultuda bugün herbir mevzi ve parçada yaşanan sınıf mücadelelerinigenel mücadelemizin bir parçası olarak görebilmeli veyüklenebilmeliyiz. Sınıf kitleleri içinde bu düşünceyiyaygınlaştırmak ise her şeyden önce sınıfdevrimcilerin omuzlaması gereken bir görev olarakkarşımızda duruyor.

SGBP mücadele için neyi bekliyor!

Daiyang SK greviyledayanışma etkinliği yapıldı

Daiyang-SK Metal Greviyle Dayanışma Platformu, 100 günü aşkın bir süredir grevlerini sürdürenDaiyang-SK Metal işçileriyle dayanışma etkinliğini 2 Mart akşamı Çorlu Belediyesi Düğün salonundagerçekleştirdi.

Program sunumunu Sanatçılar Girişimi’nden Orhan Kurtuldu yaptı. Etkinlikte sanatçı Emin İgüs veBilgesu Erenus türküleri ve şiirleriyle grevci işçilere destek sundular.

Dayanışma gecesine ruhsuz bir atmosfer hakimdi. Bu durumda sendikanın işçileri kandırarak birgünlüğüne direniş çadırının kaldırma kararının önemli bir etkisi vardı. Hatta bir dizi grevci işçi tepki olaraketkinliğe gelmedi.

Pınar Aydınlar ve Ekrem Ataer sağlık sorunlarından kaynaklı geceye katılamadı. Salonda yaklaşık 400 kişivardı. Geceye Birleşik Metal-İş genel merkez yöneticilerinden ise kimse katılmadı.

Kızıl Bayrak / Trakya

Page 12: Kızıl Bayrak 2013-10

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

İşçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki sömürü veköleliği derinleştirmek için yeni senaryolar ortaya atansermaye sınıfını ve onun sadık hizmetkarı AKP’yimevcut kölelik yasaları tatmin etmiyor.

Küçük yaşlardan itibaren asgari ücretin dahi altında,güvencesiz ve kuralsız koşullarda çalışmaya mahkumedilen çocuk işçileri daha fazla sömürmenin yasaldayanakları adım adım tamamlanıyor. Tüm dünyadaolduğu gibi Türkiye’de de oldukça yaygınlaşan çocukişçilik konusunda son dönemde atılan adımlar da budurumun somut göstergesi.

İşçi sınıfına yönelik kapsamlı bir yıkım programıolan Ulusal İstihdam Stratejisi kapsamında esnek vegüvencesiz çalışma koşullarını yaygınlaştırmayı veyasal bir zemine kavuşturmayı hedefleyen AKPiktidarının, hazırlıklarını tamamladığını duyurduğu UİSbelgesinde asgari ücrette 16 olan yaş sınırının 18’eyükseltildiği kısa bir süre önce basına yansımıştı.

16-18 yaş arası asgari ücretliyi hedefleyen budüzenleme, halihazırda sefalet ücretiyle çalışanyüzbinlerce genç işçinin, asgari ücretin daha da altındabir kölelik ücretine mahkum edilmesi anlamınagelirken hükümetten yeni bir adım daha geldi.

4+4+4 AKP’yi kesmedi

Irkçı, piyasacı, cinsiyetçi ve gerici içeriğiyleuygulamaya konan 4+4+4 gerici eğitim düzenlemesininardından sermaye hükümeti AKP’nin son hamlesi“Çocuk ve Gençlerin Çalışma Usüllerini Düzenleyen”yönetmeliği değiştirerek, ağır işlerde çalışma yaşını16’ya indirmek oldu.

Bir yandan asgari ücret yaşını yükselterek “çalışmayaşamını düzenlediğini” iddia eden hükümet, çeşitliişkollarında 16 yaşından gün almış ve lise 2. sınıfagitmesi gereken çocukların kiremit, tuğla ve ateştuğlası işleri ile parafin ve plastik imalatı, selülozüretimi gibi işlerde çalıştırılabilmesinin yolunu açan birdüzenlemeye imza attı.

Resmi Gazete’de yayınlanarak hayata geçen yenidüzenlemeye göre Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı, eski düzenlemedeki “ağır ve tehlikeli iş”

tanımını kaldırdı. “Çocuk ve genç işçilerinçalıştırılamayacakları işler” başlıklı listeyi de, “16yaşını doldurmuş fakat 18 yaşını bitirmemiş gençişçilerin çalıştırılabilecekleri işler” şeklindedeğiştirerek çocuk işçilik konusunda önemli bir adımatmış oldu.

Sömürüyü katmerleştirme adımlarını maskelemekamacıyla köleliğe belli kriterler de getirmekten geridurmayan AKP iktidarı, sözkonusu yönetmeliğin 2.maddesinde, “Yaş kayıtlarına bağlı olarak müsaadeedilen işlerden olsa dahi güvenlik açısından riskli,sağlığa zararlı ve meslek hastalığına yol açacak işlerde18 yaşından küçükler çalıştırılmamalı” ifadesine yervererek muğlak söylemlerle sömürü politikalarınıgizlemeye çalıştı.

“Güvenlik açısından riskli...” türünden ikiyüzlüibaresini yeni düzenlemeye sıkıştırarak çocuk dostu birgörünüm sergilemeyi de elden bırakmayan hükümet,dört koldan yürüttüğü köleleştirme operasyonundakapsamlı adımlar atıyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliğialanında patronların ekmeğine yağ süren düzenlemeleryaparak madenlerde, tersanelerde, fabrikalarda yaşananiş cinayetlerinin baş sorumlularından olan AKP iktidarı,yeni düzenlemede çocuk işçilerin “güvenliği”nidüşünmeyi de ihmal etmemiş.

Meslek liseleri sermayenin hedefinde

Mevcut işleyişte staj sömürüsü adı altında meslekliselerini sermaye sınıfının hizmetine sunan veneredeyse beleş işçiliği fiilen uygulamaya koyan AKPiktidarı, UİS’te oynadığı asgari ücret oyununda olduğugibi çalışma yaşını da 16’ya indirerek sermayeninsömürü politikalarıyla paralel bir düzlemde hareketediyor.

Özünde, sermayenin yeni dönemde ihtiyaç duyduğukölelik rejimini yeni bir formata sokma hedefinin birürünü olan 4+4+4 gericiliği anlaşılan o ki, dinci gericiiktidara yetmiyor. Sömürüye ve köleliğe biat eden birişçi sınıfı yaratmak isteyen sermaye iktidarının buplanları işçi ve emekçiler ile onların çocuklarınıngeleceğini de tehdit etmektedir.

4+4+4 saldırısı AKP’yi kesmedi...

Kölelik katmerlenecek!

800 TL büyük para!

AKP’lilerin pervasızlıklarına artık herkes alışmışolsa da bazı devletliler sınırları zorlayarak kötü birmizah performansı sergiliyor. Bazen bu karamizah tüm toplum aptal yerine konularak kıs kısgülündüğü izlenimi veriyor. Son olarak Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in asgari ücretüzerine yaptığı tespitler de bunun bir örneği.

Bir programa katılan Faruk Çelik insanlarınasgari ücretle rahatlıkla geçinilebileceğini söyledive 800 TL’nin “büyük para” olduğunu iddia etti.“Asgari ücretle geçinilmez diye bir şey yok.Geçinirsiniz” diyen bakan sözlerini şöylesürdürdü:

“Ona mahkumsanız 800 TL de büyük birparadır. Netice itibariyle peynirin kilosunun fiyatıbellidir, ekmeğin fiyatı bellidir. Bir geçimdirsürdürebilirsiniz. Bizim meselemiz bu değil. Bunuistismar etmemek lazım”

Bununla da yetinmeyen bakan Çelik, asgariücreti büyük bir lütuf olarak sundu ve adetaşükretme çağrısı yaptı: “Asgari ücret bir tabanfiyattır. Biz diyoruz ki işverene bundan aşağı ücrettalep edemezsin. Asgari ücret, sosyal devletinkoruma aracıdır. Bunu kaldırırsanız 400 TL ücretteklif eden de olabilir”

“Büyük para” ile bir hafta yaşanır...

Bakanın sözlerine karşı öfke dışındagösterilecek bir tepki yok. Zira işçi ve emekçilergünlük hayatlarında bu “büyük para” ile neleryapabileceklerini gayet iyi biliyor. Sırçaköşklerinde ahkam kesenlere ise DİSK-AR’ınverileriyle yanıt vermek yeterli olur.

DİSK-AR’ın geçtiğimiz yılın sonunda yayınladığıbir rapor bakanın “büyük para”sının da sınırlarınıgöstermekte. Verilere göre 4 kişilik bir aileninaçlık sınırı 1061 TL, yoksulluk sınırı ise 3354 TL.

Araştırma verilerine göre asgari ücretlegeçinen bir aile yalnızca gıda harcamasıyaptığında dahi ancak 22 gün ailesi ile birliktekarnını doyurabiliyor. Asgari ücret insancayaşamak için ise yalnızca bir hafta yetiyor.

Yine DİSK-AR’ın bir diğer raporu, bakanın“büyük para” dediği asgari ücretin enflasyonkarşısında nasıl eridiğini gösteriyor.

Özellikle Doğalgaz ve ulaşım alanında alımgücü kaybı bir yıl içerisinde %10’u aşarken, gıdamaddelerinde %1 ila %4 arasında değişiyor. Basitbir hesapla asgari ücretli geçtiğimiz yıla göreasgari ücretle 18 ekmek daha az alıyor. Kış ilebirlikte ısınma giderlerinde de alım gücünde%7’ye varan düşüş yaşanıyor.

Page 13: Kızıl Bayrak 2013-10

Metal işkolunda MESS Grup TİS sürecinde TürkMetal ile MESS arasında uyuşmazlık zaptı tutuldu.Süreç böylelikle kritik bir aşamaya varmış oldu.Kuşkusuz metal işçisinin büyük öfkesini denklemindışına çıkarabilselerdi süreç bu aşamaya varmayabilirdi.Ancak daha sözleşme taslağının açıklandığı aşamadametal işçileri etkin bir tutum alarak bu “ortaklar”a işlerieskisi gibi sürdüremeyeceklerini gösterdi. Bunun içinMESS-Türk Metal “uyuşmazlık zaptı” tutarak pazarlıkoyununu uzatmak zorunda kaldılar. Ama yine de işlerizor. Çünkü ağır çalışma şartlarına karşılık düşük ücretlermetal işçilerinin sabrını fazlasıyla zorluyor. Tek birkıvılcımı ortalığı kasıp kavuracak ve bir yangınadönüştürecek kadar patlayıcı birikmiş durumda. MESSve Türk Metal bu kıvılcımın çakmasına engel olmayaçalışıyor.

Ama nasıl? Bu sorunun aslında çok basit bir yanıtıvar: İşçileri tatmin edecek, en azından bir parçarahatlatacak oranda bir ücret artışı yaparak.

İyi ama sorun da şu: Metal patronları kârlarını düşükücret-ağır çalışma koşullarına borçlu, bundanvazgeçmek istemiyorlar! Çünkü keskinleşen kapitalistrekabet koşullarında en büyük avantajları bu ve bubaskıyı arttırmaktan, yani ücretleri daha da düşürmek veişçileri daha uzun ve yoğun çalıştırmaktan başka çaregöremiyorlar. Bu tek tek burjuvaların kişiseltercihlerinin de ötesinde, bir düzen gerçeği, ormankanunlarının hüküm sürdüğü bir düzende ayaktakalmanın gereği… Sermaye emeği daha fazlasömürmeden büyüyemez, işçilerden çaldığı artı-değeribüyütmeden kâr oranlarını arttıramaz. İşte bunun içinfaturayı işçiye kesip krizi fırsata dönüştürerek büyüyenmetal patronlarının sömürü zincirlerini gevşetmeyeniyetleri yok. Bunun için kitlesel işçi kıyımları sürerken,işçiye verilen sadaka ücretlerini dahi çok görüyorlar.İşçilerin büyüyen öfkesini dindirecek bazı küçüködünler vermek onlara ölüm gibi geliyor. Bunun için demetal işçisinin öfkesine rağmen esneme gücü veyeteneğini kolay kolay gösteremiyorlar.

Bu durumda eğer işçilerin öfkesi patlarsa, bu öfkeninaltında ilk kalacak olan Türk Metal olacak. Buna kuşkuyok. Metal işçileri sermayeden önce kendilerinisatanlardan hesap sormaya yönelecektir. Böylelikle TürkMetal’in 12 Eylül darbesiyle yaratılan saltanatı daçökmeye yüz tutacaktır. İşte Türk Metal’in şefleri bukorkuyla yaşıyor, paçalarını kurtarmanın telaşıyla feryatfigan ediyor. MESS’i olabilecekler konusunda uyarıyor,bugüne kadar yaptığı hizmetlerin karşılığını istiyor.Kısacası bindikleri dalı kesmemeye çağırıyor. Bununböyle olduğunu hem açıktaki bir dizi veriden hem deilişkilerin doğasından çıkarıyoruz. Ama elimizin altındaöyle bir belge var ki, tabloyu tüm netliği ile gözlerönüne seriyor. Bu belge Türk Metal Dergisi’nin sonsayısında yayınlanan Pevrül Kavlak’a ait başyazıdır.MESS’e yazılmış bir mektup mahiyetinde olan buyazıyla Türk Metal ve şefi, hem MESS ile ilişkilerinehem de duydukları korkulara dair açık ve samimiitiraflarda ve yakarmalarda bulunuyor.

Türk Metal’in ne olduğunu, ideolojik ve sermayeişbirlikçisi düşünce dünyasını dosdoğru anlatan buibretlik mektupta yeralan bazı ifadeleri içerdiklerianlamdan dolayı açmak istiyoruz. Mektubun tamamınıkizilbayrak.net’te okuyabilirsiniz.

***Pevrül Kavlak yazısına grup TİS sürecindeki son

durumu paylaşarak başlıyor, hemen ardından da metalişkolundaki parlak büyüme ve kâr tablosunu ortayakoyarak devam ediyor. Bu tabloda işkolunun anadallarını oluşturan otomiv, demir-çelik, beyaz eşyasektörlerine ilişkin çarpıcı bilgiler veriliyor. Böylelikle“Peki acaba sektördeki kuruluşlar, bu aşamaya nasılgeldi?” sorusu soruluyor. Yanıt olarak bu aşamayagelişin gerisinde devletin verdiği destekler ile birlikte“işkolunda adeta bir sigorta olan Türk Metal’in” verdiğidesteğin önemli olduğu anlatılıyor. Devamında da metalpatronlarına yer yer yalvar yakar yer yer de sitemedilerek, metal işçisiyle empati kurmalarını, böyleliklefedakarlık yaptıkları için çektiklerini görmelerini, insafagelmelerini istiyor. Daha altta ise “ahlaki bir değer” olanfedakarlık konusunda kendilerini ispata çağırıyor.

Bu aşamada da kritik bir soru daha soruluyor: “İspatetmezlerse ne mi olur?”

Yazının bundan sonraki bölümü bu soruya verilenyanıta ayrılıyor. Elbette patronları korkutmak için TürkMetal normal bir sendika gibi grev silahını gösterecekdeğil, o harcanma ihtimali olan her uşağın (örneğinburjuva devlet tarafından kullanıldıktan sonra bir köşeyeatılan tetikçilerin) yaptığı gibi hizmetlerinden demvuruyor, ardından da kendisi ve hizmetleri olmadan nehale düşeceği yolunda ona korku vermeye çalışıyor.

Bu amaçla kaleme alınan bölümde öncelikle metalişçisinin sabrının tükendiği anlatılıyor. Ama bunusendikal kavramlarla süsleyerek saklamak gerektiği içinolsa gerek, anlaşılması zor bir hale getirerek yapıyor:“Kimse unutmasın ki, sendikaların kırmızı çizgilerivardır. Bu çizgilerin ihlal edildiği zamanlarda,gelişmelerin sabır çizgisine yakınlığı ya da uzaklığıöncelikle sendikalar için bir anlam taşır. Bu anlamıdüşürmeye, yozlaştırmaya çalışanlar için bazen sabrında bir anlamı kalmaz… Dolayısıyla sabırlarızorlamamakta fayda vardır.”

Peki zorlanırsa ne olur? İşte Türk Metal bu soruyugündeme getirerek MESS’i şu ikilemden birini seçmeyedavet ediyor: Huzur mu yoksa anarşi mi?

Herhangi bir sendika için bu gibi durumlardasermayenin önüne konulacak ikilem genelde ya“haklarımı ver ya da grev yaparım” biçimindedir. AmaTürk Metal olağan bir sendika değil, bizzat 12 Eylül

darbesi yoluyla grev ve direnişlerle sermayeye kafatutan metal işçilerinin boynuna takılmış bir prangadır.Sermaye bu pranga yoluyla metal işçisini ezmiş,haklarını çalmış, bugünkü sefil duruma düşürebilmiştir(Yazıda Türk Metal bu rolünü “Türk sanayinin sigortası”olarak tanımlayarak da anlatmaktadır.) İşte bunun içinTürk Metal’in tıpkı zamanında MESS’in başındayken12 Eylül’ün ardından devletin başına atanan Turgut Özalgibi sıkıştığında “huzur ve anarşi”den dem vurmasıboşuna değildir.

Bu çarpıcı ikilemi öne süren Türk Metal’in anlatmakistediği şey özünde şudur: ‘Eğer fedakarlık yapmaz dasırtınızı bize dönerseniz, sadece bugünkü kârlarınızdandeğil, yıllar boyunca büyük fedakarlıklarla sağladığımızdüzenin de sonu gelir. Metal işçileri yeniden mücadeleyolunu tutar, böyelikle başınız ağrır, huzurunuz kaçar.’ya da yazıdaki ifadeyle ‘metal işkolunda Türk Metalolmadan ağız tadıyla bir üretim olmaz.’

12 Eylül darbesinin ardından “bugüne kadar işçilergüldü, bundan sonra artık biz güleceğiz” diyen TİSKBaşkanı Halit Narin bu anlamlı sözleriyle, Türk Metal’in“huzur ya da anarşi” ikilimiyle ya da “ağız tadıylaüretim olmaz” diyerek anlatmak istediği özünde bir veaynı şeydir. Zaten Türk Metal de Halit Narinler’etarihsel bir hatırlatma yapmaktadır.

Metal patronlarının “ağız tadıyla ürettiği” ve “huzur”içinde yaşadığı bu düzen metal işçisi için ise tam birkabustur. Bu düzende işçiler bir gün dahi gülmezkenpatronlar sınıfının keyfine diyecek yok! Tersinden“anarşi” olarak tariflenen 12 Eylül 1980 ve dolayısıylaTürk Metal’in saltanatı öncesinde işçiler haklarınısermayeden koparıp alırken Halit Narinler her gün kabusgörüyor, bir sosyal devrim korkusuyla titriyorlardı.Öyleyse metal işçisinin yapması gereken örgütlenerekmücadeleyi yükseltmek, böylelikle de MESS ve TürkMetal’in korkularını büyütmek, ağızlarının tadınıbozmak, huzurlarını kaçırmak, onların kabusu olmaktır.

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Ağzınızın tadını bozmaya, huzurunuzu kaçırmaya kararlıyız!

Coşkunöz Metal Form’da işçi kıyımı!

Metal TİS görüşmelerinde sona doğru yaklaşılırken MESS saldırılarına devam ediyor. Renault, TOFAŞ,Martur, Eskişehir ve Çayırova Arçelik ve BEKO vb. fabrikalarda yaşanan işten atmalardan sonra şimdi de BursaCoşkunöz Metal Form’dan yüzü aşkın işçi atıldı. Fabrikada işten atılan işçiler daha çok keyfi uygulamalara boyuneğmeyen işçilerden ve askerliğini yapmayan işçilerden oluşuyor.

Geçtiğimiz günlerde TİS taslaklarının açıklamasıyla fabrikalarda ortaya çıkan tepkinin bir benzeri CoşkunözMetal Form’da da ortaya çıkmıştı. İşten atılan işçilerin içinde emekliliğine bir sene kalmış işçilerin de olması, TİSgörüşmelerinin sonucunda metal işçilerinde ve özelinde fabrikada ortaya çıkabilecek olası tepkiyi dizginlemekve işçilere korku salmak amacını taşıyor.

İşten atılan işçilere daralmaya gidildiğinden kaynaklı işten çıkarıldıklarının söylenmesi ve Coşkunöz’ün iştenatmaların hemen arkasından internet üzerinden işçi alımıyla ilgili ilan vermesi bu olasılığı güçlendiriyor.

İşçilerden aldığımız bilgiler, işten atmalar yaşanmadan önce Coşkunöz yönetimi ile Türk Metal arasında birliste üzerinden pazarlıklar yapıldığı yönünde. İşten atmaların devam edeceği de edindiğimiz bilgiler arasında.

Kızıl Bayrak / Bursa

Page 14: Kızıl Bayrak 2013-10

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme KuruluMart ayı toplantısını gerçekleştirdi. Toplantıda elealınan gündem şu başlıklardan oluşuyordu:

- MESS Grup TİS süreci üzerine değerlendirmeve planlama

- Sendikalar ve Toplu İş İlişkileri Kanunu veörgütlenme seferberliği

- Bülten Bu başlıklar üzerine yapılan değerlendirme ve

sonuçlarını özetleyelim.

- MESS Grup TİS süreci üzerinedeğerlendirme ve planlama

1. MESS Grup TİS süreci, Türk Metal ile MESSarasında uyuşmazlık zaptı tutulmasıyla birlikte yeni biraşamaya gelmiş bulunuyor. Taraflar arasında yapılanson görüşmede MESS’in Türk Metal’in taslağınakarşılık olarak öne sürdüğü dayatmalar metal işçisiylealay etmekten başka bir anlam taşımıyor. MESSücretlere ilk 6 ay için yüzde 4,60 artış önerirken, diğer6 aylık dönemler için ise herhangi bir tekliftebulunmadı. Ayrıca esnek çalışmayı tümüyle hayatageçirecek ve ikramiye hakkını daha da budayacak karşıistemlerde bulundu. Böylelikle MESS, Türk Metal’inortalama yüzde 19 oranındaki zam teklifinin yanınabile yaklaşmazken üstüne de bir gasp listesini TürkMetal’in önüne koymuş oldu.

2. Türk Metal yöneticileri uyuşmazlık zaptı üzerineyaptıkları açıklamada eğer arabulucu sürecinde deanlaşma sağlanamazsa yasal prosedürü hatırlatarakgreve gideceklerini ima ettiler. Oysa metal işçisideneyimleriyle biliyor ki, ortada kağıt üzerinde bir“uyuşmazlık” varsa da gerçekte MESS ve Türk Metalarasında bir anlaşmazlık yoktur. Geçmişte benzerlerisıklıkla görülen bir orta oyunu sahnelenmektedir.MESS’in hoyrat dayatmaları metal işçisini en aza razıedebilmek içindir. Öyle ki daha önce de olduğu gibiböylelikle satışa kılıf uydurulmaktadır. MESS’in esnekçalışma ve ikramiye gaspı dayatmaları, düşük ücretzammını yutturmak için kullanılacaktır.

Satış kesindir, çünkü bu ortakların başka türlüdavranması mümkün değildir. MESS’in asalaklarıkârlarını ucuz işgücüne ve ağır çalışma koşullarınaborçludur. Kâr oranlarını korumak için bu durumudaha da ağırlaştırmaktan başka bir yol da bilmiyorlar.Ama artık gelinen yerde tehlikede olan otuz küsüryıllık kölelik düzenidir. Zaten Türk Metal’inyöneticileri de son zamanlarda bu gerçeği MESS’ehatırlatıp duruyorlar. Örneğin Pevrul Kavlak TürkMetal’e ait dergideki yazısında metal işkolundakikârlılık tablosunu ortaya koyup MESS’i “huzur ya daanarşi”den birini seçmeye davet ediyor. Yani “birazfedakarlık yapıp bize sahip çıkın ki yıllar boyuncayaptığımız gibi yüzünüzü güldürelim, değilse metalişçisi bizi aşar ve size rahat vermez” demeye getiriyor.Böylelikle aynı zamanda alttan alta 12 Eylüldarbesinin ardından “bugüne kadar işçiler güldü,bundan sonra biz güleceğiz” diyen eski TİSK BaşkanıHalit Narin’in sözüne de gönderme yapmış oluyorlar.

İşte böylesine kritik bir aşamada ve bu ölçüdesıkışmış bulunan bu işçi düşmanları metal işçisinikafesten kaçırmamak için ellerinden geleniyapacaklardır. Oyun ve aldatmacalar, devam etmekte

olan işçi kıyımları da bunun içindir.3. Bu tabloda bu suç ortaklarının en büyük

güvencesi metal işçisinin örgütsüzlüğüdür. Metalişçilerinin öfkesi büyüktür ama, ne yazık ki örgütlü birgüce dönüşmeden bu öfkeyle MESS ve Türk Metal’iyere sermek mümkün değildir. ’98 yılında yaşananbüyük metal fırtınası büyük bir anafor gibi ortayaçıkmasına rağmen örgütlü bir düzey kazanamadığı içinbaşarıya ulaşamamıştı. Geçtiğimiz aylarda satıştaslağına yönelik ortaya patlaması sırasında da farklıbir düzeyde aynı sorunların devam ettiğini görmüştük.Şu durumda da örgütlü bir hazırlıktan ve alınmışanlamlı bir mesafeden söz etmek mümkün değildir.Ancak şundan eminiz ki, açık bir ihanet sert bir kopuşaneden olabilir ve öfkenin birleştirdiği onbinlerce metalişçisi MESS-Türk Metal barikatını yıkıp geçebilir.Bunun için umutsuzluğa kapılmadan elimizden negeliyorsa yapmalıyız.

4. Sürecin seyrini belirleyecek en önemlifaktörlerin başında kuşkusuz Birleşik Metal-İşSendikası gelmektedir. Birleşik Metal cephesindenortaya konulacak aktif ve kararlı tutum süreç üzerindekesin etkilerde bulunacaktır. Fakat tüm bir süreçboyunca olduğu gibi bu aşamada da Birleşik Metalsürecin asıl öznesi gibi davranmak ve sorumlulukalmak yerine MESS ve Türk Metal’i arkadanizlemektedir. O kadar ki görüşmelere ilişkin bilgilerdahi kamuoyu ile paylaşılmamakta, sanki BirleşikMetal sürecin dışındaymış gibi bir görüntüverilmektedir. Dahası bunun için işçi kıyımları dahikayıtsızlıkla karşılanmakta, tepkinin örgütlenmesi içinherhangi bir inisiyatif koymaktan da uzakdurulmaktadır. Ama sürecin uyuşmazlık noktasınagelmesi ve grevin gündeme girmesi Birleşik Metal’i debir yol ayrımına sürüklemektedir. Ya inisiyatif alaraktüm metal işçileri adına MESS-Türk Metal’e karşımücadelenin bayrağı taşınacak ya da susularakfotokopiye imza atılacak. Belki de en fazlasından bazı“ek protokoller”le görüntü kurtarılmaya çalışılacaktır.

5. Bu temkinli savunma stratejisi inisiyatifdüşmanda olduğu için giderek bir tuzağa dadönüşebilir. Bunun nasıl olabileceği Bosch’a bakılarakda anlaşılabilir. Bosch’ta siyasal alandanuzaklaştırılmış, aynı zamanda canlı bir mücadelesürecinden koparılmış içe dönülmüş ve tüm süreç yasalmekanizmalara endekslenmiştir. Böylelikle de düşmancephenin açık siyasi zorbalığına karşı önden önlem

alınamamış, Bosch işçisi yeterince hazırlanamamıştır.Bugün her ne kadar Bosch işçileri yaralarını sarıpdirenmeye devam etse de, bu aşamadan sonra Bosch’takazanmak daha bir zorlaşmıştır.

Bu halde Bosch işçisinin ve Birleşik Metal’in de enbüyük umudu bir kez daha MESS Grup TİS sürecindeolacaklara bağlanmıştır. Öyle ki bu süreçte olası birsatış sözleşmesi ve metal işçisinin buna karşılık ayağakalkması halinde mahkemeden çıkacak olumsuz birkararın da herhangi bir hükmü kalmayacaktır.Tersinden, yani satış sözleşmesinin aldatmacalarlaağrısız sancısız hayata geçirilmesi, üstüne de BirleşikMetal’in bu satış sözleşmesini yırtabilecek birmücadele verememesi halinde Bosch’ta da işler zoragirecektir. Bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda isesadece Birleşik Metal değil metal işçilerinin tümü vebir bütün olarak işçi sınıfı büyük bir darbe alacaktır.

Bosch örneği de bir kez daha Birleşik Metal ve asılolarak Birleşik Metal’in üyeleri için uyarıcı olmalıdır.Eğer inisiyatif alınmaz, mevcut silikliğe sonverilmezse son derece politik davranan ve düzenlerinikorumak için her türlü yönteme başvurmaktankaçınmayan sınıf düşmanları amaçlarınaulaşacaklardır. İşte bunun önünü almak için BirleşikMetal üyesi metal işçileri inisiyatif almalı, hareketegeçmelidirler.

6. Bu temel değerlendirmelerden hareket edenMYK ileri ve öncü işçileri, oyunları bozmak, saldırılarıboşa düşürmek ve MESS-Türk Metal’in saltanatınıyıkmak üzere inisiyatif almaya çağırmaktadır. Bununiçin mücadeleye önderlik edebilecek potansiyele sahipileri işçilerin yan yana gelerek tek yumruk olmaları veilerleyen aşamalarda da sorumluluk alacak biçimdekendilerini hazırlamaları önemlidir.

7. Metal İşçileri Birliği, ileri-öncü işçilerinbirleşmesi ve giderek mücadeleye önderlik edebilecekbir düzeye kazanmaları uğruna müdahalelerdebulunmalı. Ayrıca tüm bu süreç boyunca kendisi deileri ve öncü metal işçilerinin birleşme zemini olarakaydınlatma-örgütleme ve mücadele kapsamındaüzerine düşeni yapmalıdır. MYK tüm birlikbileşenlerini bu yönde aktif bir biçimde davranmayaçağırmakta, bununla birlikte de dikkatleri, enerjiyiseçilmiş hedeflere, demek oluyor ki stratejik niteliktekialanlarda yoğunlaştırmanın özel önemine çekmektedir.

Toplantıda bu çerçeveye bağlı olarak bir dizi aracınhızla hazırlanarak kullanıma sokulması

MİB MYK Mart Ayı Toplantısı…

Değerlendirme ve sonuçlar

Page 15: Kızıl Bayrak 2013-10

Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2013/10 * 8 Mart 2013.

kararlaştırılmıştır.

- Sendikalar ve Toplu İş İlişkileriKanunu ve örgütlenme seferberliği

İşçi sınıfının sendikal haklarını tırpanlayan, barajlarkurarak iradesini çiğneyen Sendikalar ve Toplu İşİlişkileri Kanunu’na boyun eğen sendikalar, bubarajları aşmak üzere birkaç yıla yayılan örgütlenmeseferberliğine girişmiş bulunuyorlar. Bu yönelimi elealan MYK değerlendirmesinde şu noktalara dikkatçekmektedir:

1. Unutmamak gerekir ki, bu türden bir seferberlikancak sendikalı olma iradesini güçlendirecek vesendikalara yönelik güvensizliği kıracak mücadelesüreçleriyle birlikte hedeflenen sonuçlara ulaşabilir. Buda demek oluyor ki eğer siz Bosch’ta kaybeder, üstünede MESS karşısında tutunamazsanız ne kadarçabalarsanız çabalayın sıçramalı bir büyümeyisağlayamazsınız. İşte buradan giderek de Bosch veMESS-Türk Metal karşısında verilen mücadeleneninne denli kritik bir öneme sahip olduğu görülebilir.Konuyu özellikle bu yönüyle ele alan MYK, Bosch veMESS Grup TİS sürecine ilişkin sorumlulukları bir debu gözle değerlendirmeye çağırmaktadır.

2. İşçi sınıfını sendikalara kazanmak uğruna verilenher emek anlamlıdır. Ama şunu da unutmamak gerekirki, ne yapıp edip hızla üye yapmaya odaklanarak iyihazırlanmadan acele adımların atılmasıyla ortayaçıkabilecek başarısızlık tablosu, işçi sınıfı içerisindesendikalara yönelik güveni daha da yaralayıp ciddikırılmalar da doğurabilir. MYK mevcut durumda bazısomut örneklerden de yola çıkarak bu konudasendikaları uyarmakta ve dikkatli davranmayaçağırmaktadır.

3. Metal İşçileri Birliği kendi cephesinden metalişçilerini sendikalara kazanmak hedefiyle çalışmalarınıyoğunlaştıracaktır. Ancak bunu basitçe sendikalarınüye sayılarını arttırmak amacıyla değil, işçi sınıfınınbilinç, mücadele ve örgütlenme kapasitesininyükseltilmesi, daha özelde de sendikaları gerçekmücadele örgütleri haline getirmek için yapacaklardır.

MYK bu konuda son olarak daha önce başlatmışolan imza kampanyasını sürdürerek önümüzdekigünlerde sonuçlandırılmasını kararlaştırmıştır.

- BültenBültenin geciken Mart sayısının hızla kullanıma

sokmak üzere mevcut hazırlıklar gözden geçirilmiş vebir planlama yapılmıştır.

(…)Metal İşçileri Birliği

Merkezi Yürütme Kurulu6 Mart 2013

İş cinayetinde yaşamını yitirenlerin yakınlarıtarafından her ayın ilk Pazar günü yapılan ‘Vicdan veAdalet Nöbeti’nin 15.’si 3 Mart’ta gerçekleştirildi.Nöbet’te, yakınlarını yitiren aileler düşüncelerinipaylaşırken, avukatlar dava süreçlerine ilişkinbilgileri aktardılar.

Galatasaray Lisesi önünde biraraya gelen aileler,iş kazalarında yitirdikleri yakınlarının resimleriniyere dizerek üzerlerine karanfil koydular. Eylemde“İş kazası değil bu bir cinayet!”, “Biz bu ihmali de, işcinayetini de gördük. Tarih işçiler için acı tarafıylatekrar ediyor” ve “Kaza değil cinayet vicdanınız yokmu?” pankartları açıldı.

Basın açıklaması ile başlayan eylemde,Esenyurt’ta Marmara Park inşaatı sırasında çadırdaçıkan yangında hayatını kaybeden Barış Kıyak’ınkardeşi Damla Kıyak açıklamayı okudu. Açıklamada,İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin hazırladığıraporda 2013 Şubat ayında 50 işçinin iş kazasındayaşamını yitirdiği aktarılarak, 3 Mart’ın ZonguldakKozlu’da 1992 yılında grizu patlamasında 263maden işçisinin ölümünün yıldönümü olduğuhatırlatıldı. İş kazaları davalarının sürmesi için dahiavukatlar aracılığıyla mücadele ettikleriniaçıklamada belirten aileler, sorumlularınyargılanmamasından endişeli olduklarınıvurgulayarak şu sözleri ifade ettiler: “Bizlerçocuklarını, kardeşlerini, eşlerini, analarını,babalarını, sevdiklerini bu ihmaller zincirindekaybetmenin farkındayız. Bir daha olmaması için,sorumluların yargılanması için çaba göstermeyedevam edenleriz. Adalet mücadelelerimizdeısrarımız, hepimiz içindir.”

İş kazalarının yaşanmaması ve sorumlularıncezalandırılması için mücadelenin sürdürüleceğibelirtilen açıklama, nöbete destek çağrısı ile bitirildi.

Açıklamanın ardından gazeteci Müjgan Halis’insunuculuğu ile aileler ve avukatların görüşleri alındı.

İlk olarak SEDAŞ taşeronu firmada çalışırkenyanarak yaralanan ve 6 aylık tedavi sonucundakurtarılamayarak hayatını kaybeden VolkanŞengel’in annesi ve avukatı konuştu. Anne Şengel,gözyaşlarını tutamadığı konuşmasında oğlunun 26.yaşgününde öldüğünü belirterek, kendilerineverilmek istenen parayı kabul etmediklerini vesorumluların ceza almasını istediklerini belirtti.Anne Şengel sözlerini, “ben yandım başka kimseleryanmasın istiyorum” diyerek solandırdı. Şengel’inavukatı Meryem Asıl, taşeron firmanın yargılamasürecine başlandığını fakat asıl iş sahibi SEDAŞhakkında takipsizlik kararı verildiğini belirtti.

Esenyurt Marmara Park inşaatında yaşamınıyitiren İsa Topal ve Barış Kıyak’ın, BEDAŞ’tayaşamını yitiren Erkan Keleş’in, Davutpaşa’dayaşamını yitiren Heybetullah Güleç’in, Van-BayramOtel’de yaşamını yitiren Cem Emir’in ve ArkaSıradakiler dizisinde set işçisi olarak çalışırkenyaşamını yitiren Selin Erdem’in yakınları söz alarakduygu ve düşüncelerini paylaştılar. Davalarınıntakipçisi olacaklarını, acılarının dinmesi içinsorumluların cezalandırlması gerektiğinivurguladılar.

Son olarak davaların takibini sürdüren avukatlaradına Erbay Yucak bir konuşma yaptı. Yucak, davasüreçleri ile ilgili olarak, Davutpaşa davasındaZeytinburnu Belediye Başkanı’nın davaya dahiledildiğini ve ifadesinin alındığını, Selin Erdemdavasında trafik kazası olarak gösterilen olayınbilirkişinin verdiği raporla artık iş kazası olarakyeniden yargılama sürecine başlanacağını, BEDAŞ veSEDAŞ davalarında davaların Asli Ceza’dan, AğırCeza Mahkemeleri’ne sevk edildiğini belirtti. Avukataçıklamasından sonra, 7 Nisan 2013’te 16.’sıyapılacak olan nöbete destek çağrısı ile eylembitirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Vicdan ve Adalet Nöbeti’nin 15.’si yapıldı

TMMOB, 3 Mart’ta gerçekleştirdiği “İşCinayetlerine Karşı Mücadele Günü” etkinlikleri ileiş cinayetlerinde yaşamlarını yitirenleri andı.

3 Mart tarihini “TMMOB İş Cinayetlerine KarşıMücadele Günü” ilan eden TMMOB, ülke genelindeyaptığı etkinlikler kapsamında İstanbul ve İzmir’dede bir dizi etkinlik düzenledi.

İstanbul Taksim’de Makine Mühendisleriİstanbul Şubesi’nde gerçekleştirilen etkinlik, MadenMühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı NedretDurukan’ın açılış konuşması ile başladı. Çalışmayaşamı içerisinde yaşanan iş kazalarına değinenDurukan, önlenebilir birçok durumun olduğunu vebu konuya yeterli önemin verilmesi gerektiğinibelirtti.

Açılışın ardından TMMOB adına MakineMühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı SüleymanSolmaz basın açıklaması yaptı. Solmaz, işçi sağlığı veiş güvenliği konusunu TMMOB’nin, önemli birçalışma ve mücadele alanı olarak gördüğünü, bunedenle Kozlu’da 263 maden işçisinin 1993’teyaşamını yitirdiği 3 Mart gününü “İş CinayetlerineKarşı Mücadele Günü” ilan ettiğini belirtti. Bundan

sonra her yıl 3 Mart’ta anmaların sürdürüleceğinivurguladı. Açıklamanın ardından etkinlikkonuşmalarla devam etti.

İzmir’de ise iş cinayetlerine dur demek için birbasın açıklaması gerçekleştirildi. Kıbrıs ŞehitleriCaddesi Türkan Saylan Kültür Merkezi önündetoplanan TMMOB’liler, yaptıkları basın açıklamasınaiş cinayetlerinde yaşamını yitirenleri anarak başladı.

Basın metninde iş cinayetlerinin son yıllardagiderek artması ve alınan önlemlerin yetersizliğiüzerinde durularak şunlar söylendi: “iş cinayetlerive meslek hastalıkları, esasen sermayenin azami kârhırsı ve çalışma yaşamına yönelik politikaların emekaleyhine oluşmasından kaynaklanmaktadır.Küreselleşme ve neoliberal politikalar; özelleştirme,sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, esnek istihdampolitikaları birbiriyle bağlantılı olumsuz sonuçlaryaratmaktadır”

Eylem boyunca “İş kazası değil iş cinayeti!”, “İşcinayetleri kader değildir!”, “Önce insan öncesağlık!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul-İzmir

TMMOB’den iş cinayetlerine karşı etkinlikler

Page 16: Kızıl Bayrak 2013-10

CMYKCMYK

Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen TKİP IV.Kongresi’ne, ön sürecin ürünü zengin bir yazılımateryal sunuldu. IV. Kongre çalışmalarını, saptanmışgündemlerine bağlı olarak komisyonların hazırladığımetinlerin yanısıra, dünyada ve Türkiye’de siyasalgelişmeler, ulusal sorun, tarihsel ve teorik temelleriyledevrimci şiddet sorunu, aydınlar sorunu vb. bir dizikonuya ilişkin zengin bir materyal üzerinden sürdürdü.Bu materyalin bir bölümü H. Fırat yoldaşın iki kongrearası dönemdeki konferanslarından, öteki bir bölümüaynı dönem içindeki MK Toplantısı Tutanakları’ndanoluşmaktaydı. Bu materyalin bir bölümü önümüzdekihaftalar ve aylar içinde yayınlanacaktır.

Burada ilk bölümünü yayınladığımız Kürt sorunukonulu konferansların kayıtları da bu materyalin birparçasıdır. İlk ikisi devletin Kürt açılımının hemensonrasında, Eylül ve Ekim 2009’da, diğer üçü 2011 yılıiçinde verilmiş bu konferansların kayıtlarını, 7 ya da 8bölüm halinde sunmayı düşünüyoruz. Kayıtlarınorijinali burada sunulandan çok daha kapsamlıdır veTKİP IV. Kongresi’ne de bu orijinal biçimiylesunulmuştur. Biz burada bu kayıtları elden geçirilmiş,ele alınan tema aynı olduğu ölçüde kaçınılmasıolanaksız yinelemelerden ve özel ayrıntılardanmümkün mertebe arındırılmış biçimiyle yayınlıyoruz.

Bu konferanslardaki düşünce çizgisi, aynı dönemdeparti basınımızda yayınlanmış ve bir kısmı bizzatkonferanslar içinde anılmış metinler üzerinden deizlenebilir.

Bugün yine gündemde yeni bir Kürt açılımı var,AKP iktidarının artık suyu çıkmış yeni bir manevrasıolarak. Devletin 2009’daki Kürt açılımını geniş birçerçevede ele alan bu konfransların tam da şu sırayayınlamasını, bu açıdan da ayrıca anlamlı ve fazlasıile yararlı buluyoruz...

tkip.org* * *

Bir süredir Türkiye’nin gündeminde Kürt sorununailişkin demokratik açılım tartışmaları var. Yürütülenmücadelenin dolaysız bir sonucu olarak son 20-25yılda rejimin inkarcı çizgisi epeyce güç kaybetmeklebirlikte bugüne kadar inatla sürdürülmüştü. Ama şimdibu sorunu artık nihayet çözmek gibi büyük bir iddia ileortaya çıkılabiliyor. Her ne kadar bu iddia dahaşimdiden bir duvara toslamış gibi görünüyorsa da,konuya ilişkin iyimser söylem ve iddialar halen desürdürülüyor. Önümüzde duran kritik soru şudur: Bugelişme hangi ihtiyacın ürünüdür? Hangi gelişmeler yada dinamikler zorladı da devletin Kürt açılımıgündeme geldi? Olup bitenlerin anlaşılması busorunun yanıtına sıkı sıkıya bağlıdır.

Açılım hangi ihtiyaçların ürünüdür?

Uzun yıllardan beridir Kürt halkı bir mücadeleveriyor, bu mücadelenin yarattığı bir birikim ve busorunun yarattığı bir ağırlık var. Bu birikimin basıncıve bu ağırlığın taşınamaz yükü artık Türk burjuvazisinibir çözüme mi zorluyor? Sorunun böyle bir yanı varkuşkusuz. Ama burada bir yenilik olmadığını dabiliyoruz. Kürt sorununun ağırlığı ilk defa hissediliyordeğil. Bu mücadele birikiminin yarattığı ağırlık,bundan çok daha ileri, çok daha zorlayıcı boyutlardaolabildi geçmiş yıllarda, ama buna rağmen Türkiye’ningündemine böyle bir açılım gelmemişti. O halde böylebir anda neden özellikle geldiği üzerinde durmakgerekir.

Bilindiği gibi, ABD Güney Kürdistan politikasınıönceki yılın (2007) sonunda Türkiye’ye kabulettirmeyi başardı. Olup bitenleri ancak bu temelönemde gelişmeyle bağlantılı olarak yerli yerineoturtabiliriz. Irak’taki gelişmeler ortaya çok ciddi birGüney Kürdistan sorunu çıkardı. GüneyKürdistan’daki oluşum, fiili bir devlet biçimini aldı. Ve

bu gelişme, bölgedeki Kürt sorununu yaşayan ülkelerkadar, belki onlardan da çok, Türkiye için ciddi birsorun kaynağı haline geldi. Kendi ülkesinde Kürtsorununun varlığını inkar eden bir rejim, hemen kendieteğinin dibinde bir Kürt devleti gerçekliğiyle yüzyüzekaldı. Bunun Türkiye’deki Kürtler üzerinde de çokbüyük bir etkisi oldu. Kürt Hareketi İmralı çizgisiylebirlikte içine düştüğü gerileme, bocalama ve kargaşasürecinden çok büyük ölçüde Güney Kürdistan’dakigelişmeler sayesinde çıkabildi.

Olaylara daha yakından bakarsanız bunu daha açıkbiçimde görebilirsiniz. 2003 Martı’nda ABD’nin Irak’aemperyalist müdahalesi gerçekleşti. Baas rejimiyıkıldı, ülke emperyalist işgal altına girdi. Bugelişmeye bağlı olarak 2004 yılında GüneyKürdistan’da Kürt devleti oluşumu fiilen biçimlendi.2005 Newrozu’nda ise Türkiye’de büyük ve coşkulubir kitlesel patlama yaşandı. O zamankideğerlendirmelerimizde var; bu çok büyük ölçüdebölgedeki, özellikle de Güney Kürdistan’dakigelişmelerin Türkiye’deki Kürt kitleleri üzerindekiolumlu etkisinin ürünüydü. Bu gelişmeler Kürtkitlelerine umut ve moral verdi. Kısa ömürlüMahabbad denemesini saymazsak tarihlerinde ilk defabir Kürt devleti gerçekliğiyle yüzyüze kalmışlardı vebaşlı başına bir olaydı. Kaldı ki o zamanki beklentilerbugüne göre çok çok güçlüydü. ABD’nin Ortadoğu’yamüdahalesinden bölgedeki Kürt sorununun toplamçözümü doğrultusunda çok daha fazlası bekleniyordu.Bu iyimserlik büyük bir moral etki olarak Türkiye’yeyansıdı ve böylece Türkiye’deki Kürt hareketinintoparlanmasını da kolaylaştırdı.

20. yüzyılın neredeyse tamamında ulusal direnişesahne olmuş Güney Kürdistan, Türk rejimi içingeçmişten beri bir sorun kaynağı idi. Türk devletininKürdistan’ın bu parçasına ilişkin geçmişten gelenresmi kırmızı çizgileri vardı. Bölgede herhangi birKürt devleti oluşumunu kabul edemeyeceğine dayalısınır çizgileriydi bunlar. Ama Irak’taki yeni durum veABD emperyalizminin ihtiyaç ve tercihleri, gelinenyerde artık bu çizgilerin terkedilmesini gerektiriyordu.Bu, Türkiye-ABD ilişkilerinde başa çuval geçirmeolayından başlayıp bir dizi ara aşamadan geçen birbunalım süreci olarak yaşandı. Tayyip Erdoğan’ın 5Kasım 2007’deki o ünlü ABD ziyaretinin ardından,Türk rejimiyle Amerikan emperyalizmi arasındanihayet bu konuda bir mutabakat sağlandı. Türk rejimiGüney Kürdistan sorunundaki kırmızı çizgilerini biryana bırakmak zorunda kaldı. Bunun karşılığındaAmerikan emperyalizmi de Güney Kürdistanyönetimine, Türk devletiyle ilişkilerinde bazı şeylerdayattı. Böylece Türk devleti verdiği tavizinkarşılığında alacağını da aldı.

Ne verildi ve ne alındı? Türk devleti GüneyKürdistan oluşumunu kabul etmek durumunda kaldı veonunla yakın ilişkiler kurmak sürecine girdi. Amakarşılığında da Güney Kürdistan’ın sınırlarını

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... / 1

Devletin K

Kürt Sorunu Üzerine 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Page 17: Kızıl Bayrak 2013-10

dilediğince ihlal edebilme, Güney Kürdistan’a havaharekatları, ihtiyaç olduğu durumlarda da karaharekatları yapabilme hak ve olanağı elde etti. Böyleceyeni kurulan Kürt devletinin egemenlik hakları dahafiili kuruluş aşamasında keyfi ve aşağılayıcı biçimdeçiğnenmiş oldu.

Türk devleti ile Güney Kürdistan arasında bu yeniilişkinin kurulabilmesi, Amerikan emperyalizmininbölgesel politikaları ve planları için çok önemliydi.Türkiye’nin işbirlikçi büyük burjuvazisi de, kuşkusuzkendi çıkarlarını da gözeterek, bu politika ve planlarlagerekli uyumu sağlamak zorundaydı ve bunda çokzorlanmadı da. Fakat bunun için Güney Kürdistan ileAmerikancı çizgide yeni olumlu ilişkileringeliştirilmesi hiç de yeterli değildi. Bu aynı zamandakendi içindeki Kürt sorunu konusunda da belli adımlaratmayı gerektiriyordu. Bu olmaksızın Güney Kürdistanile istikrarlı bir ilişki zaten kurulamazdı. Siz hemenbitişiğinizde adı Kürdistan olan, resmi dili Kürtçe olan,Kürt bayrağı ve Kürt marşı ile temsil edilen, sınırlarıolan, gümrüğü olan, kendi iç egemenliği olan birdevletle iyi ilişkilere gireceksiniz, bu bir Kürt devletiolacak, ama Kürtlerin nüfus ve toprak olarak aşağıyukarı yarısı devletinizin sınırları içinde olduğu haldebu konuda herhangi bir şey yapmayacaksınız,statükoyu olduğu gibi sürdüreceksiniz! Üstelikonyılları bulan büyük bir mücadelenin örgütlü birikimide orta yerde duruyorken! Böyle bir şey mümkündeğildi. Özellikle de Kürtler’in bu denli içiçe geçtiği,parçaların birbirinden bu kadar çok etkilenebildiği biraşamada. Devletin Kürt açılımı bunun olamayacağınınaçık bir itirafı oldu.

Batılı emperyalistlerin Kürt sorununu reformlarlahafifletmek doğrultusunda Türkiye’ye telkinleri1990’lı yıllardan beri zaten süregeliyordu. DahasıABD’nin buna yönelik olarak daha somut planları davardı. 1990’ların başında, Özal döneminde, Baasrejiminin yıkılmasına ve Irak’ın parçalanmasına bağlıolarak, Güney Kürdistan’ı Türkiye ile birleştirmekplanıydı bu. Bu plan o aşamada başarılı olamadı. 2003Martı’nda Irak’a yapılan ikinci emperyalistmüdahalenin ardından ise artık ortaya yeni bir durumçıktı. Güney Kürtleri ayrı ya da Irak bünyesinde fiilibağımsızlığa yakın bir federal devlet olarakvarolabilmek konusunda bir özgüven kazandılar.Pratikte de bu yolu tuttular.

Ama Irak’ta olayların seyri, Arap burjuvazisiningücü, Güney Kürdistan’a yönelik tehditleri, Kerkükmeselesi, bir dizi başka sorun bunun çok da kolayolmadığını gösterdi. Dahası, Türkiye’nin hamiliğiolmazsa, fiili devlet oluşumunun bilekorunamayabileceği riski ortaya çıktı. ABD de bunuGüneyli Kürt liderlere anlayabilecekleri dille anlattı.Eğer Türkiye’nin hamiliğini kabul edip koruması altınagirmezlerse, kuşatılmış bir bölgede ayaktakalamayacakları konusunda onları ikna etti. Onlar daelde ettikleri egemenliklerini büyük ölçüde ABD’nin

desteğine sahip oldukları için, bu gerçeği hesap etmekdurumunda kaldılar ve böylece sözkonusu mutabakatgerçekleşti.

Fakat bu yeni ilişkilerin istikrarlı bir biçimdekurulabilmesi ancak Türkiye’de Kürt sorununun birparça yatıştırılması kaydıyla olanaklı olabilirdi. Yoksabu sadece Türkiye’deki Kürt sorununu ağırlaştırır vebu büyük bir bunalım kaynağı haline dönerdi. İşte buçerçevede, ABD’nin özel baskısı, telkini veözendirmesi ile gündeme gelmiş bir konudur, devletin“Kürt açılımı.” Türkiye’nin bu doğrultuda uzunyıllardır süren emperyalist telkinlere gelinen yerdebelli sınırlar içerisinde bir karşılık vermesinin nedeni,temelde Güney Kürdistan’a ilişkin politikasınıdeğiştirmiş bulunmasıdır. Güney Kürdistan’a ilişkinpolitikasını değiştirmesi, Güney Kürdistan’la ABDçizgisinde bir hamilik ilişkisine girmesi, beraberindeister istemez, kendi içindeki soruna da bir biçimde birçözüm bulması zorunluluğunu getirdi.

Açılımın sınırları ve inkarcılığın gücü

Tabii önce bu açılımın koşulları hazırlandı, ifadeuygunsa zemin düzlendi. Bilinen Ergenekonoperasyonları bu amaca yönelikti ve doğal olarakbunun arkasında ABD vardı. Bu tür bir operasyonKıbrıs, Güney Kürdistan ve Ermenistan konularındakemikleşmiş resmi politikalarda ciddi bir revizyon içinadeta bir zorunluluktu. Ulusalcı denilen şoven çevrelerile devlet aygıtından yolları onlarla kesişen öğelerhedef alındı ve kolayca bertaraf edildiler. Ordu sistemlibir yıldırma ve itibarsızlaştırma operasyonundangeçirilerek kıpırdayamaz hale getirildi. Böylecemuhtemel çatlak sesler çok büyük ölçüde dizginlendi.Sonuçta AKP devlete büyük ölçüde hakim hale geldi.Seçmen nezdinde zaten bir desteği vardı. Ama seçmennezdinde desteğe sahip olmak, kendi başına kimseyiTürkiye’de iktidar yapmaz, ona devlete hakim olma

CMYKCMYK

ürt açılımıH. Fırat

ABD’nin özel baskısı, telkini ve özendirmesi ile gündeme gelmiş bir konudur, devletin “Kürtaçılımı.” Türkiye’nin bu doğrultuda uzun yıllardır süren emperyalist telkinlere gelinen yerdebelli sınırlar içerisinde bir karşılık vermesinin nedeni, temelde Güney Kürdistan’a ilişkinpolitikasını değiştirmiş bulunmasıdır. Güney Kürdistan’a ilişkin politikasını değiştirmesi,Güney Kürdistan’la ABD çizgisinde bir hamilik ilişkisine girmesi, beraberinde ister istemez,kendi içindeki soruna da bir biçimde bir çözüm bulması zorunluluğunu getirdi.

e Konferanslar... / 1 Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Kızıl Bayrak 2013-10

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... / 118 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

imkanı sağlamaz. AKP tam da bu operasyonlar ve bunaABD’nin tam desteği sayesinde, devletin dümeninehakim olabilir hale geldi. Böylece de yeni durumlarınihtiyaç haline getirdiği açılımları nispeten rahatçayapabilmesinin önü açıldı.

Yine de bunun belli sınırları vardı. Açılımın dahaşimdiden gelip bir duvara toslaması bile bunugöstermektedir. Bu sınırlar sermaye düzeninin kendikarakterinden ve bundan ayrı düşünülemeyecek olan içgüç dengelerinden geliyor. Bu türden bir açılımınönüne engel olarak çıkabilecekler güçten ve itibardandüşürüldüğü halde, şimdi bakıyoruz, CHP ve MHPüzerinden bu konuda gösterilen direnç, bir andaAKP’nin dilinin dolaşmasına yol açabiliyor. AKP dahaşimdiden üniter devleti hiçbir biçimde tartışma konusuetmediğini, tek devlet, tek millet, tek bayrak, vb.’ninhiçbir biçimde tartışılamayacağını, ayrıca anayasanında bu amaçla değiştirilmeyeceğini, bir genel affınsözkonusu olmadığını söylemek durumunda kalıyor.Bütün bunların söylendiği bir durumda ise Kürt açılımıüzerine edilen onca lafın dibi bir anda boşalıyor.

Demek istiyorum ki, Güney Kürdistan’a ilişkinkırmızı çizgiler bir yana bırakıldığı halde, sonbirbuçuk yıl içerisinde Ergenekon operasyonuüzerinden katılaşmış resmi politikaların savunucusudurumundaki yapı ve çevreler etkisizleştirildiklerihalde, bu açıdan zemin epeyce bir düzlendiği halde,daha aradan iki ay bile geçmemişken, bu konudagörevlendirilmiş bakan daha kendi bir birbuçuk aylıktemaslarının bir bilançosunu bile sunmamışken,AKP’nin sözde açılımı gericiliğin kendi bünyesindengelen bir dirençle püskürtüldü. AKP bir anda MHPçizgisinde konuşmaya başladı. AKP temsilcileri basıntoplantıları yaparak güya MHP’ye cevap vermeyeçalıştılar ama bunu tam da onun mantığını devralarakyaptılar. “Bebek katilini ipten alan kim?”, “Teröristbaşının yaşamasını sağlayan kim?”, “Şehit analarınınahını omuzlarında taşıyan kim?” vb. söylemlerle, amabiz değil siz asmadınız, oysa asmanız gerekiyordudemeye getirdiler.

Bu, Türk gericiliğinin Kürt sorunundaki sınırlarını,aynı anlama gelmek üzere çok büyük direncinigösteriyor. Düşününüz ki bunlar iki yıllık Ergenekonoperasyonunun ardından olabiliyor. Generallerinkarizmasının çizildiği, orgenerallerin, kuvvetkomutanlarının bile Ergenekon savcılarına gidip ifadevermek zorunda kaldıkları bir evrede yaşanabiliyor.AKP’nin polisi ele geçirdiği, yargıda epey bir güçkazandığı, devlet bürokrasisinde büyük mevziler eldeettiği bir aşamada, Türk gericiliği buna rağmen inkarcıçizgide büyük bir direnç gösterebiliyor ve bu dirençanında Amerikancı Kürt politikasına yatmış hükümetüzerinden de yankılanabiliyor.

Şu sıra 2005 yılına ait bazı değerlendirmelerimizbasınımızda yeniden yayınlanıyor. 2005 yılının özelliğine diyeceksiniz? 2005 yılında biz Abdullah Öcalan’ın

yeni çizgisini, bunu konu alan kitapları üzerindeneleştirdik. O sıralar da bir tür Kürt açılımı vardı.Tayyip Erdoğan Diyarbakır’da konuşmuş, tarihselhaksızlıklardan sözetmiş, bu haksızlıklarıgidereceklerini, sorunu çözeceklerini ve bunu da“Demokratik Cumhuriyet” formu içinde yapacaklarınısöylemişti. Ama şimdi basınımızda yeniden yayınlanan2005 yılına ait bu metinleri okuyunuz, bugünkütartışmaların neredeyse aynısını orada da göreceksiniz.O evrede de şoven çevrelerden gelen direnç karşısındaAKP resmi çizgiye, o inkarcı çizgiye gerisin geri hızladönmüştü. O zaman da Tayyip Erdoğan tek millet, tekdevlet, tek bayrak, tek vatandan hiçbir şekilde tavizvermeyiz demek durumunda kalmıştı. Böylece 2005yılının bu sözde açılımı daha başlamadan geridekalmıştı.

Kuşkusuz bugün (Eylül 2009 -Red) koşullar ogünden farklı. O dönemde AKP gerçekten aciz biriktidardı, henüz yalnızca hükümetti. Generallerkarşısında çok temkinli, dikkatli, çekingen bir partiydi.Bugünse generalleri iki de bir Ergenekon savcılarınınönüne çekebilecek bir durumda. Buna rağmen ama,toplumun derinliklerinden gelen inkarcı şoven gericilikkarşısında, bir anda gerisingeri bilinen resmi çizgiyedönebiliyor.

Dolayısıyla hiçbir hayalkurulmamalı. Kürt sorunuderin tarihi ve toplumsaltemelleri olan köklü birsorundur. Bu sorunungerçek özgürlük ve tameşitlik temelinde bir çözümekavuşması bir devrimsorunudur. Türkiye’ninbugünkü düzeni ayaktakaldıkça, Kürt halkının birulus olmaktan kaynaklanantemel demokratik haklarınıntanınabileceğini ummak,gerçeklerden kopmaktır,temelsiz ütopyalar ileoyalanmaktır.

Bunları bir devrimci olarak, sorunun çözümünedevrimci bir bakı açısıyla yaklaşarak söylemişoluyorum. Emperyalist güç dengelerindeki büyükdeğişmeler ya da büyük emperyalist savaşlarsonrasında oluşan yeni gerici güç dengeleri içinde yeniulusal devletler elbette kurulabilir. Nitekim birinciemperyalist paylaşım savaşı sonrasında, savaştayenilen çok uluslu emperyalist imparatorluklarındağılmasına bağlı olarak ortaya bir dizi yeni devletçıktı. Irak’a yönelik son emperyalist müdahale iseGüney Kürdistan’da fiili bir devletin kurulmasına yolaçtı. Fakat bunlar tümüyle farklı bir durumunörneğidirler.

Bu olabilir; emperyalistler arası güç dengelerindekideğişmeler, bunun ürünü çatışmalar, bu çatışmalarınortaya çıkaracağı yeni güçler dengesi sonucu olarak,böyle bir şey Türkiye’de yaşanabilir. Fakat bununsorunun devrimci demokratik çözümüyle uzaktanyakından bir alakası olmaz. Bu gerici güçdengelerindeki değişimin yarattığı sistem içi bir sonuçolur ve devrimci bakış açısının dışında kalır. Bu yollaulusal sorun çözülmüş de olmaz, yalnızca biçimi vemahiyeti değişmiş olur. Güney Kürdistan’ın şimdikiiğreti konumu bile, yeni durumun ortaya çıkardığı yenisorunlar bile, bunu göstermeye yeter.

Burjuva gericiliği ve Kürt sorunu

Amerikancı Kürt açılımının arkasında baştaTÜSİAD olmak üzere işbirlikçi tekelci burjuvazininhemen tüm kesimleri duruyor. Burjuvazinin buyönetici katmanının çıkar ve tercihleri her konudaolduğu gibi bu konuda da ABD ile örtüşüyor. Buörtüşme Güney Kürdistan ile ilgili kırmızı çizgilerinbir yana bırakılmasında da kendini bütün açıklığı ilegöstermişti. İşbirlikçi büyük burjuvazi öncelikle

ekonomik ve mali gücünegüveniyor, buradan gelenbir rahatlıkla hareket ediyor.Güney Kürdistan’ı kendisiiçin hem bir pazar, hem biryatırım alanı, hem de petrolrantı olan bir alan olarakgörüyor. Halen GüneyKürdistan kullandığıçimentodan içtiği suya,yediği bisküviye kadar tümtemel ihtiyaçlarınıTürkiye’den karşılıyor.Bölgede Türk şirketlerininsayısız yatırımı var. Ürettiğipetrolü Akdeniz’e akıtmayada Türkiye talip. ÖzetleGüney Kürdistan halenişbirlikçi büyük burjuvaziiçin yağlı bir lokma olarak

duruyor orta yerde. O bugün iktisadi olarak yuttuğuKürdistan’ın bu parçasını yarın değişebilecek güçdengeleri içinde gerekirse siyasi olarak yutabileceğihesabını da yapıyor kuşkusuz. Türk burjuvazisininbüyük tekelci gruplardan oluşan bu kesimi, bu açıdankendine fazlası ile güveniyor. Dışarıda GüneyKürdistan sorununda ve içerde Kürt sorununda yapılanaçılımların arkasında durmasının gerisinde bu var.

Ama burjuvazinin öteki bir kesimi, özellikle ortaüst sınıflar, özellikle siyaseten MHP’nin, ve SaadetPartisi’nin arkasında duran geleneksel kesimler, bunun“milli çıkarlar”a zarar vereceğinden ciddi endişelerduyuyorlar. Bugün Kıbrıs sorununda verilecektavizlerin yarın bu adadaki etki alanının tümdenkaybedilmesiyle, Ermenistan ile ilişkilerdeki tavizinyarın Türkiye’nin sınırlarının tarihi Ermeni iddialarıçerçevesinde tartışmalı hale gelmesiyle, Kürtlereverilecek tavizlerin ise ilerde ülkenin bölünmesiylesonuçlanabileceği korkusu ve kaygısıyla hareketediyorlar, bu nedenle tüm konularda gerici bir dirençgösteriyorlar. Kürt sorunundaki adımlardan dolaysızgüncel ekonomik çıkarları da yok burjuvazinin bukatmanlarının. Oysa büyük burjuvazinin GüneyKürdistan’ın ekonomik açıdan sömürgeleştirilmesiüzerinden var. Ama burjuvazinin daha güçsüzkesimlerinin bu tür bir dolaysız çıkarı da yok.

Dahası onlar, toplumun derinliklerindeki şovenizmibu sorunlar üzerinden istismar ederek, bir politik güçhaline gelmeye, bunu da iktisadi avantajlaradönüştürmeye çalışıyorlar. Nitekim Refah Partisi veAKP şahsında burjuvazinin bazı grupları bunu dinüzerinden yaptılar ve son on yılda bunun yararınıfazlası ile gördüler. Önce yerel yönetimleri ele

Dolayısıyla hiçbir hayalkurulmamalı. Kürt sorunu derintarihi ve toplumsal temelleri olanköklü bir sorundur. Bu sorunungerçek özgürlük ve tam eşitliktemelinde bir çözüme kavuşması birdevrim sorunudur. Türkiye’ninbugünkü düzeni ayakta kaldıkça,Kürt halkının bir ulus olmaktankaynaklanan temel demokratikhaklarının tanınabileceğini ummak,gerçeklerden kopmaktır, temelsizütopyalar ile oyalanmaktır.

Page 19: Kızıl Bayrak 2013-10

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... / 1 Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

geçirmenin muazzam rantlarıyla beslendiler veardından AKP üzerinden devletin imkanlarını en iyibiçimde kullanarak büyük burjuvazinin saflarınakatıldılar. Burjuvazinin başından itibaren AKP’yiarkalayan kesimleri bunu dinsel gericiliği kullanarakyaptılar. Kürtlere verilecek tavizlerden bugün içindolaysız çıkarları olmayan, ama bu sorun üzerindenetkili bir şovenizmle politik güç elde edip bunu daiktisadi güce dönüştürmeye çalışan burjuva katmanlarolduğunu da göz önünde bulundurmalıyız.Burjuvazinin dinsel ve milli kaygılarının gerisinde herzaman çıplak sınıf çıkarları vardır, bunuunutmamalıyız.

İşte bu kesimler şimdi bir direnç gösteriyorlar vebunda başarı da sağlıyorlar. Çünkü şovenizm, çünküinkarcılık, çünkü Kürt halkının ikinci sınıf bir etniktopluluk olarak görülmesi, tam da işbirlikçi büyükburjuvazinin tarihsel politikaları sayesinde butoplumun genlerine işlemiş durumda. Kitlelerinbilincine bir önyargı olarak yerleşmiş durumda. İşte oşovenist rüzgar kitle desteğine dönüşüyor ve böyleceiktidar partisinin de paçaları tutuşuyor. İki senesonraki seçim için bunun ne anlama geleceğinigözeterek, onlar da hemen şovenizm mevzisinegiriyorlar. Böylece açılım daha açılmadan kapanıyor.Açılımla daha ne yapılacağı bile belli değilken, tekmillet, devlet, tek bayrak, tek vatan söylemiyle, ortaoyunu sona eriyor.

Açılımın içeriğiyle ilgili henüz açıklanmış bir şeyolmasa da yapılmak istenenlerin sınırlarını amerikancıyazarların yazdıklarından öğrenebiliyoruz. Kürtenstitüleri kurulacak, Kürtçe seçmeli dil halinegetirilecek, okullarda isteyen okuyabilecek, köyisimleri geri verilecek. Yani kirli savaşın bir takımetkilerine karşı, belli sınırlar içerisinde bir takımjestler yapılacak, o arada Diyarbakır cezaevi yıkılıpyerine okul kurulacak, vb... Ama bu sınırlardatavizlerle Kürt sorununu çözmeyi ummak hayallerleoyalanmaktır. Onyılları bulan bir mücadeleninyarattığı güçlü birikimlere dayalı Kürt sorunu böyleçözülmez. Kürt sorununu bu düzen içinde bir parçaolsun çözmenin ilk adımı, Türkiye Cumhuriyeti’ni ikiuluslu bir devlet olarak tanımlamaktır. Daha ilk adımıbu, tüm ötesini bir yana koyuyorum.

Ama Türkiye’nin iki uluslu bir devlet olduğunusöyleyebilecek, dolayısıylada bunu destekleyebilecekhiçbir burjuva kesim yokbugünün Türkiyesi’nde.AKP’nin açılımında dabunların yeri yok. AmaKürtlerin diline, kültürüne,bir takım başka ikincilönemdeki ulusal haklarınagösterilebilecek belli birtoleransın bu sorunuhafifletebileceğini, PKK’ninkitle desteğiniazaltabileceğini vetasfiyesinikolaylaştırabileceğinidüşünüyorlar. Başlangıçta,gerekli açılımları yapıyoruz,bu durumda artık elinizdesilah tutmanızın manasıkalmıyor demeye getirerekPKK’yi bir açmaza, olanaklıysa beklentilere, giderekbir çözülüşe sokma hesabı ile hareket ediyorlardı. Amabu politikanın iler tutar bir yanı yoktu. Nitekim PKKanında gerekli tepkiyi verdi; burada çözüm değiltasfiye planı var, amaç sorunu çözmek değil bizitasfiye etmektir açıklaması yaptı. Elbette gerçek amaçsorunu çözmek değil, fakat Kürt hareketini tasfiyeetmek, bu ağırlığı ortadan kaldırmaktır. Düzenin asılsorunu budur.

Kürt hareketinin tutarsızlığı

Abdullah Öcalan 15 Ağustos’ta (2009) düzençevrelerinde büyük merakla beklenen açıklamasınıyaptı. Ortaya bir tür kendi çözüm paketini koydu.Paketin esası Kürtlerin kendi kendilerini yönetebilmehak ve olanağından oluşmaktadır. Bunun gerektirdiğiher türden siyasal, idari, mali, yargısal, askeri, dini,sportif kurumlaşmaların istenmesidir. Daha somut birifade ile, her açıdan bölgesel bir özerklik talebidir.Bütün bunlar, Kürtlere, Türkiye Cumhuriyetibünyesinde bir özerk devlet olmak hakkı ve olanağınıntanınması ile aynı anlama gelir. Bu elbette Kürtlerinbir ulus olarak en doğal hakkıdır. Ne var ki bütünsorun, bunun bu düzenin sınırları içinde elde edilipedilemeyeceğidir, kurulu düzenin buna razı olupolamayacağıdır. Bu önemli bir noktadır, zira bunlar budüzen temelinde ve onun devletiyle uzlaşma içindeelde edilmek isteniyor. Bunlar bu devletten talepediliyor.

Abdullah Öcalan konuşmasına devlet konusundakibilinen anarşizan söylemleriyle başlıyor. Ben Barzani

ya da Talabani değilim,bana devleti verseniz dealmam, federasyonutepsiyle sunsanız da kabuletmem, zira devlete dayalıçözüme karşıyım;geçmişte devleti sorununçözümü sanıyordum, oysaartık sorunun kaynağıolduğunu anladım, bunedenle devlete dayalıçözüm istemiyorum vb.diyor. Ama bu anarşizansöylemle yapılan girişinardından sıraladığı somutistemlerle, bir tek biçimselbağımsızlık hariç, birdevleti devlet yapanhemen herşeyi istiyor,neredeyse eksiksiz olarak.

Bir başka ifadeyle, çözüm paketi kapsamında ilerisürdüğü istemlerin bütünsel kurumsal ifadesi, tamteşekküllü bir devletten başka bir şey değil. NitekimTürk gericiliği de bunu böyle anladı ve buna korohalinde çok sert bir tepki vermekte çok gecikmedi.Önden oluşturulan yapay havanın etkisiyle tümüylebaşka bir şey bekledikleri ölçüde, Öcalan’ınaçıklaması hem şaşkınlık, hem hayal kırıklığı ve hemde büyük bir tepkiye yolaçtı gericilik cephesinde. Bazıgazete başyazarları, devlet istemem deyip de devleti

devlet yapan herşeyi isteme tutumunu, “terörist başıherkesi budala yerine koyuyor” tepkisiyle karşıladılar.

Gelinen yerde Kürt ulusal hareketi tam olarak birözerk devlet istiyor. Kendi parlamentosuna ve yerelhükümetine sahip, dolayısıyla siyasal iradeye,dolayısıyla kendi kendine yönetme gücüne dayalı, içgüvenliğini kendisi sağlayan, vergisini kendisitoplayan, kendi adalet teşkilatına ve polis örgütünesahip bir özerk devlet istiyor. Ama Türkiye gibi birülkede bütün bunları Kürtlere ancak bir devrimverebilir. Türkiye’nin bugünkü düzeni içinde bunlarıkimse Kürtlere vermez, veremez. Bu ancak birdevrimle elde edilebilir. Kürt hareketi devrimi bir yanabırakmış, önüne kurulu düzeni kendi tabanı üzerindedemokratikleştirme hedef ve görevini koymuş. Amabuna rağmen gerçek özgürlük ve tam eşitlik istiyor. İyiama kurulu düzen zemininde bu bir hayaldir. Hele demasa başı görüşmeleriyle, hele de anayasaldüzenlemelerle!..

Abdullah Öcalan ciddi ciddi, AKP artık Kürtsorununu çözeceğiz dediğine göre, meclisimizi,maliyemizi, polisimizi, jandarmamızı, yargımızı,eğitimimizi, sporumuzu, diyanetimizi, kızılayımızı,yeşilayımızı versin yeter, başkaca bir şey istemiyoruz,diyebiliyor. Başkaca da geriye bir şey kalmıyor zaten.Bir tek ayrılıp tümüyle ayrı devlet olarak varolmakdışında.

Partimiz tüm bu istemleri yürekten destekliyor.Ama Türk gericiliğiyle masa başında bu açıdanalınabilecek bir mesafe yok, sorun tam da budur. Birdevrimle elde edilebilir olanı kurulu düzen içinde,onunla uzlaşma ve anlaşma yoluyla elde ederiz diyedüşünürseniz, bununla yalnızca kendinizi aldatırsınız.Döne döne de hayal kırıklığına uğrarsınız. Zira hertürlü dayanaktan yoksun bir hayalci tutumla hareketetmiş olursunuz. Hem kurulu düzenin sınırları içindesorunu çözelim diyeceksiniz, hem de sorunun tamçözümünü isteyeceksiniz. İki ulusun gerçek eşitliğiylesonuçlanabilecek bir çözümü arzulayacaksınız. Böylebir mucize yok. Mantıkta yok, teoride yok, tarihte yok,Türkiye’de ise hiç olmaz. Ama böyle bir beklentihalen Kürt hareketinin izlediği çizginin temelinioluşturuyor.

Kurulu kapitalist düzen içinde, egemen burjuvagericiliği koşullarında, bu hakları bu bütünlüğü içindekimseye vermiyorlar. Böyle masa başı görüşmelerlehiç vermiyorlar. Ya büyük savaşlar çıkıyor, devletleryıkılıyor öyle elde ediliyor, ya da bir devrimlekazanılıyor bu haklar. Kürt hareketinin gözdenkaçırdığı basit gerçek bu. Kürt hareketinin büyüktutarsızlığı da burada.

Partimiz tüm bu istemleri yürektendestekliyor. Ama Türk gericiliğiylemasa başında bu açıdanalınabilecek bir mesafe yok, soruntam da budur. Bir devrimle eldeedilebilir olanı kurulu düzen içinde,onunla uzlaşma ve anlaşma yoluylaelde ederiz diye düşünürseniz,bununla yalnızca kendinizialdatırsınız. Döne döne de hayalkırıklığına uğrarsınız.

Page 20: Kızıl Bayrak 2013-10

Kürt Sorunu Üzerine Konferanslar... / 1 Sayı: 2013/10 * 8 Mart 201320 * Kızıl Bayrak

Özgürlük, eşitlik ve gönüllü birlik içindevrim bir zorunluluktur!

Sorunu bu düzenin kendi sınırları içinde çözmeyekalkmanın başkaca da handikapları var. Bunların enbaşında da uzun onyıllar boyunca bilinci, algılaması,değerleri, yaklaşımları bu düzen tarafındanşekillendirilmiş bulunan Türk halk kitleleri gerçeği var.Halklar, tarihin sıklıkla gösterdiği gibi, pekala her türlügericiliğe kolayca alet edilebilir. Hitler faşizmi Almantekellerinin hizmetindeydi, onların çıkar, tercih veyönelimlerinin bir ifadesiydi. Ama sonuçta Almanhalkının omuzları üzerinde yükseldi. Alman faşizmikendi korkunç melanetlerine bu kültürlü halkı aletetmeyi başarabildi. Siyonizm uzun onyıllardır ve halenYahudi halkının desteği ile ayakta duruyor. Aynışekilde günümüzde dinsel gericilik halkların omuzlarıüzerinde yükselip bir dizi ülkede iktidar olabiliyor,toplumları ortaçağ artığı bir ideoloji ve kültürünkaranlığına çekmek üzere.

Bugün Türk halkının birçok konuda olduğu gibiKürt sorununda da derinlere kök salmış çok güçlügerici önyargıları var. Kürt halkıyla gerçek birözgürlüğe ve tam eşitliğe dayalı ilişkilere hiçbirbiçimde hazır değil. Halkların gerçek özgürlüğe ve tameşitliğe dayalı birliği, ancak devrimci mücadeleninateşi içinde sağlanabilir. Sözkonusu önyargılar, onlarınifadesi bütün bir gerici-şoven şekillenme, ancakmücadele içinde kırılabilir. Türk halkının bilincinimücadele içinde köklü bir biçimde değiştirmeden, Kürtsorununun da sağlıklı bir çözümüne ulaşamazsınız.Zira öteki her şey bir yana, bugünkü koşullar içinde,Türk halkının gerici şoven önyargıları burjuvagericiliğinin öteki bazı kesimlerinin istismarmalzemesi haline gelir. Bazılar sahneye çıkar, halenMHP ve CHP’nin yaptığı gibi, vatan elden gidiyor diyefeveran ederler, koca bir şoven cereyan estirirler veaçılım daha açılmadan kapanır. Halihazırda izlemekteolduğumuz gibi.

Halkların bilinci, halkların içiçe devrimcimücadelesiyle değiştirilir. Kürt sorununu tüm ötekitoplumsal-siyasal sorunlardan ayırırsanız, kendi içinde,kendi başına ayrı bir sorun olarak ele alırsanız, böyleceTürk halkından kopar, ondan uzaklaşır, hatta hattadüşmanlığını kazanırsınız. Evet, halklar her türlükötülüğe alet edilebilmektedir. Tarihten çok bildiğimizgibi. Birbirine karşı ulusal önyargılarla şartlandırılmışhalklar arasında güven, birlik ve gerçek kardeşleşme,ancak sosyal mücadeleler içerisinde geliştirilipgüçlendirilebilir. Gerici Türk sermaye devletiyle Kürthareketi pazarlık masasına oturdu diye, Türk halkı veKürt halkı barışıp kucaklaşmaz, gerçek bir birleşme vekardeşleşme sürecine girmiş olmaz. Dahasıpazarlıklarla ortaya çıkacak tablo bunun tam tersi birsonuca bile yol açabilir. Bu yolla tersinden dinamiklerbile tetiklenebilir. Kurulu düzeni güçlendirmeye

yönelik gerici uzlaşmalardan halklar yararına devrimcisonuçlar çıkmaz.

Burjuva toplumlar kendi içinde son dereceçelişiktir, alabildiğine heterojen gerici çıkarlaradayanırlar. Burjuvazinin bir kesimi böyle açılımbayrağı tutarken, öteki bir kesimi, iktidarmücadelesinde etkin bir güç kazanmak üzere pekalaşovenizm bayrağına daha etkin biçimde sarılma yolunututabilir. Toplumun genlerindeki şovenist maya yerliyerinde durduğu, damarlarında şovenizm kanı akmayadevam ettiği için de, şovenizm bayrağını tutanlarbununla kolayca güç kazanırlar. Bu öylesine bir lanetligüç kaynağıdır ki, bir anda açılımı yapanları bile kendidöngüsü içine çekip alır. Açılımcı AKP’nin dahaaradan iki ay bile geçmeden faşist MHP ağzıylakonuşmak zorunda kalması bile bunu gösterir.

Demek istiyorum ki, sorunun kurulu düzen içindeçözümünün önünde daha temelli, daha yapısal başkacada engeller var. Türk halk kitlelerinin derin şoven ruhuve şartlanmışlığı bunlardan biridir ve bu sanıldığındanda önemlidir. Bu ancak birleşik devrimci mücadeleiçinde kırılabilir, başkaca da bir yolu yok bunun. Buöyle masa başı projelerle kırılacak bir şey değil. Öylesermaye medyasının açılıma tam destek kapsamındakikampanyalarıyla kırılacak bir şey değil. Onlarınkampanyalarıyla şovenizm son derece kolay birbiçimde depreştirilebilir, zira bunun zemini, ifadeuygunsa hamuru ve mayası, toplumun dokusunda var.Birilerine yalnızca bunu karmak kalır. Ama bununtersini yapmak o kadar kolay değil. Bu, bu düzeninkendi sınırları içinde, bu düzen zemini korunarakyapılamaz. Bu ancak çok yönlü bir devrimci mücadelesüreci içinde başarılabilir. Bu zehiri ancak devrimakıtabilir, sağalma ancak böyle sağlanabilir. Toplumuntüm dokusunu, onyıllar, hatta yüzyıllar içinde oluşmuşo zehirli genetik mayasını, ancak bir toplumsal devrimtemelden ve köklü bir biçimde değiştirebilir.

Halklar arasındaki önyargıların kırılması, halklarınkardeşçe birleşip kaynaşması, ancak sosyal mücadeleiçerisinde başarılabilir. Demokrasi üzerine, demokrasimücadelesi içerisinde kitlelerin eğitimi üzerinesöyleyip yazdıklarımızın özü ve anlamı da budur.Ancak birleşik bir devrimci mücadele içerisinde farklımilliyetlerden, dinlerden, kültürlerden emekçilerbirbirlerine güven duyabilir, bütünleşip kaynaşabilirler.Ancak bu durumda etnik, dini ve kültürel kimlikleri birsorun alanı olmaktan çıkar. Emekçiler birbirlerininetnik, kültürel ve cinsel kimliğine saygı duyar halegelirler. Her grev, her eylem, her mücadele alanı Türk,Kürt ve öteki milliyetlerden işçiyi ve emekçiyibirleştirir, mücadelenin sıcaklığı içinde kaynaştırır.Tersinden, mücadelenin dışındaki her platform iseonları böler, ayırır, birbirinden uzaklaştırır. Daha dakötüsü şovenizmin ve milliyetçiliğin etkisi vekışkırtması altında düşmanlaştırır. Mücadele içindebütünleşmekten başka, bu önyargıları kırabilecek bir

yol, yöntem ya da araç yoktur. Mücadele kitleleribirleştirir, örgütler, eğitir ve dönüştürür denilen olgutam da budur. Mücadele kitlelere örgütlenme,kenetlenme, birleşme, birlikte hareket etme bilinci vepratiği kazandırmanın yanısıra, birbirinin dinsel,mezhepsel, cinsel ve ulusal kimliğine saygı duymasınıda öğretir. Her devrimcinin kendi kişisel deneyimiüzerinden de bilebileceği gibi, erkek işçiler kadınişçilere, mücadele yoldaşları olarak saygı göstermeyiancak grevlerde, direnişlerde, eylemler içindeöğreniyorlar. Mücadele içerisinde kadının ortayakoyduğu inisiyatif, cesaret, yüreklilik, onları bir andaerkek sınıf kardeşlerinin gözünde saygın yoldaşlarhaline getiriyor.

Kürt sorununun çözümü devrim mücadelesindengeçiyor. Biz bunu söylediğimizde dönüp bize, amadevrimci mücadeleyle çözüm demek, çözümü uzak vebelirsiz bir geleceğe ertelemek demektir diyorlar. Pekiama bu tür sorunların burjuva gericilik dünyasındakolay ve yakın bir çözümü olduğunu neredençıkarıyorsunuz? İrlanda sorunu üçyüz küsur yıldır var.Polonya sorunu yüz küsur yıl sürdü; emperyalist birdünya savaşı ile Ekim Devrimi’nin kesiştiği bir özelkonjonktürde ancak gerici bir çözüme kavuşabildi,daha bir de kendi bünyesinde yeni ulusal sorunlar dayaratmak pahasına. Filistin sorunu 60 yıldır kanayanbir yaradır ve zaman geçtikçe de kanama artıyor, neolacağını, bu kanamanın bu sistem içinde nasıldurdurulabileceğini de halen kimse bilmiyor.

Kurulu düzenler ayakta kaldığı sürece sorunlarçözülmüyor, yalnızca sürünüyor. Şimdi Türk devletibir takım tavizler verse bile, diyelim ki anayasanınbaşlangıç bölümüne, Türkiye Cumhuriyeti, Türklerdenve Kürtlerden oluşur, iki uluslu bir cumhuriyettir desebile, Kürt sorunu çözülmüş mü olur? Böyle sanmak,ulusal sorunların doğasını anlamamak anlamına gelir.Ulusal hakların yasal olarak tanınması, anayasalgüvence altına alınması, bu sorunu çözmez. O ulusalönyargılar, o karşılıklı güvensizlikler, o şoven ya damilliyetçi gericilik, bunların oluşturduğu ruhsal,kültürel ve düşünsel tortular sıradan insanın bilincinibelirlediği sürece, burjuva gericiliğinin şu veya bukanadı bunları her an istismar edebilir ve bu da halklararası ilişkilerde en felaketli sonuçların önünü açabilir.Bunlar olmayacak şeyler midir? Böyle sanmak tarihbilmemektir, toplumsal gerçeklerden habersiz olmaktır,bugünün dünyasında olup bitenlerden bir şeyanlamamaktır. Bütün bu gerici ulusal tortu birdevrimin selinde yıkanıp temizlenmediği sürece,halkların gerçek eşitliğe dayalı gönüllü birliğikurulamaz. Bunun dışında ne gerçek bir çıkış yolu vene de kalıcı bir çözüm mümkündür. Bunun dışındakiher şey boş hayallerle oyalanmaktır ve büyük hayalkırıklıklarına zemin döşemektir. Halen Kürt hareketibölgesel özerklik istiyor örneğin, kurulu düzen içindebir uzlaşma koşulu olarak. Peki ama bu düzen içindebunun sınırlarını nereden çizeceksiniz? Bu sınırı biryerlerden çekmeyi bir deneyiniz ve sonra da dönüpbakın bakalım neler oluyor?

Burjuva toplumunda milliyetçilik, milliyetçiemeller ve husumetler, ulusal düşmanlıklar veçatışmalar bitmez. Bugünün dünyasına, üstelik deuygar sayılan bölümüne, burjuva demokratik hak veözgürlüklerin iyi kötü yürürlükte olduğu ülkelerinebakınız. İspanya’da sorun tüm hassasiyeti koruyor,atılan onca adıma, verilen onca tavize rağmen üstelik.Belçika hiç yoktan bölünme noktasına gelebiliyor!İtalya’da Kuzey Ligi İtalya’yı bölmeye yeltenebiliyor.ABD’de bile, Kaliforniya ya da Teksas üzerinden,ayrılıkçı akımlar şekillenebiliyor. Burjuva toplumundamilliyetçilik bitmez, milli düşmanlıkların, milliçatışmaların, bölgeciliğin ve bölünme eğilimlerininsonu gelmez.

6 Eylül 2009(www.tkip.org sitesinden alınmıştır...)

Page 21: Kızıl Bayrak 2013-10

Kızıl Bayrak * 21Sol hareketSayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Alman emperyalizminin saldırgan temsilcisiMerkel’in Türkiye gezisi başladı. Geziden beklentilermuhteliftir. Her sınıf ve politik grup, kapitalist-emperyalist sistem içerisinde aldığı yere ve busistemden beklentilerine uygun olarak, gerçekleuyuşsun veya uyuşmasın bir beklenti yaratıyorlar, yada bizzat kendileri beklentiye giriyorlar.

Merkel’in Türkiye gezisinde beklentileri veMerkel’den ricaları olanlar arasında, Almanya’dakiTürkiyeli sol çevrelerin oluşturduğu Demokratik GüçBirliği Platformu (ADGP) da var. Aklın alacağı gibideğil! Ama ADGP özgürlük, demokrasi, barış ve insanhakları için ‘Sayın Başbakan Angela Merkel’in,mevkidaşı Başbakan Sayın Erdoğan’a gereklitelkinlerde bulunması ricasında bulunuyorlar. Bu yollaemperyalist burjuvazinin halklara ve emekçileredemokrasi, insan hakları, barış ve özgürlüklersunabileceği hayallerini yaymakla kalmıyor, aynızamanda emperyalist gezinin gerçek amacını daemekçiler nezdinde gölgelemiş oluyorlar.

İmzacıların büyük çoğunluğu için bunun şaşırtıcıbir yanı yok. Ama içlerinde kendilerinin Mahirler’in,Denizler’in ve Kaypakkayalar’ın mirasçısı olduğunuiddia edenlerin de olması, onların da bu ibretlikbelgeye imza atması utanç vericidir. Bu gerçekçi,makul ve esnek politikalar üretmek ve yapmak adınadevrimci politikaların, devrimci ilkelerin ve devrimcideğerlerin kirletilmesidir.

Gezinin başladığı yer, amacın da ilanıdır

Merkel’in gezisinden bir gün önce Türkiye’yegiden Alman savaş bakanı Thomas de Maiziere’nin,Patriot füzeleri ve askerlerinin yerleştirildiği Maraş’ıteftiş etmesi, Merkel’in de gezisine Maraş’tanbaşlayacak olması, bu gezilerin amaçlarının ticarialanlarla sınırlı olmadığını yeterince kanıtlamaktadır.Merkel’in Türkiye gezisi, ticari boyutunun yanında asılolarak militarist amaçları kapsamaktadır.

Gezi, Alman tekellerinin Türkiye pazarında dahaavantajlı duruma gelmelerini sağlamak için önlerindekiengellerin temizlenmesini de amaçlıyor. TÜSİAD ileAlman Sanayiciler Birliği (BDI) tarafından kurulan“Türk-Alman CEO Forumu’nun” Pazartesi günüAnkara’da yapılacak toplantısına Merkel veErdoğan’ın da katılacak olmaları, bu amacın dolaysızkanıtıdır. İki ülke aralarındaki ticaret hacminin 2013yılında 40 milyar doların üzerine çıkarılmasıamaçlanıyor. TÜSİAD ve BDI başkanları ekonomikişbirliğinde öne çıkan konularda ortak önerileriniiçeren bir bildiriyi başbakanlara sunarak, 40 milyarlıkhedefe ulaşmak için alınmasını istedikleri taleplerini(yoksa direktiflerini mi?) ortaya koyacaklar.Öngörülenler arasında havacılıkta stratejikişbirliğinden yatırımların artırılmasına, açıktandillendirilmeyen ancak çok zaman geçmedenduyacağımız gibi askeri amaçları da kapsayan oldukçakabarık istekler listesi bulunmaktadır.

Emperyalist rekabette AB pazarında başa güreşen,emperyalist haydutların yarattığı kriz ve savaşbölgelerinde aktif olarak yer alan, dışarıya işgalciaskeri güç gönderen, dünyanın önemli silah üreticisi ve

satıcısı olan Alman emperyalist tekellerinintemsilcisinin gezisinin tek boyutlu olması, işindoğasına ters düşerdi. Gezilerin Maraş’tan başlatılmışolması gezinin ülkemiz ve bölge halkları için taşıdığıemperyalist tehlikeyi açıkça ortaya koyuyor. Amamektubun sahipleri gezinin emperyalist amaçlarıylailgilenmiyorlar, onlar Merkel’den demokrasi veözgürlüklerin sağlanması için katkıda bulunmasını ricaediyor, bu konudaki umut ve beklentilerini dilegetiriyorlar.

Çağrıcıların, Alman emperyalist devletineverdikleri ve gereğini yapmalarını saygıyla ricaettikleri dilekçelerini yakından izleyelim. Çağrıcıların‘mektubu’ kelimenin yalın anlamıyla tam bir rezalettirve utanç belgesidir.

Sol adına bir utanç belgesi!

Dilekçe oldukça ‘kibar’ ve saygıda kusur etmeyenifadelerle başlıyor:

“Sayın Başbakan Angela Merkel,‘Yakında yapacağınız Türkiye ziyareti öncesi

Almanya’da faaliyet gösteren Türk-Kürt ve diğeruluslardan, din, dil ve inanç gruplarından oluşanDemokratik Güç Birliği Platformu adına Türkiye’deyaşanan ve burada da yankısını bulan siyasalsorunlara ilişkin düşüncelerimizi belirtmek veziyaretinize dönük beklentilerimizi ifade etmekistiyoruz.’’

Alman emperyalist devletinin “AB’nin birHıristiyanlar birliği olduğunu ve müslüman olan birülkenin, Türkiye’nin, bu birlikte yeri olamayacağını veimtiyazlı ortaklıkla yetinmesini’’ istediğini bilenricacılar, bayan Merkel’i ‘zayıf’ yerinden vurduklarınainanıyorlar ve şöyle devam ediyorlar:

“Aynı şekilde Türkiye’nin Hıristiyan azınlıklarınayönelik kısıtlayıcı önlemler de sürmektedir. Yine yakındönemde işlenen misyoner cinayetleri, Ermeni gazeteciHrant Dink, Rahip Santaro cinayetleriaydınlatılmamakta, bu cinayetlerin devlet içindekiuzantılarına dokunulmamaktadır.”

Mektup sahibi ricacılar Alman emperyalizmininhassasiyet duyduğuna inandıkları konuları seçerek vebunları Merkel’e hatırlatarak, böylece Almanemperyalizminin hassasiyetini kışkırtacaklarınısanıyorlar. Dahası onu zayıf yerinden vurduklarınainanarak ricalarını ve beklentilerini gerçekleştirmeihtimalini güçlendirdikleri konusunda kendi umutlarınıgüçlendiriyorlar:

“Avrupa Birliği yolundaki vaat edilen

iyileştirmeler, özgürlükler ve temel insan haklarıkonusundaki düzenlemeler bilinçli olarakgeciktirilmektedir. Bunun yerine toplumsal dinamiklereyönelik periyodik baskılar devam etmektedir.

“Başbakan Sayın Erdoğan’ın talebiyle İmralı’dabulunan PKK lideri Sayın Öcalan’la yenidengörüşmelere başlanmıştır. Ancak sorunun kalıcıçözümü için başlatıldığı söylenen bu görüşmelererağmen hükümet güven verici adımları atmamış Türkve Kürt kamuoyunun beklentilerine rağmen üzerinedüşen tarihi sorumluluğu yerine getirmemiştir.”

‘Avrupa Birliği yolundaki vaat edilen iyileştirmeler,özgürlükler ve temel insan hakları konusundakidüzenlemeler bilinçli olarak geciktirilmektedir!’ Böylediyor ricacılar. Bunu söylemekle siz, TürkiyeninAvrupa Birliği’ne girmesi durumunda özgürlükler vetemel insan hakları konusunda gelişmeler olacağınainanmakla kalmıyorsunuz, aynı zamanda AvrupaBirliği’nin bir özgürlükler ve temel insan haklarıprojesi olduğuna olan inancınızı tekrarlıyorsunuz. Buprojeye dahil olmakla özgürlük ve demokrasiningeleceği konusunda emekçilerin bilincinikarartıyorsunuz. Türkiye’nin AB projesi çerçevesindeözgürlükleri ve demokrasiyi geliştireceğine inanıyorama bu süreci bilinçli olarak geciktirdiği içinöfkeleniyor ve Merkel’e süreci hızlandırmasıkonusunda Türk burjuvazisine baskı yapma ricasındabulunuyorsunuz. “Üzerine düşen tarihi sorumluluğu”yerine getirmeyen “Başbakan Sayın Erdoğan’ın’’ tarihisorumluluğunu hatırlatmasını istiyorsunuz. Öyle yasizin inancınıza göre sömürgeci burjuvazi adına ülkeyiyöneten Erdoğan’ın özgürlük ve demokrasi sağlamakgibi tarihi sorumluluğu vardır.

Dilekçeciler “üzülerek görüyorlar’’ ki; “Avrupaülkelerini demokratik haklarını kullanan Kürtler’edestek olduğu suçlamasını yapmış ve AB ülkeleriniKürtler’e ve Aleviler’e baskı yapmadıkları için desuçlamıştır. Üzülerek görüyoruz ki, Sayın Erdoğan’ınmesnetsiz ve temelsiz suçlamaları etkisini göstermiştir.Fransa’da ve Almanya’da Kürt siyasetçilere yönelikolarak yapılan baskınlar bunu göstermektedir.”

Emperyalist devletler ve bu arada Almanemperyalist devleti de “Sayın Erdoğan’ın mesnetsiz vetemelsiz suçlamalarının etkisinde’’ kalarak “Kürtsiyasetçilere saldırıyorlar.” Elbette bu haksız birdurumdur ve haksızlığa karşı oldukça hassas biryüreğe sahip olan Alman emperyalizminden demokrasidilenen ‘sosyalistlerimizi’, ‘komünistlerimizi’,“ulusalcılarımızı’’ bu durum oldukça “üzüyor’’.

‘Türkiye’deki iş kazalarında yılda ortalama bin

Güç Birliği PlatformuAlman emperyalizminden özgürlük ve

demokrasi dileniyor!K. Ali

Page 22: Kızıl Bayrak 2013-10

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013Sol hareket

Bir işçi kadın olarak, kendilerini en azındandevrimci, demokrat ve ulusal örgüt olarakadlandıranların Merkel’e yazdıkları “açık mektup”ta,devrimci onuru, emperyalizme ve uşaklarına karşıverdiğimiz tarihsel birikimimizi ayaklar altınaalmalarına itirazım var. Bu güçlerin, emperyalist şefekarşı takındıkları dalkavukça tavır kabul edilemez veyüzlerce kez lanetlenmeyi hak etmektedir.

Kendinize göre çok yüksek ve gerçekçi (!) politikave taktikler yapıyor olabilirsiniz. Benim bu ince ayakoyunlarına aklım ermez! Devrimcilikten öğrendiğimtek bir gerçek vardır, ekonomik ve toplumsalyapılanmadaki yerlerine göre bireyler ve onlardanmeydana gelen sınıflar, onların politik ve bu aradaekonomik ve diğer örgütleri, dayandıkları veyadayanmak istedikleri sınıfın çıkarlarına göre politikarenada yer alırlar. İdeolojik, politik, ekonomik vekültürel alanlarıkapsayan sınıflarsavaşımı toplumsalalandaki bu sınıfsalbölünmenin izdüşümüdür. Bir işçikendi sınıfsalideolojisine bir burjuvaaydın kadar hakimolamayabilir. Ancakonun günlük mücadelesibuna rağmen sınıfsal birkarakter taşır.

Kitaplardanöğrendiğim sınıfsalbölünme, çatışma vedüşmanlığı uzun yıllarsüren ve sürmekte olanişçi yaşamımda her an veher gün gördüm veyaşadım. Öğrendiğim bir başka gerçek de ve elbettedevrimci hareketimizin onurlu tarihinde de yer edinen‘hak verilmez alınır’ kuralının yaşamla birebirörtüşüyor olmasıdır. İşçiler olarak kazandığımız veelbette kaybettiğimiz hakları da hep açık kavga

alanındaki tutumumuzun sonuçları belirledi. Ancaksendika yönetimlerinin kapitalistlerle girdikleri herayak oyunu ve diplomasi soytarılığı bizlere utançverici yenilgiler getirdi. Kavgada kaybetmelerinaksine, diplomasi soytarılığının getirdiği yenilgilerinahlaki ve moral çöküntüsü ve sonuçları çok daha ağır,yıkıcı ve çürütücü oldular.

Kapı kulluğuna şahit olmak bileutanç vericidir

Sizlerin yazdığınız ‘açık mektup’u okurken,gençliğimin umut dolu yıllarını verdiğim ve bunu bironur olarak taşıdığım ilk devrimci eğitimimi aldığımörgütün de bu ihanet belgesinde imzasının olduğunugörmek, yüreğimi derinden kanattı. Deyim uygunsa

içerisinde büyüdüğüm ilkörgütümle birlikte, diğerörgütlerin de bu sefaletbelgesinde imzalarını görmekbenim için korkunçtu. Ne çokacılar çekmiş ve fedakarlıklaryapmış, ortaklaşa kavgalarvermiştik. Bunları yaşamakbir işçi kadın/erkek için nekadar büyük bir onursa,bugünkü sefalete, kapıkulluğuna şahit olmak da bir okadar utanç vericidir.

Bizler devrim için yolaçıkanların bıraktığı bayraklarızafere taşımak içinörgütlenmiştik. İbolar’ın,Deniz ve Mahirler’in sermayedünyasına karşı yükselttikleridevrim bayrağı bizlerinbayrağıydı. Burada

yalvarmaya, rica ve minnete yer yoktu. Yakazanacaktık ya kazanacaktık, başka bir yol yoktu.Ancak çoktandır içerisine girdikleri ideolojik ve moralyıkıntıyı genç devrimci kuşaklara taşımanın araçlarına

insan hayatını kaybetmektedir’ diyenler vahşi sömürüve yıkımın bir bütün olarak sorumlusu kapitalizm veburjuva devletler değilmiş gibi Şansölye’den buduruma da bir son verilmesi için gerekeni yapmasınırica ediyorlar.

Utanç belgesinin imzacıları “üzüntülerinin’’ birnebze de olsa hafifletilmesi için “Bu çerçevedesizlerden beklentimiz’’ diyerek taşı gediğinekoyuyorlar:

“Bu çerçevede sizlerden beklentimiz:“Türkiye’de savaşın sona ermesi, ülkede

demokrasi, özgürlükler ve barışın egemen hale gelmesiiçin bu ülkeye sağladığınız siyasi, askeri ve ekonomikdesteği kesmeniz ve politikanızı gözden geçirmenizdir.AKP Hükümeti’ni de uyguladığı anti-demokratikpolitikaları nedeniyle kamuoyu önünde açıkçaeleştirmenizdir. Ayrıca savaşın sonucu Almanya’yasığınmış ve burada önemli bir göçmen kitlesioluşturmuş Kürtler’in kriminalize edilmesine sonvermenizdir. Bu temelde de Kürtler ve Aleviler baştaolmak üzere Türkiyeli bütün göçmen örgütleriyle kalıcıve yapıcı bir diyalog geliştirmenizdir.”

Oldukça duygusal ve saygılı bir finalle ricacılar,dilekçelerini sonlandırıyorlar: “AKP hükümetinieleştirin, ülkeye sağladığınız siyasi, askeri veekonomik desteği keserek, bizlerle kalıcı ve yapıcı birdiyalog geliştiriniz.”

Emperyalist haydutlarla kalıcı ve yapıcı bir diyalogistemek ve buna gönüllü olmak… Sözün bittiği, sözünhükmünü yitirdiği yerdeyiz!

İmzacılar emperyalizmin her türlü özgürlüğün vedemokrasinin düşmanı olduğu gerçeğini bilmezler mi?Türkiye’de sözünü ettikleri gericiliğin, demokratik hakve özgürlüklerden yoksunluğun gerisinde tam daemperyalizm gerçeği olduğunu bilmezler mi?Emperyalist metropollerde demokratik özgürlüklersistemli olarak tırpanlanırken, polis rejimlerinegeçilirken, bu ülkedeki emekçiler hakları uğrunamücadeleye atılırken emperyalist burjuvazininşiddetiyle karşılaştıklarını bilmezler mi?

Kendi işçi ve emekçisine demokrasi ve özgürlükveremeyen emperyalistlerden Türkiye için demokrasiistemek devrimcilik adına utanç vericidir.

Bu vesileyle güncel olan bir gerçeğe dikkatleriçekmek eğitici olacaktır. “Bir musibet bin nasihattaniyidir” özdeyişinde olduğu gibi yükselen işçi, emekçive halk hareketlerinin devrimci başarılarlasonuçlanmamasının nedeni tam da bu devrimden kaçışve ihanet çizgileri yüzündendir. Devrimci militanlarbaşta olmak üzere, devrim ve sosyalizm yanlısı birçokişçi ve emekçinin kafasını meşgul eden‚ niyebaşaramıyoruz’ sorusunun yanıtı da bu ideolojikçürüme ve çöküntüde gizlidir.

Ve işte dilekçenin imzacıları:- AABF (Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu) - YEK-KOM (Almanya Kürt Dernekleri

Federasyonu) - TÜDAY (Türkiye-Almanya İnsan Hakları

Derneği) - ATİF (Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu) - AGİF (Almanya Göçmen İşçiler Federasyonu) - ADHF (Almanya Demokratik Haklar

Federasyonu) - DİDF (Demokratik İşçiDernekleri Federasyonu) - ÖDA (Özgürlük ve Dayanışma Almanya) - Avrupa Barış Meclisi- Yaşanacak Dünya Gazetesi- Avrupa Dersim İnisiyatifi- KOMKAR (Avrupa Kürdistan Dernekleri

Konfederasyonu) - Anadolu Federasyonu- FEDA (Demokratik Alevi Federasyonu) - Liwa İskenderun İnisiyatifi

(Enternasyonal-Info’da28 Şubat 2013’teyayınlanmıştır…)

İşçi bir kadının “Merkel’eaçık mektup”a itirazı var

Z. Rençber

Denizler ABD emperyalizmininaskerlerini denize döktü,büyükelçisinin arabasını yaktısizler ise “Türkiye’de savaşın sonaermesi için çaba gösterin’’yakarışlarıyla inliyorsunuz onlarınönünde. Aldığınız mesafeninfarkında mısınız! Ne kadar acıverici.

Page 23: Kızıl Bayrak 2013-10

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013 Sol hareket

dönüşen bu örgüt müsveddelerinin vardığı yeremperyalist şeflerden ‘Türkiyeli bütün göçmenörgütleriyle kalıcı ve yapıcı bir diyaloggeliştirme’lerini istemek olmuştur.

Darağacında son söz olarak ‘yaşasın Marksizm-Leninizm’ diye haykıranların; Kızıldere’de etrafıçevrilen Onlar’ın, sermayenin namlularına karşıdevrimin manifestosunu ilan edenlerin; işkencehanede“Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve canbedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticedeyakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizinelinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım”diyenlerin yolundan, buralara kadar düşmek;“Üzülerek görüyoruz ki, Sayın Erdoğan’ın mesnetsizve temelsiz suçlamaları etkisini göstermiştir.Fransa’da ve Almanya’da Kürt siyasetçilere yönelikolarak yapılan baskınlar bunu göstermektedir’’diyebilmek için çürümüşlükten öte, kişinin düşünmeiradesini yitirmesi, akli melaikelerini kaybetmesigerekir. Başka şeyleri düşünmek, ihanet demekistiyorum... Ancak içerisinde tanıdıklarımın da olduğuve geçmişleri temiz ve devrimci romantizmle doluolduğu için söylemek oldukça ağır geliyor...

Bu çürümüş, kokuşmuş sistemin temsilcilerineumut bağlamanız, emperyalist şefler karşısındaelpençe durarak ‘“erkel’e Türkiye tablosu’’ başlığıaltında dertlerinizi yanmanıza, sizlere ne dememgerektiğine ben de şaştım. Denizler ABDemperyalizminin askerlerini denize döktü,büyükelçisinin arabasını yaktı sizler ise “Türkiye’desavaşın sona ermesi için çaba gösterin’’ yakarışlarıylainliyorsunuz onların önünde. Aldığınız mesafeninfarkında mısınız! Ne kadar acı verici.

Majestelerine yazdığınız ‘açık mektup’ta lütfedipbiz işçileri de unutmamış ve “Merkel’e Türkiyetablosu’’ başlığı altında sunduğunuz şikayetnamedebiz işçilerin sorunlarını da “Yine sendikal haklarbudanmaktadır. Bundan dolayıdır ki Türkiye’deki işkazalarında yılda ortalama bin insan hayatınıkaybetmektedir” diyerek yer vermişsiniz. Sorunlarınçözümüne (!) başlamışken majestelerinin bu sorunada bir çözüm bulmasını istemişsiniz. Bu ne yufkayüreklilik, inanın gözlerimi yaşarttınız! Öyle yamajesteleri bir sömürge valisi olarak ülkemizionurlandırmışken (!) bu sorunlara da dokunmasınıistemek sizlerin “insan haklarınızdır.” Ancakunuttuğunuz bir gerçek vardır. Belki de majestelerinearzuhalinizi yazmanıza da ev sahipliği yapmış olanKöln kentindeki Ford işletmesinin önü geçen yaz,Alman emperyalizminin polis gücünün Genkli işçilere“demokrasi, özgürlükler ve barış” çerçevesindesaldırısına ve gaz bombalarına sahne olmuştu. Yineülkemizde kot işçileri de uluslararası tekellere “şık”kotlar üretirken yakalandıkları öldürücü hastalıklarında sorumlusu bu aynı emperyalist haydutlardır.Bangladeş’teki toplu işçi cinayetlerinin de sorumlusuyine aynı haydutlardır.

Komşumuz Yunanistan işçileri ve emekçileri birazilkel (!) davranarak majestelerini protestolarlakarşılayıp, Alman emperyalizminin tarihsel suçlarınısuratına çarparken, sizler olgunlaşmış, (yoksaçürümüş mü) medeni (!) politikacılar olarak, çağauygun incelikli politikalar yaparak şikayetlerinizisömürge valisine bildiriyorsunuz. Bu akla ulaşmakiçin kişinin demek ki bunca yıl yaşaması ve engin (!)bir deneyime sahip olması gerekiyormuş. Eminolunuz ki Merkel dönünce sizleri ödüllendirecektir.İçinde bulunduğunuz çürümüşlüğün mizahı bilemideyi bulandırıyor.

Örgüt olarak ayakta kalamamak, yükütaşıyamamak, işçi sınıfının mücadelesini sahiplenerekileriye taşıyamamak, buna benzer birçok gerçeğinaltında eziliyorduysanız, davayı bırakabilirdiniz,bunun kadar amacımıza zarar vermezdiniz, ayrıca budavranış çok daha namuslu bir davranış olurdu.Boylarını aştı, güçleri ve donanımları yetmedi

bıraktılar diyerek içimiz burkularak da olsa sizlerianarken; mideme kramplar girmez, başım dönmez,midem bulanmazdı.

Merkel’e ‘açık mektup’tan, daha doğru biradlandırmayla salya-sümük yalvarış ve eleteköptükten sonra bana ve biz işçilere gelip, ‘işçilerbizim örgütümüzde, partimizde örgütlenin, işçisınıfının kurtuluşu sosyalizmdedir’ diyebilecekmisiniz, buna yüzünüz var mı?

Siz, benim bir işçi kadın olarak kapitalist-emperyalist ülkelerin devletleri ile işbirliği yaparakkurtuluşumu sağlayacağıma beni inandıramazsınız.Ben kendi kurtuluşumun bu sistemin içindeolamayacağını gördüğüm ve inandığım için, ne budüzenin partilerine seçimlerde oy verdim, ne deonların insanlara özgürlük, demokrasi, barışıgetirecekleri vaatlerini gerçekçi buldum. Sizin, yaniçürümüş “sol’’ olarak mideniz tutuyorsa, hodrimeydan buyurun oturun bu emperyalist devletlerinbaşbakanları ile aynı masaya. Bu yol ÖSO’nunaşağılık yoluna ulaşır, hiç de onur verici bir şeyolmasa gerek!

Ortak davamız ve amaçlarımız için ölenlere, acıçekenlere bu kadar ihaneti nasıl yapabilirsiniz, bununhesabının sorulmayacağını mı düşünüyorsunuz?Yarasaların içinde cirit attığı bu kahrolası karanlıkyılların hep sürgit devam edeceğini mi sanıyorsunuz?

Almanya’da yaşadığınıza göre neo-nazi katillerinAlman emperyalist devletinin bilgisi ve desteği ilekatlettikleri 10 insandan biri olan SüleymanTaşköprü’nün kız kardeşi Ayşen Taşköprü’nün “kalıcıve yapıcı bir diyalog geliştirmek” için AlmanyaCumhurbaşkanı’nın şovuna alet olmayacağınıaçıkladığı mektubundan haberdar olmalısınız.Kardeşinin acısını yüreğinde taşıyan AyşenTaşköprü’nün onurlu duruşu, bir kadın devrimciolarak beni de fazlasıyla duygulandırıp,onurlandırmıştı. Alman emperyalizminin başı Gauck,faşist cinayete kurban gidenlerin yakınlarının acılarınıkendi çirkef amacı için kullanarak şov yapmak için“kalıcı ve yapıcı bir diyalog geliştirmek’’ istedi. AyşenTaşköprü bu oyuna alet olmayacağını, “Ağabeyim sırfTürk olduğu için öldürüldüğünden bu yana ailemkorku içinde. NSU’nun arkasında kimler var? Almandevletinin olayla ilgisi ne? Aşırı sağcılarla ilgilidosyaları kim imha etti? Sorularıma yanıt bulmamayardımcı olmanızı isterdim” diyerek, Almanemperyalist devletinin suçlarını Gauck’un suratınaçarparak reddetmişti. Ya sizler, birçokları yıllarınıiçerde geçirmiş, işkencelerin binbir türlüsüylekarşılaşmış, bir değil onlarca yoldaşının acısınıyüreğinde taşımış olan sizler… Ayşen Taşköprü kadarolamadınız, onun gösterdiği onurlu duruşugösteremediniz. Emperyalist haydutlarla, onlarınsuçlarını görmezlikten gelerek “Türkiyeli bütüngöçmen örgütleriyle kalıcı ve yapıcı bir diyaloggeliştirme’’lerini isteyecek kadar düşkünleşip,zavallılaştınız. Nereden nereye?!

Sözlerimi ölümsüz kadın komünist Rosa’nınsözleriyle tamamlıyorum. Alman sosyaldemokrasisinin çürümüşlüğüyle yolunu ayırdığı 1916tarihli yazısının başlığı “Yol ayrımında’’dır. Rosa,yazısının başına ‘vahiyler’den yaptığı şu alıntıylabaşlar; “Ah, soğuk ya da sıcak olsaydın: Ama soğukya da sıcak değil, ılık olduğun için, tükürüp atacağımseni.”

Sizler de yıllar sonra bu kavşağa vardınız “soğukya da sıcak değil, ılıdınız’’, tükürülüp atılmaktanbaşka çaremiz kalmadı.

Ben; “sol’’ adına çürüyerek yok olan örgütlerinardından, sosyalizmde kurtuluşuna inanan bir işçi vebir anne olarak ancak bir ağıt yakabilirim.

Güle güle çürümüşlüğün bataklığına, bir kürektoprak üzerinize atmak benim hakkım ve tarihigörevimdir. Güle güle...

Herkes kendi yoluna!

Chavez yaşamınıyitirdi!

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, birsüredir kanser tedavisi görüyordu. İlk kez 2011Haziranı’nda kanser teşhisi konan Chavez, üç kezameliyat olmuş, kanserin tekrarlaması üzerine Aralıkayında dördüncü kez ameliyat masasına yatmıştı.

58 yaşındaki Chavez, Ekim ayındaki seçimdeüçüncü kez devlet başkanı seçilmiş ancak hastalığınedeniyle yemin törenine katılamamıştı.

Yaşamını yitirdi

En son Küba’daki tedavi sürecinin ardındanülkesine dönen Chavez’in durumu sabah 5 Mart günüiyice ağırlaşmıştı. Caracas Askeri Hastanesi’ndekemoterapi tedavisi gören Chavez ile ilgilenendoktorlar, kanser ameliyatının ardından ağır solunumyolu enfeksiyonu geçirdiğini ve durumunun kritikolduğunu bildirmişti.

Venezuela Devlet Başkan Yardımcısı NicolasMaduro devlet televizyonundan yaptığı açıklama ileVenezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in yaşamınıyitirdiğini duyurdu. Maduro “Şu an derin bir üzüntüiçindeyiz” dedi. Chavez’in yerel saat ile 16.25’teöldüğü belirtildi.

Chavez’in ölümünün ardından Venezuela’daulusal yas ilan edildi.

Emekçiler sokaklarda

Chavez’in ölüm haberinin duyulmasının ardındanVenezuelalı emekçiler sokaklara döküldü. EmekçilerChavez için şarkı ve marşlar söyleyip slogan atıyorlar.“Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!” sloganınıhaykırıyorlar.

Öte yandan, Venezuela Ordusu GenelkurmayBaşkanı ve subaylar da bir açıklama yayınlayarak‘sosyalizme olan bağlılıklarını’ ifade ettiler. NicolasMaduro’yı desteklediklerini belirten subaylar,açıklamayı, “Zafere kadar daima!” sloganı ilebitirdiler.

Page 24: Kızıl Bayrak 2013-10

Dünya24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Hugo Chavez deneyimi...

Latin Amerika’da sol dalgaEKİM’in Yeni Bir Yılın Başında Dünyada Durum

başlıklı başyazısının (Sayı: 244, Ocak 2006) ara bir bölümüdür...

Latin Amerika’daki siyasal gelişmeler tüm dünyadagitgide daha çok ilgiye konu oluyor. Venezueladeneyiminin yanısıra son yıllarda birbirini izleyen büyükkitle hareketleri ve bunun ürünü sol hükümetler serisi builginin esas nedenini oluşturuyor. Geride kalan yıliçerisinde bu seriye Uruguay ve Bolivya da katıldı.Onları girmiş bulunduğumuz yıl içinde Meksika vePeru’da yenilerinin izlemesi bekleniyor.

Yakın geçmişte Amerikancı faşist rejimlerinpençesinde kıvranan ve hala da neo-liberal ekonomipolitikalarının ağır ve yıkıcı sonuçlarını yaşayan LatinAmerika kıtasında bir sol dalganın varlığı açık birolgudur. Yalnızca son birkaç onyılda yaşadıklarıyönünden değil fakat tarihsel ve kültürel olarak dabirbirine çok yakın Latin Amerika halklarının budoğrultuda birbirinden yakından etkilendiği de birgerçektir. Ülkeden ülkeye gerçekleşme tarzı çeşitliözgünlükler gösterse de sol koalisyonlar dizisi aynızamanda bu tür bir etkileşimin ürünüdür.

Kıta ölçeğinde sola bu yöneliş hoşnutzsuzluk içindekikitlelerin bir çıkış arayışına işaret etmektedir. Bu basitçebir parlamenter yöneliş değildir. Tersine, aslolankitlelerin eyleme ve örgütlenmeye yönelen zenginhareketliliğidir. Parlamenter başarılar birçok ülkedebunun üzerine gelmiştir. Kitlelerin hareketliliğibazılarında (Ekvator, Arjantin, Bolivya) zaman zamanhalk ayaklanması boyutlarına ulaşmış, hükümetler ya dabaşkanlar devirmiştir. Kitle hareketliliğinin etkili birörgütlenme ağıyla birleştirildiği ve tüm ötekilerden farklıbir deneyim örneği oluşturan Venezuela’da, Amerikancıdarbenin 48 saate püskürtülmesi ve Hugo Chavez’inyeniden başkanlığa dönmesi, yine büyük bir kitlehareketliliği ve kararlılığı sayesinde olanaklı olabilmiştir.

Bütün bunlar beklenebileceği gibi tüm dünyadailerici ve devrimci güçlerin Latin Amerika’ya daha birözel ilgiyle bakmalarına yolaçıyor. ‘89 yıkılışını izleyengericilik atmosferinin henüz dağılmakta olduğu birdönemde Latin Amerika halklarının bu ilericiyönelimleri daha bir dikkat çekiyor, sempatiye konuoluyor ve umutları güçlendiriyor. Bütün bunlar anlaşılırşeylerdir; fakat yaşananların yanlış değerlendirmelere vedayanaksız hayallere konu edilmesi, özellikleparlamenter hayallere dayanak yapılması da bir tehlikeolarak beliriyor burada. ‘90’lı yıllar içinde Türkiye’de“Brezilya İşçi Partisi deneyimi” üzerinden kurulanhayaller ve savunulan liberal görüşler (ki birleşik solparti düşüncesi, daha somut olarak da ÖDP biraz dabunun ürünüydü), buna bizden bugün artık geride kalmışbir örnektir.

Üzerine bir zamanlar onca söz edilen, hattaincelemelere konu edilen bu “özgün” parti deneyimi,Brezilya’da beklenen parlamenter başarıyı sonuçtanihayet elde etti ve bundan çıka çıka sol dalgayla eldeedilen politik gücün neoliberalizme kanalize edilmesiçıktı. Sözde “işçi önderi” Lula bugün Brezilyatekellerinin ve uluslararası finans çevrelerininhizmetindedir ve boğazına kadar yolsuzluklara batmışbir hükümetin başındadır. Onu artık kendisine uzun yıllarboyunca sabırlı bir destek vererek büyük umutlarlaiktidara taşımış emekçilerin çıkar ve özlemleri değil,fakat yalnızca Brezilya tekellerinin ihtiyaçları veuluslararası çaptaki hırslı girişimleri ilgilendiriyor.

Brezilya’da uç örneği yaşanan durum ülkeözgünlüklerinin getirdiği farklar saklı kalmak kaydıyla

öteki bir dizi ülke için de geçerlidir. Bunun şimdilerdekiyeni adayı ilk gezisini Küba’ya yaparak farklı bir imajçizmeye çalışan Bolivya’nin yeni başkanı EvoMoralles’tir. Son birkaç senedir büyük bir kaynaşmaiçinde bulunan ve bunu zaman zaman halkayaklanmalarına vardırarak başkanlar kovduran Bolivyaolayları içindeki yeri ve tutumu, Moralles konusunda hertürlü hayali olanaksız kılmaktadır.

Bunlar yeni moda deyimle “sosyal liberal” çizgidesıradan sosyal-demokrat hükümetler olmaktan öteyegidememektedirler. Yerli ve yabancı tekellerinçıkarlarına esası yönünden dokunacak güçleri bir yanabuna bir parça niyetleri bile yoktur. Göz boyayıcı bazıreformlarla kitleleri oyalamak ve bu arada kitlehareketini dizginlemek temel misyonları arasındadır.Kendilerini başkanlığa ve hükümete taşıyan kitlelere buihanet örneğini daha önce Ekvador vermişti, ardındanBrezilya verdi, şimdilerde Uruguay veriyor ve çokgeçmeden de Bolivya’nın vereceği konusunda dahaşimdiden ciddi belirtiler var. Koalisyon ortaklarındanbirini zamanında “efsanevi” sayılan Tupomaralar’ınoluşturduğu Uruguay’daki sözde sol hükümet (Mart2005’teki belirgin seçim başarısıyla başa gelmişti),bugünün Latin Amerika’sındaki en Amarikancıyönetimlerden biridir ve neoliberal politikalarizlemektedir. Bu bile kendi başına çok şey anlatmaktadır.

Halihazırda Latin Amerika’daki tek özgün ve ilericinitelikteki deneyim, Hugo Chavez liderliğindekiVenezuela’da yaşanmaktadır. Hugo Chavez’i bu ülkedekikitlesel kabarış iktidara getirdi ve halen de kitledinamizmi ayakta tutmaktadır. Kitlelerin bu militandesteği ve dinamizmi olmasaydı, iki yıl öncegerçekeleşen Amerikancı darbeyle bu iş çoktan sonbulmuş olurdu. Petrol fonları avatajını da kullanarakhalkçı reformlar uygulaması, kendi deneyimlerini degözeterek kitle örgütlenmesini ve hareketliliğiniönemsemesi, ABD’ye kafa tutması ve bununla toplumunezilen katmanlarını politize etmesi ve uyanık tutması,Küba’ya içtenlikle destek vermesi, kıta çapında solajitasyona yönelmesi vb. politikalarıyla Hugo Chavez,halihazırda gerçekten özgün bir ilerici deneyimintemsilcisidir ve bu yönleriyle özellikle de bugünündünyasında sahiplenilmeyi hak etmektedir.

Fakat onun bu sınırlı ve akibeti henüz meçhuldeneyimi konusunda herhangi bir hayale kapılmamak dabüyük önem taşımaktadır. Bugünün Venezuela’sındamodern burjuva toplumunun ana sorunu, yani temel

sınıfsal bölünmesi ve çatışması çözülmemiş biçimdeyerli yerinde durmaktadır. Sınıflar ve mülkiyet düzenitüm görkemiyle ayaktadır. Petrol yağmasındaki paylarısınırlanmış olsa da işbirlikçi büyük burjuvazi veemperyalist tekeller ülkedeki iktisadi ve mali güç veetkinliklerini esası yönünden korumaktadırlar. Daha daönemlisi, belli reformlardan geçirilmiş biçimiyle bugündümeninde Hugo Chavez’in durduğu burjuva devletaygıtı tüm varlığı ile yerli yerinde duruyor. Bu aygıtınordu, bürokrasi, güvenlik ve diplomatik birimlerindeburjuvazinin sağlam köşe taşlarını elinde tuttuğundan dakuşku duymamak gerekir. Bugünkü sınırlı reformçizgisini aşacak her ciddi gelişme bu aygıtın gerçektekimin elinde ve hizmetinde olduğunu da açığaçıkaracaktır.

Olayların zorlaması (ABD’nin kendisini düşürmeyihedefleyen komploları ve işbirlikçi burjuvazinin sonugelmeyen sabotajları ve direnişi) Hugo Chavez’i zamanzaman ileriye itse de onun halihazırda ne sınıflar vemülkiyet düzenine, ne de burjuva devlet aygıtınadokunması sözkonusudur. Ne böyle bir niyeti vedolayısyla ne de buna dayalı bir perspektifi var. Bugünkükonumuyla o kitlelerin yaşam koşullarını bir parça olsuniyileştirmeyi kuralsız emperyalist egemenlik ve yağmayısınırlandırmakla birleştiren bir ilerici burjuva akımıntemsilcidir. Dayandığı hareketin homojen olmadığı,düzen güçleriyle düzen karşıtlarını birarada içerdiği veizlediği esnek politikayla bu heterojen güçleridengelediği de bilinmektedir.

Fakat bu kararsız konum ve dengenin uzun dönemliolarak böyle sürmesi mümkün değildir. Venezuela’datemel çatışma er geç gündeme gelecektir. Sonuçta yaemekçi kitle hareketinin kabaran dalgası bugünkü çizgiyiaşarak mülkiyet ve sınıflar düzenini hedef alacak, devletaygıtını parçalamaya yönelecek ve olaylar gerçek birtoplumsal devrime evrilecektir; ya da Amerikanemperyalizminin ve kıta gericiliğinin çok yönlüdesteğine sahip burjuva karşı-devrimi kesintisiz biçimdekovaladığı başarıyı sonunda nihayet elde edecek, böyleceChavez’in sınırlı reformlarını silip süpürecektir.

Bugünkü ara ve iğreti konumda uzun dönemli olarakdurulamayacağını önemle gözönünde bulundurmak,Venezuela’da olup bitenleri anlamaya veanlamlandırmaya çalışan her gerçek devrimcinin göreviolmalıdır.

(Parti Değerlendirmeleri - 2, sf. 402-406,Eksen Yayıncılık)

TKİP II. Kongresi Bildirisi’nden...

İkinci kategoriyi oluşturan direnişler, Latin Amerika halklarının neoliberal saldırılara karşı giderek kıtasalbir etki ve boyut kazanan ve dünyanın öteki kıtalarından da ilgiyle izlenen yaygın ve soluklu mücadeleleridir.Bu direniş halk hareketinin çok çeşitli türden militan ve kitlesel biçimlerini içermekle kalmamakta, yarattığıtoplumsal etki dalgası sayesinde bir dizi ülkede ilerici-halkçı çizgide hükümetlerin işbaşına gelmesine deyolaçmaktadır. Venezuela, Bolivya ve Ekvador bunun öne çıkan örnekleridir. Ilımlı reformcu çizgidekindenradikal devrimcisine ve komünistine kadar çok değişik siyasal güçlerin birleşik etki ve katılımıyla gerçekleşenbu direnişlerin aşağıdan gelen bir kitle dinamizmine dayanıyor olmaları onların en önemli üstünlüğüdür.

Tabandan gelen bu büyük kitlesel kabarış, gözü dönmüş bir sömürü ve yağma hırsına yanıt veren veemperyalist merkezlerce dolaysız olarak yönetilen neoliberal saldırı karşısında bugünün dünyasında bilehalkların hiç de çaresiz olmadığını göstermek bakımından özel bir uluslararası politik anlam ve önemtaşımaktadır. Öte yandan ufku kurulu düzenin temel kurum ve ilişkilerini aşmayan ilerici-burjuva çizgidekiakımların denetiminde olmak ve tam da bu nedenle parlamenter hayallere güç kazandırmak, halen budirenişlerin zayıf yönünü oluşturmakta ve geleceklerini belirsizlik içinde bırakmaktadır.

(Emekçilerin ve Halkların Direnişi başlıklı ara bölümden... / Kasım 2007)

Page 25: Kızıl Bayrak 2013-10

Dünya Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013..

Hayata veda eden Bolivarcı hareketin lideri Hugo Chavez

Sosyalizm kavgasında yaşamayadevam edecek!

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in hayatınıkaybetmesi, dünya genelinde yankı yarattı.Venezuela’nın işçi ve emekçileri sokaklara taşarken,dünyanın ilerici-devrimci güçleri ise, Chavez’inölümünü, yerküredeki emekçiler için büyük bir kayıpolarak değerlendirdiler. Burjuva medya bile Chavez’inhakkını teslim etmek zorunda kalırken, kapitalist devletbaşkanlarının bir kısmı da, Chavez’e dair onore ediciaçıklamalar yaptılar. Küba, İran gibi ülkeler ise, ulusalyas ilan ederek Chavez’e özel bir değer verdiklerinigösterdiler.

Ölümünün bu kadar geniş yankı yaratması,Chavez’in küresel çapta önemli bir şahsiyet, dikkatedeğer bir lider olduğunu gösteriyor. Chavez’in hayatagözlerini yumması emekçiler ve ilerici güçler tarafındanönemli bir kayıp olarak değerlendirilirken,Venezuela’nın asalak burjuvazisi ile Washington’dakiefendileri tarafından ise, büyük bir memnuniyetlekarşılandı.

Marksist bir devrimci olmamasına rağmen Chavez,Venezuela burjuvazisine karşı işçi sınıfı ve yoksullarsafında yer almış, uluslararası ilişkilerde ise,emperyalizme karşı ezilen halkların tarafını tutmuştur.Çizgisinde tutarlı bir duruş sergileyen Chavez, ABDbaşkanı Bush dahil olmak üzere, gerektiğinde gericihükümet veya devlet başkanlarının ağzının payınıvermekten de kaçınmamıştır.

Kitle hareketine dayalı yükseliş…

Chavez’e devlet başkanlığı yolunu açan süreç,Venezuela’da gelişen kitle hareketi dalgasıdır. 1998seçimlerini kazanıp devlet başkanı olması, kitlehareketinin seçim sandıklarına yansımasıydı.

1989 gibi erken bir dönemde on binlerin başkentKarakas merkezini işgal etmesiyle kendini hissettirenVenezuela’daki kitle hareketi, vahşi bir katliamlabastırılmak istendi. Orduyu emekçilerin üzerine salandönemin Amerikancı Carlos Perez rejimi, 3 bin kişiyikatletti. Tarihe “Caracazo katliamı” olarak geçen bu olayhem Venezuela’nın hem kişi olarak Chavez’in hayatındaönemli bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor.

Katliama tanık olan Chavez ve arkadaşları, halkadüşman, kokuşmuş rejime karşı mücadeleyihızlandırdılar. “Devrimci Bolivarcı Hareket-200” adıaltında örgütlenen ilerici subaylar, 1992’de hareketegeçerek Carlos Perez rejimini yıkmaya çalıştılar. Ancakdarbe girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca, sorumluluğuüstelenen Chavez, 2 yıl hapis yattı. Tutuklandıktan sonratelevizyonda yayınlanan konuşmasında “şimdilikbaşarısızlığa uğradık” ifadesini kullanan Chavez,emekçilere çabalarına devam edecekleri mesajını verdi.

Perez yönetiminin yıkılışıyla serbest kalan Chavezve arkadaşları, siyasi çalışmalarına devam ettiler. 1997yılında Bolivarcı-solcu çizgideki Beşinci CumhuriyetHareketi adlı bir parti kuran Chavez ve arkadaşları, 1998seçimlerine katıldılar. Devlet başkanlığına aday olanChavez, oyların %58’ini alarak, seçimin galibi oldu.

Latin Amerika’nın, sömürgeciliğe karşı direnişininulusal önderlerinden Simon Bolivar’ın bağımsızlıkçıçizgisini savunan Chavez ve arkadaşları, ilk gündenitibaren, emekçiler ve yoksulların lehine çalışmayabaşladılar. Bolivarcı hareketi iktidara taşıyanemekçilerin yaşamı, Chavez dönemiyle birliktedeğişmeye başladı.

İşbirlikçi burjuvazi veemperyalizme karşı direniş…

Bolivarcı hareketin temsilcisi olarak Chavez’indevlet başkanı seçilmesi, kokuşmuş, küstah Venezuelaburjuvazisi ve onun Washington’daki efendileriniçileden çıkarmaya yetti. Zira ülkenin zengin petrolkaynaklarını yağlamayan bu gerici koalisyon, ciddi birdirençle karşı karşıya kalacağını anlamakta gecikmedi.

Nitekim Bolivarcı hareket, işe, korkunç biryoksulluğa mahkum edilen Venezuela nüfusunun önemlibir kesiminin sorunlarıyla ilgilenerek başladı. Elbetteişbirlikçi burjuvazi ve CIA’da ilk günden askeri darbehazırlığına başladılar. Hazırlığın tamamlandığına kararveren CIA güdümündeki subaylar 11 Nisan 2002’dedarbe yaparak Chavez’i tutukladılar. Rahat bir nefes alankapitalistlerle emperyalist efendileri, Chavez’in deAllende ile aynı akıbete uğrayacağını var sayaraksevinçle el ovuşturmaya başladılar.

Darbeciler, patronlar sendikası Fedecámaras’ın başıPedro Carmona Estanga adlı kapitalisti devlet başkanıilan ettiler. Darbeye Venezuela burjuvazisi, ABD baştaolmak üzere emperyalist güçler ve Katolik Kilisesidestek verdi.

Ancak bu gerici/zorba koalisyonun sevinci kısasürede kursaklarında kaldı. Zira başkenti işgal edenmilyonlarca işçi, emekçi ve genç Miraflores BaşkanlıkSarayı’nı kuşatarak devlet başkanlarını görmek istediler.Bu dev kitle eylemi ve orduda yarattığı sarsıcı yankısayesinde darbe püskürtülmüş, darbeciler ise 14Nisan’da kaçmak zorunda kalmıştır. Chavez’ibaşkanlığa getiren milyonlar, askeri darbeyi püskürterek,başkanlarına sahip çıktılar.

Miraflores’e dönen Chavez’in özgüveni daha daartmış ve daha kararlı bir şekilde işe yenidenkoyulmuştur. Aşılması gereken en önemli engellerdenbiri, işbirlikçi burjuvazinin, emperyalist tekellerin ve işçisınıfına ihanet etmiş sendika ağalarının yuvalandığıUlusal Petrol Şirketi PDVSA’nın, bu parazitlerdentemizlenmesiydi.

Bu sınav da, yine on binlerce işçi ve emekçinindesteklediği zorlu bir mücadele sayesinde başarıylaatlatıldı. Bin bir türlü oyun çeviren, en sonunda ise,PDVSA bünyesinde çalışan yozlaşmış işçilerin deyardımıyla grev ilan eden parazitler, kitlelerin direnişikarşısında tam bir hezimete uğradılar. Yüzlerce emekliişçi, gönüllü çalışarak, petrol üretiminin devam etmesinisağladı. Haftalara yayılan çatışma, Chavez’in zaferiylesonuçlanmıştır.

PDVSA’nın parazitlerden temizlenmesinin ikinci

aşaması, emperyalist tekellerin Venezuela’nınzenginliğini yağmalamalarına olanak tanıyanayrıcalıkların ortadan kaldırılması idi. Dünyayıyağmalayan bu tekeller, kolay lokma değildi. Amaemekçilerin aktif desteğine yaslanan Chavez vearkadaşlarının kararlı tutumu, vahşi tekellere de geriadım arttırdı. Artık ülkenin bu en önemli gelirkaynaklarını emekçiler ve yoksullar için harcamakönünde ciddi bir engel kalmamıştı.

Küba’ya uygulanan kuşatmayı parçaladı

Chavez’in işbirlikçi burjuvazi ve ABDemperyalizmine kafa tutması, Venezuela sınırlarınınötesine de taşmıştır. Mali, askeri, siyasi, ticari,diplomatik ve medya alanında Latin Amerikadevletlerinin işbirliği yapması ve ABD’nin güdümündenkurtulmaları için çaba sarf eden Chavez, birçok projeninhayata geçirilmesinde önemi bir rol oynamıştır.

Latin Amerika’nın birliği için çaba sarf eden Chavez,Küba başta olmak üzere ABD emperyalizmi ilesorunları olan devletlere de yakın durdu. Bu tutumu ileChavez, uluslararası ilişkilerde de emperyalistlerkarşısında dik durmayı başarmıştır.

Uzun zamandan beri emperyalistlerin Küba’yauyguladıkları kuşatmayı parçalayan Chavez, FidelCastro ile de çok yakın ilişkiler geliştirdi. Küba’yapetrol sağlayan Chavez yönetimi, bunun karşılığındaKübalı doktorlar tarafından, hayatlarında doktorgörmeyen yoksullara tedavi imkanı sağlamıştır.Chavez’in Küba ile kurduğu ilişkiler, Latin Amerika’nındiğer solcu devlet başkanlarına da Havana yolunuaçmıştır. Bu duruş, Küba etrafında örülen kuşatmanınparamparça edilmesinde önemli bir rol oynamıştır.

İşçiler, emekçiler ve yoksullar içinseferberlik…

Chavez liderliğindeki Bolivarcı hareket, özelmülkiyet ve sınıf ilişkilerine dokunmadığı halde, halkçıpolitikalar izleyerek, emekçiler lehine kayda değerkazanımlara imza atmıştır. Bunda petrol gelirlerininönemli bir payı olmakla birlikte, alınan önlemler bundanibaret değil. Petrol gelirlerinin kayda değer bir kısmınınemekçiler lehine kullanılmasının yanı sıra tarım, sanayi,ulaşım, vergiler, eğitim, sağlık ve diğer alanlarda yapılanreformlardan milyonlarca yoksul ve emekçiyararlanmıştır.

Chavez’in 13 yılı aşan başkanlık dönemindeemekçilerin çalışma ve yaşam koşullarında önemli

Page 26: Kızıl Bayrak 2013-10

Kadın26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

ilerlemeler kaydedildi. Genel olarakemekçilerin yaşam standartları yükselirkeneğitim, sağlık, beslenme, barınma, ulaşım gibiyaşamsal alanlarda da büyük ilerlemelersağlandı.

Toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi veemekçilerin sadece çalışma ve yaşam koşullarıdeğil politik bilinci, örgütlülük düzeyi veeylem kapasitesi de büyük bir gelişmesağlamıştır. Askeri darbeyi püskürten, Chavez’iüçüncü defa iktidara taşıyan, emperyalistlerin,işbirlikçi burjuvazinin ve onun vurucu gücüolarak hareket eden medyanın kirli ve sinsioyunlarını boşa düşüren de, emekçilerdeki buuyanıklık ve eylem kapasitesidir.

Büyük kazanımlara rağmenkapitalist ilişkiler

yerli yerinde duruyor

Chavez liderliğindeki Bolivarcı hareketiniktidarı döneminde emekçiler lehine önemlikazanımlar sağlanmış, işbirlikçi burjuvazi veABD emperyalizmine kafa tutulmuş, ülkezenginliğinin kaba bir şekilde yağmalanmasınınönüne geçilmiştir. Latin Amerika kıtasındaönemli bir değişime liderlik eden HugoChavez’in başarıları, kıtanın da ötesinde dünyaçapında yankılar yaratmıştır.

Ancak tüm bu kazanımlara rağmen,Venezüella’da halen kapitalist sistem yerliyerinde durmaktadır. Özel mülkiyet ve insanıninsan tarafından sömürüsüne dayalı sınıfilişkileri yerinde duruyor. İşbirlikçi burjuvaziekonomik ve mali gücünü koruyor. Dahası,Chavez’in erken ölümünü fırsat bilerek,inisiyatifi yeniden ele geçirme planlarınışimdiden yapmaya başladı. Öte yandanemperyalist tekellerin varlıkları da, özüitibarıyla yerli yerinde duruyor.

Zira 21. Yüzyılın sosyalizmini kurmaşiarıyla hareket eden Bolivarcı hareket,kapitalist ilişkilerle doğrudan hesaplaşmayagirmekten uzak durdu. Hareket,ideolojik/programatik çizgisi gereğiburjuvaziyle köklü bir hesaplaşmaya girmeyigündemine almamıştır. Burjuva devlet yapısı,pek çok reforma tabi tutulmasına rağmen, halenvarlığını koruyor. Yani sosyalizmi kurabilmekiçin şart olan işçi sınıfının burjuvazi ile nihaihesaplaşması gerçekleşmemiştir.

Chavez, ilerici-devrimcibirikime aittir

Bolivarcı hareketin lideri olarak HugoChavez’in yaptıkları, işçi sınıfının, emekçilerin,yoksulların ve ezilen halkların kazanımlarıarasında yerini almıştır. Bolivarcı deneyiminnasıl sonuçlanacağından bağımsız olarak, buböyledir.

O, bir hareketin önderi ve bir devlet başkanısıfatıyla işbirlikçi burjuvaziye veemperyalistlere kafa tutmuş askeri darbe,komplolar ve kirli oyunlara rağmen işçiler,emekçiler, yoksullar ve ezilen halklar içinçalışmıştır. Salt Venezüella ve LatinAmerika’da değil, dünyanın dört bir yanındaChavez’in özel ilgi görmesi ve ölümünün bukadar geniş yankı yaratması, dünya işçi veemekçileri tarafından şimdiden benimsendiğinigöstermektedir.

Erken yaşta hayata veda etmesine rağmenhem emekçilerin gönlünde hem devrim vesosyalizm mücadelesinde yaşamaya devamedecektir.

Adana’da coşkulu 8 Mart etkinliği

Adana Sanayi İşçileri Derneği 8 Mart vesilesiylegerçekleştirdiği etkinlikle mücadele çağrısını yükseltti.Saygı duruşuyla başlayan etkinlikte önce 8 Mart’ıntarihçesi anlatıldı. Sunumda emperyalist kapitalistsistemin teşhiri yapılırken, emperyalist savaşlarınyıkımına uğrayan, sömürü çarkları içerisinde ömrütüketilen, her türden baskı ve ayrımcılığa uğrayan işçi veemekçi kadınların yaşadıkları anlatıldı. Geçtiğimizgünlerde yaşamını yitiren Berfo Ana’ya atfedilenetkinlikte, kayıplar ve hapishaneler konuları da elealındı.

Sinevizyon gösteriminin ardından BDSP adına birkonuşma yapılarak 8 Mart’ın güncel anlamı anlatıldı, 8Mart eylemine çağrı yapıldı.

Keman dinletisi ve emekçi kadınlardan oluşan şiirgrubunun dinletisi ile süren etkinlikte kadın emekçilerive 8 Mart’ı konu alan şiirler yer aldı. Dario Fo’nun “BenUlrike” adlı oyunu da beğeniyle izlendi.

Türküler eşliğinde çekilen halaylar ile etkinlik sonaerdi. Etkinliğin ardından emekçi kadınların hazırladıklarıyiyeceklerle ortak sofra kuruldu.

Etkinlikte, emekçi kadınların etkinliği daha rahatizleyebilmeleri için çocuklara ayrı bir bölüm deoluşturuldu.

Küçükçekmece’de 8 Mart etkinliği

Küçükçekmece BDSP, 8 Mart etkinliğinigerçekleştirdi. Devrim ve sosyalizm mücadelesindeyitirilenler için bir dakikalık saygı duruşunun ardından 8Mart’ın tarihi üzerine kısa bir anlatım yapıldı. Sunumu“Kapitalizmde kadın sorunu ve kadınların günceltalepleri” isimli sinevizyon

gösterimi izledi. Sinevizyon gösteriminin ardından da 8Mart’ın güncel çağrısı üzerine BDSP konuşmasıgerçekleştirildi.

Sefaköy İşçi Kültür Evi Tiyatro Topluluğu’nunhazırladığı 8 Mart’ın tarihini anlatan “Yangın” isimlioyun sergilendi. BDSP adına yapılan bir diğerkonuşmada ise Mart sonunda gerçekleşecek İşçilerinBirliği, Halkların Kardeşliği için Sınıfa Karşı SınıfKurultayı’nın çağrısı yapıldı.

Sefaköy İşçi Kültür Evi Müzik Topluluğu’nunmüzik dinletisi ve 8 Mart çağrısı ile etkinlik sona erdi.

Damal gençliği8 Mart etkinliğinde buluştu…

Ardahan’ın Damal ilçesine bağlı çevre köyleri,Damal gençliği olarak 8 Mart Dünya Emekçi KadınlarGünü etkinliği düzenledi. Erenler Cemevi’ndedüzenlenen etkinlik Damal gençliği adına emekçi birkadının yaptığı açılış konuşması ile başladı.

Emekçi Kadın Komisyonları’nın hazırladığı“Yaşamın yarısından kavganın yarısına” adlısinevizyonun gösteriminin ardından Esenyurt İşçiKültür Evi adına bir konuşma yapıldı.

Damal gençliğinin hazırladığı şiir dinletisi ileetkinlik devam ederken, Fırat Avalır da etkinlikte sahnealarak türküler seslendirdi. Müzik dinletisi sonrasıEsenyurt İşçi Kültür Evi Tanyeri Şiir Topluluğu sahnealarak devrimci şiirleri seslendirdi. Beğeniyledinlenilen şiirlerin ardından kapanış konuşması ileetkinlik sonlandırıldı.

Etkinlik sonunda bir kez daha 8 Mart’ta alanlaraçıkma çağrısı yükseltildi.

Çiğli’de 8 Mart söyleşisi

3 Mart günü İşçi Kültür Sanat Evi (Çiğli) ve AleviYol Derneği Güzeltepe Şubesi tarafından 8 Mart konulusöyleşi ve belgesel gösterimi gerçekleştirildi.

Etkinlik Güzeltepe Alevi Yol Derneği’nde yapıldı. 8Mart’ın tarihçesinin anlatılmasıyla başlayan etkinlik 8Mart’ın neden iki ayrı eyleme konu edildiği, 8 Mart’ınsınıfsal özünün karartılmaması için neler yapılmasıgerektiğine dair sohbet ile sürdü.

Mahallelerde kreş açılmasının önemine vurguyapılarak Güzeltepe’de kreş çalışması başlatılmasıüzerine tartışmalar yapıldı.

Söyleşi, BDSP tarafından hazırlanan sinevizyongösterimi ve 8 Mart’ta alanlara çıkma çağrısı ile sonbuldu.

Kızıl Bayrak / Adana-İstanbul-İzmir

3 Mart 2013 / Adana

3 Mart 2013 / Küçükçekmece

3 Mart 2013 / Çiğli

Devrimci 8 Mart etkinlikleri

Page 27: Kızıl Bayrak 2013-10

Kadın Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Kadının toplumsal yaşamda ikinci plana itilerekcins olarak ezilmesi, özel mülkiyetin/sınıfların ortayaçıkışı ile başlamakta, bu olgunun kendisi kadınsorununa tarihsel ve sınıfsal bir karakterkazandırmaktadır. Bu tarihsel-sınıfsal kaynak, kadınsorununun çözümünün koşullarına da işaret etmekte,kadının kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu ortayakoymaktadır. Bu da, emekçi kadın çalışmasında,sınıfın genel kitlesinin ayrılmaz bir parçası olan kadınişçilerin temel alınmasını zorunlu kılmaktadır. Zira,genelde kadınların özgürleşmesi, ancak bumücadelenin kazanımları ve zaferi ile mümkünolacaktır.

Marksizm-Leninizm ışığında yaptığımız bubelirlemelere bağlı olarak tebliğimizde; işçi ve emekçikadınların talepleri ve komünistlerin bu talepleri elealış yöntemi, kadınların örgütlenme sorunları ve bununaraçları, yöntemleri vb. üzerinden komünistlere düşengörevleri tanımlamaya çalışacağız.

Emekçi kadınların mücadelesinin veörgütlenmesinin araçları

Kapitalizmde kadın ve erkek işçi, aynı baskı vekölelik ilişkilerine mahkûm edilmektedir. Sınıfsalkonum üzerinden şekillenen bu toplumsal sorun her ikicinsi de kapsamaktadır. Fakat işçi ve emekçi kadınlar,sınıfın genel sorunlarının yanı sıra kadın olmaktankaynaklı bir dizi sorunla da yüzyüzedirler. Bu olguemekçi kadınların, hem sınıfsal hem de cinsel sömürüve ezilmişliğe karşı mücadele etmesini zorunlukılmaktadır. Çünkü kadın ücret artışı, sigorta,örgütlenme vb. haklar için mücadele ederken, aynızamanda cinsel sömürüye, şiddete, töreye,aşağılanmaya, aile ve toplum içindeki ikincilkonumuna karşı da mücadeleyi yükseltmekdurumundadır.

Tam da bu olgu, sınıfın organik bir bileşeni olanemekçi kadınların, mevcut düzene karşı mücadelesürecinde erkeklerle omuz omuza yerlerini almalarınındaha güçlü bir biçimde örgütlenebilmesinin birolanağıdır. Bu nedenle biz komünistlerin görevi, tümsınıf örgütlerinde, mesleki örgütlenmelerde vedemokratik kitle örgütlerinde kadın ve erkekemekçilerin birlikte mücadelesini örgütlemektir.

Kadını salt kendi özgün talepleri çerçevesinde ayrıörgütlenmeye yöneltmek, emekçi erkeği kadın sorunuçerçevesindeki görevlerine yabancılaştıracağı gibi,kadın emekçiyi de mücadelesinde yalnızlaştıracak,ufkunu daraltacak ve bilinç bulanıklığı yaratacaktır.Tıpkı bugün KESK içerisinde yaşandığı gibi, hak veözgürlükler mücadelesi salt kadın mücadelesinedaraltıldığı içindir ki, mücadelenin kısırlaşmasına vegiderek dejenere olmasına yolaçacaktır.

Kadın sorununun gerçek çözüm yolu ancak,sınıfların ortadan kaldırılmasını hedefleyen birmücadele içinde açılabilir. İşçi sınıfının bir parçasıolarak bu mücadelede yerlerini alan kadınlar, erkeksınıf kardeşleri ile birlikte, kurulu düzene yönelikmücadeleler içinde aynı zamanda “erkek egemen

ideoloji”ye karşı da güçlü ve etkili bir mücadeleverebilirler. Mücadelenin bu boyutunda da kadın işçiyeen büyük desteği erkek sınıf kardeşleri vermekzorundadırlar.

Emekçi kadınlara yönelik çalışmada açıklıkgetirilmesi gereken önemli noktalardan biri, “bağımsızkadın örgütlenmesi” sorunudur. Bu sorun kadınçalışmasında tartışma yaratan alanlardan biridir. Bizkomünistler, feministlerin ve soldaki versiyonlarınınsavunduğu tarzda bir bağımsız kadın örgütlenmesinidoğru bulmuyoruz. Çünkü, işçi ve emekçilerin ortakmücadelesinden, bu çerçevede birlikte yer alacaklarıparti, sendika ve diğer kitlesel sınıf örgütlerindenbağımsız bir kadın örgütlenmesi olamaz. Kadın veerkek emekçiler, parti örgütünden sendikal örgütlere,demokratik kitle örgütlerine kadar tüm sınıförgütlenmelerinde birlikte mücadele etmelidirler.Emekçi kadın ile emekçi erkek ancak sınıfa karşı sınıfsavaşımında omuz omuza mücadeleyiyükseltebildikleri koşullarda, kadın sorununun özgülboyutundaki mücadele de daha güçlü bir biçimdeverilebilecektir.

Emekçi kadınları ayrı bir örgütlenmeye yöneltmek,devrimci sınıfın gücünü bölmekten, kadın-erkek tümemekçilerin kölelikten kurtulma mücadelesinizayıflatmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır.Dahası, kadının mücadelesini salt kadın olmaktankaynaklanan sorunlar alanına hapsederek, onun tam dabu düzene karşı sınıfsal mücadeleler içinde aşabileceğigeri konumunu aşmasını güçleştirecektir.

Kuşkusuz bu, emekçi kadınları örgütlemeyeyönelik çalışma çerçevesinde özgün araçları, kitleörgütleri bünyesinde kadın sorununa yoğunlaşacakkomisyonlar, komiteler, vb. oluşturma ihtiyacınıortadan kaldırmamaktadır. Tersine, bu tür araçlarkadınların mücadeleye çekilmelerini kolaylaştıran birrol oynayacaklardır.

Bu komisyonların temel görevi, işçi ve emekçikadınlara yönelik aydınlanma ve bilinçlendirmefaaliyeti yürütmek, popüler broşür, bülten ve benzeraraçları da kullanarak, onları özgün sorunları vetalepleri üzerinden de mücadeleye çekebilmektir.

Fabrikalarda, mesleki örgütlenmelerde, kültür

kurumlarında, işçi derneklerinde, vb. oluşturulacakkadın kollarının, işçi-emekçi kadın komisyonlarınıntemel işlevi, bulundukları alanlarda kadınlara yöneliközgül çalışmayı planlayıp somutlaştırmanın ötesinde,bunu bünyesinde yer aldığı örgütün genelinemaledebilmektir.

Öyleyse:* Tüm işçi ve emekçi kadınlar, parti, sendika ve

diğer kitlesel sınıf örgütlerinde erkek işçi veemekçilerle birlikte örgütlenmelidirler.

* Mevcut mesleki ve sınıfsal örgütler içinde, kültürkurumlarında, işçi derneklerinde vb., kadınlara yöneliközgül çalışmanın ihtiyaçlarına yanıt verebilenuzmanlaşmış örgütlenmeler olan işçi ya da emekçikadın komisyonları oluşturulmalıdır.

* Örgütlü ve örgütsüz tüm fabrika ve işyerlerindede işçi ve emekçi kadınları yaşadıkları çok yönlüsorunlar üzerinden mücadeleye çekecek komite,komisyon vb. örgütlenmelere gidilmelidir.

Komünistlerin işçi ve emekçi kadının özgülsorunlarına yaklaşımı

Kadın sorunu demokrasi sorununaindirgenemeyecek denli köklü ve kapsamlı bir temeltoplumsal sorundur. Bu nedenle komünistler, işçi veemekçi kadını öncelikle kendi sınıfsal kimliğiüzerinden kazanmayı ve etkin kılmayı hedeflerler.Fakat, işçi-emekçi kadına yönelik çalışmalarınıyalnızca onun sınıf konumundan kaynaklanansorunlarına indirgemezler; bu temel üzerinde işçikadının cinsel konumundan kaynaklanan özgülsorunlarını, çıkarlarını ve bu çerçevedeki talepleriuğruna mücadelesini örgütlemeyi de bu çalışmanıntemel önemde bir boyutu olarak ele alırlar.

Dolayısıyla, sınıfsal temelli sorunlarının yanısıra,kadınının cinsel konum ve ezilmişliğindenkaynaklanan sorunları da, komünistlerin sınıfçalışmasının özgül bir alanıdır. Kadın ve erkek işçi veemekçi, kapitalist toplumda genel planda sınıfsal baskıve kölelik ilişkileri içerisindedir ve bunun çok yönlütoplumsal sonuçlarını yaşamaktadır. Ama kadın işçi veemekçi, bunun yanısıra kadın olmaktan kaynaklanan

Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri... / 4

Kadınların örgütlenme ve mücadele sorunu!

Page 28: Kızıl Bayrak 2013-10

Kadın28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

bir dizi sorun yaşamaktadır. Bu sorunları yalnızcagündelik toplum yaşamında ve kültürel düzeyde değil,yalnızca aile ve ev ilişkileri içinde de değil, bizzatüretim sürecinde de yaşamaktadır. Ev köleliği sermayeköleliği ile birleşmekle kalmamakta, sınıfsal ezilme vesömürülme cinsel konum üzerinden ayrıca ağırlaşarakyeni boyutlar kazanmaktadır. Böylece cinsel ezilmekapitalist sömürü ilişkileri içinde çok daha geniş birzemine oturmaktadır.

Bunun içindir ki komünistler, işçi ve emekçi kadınısadece sınıfsal ezilmişliği değil, bu temelde daha dakatmerleşen cinsel ezilmişliği ile iki katlı bir baskı vesömürüye maruz kalması üzerinden de mücadeleyeçekme çabası içindedirler. Bu ikisi birbiriyle kopmaz birbütünlük taşımaktadır.

Temel bir toplumsal sorun olması nedeniyle“Kadının kurtuluşu sosyalizmle mümkündür!” demek,hiçbir biçimde bugün kadın sorunu çerçevesindedemokratik haklar mücadelesinin öneminiazaltmamakta, tam tersine, yukarıdaki bakışaçısıçerçevesinde, bu alandaki mücadeleye özel bir önemkazandırmaktadır. Fakat bu mücadele kendi içinde birkadın hakları mücadelesi olarak değil, kadının sınıfsalezilmişliği ile bütünlüğü içerisinde ele alınmaktadır.

Öyleyse; * İşçi ve emekçi kadınların özgün sorunlarına dayalı

demokratik talepleri ile sınıfsal talepleri arasındaki bağdoğru bir biçimde kurulmalı, nihai kurtuluşunsosyalizmle mümkün olduğu perspektifi, kadının özgülsorunları üzerinden bir mücadelenin önemini zayıflatanbir rol oynamamalıdır.

* Öte yandan, işçi ve emekçi kadınların gündelikacil demokratik talepleri ve siyasal istemleri üzerindenmücadelesini örgütlerken, sosyalist propagandaçalışması bunun olmazsa olmaz bir boyutu olarak elealınabilmelidir. Bu ikisi arasındaki bağı doğru birbiçimde kuramayan bir propaganda-ajitasyon çalışmasıdüzen içi reformlar mücadelesinin ötesine geçemez.

Komünistlere düşen görevler

Komünist partisi işçi sınıfının öncü müfrezesidir.Bundan dolayı, geniş kitlelere politikalarını taşırken,saflarını işçi sınıfının diri öncü güçlerine açar. Buçerçevede, işçi sınıfının organik bir parçası olan öncükadın işçilerin komünist partiyle buluşmasınıkolaylaştıracak yol, yöntem ve araçlar üzerinden partisaflarını güçlendirmede doğrultusunda üzerine düşengörev ve sorumlulukların gereklerini yerine getirir.

Bu doğrultuda:* İşçi ve emekçi kadınların bilinçlenmesi,

mücadeleye çekilmesi ve örgütlenmesi amacıyla çokyönlü araçlar kullanılmalıdır. Bu çerçevede emekçikadın bültenleri bir araç olarak kullanılabilmeli, bültensayfaları hem komünist partinin kadın politikasınıntaşıyıcısı hem de emekçi kadınların kürsüsüolabilmelidir. Süreklilik taşıyan merkezi bir emekçikadın bülteni kadın çalışmasının geliştirilmesindeönemli bir rol oynayabilir.

* Emekçi kadının mücadelesine ve örgütlenmesorununa yönelik reformist yaklaşımlar ideolojikmücadelenin konusu haline getirilmelidir.

* İşçi sınıfının öncü kadın unsurlarının işçi sınıfınınpartisiyle bütünleşmesinin önünü açabilecek değişikaraç, yol ve yöntemler geliştirilebilmelidir.

***Sonuç olarak kadın çalışması, işçi kadının cinsel

eşitsizlik ve ezilmişlikten gelen özgül sorunları ilesınıfsal ezilmişliğini birleştirmek durumundadır. Zirasınıfın ortak sorunları ve çıkarlarının ötesinde, işçikadınların cinsel ezilme ve sömürülmeden kaynaklıözgül sorunları ve ihtiyaçları, bununla bağlantılıçıkarları vardır. Bunları içermeyen bir sınıfçalışmasıyla, kadın sorunu çerçevesinde başarılı birmücadeleyi örgütlemek mümkün değildir.

Kadının cinsel kimliğini öne çıkartan ve bu yollasınıf bilinci kazanmasının önüne geçen anlayışlarlamücadelenin önemi ortadadır. Kapitalizmi doğrutahlil eden ve sınıflar mücadelesinin penceresindenbakan bizler açısından sınıflar üstü bir kadın sorunuolamaz. Çözümün de tam da bu nedenle, kadınınsınıfsal konumunun farkına vararak örgütlenmesiylegerçekleşeceğini biliriz.

Mevcut toplumsal sistemde işçi ve emekçikadınların maruz kaldıkları katmerli sömürü, baskıve eşitsizlik ortadadır. HEY tekstil örneğinde olduğugibi, kadın işçilerin kadın patronlar tarafındansömürüldükleri ya da ev işlerinin köleleştiricizincirleriyle bağlanmış ev emekçisi kadınların,ayrıcalıklı sınıftan kadınların ev işlerini üstlendiği, evtemizliğini, çocuk bakımını ve hatta kişiselhizmetlerini yaptıkları da ortadadır. Tüm bu yalıngerçekler bile sınıflardan bağımsız bir kadın sorunuolamayacağını tekrar tekrar gözler önünesermektedir.

Bir de buna sermaye sınıfından kadınların işçi veemekçi sınıftan kadınlara nasıl baktıklarını ortayaseren açıklamalarını eklemek gerekmektedir. Ziraböylesi örnekler sınıfsal gerçeği çok net ortayakoymaktadır.

Geçtiğimiz günlerde CAPİTAL ve Ekonomistdergileri öncülüğünde gerçekleştirilen ‘CEO Club’toplantılarının 2013 yılı ilk toplantısında Türkiye’ninkadın kapitalistleri bir araya geldi. Bu toplantıdakonuşan Sabancı Holding Yönetim Kurulu BaşkanıGüler Sabancı, kadınların sermaye örgütlerindeyönetici konumda daha fazla olmalarından duyduğumemnuniyeti söyledikten sonra, sermaye birikiminielde etmelerinde işçi ve emekçi kadınların emeksömürüsü dışında nasıl da işe yaradıklarını şöyleaçıklamaktadır: “Tüketici, gelişen ve refah düzeyiartan toplumda, çalışan ve para kazanan kadın, aynıanda karar verici kadın oluyor. Kadın tüketiciler,dünya toplam tüketici harcamalarının 20 trilyondolarını kontrol ediyor. Ev satışlarının yüzde 91’inde,araba satışlarının yüzde 65’inde, sağlıkharcamalarının yüzde 80’inde ve bilgisayaralımlarının yüzde 66’sında son kararı kadınlarveriyor. Dolayısıyla müşterilerimiz, ürünlerimizdekarar vericiler, kadın. Eğer hiçbir şey bilmiyorsak,kadınlara organizasyonlarımızda bunun içinihtiyacımız var.”

Kendi sermaye sınıfının ve buradan gelmeüstünlüklerinin farkında olan Güler Sabancı ayrıcabu konuşmasında , “Biz sadece kadınlar üstün olsun,istemiyoruz. Erkekler üstün oldular üstünlüklerinieşitleyelim istiyoruz” diyerek kapitalizmde eşitliknasıl olur bunu da özetlemiştir.

Sınıf farkı gerçeği bu kadar gözler önündeyken,ısrarla sınıflar üstü bir kadın eşitliğindenbahsetmenin nasıl bir ideolojik savrulma olduğuortadadır. Sınıflar gerçeğini yok saymak isteyen veburadan doğru da sömürüsünü gizlemek isteyen“aynı gemideyiz” diyen patronlar, göz boyamak için8 Mart gibi gündemleri kullanmaktadırlar. “KadınlarGünü” adı altında özelde kadına yönelik şiddetörnekleri üzerinden sahte göz yaşları dökülmekte,kadın işçi ve emekçilerin diğer sorunları göz ardıedilmektedir. Oysa kadın-erkek fark etmeden tümkapitalistler kadın iş gücünün ucuz ve ataerkilkültürün de etkisiyle daha kolay sömürülebilirolduğunun farkındadırlar. İşçi ve emekçi kadınları

fabrikalarda yoğun emek sömürüsünde kullanmanındışında, üretilen ürünlerin tüketiminde önemli biraraç olarak gören Güler Sabancı kadar, bir diğerzengin aileden olan Mustafa Koç’un, “Kadınlarınişgücüne katılımı yönündeki çalışmalar artarakdevam etmeli” demesi de bundandır.

Zenginliklerini işçi ve emekçilerin sömürüsüüzerine kuran sermaye sınıfına mensup kadınlarınişçi ve emekçi kadınlarla sadece “kadın” kimliğindenasıl bir ortak paydası olabilir?

En zengin 100 Türk listesinin 5. sırasında yer alanDoğuş holding patronlarından Filiz Şahenk 3 bindolar geliriyle, fabrikalarında çalıştırdığı kadınişçilerle hangi ortak özelliğe sahiptir? Sadece kadınolmak mı?

Feminist literatürde yer alan “kız kardeşliğinin,kadın mücadelesinin ya da kadın dayanışmasının”kapitalist bir düzende nasıl bir karşılığı olabilir ki?

En zengin 100 Türk listesinde geçen yıl 6 olankadın milyarder sayısının 10’a yükselmiş olmasınasevinmeli miyiz? Ya da bu kadınların sermayesınıfının toplam servet içindeki payının yüzde 20,4olmasını “kadın mücadelesinin” başarılarından birimi saymalıyız? Bu servetlerinin gerisinde kadınıylaerkeğiyle işçilerin emeğinin sömürüsü olduğugerçeğini unutarak mı?

Gerçek şudur ki, iki ayrı sınıf ve iki ayrı dünyavardır. Çıkarları birbirine zıt bu iki sınıfı, işçi sınıfı vesermaye sınıfını, cinsiyet temelinde zorlama“eşitleme” çalışmalarının işçi ve emekçilerinmücadelesine ket vurduğu, sermayeye düzenin işinegeldiği ortadadır.

Kadın sorunu kadın ve erkek karşıtlığınaindirgenemeyecek denli kökleri derinde olantoplumsal ve sınıfsal bir sorundur. Bundan dolayıancak sınıf mücadelesinin yükseltilmesi vekapitalizmin toplumsal bir devrimle yıkılmasıylaçözümün zemini elde edilecektir.

Bu nedenle günümüz koşullarında kadın işçi veemekçilerin sınıf bilincine varması ve bu bilinçleörgütlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle işçi veemekçi kadınlar, “kadın mücadelesinde” değil sınıfmücadelesinde özgürleşecektir. Ve bu mücadelede,“kadın dayanışmasına” değil sınıf dayanışmasına,“kız kardeşliğe” değil yoldaşlığa ihtiyaç vardır.

Emekçi kadınları sınıf mücadelesiözgürleştirecek!

Page 29: Kızıl Bayrak 2013-10

Sınıf Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2013/09 * 01 Mart 2013

İMC TV’de yaşanan işten atmalar, emeğe “karagündostluğu”nun ne olduğunu bir kez daha gösterdi. İMCTV’de sendikalı olan basın çalışanları işten atıldılar.Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) ile yapılangörüşmeler sonrası kanal, görüşünü erken açıklayarakatılanların işe geri alınmayacağını beyan etti.

İMC TV sol, demokrasi ve emek mücadelesiyürüten kamuoyuna hitap eden bir yayın çizgisiizleyen “emeğin” ve “demokrasi”nin sesi olmaiddiasında olan bir televizyon kanalı. Üstelik yayınhayatına başladığı tarih de kanala ayrı “tarihi biranlam” katıyor; 1 Mayıs 2011. Fakat bu özelliklerinisaydığımız kanal sahibi ve yönetimi, çalışanlarınınsendikalı olduğunu öğrenince, sendikalı çalışanlarınıönce iki iki, sonra topluca işten çıkarttı. Hem de enkaba tehditlerle ve her sermaye sahibi gibi kamuoyuna“biz sendikaya düşman değiliz” açıklamaları yaparak.

Bu açıklamalar ne onun bu ortaya saçılan emekdüşmanı burjuva kimliğini gizleyebilir, ne de çizilenimajını. Anlaşılan o ki, İMC TV sahibi, sermayesinibüyütmek için rezerv kaynağı olarak kullandığı ilerici,sol kamuoyunu kaybetmemenin çırpınışlarınısergiliyor.

İMC TV’de yaşanlardan yola çıkarak “demokrat”maskeli, “emek dostu” burjuva kimliklere dair dahagenel bir gerçeğe göz atalım. Bu açıdan belki de birçok insanın duymadığı bir kaç örnek vererekbaşlayabiliriz. İlki, bir dönem İstanbul ElektrikMühendisleri Odası’nda “Demokrat MühendislerGrubu” ile 2002 yılında oda seçimlerini kazanmışAhmet Tarık Uzunkaya. Uzunkaya, ayrıca EntesElektronik’in sahibi. Ve bu ismin “demokratlığı”nınyanında, işten attığı ve tek başına direnen devrimcikadın işçi Gülistan Kobatan ile “emek dostu” olduğuda ortaya çıktı. Bir başka örnek de Ankara’dan İnşaatMühendisleri Odası ve konunun kendi içinde en kabuledilmez olanlarından. Emeğin ve demokrasinin“yılmaz bekçileri” odalardan Ankara İMO, CanselMalatyalı adlı bir kadın emekçiyi işten çıkartıyor. Veher iki kadın emekçi direnişleri ile bu “demokratkimliklilere”, toplumun önünde birer ayna tutuyor. Sonörnek, İMC TV çalışanlarının yaptığı eyleme, yanındabir koruması ile “destek” vermeye gelen MustafaTürkel. TEKEL işçilerinin, mücadelesini satmış,TEKEL gibi bir kurumun uluslararası sermayeyepeşkeş çekilmesine böylece destek sunmuş bir“sendikacı”. Bu zat-ı muhteremin bir başka icratı dasendikada çalışan Uğur Doğan adlı bir işçinin işine sonvermesi. Doğan, ne sürdürdüğü 62 günlük direniş ilene de lehinde karar veren mahkeme sonucu ile işe geridönemedi. Sendika önünde direniş çadırı kuranTEKEL işçilerine yapılanlar ise saymakla bitmez.

Kamuoyunda “demokrasi ve emek” havariliğinielden bırakmayanların, iş sınıf mücadelesinegeldiğinde, “sınıf” kimlikleri ortaya çıkıyor ve engerici burjuvalardan hiçte geri kalmıyorlar. Emeğinisömürerek çalıştırdıkları, sermayelerine sermayekatmalarını sağlayan emekçilerin örgütlenmesiniengellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Sözdebağımsızlık, eşitlik, özgürlük ve demokrasimücadelesinde “yumruğu havada olanların”,emekçilerin örgütlenmesi ve sınıf çıkarları söz konusuolduğunda, yumrukları neden ilk emekçilerin suratındapatlıyor acaba?

Yeşil, sarı, kırmızı farketmez,aynı yolda yürüyorlar!

Bu gerçeklerden döne döne ortaya çıkarılmasıgereken önemli bir nokta sermayenin işçi-emekçidostu olamayacağı gerçeğidir. Bu onun doğasınaaykırıdır.

İMC süreci üzerinden altı çizilmesi gereken diğerbir nokta ise şudur. Medya bugün toplamındaburjuvazinin elindeki en etkili araçlardan birisi olarakkullanılıyor. Zira bu araç kimin elinde ise onun sınıfçıkarlarına hizmet ediyor. Bu ister Hürriyet, Radikal,Zaman, Akit gibi yayınlar üzerinden toplumunbilinçlerini ideolojik bombardımanlarla teslim alangruplar olsun, isterse “demokratlığı” ile ün salmışkesimler olsun. Medya tekellerinin renkleri, yüzlerinasıl görünürse görünsün hepsi de sermayelerini buideolojik aygıtla, sömürü sistemlerinin bir parçası olanmedya ile emekçilerin bilinçlerini karartarak, teslimalarak düzenlerini sürdürüyorlar.

Uzlaşma değil, mücadele kazandırır

Elbette burada emekçilerin sendikalörgütlülüklerine de bir kaç söz söylemek gerekiyor.Sınıf mücadelesinin temel kuralları gereği, emekçilerinlehine bir sonuç almak istiyorlarsa işçileri patronlauzlaştıran bir konumdan çıkıp, emekçilerin çıkarı içinüretimden gelen gücü örgütlemeyle meşgul olmalılar.İlk atılmalarda kaybettiren de bu mantık değil miydi?Emekçilerin hakları uzlaşma masalarında korundu muki, halen aynı yöntemleri sürdürüyorlar. Hayır! Buçizgi de uzlaşmacı, işbirlikçi bir kimliğin yansıması.

Sendikal bürokrasi diğer bir dizi alanda olduğugibi, basın emekçilerini de yetkilerini ve koltuklarınıkoruyacak birer rakam gibi görüyor. Bu yaklaşımın nesınıf mücadelesine ne de rakamlaştırılan emekçilere birfaydası olamaz. Bugün emekçilerin aşması gereken entemel sorunlardan birisi de sendikalara ve emekkurumlarına hakim bu anlayışlardır. Öyle ki geçtiğimiz

süreç içerisinde adının başında “çağdaş” olan kimibasın kurumunun, kendisine başvuran basınemekçilerini kabul etmemesi de, tarihe geçen klasik birburjuva dostu davranıştır.

Eğer İMC TV’de gerçekte olmadığı ortaya çıkan,emek, demokrasi ve özgürlüğün değerlerini, sol,sosyalist, devrimci değerleri korumak istiyorsak bununiçin o değerlerin varedildiği yoldan gitmeliyiz.DİRENİŞ. Nedeni ne olursa olsun, işten atmalara karşıdirenişe başlamak, sürdürmek işten atılan emekçilerinilk görevidir. Bugün bu başarılamamış olsa bileyapılan eylemliliklerin, kanal yönetimini ne kadar dasıkıştırdığını hep birlikte görmekteyiz. Emin olalım kionlar bu kirli kimlikleri ile yollarına devamedeceklerdir. Fakat biz de bu sözde “emek dostudemokratların” gerçek kimliklerini tüm kamuoyunaaçıklamak ve aynı hatalara düşmemekle mükellefiz.

Unutmayalım ki, en kritik sorumluluk her alandaolduğu gibi yine basın-yayın alanında da çalışan öncü-devrimci emekçilerdedir. Ya bugün bulunduğumuz,çalıştığımız alanlarda, bedel ödeyerek yürüdüğümüzyolda ilerleyeceğiz, bu çarkı kırmak için örgütlenerek,mücadele edeceğiz. Ya da burjuvazinin çıkarlarıüzerine kurulu kapitalist sistemin dişlileri arasındaöğütülmeye devam edeceğiz.

İMC TV’ye protesto

İMC TV’nin sendika düşmanlığı, yapılan basın açıklamasıyla protesto edildi ve işten çıkarılanların işeiadeleri talep edildi.

İMC’nin tutumu 6 Mart’ta kanalın Ayvansaray’daki binası önünde protesto edildi. TGS tarafındangerçekleştirilen eyleme İMC TV’de çalışanlarla, işten atılanların yanısıra, Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi FarukBüyükkucak ile Tek Gıda-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Türkel de katıldı.

“İMC’de işten atılanlar geri alınsın!” pankartının açıldığı eylemde İMC çalışanları adına açıklamayıokuyan Çimen Can , İMC TV’nin yayın politikası ile yaşanan tablonun çelişkilerine işaret etti. Güvencesizçalışma koşullarına ve keyfi uygulamalara karşı Türkiye Gazeteciler Sendikası’na üye olduklarını belirtenCan, sendikalaşma sonrası süreci aktardı.

Çalışanların ortaklaşa hazırladığı talepler listesinin dahi “yıkıcı bir faaliyet!” olarak değerlendirildiğinedikkat çeken Can, yönetimin çalışanlara karşı küfürleri ve hakaretlerinin devam ettiğini, bu sırada iştençıkarmaların yaşandığını belirtti. Çimen, kanalın işten atılma gerekçesi olarak sunduğu “iş ahlakınauymama” suçlamasının da gerçek dışı olduğuna dikkat çekti.

Açıklamada sürecin sorumlusunun da Genel Koordinatör Eyüp Burç ve ona göz yumanlar olduğuvurgulandı.

Can’ın ardından söz alan TGS Genel Eğitim Sekreteri Şehriban Kıraç da işten atılan TGS’lilere destekoldu. 3 haftada 12 basın emekçisinin işten çıkarıldığına dikkat çeken Kıraç, basın emekçilerine yönelik baskıve tutuklamalar gündemdeyken emekçilerden yana yayın politikası iddiasına sahip bir kanalın yaptığınınkabul edilemez olduğunu söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Emeğin ve emekçinin dostu, sınıf mücadelesinde ortaya çıkar!

Page 30: Kızıl Bayrak 2013-10

Toplum-yaşam30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/10 * 8 Mart 2013

Baktı atacak taşı yoktuBaktı eli durmuş, ayağı durmuştu

Vurulmuştu.Çıkardı yüreğini kan içinde

Çarptı kötünün kafasına (Enver Gökçe)

Beyazıt Meydanı denilince akıllara kitlesel mitinglerkadar faşist saldırı ve katliam gelir. 6. Filo protestolarıkadar 16 Martlar’la, Kanlı Pazarlar’la; Deniz Gezmişlerkadar Tayan Özgürler’le hatırlanır bu meydan. BeyazıtMeydanı’nda özellikle devrimci gençliğe yöneliksaldırılar, katliamlar eksik olmamış, gençliğin düzenekarşı tüm çıkışları vahşi polis terörü ve faşist saldırılar ilekarşılanmıştır.

Bu cinayetlerden biri de gençlik hareketinin yeniuyanmaya başladığı ve 27 Mayıs 1960 darbesininöngünlerinde katledilen Turan Emeksiz’dir. Henüz solhareketin ve dolayısıyla onun en dinamik unsuru olangençliğin darbecilikten kopamadığı, orduya ilerici birmisyon biçtiği dönemde gerçekleşen eylemler, esasolarak gerici Menderes iktidarına ve onun gericiuygulamalarına karşı açığa çıkmaktadır.

AKP’nin kendisini benzetmekten büyük mutlulukduyduğu Menderes iktidarının gençliğe yanıtı ise yinebugünden farklı olmamakta, eylemlere panzerlerle veilerde “fruko” diye anılacak olan polislerle vahşicesaldıran iktidar, katliamdan da geri durmamaktadır.

İşte Menderes’in son dönemlerinde uygulamayakoyduğu ve olağanüstü yetkilerle donatılan “TahkikatKomisyonu”na karşı öğrenci gençlik, 28 Nisan günü birkez daha alanlara çıkar. Sözkonusu komisyonun CHP’yekarşı kurulduğu söylense de komisyon her tür basılıbelgeyi ve evrakı kontrol ve engelleme, toplantı vegösterileri yasaklama yetkisine sahiptir.

“Bir yürüyüş eylediler sabahtan!”

Eylem öncesi Beyazıt’a yığınak yaparak okuluablukaya alan polis kimseyi içeri sokmamaktadır.İçerdekilerin de çıkmasıyla Esnaf Hastanesi önündetoplanan öğrenciler buradan Beyazıt’a doğru yürüyüşegeçerler.

Beyazıt’a çıkışta gençliğin önü atlı polis birlikleritarafından kesilir. Atları öğrencilerin üzerine süren ve biryandan da coplarla saldıran polislere karşı öğrenciler detaşlarla karşılık vererek kendilerini savunur. Bir süresonra polisler kitleyi dağıtmak için havaya ateş atmayabaşlar. Kütüphanenin duvarında konuşlanmış polislerkısa süre havaya ateş açtıktan sonra doğrudan kitleyedoğru ateş ederler.

Kurşunlara rağmen dağılmayan kitle siper alarakdirenişini sürdürür. Açılan ateş sırasında İstanbulÜniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksizvurulur ve arkadaşlarının omuzlarında meydandan alınır.Polisin ateşi sonucu çok sayıda öğrenci yaralanırkenEmeksiz hayatını kaybeder.

Katliamın ardından polisin açıklaması ise bugünküaçıklamalara benzer olur. Emeksiz’in “seken kurşun”nedeniyle öldürüldüğü iddia edilerek polis aklanır.

Yaşanan katliamın ardından gerek gençliğin öfkesi,gerekse toplumda Demokrat Parti’ye karşı tepki giderekartar ve bu da ordu tarafından 27 Mayıs darbesinin temeldayanaklarından biri haline getirilir. Darbenin ardındanTuran Emeksiz “Devrim şehidi” kabul edilir ve devlet

eliyle heykelleri dikilir, birçok caddeye, vapura, okulaismi verilir.

Memleketi Malatya’daki Turan Emeksiz isimleriortadan kaldırılsa da İstanbul’da halen daha TuranEmeksiz büstlerini görmek mümkündür. İstanbulÜniversitesi yemekhanesi halen daha Turan EmeksizYemekhanesi adını taşır. Emeksiz’in adını taşıyan şehirhatları vapuru ise geçtiğimiz yıllarda “emekli” edilerekBursa Güzelyalı’da lokantaya dönüştürülmüştür.

Dönemin devrimci şairleri Nazım Hikmet ve EnverGökçe de Emeksiz için yazdıkları şiirlerle Emeksiz’inadını ölümsüzleştirmişler, şiirleri ilerleyen yıllardaAhmet Kaya ve Yeni Türkü tarafından da bestelenmiştir.

Emeksiz’in vurulduğu an!

28 Nisan sabahı katledilen Turan Emeksiz, TBMMDarbeleri Araştırma Komisyonu’nun yayınladığıfotoğrafları ile birlikte yeniden gündeme geldi. Birsüredir AKP’nin darbelerle hesaplaşma demagojilerininparçası olarak gündeme getirilen belgeler arasında TuranEmeksiz’in öldürüldükten sonraki ilk fotoğrafları yeraldı. Fotoğrafta Emeksiz vurulduktan sonra arkadaşlarıtarafından taşınırken görülüyor.

Aynı günlerde Ankara’da gerçekleşen eylemdeöldürülen Nedim Özpolat’ın da fotoğrafı belgelerarasında yer aldı.

Belgeler arasında Emeksiz’in otopsi raporunun dabulunduğu öğrenildi. Otopsi raporu o dönem iktidarınolayı örtbas etmek için ortaya attığı “seken kurşun”iddiasını da çürütüyor. Zira Emeksiz’in vücudundan

çıkan merminin ucunun ezik olmadığı, dolayısıylayerden sekmediği, hedef alınarak ateş edildiğianlaşılıyor.

AKP’nin istismar komisyonundan yansıyan bubelgeler, ironik biçimde AKP’nin sıklıkla referans aldığıDemokrat Parti ve Menderes’in muhalif güçlere karşıpervasız tutumunu ve vahşi terörünü ortaya koyuyor.Böylece AKP’nin iddia ettiğinin aksine Türkiye’dedevlet terörünün sadece ordu ve ulusalcı kliğin eliyledeğil, en az onun kadar dinci-gerici iktidarlar eliyle desürdürüldüğünü gösteriyor.

Bu açıdan sermaye devletinin kanlı tarihi,gericisinden darbecisine iktidarı eline alan tüm güçlerinortak paydası olma özelliğini sürdürüyor. BöyleceAKP’nin –artık liberallerin bile inanmadığı- “geçmişlehesaplaşma” palavraları da bir kez daha ortada kaldı.Hesaplaşmanın nasıl olacağı için ise sözü Nazım’abırakmakta fayda var...

Bir ölü yatıyorvurdular

kurşun yarası kızıl karanfil gibi açmış alnında İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.

Bir ölü yatacaktoprağa şıp şıp damlayacak kanı silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip

zaptedene kadar büyük meydanı.

Nazım)* “Beyazıt Meydanı’ndaki ölü” Nazım Hikmet’in Turan

Emeksiz’in ardından yazdığı ve yukarıda bir bölümüne yer

verdiğimiz şiirin adıdır...

Roboski raporuna gizlilik

Bir yılı geçmesine rağmen aydınlatılmayan Roboski Katliamı ile ilgili komisyon raporunun tamamlandığıduyuruldu. TBMM Uludere İnceleme Alt Komisyonu tarafından kabul edilen raporun muhalefetin 3 oyunakarşılık AKP’li 5 üyenin evet oyuyla kabul edildiği öğrenildi.

Bir yılı aşkın süredir aydınlatılmayan Roboski Katliamı ile ilgili rapora dair geçtiğimiz ay yapılanaçıklamalar, raporun katliamı aydınlatmak yerine aklama amacı taşıdığını göstermişti.

TBMM İnsan Hakları Uludere Alt Komisyonu Başkanı, AK Parti Ordu Milletvekili İhsan Şener, yaptığıaçıklamada Roboski için “masumane bir güvenlik operasyonu ya da bir yanlışlık olmuş olabilir” ifadelerinikullanmıştı.

Şener’in açıklamalarıyla paralel olarak hazırlanan raporda da “Kasıt yok. Sivil idare ile askeri yetkililerarasında koordinasyonsuzluk var” ifadesinin yer aldığı bilgisi basına yansıdı.

Ayrıca raporla ilgili, meclis başkanlığına sunulana kadar da gizlilik kararı alındı.

“Beyazıt Meydanı’ndaki ölü”*

Page 31: Kızıl Bayrak 2013-10

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

Üniversiteli Kadın Kolektifi üyeleri 4 Mart günüİstanbul Cağaloğlu’nda bulunan Aile ve SosyalPolitikalar Müdürlüğü binasını işgal etti. Binaya“AKP’yi uyarıyoruz, kadın düşmanlarına meydanokuyoruz” pankartı asan kadınlara polis vahşicesaldırdı.

Eylemci 23 kadını darp ederek merdivenlerdensürükleyen ve kafalarını duvarlara vuran polis,saldırısını ekip arabalarında da devam etti. Kadınlarıdarp eden ve yakın mesafeden biber gazı sıkan polisinişkencesi karakolda da sürdü.

Kadınlardan işkenceye tepki

Yaşanan saldırının ertesi günü Üniversiteli KadınKolektifi üyesi kadınlar Sirkeci Karakolu’nun önündeeylem yaparak, polisin gözaltında uyguladığı işkenceyiprotesto etti.

Sirkeci Karakolu önüne yürüyüşle gelen kadınlar,burada yaşanan gözaltı ve işkenceleri anlatan birkonuşma yaptılar. Konuşmada 8 Mart’ın öngünlerinde

polisin kadına uyguladığı işkenceye dikkat çekerek,devletin kadınların haklarını aramasından ve sokaklaraçıkmasından korktuğu vurgulandı. İşkenceci polisleridışarı çıkmaya çağıran konuşmada, insan olaraknitelendirilmeyecek polislerin buna cesaretiolmayacağı, güçlerini AKP’den ve devletten aldıklarısöylendi.

Okunan basın açıklamasında kadına uygulananşiddetin sadece polis tarafından yapılmadığına işaretedildi. Günde ortalama 5 kadının öldürüldüğü,yüzlercesinin taciz ve tecavüze uğradığı vurgulanarak,bunun AKP’nin kadına yönelik düşmancapolitikalarının bir sonucu olduğu belirtildi.

Açıklamanın ardından sembolik olarak, yumurtaeylemi yapacaklarını belirten kadınlar, yanlarındagetirdikleri yumurtaları TOMA ve kalkanlarla hazırbekleyen, polis barikatına attılar. Yumurta eylemisırasında hareketlenen polislere, “Korkmayın, bukadar telaşlanmanıza gerek yok” diyen kadınlar,işkenceci polislerin neden ürktüklerini sordular.

Kızıl Bayrak / İstanbul

AKP’nin şefi Tayyip Erdoğan israf konusundafetva yayınlayalı 1.5 ay oldu. O günden berimedyada, devlet dairelerinde, reklam panolarında,başta işçi servis güzergahları olmak üzere yolkenarlarındaki pankartlarda ekmek israfı işlendi.Görenleri ‘vay be adama bak israfın üzerinegidiyor’ ya da ‘biz insanlar ne kadar müsrifiz hergün bayat ekmek atıyoruz çöpe’ dedirtecek cinstenbir hava estirildi.

Başbakanın gündemini yerellere başarıylataşıyan AKP’li belediye ve il başkanları toplantılaryaptılar. Bunlardan biri de Sincan’ daydı. Ben denasıl bir organizasyon olacak diye bakmaya gittim.Öncelikle belirteyim ki toplantı tam bir saat geçbaşladı ve salondan bu konudan ötürü rahatsız olanve bunu dışarı vuran bir kişi bile olmadı. Ancak 20dakika dinlediğim (bu bile çoktu) panelde belediyebaşkanı, il ve ilçe başkanları konuşma yaptılar.Arada spiker de ekmek üzerine konuşmalar yaptı.Dilimizdeki ekmek ile ilgili deyimleri sıraladı. Birçok şey söyledi. Fakat birini unuttu. Herhalde birAKP’li olduğundan dolayı söylemeye yüzütutmadı. Hepimiz biliriz ki “ekmeğiyle oynamak”diye de bir deyim var. Onu söylemedi. Nasılsöylesin ki? Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaözelleştirmeler artarken ve on binlerce işçi işsizkalırken, eve ekmek götüremezken, Tayyip veavanesi hangi yüzle ekmekle israf olmazdiyebiliyorlar.

İsrafı kim yapıyor acaba? Biz işçiler bir çokgıda ürünü ve başka ihtiyaçlarımızı alamıyorkenzenginler, her gün tonlarca yemeği, kıyafeti,ayakkabıyı çöpe atmaktadır. Bugün büyük gıdaşirketleri satamadılar diye tonlarca gıdayı denizedöküyorlar.

Tayyip Erdoğan’ın her lafı boş, her sözüikiyüzlüce ve tiksindirici. Sen ekmek değil insanisraf ediyorsun. Senin yönettiğin devlet bugünonlarca Türk ve Kürt gencini kirli savaştaöldürüyor. Devletiniz, efendiniz ABD ve diğeremperyalistler Afrikayı sömürürken halkları açlığaitiyor. Hastaneye, okula gidecek harcamalarıbombaya yatırıp boş dağları bombalayan sizlerdeğil misiniz? Karadeniz’de ve yurdun dört birtarafında Hidro Elektrik Santralleri kurup suyukurutan, çevreyi katleden siz değil misiniz? Kimdirisraf eden, söyleyin bakalım? Siz gene halka biryem atıyorsunuz.

Siz ve sisteminiz kapitalizm her geçen günçürürken en iyisi biz daha fazla söz israfetmeyelim. Ne bizleri duyacağınız var ne bizlerianlayacağınız ne de sorunları çözme yeteneğinizvar.

Sincan’dan bir işçi

Ekmeği israf etmekampanyası üzerine...

Mücadele Postası

AKP hükümeti “af” çıkararak kimi affedeceğiniya da kimi affetmeyeceğini karara bağladı. Sondönem çıkan af ya da denetimli serbestliktenkastedilenin ne olduğunu Adalet Bakanlığı, şöyleaçıklıyor. “açık cezaevinde bulunan veya açıkcezaevinde kalma hakkını kazanan mahkumlardansalıverilmelerine 1 yıl kalanlar, belli şartları taşımakaydıyla gündüzleri kamuya yararlı işlerde çalışıp,akşamları cezaevine dönmek yerine evlerine giderekcezalarını tamamlayabilecek. Mahkumun çalışmakoşullarına denetimli serbestlik büroları kararverecek. Bürolar evden çıkmama veya içkili yerleregitmeme gibi yaptırım öngörmezse mahkummisafirliğe ya da eğlenceye gidebilecek.Düzenlemeden açık cezaevlerinde bulunan 6 bin,açık cezaevine gitme hakkı kazanan ancak geçişyapamayıp kapalı cezaevlerinde olan 9 bin hükümlüyararlanacak. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıalanlar, örgüt ve “terör”den hüküm giyenler, iki kezhücre cezası alanlar ve firar edenler ile şartlasalıverilmesini yakıp tekrar cezaevine girenler yenidüzenlemeden yararlanamayacak. Adalet Bakanlığı,düzenlemenin af anlamına gelmediğini,cezaevlerindeki doluluk nedeniyle hazırlandığınıbelirtse de hazırlanan tasarı elektronik kelepçetakılmasının önünü açtığı gibi katillerin serbestkalmasına yol açtı.

Özellikle kadın cinayetlerinden yatanlar ve çok az

sayıda da olsa tecavüzden ceza alanlar da bu yasayladışarı çıkmıştır.

Hapishaneden dışarı çıkanların sayısının 15 binolduğu biliniyor. Adalet Bakanlığı bu yasayısavunmak için memur alınımı olacağını da söylüyor.3 bin 490 memur alınacağını belirtiyor. Yasa affettiğisuçları sıralıyor ama gerçek hiç de öyle değil. Biz buülkede AKP’ye muhalif herkesin hapishanedeolduğunu biliyoruz. ÇHD’ye, KESK’e yapılanoperasyonların amaçlarını biliyoruz. Son KESKoperasyonunda ve tutuklanmalarında ‘suç’ kabuledilen ve kayıtlara geçen ‘sendika yönetiminegirmeye çalışmak’, ‘sendikal faaliyet yürütmek’ gibisıralanabilecek birçok şey var. 4. yargı paketindedüşünmek, eyleme katılmak ‘suç’ kabul edilmeyecekdeniyor ama bunun gerçekçi bir yanının olmadığınıbiliyoruz. Binlerce tutukludan biliyoruz. Bu sayınınçoğunu siyasi tutsakların oluşturduğunu biliyoruz.Gerçek suçlular milyonlarca işçi-emekçiyi sömüren,ezen, açlığa, yoksulluğa mahkum eden sermayedevleti ve onun düzenidir. Gerçek adalet ancak işçi-emekçi iktidarı kurulduğunda gelecek. O zamankimin affedileceği ya da mahkûm edileceği belliolacak. O gün gelene kadar yapmamız gereken tekşey mücadele etmektir. Bizleri sömürenlerden,alınterimizi çalanlardan, şiddet uygulayanlardan,tecavüz edenlerden hesap sormak için gücümüzübirleştirelim.

Kolektifçi kadınlara polis terörü

Gerçek adalet devrimle gelecek

Page 32: Kızıl Bayrak 2013-10

Sosyalizm kavgasında yaşamaya devam edecek!