maddenin ardındaki sır
DESCRIPTION
hayata bakış açınızı değiştirecek bi slayt kesin izleyinizTRANSCRIPT
UYARI!
İZLEYECEĞİNİZ BU FİLM, YAŞAMINIZIN ÇOK ÖNEMLİ BİR
SIRRINI İÇERMEKTEDİR.
MADDESEL DÜNYAYA BAKIŞ AÇINIZI KÖKÜNDEN
DEĞİŞTİRECEK OLAN BU FİLMİN KONUSUNU ÇOK
DİKKATLİ BİR BİÇİMDE İZLEMELİSİNİZ.
BU FİLMDE ANLATILANLAR, FARKLI BİR YAKLAŞIM, YA
DA HERHANGİ BİR FELSEFİ DÜŞÜNCE DEĞİL,
BİLİNSEL OLARAK KANITLANMIŞ KESİN BİRER
GERÇEKTİR.GERÇEKTİR.
İnsan yaşamının başından itibaren içinde yaşadığı dünyanın kesin bir maddesel gerçekliği olduğuna şartlanmıştır.
Bu şartlanma içinde büyür ve tüm hayatını bu bakış açısı üzerine kurar.
Ancak modern bilimin ulaştığı sonuçlar sanıldığından çok farklı ve çok önemli bir gerçeği ortaya çıkarmıştır.
Dışımızdaki dünya hakkındaki tüm bilgiler bize beş duyumuz aracılığı ile ulaşır.
Bu dünya gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu, burnumuzun kokladığı, dilimizin tattığı ve elimizin
dokunduğu bir dünyadır.
İnsan doğduğu andan itibaren bu beş duyulara bağımlıdır. O nedenle dış dünyayı ancak bu duyuların tanıttığı
şekliyle tanır.
Oysa algılarımız üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar, dış dünya dediğimiz kavram hakkında bu güne kadar
sanıldığından tümüyle farklı gerçekleri ortaya koymuştur.
Bu gerçeklerse, dış dünyayı oluşturan maddenin çok önemli bir sırrını gün ışığına çıkarmıştır.
Maddenin ardındaki bu sırrı kavramak için önce dış dünya
hakkında bize en çok bilgi veren duyumuz olan görme
hakkındaki bilgilerimizi hatırlayalım
Görme işlemi birkaç aşamada gerçekleşir.
Görme sırasında, herhangi bir cisimden gelen ışık demetleri yani fotonlar,
göz merceğinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinada odaklanır.
Burada elektrik sinyaline dönüştürülen ışınlar görme siniri aracılığı ile,
beynin arka tarafındaki görme merkezine iletilir.
Şu an seyretmekte olduğunuz bu filmde kilometrelerce uzağa baktığınızda gördüğünüz uçsuz bucaksız manzarada,
aslında bu birkaç cm³ lük yerde oluşmaktadır.
Şimdi bu bilgiyi daha dikkatli bir şekilde düşünelim: “Görüyorum" derken, aslında gözümüze gelen ışınların elektrik sinyaline dönüşerek beynimizde oluşturduğu
"etkiyi" görürüz.
“Görüyorum" derken, aslında beynimizdeki elektrik sinyallerini seyrederiz.
Bu arada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha vardır. Beyin ışığa kapalıdır ve içi tamamen karanlıktır.
Dolayısıyla beynin ışığın kendiyle muhatap olması asla mümkün değildir.
Buradaki ilginç durumu bir örnekle açıklayalım. Karşımıza yanan bir mumu alıp onun ışığını seyrettiğimizi düşünelim.
Mumun ışığını seyrettiğimiz süre boyunca kafatasımızın ve beynimiz içi kapkaranlıktır.
Mumun ışığı hiçbir zaman bizim beynimizi ve görme merkezimizi aydınlatmamaktadır.
Fakat biz karanlık beynimizin içinde son derece aydınlık ve renkli bir dünyayı seyrederiz.
Aynı durum diğer algılar için de geçerlidir. Ses, dokunma, tad ve koku, beyinde yalnızca birer elektrik sinyali
olarak algılanır.
Dolayısıyla beynimiz yaşamımız boyunca maddenin bizim dışımızdaki aslıyla değil sadece elektriksel bir
kopyasıyla muhatap olmaktadır.
Bizse bu kopyaları dışımızdaki gerçek madde zannederek yanılırız.
Örneğin dış dünyada bir kuş görürüz. Fakat gerçekte bu kuş dış dünyada değil beynimizdedir.
Kuştan yansıyan ışık parçacıkları gözümüze ulaşır ve burada elektrik uyarılarına çevrilir.
Bu uyarılar sinirler aracılıyla beyindeki
görme merkezine iletilir. Gördüğümüz kuş aslında beynimizdeki
elektrik sinyalleridir.
Eğer beyne giden görme sinirini keserseniz kuş görüntüsü de bir anda yok olur.
Aynı şekilde duyduğumuz kuş sesleri de aslında beynimizin içindedir.
Kulaktan beyne giden sinirleri kesersek geride hiçbir ses kalmaz.
Kısacası şeklini gördüğümüz, sesini gördüğümüz kuş, beynin
elektrik sinyallerinin yorumlamasından başka bir şey değildir.
Burada üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir noktada
uzaklık hissidir.
Uzaklık örneğin bu ekranla
aranızdaki mesafe beynimizdeki
boşluk hissinden başka birşey değildir.
Bir insanın kendinden çok uzakta sandığı maddelerde
aslında beyninde tek bir
noktada toplanmış görüntülerdir.
Örneğin insan göğe bakıp yıldızları seyreder ve bunların
kendinden milyonlarca ışık yılı uzaklıkta olduklarını sanır.
Gerçekteyse yıldızlar onun içinde beynindeki
görüntü merkezindedir.
Siz bu filmi izlerken içinde oturduğunuzu sandığınız
salonda aslında içinde değilsiniz.
Aksine salon sizin içinizde.
Bedeninizi görmeniz sizi salonun içinde bulunduğunuz hissine kaptırır.
Ancak unutmayın bedeninizde
beyninizde oluşan bir görüntüden ibarettir.
Buraya kadar sürekli olarak bir dış dünyadan birde bizim
gördüğümüz ve beynimizde oluşan bir algılar dünyasından
söz ettik.
Ama dış dünyaya hiçbir zaman ulaşamadığımıza göre böyle
bir dünyanın gerçekten var olduğunu bilebilir miyiz?
Elbetteki bilemeyiz.
Çünkü bizim muhatap olduğumuz tek gerçek zihnimizde
yaşadığımız algılar dünyasıdır.
Bu fiziksel gerçekler bizi tartışılmaz bir sonuca
ulaştırır:
Bizim gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz ve adına "madde",
"dünya" ya da "evren" dediğimiz kavramlar, sadece ve sadece
beynimizde yorumlanan elektrik sinyalleridir.
Bunu şöyle bir örnekle zihnimizde canlandırabiliriz:
Önce, beyninizi vücudunuzun dışına çıkarıp, cam bir küpün
içinde yaşattığımızı varsayalım.
Bir de bunun yanına, her türlü bilginin kaydedilebildiği
bir bilgisayar yerleştirelim.
Sonra, herhangi bir ortama ait görüntü, ses, koku gibi
verilerin elektrik sinyallerini bu bilgisayara yükleyelim.
Bu bilgisayarı elektrik kablolarıyla beyninizdeki algı
merkezlerine bağlayalım ve bilgisayara yüklediğimiz
bilgileri beyninize gönderelim.
Beynimiz bu sinyalleri algıladıkça
bunların karşılığı olan
ortamı görecek ve yaşayacaktır.
Bu bilgisayardan beynimize kendi görüntümüze ait
sinyalleri de gönderebiliriz.
Örneğin bir masada otururken algıladığımız bütün görme,
işitme, dokunma gibi duyuların elektriksel karşılıklarını
beynimize yollayabiliriz.
Bu durumda beynimiz kendini bürosunda oturmakta olan bir
iş adamı sanacaktır.
Bilgisayardan gelen uyarılar devam ettikçe bu hayali
dünya devam edecektir.
Yalnızca bir beyinde ibaret olduğumuzu asla anlayamayız.
Kısacası maddesel karşılıkları
olmayan algıları gerçek sanarak
aldanmamız çok kolaydır.
Nitekim rüyamızda
da böyle olur.
Sizin için gerçek elle tutulan, gözle görülen şeylerdir. Oysa
rüyamızda da elimizle tutar, gözünüzle görürsünüz.
Ama gerçekte ne eliniz vardır, ne gözünüz, nede görülüp
tutulacak bir şey...
Bütün bunları beynin dışında sağlayan
hiçbir maddi gerçeklik yoktur.
Ancak rüyanızda algıladıklarımızı da maddi gerçekler
sanıp açıkça yanılırsınız.
Örneğin yatağında derin bir uykuya
dalan bir insan
rüyasında kendini bambaşka
dünyanın içinde görebilir.
Bir pilot olduğunu, dev bir yolcu uçağı
kullandığını görebilir.
Hatta uçağı kullanmak için büyük
bir dikkat harcayabilir.
Ama aslında yatağında bir adım bile ayrılmamıştır.
Rüyasında farklı mekanlara gidip dostlarıyla
görüşebilir, sohbet edebilir,
yiyip içebilir tüm bunlar maddesel
karşılığı bulunmayan birer algı olduğu halde
çok gerçekçi bir biçimde yaşanır.
Kişi gördüklerinin birer algı olduğunu ancak rüyadan
uyandığında anlar.
Rüya sırasında gerçek olmayan bir dünyada
rahatlıkla yaşayabiliyorsak aynı
durum içinde bulunduğumuz dünya
içinde geçerlidir.
Rüyadan uyandığımızda gerçek yaşantı dediğimiz daha uzun
bir rüyaya başladığımızı düşünmemize engel
hiçbir mantıklı gerekçe yoktur.
Rüyayı hayal dünyayı gerçek saymamızın nedeni sadece
alışkanlıklarımız ve ön yargılarımızdır.
Ve bu durum şu anda yaşadığımızı sandığımız
dünya hayatından bir gün aynen
rüyadan uyanmamız gibi uyanmamızın
hiçte uzak olmadığını gösterir.
Ancak asıl önemli soru burada ortaya çıkar. Bildiğimiz bütün maddesel varlıklar gerçekte birer
algıysa o halde beynimiz nedir?
beynimizde kolumuz, bacağımız, ya da herhangi bir nesne gibi bir madde olduğuna göre o da diğer maddeler gibi bir
algı olmalıdır.
Bunu örnekle daha kolay açıklayabiliriz.
Beynimize giden sinirleri uzatarak onu kafatasımızın dışına çıkararak gözümüzle görebileceğimiz bir yere
koyduğumuzu varsayalım.
Bu durumda beynimizi de gözümüzle görür, parmağımızla ona dokunabiliriz.
Bu şekilde beynimizin de yine görme ve dokunma duyuların oluşturduğu bir algıdan başka bir
şey olmadığını anlayabiliriz.
Peki gören, duyan ve diğer tüm duyuları algılayan
irade beyinde değilse nedir?
Gören, duyan, dokunan, kokuyu
ve tadı algılayan kimdir?
Düşünen, akıl yürüten duyguları olan
ve daha da ötesi ben benim
diyen bu varlık kimdir?
Beyni kullanan gören ve hisseden bu madde
ötesi varlık RUH’ tur.
Maddesel dünya dediğimiz şey işte bu ruh tarafından
seyredilen, hissedilen algılar topluluğudur.
Nasıl rüyamızda sahip olduğumuz bedenimizin ve rüyamızda
gördüğümüz maddesel dünyanın fiziksel bir gerçekliği yoksa
içinde yaşadığımız evrenin ve sahip olduğumuz beninde
fiziksel bir gerçekliği yoktur.
Gerçek olan varlık ruhtur.
Maddeyse sadece ruha izlettirilen
hayallerden ibarettir.
İşte başlangıçta maddenin gerçek olduğu
varsayımıyla yola çıktığımızda
bile fizik, kimya ve biyolojinin bulguları
bizi maddenin hayalden ibaret olduğuna
ve madde ötesi bir varlığın
kaçınılmaz gerçekliğine yani
maddenin ardındaki sırra götürmektedir.
Bu gerçek
o denli kesindir ki
maddeyi mutlak bir varlık sanan
bazı materyalist bilim adamlarına
korku vermektedir.
Buraya dek incelediğimiz gerçek bizi çok önemli bir soruyla da karşı karşıya getirir.
Mademki maddesel dünya olarak tanıdığımız şey gerçekte ruhumuza verilen algılardan ibarettir
o halde bu algıların kaynağı nedir?
Bu soruya cevap verilirken dikkat edilmesi edilen
gerçek maddenin kendi başına bağımsız bir varlık
olmadığı bir algı olduğudur.
Bu nedenle bu algının başka bir güç tarafından oluşturulması, daha yerinde bir
ifadeyle yaratılması gerekmektedir.Hem de sürekli olarak...
Eğer sürekli bir yaratma olmazsa madde dediğimiz algılarda yok olur gider
Bu bir televizyon
ekranında görüntünün
devam edebilmesi için
yayınında sürekli olarak
devam emesi gibidir.
Yayın kesilirse
ekrandaki görüntüde
yok olur.
Peki kim bizim ruhumuza dünyayı, insanları, bitkileri,
bedenimizi ve gördüğümüz diğer her şeyi
sürekli olarak seyrettirmektedir?
Çok açıktır ki, içinde yaşadığımız tüm maddesel evreni, yani
algılar bütününü yaratan ve sürekli yaratmaya
devam eden üstün bir Yaratıcı vardır.
Bu Yaratıcı, bu denli görkemli bir yaratılış sergilediğine göre
de, sonsuz bir güç ve kudret sahibidir.
Yarattığı bütün algılar onun iradesine
bağlıdır ve O bütün yarattıklarına
her an hakimdir.
O üstün yaratıcı göklerin ve yerin
rabbi olan Allah’ tır.
Allah yegane mutlak varlıktır.
Diğer herşeyse onun yarattığı birer
gölge varlıktan ibarettir.
Algılardan oluşan bu evrenin dört bir yanında gerçek bir varlık olarak sadece Allah’ın zatı vardır.
Dolayısıyla insana en yakın olan varlıkta Allah’tır.
Bu gerçek Kuran’da“Andolsun insanı Biz yarattık
ve Biz ona şahdamarından daha yakınız.
Kaf suresi, 16” ayetiyle açıklanır.
Her nerede olsak Allah bizimle birliktedir.
Siz bu filmi seyrederken de size en yakın olan varlık
gördüğünüz herşeyi an ve an yaratmakta
olan Allah’tır.
Allah bize bu dünyayla ilgili görüntüler
gösterdiği, ve algılar verdiği sürece
biz bu dünyada yaşarız.
Bu dünyanın görüntülerini ve algılarını kestiği, bize
ölüm meleklerini gösterip farklı bir boyuta ait algıları
verdiği zamansa ölmüş oluruz.
Kıyamet günü hesap, cennet, cehennem, ve bütün sonsuz
hayatımızda bizim için aynı şekilde yaratılacaktır.
Tüm bunları yaratmakta bize sonsuz gücünün ve sınırsız
bilgisinin kanıtlarını henüz bu dünyadayken
sergileyen Allah için çok kolaydır.
SONUÇ OLARAK:THE GOD IS EVERYWHERE
ERDEM [email protected]@gmail.com
Not: Ayrıntılı bilgi için www.harunyahya.org sitesini ziyaret ederek bilgi edinebilirsiniz