köşe yazıları – 05/12/2017 -...

30
Köşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25 Darbesi’ni Sevenler Derneği FETÖ’den ibaret değil... 17/25 Aralık’ta, FETÖ’cü hakim, savcı ve polislerin yolsuzluk susturuculu darbe girişimi günlerinde insanların kafalarının karışması normal sayılabilirdi. FETÖ henüz tanımlanmış değildi, devletin içine ne denli sızmış bir terör örgütü olduğu bugünkü ölçüde bilinmiyordu. FETÖ ise 7 Şubat MİT krizinden sonraki bu ikinci hamlesini yolsuzluk/yargı üzerinden yapıyordu. Bunun nedeni, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın siyaseten çok güçlü ve meşru olmasıydı. Erdoğan’ın halk nezdindeki itibarı ve sevgisi siyasi yönden onu rakipsiz kılıyordu. Dolayısıyla Erdoğan’ı halk ve seçmeni gözünde itibarsızlaştırmak gerekiyordu. Bunun için de ona, ailesine, yakın çevresine çamur atmak, yargıyı da burada ambalaj olarak kullanmak çok işlevsel olacaktı. Bu nedenle siyasi değil, mali bir kumpas kuruldu. Erdoğan’a bu şekilde ulaşılmak istendi. Başbakan Erdoğan üç kritik seçim öncesine denk getirilen bu darbe girişimini olağanüstü bir performansla önledi. Üç seçimi de kazanarak imkansız bir işi başardı. Milleti ona güvendi ve bu güven de boşa çıkmadı. Esasında Erdoğan’ın şahsında hedef alınan Türkiye’nin kendisiydi. CHP ilk günden itibaren HDP ile kardeşleşerek bu kumpasların eksiksiz hepsine sahip çıktı, siyasi alana taşımakta bayraktarlık etti. Tıpkı şu anda ABD’deki kepaze davayı Türkiye’ye taşıdıkları gibi. Şimdi CHP, HDP ve birtakım suret-i haktan görünenler 17/25 Aralık’ta hedef alınan kişilerin yargılanmış olması halinde bu davanın ABD’ye taşınmamış olacağını iddia ediyorlar. İnsanları aptal yerine koymayın. 17/25 Aralık ne ise, 15 Temmuz odur, 15 Temmuz ne ise bugünkü Sarraf Davası da odur. Başarısız oldukça vites yükselttiler ve değişik yöntemler kullandılarsa da, fail de, hedef de, amaç da aynıydı. Bunu hâlâ görmeyenler veya inatla 17/25 Aralık üzerine konuşanlar bu kumpasın bir parçasıdır. Hâlâ 17/25 Aralık veya MİT kumpaslarının peşinden koşanların herhangi bir şekilde yanıldıklarından artık bahsedilemez; bu şahıslar bu kumpasların bilinçli şekilde parçasıdırlar. ABD’deki uyduruk bir mahkeme üzerinden Türkiye’nin ekonomisine ve siyasetine operasyon yapılıyorsa ve ülkenizi müdafaa etmek yerine gak-guk ediyorsanız, bunu artık mazereti Bu noktadan sonra artık olmaz. AKŞAM – Murat KELKİTLİOĞLU Pozisyon Alan İşadamları ABD’deki Zarrab kumpasıyla birlikte Türkiye’deki saflar da netleşmeye başladı. Davanın ne ‘ambargo delme’ ne de ‘yolsuzluk/rüşvet’ davası olduğunu siyasete milli bir çerçeveden bakanlar net olarak gördü. Bir yanda ABD, FETÖ, CHP’nin yönetim kadrosu ve bilumum Soros’çular, diğer yanda bu ülkenin milli unsurları... Bakın konu ne şahıs olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır, ne de kurum olarak AK Parti! MHP’nin ve Devlet Bahçeli’nin tavrı net... Ne diyor Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, “Bu davayı hiçbir zaman bir polemik konusu yapmayacağız. Çünkü bu konu sadece Erdoğan’a karşı değil, Türkiye’ye karşı yürütülen bir tavırdır.” Siyasete soldan bakan Vatan Partisi’nin de bakışı benzer. Onlar da ABD’nin Türkiye’ye yönelik bir saldırısı olarak değerlendirip, ona göre safını belirliyor. Sosyal medyayı takip ediyorsanız göreceksiniz; CHP’nin tabanından bu hayasız saldırıya tepki gösteren, partilerinin üst yönetiminin pozisyonunu eleştiren çok sayıda vatandaş var. Ayağı bu topraklara basan muhalif aydınların tavrı da ortada. Siyaset (azınlıkta kalan gayri milli unsarlar dışında) finansal bir saldırıya bahane olarak tasarlanan bu kumpas davasına karşı göğsünü siper etmiş durumda. Peki, 15 Temmuz’un ekonomik ayağı olarak planlanan davaya karşı, saldırıdan doğrudan etkilenecek olan iş dünyası ne yapıyor? Elbette, aynı milli hassasiyeti taşıyan işadamlarımızı kastetmiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın

Upload: vanphuc

Post on 16-Aug-2019

216 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25 Darbesi’ni Sevenler

Derneği FETÖ’den ibaret değil...

17/25 Aralık’ta, FETÖ’cü hakim, savcı ve polislerin yolsuzluk susturuculu darbe girişimi günlerinde insanların kafalarının karışması normal sayılabilirdi. FETÖ henüz tanımlanmış değildi, devletin içine ne denli sızmış bir terör örgütü olduğu bugünkü ölçüde bilinmiyordu. FETÖ ise 7 Şubat MİT krizinden sonraki bu ikinci hamlesini yolsuzluk/yargı üzerinden yapıyordu. Bunun nedeni, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın siyaseten çok güçlü ve meşru olmasıydı. Erdoğan’ın halk nezdindeki itibarı ve sevgisi siyasi yönden onu rakipsiz kılıyordu. Dolayısıyla Erdoğan’ı halk ve seçmeni gözünde itibarsızlaştırmak gerekiyordu. Bunun için de ona, ailesine, yakın çevresine çamur atmak, yargıyı da burada ambalaj olarak kullanmak çok işlevsel olacaktı. Bu nedenle siyasi değil, mali bir kumpas kuruldu. Erdoğan’a bu şekilde ulaşılmak istendi. Başbakan Erdoğan üç kritik seçim öncesine denk getirilen bu darbe girişimini olağanüstü bir performansla önledi. Üç seçimi de kazanarak imkansız bir işi başardı. Milleti ona güvendi ve bu güven de boşa çıkmadı. Esasında Erdoğan’ın şahsında hedef alınan Türkiye’nin kendisiydi. CHP ilk günden itibaren HDP ile kardeşleşerek bu kumpasların eksiksiz hepsine sahip çıktı, siyasi alana taşımakta bayraktarlık etti. Tıpkı şu anda ABD’deki kepaze davayı Türkiye’ye taşıdıkları gibi. Şimdi CHP, HDP ve birtakım suret-i haktan görünenler 17/25 Aralık’ta hedef alınan kişilerin yargılanmış olması halinde bu davanın ABD’ye taşınmamış olacağını iddia ediyorlar. İnsanları aptal yerine koymayın. 17/25 Aralık ne ise, 15 Temmuz odur, 15 Temmuz ne ise bugünkü Sarraf Davası da odur. Başarısız oldukça vites yükselttiler ve değişik yöntemler kullandılarsa da, fail de, hedef de, amaç da aynıydı. Bunu hâlâ görmeyenler veya inatla 17/25 Aralık üzerine konuşanlar bu kumpasın bir parçasıdır. Hâlâ 17/25 Aralık veya MİT kumpaslarının peşinden koşanların

herhangi bir şekilde yanıldıklarından artık bahsedilemez; bu şahıslar bu kumpasların bilinçli şekilde parçasıdırlar. ABD’deki uyduruk bir mahkeme üzerinden Türkiye’nin ekonomisine ve siyasetine operasyon yapılıyorsa ve ülkenizi müdafaa etmek yerine gak-guk ediyorsanız, bunu artık mazereti Bu noktadan sonra artık olmaz.

AKŞAM –

Murat KELKİTLİOĞLU Pozisyon Alan İşadamları

ABD’deki Zarrab kumpasıyla birlikte Türkiye’deki saflar da netleşmeye başladı. Davanın ne ‘ambargo delme’ ne de ‘yolsuzluk/rüşvet’ davası olduğunu siyasete milli bir çerçeveden bakanlar net olarak gördü. Bir yanda ABD, FETÖ, CHP’nin yönetim kadrosu ve bilumum Soros’çular, diğer yanda bu ülkenin milli unsurları... Bakın konu ne şahıs olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır, ne de kurum olarak AK Parti! MHP’nin ve Devlet Bahçeli’nin tavrı net... Ne diyor Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, “Bu davayı hiçbir zaman bir polemik konusu yapmayacağız. Çünkü bu konu sadece Erdoğan’a karşı değil, Türkiye’ye karşı yürütülen bir tavırdır.” Siyasete soldan bakan Vatan Partisi’nin de bakışı benzer. Onlar da ABD’nin Türkiye’ye yönelik bir saldırısı olarak değerlendirip, ona göre safını belirliyor. Sosyal medyayı takip ediyorsanız göreceksiniz; CHP’nin tabanından bu hayasız saldırıya tepki gösteren, partilerinin üst yönetiminin pozisyonunu eleştiren çok sayıda vatandaş var. Ayağı bu topraklara basan muhalif aydınların tavrı da ortada. Siyaset (azınlıkta kalan gayri milli unsarlar dışında) finansal bir saldırıya bahane olarak tasarlanan bu kumpas davasına karşı göğsünü siper etmiş durumda. Peki, 15 Temmuz’un ekonomik ayağı olarak planlanan davaya karşı, saldırıdan doğrudan etkilenecek olan iş dünyası ne yapıyor? Elbette, aynı milli hassasiyeti taşıyan işadamlarımızı kastetmiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın

Page 2: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

söylediği gibi “yatırım için değil ülkesine güvenmediği için varlıklarını yurt dışına çıkarmaya çalışan” iş adamlarından bahsediyorum! Bu ülkeden kazanıp, ‘kriz yaşanabilir’ kaygısıyla, üstelik bu kaygıyı büyüterek kapağı yurtdışına atmaya çalışan vatansız para babalarından bahsediyorum! Kimler mi bu pozisyon alan işadamları? Gazetelerin ekonomi sayfalarına yansıyanlara bir göz atıp, röportajların satır aralarını okursanız bir fikriniz oluşacaktır. Vakit, sanayicisi, siyasetçisi, tüccarı, esnafı, hukukçusu, gazetecisi... Yani topyekun millet olarak, aynı safta buluşma vaktidir! Kişisel ikballerle bu saflarda gedik açanlar bir gün yine bu millete hesabını vermek zorunda kalacaktır.

AKŞAM- Deniz GÖKÇE Doğu Ve Orta Avrupa Oldukça

Şaşkın Halde

Bu yıl popülistler, Avrupa’yı biraz şaşkına

çevirdiler. Nigel Farage adlı şaşkın

İngiltere’yi AB’den çıkmaya razı etti, Marine

Le Pen Fransa’yı zorladı, Geert Wilders

Hollanda’da seçimde ikinci geldi ama dört

parti koalisyonu, işbirliğiyle hükümet kurup

Wilders’i evine yolladı.

Ama Avrupa’nın doğusunda ise dört ülke

Brüksel’i çok şaşırtıyor. Polonya,

Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve de Slovakya

şöyle veya böyle popülistlere teslim oldular.

Popülizm kolayca tek bir tanımla

anlatılabilecek bir yaklaşım değil.

Almanya’da aşırı sağcı parti üçüncü geldi

ama Merkel’e kan kusturuyor. Avusturya’da

31 yaşındaki Sebastian Kurz seçimde ikinci

geldi ama önündeki seçimde işbaşına

geleceği kesin deniyor.

Ama Doğu’da, Çek Cumhuriyeti’nde, Andres

Babis ekimdeki seçimde rüşvetçileri elimine

ederek seçimi kazandı. Seçilmesi bir trendin

sonucu. Macaristan’ın Başbakanı Viktor

Orban ise aşırı sağcı bir milliyetçi.

Polonya’da Jaroslav Kaczynski Rusya’yı

özlüyor ve de öldürülen ikiz kardeşinin

hayranı, aşırı sağcı bir milliyetçi. Slovakya

Başbakanı Robert Fico ise bir aşırı solcu

popülist. Yapı olarak da eski İtalyan

Başbakanı Silvio Berlusconi’ye çok benziyor.

Ülkeyi rüşvet işlerinden kurtarmaya ve

sonunda bir şirket gibi yönetmeye çalışıyor.

Ama hepsi de tek bir anlayışla gerçekleşen ve

çalışan bir ülke peşindeler. Aynen bir

komünist ülke gibi. Ama bir yandan AB’nin

üyesi olmak, fakat diğer taraftan da

kendilerini Rusya etkisinden kurtarmak

çabaları da var.

Almanlar ve de Avusturya aslında düzen

meraklısı ve de kaostan nefret ediyorlar.

Brüksel her zaman belli büyüklükte göçmen

alınmasını düzenlemeye çalışıyor. Ama

göçmenlerin sayısının artması ve de tipinin

değişmesi bu ülkeleri çok rahatsız ediyor.

Fakat Macaristan ve de Bay Orban ilk olarak,

hudutlarına dikenli tel engeller koyan ülke

olmuş. Macaristan Avrupa’nın hudutlarının

da korunması gerekli diyerek, dikenli telleri

kurmuş. Böylece küçük kota göçmenlere bile

engel olmuşlar.

Diğer taraftan ABD, Çin karşısında bazı

konularda güç kaybı yaşamasına, İngiltere

de tarihsel imparatorluklarının bitişini

görmekte ve de üzülmekteler. 1989 yılında

Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkeler de

özgürlük konusunda fırsat kaçırdıklarını,

çünkü yeni düzende de gene de elitlerin

önlerinde olduğu bir sistem ile yaşamaya

mecbur olduklarını düşünüyorlar.

Ama kimse de komünizmin yavaş yavaş

ortadan yok olmasına da üzülmüyor. Fakat

bugün dünyada da çok sayıda ülkeye

dağılabilecek bir yönetim anlayışı da, pek

yok artık!

Page 3: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

YeniŞafak –

İbrahim KARAGÜL Bir Kıyamet Savaşı Hazırlıyor

Bunlar… Türkiye’ye Sahip Çıkın! Coğrafyamıza yönelik bir kıyamet senaryosu hazırlanıyor. Savaşı İslâm’ın kalbine taşıyıp, bölgeselleştirip, Müslüman coğrafyayı yüz yıl daha ayağa kalkamayacak hale getirmenin hazırlıklarını yapıyorlar. Bu bir imha harekâtıdır. Bu, Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük istilâ harekâtıdır. “Yeni Ortadoğu” dedikleri şey, aslında imha edilmiş bir Ortadoğu planıdır. “Yeni haritalar” dedikleri şey, aslında Türkiye dahil, bütün ülkelerin paramparça edilmesi, küçücük garnizonlara bölünmesi, birer birer işgal edilip yok edilmesi hesabıdır. İran’dan Suudi Arabistan’a, Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) Mısır’a kadar, Basra Körfezi ile Kızıldeniz arasındaki bütün bölgeyi yok edecek bir plan uyguluyorlar. Bir yanda mezhep savaşları, bir yanda Arap-Fars savaşları, bir yanda Arap Müslüman-Arap olmayan Müslüman ayrışması, bir yanda örgütler üzerinden Yemen’den Suriye ve Irak’ta devam eden çatışmalar bu kıyamet senaryosunun ilk görüntüleridir. Ali Abdullah Salih‘in infazı ve balistik füzelerin adresi Yemen eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in önce evinin bombalanması, kaçarken yakalanıp infaz edilmesi bu kıyamet senaryosunun parçalarından biridir. Husiler üzerinden S. Arabistan’ın Riyad ve Cidde havaalanlarına atılan balistik füzeler, Mekke üzerinden geçerken vurulan füzeler, yine Husiler üzerinden birkaç gün önce BAE başkenti Abu Dabi’ye atılan füzeler, bu senaryonun aşamalarından biridir. ABD ve İsrail’in, BAE-Suudi Arabistan ekseni kurması, bunu “Ilımlı İslâm” parolasıyla pazarlaması, Mısır ve Körfez ülkelerinin de eksene alınması, hemen ardından Suudi Veliaht Prens Muhammed Bin Selman eliyle Riyad’da büyük tasfiyeler başlatılması, bölgesel savaşa karşı olabilecek herkesin “yolsuzluk” söylemi üzerinden gözaltına

alınması, devletin büyük savaş için yeniden formatlanması, Prens Muhammed ve BAE Veliaht Prensi Muhammed Bin Zaid’in doğrudan ABD ve İsrail’le ortak hareket etmesi, yaklaşan kıyametin habercisidir. Kudüs’ü peşkeş çekiyorlar! Milyonlar sokaklara akmalı İsrail ve S. Arabistan’ın “ortak tehdit”, “istihbarat paylaşımı” söylemleri, Bazı gazete ve televizyonlar üzerinde “İsrail aslında bizim dostumuzdur. Filistin İsrail’in hakkıdır” söylemlerinin pazarlanması, S. Arabistan ve BAE ile ABD ve İsrail arasında “Kudüs’ün peşkeş çekilmesi, İsrail’e tamamen verilmesi” yönünde pazarlıklar yapıldığına dair işaretler, Kudüs’ü Müslüman dünyanın elinden tamamen alma planları, Donald Trump’ın ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma yönünde yarın yapacağı bildirilen açıklaması, bu büyük projenin parçasıdır. Böylece Kudüs meselesi“Arap liderlerin onayı ile halledilmiş olacak”, ardından Mekke ve Medine gibi İslâm’ın kalbi masaya ya da cepheye getirilecek. Ortadoğu’da S. Arabistan-İran savaşı ya da Arap-Pers savaşları olarak planlanan büyük kapışma ile beraber de Mekke ve Medine tartışması başlayacaktır. Müslüman dünya bu oyunu bozabilecek güçtedir ve bozmalıdır da. Rejimler veya Arap liderler üzerinden değil, sokaklar, kitleler üzerinden bu oyun bozulmalı, Kudüs’ün teslim alınması engellenmelidir. Bu tehlikeye karşı bütün coğrafya harekete geçirilmeli, milyonlar sokaklara dökülmelidir. Kudüs’ten sonra sıra Mekke ve Medine’de.. Eğer Kudüs teslim alınırsa yeni cephe Mekke ve Medine çevresinde kurulacaktır. Saldırılar o iki merkeze yönelecek, tanklar ve füzeler o yöne çevrilecektir. “Savaşı İslâm’ın kalbine taşıma” planı dedikleri budur. Onlar, daha 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana bunun hesabını yapıyorlardı. Onlar “terörle mücadele” adı altında hazırladıkları bütün planlarda bu savaşı yürütüyorlardı. Onlar 2003’te Irak’ı işgal ederken de, Suriye savaşını başlatırken de bu hesap üzerinde hareket ettiler. Onlar, Suriye’nin kuzeyinde terör koridoru planını bu amaçla yaptılar. İşte onlar şimdi; Suriye savaşı Türkiye-İran-Rusya

Page 4: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

üzerinden kapatılırken yeni ve çok daha büyük bir cephenin, bölgesel savaşın alt yapısını pazarlıyorlar. Salih’in öldürülmesi İbadi ve Muktada Sadr’a uyarıdır Kısa süre önce S. Arabistan safına geçen, bu yüzden öldürülen Ali Abdullah Salih’in öldürülmesinden sonra Yemen’e çok ağır saldırılar başlayabilir. S. Arabistan-İran savaşı bu ülkenin ayakta kalan bölümünü de harabeye çevirebilir. Ama bu savaş Yemen’le sınırlı kalmayacaktır. Husiler üzerinden Riyad’a, Cidde’ye yönelen İran’ın balistik füzeleri, aslında doğrudan savaşın habercileriydi. Birkaç gün önce, füzelerin BAE’yi de hedef alması muhtemel gelişmelerin işaretidir. 1- Ali Abdullah Salih’in öldürülmesi, S. Arabistan’la ittifak yapan siyasi aktörlere uyarı niteliğindedir. Özellikle Irak Başbakanı Haydar İbadi ve Muktada Sadr bu uyarının hedefindedir. Çünkü Riyad, ikisini de İran ekseninden çıkarmak için girişimlerde bulunmuş, “Şii de olsanız Arap’sınız. Bizimle hareket edin” demiştir. Savaşı işte böyle yayacaklar 2- S. Arabistan ve İsrail, Lübnan’ı vurur, Hizbullah’ı tasfiye etmeye girişirse İran Basra Körfezi’ndeki Suudi müttefiklerini hedef alacaktır. İlk hedef BAE olacaktır. Son füze saldırısı bunun işaretidir. 3- S. Arabistan Yemen’e çok ağır saldırılar yapar, adeta işgale girişirse İranyine Riyad’ın Basra Körfezi’ndeki müttefiklerini, özellikle de BAE’yi vuracaktır. Husiler üzerinden ya da başka türlü, İran füzeleri bu ülkeye yönelecektir. 4- S. Arabistan-BAE ittifakı Katar’ı tehdit ettikleri anda İran da Körfez’de BAE’yi tehdit edecektir. Lübnan’da ya da Yemen’deki her gelişme S. Arabistan-İran savaşıdır. Büyük savaşa giden tehlikeli adımlardır. Bu kirli planın patronu BAE’dir. Onlar da İsrail ve ABD’nin taşeronluğunu yapmaktadır. Arap liderlerin İsrail tuzağına düşmesinde İran’ın rolü var.. 5- İran’ın yayılma haritası, mezhep üzerinden yürüttüğü jeopolitik hedefleri ABD ve İsrail’in işini kolaylaştırmaktadır. Sünni Arap

ülkelerine “Bakın İran sizi vuracak. Biz sizi koruyalım” teklifinin psikolojik temeli İran’ın tehdit edici tavırlarıdır. İşte bu teklif, Arap yönetimlerini “ülkelerini imha edecek” bir senaryonun içine hapsetmektedir. İşte biz, Türkiye, böyle bir savaşa direniyoruz İşte biz, Türkiye olarak, böyle bir savaya direnmeye çalışıyoruz. Mezhep savaşlarına, ülkelerin bölünmesine karşı akil bir duruş sergilemeye çalışıyoruz. Gezi terörünün, 17-25 Aralık müdahalesinin, 15 Temmuz işgal ve iç savaş girişiminin nedeni bu duruşumuzdur. ABD’de devam eden Rıza Zarrab davası ile yeni bir ekonomik darbe planlanmaktadır ve sebebi yine bu duruştur. Türkiye’yi küçültme, Türkiye’nin direncini zayıflatma, bölge dışına itme, kendi içine hapsetme planlarının sebebi yeni coğrafya dizaynıdır, Türkiye’nin muhtemel direncidir. “Türkiye ekseni”, ekonomik darbe planı, dış müdahale aparatları Bu yüzden, PKK da, PYD de, FETÖ de, DEAŞ da Türkiye’ye karşı bu yüzden harekete geçirilmiş, savaşa sürülmüş, işgal aparatlarıdır. Zarrab davası üzerinden servis edilen yeni “ekonomik darbe” girişiminin içerideki savunucusu kim varsa hepsi dış müdahale aparatıdır. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden servis edilen yeni kampanya, bir darbe girişiminin parçasıdır ve öyle not edilmelidir. Bizim “Türkiye ekseni” dışında durduğumuz hiçbir yer yoktur, olmayacaktır. Coğrafyanın tamamını imha etmeye dönük küresel müdahalenin Türkiye ayağında neler döndüğünü, kimlerin hangi projenin uzantıları olduğunu çok iyi biliyoruz. Dolayısıyla nerede durduğumuz kadar nelere direneceğimizin de farkındayız. Kıyamet senaryosu ve Türkiye ayağı Hiç kimse, coğrafyayı kıyamet savaşına hazırlayanların Türkiye ayağına yatırım yapmasın, bu yönde ihale taleplerinde bulunmasın. Milletimiz, yüz yıl sonra gelen büyük hesaplaşmayı anlamış, kavramış, tavrını belli etmiştir. Tarih yapıcı rol budur ve bu direnç güçlenerek devam edecektir. Suudi-İran savaşını tezgâhlayanlar da, Kudüs’ü peşkeş çekenler de, Türkiye ve

Page 5: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

Cumhurbaşkanı’nı hedef alanlar da aynı merkezlerdir. Yükselişin adresi yine bu ‘Son Kale’ olacaktır Türkiye’nin direncini artırmak kadar bütün coğrafyada sokakları harekete geçirmek, coğrafyanın direncine destek olmak zorundayız. Çünkü bu, Birinci Dünya Savaşı sonrası en büyük çokuluslu istilâ projesidir. Türkiye, büyük mücadelenin en zor safhalarını atlattı. Bundan sonra “içeriden operasyon” servislerinin de, bölgesel savaş risklerinin de üstesinden gelecek, coğrafyaya doğru şeyler söylemeyle devam edecektir. Birinci Dünya Savaşı’nda “çökerken” de son kale burasıydı. Bugünkü tarih dönüşünde, “yükselirken” de adres burası olacaktır

YeniŞafak –

Kemal ÖZTÜRK Bir Davada Üç Mesele:

Bağımsızlık, Rüşvet, Devlet Aklı

Rıza Sarraf davası, son yılların en önemli ve en

kritik davalarından biridir. Davanın

detaylarını anlatmıyorum. Yeterince

dinlediniz, okudunuz zaten.

Bu davayı izlerken üç ana konunun olduğunu

ve bunların birbirine karıştığını gördüm.

Bu durumu tartışmak istiyorum.

Bağımsızlık

Bu davada öne çıkan en önemli konulardan

biri, ekonomik ve siyasi bağımsızlık

meselesidir aslında.

ABD, İran’a uyguladığı ambargoyu

deldiğimizi, bunun da suç olduğunu iddia

ediyor. Kağıt üstündeki bu cümlenin Türkçeye

çevrilmiş şekli şudur: ‘Ben ABD’yim. İran’a

ambargo uygula dediğim halde nasıl

uygulamazsın (yani siyaseten bağımsız

olmazsın)?

Ayrıca ambargoyu deldin diyelim, buradan

kazandığın parayı tek başına hazinene

koyamazsın, benimle paylaşacaksın

(ekonomik olarak bağımsız olamazsın).’

İran’la gizli kapaklı iş yapmayan Avrupa ülkesi

kalmamıştır aslında. İşin tuhafı, ABD

şirketleri de aynı şekilde örtülü olarak bunu

delmiştir. Ancak sen Türkiye olduğun için,

bunun hesabını sormaya kalkarlar.

İşte burada, rahmetli Erbakan’ın dediği gibi,

“Amerika ne dermiş? Bana ne Amerika’dan.

Bana ne Amerika’dan” diye avazı çıktığı kadar

hepimizin bağırması lazım. Muhalefet ya da

iktidar ayrımı olmaksızın, ABD’nin bu davayı

siyasi şantaj aracı olarak kullandığını dünyaya

yayması lazım. Yani hepimiz, bu davada

devletin ve onu temsil eden

Cumhurbaşkanı’nın yanında olmalıyız.

Rüşvet

Rıza Sarraf’ın, FBI ve savcı ile geceli gündüzlü

birlikte geçirdiği günlerde, bu dava için bir

kurgu yaptığı anlaşılıyor. Bu kurgunun

sonunda Türkiye’yi ve özellikle Erdoğan’ı

mahkum edecek bir yere çıkmaya çalışacaklar.

Bu nedenle Sarraf’ın söylediği her şeyin, her

iddianın ihtiyatla karşılanması, doğru olup,

olmadığının araştırılması gerekir.

Sarraf’ın ifadelerinden en çok etki yaratan

konulardan biri, eski bakan Zafer Çağlayan ve

Halk Bank eski genel müdürü Süleyman

Arslan’a verdiğini iddia ettiği rüşvet olmuştur.

Bu iddiaya peşinen inanmayız ama bu

iddianın aynı zamanda araştırılması,

soruşturulması ve hesap sorulması gereken bir

iddia olduğunu da bir kenara not etmeliyiz.

ABD’ye karşı vereceğimiz siyasi ve ekonomik

bağımsızlık mücadelesinde hepimiz ne kadar

aynı safta yer aldıysak, bir kamu görevlisinin

rüşvet aldığı iddialarını araştırma talebi

konusunda da aynı safta yer almalıyız. Bu

konu herkesin vicdanını rahatsız eden bir

konudur.

Devlet Aklı

Bu mesele devlet aklı meselesini bir kez daha

gündeme getirdi. İran’a uygulanan ambargoyu

takmayıp, kendi ülke çıkarlarımızı düşünmek,

bir milli meselesidir. Bizim enerjiye

Page 6: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

ihtiyacımız var. Komşumuz İran’ın da petrol

satmaya. Ancak bunu yaparken uluslararası

ilişkileri, ekonomiyi, diplomasiyi, dengeyi

düşünerek, kitabına uygun şekilde yapmak da

bir devlet aklıdır. Almanya, İngiltere, Fransa

da deldi ambargoyu ama bizdeki gibi ellerine

yüzlerine bulaştırmadılar.

Sarraf gibi insanlar, dünyanın her yanında

vardır ve devletler tarafından kullanılır.

Özellikle de Amerika ve İngiltere’de. Ancak

hiçbir devlet bu tip adamlara kalkıp, yılın iş

adamı ödülü vermez, hele hele bunu bir

bakanın eliyle hiç vermez.

Devleti Kim Savunuyor?

Tüm acemilikler, ihmaller, saçmalıklar oldu

bitti diyelim. En azından devlet aklı bu

aşamadan sonra devreye girip krizi yönetmeli.

Madem mesele bir devlet sorunu ve ‘ülkeye diz

çöktürme’ meselesi, o zaman devletin tüm

gücüyle bu konuya eğilmesi gerekir. Peki şu

anda davanın hukuki, diplomasi, siyasi ve

iletişim sorumluları kimlerdir? Ben şahsen

bilmiyorum.

Ne tuhaftır ki, bu davayı hem iç, hem de dış

kamuoyunda gazeteciler savunmaya çalışıyor.

İtibarı ve güvenirliği tartışılır hale gelmiş bazı

medya organlarına kimse inanmadığı için, bir

zamanlar yeminli AK Parti karşıtı olan bir

gazetecinin Youtube üzerinden yaptığı yayına

sarıldı herkes. Bu hükümet için son derece

düşündürücü ve üzüntü verici bir durumdur.

Hükümetin Ankara’dan, İstanbul’dan bu dava

için verdiği demeçlerin ne dünya, ne de

Amerika kamuoyu için bir etkisi olabilir. Hele

hele Twitter’da, trollerle birlikte Türkçe etiket

çalışmalarının hiçbir faydası yok!

Devletin kurumları ve nitelikli kadrolarıyla

Amerika’ya çıkarma yapması ve bunun FETÖ

bağlantılı bir siyasi dava olduğunu bangır

bangır dünyaya anlatması gerekir. Gelin görün

ki devlet yerine, FETÖ çıkarma yaptı oraya.

YeniŞafak –

Hasan ÖZTÜRK Bünyede ‘İyi Huylu’ Bilinen

Virüsler Varken Fabrika ayarlarına dönmek, belki kurtarmak niyetinde olduğunuzu kurtarabilir ancak onca birikiminizi de yok eder. Öyle değil mi? Şöyle düşünün. Bir akıllı telefonunuz var. 3 yıldır kullanıyorsunuz. 3 yıl boyunca bir telefon rehberiniz oluştu. Onunla birlikte türlü türlü uygulamaları indirdiniz. Ve telefonunuzun bir hafızası oluştu. Sonra bir sabah uyandığınızda telefonunuzun kilitlendiğini gördünüz. İlk seçenek, “Fabrika ayarlarına dönüş”, sonraki seçenekse biraz zahmetli, biraz meşakkatli. O an hızlıca karar verip fabrika ayarlarına dönerseniz, ne telefon rehberiniz kalır geride ne 3 yıl boyunca yüklediğiniz ve sıklıkla kullandığınız uygulamalar. Sıfırlanmış bir cihaz ile baş başa kalırsınız. Sonrası malum. Yeniden rehber edinmek. Arayan numaralara “Özür diliyorum numaran silinmişti de…” diye başlayan cümleler kurmak. Sizin ihtiyacınız olan bütün uygulamaları yeniden indirmek filan… Bir de elbette “Kaybettikleriniz” var! İkinci ve meşakkatli olan ise, telefonunuzu çalışmaz hale getiren problemi çözmektir. Sıfırlamadan, fabrika ayarlarına dönmeden, telefonunuza musallat olan illetten kurtulmaktır. Dışarıdan telefonunuza bulaşan zararlı virüslerden kurtulmaktır. Tabii başarabilirseniz. O zaman ne telefon rehberiniz kaybolur, ne sizin için gerekli uygulamalar. Böylece 3 yılın birikimini de kurtarmış olursunuz. Tabii başarabilirseniz. AkParti Fabrika Ayarlarına DönsünMü? Bu örneği neden anlattığıma gelince… Sıklıkla “Ak Parti fabrika ayarlarına geri dönsün” çağrıları yapıldı, yapılıyor… 2002’deki kuruluş ayarlarına geri dönsün, gibi cümlelerle birlikte. Kolaycılığa kaçılıyor. 15 yıllık bütün hafıza sıfırlansın. Onca birikim terk edilsin. Sonra “yeniden başlayalım” diyenler var.

Page 7: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

Oysa tıpkı akıllı telefon örneğinde olduğu gibi. Tıpkı o telefondaki birçok uygulama gibi, Ak Parti’nin de bir rehberi, bir hafızası var ve onca yaşananlardan sonra oluşan nice refleksleri, uygulamaları var. O yüzden, “Fabrika ayarlarına geri dönülsün” cümlesi, çok masum görünmekle birlikte hiç de gerçekçi değil. Hiç de “çözüm odaklı” düşüncenin ürettiği bir argüman değil. Ak Parti’nin tıkandığı yerler belli. İktidar yorgunluğu, körlüğü ve şımarıklığı bunların başında geliyor. Yerelden, genele kadar. İktidarın vakarını taşıyamayan bazılarının şımarıklığı, yorgunluğu ve körleşmesi Ak Parti’nin 2019 seçimleri öncesi çözmesi gereken ana sorunlar. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da Mayıs’taki 3. Olağanüstü Kongre’de partinin başına geçer geçmez bu tehlikelere işaret ederek çözümler önerdi. “Gönül kırmayın” dedi, “Kibirle yürüyüp yolu incitme” dedi, “Metal yorgunluğu” dedi! Yani, Ak Parti’ye bulaşan virüslere işaret etti, temizlenmesi için bir yol haritası da çıkardı. Tıpkı virüs temizleme programı gibi. Ancak Ak Parti’nin şöyle bir sorunu daha var. Bulaşan virüslerin bir kısmı hala “iyi huylu” sanılıyor. Hala, zararsız olarak görülüyor. Hala bünyedeki varlığı bir tehdit, ya da bir tehlike olarak görülmüyor! Çünkü, o kadar komplike ki… Bir kısmı “devlet”in sürekliliğinden gelen, bir kısmı konjonktürel olarak gelişen ve bir kısmı da dışarıdan enjekte edilen bu virüslerin birbiriyle rekabeti hem zaman zaman sendelemelere, hem bünyenin zayıf düşmesine neden oluyor! En tehlikelisi de “iyi huylu” görünen dışarıdan enjekte edilenler! Her kritik eşikte yalpalayan, bünyeyi zayıf düşürmek için içten içe kemiren, sonra da hala aynı bünyede var olmayı seçenler! Sahi, Zarrab’ın Amerika’daki mahkeme salonunda henüz çapraz sorguya geçilmeden savcılarla birlikte sergilediği tiyatral gösteri üzerinden “özeleştiri” görünümlü açıklamaları okuyunca “insan gerçekten hayret etmiyor!” Ak Parti’nin fabrika ayarından çok, dışarıdan bulaştırılan virüsleri temizlemesi gerekiyor sanırım.

YeniŞafak – Ali SAYDAM Eşikten Çıkan

En Yakınınız Dahi Olsa… Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün partisinin

‘Engelleri Aşanlar 2017’ buluşmasında

konuşurken 1989 yılından bu yana isteyen

herkesin yurtdışına parasını çıkarma hakkı

olduğunu hatırlatıp, “İsteyen herkes parasını

yurtdışına çıkarabilir ve buna devam

edebilecektir.” dedi. Malum Sayın Erdoğan’ın

önceki gün aynı konuda bazı gayretkeş iş

adamlarına yönelik ‘ihanet-i vataniye’

ifadeleri, basında geniş bir yer bulmuş ve yine

kendisinin ifadesiyle ‘farklı değerlendirmeler’

yapılmıştı. Erdoğan bu konuya açıklık

getirirken dedi ki:

“Sermaye hareketlerinin sınırlandırılmasına

yönelik bir talimatım söz konusu değil.

Yatırım için yurtdışına kaynak götürene asla

sözümüz yoktur. Benim söylediğim ülkemizin

diğer saldırıların yanı sıra ekonomik olarak

baskı altına alınmaya çalışıldığı dönemde, iş

adamlarının yerli ve milli duruş sergilemeleri

gerektiğidir.”

İş dünyasıyla yakın irtibat içinde olan pek çok

arkadaşımız da çok iyi bilir. ‘Ülkemizde can ve

mal güvenliği kalmamıştır’ diyen Sayın

Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının, Avrupalı bazı

liderlerle ortak ifadelerinde Türkiye’ye

gelinmemesini, burada yaşayanların da ülkeyi

terk etmelerini vâz ettikleri artık sıradan bir

olay olmuştur.

Ne yapsın insanlar?

‘Çocuklarımızın ikbali için…’ diyen bir ortak

payda altında buluştukları yurt dışında

yaşama özlemlerini sağır sultanın bile duyup

öğrendiği zamanlardan geçmiyor muyuz?

Sadece bazı iş adamlarımızın değil,

çocuklarının Batı’nın hem eğitim hem tüketim

demokrasisi rüzgarından nemalanmaları

yolundaki arzularını hayatlarının en önemli

ideali olarak gerçekleştirmek isteyen nice

Page 8: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

ebeveynin varlığından haberdar olmayanımız

yok gibi.

İngiltere’de son beş senedir kapağı bir şekilde

bu ülkeye atmış olan iyi eğitimli Türk

vatandaşlarımızdan bir grup kadının bir süre

önce başlattığı whatsapp grubu sayısının yıllar

içinde katlanarak artması bile bir tür ‘beyin

göçü’nün de ilk işaretlerini veriyor zaten.

Son yıllarda Avrupa ülkelerinde ‘AK Parti

karşıtı’ olma özellikleriyle birbirlerine

mıknatıs gibi çekilerek ulaşan bu

‘kendiliğinden’ci (!) oluşumun bireyleri ve

aileleriyle, kuşaklar boyunca başta Almanya

olmak üzere pek çok Batı ülkesinde kendi

kültür ve değerlerinden vazgeçmeden ayakta

kalmayı başarmış bireyler ve aileleri

birbirleriyle karıştırmamak lazım.

Tarihimizde sıkışma dönemleri buna benzer

olaylarla doludur. 1. Meşrutiyet, Rus Harbi,

Balkan Harbi, 2. Meşrutiyet, 1. Dünya Savaşı,

Kurtuluş savaşımızın öncesi; tüm bu

dönemlerde parasını kurtarmak için kökünü

değiştirmek zorunda olduğunu düşünen iş

insanları o zaman da vardılar, şimdi de, -

bugünün Türkiyesi’nin gücünü bile bile- var

olacaklardır. Yanı sıra dünyaya ayar verenlerin

kimler olduğunu hâlâ anlayamayan bir

ülkenin, ‘had bilmeyen’ liderlerinin ezikliğini

yaşayan ecnebi aydınlarımız…

Ben onlar için üzülmüyorum. Eğer

memleketten koptularsa yolları açık olsun.

Yarısından fazlasının zaman içinde mutsuz ve

perişan olduğunu bizzat gözlemlemiş biri

olarak Bertolt Brecht’in o ünlü sözüne itibar

etmeyi tercih ediyorum:

“Eşikten çıkan en yakınınız dahi olsa ardından

kapıyı kapatınız; yoksa içerisi soğur.”

Aslolan içerinin havasıdır. Dışarının değil.

YeniŞafak –

Ömer LEKESİZ CHP Ya Da Post-Mandater Devirde

Bir Post-İhanet Hikâyesi Post-modern savaşların yürürlükte olduğu şu devirde, siyasi örgütler, milletler ve devletler arası ilişkilerin de post-modern bir sürece evrildiğini bizzat görüyor ve yaşıyoruz. Bu çerçevede artık konvansiyonel olan hiçbir şey yok; meşhur soğuk savaş terimi bile mezkur ilişki içinde eridiği gibi, manda sistemi olarak bilinen başka bir devletin vesayeti altında yaşama hali de günümüzde kanıksanmış ve sıradanlaşmıştır. Öyle ki, herhangi bir liderin Amerikan başkanını ziyareti, bir bağlılık testi ve onun ilgisi olduğu bölge (devlet) bazında yeni bir ödeve layık görülüp görülmediği şeklinde değerlendirilmekte olup, Amerikan başkanının o ziyaretçisiyle el sıkışması bir tenezzül, tebessümü bir değer verme, konuşma süresinin uzunluğu ya da kısalığı bir kabul ya da ret göstergesi sayılmaktadır. Hal böyle olunca, geçmişte Birleşmiş Milletler’de güya hukuki bir nitelik kazandırılan manda (vesayet) sisteminin uygulanması konusunda, aynı çatı altında ayrıca bir karar üretilmesi de gereksizleşmiş ve bu örgütün Güvenlik Konseyi’nde, kararları veto etme hakkına sahip olan Amerika, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya kendileri dışındaki hemen her ülkenin geri plandaki gerçek sahipleri haline gelmişlerdir. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Ortadoğu’yu işgal eden devletler, mandater bir hukuka yaslanma zorunluluğu duyarlarken, bugün tekrarlanan işgallerde buna ihtiyaç kalmamıştır. Nitekim Irak’ı işgal eden Amerika, barış getirme misyonuna dayanırken, zalim Esed’in koruyuculuğunu üstlenen Rusya, bağımsızlığa sahip çıkma havarisi kesilmiş, Amerika–İsrail desteğiyle Mısır’da darbe yapan Sisi, laikliğin yegâne savunucusu oluvermiştir. Bu örnekleri Afganistan’ın Rusya ve bilahare Amerika tarafından işgaline, Suudi Arabistan ve Katar’ın Amerika’dan silah satın alma adı

Page 9: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

altında haraca bağlanmalarına, BAE’nin bölgesel fitnenin koordinatörlüğüne atanmasına... kadar genişletmek ve aynı bağlamda yorumlamak mümkündür. Birleşmiş Milletler’deki beş vetocu devlet ile, dünyadaki diğer devletler arasında seyredilebilir bir durumda yürüyen bu ilişkilerin ötesinde, aynı güçlerin hizaya getirmekte zorlandıkları devletler nezdinde kimi kavimler, partiler, sivil toplum kuruluşları, medya elemanları üzerinden... yürüttükleri faaliyetler de mandater bir gerçeklik olarak öne çıkmaktadır. 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından FETÖ başının, Türkiye’de büyük çapta insan hakları ihlali yaşandığı gerekçesiyle Batı’dan acil müdahale talebine bulunması, başta Can Dündar olmak üzere Almanya’ya kaçan kimi medya mensuplarının, Alman sarayına bağlılıklarını iletirken aynı talebi tekrarlamaları ve son olarak CHP’nin Amerika tarafından kendilerine verilen kimi evrakları, suç unsuru taşıyıp taşımadıklarından emin de olmadıkları halde feci bir vukuat vurgusuyla televizyon ekranlarında sallamaları da bu cümleden işlerdir. Devlet içinden, vatan kaygısından bakıldığında ihanetten başka hiçbir kelimenin karşılık oluşturmayacağı söz konusu faaliyetler, dışarıdan bakıldığında güya bir özgürlük, şeffaflık talebi olarak görünmekte, son tahlilde ise Türkiye’nin istiklaline yönelik açık bir tecavüz ile bunun birileri tarafından gerçekleştirilmesi arzusuna bitişmektedir. Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Muş İl Kongresi’nde “PKK’yı bunun için azdırdılar, FETÖ’yü bunun için sahaya sürdüler, DEAŞ’ı bunun için üzerimize saldılar hatta şu anda ana muhalefetin, diğer adıyla ana hıyanetin başında bulunan zatı da aynı amaçla kullanıyorlar. Ülkemizde elde edemedikleri neticeye, binlerce kilometre ötede aynı tezgahla, malzemeyle, senaryoyla ulaşmanın gayreti içindeler. Milletimiz şunu bilsin ki bu saldırıların, iftiraların, oyunların hiçbiri birbirinden bağımsız değildir. Hepsi de aynı gayeye yöneliktir, hepsi de Türkiye’ye diz çöktürmeyi amaçlamaktadır, hepsi de

milletimizi birbirine düşürmeyi hedeflemektedir” derken söz konusu mandater gerçekliği bütüncül bir bakışla zikrettiğimiz bağlamda değerlendirmiştir. Bunlardan hareketle mevcut post-manda ilişkilerini, aynı zamanda bir post-ihanet hikâyesi olarak işlememiz mümkündür. Çünkü hangi adı taşıyor ya da rolü üstleniyor olurlarsa olsunlar, post-mandacılar post-ihanetten başka bir şey üretmiyorlar. Bunun gerçekliği ve işleyişi hakkında yeterli bilgiye ve kesin kanaate ulaşmak için CHP’nin belge sallama eyleminin hangi olaylarla birlikte, neden ve nasıl geliştiğine bakmak yeterli olacaktır. Gelinen son nokta itibariyle, ana muhalefet partisinin yaptığı şey post-mandater devirde bir post-ihanet hikâyesi yazma çabasından başka ne olabilir?

YeniŞafak –

Tamer KORKMAZ Fetullah Fuller!

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında, CIA ajanı Graham Edmund Fuller için yakalama kararı çıkardı. Fuller’ın, “15 Temmuz günü Büyükada’daki Splendid Otel’de Henri Barkey’in de katıldığı gizli toplantıyı organize ettiği; darbe kalkışmasının başarısızlığa uğraması üzerine ise Türkiye’den ayrıldığı” vurgulanıyor. Yıllardır muhtelif röportajlarda veya yazılarında Fetullah Gülen’i “öve öve bitiremeyen” Fuller, 15 Temmuz’daki darbe kalkışmasından bir hafta sonra Huffington Post’ta “Geçen hafta Erdoğan’a karşı düzenlenen başarısız darbe girişiminin arkasında Gülen’in olmadığına inanıyorum” diye yazmıştı! Kaşarlanmış CIA ajanının işte bu “kollama” çabası bile, FETÖ liderini yıllardır ve halen daha nasıl himaye ettiklerini ele vermeye yetiyordu. Fuller, Pensilvanya’da ikamet eden Gülen’e “Green Card alabilmesi için” vaktiyle “referans olan” isimler arasındaydı…

Page 10: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

CIA ajanı Graham Fuller, Fetullah Gülen’in ilk

yabancı teknik direktörüdür!

Graham Fuller’ın 1964 yılında CIA’in Türkiye

masasında göreve başlamasıyla; Fetullah

Gülen’in 1966’da İzmir’de “dini cemaat”

maskeli Gladio örgütünü kurması “birebir

bağlantılı” bir hadisedir.

ABD ve CIA’in FETÖ’sü, kuruluşunun tam

ellinci yılında askeri darbeye kalkıştı…

Darbenin/işgal girişiminin berhava

olmasından dolayı; “Fetullah Fuller” kadar

“Graham Gülen” de büyük bir hayal kırıklığına

uğradı, bunalıma girdi.

Müslüman Türkiye’nin bağımsızlığı; ikisini de

fena halde çıldırtmaya devam ediyor!

Fetullah Gülen Locaefendi, 15 Temmuz

2016’daki darbe girişiminden kısa bir süre

sonra New York Times’ta ağzındaki baklayı

çıkarmış ve “Batı’nın yanındayım, beni

Türkiye’ye iade etmeyin” demişti!

Teröristbaşı Fetullah Gülen, aynı yazıda

“Batı’nın Ilımlı Müslüman seslere ihtiyacı

olduğu bir dönemde kendisinin ve

arkadaşlarının Batı’nın hizmetinde

olduklarını” ilan etmişti!

“Ilımlı İslam” CIA karargâhında üretilmiş bir

tabirdir…

Fikir babası da Graham Fuller’dır.

Bu tabir; Haydut Devlet ABD’nin

öncülüğündeki Haçlı Siyonistİttifakı’nın,

İslam’ı “ifsat etmeyi” nihayetinde ise “yok

etmeyi” hedefleyen “fevkalade sinsi”

projesinin adıdır!

Ajan Fuller, “CIA ustalarının şirketi” olarak

bilinen Rand Corporation’ın daimi politik

danışmanıdır. Rand’ın 1990 yılındaki raporu,

ABD’nin “Ilımlı İslam!” projesini ilk kez anons

ediyordu… Bu maskeli, sinsi, derin proje

1980’li yılların ilk yarısında oluşturuldu. Doğu

Bloku’nun çöktüğü 1990 yılından itibaren de

sahaya indirildi… NATO-ABD, İslam’ı “tehdit

yahut düşman” konseptinde “ilk sıraya”

yerleştirmişti!

16-19 Eylül 1991 tarihinde Bodrum

Yalıkavak’taki Club Monakus’ta; Amerikalı

istihbaratçıların, CIA destekli Radio

Liberty’den Amerikalı yöneticilerin ve Türkiye

medyasından kimi iliştirilmiş isimlerin

katıldığı bir toplantı düzenlenmişti.

CIA’in kurduğu NED’nin katkılarıyla

gerçekleştirilen bu derin toplantıda, Rand

Corporation’ın iki kaşar ajanı GrahamFuller

ile Paul Henze başı çekiyordu!

Bu toplantıdan üç yıl sonra (1994) kurulan

TESEV’i uzun yıllar boyunca fonlayan

NED’den (National Endowment for

Democracy) söz ediyoruz!

Amerikancı TESEV’i (2015 yılına kadar) tam

on yedi yıl süreyle yöneten kişinin Nafiz John

Paker olduğunu, tam daburada hatırlayalım!

TESEV’in 183 numaralı kurucusu Kemal

Kılıçdaroğlu ise Şubat 2012’den bu tarafa

FETÖ’nün stratejik ortağıdır…

Kılıçdaroğlu, CHP’nin başına 2010’da

“kasetle” gelmişti:

Yıllarca önce CIA’de pişirilen “Ilımlı İslam!”

projesi için “yol verilen” Locaefendi’nin

talimatıyla gerçekleştirilmiş olan bir kaset

operasyonundan söz ediyoruz!

CIA’in kurduğu Rand Corporation’ın

2007’deki bir başka raporuda “Ilımlı

Müslüman Ağlar Oluşturmak” üzerinedir!

Rahmetli Necmettin Erbakan, bu sinsi

raporun dolaşıma girdiği dönemdeki bir

söyleşisinde aynen şöyle diyordu:

“Ilımlı demek, cihad şuuru olmayan bir

Müslüman istemektir! Sömürüye sesini

çıkarmayacak, Haçlı Siyonist İttifakı’nın

emrinde olacaksın, demektir!

ABD ve İsrail’in masum Müslüman kitleleri

kasten katletmesine, kanlarını dökmesine ses

çıkarmayacaksın; bağımsızlıktan asla söz

etmeyeceksin; aynen Batı’dakiler gibi

Müslümanları terörist kabul edeceksin! Ilımlı

İslam diyerek, işte böyle düşünen

Müslümanlar istiyorlar!”

Page 11: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

SABAH- Mehmet BARLAS Ortadoğu’nun Tek Eksiği Kudüs’ün Kriz Kaynağı

Olmasıydı

Allah iyiliğini versin şu Trump'ın... Dünyada ve özellikle Ortadoğu'da savaşa dönüşmeye hazır krizler eksikmiş gibi, Trump İsrail'in başkentini Kudüs olarak tanımaya yönlendiriyor ABD'yi... Tel Aviv'deki ABD Büyükelçiliği'ni de hemen Kudüs'e taşıyacakmış. ABD'nin her dediğine evet diyen Ürdün bile "Sakın böyle bir şey yapmayın" diyerek Trump'ı uyardı. Ankara'yı da geç tanıdılar ABD böyle garip bir ülke... 1'inci Dünya Savaşı'na katılan ve Paris Barış Konferansı'nda Başkan Wilson tarafından temsil edilen ABD, hemen sonra içine dönme (İzolasyonizm) kararı almıştı. Barış antlaşmalarını ve bu arada Lozan'ı da tanımamıştı. Bu nedenle 1932'de Franklin D. Roosewelt başkan seçilinceye kadar, ABD için Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti İstanbul olarak kaldı. ABD elçiliği de İstanbul'da Beyoğlu'ndaki eski konsolosluk binasıydı. O döneme kadar ABD'de alkollü içki yasağı olduğu için, konsolosluktaki davetlerde konuklara, binanın önündeki sokakta içki ikram edilirmiş. Oldubittiler Tabii ki Kudüs'ün ABD tarafından İsrail'in başkenti olarak tanınması, Ankara'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olarak tanınmasından çok farklı bir olay... Çünkü İsrail Ürdün'ün olan Kudüs'ü, "6 Gün Savaşı"ndan sonra işgal etti. Bu bir fiili durumdu ve bugüne kadar sadece İsrail için Kudüs resmi başkentti. ABD bu fiili durumu resmi bir kabule dönüştürürse, Ortadoğu'da yeni bir krizin tohumu atılacak. İsrail'i kendisine müttefik olarak seçen yeni Suudi rejimi bile, bu oldubittiyi kabul etmekte zorlanacak. Garip davranışlar Acaba Trump bunca garip davranışı, başkan olduğunu kanıtlamak için mi sergiliyor? Gerçekten de mesela Kuzey Kore ile bir nükleer savaşı adeta zorluyormuş gibi

davranıyor. ABD'de artık başkanlık makamının kararları değil, başkanın garip içerikli tweet'leri daha çok önem taşımaya başladı. Bu tweet'lerde bir göçmenler ülkesi olan ABD'de açık ve seçik yabancı düşmanlığı ve İslamofobi sözcülüğü yapmakta. Ülkelerle ilişkileri, o ülkeler ABD'den silah satın aldıkları oranda gelişiyor. Bir yanda mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan'la el sıkışıp onu överken, öte yanda Türkiye'ye karşı her çeşit tezgâh sergileniyor. Evet... Ortadoğu'da bir eksiğimiz Kudüs'ün İsrail'in resmi başkenti olmasına ilişkin krizdi. Allah Trump'a izan ve hepimize sabır versin.

SABAH -

Burhanettin DURAN Kudüs Krizi Hesapları Bozar

Başkan Trump'ın önümüzdeki günlerde İsrail'deki ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararı verebileceği medyaya yansıdı. Eski ulusal güvenlik danışmanı M. Flynn'ın itirafçı olmasıyla soruşturmanın Trump'ın damadına ve oğluna ulaşması gündemde. Dahası, eski FBI direktörü J. Comey'i görevden alması sebebiyle Trump'ın kendisinin de başı dertte. Böyle bir ortamda Kuzey Kore ile "maalesef savaşın çok yakın olduğu" en üst düzeyde tartışılıyor. Ve yine Ortadoğu'nun eskimeyen sorunu olan Kudüs'ün statüsü alevlendiriliyor. Trump bir seçim vaadini gerçekleştirerek İsrail lobisinin desteğini almaya çalışıyor olabilir. Bunun kendisini Kongre'de rahatlatacağı hesabını güdebilir. Ancak bu karar çok yönlü olarak ABD ve İsrail hesaplarını zora sokacaktır. Arap isyanlarından bu yana bölgedeki kaostan en çok istifade eden ülke İsrail. Tel Aviv , Suriye ve Irak'ın iç savaşa sürüklenmesi, Mısır'da Sisi darbesi ve Türkiye'nin saldırı altında olması ile çok rahatladı. İki devletli çözüm tartışma dışı kaldı. Arap-İsrail çatışması unutuldu. Gözler Arapların kendi içindeki sorunlara ya da İran Şi i yayılmacılığına çevrildi. Filistin konusunda Tel Aviv'e hiçbir uluslararası baskı gündemde değil. Trump'ın

Page 12: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

seçilmesi ve damadı Kushner sebebiyle İsrail'in Washington'da menfaatlerini maksimize edeceği bir ortam oluştu. Tel Aviv, Moskova ile seçilmiş konularda işbirliği yapabiliyor. Bunun sayesinde Suriye'de tehdit gördüğü zaman Hizbullah ya da İran hedeflerini vurabiliyor. Son aylarda ise uzun süredir yakın çalıştığı BAE'nin yanına Körfez'in abisi S. Arabistan'ı ekledi. Bu ilişkileri gizli olmaktan çıkararak resmileştirme gayretinde. "İran yayılmacılığı" tehdidini hem kendi güvenlik menfaatlerini sağlama alma hem de Körfez'le yakınlaşma için kullanıyor. İşte bu ortamda ne Filistin sorununda yeni bir adım atılması mümkün görünüyor, ne de Tel Aviv'i Doğu Kudüs'te yeni yerleşim yerleri kurmaktan kimse geri çevirebilir. Elçiliği Kudüs'e taşıma kararı İsrail'in çıkarına gibi görülüyor. Trump yönetiminin bugünkü dağınık halinde Washington'daki İsrail lobisi tarihi anın geldiğini düşünüyor olabilir. Doğu Kudüs'ü "birleşik başkenti" haline getirecek ve Siyonist ideal büyük bir sembolik zafer kazanacak. Ancak iki konuda İsrail'in kırılganlığını yeniden gündeme taşıyacak. 1- İsrail'i görünür bir aktör haline getirecek ve bölgesel kaostan istifadesinin saldırgan bir hal aldığı yönünde kamuoyu oluşacak. 2- İsrail-Körfez işbirliği konusu Arap halkları nezdinde tehlikeye girecek. Suud müftüsünün "İsrail ile İran ve Hizbullah'a karşı işbirliği yapılabilir fetvası" halklar nezdindeki meşruiyet sorununu çözemez. Unutulmasın, Kudüs meselesi İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kurulmasına sebebiyet vermişti. Ve sadece Filistin devletinin başkenti değildir, hâlâ İslam dünyasının en kritik, sembolik hassasiyetidir. Trump'ın iktidara gelişinin İsrail'in hırslarını büyüteceğini daha önce yazmıştım. Riyad zirvesi ile Suud hırslarını alevlendiren Trump, elçiliğini Kudüs'e taşırsa Körfez'in altını oyacak bir adım atacak. İran'ı çevrelemek için Körfez ve İsrail arasında bir blok kurmaya dayalı kendi stratejisini baltalayacak. Hamas'ı tümüyle İran'ın yörüngesine itmekle kalmayacak. Bölgedeki Sünni ya da Şii bütün İslamcıları İran'ın kontrolüne verecek. Ve

Tahran'ın Suriye iç savaşında yıpranan ideolojik iddialarına yeniden güç verecek. "Mezhepçi yayılma" suçlaması önemini kaybedecek. Kaldı ki, BAE ve Mısır'ın çabalarıyla süren ve damadı Kushner'in yürüttüğü İsrail-Filistin barışı konusunda henüz bir başarıya imza atılmış değil. Bu çetrefilli barış arayışının kaç ABD başkanını eskittiğini de hatırlatmak gerekmez. Ezcümle Kudüs krizi ABD çıkarlarına hizmet etmeyecek. Washington'daki dağınıklık İran'a muhtaç olduğu, Körfez'e ise hiç istemediği bir müdahaleyi gerçekleştirecek. Arap Birliği'nin olağanüstü toplantı yapması boşuna değil.

SABAH –

Okan MÜDERRİSOĞLU Türkiye’nin Çıkarları Mı, ABD Çıkarları Mı?

Yazı tarihi, 25 Aralık 2013! Yazıyı yazan, dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı Celal Kara! Bu yazı üzerine bilirkişi tayin edilen kişi dönemin Bankalar Yeminli Murakıbı Osman Zeki Canıtez! Kara da Canıtez de FETÖ'nün özel yetiştirdiği isimler ve ikisi de firari! Bir başka ayrıntı... Cumhuriyet savcıları, teknik konularda bilirkişi desteğine ihtiyaç duyabilirler. Bu amaçla ilgili kurumların üst yöneticisinden bir isim görevlendirmesini isterler. Detaylarını inceleyeceğimiz örnek olayda ise eski Savcı Kara, eski murakıp Canıtez'i, "re'sen bilirkişi" tayin ediyor. Yani, neticesi belli rapor hazırlatmak üzere, "örgüt dayanışması içindeki ismi" sahaya sürüyor. Raporun konusu, Halkbank'ın İran işlemleri! İnceleme talebinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı "Kaçakçılık ve Narkotik Suçlar Bürosu"ndan gelmesi dikkat çekici. ABD Başkonsolosluğu çalışanı (tutuklu) Metin Topuz'un, "ABD Uyuşturucu İle Mücadele Dairesi"nin (DEA) İstanbul emniyeti narkotik irtibat görevlisi olması da düşündürücü. Topuz ile 17-25 Aralık yargı darbesini tezgâhlayan kolluk görevlisi FETÖ'cü eski emniyetçiler arasındaki irtibat ise artık sabit bir gerçek! Temel mantığı ise FETÖ'cü savcı ve emniyet müdürlerinin

Page 13: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

kurduğu tezgâha, finansal argüman sağlamak. FETÖ'cülerin gerçekleştirdiği dinlemelerin kayıtları ise raporun ana dayanağı. Ki bunların ABD'deki mahkemeye de servis edildiğine kuşku yok. Buna rağmen, o tutanakların ABD hukuku açısından delil değeri olmadığı ama cezaevinde öldürülmek istenen Rıza Sarraf'a özel garantiler verildiği, sanık konumundan itirafçı (iftiracı) konumuna alındığı da ibretlik bir başka gerçek! Hedef belli... Türkiye Cumhuriyeti'ni itibarsızlaştırmak. Ekonomik açıdan köşeye sıkıştırmak. Türkiye'yi, Ortadoğu'da tavize zorlamak. Bu nedenlerle Cumhurbaşkanımıza kadar uzanan baskı zinciri kurmak. Nükleer programı yüzünden İran'a yönelik yaptırımların niteliği. O yaptırımların bağlayıcı kısmı Haziran 2010 tarihli ve BM Güvenlik Konseyi'nce alınmış. Türkiye bu yaptırımlara uyumu tartışılan bir ülke değil. BM'den sonra AB ve ABD, BM'de eksik bıraktıkları dosyayı tamamlamak üzere ilave düzenlemeler yapmışlar. Nitekim ABD, Temmuz 2010'da ve daha sonra 2012 ve 2013'te ayrı ayrı yasalar çıkarmış. Özel şahıs, şirketler ve bankalara, "Bizim kısıtlarımıza da uyun. Yoksa ABD piyasalarına girememe riskiyle karşılaşırsınız" uyarısında bulunmuş. Demek oluyor ki Türkiye, uluslararası genel yaptırımlara tabi ve bunlara uyumlu. Ankara, ABD'nin iç hukukunda geçerli düzenlemelerle bağlı olmamakla birlikte hassasiyet göstermiş. Murakıbın bile raporunda yazmaktan kaçamadığı kritik hususlara... ... Gerek ülkemizin AB üyesi olmaması gerek ABD'nin tek taraflı yaptırımlarına uyma zorunluluğumuzun bulunmamasına rağmen Türkiye'de faaliyette bulunan bankalar bahse konu yaptırımları azami ölçüde uygulamaya çalışmaktadır! ... Halkbank yetkilileri de İran'la gerçekleştirdiği işlemleri özen yürütmekte olduğu, bu doğrultuda kontrol noktaları tahsis ettiğini, personelin de bu bilinçle davrandığını ifade etmiştir. Lakin... Önemli olan husus, ABD çıkarlarını mı Türkiye'nin çıkarlarını mı esas alacağımız!

SABAH – Salih TUNA GAVUR

Adı lazım değil ablak suratlı "neocon" bir gâvur var. Öyle böyle değil süzme gâvur. Ondaki "Erdoğan derdi" kimsede yok. Matine-suare İngilizce attığı tweet'lerle Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'nı tehdit ediyor. Kesmiyor, aynı haysiyetsizliğe, Türkçe devam ediyor. FETÖ ile organik ilişkisinden midir nedir, oldukça da salak. Salak dediğim... ABD derin devletinin, MİT operasyonundan 17-25 Aralık 2013 darbe girişimine kadar FETÖ'nün tüm kumpaslarının arkasında olduğunun tek başına kanıtı mesabesinde tweet'ler atıyor. Diyeceksiniz ki ne önemi var bunun? FETÖ'nün değil kumpas yapmak, CIA'dan izinsiz maklube bile yemeyeceğini bilenler için elbette önemi yok. Lakin... Bir önceki başbakanımızın malum başdanışmanının, 15 Temmuz işgal girişimin ardından yazdığı yazılarda bile, FETÖ'nün ABD'den bağımsız hareket ettiğini kanıtlamak için kendini nasıl telef ettiğini aklınıza düşürürseniz gayet önemli. O ablak suratlı neocon gavurun son tweet'i şöyle: "Zarrab ve MİT TIR'ları gibi olaylar uluslararası mahkemede yargılanacaktır. Ancak suçlamaların muhatabı, Türk devleti değil RTE rejimi olacaktır. Çünkü devlet görevlileri bu hukuksuz olaylara müdahale etmiş ancak Erdoğan rejimi tarafından bu görevlilerin hepsi hapse atılmıştır..." Görüyor musunuz gâvurun akıllarını? Bir tweet'le nasıl da deşifre ediyor Zarrab kumpasıyla eşzamanlı algı operatörlüğü yapan Kemal Bey'in zihniyet köklerini... MİT TIR'larına "devlet görevlilerinin" müdahale ettiğini söyleyen bu "neocon" gâvura göre, 15 Temmuz'da da aynı "devlet görevlileri" millete müdahale etmiş oluyor. Artık her şeyi açık seçik itiraf ediyorlar. Demek ki...

Page 14: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

Türkiye'de "devlet" dedikleri FETÖ, "hukuk" dedikleri de FETÖ yargısından ibaretti. Mahut neocon gâvur mezkûr tweet'iyle aklı sıra, Erdoğan ile bu milleti, bu devleti, bu ülkeyi ayrıştıracak. Erdoğan Türkiye'nin ta kendisidir, haberi yok. Neden mi böyledir? Her şeyden evvel hedefe koydukları için böyledir. Çünkü onun boyunu kaşını gözünü değil (bu ülke, bu millet adına) dik duruşunu, boyun eğmeyişini, diz çökmeyişini kafaya takmışlardır. Ne demişti ABD eski Anlara Büyükelçisi James Jeffrey, hatırlamanın tam vaktidir: "Suudlar, Mısırlılar her koşulda bize yaltaklanıyorlar. Erdoğan ise bizimle çatışıyor, çelişkilerimizi yüzümüze vuruyor. Bu yüzden Erdoğan Washington'da sevilmiyor..." Daha ne desin?

SABAH – Şeref OĞUZ Yurtdışı Meraklısı İşadamları Kim?

Ekonomisi küresel sistemle bütünleşik bir ülkede para ve sermaye hareketlerine sınırlama olur mu? Kesinlikle olmaz, olamaz. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan dün bunun altını bir kez daha çizdi ve "isteyen herkes parasını yurtdışına çıkarabilir. Yatırım için yurtdışına kaynak götürene asla bir sözümüz olamaz." Peki, mal varlıklarını başka ülkelere kaçırmaya çalışanlara dair Cumhurbaşkanı'nın aldığı sinyaller? Bu konuya açıklık getiriyor: "FETÖ, PKK gibi terör örgütleriyle irtibatlı oldukları için paralarıyla beraber bu ülkedeki kaynakları yurtdışına çıkaran zaten haindir, bunu söylüyorum." Kambiyo rejiminin serbest olduğu 1989'dan bu yana isteyen herkes yurtdışına parasını çıkarma hak ve imkânına sahip. Nitekim global finans sisteminin aktif katılımcısı olarak Türkiye, borsası, yatırımcısı ile küresel oyuncu durumunda... Fakat FETÖ ve PKK ilişkili veya bu terör

örgütlerinin fon sağlayıcısı durumundaki para hareketliliğine karşı, duyarlı duruşumuz da var. Tıpkı ulusal güvenliğine tehdit oluşturanları sıkıca takip eden diğer büyük ülkeler gibi. Hal böyle iken özellikle ekonomimize yönelik saldırıların arttığı dönemlerde, algı operasyonları neticesinde ürkütülen bir kısım işadamımızın servetini (gelirini demiyorum) yurtdışına çıkardığı da bir gerçek... Türk Ticaret Kanunu'na göre sermayedarların şirketten para çekmesi serbesttir. İşinin hakkını veren, kazandığıyla işini büyüten ve ekonomiye can veren işadamlarımızı özenle ayrı tutarak... Milli duruşunu kaybetmiş, "ne olur ne olmaz" kaygısıyla, şirketlerden çekilen parayı kolayca yurtdışına çıkaranlarımız var. Bu sayede yurtdışında oluşturulan fonlar, daha sonra şirketlere borç olarak veriliyor. Cepten cebe kredi (back to back) dediğimiz bu mekanizma da şirket öz varlığını azaltıyor. Böylece borçlu şirket vergi de ödemiyor. Dolayısıyla hem kurumsal hem de kamu tasarrufları olduğundan düşük görünüyor. Tam da bu yüzden Türkiye kendi ekonomisinde oluşturduğu değerden elde edilen tasarrufları tekrar yurtdışından borçlanmak zorunda kalıyor. Kısacası, bu nedenle cari açık artıyor, paranın fiyatı yukarı itiliyor, milli duruşunu kaybetmişler, hem faizden hem de vergiden kazanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dünkü çağrısı çok net: "Diğer saldırılar yanı sıra ekonominin baskılandığı şu dönemde işadamlarımızın yerli ve milli duruş sergilemeleri gerektiği..." Ve devamında, "işadamlarımız şayet bu dönemde Türkiye ekonomisine sahip çıkmayacaksa, soruyorum ne zaman çıkacaklar?"

Page 15: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

STAR – Ahmet KEKEÇ Davutoğlu’nun Başka İşi Yok Mu? Konya milletvekili ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Amerika’daki Zarrab davasına sert çıkmış: “Kimse Türkiye’nin İran’la ilişkilerini mahkeme konusu yapamaz.” Bu “alkışlık” açıklamayı yapmak için neden bir hafta beklemiş, bilmiyorum. Zaten erken de davransaymış fazla bir şey değişmeyecekmiş. Çünkü, bu açıklamasının arkasına, ilk söylediklerinin altını boşaltan ikinci bir açıklama eklemiş ve şöyle demiş: “Kim servetini artırmayı planlamışsa, kim rüşvet almışsa, kim haksız kazanç peşinde olmuşsa... Onlardan da hesap sorulmalıdır. Hesap verme makamı New York değil Ankara’dır. Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleridir.” Kim rüşvet aldı, bilmiyoruz. Bu konuda elimizdeki tek veri FETÖ iddiaları ve Amerikan makamlarıyla işbirliği yapan Reza’nın ifadeleri... Ki, bu iddialarda asıl amaç, muhayyel rüşvet olaylarını sorgulamak ve suçluları yargı önüne çıkarmak değil, dönemin Başbakanı Erdoğan’ı kriminalize etmekti. Bunu Davutoğlu bilmez mi? Davutoğlu’nun elinde, FETÖ belgeleri dışında, rüşvet iddialarını kanıtlayacak ve olayı Türk mahkemelerine intikal ettirmeyi gerektirecek bilgiler varsa, bunları açıklamalıdır. Yargıya yardımcı olmalıdır. Başbakanlığı döneminde bir girişimde bulunmuştu. “Bunu Cumhurbaşkanımız istiyor” diyerek, FETÖ iddialarında adı geçen dört bakanı Yüce Divan’a yollamaya çalışmıştı. Cumhurbaşkanının böyle bir şey istediği yoktu... Bu, sadece Davutoğlu’nun temennisi yahut isteğiydi. İsteğini, Cumhurbaşkanının ismini kullanarak meşrulaştırmaya çalışıyordu. Söylemesi ayıptır, bu satırların yazarı, o günlerde, Davutoğlu’nun bu girişimine karşı çıkmış, bunun FETÖ kumpaslarını aklayacağını (meşrulaştıracağını) yazmıştı.

Üstelik Davutoğlu, FETÖ muhasarası altındaki “anayasa yargısı” organını işaret ediyordu ki, bu daha da vahimdi. O yazıyı hatırlayalım: Bakanlar Yüce Divan’da aklanıp gelsin... Fakat bir dakika... Sizin “Yüce Divan” dediğiniz Anayasa Mahkemesi değil mi? Bildiğimiz Anayasa Mahkemesi... Son zamanlarda kendisini “Süper Yargıtay”, “Süper Danıştay”, “Süper Sayıştay”, hatta “Süper Yasama Organı” yerine koyan Anayasa Mahkemesi. Bu mahkeme, 61 Anayasası’yla birlikte ihdas edildi. Görevi, yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemektir... Birçok demokratik ülkede bu görevi (denetleme görevini) normal mahkemeler üstleniyor... Bizde de böyle olabilirdi ama “61 konvansiyonu” bunu uygun görmedi ve siyasete müdahale etmeyi alışkanlık haline getirmiş Anayasa Mahkemesi doğdu. Başbakan asanların çıkardığı “Tedbirler Yasası”nı hukuka uygun bulan bu mahkemedir. 12 Eylül’de, varlık nedeni ortadan kalktığı halde, görevine devam eden bu mahkemedir. Refah Partisi’ni kapatan bu mahkemedir. Fazilet Partisi’nin, ileride RP’leşeceği ve “mutlaka suç işleyeceği” vehmini ciddiye alıp, kapatılmasına hükmeden bu mahkemedir. Başörtüsü hakkındaki yasayı yok hükmünde sayan bu mahkemedir. İktidar partisini (yüzde 47 oy almış AK Parti’yi) “irticaı faaliyetlerin odağı” ilan eden bu mahkemedir. Meclis’e Cumhurbaşkanı seçtirmek istemeyenlerin iğvasına kapılıp “367 garabetine” imza atan bu mahkemedir. Bir anayasa değişikliğini “esastan” görüşüp iptal eden bu mahkemedir. Dolayısıyla, “Gitsinler, Anayasa Mahkemesi’nde aklanıp gelsinler” sözü, hoş ama aynı zamanda boş bir temennidir. Ben AK Parti yetkilisi olsaydım, “Ne işleri var Anayasa Mahkemesi’nde?” derdim.

Page 16: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

Çünkü aldığı kararlarla kendisini siyasileştiren ve “siyasi hasım” rolü oynamaya teşne bir mahkemeden söz ediyoruz... Niye gitsinler ki Yüce Divan’a? HAMİŞ Davutoğlu’nun “gitsinler” dediği Anayasa Mahkemesi’nin bazı üyeleri, bugün FETÖ’den tutuklu. Gitmeleri halinde, o bakanların başına neler getirileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Denilebilir ki, “Dünkü Anayasa Mahkemesi FETÖ muhasarası altındaydı. O halde adı geçen bakanlar bugün gidip aklanıp gelsinler.” Nitekim “Hesap verme makamı New York değil Ankara’dır. Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleridir” diyen Davutoğlu da bunu anlatmaya çalışıyor. Herhalde bunu anlatmaya çalışıyor. Bir tür, “fikri takip” yapıyor. O halde soralım: Bu ülkede Başbakanlık yapmış Davutoğlu bunun teknik olarak mümkün olmadığını bilmez mi? İkincisi... Neye göre yargılanacaklar Yüce Divan’da? FETÖ iddialarına göre mi? Çünkü elimizde FETÖ iddiaları dışında başka bilgi yok. O halde FETÖ’ye “can suyu” olacak bu fikri takip de nereden çıktı? Davutoğlu’nun başka işi yok mu?

STAR – Fadime ÖZKAN Kılıçdaroğlu’na Operasyon,

Akşener’e Kıyak Mı? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Erdoğan ailesi ve yakın çevresi yurt dışına para kaçırıyor” iddiasıyla ortaya çıktığı gün, şahsı ve partisi yeni bir döneme girdi. O dönem yükselişle mi ilerleyecek yoksa bir tükeniş ve çürüyüşle mi neticelenecek, zaman gösterecek. Yakın geçmiş ve gelişmeler “çanlar Kemal Bey için çalıyor” diyor. Son atağıyla hakkındaki şüpheleri doğruladı çünkü. Deniz Baykal gibi güçlü bir siyasetçi FETÖ tarafından bel altı kaset operasyonuyla

yerinden edildikten sonra yerine kim getirilse zan altında kalırdı. AmaKemal Kılıçdaroğlu geldi veilk günden itibaren operasyonu ve sahibini doğruladı. FETÖ ile paralel, Türkiye karşıtı odaklarla dostane bir çizgi tutturarak hakkındaki suizanları, önyargıları kesin hükme çevirdi. Şimdi de ABD’deki çadır tiyatrosuyla eş zamanlı olarak, prodüksiyonun ve senaryonun buram buram FETÖ koktuğu bir piyes sahneliyor. İddiasını ispatlayamadı. Ne ithamında bağımsız ve haklı olabileceğine dair halkı ikna edebildi ne FETÖ’nün parmak izlerini üzerinden silebildi. Ama tavsamış bir iştahla arkası salıcılık oynuyor. Bugün yine kürsü günü. Önceki ithamını ispatlamadan yeni ithamlarda bulunacağını ilan ediyor. Açık kiFETÖ’nün sahibi, CHP’nin kurumsal varlığını, Atatürk geçmişini ve yüzde 25’lik tabanını kullanmak istiyor. İktidar yüzü görmemiş CHP ise FETÖ’nün temin ettiği manipülatif malzemelere ve ardındaki gücün bahşedeceklerine ihtiyaç duyuyor. Nerden baksan kirli bir alış veriş. Tuhaf olan, Cumhuriyetle yaşıt bir partinin aklının ve ahlak bilgisinin devreye girmemiş olması. Partinin, bedenini ele geçirmiş bir örgüt hayaleti tarafından kötü emellerine alet edilmesi. Kılıçdaroğlu Yargılanır Bunun CHP’ye siyasi-hukuki bir dönüşü olur. Teslim olunan yapının CHP gemisini ağır ağır dibe, batağa çekiyor olması ilk sonuçlardan. Bir diğeri, ithamlar, iftiralar büyüdükçe Kılıçdaroğlu ve Kılıçdaroğlu CHP’sinin ne kadar hafif olduğunun görünür olması. Hafiflikten kasıt, siyasi-stratejik akıldan ve altı ok’un temsil ilkelerinden yoksunluk hali. Siyasi bir hamle gibi görünse de CHP ve Kılıçdaroğlu için ağır hukuk ihlali içeren mesele itham altında bırakılan kişilerin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ayrı ayrı rekor tazminat davaları açmasıyla anında yargının

Page 17: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

konusu oldu zaten. Başka davalar da gelecektir. Netice de FETÖ’nün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne operasyon yaparken kullandığı belge görünümlü kağıtlarla kamuoyunu yanılttığı için yargılanıyor Mehmet Baransu. Baransu’nun bavulu nasıl yargının konusu olduysa, Kılıçdaroğlu’nun elindeki kaynağı belirsiz, hedefi belli kağıtlar da yargının konusu olacaktır çünkü. İp’e Oy Dizmek CHP’nin böylesi bir tuzağa nasıl çekildiği, parti yetkili kurullarının ve stratejik aklının neden devreye girmediği, koskoca ana muhalefet partisinin nasıl bu kadar kolay kandırılabildiği ayrı bir konu ama benim asıl tartışmak istediğim nokta; bu dekontları temin edip Kılıçdaroğlu’nu kürsüye doğru ittirenlerin bunu neden yaptığı. Akla yatkın olan ve gelişmelerle de örtüşen bir teze göre plan şu: Kılıçdaroğlu ve liderliğindeki CHP, yapılan bu siyasi-hukuki-ahlaki hatanın bedelini önce sandıkta ödeyecek. FETÖ ile işbirliğine girdiği, Türkiye’ye PKK-FETÖ taşeronlarıyla saldıran ABD’nin hedefine hizmet ettiği için antiemperyalist, Atatürk hayranı ve FETÖ düşmanı CHP tabanı tarafından cezalandırılacak. 2019 seçimlerinde CHP’de en azından yüzde 6-7’lik bir oy düşüşü sağlanabilirse, bu tepki oylarına Meral Akşener’in partisi adres gösterilecek. Böylece MHP’den ufalanacak 3-5 puanlık bir oya CHP’den gelecek 6-7’lik oy eklenince FETÖ ve sahibinin istediği üç şey gerçekleşmiş olacak. BİR: İyi Parti yüzde 10 barajını aşıp Meclis’e girecek. İKİ: MHP baraj altında kalacak. ÜÇ: Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019’da Cumhurbaşkanlığı seçimini kazansa da AK Parti, Meclis çoğunluğunu kaybedeceği için ülke yönetiminde zorlanacak ve CHP+HDP+İP’e mecbur kalacak. Erdoğan’ı denklem dışı edemeyenlerin Türkiye’yi dize getirmek için hazırladıkları alternatif plan belki de budur.

STAR –

Mustafa KARTOĞLU Yedinci Suç!

ABD’deki davada Rıza Sarraf, toplam yedi suçlamayı kabul etti. Hakkındaki suçlamaların 6’sı biliniyordu; hepsi İran'a yönelik yaptırımları delmek, ABD Hazinesi’ni zarara uğratmak ve ABD yasasını ihlal etmek çerçevesindeydi. Yedinci suç ise ‘ABD cezaevinde duruşma gününü beklerken bir gardiyana rüşvet vermek’ti. İlk duruşmada Sarraf, “Bir memura bana alkol getirmesi ve cep telefonunu kullanmama izin vermesi için rüşvet verdim” dedi. Davada yargılanan Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın avukatı Victor Rocco’ya göre ise Sarraf, “gardiyanlara rüşvet vererek kadın sokmaya çalışmış, içki, uyuşturucu ve yiyecek temin etmeyi” başarmıştı. Sarraf ilk duruşmada ‘neden itirafçı olduğu’ sorusuna şu cevabı verdi: “Türkiye ile takas olur diye bekledim. Olmayınca cezaevinden çıkmak için en hızlı yol ABD ile işbirliği yapmaktı.” Kafam karıştı! - Sarraf, Türkiye ile takas beklerken neden ABD cezaevinde yeni bir suç işledi? - ABD-Türkiye ilişkilerini etkileyecek kadar önemli bir davanın sanığı, cezaevine -hadi kadın ve uyuşturucuya iddia diyelim- alkol ve cep telefonu nasıl sokabilir? - Bunun için rüşvete meyyal bir gardiyanı kısa sürede ‘gözünden’ mi tanır? - Sarraf’a ‘rüşvete açığız’ mesajını hangi gardiyan verdi? - Alkol ve cep telefonu (veya kadın ve uyuşturucu) cezaevine ne zaman ve nasıl sokulur? - O gardiyan bulundu mu? - O gardiyan ve cezaevi yönetimi hakkında soruşturma açıldı mı?

Page 18: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

- Yoksa bu Sarraf’ın Türkiye’ye iade için son umudunu da kıracak bir ‘kumpas’ mıydı? Yani; - Sarraf’a, ‘O yedinci suçu işlemeyecektin’ mi dedirttiler? Şimdi, Sarraf’ın ‘işbirliği’ mektubunu 26 Ekim 2017’de imzaladığını ve “Benden imzalar alınırken mantığımı etkileyecek, uyuşturucu, alkol ve benzeri hiçbir durum olmadığını belirtirim. Suçlu olduğumun kabulü kararını herhangi bir güç, baskı ve korku altında almadım” dediğini hatırlayalım. Yerseniz! Ben tokum… CHP belgeleri ne anlatıyor? CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ‘Man Adası belgeleri’ diye ortaya çıktığında ‘zamanlama’ya dikkat çekmiştim. Belgeler gerçek mi, sahte mi, para dışarı mı çıkmış, içeri mi girmiş; bunlardan bağımsız sorular sormuştum. Gazetecilere de belgeler gelir. Önce kaynağına bakarız; Kaynağını bilmiyorsak ‘doğrulama imkanı’ olup olmadığına bakarız. Kaynağı belirsiz ve doğrulama imkanı da yoksa, belgenin ‘hangi sonuçlar doğuracağını’ tartışırız. Ve bu sonuçların ‘kimin işine yarayacağını’… CHP, ‘kaynağı’ söylemiyor. Belgelerin doğruluğunu araştırıp araştırmadığını da söylemiyor. ‘Suç vardır’da demiyor. Sarraf davasına ‘denk gelmesini’ de açıklayamıyor. Ne diyor? Kaynak için ‘vatansever birileri’ diyor. Kağtta yazılı isimleri okurken bile defalarca yanlış söylüyor. Biz ortaya attık TBMM araştırsın diyor. Adını verdiği kişiler tazminat davası açınca ‘suç var demedik ki’ diyor. Zamanlamayı, “ABD’de Sarraf davası var diye Türkiye'de siyasi iktidar her şeyi özgürce yapacak veya ileride hukuki olmayan şeyler yapacak ve muhalefet buna susacak mı?” diye savunuyor. Bunu yaparken hem yeniden ‘suç isnadında bulunduğunu’ fark etmiyor;

Hem de ‘ileride hukuki olmayan şeyler yapacak’ diye ilginç bir ‘kehanette’ daha bulunuyor! Enteresan bir şey daha; Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, geçen Cuma günü, “Man Adası adını Kılıçdaroğlu açıklayana kadar duymadıklarını” söyledi. Oysa bir başkaGenel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu, 16 Kasım’da, Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın cevaplaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na soru önergesi vererek, “Man adasıyla yapılan vergi anlaşmasının neden geç yürürlüğe girdiğini” sormuştu! CHP’ye ‘belge’ veren elin bir hesabı var. Birinci hesap Sarraf davasından Türkiye davasına doğru çevrilmeye çalışılan ABD’deki kumpasa karşı Türkiye’de oluşacak toplumsal dayanışmayı kırmak. Tutmazsa da, CHP Genel Başkanı’na dava açılmasını sağlayarak Türkiye hakkında ‘muhalefeti susturan ülke’ programını işletmek. Kılıçdaroğlu ‘vatansever’lerin ‘hangi vatanı sevdiklerinin’ ve kendisini nereye sürüklediklerinin farkında mıdır? Değilse, CHP’nin akil insanları nerededir?

STAR –

Mehmet YEŞİLKAYA Medyanın Z-Arrab Raporu

ABD’deki dava malum. Bir haftadır gündemin en üst sıralarında. Aslında konu basit. ABD İran’a ambargo koymuş. Türkiye de doğalgaz ihtiyacının bir kısmını komşusu İran’dan karşılıyor. Bu ticareti yaparken de güya ABD’nin – BM’nin değil- İran’a ambargosunu delmiş. ABD dosyaları bekletiyor ve uluslararası meselelerde Türkiye’ye istediklerini yaptıramayınca ya da Türkiye’den beklediğini alamayınca Ankara’yı sıkıştırmak için düğmeye basıyor. Bu dosyalarda Fetullahçı Terör Örgütü üyelerinin parmağının olduğunu bilmeyen yok. Sorun şu: Tablo bu kadar net iken medyamız bu davayla başlatılan algı operasyonunu nasıl

Page 19: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

haberleştirdi? İşte can alıcı nokta burası. Terör örgütlerinin yönlendirdiği, Türkiye aleyhine kurgulanan ve kullanılan dosyalarda gerçek haberciliği yapmayı bir türlü öğrenemedik. Ambargo davası bu anlamda medyamızın halini ortaya koyması açısından ibretlik… Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. Davanın görülmeye başlandığı ilk hafta medyanın ekseriyeti maalesef FETÖ’cülerin istediği şekilde aktardı olan biteni. Batı medyasının nedense bu davaya ilgisi hat safhada… İngiliz BBC’nin Türkçe servisi internet sayfasından dava duruşmasını canlı verdi. Hapisten kurtulmak için her şeyi söylemeye hazır olan Zarrab’ın anlattıklarını dakika dakika aktardı. New York Times’ın twitter hesabından Türkçe son dakikalar atılmaya başlandı. Ki bu gazetenin tarihinde bir ilkti. Kısacası garip bir şekilde Batı medyası bu davaya olmadığı kadar ilgi gösteriyor. Hatta ‘saygın’ olarak bilinen Foreign Policy, işi bir adım daha ileri götürerek; ‘Türkiye mafya devleti olma yolunda’ başlığıyla skandal bir haberi servis etti. New York’ta görülen duruşmada Zarrab üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne muazzam bir saldırı başlatıldı. Amaç bu göstermelik yargılama üzerinden Türkiye’yi zora sokmak ve istediğini almak. Bu apaçık ortada… Medyamız bu noktada Batı medyasının kuyruğuna takılmayı tercih etti. Türkiye’nin en çok takip edilen haber sitelerinin bazıları onların yolundan gitti… Tıpkı BBC Türkçe gibi duruşmada olanı dakika dakika canlı aktardılar. Aktarmaya da devam ediyorlar. Unutmayalım ki; ABD’li savcıların FETÖ militanlarının sağladığı sahte delillerle yürüttükleri bu davanın hedefi Türkiye’nin iç siyasetine nüfuz etmek. FETÖ firarilerinin yoğun ilgi gösterdiği ve yakından takip ettiği bu davayı medyamızın bu kadar büyük görmesi sizce de tuhaf değil mi? Son bir bilgi: İran’a ambargoyu en çok İngiltere, Almanya ve Fransa bankaları delmiş.

MİLLİYET- Cemil ERTEM Türkiye İçin Sermaye Ve Piyasa Gerçekleri...

Bir süredir, özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomileriyle ilgili olarak, potansiyel, güncel veri setleri ve beklenti analizlerinden oluşan trend modelleri yerine, spekülatif, uydurulmuş haberlere göre pozisyon almaya çalışan bir “bel altı” kirli piyasa oluşturulmaya çalışılıyor. Bu kirli piyasanın belli kavramsallaştırılmaları da geliştirilmiş durumda. Örneğin, “kırılgan ülkeler”, “kırılgan beşli” gibi kavramlar son zamanların en operasyonel kategori anlatısı olarak bu “piyasanın” diline yerleştirildi. Eskiden IMF’nin yönettiği ya da henüz IMF’nin el atmadığı ülkeler kategorisi vardı. Bu, IMF çıpası olarak nitelendiriliyor ve IMF reçetesinin pençesinde olan ülkelerin borçlarını ödemesi konusunda, çıpa adeta bir garanti oluyordu. IMF çıpası kullanmayan ülkeler ise dalgalı okyanuslarda sürüklenen, batmaya mahkûm ülke muamelesi görüyorlardı. 90'lı yılların finansal kriz silsilesi ve Latin Amerika deneyimleri IMF çıpasının bizzat kriz nedeni olduğunu tüm dünyaya anlattı. IMF, Türkiye dâhil olmak üzere, birçok ülkeden itibar kaybederek kovuldu. Aslında kovulan bir ekonomi politikası anlayışı ve teorisiydi. Bundan sonra ise IMF çıpasının yerini bu ekonomi anlayışını amentü kabul eden küresel sermaye kurumları ve onların analistleri, ideologları aldı. Derecelendirme kuruluşları ise bu anlayışın en ön cephedeki unsurları olarak öne çıktılar ve Arjantin’den Türkiye’ye kadar bütün yükselen ekonomiler üzerinde yeni bir ideolojik baskı, başka deyişle “çıpa” işlevini üstlendiler. Borcu kim ödüyor? Bunların temel argümanı, bu ülkelerin

sermaye giriş çıkışlarını kontrol altına alacağı,

borçlarını ödemeyecekleri ve/veya

ödeyemeyecekleri üzerine kurulmuştu. Oysa

tam aksine, başta Türkiye olmak üzere, şimdi

“kırılgan beşli” diye anılan ülkelerin borçlarını

ödememe, sermaye giriş-çıkışlarına kısıtlama

getirme gibi hiçbir girişimi olmamıştır.

Page 20: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

Borçları ödeyemeyen AB’nin burnundan kıl

aldırmayan ülkeleri olmuş, tam aksine, hiçbir

“kırılgan beşli” ülkesi, yakın zamanda, borç

ödeyememe sorunuyla karşılaşmamıştır.

Türkiye, 80'li yılların ortalarından itibaren

hızlı bir liberalleşme sürecini, partiler üstü

ekonomi politikası yapmıştır. Tabii ki bu

politikanın hayli tartışmalı, düzeltilmesi

gereken yanları vardır. Ama işin ilginç yanı, bu

politikanın bütün temel yanlışları, IMF’den

kalma para ve maliye politikaları anlayışının

ısrarla sürdürülmesi nedeniyle oluşmuştur.

Örneğin, Türkiye’yi 2001 krizine götüren kur

rejimi ve yalnız borç çevrimi üzerine kurulan

“kemer sıkma” politikaları, ithalata, borca

dayalı bir sanayisizleştirme anlayışı olmuştur.

Bu politikalar, Erdoğan dönemiyle bitirilmeye

çalışılan eskinin temel yanlışlarıydı. Aynı tablo

mesela Arjantin’de de vardı.

Müdahaleci anlayış

Sermaye giriş çıkışlarını kontrol eden buna

bağlı olarak sabit kur rejimine dayalı, dışarıya

kaynak aktarmaya dönük aşırı borç üreten

ekonomi-politikaları, uzun yıllar hem Latin

Amerika’ya hem de bize “liberal” ekonomi

politikası diye yutturuldu.

Mesela Arjantin’in 80'li ve 90'lı yıllardaki tüm

krizleri ve Türkiye’nin 2001 krizini oluşturan

temel nedenlerin arasında, merkez

bankalarının uyguladığı sabit ya da yarı dalgalı

kur rejimleri, para arzını dolar rezervleriyle

sınırlayan, bütçeyi borç ödeme üzerine kuran,

bütün yatırımları rafa kaldıran, ekonomiye

yukarıdan ve dışarıdan müdahale eden tekelci-

piyasa dışı anlayış vardı.

Bu ekonomilere uzun vadeli yatırımcı sermaye

girişi ve bu ülkelerin dışarıda sermaye yatırımı

yapmaları da yanlış ekonomi politikalarıyla

engelleniyordu. Oysa şunu çok iyi biliyoruz ki

sermaye ihraç edemeyen bir ülke, hiçbir

zaman ekonomik olarak güçlü olamaz;

sermaye ihraç edemeyen bir ekonomi, bir

müddet sonra, siyasi olarak da güçsüz olur ve

büyük ülkeler tarafından köşeye sıkıştırılır.

Türkiye, son yıllarda bu gerçeğe uygun hareket

etmiştir.

Türkiye’den 2002’den 2017 üçüncü çeyreği

sonuna değin, stok farkı olarak, yurt dışına

35.5 milyar dolarlık Doğrudan Yatırım (FDI)

gitmiş buna karşılık dış âlemden bize, bu

sürede, 158.6 milyar dolar yatırım (FDI)

gelmiştir. Bu, Erdoğan döneminin en önemli

iktisadi ayrımlarından biridir. Daha önce

böyle bir sermaye hareketi (FDI olarak)

mümkün değildi.

Öte yandan, güncel, ödemeler dengesi olarak

Türkiye’den yurt dışına FDI olarak 2016

yılında 3 milyar 147 milyon ABD Doları

bazında sermaye gitmiş, bu 2017 yılı için, eylül

sonuna değin 1 milyar 825 milyon dolar olarak

gerçekleşmiş.

2016 yılında ise 12 milyar 771 milyar dolar FDI

almış Türkiye...

Bu rakamlar, dünyada kapitalizmin tarihinin

en büyük krizlerinden birinin yaşandığı ve

Türkiye’de bir darbe girişiminin bulunulduğu

konjonktürde gerçekleşmiştir ama tabii ki

yeterli değildir.

Türkiye, uluslararası yatırım pozisyonu

hacmini önümüzdeki yıllarda ekonomik ve

siyasi istikrarla birlikte büyütecektir.

Bütün bunlara bağlı olarak artık şu gerçekleri

bilelim; Türkiye, piyasa giriş çıkışlarının en

serbest olduğu, dalgalı kur rejimi uygulayan,

şeffaf bir bütçe uygulamasına ve kamu

maliyesine sahip, ender ülkelerden biridir.

Öncelikle dalgalı kur rejimi uygulayan bir

ülkenin, vergi aracını bile kullanarak, (Tobin

vb) sermaye kontrolü yapması, teorik olarak,

mümkün değildir.

Bu çerçevede tam şuna dikkat edelim; şu

günlerde ne kadar “piyasa” diye ortalığa

dökülen ve eski sömürgeci ekonomi

politikalarının mahkûmu olmuş kişi ve kurum

varsa, bilin ki bunlar o kadar piyasa düşmanı

ve tekelci bir zihniyetin son örnekleridir.

Page 21: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

MİLLİYET –

Nihat Ali ÖZCAN İsrail, Kudüs ve Ötesi

Ortadoğu’da işler her geçen gün daha da karmaşık hale geliyor. Nitekim bu fikri destekleyen bir dizi gelişmeye tanıklık ediyoruz. Sadece son birkaç haftada yaşananlar bile kaosu, geleceğe dair gözler önüne sermeye yetiyor. Geçen hafta İsrail, tehdit olarak gördüğü İran ve Hizbullah’ın Suriye’deki askeri üssüne hava saldırısı düzenledi. Suriye hava savunma sistemi bu saldırıya anında cevap verdi. Her ne kadar sadece fiziki hasardan söz ediliyor olsa da şimdi merak edilen husus İran ve Hizbullah’ın bu saldırıya nasıl cevap vereceği. Cevabın konvansiyonel yöntemlerle olmayacağı yönünde yaygın bir kanaat var. İran uygun koşulları bekleyerek “asimetrik” cevap verecektir. İsrail’in hava saldırısı İran’la sıcak bir çatışmanın mümkün olduğunu da gösteriyor. Öte yandan, Suudi Arabistan ve müttefiklerinin Yemen savaşı orta menzilli füzelerin ateşlenmesiyle yeni bir boyut kazandı. Yemen’de Husilerin ateşlediği 2500 km menzilli füzeler, Birleşik Arap Emirlikleri’nin zengin Abu Dabi kentinde nükleer tesisleri hedef aldı. Füze, hedefini bulmasa da neden olduğu korku İran-Suudi Arabistan ilişkilerini daha da derinleştirecek gibi görünüyor. Öte yandan, Suudi Arabistan’ın yakın müttefiki Mısır güvenlik sorunlarıyla boğuşuyor. Terör Mısır’ı vurmaya devam ediyor. Ülke tek bir saldırıda 316 kayıp verdi ve büyük bir şok yaşadı. Ordu ve polis, başta Sina Yarımadası olmak üzere, ülkede terörle baş etmekte zorlanıyor. Güvenlik sorunlarının kısa vadede, başta turizm olmak üzere, ülkeye ciddi ekonomik ve siyasi maliyetinin olacağı belli. Suriye iç savaşında ağırlık noktası DAEŞ’in coğrafi kontrolü kaybetmesinin ardından diplomasi alanına kaymış durumda. Masaya güçlü oturmak isteyen tüm taraflar, pozisyonlarını yeniden belirliyorlar.

PKK/PYD, Fırat’ın doğusundaki son DAEŞ bölgelerini de Rusya ve ABD’nin birlikte sağladığı destekle ele geçirdi. Bu işbirliği taktiksel olarak görülse de Suriye’nin geleceğini belirleyecek müzakere masasına ve muhayyel Suriye’nin anayasal yapısına nasıl yansıyacağını bir süre sonra göreceğiz. Böylesine karmaşık bir ortamı daha da içinden çıkılmaz hale getirecek haberler yine ABD’den geliyor. Başkan Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan etmeye hazırlanıyor. Bu karar, Kudüs’ün İslam dünyasındaki sembolik önemi nedeniyle devam eden tüm gerilim alanlarını ve çatışmaları derinden etkileyecektir. Karar en başta, zaten bölgede çok da iyi olmayan ABD algısını daha da kötüleştirecektir. Kararın açıklanmasıyla İsrail mutlu olabilir. Ancak karar İran, Hizbullah, DAEŞ ve radikaller cephesine “ideolojik cephane” takviyesi anlamına gelecektir. Öte yandan, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması, bu ülkeyle işbirliği yapan Suudi Arabistan ve Mısır açısından baş edilmesi zor ve yeni bir sorun demek olacaktır.

HÜRRİYET –

Abdulkadir SELVİ FETÖ’nün Yeni Sistemi Nasıl

Çözüldü FETÖ, Bizans’tan önce yaşasaydı, herhalde “Bizans oyunları” denmez, “FETÖ oyunları” denilirdi. Çünkü Bizans’ta oyun bitiyor, FETÖ’de bitmiyor. ByLock’un çözülmesine, Eagle ve Tango’dan haberleşmelerin deşifre olmasına, bir kısmı yurtdışına kaçıp, onbinlercesi hapsedilmesine rağmen haberleşmesini her defasında yeni bir yöntemle sürdürüyor. FETÖ’nün, 15 Temmuz’dan sonra TSK’daki yeni haberleşme sistemi, “Ardışık Arama Yöntemi” ile tespit edilebildi. Çünkü asker imamlarının yeniden örgütlemeye çalıştığı TSK mensuplarının isimleri ne ByLock listelerinde yer alıyordu ne de mahrem imamların itiraflarında geçti. Yurtta Sulh Konseyi listelerinde de yer almıyordu. O

Page 22: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

nedenle tespit edilememişlerdi. İstihbarat ve güvenlik birimlerimizin ortak çalışması sonucunda deşifre edilen yeni sistemin adı, “Ardışık Arama Yöntemi”. Sistem şöyle işliyor: Her ayın cumartesi ya da pazartesi günü FETÖ’nün asker imamları, kontörlü telefondan ya da büfelerdeki ücretli sabit hattan sorumlu olduğu 10 kişiyi arıyor. Onlara maklube yiyecekleri ya da buluşacakları yeri bildiriyorlar. Bu işlem her ayın belirlenen gününde tekrar ediyor. Hatırlarsanız 9 Kasım tarihli, “FETÖ’nün yeni oyunu” başlıklı yazımda, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yeni sistemden söz etmiştim. Ankesörlü hattan yeni tayin olarak gelen subayın telefonu aranıyor, ona o ilde kendileriyle ilgilenecek olan asker imamın ismi veriliyordu. Kısa bir süre sonra yine kontörlü hattan o şahıs arıyor ve buluşacakları yeri bildiriyordu. ARDIŞIK ARAMA YÖNTEMİ İstihbarat ve güvenlik birimlerinin ciddi bir çalışma sonucunda çözdüğü “Ardışık Arama Yöntemi” ise bunun bir üst versiyonu. Sistem şöyle çalışıyor: Kontörlü hattan TSK’daki FETÖ’cüyü arayan asker imamı, o numaranın ardından hemen diğerini çevirmiyor. Ne yapıyor? Örneğin 0532’li bir numarayı arıyor. Görüşme bittikten sonra bu kez 0532’yi çeviriyor. 0532’den sonraki ilk numarayı, 7’nci ve 5’inci rakamı değiştiriyor uydurduğu bir numarayı arayıp kapatıyor. Bir sonraki hafta ise esas numarayı arayıp görüştükten sonra, yine kendisine bildirilen rakamları değiştirip arayıp, kapatıyor. Bunu her numarayı aradıktan sonra yapıyor. Ama her defasında aynı rakamların yerini değiştirmiyor. Örneğin o asker imamına 10 kişi bağlıysa hepsini tek tek aramıyor. Her görüşmeden sonra önce bu işlemi yapıyor, sonra diğer numarayı arıyor. Değişiklikleri de kafasına göre değil, önceden kendisine bildirilen sisteme göre yapıyor. Ardışık Arama Yöntemi ile tespit edilen TSK mensuplarının isimleri ne ByLock listelerinde yer alıyordu ne de mahrem imamların itiraflarında geçti. Hatta 15 Temmuz darbe girişimi sırasında yayınlanan Yurtta Sulh

Konseyi listelerinde de yer almıyordu. O nedenle kendilerini gizlediler. Kriptonun Kriptosu Kritik iki nokta var. 1- TSK içinde hâlâ hiçbir sistemle tespit edilememiş FETÖ’cülerin varlığı. 2- Şu ana kadar kendisini gizlemeyi başaran FETÖ’cülerin girişebileceği eylemler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik suikast girişimi ya da intihar eylemi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 333’ü asker, 27’si mahrem imam olmak üzere 343 kişi, Eskişehir’de ise aralarında savaş pilotlarının da bulunduğu 66 TSK mensubuna yönelik operasyon, bu yöntemle yapılan tespitler üzerine gerçekleştirildi. Tabii bu olayın deşifre olması üzerine FETÖ’nün asker imamları aramaları kesiyor. Onlar şimdi yeni yöntemleri kullanmakla meşgul, devlet ise onu tespit etmekle. Bu ne FETÖ’ymüş böyle demeyin, tam bir istihbarat yapılanması. Firari FETÖ’cüler arasındaki, “Hususilerin ilişki süreleri dahi kayıt altına alınıyormuş. Aile mahremiyeti ortada kalır mı?” tartışmasını izleyince, pes dedim.

HÜRRİYET– Murat YETKİN Zarrab Davasında Dağ Fare

Doğurabilir Türkiye içinde ya da dışında muhalefet umutlarını ABD’deki Reza Zarrab davasına bağlayanlar varsa, bana kızacaktır şimdi ama bu davada dağın fare doğurma ihtimaline hazırlıklı olmalarında yarar var. Bu söylediğim, Zarrab davasından hiçbir şey çıkmayacağı anlamına gelmiyor. Eğer savcılık yeni ve somut kanıtlarla gelmez ise, dava bu haliyle de Amerikan bankalarının Halkbank’ı cezalandırmasına, bunun da Türk ekonomisine zarar vermesine yol açabilir. Benim kastım, varsa bu davanın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile doğrudan bağlantısını kanıtlamasını bekleyenler için. Neden mi? Zarrab mahkemede bir numaralı sanık Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’ya rüşvet vermediğini, çünkü Atilla’nın hiç rüşvet istemediğini

Page 23: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

söylediğinden bu yana sanki işinin seyrinin değiştiği izlenimi mevcut. Hürriyet muhabirleri Razi Canikligil ve Cansu Çamlıbel’in mahkemeden verdiği haberleri dikkatle okuyanlar da bunu anlamışlardır zaten şimdiye dek. Zarrab’ın dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a “40-50 milyon Avro” ve keza dönemin AB İşleri Bakanı Egemen Bağış’a rüşvet verdiği iddiaları hala kanıta muhtaç; olmuştur, ya da olmamıştır demiyorum, ama kanıta muhtaç. Zarrab’ın Ziraat ve Vakıflar bankasının da ABD’nin İran’a yaptırımlarının etrafından dolanmak üzere dönemim başbakanı Erdoğan ve ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan tarafından talimat verildiği ifadesi de kendi duyumu dahi değil, öyle duyduğunu söylüyor; yani mahkemeye bunları destekleyecek yeni kanıtlar sunulmazsa, bu ifade de kanıt sayılmayabilir. Bütün bu olanları konuşmak, iddialar kanıtlansın, ya da kanıtlanmasın, bu hesaplaşmanın Türkiye’deki bir mahkeme yerine ABD’deki bir mahkemede görülüyor olmasından vatandaşların çoğunun duyduğu utancı azaltmıyor. Neticede tartışılan ülkemizin de itibarıdır. Biz bu hesaplaşmayı kapatmak yerine kendi içimizde yapmış olsaydık, bugün bu utanç verici tartışmanın konusu olmayacaktık. Ama olan biteni serinkanlılıkla tahlil etmeye çalıştığımızda, tekrar ediyorum, yeni ve somut kanıtlar ortaya çıkmazsa Zarrab davasının Türk iç politikasına etkisini bekleyenler bakımından dağın fare doğurması ihtimali var. Ve dahası da var. Hükümet mahkemeye sunulan dinleyen kanıtlarının 17-25 Aralık 2013 davalarına konu olan telefon kayıtlarının dökümü olduğu ve dinlemelerin yasadışı elde edildiği ve üzerinde oynanmış olduğu için geçersiz sayılması gerektiğini söylüyor. Oysa davayı izleyen ve 17-25’e de aşina olan gazeteciler, Amerikan mahkemesine sunulanların 17-25’tekilerden daha fazla bilgi içerdiğini gözlemliyor. Üstelik buna Zarrab’ın ta 2012’ye kadar giden Whatsapp mesajlarının da dahil olduğu bildiriliyor.

Şimdi; Eğer Zarrab 2012’den bu yana -2013’te tutuklanıp telefonuna el konulmuş olmasına rağmen- aynı telefonu ve aynı numarayı kullanıyorsa ve - Mart 2016’da Florida’da Amerikan polisi tarafından tutuklandığında da üzerinde aynı telefon varsa, bu telefonun kırılması suretiyle ve yine Whatsapp’ın yardımıyla mesajların (telefondan silinmiş olsun olmasın) dört yıl geriye kadar okunur hale getirildiğini varsayabiliriz. Değilse ilk anda akla gelen iki seçenek var: Birincisi, Türkiye’deki bazı telefon konuşmaları, e-posta yazışmaları ve Whatsapp mesajlarının 2013 öncesinde de ABD elektronik istihbarat servisleri, örneğin NSA tarafından dinlemeye alınmış olması ihtimalidir ki, bu casusluk sınırları içine girebilir. İkincisi ise Whatsapp’ın geriye dönük bütün haberleşmeyi korumuş ve gerektiği anda ABD makamlarına vermiş olmasıdır, çünkü bu teknoloji bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de yok. İlginç bir nokta da, Zarrab’ın Türkiye ile ABD arasındaki sorunların değil, aslında ABD ile İrak arasındaki sorunların bir aktörü olduğunu unutmamız; Zarrab İran devletinin ABD yaptırımlarının etrafından dolanmak için işbirliği yaptığı, kullandığı bir gri-ticaret şebekesinin elemanıdır. Bir aşamada artık kamuoyuna malum yöntemlerle Türk pasaportu alıp ismini Rıza Sarraf diye değiştirmesi, bırakıldıktan sonra -hangi akla hizmet ettiği bilinmez- kendisine ihracat şampiyonu ödülleri verilip havuz kanallarında Türk bayrağı önünde vatanseverlik nutukları attırılması bu gerçeği değiştirmiyor. Biz Amerikan ajanı mı, Cemaat casusu mu olduğunu tartışırken Tahran’da birileri Zarrab’ın Amerikan mahkemelerindeki ifadeleriyle Türkiye ile ABD’nin zaten açık olan arasını nasıl daha da açtığını zevkle izlemiyor mudur dersiniz? Kandırılmışız söylemine başvurmak yerine bir de öyle bakın derim manzaraya.

Page 24: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

TÜRKİYE – Nebi MİŞ 2019 Seçimlerinin Erken Başlayan

Operasyonları Son haftalarda CHP eksenli yaşananlar, muhalefetin yeniden dizaynına yönelik bir operasyonunun yürütüldüğüne ilişkin kanaatleri pekiştiriyor. Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanlığından gönderilmesi bir kumpasın sonucunda gerçekleşmişti. Yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun hazırlanması, belirli bir “siyasi kariyer” planlamasını gerektirmişti. “Mavi dosya” görüntüleri ve “yolsuzlukların peşindeki siyasetçi” imajı üzerinden algı çalışması ile “siyasi Cv” oluşturulmuştu. MHP’ye yönelik operasyon da, CHP’de Baykal’ın gidişinde olduğu gibi, kaset kumpası ile yapılmıştı. Yani 17-25 Aralık yargı darbesini gerçekleştirenler, siyaseti çok önceden dizayn etmişlerdi. Yargı darbesinin köşe taşlarını döşemişlerdi. 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlık yapmışlardı. Bugüne gelirsek, 2019 seçimleri için çok yönlü operasyonlar, taktikler, siyasete yönelik müdahaleler çoktan başlatıldı. AK Parti ve MHP karşısında, bir blok oluşturmak için belirli bir yol haritasına bağlı olarak stratejiler yürütülüyor. Ancak gelinen süreçte bu blokun taşıyıcılığını yapacak lider tam olarak netleştirilemediği için arayış da devam ediyor. 16 Nisan’ın ardından Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a yürümesi siyasette kalıcı bir etki yapmadı. Çanakkale’de gerçekleştirilen “adalet kurultayı” ise yine bekleneni vermedi. Son birkaç haftadır yaşananlardan, Erdoğan karşıtı dizayn siyasetine soyunan çevrelerin, 2019 seçimleri için Kılıçdaroğlu’nu liderlik için değil, operasyonlar için kullanacağı sonucu çıkıyor. Yani, Erdoğan karşısında dokuz kez seçim kaybetmiş Kılıçdaroğlu’na tekrar yatırım

yapmaya devam etmek, 2019 için riskli görülüyor. Eğer aday olarak düşünmüş olsalardı, içerisinde ne olduğu belli olmayan kâğıtlar eline tutuşturularak, iddialı bir şekilde ve kaybedeceğini bildikleri hâlde, Erdoğan’ın ona karşı meydan okumasına müsaade etmezlerdi. Bu açıdan bakıldığında, Kılıçdaroğlu’nun Meclis kürsüsünden salladığı belgelerin sahte olup olmaması operasyonu düzenleyenler açısından önemli değil. Onlar için önemli olan, ABD’de devam eden Reza Zarrab davası için ana muhalefet partisine istediklerini söyletebilmek. Söz konusu dava için kullanılabilecek malzemelerin imalatını muhalefet partisi liderine yaptırmak... Yani, Kılıçdaroğlu üzerinden operasyon yapanlar aynı zamanda ona da operasyon yapmış oluyorlar. Operasyonda, CHP’nin kullanıldığı açıkça belli olduğu için, parti içerisinde Atatürkçü ve ulusalcı kanat bu iddiaları sahiplenmedi. Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz’u “kontrollü darbe” olarak nitelendirmesi, darbe ve FETÖ davalarına gerekli ilgiyi göstermemesi bu çevreleri rahatsız etmişti. Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi siyasetin merkezinden gittikçe uzaklaştırması sorun olarak görülüyordu. Dolayısıyla, parti içinde bu çevreler de Kılıçdaroğlu’na yapılan operasyona ses çıkarmayacaklardır. Olup biteni biraz daha izleyeceklerdir. İstanbul ve bazı illerde CHP kongreleri ile ilgili tartışmalar, kavgalar sürüyor. Seçimler erteleniyor. Yani parti içinde de yoğun bir iktidar mücadelesi devam ediyor. *** Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, partisinin Kars 6. Olağan İl Kongresi’nde Kılıçdaroğlu ile ilgili söyledikleri, burada çerçevesini çizdiğim hususların daha iyi anlaşılması bağlamında önem arz ediyor: “Dün belge dedikleri kâğıtları gördükten sonra anladık ki birileri bu zatı fena hâlde tongaya düşürmüş.

Page 25: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

Sanıyorum CHP’de hiçbir zaman bitmeyen ve bu gidişle bitmeyecek olan adam harcama, adamın ayağını kaydırma oyununa bu defa Kemal'in kendisini kurban edecekler, yazık.” Kılıçdaroğlu ve CHP merkezli yaşanan gelişmelere, bir de İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in 2019 cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını şimdiden açıklaması bağlamında bakmak lazım. Tüm bu olup bitenlerin, Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi “çatı aday”a razı etmek için yapıldığı ihtimalini de ayrıca göz önünde bulundurmak gerekiyor.

TÜRKİYE – Fuat UĞUR “Sessizliği Bozan” Bir Demeç

Deyip Geçelim Mi? Öyle tuhaf bir durum ki bu, neresinden bakacağını bilemiyor insan. Sözcü gazetesinin birinci sayfasından gördüğü haberin üst başlığında kullandığı ifadedeki gibi “sessizliğini bozarak” konuşmuş. Memleket ve bu ülkenin Cumhurbaşkanı, seçilmiş meşru hükûmeti sırf küresel ayak oyunlarının piyonu olmuyor diye dört koldan saldırıya uğrarken susuyor, ama kumpas davası sırasında çıkan durumu iç politika malzemesi yapılacağını tecrübeleriyle bilmesi gerektiği hâlde ortaya karışık bir demeç patlatıyor. İki şey söylemiş ve alt alta koyduğumuzda ortaya çıkan tabloda görünen ne onu konuşalım. “17-25 Aralık seçilmiş hükûmete, başbakana, devletin bütün mekanizmalarına ve demokrasiye darbe teşebbüsüdür. (…) Bugün o mahkemede sunulan belgelerin 17-25 Aralık ile irtibatı dolayısıyla bizim açımızdan hükmü yoktur.” Bu sureti haktan olma kısmını takip eden cümleler ise şöyle: “… Reza Zarrab başta olmak üzere bu ateş çemberindeki ülkenin düştüğü zor

şartlarda kim kendi çıkarını düşünmüşse, kim servetini artırmayı planlamışsa, kim rüşvet almışsa, kim haksız kazanç peşinde olmuş ve elde etmişse onlardan da hesap sorulmalıdır. Türkiye’de yanlış bazı işler olmuşsa bu yanlışın hesap verilme makamı da New York değil Ankara’dır, Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleridir.” Söyleyen, “sessizliğini bozarak” konuşan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu. Ben “siyaseten doğrucu” ve karnından konuşan biri olmadığım için söyleyeyim: Kendisi 17-25 Aralık’ta hedef alınan dört bakanın yargılanmasını istiyor. O sıralarda Meclis’ten kendisinin de iyi tanıdığı bazı arkadaşlar da bu bakanların yargılanmasını ve Yüce Divan’a gönderilmelerini ima etmişlerdi. O Yüce Divan’ın yarısının FETÖ’cü olduğu 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıktı. Ama yukarıdaki iki bölümden birinde “O mahkemedeki 17-25 Aralık belgelerinin bizim açımızdan hükmü yoktur” dedikten sonra diğerinde de o bakanları kastederek “kim rüşvet almışsa, kim servetini artırmayı planlamışsa, kim haksız kazanç peşinde olmuş ve elde etmişse onlardan da hesap sorulmalıdır” demiş. Sayın Davutoğlu’nun söylediği iki söz ayrı ayrı ele alındığında kendi başına doğrudur. Ama hükmü olmayan yasa dışı yollardan elde edilmiş sahte belgelerle, birilerinin, rüşvet aldığı, haksız kazanç sağladığı iddiasıyla yargılanmasını istiyorsanız kendinizle çelişirsiniz. Boşuna söylemiyoruz öyle değil mi “Usul esasa mukaddemdir” diyen hukukun o ünlü kuralını. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ndeki büyük çaplı bir yolsuzluk soruşturmasını “Bu belgeler yasa dışı yollardan elde edilmiştir” diyerek sonlandıran hâkimi herkes alkışlamadı mı?

Page 26: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

Balyoz ve Ergenekon davalarını bitiren de yasa dışı yollardan elde edilen ve aynı zamanda tahrif edilen belgeler değil miydi? Bu da aynı şey. Herkes vicdani kanaatlerini ve bir konuya ilişkin fikirlerini eğer bir “hukuk normu” hâline getirmeye kalkacak olursa ülke yaşanmaz hâle gelir. Bunu en iyi Sayın Davutoğlu eskiden Başbakanlık yapmış bir isim olarak iyi bilir. Kaldı ki bazıları yargılanmış ve beraat etmişlerdir kendisinin de işaret ettiği bağımsız ve tarafsız Türk mahkemelerinde. Aslında Davutoğlu’nun böyle karışık ifadeler yerine New York’taki mahkemeyi daha net biçimde “Bu kumpas davası bir an önce sonlandırılmalıdır” diye tanımlaması beklenirdi. Yurt dışına gönderilmiş gibi algılanan selamlar, yurt içinde pek hoş karşılanmadığı için söylüyorum bunu. Ben Sayın Davutoğlu’nun özellikle bazı gazeteler tarafından Reza Zarrab konusuna malzeme edilmesine mesafeli yaklaşıyorum. Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’nin söylediği gibi bu iddialar üzerinde düşünülmeye, araştırılmaya ama aynı zamanda da kanıtlanmaya muhtaç. Ama yine de Reza Zarrab’ın kendisine “Amerikalılar tarafından tehdit ediliyorum, korunmaya ihtiyacım var. Yoksa beni Amerika’ya götürecekler” deyip yardım isteyip istemediğine, kendisinin bu konuyu başından savdığına dair haberlere bir açıklama getirmesinde de fayda var. Çünkü sonuçta Başbakan olduğu sırada Reza Zarrab göz göre göre Amerika’ya gitti ve anında gözaltına alındı. Şimdi anlaşılıyor ki bu anlaşmalı bir gidişti. Sadece o değil Ondan iki ay sonra giden Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla da aynı akıbete uğradı. Nagehan Alçı’nın yazdığına göre bu Mehmet Hakan Atilla’nın Zarrab’ın tutuklanmasından sonra ABD’ye ikinci gidişiydi.

Daha o vakitler hem Reza Zarrab hem de banka müdürlerinin Amerika’ya(yurt dışına) gitmemeleri gerektiğini söyleyen pek çok yazar vardı. Cem Küçük ve Mehmet Hakan Sağlam benim bildiklerim. Ama Mehmet Hakan Atilla gidip Türkiye’ye dönerken tutuklandıktan sonra onu oraya gönderen Halkbank Genel Müdürü Ali Fuat Taşkesenlioğlu görevden alındı. Ali Fuat Taşkesenlioğlu Halkbank’a Bankasya’dan gelen 7 yöneticiden biri. Gelir gelmez yönetim kurulu üyesi yapıldı. Aynı gün de Genel Müdür oldu. Kendisiyle iş mülakatını yapan Ali Babacan’dı. Tarihler Şubat 2014’ü gösteriyordu. Ali Fuat Taşkesenlioğlu Erzurumlu bir ailenin ferdi. Babası Mazhar Taşkesenlioğlu kendisine kitap yazması teklif edilince 1990’lı yılların başlarında İstanbul’a giden bir ilahiyatçı. Hem Marmara İlahiyat’ta ders verdi hem de İbni Abidin ve Muhammed Emin tarafından yazılan Reddül Muhtar (Reddül-Muhtâr Aled-Dürrül-Muhtâr Şerhi Tenvîrül-Ebsâr) adlı eseri çevirip yazdı. Tam 18 ciltlik bu eserler bütününün iki çevirmeni daha vardı: Ahmet Davutoğlu ve Mehmet Savaş. Ahmet Davutoğlu Mazhar Bey'in sohbetlerine iştirak ediyordu. Oğlu Ali Fuat Taşkesenlioğlu ve daha sonra milletvekili yapılan Zehra Taşkesenlioğlu ile bu süreç içinde tanışmış olmalıydılar. Zaten Zehra Hanım'ın daha milletvekili olmadan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Bilim ve Sanat Vakfı’nda altı sene ders aldığını da öğreniyoruz. Ali Fuat Taşkesenlioğlu’na o dönem AK Parti’den itiraz edenler de çıkmış ama İstanbul teşkilatı tarafından “Bizim adamımızdır, iyidir” denilerek sahip çıkılmıştı. Sonuçta Davutoğlu’nun bir demecinden yola çıkıp yazarken nerelere geldik.. Bu yüzden kısa kesip bitirelim.

Page 27: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

TAKVİM / Ergün DİLER İtiraf Hesabı

Dünya üzerinde hiçbir şey tesadüfen olmaz! Atılan her adımın, gidilen her yolun sonunda bir hesap vardır. Ama işinde gücünde olan insanlar yoğunluk içerisinde bunları anlamakta zorlanır! Belki de bu nedenle BASIN vardır! Bilemiyorum. Hayatı anlatmak ve kısa bir özet geçmek için... Washington'dan Pekin'e kadar uzanan hatta ne olursa belli bir planın parçasıdır. Bir akıl vardır. Diğer akılla mücadele eden... Böyledir. Görmeyiz, anlamayız ama... Zaten okullarda da öğretilmez. Kitabı yazılmaz, gazete ve televizyonlarda yer almaz... Karanlık bir tablodur bu! Bizden gizlenen! Örneklerle gidelim... Yakın zaman önce Hollywood TACİZ SKANDALLARIYLA sarsıldı. Hatırlayın! Aralarında Angelina Jolie, Gwyneth Paltrow ve Rose McGowan gibi ünlü isimlerin de bulunduğu 20 STAR Hollywood'un ünlü yapımcısı HARVEY WEINSTEIN tarafından tecavüze ya da tacize uğradığını söyledi. Sayı daha sonra giderek arttı! 1980'li yıllarda Londra'daki evinde Weinstein'ın kendisine saldırarak tecavüz ettiğini söyleyen İngiliz oyuncu Lysette Anthony de son hamleyi yaptı... Ünlü yapımcının başı iyice derde girdi! Herkes bu olanlara MAGAZİN GİBİ BAKTI! Biraz üzerinden geçsin diye bekledim. Bu ortaya atılan iddialar doğru mu değil mi bilemem! Ama ortada Küresel Bir Hesaplaşmanın olduğu gerçek! Pentagon ve CIA Harvey'i bitirme kararı aldı! Bu kişisel bir hamle değildi. Harvey Weinstein, ROTHSCHILD AİLESİNİN Hollywood'daki en önemli ismiydi. AİLEYİ buradan atmak için düğmeye bastılar. Biz bunu YAPIMCITACİZ- TECAVÜZ haberleri ekseninde okuduk. Küresel kavganın oyuncuları üzerinden mesajlar veriliyordu! Verilecekti de... Bu kavgada yer alan Pentagon Türkiye'de de

sahnede! Çoğu zaman görmüyoruz ama... Pentagon raporlarına giren bazı önemli NOTLAR var! Bunlardan birini paylaşmak istiyorum... ABD Genelkurmay Başkanı Dunford, Türkiye'ye gelir... Sanırım 31 Temmuz'da... Darbe girişimi olmuş, Pentagon'a bağlı askerler ele geçirilmiş, itiraflar birbirini kovalamış, kaçanların sığındığı adresler NATO üsleri olmuş ama ABD 15 Temmuz'u kabullenmemekte! İşte bu atmosfer içinde DUNFORD geliyor ve ilgili kişilerle gizli ve önemli bir görüşme gerçekleştiriyor! Suçlamalara karşı sesini yükseltiyor! Karşıdakinin sesini kesiyor. Ve başlıyor konuşmaya: Türkiye'de yaşanan her şey bizimle ilgilidir! Olumlu ya da olumsuz her şeyi dikkatle izleriz. Türkiye'yi kimin yönettiğinin önemi yoktur. Bizim için İNCİRLİK'i kim yönetiyor o önemlidir. İncirlik'teki NÜKLEER SİLAHLAR bizim yönetimimizde olduğu sürece bir sorun yok. Bu silahların yönetimini almaya kalktığınız an bilin ki çok sert karşılık veririz. Her yoldan, her koşulda! Bu konuda düşüncemiz tektir. Değişen BAŞKANLARIN bile bu duruma müdahale etmesi mümkün değildir. İmkansızdır..." Bu sözler PENTAGON kayıtlarında var. Dunford gelip burada bunları söylüyor! 15 Temmuz darbe girişiminin ardından İNCİRLİK'teki elektrik kesintisi ve Türk askerlerinin orayı sarmasıyla yükselen tansiyonun sonucu bu! Peki Dunford ne diyor? Abd Başkanları Buna Müdahale Edemez! Doğru! Edemez. Ettirmezler... Devam... New York'taki Rıza Sarraf davasının (Hakan Atilla davası değildir o) ardından PENTAGON yine düğmeye bastı. Başkan Donald Trump'ın ilk adamı olan Mike Flynn ile TÜRK HEYETİNİN yaptığı görüşmeden sonra CIA eski Direktörü James Woolsey ve FBI eski Başkanı Mueller devreye girdi. FLYNN köşeye itildi... Woolsey bilgileri Mueller'e iletti, o da Flynn üzerinden Trump'a

Page 28: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

ve Erdoğan'a yürümek için açılan yola ilk taşı döşedi! Trump'tan sonra sıra emin olun damadı JARED KUSHNER'e gelecektir! Zaten bütün hazırlıklar bu yönde! Biraz ABD'ye iyi bakmayı biliyorsanız bunu görürsünüz! Peki Rıza Sarraf'ın itirafları, Mike Flynn'ın "Tamam, isteyeceğinizi söyleyeceğim" ifadesi ne anlama geliyor? Kim ne yapmak istiyor? Asıl hedef ne? Pentagon, Woolsey ve Mueller üzerinden sahneye koyduğu oyunla Trump'ı RUSLAR'ın Getirdiğine Herkesin İnanmasını Bekliyor. Bunun için de ciddiye alınacak oyuncuları topluyor! Flynn bunlardan biri! Belki de en başındaki... Pentagon ve ülkenin içindeki Anglo-Sakson İttifak Rothschıld Ailesinin hem ülkelerindeki hem de dünya üzerindeki gücünden rahatsız. Bu nedenle bu gücü öncelikle ABD'de, sonrasında dünyada bitirmek için yola çıkmış durumdalar. Ama karşıdaki güç de Aklı İcat Edenler Neredeyse! Kolay değil yani! Hem de hiç kolay değil... Ama kavga başladı bir kere... Trump'ın siyasi ömrü bitti. Şu anda Pentagon solunum cihazında yaşatıyor! Kullanmak için! Göreceksiniz işi damat Kushner ve eşi Ivanka'ya kadar getirecekler... Amaç bambaşka! Rothschild ailesine savaş açan PENTAGON, Trump- Erdoğan-Putin üçlüsünü istemiyor. Bu ÜÇLÜ yan yana geldiği zaman İPEK YOLU da dünya da bu gücün eksenine girer diye düşünüyor! Arka planda da ROTHSCHILD ailesini gördükleri için Trump'a AMERİKALI gibi bakmıyorlar! KONU bu! Mesele bu! Savaş bu! Kavga bu! Bu nedenledir ki ERDOĞAN ve PUTİN bir şekilde hedeftir! Rus uçağı neden düşürüldü? Rus Büyükelçi Karlov neden Ankara'da öldürüldü? DÜŞÜNÜN! Amaç ne olabilir? Acaba Türk-Rus yakınlaşmasını istemeyenlerin yaptığı bir operasyon olabilir mi! İyice bakın bakalım! Pentagon ve oradaki DERİN ABD'yi temsil eden ANGLO-SAKSON bir ekip ÜÇ LİDERE KARŞI! Rıza Sarraf'ın oraya

gitmesi, itiraflara başlaması, Mike Flynn'ın bir anda devlete dönüp "2016 Aralık ayında Rus Büyükelçi Sergey Kislyak ile yaptığım görüşmenin hem öncesinde hem de sonrasında TRUMP'ın haberi vardı. Çünkü beni oraya gönderen kendisiydi! Ruslar'la yaptığım her görüşmenin emrini veren TRUMP'tı..." Ayrıca Mike Flynn, Mueller'in Türkiye ile ilgili yaptığı bütün suçlamaları da kabul etti! İddia bu! Doğru mu yalan mı yakında göreceğiz! Ama hedef önce TRUMP, sonra ERDOĞAN, ardından da PUTİN! Şimdi dönün en başa! Size anlatılan her şey eksik ve yalan! Hollywood'dan başlayan ve hedef ülkeleri ele geçirmeye kadar uzanması istenen bir rüzgar var! Bu rüzgarın kaynağı PENTAGON! ABD DERİN DEVLETİ! Hedeflerinde de AİLE, yani ROTHSCHILDLER var. Hiç olmadığı kadar büyük bir kavga yaşanacak! Aile 3. Dünya Savaşı Çıkarmayı Bile Düşünmekte! Pentagon Da Bunu Bilmekte... Çok ince hesaplar üzerinden yaşanılan bir savaşın tam içindeyiz. Türkiye olarak da merkezindeyiz... Daha çok şey yaşayacağız. Çok şeye şahitlik edeceğiz. Bu kavganın aktörlerini daha yakından tanıyacağız... Kim ne yaparsa yapsın TÜRKİYE KAZANAN olacaktır. Kaderimiz olan coğrafya en büyük şansımız! UNUTMAYIN! Kimse bizsiz hesap yapamaz... NOT: Bir de sizlerin hiç bilmediği bir bilgi aktarayım! Yaz aylarında EGE SAHİLLERİ lüks yatlarla dolup taşar! Birçok ZENGİN, hatta çok zengin isim gelir, buralara demir atar! Peki neden diye düşünen oldu mu? Sanmıyorum! Gelenlerin pek çoğu Rothschıld Ailesinin Önemli Oyuncularıdır! Egeakdeniz bunların büyük planlarına ev sahipliği yapar! En güvenli yer burasıdır çünkü! Pentagon sadece kendisi burada yaşamak istemektedir! Bizi ilgilendiren boyutu da bu!

Page 29: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

MİLAD / Serdar

ARSEVEN Salı Sendromu…Kılıçdaroğlu Üzerinden Neyi Hedefliyorlar?.. “Deniz Baykal Kasedi”ni piyasaya sürme emrini veren CIA, acaba neleri hedefledi?.. O “ilk” günlerde görebildiğimiz kadarını yazdık; Kılıçdaroğlu’na yol açmak ve son derece keskin ideolojik çizgileri olan bu “tecrübesiz politikacı”yı yanlışlara sürüklemek suretiyle “fay hatlarını” tetiklemek!.. Türkiye, Deniz Baykal döneminde de büyük çatışmaların eşiğine gelmişti ama… Recep Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal, eninde sonunda bir noktada buluşabiliyor ve işler “çatışma” noktasına varmadan meseleyi toparlayabiliyorlardı. Deniz Baykal, bazen “gaza getirilse” de, engin tecrübesi ve “sıkı ulusalcı hassasiyetiyle” durumu idare edebiliyordu. Kemal Kılıçdaroğlu ise toplumun sinir uçlarına sopayla vurup durmaktan, toplumun farklı kesimlerini “sokak çatışmalarına” sürükleyebilecek mesajları vermekten geri durmuyor. Merhum Akademisyen Mahir Kaynak, “Ben etkiye değil, tepkiye bakarım!” derdi. Birileri bir şeyi yapıyorsa, bunu bir “tepki”nin oluşması için yapıyordur ve “muhtemel tepkileri” tahmin etmeye çalışmak, çoğu vakit sağlıklı sonuç verir. Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’ye Genel Başkan olduğu için suçlayamayız ve sorgulayamayız ama O’na Genel Başkanlık yolunu “kasetle” açanların niyetlerini sorgulayabilir, hangi “tepki”lerin meydana gelmesini istediklerini tahmine çalışabiliriz. Kemal Kılıçdaroğlu gibi, coşkun kitleyi karşısında gördüğünde ayarı kaçıran…… “Hakaret” ve “iftira”da sınır tanımayan… Eline tutuşturulan belgenin sahihliğinden ziyade, “sansasyon meydana getirme gücü”nü göz önünde bulunduran bir “tecrübesiz politikacı”nın yolunu açanlar… (Uzmanların yaygın kanaatine göre)

MİT Operasyonu’nu, Gezi Olayları’nı, 17-25 Aralık’ı, 15 Temmuz’u plânlayanlardır!.. ABD’de görülmekte olan ‘Dâvâ’daki gelişmelerle eş zamanlı olarak Kemal Bey’e “Saptırılmış MAN Belgeleri”nin toka edilmesi de, bu çerçevede değerlendirilmelidir. “Kemal Kılıçdaroğlu art niyetlidir!” demiyoruz ha!.. Sadece “Art niyetliler tarafından maalesef yanlış yönlere götürülmektedir ve tecrübe eksikliğinden dolayı bunun farkına varamamaktadır!” diyoruz! “Kemal Kılıçdaroğlu’na operasyon yapılıyor!” söylemini yabana atmamak lâzım. “Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden operasyon yapılıyor!” diyorum ben de... “Nasıl bir tezgâhla karşı karşıya kaldığını hesap edemeyecek kadar tecrübesiz olan” CHP Genel Başkanı’nın “kendi koltuğunu da” riske atarcasına saldırması, hayra alâmet değil!.. Bazı parti yöneticilerinin de, gerilimi “belki de birilerinin gazına gelerek” tırmandırdıklarını görüyoruz. CHP genel başkan yardımcılarından biri, “CHP başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere tehditle karşı karşıya” demiş!.. Kemal Kılıçdaroğlu’nun hapse atılabileceği, CHP’ye kapatma davası açılabileceği gibi “uç” iddialar havada uçuşuyor!.. Bugünlerde Kılıçdaroğlu fazlasıyla öne çıktı. Bu hoş bir durum değil. Ben…. Türkiye’nin 2019 seçimlerine sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesini arzu eden bir vatandaş olarak… Ve bunca yılın tecrübesine dayanarak… “Çok kötü kokular aldığımı” ifade etmek isterim. Bakın yine… “Esas Bombayı Bu Salı Patlatacaklarını” söylemekte CHP ağır topları… Kemal Kılıçdaroğlu bugün de, “gerecek”miş Ülke’yi… Bu da Salı Sendromu!.. Ben diyorum ki…

Page 30: Köşe Yazıları – 05/12/2017 - images.akparti.org.trimages.akparti.org.tr/upload/tbmmgrup/05_ARALIK_2017_YAZARLAR.pdfKöşe Yazıları – 05/12/2017 AKŞAM– Markar ESAYAN 17/25

Köşe Yazıları – 05/12/2017

AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ

Kemal Kılıçdaroğlu’na gerekli cevapları verirken... Bir takım “odakların” muhtemel hain tertiplerini de göz önünde bulundurmak lâzım!.. Bu şer odaklarının “Ülke’yi kaosa sürüklemek için” yapmayacakları hiçbir şey yok, hiçbir şey!... Aman dikkat!.. Siyasette en sert tartışmalar bile “normal” kabul edilebilir… Bizim gibi “eli kalem tutanların” çok dikkatli olmaları gerekir… Kemal Kılıçdaroğlu’nun hangi çevreler tarafından nasıl “yanlışa sürüklendiğine” vurgu yaparken… “Şer odakları”nın arzu ettiği yöndeki “tepki”lerden de uzak durmak gerekiyor!.. Devletimizin, şer odaklarının ülkeyi karıştırmaya matuf muhtemel girişimlerine karşı son derece dikkatli olduğunu biliyoruz. Herkes çok dikkatli olsun!.. “YA TAYYİP ERDOĞAN DÜŞERSE!” Pazar günü, “İş bittiğinde yine ARTİSTLİK yaparlar!’” başlığı altında, AK Parti çevrelerindeki “hesapçıların hallerine” vurgu yapmıştık. “Ya Erdoğan kaybederse, ya FETÖ geri dönerse” ruh haliyle “topa girmeyen” bu tiplerin… “Yiğidin az bulunduğu dönemlerde saklanıp, harman olduğu dönemlerde ortaya çıkan” tipler olduğuna işaretle… İçimizden geldiği gibi vurmuştuk!.. İsyanımızdı bu; 28 Şubat’ta sinenlerin, işler düzelir gibi olduğunda “kahramanlık taslamalarına” isyanımızdı belki de!.. Yazı çok ses getirdi… Dünyanın dört bir yanından arayan okuyucularımızdan bol bol dua aldık!.. Bazı okuyucularımız da, MHP Milletvekili Doç.Dr. Ruhi Ersoy’un muhteşem konuşmasını “hatırlatmamız” tavsiyesinde bulundu. Evet; “…Acaba bir şekliyle parti düşer, iktidar düşer, Tayyip Bey düşerse, FETÖ geri gelirse, emperyalizm yeniden dirilirse, bana bir şey derler mi diye mütereddit

tavırlarla, kararsız hamlelerle devlet yönetilemez, böyle bürokrat olunamaz, böyle milletvekili olunamaz, böyle iş adamı da olunamaz!..” diyordu Sayın MHP’li vekil. Ah şu küçük hesaplar, küçücük hesaplar!.. -Erdoğan giderse bana ne olur?.. -Hükümet düşerse bana ne olur?.. Hiçbir şey olmaz merak etmeyin, hiçbir şey!.. Sizler…

Siz “küçük adamlar”, iktidar gitse de, dursa da, “düzen”de kendinize “güzel” bir yer bulursunuz!.. Sizler… Her devrin muteber zatları!.. “Kıvrak” adamlar!.. Rahmetli Erbakan Hoca Ve Bosna Paraları!.. Bugünlerde… Rahmetli Erbakan Hoca’nın karşı karşıya kaldığı “Bosna için toplanan yardım paralarını iç ettiler!” yollu iftiraları hatırlamakta fayda var. Bosnalı Müslüman kardeşlerimizin soykırıma tabi tutulmasından haz alan, onlara uzanan “yardım elini” kırmak isteyen şer odakları hep birlikte hücuma geçmişlerdi o günlerde. “Mercümek” sembolü üzerinden ne iftiralar atmışlardı… Rahmetli Erbakan Hoca, o günlerde “Bosnalı Müslümanların Direnişi”ne “çeşitli yöntemlerle” destek veriyordu ve bu da şer odaklarını rahatsız ediyordu!.. Yaşı müsait olanlar hatırlar, o günlerde ne fırtınalar kopartılmıştı... Şimdilerde… O günler unutuldu… Yeni bir saldırı operasyonu sürdürülmekte. O gün, Rahmetli Erbakan Hoca’yı hedef alıyorlardı, hâşâ “Bosna’ya Yardım Paralarını Hiç Etmekle” suçlayarak… Bugün de hedefte Sayın Erdoğan var!.. Olaylar biraz farklı ama “şer odakları” aynı!..