kule dergisi-sayı 36

52
YAZ 2013 SAYI 36

Upload: koc-university

Post on 02-Dec-2014

1.158 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Kule Dergisi-Sayı 36

YAZ 2013SAYI 36

Page 2: Kule Dergisi-Sayı 36

ulusal_ilan_KULE_220x270C.indd 1 24.04.2013 16:51

Page 3: Kule Dergisi-Sayı 36

1

İÇİNDEKİLER KULE 36

REKTÖRÜMÜZÜN MESAJI

ÖĞRENCİ KONSEYİ BAŞKANI’NIN MESAJI

DOSYA - ZEKÂ

DOSYA - ZEKÂNIN DERİNLİKLERİ

DOSYA - ZEKÂ NEDİR, NE DEĞİLDİR?

DOSYA - KIVRAK ZEKÂNIN FENDİ MANTIKSI ZEKÂYI YENDİ!

DOSYA - ZEKİ TÜKETİCİLERİN KÖTÜ TERCİHLERİ

DOSYA - DOĞRU KARARA GİDEN YOL İŞ ZEKÂSINDAN GEÇER

DOSYA - ZEKİ OLMAK MI ZEKİCE DAVRANABİLMEK Mİ?

DOSYA - TASARIMIN PENCERESİNDEN

DOSYA - ZEKÂ TURU

RÖPORTAJ - HOCALARIN HOCASI NERMİN ABADAN UNAT KOÇ ÜNİVERSİTESİ’NDEYDİ

MEZUNLAR - KOÇ RUHUYLA ŞEKİLLENEN YAŞAM

RÖPORTAJ - KOLT İLE EĞİTİME DESTEK

KAMPÜSTEN NOTLAR

2 28

330

433

634

16

3818

20 40

4224

KOÇ ÜNİVERSİTESİ ADINA SAHİBİ

Prof. Dr. Umran İnan

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜAyça Yürük

EDİTÖRLeyla Demirbağ Atay

GÖRSEL YÖNETMENLevent Pakdamar

KATKIDA BULUNANLARÇağla Güneşler, Fatih Tok,

Neziha Mühürcü, Aykut Karadere, Pınar Akoğul, Elif Yılmaz

YAYIN KURULUAhu Parlar, Arzum Kopşa, Bilgen

Bilgin, Ebru Tan, Emre Alkan, Lemi Baruh, Metin Sezgin, Nazmi

Ağıl, Özden Gür Ali, Sanem Yükselsoy Tekcan, Şevket Ruacan,

Veysel Onur Kaynar, Zeynep Başak, Zeynep Derya Tarman

YAPIMDemirbağ Yayın ve Tasarım

İBA Blokları 42/6 Barbaros Bulvarı, Balmumcu / İstanbul

Tel: 0212 347 47 80www.demirbag.com.tr

[email protected]

OFSET HAZIRLIK VE BASKIGezegen Tanıtım

Baskı Sorumlusu: Serap Baranoğlu100. Yıl Mahallesi Matbaacılar

Sitesi 2. Cadde No: 202/A Bağcılar İstanbul

Tel: 0212 325 71 25

KOÇ ÜNİVERSİTESİ Rumelifeneri Yolu

34450 Sarıyer İstanbulTel: 0212 338 1000

[email protected]

Page 4: Kule Dergisi-Sayı 36

2

REKTÖRÜN MESAJI

Kule’nin yaz sayısını, zekâ kavramının farklı disiplinlerin penceresinden incelendiği kapsamlı bir dosya konusuna ayırdık. Bilim dünyasında sınırları aşan zihinsel faaliyetlerin ortaya çıkardığı büyük gelişmeler, teknolojinin hayatımıza yön veren ve yeni ufuklara yelken açmamız adına bizi cesaretlendiren karakteri, tüm insanlığın faydalanabileceği ve geleceği inşa ederken güç alacağı adımların her biri parlak zekâların ürünüdür. Sadece bilimsel ve teknik alanda değil sosyal, kültürel, sanatsal boyutlarıyla da dünyayı besleyen tüm atılımlar hayata bambaşka bir pencereden bakabilen, eleştirel düşünceyi benimsemiş, cesur zihinlerin çabalarıyla filizlenmektedir. Ancak tüm bunlar zeki olmanın ötesinde zekâsını akıllıca kullanmayı başaran tutkulu insanların yaratımlarıdır. Kısacası bilişsel bir yeti olmanın ötesinde zekâmızın ve onu kullanabilme becerilerimizin, toplumsal var oluşumuzun başlangıcı ve gelişimimize yön verecek adımların atılması yolundaki ilk koşul olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla hem bireysel gelişiminiz hem de aydınlık bir Türkiye için Koç Üniversitesi’nin parlak gençleri olarak birikimlerinizi, kazanımlarınızı, mükemmele ulaşma yolunda sizlere sunulmuş tüm koşulları en iyi şekilde değerlendirmek için göstereceğiniz çabanın yani zekânızı ortaya koyma cesaretinizin çok değerli olduğuna inanıyorum. Değerli öğretim üyelerimizin zekâ kavramı hakkındaki tartışmaları, görüşleri ve katkılarıyla hazırlanan dosya konumuzu, sizleri eleştirel düşünceye ve araştırmaya teşvik edecek nitelikleriyle keyifle okuyacağınızı umuyorum.

Koç Üniversitesi olarak, zekâsını akıllıca kullanmanın önemini kavramış, dahası onu ortaya koyma konusundaki cesaretini ve kararlılığını göstererek yaşamının sorumluluğunu bilime ve eğitime katkı yapma sorumluluğu olarak özümsemiş zengin bir akademik kadroya sahibiz. Koç Üniversitesi’nin eğitim ve araştırma misyonunu bir arada sürdürerek bilimsel mükemmeliyet merkezi olma vizyonunun, tıkır tıkır işleyen bir saat gibi bizi her an yeni başarılara taşıdığını memnuniyetle izliyoruz. Bu vesileyle her sayımızda olduğu gibi bir kez daha, elde ettiğimiz akademik başarıları sizlere aktarmaktan sevinç duyuyorum.

Son dönemde öğretim üyelerimiz Tevfik Metin Sezgin, Reşat Bayer, Özgür Birer, Kazım Büyükboduk, Gülayşe İnce Dunn, Seda Ertaç, Nurhan Özlü, Mehmet Sayar ve Seda Keskin Avcı kendi alanlarında sergiledikleri üstün nitelikli çalışmalarıyla TÜBA GEBİP kapsamında ödüle layık görüldüler.

Zeynep Aycan Society for Industrial and Organizational Psychology (SIOP) üyeliğine, Ahmet İçduygu, Zeynep Aycan, Gün Şemin ve Ali Çarkoğlu Bilim Akademisi’ne üye olarak seçilirken, Ali Çarkoğlu aynı zamanda "2013 Wapor En İyi Makale" ödülünü aldı. Elvan Ceyhan Global Young Academy ve “2013 TWAS The Academy of Science for Developing World Young Affiliate – Central & South Asia Region” üyeliğine seçilerek Koç Üniversitesi’nin uluslararası alandaki başarılı temsilcilerinden biri oldu.

Fuat Balcı ve İlke Öztekin ise Bilim Akademisi "2013 Genç Bilim İnsanları Programı" ödülüne layık görüldüler.

Şener Aktürk “Almanya’da, Rusya’da ve Türkiye’de Etnisite Rejimleri ve Milliyet” isimli kitabıyla Joseph Rothschild Ödülü’nü kazanırken, Sinan Ünver “Aritmetik Geometrinin Motifler Teorisi” konusunda matematiğe yapmış olduğu katkılarından dolayı "Masatoshi Gündüz İkeda Araştırma" ödülüne layık görüldü. Tuğba Bağcı Önder de "2013 UNESCO-L’OREAL Ulusal Genç Bilim Kadınlarına Destek" ödülünü kazandı. Koç Üniversitesi’ni onurlandıran tüm öğretim üyelerimizi kutluyorum.

Başarılarla dolu, hareketli ve yoğun bir tempoyla geçirdiğimiz 2012- 2013 eğitim öğretim dönemini noktalarken bu yılın Koç Üniversitesi mezunlarını da sevgiyle kucaklıyor, başarılarının devamını diliyorum.

Prof. Dr. Umran İnanRektör

Merhaba...

Page 5: Kule Dergisi-Sayı 36

3

ÖĞRENCİ KONSEYİ

Kule’nin bu sayısında ele alınan “zekâ” kavramı, ilginç ve geniş bir tar-tışma sahasına sahip olmakla beraber bilimsel olarak mutabık kalınan noktalar da barındırıyor. Bu noktalardan biri kalıtımın zekâ üstündeki etkisinin çok yüksek olmasına rağmen zekânın gelişimi için doğru tespitin ve eğitimin de bir hayli önemli rol oynadığıdır. Doğuştan sa-hip olunan bir avantaj olarak görülebilecek olan zekâ, uygun eğitimle desteklenmediği takdirde potansiyel faydayı sağlayamamakta; hem bireyin kendisi hem de toplum için bir kayıp söz konusu olmaktadır.

Zekâ gelişiminin en hızlı olduğu çağlar, üniversite hayatımızdan önceki dönemlerimiz. Yaş ilerledikçe zekâdaki gelişimin de yavaşlama-ya başladığı gerçeğini göz önünde tutarsak, üstün zekâlı çocukların erken yaşlarda tespit edilmesi ve onlara özel dizayn edilmiş sistemlerle eğitilmeleri gerekmektedir. Ne yazık ki, ülkemizde bu gerekliliği yerine getirmeye çalışan kurum sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. İlköğ-retim sonrası ise sayılar daha vahim. Benim de mezunu olduğum Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi, ülkemizde üstün zekâlılara özgü eğitim yapan tek lise. Sayılardaki noksanlık bile konudaki yetersizliği-mizi gözler önüne sermeye yetiyor.

Niceliğin ötesinde nitelik olarak da eğitim yapımızın zekânın kıymetini ortaya çıkarmakta yetersiz olduğu; hatta zararlı olduğu savunulabilir. Farklı zekâ alanlarının varlığını göz önüne alırsak, kişinin zekâsının belirli bir disiplindeki başarı için daha uygunken başka bir disiplinde aynı derecede avantaj sağlayamayabileceğini kabul etmek gerekir. Hâlbuki mevcut yapıda gençler, farklı disiplinlerde kendilerini deneme fırsatı verilmeksizin çok erken yaşlarda tercih yapmaya zorlanıyor ve tekdüzeliğe kanalize ediliyorlar. Bunun sonucu olarak sanat, spor, edebiyat gibi alanlarda sivrilebilecek gençler, ebeveyn baskısı ve eği-tim sisteminin yetersizliğinden dolayı daha pasif oldukları alanlarda yüksek rekabet içinde kayboluyorlar. Yaklaşık üç yıl önce Milli Eğitim

Bakanlığı, Türk Eğitim Vakfı ve üniversitemizin işbirliğiyle 1. Uluslararası Üstün Yetenekliler Eğitimi Sempozyumu düzenlenmişti. Maalesef bunun devamı henüz gelmedi. Umuyorum ki, önümüzdeki yıllarda bu ek-sikliklerin giderilmesi için Koç Üniversitesi öncülüğünde yapılan yeni çalışmalara tanıklık ederiz.

Koç Üniversitesi öğrencileri olarak kendi üniversitemizdeki eğitimin artılarını çoğaltmaya çalıştığımız kadar ülkemizdeki eğitim sisteminin eksilerini gidermeye de çabalamamız gerektiğine candan inanıyo-rum. Toplumun genelini ilgilendiren bu tarz meselelerin muhakkak üniversitelerde tartışılması gerekir. Bizim kampüsümüz, tartışmaların zenginliğine ev sahipliği yapabilecek bir özgürlük ortamı barındırmak-tadır. Öğrenciler olarak bu fırsatı değerlendirmeyi görev addetmeliyiz.

Kule’nin yaz sayıları camiamız için çok değerli bir dönemin habercisi olma niteliğini taşıyor: Mezuniyet! Yuvadan ayrılan arkadaşlarımızın, hayatlarının geri kalanında da başarıyı ve mutluluğu yakalayacakları-na olan inancım, veda etmenin getirdiği üzüntüyü kısmen azaltıyor. Önümüzdeki dönemin üniversitemizin bütün mensupları için güzellik-ler getirmesini arzular, taze mezunlarımızın her birine hayalleriyle planlarının kesiştiği bir gelecek temenni ederim.

Veysel Onur KaynarÖğrenci Konseyi Başkanı

Niceliğin ötesine geçmek

Doğuştan bir avantaj olarak görülebilecek olan zekâ, uygun bir eğitimle desteklenmediği takdirde potansiyel faydayı sağlayamamakta; hem bireyin kendisi hem de toplum için bir kayıp söz konusu olmaktadır.

Page 6: Kule Dergisi-Sayı 36
Page 7: Kule Dergisi-Sayı 36

Bilgiye ulaşma, yani veriyi yorumlama yetisini kullanmamızı sağlayan zekânın, farklı bilim dallarının penceresinden bakıldığında kendine nasıl yer bulduğunu tartışmak üzere yola çıktığımız dosya konumuzla karşınızdayız. Kavrama dair üretilen soruların ve farklı bakış açılarıyla yolumuzu aydınlatan tüm konuların herkesi yepyeni bilgilere ulaştıracağını umuyoruz.

Page 8: Kule Dergisi-Sayı 36

6

Page 9: Kule Dergisi-Sayı 36

7

Bu sayımızda yeniden Kule’nin yedinci katında, bu kez zekâ kavramını tartışmak üzere bir araya geldik. Konuklarımız Tıp Fakültesi’nden Dr. Sarper Taşkıran, Hukuk Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Yiğit Sayın, Öğrenci Dekanlığı’ndan Dr. Bilgen Bilgin, Mühendislik Fakültesi’nden Doç. Dr. Deniz Yüret, Kimya ve Biyoloji Mühendisliği Bölümü’nden Doç. Dr. Seda Keskin’di. Gündelik dildeki kullanımından, tarihsel bakış açısındaki değerlendirmelerden zekânın ölçü-lebilirliğindeki tartışmalara ve zekâ ile birlikte ele alınabilecek diğer kavramlara kadar pek çok konunun tartışıldığı buluşma, tüm katılımcıların sorular üreterek katkıda bulunduğu zengin bir ortam yarattı. Cevaplardan çok soruların önem kazandığı, üretilen sorularla herkesin aklında yeni soruların şekillenmesine ışık tutacak sohbet toplantımızın çıkış noktası kavramın tarih-selliği üzerineydi. İlk soruyu Kule ekibi olarak biz sorduk ve “Sizce, tarihsel olarak hangi tip bilginin değerli kabul edildiği, zekâ kavramının yorum ve tanımını etkiler mi? Zekâ kavramı-na ait kabullenişlerin toplumlara göre değişkenlik gösterebileceğini düşünüyor musunuz? Modernite ile zekâ kavramının ele alınışı arasında dolaylı bir ilişki olabilir mi?” dedik; ardından sessizce takibe koyulduk, çünkü artık tartışmayı yönlendiren birbirlerine sordukları sorularla yeni konulara el atan öğretim üyelerimizdi. Konunun bir psikiyatrın açacağı yoldan ilerlemesi konusunda herkes hemfikir olunca zekâ ile ilişkili ilk kavram tartışmaya açıldı: Uyum.

Zekânın derinlikleriZekâ dediğimizde hepimizin aklında bazı kalıplar, kabul edilegelmiş ilkeler ve birtakım ölçütler canlanır. Ama zekâ kavramını açıklamanın kelimeyi söyleyivermek kadar kolay olmadığı da ortadadır. Bu nedenle zaman kısıtlı olsa da, kavramın derinliklerine daldığımız ve bolca soru ürettiğimiz bir sohbet için Kule’nin yedinci katındaydık.

Page 10: Kule Dergisi-Sayı 36

8

İnsanı şekillendiren koşullar“İnsan var olduğu sürece ele alınmış bir kavramdan bahsediyoruz. Zekâ bu anlamda tarihsel olarak gelişiyor ve evrim gösteriyor”

diyen Sarper Taşkıran bunun sebebini top-lumun insandan beklediği birtakım becerilerin süreç içerisinde değişip farklılık göstermesine bağlıyor. Bu konuda verdiği örnek ise şöyle: “Eski çağlarda bir avın nerede olduğunu iyi görebilen, motor koordinasyonu iyi olan insanlar daha başarılı görülürken bugün pro-jeleri daha iyi yapabilenler başarılı. Kavramın toplumlara göre değişiklik gösterdiği de açık. Aslında içerdiği anlam tamamen beklentiyi karşılama ya da karşılayamama üzerine kurulu. Bu açıdan zekânın önemli bir göstergesi uyum sağlayabilme becerisidir. Elindeki verileri, kendi içinde hızlı bir şekilde değerlendirerek ortama, ortamda başarılı ve kalıcı olmaya uyarlamadır. Geçmişte ya da başka topluluklarda motor be-ceriler veya fiziksel güç öne çıkarken, bugünün toplumunda bilişsel beceriler ve dikkat daha ön

planda. Kısacası zekâ ele alındığında temel bir kavram olan uyumun tarihsel süreçte değişme-diğini düşünüyorum.”

Bilgen Bilgin de insan yaşamının devamlılığı açısından coğrafi koşullara uyum sağlama be-cerilerinin zekâ ile ilişkisini ele alarak Kaliforniya Üniversitesi’nden Jared Diamond’un 1997’de yazdığı Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı kitabına deği-niyor: “Kitap, bazı bölgelerde medeniyet sürekli gelişirken neden bazı bölgelerde yüzyıllardır bir gelişme kat edilmeksizin yaşandığını anlatı-yor. Oradaki insanların daha az zeki olduğunu kanıtlayan hiçbir bulgu yok; ama temel güdü uyum sağlama olarak ortaya çıktığında şunu görüyorsunuz: Savaş olmayan, konumunuzdan dolayı kimsenin size ilişmediği bir coğrafyada yeni bir düzen keşfetmek zorunda değilsi-niz. Medeniyetin ilk geliştiği yerlerde, yani yaşamayı becermenin daha zorlu koşullardan geçtiği coğrafyalarda ilerleme daha hızlı olmuş.”

Gündelik dildeki kullanımından tarihsel bakış açısındaki değerlendirmelere, ölçülebilirliğindeki tartışmalardan kendisiyle birlikte ele alınabilecek diğer kavramlara kadar zekâyı farklı boyutlarıyla ele aldık.

Dr. Sarper Taşkıran

Dr. Bilgen Bilgin

Doç. Dr. Seda Keskin

Page 11: Kule Dergisi-Sayı 36

9

Uyum kavramı ve zekâ ilişkisi açısından

başka bir yorum da Yiğit Sayın’dan geliyor. Zekânın coğrafi dağılımıyla ilgili teorilere değinerek şunları söylüyor: “Kuzey ve daha soğuk bölge insanlarının evrim sırasında adapte olmaları gereken iklim koşullarından dolayı daha yüksek bir zekâya sahip oldukla-rı, daha sıcak bölge insanlarının zekâsının ise bu bölgelerdeki insanlardan farklı geliştiği yönünde teoriler var. Bunların kesinliğini bilmiyorum, ancak Doğu ve Batı toplumları arasındaki zekâ seviyesinden ziyade, zekâ anlayışının tartışılabileceğini düşünüyorum. IQ testlerinin de bu açıdan değerlendirilmesi gerekebilir. Batı toplumunun oluşturduğu bir zekâ ölçme sistemini Doğu’ya uygulamak ne derece sağlıklı?

Hep karşımıza çıkıyor; toplum içinde deza-vantajlı birtakım grupların daha az başarı sağlaması onların diğerlerinden daha az zeki olmasıyla bağdaştırılır. Ancak kültürel ve sos-

yal şartlar önemli. Ben hem zekâ algılanışının hem zekânın ortaya konuluşunun hem de an-lamının kültürlerarası pek çok farkı olduğunu düşünüyorum. Afrika’da ‘intelligence’ ya da Latince ‘intellectus’ denilen kavram, altı yedi ayrı kavramla beraber ortaya konuyor. Hatta Zambiya ve Kenya’da zekâ, ‘sorumluluk’ an-lamına da geliyor. Yani onlar için zeki olmak ailenden, çevrenden, toplumdan sorumlu olmak.”

Deniz Yüret ise konuyla ilişkili olarak ırklar arasında zekâ karşılaştırması yapma iddiasıyla çalışma gerçekleştiren bir grubun araştır-masına değiniyor: “Afrikalı ve Amerikalı çocukların zekâ düzeylerini ölçmek amacıyla, kısa süreli hafızalarında kaç rakam tutabildik-lerini incelemişler. Sonuçta beyaz çocukların daha fazla rakamı hafızalarında tuttuğunu tespit etmişler. Bunun üzerine makaleler bile yazılmış. Ardından aynı karşılaştırmayı Çinli çocuklarla yapmışlar. Onların kısa süreli

hafızasında daha da fazla rakam tuttuğu gö-rülmüş. Ancak daha derinlemesine bir analize girişince dil faktörü ortaya çıkmış. Değişik dillerde rakam kelimelerinin uzunluğu ara-sındaki farkın, çocukların hafızasında tuttuğu rakam sayısını etkilediği anlaşılmış. Afrikalı çocukların dilinde rakamın kelime karşılığı uzun, İngilizcede orta, Çincede ise çok kısa olduğu için bu farklılığın meydana geldiği saptanmış.”

Zekâ testleri ne için?

Sarper Taşkıran Batı’da kullanılan ilk zekâ testlerinin Fransız hükümetinin, okuldan yararlanamayacak kadar durgun zekâdaki çocukları ayırt etmek amacıyla geliştirildiğine değinerek, zekâ testlerinin asıl olarak geriyi ayırt etmek için ortaya çıktığını anlatıyor. Psi-kiyatri için testlerin bir rehber olduğunu, ama tanı koymak için kullanılmadığını vurguluyor: “Psikiyatrlar bir çocuğun devletten yardım alabilmesi için ona zekâ gerisi tanısı koyarken

Doç. Dr. Deniz Yüret

Yrd. Doç. Dr. Yiğit Sayın

Page 12: Kule Dergisi-Sayı 36

10

testleri sadece rehber olarak alır. Klinik göz-lem bunun çok daha önemli bir parçasıdır. Yani uyum, işlevsellik ve testlerin ölçtüğü bi-lişsel kapasite ortalama bir bilgi verir: “Çocuk mantıksal, lineer düşünebiliyor mu, sebep sonuç ilişkisi kurabiliyor mu ve bunu hep aynı şekilde tekrarlayabiliyor mu? Ölçtüğümüz bunlardır.” Taşkıran, zekâ testlerinin ileri zekâ konusunda elde ettiği sonuçlar hakkında ise şunları söylüyor: “Sıklıkla kullanılan zekâ ölçekleri 100 puan civarında daha kaliteli sonuçlar verir. 130 puan (yani iki standart deviasyon) üzerinde varyasyonlar çok daha fazla oluyor ve güvenilirlikleri düşüyor. 130 ve üzerini standart zekâ testiyle ölçmeye çalışmak sağlıklı sonuçlar vermeyebilir.”

Yıldızlar takımı sınıfta kalır mı?

Bilgen Bilgin bu yorumdan hareketle eği-tilebilir olmanın bir zekâ düzeyi ölçütü olup olmayacağı sorusunu sorarak bir deney ör-neğini ve Türkiye’de yaşanmış fen lisesi dene-yiminin sonuçsuz kalma hikâyesini anlatıyor: “Bir deneyde 10 değişik grup oluşturulmuş. Grupların belli bir problem karşısında nasıl çözümler ürettikleri gözlemlenmiş. Her gru-bun içinde lider olarak öne çıkan kişiler be-lirlenmiş. Sonra bu liderlerden yeni bir grup oluşturularak yeni bir problem karşısındaki düşünce ve davranış biçimleri gözlemlenmiş. Diğer gruplarda görüldüğü gibi bu grupta da bir çan eğrisi dağılımı oluşmuş ve bir lider öne çıkmış. Ayrıca bu 10 liderden oluşan grubun sorun çözme yetisi, daha önceki 10 gruptan ileri bir düzeyde gerçekleşmemiş. Bunu nasıl yorumlayabiliriz bilemiyorum ama çok parlak öğrenciler aynı sınıfta olduğunda da aynı şeyle karşılaşabilirsiniz. Türkiye’de ya-

şanan fen lisesi deneyimi bir boyutuyla buna örnektir. Onlar da liderlerin bir araya geldiği gruptaki problemi yaşadı. Yıldız olarak gelip, o grup içinde başka sonuçlar aldılar. Diğer bir sorun da üç yıllık lise eğitiminin ardından bu öğrencilere verilecek eğitimin biçimi konu-sunda hazırlıksız olunmasıydı. Bu öğrenciler çok eğitilebilir olmasına rağmen devamı planlanmamış bir deneyim olarak kaldı” di-yen Bilgin, durumu dünya çapındaki bilimsel yönelimle birlikte ele alıyor:

Dünya nereye gidiyor?“Bilimin gerekliliği o zaman toplum ya da yönetim içinde daha temel kavramlardan bi-riydi. Bilim olmadan teknolojinin alt yapısının sağlanamayacağına dair bir yaklaşım vardı. Şimdi onun buharlaşmış olduğunu görüyo-ruz. Bütün dünyada böyle. Artık temel bilimle ilgilenenlerin sayısı giderek azalıyor. Teknolojik türde akademik çalışmalar artıyor. Belki bu sebeple dünyanın geleceği daha karanlık ola-bilir. Bu yöne gidişten dolayı çok zeki adamları doğru kullanmadığımızı söyleyebilir miyiz?

Teknoloji açısından değerlendirildiğinde şimdiki neslin karşılaştığı ve çözmek zorunda olduğu sorunlarla bizlerin ve bizden önce-kilerin çözmek zorunda olduğu sorunların farklı olduğu görülüyor. Hayata bakış farklı ve bunlara adapte olabilecek bir değişkenliği de müesseseler gösteremiyor. Bizim neleri öğ-retmemiz lazım, neleri öğretmesek de olur? Üniversite sınavı sonucunda bizden eğitim alacak öğrencilerin seçilme yöntemi ile bizim bu öğrencilere aktarmak istediğimiz şeyler ne kadar örtüşüyor? Bütün bunların arasında zekânın yeri nedir?”

“Zekâ elindeki verileri, kendi içinde hızlı bir şekilde değerlendirerek ortama, ortamda başarılı ve kalıcı olmaya uyarlamadır.”

Sarper Taşkıran

Page 13: Kule Dergisi-Sayı 36

11

Çoklu uyaranlar devrine hoş geldiniz! Sarper Taşkıran bu tespitlerden hareketle zekâ ile iç içe bir kavramı daha tartışmaya açıyor: “Yeni gelen neslin dikkati çok daha değişik yapılandırılmış; çünkü onlar çoklu uyaranlar dünyasının içine doğuyor. Ama biz eğitim anlamında bunu ne kadar yakalayabi-liyoruz? Çünkü onların dikkatini aktif olarak sürdürebilmelerini sağlayabilmemiz, onların içinde bulunduğu uyaranlar dünyası kadar renkli değişken ve hızlı olmamızı gerektiriyor. Bunu ne kadar başarabiliyoruz ya da başar-mamız gerekiyor mu? Kendimizi çağa adapte etmeye çalışıyoruz ama bu sağlıklı mı? Çocuk psikiyatrı olduğum için sık karşılaşıyorum bu konuyla. Çoğu anne çocuğunu, ‘Benim çocuğum çok zeki; ama dikkati dağınık’ diye getiriyor. Bu olabilecek bir şey; ama bazen de çocuklar sadece ortalama zekâya sahip olarak, ortalama başarı gösterebiliyorlar. Aile-lerin beklentileri çok yüksek ve bir kısmı da bunu kabullenmeyle ilgili problem yaşıyor. Gerçek anlamda dikkat eksikliği olanlar da var ve onlar tedaviyle potansiyelini ortaya koyabiliyor. Bu nedenle çağımızın tartıştığı konulardan biri de dikkat ve zekâ ilişkisi."

Zekânın sınırlarını çizebilir miyiz?

Yiğit Sayın tartışmayı farklı bir boyuta taşıyarak, “Sanatsal ya da sportif dediğimiz motor yetileri zekâ kavramının içine katıyor muyuz? Bu durumda çok daha karmaşık ve geniş bir yeti alanı ortaya çıkıyor. Örneğin, çocuk yaşta belli açılardan yetersiz ama müzikal becerisi çok üst düzeyde insanlar var…” diyor.

Bilgen Bilgin’in bu konudaki yorumu şöyle: “Zekâyı bir tek matematik problemi çözmekle sınırlandırırsak bahsettiğiniz becerileri kategori

dışı bırakmış oluruz. Ama zekâyı, bir problemi çözmek için elimizde bulunan araç olarak düşünürsek, bir opera bestelemeyi çok ufak yaşlarda hiçbir eğitim almadan becerebilmiş birinin o konuda inanılmaz bir yeteneğe sahip olduğunu, ayrıca bunu hayata geçirebilecek bir özgüven ve çalışma güdüsüyle hareket ettiğini de düşünebiliriz.”

Standart zekâ olarak kabul edip edemeyece-ğimiz konusunda tartışılan fiziksel, duygusal,

sanatsal yeteneklerle ilgili Deniz Yüret şunları söylüyor: “Yapay zekâ alanındaki çalışmala-rımdan dolayı 1960’tan bu yana insanların bu konuda ne tip aşamalardan geçtiklerini, neler araştırıp bulduklarını meraklı bir biçimde oku-yorum. İnsanlar bilgisayarı bulduktan hemen sonra, bu zeki aletle yapay zekâ üretebilecek-lerini düşünmüşler. 1956’da ilk yapay zekâ kon-feransı gerçekleştirilmiş ve 1960’larda ilk yapay zekâ laboratuvarları kurulmuş. İşin ilginç tarafı ilk olarak soyut zekânın çözdüğü problemlerle ilgilenmişler. Örneğin; satranç oynayan prog-ramlar yazmışlar. Bu aşamalar geçildikçe bilim insanları kısa sürede genel insan zekâsı seviye-sinde şeyler yaratabileceklerini düşünmüş; ama bu ümit gerçekleşmedi. Mühendisler zekâyla çok da bağdaştırmadığımız, beş yaşındaki her çocuğun becerebildiği birtakım şeyler üzerinde çalışmaya başladığında esas problemlerin onlar olduğunu fark etti.”

Beş yaşındaki çocuk bile yapar ama…

Deniz Yüret çalışma alanı açısından henüz çözülmemiş problemleri şöyle aktarıyor: “Öncelikle görsel algı konusu çözülemedi. 50 yıldır bizim baktığımızda görüp algıladığımız şeyleri, bilgisayarın da görebileceği bir prog-

“Afrika’da ‘intelligence’ ya da Latince ‘intellectus’ denilen kavram, altı yedi ayrı kavramla beraber ortaya konuyor. Hatta Zambiya ve Kenya’da zekâ, ‘sorumluluk’ anlamına da geliyor.”

Yiğit Sayın

Page 14: Kule Dergisi-Sayı 36

12

ram üretmeye çalışıyoruz. Sonra dil geliyor. Cümleleri anlama, onları kendi hafızasından gelen anılarla bağdaştırıp o konuyu anlama yeteneğini bilgisayarlara uygulamaya çalı-şıyoruz ve henüz emekleme safhasındayız. Doğal dile anlamını veren yapıların bile ne olduğu konusunda hemfikir olabilmiş değiliz. Aynı zamanda hareket konusunda, robotikte bunu planlayarak genel ölçüde çözen bir sis-tem hâlâ yok. Kısacası esas yeteneklerimizin beş yaşındaki çocukların yapabildiği şeyler olduğunu yeni anlıyoruz. Soyut düşünce ile yaptıklarımızın bunlar üzerine inşa edil-diğini de… Örneğin Deep Blue’nun Garri Kasparov’u yenerken kullandığı algoritmalar ve yöntemin Kasparov tarafından kullanıl-madığı çok açık. Kasparov’un beynindeki hücreler saniyede 10-100 sinyal üretebiliyor. Deep Blue ise saniyede 200 milyon pozisyon değerlendirebiliyor. Dolayısıyla onun dene-yime, hafızaya, oyuna dayalı bambaşka bir yöntemle bu yeteneğe ulaştığı kesin.

En azından yapay zekâ ve bilişsel bilim alanında bu temel yeteneklerin soyut zekâ dediğimiz şeyi nasıl oluşturduğu sorusu ha-

kim. Soyut zekâ kendi kendine var olan, diğer yetilerden soyutlanmış bir şey değil. Tam ak-sine vücudunuz, duygularınız ve yaşantınızda kullandığınız temel yeteneklerinizin üzerine inşa edilmiş bir beceri.”

Eğitim yöntemi ve zekâ

Yiğit Sayın bu konudaki tartışmayı eğitim tekniklerine doğru yönlendirerek, “Zekâyı ilerletmek ya da daha iyi kullanılmasını sağlamak için çocukluktan itibaren temel özellikler üzerine inşa edilecek bir eğitim mi verilmeli? Sanat, spor gerçekten çocukları daha zeki hale getiriyor mu?” sorusunu soru-

yor. Sarper Taşkıran da benzer bir yaklaşım-la oluşturulmuş Montessori ve benzeri eğitim yöntemlerinin kullanıldığına değinerek olanakların sağlandığı, sadece gözlem yapı-lan ve kendiliğinden gelişime odaklı eğitim yaklaşımlarından çok iyi neticeler alınama-dığını belirtiyor ve şunu söylüyor: “Çocuklar sınırlarla çerçeveli ama olanak sağlayan, yönlendirici eğitimlerden çok daha fazla yararlanıyorlar. Sınırlar ve kurallar zekâya ket vurmaz, tam tersine açığa çıkmasını sağlar. Zekâyı bir nehir olarak düşünürsek nehir

yatağının belirli olması, suyun gürüldeyerek akmasını sağlar. Dikkat etmek gereken taştığı zaman destek vermektir. Ancak kurallar ve sınırların nehrin önüne set çekmemesi gerekir.”

Uygulama öğretir

Deniz Yüret ise, bir eğitimci olarak insanın kendisinin aktif olarak üretmeye çalışmasıyla daha iyi öğrendiğini vurguluyor. Okumanın ya da izlemenin uygulama kadar geliştirici ol-

“Zekâyı, bir problemi çözmek için elimizde bulunan araç olarak düşünürsek, bir opera bestelemeyi çok ufak yaşlarda hiçbir eğitim almadan becerebilmiş birinin, o konuda inanılmaz bir yeteneğe sahip olduğunu, ayrıca bunu hayata geçirebilecek bir özgüven ve çalışma güdüsüyle hareket ettiğini de düşünebiliriz.”

Bilgen Bilgin

Page 15: Kule Dergisi-Sayı 36

13

madığına değinerek, “Öyle bir ortam ve bilgi hazinesi sağlanmalı ki, çocuk kendi kendine bir şeyler deneyip, yanılıp, yanılmaktan kork-mayarak keşfetmeli. Aslında zanaat olarak gördüğümüz aşçılık, marangozluk gibi alan-larda bunun böyle olduğu zaten tartışılmıyor. Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi öğrenemezsiniz. Bir şekilde elinizi kirletme-niz gerekir. Ben bilgisayar programlamada ya da calculus’ta bunun neden böyle kabul edilmediğini gerçekten merak ediyorum…”

diyor. Yiğit Sayın konuyu hukuk eğitimi çerçevesinde değerlendirerek uygulamanın öğrenme üzerindeki etkisini şöyle açıklıyor: “Biz eğitimi veriyoruz. Kanunları gösteriyo-ruz. Örnek olaylar çözdürüyoruz. Şanslıysak bir kez mahkemeye gidip, işleyişi gözlem-leyebiliyoruz. Ama ben mezun olup staja başladığımda ilk üç günde öğrendiklerimin, dört yıl boyunca öğrendiklerimden daha etkin olduğunu düşünüyorum. Kaybedebile-cek şeyler işin içine girdikçe, stresiniz artıyor ama motivasyonunuz yükseliyor. Hukuk eğitiminin şu an dünya çapında içinde oldu-ğu kriz bununla çok ilgili. Kitapları, tahtaya yazdıklarınızı ya da slaytları her yerde herkes görebiliyor artık. Farklılığınız ve özelliğiniz ancak pratiğe aktif olarak katıldığınızda or-taya çıkıyor. Bu bambaşka bir sohbet konusu olsa da çok önemli bir nokta…”

Eğitimde zanaatkarlık konusunun tartışıl-maya devam eden ve henüz çözüm buluna-mamış bir konu olduğunu belirterek söze

başlayan Bilgen Bilgin, eğitimde beklendiği kadar olumlu sonuçlar vermeyen Montessori ve benzeri yöntemlerin çöküşünü şöyle açık-

lıyor: “Tarihsel süreçte bunun keşfedilmemesi mümkün değil. Yol gösterici her zaman var. Toplumsal ve kişisel olarak ilerleme açısından bilineni yeniden, tek başımıza keşfetmenin bir anlamı olmadığından, gelinen noktanın sonrasını gerçekleştirme şansını vermenin tek yolu eğitim. Ancak eğitimin çıkmazı şurada olabilir: Bizim gibi ülkelerde bu kurumların ihtiyaca göre sayısıyla, aşağıdan gelenlerin ve toplum içinde buna ihtiyaç duyanların sayısı arasında uyuşmazlık var. Zekâ testlerinin ilk çıktığı zamanlardaki gibi elemine etmek zorundasın. Kimler eğitilme-yecek; onları seçiyoruz.

Kurum olarak dünyaya ve geleceğe ba-kıp neyi ne şekilde öğretmemiz gerektiği kaygısıyla sınıfa girdiğimizde, bu seçilme yöntemlerine göre orada bulunan insanlarla bir uyumsuzluk yaşıyoruz…”

Deniz Yüret bu konudaki düşüncesini şöyle anlatıyor: “Neyi neden öğrettiğimiz konusu-na değinirsek; bundan beş yıl sonra hangi bilgisayar programının aktif ya da popüler olabileceği konusunda kimsenin bir fikri

“Bir tartışmada sorduğu soruyla konu için yeni ufuklar açan kişilerin zeki olduğunu düşünüyorum. Çünkü o kişi kimsenin yakalayamadığı başka bir şeyi yakalamış oluyor.”

Seda Keskin

Page 16: Kule Dergisi-Sayı 36

14

yok. O nedenle olabildiğince genel problem çözme yetileri, düşünce tekniklerini değişik alanlara uygulayabilme araçları, yani prob-lem değişince de işe yarayabilecek araçları sağlamak gerekiyor.”

Hayat testinden geçmek için

Bilgen Bilgin çıraklık eğitimine benzer bir eğitimin bazı alanlarda çok gerekli olabildiği-ni ama genel anlamda sistemin soyut düşünceye kaydığını belirterek bunun sebebini şöyle açıklı-yor: “Bu pratiğin içine girdiğinde çok hızlı adapte olabilme, problemi kavrayabilme ve değişik alternatifte çözümler üretebilmeyi getiriyor. Konu hakkında MIT’de yapılan bir araştırmayı örnek verebiliriz: MIT mezunlarının hangi pozisyonlarda çalıştıklarını araştırdıklarında dünyada çapında bir numara olan bu kişilerin daha ortalama üniversitelerden mezun olmuş kişilerin altında çalıştıklarını görmüşler. Bu parlak mühendislerin neden bu pozisyonda kaldığının cevabı, Liberal Arts eğitiminin gerekliliği noktasında ortaya çıkıyor. ‘Vahşi’ mühendisler yetiştirilmiş, sadece mühendislik hakkında uzmanlaşmış bu kişilerin hayat hakkında son derece kısıtlı fikirleri var. Sınırlar içinde onlarla yarışmak mümkün değil. Ama bir adım sağa sola gidip hayatın senden talep ettiklerine bakarsan kayboluyorlar. Hayatın insanı test etmesiyle sınavların insanı test etmesi arasındaki fark bu.”

Deniz Yüret ise eğitim hayatında karşılaştığı benzer bir durumu şöyle aktarıyor: “Benim bir hocam bütün dersleri A olan öğrencileri doktoraya almayı pek tercih etmezdi. Çünkü tecrübelerinden hareketle onların araştırma-da çok başarılı olamayacağını düşünürdü. Yani mükemmelliği hedef edinip her ders için kendini o yönde şekillendiren biri, hangi dersi kullanarak çözeceği belli olmayan, belki

de cevapsız bir problemle karşılaştığında bo-calayabiliyor, aşırı strese girebiliyor. O konuya cesaretle girip sabırla işleyerek çözmeye çalış-mak ayrı bir yetenek. Biz ilkokul birden itibaren hep çözümü belli olan ve cevapların kitabın arkasında yer aldığı sorularla eğitiliyoruz. Bu çok yanıltıcı, çünkü mezun olduğunuz an bir daha böyle bir soru görmüyorsunuz. Belki de artık bazı sorular çözümsüz olmalı ve çözümsüz oldukları söylenmeden çocuklar onunla uğraş-malı. Gerçek hayat buna benziyor.”

Yiğit Sayın’ın da konuyla ilgili yorumları şöyle: “Bazen sorunun cevabını bilseniz de uygulayamayabilirsiniz. Bu hukuk için böyledir. Ben staja başladığımda bir dava hakkında iki gün boyunca yönetmelikleri ve kanunları çalıştım. İzlenmesi gereken yolu biliyordum. Ama arada insan faktörü var. Siz memura yönetmelik dediğinizde saat 16.10’sa, hakimin tutumu tersse, müvekkiliniz size yalan söylüyorsa çözümsüz kalabilirsiniz. Bu okulda öğretilemiyor ve burada uyum becerisi ortaya çıkıyor.”

Sorular mı cevaplar mı?

Bu noktada Bilgen Bilgin’in bir sorusu daha var: “Birinin sorulara cevap bulabilme yete-neği mi onun daha zeki olduğunu gösteriyor yoksa doğru soruları sorma becerisi mi? Ben bilimsel araştırmaya baktığımda asıl zorluğun doğru soruyu sormaktan geçtiği-ne inanıyorum. Doğru soruyu sormazsanız çözmeye çalıştığınız problem, kimsenin ilgilenmediği, dünyaya bir katkısı olmayan boyutta kalıyor. Düzgün soruları sormayı başaranlar, diğerleriyle aynı emeği sarf etse de çok daha parlak sonuçlar alabili-yor… O zaman doğru soruyu sormuş olana daha zeki diyebilir miyiz?”

“Yapay zekâ ve bilişsel bilim alanında, temel yeteneklerin soyut zekâ dediğimiz şeyi nasıl oluşturduğu sorusu hakim. Çünkü soyut zekâ vücudunuz, duygularınız ve yaşantınızda kullandığınız temel yeteneklerinizin üzerine inşa ediliyor.”

Deniz Yüret

Page 17: Kule Dergisi-Sayı 36

15

Seda Keskin de bu örnekten hareketle dü-şüncelerini aktarıyor: “Bence bu, zekâ ile akıl arasındaki ince çizgiyle de ilgili. Aklın zekâyı doğru şekilde kullanma kapasitesi olduğunu düşünüyorum. Gündelik dilde bazı kişiler için zeki, bazıları için de akıllı deriz. Sınav-larda kötü olan ama bir tartışmada sorduğu soruyla konu için yeni ufuklar açan kişilerin zeki olduğunu düşünüyorum. Çünkü o kişi kimsenin yakalayamadığı başka bir şeyi ya-kalamış oluyor. Diğer yanda da verileni alan, adım adım çözen insanlar var ve onların da akıllı olduğu kesin.”

Zeki olmak her durumda iyi mi?

Bilgen Bilgin, zekâyı başarıyla özdeşleştir-menin mümkün olup olmadığını konusunu tartışmaya açarken süper zekâ kulüplerinden birinin, IQ seviyesi 180’in üzerinde olduğu söylenen bir üyesinin hayatını örnek gös-teriyor: “Bu kişinin mesleği odacılık. Bunun dışında kalan zamanlarda ise kulüp faaliyet-lerine katılıyor. Hayatta kendine koyduğu başarı seviyesi olarak odacılığı seçmiş; yani zekâsıyla süper işler yapma peşinde değil... Bu durumda zekâyı başarıyla özdeşleştirmek mümkün mü? Sonuçta zekâ hayattan zevk almayı sağlayan yani hayatı kolaylaştıran bir araç olarak kullanılabilir. Diğer yandan başa bela da olabilir. Kişiyi obsesyona itebilir. Belki de insanları deha yapan bu ruh durumudur.”

Sarper Taşkıran da konuyla benzer olarak şunları söylüyor: "Beautiful Mind filmindeki karaktere benzer kişilerle çok kez tanıştım. Zeki insanlardı; ama pek çok psikiyatrik bozukluğa sahip olanlar da vardı. Böyle bir durumda üstün zekâlı olmanın hiçbir önemi yok, çünkü belki de bu insanın hayatını kaydırabilir.”

Bilgen Bilgin'in sorusu: “Benim babam 40’lı yaşlarında ehliyet aldı. Ehliyet başvu-rusu için dosya hazırlanması gerekiyordu. Koşullardan biri ilkokul mezunu olabilme şartıymış. Babam doktor ve tıp fakültesi diplomasını eklemiş dosyaya… Dosyayı gözden geçiren memur babama ilkokul diplomasının olmadığını ve dosyayı işleme koymayaca-ğını söylemiş… Öylesine ısrarcı olmuş ki, sonunda araya vali girmiş. Memur ‘Vali emriyle ilkokul diploması olmamasına rağmen sınava alınmıştır’ diye evraklara şerh düşmüş. Bunu insana hayat öğretebilir ancak. Sizce bunun sebebi ne olabilir?”

Sarper Taşkıran’ın cevabı: “Memurun davranışını anlamak için, durumu hakkında konuşmamız gerekir. Bu davranış bir zekâ eksikliğinden mi kaynaklanıyor, yoksa memur bulunduğu ortama o şekilde mi adapte olmuş? Eğer bir amiri varsa ve onun ayağını kaydırmak için bir hatasını kolluyorsa memurun tutumu bir zekâ belirtisi de olabilir…”

Bu adam zeki mi?

Yiğit Sayın: “Kime zeki diyoruz ve zekâ ne işe yarıyor? Başarılı olmaya, mut-lu olmaya, çevrene yararlı olmaya…”

Bilgen Bilgin: “İyi matematik problemi çözdüğüm için küçükken bana, 'Ne kadar zekisin' derlerdi. Sonra ortaya çıktı ki, EQ düzeyim sıfır. İnsan ilişkile-rinde aktif olduğum söylenemez; ama tam da onu gerektiren bir iş yapıyo-rum… Bu durumda hangisi doğru olabilir? EQ gereksizdir, geliştirilebilirdir ya da ben yalan söylüyorum… ”

Sarper Taşkıran: “Kendimizi çağa adapte etmeye çalışıyoruz ama bu sağlıklı mı?”

Deniz Yüret: “Bir aşçıyı seyrederek iyi yemek pişirmeyi öğrenemezsiniz; mutlaka elinizi kirletmeniz gerekir. Bilgisayar programlamada ya da calculus’ta bu neden böyle kabul edilmiyor?”

Seda Keskin: “Başarılı olmak için zeki olmak şart mıdır? Her zeki insan başarılı mıdır?"

Düşünmek isteyenler için

cevabı belirsiz sorular

Page 18: Kule Dergisi-Sayı 36

16

“Zeki”, “üstün zekâlı”, günlük yaşamda sıklıkla kullandığımız ifadeler; ancak araştırmacılara göre zekâ, bizim günlük dilde kullandığımız ve ağırlıklı olarak akademik başarı ile eşleş-tirilen bu kavramdan daha farklı bir anlam taşıyor. Zekâ üzerine yazılmış derlemelere baktığımızda bu sözcüğün çeşitli dillerdeki karşılıklarının ve kökenlerinin farklılık gös-terdiğini anlıyoruz. Türkçede kullandığımız zekâ kelimesi dilimize Arapçadan girmiş ve “parıltı”, “ateşin harlanması” gibi anlamları olan bir kökten türemiş. Dilimizdeki “parlak fikir”, “kafasında şimşek çakmak” ya da zeki insanlar için kullandığımız “ateş gibi” de-yimleri kültürümüzdeki zekâ anlayışına dair ipuçları veriyor. Avrupa kökenli dillerin pek çoğunda kullanılan “intelligence” kelimesi ise Latince iter-legere, yani “toplamak”, “arasın-dan seçmek”, “ayırt etmek” kökünden türe-miş; Ortaçağ'dan itibaren çevirilerde Yunanca “nous (akıl, tin)” sözcüğünü karşılamak için kullanılmış. Zimbabwe’de zekâ kelimesinin karşılığı olan “ngware” sözcüğü ise “dikkatli”, “tedbirli”, “basiretli” gibi anlamlar taşıyor.

Bilimsel çalışmalar, gerçekten de zekâ olgu-sunun kültürler arasında farklılık gösterdiğini ortaya koyuyor. Örneğin; Çin’de Konfüçyüsçü anlayış zekâyı doğru olanı yapmak olarak ta-nımlıyor ve genel bilişsel yeteneğin yanında, kişilerarası zekâ (sosyal yetkinlik), içsel zekâ ve zekâsını göstereceği ve göstermeyeceği zamanı bilme gibi unsurlara vurgu yapıyor. Afrika’da zekâ, daha çok grup içi ve gruplar arası ilişkilerin sürdürülmesine ve iyileştiril-mesine katkı yapan beceriler olarak betimle-

Zekâ nedir, ne değildir?

Zekâ, akademik alandaki bilginin yüksek düzeyde olmasını değil; kişinin tecrübelerinden yararlanabilmesini, gereken tüm durumlarda tecrübelerinden elde ettiği bilgiyi uygun şekilde kullanabilmesini, soyut kavramları anlayabilmesini ve uygulayabilmesini gerektiriyor.

Doç. Dr. Bilge Yağmurlu • İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi

Page 19: Kule Dergisi-Sayı 36

17

niyor. Örneğin, Zambiya’da çocukların sosyal sorumluluk ve işbirliği gösterme davranışları zekânın tezahürü olarak nitelendiriliyor.

Psikoloji, tüm bu farklı tanımların altında yatan beceriyi, yani zekâyı “deneyimden öğrenebilme, yeni ortamlarda karşılaşılan durumları anlayabilme ve genel olarak sorun çözebilme, çözüm üretebilme” becerisi olarak tanımlıyor. Zekâ, esasen akademik alandaki bilginin yüksek düzeyde olmasını değil; kişi-nin tecrübelerinden yararlanabilmesini, gereken tüm durumlarda tecrübelerinden elde ettiği bilgiyi uygun şekilde kullanabil-mesini, soyut kavramları anlayabilmesini ve uygulayabilmesini gerektiriyor.

Zekânın bu tanımı kapsayıcı ve farklı kültür-lerdeki değişik zekâ anlatımlarını içerecek nitelikte. Ancak bu genel tanım, zekânın farklı türleri olduğu önermesiyle çelişmiyor. Bazı araştırmacılar zekânın çeşitli formları olduğunu ama hepsinin altında yatan genel bir zekâdan söz edilebileceğini ve bunun bilişsel bir beceri olduğunu düşünüyorlar. Diğer araştırmacılar ise bilişsel temelli zekâ türlerinden ziyade, farklı alanlarda farklı be-cerilerle ilişkili olan bir çoklu zekâ yapısından söz ediyorlar. Bu yaklaşım, akademik başarı ile de ilişkili olan bilişsel beceriden bağımsız

olarak zekâyı uzamsal, sözel, mantıksal-ma-tematiksel, kinestetik, müziksel, içsel, sosyal, doğasal ve varoluşsal olarak çeşitlendiriyor. Birkaçını açmak gerekirse, örneğin, “Bir ürünü ortaya koymak, bir problemi çözmek, kendini ve duygularını ifade edebilmek için vücudun bir bölümünü veya tamamını kullanabilme yeteneği” (kinetik zekâ), “Doğayı tanıma ve anlama, yaşayan canlıları tanıma, doğanın dengesini anlama, canlıları tanıma ve sınıflan-dırma yeteneği” (doğasal zekâ) ve “Kişinin kendisi hakkında sahip olduğu gerçek bilgi ve anlayış ile uyumlu davranışlar sergilemesi ve kendisini tanıma yeteneği” de (içsel zekâ) bu yaklaşıma göre zekânın belli başlı formları. Çoklu zekâ kuramı günümüzde özellikle eğitim alanındaki uygulamalarda popüler. Zekânın, sadece bilişsel bir kapasiteye değil; bundan apayrı alanlardaki farklı yetenekleri de anlattığı düşüncesi oldukça cazip. Ancak çoklu zekâ kuramına gelen önemli bir eleştiri, burada bahsedilen zekâ türlerinin aslında ye-tenek olarak adlandırılması gerektiği ve altta yatan bir genel zekânın yadsınmasının doğru olmadığı yönünde. Yine de, örneğin, müzik yeteneği yerine “müzik zekâsı” demenin çekiciliği ağır basıyor ve özellikle çocukla-rının gelişimi için maddi, manevi pek çok özveride bulunmaya hazır ebeveynler için bu farklı zekâ tanımları suistimale açık bir alan

yaratıyor. İndigo veya yeni ifade biçimiyle “kristal” çocuk tanımının uygulamada bu kadar yaygınlaşması da benzeri bir durumun tezahürü.

Her ne kadar genel zekâ kuramına göre zekâ, okul başarısının çok ötesinde bir bilişsel temelli beceri olarak kavramsallaştırılsa da modernite, formal eğitimin yaygınlaşması ve Batı kültürünün baskınlığı, zekânın akademik göstergelerini öne çıkarmıştır. Günümüz toplumunda çarpım tablosunu bilmeyen bi-rinin zeki sayılması mümkün değil gibi. Oysa değişik yaşam koşullarında karşılaşılan ve baş edilmesi gereken problemler farklı olabil-mekte. Çözülmesi gereken problemler değiş-se de, tüm bireylerin problemi tanıma ve ta-nımlama, çözmek için stratejiler geliştirme ve bu stratejileri değerlendirebilme gibi bilişsel becerileri göstermeleri gerekmekte. Dolayı-sıyla, genel bilişsel beceri anlamındaki zekâ insanın yaşamını kolaylaştırabilen önemli bir unsur. En basit şekliyle, bilişsel temelli genel zekâyı akademik başarının gerekliliği olan kristalleşmiş zekâ ve sosyal/duygusal zekâ olarak ayrıştırsak da, her durumda zekâ, farklı şekillerde de olsa işlenmiş bir cevheri ifade ediyor; yer altında yatan ama kullanılamayan binlerce ton madeni değil.

Her ne kadar genel zekâ kuramına göre zekâ, okul başarısının çok ötesinde, bilişsel temelli beceri olarak kavramsallaştırılsa da modernite, formal eğitimin yaygınlaşması ve Batı kültürünün baskınlığı, zekânın akademik göstergelerini öne çıkarmıştır. Doç. Dr. Bilge Yağmurlu

Page 20: Kule Dergisi-Sayı 36

18

Zekâyı yediye (dilsel, mantıksı/matematiksel, yersel/konumsal, müziksel, ilişkisel, ...), doku-za ve hatta daha da fazlaya ayıran çalışmalar vardır. Bu sıralamalarda genel yaklaşım, her kişinin belli bir konuya karşı özel bir yetene-ğinin olduğu ve herhangi bir zekâ testinin tüm yetenekleri test edemeyeceği ve bu nedenle kişiler arasında bir zekâ sıralaması yapmanın doğru olmadığı yönündedir.

Sıralama yapmaksızın, sadece zekânın ne olduğunu ve ne işe yarayabileceğini anlamak için onu üçe ayırarak incelemek doğru olacaktır: Mantıksı (critical) zekâ, düşünceli (caring / emotional) zekâ ve kıvrak/buluşçu (creative) zekâ. Bunlardan hangisi insan yaşamını başarılı, mutlu ve seçkin kılabilir? Bunlara 3 ‘C’ler de diyebiliriz.

Başarıya ulaşmakMantıksı zekânın IQ testleriyle derecelen-dirildiği ileri sürülmektedir. Peki, bu zekâ

kişiye ne kazandırabilir? Kanımca mantıksı zekâ kişinin geleceğini garanti altına alması konusunda gereklidir. Mantıksı zekâsını kulla-narak; kişi okuyacak, üniversite sınavını üstün başarıyla kazanacak, öğrenimini ilerletecek ve sonunda evine bakacak seviyede maddi kazanım sağlayacak bir iş bulacaktır. Mantığı-nı kullanarak kendine göre en iyi seçimini (ev, araba, eş, gibi) yapacak ve kendisine maddi bakımdan başarılı bir hayat kurabilecektir.

Mutlu bir hayatDüşünceli zekânın da EQ testleriyle dere-celendirildiği ileri sürülmektedir, ancak bu testler kişilerin kendileri hakkındaki sorulara yine kendilerinin verdikleri yanıt şeklinde olduklarından kolayca hata verebilirler.

Düşünceli zekâ kişiye ne kazandırabilir? Empati duyusunun gelişmiş olduğu bu kişiler başkalarının hislerini daha kolay anlarlar, ko-lay arkadaş edinirler ve arkadaş çevrelerince

Kıvrak zekânın fendi mantıksı zekâyı yendi!

Zekâ nedir? Zekâ doğuştan mı yoksa çevresel faktörlerle sonradan mı oluşur? Herhangi bir zekâ testiyle kişiler arasında zekâ sıralaması yapılabilir mi?

Prof. Dr. Kemal Türker • Tıp Fakültesi

Prof. Dr. Kemal Türker

Page 21: Kule Dergisi-Sayı 36

19

sevilirler. Bu kişiler, insan ilişkili her türlü işte başarı sağlarlar ve kendilerini ve çevrelerini mutlu edebilirler.

Seçkin bir yaşamBuluşçu zekâ için de testler geliştirilmiştir ve bu testler genelde kişinin bir olay karşısında alternatif üretebilmesini ölçmektedir. Bu zekâya sahip olan kişi problemlere değişik ve beklenmeyen yaklaşımlarından dolayı yadırganabilir, dışlanabilir ve hatta fikirleri delice bulunabilir; ancak buluş yapabilmek için mantıklı düşünce değil, beklenmeyen (mantık dışı) düşünceyle yaklaşımlar daha başarılı olmaktadır. Buluşçu zekâya sahip olan kişi problemlerle karşılaştığında bu-luşçu yaklaşımı sayesinde yeni yöntemler, araçlar ve sistemler bulabilir ve bu şekilde daha seçkin bir yaşam sürebilirler.

Genler mi yoksa çevre mi?Zekânın doğuştan mı yoksa sonradan çev-resel faktörlerle mi oluştuğu konusundaki tartışma halen sürüp gitmekle birlikte her iki faktörün de son derece önemli olduğu ortaya çıkmış gibidir.

Genlerin önemli olduğunu ileri sürenlerin verdikleri örneklerden bazıları şöyle sırala-

nabilir: Tek yumurta ikizleri üzerinde yapı-lan deneyler göstermiştir ki, tek yumurta ikizlerinin IQ’ları çift yumurta ikizlerinkine göre birbirine daha yakındır. Aynı evde bü-yüyen kardeşlerin IQ’ları da, o eve evlatlık olarak alınan ve diğer kardeşlerle birlikte büyüyen çocuklara göre birbirlerininkine daha yakındır.

Çevresel faktörlerin daha önemli olduğunu ileri sürenlerin verdikleri örneklerden ba-zıları ise şu şekilde sıralanabilir: Aynı evde büyüyen tek yumurta ikizlerinin IQ’ları fark-lı evlerde büyüyen tek yumurta ikizlerinin IQ’larına göre birbirine daha yakındır. Okula düzenli devam ediş ile IQ testinde alınan not arasında doğru bir orantı vardır. Doğumdan sonraki ilk beş ayda anne sütüyle beslenen çocuklar, anne sütü emmemiş olanlara göre daha yüksek IQ notu almaktadırlar.

Özet olarak zekâ bizi başarılı, mutlu ve seçkin yapabilir. Zekânın gelişmesinde hem genetik hem de çevresel faktörler son derece önemli rol oynarlar. Örneğin, bir çocuğun anne ve ba-bası uzun boylu ise, büyük bir olasılıkla çocuk da uzun boylu olacaktır; ancak ne kadar uzun boylu olacağını belirleyen faktörler beslenme ve hastalıklarla ilgilidir.

Mantıksı (critical) zekâ, düşünceli (caring / emotional) zekâ ve kıvrak / buluşçu (creative) zekâ... Bunlardan hangisi insan yaşamını başarılı, mutlu ve seçkin kılabilir?

Page 22: Kule Dergisi-Sayı 36

20

İnsanlar deneyimlerinden öğrenme, soyut

akıl yürüterek karmaşık fikirleri anlama, farklı

düşünce biçimlerini kullanarak sorunların üs-

tesinden gelme ve çevrelerine uyum sağlama

yetenekleri bütünüyle diğer canlılardan ay-

rılırlar. Bu zihinsel yetenekler bütününü zekâ

olarak tanımlayarak başlayalım. Bu zihinsel

yeteneklerde bireyler arasında önemli farklar

gözlemlendiği düşünülürse, daha zeki olma-

nın bireyleri ve dolayısıyla toplumları yarışta

bir adım öne geçireceğine dair güçlü inancın

sebebini daha iyi anlayabiliriz.

Psikoloji yazınında zekânın psikometrik

ölçümü üzerine çok sayıda araştırma vardır.

Birçoğumuz IQ (intelligence quotient) olarak

kısaltılan zekâ kat sayısını erken yaşlarda çeşit-

li sebeplerle duymuşuzdur. Bundan yaklaşık

bir asır kadar önce filizlenen insan zekâsına

bir rakam atfedebilme arzusu, günümüzde

insanın akademik, iş ve sosyal hayatındaki

başarısını (ve hatta ne kadar sağlıklı ve uzun

yaşayacağını) oldukça etkili biçimde tahmin

Bir rakamla özetlenebilen zekânın hem bireysel hemtoplumsal ölçekte bu denli tahmin gücü olması, önemlibir bilimsel başarıya işaret eder. Bu özetleme gücü, aynızamanda tüketicilerin zekâyı kavramsal olarak basite indirgeme riskini de beraberinde getirir.

Zeki tüketicilerin kötü tercihleriYrd. Doç. Dr. Baler Bilgin • İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Page 23: Kule Dergisi-Sayı 36

21

edebilen zekâ ölçüm araçlarının geliştirilme-

sine vesile olmuştur. Bu ölçüm araçlarının

Batı’da icat edilmiş ve Batı’nın başarı ölçütle-

riyle doğrulanmakta olmaları genellenebilir-

liklerini kısıtlamaktadır. Bu tarz kısıtlamalarına

rağmen bu testler, özellikle soyut düşünmeyi

ve mekânsal yetenekleri ölçmede elimizdeki

en iyi aletlerdir. Buna göre, IQ’su 130 olan biri

karmaşık bir matematiksel kavramı anlamakta

çok zorluk çekmeyecekken, IQ’su 100 olan

birinin aynı kavramı anlamak için fazlaca

motivasyona ihtiyacı olacaktır. IQ’su 70 olan

biri bu kavramı belki hiçbir zaman anlayama-

yacaktır. İlginç bir bulgu olarak, bir ülkenin

ortalama IQ’sundaki bir puanlık artışın, kişi

başına gelirde 229 dolarlık bir artışa denk

geldiği saptanmıştır. Araştırmacılar, özellikle

bir ülkedeki en zeki %5’lik kesimdeki bir puan-

lık IQ artışının, kişi başına gelirde 468 dolarlık

bir katkıya eşdeğer olduğunu göstermişlerdir

(Rindermann ve Thompson, 2011).

Mozart etkisi?

Bir rakamla özetlenebilen zekânın hem birey-

sel hem toplumsal ölçekte bu denli tahmin

gücü olması önemli bir bilimsel başarıya

işaret etmektedir. Fakat bu özetleme gücü,

aynı zamanda tüketicilerin zekâyı kavramsal

olarak basite indirgeme riskini beraberinde

getirmektedir. IQ artırma sözüyle pazarlanan

fakat bilimsel hiçbir temeli olmayan ürünlerin,

tüketicilere inandırıcı ve cazip gelmesinin bir

sebebi belki de budur. Birkaç örnek bu konuda

açıklayıcı olacaktır. 1993 yılında prestijli Nature

dergisinde yayımlanan bir makale, 10 dakika

boyunca Mozart’ın piyano sonatosunu dinleyen

üniversite öğrencilerinin, mekânsal yetenek-

leri ölçen bir origami testinde, bu sonatoyu

dinlemeyen öğrencilere oranla daha başarılı

olduklarını göstermiştir (Rauscher, Shaw ve Ky,

1993). Araştırmacılar, bu başarının 8-9 puanlık

bir IQ artışına denk geldiğini hesaplamışlardır.

Mozart etkisi olarak bilinen popüler inanışa

ilham veren bu bulgunun ne kalıcı bir IQ artışı

iddiası olmuştur, ne de bu deneyler bebekler

veya çocuklar üzerinde yapılmıştır. Hatta

sonraki araştırmalar, kısa süreli bu IQ artışının,

geçici bir uyarılma etkisi kaynaklı olabileceği-

ni göstermişlerdir.

Fırsatı paraya çevirmek

Tüm bunlara rağmen, şirketler ve girişimciler

bu fırsatı paraya çevirmeye niyetlenmişlerdir.

Bu bulgunun bebeklerde de gözlemlene-

bileceği spekülasyonuyla, Mozart etkisi

CD’leri, video kasetleri ve oyuncakları ardı

ardına pazara sunulmuştur. Bu yalanı en iyi

pazarlayanlardan Don Campbell’in CD’lerini,

insan zekâsını kalıcı artırmanın bu kadar kolay

olacağına inanmak isteyen iki milyondan fazla

tüketici satın almıştır. Bugün bile, Amazon’da

sadece “Baby Mozart” aramasıyla üzerlerinde

bebek ve çocuk resimleri olan 3.000’e yakın

ürün bulabilirsiniz. Vurgulamak gerekir ki bu-

radaki sorun çocuklara (fetüsü hariç tutarak)

Mozart dinletmek değil, bu ürünlerin açıkça

bir yalan üzerinden pazarlanmaya devam

edilmesidir.

“Süper bebekler”

Benzer şekilde yine Amazon’da “Baby

Zekâ ölçüm araçlarının Batı’da icat edilmiş ve Batı’nın başarı ölçütleriyle doğrulanıyor olmaları genellenebilirliklerini kısıtlasa da bunlar soyut düşünme ve mekânsal yetenekleri ölçmede elimizdeki en iyi aletlerdir. Yrd. Doç. Dr. Baler Bilgin

Page 24: Kule Dergisi-Sayı 36

22

Einstein” araması yaklaşık 4.000 ürünle

karşılığını buluyor. Üç ay ile üç yaş arasındaki

bebeklerin zekâsını yükseltme iddiasıyla

oyuncak ve videolar üreten bu markanın

tahmin edeceğiniz gibi ne Einstein ile ne de

onun herhangi bir çalışmasıyla ilgisi vardır.

Amaç, bu adı kullanarak tüketicilerin gerekli

çıkarımları yapmalarını sağlamaktır. Markanın

100 milyon doları aşan satış rakamları için

tehlike oluşturmadığı sürece, tüketicilerin bu

çıkarımlarının doğruluğunun önemi azdır.

Örneğin araştırmacılar, Baby Einstein tarzı

videoları izlemeye ayrılan vaktin aktif olarak

oyun oynamaya ayrılmasının, bu ürünlerin

hedeflediği yaşlardaki çocuklara daha faydalı

olabileceğini öne sürmüşlerdir (Anderson ve

Pempek, 2005). 1980’lerde buna benzer bir

akımda “süper bebekler” yaratabileceklerine

inandırılan ebeveynler, yeni doğan çocukla-

rını yabancı bir dil ve ileri matematikle tanış-

tırmışlardır. Fakat bu yaşlardaki çocuklar bu

zorlu beceriler için gerekli bilişsel gelişi-

min çok uzağında olduklarından, ancak

maliyetleriyle kendilerine konulan ada layık

olabilmişlerdir.

Yüzde 10 masalı

IQ’nun bu tarz ürünlerle kolayca artırılabile-

ceği sanısını kuvvetlendiren bir diğer inanış

da beynimizin sadece %10’unu kullandığımız

hikayesi. Bu masalı hicveden Şahan Gökbakar,

ağrıyan beyninin %99’unu aldıran bir hastayı

canlandırdığı skecinde, beynimizin %10’unu

kullandığımızı bir bilimsel gerçek olarak suna-

rak Türk tıbbının duayeni bir doktoru ameliyat

için ikna ettiğini anlatmaktadır. İnsanların po-

tansiyelinin neredeyse sınırsız olduğunu ima

eden ve popüler kültürde çokça karşılık ve

destek bulan bu masal, özellikle Amerika’da

birçok ürün reklamında bilimsel bir gerçekmiş

gibi kullanılmaya devam etmektedir. Bu ma-

sal kulağa hoş gelmektedir; çünkü beynimizin

kullanılmayan %90’ını kullanabilecek sırlara

ulaşabilmek, bu sırlardan bihaber olanların

önlerine kolayca geçeceğimiz anlamına

gelecektir. Ve her inanmak isteyen tüketici

için inandırmaya hazır bir satıcı bulunacaktır.

Özellikle New Age adıyla anılan “manevi”

akımın pazarlayıcıları, beynin kullanılmayan

%90’lık kısmına hükmedebilenlerin, psiko-

kinezi (düşünme gücüyle olayları kontrol

edebilme) ve duyu ötesi algı yeteneklerine

kavuşacaklarını vaat etmektedirler.

Bu yalana inanmamak için elimizde onlarca

bilimsel sebep vardır. Eğer 10%’dan kasıt fiziki

olarak beynin %90’ının kullanılmadığıysa,

gelişen görüntüleme teknolojileri kullanılarak

yapılan araştırmalarda beyinde herhangi ses-

siz veya atıl bir bölgeye rastlanmamıştır. Ayrı-

ca, kazalarda veya inmelerde beynin 90%’dan

çok daha ufak bir kısmını kaybetmenin yıkıcı

sonuçları olduğu bilinmektedir. Bu ve bunlar

gibi birçok sebep, %10 masalının farklı yorum-

larının bilimsel bir temelden yoksun olduğu-

nun ortaya konulmasına rağmen, bu masala

inanmaya devam eden birçok kişinin olması

düşündürücü ama şaşırtıcı değildir.

Akıllı mı zeki mi?

Bu bağlamda, son olarak günlük dilde zekâ ile

akıl arasındakine benzer bir ayrım üzerinden

IQ ile yeni geliştirilmekte olan RQ (rationality

quotient) arasındaki önemli gördüğüm bir

farktan bahsetmek istiyorum. Zeki olduğu-

nu düşündüğümüz birçok insanın pek de

RQ’su (rationality quotient) yüksek olan kişiler, bilişsel kısa yolların kararları üzerindeki etkilerinin farkında olduklarından daha akılcı kararlar verebilirler.

Page 25: Kule Dergisi-Sayı 36

23

akıllı davranmadıkları durumlara sıkça şahit

oluruz. Bunun tersine de, belki daha seyrek

de olsa, rast gelmişizdir. RQ, çelişiyormuş gibi

görünen bu gözlemleri açıklamakta bizlere

yardımcı olacak bir ölçümdür. RQ, kişinin

kendi düşünsel süreçlerinin ne kadar farkında

olduğunu ölçmeyi amaçlamaktadır. RQ’su

yüksek olan kişilerin bu farkındalıklarının yük-

sek olması, karar mekanizmalarına hükmeden

bilişsel kısa yolların kararlar üzerindeki etki-

lerini azaltmaya yardımcı olmaktadır. Bunun

daha akıllı kararlar alınmasını kolaylaştıracağı

tahmin edilmektedir. Yani IQ’su yüksek olan

bir kişinin RQ’sunun düşük olması, kişinin zeki

bile olsa akıllı kararlar vermede zorlanabilece-

ği ihtimalini doğurmaktadır.

Basit bir örnekle, onaylama önyargısı, kişilerin

kendi beklentilerini doğrulayan bilgiye

yoğunlaşıp bu bilgiye kolayca inanırken, bu

beklentileri doğrulamayan bilgiyi göz ardı

etme veya kuşkuyla bakma durumunu açıklar.

Bu içselleşmiş bilişsel eğilimin farkında olan

yüksek RQ’lu kişi, bilgiyi beklentisinden ola-

bildiğince bağımsız değerlendirerek objektif

veriye dayalı daha akılcı kararlar verebilir. He-

nüz anlamlı bir kıyaslama yapabilecek kadar

insan RQ testini yapmadığı için, IQ puanı gibi

bir RQ puanı belirlenememektedir. Bu gerçek-

leşirse, bebeklerin RQ’sunu yükseltme iddiası

taşıyan ürünlerin reklamlarını sıkça görmeye

hazır olun. Kişinin kendi düşünsel süreçlerine

iç görüsü öğrenilebilir yöntemlerle artırılabile-

ceğinden, RQ puanını yükseltmek IQ’ya göre

daha kolay olabilecektir. Ve eğer bu ürünler

RQ’yu yükseltmekte gerçekten işe yararlarsa

bu, geleceğin tüketicilerinin çok daha akıllı

tercihler yapabileceklerini müjdeleyecektir.

Kaynakça:Anderson, D. R. ve Pempek, T.A. (2005). Television and Very Young Children. American Behavioral Scientist, 48, 505-522.

Rauscher, F. M., Shaw, G. L., ve Ky, C. N. (1993). Music and spatial task performance. Nature, 365, 611.

Rindermann, H. ve Thompson J. (2011). Cognitive Capita-lism: The impact of ability, mediated through science and economic freedom, on wealth. Psychological Science, 22, 754-763.

Bir ülkenin ortalama IQ’sundaki bir puanlık artışın, kişi başına gelirde 229 dolarlık artışa denk geldiği saptanmıştır.

Page 26: Kule Dergisi-Sayı 36

24

Günümüzde şirketler gelişen teknolojinin de

yardımıyla müşterileri, tedarikçileri ve iş süreç-

leriyle ilgili her türlü veriye sahip. Bu verilerin

yorumlanarak anlam kazanmasıyla ulaştığı-

mız bilgiler ise yöneticilere belli aksiyonların-

da ışık tutarak onların İş Zekâsı (BI) dediğimiz

çözümleri üretmesini sağlıyor. Kavrama ilişkin

olarak, “Sezgisel olduğu düşünülebilir ancak

iş zekâsı; veriyi özetleyen, betimleyen ya da

öngörü yönelimli olarak kullanma pratiğine

döken sistematik bir kavram olarak karşımıza

çıkıyor” diyen Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari

Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden Yrd.

Doç. Dr. Özden Gür Ali sorularımızı yanıtladı.

İşletme pratiğinde iş zekâsı kavramı olduk-ça sık kullanılıyor. Teknolojinin gelişme-sine paralel olarak, literatüre giren bu

kavramı tanımlayabilir misiniz?

Öncelikle şunu belirtebiliriz. İş zekâsı dedi-

ğimizde sezgisel bir yorumlamadan bahset-

tiğimiz düşünülebilir; ancak kavram, veriyi

kullanarak yorumlamaya dayanan bir süreci

anlatıyor. Veriyi bilgiye dönüştürme işini

yapan unsurun zekâ olduğunu söyleyerek

kavramın bu alan açısından yorumunu bu

şekilde yapabiliriz. Örneklerle anlatmak gere-

kirse mahallenizdeki pastaneyi düşünün. Pas-

tanenin sahibi her zaman işinin başındadır.

Müşterilerini tanır, onlarla sıcak ilişkiler kurar,

onlara ne gibi ürünler önermesi gerektiğini

bilir. Zaman içinde onları tanıyarak neyi alıp

almadığını, ne zaman aldığını, ne kadar aldığı-

nı aklında depolar. Bir müşterinin alışkanlıkla-

rının diğerine benzerliğinden hareket ederek

bir takım örüntüleri fark etmeye başlar. Buna

göre sorular sorar ve kararlar alır. Hangi ürün-

den kaç adet almalıyım veya üretmeliyim ki,

müşteri geldiğinde elimde yeterince bulun-

Yrd. Doç. Dr. Özden Gür Ali • İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Doğru karara giden yol iş zekâsından geçerGelişen teknoloji büyük bir veri patlaması yaratırken bu verilerin küflenmek yerine işe yaramasını sağlayan, yani veriyi bilgiye dönüştüren, küçük büyük tüm işletmelerin kaderini belirleyen kilit kavram: İş zekâsı

Page 27: Kule Dergisi-Sayı 36

25

sun! Aynı zamanda çok fazla da birikmesin.

Ne gibi ürünler sunalım ki, mevcut müşteri

kitlesinin ilgisini çekebilelim? Pastaneme bir

süredir uğramayan müşterim başka bir yere

mi taşındı, yoksa benden alışveriş yapmayı mı

bıraktı? İşte bunlar küçük çapta, tek kişilik bir

işletmenin dahi karşı karşıya kaldığı sorular.

Veriyi yani bilgiyi düşünüp aldığı kararlar…

Eğer bir perakende zincirini ele alırsak, onun

da aynı kararları vermesi gerekiyor. Ancak bunu

kişisel hafızayla gerçekleştirmek mümkün

değil. Elinizde birçok veri var. Her müşteri her

alışverişinde ne almış, ne kadar almış? Ya da

biz ne zaman alıp ne zaman ödemişiz; hangi

kanaldan almışız? Bütün bu veriler toplanarak

kurumun hafızasını oluşturuyor. Veriler topar-

lanıyor ve modelleniyor. Örneğin, bugün Koç

Üniversitesi içindeki bir mağazadan, akşam

Sarıyer’den, hafta sonu Kadıköy’den ya da

Internet’ten alışveriş yapmışsınız; ama siz hep

aynı müşterisiniz. Bunların hepsinin bir araya

getirilmesinin ardında bir zekâ söz konusu.

Yani, bu bilgilerin küflenmesi yerine bir işe

yaramasını sağlayan şeye iş zekâsı diyoruz.

Sizin de söylediğiniz gibi küçük büyük her işletme, bahsettiğimiz veriyi yorumlama sürecini gerçekleştiriyor. Peki, bu süreç

işletmelere uzun vadede neler sağlıyor?

İş zekâsı BI (Business Intelligence), organizas-

yonun en küçük parçalarına kadar görülebil-

mesini sağlayarak farklı yönlerinin birbir-

leriyle ilişkilendirilmesine yardımcı olur. İş

sahibinin ya da yöneticinin durumu hakkında

belirsizliği azaltmasını mümkün kılar. Yani

kaç müşterim var, bu ürünü alanlar başka ne

alıyorlar, yarın ya da bir sene sonra bu ürün

gamı hâlâ işe yarayacak mı; indirimler satışa

ne kadar katkıda bulunuyor? İşletmelerin bu

sorulara cevap verebilmesini sağlar. Peki, ne

gibi veriler kullanılıyor? Alışveriş kayıtlarından

söz ettim; ama cep telefonlarıyla yaptığımız

her görüşme nerede olduğumuzu, o anda

ne gibi aplikasyonlar kullandığımızı, kimlerle

görüştüğümüzü anlatan verilerdir. Bunların

hepsi telekomünikasyon sektöründeki şirket-

lerin veri ambarlarında biriken kişisel bilgiler.

Öte yandan, bu bilgilerin isimsizleştirilerek

"İş zekâsı uygulamaları karar destek sistemleri, sorgu ve

raporlama, çevrimiçi analitik işleme, istatistiksel analiz,

tahmin yürütme ve veri madenciliği faaliyetlerini içerir."

Yrd. Doç. Dr. Özden Gür Ali

Page 28: Kule Dergisi-Sayı 36

26

de olsa işlenmesi gizliliğin korunması ile ilgili

endişeleri de beraberinde getiriyor.

Bu durumda işletmelerin veri elde etmesi açısından Internet’in de büyük bir önemi

var…

Internet kendi başına bir veri patlaması

yarattı. Big Data önemli bir terim olarak

ortaya çıktı. Son iki yılda, ondan öncesindeki

bütün zamanlar kadar veri üretildi. Hepi-

miz internet kullanıyoruz ve artık içerik

üreticisi konumundayız. Sadece metin

değil, filmler, videolar, görsel materyaller

de veri patlamasına sebep oluyor. İşte tüm

bunlar çok ciddi uygulama alanları açıyor.

Perakendeci açısından bakarsanız önce

şunu görürsünüz: “Müşteri geldi, şu ürünü

aldı ve gitti.” Ama aynı zamanda birçok

ürüne bakmış ve bazılarını da almamıştır.

Aslında neyin neden alınmadığını anlamak,

müşterinin hangi ihtiyacına cevap vereme-

diğini fark etmek işletme açısından önemli.

Bunu görebileceğiniz yer Internet’tir. Web

sitesinde hangi ürünleri ne süreyle inceledi,

sepete koydu, hangi ürünlerle karşılaştır-

dı, aldı veya almadı. Hatta perakendeci

müşterinin o ürünü kendisinden almayıp

nereden aldığını da görebilir. Cisco’nun

ABD’deki yöneticilerinden biri şu uygulama-

larını anlattı: Onların nihai tüketiciyle bire bir

ilişkisi yok. Nihai tüketici firma gelip onların

web sitesine bakabiliyor. Baktıkları ürünü alıp

almadıklarına dair ayrıca bir inceleme yapmış-

lar. IP adresinin kime ait olduğunu bulmaları

gerekiyor. Hangi firma benim ürünlerime

bakmış, kaç kere bakmış. Neden satış yapa-

madık? Bunun üzerine araştırma yapmışlar ve

nedenini sormuşlar. Bu şekilde birçok kaybı

geri çevirmişler.

Sosyal medyada yazılanlar, arama motoru

kelimeleri de analiz edilen büyük bir veri

kaynağı. Şirketim hakkında kim, neden, ne

yazıyor? Tavsiye mi ediyor; yoksa şikâyet mi

ediyor? Buna hemen müdahale edilmezse,

durum çok büyük bir halkla ilişkiler faciası-

na dönüşebilir. Şirketler hem duygu hem

de içerik açısından otomatik metin analizi

yaparak şirket hakkında neler söylendiğini

araştırıyor. Bunu özetleyecek sistemler ve

“Internet kendi başına bir veri patlaması yarattı. Big Data önemli bir terim olarak ortaya çıktı. Son iki yılda, ondan öncesindeki bütün zamanlar kadar veri üretildi.”

Page 29: Kule Dergisi-Sayı 36

27

bulgulara göre hemen şirket adına gerekli

halkla ilişkiler/ müşteri ilişkileri aksiyonla-

rını alan elemanlar var. Internet’te metin

analizi ile elde edilen bilgilerin talep ve satış

tahminlerine katkı yapar hale getirilmesi de

çok önemli. Örnek verecek olursak, tekstilde

yeni akımların tespiti, hedef kitlenin yorum-

ları, tepkisi ürün seçimi ve talep tahmini için

değerlendirilebilir.

Toplanan verilerden ede edilen sonuçlar

nasıl hayata geçiriliyor?

“Bu soruya da örnekler üzerinden cevap vermek

daha açıklayıcı olacak: Çok yaygın olarak kullanı-

lan yemek sipariş sitesi yemeksepeti.com

üzerinden gelen verilerin toplanmasını ele

alalım. Bu site içerisinde hizmet veren yüzler-

ce işletme var. Bu işletmelerin her biri farklı

ürün çeşitleriyle çok geniş bir tüketici kitlesine

hitap ediyor. Artık bu gibi büyük organizas-

yonlar, müşterilerinin tüketim alışkanlıklarını

ve tercihlerini gelişen teknolojinin de yardı-

mıyla depolayıp bir veri tabanı oluşturuyorlar.

Bu verilerden genel bazı çıkarımlarda bulu-

nabilmelerinin yanı sıra kişilere özel sonuçlar

da elde edebiliyorlar. Burada da esas dikkat

edilen nokta müşterilerin kişisel özelliklerin-

den daha çok davranışları. Ne gibi ürünler

almış? Hangi sıklıkla sipariş veriyor? Elde

ettikleri bu envanterle kişilere özel satış ve

pazarlama yapabilme yeteneğini elde etmiş

oluyorlar. Her müşteriye aynı promosyonu

önerip, e-postalarını birçok mesajla doldurup,

spam olarak algılanmak yerine az sayıda fakat

o kişinin ilgilenme olasılığı yüksek teklifler

gönderildiğinde kazan-kazana dayalı uzun

vadeli olabilecek bir ilişki oluşturma şansı

ortaya çıkıyor.

Bu yoğun rekabet ortamında kişisel hakların

ihmaline kadar uzayabiliyor. Bu açıdan bu ve-

riler toplanırken ve kullanılırken izinlerin alın-

ması çok önemli. Özellikle cep telefonları çok

kapsamlı bir bilgi veriyor, fakat biz tüketiciler

özel bilgilerimizin kullanılmasını istemeyiz.

Zaten ülkemizde ve dünyada bu konuyla ilgi

bazı yasal kısıtlamalar getirildi, getiriliyor. Bu

noktada kişi haklarının korunması çok önemli

bir unsur olarak ortaya çıkıyor.

"İş zekâsı, gerçek veriye dayanan doğru kararların alınmasına yardımcı olur."

Page 30: Kule Dergisi-Sayı 36

28

Nörobilim, nöroanatomi, sinir stimulasyonu, girişimsel olmayan beyin stimulasyonu ve medikal cihaz inovasyonu üzerine araştırma-lar yürüten Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana-tomi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi Doç. Dr. Yusuf Özgür Çakmak Kule’nin sorularını yanıtladı.

Bilgiye ulaşma, yani veriyi yorumlama yetisini kullanmamızı sağlayan zekâ, sadece bilişsel ve kalıtımsal olarak tanım-layabileceğimiz bir kavram mıdır? Sizce kültürel, çevresel ve tarihsel olarak bu tanım nasıl değişebilir?Çok net bir şekilde çevresel, kültürel ve tarihsel şekillendirmeden bahsedebiliriz. Yakın zamanda yapılan bir araştırmada ABD üniversitelerinde öğrenim gören Batı ve Uzak Doğu kökenli öğrencilere gösterilen bir vi-deoda bu öğrenci gruplarının verdikleri geri bildirimler arasında çok net bir farklılık göze çarptı. Batı kültürlü öğrenciler aynı videodaki büyük balıktan bahsederken arka plandaki oluşumlara ait hiç geri bildirim yapmadılar, Uzak Doğu kültürü almış öğrenciler ise arka plandaki yosunlardan, bitkilerden, mercan-lardan bahsettiler. Bu çalışmanın sonuçlarının

da açıkça gösterdiği gibi kültürel farklılıklar aynı uyaranı bambaşka açıdan algılamamızı sağlıyor. Uzakdoğu kültürleri bütünsel ve tüm çerçeveyi eşit algılarken, Batı kültürü büyük balığı görmemizi istiyor. Her iki bakış açısının da hayatta kalmamızı sağladığı farklı şartlarla karşılaşmamız mümkün, dolayısıy-la doğru ortamda, doğru algı bakış açısını kullanmadan hep aynı tür algı yetisiyle biçimlenmiş zekânın farklı şartlarda başarısız olması mümkün.

Zekâ üzerine söylenmiş ve sizi etkilemiş bir söz var mı? “Zekânın seviyesini, değişebilme yeteneği belirler.” - Albert Einstein

Zekâsıyla sizi etkileyen herhangi biri varsa, kim olduğunu söyleyerek nedenini kısaca açıklayabilir misiniz?Değişen yeni şartlara yönelik yaratıcı adap-tasyonu ve stratejileriyle kesinlikle Mustafa Kemal Atatürk.

Fikir, yaratıcılık gibi kavramların ve başa-rının zeki olmakla ilişkisi sizce nedir?Beyin ağları (network’leri) zaman içerisinde

Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Özgür Çakmak Kule’nin sorularını yanıtladı.

Zeki olmak mı zekice davranabilmek mi?

Doç. Dr. Yusuf Özgür Çakmak • Tıp Fakültesi

Doç. Dr. Yusuf Özgür Çakmak

Page 31: Kule Dergisi-Sayı 36

29

tekrarlanan uyaranlarla kurgulanmaktadır. Benzer ya da ilintili kavramlar, var olan network’ler-de kendilerine yeni dallar olarak yer bula-bilirler. Birbirinden bağımsız gibi gözüken iki farklı beyin ağı arasındaki benzerlikleri kurgulamaya yönelik içsel algının kavra-nılmasıyla yeni bakış açıları da kazanılması mümkün olmaktadır. Bu bakış açısı farklı network benzerlikleri ile daha büyük network’lerin kurgulanmasını beraberinde getirdiği gibi kompleks gibi gözüken kavram-lara çok basit çözümlemeler de kazandıra-bilmektedir. Bütün bu yaklaşımlar sıklıkla analitik çözümlemeler, yaratıcılıklar ve fikirler için yeterli olabilirse de sanatsal yaratıcılık için mevcut analitik network’leri anlık ya da kısa süreliğine kapatmamız gerekir; çünkü bu analitik network'ler beynin sanatsal yaratıcılı-ğını oluşturan network'ler üzerinde baskılayıcı nitelik taşımaktadırlar.

Duygusal zekâ kavramının, başarı ve mutlulukla ilişkisi üzerine neler söylemek istersiniz? Duygusal zekâ dediğimiz kavram, içerisinde empatiyi ve sosyal konum algısını barındırır ki, bu sayede analiz edilen algıya sadece algı

ve kişisel tepki refleksi olarak değil, toplum-sal ve karşımızdaki kişinin penceresinden bakarak yaklaşmamızı sağlar. Bu tip bir tepki beraberinde güçlü sosyal ilişkiyi getirecektir ki, kitleleri peşinden sürükleyen birçok lider zekânın en önemli bileşenlerinden biri olan empati yetilerini üst düzeye taşıyabilmişler-dir. Empati kuramadığımız durumlarda doğru analiz edilen algılarımız olsa dahi, reaksiyon-larımızın sonuçları başarı ve mutluluk bek-lentisini karşılayamayacaktır. Dostoyevski’nin dediği gibi, “Zeki davranabilmek, zeki olmak-tan çok daha ileri bir olgudur.”

Zekâ geliştirilebilir midir?Bu soruya çocuk ve yetişkin olarak ayırarak başlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. İnsan beyni 22-24 yaşlarına kadar gelişimini devam ettirmektedir. Bu süre zarfında bu gelişimi hızlandırmak mümkündür. En yaygın bilinen uygulamalardan örnek vermek gerekirse, ilkokul 1. sınıfa giden bir çocuğa altı ay boyunca verilen balık yağının bu gelişimi 1-1,5 sene hızlandırdığı gösterilmiştir. Gelişimini tamam-lamış bir beyin için ise farklı teknikler uygulana-bilir. Bu tekniklerden bahsetmeden önce zekâ kavramının içerisinde dikkat, analiz, algı, gibi

birçok kavram olduğunun altını çizmekte fayda görüyorum. Bu saydığımız kavramlardan her biri tek tek geliştirilebilir niteliktedirler. Örneğin, beynin dikkat yeteneği bugün nörobiyolojik geri besleme teknikleriyle geliştirilebilir bir zekâ bileşeni haline gelmiştir. Dikkat eksikliği yaşa-yan çocuklarda ve hatta uçağı indiriş anında dikkat problemi çeken bir pilotun da NASA’nın geliştirip uygulamaya soktuğu nörobiyolojik geri besleme teknikleriyle dikkat performans-larını artırabildikleri araştırmalarla net olarak gösterilmiş ve günümüzde rutin uygulama alanı bulabilmiştir. Zekânın algı bileşeni de hedefe yönelik olarak yapılan bir beyin eğitimi sayesinde geliştirilebilmektedir. Tüm bu eğitim-lere ek olarak kişinin pasif olduğu ama dışarıdan verilen uyarılarla beyin eğitiminin aktif olduğu uygulamalar da bulunmaktadır. Bütün bu bilgiler ışığında zekâ kavramının birçok bileşeninin tek tek ya da birkaçının birlikte kişinin farkındalığın-da ya da haberi olmaksızın aktif ve pasif beyin eğitimleriyle geliştirilerek zekâ kapasitesinin artırılabilmesi mümkündür.

Sizce zeki insan…Bence zeki insan değişen koşullara adapte olabilmeyi başarabilendir.

Zekâ kavramının birçok bileşeninin tek tek ya da birkaçının birlikte kişinin farkındalığında ya da haberi olmaksızın aktif ve pasif beyin eğitimleriyle geliştirilerek zekâ kapasitesinin artırılabilmesi mümkündür.

Page 32: Kule Dergisi-Sayı 36

30

Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi Oğuzhan Özcan, 2011 yılından bu yana “designLab” Araştırma Birimi ve Koç Üniversitesi Tasarım, Teknoloji ve Toplum Doktora Programı’nın koordina-törlüğünü üstleniyor. Genel olarak tasarım düşünmesi ve yaratıcı fikir üretimi sürecinde, ilham kaynakları üzerine uzmanlaşan Özcan ile yaratıcılığın zekâ ile ilişkisi üzerinden yola çıkarak gerçekleştirdiğimiz sohbeti keyifle okuyacaksınız. Zekâ ve yaratıcı fikir üretimi arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Üretim süre-cinde kişiyi öne çıkaran nedir sizce?Öncelikle ben zekâ alanında çalışan bir bilim insanı değilim. Bizim alanımızda bilgi üretiminin “ezber bozan” bir yapısı var ve bu anlamda üretimin zekâ ile bağlantısı ilginç olabilir. Ancak zeki bir insanın ezber bozabi-leceğini düşünebiliriz. Yaratıcılık sürecinin, özellikle tasarım alanında sistematik ve formüle edilebilir olduğunu söylemek çok zordur. Bazıları sistematik bir yoldan gider ama bazılarında yaratıcılık rastlan-tısal bir sürece dayanır. Özellikle sanatçıların

Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi Oğuzhan Özcan ile zekâ üzerine…

Tasarımın penceresindenProf. Dr. Oğuzhan Özcan • İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi

Page 33: Kule Dergisi-Sayı 36

31

rastlantısallığı yani gördükleri, dokunduk-ları, hissettikleri çok önemlidir. Örneğin, bir bestecinin bir anda içine girdiği duygu seliyle yarattığı ve yıllarca kimsenin dilinden düşür-mediği şarkıları vardır.

Ben daha çok ilham alma üzerine çalışıyo-rum. İnsanın her şeyden ilham alarak üretim yapabileceği fikrine sahibim. Aslında gele-neksel sanatçıların yaptığı budur.

Tasarımda ilham alma fikrinin zekâyla olan bağlantısı tamamen neden sonuç ilişkisine dayalı. Değişik sanat eserlerinden bir süpür-geye ya da bir ana bakan bir tasarımcı oradan kimsenin göremediği bir bağlam çıkartıp fikir üretir. Bu tabii ki belli bir zekâyı gerektiriyor. Sıradan anlamıyla zekâyı ölçülebilir, sayısal veriye dökülebilir bir şey olarak algılıyoruz. İnsanın neden sonuç ilişkisini kurarak, oradan bir fayda çıkarabilme yeteneğine sahip olma-sını da bir zekâ örneği olarak düşünebiliriz.

Peki, yaratıcılığı tetikleyen anlık fikirler midir?Bu konuda iki farklı ekol var. Birinde kulla-nıcının talepleri ve ihtiyacı doğrultusunda

yapılan tasarımlar söz konusu. Örneğin, gelen talepleri dikkate alarak, kullanıcının bir fincanın her şeyini tasarlayacak veriyi verme-si ve tasarımcının da onu vücuda getirmesi söz konusu. Bunu eleştiren diğer okullar ise şunu düşünüyor: Kullanıcı daha başka ne gibi zenginliklerin olabileceğini algılayamayabilir? Bu nedenle yeni oluşturulacak bir form, araç ya da obje için tasarımcının öncülük rolü üstlenmesi gerekir. Ben ikinci tarafla daha çok ilgiliyim. Bu bağlamda bu işin anlık olup olmadığı sorusunun tanımını yapmak zor; çünkü bazı insanlara baktığımızda yaratıcılık onun içinde bulunduğu koşullardan ba-ğımsız, içten ve kendisinde var olan yetilere dayanıyor. Diğer yandan bir şeyi vücuda getirebilmek için kişinin birikimi olmalı. Onun eğitimini, yaşadıklarını görmezsek, yaratıcılı-ğın anlık olduğunu düşünebiliriz; ama tetikle-me denilen bir sistem var.

Sizce zekânın tanımı nedir?Kendi alanımdan baktığımda zeki kişi, beklenmedik bir anda karşılaştığı bir soruna, alışılmadık biçimde ama faydalı çözüm üreten ve bunu da kabul edilebilir bir zaman

dilimi içinde yapan kişidir. Bu anlık da olabilir, makul sürede problemin üzerinde düşüne-rek de... Biz görsel tasarımda yokluk üzerine üretim yapan kişinin zeki olabileceğini varsayıyoruz. Engeller ve sınırlamaların yara-tıcılığı artıran koşullar olduğu kabul ediliyor. O pencereden baktığımızda bir insanın en son teknolojiyle donatılmış bir stüdyoda animasyon yapması da mümkün; sadece kâğıt ve kalemin olduğu bir ortamda motion capture (hareket yakalama tekniği) yapması da. İkincisinde kişinin daha zekice bir üretim yaptığı düşünülebilir. Tabii bunun zekâ ile uğraşan bilim insanları açısından geçerliliği var mıdır bilemiyorum.

Yaratım sürecinde karşılaşılan engeller ya da eldeki olanaklar açısından Türkiye ile Batı arasında bir ayrım var mı sizce?Bundan 20 yıl önce sorsaydınız var oldu-ğunu söyleyebilirdim. O dönemde doktora öğrencileri yurtdışından Türkiye’ye bavullarla kitap taşırdı. Ama küreselleşen dünyada eldeki olanaklar açısından bir dezavantaj söz konusu değil. Yalnız araştırma kültürü açısından öğreneceğimiz çok şey var. Bence

“Kendi alanımdan baktığımda zeki kişi, beklenmedik bir anda karşılaştığı bir soruna, alışılmadık biçimde ama faydalı çözüm üreten ve bunu da kabul edilebilir bir zaman dilimi içinde yapan kişidir.” Prof. Dr. Oğuzhan Özcan

Page 34: Kule Dergisi-Sayı 36

32

Türkiye’deki en ciddi sıkıntı rekabette yaşa-nıyor. Batı’da eğer rekabet içinde yoksanız siz de yoksunuz. Ama Türkiye’de aile devreye giriyor. Koruma ve kollama var. Çoğu kişide “Çok donanımlı olmalıyım ve üretim yapmalı-yım ki, sektörde belli bir yere gelebilmeliyim” düşüncesi yok.

Bu anlamda zekâmızı, yaratıcılığımızı ya da olanaklarımızı yeterince kullanamadı-ğımızı söyleyebilir miyiz?Evet, bu nedenle Türkiye’de pasifize olan birinin eğer potansiyeli varsa, Batı’da çok iyi işler ortaya koyduğunu görebilirsiniz. Çünkü orada kişi rekabete dahil olmak zorunda kalıyor.

Sizin ilham kaynaklarınız, itici gücünüz neydi?Benim alanım mimarlıktı ve 10 yıla yakın bu alanda akademisyenlik yaptım. 80’li yıllarda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Mark Butler ile tanışmam bir şans oldu. O benim aslında bir görsel ile-tişimci olduğumu düşünmüştü. İşte o 10 yılın ardından görsel iletişim alanına geçtiğimde kendi yerimi de bulmuş oldum. İnsanlar kendi yerlerini bulduğunda öngörüleri çok kuvvetli oluyor. İddialı bir söylem olsa da Türkiye’de ileride ulaşılması gereken noktayı görerek, onu öne çekebildim. Bu sayede gün-cel kalarak dünyayla olan rekabetin içinde var olabildim.

Öngörünün kaynağı ne olabilir sizce? Birikimleriniz ya da zekânız…Zekâ ve birikim bir arada… Ben gerçekten çok zeki ama zekâsını kullanamayan insanlar görüyorum. Belki de akıl ve zekâ ayrımı söz konusu burada ya da zekâyı akıllıca kullana-bilmek yani akıl edebilmek… Çok zeki olup da çok başarısız olan insanlar tanıyorum. O kadar zeki ve sıra dışı olmayı göze alabilmek de önemli. Müthiş bir birikiminiz, yani yaşadıkları-nız, yapıp ettikleriniz, ürettikleriniz var. Yeni bir durumla karşı karşıya kaldığınızda birikiminizi zekânızla birleştirmeniz gerekiyor. Bu anlam-da zekâ birikimi yaratıyor, birikim de zekâyı kullanarak bir adım öteye gitmenizi yani fayda yaratmanızı sağlıyor. Ticari anlamda değil; ama faydacı olmayan hiçbir şeyin anlamı yok. Kendi içinde yenilik, yeni bir bakış getirmek önemli.

Öğrencilerinize bir mesajınız var mı?Mücadele ve rekabet etme yetilerini kullan-mayı öğrenmeliler. Emek kavramını anlama-ları gerekiyor. Yavaş yavaş, deminde yapılan bir çay ile üzerine kaynar suyu bir anda döktüğünüz çayın tadı nasıl farklı olursa, emek verilerek yapılan işin değeri de başka olur. Eskiden tasarım öğrencilerinin ulaşabil-diği birkaç dergi vardı. Artık araştırma yapma olanaklarımız sınırsız ve bu mecra bir şeyleri hazır beklemek yerine daha çok araştırma için tetikleyici olmalı.

“Görsel tasarımda yokluk üzerine üretim yapan kişinin zeki olabileceğini varsayıyoruz. Engeller ve sınırlamaların yaratıcılığı artıran koşullar olduğu kabul ediliyor.”

Deforme arayüz analizleri / Tasarım: Ahmet Güzererler, Design Lab doktora öğrencisi

Page 35: Kule Dergisi-Sayı 36

33

Charles Darwin, “Türlerden en güçlü ya da en zeki olanı hayatta kalan değildir, değişime en yatkın olanıdır” der. Bence gerçek zekâ da budur. Bazen yetenek yarışmaların-da görürüz, hesap makinesi kullanmadan bütün işlemleri aklından yapabilen çocuklar vardır ya da yıllar önce hangi gün ne yaptığını detaylarıyla hatırlayan insanlar… Bu tarz bir zekâ örneğinin nadir bulunmakla beraber, kişilere sos-yal ve profesyonel hayatta çok yardımı dokunmaz, ama içinde bulunduğu ortamın şartlarını iyi anlayan ve doğru değerlendiren birinin daha başarılı olması kaçınılmazdır. Toplumların dinamikleri de yıllar boyunca hep değiştiği-ne göre insan zekâsının da bu doğrultuda evrimleştiğini söyleyebiliriz. Bence zekâ, matematiksel zekâ, duygusal zekâ ve adapte olabilme özelliğinin en doğru biçimde har-manlanmasıdır. Duygusal zekânın mutluluk ile ilişkisi söz konusu olduğunda mutluluğun bir seçim olduğu söyle-nebilir. Kendini nelerin mutlu ettiğini bilen biri, zamanını ve yeteneklerini bu etkenlere ya da bunları elde etmeye çalışmaya harcarsa mutlu olmayı seçmiş demektir. Zekâ konusunda Einstein’ın hiç aklımdan çıkarmadığım bir sözü var: “Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise sorunların oluşmasını engeller.”

Koç Üniversitesi’nde çıktığımız kısa turda, Hemşirelik Yüksekokulu’ndan Yrd. Doç. Dr. Ayşecan Terzioğlu'na ve fizik bölümünde doktora çalışmalarını sürdüren Güneş Aydındoğan'a zekâ konusunda ne düşündüklerini sorduk.

Zekâ turu

"Mizah zekânın gülümsemesidir"

Eski Yunan felsefecilerinden bugüne, düşünürler insanın farklı özelliklerini doğa ve kültürün ne ölçüde biçimlendirdiğini tartıştılar. Yapılan genetik, anatomi, fizyoloji, insan ilişkileri, sosyalizasyon, cinsel kimlik, çocuk yetiştirme pratikleri konusundaki araştırmalar da bize insanın farklı özelliklerini oluşturmada doğa ve kültürün ne derece iç içe geçtiğini gösterdi. Zekâ da doğa ve kültürün, yani kalıtımsal yapımızla, çevremizin bizden beklentilerinin ve yetiştirilmemizin oldukça karmaşık bir şekilde iç içe geçtiği konulardan biri. Önyargılar ve yerleşik kültürel kalıplar da zekâ konusundaki algılarımızı oldukça etkiledi. Örneğin, çok yakın zamanlara kadar kadınların daha çok annelik vasfıyla özdeşleştirilen duygusal zekâya sahip olduğu; zekânın mantıklı, çok boyutlu, soğukkanlı düşünme ve analiz etmeye yönelik boyutunun kadınlarda eksik olduğu düşüncesiyle birçok kız çocuğu eğitimde pozitif bilimler, tıp ve mühendislik gibi dallardan uzak tu-tuldu. Bu dallarda başarılı olan kadınlara birer istisna gözüyle bakıldı. Bugün dünyada ve ülkemizde bu önyargının önemli ölçüde kırılmaya başladığını görmek çok güzel!

Ben zekâyı çok boyutlu, karmaşık ve her zaman gelişmeye açık olarak görüyorum. Bana göre kişinin kendini sorgulayabilmesi, geçmişini ve bugününü değerlendirip bu değerlendirme ışığında yarınını planla-yabilmesi ve farklı koşullara kolayca uyum sağlayabilmesi önemli zekâ göstergeleri ve zekâyı geliştirip, başarılı olma kriterleri. Bütün bunları yaparken, mutlu olmak için de zekânın mizah boyutunu da unutma-mak gerekiyor tabii. Bir Fransız atasözü, “Mizah zekânın gülümsemesi-dir” der ve bence de bir insanın zekâsı en bariz olarak yaptığı espriden belli olur. Mizah aynı zamanda bizim zorluklarla da başa çıkmamızı sağlayan önemli bir zekâ özelliğidir.

Yrd. Doç. Dr. Ayşecan Terzioğlu, Hemşirelik Yüksekokulu

Güneş Aydındoğan, Fizik Bölümü Doktora Öğrencisi

"Zeki insanlar sorunları çözerler, dahiler ise sorunların oluşmasını engeller"

Page 36: Kule Dergisi-Sayı 36

34

Türkiye’nin ilk kadın siyaset bilimcisi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ilk kadın asistanı, ilk kadın doçenti, ilk kadın profesörü ve ilk kadın kürsü kurucusu… Uluslararası göç ve kadın çalışmaları konusunda ülkemizde akla gelen isimlerin en başında, makaleleri ve kitapları yabancı dillere çevrilen, dünyanın her köşesinde seminerler veren, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki çalışmalarını halen sürdüren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, 5 Mart’ta Koç Üniversitesi’ndeydi. Kendisiyle Tıp Semineri kapsamında verdiği “Yirminci Yüzyılda Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statü-süne ve Toplumsal Değerlere Etkisi” başlıklı konferans öncesinde Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Kurucu Dekanı Prof. Dr. Şevket Ruacan’ın ofisinde buluştuk.

Koç Üniversitesi kuruluşundan bu yana uluslararası bir üniversite olarak bilime katkı sağlama hedefiyle çalışmalarını sürdürüyor. Bir araştırma üniversitesi olma misyonuyla hareket ediyor. Siz Koç Üniversitesi’nin bu çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?Üniversitenin hem araştırma hem öğreti-mi birleştirmesi çok önemli. Üniversitenin böyle bir kurum olarak inşa edilmesi fikrini ortaya atan ve Berlin Üniversitesi’ni bu

Hocaların hocası Koç Üniversitesi’ndeydiTürkiye’de bir kadın olarak bilimsel alanda gerçekleştirdiği pek çok ilkle herkese ilham veren Prof. Dr. Nermin Abadan Unat Türkiye’de sosyal bilimler ve Koç Üniversitesi üzerine sorularımızı yanıtladı.

RÖPORTAJ

Page 37: Kule Dergisi-Sayı 36

35

modele göre yaratan Alman filozof Wilhelm von Humboldt’dur.

Bilim insanı için iki şart gerekir: Birincisi öz-gürlüktür, yani bugünkü anlamda özerklik. Hiçbir baskı altında kalmadan araştırma yapabilmelidir. Bu, tıp alanında maddi ola-naklara da bağlıdır; ama bilim insanı bunu gerçekleştirebilmeli. İkincisi de yalnızlık (Einsamkeit) yani kendini birtakım mükelle-fiyetlerden tecrit edip, arınabilmesidir.

Almanya’da daha evvel kurulan Göttingen ve Heidelberg gibi kurumlar bu yörünge-ye oturdular ve gerek tıpta gerek fizikte gerekse kimyada çok önemli başarılara imza attılar. Tabii yapılan çalışmalar her zaman in-sanlığın yararına olmadı; atom bombası da Alman araştırma merkezlerinin bir çocuğu-dur. Diğer yandan pozitif tarafları, endüstri-yel gelişmelere katkıları büyük olmuştur.

Şimdi Almanya'da, bütün devlet üniver-siteleri OECD Eğitim Direktörlüğü Ulusla-rarası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) modelini uygulamak zorundadır. Bu modelde lisans eğitimi üç senede tamam-lanıyor ve araştırma fonksiyonu üniversite-lerden, çeşitli merkezlere devrediliyor. Bu araştırma merkezlerinin en önemlilerinden bazıları Max-Planck Vakfı'na ait enstitüler-dir. Toplam 22 araştırma merkezi var ve her birinin uzmanlık alanı farklı. Çoğu tıbbı da kapsayan fen alanından başka Heidelberg ve Göttingen’de de sosyal bilimler alanın-da merkezler faaliyet gösteriyor. Yani artık son yıllarda Almanya’da bir araştırma alanı arayacaksak bunu üniversitelerde değil, an-cak araştırma merkezlerinde bulabiliyoruz. Amaç bir taraftan yüksek sayıda gence üni-versite öğrenimi sağlamak, öte taraftan en yüksek vasıflı araştırmalara olanak tanımak.

Bütün bunların ışığı altında Koç Üniversitesi’nin benim şahsen çok önemli bulduğum Humboldt modelinin çağdaşını, Amerikan versiyonunu, benimsemiş olması çok pozitif sonuçlar getirecek. Belki de bu sayede tüm dünyaya ışık tutacak yeni şeyler ortaya çıkacak.

Sizce Türkiye’de akademik camianın ge-lişimi önündeki engeller ve gelişim için kilit rol oynayacak değerler neler?Engellerin başında siyaset geliyor. İlerle-me için tek reçete, üniversitenin tek ilacı özerkliktir.

Koç Üniversitesi’nin kadın çalışmaları alanındaki faaliyetlerini nasıl değerlen-diriyorsunuz?Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KOÇ-KAM)’nin kurulmuş olması çok önemli bir adımdı. Bunu Prof. Dr. Çiğ-dem Kağıtçıbaşı’nın çok önemli bir atılımı olarak görüyorum. Kendisi çok üretken, çok verimli, çok yönlü ve uluslararası üne sahip bir bilim insanımız. Biz bu yola beraber çıkmıştık. 1975’te tanıştık. O dönemde Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin başkanıydım ve kadın çalışmaları konusunda bir konferans için Amerika’ya davet edilmiştim. Döndü-ğümde Türkiye’de de kadının toplumsal durumunu tespit etmeye yönelik bir konfe-rans düzenlemeye giriştim. ABD'deki Nüfus

Konseyi’nden bir miktar destek alabildik ve Yeniköy’deki Sait Halim Paşa Yalısı’nda yabancı katılımcıların da yer aldığı bir konfe-rans yaptık. Özelliği ekonomi, siyaset, edebi-yattan tıbba kadar tüm katılımcıların kadın olmasıydı. Ardından iki baskı yapan bir kitap hazırladık ve kitabın İngilizcesi Hollanda’da yayımlandı. Şimdi o kitap hâlâ okunabilir; ama sadece tarihi gelişim aşamasını görmek üzere. Son 20 yılda katedilen mesafe başka yapıtlarda yer alıyor. Bizim vaktiyle düzen-lediğimiz konferansı tekrar edebilsek çok yararlı yeni veriler elde edilebilir. Eğer gün 24 değil 96 saat olsaydı ben bu işe yeniden girişebilirdim. Ancak vaktim az olduğu için en önemli işlere kendimi veriyorum. Dolayısıyla gençlerin bu işe girmesini arzu ediyorum.

Birazdan vereceğiniz "Yirminci Yüzyılda Tıptaki Gelişmelerin Kadının Statüsüne ve Toplumsal Değerlere Etkisi" başlık-lı konferansı izleyeceğiz. Öncesinde Kule’nin genç okurları için bize kısa bir değerlendirme yapabilir misiniz?Her şeyden evvel şunu söylemek istiyorum. Eğer Amerika hali hazırda dünya politikasın-da bir süper güç ise ve bu ülkenin cumhur-başkanı ikinci kez seçildikten sonraki ilk ko-nuşmasında, geleceğimiz için beyin üzerine araştırmaları desteklememiz gerek ve buna 20 milyar dolar kaynak ayırıyoruz diyorsa, soru cevaplanmış oluyor. Geleceğin şekil-lenmesini yine tıbba borçlu olacağız. Nasıl ki, insanoğlunun genetik kodu keşfedildiyse şimdi de beynin DNA’sı aranıyor. Ben bunları bir okuyucu olarak anlayabiliyorum sadece. Şimdi aranan beyindeki tepkilerin duygular-la nasıl ilişki kurduğunu öğrenmek mümkün müdür? Bu soruya cevap verebilirsek, sizinle konuşurken hakikate aykırı bir şey söyleyip söylemeyeceğinizi de anlayabileceğim.

Bilim insanı için iki şart gerekir: Birincisi özgürlüktür, yani bugünkü

anlamda özerklik; ikincisi de kendini birtakım mükellefiyetlerden tecrit edip,

arınabilmesidir.

Page 38: Kule Dergisi-Sayı 36

36

Şimdilik keşfedilen şey, beyin haritalarını çıkartarak hangi parçanın neyle ilgili reak-siyon gösterdiği… İnsanoğlunda merakı öldürmediğiniz sürece bambaşka şeylere ulaşacağız ve ilerleyeceğiz.

Sosyal bilimlerin Türkiye’deki saygınlığı hakkında düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Sosyal bilimlerin toplumsal çözüm-leme ve ilerlemeye katkısı açısından sesini duyurabilmesi için nelere ihtiyacı var?Sorduğunuza çok sevindim. Sosyal bilimler bence çok sağlıklı bir gelişme yaşıyor. Ben hâlâ ders veriyorum; çünkü kendi yaşımdakilerden hiçbir şey öğrenemediğim gibi içim kararıyor. Türkiye’de bir devlet üniversitesinden emekli olan kişi başka bir devlet üniversitesinde çok cüzi bir ücretle ders verir. Ama mesele bu değil; ben gençlerle beraber olmaktan zevk alıyorum. Yüksek lisans ve doktora seviye-sinde ders veriyorum, Erasmus programı sayesinde pek çok yabancı öğrencim var. Çok taze bilgilerin sunulduğu merkezler ve yayımlanan çok kaliteli dergiler var. TÜBA’nın yardımıyla dışarıya gönderilen gençlerden bir kısmı önemli çalışmalar yapıyor. Zamanında

Şerif Mardin Amerika’nın teşvikiyle Türk Sosyal Bilimler Derneği’ni kurmuş. Şerif Bey derneği bıraktığında Ankara’da bulunan bazı arka-daşlarla birlikte biz bu derneği benimsedik. Ben başkan seçildim; daha sonra Kontenjan Senatörü olunca başka biri başkanlığı devral-dı. Bahsettiğim konferansı o zaman yapmıştık. Daha sonra her iki yılda bir Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi yapmaya karar verdik. Tek desteğimiz ODTÜ’nün bize verdiği toplantı salonlarıydı. Bu yıl Kasım ayında bu kongre 17. kez düzenlenecek. Her kongrede 1.200’ün üzerinde tebliğ sunuluyor. Bu dünyada kabul edilmiş bir yöntemdir. Genç araştırmacılar tebliğlerini sunar, kendini dener ve çalışmala-rını geliştirir. Bu benim diktiğim bir fidandı ve kurumadığına çok memnunum.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla bir mesajınız var mı?Bütün Ortadoğu’da modernite yüzün-den kadın erkek çarpışmasının en yoğun yaşandığı ülke Türkiye’dir. Bunun sebebi elektronik iletişim araçları ile inanç değerle-rine bağlı kalan nüfus gruplarının değerler savaşıdır. Yale Üniversitesi’nden mezun

çok değerli sosyal bilimcilerimizden biri

olan Yılmaz Esmer tüm dünyada değerlerin

değişimi üzerine yürütülen bir araştırmanın

Türkiye ayağını devam ettiriyor. Bu araştır-

manın verilerinden hareketle hazırlanan ve

Türkiye’de Değerler Atlası ismiyle yayınlanan

kitap gösteriyor ki; Türkiye çok az değişiyor.

Çok muhafazakâr bir toplum olduğumuzu

daha net görmek için bu kitabı edinmek

şart. Bu da demek oluyor ki, çatışma kadın

aleyhine olacak şekilde devam ediyor.

Kule’nin 36. sayısındaki dosya konumuz zekâ. Zekilik kavramının algılanışı ve değişimi üzerine siz ne söyleyebilirsiniz?“Zekâ Allah vergisidir” denir günlük dilde.

Ama zekâ geliştirilebilir, değiştirilebilir,

dumura uğratılabilir...

Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyele-riniz var mı?Her şeyi merak etsinler, her şeyi görmeye

çalışsınlar, gençliklerinin kıymetini bilsinler,

dünyayı gezsinler, hayatın en güzel tarafının

sevgi olduğunu bilerek sevgiyle yaşasınlar.

RÖPORTAJ

Prof. Dr. Nermin Abadan Unat, Prof. Dr. Şevket Ruacan

Page 39: Kule Dergisi-Sayı 36

37

Nermin Abadan Unat’ın babası Osmanlı’nın son döneminde Türkiye’den Avrupa’ya fındık ihraç eden ailesinin Hamburg’daki işlerini yürütürken, orada tanıştığı Barones Elfriede Karwisky ile evleniyor. Nermin Abadan Unat 1921’de Viyana’da doğuyor. 1930’ların başında İstanbul’a taşınıyor-lar. Eğitimine evde devam ettikten sonra yatılı olarak Dame De Sion’a gönderiliyor. Babasını kaybedince annesiyle birlikte Budapeşte’ye gidiyor. Annesi beş yıl içinde, kocasından kalan serveti harcıyor. Onun da okuyacak imkanı kalmıyor. Almanca, Fransızca, İngilizce ve Macarca ko-nuşan ama Türkçe bilmeyen Nermin Abadan Unat, 14 yaşında Budapeş-te’deki Türk Büyükelçiliği’nin kapısını çalıyor. Büyükelçinin yanına çıkıp “Türkiye’de okumak istiyorum. Param yok. Beni Türkiye’ye gönderin” diyor ve büyükelçi, onu Türkiye’ye yolluyor. Böylece Türkiye’deki büyük macerası başlıyor…

Nermin Abadan Unat, hukuk mezunu olarak Fullbright bursuyla Amerika’ya gidiyor. Amerika’da kamuoyu kavramı üzerinde çalışı-yor. Türkiye’ye döndükten sonra, fakülte haline gelen Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne 10 asistan alınacağını öğreniyor. O tarihte SBF'de İdari İlimler Enstitüsü'nü kuran Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta onu bu sınava girmesi için teşvik ediyor. Berlin'deki Humboldt Üniversitesi'nde doktora yapan ve o tarihlerde Almanya'da kadınların kamusal hayata katıldıklarını gören, aynı durumun Türkiye'de de olmasını isteyen Nermin Abadan Unat, bu sınavı kazanarak 1953’te eski Mülkiye’de ilk kadın asistan oluyor. Kendisi durumu şöyle anlatıyor: “Kamu yönetimi için vasıflı eleman yetiştirmeyi hedefleyen ve 1859’da kurulan Mekteb-i Mülkiye, 1930’da İstanbul’dan Ankara’ya taşındı ve adı Siyasal Bilgiler Okulu oldu. 1948’de Ankara Üni-versitesi kurulunca da fakülteye dönüştü. Fakültede cinsiyete dayalı ayrım yapılmadığı ve açılan sınavı kazandığım için okula girdim."

Doktora tezini kamuoyu, doçentlik tezini bürokrasi kavramı üzerine yapan Nermin Abadan Unat'ın profesörlük tezi de, 1965 seçimlerinin (Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nin kazandığı seçimler) anayasa ve seçim hukuku açısından siyaset bilimi analiziydi.

Nermin Abadan Unat hukuk fakültesinin ardından 1944’te gazeteciliğe başlıyor. O tarihlerde ilk kadın gazetecilerden biri oluyor. 1961 anaya-

sasının hazırlık çalışmalarının ardından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından Kontenjan Senatörlüğü'ne seçiliyor. 1978’de yemin ediyor; 12 Eylül 1980 darbesinin ardından bu mevki kaldırılıyor ve Nermin Abadan Unat akademiye dönüyor.

Uluslararası göç ve kadın konusunda ülkemizde ilk akla gelen isimler arasında yer alan Nermin Abadan Unat, bu alana yönelme sebebini şöyle aktarıyor: “Birleşmiş Milletler 1970’te Meksika’da Dünya Kadın Kongresi'ni topladı. Bunu 1975 ve 1980’de yapılan toplantılar izledi. 1980’de Kopenhag’da yapılan toplantıya ben Türk delegasyonunun başında gittim. Sonunda her türlü ayrımcılığa karşı CEDAW (Cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığa karşı sözleşme) sözleşmesi hazırlandı. Türkiye de bunu kabul etti. Bu ne demektir? Kadına karşı hangi konularda farklı davra-nıldığını araştırmak lazımdı. Ben de 12 Eylül’ün ardından üniversiteye döndükten sonra ücret almada, izinlerde, terfilerde, girişkenlikte, eşitlik ölçütünün ne çapta zedelendiği, cam tavan meselesinin ne olduğu, siyaset hayatında kadının yeri gibi konularda doktora dersleri verdim. Bu konuda araştırmalarını derinleştiren eski öğrencim Prof. Dr. Serpil Sancar, SBF'de Kadın Çalışmalarını anabilim dalı haline getirmiş, bu alanda birçok kitap yayımlamıştır. Son görevi AB'nin gerçekleştirmiş olduğu başta İngiltere ve İrlanda olmak üzere beş ülkeyi kapsayan GENOVA Projesi'nin koordinatörlüğüdür.

Göç konusuna gelince, 1961 Anayasası beş yıllık kalkınma planı öngö-rüyordu. O beş yıllık kalkınma planında artan işgücü ihracı da vardı. Bu işsiz insanları yurtdışına göndermek anlamına geliyordu ve Almanya’ya işçi gitmeye başladı. Ben onun ilk araştırmalarından birini yaptım. Beş asistanla Almanya’da altı hafta da 494 işçi ve 50 civarında firmayla görüş-tük. Bu çalışma kitap olarak çıktı. O günden bugüne göç konusundaki çalışmalarıma devam ediyorum. Amerika’da çıkan Turks in Europe isimli son kitabım Türkiye’de Bitmeyen Göç Konuk İşçilikten Ulus-Ötesi Yurttaşlığa ismiyle yayımlandı.”

Geçtiğimiz yıl Vehbi Koç Vakfı ödülüne de layık görülen Prof. Dr. Nermin Abadan Unat Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi olarak çalışmalarını sürdürüyor.

Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a ithafen, öğrencisi Prof. Dr. Serpil Sancar tarafından derlenen "Birkaç Arpa Boyu... 21. Yüzyıla Girerken Türkiye'de Feminist Çalışmalar" isimli kitap, Koç Üniversitesi Yayınları tarafından 2011’de kadın çalışmaları alanının gelişimini ve mevcut durumunu tanımak isteyen okurlarla buluştu.

37

İlham veren bir öykü

Page 40: Kule Dergisi-Sayı 36

38

MEZUNLAR

Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ndeki lisans eğitiminin ardından Anadolu Mede-niyetleri ve Kültürel Miras Yönetimi yüksek lisans programından mezun olan Seçil Kınay, Eyül 2007’den bu yana Vehbi Koç Vakfı’nda proje yöneticisi olarak çalışıyor. Toplumla-rın gelişiminde kültür-sanatın ve eğitimin anahtar rol oynadığına inanan Kınay, 2000 yılından bu yana sanatsal üretimler yapıyor. İlk kişisel sergi projesi Müze Gibi’yi Koç Üni-versitesi mezunlarından Bige Duyulmuş’un küratörlüğünde ve Begüm Gazioğlu’nun danışmanlığında 2010 yılında gerçekleşti-ren Kınay, şu sıralar ikinci sergi projesi ‘Sen’ üzerinde çalışıyor. Aynı zamanda 2008

yılından beri gönüllü olarak destek verdiği Koç Üniversitesi Mezunlar Derneği’nde Aralık 2011’den bu yana yönetim kurulu başkanlığı görevini yürüten Kınay, Koçlu olma kültü-rüyle şekillendirdiği bu çok yönlü yaşamını anlatıyor.

Koç Üniversitesi’nde aldığınız eğitim ve yaşadığınız deneyimler geleceğinizi şekil-lendirirken size nasıl yardımcı oldu?Koç Üniversitesi’nin kendimi ve geleceğimi şekillendirmemde faydasının çok büyük ol-duğunu söyleyebilirim. Disiplinlerarası eğitim anlayışı, yüksek standartlarda bir ortam, bil-giye ulaşma yöntemleri ve kaynakların bollu-

Koç ruhuyla şekillenen yaşam

Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ndeki eğitimiyle tanıştığı Koçlu olma kültürüyle geleceğini kuran Seçil Kınay (Sosyoloji '04) Kule’nin sorularını yanıtladı.

Page 41: Kule Dergisi-Sayı 36

39

ğu, akademik ortamda ve sosyal kulüplerde öğrencilere tanınan otonomi ve yanında ge-tirdiği sorumluluklar… Bunlar tüm öğrencile-re sunulan temel değerler ve kişinin kendini oluşturduğu yaşlarda bu değerlerle büyüyüp yetişmesi, iş ve sosyal hayatta ciddi avantajlar sağlıyor. Ayrıca, üniversite aracılığıyla tanıdığım değerli arkadaşlarımın ve hocalarımın faydasını hayatımın her alanında görüyorum.

Uzmanlaştığınız alan size nasıl katkılar sağ-ladı ve hayatınızda nasıl bir pencere açtı?Uzmanlaştığım alanların hem en tutkulu ol-duğum hem de güçlü yönlerimi kullandığım alanlar olduğunu düşünüyorum. Üniversite ve bölüm seçimlerimi yaparken “Ne yap-mak istemiyorum” diye kendime sorarak ve elemeler yaparak ilerlemiştim. Hem üniver-sitede hem de stajlarım sayesinde çok sayıda farklı alanda deneyim sahibi oldum. Her deneyim bana kendimi tanıma, güçlü ve zayıf yönlerimi keşfetme, doğal akışında mutlu ve severek yaptığım işe yakınlaşma fırsatı verdi. Dolayısıyla, uzmanlaştığım alan mesleki ve sosyal anlamda kendimi gerçekleştirmemi sağladı diyebilirim.

Gelecek hedefleriniz ve projelerinizden bahsedebilir misiniz?Şu anda Vehbi Koç Vakfı olarak faaliyet gösterdiğimiz her üç alanda yeni başladığı-mız önemli projelerimiz var. Eğitim alanında 21. yüzyıl öğrenme ihtiyaçlarına yönelik bir model okul üzerinde çalışıyoruz. Sağlık ala-

nında Tıp Fakültemizin Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Hemşirelik Yüksek Okulumu-zu kapsayacak tam donanımlı bir sağlık bilimleri kampüsü inşaatı yürütüyoruz, ilk fazı 2014 yılında faaliyete geçecek. Kültür alanında ise 2007’den bu yana geliştir-diğimiz Çağdaş Sanat Koleksiyonumuza, çağdaş sanatın ve kültürün her alanına ev sahipliği yapacak bir çağdaş sanat müzesi projesi yürütüyoruz. Bunların hepsi uzun soluklu projeler ve çok heyecan verici deneyimler getiriyor.

Gelecekte de topluma fayda sağlayabile-ceğim alanlarda çalışmaya ve gönüllülük yapmaya devam edeceğim sanırım. Kendime ve ürettiğim çalışmaların çıktılarına bakarak bu vizyona doğru yolumu çizeceğimi düşü-nüyorum.

Sanatsal üretimlerime de devam edeceğim. Bige (Ekonomi ’05) ile Müze Gibi Projesi’nde kendimiz için koyduğumuz hedeflere ulaştık ve devam etmek istiyoruz. Üzerinde konuş-tuğumuz ve çalıştığımız kültürel miras ve sanat alanında projelerimiz var, onları hayata geçirmek çok heyecan verici olacak. Yine Koç Üniversitesi’nden arkadaşım Bengü Gün (MA ACHM ’07) ile ortak çalışmalarımız var. Bengü, genç sanatçıların görünürlük kazanmasını ve sanatı bilinçli olarak destekleyen genç kolek-siyonerlerin oluşmasını amaçlayan Mixer Arts Platformu’nun Direktörü, onunla eğitim-öğ-renme üzerine çalışmalar yürütüyoruz.

Mezunlar Derneği’ni çok önemsiyorum, ortak bir geçmişe sahip olduğumuz ve varlıklarıyla birbirini güçlendiren bir topluluk olduğu-muzu düşünüyorum. 2012-2013 döneminde derneğe başkanlık yapıyorum, oluşturduğu-muz yönetim kurulu farklı senelerde farklı bölümlerden mezun olmuş Koçlulardan olu-şuyor, bu çeşitlilik bizi güçlendiriyor. Hem iş hem de sosyal alanlarda birbiriyle kenetlen-miş, aidatlarını düzenli ödeyen, faaliyetlere katılan, destek veren ve yararlanan, diplo-masının değerinin arttığının bilincinde olan bir mezun kitlesine ulaşmak için çalışıyoruz. Bunun bir bayrak yarışı olduğunu düşünüyo-rum, o yüzden görevi devretmek ve tabii ki desteklemeye devam etmek isterim.

Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyeleri-niz var mı?Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyem aldık-ları eğitimin, içinde bulundukları ortamın ve kendilerine sunulan olanakların farkına he-nüz öğrenimlerine devam ederken varmaları, bunun keyfini ve faydasını yaşamaları… Hayal etmeleri ve ulaşmak istedikleri yönü belirlerken hata yapmaktan korkmamaları. Onlarla aynı yollardan geçmiş olan mezun-larla ilişkilerini güçlü tutmaları. Biz her ayın ilk salı veya perşembe günü Beyoğlu’nda ANAMED binasında toplanıyoruz, tüm mezunlarımız bu kurulun doğal üyesi olduğundan katkı sağlamak isteyen mezun ve öğrenci arkadaşlarımızı toplantılarımıza bekliyoruz.

Koç Üniversitesi öğrencilerine tavsiyem, hayal etmeleri ve ulaşmak istedikleri yönü belirlerken hata yapmaktan korkmamaları.

Page 42: Kule Dergisi-Sayı 36

40

Sizi tanıyabilir miyiz? Makina Mühendisliği eğitimi aldım. Aselsan’da tasarım mühendisi, Prentice Hall’da teknik editör ve University of Delaware’deki Kompo-zit Malzeme Araştırma Merkezi’nde araştır-macı olarak çalıştım. 2000’de katıldığım Koç Üniversitesi’nin bir çalışanı olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Araştırma labora-tuvarımda lisansüstü öğrencilerimle birlikte yaptığım kompozit malzeme üretimiyle ilgili çalışmalardan aldığım hazzın yanı sıra, derslerde öğrencilerle bir arada olmaktan ve onları mühendislik mesleğine hazırlamaktan da ayrı bir keyif alıyorum. Kendisinden iki ders aldığım, derslerine defalarca asistanlık yaptığım ve aynı zamanda doktora tez hocam olan Prof. Michael D. Greenberg’den, etkin ders verme konusunda çok şeyler öğrendim. Ders saatlerimin mümkün olduğunca tartışma ve sorgulamaya ağırlık vermesine; öğrencilerin ezberleyerek değil, konunun anlamını kavra-yarak ilerledikleri bir ders süreci yaratmaya ve öğrencilerimde içten gelen bir motivasyonla heyecan duyulan bir sınıf ortamı oluşturma-ya çalışıyorum. Kendi öğrencilik yıllarımda karşılaştığım, yazı tahtasındakileri defterine aktarmaktan öteye gidemeyen, verimi düşük ve ezbere dayalı bazı öğretim yöntemlerinden uzak durmaya çalışırken; örnek aldığım bazı

hocalarımın öğrenci odaklı öğretim yöntemle-rini ve öğrenciye olan yaklaşımlarını kendi tar-zımla birleştirip uygulamaya gayret ediyorum. 2012 Eylül’ünden bu yana, Koç Üniversitesi Öğrenme ve Öğretme Ofisi (KOLT) direktörü olarak görev yapmaktayım.

KOLT’un aktiviteleri nelerdir?KOLT, Türkiye’deki üniversiteler arasında örnek oluşturacak şekilde, üniversitedeki öğrenme ve öğretme aktivitelerine destek vermektedir. Koç Üniversitesi’ni ayrıcalıklı yapan özelliklerine, 2009’da kurulan KOLT’un aktiviteleri de eklendi. KOLT, üç gruba hitap etmektedir: Öğrencilere, ders asistanlarına (TA’ler) ve öğretim üyelerine.

KOLT’un öğrencilere sağladığı servisleri paylaşabilir misiniz?Her öğrencinin temel bilgi birikimi, moti-vasyon, hedef ve öğrenme tarzlarının farklı olduğunun farkındayız. Akademik desteğe ihtiyaç duyan her öğrenciye destek vermek için hazırız ve bu konuda çok hevesliyiz. Bu yaklaşımla, çeşitli sebeplerle akademik zorluk çeken öğrencilerimize, aşağıda özetlenen konularda destek vermekteyiz.

KOLT’un Akran Destek Birimi’nde öğrencilere derslerinde bireysel destek verilmektedir. Aynı

dersleri daha önce almış ve yüksek başarı gös-termiş üst sınıf öğrencileri, öğretim üyeleri ile işbirliği içinde arkadaşlarına destek sunmakta-dır. Akran desteği sunan öğrenciler, arkadaşları ile rahat bir iletişim kurduğundan ve onların derslerinde karşılaştığı sorunlara empatik yaklaşabildiklerinden, bu destek öğrencilerin sık başvurduğu bir hizmet haline gelmiştir. Güz 2012 döneminde 48 akran destekçisi ile 37 derste, Bahar 2013 döneminde 50 akran destekçisi ile 42 derste bu hizmet verilmiştir.

Bireysel ya da küçük gruplar halinde, öğrencilik becerilerini geliştirecek şu çalışmalar ve semi-nerler sunulmaktadır: Etkili okuma/öğrenme, ders dinleme, not tutma, kişiye özgü ders ça-lışma yöntemleri, sınava hazırlanma ve zaman yönetimi, akademik ve mesleki hedef belirleme

KOLT ile eğitime destekÖğrencilere, ders asistanlarına ve öğretim üyelerine dört yıldır kesintisiz hizmet veren Koç Üniversitesi Öğrenme ve Öğretme Ofisi (KOLT)’nin aktivitelerini KOLT Direktörü Doç. Dr. Murat Sözer’den dinledik.

RÖPORTAJ

KOLT Akran Destek Birimi

Page 43: Kule Dergisi-Sayı 36

41

ve farklı alanlara açılmanın yararlarını kavrama. Motive olmakta ve bir program dahilinde çalışmakta zorluk çeken öğrencilerimize de, lisansüstü asistanlarımız destek olmakta, gelişimlerini birebir takip etmekte ve onlara rehberlik yapmaktadır. KOLT’un öğrencilere yönelik İngilizce iletişimi destekleyici “İngilizce konuşma grupları” çok talep görmektedir. Gruplar, değişim programları kapsamında yurtdışındaki iyi üniversitelerden üniversitemize gelen, ana-dili İngilizce olan öğrencilerce yönetilmek-tedir. Bahar 2013 döneminde, beş değişim öğrencisi, 15 saat/hafta konuşma gruplarına liderlik yapmışlardır. Konuşma gruplarına katılım genelde beş kişi ile sınırlı tutulduğun-dan, katılımcılar bolca pratik yapma imkanı bulmaktadır.

KOLT’un asistanlara (TA’ler) servisleri nelerdir? Birçok dersimizin parçası olan problem çöz-me seansları (PS) ve laboratuvar deneylerinin

daha verimli olması amacıyla; henüz ders anlatma tecrübesi olmayan yeni lisansüstü öğrencilerimize akademik yılın başında bir eğitim çalıştayı düzenlemekteyiz. Bu çalış-tayda, şu konularda eğitim verilmektedir: Sınıf yönetimi, anlaşılır ve akıcı ders anlatma, önemli yerleri vurgulama, öğrenciyi motive etme, sınıf içi soru/yanıtlara katılımı teşvik etme ve öğrenme/öğretmeyle ilgili etik konular. Her asistan, bu eğitimin sonunda 20 dakikalık video kayıtlı TA sunumu yapmak-ta (çoğunlukla problem çözümü) ve KOLT çalışanlarından geri besleme alarak, nasıl daha verimli olabileceği konusunda yönlen-dirilmektedir. 2012-2013 akademik yılında 130 asistanımız bu eğitimden geçmiştir. 2013-2014 akademik yılında, bu servisimizi daha çok uygulama katarak yeniden yapılandıracağız ve okulun açılmasından önceki bir hafta boyunca vereceğiz ki TA’lerimiz döneme hazır olsunlar.

KOLT’un öğretim üyelerine servisleri hak-kında da bilgi verebilir misiniz? Yeni öğretim üyelerine hazırlanan oryantas-

yon programı kapsamında, öğrenme/öğret-me konularında iki günlük çalıştay düzenliyo-ruz. Tüm öğretim üyelerimize yıl boyunca şu konularda çalıştay ve seminerler sunuyoruz: Etkili ders verme yöntemleri, aktif öğrenme, teknoloji uygulamaları ile desteklenmiş eğitim uygulamaları, e-öğrenme (“online learning”) ya da harmanlanmış (karma) öğrenme (“blended learning”).

Öğretim üyelerimiz ders planlaması yapar-ken, öğrencilerin ders konusundaki düşün-celerinden yararlanmak isteyebiliyorlar. Bu amaçla, KOLT her yarıyılın ortasındaki haftalarda pek çok dersi ziyaret etmekte, öğrencilerden dersleri hakkında geribildirim almakta ve bu geribildirimi öğretim üyele-rine öğrencilerin kimliklerini açıklamadan raporlamaktadır. Bu raporlar gizli olduğu için, rapor dersin hocasından başkasıyla kesinlikle paylaşılmamaktadır. Bu şekilde, öğrencile-rimiz öğretim üyelerinin ders planlamasına (örneğin kullanılan öğretim yöntemi, ölçme ve değerlendirme yöntemleri ve ders verme hızını ayarlama) yapıcı katkıda bulunabilmek-tedir. 2012-2013 akademik yılında, bu servis toplam 126 dersimizde uygulandı.

Yenilikçi öğrenim yöntemlerini (örneğin aktif öğrenme, takım çalışması bazlı öğrenme ve teknolojiyle destekli öğrenme) derslerinde kullanma projesi olan ya da bu konular-daki konferanslara katılacak olan öğretim üyelerimize “Öğretimde Yenilik Bursu” adı altında destek veriyoruz. Her dönem toplam altı öğretim üyemiz bu burs programından faydalanabilmektedir.

Çok yakında uygulamasına başlayacağımız bir başka servisimiz de, internet ortamında öğretim üyelerimizin öğrenme ve öğretme konularında tecrübelerini anonim olarak paylaştıkları forum tarzı bir tartışma plat-formu yaratmak ve bu sayede hocalarımızın derslerinde karşılaştıkları sorunlar konusunda birbirlerinden tavsiye almalarını sağlamaktır.

KOLT iletişim bilgileri: Suna Kıraç Kütüphanesi, Zemin Kat, Z-06

Tel: 0 212 3381468, e-mail: [email protected]

web sitesi: http://kolt.ku.edu.trKOLT çalıştayı

KOLT İngilizce Konuşma Grubu

Page 44: Kule Dergisi-Sayı 36

42

KAMPÜSTEN NOTLAR

Koç Üniversitesi, Türkiye’nin çeşitli kentlerin-de yaşayan, başarılı oldukları halde eko-nomik nedenlerle ülkemizin en donanımlı eğitim kurumlarında yüksek öğrenim fırsatı bulamayan öğrencilere “Anadolu Bursiyerleri Programı”yla geleceğin kapılarını aralıyor. Anadolu Bursiyerleri Programı ile yeni eğitim döneminde burs sağladığı öğrenci sayısını 100’e çıkartmayı hedefleyen Koç Üniversitesi’nin burslu eğitim için bağışçı kişi ve kuruluşların taahhütleriyle birlikte kaynak yarattığını belirten Rektör Prof. Dr. Umran İnan, fırsat eşitliğini temel alan programda hedefin Türkiye’de yeni bir “hayırseverlik kültürü” oluşturmak olduğuna değindi. İnan, “Programa yapılan yüzlerce başvuru ülkemiz-de eğitimde fırsat eşitliğine duyulan ihtiyacı gözler önüne seriyor. Şu an Koç Holding şirketi olan 14; Koç Holding dışından ise 34 destekçimiz bulunuyor. Amacımız, toplumu-muzun önemli ihtiyacı olan kaliteli eğitime erişimin öneminin altını çizerek eğitimde fırsat eşitliğine olumlu katkılar sağlamak ve üniversitemizde sunduğumuz imkânları giderek daha fazla sayıda üstün yetenekli ve ihtiyaç sahibi öğrenciye ulaştırarak geleceğin liderleri olacak bireyler yetiştirmek” dedi.

Programda bugüne kadarKoç Üniversitesi yönetici ve akademisyenleri, Anadolu Bursiyerleri Programı’yla gençlere

sağlanan tam burslu eğitim olanaklarını anlatmak amacıyla 2011 yılından bu yana Gümüşhane’den Diyarbakır’a, Van’dan Hatay’a, Batman’dan Sivas’a, Artvin’den Konya’ya, Erzurum’dan Mardin’e kadar 50’ye yakın ilde 150’nin üstünde okulu fiilen ziyaret etti. 300’ü aşkın okulun müdür ve rehber öğ-retmenine de çeşitli kanallar kullanılarak ula-şıldı. Öğrencilerin aileleriyle temas kurularak, bilinçli kariyer seçimleri yapılması konusunda ve programın detaylarıyla ilgili bilgi aktarıldı.

Böylece, program çerçevesinde 35 binden fazla kişi eğitimde fırsat eşitliği hakkında bi-linçlendirildi. Bu çalışmaların sonucu olarak; 2011-2012 eğitim öğretim döneminde 14, 2012-2013 eğitim öğretim döneminde ise 44 öğrenci ile toplamda 58 Anadolu Bursiyeri, Koç Üniversitesi’nde eğitim görmeye başladı. Prog-ram dahilinde bugüne kadar 3.5 milyon TL’ye yakın bağış toplandı ve bursiyerlerin mezuniye-tine kadar sağlanması taahhüt edilen kaynak-larla birlikte toplam 14 milyon TL tutarında kaynak geliştirildi. Önümüzdeki eğitim dönemi için programa katılan yeni bağışçıların katkıları sayesinde programın çerçevesinde geliştirilen kaynak tutarı 25 milyon TL’ye ulaşacak.

Her üç öğrenciden ikisi bursluKoç Üniversitesi’nin kâr amacı gütmeyen bir vakıf üniversitesi olduğunun altını çizen İnan, Anadolu Bursiyerleri Programı dahil olmak üzere Koç Üniversitesi’nde eğitim gören öğ-rencilerin %73’ünün burslu olduğuna dikkat çektiği konuşmasında Türkiye genelinde en yüksek oranda burslu eğitim veren üniversi-teler arasında olduklarını ifade ederek; “Üç öğrenciden ikisinin burslu eğitim gördüğü üniversitemizde hedefimiz Türkiye’yi ileriye taşıyacak, donanımlı, merak ve heyecanını takip eden yeni nesiller yetiştirmek” dedi. http://anadoluburslari.ku.edu.tr

Anadolu’nun parlak gençleri Koç’ta yetişiyor

İşletme Enstitüsü’nden bir ilk

Koç Üniversitesi, Anadolu Bursiyerleri Programı ile yeni eğitim döneminde burs sağladığı öğrenci sayısını 100’e çıkartmayı hedefliyor.

Koç Üniversitesi İşletme Enstitüsü Yönetici Geliştirme Programları, birçok ülkede satın alma mesleğinin geliştirilmesi için sertifika prog-ramları ve konferanslar düzenleyen CIPS – İngiliz Satın Alma ve Tedarik Enstitüsü (Chartered Institute Purchasing and Supply) ile bir ortaklık anlaşması imzaladı. Bu anlaşma ile kurulan Koç Üniversitesi - CIPS Satın Alma Akademisi, kurumlara özel ve açık katılımlı satın alma sertifika programları düzenleyecek.

Page 45: Kule Dergisi-Sayı 36

43

AnaMed’den haberler

Bizans’ın kapıları açılıyorTürkiye’de ve yurtdışında sürdürülen Bizans araştırmalarını uluslararası platformda paylaş-mak ve kültürel miras bilincini arttırmak ama-cıyla düzenlenen 3. Uluslararası Sevgi Gönül Bi-zans Araştırmaları Sempozyumu 24-27 Haziran tarihleri arasında düzenlenecek. Bu yılki teması “Bizans’ta Ticaret” olan sempozyum Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki AnaMed binasında ger-çekleştirilecek. Dört gün boyunca, 34 bildirinin sunulacağı 14 oturumda son dönemlerdeki arkeolojik keşifler ve yazılı kaynakların yeni okumaları ışığında, Bizans dünyasında ticaret konusunda ulaşılan güncel bulgu ve belgeler aktarılacak. Bizans dönemi üzerine yapılan çalışmaların yaygınlaşmasını sağlamak ve genç Bizans araştırmacılarının yetişmesine destek olmak amacıyla düzenlenen sempozyuma, konuya ilgi duyan herkes katılabilecek.

Sempozyum kapsamında ayrıca, İstanbul Arkeoloji Müzelerinde “Saklı Liman’dan Hikayeler: Yenikapı’nın Batıkları” ve AnaMed’de “Artamonoff: Bizans İstanbulu İmgeleri, 1930-1947” sergileri sanat ve tarih severlere kapılarını açacak. Her iki sergi için hazırlanan ve ele alınan konuların daha detaylı incelendiği katalogların yanı sıra 2010 yılında gerçekleştirilen İkinci

Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu’nda sunulan bildirilerin yer alacağı kitap sempozyumla eşzamanlı olarak yayımlanacak.

Sagalassos’a yolculukAnaMed, 8 Mart’ta kazı fotoğrafçılığının en güzel örneklerini arkeoloji ve sanat merak-lılarıyla buluşturmanın heyecanını yaşadı. Burdur’un Ağlasun ilçesinin 7 km güneyin-de yer alan, ilk yerleşim izleri M.Ö. 4200’lere uzanan “İmparatorlar Kenti” Sagalassos’un binlerce yıllık tarih uykusundan uyanışını görüntüleyen Belçikalı fotoğraf sanatçıları Bruno Vandermeulen ve Danny Veys’in eserleri sanatseverlerle buluştu. Kazı fotoğrafçılığının dünyaca ünlü isimlerinin gerçekleştirdiği sergi, “Tarihi Hayallemek: Sagalassos, Kazı Fotoğrafçılığının Arkeoloji-si” adıyla Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan, Belçika Başkonsolosu Henri Vantieghem ve AnaMed Direktörü Scott Redford’ın katılımıyla açıldı.

10 Haziran’a kadar ziyarete açık olan sergi döneminde “Son Romalılar” isimli belgesel de sanatseverlerle buluştu. 18 Nisan’da

gösterimi yapılan belgeselde, Sagalassos’ta yürütülen kazı çalışmaları ve antik şehirle ilgili görüntüler yer alıyor. Son Romalılar, Doğu Akdeniz’in en büyük arkeolojik girişim-lerinden biri kabul edilen Sagalassos Antik Kenti’nde, dünyaca ünlü arkeolog Prof. Dr. Marc Waelkens başkanlığındaki uluslararası ekip tarafından yürütülen özverili kazı çalışmalarını konu ediyor.

20 yıllık çalışmanın ürünü Trakya’da bugüne dek inşa edilmiş en uzun ve geniş tarihi su kanalının kalıntılarını ortaya çıkaran çalışmaların yer aldığı “Bir Başkentin Su Yolları” Sergisi AnaMed’de ziyaretçileriyle buluştu. Sergide arazi çalışmaları ve uzaktan algılama teknolojileriyle belgelenen tarihi anıtların fotoğraf ve rekonstrüksiyonlarının yanı sıra dördüncü yüzyıldan itibaren inşa edilmeye başlanan su kemerlerinin bilgisayar ortamında canlandırılan görüntüleri yer aldı. İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Derya Maktav ve Edinburgh Üniversitesi Prof. James Crow’un Trakya ormanlarında 20 yıl önce başlattığı çalışmayla ortaya çıkartılan mühendislik ve mimarlık harikası olarak değerlendirilen tarihi su sisteminin tanıtıldığı sergi, ziyaretçilerden büyük ilgi gördü.

Anadolu’nun geçmişi hakkındaki bilimsel araştırmaları destekleyen ilk yerel akademik araştırma merkezi olan Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (AnaMed)’den haberler…

Uzlaştırıcılar 2013: Önyargıları Haysiyet ile AşmakKoç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ofisi, 20 Haziran Perşembe günü “Uzlaştırıcılar 2013: Önyargıları Haysiyet ile Aşmak” başlıklı konferansa ev sahipliği yapıyor. Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dr. Donna Hicks’in önderliğinde 10 Türk ve 10 Ermeni katılımcının Türk-Ermeni ilişkilerini Dr. Hicks’in Haysiyet Modelini baz alarak konuşacağı üç günlük çalıştayın akabinde, 20 Haziran Perşembe günü katılımcılardan oluşan gruplar, Koç Üniversitesi Nişan-taşı Kampüsü’nde çalıştaya dair tecrübelerini paylaşacakları ve Türk-Ermeni çatışmasını çözmeye yönelik proje önerileri sunacakları bir sunum günü de gerçekleştirecekler. Sunumlar öncesi Dr. Donna Hicks, Haysiyet Modeli ile ilgili genel bilgi verecek. Konu ile yakından ilgilenen herkes 20 Haziran’daki sunum gününe davetlidir.

Page 46: Kule Dergisi-Sayı 36

44

KAMPÜSTEN NOTLAR

Koç Üniversitesi Sosyal Aktiviteler Kulübü ta-rafından her yıl düzenlenen Bahar Şenliği’13, 11 Mayıs’ta Tarkan, Teoman, Bengü ve DJ Ozan Çolakoğlu’nun canlı performanslarıyla tüm üniversitelilere eğlenceli saatler yaşattı. Ünlü şarkıcılar ve Number1 FM DJ’lerinin sahne aldığı festival sabahın ilk ışıklarına kadar sürdü. Eğlenceli outdoor oyunla-rıyla ödüllü yarışmaların da düzenlendiği festivalin basın sponsorluğunu Number1 FM üstlendi. Koç Üniversitesi öğrenci ve mezunlarının yanı sıra, dışarıdan katılımcılara da açık olan Bahar Şenliği’13, geçtiğimiz yıl

olduğu gibi yaklaşık 10 bin kişinin katıldığı bir şölene dönüştü. Konuklar şenlik günü boyunca Kadıköy ve Beşiktaş’tan Rumeli-feneri Kampüsü’ne, kampüsten Kadıköy ve Beşiktaş’a ücretsiz servislerle ulaştı.

Tarkan’a gençlerden büyük ilgiEski ve yeni şarkılarından oluşan bir repertuvar hazırlayan Tarkan, sahne şovu ve etkileyici sesiyle gençlere unutulmaz bir müzik ziyafeti yaşattı. Binlerce gencin katıldığı bahar şen-liğinde gençler Tarkan’ın şarkılarını hep bir ağızdan söyledi.

Teoman hayranlarıyla buluştuTürkiye’nin en iyi rock müzisyenlerinden Teoman’ı ağırlayan festival, sanatçının esprili tavırlarıyla gençlere unutulmaz bir gece yaşattı.

Bengü’den renkli repertuarKoç Üniversitesi’nin Bahar Şenliği kutla-malarında sahneye çıkan Bengü, sevilen şarkılarıyla festival katılımcılarını coşturdu. Müzik kalitesini sahne enerjisiyle birleştire-rek renkli ve özel bir repertuvar hazırlayan Bengü konserinde öğrenciler gönüllerince eğlendi.

Rüya gibi festival

Koç Üniversitesi Sosyal Aktiviteler Kulübü tarafından düzenlenen Bahar Şenliği’13, 11 Mayıs’ta Rumelifeneri Kampüsü’nde gerçekleştirildi.

Katılımcılara doyumsuz bir müzik şöleni yaşatan festivalde Bengü, Teoman, Tarkan ve DJ Ozan Çolakoğlu canlı

performanslarıyla sahnedeydi.

Page 47: Kule Dergisi-Sayı 36

45

Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü bünyesinde faaliyet gösteren Design Lab, yaz ve son bahar döneminde “Jestlere Dayalı Etkileşim” başlıklı eğitim programında genç tasarımcılara ev sahipliği yapacak. En-düstriyel ürün, görsel iletişim ve grafik tasarı-mı lisans öğrencilerine yönelik eğitim progra-mında, katılımcılara Kinekt gibi ortamlarda beden hareketleriyle tasarım konusunda bilgi aktarılacak. Koç Üniversitesi Rumelife-neri Kampüsü’nde ücretsiz ve Türkçe verile-cek olan eğitim programı üç dönem olarak düzenlenecek. 10 günlük eğitim programının

ilk dönemi 17-28 Haziran, ikinci dönem 22 Temmuz - 1 Ağustos, üçüncü dönem ise 2-13 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Eğitime katılmak için endüstriyel ürün, görsel iletişim ve grafik tasarımı lisans öğrencisi olmak, jestlere dayalı etkileşim üzerine çalış-mamış, ama grafik tasarım konusunda temel bir eğitim veya en az başlangıç seviyesinde tasarım yapmış olmak, dizüstü bilgisayara sahip olmak gerekiyor.

Detaylı bilgi için: http://designlab.ku.edu.tr/workshop/

Design Lab genç tasarımcıları çağırıyor Yelkenciler şampiyon oldu Üniversitelerarası Türkiye Yelken Şampiyo-nası Yarışları 3-5 Mayıs tarihleri arasında 11 üniversitenin katılımıyla Ankara Gölbaşı'nda gerçekleştirildi. Koç Üniversitesi Yelken Takımı, üç gün süren yarış serisinde yapılan altı yarışın her birinde birinci olarak yarışların ikinci gününden itibaren birinciliği garantiledi ve bu yıl da rakiplerine büyük fark atarak Türkiye şampiyonluğunu elde etti. Üniversite Sporları Federasyonu tarafından bu yıl dördüncüsü düzenlenen yarış, üç gün sürdü ve altı yarış olarak gerçekleştirildi. Yarışlara 11 üniversite-den 12 takım ile toplam 24 öğrenci katıldı.

Koç Üniversitesi, “Koç University EnglishLanguage Center for Kids” İngilizce programıyla çocuklar için fark yaratacak bir yaz etkinliği sunuyor. 5-12 yaş aralığındaki çocuklara yaratıcı atölyeler, takım çalışmaları ve sosyal etkinliklerle kaynak kullanabilme, problem çözme becerisi kazandıran prog-ramlarda aktif İngilizce konuşma ve dinleme becerilerinin geliştirilmesi hedefleniyor. Tüm atölye ve etkinlikleri, ABD’nin prestijli üniversitelerinden gelen tecrübeli rehberler eşliğinde İngilizce olarak düzenlenen yaz programının ilk dönemi, 24 Haziran’da Koç Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü’nde

başlayacak ve 29 Ağustos’a kadar üç ayrı dönem olarak sürecek. Her üç öğrenciye bir Amerikalı rehberin eşlik ettiği yaz kampında yoga, İngilizce konuşma ve sahne performansı dersleri, havuzda eğlence, poi-juggling ve golf eğitimleri, geri dönüşüm temalı sanat atölyesi dersleri, mutfak atölyesi, fotoğrafçılık dersleri, kamp aktiviteleri, ritim ve perküsyon, parkurf-ree running atölyeleri gerçekleştirilecek. Koç Üniversitesi bünyesinde bulunan açık ve kapalı havuzlarda rehber öğretmenlerle keyifli spor aktiviteleri ve havuz oyunlarıyla eğlenceli da-kikalar geçirecek çocukların, geri dönüşüm te-malı sanat atölyesinde, çevreyi koruma ve geri dönüşüm bilinci geliştirmeleri hedefleniyor.

Futbol kampı Yaz okulu programları kapsamında ayrıca İngiltere Futbol Federasyonu’ndan Koç Danis Salman ile Amerika’dan ve Türkiye’den top-lam altı mentor eşliğinde iki dönem halinde futbol kampı gerçekleştirilecek. Yaz progra-

mının ilk dönemi 8-12 Temmuz 2013, ikinci dönemi ise 15-19 Temmuz tarihleri arasında Koç Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü’nde başlayacak. Hafta içi her gün 09.00 ile 16.00 saatleri arasında gerçekleştirilecek olan eğitim programına toplam 60 kişi alınması he-defleniyor. 25 saat futbol ve beş saat havuz za-manı olarak tasarlanan programda katılımcılar yaşlarına göre gruplara ayrılacak ve eğitimler İngilizce olarak yapılacak. En fazla 10 öğrenci-den oluşacak olan gruplara bir Amerikalı bir Türk mentor tüm gün eşlik edecek.

En eğlenceli yaz programı

Page 48: Kule Dergisi-Sayı 36

46

Orta Doğu ve Türkiye’de İş Yapmak/ Doing Business In The Middle East & Turkeyİstanbul’da gerçekleşecek olan program Koç Üniversitesi ve Santa Clara University Law School’un ortaklığı ile bu yıl üçüncü kez düzenlenecek. Orta Doğu ve Türkiye’de iş dünyasını yakından gözlemlemeyi ve konu hakkında tecrübe edinmeyi isteyen öğrencilere yönelik program, Orta Doğu ve Türkiye’de iş dünyasının özellikle hukuki unsurları üzerinde yoğunlaşmayı amaçlıyor. Program Koç Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü’nde gerçekleşecek.

http://oip.ku.edu.tr/projects/summer.programs/santa.clara

Yaz okulu buluşmalarında üçüncü yılTürkiye’nin kültür ve tarih mirasının tanıtılmasına, Türkiye ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren iş dünyasının yakından gözlemlenmesine olanak sağlayan yaz okulu programları üçüncü yılına giriyor.

KAMPÜSTEN NOTLAR

Türkiye’nin kültür ve tarih mirasının tanı-tılmasına, Türkiye ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren iş dünyasının yakından göz-lemlenmesine olanak sağlayan yaz okulu programları üçüncü yılına giriyor.

Koç Üniversitesi ve uluslararası saygın üni-versitelerin işbirliğinde düzenlenecek Asır-lar Boyunca İstanbul, Bizans ve Bizans Son-rası Kapadokya, Osmanlı Kitabesine Giriş,

Orta Doğu ve Türkiye’de İş Yapmak başlıklı yaz programlarıyla dünyanın her köşe-sinden katılımcılar, Koç Üniversitesi’nde bir araya gelecek. Türkiye’nin kültür ve tarih mirasının tanıtılmasına, Türkiye ve Ortadoğu’da faaliyet gösteren iş dünyasının yakından gözlemlenmesine olanak sağlayan programlar Haziran ve Temmuz aylarında beş hafta boyunca sürecek.

Geçen yıl Türkiye, Avustralya, İtalya ve Amerika’dan öğrencilerin katılımıyla düzenlenen ve bu yıl üçüncüsü gerçekleş-tirilecek olan yaz okulu programları, Koç Üniversitesi, Pennsylvania Üniversitesi, Paris Üniversitesi, Chicago Üniversitesi ve Santa Clara Üniversitesi’nden dünyaca ünlü akademisyenler tarafından verilecek. Öğrencilere aynı zamanda burs imkânları da sunulacak.

Asırlar Boyu İstanbul/ Istanbul Through The Ages Koç Üniversitesi tarafından düzenlenen Asırlar Boyu İstanbul Programı ile görkemli imparatorluklara ev sahipliği yapan İstanbul’un zengin kültür ve tarih mirası keşfedilecek. Dünyaca ünlü Osmanlı ve Bizans araştırmacıları tarafından düzenlenen yoğun akademik yaz programıyla İstanbul’u farklı bir bakış açısıyla algılamaya olanak sağlanacak. Program Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde gerçekleşecek.

http://oip.ku.edu.tr/istanbul/home

Bizans ve Bizans Sonrası Kapadokya/ Cappadocia In ContextProf. Robert Ousterhout (University of Pennsylvania), Dr. Tolga Uyar (Phd, University of Paris I) ve Koç Üniversitesi Öğretim Üyeleri tarafından düzenlenecek program, Kapadokya’da Bizans dönemini dersler, seminerler, tartışmalar ve çevre gezileri ile kurgulayıp, akademik odaklı çalışmayı amaçlıyor. Bizans İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da başlayacak olan program, yoğun olarak Kapadokya’da devam edecek.

http://oip.ku.edu.tr/cappadocia/home

Osmanlı Kitabesine Giriş/ Introduction To Ottoman EpigraphyKoç Üniversitesi ve University of Chicago tarafından ortak yürütülen program, 14. yy Osmanlı kitabelerinden başlayarak 19. yy ve 20. yy Osmanlı kitabelerine kadar geniş bir kronolojik araştırma niteliği taşıyor. Osmanlı kitabelerini, dersler, seminerler, sunumlar ve İstanbul ve çevresinde düzenlenecek çevre gezileriyle incelemeyi amaçlayan program dâhilinde Bursa ve Edirne ziyareti yapılması planlanmaktadır. Program, Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde gerçekleşecek.

http://oip.ku.edu.tr/projects/summer-programs/epigraphy

Page 49: Kule Dergisi-Sayı 36

47

Koç Üniversitesi Sevgi Gönül Kültür Merkezi, geç-tiğimiz aylarda pek çok etkinliğe ev sahipliği yaptı. Şubat ayı müzikseverler için oldukça hareketli geçti. Kerem Görsev Trio, Golden Horn Brass ve Boğaziçi Caz Korosu müzikseverlerle buluştu. Şubat ayında Human Profit, Semaver Kumpanya Metot ve Basit Bir Ev Kazası oyunları da sahnelenen tiyatrolardı. Mart ayında ise, Koç Üniversitesi Müzik Kulübü ta-rafından altıncısı düzenlenen Müzik Günlerinde Birsen Tezer, Tünel Trio & Bilal Karaman Trio ve In Da Saoul konserler verdi. SGKM’de Nisan ayında, Koç Üniversitesi Tiyatro Kulübü tarafından gerçekleştirilen 12. Sevgi Gönül Tiyatro Günlerinde Anton Çehov’un Vişne Bahçesi’nden Sevgili Dok-tor’una, Engin Hepileri ve Nergis Öztürk’ün yer aldığı Oda ve Adam’dan, Hal-dun Taner’in ünlü eseri Keşanlı Ali Destanı’na, pek çok oyun tiyatro severlerle buluştu. SGKM, Mayıs ayında ise iki etkinliğe ev sahipliği yaptı; Dans Festivali ve Gary Stegall Piyano Resitali SGKM’nin Mayıs ayı etkinlikleriydi.

31 Ocak-1 Şubat 2013 tarihleri arasında dünyanın sayılı işletme okullarından gelen dekanlar ve direktörler, 2013 EFMD (The European Foundation for Management Development Network-Avrupa İşletme Geliştirme Vakfı) Dekanlar ve Direktörler Konferansı kapsamında, Koç Üniversitesi Rumelifeneri Kampüsü’nde bir araya geldi. Konferansta, son yıllarda küresel anlamda işletme eğiti-minde meydana gelen değişikliklerle, önümüzdeki beş yılda trendlerin ne yönde olacağına ilişkin çeşitli konular ele alındı.

Koç Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi ve EFMD’nin ortak organizasyonuyla gerçekleştirilen kon-feransta, “İşletme Eğitiminin Geleceği” başlığı altında çeşitli oturumlar ve atölye çalışmaları düzenlendi. Dünyanın önde gelen işletme okulları ve fakültelerinin dekan ve direktörlerinin de aralarında bulunduğu 47 ülkeden 350’yi aşkın katılımcı, son beş yılda işletme eğitimindeki yaşanan gelişmelerle birlikte önümüzdeki dönemde uluslararası şirketlerin işletme mezunlarından beklentilerini ve bu konuya yönelik işletme okullarının eğitimlerini nasıl gözden geçirmeleri gerektiğini ele aldılar; işletme eğitiminin önümüzdeki beş yıl için yol haritasını çıkardılar.

Koç Üniversitesi Gönüllüleri (KU Gönüllü-leri) her yıl düzenli olarak gerçekleştirdiği “Kütüphane Yapımı” projesini bu yıl da Artvin’de hayata geçirdi. Proje kapsamın-da, KU Gönüllüleri bünyesindeki 30 öğren-ci, Nisan ayı başında Artvin Yusufeli’nde bulunan Kazım Karabekir İlköğretim Okulu’na kütüphane kurdu. Ekip, aynı zamanda öğrencilere ritim, drama, çevre, resim, meslek edindirme dersleri de verdi.

14 Mayıs’ta bu yıl 3’üncü kez ziyaretçilerle buluşan RAMP[A] sergisi, Koç Üniversitesi Medya ve Görsel Sanatlar Bölümü öğrencilerinin kolektif çalış-malarının sonucu ortaya çıkan eserlerden oluşuyor. Küratörlüğünü öğretim üyeleri Ela Başak Atakan ve Laleper Aytek’in yaptığı sergide, yaratıcı fotoğ-rafların yaratıcı senaryolarla buluştuğu çalışmalar sergileniyor.

İşletme eğitiminin geleceği Koç Üniversitesi’nde tartışıldı

SGKM renkli bir sezonu daha geride bıraktı…

RAMP[A]’dan…

KU Gönüllüleri Artvin’de

Page 50: Kule Dergisi-Sayı 36

48

Koç Üniversitesi YayınlarındanAkademik ve bilimsel yayınlarıyla toplumun gelişmesine katkıda bulunmayı amaç edinen Koç Üniversitesi Yayınları, bilim dünyasına önemli katkılar sağlayan kitaplarını okurlarla buluşturmaya devam ediyor.

Nebi Sümer, Ne-vin Solak, Mehmet Harma tarafından kaleme alınan kitap Türkiye’de işsizliğin ve iş güvencesizliği-nin birey ve bireyin a i l es i üzerindeki psikolojik ve fiziksel etkileriyle bunların çalışma hayatına yansı-malarını geniş bir örneklem üzerinde derin-lemesine inceliyor. Kitapta, aynı zamanda, il-gili alanlardaki temel araştırmalar ve işsizliğe ilişkin güncel istatistikler özetleniyor; etkili destek ve çözüm önerilerine yer veriliyor.

Galina Yermolenko tarafından derlenen kitapta Hürrem Sultan’ın “tarihsel bir figür olmaktan ziyade çeşitli kültürel fantezile-rin ve inşaların bir karışımı ve alanı” oluşu, uluslararası bir figür olarak ötekine karşı değişken Avrupa tavrını yansıtışı, Batı ve Doğu Avrupa’da temsilleri gibi konular ele alınıyor. Türkiye’de de çeşitli tartışmaların konusu olan Hürrem Sultan’ın (yaklaşık 1505-1558) Avrupa imgelemindeki temsillerini ele alan ilk akademik çalışma olan kitaptaki makaleler Hürrem Sultan mirasının, İngiltere, İtalya, Fransa, İspanya, Almanya, Türkiye, Polonya ve Ukrayna’dan alınan vakayinamelerden gezi yazılarına, tarihi romanlara, tiyatro oyunlarına çeşitli kaynaklara bakılarak yapılan disiplinlerarası bir incelemesidir.

George E. Marcus, Michael M.J. Fischer taraf ından kaleme alınan kitap, dünyada hızlı değişimlerin ya-şandığı bir dönemde toplumsal gerçekliği temsil etme çabaları-nın merkezindeki ant-ropolojinin durumunu netleştirmeyi amaçlar-ken, geçmiş antropoloji çalışmalarının tarihsel eleştirisini de yapıyor. Kitap, deneysel etnog-rafya yazım çabaları, imkânları ve sorunları üzerinde duruyor.

Michel Foucault, Ray-mond Roussel: Ölüm ve Labirent adlı kitabın-da, felsefe ve sosyal bilimlerde çığır açan temel meselelerden bi-rini, dilin doğası ile dış dünya arasındaki, yani “kelimeler” ile “şeyler” arasındaki ilişkiyi ele alıyor. Kitap, dünya edebiyatında tam anlamıyla ayrıksı bir yere sahip olan, edebiyatı dilin dille gerçekleştir-diği bir deney(im) olarak kurgulayan Raymond Roussel'in yapıtını çözümlemeye yönelik ilk girişim.

Eric R. Dursteler, Dönme Kadınlar: Toplumsal Cinsiyet, Kimlik ve Sınırlar adlı kitabında, 16 ve 17. yüzyıllarda yaşamış, doğduk-ları yerleri, ailelerini ve dinlerini bırakan Akdenizli kadınların sahip oldukları karmaşık toplumsal ve siyasal alanı açık eden hikâyelerini anlatıyor. “Dönme,” en dar anlamıyla, erken modern Akdeniz’de Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçenler için kullanılıyor. Eric R. Dursteler, Dönme Kadınlar kitabında, bu anlamı ustaca değiştirerek kelimeyi, dönemin ve bölgenin toplumsal, dini, siyasi ve toplumsal cinsiyet sınırlarının ötesine geçen herkesi kapsayacak şekilde kullanıyor.

İşsiz Yaşam: İşsizliğin ve İş Güvencesizliğinin Birey ve Aile Üzerindeki Etkileri

Raymond Roussel: Ölüm ve Labirent

Dönme Kadınlar: Toplumsal Cinsiyet, Kimlik ve Sınırlar

Avrupa Edebiyatı, Tarihi ve Kültüründe Hürrem Sultan

Kültürel Eleştiri Olarak Antropoloji: İnsan Bilimlerinde Deneysel Bir An

Page 51: Kule Dergisi-Sayı 36
Page 52: Kule Dergisi-Sayı 36