kÖŞk fmv Özel erenköy işık lisesi- fen lisesi gazetesi
DESCRIPTION
Yıl: 2015 Sayı: 3TRANSCRIPT
KÖŞKFMV Özel Erenköy Işık Lisesi- Fen Lisesi Gazetesi
Yıl: 2015 Sayı: 3
"Gelin Kahraman Olalım” !!!"Avrupa'da Bir Işıklı” !!!"Doğu'da Pek Çok Kardeşimiz Var"
"24 Kasım Özel” !!!
"New York, New York” !!!
"Hakan Özoğuz'la Ropörtaj” !!!
"Attila İlhan Şiirinde Gerilim” !
Danışman Öğretmenler Ajda Büşra Keleş Temiz Müşerref Ateş Özlem Tüzün!Tasarım!Nadide Akdağ Ajda Büşra Keleş Temiz!!
�1
!
�1
!‘’Gelin Kahraman Olalım’’ Meltem Buse Doğan
sayfa 3
‘’Avrupa'da Bir Işıklı’’ Zeynep Sönmez
sayfa 4
‘’Doğu'da Pek Çok Kardeşimiz Var’’
sayfa 5
‘’1881-1938: Fikirler Ölmez’’ Mehmet Deniz Uysal
sayfa 6
!
’’24 Kasım Özel’’ İrem Su Yalçın
sayfa 7
‘’New York, New York’’ Ece Karaosmanoğlu
sayfa 11
‘’Spor ve Gazeteciliğin Buluşması’’ Başak Cansayfa 13
‘’Hakan Özoğuz'la Röportaj’’
Tanem Sürmelisayfa 19
‘’Call of Duty: Advanced Warfare ‘’
Boran Akçalı sayfa 21
‘’Kader Ajanları’’ Boran Akçalı
sayfa 23
‘’Para’’ Buse Küçükbükücü
sayfa 25
‘’Attila İlhan Şiirinde Gerilime Dair’’
Zeynep İrem Çobanoğlusayfa 27
‘’Geleceğin 12'lerine İthafen…’' Ebru Bozkurt
sayfa 29
‘’İçli Köfte Böyle Yapılır’’ Meltem Buse Doğan
sayfa 31
‘’Yemeye Doyamadığımız Cheesecake Nasıl Yapılır?’’
Sena Ulaşansayfa 33
Bölümlerden Haberler Sosyal Bilimler Fen Bilimleri
Güzel Sanatlar Beden Eğitimi ve Spor
Yabancı Dil sayfa 35
2
‘’Meraklısına’’ Eren Pekgöz
Ayberk Tuncay sayfa 40
İçindekilerİçindekiler
İçindekilerİçindekiler
GELIN KAHRAMAN OLALIM Bu yazıyı okumaya başlamadan önce belki de hiç kahraman olmaya bu kadar yakın olmamıştınız. Okumaya devam ederseniz bir kahraman olabilmenin ne kadar kolay ve zevkli olduğunun farkına varacaksınız. Okumayı bitirdikten sonra ise kahraman olmak için yapmanız gereken ufacık birkaç görev kalacak geriye. Hepimiz küçükken kahraman olma hayalleri kurmuşuzdur. Ya büyüyünce? Büyüyünce de kahraman olmak isteyenlerimiz yok mu? Eminim vardır. Siz de yüzlerce insanın hayatına sihirli bir değnekle dokunur gibi iyi kazanımlar sağlayan, ufacık dokunuşlarla insanların hayatında harika ötesi izler bırakabilen insanları
duyduğunuzda imrenmiyor musunuz? Gelin önce birey olarak, sonra okul olarak, sonra da erişebildiğimiz kadar büyük bir toplulukla insanların kahramanları olalım. Kahraman olmak nedir mi? Bir insanın hayatında isteyebileceğinden bile daha öte güzel izler bırakabilmektir ya da en azından bunun için uğraşıyor olmaktır. Karşılık beklemeksizin iyilik yapmaktır. İyi bir insan olmak, kahraman olmaktır. Önce iyi insan yetiştiren bir okulda okuyoruz. Bize önce iyi insan olmamız gerektiği öğütleniyor. Bu dünyada hepimiz birer iz bırakmak isteriz ve iyi, unutulmaz, takdir edilen bir iz bırakabilmek için iyi bir insan olmaya çabalamalıyız. İşte size iyilik yapabilmek için çok güzel bir fırsat: Enka iyİLİK Projesi. Enka iyİLİK Projesi, Enka Okullarında birkaç IBDP (International Baccaleaureate Diploma Program) öğrencisinin CAS (Creativty, Action, Servise) adlı toplum hizmeti için hazırladıkları bir projedir. Öyle özen gösterilmiş, ciddiye alınmış ve büyütülmüştür ki 22 Kasım 2014 Cumartesi Günü İstanbul’dan birçok lisenin katılımıyla gerçekleşen, yayılmak, tanınmak ve çözüm önerisi bulmak amacıyla bir panel düzenlenmiştir. Bu panele okulumuzdan 11 öğrenci olarak katıldık ve ilk ortak düşüncemiz bu projeyi okulumuzda yaymamız gerektiği oldu. Proje gönüllüleri projeye, ilik bağışını arttırmayı amaçlayarak başlamışlar. Fakat kan kanseri hastalar için Türkiye’de sağlanabilecek en büyük yardım aslında ilik bağışı yapmak değildir. Ne midir? Ne yazık ki alınan onca kan örneğinin incelenmesi ve olası bir ilik nakli beklentisi durumunda kullanılabilmesi adına veri tabanına eklenebilmesidir. Ülkemizde kullanılan gelişmiş bir veri tabanı yazılımı bulunmamaktadır. Bu durum da ilik nakli bekleyen hastaların kendileriyle uyuşan ilik sahibi insan bulmakta çok zorlanmalarına, vakit kaybetmelerine ve gün geçtikçe ölüme daha da yaklaşmalarına neden olmaktadır. Peki biz bu sorunun çözümüne nasıl katkı sağlayabiliriz? Proje kapsamında para toplayarak elde varolan kan örneklerinin incelenmesi için gerekli ekipmanın alınması adına şimdiye kadar yapılmış olan kampanyalar cupcake satışı ve tişört satışıdır. Enka Okullarının başlattığı ve yürütmekte olduğu iyİLİK Projesi’ni okulumuzda yürütme kararı aldık. Bu konudaki çalışmalarımız ilk olarak çoğunlukla bilinçlendirme adı altında olacak çünkü toplumumuzun ilik nakli ile alakalı bilmesi gereken çok şey var. Bilinçlendirme konusunda yapacağımız aktivitelerde bizlere yardımcı olmak veya herhangi yeni bir planla projemize katkıda bulunmak isterseniz proje üyeleri öğrencilere, sorumlu öğretmenlere ulaşmanız yeterli olacaktır. Projeyi yürütmekte olan öğrenciler: Meltem Buse Doğan, Ece Karaosmanoğlu, Ebru Bozkurt, Eda Bulca, Pelin Doğdaş, Petek Güven, Aylin Nasün, Başak Can, Ece Aktan, Berke, Can Güzelkent, Elif Algan. Sorumlu öğretmenler: Işılay Albayrak, Sinem Özgöz, Müge Alım Yalpan, Ayten Öztürk Okçuoğlu
.
Meltem Buse Doğan
3
!
AVRUPA’DA BIR IŞIKLIYouth For Understanding (YFU) tıpkı AFS gibi lise öğrencilerinin yurt dışında eğitim
görmelerini sağlayan, böylece öğrencilerin yeni kültürler, yeni diller öğrenmelerine yardımcı olan köklü bir kuruluştur. Arkadaşımız Doğukan Özkan da 17 Ağustos’ta Almanya’ya bir yıl orada okumak üzere bu kuruluşun bir değişim programıyla gitmişti. Kendisi bu sene Almanya’nın Bonn şehrinin Königswinter bölgesinde yer alan Cjd Königswinter Gymnasium adlı okulda 11. sınıfta öğrenim görmektedir.
Königswinter Belediye Başkanı Peter Wirtz, Doğukan’ın kendi bölgesine geldiğini duymuş ve onunla görüşmek istemiş. Doğukan’ın ev sahibi annesini ve Doğukan’ı gazetecilerle beraber ağırlamış. Doğukan konuşmaları sırasında Türkiye, Almanya’ya uyum süreci, yeni okulu, oradaki arkadaşları ve hobileri gibi çeşitli konulardan bahsetmiş; kendini tanıtmış. Bu sohbet fotoğrafta da görebileceğiniz üzere General-Anzeiger adlı yerel gazetede yer almış. Doğukan, 3 Temmuz’da değişim programını tamamlayarak Türkiye’ye geri dönecek. Kendisinin bu süreci başarılı ve keyif alarak tamamlamasını diliyoruz.
Sizler de Youth For Understanding (YFU) aracılığıyla lise öğreniminizin bir yılını yurt dışında geçirmek istiyorsanız www.yfu-turkey.org internet adresini inceleyebilir, okulumuzun yurt dışı eğitim danışmanıyla görüşebilirsiniz.
.
Zeynep Sönmez
4
DOĞU’DA PEK ÇOK KARDEŞİMİZ VAR
Okulumuzda iki yıldır yürütülmekte olan "Doğu'da Bir
Kardeşim Var" adlı sosyal sorumluluk projesinin "Ağacımızın
Dalları ile Ağrı'daki Kardeşlerimizi Saralım" adlı yeni yıl
kampanyasında kampüsümüzdeki tüm öğrencilerin bir adet
kitap bağışı yapmaları ve bu bağışların Ağrı-Taşlıçay
Anadolu Lisesi'ne, Geçitveren Köyü İlkokulu ile bünyesindeki anaokuluna ve Geçitveren Köyü Ortaokuluna gönderilmesi
planlandı. Kütüphane Sorumlumuz Sevgi Arıoğlu ve IB CAS
Koordinatörü Sinem Özgöz öncülüğünde yürütülen süreç
boyunca tüm öğrenciler proje hakkında detaylı olarak bilgilendirildi ve sosyal sorumluluk kavramı üzerinde duruldu.
Öğrenciler kampanyaya büyük bir duyarlılıkla katılım gösterdiler ve kampüs genelinde 3356 adet kitap ve
anaokuluna hediye edilmek üzere 152 kalem kırtasiye eşyası
toplandı. Toplanan ürünler öğrencilerin de ciddi çabalarıyla
paketlendi ve kitap bağışları Okul Aile Birliği'nin desteğiyle
Ağrı'ya gönderilerek ve dağıtımları sağlandı. Bu projeye gönüllü olarak destek veren herkesi kutlar, herkese nice
gönüllülük dolu “iyi insan” vasfının hakkını veren yıllar
dileriz.
5
1881-193∞ Fikirler Ölmez
“Ben, gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.”(11 Haziran 1937,
Trabzon) demişti ulu önder ve sözünde de durdu. Türk milletinin iyiliği için canını dişine takarak yatağa
düşene kadar çalıştı. Hatay’ı anavatana katmak için hastalığını hiç düşünmeden, onu ölüme götürecek
yolculuklara çıktı. Cumhuriyet kutlamalarına sırf halkın morali bozulmasın diye hasta haliyle katıldı.
Bunların sonunda da Türk milletine en büyük hediyesi olarak canını verdi. 10 Kasım 1938 tarihinde saat
dokuzu beş geçe hediyesini vererek ebediyete intikal etti.
Her sene olduğu gibi bu sene de okulca Ulu Önder’imizi anmayı unutmadık. Saat dokuzu beş geçe
sirenler çaldı ve hayat durdu. Hepimiz saygı duruşuna geçtik. İki dakikalık saygı duruşunun ardından da
İstiklal Marşımızı okuyarak törene başladık. Öncelikle okulumuz koro öğrencileri güzel sesleriyle Atatürk
Marşı, Efem ve Sessiz Gemi şarkılarını söylediler. Her zamanki gibi yine çok başarılıydılar. Onların ardından
“Lider Dediğin” adlı Atatürk’ün fotoğrafları ve sözlerinden oluşan bir sunum izledik. Atatürk’ün halka ne
kadar yakın, ne kadar halk adamı olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Anma törenimizin son bölümünde Sosyal Bilimler Bölümü rehberliğinde bir grup arkadaşımız içinde yer
yer Atatürk’ün anılarının sergilendiği bir şiir dinletisi gerçekleştirdiler.
Ardından Tolga Yücer ile beraber bütün salon gençliğin Atatürk’e yanıtını okuduk. Bu sayede bir kez daha
Atatürk’ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe, durmadan yürüyeceğimize ant içtik. Böylece anma törenimiz
son buldu.
Okulumuzda yapılan 10 Kasım çalışmaları sadece törenle sınırlı değildi. Sınıflarda 10 Kasım için panolar
hazırlandı. Öğrencilerimizin çalışmalarıyla ortaya çok güzel görüntüler çıktı. Bu çalışmalardan birkaçını
fotoğraflarda görmektesiniz.
Biz de bu yazı vesilesiyle Ata’mızı bir kez daha saygı ve rahmetle anıyor ve de diyoruz ki 76 yıldır
oradasın. Gel biraz da cennet özlesin seni. Her ne kadar gelemeyeceğini, onu bir daha göremeyeceğimizi
bilsek de onun sözlerini hatırlayarak kendimizi avutuyor, onun yolundan ayrılmayacağımızı bu yazıyla
beraber bir kez daha yineliyor ve onun sözleriyle sizlere veda ediyoruz:
“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir; benim fikirlerimi,
benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir.”
Mehmet Deniz Uysal
6
Okulumuzun lise müdür yardımcısı ve beden
eğitimi öğretmeni M. Akif Sözeri, 1979 yılında Manisa Spor Akademisi’nden mezun olduktan sonra Galatasaray Spor Kulübünde, Türkiye’nin ilk yüzme kulübü olan İstanbul Yüzme İhtisas Kulübünde, Adalar Su Sporlarında ve milli
takımda antrenörlük yaptı. Asıl branşı yüzme o lan Aki f Hocamız henüz 1999 y ı l ında , okulumuzun Erenköy Kampüsünün açılmasına yen i kara r ver i lmi şken oku la i lk ge len öğ re tmendi r. B i l g i sayar l a r ın bu kadar yaygınlaşmadığı 2000 yılında öğrencilere ait bilgileri kayıt defterine kendi el yazısı ile yazmış ve okulun ilk açıldığı dönemlerde, okuldaki tek beden eğitimi öğretmeni olarak haftada 35 saat derse girmiş. Okulumuzdaki yaşça en büyük olan bu değerli öğretmenimizi gelin daha yakından tanıyalım.$
!Neden öğretmenlik mesleği ve beden eğitimi bölümü?
Tıpkı okulumuzun felsefesinde olduğu gibi asıl amaç iyi insan yetiştirmek, spor ise bunun için bir araç. Yüzmede branşı için bana gelen bir öğrenciye ben istediğim eğitimi verebiliyorum, bu sayede o iyi insana ulaşmak için yüzmeyi araç olarak kullanıyorum. Dolayısı ile bu insanları kendilerine güvenli, çalışkan, üreten, hakkını savunabilen, her zorlukta pes etmeyen, karakterl i , çal ışkan yani bütün iyi insan öze l l ik le r in i t a ş ı yan b i rey le r o l a rak yetiştirebiliyorum. Bu özellikler çoğunlukla sporda va r, bu yüzden ben de i y i in san yetiştirebilmek için ve çocukluğumda da spor yaptığım için bu bölümü seçtim. Aslında önce
eczacılık fakültesindeydim, ancak sonra eczacılık üzerine öğrenimimi bitirmeden spor akademileri açılınca spor akademisine geçtim.$
24 KASIM ÖZEL$Köşk olarak bu sayımızda 24 Kasım Öğretmenler Günü’ne özel olarak okulumuzdaki yaşça en büyük ve en küçük öğretmenlerimizle röportaj yapmak ve onları daha yakından tanımak istedik. Zaman ayırdıkları ve tatlı sohbetleri ile işimi daha da keyifli hale getirdikleri için Ajda ve Akif Hocalarıma teşekkür ediyorum.$
M. AKİF SÖZERİ İLE...
İrem Su Yalçın
7
Öğrencilerle ilişkinizde en çok dikkat ettiğiniz davranışlarınız nelerdir?
Öğrencilerle ilişkilerimde öncelikle dürüst olmaya dikkat ederim. Bazı durumlarda hiçbir tarafa zarar vermeyen küçük beyaz yalanlar söylenebilir, ancak bunun dışında her şeyi açık ve dürüst bir şekilde ifade etmek benim için en doğrusudur ve çok önemlidir. Bunun dışında en önemli şeylerden biri ise sevgidir. Ayrıca insan bir şey yaparken onu en iyi şekilde yapmalıdır, benden daha iyisi olabilir, bu onların başarısı, ama ben ilerde “keşke” demeden, yapacağım işin en iyisini yapmaya çalışırım.$
!Hangi tip öğrencileri seversiniz?
İstemeyi ve almayı bilen öğrencileri çok severim. Pısırık, bakasına iş yükleyen öğrencileri sevmem, üretenleri severim. Ben çok küçük yaşta babamı kaybettim, bu yüzden bütün hayatımı kendim kazandım dolayısıyla üretken olmayı ve çalışmayı seviyorum. Pes etmeyi, kaçmayı sevmiyorum. Halk arasında cabbar denilen, çalışkan, istekli, ne yapacağını planlamış kişileri çok severim. $
!Öğrencilerinizin hangi davranışları sizi sinirlendirir?
Beni sinirlendiren davranışlar; umursamazlık, alaycılık, vurdumduymazlık ve ukalalıktır. Bu davranışları hazmedemem, çünkü herkes haddini ve sınırını bilmeli, sınırı neresiyse onu aşmamalı. Herkesin birbirine karşı saygısı olmalıdır. Ben güzel olan her şeyi, her zaman söylerim, ancak yanlışlıkları sadece bir kere söylerim.$
!Okuldaki en büyük öğretmen olmanın avantajları ya da dezavantajları var mı? Varsa neler?
Yani, büyüklük başka bir şey ve avantaj olduğunu düşünmüyorum. Saygı alınmaz, kazanılır. Eğer davranışlarınla kendini ortaya koyarsan, sana saygı duyulur bu yüzden büyük küçük olmak pek
önemli değil ancak saygı duyulmak çok önemli. Sevgi de tıpkı saygı gibi satın alınamaz ve zorla kendini sevdiremez insan. Arkadaşlarımın ben en büyük olduğum için değil, beni ben olduğum için se vd ik le r in i ve bana sayg ı duyduk la r ın ı düşünüyorum.$
!Okulumuzdaki öğrenci profili hakkında n e l e r d üşü n ü yo rs u n u z ? B aşk a b i r k u r u l uşt a öğre t m e n l i k y a p t ı y s a n ı z karşılaştırabilirsiniz çok sevinirim.
Ben bizim okulun profilini çok beğeniyorum. Paranın kimde olduğu bilinmiyor, tabii ki maddi açıdan çok varl ıkl ı insanlar vardır ancak genellikle emeği ile para kazanan, kültürlü, okumuş yazmış insanların çocukları var. Çok serbest bir okul değiliz, disiplinliyiz. Ayrıca öğretmen ve öğrenciler arasında çok iyi bir etkileşim olduğunu düşünüyorum.$
!Öğre t m e n l i k h a y a t ı n ı z d a k i unutamadığınız bir hatanızı paylaşabilir misiniz?
Herkesin mutlaka hatası vardır. Hatasız insan olmaz. Mutlaka hatalarım olmuştur ancak çok büyük bir hata yaptığımı hatırlamıyorum. $
!!
!
Bu samimi sohbet için teşekkür ediyor, öğretmenler gününüzü kutluyoruz. Nice öğretmenler günlerini birlikte kutlamak
dileğimizle...
!!!
8
Okuldaki yaşça en küçüklerden olan sevgili Ajda Büşra Keleş Hocamız ile dil anlatım ve edebiyat derslerinde birlikteyiz. Ajda Hocamız Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduktan sonra Bilkent Üniversitesinde yüksek lisans yaptı. Her ne kadar yaşça
lisemizdeki en küçük öğretmen olsa da henüz üniversiteye başladığı ilk yıl hem özel dersler hem de gönüllü dersler vererek öğretmenlik hayatına küçük adımlarla başladı ve yedi-sekiz yıldır mesleği ile iç içe. Öğretmenlik mesleği dışında, yayınevlerinde staj yaparak ve üniversite yıllarında stand hostesliğinden anketörlüğe çeşitli işlerde görev alarak farklı deneyimler yaşadı. Kendisini biraz tanıdıktan sonra asıl sorularımıza geçebiliriz.$
!Neden öğretmenlik mesleği ve seçtiğiniz bölüm?
Öğretmenliği seçerken çok düşündüm. Sivil toplumla ilgili bir meslek de vardı seçeneklerim arasında, pazarlama ve reklamcılık dersleri de almıştım üniversitede. Onları da düşünmedim değil açıkçası. Ama sonra iş hayatı içerisinde ne yaparsan yap çok hırslı olmak, sürekli rekabet içinde olmak fikri bana yıpratıcı geldi. Sürekli çok yoğun mesailerde daha çok çalışmak fikri karşısında ‘Bu kadar hırsa gerek var mı?’ diye düşündüm. Eğitim, tüm sektörlerin biraz daha dışında gibi geliyor bana. Yaptığımız şey bir ürün satmaktan çok daha farklı, hayatlara değen, hayata anlam katan bir şeyler yapabiliyoruz bu meslekte. Bir de kardeşim var benim şu an üniversitede. O lisedeyken de çok iyi anlaşırdık onunla, onun yaşıtlarıyla, gençlerle olmanın bana da mutluluk vereceğini düşündüm. Bir yandan anlamlı bir şeyler yapabileceğimi, bir yandan gençlerle canlı kalacağımı, bir yandan da iş temposu olarak bana daha uygun olacağını düşündüğüm için bu mesleği seçtim.!
!
AJDA B. KELEŞ İLE...
9
Öğrencilerle ilişkinizde en çok dikkat ettiğiniz davranışlarınız nelerdir?
Sınıf içerisinde öğrencilerimle çok zıtlaşmamaya çalışıyorum, hem onu hem kendimi zor durumda bırakmak kötü geliyor bana. Dolasıyla incitici konu şmamaya özen göster i yor um. Konuşmalarıma ve kelimelerime de dikkat ediyorum. Günlük hayatta da özenli konuşurum a s l ında ancak hem ün iver s i tede hem yükseklisansta çok İngilizce ders görmenin dilime olumsuz etkileri olmadı değil. O yüzden edebiyat öğretmeni olarak sınıf ortamında fazladan dikkat ediyorum konuşmalarıma sanırım.$
!Hangi tip öğrencileri seversiniz?
Aslında bize hep yaratıcı ve özgün öğrencileri sevmemiz öğüt lenir. Tabi i bunlar önemli özellikler ama ben saygılı, duyarlı, yaptığı şeyin farkında olan ve öğrendikleri ile hayatta bir şeylere dokunabilen, başkalarına yararı olabilen, özellikle öğretmen ve arkadaşlarına karşı kırıcı bir tutumda bulunmayan ve yardım etmeyi seven öğrencileri gerçekten seviyorum. Sanırım bu söylediklerim okulumuzun da hedefi olan “iyi insan”a çıkıyor. $
!Öğrencilerinizin hangi davranışları sizi sinirlendirir?
Sor umsuz luk , s ayg ı s ı z l ık ve öze l l ik le arkadaşlarına karşı duyarsızlık göstermeleri beni en rahatsız eden şeyler.$
!Okuldaki en küçük öğretmen olmanın avantajları, dezavantajları var mı? Varsa neler?
Aslında en küçük öğretmen ben değilim ancak en küçüklerdenim. Avantajları var açıkçası, her şeyden önce herkes hoşgörü ile yaklaşıyor. Hata da yapsanız, olsun öğreneceksin zamanla, deniyor. Bir şey danışmak istediğimde rahatlıkla
danışabiliyorum. Pek bir dezavantajını görmedim açıkçası. Memnunum, keşke hep en küçük kalsam!$
!Okulumuzdaki öğrenci profili hakkında neler düşünüyorsunuz?
Önce l ik le sayg ı boyutunda gayet sayg ı l ı bu luyor um. Büyük d i s ip l in prob lemler i yaşamıyoruz. Öğretmene yaklaşım ve tutum açısından da öğrencilerden çok memnunum. Aslında çok çeşitli öğrenci profillerine sahibiz, bir sınıfın içinde çok sorumluluk sahibi, duyarlı, derse hevesli, çok aktif öğrenciler varken, aynı sınıfın içinde dersle pek alakası olmayan ya da daha kötüsü negatif anlamda etrafındakileri rahatsız ederek derste olan öğrenciler oluyor. Ancak genel olarak çok sivri, uç tiplerimiz yok, olursa da kurumun bakış açısı doğrultusunda eleniyor. Zaten disiplinli bir okuluz ve bundan çok memnunum.$
!Öğre t m e n l i k h a y a t ı n ı z d a k i unutamadığınız bir hatanızı paylaşabilir misiniz?
Mutlaka hata l a r ım o lmu ş tur, ama henüz unutamadığım çok büyük bir hatam olmadı neyse ki. O denli büyün bir hatam umarım hiç olmaz. $
Bu samimi sohbet için teşekkür ediyor, öğretmenler gününüzü kutluyoruz. Nice öğretmenler günlerini birlikte kutlamak
dileğimizle...
!
10
New York
İşe toplantılar, araştırmalar, sunumlarla başladık. Gideceğimiz yerleri önceden tanıttık birbirimize. Bizimki yalnızca basit bir gezi değildi. Amacımız Amerika’nın kültür ve sanatı hakkında bilgi sahibi olmaktı. Programımız belirlenmişti. Sekiz gün boyunca New York’u gezecektik. Bize eşlik eden öğretmenlerimiz Matthew Haughn ve Sinem Özgöz’dü. Yani gezinin bir hayli eğlenceli geçeceği daha o zamandan belliydi!
Günlerden 12 Haziran 2014 Perşembe, sabaha karşı saat 04.30’da okul bahçesinde buluşarak koyulmuştuk yola. Halen birbirimize “Gidiyor muyuz ya?” sorusunu sorarken, kendimizi bir anda elimizde bilet ve pasaportlar, yanımızda sürüklediğimiz bavullarla Atatürk Havalimanı’nda bulduk. Hepimiz öylesine heyecanlı ve mutluyduk ki uçakta on saat geçirecek olmamız bile moralimizi bozmaya yetemedi.
“Bu sene New York’a gidiyoruz!” cümlesi kimilerine hiçbir şey ifade etmese de bizim için anlamı büyüktü ve bir o kadar da heyecan v e r i c i y d i . Ke s i n m i y d i ? B u gerçekten oluyor muydu? New York’a mı gidiyorduk? Filmlerde, televizyonlarda gördüğümüz, bize büyüleyici gelen, özendiğimiz, görmek istediğimiz çoğu şeyin ev sahipliğini yapan New York’a gitmek başlarda bize yalnızca bir hayal gibi geliyor olsa da bu hayal g e r ç e k l eş i y o r d u . K e s i n d i , gidiyorduk.
!
!
!
On saatlik uçuşun yorgunluğu ve zaman kavramını kaybedişimizle beraber JFK Havalimanı’na indik. Çok geçmeden otele varmıştık bile. Otel bile bizi mimarisi ve iç düzeniyle büyüledi. Hemen uyumak, dinlenmek yoktu. New York’taydık, çıkıp gezmek için can atıyorduk. İlk durağımız BBQ restoran ve ardından Central Park/Strawberry Field oldu.
Ece Karaosmanoğlu
New York
11
İkinci günümüzün başlangıcını Guggenheim Sanat Müzesi ile yaptık. Devamını ise Times Meydanı ile getirdik. Gittiğimiz, gördüğümüz her yer bize ayrı bir filmi anımsatıyordu. Sürekli fotoğraf çekiyor, anılarımızı ölümsüzleştiriyorduk. Kalabalık bir grup olduğumuz için bazen toparlanmamız zor olsa da herkes birbirini kolluyordu. Özellikle metrolar bizim için endişe dolu, bir o kadar da eğlenceliydi. Hatta bazı istasyonlarda birbirimizi unuttuğumuz, metroyu kaçırdığımız bile oldu. Fakat kural şuydu: Eğer metroya binemeyen olursa herkes sıradaki ilk durakta inecek ve diğerlerinin gelmesini bekleyecek. Neyse ki hiçbirimize bir şey olmadan, sapasağlam devam ettik yolculuğumuza. Bununla beraber bir kuralımız daha vardı: Her kim söylenen saatte aşağıya inmezse bir miktar para ödemeliydi. Bu kural yüzünden aşağı az koşturmadık. Bu sekiz günlük gezimiz boyunca bazı talihsizlikler yaşamadık değil. Mesela bazılarımız eşyalarını kaybetti, bazılarımız hasta oldu, gezimizin bir kısmına katılamadı, hatta iki arkadaşımızın odasını su bile bastı. Yine de hiçbir şey New York’u gezmemize engel değildi.
New York’un neredeyse bütün müzelerini gördük. Metropolitan Müzesi’ni, Whitney Müzesi’ni, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’ni, Brooklyn Sanat Müzesi’ni, 9/11 Memorial Müzesi’ni, MOMA’yı… Hatta bazı müzelerde saatlerce kaldık, çizimler yaptık, fotoğraflar çektik, Amerikan kültürü hakkında birçok şey öğrendik. Bu müzelerin yanı sıra görmeden gelemeyeceğimiz yerler de vardı. Empire State Binası, Özgürlük Anıtı ve Ellis Adası, Brooklyn Köprüsü, NBC Stüdyoları, Hard Rock Cafe, Madam Tussauds ve tabii ki Coney Island gibi.
Gittiğimiz, gördüğümüz her yer bizi büyüledi. Bazen gülmekten ağlattı. Müzelerin, gördüğümüz sanat güzelliklerinin yanı sıra bize büyük bir heyecan yaşatan başka bir yer daha vardı: Coney Island. Yani New York’ta bulunan en büyük lunapark. Hayatımızda bu kadar eğlenmemişizdir belki de. Tek kelimeyle mükemmel bir geceydi. Son gecemiz, son akşam yemeğimizi de anlatmadan geçmek olmaz: “Fancy Night”. Sekiz günlük serüvenimiz bizim için çok hızlı geçmişti ve işte şimdi yolun sonundaydık. En güzel, en şık kıyafetlerimizi giydik. Yalnızca gezimizin son akşam yemeği olması değil aynı zamanda üç arkadaşımızın doğum günü olması da geceyi daha da özel kılıyordu. Oyunlar oynadık, fotoğraflar çekildik. Geceyi Matthew’un konuşmasıyla sonlandırdık. Kısacası bizim için anlamlı, duygulu ve güzel bir geceydi. “Light beyond borders” olarak New York maceramızın sonuna gelmiştik.
Bir gezi ancak bu kadar eğlenceli olabilirdi. Hayalimizi gerçekleştiren, yüzümüzü güldüren, bu geziyi bu denli anlamlı ve eğlenceli kılan herkese sonsuz teşekkürler.
!!
12
SPOR VE GAZETECİLİĞİN BULUŞMASI
Gazetemizin bu sayısı için gazeteci Banu Yelkovan ile spor kültürü ve basın sektörü hakkında zevkli bir röportaj gerçekleştirdik. Basın dünyasına Milliyet'in ekleriyle giren, 2003'te de spor yazıları yazmaya başlayan Yelkovan, mesleğinde 20 yılı aşmış tecrübeli bir gazeteci. Şu anda da Ntv Spor'da "B Planı","Yenilsen de Yensen de" ve "Veni Vidi Vici" adlı programları meslektaşı Bağış Erten ile birlikte sunan Banu Yelkovan ile yaptığımız bu röportaj, sizi spor ve basın dünyasında güzel bir yolculuğa çıkaracak!
!
13
! Öncelikle sizi tanımayan okurlarımız için kendinizi biraz tanıtır mısınız? Basın sektörüne nasıl girdiniz, ne gibi işlerin içinde yer aldınız?!
! Basın sektörüne üniversite yıllarında bir gazete ilanına başvurarak girdim. Bir gazete çevirmen arıyordu. Benim üniversitemde devam zorunluluğu yoktu. O ilana başvurdum ve Milliyet'in eklerinde çalışmaya başladım. Anlayacağın çok uzun zamandır gazeteciyim. Arada bir dönem ara verdim. Fransa'ya gittim. Altı ay Fransa'da yaşadım. Döndüğümde o zamanlar Radikal Futbol'u çıkaran iki eski arkadaşım Yiğiter Uluğ ve Uğur Vardan benim spora olan ilgimi de bildiklerinden "Bize yazı yazar mısın?" teklifinde bulundular. Onların teklifiyle 2003 yılında bu defa spor yazmaya başladım. Beni tanımayanlar için kısa hikayem bu.!
! Özellikle son birkaç yıldır ülkemizde maçlarda oynanan futboldan çok, taraftarlar, oyuncular ya da yöneticiler arasındaki tartışmalar konuşuluyor. Bu durumun futbola ve genel olarak spor kültürüne verdiği zararlar sizce nelerdir?!
! Çok büyük zararları var tabii. Bunu sporla ilgisi olmayan bir vatandaş bile yorumlayabilir zaten. Bizde futbolun gerçek aktörleri olan futbolcular, teknik direktörler değil, hep yan aktörler ön planda; rol çalıyorlar. Bu durum bizi dip noktaya getirdi. İnşallah dip nokta burasıdır ve buradan yükselerek çıkarız diyorum. Bunun tabii birçok sebebi var, bu röportaja sığmaz. Uzun uzun konuşabiliriz bunun hakkında, senin sorunda sorduğun sebep de bunlardan birisidir. Yapılması gereken yatırımlar hep yanlış yere, gündelik başarılara yapıldı. Alt yapıya, alt yapı hocalarına, gençlere hiçbir zaman gereken önem verilmedi. Sadece üst yapıda bir şeyleri kurtarmaya çalıştık ve onu kurtarmanın yolunu da kendimizden çok başkaları üzerinden yaptık. Diğerlerini kendimizden daha kötü gösterirsek biz iyi görünürüz diye düşündüler herhalde ama o sistem tutmadı. İnşallah kısa zamanda bu tersine döner demekten başka bir çaremiz yok.!
! Spor üzerinden yaratılan bu tür tartışmaların bitmesi, spor kültürünün ülkeye iyice yerleşebilmesi için nereden çalışmaya başlanmalı? Çözüme giderken en önemli ve ilk adımları kimler atmalı?!
! En önemli ve ilk adım sporun okullara girmesi olmalı. Bu hep konuşulur ama bir türlü yapılmaz. Spor okula girdiği zaman da bu sefer dersler ihmal edilir. Sporu okula doğru şekilde sokmalıyız. Sporla eğitimin el ele gitmesini sağlamalıyız. Yani ne dersler spordan, ne spor derslerden daha önemli olmalı. Bunu yaparken de Amerika'yı tekrardan keşfetmemize gerek yok. Başka ülkelerin sistemlerini inceleyip bize en uygun olanı seçebiliriz. Sporda başarılı ülkelerde, spor çocukluktan başlayan bir şeydir. Bizim derdimiz ülkemizde yetenekli sporculara spor yaptıramamak oysaki spor yapmak her çocuğun hakkı. Bizim eğitim sistemimizde artık beden eğitimi derslerine bile yer kalmadı ki bana sorarsan her gün beden eğitimi olmalı. Hareketli, yerinde duramayan çocukları gün boyunca sırada oturmaya neden mahkum ediyoruz ki? Her gün ilk iki ders beden
eğitimi olsun! İşte o zaman bu ülkede sporcu sayımız artar, sporcu sayımız artmasa bile sporun kültürünü almış seyirci sayımız artar. İkisi de faydadır.!
“Alt yapıya, alt yapı
hocalarına, gençlere hiçbir
zaman gereken önem
verilmedi.”
14
! Futbolumuzun güncel sorunlarından biri de Passolig. Oyunu zevkli kılan en önemli faktörlerden biri olan taraftarlar, bu uygulama dolayısıyla tribünlerden uzak kalıyor. Bu uygulamanın genel olarak oyunun ruhuna etkileri sizce ne yöndedir?!
! Sadece bu uygulama yüzünden olmasa da bu uygulama da tuz biber ekti diyebiliriz. Son dakika maça gitmeye karar veren veya arkadaşının fazla bileti olduğu için hiç aklında yokken maça giden bir sürü taraftar Pasolig'i olmadığı için maçları evinden seyrediyor. Başka hiçbir şeyi düzeltmemişken işe tribünlerden başlamak çok saçma. Tribünde sorun olan başka ülkelerde benzer kartlar var. Mesela İtalya’da da kimlik bilgilerini vererek kart alıyorsun, orada da bilet adına düzenleniyor ama aldığın kart kredi kartı değil. Tribünü daha güvenli bir hale getirmek amacıyla yapıldığı söylenen bir uygulama insanları bu amaca ikna edemedi. Kısa zamanda orada bir düzelmeye gidilmesi lazım, çünkü durumda tribünlerin tamamen boşalması dışında pek de bir şey değişmedi yani.!
! Taraftar futbolu zevkli kılan en önemli faktörlerdendir demişken, artık taraftarların bir çoğunun Galatasaraylı/Fenerbahçeli kimliğini, sporsever kimliğinden daha öne koymalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Şampiyon olduğunda bile sevincini kendi takımıyla yaşamak yerine, kaybeden rakibe laf söyleyen, kendi takımının oyuncusunun tekrarlanan yanlışlarını gözü kapalı kabul edip hatta göklere çıkarıp rakip takım oyuncusunun ilk yanlışında ise o oyuncuya demediğini bırakmayan bir kitle var uzun zamandır Türk futbolunda.!
! Evet doğru, haklısın çünkü spor kültürü yok bu ülkede. Onun da sebebi basit: Spor yapmayan bir ülkeyiz. Spor yapmadığın için bilmiyorsun, her şeyi çok kolay sanıyorsun ve kendini sadece başarıyla özdeşleştiriyorsun çünkü başarısızlık ile özdeşleşmek kimsenin işine gelmiyor. Kendin spor yapsan o başarının da o başarısızlığın da aslında kolay bir şey olmadığını, o eforu sarf etmenin zannettiğin kadar basit olmadığını anlayacaksın ama yapmıyorsun. Dolayısıyla en basit ve temel bir spor kültürü olmadığı için de işte günlük tartışmalar, bugünü kurtarma ya da bugünün başarısı üzerinden konuşmalar aldı yürüdü. Uzun vadeli en ufak bir plan yok. Uzun vadeli en ufak bir yatırım yok. Çoğu başkan da uzun vadeli değil zaten, onlar da değişiyor. Dolayısıyla o da günü kurtarma telaşında. Bir sürü yanlış üst üste gelince de taraftar ve taraftar kültürü de bundan nasibini aldı. Çünkü insanlar gördüklerini tekrar ediyorlar. Yani senin takımının yöneticisi bunu söyledikten sonra, senin takımının futbolcusu bunu söyledikten sonra, rol model olacak, toplumun önünde olması gereken insanlar bunu söyledikten sonra, taraftarın bunu söylemesinde zaten hiçbir gariplik yok. Gördüklerini tekrar ediyorlar. Şu anda geldiğimiz noktada, el ele verip çok büyük çabalarla değiştirebiliriz bu durumu ancak kendini sporsever olarak tanımlayan, fanatik olmayan kitle hızla futboldan uzaklaşıyor. Ya başka sporlara yöneliyor ya da başka ülkelerin liglerini kendi liglerinden daha çok izlemeye başladılar.!
! "Veni Vidi Vici" adlı programınızda farklı futbol atmosferlerini, o ülkelerin kültürleriyle beraber ekrana yansıtıyordunuz. Sizce, İngiltere-Almanya gibi ülkelerin
“Spor kültürü yok bu ülkede.
Onun da sebebi basit:
Spor yapmayan bir
ülkeyiz.”
15
futbol kültürünü ülkemizin futbol takipçilerine aktarmak, kendi yanlışlarımızı görmek ve düzeltmeye çalışmak konusunda yardımcı olur mu?!
! Artık o ülkelerdeki futbola çok ilgi duyan bir kitle var. Dediğim gibi Türk futbolundan hızla uzaklaşıp yurtdışındaki maçları, yurtdışındaki takımları daha yakından takip eden bir kitle oluştu ama onların da çoğu o ülkelerde futbolun nasıl bir şey olduğunu sadece sahaya yansıyan doksan dakika çerçevesinde biliyorlar. Maçın öncesinde taraftar ne yapar, nereye gider, oranın taraftar kültürü nasıldır, neye bakarlar, maçtan sonra ne yaparlar, o takımın içinde bulunduğu şehir nasıl bir yerdir gibi şeyleri bilemiyorlar. Biz “Veni Vidi Vici”yi yaparken o doksan dakikanın dışında kalan şeyleri gösterelim istedik. Bunu da ilk defa seyredenin bile keyifle seyredebileceği bir formatta yapmak istedik. Başka ülkelerde işlerin nasıl olduğunu bilmek bizim ülkemizi değiştirir mi çok emin değilim ama en azından o ülkeler hakkında fikir sahibi olmayı sağlar, ön yargın varsa onu kırar, futbol sevgisinin, bir takımı tutmanın dünyanın her yerinde aslında aynı şey olduğunu görmeni sağlar. Sonuçta sadece renkler değişiyor ve sevgi aynı kalıyor. Herkes takımını benzer şekilde seviyor.!
! Sizin futbol atmosferinden, spor kültüründen en çok etkilendiğiniz ülke hangisidir? Neden?!
! Biz bugüne kadar “Veni Vidi Vici” ile İngiltere'de, Almanya'da, İtalya'da, Fransa'da, İspanya'da birçok maça gittik. Bizi her gittiğimizde büyüleyen yer İngiltere. İngiltere'de ister Şampiyonlar Ligi maçına git, ister Premier League maçına git, ister hiç şampiyonlukla alakası olmayan, düşmeye oynayan takımların maçına git, aynı tutkuyu görüyorsun. Yediden yetmişe futbolu çok severek izleyen, taca çıkan topu veya defans müdahalesindeki çabayı bile alkışlayarak onurlandıran bir taraftar var. Oyunun çok içindeler. Gerçi atmosfer açısından, bizim anladığımız anlamda bir atmosfer yok. Ne doksan dakika susmadan bağıran taraftar var ne de sırtı sahaya dönük insanlar. Bu tarz bir atmosfer belki çok özel maçlarda, belki de biraz Almanya'da var. Almanlar da deplasmanda daha öyleler aslında. Geçen sene Arsenal-Bayern Münih maçına gittik. Bayern Münih taraftarı muazzamdı. Koca stadı susturdular. Bir saniye susmadılar. 2013'te Süper Kupa'da Chelsea-Bayern Münih oynadı Prag'ta. Bayern Münih taraftarı yine inanılmazdı. Maçın sonunda Mourinho, Chelsealileri amigo gibi hareketlendirmeye çalıştı ama başaramadı. Bundesliga zaten sahalarıyla, takımlarıyla, taraftarlarla, doluluk oranlarıyla, rekabet anlamında ve her anlamda dünyanın en iyi ligi olma yolunda hızla ilerliyor.!
! Kendim de futbolla yakından ilgilendiğim için ülkemizdeki "Kadınlar futboldan anlamaz." yargısının yanlış olduğunu biliyorum. Bu ayrımcılık hakkında neler söylersiniz?!
! Çok büyük bir haksızlık var orada. O "anlamaz" kelimesi çok ayıp."Anlamaz" ne demek? Başka spora koyunca "anlamaz" lafının ne kadar anlamsız olduğu daha çok ortaya çıkıyor. "Kadınlar tenisten anlamaz." desek ne kadar acayip bir cümle olur, değil mi? Erkekler futbolu böyle kendilerine ait bir alan olarak kabullenmişler ve bu durumu korumaya çalışıyorlar. Bu anlaşılabilir. Ama futboldaki en zor kural ofsayt. Anlamayacak ne var? Ne kadar zor olabilir? Nükleer fizik mi yapıyoruz, aya uzay aracı mı gönderiyoruz? Futbolu yediden yetmişe herkes sevebilir, herkes anlar. Kadınlar bu ülkedeki futbol atmosferini sevmedikleri için uzak duruyor olabilirler çünkü aklı başında hiçbir kadını bu
16
kadar bağırmanın, çağırmanın ve kabalığın olduğu bir şeyi televizyondan izleyerek sevmeye ikna edemezsin. Ama kadınlar maça giderlerse bu oyunu severler. Stada gittiklerinde oyunun bambaşka bir yönünü görüp severler. Erkekler "Kadınlar futboldan anlamaz." lafını artık lügatlarından çıkarsınlar.!
! Geçenlerde "B Planı" adlı programınızda, spor filmleri hakkında konuşmuştunuz. Ayrıca, sizi sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla da kitap okumayı seviyorsunuz. Sporu daha iyi anlama ve sevmede, onun hakkında okumanın ve seyretmenin değerini nasıl değerlendirirsiniz? Sizin spor hakkında en sevdiğiniz kitap ve film nelerdir? !
! Bizim ülkemizdeki en büyük eksikliklerden biri spor hakkında bu kadar az neşriyat olmasında. Yani futbolun bu kadar baskın olduğu bir ülkede futbol hakkında ne yazılmış ne Türkçeye çevrilmiş pek kitap bulamazsın. Olanlar da çok az baskı yapar. Bizde herkes futbol alimi maşallah. Herhalde o yüzden başka kimsenin görüşüne ya da deneyimine ihtiyaç duymuyorlar. Ben elime geçen her kitabı okuyorum. Evim devlet kütüphanesi gibi ve bunun çok faydasını gördüm. Ama kimileri bir kitap okumadan her şeyi bildiğini zannediyor, sen kitap okudukça aslında hiçbir şey bilmediğini düşünmeye başlıyorsun. Hiç okumayanlar kendilerinden emin, büyük kesinlikle ‘öyledir, böyledir’ diye konuşuyorlar ama sen okuduğun için öyle olmadığını biliyorsun. Şahsen bilginin insanı zenginleştirdiğine, daha geniş bir bakış açısı verdiğine inanıyorum. Seyrettiğim futbol filmleri arasında Cehennemde İki Devre, Hayata Çalım At (Looking for Eric), Kazanma Hırsı (Any Given Sunday) ilk aklıma gelenler. Milyonluk Bebek (Million Dollar Baby), Kör Nokta (Blind Side), Koç Carter, Jerry Maguire, Kazanma Sanatı (Moneyball), Zafer Yolu (Seabiscuit), Şampiyon (Secretariat), yeni seyrettiğim Draft Day... Saymakla bitmez. Kitaplarda ayrım yapamayacağım. Hepsini seviyorum. !
! Yıllardır basın sektöründesiniz. Bu sektörde çalışmanın size kattıklarını nasıl değerlendirirsiniz? Spor yayıncılığında uzmanlaşmak isteyen gençlere neler önerirsiniz?!
! Bu sektörün benim bugün olduğum kişi olmama çok faydası olmuştur. Yani üniversite birinci sınıftan beri basının içindeyim. Bu da bayağı bir yıl yapıyor. Sektör, zaman içinde çok değişti. O değişimi spor basınında çok yakından gördüm. Eskiden insanlar bu kadar bilmiyordu, takip etmiyordu. Kaynak yoktu. İnternetin girişiyle büyük bir dünya açıldı. Artık isteyene dünyanın gizli saklı hiçbir şeyi yok. Spor konusunda da yok, başka konularda da yok. Ben bu sektöre girdiğimde bana "Yabancı basında, yabancı ülkelerde olan şeyleri kendi bakış açınla yorumla." demişlerdi. Zaten takip ediyorsun, kendi bakış açını kat, bize de anlat gibisinden bir iş tanımı. Yani ‘Maldini mi, Mancini mi, hangisi hangisiydi?’ bilinmeyen bir dönemdi o. Artık değil. Artık kendi ülkene bakarak, sırf kendi yaptıkların üzerinden yorumlayarak bir yere varamazsın. O değişimin bir parçası olmak zorundasın.!
! Ben çevirmenlikle başladım, muhabirlik yaptım, editör oldum, yazı işleri müdürü oldum, genel yayın yönetmeni oldum, dergi gruplarında çok uzun süre çalıştım ve çok farklı dergilere katkılar verdim. İşin mutfağını çok iyi bilirim. Ama bu kadar zamandır gazeteci olmama rağmen şunu söyleyebilirim. İnsanlar bu sektörde çok para var
“Erkekler "Kadınlar futboldan
anlamaz." lafını artık
lügatlarından çıkarsınlar.”
17
zannediyorlar ama öyle değil. Bu mesleğin çok eğlenceli tarafları var ama çok zor tarafları da var. Eğlenceli tarafları bence çok bariz. Maça gidiyorsun, sporcularla röportaj yapıyorsun, sevdiğin bir işi meslek haline getirmişsin. Ama mesai saatin yok, tatil günün yok. Yılbaşı, bayram hiçbir şey ifade etmez bizim için. Bayramda bir yere gitmek veya hafta sonu çalışmamak aklının ucundan bile geçiremeyeceğin şeyler. Belki bekarken daha kolay. En azından kadınlar için diyeyim. Gerçi ben artık alıştım o tempoya. Ama bu işi yapmak isteyen gençler şunu bilmeli: Bir yere gelebilmen için çok çalışman gerek. İnsanlar senin televizyonda gördükleri anda var olduğunu zannediyorlar, ama onun arkasında yıllarca, on yıllarca emek var. Gençler, "Sizin gibi nasıl oluruz?" diyorlar, "Git bir gazetede çeviri yapmaya başla." dediğim zaman da "Ama, aaa!" diye burun kıvırıyorlar. Çalışmadan bir şey olunmuyor. Ama illa bir öneri istiyorsan kim ne yapıyorsa onun tersini yap derim. Herkes ekran önünde olmak istiyorsa, ekranın arkasında olmayı hedefle. Herkes muhabir olmak istiyorsa, kameraman olmayı hedefle. Montaj yapmayı öğren. Bu sektörde her zaman iş var ama meşhur olmak için bu işi yapmak, sonucu hedef haline getirmektir. Spor yazarı olmak istiyorsan çok yazacaksın, çok okuyacaksın. Kimsenin takip etmediği bir sporun uzmanı ol mesela? Sporda çalışmak yetenek kadar önemlidir, irade çalışmak kadar önemlidir. !
! Hem bu hoş sohbet hem de tavsiyeler için çok teşekkür ederiz.!
! Rica ederim.!
Başak Can
18
Hakan Özoguz—Röportaj
‘la
Merhaba sevgil i müziksever okurlarımız, bu sayımızda bir önceki sayımızı tamamlayıcı bir röportajla karşınızdayız. Geçen sayımızda sevilen müzik grubu Athena’nın Gökhan’ıyla yaptığımız
röportajın ardından ş imdi de Hakan’la görüştük. Hem Hakan’ı daha yakından tanımak hem de işlere bir de öteki taraftan bakmak için röportajımızı okumanızı öneriyoruz. Athena parçaları eşliğinde keyifli okumalar dileriz.
Kaç yılında nerede doğdunuz? 14 Ekim 1976'da Fenerbahçe'de doğdum. "Şimdi de eğlenceli biri olmanıza bakılırsa keyifli bir çocukluk geçirmiş olmalısınız. Çocukluğunuza dair en komik anınızı paylaşabilir misiniz? Çocukluk değil de bebeklik anımı anlatayım hatta. Gökhan'la en çok sevdiğimiz anımızdır bu aynı zamanda. Doğarken birbirimizi tekmelemişiz ve morarmış gözlerle dünyaya gelmişiz. "Bu anıdan yola çıkarak şu soruyu sormam gerek: Küçükken çok yaramaz mıydınız? Yaramaz demek yetmez herhalde bana. Öğretmen annemizi arayıp bizi okuldan alması için yalvarmıştı. Devamını siz düşünün. "Hem yaramaz hem çalışkan mıydınız pekiyi? Yoksa... Genel olarak iyi bir öğrenciydim desem yalan olur, çok kötü bir öğrenciydim desem de yalan olur. Ben de her öğrenci gibi okula gitmeyi sevmezdim ve okuldan kaçmak için elimden geleni yapardım ama bu sırada derslerimi dinler, sınavlarımı başarıyla tamamlardım. "Çocukluktan devam edelim. Küçükken de müziğe meraklı mıydınız? Bu macera nasıl başladı? Gökhan'la ben müzik sevdasına 1987 yılında kapıldık. Yani 11 yaşındaydık ve okulla pek alakamız yoktu. Pentagram gitaristi Ümit Yılbar’dan gitar dersleri almaya başladık. Ardından Akmar Pasajı’na ilanlar asarak grubu tamamlayacak bas gitarist ve davulcu aramaya başladık. İşte o zamandan beri müzik bizim hayatımız oldu. "O günlerden bugüne kadarki süreci göz önünde bulundurursak müzik tarzınız hiç değişti mi? Aslında değişti diyemeyiz çünkü ben küçüklüğümden beri her tür şarkıyı dinlerim. Rocktan tut klasik müziğe kadar. Hala da hepsini dinliyorum ama tabii ki arasında çok daha fazla sevdiklerim var. Gelelim tüm Türkiye’yi ilgilendiren başarılarınıza. Eurovision tarihinde Türkiye adına şimdiye kadarki en yüksek puanı topladınız fakat yarışmada dördüncü oldunuz. Bu nasıl bir histi? Tabii ki ülkemiz adına en çok puanı toplamamız çok gurur vericiydi. Hatta gurur vericiden de öte bir histi. Dördüncü olmamıza gelirsek doğal olarak birinci olmadığımıza üzüldüm ama o kadar ülke arasında dördüncü olmak da zor elde edilen bir başarıydı.
19
‘la—
Röportaj
Me r h a b a s e v g i l i m ü z i k s e v e r okurlarımız, bu sayımızda bir önceki sayımızı tamamlayıcı bir röportajla karşınızdayız. Geçen sayımızda sevilen müzik grubu Athena’nın Gökhan’ıyla yaptığımız röportajın a rd ı n d a n ş i m d i d e H a k a n’ l a görüştük . Hem Hakan’ ı daha yakından tanımak hem de işlere bir de öteki taraftan bakmak için röportajımızı okumanızı öneriyoruz.
Bir diğer büyük başarınıza değinelim: Milli basketbol takımımız için bestelediğiniz 12 Dev Adam büyük beğeni kazandı. O şarkıyı bir gecede yazdığınızı duymuştum. Bu doğru mu, eğer öyleyse bunu bir gecede nasıl başardınız? Evet, doğru. Çok net hatırlıyorum: Bir şarkı yazmamız gerekiyordu ve günlerce bunun üzerine çalışmıştık ama ortaya hiç bir şey çıkmamıştı ve biz de en sonunda bıkıp o şarkıdan vazgeçmiştik. Bir gece Gökhan da ben de uyuyamamıştık ve bir an ikimizin de aklına şarkı sözleri gelmeye başladı. Hemen aklımıza gelen her şeyi bir kağıda yazıp en sonunda hepsini birleştirdik ve sonuç 12 Dev Adam oldu. "Çocukluk anılarınızdan birlikte başardığınız işlerden bahsettik tüm bunların ötesinde Gökhan'la nasıl bir ilişkiniz var? Gökhan sonuçta benim kardeşim. Onunla her ne kadar kavga etsek de, bazı konularda anlaşamasak da en sonunda tekrar barışıyoruz. Bazen beraber dışarı çıkıp kardeş kardeşe sorunlarımızı birbirimize aktarıp birlikte çözüyoruz ve bu ikimize de çok iyi geliyor. "O Ses Türkiye yarışmasında Gökhan çok başarılıydı ama ben bu başarının arkasında sizin de olduğunuzu düşünüyorum. Ne dersiniz? Evet, gerçekten çok başarılıydı. Yani bazı konularda tabii ki ona yardım ettim. Çoğu zaman sahne arkasında durup ona oradan güç vermeye çalıştım. O da benim orada olduğumu bildiği için hiç kendini yalnız hissetmedi sanıyorum. "Pekiyi, aile bağlarınız nasıldır? Yoğun iş yaşamınıza rağmen görüşme imkanı bulabiliyor musunuz? Aile bağlarımız çok kuvvetlidir bizim ama dediğin gibi işin içine "iş" faktörü giriyor ve bu bizim işimizi çok daha fazla zorla ş tırıyor. Yakınımda olan insanlarla görüşebildiğim kadar görüşmeye çalış ıyorum ama kuzenlerimle, halalarımla, teyzelerimle ancak her ay yapılan yemekte görüşüyorum. "Bu noktada bir müzisyene sorulmazsa olmaz soruyu sormak istiyorum: Sizin en çok sevdiğiniz şarkıcı veya müzik grubu kimdir? Red Hot Chili Peppers, Radiohead, Mor ve Ötesi ve Duman en başta saymak istediklerim. "Müzik dışında yapmaktan hoşlandığınız şeyler nelerdir? Ben boş zamanlarımda dışarı çıkıp arkadaşlarımla, akrabalarımla vakit geçirmeyi severim. Ayrıca yapboz yapmayı da çok severim. "Ben en sevdiğiniz şeyin tatile çıkmak olduğunu da biliyorum aslında. En çok sevdiğiniz, her fırsatta gittiğiniz ve gitmek istediğiniz halde henüz gidemediğiniz yerler nereler? Sen beni çok iyi tanıyorsun galiba! Benim yurt içinde gitmeyi en çok sevdiğim yer Kaş. Çok severim oraları. Hava temiz, insanlar güzel... En rahat yaşanacak yerdir bence orası. Hatta Kaş'a gittiğimde tek yaptığım şey dalmak desem yalan olmaz. Dalıp deniz kaplumbağalarıyla yüzmek, ahtapotları izlemek o kadar zevk veriyor ki… Yurt dışını düşünürsek eğer, en sevdiğim yer Almanya'dır. Onun dışında küçüklüğümden beri hep Japonya'ya gitmek istemişimdir. Ne zaman Japonya tatili planlasam hep bir şey çıkar. Bir türlü nasip olmadı şu ülkeye gitmek. "Son olarak gelecek projelerinizden bahseder misiniz biraz? En yakındaki projemiz yeni bir CD çıkartmak. Yaklaşık bir senedir bu CD için çalışıyoruz ve gerçekten çok zor bir iş. İnşallah bu hafta içinde çıkacak yeni CD'miz. İsmi Altüst. "Yeni albümüz için başarılar diliyor ve bu yoğunlukta bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Ne demek, her zaman.
20
CALL OF DUTY: ADVANCED WARFARE
Bu yazımda sizlere Call Of Duty serisinin on birinci oyunu olan 3 Kasım 2014’te çıkmış Call Of Duty: Advanced Warfare’ı tanıtmak ve yorumlamak istiyorum. İncelememe başlamadan önce oyunu alıp oynadığımı belirtmek isterim. İncelemede oyunu hikaye, grafikler, oynanabilirlik, sesler, oyunculuk ve multiplayer yani çoklu oyuncu başlıkları altında değerlendireceğim.
Değerlendirme kısmına geçmeden önce biraz tarihin tozlu sayfalarına göz atalım. Call Of Duty ilk çıktığı 2003 senesinde yani bundan 11 sene önce insanlara ‘’Vay be, ne oyun yapmışlar?’’ dedirtmişti. Oyun, II. Dünya Savaşı'nın epik savaş alanı anlarının yoğunluğunu sinematik bir yapı içinde, modern tarihi oluşturan müttefik ülkelerin onlarca askerinin ve adı geçmeyen kahramanların gözünden anlatmaktadır. Bu oyun sayesinde oyuna meraklı olmayan insanlar bile oyun oynar hale geldi. Call Of Duty serisine baktığımızda oyun olarak dünya savaşı zamanını ya da zamanımızın beş-on sene sonrası bir tarihi konu edindiğini görüyoruz. Serinin son oyunu Advanced Warfare’a baktığımızda ise 2054 tarihini yani 40 sene sonrasının ele alındığı göze çarpmakta. Haliyle teknoloji ilerlemiş ve savaş endüstrisinde kullanılmak üzere yeni silahlar çıkmış. Vücudumuza çeşitli harici iskeletler (exoskeleton) giyerek normal ötesi güçler kazanıyoruz. Bunlara örnek olarak beş on metre yükseğe zıplamak veya tek yumrukta düşmanı öldürmek gibi özellikler verilebilir. Yine belli zamanlarda kullanabileceğimiz drone’umuz var. Drone, uçan uzaktan kumandalı helikopterler boyutunda, ateş eden, iyi bir savaş malzemesi. Drone’umuzu aktive ediyoruz ve karşımızda ne kadar düşman varsa bunlar yok oluyor.
Hikaye kısmına giriş yapmak istiyorum. Aslına bakarsanız iyi bir hikayemiz var. Aksiyonlu ve dramatik bir açılış, kahramana dönüşme süreci, ihanet. Bildiğiniz şeyler. Güzelce kurgulanmış. Oyun bölümler (görevler) halinde ilerliyor ve her görev başlangıcında, ara geçişlerde muhteşem şekilde renderlenmiş sahneler seyrediyoruz. Bilmeyenler için söyleyelim renderlemek çizim halindeki bir modelin bilgisayar aracılığıyla renklendirilmesinde kullanılan bir teknik. Hikaye öyle güzel kurgulanmış ki serinin diğer oyunları gibi Advanced Warfare de sizi yine kendine bağlamayı başarıyor.
Grafik kalitesinde ciddi bir yükseliş olduğunu söylemek hiç de zor değil. Görsel olarak kendinizi bir şölene hazırlayın. Patlamalar, efektler ve tasarımda bu oyun benden tam puan aldı. Oyun 2054 tarihini esas aldığı için teknolojinin gelişimi ile doğru orantılı olarak grafiklerin de değiştiğini ve güzelleştiğini söylemek mümkün. Tasarımcılar bu sefer gerçekten tüm detaylara dikkat etmişler. Yani olay sadece daha iyi görünen kaplamalarda değil, aynı zamanda gerçekçi ortamlarda. Zaten oyunun sıkılmadan akışını bu özellik sağlıyor.
Oyunu oynanabilirlik açısından ele aldığımızda ise oyunun en kötü yanının bu olduğunu düşünüyorum. Birden fazla tuş kombinasyonu ile kafa karıştırıcı bir oyun. L1 ve R1 tuşları iki çeşit el bombası kullanmanıza izin veriyor. L1’de taktik, R1’de ise saldırı bombaları var. Bitti mi? Bitmedi! Her bir el bombası tuşuna üç seçenek eklenmiş. Örneğin taktik bombalar lazer tarama, sis bombası ve EMP olabiliyor. Bu kadar aksiyon dolu bir oyunda şu tuşa basayım, buna basayım, şunu fırlatayım derken kafanıza anında gelen bir mermi bütün şevkinizi ve hevesinizi alıp götürebilir.
Ses açısından oyunun en ufak bir sorunu yok. Oyunun sesinden tek rahatsız olabilecek kişiler yan dairede oturan yaşlı komşularınız olacaktır. Call Of Duty ses kalitesini iyice geliştirmiş. Ateş ederken silahın çıkardığı ses ve yanınıza atılan bir bombanın patladığı anda kulaklarınızda yankılanan ses gerçekten çok gerçekçi ve kaliteli olmuş.
Oyunculuk olarak değerlendirmekten söz ederken kastettiğim karakterlerin aslında kim olduklarıydı. Bildiğiniz üzere oyunlardaki karakterler insanların yüzlerinin kopyalanmasıyla oyuna aktarılıyor. Orada olan bir karakter aslında gerçek bir insanın görüntüsü. Bu açıdan oyunun güzel yanlarından bir diğeri de paraya kıyıp iyi aktörler tutmuş olmaları. Örneğin Kevin Spacey ağır abiyi oynuyor.
Boran Akçalı
21
En son olarak bir oyunda en çok önem verdiğim mod olan multiplayer’a gelmiş bulunmaktayız. Zaten bu açıdan en iyi oyunların başında gelen Call Of Duty çevrimiçi multiplayer’da da yine iyi işler çıkarmış. Multiplayer konusunda üzerinde durmak istediğim iki iyi nokta var. Bunlardan biri hareket alanı. Call Of Duty’nin bundan önceki oyunlarında eksik olan şey burada düzeltilmiş. Düşmanlarla savaşırken onları yerde, havada hatta exoskeleton sayesinde binaların üzerine çıkıp oradan öldürebiliyorsunuz. Hareket alanının genişletilmiş ve savaşın daha zorlu hale gelmiş olması rekabeti arttırıyor ve oyun zevkini hat safhaya çıkarıyor. Diğer bir üzerinde duracağım nokta ise yeni scorestreaks. Scorestreaks ölmeden öldürdüğünüz kişi sayısına bağlı olarak size verilen hediyeler. Yeni scorestreaks tablosunun içinde en beğendiklerimden biri system hack. Yaklaşık sekiz dokuz adamı hiç ölmeden öldürdüğünüzde size böyle bir özellik geliyor. Ama her seferinde bir kereye mahsus. Bunu aktive ettiğinizde düşman takımda olan insanların ekranında kuru kafa ve ilginç sesler çıkıyor. Ekran görüntüleri gelip gider gibi oluyor ve silahın nişan alma tuşundan yararlanamıyorlar. Bu sırada öldürebildiğiniz kadar adamı öldürmeye çalışın. Multiplayer’da beğenmediğim tek şey ise silah kıtlığı. Her farklı silah bölümü için en fazla yedi silah var. Toplamda otuz-otuz beş farklı silah var. Belki az değil fakat Call Of Duty ilk günden beri bizi silah zenginliğine alıştırdığı için bu oyununda bizi bu zenginlikten mahrum etmesi bana göre bir dezavantaj.
Genel olarak alınabilirliği açısından evet diyorum çünkü şu an piyasada onunla kapışabilecek tek oyun Far Cry 4. Far Cry ise çevrimiçi yönünden Call Of Duty kadar gelişmiş olmadığı için pek tercih edilmiyor çevrimiçi seven arkadaşlar tarafından. En büyük düşmanı Battlefield ise yeni oyunu Hardline’ı 17 Mart’ta çıkaracağı için bence Call of Duty: Advanced Warfare alınabilecek oyunlar listesine yazılmalı.
!
22
KADER AJANLARI
Bu yazımda siz değerli okuyucularımıza çok beğendiğim bir film olan Kader Ajanları (Adjustment Bureau)’ndan söz etmek istiyorum. Başrollerinde Matt Damon ve bize pek de yabancı gelmeyen bir isim olan Emily Blunt var. Matt Damon hakkında çok fazla bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Ocean’s Eleven, Twelve, Thirteen filmleriyle yıldızı parlamış; sonradan Jason Bourne adlı karakteri oynadığı Bourne serileri ile birçok izleyicinin hayranlığını kazanmış bir aktör. Emily Blunt ise Irresistible, Sevgili Hedefim (Wild Target) filmleriyle tanınmış, son olarak ise Tom Cruise ile Yarının Sınırında (Edge of Tomorrow) filminde başrolü paylaşmış bir aktris. Filmin yönetmeni olan George Nolfi için ise az sayıda filmi öz biçimde çektiğini söylemek yerinde olacaktır. Örneğin Zaman Ötesi (Timeline), Ocean’s Twelve gibi filmlerin yönetmedir kendisi.
Filmde 2006 yılında senatoya seçilmek için hazırlanan David Norris, ümit verici ama başarısız bir kampanya sürdürmektedir. Oy sayılarının açıklandığı gece çok kötü bir mağlubiyet aldığını gören David ayrılma konuşmasını otelin tuvaletinde kendi kendine tekrar ederken Elise Sellas adında orada saklanmış olup sonradan ortaya çıkan bir kadınla karşılaşır. Ondan ilham alan David, iyi karşılanan ve onu 2010 senato seçimi favorisi yapacak olan samimi bir konuşma yapar. Konuşmasıyla halkın hem zengin kesiminin hem de fakir kesiminin ilgisini çekmeyi başarır.Birkaç ay sonra David, yeni işine başlamaya hazırlanmaktadır. David'in evinin yakınlarında bulunan bir parkta Harry Mitchell, Richardson adlı şefinden bir görev alır. Buna göre David'in kahveyi saat 07.05'te gömleği üzerine dökmesi gerekmektedir. Bunu sağlamakla görevli Mitchell çok yorgun olduğundan David'i beklerken uyuklar ve David otobüse binerken onu kaçırır.
Boran Akçalı
23
Otobüste oturacak yer bakarken David, Elise’i
görür. Yanına oturur ve konuşmaya başlarlar.
Eğlenceli bir konuşmanın ardından David,
Elise’in telefon numarasını alır ve iş yerine gider.
İşine varan David, seçim kampanyası yönetmeni
Charlie Traynor'un garip kıyafetli kişilerce
yoklandığını görür. Neler olduğunu sormak için
seslenen David’i yakalamaları için Richardson
adamlarını görevlendirir. Şirkette bir koşuşturma
olur. David o kattan bu kata koştururken her
seferinde karşısında Richardson’u görür. Çünkü
Richardson bir kapıyı açıp on metre sonraki bir
başka kapıdan çıkabilme yeteneğine sahiptir.
David'in kaçma teşebbüsleri başarısızlıkla
sonuçlanır ve bir antrepoya götürülür. Burada
ona bazı şeylerin açıklaması yapılır ve nelerden
uzak durması gerektiği hakkında bilgi verilir. Film
aksiyon dolu sahneleriyle sonuna kadar böyle
koşuşturmacalarla devam eder. Sonunda ne mi
olur? Onu izleyenler öğrensin.
Filmin en beğendiğim özelliklerinden bir
tanesi sürükleyiciliği. Çoğu filmde aksiyon
sahnelerine gelene kadar izleyicinin dikkati kayar.
İzleyicinin dikkatini ancak aksiyon sahnelerinde
çekebilen filmler gibi değil Kader Ajanları. Kader
Ajanları'nın öyle cezbedici bir hikayesi var ki
f i l m i b a ş l a t t ı ğ ı n ı z d a k o l t u ğ u n u z d a n
kalkamıyorsunuz.
Kader Ajanları; aksiyonu, gerilimi hat safhada
olan sürükleyici bir film. Aşk ve romantizm
filmlerini tercih etmem. Bu filmde aşk ve
romantizm konularını görebilirsiniz fakat çok
ustaca bir senaryo ile öyle güzel harmanlanmış ki
filmdeki aşk teması aksiyonu bastırıp bizi
sıkmıyor. Dolayısıyla Kader Ajanları için son
olarak tek diyebileceğim aksiyon filmlerini
sevenler için izlenmesi gereken kendi türü için
oldukça iyi bir film.
!
24
Karakterler; o, karısı, kızı, oğlu diye adlandırılmış. Paranın etkisindeki toplumsal yaşamın çürümüşlüğünün, bireylere ve aileye yansımasını ele alan oyunun başkahramanı 'o'; bir bankanın patronu. Parayı insan ilişkilerinde çıkar aracı olarak gören 'o'nun aslında tek amacı; paranın getirdiği zaaflardan kurtulmaktır. Zamanla bu durumdan rahatsız olup yakınındaki kişilerin aslında parayı mı, yoksa kendisini mi sevdiklerini öğrenmek ister. Ailesinin ve ilişki kurduğu herkesin ahlak yoksunu ve para düşkünü kişiler olduğunu görünce, onlara ahlak dersi vermeye kalkışır.!
# Günün birinde banker, ailesini denemek için bütün mal varlığını hayır kurumlarına bağışlayacağını açıklar. Babasının paraya düşkünlüğüne devamlı itiraz eden oğlu bile bunu kabul edemez. Buraya kadar her şey bir bakıma normaldir, ta ki bir gün vurgunlar yüzünden işler tersine dönüp ayaklanma başlayana kadar. İsyan eden halkın önüne bankere tıpatıp benzeyen bir esrarkeş elbirliğiyle sürülür ve banker yerine onun linç edilmesine izin verilir. Asıl trajedi de burada başlar. Bankacı kendisi yerine linç edilen esrarkeşin giysilerini giyip eve gelir ama ailesi yaşadığını kabul etmez. Yaşadığını bilir, buna ikna olurlar fakat inkârlarını sürdürürler. Çünkü paraları çoktan paylaşan
Necip Fazıl Kısakürek’ten
meçhul bir tarih ve mekanda
geçen, o yüzden de güncelliğini
hiç yitirmeyen; hayatın paradan
ibaret olduğunu anlatan, bir
yandan da bunu reddeden bir
oyun.
PARA!! Buse Küçükbükücü
25
aile üyeleri, bankerin yaşadığını kabul ederlerse bütün malın mülkün hayır kurumlarına gideceğini bilmektedirler. Böylece bankerin sonu linç edilmek değil ama karısı ve öz evlatları tarafından sokağa atılmak olur. #
Paranın bu denli önemli oluşu oyunda karakterlerin sözleri aracılığıyla da hayat bulur. Ana karakter olan bankerin hususi kâtibi ile esrarkeş ve kafası yerinde olmayan benzerinin arasında geçen birkaç satırlık bu kısa konuşma, paranın insanlar için ne anlama geldiğinin boyutlarını en çarpıcı biçimde gösterir:#Hususi Kâtibi: Ya bu ne? #Benzeri: Kâğıt parçası!#Hususi Kâtibi: (Müthiş bir kahkaha kopararak.) Deli, buna para derler, para! Şeref de bu, namus da bu, akıl da bu, hikmet de bu, sıhhat de bu, hayat da bu, dünya da bu, ahiret de bu, parrra!” ####################################N e c i p F a z ı l ’ ı n , k i t a b ı n b a ş ı n d a “ V â k ' a herhangi bir memlekette, herhangi bir zamanda geçer.” diye not düşmesin boşuna olmadığını düşünüyorum. 72 yıl önce kaleme alınmış olmasına rağmen para konusunda günümüzü özetleyecek daha anlamlı bir oyun olduğunu sanmıyorum. Eserin o zamanlardan bu zamanlara, mekân tanımayan evrenselliği Kısakürek'in geniş öngörüsüne işaret ediyor.Oyunun sergilenişiyle ilgili izlenimlerime gelecek olursak kostümler konusunda kafama takılan bir durum var. Bankerin kızının kıyafeti, bol paça pantolon, kısa kolsuz gömlek, bana daha çok 1980’lere uygunmuş gibi geldi ama belki bu durum ailenin zenginliğ inden kaynaklanmaktadır. Oyuncuların kahkahaları, büyük ihtimalle abartı bir kahkaha olması gerektiğinden sahteydi ancak oyunculukları bence gayet güzeldi. Özellikle bankerin oyunculuğu, mimikleri müthişti; belki de ailesi tarafından ihanete uğrayan biri olduğu için onun tarafındayım ancak oyunculuğu müthişti. Sonradan işe alınan kız da, bankerin iyiliğine rağmen ihanet eden kişi olduğundan dolayı desteklemediğim bir karakter. Dekor oldukça iyiydi, zenginliği olduğu gibi yansıtıyordu.#
Sonuç olarak İBB bünyesinde sergilenen oyunu gerek oyunculuklar gerekse de içerik bakımından herkese tavsiye ediyorum. Paranın her dönem ne denli önem taşıdığını, aile bireyleri arasındaki ilişki konusunda bile ne kadar belirleyici olduğunu bir “oyun”da görmek, gerçeğe dair çıkarımlarda bulunabilmek için...
26
Attila İlhan Şiirinde Gerilime Dair
Attila İlhan’ın şiirlerinde en sık rastlanan temalardan biri gerilim temasıdır. ‘‘Gerilim’’i aşk, cinayet, suç, özlem, pişmanlık gibi çeşitli bağlamlarda işleyen Attila İlhan için bu temanın hayli önemli olmasının ve onun eserlerinde geniş bir yer tutmasının en önemli nedenlerinden biri hiç kuşkusuz, şairin yaşadığı dönemin getirdiği zorluklar ve onun bu yaşanmışlıkları anlatmaya olan arzusu ve bunun için hissettiği ihtiyaçtır. Savaş, düşmanlık, yıkım, devrim ve yasak düşüncelerle dolu bir yaşama şahit olurken Attila İlhan, içindeki bastırılamaz isyana yenik düşüp mağlup olmak yerine o dönemin tüm olumsuz koşullarını, kendisinin ve tüm insanların yaşadığı her acıyı, dökülen her damla kanı, susturulan her sözü sanatını beslemek ve sesini duyurmak için kullanmış, kendi iç dünyasını şiirleriyle dışa yansıtırken de bu birikimi ona sağlayan her şeye ve kendisiyle aynı şeyleri yaşamak zorunda olan insanlara, sorguladığı düşüncelere şiirinde yer vermeyi ihmal etmemiştir. O, şiirinde ‘insan’ı anlatmıştır, ve insanın yaşamak durumunda olduğu hayatı. Tüm insani duyguları, arzuyu, nefsi, kişiliği, mecburiyeti yazmıştır. $
Attila İlhan’a göre sanatın halktan ve halkın yaşadıklarından etkilenmesi kaçınılmazdır, zira sanat her daim içinde bulunduğu zamandan ve zamanın koşullarından beslenerek hayat bulur, o dönemin insanlarını yansıtır. Bazı şiirlerinde günlük hayatın kaçınılmaz gerçekliğini güçlü ve keskin imgelerle ifade ederken, bazı şiirlerinde ise son derece soyut ve hayali kavramları sade ama güçlü bir dille yazmıştır. İşte böyle değişken, ama son derece özgün ve etkileyici bir üsluba sahip olan şairin duyguları, gerçekleri ve yaşamı şiirinden okuyucuyla sanatsal bir iletişim kurarak aktarması, onun ne kadar usta bir şair olduğunun bir göstergesidir. $
haliç’te bir vapuru vurdular dört kişi$ $ $ demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu$ $ $ dört bıçak çekip vurdular dört kişi $ yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu (İlhan, Attila. 1954, Sisler Bulvarı)$$ Şairin Cinayet Saati adlı şiirinden alınan bu dörtlükte, işlenen faili meçhul bir cinayet ve bu cinayetin
yol açtığı gerginlik anlatılmaktadır. Kullanılan vapur, demir, bıçak, yeşil, ay imgeleri bir bütün oluşturarak şiirin genel gerilimini tetikler. Bu gerilimin hissedilebilmesindeki en büyük etken şiirde yaşanan şiddet ve kavgadır. Bu imgeler kullanılmadan oluşturulabilecek bir dörtlükten aynı hisleri almak mümkün değildir. Dörtlükteki gerginlik suç bağlamında ifade edilmiştir. Mekana bağlı bir gerilim görülmekte, bu gerilim aynı zamanda ölüm kavramıyla da iç içe ifade edilmektedir. ‘Ölüm’e gerilimli şiirlerinde sıkça değinen şair, Cinayet Saati’nde ölüm temasına ek olarak cinayet suçunu da şiire katmıştır, bu da şiirin gerilimini farklı bir yöne çekmiş, şiirdeki gergin atmosferi çoğaltmıştır. $$
$$ $
Zeynep İrem Çobanoğlu
27
cinayeti kör bir kayıkçı gördü ben gördüm kulaklarım gördü vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü hiç biriniz orada yoktunuz $(İlhan, Attila. 1954, Sisler Bulvarı)$$Aynı şiirden alınan bu dörtlükte ise
imge le rden çok k iş i l eş t i rmeden yararlanılmıştır. Bu dörtlük gerilimi bir korku filminden bir sahneymişçesine akıcı ve sert anlatır, bu bölümde ‘gerilim’, ‘korkunç’a dönüşür. Ayrıca şiirin genelinde bir tür sitem, yakarış , haksızlığa karşı ses çıkarmak da hissedilebilmektedir.
Attila İlhan’ın bu şiirine açıklaması, ‘‘Bu şiirde gerçeküstücü imgeyi bir ger i l im içer iğ in i vurgulamak iç in kullanıyorum. Yadırgandı. Ama bu şiirin tutulmasına, epeyce yayılmasına engel olmadı.’’ (İlhan, Attila. 1954, Sisler Bulvarı-Meraklısı İçin Notlar) şeklindedir.
Denilebilir ki yaşadığı dönemin de etkisiyle insan yaşamındaki çeşitli olumsuz manzaralara şiirlerinde yer veren Attila İlhan şiirinde gerilim de önemli bir yer tutar. Cinayet Saa* şiirinde gerilimi cinayet ve ölüm üzerinden veren şairin pek çok şiirinde gerilimin türlü görünümlerine rastlamak mümkündür.
CİNAYET SAATİ $haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu dört bıçak çekip vurdular dört kişi yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu $deli cafer ismail tayfur ve şaşı maktulün onbeş yıllık arkadaşı üçü kamarot öteki aşçıbaşı dört bıçak çekip vurdular dört kişi $cinayeti kör bir kayıkçı gördü ben gördüm kulaklarım gördü vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü hiç biriniz orada yoktunuz$$demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu on üç damla gözyaşını saydım allahına kitabına sövüp saydım şafak nabız gibi atıyordu sarhoştum kasımpaşa'daydım hiç biriniz orada yoktunuz$$haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi polis kaatilleri arıyordu deli cafer ismail tayfur ve şaşı üzerime yüklediler bu işi sarhoştum kasımpaşa'daydım vapuru onlar vurdu ben vurmadım cinaye- kör bir kayıkçı gördü$ben vursam kendimi vuracaktım$$ $ $ Attila İlhan$
28
Geleceğin 12’lerine İthafen
Okulumuz koordinatör rehberlik danışmanı Kamile Günal ile si-‐
zler için YGS-‐LYS ve gelmesi planlanan yeni sınav sistemi
hakkında keyifli bir röportaj yap-‐tık. Şimdiden herkese başarılar!
Merhaba, öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Adım Kamile Günal. 1995 yılında Marmara Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümünden mezun oldum. İş hayatına dershanede başladım, sonrasında okul alanına yöneldim. Bizim meslekte birçok alanda çalışılabiliyor. Ben okullarda çalışmayı seçtim, bu okulda da sekizinci senem bu yıl. Liseden önce ilköğretim ikinci kademe düzeyinde görev yapmıştım. Mesleki hayatımda da on sekizinci senem bitti, on dokuza gireceğim.
Bugünkü röportajımızın amacı gelecek senelerde üniversiteye girmeyi planlayan öğrencilere sınav sistemini anlatmak ve onların bu konuda bilgi sahibi olmalarını sağlamak. Öncelikle şu anda uygulanmakta olan üniversite giriş sistemi ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
Ülkemizde, 2010 yılından itibaren iki aşamalı sınav sistemi uygulanmaktadır. İlk aşama olan YGS (Yükseköğretime Geçiş Sınavı), LYS (Lisans Yerleştirme Sınavı)’ye girişi sağlayan bir baraj sınavıdır. YGS puanlarından en az biri 180 ve daha fazla olan adaylar, LYS’ye başvuru yapabilirler. LYS puanının %40’ını bu sınavdan alınan netler oluşturur. LYS sınavlarına katılma hakkı elde eden adaylar, beş LYS’den, hesaplanmasını istedikleri puan türlerine uygun olan sınav veya sınavlara katılabilirler. Öte yandan sadece YGS ile girilebilecek 2 yıllık ve 4 yıllık bölümler de vardır.
YGS soruları, ağırlıklı olarak müfredatın ortak derslerinden; LYS ise alan derslerinden oluşmaktadır.
Beş LYS ve hesaplanacak puan türlerinden bahsettiniz, bunu biraz açıklayabilir misiniz?
LYS–1, LYS–2, LYS–3, LYS–4, LYS–5 olmak üzere 5 farklı LYS vardır. LYS–1, matematik ve geometri sınavıdır. Türkçe-‐Matematik veya Matematik-‐Fen puanı ile tercih yapacak öğrencilerin girmesi gereken bir sınavdır. LYS–2; fizik, kimya, biyoloji sınavıdır. Sayısal puanla (MF) tercih yapacak öğrenciler bu sınava da girmek zorundadırlar. LYS–3; Türkçe, coğrafya sınavıdır. Türkçe-‐Matematik ve Türkçe-‐Sosyal puanıyla tercih yapabilmek için bu sınava katılmak gereklidir. LYS–4; tarih, coğrafya ve felsefe grubu sınavıdır. Türkçe-‐Sosyal puanıyla tercih yapabilmek için bu sınava da girilmesi gerekir. LYS–5 ise Yabancı Dil sınavıdır ve dil puanıyla tercih yapabilmek için bu sınava girmek gereklidir.
Üniversitede yer alan programlar, kendi dalları doğrultusunda belli akademik yetenek ve donanımı gerektirdiği için bu programlara belli puan türlerinden öğrenci alınmaktadır. Örneğin Tıp, Mühendislik, Matematik, Fizik vb. sayısal bölümlere Matematik-‐Fen ağırlıklı (MF–1, MF–2, MF–3, MF–4 ) puan türü ile yerleştirme yapılır. İşletme, Hukuk, Uluslararası İlişkiler, Psikoloji vb. bölümlere Türkçe-‐Matematik ağırlıklı (TM–1, TM–2, TM–3 ) puan türü ile yerleştirme yapılır. Türk Dili ve Edebiyatı, Gazetecilik vb. sözel bölümlere ise öğrenci Türkçe-‐Sosyal ağırlıklı (TS–1, TS–2 )
Ebru Bozkurt
29
puan türü ile yerleşebilir. Son olarak İngiliz Dili ve Edebiyatı, Mütercim-‐Tercümanlık gibi bölümlere de Yabancı Dil puanı (DİL–1, DİL–2, DİL–3) ile yerleştirme yapılır. Bu nedenle öğrencinin hedefleri ve girmek istediği bölümler doğrultusunda ilgili LYS’lere mutlaka girmesi gerekmektedir.
Öğrenci sınava girdikten sonra nasıl bir süreç işliyor?
YGS mart ayında, Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS) ise haziran ayının son iki haftasında uygulanır. Sınavdan sonra temmuzun genellikle ilk haftasında sonuçlar açıklanır. Sınav sonuçlarının açıklanmasından sonra yaklaşık iki haftalık bir tercih dönemi başlar ve bu süre içinde öğrenciler tercihlerini yaparlar. Bundan sonra yerleştirme işlemi başlar ve genellikle yerleştirme sonuçları temmuz ayının son haftalarında belli olur. Tabii bu takvim ÖSYM’nin inisiyatifinde olduğu için tarihlerde değişiklikler olabiliyor.
YGS-‐LYS sisteminin yerine geleceği söylenen sınav sistemi nasıl bir sistem?
Bu konuda, son dönemde liseye geçişte uygulanan Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sistemine benzer bir sisteminin getirileceği şeklinde açılamalar yapılmakta. Bu sistem ile ilgili atılacak adımların aralık ayındaki Milli Eğitim Şurası’nda ayrıntılandırılacağı söyleniyor.
Değişecek sistemde tıpkı TEOG’da olduğu gibi MEB tarafından temel derslerden birkaç kez merkezi sınavlar uygulanması söz konusu. Bu sınavlar üniversiteye geçişte belli yüzdelerle ağırlık taşıyacak. Ayrıca, bu notların dışında öğrencinin sanat, spor ve ders dışı uğraşları da üniversiteye girişte puanlandırılarak etkili olacak. Buna göre öğrenci, lise sonrasında ilgi alanı ve yeteneklerine göre üniversiteye başvuracak.
Yeni sistemde üniversitelerin de üç kategoriye ayrılması söz konusu. Öğrenciler başarı düzeyleri ve puanlarına göre bu üç kategoriden uygun olan üniversitelere başvuruda bulunabilecek.
Bu sistem hakında ne düşünüyorsunuz?
Geçtiğimiz yıl TEOG sınavında yaşanan altyapı ve uygulama, değerlendirme sıkıntılarını düşündüğümüzde aynı sıkıntıların yaşanmaması için sistemle ilgili uzun vadeli, veriye dayalı ve kapsamlı bir çalışmanın yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanacak biz öğrenciler için neler önerebilirsiniz?
Üniversiteye girişte uygulanacak sınav ya da yöntemler ne olursa olsun önemli olan her yıl tüm konuları tam öğrenerek bir üst sınıfa geçmektir. Çünkü sistem ne olursa olsun istenen şey, ortaöğretim boyunca sizlere öğretilenler olacaktır. Bu doğrultuda not ortalamalarını yüksek tutmak da çok önemlidir. Ayrıca kişisel ve sosyal gelişiminize yönelik çalışmalar yapmanız da her zaman sizlere farklılık ve öncelik kazandıracaktır.
Sınavlara hazırlık sadece son sınıfa ya da sınıflara bırakılmamalıdır. Bunun uzun soluklu bir maraton olduğunu düşünerek; 9. sınıftan son sınıfa kadar gereken çalışmaları gerçekleştirdiğinizde, kaygılanmadan ve yoğun bir stres yaşamadan hayallerinize ve hedeflerinize rahatça ulaşabilirsiniz.
Bu faydalı röportaj için bize zaman ayıran sevgili rehberlik ve psikoloji danışmanımız Kamile Günal’a ve Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümümüze teşekkür ederiz.
30
İçli KöfteBöyle Yapılır
Kavrulan soğana kıymayı ekleyin ve kıymanın her yerinin rengi kahverengine dönene kadar kavurun.
İç l i köf te yapmaya büyük cesaretle kalkıştığınız o an, ilk yapmanız gereken dibi geniş bir kase veya leğene bulguru boşaltıp üstüne suyu dökerek bulguru şişmeye bırakmaktır.
Şişmesini beklediğiniz bulguru bir köşede bırakın ve içli köftenin içinin yapımına rendelediğiniz soğanı bir tavada yeteri kadar sıvı yağ ile pembeleşinceye kadar kavurarak başlayın.
Merhaba sevgili Köşk okurları,
Sofraları mükemmel bir damak tadının ü r ü n l e r i y l e d o n a t a n G a z i a n t e p mutfağından çok güzel ve lezzetli bir ara sıcak olan içli köfte ile karşınızdayım bu sayıda. Tadıyla, kokusuyla, rengiyle bamba şka b i r l ezze t o lan , as la reddedilemeyen içli köftenin yapımı göründüğünün ve tahmin edildiğinin aksine çok kolay ve prat ikt i r. İç malzemesinde dilediğiniz kadar farklı ç e ş i t t e b a h a r a t v e k u r u y e m i ş kullanabileceğiniz bu tarif her kitleye hitap edebilecek bir hale getirilebilir!
Malzemeler… Hamuru için: 3 çay bardağı ince bulgur, 1 çay bardağı irmik, 1 çay bardağı
un, Yarım yemek kaşığı salça, 1 yumurta, Tuz, 3 çay bardağı su
İçi için: 200 gr. Kıyma, 1 küçük soğan rendesi, Tuz ,Karabiber, Pulbiber, kimyon (isteğe bağlı), İnce çekilmiş ceviz, Çam fıstığı (dolmalık)
Meltem Buse Doğan
31
Ardından baharatları, cevizi ve fıstığı ekleyin, karıştırın.
Beklettiğiniz bulguru artık içli köftenizin dışını yapmak için kullanabilirsiniz. Bulgurun üstüne irmiği ekleyin. Yumurtayı kırın. Salçayı, tuzu, unu ekleyin ve yoğurun. Hamuru biraz bekletin ve daha sonra içli köftelerinizi şekle sokmaya başlayabilirsiniz.
"Ben bu hamuru nasıl o köfte haline g e t i r e c e ğ i m ? " d i y e k a r a k a r a düşünenleriniz vardır mutlaka. Amacım zaten biraz da o kesime ellerinin ne kadar hamarat olabileceğini fark ettirmek.
Hemen kızar tabilir veya buzlukta saklayıp ilerisi için kullanabilirsiniz.
Evet aslında çok kolaymış değil mi? Tarifimi deneyen ler in iz in res imler in i görmeyi , y o r u m l a r ı n ı d u y m a y ı ç o k i s t e r i m . Bana [email protected] adresinden ulaşabilirsiniz. Hatta belki de yaptığınız içli köftelerinizden tatma şansı yakalarım?
O yüzden rahatlayın, her şey çok basit. Öncelikle ellerinizi her köfteden sonra ıslatabilmek için bir çay tabağına azıcık su doldurun, yanınıza koyun. Ellerinizi batırın ve hamurdan biraz alın, hangi elinizle rahat olur siz karar verirsiniz tabii ama sağlaklar için şöyle tarif edeyim: Sol elinizin baş parmağının etrafında hamuru bastıra bastıra şekle sokun, parmağınızı hamurdan çektiğinizde hamurun içinde kalan boşluğa kıymayı koyun, orta incelikte bir katman yapmaya özen gösterin ki ne hamur dağılsın ne de yerken sadece hamur gelsin ağzınıza. Doldurduğunuz hamurlarınızı içli köfte haline getirin.
Bir sonraki sayıda görüşmek üzere! A fi y e t o l s u n , sevgiyle kalın!
32
!!!!!!!!!!!
!!!!!!!!!!!!!!
!!!!!!
YEMEYE DOYAMADIĞIMIZ
CHEESECAKE NASIL YAPILIR?
Cheesecake
H e r k e s e m e r h a b a ! !Okul gazetemizin bu sayısında sizlerin karşısına başka bir tarif ile çıkıyorum:
Cheesecake! Son yılların gözde tatlısı cheesecake'in yapımı her ne kadar
karmaşık görünse de aslında çok da zor değil. Hazırsanız başlayalım!
Malzemeler
• 2 su bardağı un
• 40 gr. (2,5 çorba
kaşığı) toz şeker
• 75 gr. (5 çorba
kaşığı) margarin
Alt tabaka
•400 gr. labne peynir
• 150 gr. krema
• 3 adet yumurta
• 1 limonun suyu
• 75 gr. (5 çorba
Peynirli tabaka için:
Sosu için:
• Hazır marmelat veya benim gibi su ile
hazırlanan hazır
soslardan dilediğinizi kullanabilirsiniz.
Yapılışı
•Öncelikle un, şeker ve margarini bir kapta
karıştıralım. Onu güzelce hamur haline getirince bir kenarda 30 dakika dinlenmeye bırakalım.
•Sonra ayrı bir kaba labne, krema, margarin ve toz
şekeri koyup mikser yardımıyla karıştıralım. Karıştırdıktan sonra kabımıza limon suyu ve yumurtaları ekleyelim ve
tekrar karıştıralım.
•Hamurumuz 30 dakika dinlendikten sonra onu alıp oklavayla açalım ve 20-26 cm’lik
bir kalıbın tabanına hiç boşluk kalmayacak
şekilde serelim. Burada dikkat edeceğimiz nokta hamurun çok ince olmamasıdır.
Sena Ulaşan
33
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
•Bu arada fırınımızı da 190 dereceye ayarlayıp önceden ısıtmayı unutmayalım! :)
•Krema karışımımızı kalıba döktükten sonra önceden ısıtılmış fırınımızda yaklaşık 40-45 dakika
pişirelim.
•NOT: Krema karışımınızın çok akışkan olmasına aldırmayın. Cheesecake'inizi yaptıktan sonra
buzdolabında muhafaza edeceğiniz için o kendi kıvamını bulacaktır.
•Cheesecake'iniz pişerken siz de eğer pişireceğiniz bir sos yapacaksanız onu yapmaya başlayabilirsiniz.
•Kekimiz pişince fırından çıkartalım, oda sıcaklığına gelince de üzerine sosunu döküp buzdolabında muhafaza edelim.
AFİYET OLSUN!
34
Sosy
al B
ilimle
r !
HABERLER
AGP TAKIMI
O k u l u m u z A v r u p a G e n ç l i k Parlamentosu (AGP) takımı bu yıl da liselerarası konferanslara katılımını sürdürmeye devam ediyor. Bu yıl, Alman Lisesinin düzenlediği foruma IB Diploma Programı’ndan arkadaşlarımız katıldılar. Ayrıca 12. Sınıf öğrencisi Irmak Kayalan gazeteci olarak AGP forumlarına katılımını devam ettirdi. Arkadaşl a r ım ız ka t ı l d ık l a r ı bu konferansta okulumuzu başarıyla temsil ettiler. II. dönemde de (Şubat ayında) VI. TİUF (Ted İstanbul Ulusal Forumu) ile konferanslara katılmaya devam edecekler.
GASTRONOMİ KULÜBÜ
O k u l u m u z u n e n h a r e k e t l i kulüplerinden Gastronomi Kulübü kapsam ında bu sene Anado lu Mutfakları başlığı altında birbirinden zengin Mardin, Antep, Hatay Mutfakları çalışılıyor. Çalışmalar kapsamında hem araştırmalar hem mutfak pratikleri h e m d e r e s t o r a n g e z i l e r i
gerçekleştirmekte. Gezilerin ilkini Kaburgacı Mehmet Usta’ya kaburga dolmasını, ikincisini ise Eda Kebap’a Antep mutfağı ürünlerini tatmak üzere gerçekleştiren kulüp önümüdeki
d ö n e m d e A n t e p v e H a t a y mutfaklarıyla ilgili çalışmalar yapmaya devam edecek.
OYUNCAK MÜZESİ GEZİSİ
30 Kasım 2014 Günü, IB sınıflarındaki arkadaşlarımız şair Sunay Akın’ın açtığı Türkiye’nin ilk oyuncak müzesini ziyarete gittiler. Müzede gördükleri oyuncakları 20. Yüzyılda Türkiye ders in in Endüstr i Devr imi ’n in ekonomik ve toplumsal etkileri konusu i le i l işk i lend irerek ince led i ler. A r k a d aş l a r ı m ı z b u g e z i d e k i
gözlemlerinden yola çıkarak kendi oyuncaklarını ve bu oyuncakların hikâyelerini yaratacaklar.
FELSEFE ATÖLYESİ
14 Ocak 2015 tarihinde okulumuz felsefe öğretmeni Neslihan Jobanputra rehberliğinde üç Işık Lisesinden 15’er 11. sınıf öğrencisinin katılımıyla Sokrates’in Savunması üzerine bir felsefe atölyesi gerçekleştirildi. Katılan arkadaşlarımızın açmazlar üzerine yaptıkları tartışmaların ardından Sokra te s ’ i n Savunmas ı ’ n ı E sk i Yunancadan Türkçeye çeviren İstanbul Üniversitesi Eski Yunan Dili ve Edebiyatı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Erman Gören’le; felsefe, Antik Yunan Kültürü, Sokrates ve Sokrates’in Savunmas ı üzer ine b ir söy leşi gerçekleştirildi.
Oyuncak Müzesi’nde…
Gastronomi Kulübü…
2012
Fen
Bilim
leri HABERLER
ERASMUS+ COMENIUS PROJESİ - İspanya Gezisi
FMV Özel Erenköy Fen Lisesi olarak, 27 - 31 Ekim 2 0 1 4 t a r i h l e r i n d e gerçekleştirmiş olduğumuz İspanya Toplantısı’na 3 öğretmen ve 2 öğrenci ile katılındı.
Proje çalışmalarının başladığı
ilk gün İspanya ortaklarımızın
okulu ziyaret edildi. Comenius
Programı dâhilinde projeler ile ilgili
gelişmeler ve araştırmalar diğer
ülkeler ile paylaşıldı,
s u n u m l a r y a p ı l d ı .
Sunumlardan sonra
o k u l d a k i b i y o l o j i
l a b o r a t u v a r ı n d a
İspanya’daki böceklerin
ç e ş i t l i l i ğ i n i n
vurgulandığı bir
sergiye katılındı.
Serginin ardından şehrin tarihi
dokusunu görebileceğimiz bir
tur düzenlendi. 29 Ekim günü,
‟Fragas do Eumeˮ isimli doğa
parkına trekking yaparak,
parkın biyo-çeşitliliği üzerine
incelemeler yapıldı. Bu uzun
gezimizin ardından Oleiros
Kasabası’ndaki ‟Saint Cruseˮ Kalesi ziyaret edildi. 30 Ekim günü,
‟Corrubedoˮ isimli ve gelgit
olaylarının etkilediği, doğa parkını
gezi ldi ve oluşumu i le i lgi l i
bilgilendirme sunumu izlendi.
‟Vixănˮ lagününü ziyaret ederek,
burada yaşayan kuş çeşitleri
gözlemlendi. Daha sonra Atlantik
O k y a n u s u ’ n u n k ı y ı s ı n d a k i
‟Corrubedoˮ körfezinde bir
yürüyüş yapıldı ve buradaki balıklar
gözlemlendi. Akşam yemeğinin
ardından sertifika töreni yapılarak
toplantı tamamlandı.
Güz
el
Sana
tlar HABERLER
ASL KULÜBÜ
ASL Kulübü kapsamında her yıl bir yurt dışı gezisi gerçekleştirmek artık okulumuzun bir geleneği haline geldi. Geçen yılki Amerika gezisiyle ilgili kapsamlı bir yazıyı gazetemizin bu sayısında bulabilirsiniz. Burada ise gelecek programdan bahsedeceğiz. Bu sene ASL Kulübü kapsamında Paris’e yedi günlük bir gezi düzenlenecek. Önceki yıllarda o l d uğu g i b i şehrin önemli müze ve sanat merkez ler in in gezileceği gezi i ç i n k u l ü p öğ r e n c i l e r i şimdiden çok heyecanlılar.
L Ü K Ü S
HAYAT GELİYOR!
Geçen seneyi çok keyifli bir
oyunla ve bol bol ödülle kapatan
Tiyatro ve Müzikal Topluluğumuz
bu sene de çalışmalarına hızla
başladı. Önce seçmeler neticesinde
4 0 k iş i l i k k a d ro s u o l uşa n
topluluğumuzda bu sene de Türk
tiyatrosunda önemli bir yere sahip
o l a n E k r e m R eş i t B e y ’ i n
kaleminden çıkan ve Cemal Reşit Rey’in besteleriyle hayat bulan
L ü k ü s H a y a t m ü z i k a l i n i n
oyn anmas ı n a k a r a r ve r i l d i .
Çalışmalar heyecanla sürerken biz
de merakla bekliyoruz.
!
KOROMUZ
Geçen sene hızla başladığı
ç a l ışmalar ın ı a ra vermeden
sürdüren okul koromuz bütün
törenlerde göz doldurmaya devam
ediyor. Nurdan Kaya önderliğinde
yoğun biç imde ça l ışan okul
koromuz şu günlerde ilk defa bir
koro festivalinde yer almaya
hazırlanmakta. FMV Özel
Erenköy Işık Lisesi -Fen
Lisesi Korosu olarak
katılacakları festival 26-29
Mart 2015 tarihlerinde
Prag'ta gerçekleşecek
olan "Young 2015 Prague
Uluslararası Gençlik Koro
ve Orkestra Festivali"dir.
2 8 öğr e n c i i l e b i r l i k t e 4
öğretmenimizin katılacağı festivalle
ilgili daha detaylı bilgiyi ileriki
sayımızda bulabileceksiniz.
2012
Bede
n Eğ
itimi
ve S
por
HABERLER
KAYAK KAMPI
15 Ocak 2015 Perşembe sabahı
06:30’da okuldan hareket eden 19
öğrenci ve iki öğretmenimiz
Uludağ Alkoçlar Otelde 3 gece 4
gün konakladılar. Öğrenciler kayak
eğitmenleri eşliğinde sabah ve
öğleden sonra toplam 6 saat kayak
ve snowboard yaptılar. Gayet keyifli
geçen kampın sonrasında 18 Ocak
Pazar Günü saat 20:30’da İstanbul'a
döndüler.
YÜZME TAKIMIMIZ
4-15 Ocak 2015 tarihleri
aras ında Tozkoparan Yüzme
Havuzu’nda gerçekleştirilen MEB
Gençler Yüzme İl Birinci l iği
müsabakasına okulumuz 6 bayan
sporcu ile takım olarak katıldı.
Öğrencilerimiz 6x50 m. serbest
bayrakta İstanbul dördüncülüğü,
4 x 5 0 m . k a r ı ş ı k
bayrakta İstanbul beşinciliği aldılar.
Sporcu lar ımız tak ım o larak
katıldıkları bu müsabakada İstanbul
beşincisi olarak şubat ayında
düzenlenmesi planlanan grup
e l e m e l e r i n e k a t ı l m a h a k k ı
kazandılar. Yüzme takımımız Berfu
Akbaş, Selen Ilıcalı, Ecehan Sıralı,
Zeynep Çalık, Deniz Oral, Ceren
F i l i z ’ d e n o l uşm a k t a d ı r .
S p o r c u l a r ı m ı z ı k u t l u y o r ,
başarılarının devamını diliyoruz.
V O L E Y B O L
MÜSABAKALARI
Okulumuz lise voleybol takımı
İs t a n b u l İ l Şa m p i y o n l uğu
Müsabakaları’na katılmış, il turunun
ilk karşılaşmalarını başarı ile
tamamlamış fakat grubun son
maçında başa baş geçen bir
mücadele sonucu grubundan
elenerek maçlarını sonlandırmıştır. Önümüzdeki aylar içerisinde ilçe
maçlarına katılım sağlayacak olan
takımımız lise ve fen lisesinden
öğrencilerden oluşmakta ve cuma
günleri okul çıkış saatlerinde
antrenman yapmaktadır.
Kayak Kampında…
Yaba
ncı D
iller
!
TIMUN 2014
2 7 - 3 0 K a s ı m 2014 tarihleri arasında 6 arkadaş ımız Üsküdar A m e r i ka n L i s e s i n d e düzenlenen TIMUN’14 konferansına katıldılar.
Grup olarak farklı komitelerde
Suriye’yi başarı ile temsil ettiler.
Bu ülkenin bakış açısından dünya
sorunlarına yorumlar getirerek
çevre , s i l ahs ı z l anma , s ı n ı r
çatışmaları, hukuk, insan hakları
g i b i ç eş i t l i k o m i t e l e r d e
müzakerelere katılıp çözüm
t a s l a k l a r ı n ı t a r t ış t ı l a r .
Komitelerde onaylanan çözümler
ise son gün genel kurulda yeniden
tartışmaya açıldı. 11. sınıftan
arkadaşımız Uğur Gülcügil ,
büyüke lç i s ı f a t ı y l a aç ı l ışta
Suriye’yi temsilen konferans
teması olan ‘Küçüklerin Gücü’ ile
ilgili kısa bir konuşma yaptı.
TIMUN Konferansı her yı l
olduğu gibi bu yıl da oldukça
verimli geçti.
!
HABERLER
Meraklisina...
Sudoku
1 3 24 1 2 7 3
9 3 6 13 6 2
3 16 9 8
4 8 6 35 4 1 3 7
7 6 1
Zeka Sorusu
Dünyanın bir ucunda bir kral hastalanır ve ölüm
döşeğine düşer. Bu döşekte öleceğinden emin
olduktan sonra tahtı oğullarına devretmeye
karar verir. Sorun şudur ki iki oğlu vardır fakat
aralarında karar verememektedir. Bunun
üzerine ikisini de yanına çağırır ve onlara bir
görev verir. Atı en son dağdaki kaleye giden
oğul tahta geçecektir. Bu görevi duyan küçük
kardeş ata atlar ve kaleye hızla varır. Kral ise
tahtı ona devreder. Bu nasıl olmuştur?
!Okul Gazetesi’ndeki zeka sorusunun cevabı: “Adam uykusunda öldüyse rüyasını bilemeyiz.”
Hazırlayan: Ayberk Tunçay
Tasarlayan: Eren Pekgöz