metin eāri mir’âtü’l-akāid ya da tercüme-i İ’tikādnâme ... nedim tan 2.pdf · heft...

78
Metin Neşri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme: Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri M. Nedim TAN* İ’tikādnâme, Abdurrahmân Câmî’nin (ö. 898/1492) akāid üzerine yazdığı kısa bir mesnevîdir. Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan 1 bu manzûmenin didaktik ve yalın bir dille yazılmış olması metnin Câmî’ye âidiyeti konusunda şüphe sergilenmesine sebep olmuşsa da 2 üslupta gö- rülen sadeliğin daha çok telif gerekçesiyle ilgisi vardır. Çünkü Câmî’nin anlatımına göre, ‒muhtemelen‒ Ubeydullâh-ı Ahrâr’ın oğlu tarafından gönderilen bir mektupta genel olarak mü’minler için anlaşılması kolay bir üslupla iman esaslarını yazması kendisine tavsiye edilmiş, o da bu tavsiye- ye uyarak İ’tikādnâme adını verdiği 225 beyitlik sade anlatımlı bir manzûme telif etmiştir. 3 Bu sebeple Silsiletü’z-zeheb’de İ’tikādnâme başlığıyla yer alan manzûme sonraki dönemlerde eserden bağımsız değerlendirilmiş, 4 kata- loglarda görüldüğü üzere telif amacına uygun olarak inanç esaslarının tes- piti açısından müstakil bir metin şeklinde kabul görmüştür. 5 * Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ([email protected]) 1 Abdurrahman Câmî, Mesnevî-yi Heft Evreng, tahk. A. Efsahzâd, C. Alişah vd., Tahran: Mîrâs-ı Mektûb, 1997, I, 234-246 (beyit: 3450-3674). Manzûme “fâilâtün/mefâilün/fa’lün” veznindedir. 2 Meselâ Ahmet Ateş, metnin Akāid adıyla istinsah edilmiş bir nüshasını tanıtırken “Câmî’nin Külliyât’ının güvenilir nüshalarında bulunmayan bu eserin üslup bakımından da Câmî’ye ait olması”nın kolayca iddia edilemeyeceğini, ancak “yazar olarak başka bir şair göstermek mümkün olmadığından, bunun şimdilik Câmî’nin eseri gibi kabul edilmesi”nin uygun olaca- ğını söyler. Bk. Ahmet Ateş, İstanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yay., 1968, s. 423. 3 Ali Asgar Hikmet, Câmî, Tahran: İntişârât-ı Tûs, 1386hş., s. 135-137; a.mlf., Câmî –Hayatı ve Eserleri, trc. M. Nuri Gencosman, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yay., 1994, s. 229-232, 303. 4 Meselâ Said Nefîsî eseri müstakil bir metin olarak gösterir. Bk. Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr der Îrân ve der Zebân-ı Fârisî, Tahran: Kitabfurûş-i Fürûğî, 1984, I, 287. 5 “Tahsilini Semerkant ve Herat gibi ilim merkezlerinde Eş’arî mezhebi kelâmcılarıyla Şâfiî fık- hı esaslarına göre tamamlayan Câmî, İ’tikadnâme adlı mesnevîsinde İslâm esaslarını Ehl-i

Upload: others

Post on 01-Jan-2020

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

Metin Neşri

Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme: Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî

Efendi’ye Atfedilen Eseri

M. Nedim TAN*

İ’tikādnâme, Abdurrahmân Câmî’nin (ö. 898/1492) akāid üzerine yazdığı kısa bir mesnevîdir. Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik ve yalın bir dille yazılmış olması metnin Câmî’ye âidiyeti konusunda şüphe sergilenmesine sebep olmuşsa da2 üslupta gö-rülen sadeliğin daha çok telif gerekçesiyle ilgisi vardır. Çünkü Câmî’nin anlatımına göre, ‒muhtemelen‒ Ubeydullâh-ı Ahrâr’ın oğlu tarafından gönderilen bir mektupta genel olarak mü’minler için anlaşılması kolay bir üslupla iman esaslarını yazması kendisine tavsiye edilmiş, o da bu tavsiye-ye uyarak İ’tikādnâme adını verdiği 225 beyitlik sade anlatımlı bir manzûme telif etmiştir.3 Bu sebeple Silsiletü’z-zeheb’de İ’tikādnâme başlığıyla yer alan manzûme sonraki dönemlerde eserden bağımsız değerlendirilmiş,4 kata-loglarda görüldüğü üzere telif amacına uygun olarak inanç esaslarının tes-piti açısından müstakil bir metin şeklinde kabul görmüştür.5

* Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ([email protected])

1 Abdurrahman Câmî, Mesnevî-yi Heft Evreng, tahk. A. Efsahzâd, C. Alişah vd., Tahran: Mîrâs-ı Mektûb, 1997, I, 234-246 (beyit: 3450-3674). Manzûme “fâilâtün/mefâilün/fa’lün” veznindedir.

2 Meselâ Ahmet Ateş, metnin Akāid adıyla istinsah edilmiş bir nüshasını tanıtırken “Câmî’nin Külliyât’ının güvenilir nüshalarında bulunmayan bu eserin üslup bakımından da Câmî’ye ait olması”nın kolayca iddia edilemeyeceğini, ancak “yazar olarak başka bir şair göstermek mümkün olmadığından, bunun şimdilik Câmî’nin eseri gibi kabul edilmesi”nin uygun olaca-ğını söyler. Bk. Ahmet Ateş, İstanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yay., 1968, s. 423.

3 Ali Asgar Hikmet, Câmî, Tahran: İntişârât-ı Tûs, 1386hş., s. 135-137; a.mlf., Câmî –Hayatı ve Eserleri, trc. M. Nuri Gencosman, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yay., 1994, s. 229-232, 303.

4 Meselâ Said Nefîsî eseri müstakil bir metin olarak gösterir. Bk. Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr der Îrân ve der Zebân-ı Fârisî, Tahran: Kitabfurûş-i Fürûğî, 1984, I, 287.

5 “Tahsilini Semerkant ve Herat gibi ilim merkezlerinde Eş’arî mezhebi kelâmcılarıyla Şâfiî fık-hı esaslarına göre tamamlayan Câmî, İ’tikadnâme adlı mesnevîsinde İslâm esaslarını Ehl-i

Page 2: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

120

M. Nedim TAN

İ’tikādnâme, ‒bilindiği kadarıyla‒ ilk defa Duhânîzâde Ali Çelebi tarafından manzum olarak Türkçeye çevrilmiş, Zübdetü’l-akāid adı ve-rilen ve III. Murad’a ithâf edilen bu tercüme üzerine çeşitli çalışma-lar yapılmıştır.6 Duhânîzâde’nin bu manzum tercümesinin ardından İ’tikādnâme metni XIX. yüzyıl içerisinde Mir’âtü’l-akāid adıyla kısa bir şerhli tercüme beraberinde neşredilmiş, daha sonra bu neşir esas alın-mak suretiyle Tâhirü’l-Mevlevî tarafından Mir’âtü’l-akāid ‒İnançlar Ay-nası‒ adıyla tercüme edilerek önce 1949 yılında İslâm Yolu mecmuasın-da tefrika edilmiş, ardından 1964 yılında kitap olarak yayınlanmıştır.7 Metnin XIX. yüzyıl Osmanlı matbuâtında Mir’âtü’l-akāid adıyla şöhret bulması muhtemelen sonradan benimsenmiş bir isimlendirme ya da

sünnet inançlarına göre açıklayarak kendisinin de bu görüşte olduğunu göstermiştir.” Ömer Okumuş “Câmî, Abdurrahman”, DİA, VII, 96. Metnin matbû ve yazma nüshaları hakkında bk. Meliha Tarıkahya Anbarcıoğlu, “İ’tikadnâme ve Türkçe Çevirisi”, Necati Lugal Armağanı, Ankara: TTK Basımevi, 1968, s. 654-658.

6 Anbarcıoğlu, “İ’tikadnâme ve Türkçe Çevirisi”, s. 649-701; Ali İhsan Akçay, Türk Edebiyatında Manzum Akâidnâmeler: İnceleme-Metin, (Basılmamış Doktora Tezi), Uludağ Ü. SBE, 2011, s. 57-64, 132-134; Ahmet Sevgi, Mir’âtü’l-Akāit Tercümesi ‒Duhânîzâde Ali Çelebi, Konya: Palet Yay., 2013; Mevlânâ Abdurrahmân-ı Câmî, İtikadnâme, haz. M. Fatih Çakır, İstanbul: Semerkand Yay., 2014. Anbarcıoğlu, Duhânîzâde tercümesinin neşrine ilâveten Câmî’nin metnini tahkik etmiş, bu açıdan literatüre büyük bir katkı sağlamıştır. Akçay, tez çalışmasında Anbarcıoğlu’nu takip eder ve ulaştığı yeni bir istinsah üzerinden farklı değerlendirmeler yapar. Sevgi, önceki çalışmalardan bağımsız olarak ulaştığı tek bir nüshadan hareketle Duhânîzâde’nin metnini ve bu metin içerisinde Câmî’nin beyitlerini tespit eder; Tâhirü’l-Mevlevî’nin tercümesini de çe-şitli tasarruflarla dipnotta aktarır. Çakır ise Duhânîzâde tercümesini iki nüshadan hareketle tespit edip günümüz Türkçesine çevirmiş, çalışmasına metnin orijinalini de ayrıca eklemiştir. Bu çalışmaların ortak yönü Duhânîzâde tercümesini merkeze almış olmalarıdır.

7 İslâm Yolu mecmuasının, 1949 yılında çıkan 34‒50. sayılarında on altı bölüm halinde tef-rika edilen tercüme, Abdullah Işıklar tarafından bir araya getirilerek neşredilmiştir. Bk. Mevlânâ Mulla Câmî, Mir’âtü’l-akāid ‒İnançlar Aynası, trc. Müderris Tâhirü’l-Mevlevî, İs-tanbul: Abdullah Işıklar, 1964. Tâhirü’l-Mevlevî, “bu eseri, zamanımızda anlaşılabilecek bir üslup ile yeniden terceme etmek istedim ve şu satırları karaladım. Yanıldığım yerler ol-duysa Allah’tan af ve mağfiret dilerim.” diyerek başladığı tercümeyi “şu muhtasar ve müfid eserin tercümesinden başka bir şerhe ihtiyacı vardır. Ben tercümesini yaptım. Şerhini de âlimlerimizden biri yapacak olursa din-i İslâm’a hizmet etmiş olur” (bu cümle yayınlanan kitapta yoktur) diyerek bitirir. Tercüme boyunca yer yer kısmî açıklamalar yapan, bununla birlikte esas aldığı Mir’âtü’l-akāid metnindeki izahları ve kaynakları dikkate almadığı görü-len Tâhirü’l-Mevlevî’nin lafzî anlam üzerinden beyitlere yaklaştığı anlaşılmaktadır. Ayrıca mevcut neşirde ve tefrikalarda bazı beyitlerin tercümesi bulunmamaktadır. Bu vesileyle Tâhirü’l-Mevlevî’nin tercümesinden ve neşirlerinden beni haberdâr ederek ilgili metinleri bana ulaştıran K. Yusuf Ünal’a teşekkür ederim.

Page 3: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

121

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

neşre esas alınan nüsha ile ilgili bir tercihtir.8

İ’tikādnâme’nin Mir’âtü’l-akāid adlı şerhli tercümesi, kaynaklarda daha çok Muhammed Nûru’l-Arabî’nin halifelerinden Abdullah Hulusî Efendi’ye atfen kaydedilmiştir. Tâhirü’l-Mevlevî müellifine işaret etme-diği bu tercüme üzerinde fazla durmamış olmakla birlikte Bursalı Meh-med Tâhir Bey’in, eseri Abdullah Hulusî Efendi’ye atfetmesi bu kabulün başlangıç noktası olarak gözükmektedir. Nitekim bu kayıt dolayısıyla özellikle Melâmîliğin son dönemi üzerine yapılan çalışmalarda Mir’âtü’l-akāid Abdullah Hulusî Efendi üzerinden tanınmıştır.9 Ancak burada bir bilgi karışıklığının var olduğu kanaatindeyiz. Bizi bu kanaate ulaştıran husus, Mir’âtü’l-akāid metninin XIX. yüzyıl Osmanlı Türkçesi için olduk-ça eski sayılabilecek bir üslup ve dil yapısı sunuyor olmasıdır. Ayrıca bu kabulün temel kaynağı konumunda olan Mehmed Tâhir Bey’in Abdullah Hulusî Efendi’ye üç eser atfettiği fakat bu eserlerin ona ait olmadığı gö-rülmektedir.10 Bu bilgi karışıklığı, ‒kanaatimizce‒ mevcut Mir’âtü’l-akāid

8 Mir’ât, ayna anlamına gelir; kelimenin kökünde gözün iliştiği ve bir görünüşü algıladığı yer anlamı vardır. Bu sebeple de kelime istiâre yoluyla ayna anlamına ilâveten bakıp seyredilen yer, bir şeyin olduğu gibi görünüşü anlamlarını kazanmıştır. Dolayısıyla Mir’atü’l-akāid ifade-si inançların genel çerçevesi ya da panoraması anlamına gelmektedir.

9 Osmanlı Müellifleri’nin ilgili kısmı şöyledir: “Abdullah Hulûsî Efendi: Mazanneden ve 1305 târihinde Usturumca’da irtihâl eyleyen Mısrî Seyyid Hâce Muhammed Nûru’l-Arabî haz-retlerinin hulefâsından ehl-i temkîn fâzıl ve ârif bir zât olup Gelibolu mülhakātından Mü-refte’dendir. İstanbul’da ikmâl-i tahsîlden sonra yarım asrı mütecâviz Fatih civârında Kadı Çeşmesi medresesi müderrisliği ile ihtiyâr-ı kanâat ve inzivâ ederek 1305 târihinde irtihâl eyleyip Topkapı hâricinde Sarı Abdullah yanına defn edildi. Sür’at-ı kalemiyyesi ve hatt-ı ta’lîkde mahâreti olduğu için senelerce taş basması matbaalarında hattatlık ederek hem irfân-ı memlekete hizmet ve hem kifâf-ı nefs eyledi. Molla Câmî’in Fârisiyyü’l-ibâre Mirâtü’l-akāid’ini Türkçe şerh eyleyip tab’ ettirdiği gibi Şeyh Attâr’ın Fârisiyyü’l-ibâre manzûm ve matbû’ Mantıku’t-tayr tercümesi de muhibbânından Fedâî mahlaslı bir şâir nâmına muhar-rerse de asıl tercüme esâsen bu zâtındır. Matbû’ Ta’rîfât-ı Seyyid Tetimmesi de kendi tara-fından ilâve edilmek sûretiyle tahrîr ve tab’ edilmiştir. Başka âsârı da olduğu me’mûl-i kavî ise de manzûr-ı âcizî olmamıştır.” Bk. Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333/1915, I, 133-134. Bu bilgileri krş. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, haz. M. Akkuş-A. Yılmaz, İstanbul: Kitabevi Yay., 2006, III, 125; Abdülbaki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul: Gri Yay., 1992, s. 315-316; Ali Bolat, Muhammed Nûru’l-Arabî ‒Ha-yatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, İstanbul: H Yay., 2015, s. 54-55. Vefât tarihi hakkında 1307/1890, 1305/1887, 1302/1884 gibi farklı kayıtlar vardır. Bağdatlı İsmail Paşa ise yalnız-ca Mir’âtü’l-akāid’i Abdullah Hulusî Efendi adına kaydeder (Hediyyetü’l-ârifîn, I, 493).

10 Nitekim Mehmed Tâhir Bey, Mir’âtü’l-akāid’in yanı sıra manzum bir Mantıku’t-tayr tercü-mesi olan Mantıku’l-esrâr’ı da Abdullah Hulusî Efendi’ye atfeder ki literatür açısından ciddi bir karışıklıktır. Çünkü Fedâî mahlaslı Mantıku’t-tayr müterciminin, bu tercümeye 1045’te

Page 4: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

122

M. Nedim TAN

neşrinin hattatı ile eserin müellifinin özdeşleştirilmesinden ötürüdür. Ha-yatı hakkındaki kaynakların vurguladıkları üzere Abdullah Hulusî Efen-di taş baskı tekniğini kullanan matbaalar için işlek ve okunaklı hattıyla eser hazırlayarak geçimini sağlayan bir kimseydi; hattatı olduğu kitapların sonuna da dönemin âdetine uyarak neşrin bu şeklinin kendi kaleminden çıktığını bildiren ifadeler eklemişti. Neşirlerin sonunda yer alan isim do-layısıyla ‒tespitlerimize göre en az‒ iki eser kataloglarda Abdullah Hulusî Efendi’ye nisbet edilmiştir. Bunlardan ilki Mehmed Şem’î Molla’nın (ö. 1299/1881-82) Osmanlı padişahları ve devlet büyükleri hakkındaki ese-ri Esmârü’l-hadâik’tir.11 Bu eser, 1267 baskısının sonunda yer alan “eser-i hâme-i bendegî Abdullah Hulûsî el-Müreftevî” ifadesi dolayısıyla Abdullah Hulusî’ye atfedilmiş ve hattâ eserin mukaddimesindeki bazı beyitler onun “şiir kudreti”ne örnek gösterilmiştir.12 Aynı durumla Mir’âtü’l-akāid neş-rinde de karşılaşılır. Neşrin son cümlesi şöyledir: “Eser-i hâme-i Abdullah Hulûsî el-arîf bi-Müreftevî afâ anhü’l-Bârî.” Tam bu noktada her iki neşirde de yer alan “eser-i hâme-i ...” ifadesinin müellife mi yoksa matbû nüsha-nın hattatına mı işareten anlaşılması gerektiği sorusu ortaya çıkmaktadır. Esmârü’l-hadâik’in ona ait olmadığı tespit edilebildiğine göre “eser-i hâme-i ...” kalıbının tek başına ilgili eserin müellifine işaret etmediği düşünüle-bilir. Nitekim bunu destekleyen bir başka örneğe daha sahibiz. Abdullah Hulusî Efendi, hattatı olduğu Kethüdâzâde Ârif (1771-1849) Dîvân’ı neş-rinin sonunda da aynı kalıbı kullanmıştır: “Eser-i hâme-i Abdullah Hulûsî el-arîf bi-Müreftevî afâ anhü’l-Bârî.”13 Kayıtlarda görülen bu türlü ifade ka-lıpları, Abdullah Hulusî Efendi’nin, kendisine atfedilen eserlerin müellifi değil hattatı olduğunu göstermekte, bu tespit de literatürdeki atıfları göz-

(1635-1636) başladığı ve 1065’te Trabluşşam Mevlevîhânesi’nde istinsah edilen metnin 1274 yılında neşredildiği bilinmektedir. Bk. Abdülbâki Gölpınarlı, “Önsöz”, Mantık al-Tayr, İstanbul: İş Bankası Kültür Yay., 2009, s. XXIV-XXV. Mantıku’l-esrâr yüksek lisans tezi ola-rak çalışılmıştır. Bk. Taceddin Şimşek, Fedâyi Dede: Mantık-ı Esrâr Tenkidli Metin ve İnceleme, (Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi SBE, 1993. Mehmed Tâhir Bey’in Ta’rîfât-ı Seyyid Tetimmesi adıyla kaydettiği esere ilişkin bir bilgi edinemedik ancak bunun Ta’rîfât sonuna İbnü’l-Arabî’nin Istılâhâtu’s-sûfiyye’si ilave edilerek yapılmış neşirlerden biri olduğu düşünü-lebilir.

11 Eser için bk. Mehmed Şem’î Efendi, İlaveli Esmârü’t-Tevârîh maa Zeyl, haz. Mehmet Karataş, Kahramanmaraş: Ukde Yay., 2009.

12 Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, s. 316; Bolat, Muhammed Nûru’l-Arabî, s. 55.13 Bk. Divan-ı Kethüdâzâde Ârif, İstanbul, 1275/1855, s. 38.

Page 5: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

123

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

den geçirmeyi gerekli kılmaktadır.14 Dolayısıyla Mir’âtü’l-akāid tercümesi-nin Abdullah Hulusî Efendi’ye âidiyeti ihtimali oldukça zayıflamaktadır.15

Şu durumda Mir’âtü’l-akāid adlı İ’tikādnâme tercümesinin müelli-fi kimdir sorusu önem kazanır. Süleymaniye Kütüphanesi, Şazeli Tek-kesi Bölümü, 44 numarada kayıtlı olan İ’tikādnâme-i Monla Câmî kuddise sırruhu’l-azîz Tercüme-i Şeyhü’ş-Şüyûhi’l-Ârifîn Muslihuddin Efendi el-Öziçevî kaddesallâhu sırrahu’l-azîz başlıklı risâle bu hususta daha net bir tasavvura imkan vermektedir. Çünkü Abdullah Hulusî Efendi’ye atfedilen XIX. yüz-yıldaki Mir’âtü’l-akāid neşri ile bu nüsha karşılaştırıldığında iki metnin kü-çük farklılıklar hariç aynı olduğu, yalnızca matbû nüshanın dil özellikleri ve metin yapısı bakımından kısmî değişiklikler içerdiği görülmektedir. Gerçi metin akışı yönünden bazı eksiklikler barındırdığı görülen bu yazma nüs-hada herhangi bir ferâğ kaydına ve diğer bilgi verici unsurlara rastlanmaz, fakat yazma nüshanın matbû nüshadan daha eski bir döneme ait olduğu açıktır. Ayrıca dil özellikleri bakımından XVI. ve XVII. yüzyıla ait söz varlı-ğının yazma nüshadaki üsluba matbû nüshadaki tercihlere göre daha fazla yansımış olması bu kanaati güçlendirmektedir. Dolayısıyla eldeki yazma nüshadan hareketle Mir’âtü’l-akāid’in XVII. yüzyıl Halvetî sûfîlerinden Özi-çeli16 Muslihuddin Efendi’ye (ö. 1052/1642) ait olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Peki yazma nüshanın bizi ilettiği bu müellif kimdir?

Öziçeli Muslihuddin Efendi’den ismen söz eden Uşşâkizâde İbrâhim (ö. 1136/1724) ve Şeyhî (ö. 1144/1731) gibi kaynaklar onun hayatı hakkında detaylı bilgi vermeyip doğduğu beldede eğitim gördüğünü, tarikat hayatı-nı burada tanıdığını, Sofyalı Bâlî Efendi’ye17 intisâb ettiğini ve tasavvufta

14 Meselâ Külliyât-ı Dîvân-ı Fuzûlî, İstanbul, 1268/1852 tab’ının sonunda yer alan “ene’l-fakîr hâk-i pâ-yi Bedevî Abdullah Hulûsî el-arîf bi-Müreftevî” kaydı, Abdullah Hulusî’nin Muham-med Nûrü’l-Arabî’ye intisâb öncesinde de sûfî muhitlerle içiçe bir kimse olduğunu, hayatı-nın bir döneminde Bedevîliğe intisâbının bulunduğunu göstermektedir. Aynı şekilde Dîvân-ı Hasan Sezâî’nin 1267/1851 tab’ının sonundaki “ketebehu’l-hakîr el-muhtâc ilâ keremi Rabbihi’l-Muhsî Abdullah Hulusî el-arîf bi-Müreftevî min tarîki Ebi’l-Lisâme Seyyid Ahmed el-Bedevî kaddesallâhu sırrahu’l-âlî ve nefa’nâllâhu bi-himmetihî” kaydı da onun bir dönem Bedevî olduğunun bir başka göstergesidir.

15 Mir’âtü’l-akāid’in Osman Ergin Yazmaları, nr. 562, vr. 144b-157a’da yer alan ve eserin yaklaşık yarısını ihtiva eden yazma nüshası da anlaşıldığı kadarıyla matbû nüsha esas alınarak yapıl-mış bir istinsahtır.

16 Bu yer adının Uzice, Uziçe vb. yazımları varsa da biz DİA’nın tespitini esas aldık. Bk. Machiel Kiel, “Öziçe”, DİA, XXXIV, 127-129.

17 Muslihuddin Efendi, Sofyalı Bâlî’ye değil onun halifesi olan Kurt Mehmed Efendi’ye intisâb

Page 6: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

124

M. Nedim TAN

yol alarak kemâle erdiğini, dinî ilimlerdeki yetkinliğinin yanı sıra sûfî kişi-liği dolayısıyla kerâmetleri âşikâr bir zât olduğunu söylemekle yetinirler.18 Muslihuddin Efendi, Bosnalı sûfî şâir Hasan Kāimî’nin (ö. 1102/1691 [?]) şeyhi olarak da tanınmıştır.19 1664’te ziyaret ettiği Öziçe’de Muslihuddin Efendi’nin oğlu Şeyh Hasan’ın zikir meclisinde bulunan Evliyâ Çelebi, böl-gedeki dinî hayat hakkında bilgi verirken Muslihuddin Efendi’nin kabrini ziyâret yerleri arasında gösterir.20 Mevcut literatürde hayatına dâir detay-lı bir anlatıma rastlamadığımız Muslihuddin Efendi’nin irşad faaliyetleri ve şeyhliği ile ilgili olarak dikkate değer bir tanıklığa daha ulaşmaktayız: 1992 yılında Cemal Kafadar tarafından yayınlanmasıyla ilginç tartışmala-ra sebebiyet vermiş olan21 Üsküplü Asiye Hatun’un 1641-1643 yıllarında kaydettiği rüya mektuplarının gönderildiği mürşid, Öziçeli Muslihuddin Efendi’dir. Muslihuddin Efendi, vefâtı arefesinde kendisine teveccüh eden Asiye Hatun’un mânevî taleplerine mektup vasıtasıyla cevap vermiş, böy-lece geriye mürid ve mürşid arasındaki mahrem hukukun emsaline pek rastlanılmayan bir örneği kalmıştır. Muslihuddin Efendi’nin irşad faaliyet-

etmiş, İstanbul’da mürşidinin yanında sülûkünü tamamladıktan sonra Öziçe’ye dönerek irşad faaliyetleriyle şöhret kazanmıştır. Cehrî zikir ve semâ konusunu ele alan bir risâle de kendisine atfedilir. Bk. Metin İzeti, Balkanlar’da Tasavvuf, İstanbul: Gelenek Yay., 2004, s. 171.

18 Uşşâkizâde İbrâhim Efendi, Zeyl-i Şekāik, haz. H. J. Kissling, Wiesbaden: Viyana nüshasından tıpkı basım, 1965, s. 129-130. Hayatı ile ilgili kısım şöyledir: “eş-Şeyh Muslihuddîn vilâyet-i Bosna’da Öziçe nâm kasabadan zuhûr ve tefvîk-i Hudâ-dâd ile tekmîl-i nûr-ı şuûr eyledikde tahsîl-i kâlâ-yı ilm u kemâle harc-ı nakd-i râyic eyleyip tarîk-i Halvetiyye’den Sofyevî Şeyh Bâlî Efendi’den ahz-ı dest-i inâbet ve hadeng-i garîmini hedef-i aslîye isâbet edip ol azîzden bekâm ve nâil-i sabîhatü’l-ıyd-i merâm olup ol beldede zâviye-nişîn-i va’z u tezkîr ve nâkil-i hadîs u tefsîr olup sıyt-ı iştihârı âlemgîr ve mu’tekad-i sagîr u kebîr olmuşlardı. Bin elli iki hudûduna dek bu hâl üzere güzârende-i eyyâm iken âlem-i envâra intikāl ve gülzâr-ı cinâna irtihâl eyleyip ol beldede medfûn ve nişângâh-ı tîr-i duâ-yı ehl-i derûn olmuştur. Azîz-i merkūm mecmau’l-bahreyn-i maârif ve ulûm, âbid ve zâhid-i murtâz ve mücâhid, sâhib-i keşf ü kerâmet, mürâî-yi âdâb-ı tarîkat, sinn-i şerîfi ‘ekseru a’mâri ümmetî beyne sittîn ve seb’în’ kāidesine dâhil şeyh-i kâmil idi.” Uşşâkizâde bu tasvirden sonra Muslihuddin Efendi’nin kerâmetlerine örnekler verir. Şeyhî ise yaklaşık olarak Uşşâkîzâde’nin ifadelerini tekrarlar, ancak onun aktardığı kerâmetlere yer ermez. Bk. Şeyhî Mehmed Efendi, Vekāyiu’l-fuzalâ, haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul: Bayezit Ktp. nüshasından tıpkıbasım, 1989, I, 146.

19 Jasna Šamıć, “Kāimî”, DİA, XXIV, 21.20 Evliyâ Çelebi, Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnamesi, haz. S. Ali Karaman, İstanbul:

Yapı Kredi Yay., 2010, 6. Kitap 2. Cilt, s. 538-540.21 Bu tartışmalara daha önce kitap üzerine yazdığımız tanıtım ve değerlendirme yazısında kıs-

men değinmiştik. Bk. Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 2009, sayı: 24, s. 183-187.

Page 7: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

125

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

lerine dâir sıra dışı bir metin olarak Asiye Hatun’un mektupları, tasavvufî maksatlar etrafında şekillenen canlı bir tarikat kültürünün mevcudiyetini belgelemektedir. Burada Muslihuddin Efendi, Halvetî geleneğinin pren-sipleri çerçevesinde rüya yoluyla müntesibinin hallerini dönüştüren bir mürşid kimliğiyle biyografi kaynaklarının kendisine atfettiği nitelikleri fiilen taşıyan bir sûfî olarak karşımıza çıkar.22

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin ilmî faaliyetleri çerçevesinde İ’tikādnâme Tercümesi onun okuduğu/okuttuğu metinlerin dünyasını tanımak bakı-mından dikkate değer bir kayıttır. Muslihuddin Efendi, Câmî’nin didaktik amaçlarla yazdığı mesnevîyi tercüme ederken aynı duyarlılığı yansıtarak sade ve nasihat verici bir anlatım tercih eder. Ancak metni birebir Türkçe-ye aktarmak yerine hem Osmanlı medreselerinin temel metinlerini hem de belli başlı tasavvuf kaynaklarını işin içine katarak muhatabını yalnızca ibârelerle başbaşa bırakmayıp belli bir hafızanın içine çeker. Kanaatimizce İ’tikādnâme Tercümesi’nin en ilgiye değer yönü de burasıdır. Çünkü tercü-me boyunca atıf yapılan kitaplar ve isimler dikkate alındığında Şerhü’l-Akāid hâşiyelerinin,23 Şeyhzâde hâşiyesi bağlamında Beyzâvî tefsîrinin,24 Ebüssüûd Efendi ve Kemalpaşazâde tefsirlerinin,25 Ali el-Kārî’nin Mesâbîh şerhi ile İbn Melek’in Meşârık şerhinin,26 ilâveten Abdülazîz el-Buhârî’nin Keşfü’l-esrâr’ının27 kaynak seçildiği görülür ki bunlar aynı zaman medrese eğitimi için başucu metinleridir. Müellif bunlara ilâveten İbnü’l-Arabî ve Mevlânâ’yı anmaya, Fütûhât-ı Mekkiyye28 ile Mesnevî’den29 iktibaslar yap-maya özen gösterir; Kâşânî ve Dâvud-ı Kayserî gibi Fusûs şârihlerinin yanı sıra Kuşeyrî’ye de atıf yaparak30 metnindeki tasavvuf rengini belirginleş-tirir. Muslihuddin Efendi, beyitlerin tercümesinde öncelikle Farsçadaki

22 Cemal Kafadar, Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken, İstanbul: Metis Yay., 2009, s. 130-155.23 Kara Kemal’in ve Ramazan Efendi’nin hâşiyelerine atıflar için bk. Beyit: 31, 213. Tercüme

boyunca belirleyici metnin Şerhü’l-Akāid ve hâşiyeleri olduğu anlaşılmaktadır. Duhânîzâde Ali Çelebi’nin tercümesinde Câmî’nin Nesefî Akāid ’ini nazma çektiğinin belirtilmesi, Musli-huddin Efendi’nin eserin algılanış biçimine uygun bir metot izlediğini düşündürmektedir.

24 Beyzâvî tefsiri ve Şeyhzâde hâşiyesine atıflar için bk. Beyit: 4, 14, 40, 89, 98, 121, 133, 150, 189, 210, 224.

25 Ebüssüûd ve Kemalpaşazâde atıfları için bk. Beyit: 64, 99, 113, 141.26 İbn Melek ve Ali el-Kārî atıfları için bk. Beyit: 33, 90, 98, 105, 113, 127, 183, 219.27 Bk. Beyit: 2.28 Fütûhât-ı Mekkiyye atıfları için bk. Beyit: 20, 70, 95, 99, 109.29 Mesnevî atıfları için bk. Beyit: 24, 52, 54, 93, 105, 116, 167, 221, 224, 225.30 Kuşeyrî, Kâşânî ve Kayserî atıfları için bk. Beyit: 14, 70, 142, 177.

Page 8: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

126

M. Nedim TAN

kelime düzenini gözetmiştir. Dolayısıyla tercümenin ilk safhası devrik ifa-delerden oluşur. Ardından çoğunlukla cümleyi derleyen ve anlamı tamam-layan bir üslup izler, böylelikle lafzî tercüme fikrî içerik kazanır. Müellif yer yer kavram açıklamaları yaparak iktibas ettiği metinler ve aktardığı anekdotlarla bu kısmı güçlendirir. Lafız seviyesinde kalan açıklamalar ya da meselelerin kısmî tasvirleri dışında metne dönük herhangi bir katkıda bulunmayan Muslihuddin Efendi, daha çok ibâre merkezli ve temel anlamı muhafaza maksatlı bir tercüme üslubu ortaya koymuştur. Bu bakımdan tercüme kısmî bir şerh kimliği kazanmış olsa da metnin bu yönü lafız ve ibâre merkezli olup nâdiren bu niteliğin dışını çıkılır.

İ’tikādnâme Tercümesi’nin yazma nüshasında devrik yapıların yer aldığı, XVII. yüzyıl ortasına kadar kullanılmış eski Anadolu Türkçesinden kelime örneklerinin kullanıldığı, Mir’âtü’l-akāid adıyla Abdullah Hulusî Efendi’nin neşrettiği matbû nüshada ise devrik yapıların kısmen değiştirilerek XIX. yüzyılın dil anlayışına uyarlandığı, eski Anadolu Türkçesinden kalan ke-limeler üzerinde kısmen tasarrufta bulunulduğu görülür. Karşılaşılan bu türlü değişikliklerin Abdullah Hulusî Efendi’nin kendi tercihi mi olduğunu yoksa neşre esas alınan nüshanın özelliklerinden mi kaynaklandığını tes-pit etmek şu aşamada mümkün değildir. Bu iki nüsha Türk dili tarihi açı-sından XVII. yüzyıla kadar yazı dilinde yaygın kullanılan ve XIX. yüzyılda artık terkedilmiş kelime ve ses yapılarının tespiti açısından incelenebilir. Biz burada şerhin metnine odaklanarak –alanımızın da dışında kalması dolayısıyla– dil tarihine dönük bir inceleme yapmadık. Metni hazırlarken matbû nüshadaki metin yapısını dikkate alarak ulaştığımız yazma nüsha-da anlamı etkileyecek ya da zenginleştirecek farkları dipnotlara yansıtma-yı tercih ettik. Neşirdeki önceliğimiz akāidin tespiti ve telkini maksadıyla sûfî muhitlerin hafızasında yer etmiş gözüken bir manzûmenin Osmanlı döneminde yapılmış olan bu tercümesini ortaya çıkarmak oldu.31

31 Bu yüzden iki nüsha karşılaştırıldığında “ve” bağlacı ile “dahi”nin kullanımlarında görülen değişkenlikler; Allah’ı, Hz. Peygamber’i ve diğer büyükleri anarken yazılan hürmet ve duâ ifadelerindeki farklılıklar ya da eksiklik-fazlalıklar; “hazarât” ve “hazretler” örneğindeki gibi kelimenin çoğulundan kaynaklanan farklı tercihler; “etti”-“eyledi”, “kimse-kimesne”, “olur”-“ola”, “dedi”-“buyurdu” gibi hece ve fiil değişiklikleri; “demiş ki”-“demiştir” gibi çeşitli kullanımlar; “ve dahi”, “nitekim” vb. bağlaç farklılıkları; “dır, dir” yerine kullanılan “‒olup” gibi tercihler; âyet ve hadisler başta olmak üzere iktibas edilen metinlerin öncesinde “kemâ kālallâhu teâlâ”-“nitekim buyurmuştur” gibi üslup farklılıkları; ayrıca anlama etki etmedikçe cümlelerde görülen yapı değişiklikleri vb. dipnotlara yansıtılmadı. Her iki nüshada da be-yitler, mısra birimi esas alınarak tercüme ve şerh edilmektedir, biz neşir esnasında tercüme

Page 9: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

127

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Akāid, Allah ile insan arasında bağ kuran, benimsendikleri ve gözetil-dikleri sürece insanda yer ederek onun bilincini ve davranışlarını dönüş-türdüğü düşünülen inançlar bütününü ifade eder. İman, bu inançlarda zemin bularak güçlenir ve inançlarla amaçlananlar insanda kökleşmeye imkan bulur.32 İnsanın kuvvetle benimseyerek kendini bağlaması sebe-biyle inanç esasları akāid kelimesiyle ifade edilmiş, kelime kavram kimli-ği kazanarak müslüman dünyada belli bir telif türünün de ortaya çıkışını sonuç vermiştir. Bu türlü metinler akāid konuları etrafında oluşan nazarî meseleleri çözmek ya da bu meselelerin nasıl değerlendirileceğinin usu-lünü belirlemek için değil mü’minlerin inançlarıyla ilgili mevcut hafıza-larını tazelemek maksadıyla yazılmıştır. Dolayısıyla bu türlü metinlerden derinlemesine açıklamalar beklemek ve onlardan zihinlerde hep taze kal-maya mahkum soruların net cevaplarını istemek pek doğru olmayacaktır. Duhânîzâde Ali Çelebi’nin Nesefî Akāidi’nin manzum bir söylenişi olarak takdim ettiği Abdurrahman Câmî’ye ait metin de bu niteliği taşır. Her ne kadar tasavvufî içerik bakımından zengin bir muhtevası olmayıp kelâmî yönden bilinen unsurları yansıtsa da tasavvuf tarihinin seçkin isimlerin-den Abdurrahman Câmî ile Osmanlı sûfîlerinden Öziçeli Muslihuddin Efendi’yi, ilaveten bu mirasın intikalinde tercüme ve neşirleri ile yer edin-miş olan Abdullah Hulûsi Efendi ve Tâhirü’l-Mevlevî’yi etrafında birleştir-mesi, Mir’âtü’l-akāid ya da Akāidnâme Tercümesi isimli bu didaktik metni ayrıcalıklı ve saygıdeğer kılmaktadır.

kısmını birleştirerek mısraları beyit bütünlüğü içerisinde verdik. Ayrıca takip kolaylığı için beyitleri numaralandırdık ve yer yer harekelendirdik.

32 Nitekim Duhânîzâde Ali Çelebi, İ’tikādnâme tercümesinin girişinde bu hususu şöyle dile getirir:

Hısn-ı îmândır akāid-i dîn Hüsn-i islâm ile bulur tezyîn

Mahz-ı ilhâmdır akāid-i dîn K’ider îmân kavâidin telkîn

Sa’y etmek ana ibâdettir İhtimâm etmemek gabâvettir

İhtimâm ana dîne rağbettir Seyyidü’l-mürselîne hürmettir

Bk. Anbarcıoğlu, “İ’tikadnâme ve Türkçe Çevirisi”, s. 665.

Page 10: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

M. Nedim TAN

Page 11: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

129

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Kitâbu Mir’âti’l-akāid li-Mevlânâ Câmî kuddise sırruhû33

بشنو این نکته را بسمع قبول 1 بعد حمد خدا و نعت رسول

Allâh’ın hamdinden sonra ve Resûlü’nün na’tinden sonra: Ma’lûm ola ki hamd dil ile övmektir34 memdûhu ta’zîm kasdı üzere, gerek ni’mete mü-teallik olsun وإسحاق إسماعيل الكبر على لي وهب الذي ل (İbrâhim 14/39) الحمد [Hamd ol Allah Teâlâ’yadır ki ihtiyarlığımda bana İsmâil ve İshâk’ı hibe etti.]35 gibi, gerek müteallik olmasın الذي لم يتخذ ولدا -Ol Al] (el-İsrâ 17/111) الحمد لlah Teâlâ’ya hamdolsun ki veled ittihâz etmedi.]36 gibi. Na’t bir nesneyi ken-di hüsnüyle vasfetmektir. Na’t ile sıfat arasında fark umûm ve husûsdur. Zîrâ her na’t sıfattır, her sıfat na’t değildir. Ve dahi resûl şol kimsedir ki âşikâre Cibrîl (aleyhisselâm) ona gönderilmekle taraf-ı ilâhiyyeden halka gönderilmiş ola, Hazret-i Mûsâ (aleyhisselâm) gibi. Nebî şol kimsedir ki peygamberliği ilhâm ile ya rü’yâ ile ola. Bu takdîrce resûl ile nebî arasında fark kezâlik umûm ve husûsdur. Her resûl nebîdir, lâkin ba’zı nebî resûl olup küllisi değildir.37 Hâsılı, ma’nâ demektir ki38 istihkāk-ı zâtî ile ham-de müstehak olan Allâh’ın hamdinden ve eşref-i efrâd-ı nev’-i beşer olan Resûlün na’tinden ya’ni vasfettikten sonra: İşit bu nükteyi kabûl kılmak sem’i ile ve müessir olan fikr ile. Nükte, çıkarılmış latîfeye derler. Hâsılı, işit bu nükteyi kabûl kılmak kulağı ile, yoksa mücerred sem’-i zâhir ile de-ğil, zîrâ bilâ-amel istimâın fâidesi yoktur demektir.39 {2a}

عاقلی کز بلوغ شد کامل که نخستین فریضه بر عاقل 2

33 Y: İ’tikādnâme-i Monla Câmî kuddise sırruhu’l-azîz Tercüme-i Şeyhu’ş-şüyûhi’l-ârifîn Musli-huddin Efendi el-Öziçevî kuddise sırruhu’l-azîz. (Metin boyunca Y rumuzu yazma, M rumu-zu matbû nüshayı bildirmekte olup köşeli parantez içindeki rakamlar matbû nüshanın sayfa numaralarını, küme içindekiler ise yazma nüshanın varak numaralarını göstermektedir.)

34 M: övülmektir.35 Âyet meâllerini İsmâil Ferruh Efendi’nin Mevâkib tercüme-i tefsîr-i Mevâhib’inden (Matbaa-i

Âmire, 1282/1865) faydalanarak aktardık.36 Her iki nüshada da الذي لم يتخذ صاحبة وال ولدا ifadesi bir başka صاحبة وال yazılıdır. Buradaki الحمد ل

âyetten ilâvedir (Cin 72/3). 37 Konu hakkında bk. Giritli Sırrı Paşa, Şerhül-Akāid Tercümesi, Vilâyet-i Celîle-i Tuna,

1292/1875, I, 86-96.38 Y: +ma’nâ demektir ki.39 Y: Nükte kalbde müessir olan fikir ile çıkarılmış latîfeye derler. Ya’ni işit kabûl kılmak kula-

ğıyla, mücerred zâhir ile ve mûcebiyle amel etmemek ile değil, böyle işitmeğin fâidesi yoktur.

Page 12: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

130

M. Nedim TAN

Farz, ziyâde ve noksâna ihtimâli olmayan hükm-i mukadderden ibârettir ki delîl-i kat’î ile sâbit ola, onda şübhe olmaya. Vâcib ona derler ki şübheli delîl ile sâbit ola. Kezâ fi’l-Keşf.40 Hâsılı evvel farz olan abd-i âkıl üzere, ancılayın âkıl ki bülûğdan kâmil oldu, ya’ni hitâbât-ı ilâhiyye ve tekâlîf-i şer’iyye ile mükellef kılındı. [3]

در دل و جان خویشتن گیرد نیست بیرون ازین که بپذیرد 3

Ol mükellef bundan taşra değildir ki farz olan nesneyi kabûl eyleye, ya’ni kabûlü lâbüd ve nâçârdır, ya’ni kendini gönlünde ve canında tutar.41

بزبان هم زند دم اقرار د و انکار بعد از آن بی ترد 4

Farz ve lâzım olan nesneleri kabûl-i tâm ile kabûl edip gönlünde ve ca-nında tereddüd ve inkârsız ikrâr ettikten sonra, i’tikād ettiği ferâizi dili ile ikrâr edip âşikâre söyleye. Zîrâ İmâm-ı Nesefî Tefsîr-i Teysîr’inde42 yaz-mıştır ki سان قرار بالل يمان المفترض على العبد هو التصديق بالقلب وال إن أهل الحق قالوا: ال عليه -ya’ni: “Ehl-i Hakk’a göre Allah Teâlâ kulu وهو المروي عن أبي حنيفة رحمة الna farz ettiği îmân gönül ile inanıp dil ile ikrâr etmektir. Bu dahi İmâm-ı A’zam hazretlerinden rivâyet olunmuştur.”43

ات جمله عالم را بلکه ذر کآفریننده ایست آدم را 5

Âkıl ve bâliğ ve mükellef olan kullarına Hak Teâlâ farz edip kalbleriyle tasdîk ve dilleriyle ikrâr etmeye lâzım {2b} olan Hazret-i Âdem’in (aleyhisselâm) hâlıkı ve sânii olduğun bilmektir. Yalnız Âdem’in değil belki zerrât-ı cihânın ve cemî’-i mâsivânın ya’ni a’yân u a’râzın ve eşbâh u ecsâmın –ulûhiyyette ve rubûbiyyette mütevahhid ve müteferrid olan Allâh’ın–44 hâlıkı ve sânii oldu-ğunu i’tikād edip mütercim-i kalb olan lisân ile ikrâr etmektir.

40 Burada –her ne kadar yazmada Keşşâf olarak kaydedilmişse de– Abdülazîz el-Buhârî’nin (ö. 730/1330) Keşfü’l-esrâr fî şerhi Usûli’l-Pezdevî’sine atıf yapılmaktadır. Krş. Buhârî, Keşfü’l-esrâr an usûli Fahri’l-İslâm el-Bezdevî, tahk. A. M. Muhammed Amr, Beyrut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1997, II, 433 vd.

41 Y: Ol mükellef bunda taşra değildir, kabûl eder, ya’ni lâbüd ve nâçârdır kabûl etmesi; kendi gönlünde ve canında tutar üzerine farz olan nesneleri.

42 Burada Ömer en-Nesefî’nin (ö. 537/1142) et-Teysîr fi’t-tefsîr’ine atıf yapılmaktadır. Aşağıda görüleceği gibi bu atıf Şeyhzâde üzerindendir.

43 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, tahk. M. Abdülkādir Şâhin, Bey-rut: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1999, I, 178. Ayrıca bk. Mustafa Öz, İmâm-ı A’zam’ın Beş Eseri, İstanbul: MÜİFAV, 2001, s. 56, 65.

44 Y: +ulûhiyyette ve rubûbiyyete mütevahhid ve müteferrid olan Allâh’ın.

Page 13: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

131

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

جاودان هست بود و خواهد بود کز عدم شان ره وجود نمود 6

Ki bu cümle mevcûdât ve mahlûkāta Hak celle ve alâ hazretleri kemâl-i fazl u kereminden ketm-i ademden fezâ-yı vücûda hurûc yolun gösterdi, yok iken var kıldı. Ancılayın hâlık ve sâni’ ki ezelden var idi ve ebedî olsa gerek, ya’ni Allah Teâlâ ezelî ve ebedîdir, ibtidâsına bidâyet ve intihâsına nihâyet yoktur.

نیست اندر یگانگیش شکی هست بی تهمت شمار یکی 7

Sâni’-i âlem aded töhmetinden berîdir ve birdir; ve Vâcibü’l-vücûd mefhûmu zât-ı Bâri’ye maksûrdur; ve ikilik töhmeti yoktur. Allâh’ın bir-liğinde şübhe yoktur, zîrâ vahdâniyeti nice edille-i akliyye ve nakliyye ile müsbettir.

تا بود خلق را رسول و نبی د عربی کرد بعث محم 8

Hak celle ve alâ hazretleri Sultânü’l-enbiyâ olan Muhammed-i Arabî hazretin risâlet ile gönderdi, tâ ki halka resûl ve nebî olup İslâm’a da’vet ve teblîğ-i ahkâm eyleye.

د علیه الف صالت که محم هر چه ثابت بود بقول ثقات 9

Her nesne ki mu’temed-aleyh olanların kavli ile müsbet ve rivâyât-ı sahîha ile ma’lûm ola {3a}, ki zîrâ Muhammed [4] (aleyhi ekmelü’t-tahiyyât ve elf salavât);45

واجب آمد بآن زما ایمان داد مارا خبر بموجب آن 10

Bize haber verdiği nesne mûcebiyle bizden ol şeye îmân getirmek vâcib geldi.46

شرح آن گوش کن علی التفصیل این بود مجمل سخن بی قیل 11

Bilâ-kelâm sözün mücmeli budur ki onda dahl ü taarruza mecâl yoktur. Bu mücmel47 sözün şerhini tafsîl üzere işit ve dinle ki beyân olunur. Ya’ni

45 Y: Her nesne ki müsbet ve ma’lûm ola mu’temed-aleyh olanların kavliyle ki Muhammed Mustafâ üzerine bin salât ola; ya’ni Allâh’ın bî-nihâye rahmeti rûh-ı pâkine ola.

46 Y: Rivâyet-i sahîha ile müsbet ola, ol Peygamber hazretleri ol nesneden bize haber verdi, onun mûcebiyle vâcib geldi ol nesneye bizden îmân getirmek, ya’ni kalb ile iz’ân ve inanıp dil ile ikrâr eylemek.

47 Y: +mücmel.

Page 14: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

132

M. Nedim TAN

Hak celle ve alâ hazretlerinin vücûd-ı vahdâniyyeti icmâl üzere zikrolun-du; şimden sonra tafsîl üzere beyân ve ayân olur, isgā etmek gerek.48

Fî vücûdihî sübhânehû ve teâlâ49

پیش وی این سخن يقين50 باشد هر که را عقل خرده بین باشد 12

Her kimde ki ufak görücü aklı ola, ya’ni bir kimsenin akl-ı selîmi ve tab’-ı müstakîmi ola, onun önünde bu söz gerçek olur ve şübhesiz bilir,

باشد از جسم و جان چه کهنه چه نو كآسمان و زمین و هر چه در او 13

Ki gökler ve yerler ve üstünde ve içinde olanlar, cisimden dahi candan, eskiden dahi yeniden, ya’ni gerek evvel yaratılmış olsun rûh gibi, gerek sonra olsun cisim gibi –zîrâ rûh dahi mahlûktur–; Risâle-i Kuşeyriyye’de musarrahdır:51 وح مخلوقة ومن قال بقدمها فهو مخطئ خطأ عظيما Rûh mahlûktur] والرve onun kıdemine kāil olan pek büyük bir hatâya düçâr olmuş demektir.]52

که بود فیض بخش همواره نیست آنرا ز صانعی چاره 14

Onlara sâni’den ve hâlıkdan çâre yoktur, {3b} ya’ni cemî’-i mevcûdât ve mahlûkātın sânii ve hâlıkı olmak lâzım ve zarûrîdir. Zîrâ küffâra bile yerlerin ve göklerin hâlıkından suâl olunsa bu hükmü musaddıklardır.53 كما ليقولن ال رض ماوات وال ولئن سألتهم من خلق الس تعالى: -Lokmân 31/25; ez) قال الZümer 39/38) Ancılayın sâni’ ve hâlık ki dâim feyzi bağışlayıcı ola. Sûre-i Fâtiha-i şerîfede Allah Teâlâ hazretlerinin rabbü’l-âlemîn ile tavsîfi cemî’-i mümkinât hudûs hâlinde muhdise muhtâc olduğu gibi bekāsı hâlinde dahi mubkîye muhtâc olduğuna delîl idüğünü Kādı Hâşiye’sinde Şeyhzâde haz-retleri54 beyân buyuruptur.55 Ve Allah Teâlâ ve tekaddes hazretleri dâim her

48 “Ya’ni...” ile başlayan cümle matbû nüshada yoktur.49 Bu başlık matbû nüshada yoktur.50 M: روا51 M: kemâ vakaa fî Risâleti’l-Kuşeyriyye.52 Bk. Kuşeyrî Risâlesi, haz. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergâh Yay., 2003, s. 182.53 Yazmada bu cümle âyetin meâli olarak şöyle aktarılmıştır: “Eğer kâfirlere suâl etsen, kim

yarattı yerleri ve gökleri, Allah yarattı deyü cevâb verirlerdi.”54 Y: Şeyhzâde hâşiyesinde demiş: Allah’ı sûre-i Fâtiha’da rabbü’l-âlemîn demekle vasfettiği

delîldir ki cemî’-i mümkinât hudûsü hâlinden muhdise muhtâc olduğu gibi bekāsı hâlinde dahi mubkîye muhtâcdır.

55 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, I, 368.

Page 15: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

133

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

şeye vücûd bağışlayıp kemâline yetiştirmek üzere bulunduğu müşâheddir.

نقش بی دست خامه زن که شنید خانه بی صنع خانه ساز که دید 15

Ve dülger ve üstâz sânii olmayıcak, evlerin ve binâların vücûdun kim gördü? Mutlakā nakşı ya nakş-ı kitâbeti nakkāş yâhud kâtib olmayıcak kim işitti demek olup56 istifhâm-ı inkârîdir. Ya’ni hiç kimse işitmedi ve görmedi, zîrâ lâ-cerem yerler ve gökler ve üstünde olan mülkler ve yeryü-zünde olan mahlûkāt, husûsan ki eşref-i eşyâ ve ekrem-i mahlûkāt olan insan57 نسان في أحسن تقويم Biz insanı intisâb-ı kāmet ve] (et-Tîn 5/3) لقد خلقنا الhüsn-i sûret ve i’tidâl-i mizâc ve sâhib-i ihsâs ve isticmâ’-ı havâss-ı mükevvenât ile hâmil-i emânet-i ilâhî halk ettik.] hasebince ahsen-i sûrette halk ve nak-şolunan insana nazar olunsa bilâ-sâni’ vücûdu muhâldir.58

یافته هستی و بقا از وی هر چه آورد سوی هستی پی 16

Her nesne ki ademden vücûd tarafına kadem getirmiştir, [5] ya’ni {4a} yok iken var edilmiştir, varlığı ve bekāyı bekāsınca Allah’tan bulmuştur. نه ل ,Zîrâ yoktan var edip istediği mikdâr ibkā eden Allah’tır الموجد والمبقي ال غيرgayrı değildir.

[هر چه بندى خيال ازان برتر] نه عرض ذات او و نى جوهر 17

Allâh’ın zât-ı şerîfi ne araz ve ne cevherdir.59 Zîrâ araz kendi zâtıyla kāim olmayıp onu mukavvim ve muhassıl bir mahalle muhtâcdır.60 Cevher, cüz’-i lâ-yetecezze’ ismidir. Cüz’-i lâ-yetecezze’ mütehayyizdir ve cisimden cüz’dür. Hak Teâlâ hazretleri ise tahayyüzden ve cisimden müteâlîdir.61

ا ز احتیاج و نیاز او مبر همه محتاج او نشیب و فراز 18

Cemî’-i vücûh ile yerler ve gökler yâhud ednâ vü a’lâ Allah Teâlâ hazret-lerine muhtaçdır. غني عن العالمين Allâhü azîmü’ş-şân] (Âl-i İmrân 3/197) فإن الâlemlerden müstağnîdir.] mûcebince mûcid-i eşyâ ve muhdis-i mümkinât

56 Y: +demek olup.57 Y: +eşref-i eşyâ ve ekrem-i mahlûkāt olan insan.58 Y: ahsen-i sûretten halk ve nakş olması nâçâr nakkāş-i hakîkatten lâbüddür ve cemî’-i

mâsivânın vücûdu Allah’a müsteniddir.59 Y: Allâh’ın zâtı araz değildir ve cevher değildir, ikisinden bile münezzehdir.60 Y: muhtâc olana derler.61 Beytin ikinci mısrâsı matbû nüshada ve yazmada yazılmamış, muhtemelen bu sebeple Tâhirü’l-

Mevlevî tarafından beytin tercümesi yapılmamıştır.

Page 16: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

134

M. Nedim TAN

olan Allah Teâlâ hazretleri gınâ-yı zâtî ile cümleden müstağnî ve bî-niyâzdır ve ihtiyâc nisbetinden müberrâdır.

یافت زو جمله کائنات وجود ل او بود و کائنات نبود او 19

Allah Teâlâ var idi, kâinât ve mevcûdât yok idi. قديم ال ابتداء لوجوده وال انتهاء خر ل واال و ,ya’ni Vâcibü’l-vücûd kadîmdir له إذ لو كان حادثا الحتاج إلى محدث هو الibtidâsı yoktur intihâsı olmadığı gibi. Cemî’-i mâsivâ ve mahlûkāt yok iken Allah Teâlâ hazretleri var idi. Allâh’ın vücûdundan cümle kâinât vücûd buldu. Nitekim {4b} ا فأحببت أن أعرف فخلقت الخلق لعرف

-Ben giz] كنت كنزا مخفي

li bir hazîne idim; bilinmeğe muhabbet ettim; halkı bilinmem için yarattım.]62 hadîs-i şerîfi delâlet eder.63

کنه او را جز او نداند کس آخر او ماند و نماند کس 20

-Cemî’-i eşyâ helâk olucu fânîdir, an] (el-Kasas 28/88) كل شيء هالك إال وجههcak zât-ı Hudâ bâkîdir.]ار القه الواحد ل اليوم الملك لمن (el-Mü’min 40/16) [Bu günde mülk kimindir? Ol vahdâniyetle mevsûf, halkı imâte ile kahr edici Allah Teâlâ’nındır.] كرام وال الجالل ذو ربك وجه -Rûy-i arz] (er-Rahmân 55/27) ويبقى da zîrûh ve mürekkebâtın cümlesi fânîdir. Ve azamet ve müstahakkına ikrâm sâhibi olan Rabb’in azze şânuhûnun zâtı bâkîdir.] muktezâsınca sultân-ı ahadiyyet zuhûrunda ve âlemin inkıtâı zamânlarında cemî’-i mâsivâ ve cümle mümkinât fenâ-pezîr ve helâk-ı küllî ile helâk ve in’idâm-ı zâtî ile mün’adim oldukta Allah Teâlâ’dan gayrı bâkî kalmaz. Ya’ni zât-ı Bârî’den gayrı olan mevcûdâtın vücûd-ı zıllîsi muzmahil ve zâil olur. Allâh’ın zâtı künhün Allah’tan gayrı kimesne bilmez. Zîrâ kemâlât-ı ilâhiyye ve maârif-i Rahmâniyye’nin alâ-kadri’l-imkân bilinmesi esmâ vü sıfâtı iledir, zâtıyla bilinmek gayrıya müyesser değildir. Nitekim denilmiştir: Mısra’:64 Hemîn Allâh’ı bilir yine Allah.65 Kemâ kāle Şeyhüne’l-ekber fi’l-Fütûhât:66

62 Ahmed Gazzâlî, et-Tecrîd fi kelimeti’t-tevhîd, tah. Ahmed Mücâhid, Tahran: Danişgâh-ı Tah-ran, 1384hş., s. 25.

63 Y: hadîsine işârettir ki bu sebeble mübdî-yi kâinât olduğun bildirir.64 Y: +mısra’.65 Bu mısra Lâmiî Çelebi’nin (ö. 938/1532) Şevâhidü’n-nübüvve Tercümesi’nde geçer:

Bu sırdan hiç cân olmadı âgâh Hemîn Allah’ı bilir yine Allah

Eğerçi söylemiş ehl-i tarîkat Hakk’ı Hak’dır bilen elhak hakîkat

Bk. Tercüme-i Şevâhidü’n-nübüvve, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1293, s. 5.66 Y: Şeyh-i Ekber hazretleri Kitâb-ı Fütûhât’ında buyurmuşlar.

Page 17: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

135

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

فإنه سبحانه اليشبه شيأ ، يأخذه حد ببرهان وال يعلم بدليل وال ا العلم بحقيقة ذاته فممنوع ال وأم

وال يشبهه شيء.

“Zâtî hakîkati ile Allâh’ı bilmek memnû’ ve muhâldir. Zîrâ delîl ve burhân ile müberhen ve had ile mahdûd değildir.67 Allah Teâlâ bir nesneye benzemez, dahi O’na bir nesne benzemez.”68 [6]

ليس شيء كمثله أبدا از همه در صفات و ذات خدا 21

Cümleden Allâh’ın sıfâtında ve zât-ı şerîfinde bir nesne yoktur Allâh’ın misli {5a} gibi dâimâ. Zîrâ evsâf-ı ilâhiyye meselâ ilim ve kudret ve sem’ ve basar mahlûkun evsâfından bir mertebe ecell ü a’lâdır ki mahlûkta irâdesi mümkin olmaz.69

Fî vahdetihî sübhânehû ve teâlâ

وحدتی برتر از شمار و عدد واحد است او بذات خویش و احد 22

Allah Teâlâ birdir kendi zâtında, dahi ahaddir, ya’ni zât-ı şerîfi vahdâniyet ile muttasıftır, şerîki yoktur. Zîrâ inde’l-mütekellimîn vâcibü’l-vücûd mefhûmu zât-ı vâhide sâdıktır ve burhân-ı meşhûr-ı temânu’ iledir.70 لفسدتا تعالى: لو كان فيهما آلهة إال ال Eğer semâvât ve] (el-Enbiyâ 21/22) كما قال الarzda Allah Teâlâ’dan gayrı âlihe olaydı âsumân ve zemîn ve onlara fesâd vâki’ olurdu.] Bir vahdet ile muttasıftır ki şumâr u adedden yücerekdürür, ya’ni vahdet-i zâtında aded mutasavver değildir.

67 Y: delîl ve burhânla bilinir değildir ve hudûd ile mahdûd değildir.68 “Hak, mutlak varlık ile nitelenmiştir. Çünkü O, her hangi bir şeyin nedenlisi olmadığı gibi bir

şeyin nedeni de değildir. Bilakis O, özü gereği var olandır. O’nu bilmek, varlığını bilmekten ibarettir. Varlığı ise O’nun zâtından başka bir şey değildir. Bununla beraber, Hakk’ın zâtı bilinemez, fakat O’na nispet edilen nitelikler bilinir. Burada, anlamların niteliklerini kastet-mekteyim ki, bunlar yetkinlik özellikleridir. Zâtın hakikatini bilmek imkansızdır. Çünkü O, delil ile ya da aklın kanıtlama yöntemiyle bilinemez ve herhangi bir tanıma girmez. Çünkü hiçbir şey Hakk’a benzemediği gibi O da hiçbir şeye benzemez. Eşyanın benzeri olan kimse hiçbir şeyin benzemediği ve hiçbir şeye benzemeyen varlığı nasıl bilebilir ki? O halde, senin Allah’ı bilmen ‘O’nun benzeri gibi yoktur’ (eş-Şûrâ 42/11) ve ‘Allah sizi kendisinden sakındı-rır’ (Âl-i İmrân 3/28, 30) tarzında olabilir. Nitekim şeriatta Allah’ın zatı hakkında düşünmek yasaklanmıştır.” Fütûhât-ı Mekkiyye, I, 83 (6. bâb) [trc. I, 342-343].

69 Y: ecell ü a’lâdır mahlûkun evsâfından bir mertebe ki irâde münâsib yoktur.70 Y: Zîrâ Vâcibü’l-vücûd mefhûmu zât-ı vâhid-i sâdıktır mütekellimîn arasında meşhûr olan

burhân-ı temânu’ ile ki.

Page 18: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

136

M. Nedim TAN

از عدد فارغست و از معدود هر که را وحدتش شود مشهود 23

Her kimse ki vahdet-i zâtı meşhûd u ma’rûf ola, ol ferd-i meşhûd sayı-dan ve sayılmadan fâriğ ve münezzehdir.

م اشتراك که کند کس توه تش بود زان پاك ساحت عز 24

Allâh’ın gālibiyeti serâpâ ondan pâktır ki kimse Allah Teâlâ’ya şerîk ol-mayı tevehhüm eyleye; ya’ni Hak celle ve alâ hazretleri ulûhiyette münfe-riddir; ve şerîk u nazîri vardır diye kimsenin vehmine gelmez, fe-keyfe ki hakîkatte ola. Nitekim Hazret-i Mevlânâ (kuddise sırruhû) buyurmuşlar-dır. Mesnevî:

در خداوندى كسى ديگر شريك گفت حاشا كه بود با آن مليك

بندگانش را جز او ساالر نى واحد اندر ملك او را يار نى

شركتش دعوى كند جز هالكى نيست خلقش را دگر كس مالكى

غير اگر دعوى كند او ظلم جوست اش من اوست نقش او كردست و نق

[Mûsâ (a.s.) Fir’avn’ın nokta-i nazarını cerh ve red için buyurdu ki: Ey Fir’avn, sen kendini kādir ve mutasarrıf ve sâhib, mâlik tasavvur edip, sana karşı hak söz söyleyeni serkeş addediyorsun; bunu bil ki o Melîk’e ve Mâlik-i hakîkîye sâhiblikde ve efendilikde hiçbir kimse ortak olamaz. O’nu böyle bir şirkden tenzîh ederim! Vücûdda vâhiddir, mülkünde O’nun yâri ve arkadaşı yokdur. O’nun kullarına zât-ı ulûhiyyetinden başka hükm eden bir reîs ve ku-mandan yokdur. Zât-ı Vâcibü’l-vücûd’un mahlûkātına kendisinden başka bir mutasarrıf ve bir mâlik yoktur ki, mülküne iştirâk edip tasarrufunda ortak ol-sun, binâenaleyh ona karşı şirket ve ortaklık da’vâsı ancak hâlik ve fânî olan bir mahlûk tarafından olur; ve bu da o ahmağın had-nâşinaslığı olur. Bu vücûd-ı izâfî âleminin sûretlerini O, nakış ve tersîm etmiştir. Bu sûretler O’nun Musav-vir ism-i şerîfinin mezâhiridir. Ben de o sûretlerin biriyim; binâenaleyh benim nakkāşım da O’dur. Eğer bir başkası çıkıp “senin cismini ben besledim, büyüt-tüm” diye da’vâ ederse, o kimse, zulüm yapmak isteyen bir kimsedir.]71 {5b}

تنگنای محال شد جایش ره بامکان نیافت همتایش 25

İmkân yol bulmadı Allâh’ın hemtâsı, muhâl darlığı oldu hemtâsının

71 Beyitler ve izahlı tercüme için bk. Ahmed Avni Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, VIII, 153-154.

Page 19: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

137

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

yeri; ya’ni sâni’-i âlem olan perverdigâr-ı mütevahhidin misli ve şebîhi ve nazîri olmak muhâldir. Zîrâ taaddüd-i ilâhın muhâl ve mümteni’ olmasına burhân-ı temânu’ idi ki zikrolundu.72

کی بماندی جهان بدین قانون گر خدا بودی از یکی افزون 26

Eğer Tanrı birden ziyâde olaydı, cihân bu üslûb üzere kaçan kalırdı. Sâbıkan zikrolduğu vech ile beyne’l-mütekellimîn isbât-ı vahdâniyyet-i ilâhiyyede meşhûr olan temânuun73 takrîri budur ki74 eğer Allah Teâlâ iki olmak [7] mümkün olaydı aralarında temânu’ ve tezâd olmak müm-kün olurdu. Biri Zeyd’in hareketin, biri sükûnun diler idi.75 Zîrâ hareket ve sükûn nefsinde emr-i mümkindir. Bu takdîrce ikisi bile olursa ictimâ’-ı zıddeyn lâzım gelir. Yâhud ikisi maan olmayıp biri olsa ol gayrın aczi lâzım gelirdi ki bu dahi hudûs ve ihtiyâc alâmet ve râyihasıdır. Bu sebebden bir-den ziyâde olması muhâli müstelzim olan temânuu müstelzimdir.76

Ve zikrolan burhân-ı temânu’ âyetinin mantûku hüccet-i iknâiyyedir, hüccet-i kat’iyye değildir nefs-i akla göre, hüccettir âdete göre, zîrâ âdet-i câriyedir temânu’ ve tegālübün vücûduna hâkimin taaddüdü katında; ni-teki Kur’ân’da ولعال بعضهم على بعض (el-Mü’minûn 23/91) buyurulmuş, {6a} ya’ni eğer yerlerde أي لو كان فيهما آلهة لعال بعضهم على بعض أي لغلب بعضهم على بعضve göklerde Allahlar olaydı Allah Teâlâ’dan gayrı Allahların ba’zısı ba’zısı üzere gālib olurdu ve fesâd olurdu. Maksûd bi’l-fiil fesâddır; ya’ni yerlerin ve göklerin nizâm-ı müşâhedden hurûcu lâzım gelirdi.77

تار و پود بقا گسسته شدی در فیض وجود بسته شدی 27

Vücûdun feyiz kapısı kapanmış olurdu, ya’ni tecelliyât-ı esmâ vü sıfât olmazdı. Bekānın aslı üzülmüş78 olurdu, ya’ni mevcûdât ma’dûm olurdu.

72 Y: Zîrâ taaddüd-i ilâhın muhâl ve mümteni’ olmasına burhân-ı temânu’ ki لو كان فيهما آلهة إال ال.âyetidir (el-Enbiyâ 21/22) لفسدتا

73 Burhân-ı temânu’ için ayrıca bk. Giritli Sırrı Paşa, Şerh-i Akāid Tercümesi, I, 213 vd.74 Y: Ehl-i kelâm arasında Allâh’ın vahdâniyetin isbât etmekte delîl-i meşhûr ve burhân-ı

temânu’dur, takrîri budur ki.75 Y: Biri birinin hareketin ve sükûnun dileye.76 Y: aczi lâzım gelir ki hudûs alâmetidir ve ihtiyâc râyihası olduğundan ötürü Allah Teâlâ birdir,

birden ziyâde olması muhâldir.77 Yalnızca yazma nüshada yer alan bu paragraf Şerhü’l-Akāid metninden hareketle yazılmıştır.

Bk. Giritli Sırrı Paşa, Şerh-i Akāid Tercümesi, I, 224-225.78 M: urulmuş. “Üzülmek (اوزولمك): Kopmak, koparılmak, kırılmak, kopup dağılmak, bozul-

Page 20: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

138

M. Nedim TAN

Zîrâ her mevcûdun mûcide ihtiyâcı olduğu gibi mubkîye dahi ihtiyâcı ol-duğu zikrolundu.

بلکه بیرون نیامدی ز عدم همه عالم شدی عدم باهم 28

Cemî’-i âlem bi’l-külliye yok olurdu. Belki evvelden dahi ademden taşra gelmezdi; ya’ni ketm-i ademden fezâ-yı vücûda hurûc etmezdi ve mümkinât mütekevvin olmazdı.

که دو شه را چو جا شود یك شهر داند آنکس ز عقل باشد بهر 29

Taaddüd-i ilâhın muhâl ve mümteni’ olduğunu akıldan nasîbi olan ol kimse bilir ve istidlâl eder ki,79 iki pâdişah çünki bir şehir duracak yer ola, ya’ni ikisi bir şehirde hükm eyleye;

رخنه در کار خاص و عام افتد سلك جمعیت از نظام افتد 30

Cem’iyyet dizisi nizâmdan düşer, hâss u âmın işine gedik80 düşer. Kemâ kāle Sa’dî (rahmetullâhi aleyh):81

و دو پادشاه در اقلیمی نگنجد ده درویش در گلیمی بخسبند

[On derviş bir kilimde yatıp uyurlar da iki padişah yedi iklimden birine sığmaz.]82 {6b} fehvâsınca iki pâdişâh bir şehirde, bir vilâyette ittihâd ve imtizâc etmeyip temânu’ ve tegālüb ve ihtilâfları sebebiyle âmme-i nâsın ahvâl ve a’mâline kemâl-i ihtilâl ve i’tilâl vâki’ olur idi; taaddüd-i ilâh dahi ancılayındır.83 Mâlik-i hakîkî olan Cenâb-ı Hakk’ın mülkünde şerîk u enbâz ittihâz etmeyeceği bundan kıyâs oluna.84

İşâret ilâ sıfâtihî sübhânehû ve teâlâ

بنعوت جالل معروفست بصفات کمال موصوفست 31

mak, kesilmek, sökülmek, uzaklaşmak.” Yeni Tarama Sözlüğü, s. 226.79 Y: Bilir ol kim onun aklından nasîbi ola, taaddüd-i Allâh’ın muhâl ve mümteni’ olduğun delîl-i

aklî ile istidlâl eder.80 “Gedik, gedük (گدك): Eksik, noksan, ihtiyaç. Çatlak, yarık, gedik.” Yeni Tarama Sözlüğü, s. 90.81 Y: –kemâ kāle Sa’dî (rahmetullâhi aleyh).82 Sûdî-yi Bosnevî, Gülistan Şerhi, haz. Ozan Yılmaz, İstanbul: Çamlıca Basım Yayın, 2012, s.

119.83 Y: +taaddüd-i ilâh dahi ancılayındır.84 Y: +İmdi sâni’-i âlem Allah Teâlâ hazretleri ulûhiyette mütevahhid ve müteferriddir.

Page 21: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

139

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Allah Teâlâ sıfât-ı kemâli ile mevsûfdur; ve vâcibü’l-vücûd mef-hûmundan ziyâde nesneye delâlet edene sıfât denilir,85 âlimiyyet ve kādiriyyet gibi. بذاته قائمة أزلية صفات Allâh’ın sıfât-ı ezeliyyesi vardır ki وله zât-ı ilâhî ile kāimdir.86 Sıfât-ı kemâlden murâd sıfât-ı sübûtiyyedir. Kemâ kāle Kara Kemâl87 fî hâşiyetihî ale’l-Hayâlî.88 Azamet sıfâtıyla meşhûrdur ki murâd sıfât-ı selbiyyedir. [8] Na’t ile sıfat arasında olan fark umûm ve husûsdur,89 mâ-tekaddemde ma’lûm oldu.

که بود برتر از قیاس و شمار باشد اسماى او چنان بسیار 32

Allâh’ın esmâsı öyle çoktur ki kıyâsdan ve sayıdan ziyâdedir.

هست نسبت بآن جناب اندك در خبر گرچه هست صد کم یك 33

Hadîste eğerçi esmâ-i ilâhiyye “yüzden bir eksik” diye buyurulmuştur. Mesâbîh’de90 واحدا إال مائة اسما وتسعين تسعة ل ya’ni “Allâh’ın doksan dokuz إن ismi vardır, yüzdür bir eksik” diye te’kîdden murâd doksan dokuzdan ek-sik i’tikād olunmamasına tenbîhdir. Zîrâ Allâh’ın esmâsı ve sıfâtı ma’rifeti peygamberden vahiy tarîki ile {7a} me’hûz olduğu cihetle yalnız ilmimiz ve aklımız ile esmâ ve sıfâtta tasarruf edip noksân üzere addetmek câiz olmadığı91 Mesâbîh şerhinde tahkîk olunmuştur.92 Ol Cenâb-ı İzzet’e nis-bet azdır. Bu işârettir ki Hazret-i Risâlet (aleyhisselâm) doksan dokuz bu-yurduğundan hasr ve nefy-i mâadâ murâd değildir. Belki doksan dokuzu lafız cihetinden eşher ve ma’nâ cihetiyle azhar olmakla tahsîs bi’z-zikr olunmuştur.93 Yoksa esmâullâhın hadd ü hasrı yoktur. Ve dahi تسعة ل إن الجنة دخل أحصاها من اسما hadîs-i şerîfinde ashâb-ı maânîden bir tâife وتسعين

85 Y: Vâcibü’l-vücûd mefhûmundan ziyâdesine delâlet ede, sıfât denilir.86 Bu cümle Nesefî Akāid’inde geçer. Bk. Giritli Sırrı Paşa, Şerh-i Akāid Tercümesi, II, 2-14.87 Kara Kemal (Kemâleddin İsmâil Karamânî) (ö. 920/1514), Hayâlî (ö. 875/1470 [?]) ve Molla

Hüsrev’den (ö. 885/1480) ders görmüş, daha çok hâşiye türünde eser verdiği anlaşılan bir müelliftir. Bk. Bursalı Mehmed Tâhir Bey, Osmanlı Müellifleri, II, 6-7. Hayâlî’nin Hâşiye alâ Şerhi’l-Akāidi’n-Nesefiyye’si üzerine yazdığı hâşiyenin pek çok yazma nüshası mevcuttur. Gi-ritli Sırrı Paşa da yer yer bu hâşiyeye atıf yapar.

88 Y: Kara Kemal’de musarrahdır. 89 Y: +umûm ve husûsdur.90 Y: +Mesâbîh’de.91 Y: tarîki ile elindeki için bize câiz değildir, yalnız ilmimiz ve aklımız ile esmâ ve sıfâtta tasar-

ruf edip noksân üzere addetmek.92 Bk. Ali el-Kārî, Mirkātü’l-mefâtîh, V, 166-167.93 Y: bi’z-zikr murâd eder.

Page 22: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

140

M. Nedim TAN

demişlerdir ki bu hadîs kazıyye-i vâhidedir. Peygamber’in دخل أحصاها من تسعة وتسعين اسما kavli munfasıl değildir الجنة من أحصاها kavlinden. Belki إن ل kavli esmâ-i ma’dûdenin vasfı mevkiinde94 vâki’dir. Fasl-ı evvelde دخل الجنةkelâm tamâm olmaz, illâ fasl-ı âhire murtabıt olduğu hâlde. Bunun nazîri budur ki, bir kimse der ki ضياف فال يدل على أنه ال يملك ها لل إن لفالن ألف شاة أعد Ya’ni: Bir kimse der ki fülân kimsenin bin koyunu vardır, ancılayın bin غيرهاkoyun ki onu konukları için hazırlamıştır. Konukları için hazırlanmayan koyunlar nice nice olmak mümkündür. İşte hadîs-i şerîf ma’nâsı bu olur ki Allâh’ın doksan dokuz ismi vardır ve esmâyı ihsâ eden95 {7b} kimesne cennete girer. Kezâ vakaa fî Şerhi’l-Mesâbîh.96

نیست اندر هزار و یك محصور ورچه باشد هزار و یك مشهور 34

Eğerçi meşhûr olan bin bir isimdir lâkin, bin birde mahsûr değildir, kıyâs u adede gelmez.

همه با ذات او نه غیر نه عین همه پاك از شر و بری از شین 35

Allâh’ın esmâ ve sıfâtı şer ve ârdan pâk ve berîdir. Cümlesi Allâh’ın zâtı ile kāimdir, ne aynıdır ve ne gayrıdır. غيره Ya’ni Allâh’ın sıfâtı وهو ال هو وال zâtının aynı değildir ve gayrı dahi değildir;97 ve kıdem-i gayrdan tekessür-i kudemâ dahi lâzım gelmez. [9]

İşâret be-hayât

که امام همه صفات آمد از صفاتش یکی حیات آمد 36

Allâh’ın sıfât-ı ezeliyyesinden biri hayât geldi. Hayât bir sıfat-ı ezeliy-yedir, mevsûf için sıhhat-i ilmi îcâb eder ki cemî’-i sıfatların muktedâ ve pîşvâsıdır, ya’ni sâir sıfât onun vücûduna mevkūfdur.

بلکه او زنده هم بخویشتن است 37 نه حیاتش بروح و نفس و تن است

Allâh’ın diriliği rûh ve nefs ve ten ile değildir mâsivâ ve mahlûkātın

94 Y: vaz’ mevkiinde.95 Y: ancılayın esmâdır ki bunları ihsâ eden.96 Y: Bu tahkîkātın cümlesi Mesâbîh şerhindendir. Krş. Ali el-Kārî, Mirkātü’l-mefâtîh, V, 166-

167.97 Bk. Giritli Sırrı Paşa, Şerh-i Akāid Tercümesi, II, 14 vd. Müellif, hayat, ilim, irâde, kudret, sem’,

basar ve kelâm sıfatları hakkındaki tarif cümlelerini büyük oranda Şerhü’l-Akāid metninden tercüme etmiştir.

Page 23: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

141

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

diriliği gibi. Belki Hak Teâlâ’nın hayâtı kendi iledir, ya’ni zâtı iktizâsı iledir, gayrıdan değildir mümkinâtın gibi.98

زندگان دگر باو زنده او بخویش زنده ایست پاینده 38

Sâni’-i âlem kendi zâtıyla diridir dâimen ve ebeden. بحياته -ken حي di hayâtıyla Hay’dır. Allah’tan gayrı dirilerin diriliği Allah iledir ve bunu nusûs-ı kātıa müsbittir.

İşâret be-ilim

علمی از سبق جهل و فکرت دور هست بعد از حیات علم و شعور 39

{8a}99 Allâh’ın hayâtından sonra ilim ve şuûru sıfatı vardır; ya’ni ilim dahi bir sıfat-ı ezeliyyedir ki ma’lûmâta taalluk vaktinde ma’lûmât münke-şif olur.100 Allâh’ın ilmi bir ilimdir ki cehilden ve fikirden sonra olmakdan ırâkdır, ya’ni mümkinât ilmi gibi cehil ve fikir ile mesbûk değildir.

متجاوز ازان بجزئیات یات متعلق بجمله کل 40

Allâh’ın ilmi külliyâtın cümlesine müteallikdir; külliyâtdan cüz’iyâta mütecâvizdir. ــماء ال يخفــى عليــه شــيء فــي الرض وال فــي الس عــن علمــه: إن ال كمــا أخبــر ال(Âl-i İmrân 3/5) “Allah Teâlâ’ya yerde ve gökde bir şey hafî değildir.” Ni-tekim Tefsîr-i Kādı’da وكفــرا إيمانــا ــا ــا كان أو جزئي ي

كل العالــم فــي كائــن ’vâki أي شــيء olmuştur.101 Meâli “âlemde ne ki var ise küllî ve cüz’î, îmân ve küfür, ilm-i ilâhîden hafî olmayıp ma’lûmudur” demektir.

که نه علمش بود محیط بآن ه اى نیست مکین و در مکان ذر 41

Mekîn ü mekânda bir zerre yoktur ki ilm-i ilâhî onu ihâta etmeye ve bilmeye. Muhît, faîl bi-ma’nâ fâildir, cemî’-i avâlimde ve arş u ferşde ve arşîlerde vü ferşîlerde zerre mikdârı Allah Teâlâ’nın ilminden hâric olma-yarak cemî’sini muhîttir demektir.

عدد برگهای بستانها عدد ریگ در بیابانها 42

98 Y: +mümkinâtın gibi.99 Yazmada varaklar numaralandırılırken bir sayfa atlanmıştır. Dolayısıyla burada mevcut nu-

maralandırmayı değil sayfa düzenini takip ettik. 100 Y: Ya’ni ilim dahi bir sıfat-ı ezeliyye, ma’lûmât münkeşif olur ilim sıfatı ma’lûmâta taalluk

ettiği vakitte.101 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, III, 8.

Page 24: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

142

M. Nedim TAN

Beyâbânlarda olan kum sayısı, dağlarda ve bağlarda ve berr ü beyâbânda olan evrâk u eşcâr sayısı;102

همه در علم او بود حاضر همه نزدیك او بود ظاهر 43

Bu zikrolunan eşyânın cümlesi Allâh’ın ilmi katında zâhir ve âşikâredir. Cemîi103 Allâh’ın ilminde hâzırdır, {8b} kemâ yedüllü aleyhi ayetü’l-mezkûre (Âl-i İmrân 3/5).104

İşâret be-irâde

خواستی الیزال از105 کم و کاست وز پی آن بود ارادت و خواست 44

İlim sıfatından sonra [10] irâdet ve meşiyyet sıfât-ı ilâhiyyedendir. رادة والمشــية همــا عبارتــان عــن صفــة فــي الحــي توجــب تخصيــص أحــد المقدوريــن فــي أحــد الســبة القــدرة إلــى الــكل ya’ni:106 “İrâdet ve meşiyyet hayy الوقــات بالوقــوع مــع اســتواء النve zîrûhda bir sıfatdan ibârettir ki kudret nisbeti makdûrâtın cümlesine göre berâber iken iki makdûrdan birinin vakitlerinden bir vakitde vâki’ ol-masının tahsîsin îcâb eder.”107 Ancılayın meşiyyet kim ezelîdir ve zevâl ü noksân kabûl edici değildir.

نوبنو در جهان شود پیدا فعلهایی که از همه اشیا 45

Cemî’-i ef ’âl ki cümle eşyâ vü mevcûdâtdan yeni yeni ve her ân ve her zamân âlemde zâhir olur.

ور طبیعی بود چو میل شجر گر ارادی بود چو فعل بشر 46

Gerek irâdeti ile ola âdemoğlanı işi gibi, gerek tabiî olsun ağacın meyli gibi.

مبتنی بر کمال حکمت اوست منبعث جمله از مشیت اوست 47

102 Y: Kum sayısın beyâbânlarda, bostânların yaprakları sayısı; ya’ni dağlarda ve bağlarda ve berr ü beyâbânda olan evrâk ve eşcâr.

103 Y: Dükelisi. “Dükeli (دوكلى): Hep, hepsi, bütün, cümle, herkes.” Yeni Tarama Sözlüğü, s. 74. Matbû nüshadaki cemî’ kelimesi yazmada yer yer dükeli şeklinde kayıtlı olup buna her geçtiği yerde işaret edilmemiştir.

104 Y: mâfevkde zikrolunan âyet-i kerîme ma’nâsıdır.105 Y: بى106 Y: İrâde ve meşiyyet hayy ve zîrûhda bir sıfattan ibârettir, iki makdûrdan birinin vakitlerden

bir vakitte vâki’ olmasının tahsîs îcâb eder, kudret nisbeti makdûrâtın cümlesine göre berâber iken.

107 Bu cümle Teftazânî’ye aittir. Bk. Giritli Sırrı Paşa, Şerh-i Akāid Tercümesi, II, 62.

Page 25: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

143

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Bu ef’âl-i irâdiyye ve tabîiyye cümlesi Allâh’ın dilemesinden kopar. Allâh’ın kemâl ve hikmeti üzerine yapılmıştır.

نگسلد بی مشیتش تاری نخلد بی ارادتش خاری 48

Allâh’ın irâdeti olmayıcak bir diken batmaz. Allâh’ın meşiyyeti olmayı-cak bir kat iplik uzalmaz, ya’ni ef ’âl-i zaîfe ve hakîre dahi irâdeti ve meşiy-yetiyledir. {9a}108

که سر مویی از جهان کاهند فی المثل گر جهانیان خواهند 49

Meselâ eğer cihân halkı dilese ki cihândan bir kıl ucu mikdârı eksik edeler;

نتوان کاستن سر یك مو گر نباشد چنان ارادت او 50

Eğer eksik olmak Allah Teâlâ’nın murâdı olmaz ise kıl ucu mikdârı ek-siklik mümkün değildir.

ه اى بیفزایند که بر آن ذر ور همه در مقام آن آیند 51

Eğer cemî’-i cihân halkı ol makāma geleler, ya’ni ittifâk edip kasd-ı küllî edeler, ki ol cihân mevcûdâtı bir zerre artıralar;

ه اى افزود نتوانند ذر ندهد بی ارادت او سود 52

Allâh’ın irâdeti ve meşiyyeti olmayıcak fâide vermez. Cemî’-i cihân halkı bir zerre artırmaya kādir olmazlar. Ya’ni ahvâl-i mevcûdât irâdet ve meşiyyet-i Hakk’a bağlıdır. Bundan cebre ikrâr lâzım gelmez. Nitekim Mevlânâ Mesnevî’de buyurmuşlardır:

حاكم آمد در مكان و ال مكان كان حاش ل ايش شاء ال

در نيفزايد سر يكتاى مو هيچ كس در ملك او بى امر او

كمترين سگ بر درش شيطان او ملك ملك اوست فرمان آن او

[Allâh’ı ayıbdan ve aczden ve noksanlardan tenzîh ederim. Allah Teâlâ her neyi murâd ettiyse o şey oldu ve vücûda geldi. Mekânda ve âlem-i keserât ve taayyünâtta ve lâ-mekânda, âlem-i gaybda hâkim olan ancak Hak Teâlâ haz-retleridir. Hiçbir kimse O’nun mülkünde O’nun emri ve irâdesi olmaksızın bir

108 Yukarıda işaret ettiğimiz üzere yazmaya göre bu varak 8a olarak numaralıdır, fakat biz sayfa sırasını dikkate alarak varak numaralarını belirttik.

Page 26: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

144

M. Nedim TAN

kat kıl ucu, ya’ni bir zerre bile ilâve edip ziyâde edemez! Mülk O’nun mülküdür ve fermân O’nun fermânıdır. O’nun izzet ve azametinin kapısında en aşağı ve en hakîr köpek onun yarattığı şeytândır.]109 [11]

İşâret be-kudret

بر مراداترا همه شامل بعد ازان قدرتی بود کامل 53

İrâdet ve meşiyyetten sonra sıfat-ı ilâhiyye kudret kâmil olur. Kud-ret bir sıfat-ı ezeliyyedir ki taalluk ettiği vakitte makdûrâtta müessirdir, cemî’-i murâdât üzere şâmil ve câmi’dir.

ط آلت کارگر بی توس در همه کار و در همه حالت 54

Cümle işlerde ve cemî’-i hâlâtda Allah Teâlâ âletsiz ve vâsıtasız110 hâlık ve fâildir. Nitekim Hazret-i Mevlânâ Mesnevî’de buyurmuştur: {9b}

زاده صد گون آلت از بى آلتى حضرت محض آردت بى صورتى

Ya’ni: “Yüz nev’ âlet doğar âletsiz halk eyleyen Allah’tan.”111

ۀ وجود کشید رخت با خط اثر آن بهر عدم که رسید 55

Allâh’ın kudreti eseri her ma’dûma ki erişti, ol ma’dûm rahtın ve azîmetin vücûd mülküne çekti, ya’ni mevcûd ve mahlûk oldu.

İşâret be-sem’ u basar

هست جز علم معنئ دیگر هر یك از وصف او ز سمع و بصر112 56

Sem’ ve basar sıfatından her biri, فينكشــف بالمســموعات ــق تتعل صفــة وهــي تعالــى للبــاري -Ya’ni işitmek bir sıfat-ı ezeliyyedir, mesmûâta ta المســموعات alluk etmekle mesmûât Allah Teâlâ’ya münkeşif olur. Görmek dahi bir sıfat-ı ezeliyyedir mubsarâta taalluk ettikde idrâk-i tâmm ile mubsarât idrâk olunur. Lâkin tahayyül ve tevehhüm üzere değil. وبصيــر بســمعه ســميع

109 Beyitler ve tercüme için bk. Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, X, 263.110 Y: +ve vâsıtasız.111 “Sûretsizlik âlemini ilmen ve fennen tahayyül ettiğin vakit, sana hâlis ve sâf bir hayret

getirir... Binâenaleyh yüz türlü âlet ve esbâb âletsiz ve maddesiz olarak vücûd-i hakîkî-i Hak’tan peydâ olmuştur.” Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, XII, 568.

112 Y: هر يك از وصف سمع و وسف بصر

Page 27: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

145

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

-fehvâsınca mâsivâ113 gibi değildir. Gayrının semî’ ve basîr olması ta ببصــرهhayyül ve tevehhüm tarîki üzeredir. Dahi hâssenin te’sîriyle ve havânın vusûlüyledir. Hak Teâlâ hazretleri bu zikrolunan esbâb ile vesâitten mü-nezzehdir. İlimden gayrı başka ma’nâ vardır. نكشــاف بهمــا وهمــا صفتــان يزيــد النكشــاف بالعلــم Bunlar iki sıfattır ilimle hâsıl olan inkişâf üzere, bunlar علــى الile inkişâf ziyâde hâsıl olur.

نیست موقوف دیده دیدن او نیست از گوش سر شنیدن او 57

Allah Teâlâ hazretlerinin işitmesi baş kulağından değildir. Allâh’ın görmesi dahi göze mevkūf değildir. Ve’l-hâsıl her gûne ihtiyâcdan berî ve ibâdın evsâfından münezzehdir.114 {10a}

بیند ار روشنست یا تاریك بشنود خواه دور یا نزدیك 58

Allah sübhânehû ve teâlâ işitir, gerek ırâk olsun gerek yakın olsun. Hak celle ve alâ hazretleri görür, eğer gündüzde ya gecede, rûşende ve karanuda.

بیند و داند او ز بیش و ز کم حال هر ممکنی بکتم عدم 59

Cemî’-i mümkinât hâlin adem ketminde iken, ya’ni mevcûd ve mahlûk olmadan, [12] artıkdan ve eksikden Hak sübhânehû ve teâlâ görür ve bilir.

بر زبانش یگان یگان شنود وز سؤال و طلب هر آنچه رود 60

Ve dahi suâlden ve taleb etmekten her nesne ki vâki’ olur mümkin ve mahlûk lisânı üzere, bir bir Hak celle ve alâ hazretleri işitir. تعالــى ــال ال ــا ق كم ســميع عليــم ــه: وال ya’ni “cemî’-i mâsivânın, mevcûd ve (el-Bakara 2/224) فــي حقma’dûmun, akvâl ve ef ’âlin ve harekât ve sekenâtın ve zevâhir ve bevâtının ve alâyin ve serâirin alîm ve semî’dir” demektir.

İşâret be-kelâm

نه بحلق و زبان و کام بود آخرین وصف کان کالم بود 61

Sonraki vasıf ki kelâmdır. ــب بالحروف ــر عنهــا بالنظــم بالقــرآن المرك ــة عب وهــي صفــة أزليKelâm bir sıfat-ı ezeliyyedir, ol sıfatdan hurûfdan mürekkeb olan Kur’ân ile tesmiye olmuş nazım ta’bîr olundu. Kelâm-ı kadîm-i ilâhî mahlûk

113 Y: mâsivâ havâsı.114 Y: Baş kulağından değildir Allâh’ın işitmesi, göze mevkūf değildir Allâh’ın görmesi; ya’ni

cevârih ve a’zâ vâsıtasına muhtâc değildir.

Page 28: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

146

M. Nedim TAN

kelâmı gibi boğaz ve dil ve damak ile hâsıl değildir. ــم بــكالم هــو صفــة وهــو متكلــة ليــس مــن جنــس الحــروف والصــوات Hak celle ve alâ hazretleri bir kelâm ile أزليmütekellimdir, ol kelâm onun sıfat-ı ezeliyyesidir. Hurûf ve esvât cinsin-den değildir. Zîrâ hurûf ve esvât havâdis ve a’râzdandır.115 Hak celle ve alâ hazretleri {10b} ise mahall-i hudûs olmaktan münezzehdir.

تهمت خامشیش الحق نی بکالمش سکوت سابق نی 62

Kelâm-ı ilâhî sükût ile mesbûk değildir, ya’ni ibtidâ sâkit olup son-ra söylemek tarîkiyle. والفــة ــكوت للس منافيــة صفــة Kelâm-ı ilâhî sükût ve وهــي âfete münâfî bir sıfattır. Ebsem olmak töhmeti Allah Teâlâ hazretlerinin kelâmına lâhık değildir.

با عدم گفت نکتهای شگرف حق تعالی چو بی عبارت و حرف 63

Allah sübhânehû ve teâlâ çün ki ibâretsiz ve harfsiz ma’dûm olan nes-nelere derin ve amîk nükteler söyledi;

بفضای وجود رقص کنان عدم آمد ز ذوق آن سخنان 64

Yok olan nesneler Allâh’ın kelâmı lezzetinden geldi vücûd sahrâsına raks ederek. إنمــا أمــره إذا أراد شــيئا أن يقــول لــه كــن فيكــون : تعالــى عــز وجــل كمــا قــال ال(Yâsîn 36/82) “Hak Teâlâ hazretlerinin kavli kaçan bir nesnenin tekvînin dilese ol nesneye tekevven ya’ni ol der, ol nesne fi’l-hâl tevakkufsuz, dahi âlât u harekâta ihtiyâcsız hâdis ve peydâ olur.” Fe-alâ-hazâ bu âyet-i kerîmede olan emr, şân ma’nâsına olmayıp kavl ma’nâsınadır. Kemâ kāle İbn Kemâl Paşa fî tefsîrihî. Nâzım hazretleri dahi ز ذوق آن ســخنان demekle emirden kavl murâd eder. Kudret-i ilâhî kudret-i halk gibi değildir; zerre mikdârı münâsebet olmadığı günden azhardır ve beyâna muhtâc değildir.116

İşâret ilâ ef’âlihî sübhânehû

همه تقدیر او بود ال غیر حادثات زمان چه خیر و چه شر 65

[13] Hayır ve şerden ve îmân ve küfürden zamânede her nesne ki hâdis ve mevcûd olur, mevcûdât ve mahlûkātın cümle işleri gayrın fiiliyle olma-yıp Allâh’ın takdîr ve tahdîdi iledir. {11a} Bu mısra’ Mu’tezile mezhebin reddeder. Zîrâ onlar إن العبــد خالــق لفعالــه ya’ni kul kendi ef ’âlin halk eder der-

115 M: ağrâzdandır. Y: hâdisedir ve a’râzdır.116 Bu cümle matbû nüshada bulunmamaktadır, yazmadan eklenmiştir.

Page 29: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

147

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

ler. يمــان والطاعــة والعصيــان هــا مــن الكفــر وال خالــق لفعــال العبــاد كل ya’ni Hak Teâlâوالibâdın cemî’-i ef ’âlin küfür ve îmân ve tâat ve isyân ne ki var ise halk edici-dir; ve ehl-i sünnet mezhebi dahi budur.

یك بیك هست آفریدۀ او فعل ما خواه زشت و خواه نیکو 66

Bizim işimiz gerek çirkin gerek iyi ve güzel, bir bir ve cümlesi Allâh’ın mahlûkudur. Ya’ni bizim a’mâl ve ef ’âlimiz ve hasenât ve seyyiâtımız ve tâat ve isyânımız küllisi Allâh’ın halkı ve ihdâs ve îcâdı iledir.

این خالف رضا و آن برضاست نیك و بد گرچه مقتضای قضاست 67

İyi ve yaramaz ve îmân ve küfür eğerçi Allâh’ın kazâsı muktezâsıdır. Kazâ, ilm-i ilâhîde a’yân-ı mevcûdât üzerine ezelden ebede değin câriye olan ahvâle vâki’ hükm-i küllîdir. Kader, irâdet-i ilâhiyyenin eşyâya evkāt-ı hâssada taallukudur. Bu mahalde “küfür kazâ-yı ilâhî ile olsa rızâ vâcib olurdu” diye suâl lâzım gelmez. Zîrâ küfür makzîdir, kazâ değildir. Rızâ kazâya vâcibdir, makzîye değil. Küfür ve ef’âl-i kabîha Allâh’ın rızâsı hilâfıdır. Îmân ve a’mâl-i sâliha Allâh’ın rızâsı iledir. Hâlbuki Hak Teâlâ hazretlerinin küfr-i ibâda rızâsı olmadığı müberhendir.117

نیست کس را مجال چون و چرا هر چه خواهد کند ز منع و عطا 68

Hak sübhânehû ve teâlâ men’ u {11b} ihsândan her ne dilerse eyler, kimseye mecâl yoktur çûn ü çirâ etmeye. Ya’ni niçin fülâna in’âm ve ihsân ettin, fülâna in’âm ve ihsân etmedin, mahrûm ettin diye i’tirâz etmeye kimse kādir değildir. مــا يشــاء يحكــم مــا يريــد : يفعــل ال ســبحانه عــز وجــل -el) كمــا قــال الMâide 5/1; İbrâhim 14/27) [Allah Teâlâ, tesbît ve ıdlâlde dilediğini işler ve dilediğiyle hükmeder.] fehvâsınca fâil-i muhtâr olduğuna binâen;118

ظلم باشد ز فعل او مسلوب عدل و فضلست سوی او منسوب 69

Adl u fazldır Allah Teâlâ’ya nisbet olunan; ya’ni ettiği men’ adâlet ve atâ ve ihsânı fazîlet ve merhamettir, yoksa istihkākan değildir. Mahlûk-ı ilâhî vücûd ni’meti şükrüne kādir değildir, fazlen an gayrihî. Zulüm Allâh’ın fi-ilinden meslûb olunmuştur. م للعبيــد ya’ni: “Hak Teâlâ كمــا نطــق بــه: ومــا هــو بظــالkullarına zerre mikdâr zulm etmez.”119

117 Y: وال يرضى لعباده الكفر (ez-Zümer 39/7) Hak Teâlâ küfr-i ibâda râzı değildir.118 Y: +fehvâsınca fâil-i muhtâr olduğuna binâen.119 Bu meâldeki âyetler için Âl-i İmrân 3/182; el-Enfâl 8/51; el-Hac 22/10; Fussilet 41/46; Kāf 50/29.

Page 30: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

148

M. Nedim TAN

İşâret be-vücûd-ı melâike

ل صف مالئکه دان صف او زآنچه از علم آمده بعیان 70

[14] Ol nesne ki ilm-i ilâhîden ayân ve vücûda gelmiştir, evvelki saf melâike safın bil. Nitekim Şeyh-i Ekber (kuddise sırruhu’l-evfer) Fütûhât’ın on üçüncü bâbında120 buyurdu:

ل والنفس و ومنهم العقل ال رواح المالئكة المهيمة في جالل ال أجسام ال ل جسم خلقه ال أو

جسام النورية المخلوقة من نور الجالل. ية وإليها انتهت ال الكل

Ya’ni: “Hak Teâlâ hazretlerinin evvel halk buyurduğu ecsâm Allâh’ın azametinde hayrân ve sergerdân olan melekler ervâhıdır. Akl-ı evvel ve nefs-i külliyye onlardandır ve nefs-i külliyyede nihâyet bulmuştur nûr-ı celâlden yaratılan ecsâm-ı nûriyye.”121 Zîrâ Hak Teâlâ {12a} halkı yarat-mazdan amâda idi. Amâ mazhar-ı ilâhînin evvelkisidir ki onda nûr-ı zâtî zâhir oldu. Amâ dahi nûr-ı zâtî ile munsabığ olıcak melâike-i müheyyemûn sûretleri feth oldu ki âlem-i ecsâm-ı tabîiyyeden evveldir ve mâfevkdir.122 Arş dahi bir mahlûkdur, onları tekaddüm etmemiştir, kezâ nukile anhu.123

120 M: bâb-ı sâlisinde.121 M: ecsâm-ı nûriyyedir.122 M: veyâ fevkdir.123 “Önce nurânî-cisimle başlarsak, Allah’ın yaratmış olduğu ilk cisim, Allah’ın celâlinde

kendilerini yitirmiş melekî ruhların cisimleridir. İlk Akıl ve Tümel Nefs (Nefs-i Kül) onlardandır. Celâl nurundan yaratılmış nuranî cisimler, onlarda biter. Burada, akıldan sonra gelen nefsin dışında başkası vasıtasıyla yaratılmış başka bir melek yoktur. Bunlardan sonra yaratılmış tüm melekler, doğa hükmünün altına girer. Binaenaleyh onlar, kendilerinden yaratılmış olduğu feleklerin cinsindendir ve söz konusu feleklerin imar edicileridir. Unsurlar melekleri de böyledir. Meleklerin son sınıfı ise kulların amel ve nefeslerinden yaratılmış meleklerdir. Şimdi de, –Allah izin verirse– bu bölümde bunları sınıf sınıf zikredeceğiz. Bilmelisin ki: Allah âlemi yaratmazdan önce –ki bu zamansal bir öncelik değil, sadece duyanın zihninde maksadın kendisiyle gerçekleştiği bağıntıyı gösteren bir ifadedir– altında ve üstünde hava bulunmayan Amâ’da idi. Amâ, Hakk’ın zuhur ettiği ilk mazhardır. ‘Allah göklerin ve yerin nurudur’ (en-Nûr 24/35) ayetinde görüldüğü gibi, Hakk’ın zat nuru ona sirâyet etmiştir. Amâ, nur ile boyandığında, Allah doğal cisimler âleminin üzerinde bulunan güçlü meleklerin suretlerini onda açmıştır. Onlardan önce ne Arş ne de herhangi başka bir yaratık vardı. Allah onları yarattığında, kendilerine tecelli etmiş, bu tecelli onlar için gayb haline gelmiş, bu gayb onlar, yani o suretler için ruh olmuştur. Ardından Allah el-Cemîl isminde söz konusu meleklere tecelli etmiş, güzelliğinin heybetinde kendilerinden geçmişlerdir. Artık hiçbir zaman ayılmazlar.” Bk. Fütûhât-ı Mekkiyye, I, 226 (13. bâb) [trc. I, 429].

Page 31: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

149

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Şeyh-i Ekber ol mahalde tahkîk etmiştir.124 Şârihi Dâvûd-ı Kayserî demiş-tir ki ervâh-ı müheyyeme ki akl-ı evvel dahi ervâh-ı efrâd ve kümmel kül-lisi bir safdır, Allah’tan hâsıl olmuştur; ba’zısı ba’zısının vâsıtasıyla hâsıl değildir.125

نا کشیده بکفر و عصیان سر بندگانند جمله فرمانبر 71

Melekler cümlesi Allâh’ın emrin tutucu kullarıdır. تعالــى والمالئكــة عبــاد ال ال يســبقونه .Melekler Allâh’ın kullarıdır, Allâh’ın emriyle işlerler العاملــون بأمــرهيعملــون بأمــره وهــم Allah Teâlâ’ya sebkat etmezler ve] (el-Enbiyâ 21/27) بالقــول O’nun emriyle amel ederler.] يستحســرون وال عبادتــه عــن يســتكبرون el-Enbiyâ) ال 21/19) [O’nun indinde olan melâike-i mukarrebler O’nun ibâdetinde kibr et-mezler ve ibâdetinden usanmazlar.] Küfür ve isyân sebebiyle baş çekmemiş-lerdir ve çekmezler. مــا أمرهــم ويفعلــون مــا يؤمــرون تعالــى: ال يعصــون ال -et) كمــا قــال الTahrîm 66/6) ya’ni: “Allah Teâlâ emrettiği nesnelerde âsî olmazlar, Allâh’ın emrince işlerler, zerre mikdârı isyân ve serkeşlik etmezler.”126

]همیشه از خور و خواب بری[ متصف نی بمادگی و نری 72

Melekler dişilik ve erkeklikle muttasıf değildir. وال بذكــورة يوصفــون وال Nitekim Arab müşrikler melekler Allâh’ın kızlarıdır deyü türrehâta أنوثــةmücâseret etmişlerdir.127 [Yemek-içmekten ve uyumaktan dâimâ berîdirler.]128

مستقر در مقام ال یعصون همه از وصمت عناد مصون 73

Cümlesi inâd aybından saklanmıştır ve sıfât-ı zemîmeden dahi pâklardır. Allah Teâlâ’ya âsî olmamak makāmında karâr edicilerdir; ya’ni hiçbir zamanda Allâh’ın emrine zerre mikdârı âsî olmak yoktur.

در جمال و کمال او هائم بعض اندر شهود حق دائم 74

Meleklerin ba’zısı dâimâ müşâhede-i cemâl-i Hak’dadır. Allâh’ın cemâl ve kemâli müşâhedesinde hayrândır.

عالمی هست و آدمی موجود بيخبر زانکه در نشیمن بود 75

124 Matbû nüshada bu cümle yoktur.125 Dâvûd-ı Kayserî ile ilgili bu cümle yazma nüshada yoktur.126 Bu beyit ve şerhi yazma nüshada yer almaz.127 Y: kızlarıdır dedikleri bâtıldır ve muhâldir.128 Matbû nüshada beytin ikinci mısrası ve şerhi bulunmamaktadır. Yazma nüshada ise beytin

ikinci mısrası وز ذل شهوة هميشه برى şeklinde verilmişse de tercümesi ve şerhi yapılmamıştır.

Page 32: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

150

M. Nedim TAN

[15] Varlık derneğinde ve yuvasında var olan ol şeyden habersiz ki bir âlem vardır ve âdem mevcûddur. Ya’ni o Mevlâ-yı müteâlin cemâli müşâhedesinde ve kemâli mülâhazasında olan melekler bir mertebe müstağraklardır ki bu âlem-i şehâdetin vücûdundan ve âdemoğlanının sübûtundan hiç haberleri yoktur. Belki mütâlaa-i cemâl ve kemâle mahsûrlardır.129 {12b}

با خود و غیر خود نپردازند دیده بر غیر او نیندازند 76

Gözlerin Allah’dan gayrıya atfetmezler, ya’ni nazar etmezler. Kendi nefsleri ve zâtlarıyla, kendilerinden gayrıyla düzetmezler.130 Ya’ni ken-disin ve gayrısın bilerek mukayyed olmayıp dâimâ dîdâr-ı Hak’da vâlih ü hayrân ve sergerdândırlar.

ف در آن صباح و رواح متصر قسم دیگر مدبر اشباح 77

Meleklerin bir kısmı dahi vardır ki mevcûdât tedbîrindedirler. Akşam-da ve sabahta mevcûdâtın tedbîr ve tasarruf hizmetinde olup bir ân ve bir sâat hâlî değillerdir.

در هیاکل تصرف و تدبیر کرده هر یك بموجب تقدیر 78

Meleklerin her biri takdîr-i ilâhî mûcebi iledir, eşkâl-i mahlûkātda ta-sarruf ve tedbîrde; ya’ni Allâh’ın emri ve131 takdîr ve tahdîdi muktezâsınca suver ve nukūş-i kâinâtda amel ederler.

جنبش جسم و جان از ایشانست گردش آسمان از ایشانست 79

Göklerin dönmesi meleklerin tedbîrindendir cisimle cânın hareketi meleklerin vâsıtasıyladır; ya’ni Cenâb-ı Feyyâz-ı mutlak cism ü cânın hare-ketine melekler ta’yîn buyurmuştur.

ز ابر در شهر و دشت و کهساران نفتد قطرۀ نم باران 80

Yağmur neminden bir katre düşmez, şehirde ve sahrâda ve dağlarda132 buluttan;

129 Y: Cemâl mütâlaasından ve kemâl mülâhazasından gayrı bilir değildir.130 “Düzetmek (دوزتمك): Düzelmek, intizama girmek, eski haline dönmek. Yapılmak, tertip,

tanzim olunmak, hazırlanmak.” Yeni Tarama Sözlüğü, s. 77.131 Y: +emri ve.132 Y: +ve dağlarda.

Page 33: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

151

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

کش بآنجا برد که می باید که نه باو فرشته اى آید 81

Ki ol katre ile bir melek gelmeye, ya’ni ol katreyi bir melek getirmedik-çe, ki melek ol katreyi gerek ve lâzım olan mahalle getirir; ya’ni emr-i ilâhî ile her katre melek vâsıtasıyla emrolunduğu yere vâsıl olur.

در چمنها و بیشهای فراخ ندمد برگ تازه اى از شاخ 82

Budaktan {13a} tâze yaprak bitmez, bol ve vâsi’ çemenlerde ve meşe-liklerde;

باشد اندر وجود او مدخل 83 که نه جمعی فرشته را بمثل

Ki bir bölük melekler olmaya meselâ, ol yaprağın vücûdunda medhali ola, ya’ni o meleklerin tâze yaprakta bile medhali olup tedbîrinden hâric olmaya demek olup hâsılı melâikenin kesretine [16] ve her mevcûdda dahl ü tedbîri olduğuna işâretdir.

که باسماء خیش مذکورند از مالئك چهار مشهورند 84

Meleklerden dördü meşhûrdur, ki kendi isimleriyle anılır.

نفخ در صور از اسرافیل است وحی و تنزیل کار جبریل است 85

Vahiy ve kitâb indirmek Hazret-i Cibrîl işidir. Zîrâ meleklerin efdal ve eşrefi ind-i ilâhîde Hazret-i Cebrâîl olmakla ve enbiyâ (aleyhimüsselâm) havâss-ı nâs ve efdal-i insân bulunmakla vahiy ve tenzîl-i kitâb hizmetiyle Hazret-i Cebrâîl’den gayrı melek irsâl olunmadı. Tâ kim mürsel ile mürsel-ileyhim arasında efdaliyyet münâsebeti buluna. Kıyâmetde sûr üfürmek Hazret-i İsrâfîl’dendir, ya’ni onun hizmetidir.

قابض روحهاست عزرائیل کافل رزقهاست میکائیل 86

Rızıkların müvekkili ve müdebbiri ve emîni Hazret-i Mîkâîl’dir; rûhlar kabzedici Hazret-i Azrâîl’dir. Ya’ni emrâz-ı muhtelife ve esbâb-ı mütefâvite vâsıtasıyla bünye-i insânı ve kasr-ı ebdânı tahrîb ve ihlâk eyleyip cevâhir-i ervâhı, heyâkil-i ecsâmı mevcûdâtdan kabz ve ahz eden Hazret-i Azrâîl’dir. {13b}

که نویسندگان خیر و شرند ل بشرند چار دیگر موک 87

Bu dört meleklerden gayrı dört melek âdem evlâdı üzere tevkîl olun-

Page 34: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

152

M. Nedim TAN

muştur ki insandan sâdır olan hayr u şerri yazıcılardır. :كمــا نطــق بــه قولــه تعالــى Üzerinizde a’mâlinizi ketb ü] (el-İnfitâr 82/11-12) كرامــا كاتبيــن يعلمــون مــا تفعلــونhıfz eder meleklerden indallâh kirâm kâtibler vardır ki hayr u şerden işlediğinizi bilirler.]

بر یمین و یسار کرده مقام دو به روزند با وی دو بشام 88

Dört melekden ikisi gündüz ve ikisi geceleyin insan iledirler. İnsanın sağında ve solunda makām etmişlerdir. Ya’ni:

شر و عصیان رقم زند دومین کاتب الخیر آن یکی ز یمین 89

Hayır olan akvâl ve ef ’âlin yazıcısı sağında duran melekdir. Şer ve fesâdı ve günâhı tahrîr ve terkîm eden sol tarafda duran melekdir. :تعالــى كمــا قــال ال ya’ni: “İnsan133 bir söz demez illâ (Kāf 50/18) مــا يلفــظ مــن قــول إال لديــه رقيــب عتيــدkatında hâzır melek durur, ol kimsenin amelini gözler, dahi yazar.” Kādı Beyzâvî buyurur: Melekler şol nesneyi yazarlar ki sevâb yâhud azâb ola. Zîrâ ba’zılar demiştir her nesne yazılır, hattâ hastanın iniltisin bile. Ammâ kavl-i evvel ihtiyâr olunmuştur. Zîrâ hadîs-i şerîfte gelmiştir: Kavlen ve fiilen hayrât ve hasenât kâtibi, şürûr ve seyyiât kâtibi olan melek üzere hâkimdir. Eğer insan [17] bir hasene ve iyilik eylese sağ tarafında olan melek on hasene yazar. Bir seyyie işlese sağında olan solunda olan meleğe “yazma, yedi sâat mikdârı tevakkuf eyle, şâyed tesbîh yâhud istiğfâr eyler” diye emr eder,134 buyurulmuştur.135 {14a} Ve Tefsîr-i Keşşâf’da vâki’ olmuş ki136 insanın hâl-i tagavvut ve cimâ’ında melekler ayrılırlar.

که نمایند خویش را بصور می توانند پیش چشم بشر 90

Melekler kādirlerdir âdemin gözü önünde, ki kendi sûretlerin göstereler; ya’ni melek nice sûretde insana görünmek câizdir diye Meşârık’da ehâdîs-i sahîha gelmiştir.

133 Y: +insan.134 Y: Kavlen ve fiilen hayrât ve hasenât kâtibi olan melek üzere insan bir hasene ve iyilik işlese

sağ tarafında olan melek on hasene yazar, bir seyyie işlese sağında olan solunda olan meleğe yazma, yedi sâat mikdârı zamân tevakkuf eyle, tesbîh eyleye yâhud istiğfâr eyleye deyü emr eder demişler.

135 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, VII, 672-673.136 Krş. Tîbî, Hâşiyetü’t-Tîbî ale’l-Keşşâf –Fütûhu’l-gayb fi’l-keşf an kınâi’r-reyb–, thk. H. M. Vesim

el-Bekrî, Dubai: el-Câize Dübeyyi’d-Devliyye li-Kur’âni’l-Kerîm, 2013, XIV, 539.

Page 35: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

153

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

از اولو العزم انبیا و رسل ه در چشم هادیان سبل خاص 91

Husûsan cennet yollarına hidâyet ve delâlet edenlerin gözüne görün-mek çok vâki’ olmuştur. Cidd ü ictihâd sâhibi, husûsuyla tarîk-i Hakk’a hâdî olan peygamberler ve mürsellere ve onlardan hâsıl gelen insana bile melek görünmek câizdir ki enbiyâ ve mürselîn (salavâtullâhi alâ nebiyyinâ ve aleyhim) ecmaîn hazarâtına vâki’dir.137 Ve Meşârık’da gelen hadîs-i şerîf buna delîl-i kâfîdir. ــالم: جــاء ملــك المــوت أي فــي صــورة البشــر، فقــال لــه: أجــب قــال عليــه الس .Ölüm meleği –bir beşer sûretinde– geldi ve Hz] ربــك، فلطــم موســى عيــن ملــك المــوتMûsâ’ya “Rabbinin dâvetine icâbet et” dedi. Hz. Mûsâ ölüm meleğinin gözüne bir tokat vurdu.]138

İşâret ile’l-îmân bi’l-enbiyâ aleyhimüsselâm

برده از کل ما خلق سبق اند انبیا برگزیدگان حق اند 92

Enbiyâ Allâh’ın ıstıfâ ve ihtiyâr olunmuş hâslarıdır, cümle mahlûkdan sebk eylemişlerdir; ya’ni Hazret-i Enbiyâ (aleyhimüsselâm) merâtib ve makāmâtda ve fezâil ve kemâlâtda ve kurbet-i dergâh-ı müteâlde sâir halk-dan ileri geçmişlerdir.

فضل دارند بر مالئك هم بر سوای خود از بنی آدم 93

Âdemoğlanından kendilerden gayrı üzerine, dahi melekler üzerine fazl tutarlar; ya’ni peygamberler sâir-i nâs üzere efdal ve mufaddal oldukları gibi melekler üzere dahi efdal ve mufaddallerdir. {14b} Nitekim Hazreti Mevlânâ Mesnevî-i Şerîf’de buyurmuşlardır: Mesnevî:

هست از افالك و اخترها برون كار و بار انبيا و مرسلون

اره كن این كار و بار و آنگه آن نظ ار تو برون رو هم ز افالك و دو

Ya’ni: “Hak Teâlâ ve tekaddes hazretlerine enbiyâ ve mürselîn hazarâtının (salavâtullâhi aleyhim ecmaîn) kemâl-i takarrubları vardır.

137 Y: Cidd ü ictihâd sâhibi peygamberler ve mürsellerden hâsıl kelâm insana melek görünmek câizdir. Husûsâ ki tarîk-i Hak’ta, ya’ni cennet yollarında halka delîl ve hâdî olan enbiyâ ve mürselîn aleyhimüsselâm hazretlerinin gözlerine göründüğü gibi.

138 Krş. İbn Melek, Mebârikü’l-ezhâr fî şerhi Meşâriki’l-envar, thk. Ebû Muhammed Eşref Abdürrahim, Beyrut: Dârü’l-Cîl, 1995, III, 21-23; Ali el-Kārî, Mirkātü’l-mefâtîh, X, 390 vd. Bu rivâyet yazma nüshada yer almamaktadır.

Page 36: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

154

M. Nedim TAN

Mâdem ki felek-i devvârdasın ve dünyâ muhabbeti içinde olasın, peygam-berlerin [18] kâr u bârın139 ve kudret ve iktidârın bilmezsin. Tebdîl-i hâl etmek gerek ki sen tâ onların gayb işlerin müşâhede edesin. Zîrâ onların ekseri belki külli işleri gaybdir. Onların mertebesin Allah Teâlâ ve isr-i pâklerine iktidâ edenler bilir.”140

نتواند زدن بر ایشان راه نفس و شیطان بقصد جرم و گناه 94

Nefs ile şeytân her dem cürm ü günâh kasdıyla enbiyânın yolun urma-ğa kādir olamazlar. تعالــى فــي القــرآن الكريــم: إن عبــادي ليــس لــك عليهــم ســلطان كمــا قــال ال(el-Hicr 15/42; el-İsrâ 17/65) ya’ni: “Nefs ile şeytân tesvîl ve tezyîn ile ve vesvese ilkā etmekle onları cerâim ve maâsî etmeye kādir değillerdir.”

از یکی ذلتی شود صادر ور بفرض محال یا نادر 95

Eğer muhâli takdîr ile yâhud nedret ve kıllet ile birisinden peygamber-lerin hatâ tarîkiyle bir günâh141 sâdır ola; ya’ni sudûru muhâl ise de muhâli takdîr ile veyâ nedret tarîkiyle ola.142 Enbiyâ hazarâtında günâh sâdır ol-masının cevâz ve adem-i cevâzında beyne’l-mezâhib ihtilâf vardır.143 Ha-şeviyye demiştir ki kasd ile kebâir sudûru câizdir. Mu’tezile demişlerdir ki kebâir sâdır olmak câiz değil ise de sagāir sudûru câizdir münfir olandan gayrı meselâ kizb ve bir lokma sirka etmek ve bir habbe eksik vermek gibi. Ebû Ali Cübbâî demiş sagāir ve kebâir kasd ile {15a} câiz değildir, belki te’vîl üzere Râfızîler demiş aslâ günâh sâdır değildir peygamberlikden ev-vel ve sonra, analarından doğalıdan beri ma’sûmlardır. İmâm der ki in-dimizde mu’teber ve muhtâr oldur ki peygamberliği hâlinde günâh sâdır olmamıştır. Sagāir ve kebâirden bi’l-külliye ma’sûmlardır. Evlâ olanı terk etmek onlardan, bizden sagāir gibidir. Zîrâ ebrârın hasenâtı mukarrabînin seyyiâtıdır. Mezheb-i muhtâr dahi İmâm kavlidir. Sâir akvâl derece-i

139 M: kârbânın.140 Ahmed Avni Bey’in açıklamasıyla: “Ya’ni, peygamberlerin ve mürsellerin bu cismâniyet

âleminde gösterdikleri mu’cizeler ve tasarruflar, bu halkın mahdûd olan havâss-i hamselerinin idrâkâtına nazaran acîb şeylerdir. Yoksa, onların tasarrufları ve iş-güçleri bu âlem-i tabîatın fevkinde ve cismâniyet âleminden olan feleklerden ve yıldızlardan hâriçtir. Ey cismâniyet âlemi içinde mahbûs olan kimse! Sen dahi cismânî olan eflâkten ve onların sûrî olan dönüşünden, ya’ni zaman ve mekândan dışarıya çık! Ondan sonra o peygamberlerin sûreti ve ma’nâyı muhît olan tasarruflarını temâşâ et!” Mesnevî-i Şerîf Şerhi, XII, 478.

141 Y: +bir günâh.142 “Ya’ni” ile başlayan ara cümle yazma nüshada yoktur.143 Y: Hazret-i Enbiyâdan günâh sâdır olmak câiz midir değil midir ihtilâf etmişlerdir.

Page 37: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

155

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

i’tibârdan sâkıttır. قــه شــيخزاده فــي تفســير قولــه تعالــى: يــا موســى ال تخــف إنــي ال كمــا حقل حســنا بعــد ســوء -Kork] (en-Neml 27/10-11) يخــاف لــدي المرســلون، إال مــن ظلــم ثــم بــدma ey Mûsâ! Zîrâ benim indimde mürsellere korkmak lâyık değildir.] Dahi bu âyetden sonra يــا أيهــا النمــل ادخلــوا مســاكنكم ال يحطمنكــم ســليمان وجنــوده نملــة قالــت !Ol karıncaların reisleri dedi ki: Ey karıncalar] (en-Neml 27/18) وهــم ال يشــعرونHânenize girin ki, Süleymân ve askeri sizi çiğneyip kesretmesin. Zîrâ ol asker sizi bilmeyip pâmâl eder.] âyetinde buyurmuştur: Karıncanın وهــم ال يشــعرون dediği delâlet eder ki karınca Hazret-i Süleymân peygamberin sagāir ve kebâirden ma’sûm olduğun ve günâhsız kimseyi katletmediğin bilirdi, meğer ki sehv tarîkiyle ola. İmdi وهــم ال يشــعرون dediği azîm tenbîh oldu ki herkes enbiyâ hazarâtının sagāir ve kebâirden ma’sûm olduklarına cezm edeler.144 Ve ba’zı peygamberin (aleyhimüsselâm) [19] hakkında söylenen günâhlar ve ayıblar Yûsuf ile Dâvûd gibi, yehûd tâifesi kizb ve iftirâ et-mişlerdir. O gibi mel’ûnların peygamberân-ı izâm hakkında ettikleri kizb ve iftirâyı söylemekten ve dinlemekten gāyet hazer gerektir. Şeyh-i Ekber Fütûhât’ında zikr etmiş:

ة كقص وتعظيمهم بإحترامهم مأمورون فإنا نبياء، ال مثالب من اليهود ذكرته لما ض يتعر وال

يوسف ودوود، ومن شاء ال منهم فيفسرون القرآن على غير ما هو عليه، ويقولون قول اليهود لعنهم

ر مثل هذا في مجلسه مقتته مثل هؤالء من المالئكة ونفروا عنه. ال فيما كذبوا، فإذا أورد المذك

Ya’ni peygamberler ayıblarından zikrettikleri kıssaları taarruz olunma-ya. Zîrâ peygamberânın ta’zîm ve ihtirâmlarıyle me’mûruz. Şöyle ki taar-ruz oluna, Kur’ân-ı Azîm’i Yehûd’un yalan sözleriyle tefsîr etmek lâzım gelir. Vâiz yâhud gayrını kimesne bu makūle kelimât etse meclisde hâzır olan melekler ona buğz edip nefret ederler.145

144 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, VI, 378-379, 385.145 Yazma nüshada yer almayan bu Fütûhât iktibası şu kısımdan seçilmiş cümlelerden

oluşmaktadır: “Zikreden (ve anlatıcı), böyle meleklerin zikir meclisinde bulunduğunu bildiğinde, doğruyu araştırmalıdır. Allah’ın övdüğü ve seçtiği insanların sürçmeleri hakkında Yahudilerden alıntılar yapan tarihçilerin sözlerine dalıp bu sözleri Allah’ın kelâmının yorumu yaparak ‘müfessirler der ki’ dememelidir. Böyle rivayetlerin Allah’ın kelâmıyla bağdaştırılması uygun değildir. Örnek olarak, Yusuf, Davud, Muhammed (a.s.) vb. kıssalarının bozuk te’villerle ya da zayıf isnatlarla yorumlanmasını verebiliriz. Bu yorumlar, Allah hakkında kendilerinden aktardığı sözleri söyleyen kimselerdir. Zikreden insan, böyle bir sözü meclisinde söylerse, melekler onu azarlar, ondan kaçar ve Allah da onu cezalandırır. Dindarlığında zayıflık bulunan insan, peygamberlerin sürçmelerinden söz eden böyle bir insanın ifadesinde işlediği günaha bir izin bularak şöyle der: ‘Nebiler

Page 38: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

156

M. Nedim TAN

مشتمل بر مصالح است و حکم پیش ارباب شرع و دین آن هم 96

Ehl-i şer’ ve ashâb-ı dîn katında ol zelle ve günâh görünen dahi nice maslahatları ve hikmetleri müştemildir; ya’ni tahtında nice gizli maslahat-lar ve fâideler vardır. {15b}

تخم میکاشت نسل مردمرا آدم آندمکه خورد گندم را 97

Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) ol zamân ki buğday dânesini cennette yedi, insan nesline tohum ekti.

شد وجود من و تواش ثمره دانه اى را که خورد از آن شجره 98

Ol dâneyi ki ol buğday ağacından yedi, benim ve dahi senin vücûdun ol dânenin yemişi oldu; ya’ni146 bi’z-zât ve bi’l-asâle ve sâir mahlûkun dahi bi’l-araz ve bi’t-teba’ vücûdu Hazret-i Âdem’in eklettiği dâne tohumu sebebiy-le oldu. Âdem peygamber (aleyhisselâm)ın zellesi zâhirde ve sûrette hatâ, lâkin ma’nîde ni’met-i celîleyi mutazammındır ki vücûd ni’metidir. Nite-kim Mesâbîh hadîslerinden Ebû Hüreyre rivâyeti ile gelmiştir ki Sultân-ı Enbiyâ buyurmuşlar: “Üzerine güneş doğduğu günlerin hayırlısı Cum’a gü-nüdür ki Hak Teâlâ hazretleri Cum’a gününde Âdem’i yarattı; ve ol günde cennete koydu; ve ol günde cennetten çıkardı; ve kıyâmet Cum’a gününde olur [ــة، وفيــه أخــرج ــوم الجمعــة، فيــه خلــق آدم، وفيــه أدخــل الجن ــمس ي ــه الش ــوم طلعــت علي ــر ي خيــاعة إال فــي يــوم الجمعــة Şârih mazhar-ı tahkîk edip buyurmuş 147”.[منهــا، وال تقــوم السki, Âdem’in cennete girmesi hasendir ve hayırdır, ammâ cennetten çıkma-sı hasen değildir ve onda hayır yoktur ki hattâ Cum’a gününde vukūuyla yevm-i mezkûr eşref-i eyyâm ola148 [20] deyü suâl olunursa cevâb olunur ki, hakîkatte Âdem’in cennetten çıkması ayn-ı maslahat ve mahz-ı hayır-

böyle hatalara düşmüş iken, ben de kim oluyorum ki?’ Hâşâ! Nebiler, Yahudilerin isnat ettikleri davranışlardan münezzehtir!... Biz Allah’ın kitabında peygamberlerin geçtiği kısımları onları yüceltecek şekilde yorumladık ve bu yorumlar gerçekte Allah’ın kitabının açıklamasıdır. Tarih anlatıcılar ise, cahil oldukları için, –Allah’ın kelâmının değil– Yahudilerin nakilcileridir. Binaenaleyh tarih anlatıcısı, (dinleyenlerinde) nebilere saygıyı ve Allah’tan utanma duygusunu yerleştirmeli; nebiler hakkında anlattıkları ve müfessirlerin –böyle müfessirlerin Allah müstahaklarını versin– onlardan naklettikleri hikayelerde Yahudileri taklit etmemelidir.” Fütûhât-ı Mekkiyye, III, 386 (157. bâb) [trc. VII, 427-428].

146 Y: +cümle benî Âdem’in vücûdu semeresi.147 Rivâyet ve ilgili açıklamalar için bk. Ali el-Kārî, Mirkātü’l-mefâtîh, III, 401-402.148 Y: hayır yoktur, belkim şerdir, Cum’a günü nice mübârek olur Âdem için ondan şer olıcak

deyü suâl olunursa.

Page 39: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

157

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

dır. Zîrâ Hazret-i Âdem’in cennetten çıkıp yeryüzünde durması sebebiyle Âdem’den veled-i kesîr ve nesl-i azîm hâsıl olup Hak celle ve alâ hazretleri {16a} onun neslinden onun zürriyetine peygamberler gönderdi. Peygam-berlere dahi Hazret-i Cibrîl ile kütüb-i şerîfe ve azîme ve suhuf-i merfûa ve149 mutahhara inzâl olundu; ve evlâdından ahyâr ve ebrâr hâsıl olup onlardan envâ’-ı ibâdât-ı marzıyye ve esnâf-ı tâât-ı bedeniyye ve mâliyye sâdır ve zâhir kılındı. İşte bunların cümlesi hod hayır olmakla Âdem hazretlerinin zellesi dahi hayır olduğu bedîdâr oldu. Husûsâ ki nübüvvetten evvel vâki’ olduğunu Kādı Beyzâvî (rahimehullâh) beyân buyurdu.150

İşâret ilâ fazîleti nebiyyinâ sallallâhu aleyhi vesellem

بعض از بعض افضل و اکمل هست بر مقتضای فضل ازل 99

Allâh’ın fazl-ı ezelîsi muktezâsınca enbiyânın ba’zısı ba’zısından ef-dal ve ekmel olmak vardır. لنــا بعضهــم علــى بعــض ســل فض تعالــى: تلــك الر كمــا قــال الــدس ــروح الق ــاه ب ــات وأيدن ن ــم البي ــن مري ــى اب ــا عيس ــات وآتين ــم درج ــع بعضه ورف ــم ال ــن كل ــم م منه(Bakara 2/253) ya’ni uluvv-i tabaka dahi bu’d-i menzile sâhibi olan mür-selleri ba’zısın ba’zısı üzerine merâtib-i kemâlde tafdîl ettik irâdet ve me-şiyyetimiz muktezâsınca meâsir-i celîle ile onu tahsîs etmekle. Ancılayın mu’cizât ki gayrda olmaya. Hazret-i Mûsâ tafdîl olundu; Hak Teâlâ Mûsâ’ya vâsıtasız hayret gecesinde dahi Tûr’da tekellüm etmekle. Sultân-ı Enbiyâ olan Hazret-i Risâlet-penâhî (sallallâhu aleyhi vesellem) cümlesi üzerine mufaddal etti. Da’vet-i âmme ile hücec-i cemme ile ve mu’cizât-ı müste-mirre ve âyât-ı müteâkıbe ile ve hasrı kābil {16b} olmayan fezâil-aleyh ile tahsîs etmekle.151 Bu âyette olan ورفــع بعضهــم درجــات kelâm-ı şerîfinden murâd ba’zılar Hazret-i İbrâhîm’dir demişlerdir. Zîrâ Hak Teâlâ hazretleri hulle-i kerâmeti ile onu tahsîs etti. Ve dahi İdrîs peygamberdir demişler, mekân-ı âliyeye ref’ olunduğu için. Ve ülü’l-azm olan mürsellerdir demiş-ler; ve Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm)a âyât-ı bâhire ve mu’cizât-ı zâhire verildi-ği meşhûrdur ki ölmüşleri diri kılmak ve görürleri ve ebrasları ibrâ etmek,

149 Y: +merfûa ve.150 Y: sâdır ve zâhir olup bunların cümlesi hayırdır. İmdi Âdem hazretlerinin zellesi dahi

hayırdır, husûsa nübüvvetten evvel evvel vâki’dir. Tefsîr-i Beyzâvî’de musarrahdır.151 Matbû nüshada âyetten sonraki bu kısmın yalnızca ilk cümlesi şöyle yer alır: “Ya’ni uluvv-i

tabaka ve bu’d-i menzile ashâbı mürsellerin ba’zısı ba’zısı üzerine merâtib ve kemâlâtta tafdîl olundu.”

Page 40: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

158

M. Nedim TAN

dahi gayb olan nesnelerden haber vermek gibi. Kezâ nakalehû Ebüssüûd152 (rahimehullâh) fî tefsîrihî. Ve Şeyhü’l-Ekber (kaddesallâhu sırrahu’l-evfer) Fütûhât’ta beyân buyurmuşlar ki mürselîn olduğu cihetten ba’zısı ba’zısı üzere mufaddal olmaz. Zîrâ bir cemâat yoktur ki bir makāmda müşterek olalar. O cemâat ol makāmda berâber olalar. Belki rusül ve enbiyânın ba’zı ba’zısı üzere mufaddal olduğu gayrı ahvâl iledir ki müşterek oldukları nes-nenin ol ahvâl aynı değildir.153

که ز حق سوی ما رسول و نبی است وز همه افضل احمد عربی است 100

Cümle enbiyâ ve mürselînden [21] efdal Ahmed-i Arabî’dir ki Allah Teâlâ’dan bizim tarafımıza gönderilmiş peygamberdir.

وان شمائل که اصفیا را بود آن فضائل که انبیا را بود 101

Ol fezâil-i ilmiyye ve ameliyye ki peygamberlere idi, dahi ol ahlâk-ı hamîde ki asfiyâda var idi.

همه باشد ز فضل احمد کم گر شود جمله مجتمع با هم 102

Eğer fezâil ve şemâilin cümlesi {17a} bir araya cem’ olaydı cemîi Resûl-i Ekrem hazretlerinin fazlından eksik olurdu. Ya’ni cemî’-i enbiyâ ve mürselînin fezâil ve şemâili ve mu’cizât ve kemâlâtı, cismâniyye ve rûhâniyye olsun, ilmiyye ve gerek ameliyye olsun cümlesi bir yere cem’ olsa Resûlullah hazretlerinin fazlından nice mertebe eksik olurdu. Zîrâ onlarda olan merâtib ve makāmâtın cümlesin câmi’ olup nice ihtisâsât-ı zâide ile muhtassdır. Nitekim bu beyitten anlanır:

تی فرستادند جانب ام تی دادند هر نبی را که حج 103

Her nebîye ki hüccet ve mu’cize verdiler, ol peygamberi bir ümmet ta-rafına gönderdiler.

ۀ ناس غیر احمد کسی لکاف نسیت مبعوث پیش شرع شناس 104

152 Krş. Ebüssüûd Efendi, İrşâdü’l-akli’s-selîm ilâ mezâyâ’l-Kur’âni’l-kerîm, tahk. A. Ahmed Atâ, Riyâd: Mektebetü’r-Riyâzi’l-hadîse, ty., I, 380 vd.

153 Y: Şeyh-i Ekber Fütûhât’ta yazmış kuddise sırruhu’l-azîz, mürselîn olduğu cihetten ba’zısı ba’zısı üzere dahi enbiyânın ba’zısın ba’zısı üzerine dahi tafdîl etmiştir. Lâkin bir cemâat yoktur ki bir makāmda müşterek olalar. İllâ ol cemâat ol makāmda berâberdir. Ba’zısı ba’zısı üzere mufaddal olduğu gayr-ı ahvâl iledir ki müşterek oldukları nesnenin aynı değildir.

Page 41: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

159

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Gönderilmiş değildir ehl-i şer’ katında Resûlullah (aleyhisselâm)dan gayrı âmme-i nâs için. للنــاس ــة كاف إال أرســلناك ومــا وجــل: عــز ال قــال ’Sebe) كمــا 34/28) [Biz seni âmme-i nâs için peygamber gönderdik.] âyetine, dahi154 وقــال ــة عليــه وســلم: بعثــت للنــاس كاف ــى ال نــا وشــفيعنا صل -Umûmen insanlık üzerine gönde] نبيrildim.] hadîsine işârettir.155

İşâret be-hatmiyyet-i sallallâhu aleyhi vesellem

دیگران جزء جمله او چو کلست سل است خاتم االنبیا والر 105

Peygamberlerin dahi mürsellerin sonra gelmişidir. ولكــن بــه: نطــق كمــا ــن ي ــم النبي وخات ــول ال Allah Teâlâ’nın gönderdiği peygamberdir] (Ahzâb 33/40) رسve enbiyânın âhiri olup bâb-ı nübüvvet onunla temhîr olunmuştur.] âyetine156 ــة هــارون ــي بمنزل ــت من ــه: أن عن ــه ورضــي ال وجه م ال ــي كــر ــه وســلم لعل علي ــى ال ــي صل ــول النب وق-Sen benim nezdimde, Mûsâ nezdinde Hârun’un ma] مــن موســى إال أنــه ال نبــي بعــديkamına sahipsin. Şu var ki benden sonra nebî olmayacak.] hadîsine işârettir.157 Nitekim Hazret-i Mevlânâ beşinci cildin evvelinde ــر فصرهــن فخــذ أربعــة مــن الطي-Kuşlardan dört cins ahz eyle ve ol kuşları sonra sana şüb] (Bakara 2/260) إليكhe olmasın için eşkâl ü hey’etlerini gereği gibi teemmül eyle.] âyet-i celîlesinin tefsîrinde buyurmuşlardır. Mesnevî:158

سر ببرشان تا رهد پاها ز سد ای خلیل اندر خالص نیك و بد

بر گشا که هست پاشان پای تو کل تویى و جملگان اجزای تو

[Ey Halîl, iyinin ve kötünün halâsında onların başını kes, tâ ki ayaklar sed-den halâs ola! Küll sensin ve cümle senin eczândır. Aç ki, onların ayağı senin ayağındır.]159

154 Y: +âyetine, dahi.155 Y: +hadîsine işârettir. Hadis için bk. Ali el-Kārî, Mirkātü’l-mefâtîh, X, 425 vd.156 Y: +âyetine.157 Y: +hadîsine işârettir.158 Yazma nüshada Mesnevî’den hareketle yazılan bu âyet ve beyitler yer almaz.159 “İyiden murâd, müteşerri’ olan mü’minlerdir; ve kötüden murâd, ehl-i fısk olan mü’minlerdir.

Zîrâ müteşerri’ olan mü’minler dîbâcede beyân buyurulduğu üzere elinde ışık tutup sefere çıkmamış olan kimseler gibidir. Binâenaleyh onlarda nefsin kötü sıfatları bâkîdir... Ya’ni: “Ey vaktin Halîl’i olan Hüsâmeddin Çelebi hazretleri, müteşerri’ olan ve olmayan mü’minleri, bu dört kötü sıfâtı izâle [için] tarîk-i Hakk’a sevket, bu tarîkde onların rûhlarının ayaklarına sedd ve mâni’ olan bu sıfatlar kalksın ve bu zavallılar bu ayak bağından kurtulsunlar!... Ma’lûm olsun ki, insân-ı kâmil cem’iyyet-i esmâiyyenin mazharıdır ve nâkıs insanlar ise

Page 42: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

160

M. Nedim TAN

Gayrılar cümleden olan cüz’, Hazret-i Risâlet (aleyhisselâm) küll gibi-dir. Cüz’ şol nesnedir ki {17b} ondan ve gayrıdan bir şey mürekkeb ola, küll bunun aksi ve muhâlifidir.160 Ve Mesâbîh’de vâki’ oldu ki ــالم: نحــن قــال عليــه السابقون ya’ni: “Biz peygamberlerden sonra gelmişiz zâhirde ve ammâ الخرون السma’nîde [22] ve âhirette cümleyi geçmişiz.”161 Ve hadîs-i kudsîde vârid oldu ki: تعالــى عــز وجــل: لــوالك لمــا خلقــت الفــالك -ya’ni: “Yâ Muhammed! Eğer il قــال الmimde senin vücûdun olmayaydı gökleri ve sâir mevcûdâtı yaratmaz idim.” Bu delîldir ki Sultân-ı Enbiyâ zâhirde sonra geldi, lâkin hakîkatte evvel gelmiştir. Ve Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) zâhiren ebü’l-beşer ise de Pey-gamberimiz (aleyhisselâm) ebü’l-ervâhdır ve cemî’-i mâsivânın vücûduna sebebdir. Bu cihetten enbiyâ ve mürselîn hazarâtı cüz’ gibidir, Resûlullah hazretleri kelâm ve küll gibidir.162 Bu teşbîhde Aleyhissalâtü vesselâm’ın merâtib ve makāmâtında ve fezâil ve kemâlâtında ve mükevvenât tekev-vününde ferîd ve müstakil ve mümtâz olduğuna tenbîh vardır. Nitekim Hazret-i Mevlânâ Mesnevî’de buyurmuşlardır:

من به معنی جد جد افتاده ام گر بصورت من ز آدم زاده ام

در پی من رفت بر هفتم فلك کز برای من بدش سجده ملک

پس ز میوه زاد در معنی شجر پس ز من زاییده در معنی پدر

[Ben her ne kadar sûrette Âdem neslinden doğmuş isem de, ma’nâda silsile-i mevcûdâtın ceddinin ceddi vâki’ olmuşum. Ben Âdem (a.s.)ın sulbünde idim, onun için o mescûd oldu ve kendi mi’râcında benim hakîkatimden feyz almak için, yedinci feleğe gitti. Sûret-i unsuriyyemin aslı olan babam, ma’nâda benden doğdu; zîrâ babam bir ağaç mesâbesinde idi ve ben ise meyve menzilesinde idim;

esmâ-i müteferrikanın mazharıdırlar. Binâenaleyh insân-ı kâmil onların küllü ve onlar insân-ı kâmilin cüz’üdürler. Ve bu esmâ-i müteferrikadan her biri bu nâkıs insanların ayaklarını kendi dâirelerinde bağlamıştır; ve onlar ancak âlem-i vücûdda bu isimler ile yürürler. Binâenaleyh bu isimler onların ayakları olur. İnsân-ı kâmil ise onların mazharı oldukları esmâyı da hâizdir; ve muktezâ-yı hâle göre onlardan bu esmânın ahkâmı da zâhir olur. Böyle olunca, insân-ı nâkısların bu ayakları insân-ı kâmilin dahi ayakları olmuş olur. İmdi insân-ı kâmil bu nâkıs insanların ayaklarını esnâ-yı sülûklerinde birer birer diğer esmâ tarafına da açar; ve isti’dâdı olanları âkıbet cem’iyyet-i esmâiyye makāmına eriştirir.” Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, IX, 29-30.

160 Y: küll nice nesnelerden mürekkeb olana derler; cümleden dahi iki kelimeyi mutazammın olana derler, kelâm gibi.

161 Krş. Ali el-Kārî, Mirkātü’l-mefâtîh, III, 397 vd.162 Y: +Resûlullah hazretleri kelâm ve küll gibidir.

Page 43: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

161

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

binâenaleyh babamın şecer-i vücûdu, meyvenin zuhûru için olmakla, ma’nâda ağaç meyveden doğmuş oldu.]163

بعد ازو هیچ کس پیمبر نیست از پی او رسول دیگر نیست 106

Onun akabince gelecek gayrı resûl yoktur, ondan sonra hiçbir kimse peygamber değildir; ya’ni dâire-i nübüvvet ve silsile-i risâlet onda hatm olmuştur.

کند از آسمان مسیح نزول چون در آخر زمان بقول رسول 107

Çünki kıyâmete karîb âhirzamânda hadîs-i sahîh muktezâsınca164 {18a} gökten Hazret-i Îsâ (alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm) nüzûl eyleye.

تابع اصل و فرع او باشد پیرو دین و شرع او باشد 108

O Resûl-i âhirzamânın dîni ve şer’i ardınca yürüyücü ola, dahi usûl ve fürûuna tâbi’ ola;165 ya’ni şerîat-ı cedîde ile gelmeye.

همه کس را بدین او خواند وین چنین شرع و دین او داند 109

Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm) peygamberin şerîatın ve dînin böyle bilir, gayrı kitâb nüzûlüne muntazır olmaz ve kendi dînin dahi teblîğ etmez. Cemî’-i kimseleri Muhammed’in dînine da’vet eder. Nitekim Şeyh-i Ek-ber Fütûhât’ta buyurmuş kim Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm) Muhammed’in şerîatı ile nüzûl ve bir de hükmünden lâbüddür.166 Velâkin o şerîat Îsâ’ya vahy olunur peygamber olduğundan. Zîrâ mürsel olmayana şerîat veril-mez, melek gelmek lâzım gelir. Hattâ Resûl-i Ekrem’in şerîatın bildire.167 Ve dahi ilhâm ile bilmek câizdir.168 Ve bir de Îsâ (aleyhisselâm) eşyâda

163 Beyitler ve tercüme için bk. Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, VII, 166.164 Y: +hadîs-i sahîh muktezâsınca.165 Y: Ahmed’in dîn ve dahi Muhammed’in şer’i adınca olur, Peygamber’in usûl ve fürûuna tâbi’ ola.166 Y: nüzûlünden lâzımdır dahi Muhammed’in şerîatı ile bizde hükmünden lâbüddür.167 Y: Zîrâ peygamber şerîat almaz mürsel olmayıp, imdi melek gelmek lâzım gelir Muhammed’in

şerîatı ile.168 Bu cümlenin ardından ilgili izahın sonuna kadar yazma nüshadaki üslup oldukça

farklılaştığı için birebir aktarmayı uygun bulduk. Görüldüğü kadarıyla yazma nüshadaki metin –müstensih hataları bulunsa da– Fütûhât metnindeki anlatıma daha uygundur: “Îsâ aleyhisselâm eşyâda helâldan dahi harâmdan hükm etmez illâ şol nesne hükm eder kim Peygamber’in aleyhisselâm eğer hâzır olsa ol hükm ederdi. Îsâ (a.s.) devleti dahi risâleti zamânında ona inzâl olunan şer’ ile hükm etmez. Hazret-i Îsâ resûl dahi nebî olup ona vahy-i

Page 44: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

162

M. Nedim TAN

helâlden ve harâmdan zamân-ı [23] risâletinde kendüye inzâl olunan şer’ ile hükm etmez illâ şol nesneye hükm eder ki Peygamber (aleyhisselâm) eğer olsa ol nesneye helâl ya harâm ile hükm ederdi. Veyâhud Resûlullâh’ın rûh-ı şerîflerine ıttılâ’ ile ahkâm-ı şer’iyye dîn-i Muhammedî üzere münke-şif olup bu cihetle Hak Teâlâ hazretleri şer’ ettiği nesneyi ahz ve o sûretle Îsâ (aleyhisselâm) Muhammed ümmetinde hükm ede. Bu sebebden Îsâ, Muhammed’e sâhib ve tâbi’ ve hâtemü’l-evliyâ olur. Ve Resûl-i Ekrem’in efdaliyyet ve eşrefiyyetine delîl-i kâfîdir. Kevneynde rütbe-i âliye-i velâyet Hazret-i Îsâ gibi nebiyy-i zîşân ile hatm olur. Nitekim Hakîm Tirmizî Hatmü’l-evliyâ ismiyle müsemmâ kitâbında bu ma’nâya tenbîh etmiştir; ve Hazret-i Îsâ’yı Hazret-i Ebû Bekir’den ve sahâbenin ve ümmetin cemîinden efdal kılmıştır. Zîrâ Hazret-i Îsâ eğerçi bu ümmette velîdir, lâkin nefsü’l-emrde resûl dahi nebîdir. Ona binâen kıyâmette Îsâ (aleyhisselâm) iki yer-de haşr ola. Biri enbiyâ zümresinde nübüvvet ve risâlet livâsıyla ashâbı ona tâbi’ olup sâir mürseller gibi kendi metbû’ ola. Bir dahi bu ümmetten velî olduğu hâlde bizim ile Muhammed (aleyhisselâm)ın livâsı tahtında haşr ve Hazret-i Peygamber’e tâbi’ olup cemî’-i evliyâ üzerine mukaddem ola. Bu takdîrce Hazret-i Îsâ’da hâtem-i velâyet ile nübüvvet cem’ oldu; ve Hazret-i Peygamber’in ümmeti arasında resûl ve nebî bulunup bu rütbe-i azîme enbiyâ ve mürselînden bir zâta müyesser olmadığı zâhir oldu.169

ilâhî ile bildirildiği cihetten bir nesne ile hükmü yâhud Muhammed (a.s.) üzerine olan hak ile hükmünde peygambere tâbi’dir, kendi şerîatı ile hükm değildir. Ve dahi Resûlullâh’ın rûh-ı şerîflerine ıttılâ’ ile keşf olur. Bir cihetle Îsâ (a.s.) rûh-ı tayyiblerinden Hak Teâlâ ettiği şer’ nesneyi {18b} ahz eyleye ki ol nesne ile Îsâ (a.s.) Muhammed ümmetinde hükm eder. Bu cihet ile Îsâ Muhammed’e sâhib dahi tâbi’ olur. Dahi bu vech ile Îsâ hâtemü’l-enbiyâ şerefinden olur ümmetinde velâyet hatmi Îsâ (a.s.) gibi nebî-yi mükerrem ile olmak dahi Îsâ Muhammed ümmetinin efdalidir. Nitekim Hakîm Tirmizî Hatmü’l-enbiyâ adlı kitâbda bu ma’nâya tenbîh etmiştir, Hazret-i Ebû Bekir’den dahi sahâbenin ve ümmetin cem’inden efdal kılmıştır. Hazret-i Îsâ eğerçi bu ümmette dahi millet-i Muhammed’e velîdir. Lâkin nefs-i emrde resûl dahi nebîdir. Ona binâen kıyâmette Îsâ (a.s.) iki yerde haşr ola. Biri enbiyâ zümresinden nübüvvet-i risâlet livâsıyla haşr ola, ashâbı ona tâbi’ olup sâir mürseller gibi metbû’ ola. Bir dahi bu milletten velî olduğu hâlde bizim ile Muhammed’in livâsı tahtında haşr ola. Muhammed tâbi’ olup cemî’-i evliyâ üzerine mukaddem olduğu hâlde Hak Teâlâ Îsâ’ya hâtem-i velâyet ile nübüvveti cem’ etti. Ve dahi bir resûl yoktur kıyâmette ona tâbi’ ola, Muhammed (a.s.)dan gayrı. Sultânü’l-enbiyâ Muhammed kıyâmet gününde haşr oldukda etbâı dahi ümmeti arasında Îsâ peygamber aleyhisselâm dahi İlyâs peygamber (a.s.) gibi sultânlar ile bu mertebeler enbiyâ ve mürselînden bir ferde müyesser değildir.”

169 Bu kısım Fütûhât’ta şöyle yer alır: “Hz. İsa inecek ve aramızda Hz. Muhammed’in şeriatıyla hükmedecektir. Allah, peygamber olması yönünden Muhammedî şeriatı ona bildirir. Çünkü peygamber, kendisini gönderenden başkasından şeriatı almaz. Melek gelir ve Hz.

Page 45: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

163

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Fî şerîatihî sallallâhu aleyhi vesellem

هر شریعت که غیر اوست هباست شرع او ناسخ شریعتهاست 110

Peygamberin şer’-i mutahharı {19a} sâir peygamberlerin şerîatların izâle edip tebdîl edecektir. Her şerîat kim şerîat-ı Muhammediyye’den gay-rıdır, hebâen-mensûrdur; ya’ni zâil ve bâtıl ve muzmahildir.

متفق با شریعتی دیگر گر فتد حکم شرع آن سرور 111

Eğer ol Server-i kâinâtın şerîatı hükmü vâki’ olursa, gayrı şerîat ile muvâfık ve mutâbık düşerse;

جز از ان رو که شرع اوست روا نیست او را متابعت اصال 112

Aslâ ol hükme mütâbaat ve muvâfakat olmaz. Ol cihetten ötürü şerîatta olan hükme muvâfakat eden hükme mütâbaat câiz olmaz ki Resûlullâh’ın şerîatının gayrıdır.170

Muhammed’in getirdiği şeriatı ona bildirir. Melek vahyi ilham yoluyla da bildirebilir. Hz. İsa, Hz. Peygamber’in kendisi yaşasaydı verecek olduğu hükme göre, şeyler hakkında helâl ve haram hükmü verir. Onun gelişiyle müçtehitlerin içtihadı ortadan kalkar. Hz. İsa kendi risâlet ve otoritesinin bulunduğu dönemde getirmiş olduğu şeriatıyla bizim aramızda hüküm vermez. Kendisine gelen ilahî vahiy sayesinde Hz. Peygamber’in şeriatını bilmesi bakımından Hz. İsa peygamber ve nebi, uygulayacağı şeriatın Hz. Peygamber’in getirdiği şeriat olması itibariyle de Hz. Peygamber’e uyandır. Hz. İsa’nın Hz. Peygamber’in ruhuna keşif yoluyla ulaşıp ümmeti içinde uygulaması için kendisine şeriat yaptığı şeyi bu ruhtan alması da mümkündür. Bu durumda Hz. İsa, bu yönden Hz. Peygamber’in arkadaşı ve tabisi olur. Hz. İsa bu yönden velilerin sonuncusu, yani hatmü’l-evliyâdır. Ümmetindeki son velinin (hatmü’l-evliyâ) saygın bir peygamber olması, Hz. Peygamber’in üstünlüğünün gereğiydi. Söz konusu kimse, Hz. İsa’dır ve bu Muhammed ümmetinin en faziletlisidir. Hakim Tirmizî, Hatmü’l-evliyâ adlı kitabında buna dikkat çekmiş ve Hz. İsa’nın Ebû Bekir ve diğer insanlardan üstün olduğuna tanıklık etmiştir. Çünkü Hz. İsa, Muhammed ümmeti ve milleti içinde bir veli olsa bile, gerçekte bir peygamber ve elçidir. Dolayısıyla kıyamet günü iki kez haşr edilecektir. Önce peygamberler topluluğu içerisinde peygamberlik ve risâlet sancağıyla haşr edilir. Kendisine inananlar da ona uyar. Bu durumda Hz. İsa, diğer peygamberler gibi kendisine uyulan bir peygamberdir. Aynı zamanda, Hz. Peygamber’in sancağı altında ve kendisine uyarak Hz. Adem devrinden âlemde var olacak son veliye kadar bütün velilerin önüne geçerek bizimle birlikte bu ümmetin velilerinin topluluğu içinde haşr edilir. Böylelikle Allah, Hz. İsa için zâhirde velayet ve nübüvveti birleştirmiştir. Hz. Muhammed’den başka, bir peygamberin kendisine uyacağı kimse yoktur. Kıyamet günü onun ümmeti içinde Hz. İsa ve İlyas da haşr edilecektir.” Fütûhât-ı Mekkiyye, I, 280-281 (24. bâb) [trc. II, 79-80].

170 Y: Ol cihetten gayrı ki Resûlullâh’ın şerîatıdır, mensûh olduğu cihetden i’tibâr olunmaz.

Page 46: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

164

M. Nedim TAN

İşâret ilâ mi’râcihî sallallâhu aleyhi vesellem

بتن او را بمسجد اقصی برد بیدار حق شب از بطحا 112

[24] Hak sübhânehû ve teâlâ hazretleri uyanık olduğu hâlde o Resûl-i Ekrem’i Bathâ’dan ya’ni harem-i şerîften iletti; cismi ile Hazret-i Peygamber’i Mescid-i Aksâ’ya değin ki Beytü’l-Makdis’tir. تعالى: ســبحان الذي أســرى كما قال ال-Her ayıbdan mü] (el-İsrâ 17/1) بعبــده ليــال مــن المســجد الحــرام إلــى المســجد القصــىnezzeh olan Allahu azîmüşşân, abdi Muhammed sallallâhu aleyhi vesellemi bir gecenin az vaktinde Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya götürdü.] Ebüssüûd (rahimehullâh) Tefsîr’inde buyurmuştur: Mebde’de ihtilâf olundu, dediler Mescid-i Harâm’dır bi-aynihî ki zâhir budur. Zîrâ Hazret-i Peygamber’den rivâyet olunan budur ki buyurmuşlar: Ol hâlde ki ben Mescid-i Harâm’da, hücrede, beytullah katında idim uyku ile uyanık arasında, Cebrâîl bana gel-di burâk ile; ve dahi denildi ki ol hücre Ebî Tâlib kızı Ümmü Hânî hânesi idi; ve Mescid-i Harâm’dan murâd haremdir. Zîrâ haremi mescid ihâta etmiştir ve dahi ona mültebistir {19b} yâhud haremin küllisi mesciddir. İbn Abbâs (radıyallâhu anhümâ) hazretleri rivâyet buyurur. Peygamber (aleyhisselâm) Ümmü Hânî odasında yatsı namâzından sonra uyur iken emr-i mi’râcdan olan olup avdet buyurdukta Ümmü Hânî’ye mi’râcın hikâyet edip mescide çıkmak için kalktıkta Ümmü Hânî men’ etmek için eteğine yapıştı, korktu ki halk tekzîb eyleye. Peygamber (aleyhisselâm) buyurdu: Tekzîb ederler ise dahi. Ondan dışarıya hurûc buyurup Ebû Cehil yanında İsrâ hadîsini buyurdu. Lâkin vukūu vaktinde ihtilâf olup hicretten bir yıl evvel olmuştur denildi. Ve Enes ile Hasan (radıyallâhu anhümâ) peygamberlikten evvel-dir buyurdular. Ve yakaza veyâ uykuda, cismânî mi veyâ rûhânî mi kezâlik ihtilâf vâki’ olmuş ise de ekser ekāvîl kable’n-nübüvve uykuda olduğuna ve ba’de’n-nübüvve kable’l-hicre uyanıklıkta zuhûruna hâkim olduğu misillü cismânî vukūu müsbettir.171 Ve dahi Şerh-i Mişkât’da bi’setten sonra hicret-ten bir yıl evvel yakazada olup ekser bunun üzerine olduğu mezkûrdur. Ve mi’râc hadîsinde bir rivâyet dahi vardır şu vech ile ki buyurmuşlar: Mekke içinde olduğum evin sakfı yarılıp Cebrâîl (aleyhisselâm) nâzil oldu. Göğsüm yarıp zemzem suyu ile gasl etti. Sonra îmân ile dolu leğen getirip sadrıma koydu. Velâkin bu şak mâddesi sabâvetleri zamânında olan şakk-ı sadrdan

171 Y: Yakaza mı uyku mu deyü ihtilâf olmuş, ekser ekāvîl uyanıkla olmuştur; hak budur ki düşde oldu peygamberlikten evvel, dahi uyanık oldu nübüvvetten sonra hicretten evvel; ve dahi cismânî mi rûhânî mi ihtilâf oldu, hak budur ki cismânî ola. Bu kısmı krş. Ebüssüûd Efendi, İrşâdü’l-akli’s-selîm, III, 421-423.

Page 47: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

165

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

gayrıdır. Sonra burâk getirdiler. Eğerli ve uyanlı172 [25] merkebden bü-yük {20a} katırdan küçük dâbbedir,173 gövdesi kızıl yâkūttan, boynu yeşil zümrüdden, gözleri zühre gibi, yüzü âdem yüzü gibi, ayakları sığır ayak-ları gibi. “Dur yâ Muhammed! Hak Teâlâ sana selâm etti, seni da’vet eder dedi. Ben dahi burâka binmek diledim, bindirmedi. Cebrâîl dedi, mutî’ ol, bundan efdal sana kimse binemez. Burâk fi’l-hâl derleyip mutî’ oldu, ben dahi bindim. Ebsem bindiğimde yürüdü, tahrîk etsem uçardı. Göz erimi mikdârı adımlardı. Beytü’l-makdis’e gelip iki rek’at namâz kıldım. Ondan sonra Cebrâîl ile dünyâ göğüne174 ve sâir göklere müteveccih olup gittik. Ondan kürsî ve arş-ı azîme urûc kıldık.175 Nitekim hadîs-i İsrâ’nın Beyt-i Makdis’e değin vukūu âyet-i kerîme ile sâbit ve ilerisini ehâdîs-i nebeviy-ye nâtıktır.176 Ehl-i sünnet ve cemâat bu câddeyi kabûl edip i’tikād ettiler. Ehl-i i’tizâl inkâr edip red ve Cenâb-ı Allâh’ın kudretini ve Hazret-i Resûl’ün fazlını inkâr kıldılar, el-iyâzü billâh, kezâ fi’l-Mişkât.177

ه بقطع سبع طباق متوج كرد از انجا مقر به پیش براق 114

Beytü’l-makdis’ten burâk üstüne karâr edip yedi kat göklerin kat’ına müteveccih oldular; ya’ni Cebrâîl ile göklere azm edip gittiler.

بر همه انبیا مالقی گشت بر سماوات یك بيك بگذشت 115

Gökler üzere bir bir geçti, cemî’-i peygamberlere {20b} mülâkî oldu; ya’ni evvelki gökte Âdem (aleyhisselâm)a, ikincide Yahyâ ve Îsâ’ya, üçün-cüde Yûsuf, dördüncüde İdrîs’e, beşincide Hârûn’a, altıncıda Mûsâ’ya, ye-dincide İbrâhîm’e (aleyhimüsselâm).

هر که بود اندران دو جای مقیم دید هنگام عرض خلد و جحیم 116

Dahi peygambere cennet ve cehennem arzolunduğu vakitte gördü ol iki ma-halde her ne var ise.178 Nitekim Hazret-i Mevlânâ Mesnevî’de buyurmuşlardır.

172 “Uyan (اويان): Dizgin, gem, yular.” Yeni Tarama Sözlüğü, s. 221.173 Y: +dâbbedir.174 Y: +göğüne.175 Y: +zikre ihtiyâc yoktur, ma’lûm ve meşhûddur.176 Y: Hadîs-i İsrâ Beytü’l-Makdis’e değin âyet ile sâbittir, ondan göklere ve arş-ı azîme urûc

ehâdîs-i kesîre ile sâbittir.177 Krş. Ali el-Kārî, Mirkātü’l-mefâtîh, X, 548 vd.178 Y: Cennet dahi cehennem peygambere arzolunduğu vakitte gördü ol yerde kāim olanların

cümlesin.

Page 48: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

166

M. Nedim TAN

Mesnevî:

تا درید او پرده غفالت را دید عرش و کرسی و جنات را

“Resûl-i Ekrem arş u kürsî ve cemî’-i cennetleri gördü. Dahi gafletler hicâbların yırttı, ehl-i cenneti ve cehennemi bildi.”179

ماند در سدره جبرئیل از وی چون شد اطباق آسمانها طی 117

Çünki yedi kat gökler dürülmüş oldu, ya’ni geçildi. Sidretü’l-müntehâ’da Cebrâîl peygamberden kaldı, ondan ileri gitmedi. Sidretü’l-müntehâ alâ-kavlin yedinci kat gökte bir ağaçtır ki meleklerin ilmi onda nihâyet bulur, ondan öte kimesne bilmez. [26]

بمقامی ز پیشتر اشرف رفت از انجا بیارئ رفرف 118

Sidretü’l-müntehâ’dan refref yoldaşlığı ile ol mahall-i âlîye vardı. Ref-ref yeşil, büyük döşektir ki âfâkı ihâta eder. Ol zamân mübârek ayağı al-tına büyük ve enli yeşil döşek döşediler ki âfâkı ihâta etti. Bir makāma ki evvelkiden eşref ve a’lâ, ya’ni döşek vâsıtasıyla urûc edip {21a} arş-ı azîme vâsıl oldu.

وانچه بود از شنیدنی بشنید دیدنیها بدید آنچه بدید 119

Görülecek nesneler ki zâhir onu gördü ve ol nesneler ki işitilir nesneler-den idi, işitti;180 ya’ni melekût-ı semâvâtı ve acâibât ve garâibât ve esrâr ve mugayyebâtı gördü ve işitti ki gayrılara ol mertebe müyesser olmamıştır.

محرمی جز خدا نبود آنجا بلکه جییکه جا نبود آنجا 120

Belki bir yere vardı ki onda yer yok idi, Allah’tan gayrı mahrem yok idi onda. ــي مرســل ب وال نب ــر ــك مق ــه مل ــت ال يســعني في وق ــع ال ــي م -Benimle Allah arasın] لda öyle bir vakit vardır ki ne bir mukarreb melek ne de bir mürsel nebî o vak-te sığmaz.]181 fehvâsınca makām-ı lâ-mekâna vâsıl olup civâr-ı kudsde ve zülâl-i ünsde kemâl-ı kurbet ve vuslat ve istînâs kıldı.

خوابگاهش هنوز نا شده سرد روی از انجا بجای خویش آورد 121

179 Krş. Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, XI, 451.180 Y: Göricek nesneler gördü anı ki gördü, ol nesne ki işitilir nesnelerden idi işitti.181 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 173.

Page 49: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

167

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Yüzünü ondan kendi yerine getirdi; ya’ni istînâs ve vusûlden sonra Ümmü Hânî evine yâhud harem-i şerîfe geldi; ve döşeği el’ân soğumamış idi. Zamân-ı kalîlde bu denli sür’at-i hareket ile bu’d-ı mesâfe kat’olunmak nice mutasavverdir denilmesin. Zîrâ Kādı Beyzâvî, Sûre-i İsrâ’da tasrîh etmiş ki182

مس ضعف ما بين طرفي ستحالة مدفوعة بما ثبت في الهندسة أن ما بين طرفي قرص الش واال

على في أقل من ثانية. سفل يصل موضع طرفها ال ة، ثم إن طرفها ال رض مائة ونيفا وستين مر كرة ال

Ya’ni ilm-i hendesede {21b} sâbittir ki güneş çöreği büyüklüğü yeryüzü topunun yüz altmış yedi kere büyüklüğü kadardır. Zîrâ za’f birden üçe va-rınca veyâhud birden ona değin, bunun birle güneş doğduğu zamânda aşa-ğıki tarafı yukarı tarafı yerine müddet-i kalîlede vâsıl olur. İmdi cemâdda bu mertebe sür’at mümkin olıcak asl-ı183 ibâd ve hulâsa-i mevcûdât olan Server-i Kâinât’ın beden-i latîfinde ya hâmili olan hareket-i serîada bu kuvveti halk Allâh’ın kudretine göre hiç nesne [27] değildir.

İşâret be-mu’cizâtü’l-enbiyâ aleyhimüsselâm

هست بر فضل شان دلیل جلی خرق عادات از نبی و ولی 122

Hark-ı âdât, nâsa muhâlif işler ki peygamberden ve velîden sâdır olur, nebî ve velînin fazlına âşikâre delîldir. Velî şol kimsedir ki Allâh’ın sıfâtı ile Allâh’ı mümkün olduğu mikdâr bile ve tâât ve ibâdete müdâvim olup maâsî ve menhiyâttan ictinâb ve ihtirâz etmekle lezzât-ı cismâniyye ve şehevât-ı nefsâniyyeye inhimâkdan i’râz eyleye. Bu sıfât ile mevsûf olan-dan sâdır olan emr-i hârıka kerâmet denilir. Lâkin şol emr-i hârık ki îmâna ve amel-i sâlihaya mukārin olmaya, ona istidrâc; veyâhud âlete mukārin ola, buna sihir denilir, nitekim nüfûs-ı habîseden sâdır olur.

ت ضم هست با دعوی نبو اگر اظهار آن میان امم 123

Eğer ol emr-i hârıkın izhârı ümmetler arasında peygamberlik da’vâsına mukārin ve munzam olursa, ya’ni bir kimsede suda ve havada yürümek yâhud {22a} taş ve ağaç ona söylemek gibi şeyler zuhûruyla ol kimse pey-gamberlik da’vâsın etse;

ور نه آمد کرامت آنرا نام باشد آن معجزه بعرف انام 124

182 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, V, 349-350.183 Y: efdal-i.

Page 50: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

168

M. Nedim TAN

Ol âdete muhâlif işler örf-i nâsda, ya’ni ıstılâh-ı mütekellimînde mu’cize olur, eğer sâhibi peygamberlik da’vâsın etmezse, ona kerâmet derler.

معجز آن نبی متبوعست از ولی خارقی که مسموعست 125

Velîden âdete muhâlif bir iş ki işitilmiştir, ol kerâmet metbû’ olan pey-gamberlerin mu’cizesidir.

مثل آنها رسول ما را بود معجزاتی که انبیا را بود 126

Cümle mu’cize ki peygamberlerin mu’cizesi idi,184 ol mu’cizelerin misli bizim peygamberimizde var idi.185

که ندادست انبیا را دست ای بسی معجزه که او را هست 127

Çok mu’cize ki Sultân-ı Enbiyâ’da vardır, ki sâir peygamberlere el ver-memiştir; ya’ni peygamberlerde olan mu’cizâtın küllisi Resûlullah’da var idi. Lâkin çok mu’cizât var idi ki (aleyhissalâtü vesselâm) Efendimiz’e mahsûs olup peygamberin hiçbirisine müyesser olmadı ve her peygamberlerin mu’cizesi zamânına mahsûs olarak dâr-ı fenâdan intikāliyle berâber zâil ve munkatı’ [28] oldu ki Sultân-ı Enbiyâ’nın vefâtlarıyla mu’cizesi olan Kur’ân munkatı’ olmayıp186 ifâde-i i’câzı umûm üzere her ân ve her sâat zâhir ve bâhir olup kıyâmete değin berkarâr olduğu Meşârık hadîslerinde mestûrdur.

İşâret be-kitâbhâ-yı Hudâ azze ve celle

گشته نازل بر انبیاء کبار هست حق را کتابها بسیار 128

{22b} Allâh’ın kitâbları çoktur, Allâh’ın ulu peygamberlerine nâzil ol-muştur; ya’ni risâlet ve nübüvveti câmi’ olanlarına verilmiştir.

لیکن آنرا دران مدان محصور صد و چارست در خبر مذکور 129

Onların haber-i resûlde mezkûr olanı yüz dörttür, ammâ kitâbları yüz dörtte mahsûr bilme ve i’tikād etme.

باش مؤمن بران علی االجمال هر کتابی که کرد حق انزال 130

184 Y: Cümle mu’cizeler ki peygamberlerin cemîinde var idi.185 Y: +cümlesin izhâr etmiştir.186 Y: lâkin çok mu’cizât var idi, Muhammed aleyhisselâma mahsûs idi, peygamberlerin hiçbirine

müyesser olmadı; ve her peygamberin mu’cizesi zamânına mahsûs idi, ölmek ile munkatı’ oldu. Sultân-ı Enbiyâ’nın Kur’ân mu’cizesi ihtisâsından gayrı mevt ile munkatı’ olmayıp.

Page 51: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

169

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Her kitâbı ki Hak sübhânehû ve teâlâ indirdi, ona îmân getirmiş ol, icmâl üzere.

بر کلیم و صحف بر ابراهیم همچو تورات آن کتاب کریم 131

Tevrât gibi ol ulu kitâbı Hazret-i Mûsâ (aleyhisselâm)a ve suhuf-i mü-kerreme Hazret-i İbrâhîm (aleyhisselâm)adır.

بر مسیح و زبور بر داوود دیگر انجیل کآمده است بفرود 132

Bir dahi İncîl ki aşağı gelmiştir, ya’ni nâzil olmuş,187 Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm)a ve Zebûr Hazret-i Dâvûd (aleyhisselâm)adır.

غ آنست د مبل که محم جامع این چهار قرآنست 133

Bu dört kitâbı câmi’ Kur’ân’dır, zîrâ Muhammed (aleyhisselâm) ol Kur’ân-ı Azîm’in ahkâmını halka teblîğ edicidir. Nitekim Sûre-i Şuarâ’da وح الميــن، علــى قلبــك لتكــون مــن المنذريــن ــه لتنزيــل رب العالميــن، نــزل بــه الــر eş-Şuarâ) وإن26/192-194) âyetinde Şeyhzâde hazretleri buyurmuştur: Kur’ân Allâh’ın kelâmıdır ve dahi zâtıyla kāim sıfatıdır. Hak Teâlâ ona hurûf-ı Arabî’den mürekkeb elfâz kisvesi giydirdi ve dahi Cebrâîl indirtti. Ve Cebrâîl’i Kur’ân üzerine emîn kıldı, tâ kim hakāyık-ı Kur’ân’da tasarruf olunma-ya. Ondan sonra Cebrâîl Kur’ân’ı peygamberin kalb-i {23a} münîrlerine indirdi ve tefhîm eyledi. Ve Hazret-i Resûl (aleyhisselâm) dahi gayrıya anlatmak ahlâkıyla mütehallik olup envârıyla münevver ve hakāyıkıyla mütehallî oldu. Peygamber (aleyhisselâm) sâir peygamberler arasında bu rütbe-i aliyye ve bu kerâmet-i seniyye ile muhtas kılındı, zîrâ peygam-berlerin kitâbları onlara elvâh ve sahâif ile def’aten vâhideten ya’ni bir kerrede sûretleri dahi zâhirleri üzerine nâzile oldu, kalbleri üzere [29] nâzile olmadı. Kalbden murâd rûh olmak kābildir. Tahsîs buyurulmadı-ğının vechi budur ki evvelâ rûha nâzile olur, sonra rûhdan kalbe münta-kil, ondan dimâğa suûd edip levh-i mütehayyile müntakış olur.188 Kezâ zekerahû Beyzâvî (rahimahullâh).189

ناید از خلق مثل او هرگز معنی و لفظ آن بود معجز 134

187 Y: +ya’ni nâzil olmuş.188 Y: Tahsîs ettiği zîrâ maânî-yi rûhâniyye evvelâ rûha nâzile oldu, sonra rûhdan kalbe

müntekıle olur irâde taalluk ettikten, ondan dimâğa suûd edip levh-i mütehayyile onunla müntakış olur, ya’ni maânî ile.

189 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, VI, 325-326.

Page 52: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

170

M. Nedim TAN

Kur’ân-ı Şerîf ’in lafzı ve ma’nâsı mu’cizdir, ya’ni âciz edicidir. Sâir kitâblar böyle değildir, belki belîğdir. Nitekim Tefsîr-i Keşşâf’da mezkûrdur. Halktan Kur’ân-ı Azîm’in nazîr ve misli aslâ ve kat’â gelmez.

سحر ورزند در ادای کالم فصحای عرب اگر بتمام 135

Fusahâ-yı Arab eğer tamâmıyla edâ-yı kelâmda sihir طارتلريــن ursalar ya’ni mübâlağa etseler;190

یکسر از مثل سورۀ اقصر عاجز آیند و قاصر و مضطر 136

Fusahâ-yı Arab âciz ve kāsır ve muztar ve muztarib gelirler, umûmen nazm-ı şerîfin ziyâde kasîr sûresinin mislin getirmekten. Ya’ni Arab-ı Urebâ’dan Adnân kabîlesinin fusahâsı ve Kahtân kabîlesinin {23b} bulegāsı cem’ olup terkîb-i kelâmda ve edâ-yı merâmda dikkat-i tâm ve im’ân-ı na-zar ile makdûr-ı beşerlerin sarf ve bezl edip Kur’ân-ı Azîm’in ziyâde kasîr sûrelerinden birinin mislin getirmek dileseler, kādir olmayıp âciz ve kāsır ve muztarib kalırlardı.

İşâret be-ân ki kelâmullâh kadîm est

از صفات کالم بنده جداست چون کتاب خدا کالم خداست 137

Çünki kitâbullâh Hudâ’nın kelâmıdır, kulların kelâmı sıfatlarından gay-rıdır; ya’ni kulun kelâmı mahlûktur ve hâdisdir, kelâm-ı ilâhî mahlûk de-ğildir ve kadîmdir.191 Kelâm-ı ilâhî bir sıfat-ı ezeliyyedir. O sıfat hurûfdan mürekkeb Kur’ân ile lisân-ı Arab’da tesmiye olundu.192 Eğer Süryânî lisânıyla ta’bîr olunsa Zebûr ve eğer Yunân lisânıyla ta’bîr olunsa İncîl ve eğer İbrân193 lisânıyla ta’bîr olunsa Tevrât denilir. Ammâ cümlesinde yine müsemmâ birdir, ya’ni kelâm-ı nefsîdir.

الیزالیش دان و لم یزلی مکن از حق کران چو معتزلی 138

Hak’tan ayrılma ve kenâra gitme ehl-i i’tizâl gibi. Mu’tezile tâifesi Kur’ân mahlûktur ve hâdisdir dediler. İmdi sen onlar gibi ehl-i sünnet ve

190 Y: Arab fusahâsı eğer tamâm ile, ya’ni cümlesi sihre sa’y ettiler kelâm edâsında, ya’ni mübâlağa ettiler.

191 Y: +ve kadîmdir.192 Y: Ol sıfattan ta’bîr olundu, hurûfdan mürekkeb Kur’ân ile, tesmiye olunmuş nazm ile,

kelâmdan lisân-ı Arabî ile ta’bîr olunsa böyledir.193 M: İmrân.

Page 53: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

171

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

cemâatten hâric söz söyleme. Nitekim Süyûtî194 [30] (rahmetullâhi aleyh) beyân buyurmuştur ki Vâsik-billâh halîfe iken Basra beyine mektûb irsâl edip emretti: Kur’ân mahlûk mudur, değil midir, tâ kim şehrin imâmların ve müezzinlerin imtihân eyleye. Hattâ Ahmed bin Nasr195 adlı {24a} âlim ve muhaddis bir zât var idi. Bağdâd şehrinden196 kayd u bend ile getirip Kur’ân mahlûk mudur deyü suâl etti. Ol zât mahlûk değildir dedi. Ya kıyâmette rü’yet-i Hak ya’ni Allâh’ı görmek olur mu? O âlim billâh eyitti: Hadîs ile sâbittir. Basra beyi eyitti: Kizb ettin. O zât dedi kim: Sen kizb edersin. Fi’l-hâl halîfe ol âlimin kanın döküp dahi başın kesip Bağdâd’a gönderdi, onda astılar, altı yıl mikdârı asılmış durdu. Ba’dehû Mütevekkil-billâh halîfe olduğunda indirtip defn etti. Ve dahi bir kağıda yazmışlar idi ki bu baş Ahmed bin Nasr başıdır. Halîfe onu Kur’ân mahlûktur desin ve i’tikād etsin deyü da’vet etti. Ol dahi kabûl etmeyip katlolundu ve başı asıldı deyü ol kağıdı kulağına asmışlar. Ve dahi bir bekçi ta’yîn etmişler idi ki ol başı hıfz edip gündüz ile kıbleden döndüre. Bekçi olan nakledermiş gece ile yüzün kıbleye döndürüp lisân-ı fasîh ile sûre-i Yâsîn tilâvet ederdi. Ve ol senede Rûm’dan bin altı yüz müslümanı esîr edip halîfeye getirdiler. Herhangisi Kur’ân197 mahlûktur dedi ise onu halâs edip eline iki flori198 ve-rirler idi. Kur’ân mahlûk demeyen esîrlik ile kalırdı. Elhamdülillâhi teâlâ zamânede199 bâri bu hâl yoktur.200 {24b} Allâh’ın kelâmını lâ-yezâl ve lem-yezelî bil, ya’ni ezelî ve ebedîdir, mahlûk ve hâdis değildir.

میشود نیست چون دو آن البث حرف و صوتی که دمبدم حادث 139

Harf dahi âvâz ki her gâh ve her sâat esnâ-yı kırâatte hâdis ve peydâ olur, iki zamânda eğlenmesi yok olur; ya’ni o esnâ-yı kırâatte hâsıl u peydâ

194 Süyûtî’nin burada aktarılan olayları anlatışı için bk. Celâleddin Süyûtî, Halifeler Tarihi, trc. Onur Özatağ, İstanbul: Ötüken Yay., 2012, s. 351-352.

195 M: Nefr. Y: Nasr. Sözü edilen zât Ahmed b. Nasr el-Huzâî’dir (ö. 231/846). Bk. M. Yaşar Kandemir, “Ahmed b. Nasr el-Huzâî”, DİA, II, 110. Vâsik-billah (842-847) ve Mütevekkil-alallah (847-861) dönemlerinde yaşanan mihne olayları ile ilgili olarak ayrıca bk. Muharrem Akoğlu, Mihne Sürecinde Mu’tezile, İstanbul: İz Yay., 2006, s. 178-200.

196 Y: Ahmed bin Nasr adlı emr-i ma’rûf ve nehy-i münker eder bir muhaddis vardı Bağdâd şehrinde.

197 Y: +Kur’ân.198 Y: iki altın.199 Y: zamâne pâdişâhlarında.200 Y: +Mezhebleri dahi i’tikādları sahîh pâk ehl-i sünnet ve ehl-i cemâat mezhebi olmak başka

bir ni’met-i celîledir.

Page 54: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

172

M. Nedim TAN

olan âvâz araz gibi sür’ât üzere gelir geçer.201

مر کالم قدیم را چو لباس باشد آن پیش عقل خرده شناس 140

Ol âvâz ve hurûf hakāyık ve dekāyık-şinâsı olan akıl katında tahkîk kelâm-ı kadîme libâs gibi olur.202 [31]

شخص صاحب لباس را چه خلل دمبدم گر شود لباس بدل 141

Her ân ve her sâat eğer bir kimsenin libâsı tebdîl ola, kisve vü libâs sâhibine ne zarar? Ya’ni harf u savtın hâdis olmasından kelâm-ı kadîm-i ilâhiyye ki kelâm-ı nefsîdir, ne zarar vardır; ve onunla hâdis olmak lâzım gelmez. Nitekim libâsın her sâat tebeddül ve tagayyüründen sâhibinin zâtına ve şahsına tebdîl ve tağyîr ve zarar lâzım gelmez. Nitekim sûre-i Yûsuf’da ــا لعلكــم تعقلــون Arabî olarak bu sûreyi] (Yûsuf 12/2) إنــا أنزلنــاه قرآنــا عربيinzâl ettik ki ma’nâsını fehm ü taakkul edesiniz.] âyetinin tefsîrinde İbn Kemâl Paşa (rahimehullâh) bu ma’nâyı tasrîh buyurup:203

من عبارته في وما مبانيه ودقائق معانيه حقائق تفهموا أن إرادة العربية كسوة للقرائة كسوناه أي

هة في كل حين عن لغتكم، وفيه إشارة إلى حقيقة كالم ال تعالى منز إذ هي شارات، سرار وال ال

ل معانيها إليها، إنتهى. غات، ولكن الخلق يحتاجون في تعق كسوة الحروف والل

[Yani biz onu okunması için Arapça bir kisveye büründürdük; mânâlarının hakikatlerini ve esaslarının inceliklerini ibâresindeki sırlardan ve işâretlerden hareketle idrâk etmenizi murâd ederek böyle yaptık. Çünkü Arapça sizin diliniz-dir. Bu beyanda Allah kelâmının hakikatinin her hâlükârda harflerin ve dillerin kisvesinden münezzeh olduğuna işaret vardır. Fakat insanlar kelâm-ı ilâhînin ihtiva ettiği mânâları akletmeleri için belli bir kisveye ihtiyaç duyarlar.] {25a}

İşâret be-fazîlet-i ümmet ve şeref-i âl ü ashâb-ı Hazret-i Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem

باشد از جمله افضل و اکرم ت احمد از میان امم ام 142

Muhammed (aleyhisselâm)ın ümmeti sâir peygamberlerin ümme-ti ortasında cümle ümmetlerden efdal, dahi ekremdir. Nitekim Kur’ân-ı

201 Y: hâdis dahi peydâ olup, değildir çünki iki zaman eğlenici, ya’ni sür’at üzere gelip geçti a’râz gibi.202 Y: Ol âvâz ve ol hurûf tîz-fehm katında olur kelâm-ı kadîme libâs gibi. 203 Y: âyetinde Kemal Paşazâde tefsîrinde bu maânî tasrîh etmiştir.

Page 55: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

173

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Azîm’de ــاس ــوا شــهداء علــى الن ــة لتكون ــر أم (Âl-i İmrân 3/110, Bakara 2/143) كنتــم خي[Siz nâs için hayr-ı ümmet oldunuz; (tâ ki) münkir-i nübüvvet olan nâs üzeri-ne enbiyânın hakkāniyetine şâhidler olasınız.] âyetinde musarrahdır. Ve bu ümmet-i Muhammediyye’nin sâir ümemden hayriyyeti hakkında Fusûs şârihi Kāşânî204 (rahimehullâh) buyurmuştur: Rusül, rusül olduğu cihetten ümmetlerin merâtib-i aliyyelerinden âriflerdir. Her mürselin ilmi olmaz illâ ümmetinin ihtiyâcı mikdârı olur.205 Ümmetler hod ilimde mütefâzıladır, ba’zısı ba’zı üzerine ziyâdedir. Mürseller dahi ilm-i irsâlde mütefâzıl olur, ümmetlerin tefâzulu sebebiyle. Nitekim Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân’ın تلــك ــض ــى بع ــم عل ــا بعضه لن ــل فض س Bu zikrolunan peygamberlerin] (el-Bakara 2/253) الرba’zısını ba’zısına tafdîl ettik.] âyeti müş’irdir. Ve mürselîn (aleyhimüsselâm) zât-ı şerîflerine râci’ olan ulûm ve ahkâmda isti’dâdlarına göre mütefâzıldır. Ve bunu dahi يــن علــى بعــض لنــا بعــض النبي Enbiyânın ba’zını] (el-İsrâ 17/55) ولقــد فضba’zı üzere tafdîl ettik.] âyeti müş’irdir. Ve mürselîn hazarâtına risâlette muhtâc olmadıkları ba’zı kader ilmi gibi ulûm ketm olunur. Zîrâ zâhirde risâlete münâfîdir. Eğer mürselîn hazarâtı bu ilme muttali’ olsalar makdûr olmayan nesnenin talebinde za’f-ı himmetlerini mûcib olur.206 Hâlbuki muktezâ-yı risâlet risâlette ve da’vette cidd ve kuvvet-i azmdir. [32] Kāşânî böyle tahkîk etmiştir. Dahi bundandır Peygamber’in (a.s.) {25b} تــي علمــاء أمإســرائيل بنــي -buyurduğu “ümmetim ulemâsı benî İsrâîl peygamberle كأنبيــاء ri gibidir”. Elhâsıl Peygamber (a.s.) cemî’-i enbiyâ ve mürselînin efdali ve sultânıdır, ümmeti dahi cümle ümmetlerin efdali ve ekremidir.207

پیرو شرع و سنت اویند ت اویند اولیایی کز ام 143

Evliyâ ki Muhammed ümmetindendir, Peygamber’in şerîatı ve sünneti ardınca gidicilerdir; ya’ni eşedd-i tebaiyyet ile tâbi’ olup sünnet ve şerîatın himâyet ve riâyet edicilerdir.

204 Kāşânî’nden hareketle yazılan bu kısmı krş. Abdürrahim Alkış, Abdürrezzak Kâşânî ve Şerhu Fusûsi’l-hikem Adlı Eserinin Tahkik ve Tahlili, (Doktora Tezi), Marmara Ünv. SBE, 2008, s. 279-280.

205 Y: Rusül olduğu cihetten evliyâ oldukları cihetten değil ümmetlerinin merâtib-i aliyyelerin âriflerdir. Her mürselin ilmi olmaz illâ ümmetinin ihtiyâcı mikdârı olur, artık ve eksik olmaz.

206 Y: Ve mürselînden risâlete muhtâc oldukları ba’zı ulûm dürülmek olur, zâhirde risâlete münâfî olduğu için, şerr-i kader ilmi gibi. Zîrâ bu ilim da’vette himmet za’fın îcâb eder, makdûr olmayan nesnenin talebinden.

207 “Kāşânî böyle tahkîk etmiştir” cümlesinden sonuna kadar bu kısım matbû nüshada yoktur.

Page 56: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

174

M. Nedim TAN

بهتر از غیر انبیا باشند رهروان ره هدا باشند 144

Hidâyet yolunun yolcularıdır, peygamberlerden gayrıdan yeğrekler-dir. Zîrâ ulu peygamber rütbesine varmaz, velâyetin nihâyeti nübüvvetin ibtidâsıdır.

کز همه بهترند در هر باب ه آل پیمبر و اصحاب خاص 145

Husûsâ peygamber hazretlerinin âl ü ashâbı ki cemî’-i umûrda hep halkdan efdallerdir.

یق بخالفت کسی به از صد در میان همه نبد تحقیق 146

Âl ü ashâbın ortasında ale’t-tahkîk olmadı Hazret-i Sıddîk’dan hayırlı bir kimse hilâfete. Zîrâ efdal-i nâs peygamber zamânında Hazret-i Îsâ’dan sonra Ebû Bekir (radıyallâhu anh) hazretleri olduğu sâbıkan tahkîk olun-du.

کس چو فاروق الیق آن کار وز پی آن نبود زان احرار 147

Hazret-i Ebû Bekir ardınca ol muhabbet-i dünyeviyyeden ve lezzât-ı nefsâniyyeden âzâd olmuş ashâbdan Hazret-i Ömer gibi hilâfete lâyık bir kimse yok idi. Hattâ kazâyâ ve husûmâtta hak ile bâtılı fark ettiği için fârûk dediler.208 {26a}

کار ملت نيافت زينت و زين بعد فاروق جز به ذى النورين 148

Hazret-i Ömer’den sonra Hazret-i Osmân’dan gayrı ile Muhammed üm-metinin işi zînet ile zeyn bulamazdı; ya’ni dîn-i İslâm ve şerîat ve ahkâm-ı şerîat Hazret-i Osmân’ın ilmi ve a’mâl-i sâliha ve hayâ ve takvâsı sebe-biyle tamâm-ı kuvvet bulup müzeyyen oldu. Ve Peygamber (aleyhisselâm) Rukiyye nâm kerîme-i aliyyesin, sonra diğer Ümmü Külsûm nâm duhter-i pâkin nikâh buyurduğu zi’n-nûreyn tesmiyesine bâdî oldu. Ve ol dahi vefât ettikte, “bir kızım dahi olaydı nikâh ederdim” buyurdu.209

208 Y: Ebû Bekir ardınca yoğidi ol âzâdlarından, dünyâ dahi mâsivâ muhabbetinden ve lezzât-ı nefsâniyyeden âzâd ve müberrâ oldukları için ahrâr oldular, kimse Hazret-i Ömer gibi, hilâfet işine lâyık kazâyâ ve husûmâtta hak ile bâtılı fark ettiği için fârûk dediler.

209 Y: Ömer’den sonra Hazret-i Osmân’dan gayrıdan Muhammed ümmetinin işi bulmadı zînet ile zeyn. Ya’ni dîn-i İslâm ve şerîat ve ahkâm Hazret-i Osmân’ın ilmi ve a’mâl-i sâlihası ile ve dahi hayâ ve takvâsı sebebiyle tamâm-ı kuvvet bulup müzeyyen oldu. Zi’n-nûreyn dediklerine sebeb oldur ki Peygamber (a.s.) Rukiyye adlı kızın nikâh edip güyegü etti.

Page 57: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

175

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

اسدال خاتم الخلفا بود بعد از همه به علم و وفا 149

Bu cümleden sonra ilim ve vefâ ile Esedullah hâtemü’l-hulefâ ya’ni Allâh’ın arslanı Aliyyü’l-murtazâ hulefânın hâtemi idi. İlmine delîl Hazret-i Resûl-i Ekrem’in أنــا مدينــة العلــم وعلــي بابهــا kavl-i şerîfidir ki hadîs-i sahîhdir. Ve fazl-ı Aliyyü’l-murtazâ hakkında daha nice eser vârid olmuştur ve kendi-leri لــو كشــف الغطــاء مــا ازددت يقينــا buyurmuştur.210 Ya’ni: “Estâr ve hucübâtın cümlesi merfû’ olup ahvâl-i âhiret alâ-mâ-hiye-aleyhâ [33] münkeşif olay-dı, zerre mikdârı yakînim artmazdı.” Bu delîldir ki ahvâl-i âhiret ve umûr-ı mugayyebât bi-tamâmihâ Hazret-i Ali’ye mekşûf idi (rıdvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn).

سلك دين نبى نيافت نظام جز به آل کرام و صحب عظام 150

Peygamber (aleyhisselâm)ın âl-i kirâmından ve ashâb-ı izâmından gayrı ile Peygamber’in dîn-i âlîsi nizâm bulmadı; {26b} ya’ni bunlar ile dîn-i Mu-hammed ve şer’-i Ahmed vücûd ve zuhûr bularak intizâmı kemâle yetişti. Nitekim Sûre-i Hac’da كاة وأمــروا ــالة وآتــوا الــز ناهــم فــي الرض أقامــوا الص الذيــن إن مك âyeti hulefâ-i râşidîn (rıdvânullâhi (el-Hac 22/41) بالمعــروف ونهــوا عــن المنكــرaleyhim ecmaîn) hazarâtının hilâfetlerinin sıhhatine delâlet eder. Ve Kādı Beyzâvî (rahimehullâh) hazretlerinin tefsîrinde211 vâki’ olmuştur: وهــو ثنــاء اشــدين، إذ لــم يســتجمع ذلــك غيرهــم ــة أمــر الخالفــة للخلفــاء الر قبــل بــالء، وفيــه دليــل علــى صحالمهاجريــن Ya’ni: İmtihândan evvel medihtir bu sîret-i âdile ki ikāmet-i مــن salât ve îtâ’-i zekât ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker bi-kemâlihâ hulefâ-i râşidîn hazarâtından gayrıya müyesser olmamıştır. Ve Şeyhzâde hazretleri buyurmuştur ki: Eimme-i erbaanın imâmet ve hilâfetine bu âyetle vech-i istidlâl budur ki Hak Teâlâ muhâcirîni vasf etti. Şu vech ile ki: “Eğer biz onlara yerde temkîn edip halk üzere infâz-ı kavl ve saltanat verdik, onlar namâz kılıp zekât verirlerdi ve dahi her ma’rûfa emr edip her münkerden nehy ederlerdi.” Hâlbuki eimme-i erbaa yeryüzünde mütemekkin olup halk üzere saltanatları sâbit oldu ise, imdi onlardan bu dört nesneyi bi-

Vefâtından sonra Ümmü Külsûm nikâh etti. Ol dahi vefât ettikde üçüncü kızım olaydı nikâh ederdim deyü buyurdu. İki kızın nikâh ettiği için zi’n-nûreyn dediler.

210 Y: Bu cümleden sonra ilmiyle dahi vefâ ile öndü Allah arslanı Aliyyü’l-murtazâ hulefânın hâtemi. أنا مدينة العلم وعلي بابها buyurulmuştur hadîs-i sahîhde, ya’ni ilim şehri benim zâtım dahi mevcûdumdur, Ali hazreti kapısıdır deyü hazretin medh etmiştir Peygamber hazretleri. Ve dahi Ali hazretleri لو كشف الغطاء ما ازددت يقينا demiştir.

211 Bu izahı krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, VI, 118-119.

Page 58: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

176

M. Nedim TAN

kemâlihâ yerine getirmek vâcib oldu. Nitekim Allah kelâmında hulf lâzım gelmeye.212 Bu dört nesneyi çünki getirmişlerdir, vâcib oldu bunlar hak üzere olmak. Bu vecihden bu âyet-i kerîme hulefâü’r-râşidîn hazretlerinin imâmet ve hilâfetlerine delâlet etti.213

جز به تعظيم سويشان منگر نامشان جز به احترام مبر 151

Onların nâm-ı sâmîlerin {27a} i’zâz ve ihtirâmdan gayrı ile iletme; on-ların tarafına ta’zîm ve tekrîmden gayrı ile nazar eyleme.

دل ز انکارشان به يك سو کن همه را اعتقاد نيکو کن 152

Cümlesine iyi ve güzel i’tikād eyle; zîrâ onları ebrâr ve ahrâr ve ehl-i salâh ve ehl-i felâh bilip can ü dilden muhabbet etmek gerektir. Gönlün onlara inkârdan bir taraf eyle; ya’ni hiçbirine bu’z ve adâvet ve inkârdan hazer eyle. Rivâyet: Bir kimse hacca giderken Bağdâd’a gelip emânet koya-cak âdem taleb eyledi. Bir dükkânda oturur müsinn ve ihtiyâr âdem gördü. Yakın gelip emânetin arz etti, kabûl etmedi. Ziyâde ibrâm etti. Ol kimse dedi ki şol şartla kabûl ederim ki Peygamber’e (aleyhisselâm) vardığında tarafımdan diyesin, [34] yâ Resûlallah eğer yanında ashâbından iki kimes-ne olmayaydı, her yıl seni ziyâret eder idim. Ol dahi Mekke’ye müteveccih olup Ravza-i Mutahhara’ya geldikte, uyku galebe edip Peygamber hazretin ashâb-ı kirâmlarıyla ma’nâda214 gördü. Peygamber (aleyhisselâm) buyurdu ki “ol kimsenin haberin bana teblîğ eyle”. Merkūm hacı der ki, ben dahi hav-fımdan âbdest aldım ve iki rek’at namâz kılıp uyudum. Tekrâr Peygamber hazretleri görünüp “fülân kimsenin haberin bana teblîğ eyle” deyü ikdâm buyurdu. Ben dahi havfımdan uyanıp tekrâr âbdest aldım, namâz kılıp uykuya vardım. Üçüncü mertebe suâllerin tekrâr buyurdular. Cevâbında215 “a’lemsiz ol mel’ûn ne söyledi yâ Resûlallah” dedim. “Gerçeksin” buyurdu, “lâkin üzerinde olan emâneti edâ eyle” deyü buyurdular. Ben dahi “yanın-da {27b} ol iki kimesne olmayaydı her yıl seni ziyâret ederdim deyü ısmar-ladı yâ Resûlallâh” dedim. Fi’l-hâl Peygamber hazretleri Ali (radıyallâhu anh) hazretlerine nazar edip Ali dahi o sâat gāib oldu ve ol koca âdemi

212 Y: İmdi vâcib oldu bunlar bu dört nesneyi bi-kemâlihâ yerine getirmek, tâ kim Allah kelâmında hulf lâzım gelmeye.

213 “Bu dört nesneyi çünki...” ifadesiyle başlayan kısım matbû nüshada yoktur. 214 Y: düşde.215 Y: yine üçüncü kere tekāzâ ettikde.

Page 59: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

177

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

yakasından alıp huzûr-ı Risâlet-penâha getirdi. “Ol kimesne bu mudur” deyü suâl eyledi. Ben dahi “budur” dedim. Peygamber (aleyhisselâm) “boynunu ur” deyü Ali’ye emir buyurdu. Ali dahi kılıç çıkarıp başını kes-ti, kanından bir katre eteğime dokunmakla havfımdan uyandım. Konağa gelip târîh ve sâatin yazdım. Bağdâd’a geldiğimde ol kimesnenin odasına gidip suâl ettim. Fülân zamânda gāib oldu, bir harâbe yerde başını kesilmiş bulduk deyü cevâb ettiler. Ben dahi kıssayı bi-tamâmihâ onlara hikâyet eyledim. Şâyi’ olup halîfeye dahi yetişti. Halîfe Bağdâd’da ve sâir şehirlerde münâdîler gönderip gāfil olmayasız Peygamber’in ashâbın sû-i i’tikāddan ve şânlarına lâyık olmayan akvâlden; ve dahi bu’z ve adâvet etmekten muhkem ihtirâz edesiz deyü tenbîh ettiği meşhûrât ve mütevâtirâttandır (rıdvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn).216

ب مزن در آنجا دم به تعص هر خصومت که بودشان با هم 153

Her ceng ü cidâl ki ashâb-ı kirâm aralarında var idi; taassubla sen onda söylemeden muhkem ihtirâz eyle.217

دين خود رايگان ز دست مده بر کس انگشت اعتراض منه 154

Peygamber hazretinin âl ü ashâbından kimesne üzerine i’tirâz parma-ğın koma, ya’ni niçin öyle etti, böyle etmedi deme; {28a} kendi dînin ko-laylıkla elden verme.

بندگى کن تو را به حکم چه کار ه با خداى گذار حکم آن قص 155

Ashâb hazretlerinin husûmeti kıssasın Allah Teâlâ’ya ısmarla.218 Sen kulluk eyle, senin hüküm ile ne işin var? Ya’ni tâat ve ibâdette üzerine farz ve lâzım [35] nesneler ile mukayyed ol. Zîrâ senin esrâr-ı ilâhiyyeye şuûrun yoktur.

در خالفت صحابئ ديگر وان خالفى که داشت با حيدر 156

Ol hilâf ki Hayder ile tuttu, başka sahâbî emr-i hilâfette;219

216 Y: münâdîler gönderip nidâ ettirdi; gāfil olmayasız Peygamber’in ashâbın birin sebt etmeyesiz ve dahi bu’z u adâvet etmekten muhkem ihtirâz edesiz (rıdvânullâhi teâlâ aleyhim ecmaîn).

217 Y: Ashâb-ı güzîn her ceng ü cidâl ki aralarında var idi, taassub ile sen onda söz söyleme.218 Matbû nüshada ilk beytin Farsçası ve tercümesi yoktur.219 Y: hilâfette gayrı sahâbî; ya’ni Muâviye Ali’ye (radıyallâhu anhümâ) hilâfet talebinde

muhâlefet etti.

Page 60: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

178

M. Nedim TAN

جنگ با او خطا و منکر بود حق در آنجا به دست حيدر بود 157

Hak ol emrde Hazret-i Ali elinde idi.220 Zîrâ Hazret-i Osmân şehîd olduk-ta muhâcirîn ve ensârın uluları Hazret-i Ali’ye cem’ olup hilâfet kabûlün taleb ve bîat ettiler. Çünki ol zamânda Ali’den efdal ve emr-i hilâfete evlâ kimesne yok idi. Ali ile ceng ve muhârebe hatâ ve yaramaz idi.

ليکن از طعن و لعن لب دربند آن خالف از مخالفان مپسند 158

Hazret-i Ali’ye muhâliflerin muhâlefetini221 beğenme ve kabûl etme. Ammâ ta’n, dahi la’n etmekten lisânın bağla.

نيست لعن من و تواش در خورد گر کسى را خداى لعنت کرد 159

Eğer bir kimseye Allah sübhânehû ve teâlâ hazretleri la’net eyleye, be-nim ve senin la’netine ol kimesne lâyık değildir. Bize lâzım olan la’n et-mekten gāyet hazer etmektir. Zîrâ: {28b}

لعن ما جز به ما نگردد باز ور به احسان و فضل شد ممتاز 160

Eğer Allah Teâlâ la’n ettiği kimesne Allâh’ın fazl u ihsânıyla mümtâz olursa, ya’ni bi’l-âhire rahmet ve mağfiretine mazhar olursa, bizim la’netimiz bizden gayrıya dönmez. Belki ettiğimiz la’net üzerimize düşer. Bununla ma’lûm olur ki kâfirden ve müselmânlardan hiçbir ferde la’net etmekten muhkem sakınmak gerek,222 cidden câiz değildir. Zîrâ kimsenin ahvâl-i hâtimesi ma’lûm değildir. Kâfir olan câizdir son demde îmân ile âhirete gide. Meğer ki küfür ile gittiği nass-ı şerîf ile ma’lûm ola, Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi.

İşâret be-ân ki tekfîr-i ehl-i kıble câiz nîst

که به آورده نبى گرويد هر که شد ز اهل قبله بر تو پديد 161

Her kimse ki ehl-i kıbleden olduğu sana zâhir ola, ki Peygamber (aleyhisselâm) getirdiğine inanmış ola; ya’ni hakîkati meşkûk ise de bi-ha-sebi’z-zâhir müselmân ola;

بينى او را ز روى علم و عمل گر چه صد بدعت و خطا و خلل 162

220 Y: Emr-i hilâfette hak Ali elinde idi.221 Y: Hazret-i Ali muhâliflerinden ol hilâfı.222 Y: +ten muhkem sakınmak gerek.

Page 61: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

179

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Eğerçi yüz bid’at ve hatâ ve zarar ve dahi ilm ü amel yüzünden ya’ni şerîata muhâlif akvâl ve ef ’âl onda görürsen;223

مشمارش ز اهل نار و سعير مکن او را به سرزنش تکفير 163

Onu başa kakmak ile ikfâr etme, ya’ni kâfirsin deyü hükmetme. Onu cehennem ehlinden ve kâfirlerden sayma. Zîrâ sırâttan geçmeyince bir ki-mesnenin ehl-i nâr olduğu Allah Teâlâ’dan gayrıya ma’lûm olmadığından başa kakarak tekfîr etmek ve ehl-i nâr add kılmak câiz olmaz.224 [36]

که رود راه دين صباح و رواح ور ببينى کسى ز اهل صالح 164

Eğer kimseyi ehl-i salâhdan göresin, ki dîn-i İslâm yolunda sabâh ve akşamda yürür;

با اوامر نهد بکلى روى از مناهى شود بکل يکسوى 165

Menhiyâttan bi’l-külliye bir taraf olur, ya’ni hazer eder, {29a} evâmir-i ilâhiyyeye külliyet ile yüz kor; ya’ni menâhî ve münkerâttan nefret ve ihtirâz edip evâmir ve tââta ve hayrât ve hasenâta râgıb ve müteveccih ola;

سوى عقبى روانه قافلها کند از فرضها و نافلها 166

Ferâiz ve nevâfili edâ eyleye âhiret tarafına revâne kāfileler gibi; ya’ni bir kimesne esnâf-ı tâât ve envâ’-ı ibâdât-ı kesîre ile meşhûr ve mevsûf ise dahi;

ايمن از روز آخرش مگذار به يقين اهل جنتش مشمار 167

Yakîn ile onu ehl-i cennetten sayma, ya’ni şübhesiz ehl-i cennettir deme; onu son gününden emîn koma, ya’ni kimsenin hâtimesi ma’lûm ol-madığından ve salâh ve kesret-i ibâdet mûcib-i cennet olmayıp alâmet-i saâdet olduğundan hiçbir kimesne a’mâl ile cennete giremez, illâ Allâh’ın fazlı ile girer.225 Nitekim meşhûr Meşârık hadîslerindendir ki kimesnenin hüsn-i hâline ve kesret-i a’mâline nazar edip ehl-i cennet olduğuna cezm olunmaz. Ve dahi Süfyân bin Uyeyne demiştir ki: Gazâda bir atlı kâfiri gör-

223 Y: görürsün onda ilim dahi amel yüzünde ya’ni şerîata muhâlif akvâl dahi ef ’âl gördüğün takdîrde.

224 “Zîrâ...” ile başlayan cümle yazma nüshada yoktur.225 Y: Kimsenin hâtimesi değildir, salâh ve kesret-i ibâdet mûcib-i cennet değildir, alâmet-i

saâdettir. Hiç kimse a’mâl ile cennete girmez, Allâh’ın fazlı ile girer.

Page 62: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

180

M. Nedim TAN

düm, meydânda iki müselmân226 katletti. Dîn gayreti beni tuttu. At tepip ol kâfire mukābil oldukta bana söz söyledi. Ol ân onu anlayıp sen fülân değil misin dedim. Dediğin kimesne benim dedi. Ol vakit dedim yirmi yıl benim ile mevkıfda durmadın mı; ve dahi bin kerre Kur’ân-ı Azîm’i hatm etmedin mi ve yirmi yıl mütevâliyen oruç tutmadın mı? Cümlesin etmişim dedi. Ya sana ne oldu, bu hâlet nedir dedim. Cevâb edip dedi: {29b} Ben-den suâl etme Allah’tan suâl eyle ki, bu kâfirler arasına gelip bir gece uyu-dum, ol sabâh kalktım, sanki hergiz mü’min olmamışım. Nitekim Hazret-i Mevlânâ (kuddise sırruhû) Mesnevî’de buyurur. Mesnevî:

قلب بين اصبعين كبرياست مكر حق سرچشمۀ اين مكرهاست

[Hakk’ın mekri bu mekrlerin serçeşmesidir. Kalb, Kibriyâ’nın iki parmağı arasındadır.]227 الماكريــن hasebince (Âl-i İmrân 3/54) ومكــروا ومكــر ال وال خيــر Allâh’ın mekrinden emîn olmamak gerek, zîrâ hadîs-i şerîfde إن قلوب بني آدم بهــا كيــف يشــاء حمــن يقل buyurulmuştur. Ya’ni kalb Allâh’ın بيــن إصبعيــن مــن أصابــع الرiki sıfatı arasındadır, biri tevfîk ve diğeri hızlândır ki gâh kahrı ve gâh fazl u adli zâhirdir. Ona binâen Hazret-i Mevlânâ buyurur: Mesnevî: [37]

تا نبينى ايمنى بر كس مخند ستر كن تا بر تو ستارى كنند

Ya’ni sırât köprüsün geçip emînlik görmeyince kimesnenin şekāvetine gülme, zîrâ senin dahi hâlin ma’lûm değildir. İmdi havf ve ilticâdan ve gir-ye vü niyâzdan hâlî olmamak gerektir.228

ر به جنة المأوى شد مبش مگر آن کس که از رسول خدا 168

İllâ ol kimsenin ehl-i cennet olduğuna cezm etmek câizdir ki Allâh’ın Resûlü cennetü’l-me’vâ ile tebşîr edici oldu.229 Nitekim Peygamber (aleyhisselâm) ،ــة ــي الجن ــي ف ــة، وعل ــي الجن ــان ف ــة، وعثم ــي الجن ــر ف ــة، وعم ــي الجن ــر ف ــو بك أبــاص ــة، وســعد بــن أبــي وق حمــن بــن عــوف فــي الجن ــة، وعبــد الر بيــر فــي الجن ــة، والز وطلحــة فــي الجن

226 M: kâfiri.227 Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, XII, 498.228 “Ey sâlik! Sen mü’min kardeşlerinden gördüğün ayıbları ört ki, Hak Teâlâ ve Hakk’ın

ve Resûl’ünün nâibleri olan insân-ı kâmiller de senin ayıblarını örtsünler. Zîrâ hadîs-i şerîfte يعلمه حتى يمت لم بذنب أخاه عاب ya’ni “Bir kimse bir kardeşini bir kusûru sebebiyle من ayıblarsa, o kimse o kusûru yapmadıkça ölmez!” buyurulmuştur. Binâenaleyh nefsinin kötü sıfatlarından temizlenip emîn olmadıkça vâki’ olan kusûrundan dolayı hiçbir kimseye gülme ve onu hakîr görme!” Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, XIII, 202.

229 Y: Allâh’ın Resûlü’nden muştulanmış oldu me’vâ cennetiyle.

Page 63: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

181

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

ــة ــي الجن اح ف ــن الجــر ــدة ب ــو عبي ــة ، وأب ــي الجن ــد ف ــن زي ــعيد ب ــة، وس ــي الجن ,Ebû Bekir, Ömer] فOsman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkas, Said b. Zeyd ve Ebû Ubeyde b. Cerrah cennettedir.]230 ve hadîs-i dîgerde231 {30a} إن ــة ان أهــل الجن د شــب ــة وإن الحســن والحســين ســي دة نســاء أهــل الجن :buyurulmuştur فاطمــة ســي“Fâtıma cennet içinde olan avratların ulusudur; ve Hasan ile Hüseyin cen-nette olan yiğitlerin ulusudur.”232

اندر آن ده مدارشان محصور گر چه ده کس بود به آن مشهور 169

Eğerçi on kimesne cennet ile müjdelendiği meşhûrdur, ol on kimesneye mahsûr tutma, ya’ni ziyâde yoktur deme.

هم بشارت رسيدشان به بهشت زانکه جمعى ز آل پاك سرشت 170

Ondan için ki Peygamber’in (aleyhisselâm) tabîatı pâk ve kalbi sâfî olan âl-i kirâmından bir bölük, onlara dahi cennet ile müjde erişti. Hazret-i Fâtıma ve sâir gibi (rıdvânullâhi aleyhim ecmaîn).

İşâret be-azâb-ı kabr ve suâl-i münker ve nekir

دو فرشته به صورتى هايل هر که را زير خاك شد منزل 171

Her kime ki toprak altında yer ola,233 ya’ni her kimse kim vefât edip kabre konula, iki ferişte korkulu sûret ile;

امتحان را ازو کنند سؤال پيشش آيند ز ايزد متعال 172

Yüce olan Allah Teâlâ cânibinden meyyitin önüne gelirler, imtihân için ondan suâl ederler.

زان همه دين که بود دين تو چيست که خداى تو و نبى تو کيست 173

Ki Rabbin ve Peygamber’in kimdir? Cümle suâlden biri, dînin kimin dîni ve dînin nedir? Nitekim hadîsde gelmiştir ki meyyit makbereye def-nolundukta iki siyâh ve gözleri gök gāyet korkulu sûrette nekîr ve mün-ker isimli melekler geleler, {30b} meyyitten suâl edeler ki Rabbin kimdir

230 Bk. Abdullah Aydınlı-İsmail L. Çakan, “Aşere-i Mübeşşere”, DİA, III, 547.231 Y: ve Hazret-i Fâtıma ve Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin için cennet ile şehâdet

buyurmuşlar.232 Hadisin tercümesi matbû nüshada yoktur. Müellif her iki hadisin de Şerhü’l-Akāid’deki

hallerini aktarmıştır.233 Y: her kime menzil toprak altında ola.

Page 64: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

182

M. Nedim TAN

ve dînin ne dîndir ve Peygamber’in kimdir? Ehl-i cennet olanlar “Rabbim Allah, dînim İslâm ve Peygamberim Muhammed (aleyhisselâm)dır” deyü cevâb edeler.

برهد از غم عذاب و عقاب گر بگويد جوابشان به صواب 174

Eğer meyyit suâl meleklerine [38] cevâbı doğru söyler ise azâb ve ukūbât gamından kurtulur; ya’ni kabir azâbı olmaz.

روزنى در بهشت بگشايند فسحت قبر او بيفزايند 175

Onun kabrinin genişliğin artırırlar, ya’ni göz erimi mikdârı ederler. Cennetten pencere açarlar.

که کجا دارد از بهشت مقام گردد او را عيان چه صبح و چه شام 176

Ona sabâh mı akşam mı ne ise âşikâre olur, ki cennette kande makām tutar; ya’ni kabrinden sabâh ve akşamda cennetteki yerlerin ve sarâyların seyr eder.

آهنين گرزى آيدش بر سر ور نگويد جوابشان در خور 177

Eğer meyyit meleklere lâyık ve savâb cevâb vermez ise ateşli bir gürz başına gelir; ya’ni gürz ile başına ururlar. Rivâyet-i sahîha ile sâbit olarak234 Peygamber (aleyhisselâm) buyurmuşlar: İki melek gelip meyyiti oturtalar. “Men rabbüke ve mâ dînüke ve men nebiyyüke” deyü suâl edeler. Mü’min olan “Allah rabbimdir, İslâm dînimdir, peygamberim (aleyhisselâm) Muhammed’dir” diye. Sana kim bildirdi diyeler, Kur’ân’dan bildim, okuyup îmân getirdim deyü cevâb eyleye. Sonra gökten kulum gerçektir, cennet-ten altına döşek getirin ve cennet libâsların geyürin ve cennetten {31a} kapı açın deyü nidâ gele. Sonra ol kimesneye cennet râyiha ve râhatından gelip cennetten göz erimi mikdârı pencere açılıp ilâ kıyâmi’s-sâa merzûk ve mütena’im ola. Ammâ kâfirin rûhu cesedine yine iâde olundukta me-lekler gelip onu oturtalar. Rabbin kimdir deyü suâl eylediklerinde hah hah deyip hayrette “lâ-edrî” deyü cevâb vermesiyle ve “bilmem” dediğinde bi-lirken yalan söyleyip hasedden inkâr etmesiyle altına cehennemden döşek getirip cehennem kisvesin geyürin ve cehennemden kapı açın deyü gökten

234 Y: Berâ bin Âzib rivâyeti ile sâbittir ki.

Page 65: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

183

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

nidâ geldikten sonra makberesin dar edeler.235 Hattâ eğe kemikleri236 biri birinden geçe. Azâb meleklerinden kör ve sağır bir melek üzerine havâle edeler. Tâ kim merhamet etmeyip azâb eyleye,237 elinde demirden mazra-bası238 ola,239 onunla meyyiti ura ve urduğun mağrib ile maşrık arasında olan mevcûdât işite. Ve ins ü cinden her biri öldükten sonra toprak ola, tekrâr rûhu döndürülüp dirile. Dahi Kitâb-ı Kuşeyrî’de yazılmıştır ki Mek-ke ile Medîne arasında bir yolcu giderken nâgâh bir makbere içinden bir âdem çıkıp kaçar, boynunda ateşten zencîr ucun bir başkası elinde tutup ve bir elinde ateşten debbûs240 önünden kaçtı. Meded {31b} su deyü bir içim su istedi. Yolcu der ki yanımda olan suyu sunup verdim, lâkin elinde zencîr olan kimesne [39] âvâz verdi ki su verme, suya lâyık değildir. Debbûs ile onu önüne katıp döve döve makbereye koydu ve ikisi bile nâ-bedîd oldu. Fakîh Ebu’l-Leys’den naklolunmuştur ki azâb-ı kabirden necât bulmak is-teyen namâz ve tilâvet-i Kur’ân’a ve tesbîhe müdâvemet edip kizbden ve hıyânetten ve koğuculuktan ve bevlden ihtirâz eylesin.

بشنود جز آدمی و پری نالۀ او به وقت گرز خورى 178

Ol meyyitin gürz yediği vakit feryâd u figānın âdem ve cinden gayrı cümle mahlûk işitir.

همه از خواب و خور نفور شوند آدمى و پرى اگر شنوند 179

Âdem oğlanıyla cin tâifesi eğer işitse cümlesi yemekten dahi uykudan nefret ederdi.

که دو پهلوئ او ز هم گذرد تنگئ گورش آنچنان فشرد 180

235 Y: hah hah deyip hayretde kalıp lâ-edrî ya’ni bilmem diye. Size gönderilen âdem kimdir suâline lâ-edrî deyü cevâb eyledikte gökden nidâ gele, yalan söyledi bilmem dediğinde, belkim bilürken peygamberliğin inkâr etti hased etmekle, altına cehennemden döşek eyleyip cehennem kisvesin geyürün ve cehennemden kapı açın; ondan sonra ateşe yelleri gele ve makberesin dar edeler.

236 Y: eyegüleri.237 Y: +azâb eyleye.238 Y: harbesi.239 Y: +onunla bir dağı bir kere uraydı ol dağ toprak olurdu.240 “Debbûs (بوس Topuza ve bozdoğana denir… Debûs-ı Fârisî muarrebidir. Topuz dahi :(الد

debbûs muharrefidir.” Mütercim Âsım Efendi, Kāmûsu’l-Muhît Tercmesi, haz. Mustafa Koç-Eyyüp Tanrıverdi, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2013, III, 2607.

Page 66: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

184

M. Nedim TAN

Onun makberesinin darlığı onu ancılayın sıkar ki onun iki yanı biri bi-rinden geçe, ya’ni eyegüleri muhkem sıkıla.

تا در آن بنگرد به شام و سحر بگشايند روزنى ز سقر 181

Cehennemden ona pencere açalar, tâ kim sabâh ve akşam cehenneme nazar eyleye.

آوخ از حالتى چنين آوخ جاى خود را ببيند از دوزخ 182

Cehennemde olan yerin ve makāmın göre “âvâh buncılayın hâletten âvâh”, ya’ni “âvâh”241 deyü {32a} feryâd u figān edip Allah Teâlâ’dan istiânet ve istiâze etmek gerek, tâ kim azâb-ı kabirden emîn oluna, hafizanallâhu an hâzâ ve âmilnâ bi-lutfihi’l-a’lâ.

İşâret be-nefhateyn

وز قيامت نشانه ها ظاهر چون شود نوبت جهان آخر 183

Çünkim dünyâ zamânının âhiri ola, dahi kıyâmetten alâmetler zâhir ola. Hazret-i Huzeyfe rivâyet eder: Peygamber (aleyhisselâm) hazretleri ashâb ile242 kıyâmet ahvâlin söyleşirken üzerimize gelip ne söyleşirsiz dedi. Kıyâmet ahvâlin söyleşiriz yâ Resûlallah dedik. Peygamber (aleyhisselâm) buyurdular: Kıyâmet kopmaz siz on alâmet görmeyince; biri duhân ya’ni maşrık ile mağrib arası tütün ile dolup kırk gün eğlene; mü’min olanlara zükâm gibi ola, kâfirler sarhoş olup genizlerinden ve kulaklarından ve aşa-ğılarından tütün çıka; ve dahi Deccâl ve dâbbetü’l-arz zuhûr edip güneş mağribden doğa; ve Hazret-i Îsâ (aleyhisselâm) gökten nâzil ola; ve dahi Ye’cûc ve Me’cûc çıka ve husûf-i selâse ya’ni yer batması ola, biri mağribden ve biri maşrıktan ve biri Cezîre-i Arab’dan; onuncu alâmet Yemen’den ateş çıkıp halkı mahşer yerine süre.243

کال ال برآيدش به زبان نشود يافت هيچ کس به جهان 184

Dünyâda hiç kimesne bulunmaya ki lisânına [40] Allah ism-i a’zamı

241 “Âvâh (آواخ): Kelime-i tahassürdür. Ah, hayfâ ve dirîğ mevkiinden söylenir, eyvâh bundan muharreftir.” Mütercim Âsım Efendi, Burhân-ı Kātı’, haz. M. Öztürk-Derya Örs, Ankara: Türk Dil Kurumu, 2000, s. 31.

242 Y: +ashâb ile.243 Bu hadis Şerhü’l-Akāid’den aktarılmıştır.

Page 67: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

185

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

gelir. Nitekim Meşârık-ı Şerîf’te vâki’ ki (Aleyhissalâtü vesselâm) Efendi-miz buyurmuşlar: ــي الرض ال ال ــال ف ــى يق ــاعة حت ــوم الس tekrar ve âhirlerinin ال تقref’iyle244 evvelki mübtedâ ikinci haber olarak ma’nâsı “Allah ma’bûddur gayrı değildir”; veyâ nasb ile tahzîrdir,245 {32b} ya’ni ال -yeryüzün“ احــذروا de müselmân kalmaya” demek olur. Ba’zılar bu ism-i celâlin tekrarının fâidesini şu vech ile beyân buyurmuşlar ki Hudâ-yı lâ-yezâlin yeryüzünde olan havâss-ı ibâdı bu ism-i mükerrer ile zikr ederler;246 bu zikir olmamak evtâdın kalmamasından kinâyedir. İbn Melek der ki bunun vechi budur, inkâr-ı kalbî olmamaktan kinâyettir münkere, ya’ni yaramaz işe aslâ.247 Zîrâ bir kimesne bir yaramaz nesne görse onun vücûdundan taaccüb tarîkiyle Allah Allah der. Bu takdîrce ma’nâ “kıyâmet kopmaz yeryüzünde şerîata muhâlif münkerâtı inkâr eder kimesne bulunacak ve illâ inkâr bu-lunmaz olıcak kıyâmet olur” demektir.248

حق تعالى که در دمد در صور مر سرافيل را دهد دستور 185

Tahkîk Hazret-i İsrâfîl’e icâzet vere Allah Teâlâ hazretleri ki sûru üfüre; ya’ni Allah Teâlâ hazretleri İsrâfîl’e sûru üfürmek için izin vere.

همه ميرند چون چراغ از دم زان دميدن خاليق عالم 186

Evvel üfürmekten bu cihânın halkı mum üfürüldükte söndüğü gibi cemî’-i halk ölürler.249

نبود از جنس آدمى ديار ار عمرها زير گنبد دو 187

Nice zamân devr edici gök altında âdem cinsinden hiçbir kimse olma-ya. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) hazretlerinden rivâyet olundu: Kıyâmet günü oldukta Hak Teâlâ yeri kabz edip gökleri düre, ondan sonra “benim pâdişâh, kani dünyâ pâdişâhları” buyurup halk kırk yıl mikdârı ölüm ile hayât arasında olalar.250

که کند نفخ صور صاحب صور بار ديگر ز حق شود مأمور 188

244 Y: dahi ref’ ile ya’ni bu kelime ile telaffuz olunmaya, bir kavl dahi.245 Y: nasb ile rivâyet olıcak tahzîr olur.246 Y: yeryüzünde Allâh’ın havâssı vardır ki evtâddır247 Bu cümle matbû nüshada yoktur.248 Krş. İbn Melek, Mebâriku’l-ezhâr, I, 507-508.249 Y: dükelisi ölürler mum üfürmekden ve söyündüğü gibi.250 Y: diye, ondan sonra halk kırk yıl mikdârı berzahda eğlene, ya’ni ile kopmak arasında.

Page 68: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

186

M. Nedim TAN

İkinci kere Allah sübhânehû ve teâlâ hazretlerinden me’mûr ola {33a} ki sâhib-i sûr olan İsrâfîl nefh-i sûr eyleye.

بيکى دم زدن هزاران جان در دمد در قوالب و ابدان 189

Âdem’in kālıblarına ve bedenlerine üfüre, bir kerre üfürmekten nice bin can ya’ni ervâh-ı ebdân iâde ola.251 ــور ففــزع كمــا قــال ال تعالــى: ويــوم ينفــخ فــي الصــماوات ومــن فــي الرض -Sûr nefholunduğu günde gök] (en-Neml 27/87) مــن فــي السde ve yerde olanlar, onun heybetinden bekleyip korkarlar.] Bu makāmda ehl-i tefsîrin iki kavli vardır. Biri budur ki sûrdan murâd boynuza benzer bir nesne ola ki bi-iznillâhi teâlâ İsrâfîl ona üfürüp halk onun âvâzı [41] şid-detin işittikte tabîatları tahammül etmeyip helâk olalar. Bir dahi sûrenin cem’i süver olduğu gibi sûretin cem’i olarak vâvın fethiyle fi’s-suver kırâati üzerine suvere nefhden murâd,252 ervâhı halâyıkın sûret ve cesedlerine üfürmektir. Ve ekser müfessirîn hazarâtının mezhebi budur. Rivâyet-i Peygamber (aleyhisselâm) sûrdan suâl olundukta sûr bir boynuzdur ki ağzı büyüklüğü yer ile gök arası mikdârıdır. Evvel nefh oldukta halk korka; ikinci nefhde yerlerde ve göklerde olan halk helâk ola; ve üçüncü vakit gel-dikte cemî’-i ervâh sûra cem’ ola, ondan İsrâfîl üfüre, sûr içinden ervâh çı-kıp arılar gibi her rûh kendi cesedine gire. “Nefh-i sûr üç kerre olur” diyen kimesne bu hadîs ile istidlâl eder. Ba’zıları “ikidir” derler. Önki nefha, feza’ ve sa’k-ı mevtten kinâyedir; ikinci nefha ba’s ve ihyâ içindir. {33b} Nitekim nâzım hazretleri işâret ve Şeyhzâde hazretleri tasrîh buyurmuştur.253

همچو آتش به دم شود زنده گر چه ابدان بود پراکنده 190

Eğerçi bedenler ve cisimler dağınık ve perîşân ola, ateş gibi nefes ile diri olur; ya’ni ateş üfürmek ile kuvvetlenip münîr olduğu gibi maşrık ve mağribde ve aktâr ve eknâfda müteferrik ve münteşir olan ecsâm ve ebdân zerreleri nefha-i sâniye ile hayât bulup dirilir.

İşâret be-tetâyur-i suhuf

چون شود حشر کردى در محشر از پى نفخ صور نوع بشر 191

251 Y: Üfüre Âdem’in kālıblarına dahi bedenleri, bir kerre üfürmek ile nice bin can; ya’ni Hazret-i İsrâfîl sûra üfürmek ile ervâh ebdâna döndürüle.

252 Y: bir dahi ر sûrenin cem’i olduğu gibi. Ol takdîrce سور ,vâvın fethi ile sûrun cem’i ola في الصوnefhden murâd.

253 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, VI, 421-422.

Page 69: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

187

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Ba’s için sûr çalındıktan sonra Âdem oğlanı çünki mahşerde cem’ ola.

سويشان بعد از انتظار گران ان 192 نامه هاى عمل کند پر

Halk tarafından ziyâde intizârdan sonra amel defterleri ve kağıtları uça. Nitekim Peygamber (aleyhisselâm) hazretleri buyurmuşlardır ki her mü’minin her gün yeni defteri ola, istiğfâr olmadığı gün kağıdı kara olup dürüle, istiğfâr olundukta nûr gibi berk urup durula.

نامه از سوى دست راست به کف سعدا را دهند بهر شرف 193

Teşrîf ve ta’zîm için ehl-i cennet olanlara verirler, ameli kağıtların sağ tarafından sağ eline.

از سوى چپ دهند يا پس پشت اشقيا را صحيفه ها در مشت 194

Ehl-i cehennemin eline a’mâl kağıtlarını sol tarafından veyâ arkasın-dan süreler. Şu vech ile ki Hak Teâlâ hazretleri kıyâmet meydânına halkı cem’ edip [42] hesâb etmek diledikte kar yağar gibi a’mâl kağıtları her-kes üzerine uça {34a} ve Allah Teâlâ tarafından münâdî nidâ eder ki “yâ fülân kitâbın ahz eyle sağ elin ile, yâ fülân kitâbın al sol elin ile, yâ fülân kitâbın al arkandan”. Etkıyâdan mâadâ kimesne defterin sağından alma-ya kādir olmayıp254 cehennem ehlinin sol eline ve kâfirlerin arkalarından verile. Ya’ni arkaların yarıp göğüslerinden çıkaralar. Nitekim Peygamber (aleyhisselâm) buyurmuşlar: Kâfir ismiyle hesâb için da’vet olundukta azâb meleklerinden bir melek ileri gelip kâfirin göğsün yara ve sol elin ar-kasından iki omuzu arasından çekip kağıdı vere.

İşâret be-mîzân

تا بسنجند طاعت و عصيان وضع ميزان کنند از پس آن 195

Defâtir-i a’mâl i’tâ olunduktan sonra mîzân vaz’ ederler tâatle isyânı tâ kim tartalar.255 Mîzân şol nesnedir ki onunla mekādîr-i a’mâl bilinir. Ehl-i i’tizâl inkâr edip a’mâl a’râzdır, vezni mümkin değildir derler. Bilmezler ki avâlimin a’râz kadar vücûdu yok iken ona vücûd ihsân eyledi, a’mâle nice

254 Y: kimse kādir olmaya sağından kitâbın almak etkıyâdan gayrı, onların kitâbı sağından verile.

255 Y: Mîzân vaz’ ederler nazâir-i suhufdan ötürü tâ kim tartalar tâat ile isyânı.

Page 70: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

188

M. Nedim TAN

vermeye.256 Ehl-i sünnet ve cemâat mîzân haktır derler, zîrâ hadîsde gel-miştir. Kütüb-i a’mâl şol nesnedir ki vezn olunur. İbn Abbâs (radıyallâhu anhümâ) hazretlerinden rivâyet olunur: Kıyâmet gününde mîzân dikile her direğinin uzunluğu maşrık ile mağrib arası mikdârı ola. Mîzân aya-sı257 uzunluğu ve enliği yeryüzü mikdârıdır. Bir keffesi arşın sağındandır ki hasenât keffesidir; bir keffesi arşın solundadır ki seyyiât keffesidir. {34b} Mîzân önü dağlar başları kadar ins ile cin a’mâlinden dolmuş ola. Ol vakitte bir âdemi getüreler, yanınca yetmiş yedi kağıdı ola. Göz erimi mikdârı uzun, cemî’-i günâhları içinde yazılmış buluna. Mîzân kefesine koyduktan sonra parmak mikdârı bir kağıt çıkarıla. İçinde “Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” şehâdeti ola. Keffe-i uhrâya konuldukta cemî’-i günâhlarına gālib gelip ağır ola.

شاد میگو که شد ز اهل نجات ۀ حسنات آن کس افزود کف 196

Ol kimesnenin ki hasenât keffesi râcih ve gālib ola, şâd u handândır de ona, zîrâ o kimse ehl-i halâs ve sâhib-i cennet oldu.

خون گری گو که ماند در حرمان ۀ عصيان 197 وان که افزود پل

Ol kimse kim isyân keffesi râcih ve gālib ola, ona kan ağla de, zîrâ mahrûm olup ziyânda kaldı.

İşâret be-sırât

بر جهنم پلى عجب بنهند چون ز ميزان و وزن آن برهند 198

Çünki mîzândan ve onun vezninden kurtulalar, ya’ni halkın a’mâli tamâm tartıldıktan sonra,258 cehennem [43] üstüne aceb köprü koyalar. Cehennem üzerinden çekilmiş köprü kıldan dahi ince kılıçtan ziyâde kes-kin ola. Ehl-i cennet geçeler, ehl-i cehennem geçemeyip ayakları zâil ola. Ehl-i i’tizâl sırât yoktur deyü inkâr edip bu asıldan geçmek mümkün değil-dir derler. Ehl-i sünnet sırât haktır, {35a} Hak Teâlâ kādirdir ki mü’minlere geçmeyi teshîl ve âsân eyleye derler.

عابر آن بود در آتش غرق پلى آنسان که از قدم تا فرق 199

256 Yazma nüshada bu cümle yoktur.257 “Aya (آيا): Avuç. Terazi Kefesi.” Yeni Tarama Sözlüğü, s. 17.258 Y: +ya’ni halkın a’mâli tamâm tartıldıktan sonra.

Page 71: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

189

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

Ancılayın köprü ki ayaktan başa değin geçenler ateşe gark ola.

عرض آن موى بلکه از مو کم تيز چون تيغ بلکه افزون هم 200

Kılıç gibi keskin belki dahi ziyâde ola. Ol köprünün yassılığı bir kıl enli-ği mikdârıdır, belki dahi ensiz.

بر سر پل کنندشان حاضر هر که باشد ز مؤمن و کافر 201

Her kimse ki mü’minden ve kâfirden ola, köprü başına onları hâzır ederler.

قعر دوزخ شود مر او را جاى هر که کافر بود چو بنهد پاى 202

Her kimse ki kâfir ola, çünki sırât ayağın koya, tahkîk cehennemin dibi ona mahal ola.259

ت توحيد ليك بر قدر قو مؤمنان را رسد ز حق تأييد 203

Ehl-i îmân olanlara Allah’tan te’yîd ve kuvvet erişe, ammâ herkes tevhîdi kuvveti mikdârınca meselâ tevhîd-i zât, tevhîd-i sıfât, tevhîd-i ef ’âl bunların cem’ olduğu kimesnede kuvvet-i tevhîd muhkem olup te’yîdât-ı ilâhiyyeye bi-kemâlihâ muvaffak ola.

ره نبوده ست غير راست روى هر که را بر طريقت نبوى 204

Her kimesneye ki Peygamberimiz (aleyhisselâm)ın tarîkat-ı seniyyesi üzere doğru gitmekten başka yol yoktur, ya’ni sırât-ı müstakîm olan şer’-i şerîfden gayrıya gitmemiştir;260

بگذرد همچو برق خاطف تيز دوزخ از نور او کند پرهيز 205

Cehennem onun nûrundan ihtirâz eyleye; ya’ni cehennem ateşi mü’minin nûrundan sönerim deyü sakına, sırât köprüsünden şimşek gibi tîz geçe.

يا چو چيزى ديگر فروتر از آن ان و باد وزان يا چو مرغ پر 206

Ya uçar kuş {35b} ve eser yel gibi, ya bunlardan artık nesne gibi geçer.

259 Y: Kâfir çünki sırâta ayağın koya, cehennem dibi ona yer, ya’ni fi’l-hâl cehenneme düşüp dibine vura.

260 Y: Her kim ki peygamber şerîatı ve tarîki üzere yolu olmuştur, doğru yürümekten gayrı.

Page 72: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

190

M. Nedim TAN

نبود زان گذشتن امكانش وان که ضعفى بود در ايمانش 207

Ol kimse ki onun îmânında zaîflik ola, sırâttan geçmek ona imkân ve kudret olmaya.

باشد او را به قدر ضعف و درنگ بلکه در رنج آن گذرگه تنگ 208

Belki zahmet ve meşakkatte ol geçmek îmânın za’fı mikdârınca ona darlık ve eğlenmek ola.261 Rivâyet olunur kim262 Resûl (aleyhissalâtü vesselâm) hazretleri sırâtta “yâ Rab! Ümmetî, ümmetî” deyü nidâ eyleye. Halk sırât köprüsüne bine hattâ âdemler birbiri üzerine, köprü muztarib ola263 deryâda kimi muztarib olduğu gibi. Evvelki bölük gāyet muhkem eser yel [44] gibi; ikinci bölük tîz uçar kuş gibi; üçüncü bölük ziyâde yük-lü at gibi geçe; dördüncü seğirdir yayan gibi; beşinci bölük yüzer kimesne gibi; altıncı bölük bir gün ve bir gece mikdârı zamânda geçeler. Ba’zılar bir ay mikdârı, ba’zılar iki yıl mikdârı zamânda ve hattâ cümleden sonra geçen yirmi beş yılda geçe deyü rivâyet eylemiştir.

ت بسيار گر چه بيند مشق ليك يابد خالصى آخر کار 209

Lâkin âkıbet kâr halâs bulur, eğerçi çok meşakkat görürse dahi.

İşâret be-mevkıf-ı Arasât

که مطيعان بايستند و عصات پنجه آمد مواقف عرصات 210

Elli geldi {36a} kıyâmet meydânında duracak mekân ki mutî’ ve âsî olan-lar dururlar; ya’ni ol yerlerde Allah emrine itâat edenler ve dahi etmeyen-ler duralar. Nitekim sûre-i Meâric’de ــه فــي يــوم كان مقــداره وح إلي تعــرج المالئكــة والــر :âyetinde Şeyhzâde hazretleri buyurur (el-Meâric 70/4) خمســين ألــف ســنة

كما قيل: إن فيه خمسين موطنا يوقف كل موطن ألف سنة يسأل المرء في كل موطن منها عن أمر

ا كلف به، فمن يتجاوز عن ذلك الموطن أسرع من طرفة العين وال يوقف فيه ألف سنة، ثم ينقل مم

ابع إلى تمام الخمسين. الموطن الثاني فيسأله كذلك ثم إلى الثالث والر

Ya’ni: Denilmiştir ki kıyâmette elli duracak yer vardır. Birinde bin yıl

261 Y: Belki zahmetde ol geçmek yol dar olur ona îmân za’fına göre eğlenmek, ya’ni eğlenmesi îmân za’fına göre ola.

262 Y: Vehb rivâyetinde gelmişdir.263 Y: +hattâ âdemler birbiri üzerine, köprü muztarib ola.

Page 73: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

191

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

duralar ve mükellef oldukları nesnelerden suâl olunalar. Şol kimse kim cevâb vere, ol mahalden göz açıp yumunca ileri makāma geçe ve bin yıl tevkîf olunmaya; ve ikinci yere dahi evvelki gibi suâl oluna, ondan üçüncü, dördüncü ve beşinci mahalle göçe tamâm elliye değin.264

بهر هر موقفى سؤال دگر کرده آماده خالق داور 211

Hâzır etmiştir âlemi yaradan kādı-yı âdil, her duracak yer için gayrı suâl; ya’ni her birinde bir nesne suâl oluna ki gayrıda olmaya.

هر که گويد جواب خود به صواب 212 طى هر موقفى کند به شتاب

Her kim ki kendi cevâbın doğru söyleye, her mevkıfı acele ile düre, ya’ni tîz gelip geçe. {36b}

رنج بيند هزار سال و مالل ور نه در هر يکى ز سختى حال 213

Ve eğer doğru cevâb etmezse her mevkıfda müşkil ve sa’b hâlinden bin yıl zahmet ve meşakkat ve melâllik görür;265 ya’ni arasâtta mahlûktan mü’minler bin yıl kâfirler elli bin yıl duralar, lâkin mü’minlere ve bin yıl dünyâda kıldığı farz namâzı mikdârı olacağı bir hadîs muktezâsınca Ramazân hâşiyesinde mezkûrdur. Dahi bir hadîsde gelmiştir ki ســريع وال-Allah Teâlâ hesâbda sür’at edici] (el-Bakara 2/202; en-Nûr 24/39) الحســابdir.] âyet-i kerîmesi fehvâsınca halkı Hak Teâlâ dünyâ günlerinden nısf günü mikdârda hesâb eyleye. [45]

İşâret be-hulûd-ı küffâr der nâr ve hurûc-ı ba’zı usât be-şefâat

جاودان جاى او بود در نار ار هر که افتد به دوزخ از کف 214

Her kim ki cehenneme düşe kâfirlerden edebî onun yeri cehennem ola, ya’ni muhalled fi’n-nâr olup hiçbir zaman halâs müyesser olmaya.

سوزد آنجا به قدر جرم و گناه ور بود مؤمنين فتاده ز راه 215

Eğer bir mü’min doğru yoldan düşmüş ola, ya’ni günâh sebebiyle ce-henneme girmiş ola, cehennemde cürm ü günâhı mikdârınca yanar.

ياخود او را شفاعت شفعا 216 برهاند ازان جزا و سزا

264 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, VIII, 330 vd.265 Y: her mevkıfda kendü hâli katılığından zahmet görür bin yıl ve melûllük.

Page 74: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

192

M. Nedim TAN

Yâhud ol mücrimi şefâat edicilerin şefâati müstehak olduğu azâbdan kurtara.

احمين ببخشايد ارحم الر ور درى از شفيع نگشايد 217

Şefâat ediciden eğer bir kapı açılmazsa, ya’ni kimse şefâat etmez ise, cüm-leden erham ve ekrem olan Hak Teâlâ {37a} esirgeye ve bağışlaya. Ve dahi hadîsde gelmiştir ki âsî olan mü’minler kâfirlerle cehennemde cem’ oldukta, kâfirler mü’minlere derler, “siz mü’minler değil mi idiniz?”. Mü’minler “belî” diyeler. “İslâmınız size fâide etmedi, bizim ile cehenneme girdiniz” dedikle-rinde mü’minler “bizim günâhlarımız var idi, ol sebeble cehennem azâbına mübtelâ olduk” deyü cevâb edeler. Hak Teâlâ hazretleri bunun üzerine ehl-i kıblenin cehennemden çıkmasına emr eyleye. Kezâlik rivâyet olunmuştur ki kıyâmette Hak Teâlâ arş altından bir kitâb ihrâc eyleye ve içinde benim rah-metin gazabım üzere sâbık ve gālibdir, merhamet edenlerden ziyâde rahmet edici benim ve melekler, peygamberler ve mü’minler şefâat etti, şefâat eder kimse kalmadı benden gayrı ki Erhamü’r-râhimîn olan pâdişâhım. Ondan sonra cehennemden ehl-i İslâm olanları çıkaralar. Bir rivâyette bir kabza ateş ile bir kavmi ihrâc eyleye ki aslâ hayır işlememiş ola. Ve hadîs-i dîğerde gelmiştir ki “ümmetimden bir âdemin şefâatiyle cennete giren Rebîa ile Mı-sır kabîlesinden ziyâde ola”. Mahlûkun şefâati bu mertebe olıcak merhameti gāyet ziyâde olan hâlıkın şefkat ve re’feti ne mertebedir kıyâs oluna.

İşâret be-havz-ı kevser

شست و شويى کنند در کوثر چون ز دوزخ کنند خلق گذر 218

Çünkü halk cehennemden geçe, ya’ni halâs bula, kevser havzında göv-delerin yuyup {37b} tâzekârlık edeler. Peygamber (aleyhisselâm) buyur-muştur: Her peygamberin havzı vardır tefâhur ederler hangisinin havzına ziyâde âdemoğlu gele. Ümîdim vardır ki benim havzıma cümleden kimes-ne ziyâde gele.

سوى جنت سراى خود پويند دود دوزخ ز خود فرو شويند 219

Cehennem tütünün bedenlerinden yuyalar, cennet tarafına kendi sa-raylarına tîz gideler. [46] Nitekim Mesâbîh’de mezkûrdur Peygamber (aleyhisselâm) buyurur: Zerre mikdârı îmânı olanlar cehennemden çıka-rıldıktan sonra Hak celle ve alâ hazretleri cehennem ateşinden bir kab-za ile bir kavim ihrâc eyleye; aslâ a’mâl-i sâliha işlememiş ola. Ol kavim

Page 75: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

193

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

cehennemde yanmakla kömüre dönmüş ola. Hak Teâlâ ol kavmi cennet kenarlarında hayât ırmağı derler bir ırmağa bıraka. Irmaktan çıkalar, seyl ve ırmak kenarında dâne bittiği gibi, ya’ni yumuşak yerden zamân-ı kalîlde nesne bitip büyüdüğü gibi ol kavmin kömür gibi gövdeleri nehr-i hayâtta tâze ve inci gibi olarak berrâk çıkıp cennete gireler. Ehl-i cennet müteşek-kiren diyeler, bunlar Allâh’ın âzâdlılarıdır, bunları a’mâl-i sâlihasız cenne-te koydu. {38a}

İşâret be-derecât-ı bihişt ve hulûd der ân ve rü’yet-i Hak sübhânehû ve teâlâ

که به قول ثقات ثابت گشت درجات بهشت باشد هشت 220

Cennet mertebeleri sekizdir ki mu’temed-aleyh olanların kavli ile sâbit oldu. Nitekim İbn Abbâs’dan (radıyallâhu teâlâ anhümâ) rivâyet olunur: Cennet sekizdir, dârü’l-celâl, dârü’l-karâr, dârü’s-selâm, cennet-i adndeki sâirleri üzerine âliyedir. Kapısının iki kanadı zümrüd ile yâkūtdan ve iki kanadı arası maşrık ile mağrib arası mikdârıdır. Beşinci cennetü’l-me’vâ, altıncı cennetü’l-huld, yedinci cennetü’l-firdevs, sekizinci cennet-i naîmdir ki her birinin evsâfı ma’lûm-ı sıgār ve kibârdır.266 Mücâhid rivâyet eder: Mü’mine yetmiş bin hicâb ola Hak Teâlâ’dan. Melek geldikte izinle gire. Yanınca mektûbu ola, içeri girdikte selâm vere, mektûbun evvelinde yazıl-mış ola. 38} ــذي ال يمــوت ــذي ال يمــوت إلــى الحــي ال b} ya’ni “dâim ve bâkîمــن الحــي الolan Allah’tan dâim ve bâki olan kulunadır”. Mektûbun içinde yazılmış ola ki çok zamândan beri hûr ve kusûr ile meşgūl oldun, Rabbine iştiyâkın yok mudur? Benim mektûbum sana vâsıl oldukta gelip beni ziyâret edesin, ben sana müştâk oldum, dünyâda sen bana müştâk olduğun gibi.

دهد آنجا خدا مقام و محل هر کسى را به قدر علم و عمل 221

Her bir kimseye ilim ve ameline göre, ya’ni ilim ve a’mâl-i sâlihası ve irfânı mikdârınca Hak Teâlâ cennette duracak yer ayırır. Meşârık

266 Y: ‒ her birinin evsâfı ma’lûm-ı sıgār ve kibârdır. +İbn Abbâs demiş dârü’l-celâl cenneti küllisi nûrdandır, şehirleri, sarayları, evleri, kapıları üstü, aşağısı, çadırları, çanakları, bezekleri ve içinde olanın cümlesi; ve dârü’l-karâr küllisi mercândır; ve dârü’s-selâm küllisi kızıl yâkūtdandır; cennetü’l-huld cümlesi gümüşdendir; cennetü’l-firdevs küllisi ve duvarları bir kerpici gümüşden, biri yâkūtdandır, biri zeberceddendir, kerpiçler arası miskdir ve köşkleri yâkūtdur, pencereleri incidir, kanatları altındır, biri gümüştür, taşları mercândır, toprağı miskdir, nebâtı zağferânla anberdir.

Page 76: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

194

M. Nedim TAN

hadîslerinde gelmiştir: Ehl-i cennetin ednâsına on dünyâ mikdârı yerler verile. Makāmât-ı ma’neviyyenin hod hadd ü nihâyeti yoktur ve Allah Teâlâ vermeden dahi âciz değildir.

ه نخراشد هرگزش دل ز غص جاودان در مقام خود باشد 222

Ebedî kendi makāmında ola [47] hiçbir zamân gönlü gussadan kaşınma-ya ve gücenmeye; ya’ni makāmât ve merâtibi zâil olmak ihtimâli veyâhud gayrı gam ve gussa ile kalbi muztarib olmayıp günden güne tena’um ve tereffühü ziyâde ola. وفيهــا مــا تشــتهيه النفــس وتلــذ العيــن (ez-Zuhruf 43/17) âyet-i kerîmesi mûcibince gönlü ve gözü arzuladığı, iştihâ ettiği hâzır gele.

برتر از جمله نعمت ديدار نعمت او بود برون ز شمار 223

Ehl-i cennetin ni’meti sayıdan hâricdir. تحصوهــا ال ال نعمــت وا تعــد وإن (İbrâhîm 14/34; en-Nahl 16/18) mûcebince dünyâ ni’metlerin aded ve mikdâra getirmek makdûr-ı beşer değildir. Artık naîm-i cinânın {39a} tahdîd ve tahsîsi nice mümkin olur.267 Cümle ni’metlerden yücerek ve lez-zeti ziyâde Hak Teâlâ’nın cemâlinin müşâhedesi ni’metidir.

چون شب چارده مه انور که ببيند خداى را به بصر 224

Ki ehl-i cennet Allâh’ı baş gözüyle görür. Ayın on dördüncü gecesi bedr ta’bîr olunan ayı gördükleri gibi. هــا ناظــرة كمــا قــال ال تعالــى: وجــوه يومئــذ ناضــرة، إلــى رب(el-Kıyâme 75/22) Tefsîr-i Kādı’da:268 لــة، تــراه مســتغرقة فــي مطالعــة جمالــه ــة متهل بهيــا ســواه deyü tefsîr olunmuştur.269 Ya’ni ehl-i cennet Allah Teâlâ بحيــث تغفــل عمhazretlerinin cemâli müşâhedesine müstağrak olduklarında yüzlerinde behcet ve beşâşet ve sürûr eserleri olup cennet ni’metlerinden gāfil olalar. Lâkin keyfiyet ve sübût-ı mesâfe olmayıp cemâl-i Hakk’a lâyık nazar ile göreler. Zîrâ keyfiyât ve kemmiyâttan ve hey’ât ve elvândan münezzeh-dir, bunlar ecsâmda mutasavverdir. Nitekim Hazret-i Mevlânâ (kuddise sırruhû) Mesnevî-i Şerîf’de buyurur: Mesnevî:

صورت اندر دست او چون آلت است فاعل مطلق يقين بى صورت است

Ya’ni fâil-i mutlak ve kādir-i muhakkak ki Hazret-i Allah’tır, sûretten ve

267 Y: Fe-keyfe kim cennet ni’metleri ki dünyâ anın katından zerre, değildir ma’dûd ve mahsûr olmak kābil.

268 Krş. Hâşiyetü Muhyiddîn Şeyhzâde alâ tefsîri’l-Kādı Beyzâvî, VIII, 421.269 Beyzâvî’den yapılan iktibasın Arapçası yazma nüshada mevcut değildir.

Page 77: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

195

Öziçeli Muslihuddin Efendi’nin Abdullah Hulusî Efendi’ye Atfedilen Eseri

cism-i cismâniyyetten münezzehtir; ve sûret Allâh’ın yed-i kudretinde âlet gibidir, istediği gibi tasarruf eder.270

وبه انتهى الکالم وتم هست ديدار حق اجل نعم 225

Allâh’ın cemâli mütâlaası âhiret ni’metlerinin ulusudur. Nitekim Sa’dî Bostân nâm kitâbında yazmıştır. Nazım: [48] {39b}

رباید همی صبر و آرام دل ترا عشق همچون خودی زآب و گل

بخواب اندرش پـای بند خیال به بیداریش فتنه بر خط و خال

که بینی جهان با وجودش عدم بصدقش چنان سر نهی در قدم

چنین فتنه انگیز و فرمان رواست چو عشقی که بنیاد آن بر هواست

که باشند در بحر معنی غریق عجب دارى از سالکان طریق

[Âb u gilden mahlûk kendin gibinin aşkı ve muhabbeti senin sabrını ve ârâm-ı dilini kapar, ya’ni kendin gibi bir mahlûkun muhabbeti seni bî sabr u bî-ârâm eder; şöyle ki gönlünde onun muhabbetinden gayrı hiçbir nesnenin muhabbeti kalmaz. Uyanıklıkta hatt u hâline meftûnsun ammâ düşte hayâline pây-bendsin, ya’ni hayâliyle mukayyedsin. Sıdk ve safâ ile onun ayağına başını ancılayın korsun ki onun vücûduyla cihânı adem görürsün, ya’ni onun emrine şöyle mutî’ ve münkādsın ki dünyâ vü mâfîhâ gözüne çöpce görünmez. Bir aşk ki onun bünyâdı ve esâsı ârzû-yi nefsânî üzeredir, çünki buncılayın fitne peydâ edici ve hükmü cârî ve câizdir. Aşk-ı mecâzî böyle olunca, pes aceb mi tutarsın sâlikân-ı ehl-i tarîkden ya’ni ehlullâhdan ki bahr-i ma’nâya müstağrak olalar; hâsılı garîb değildir ki evliyâ aşk-ı hakîkî deryâsına garîk olalar.]271

Mâsivâda cemâl ve kemâl Allah Teâlâ’nın cemâl ve kemâlinden bir zerre-dir ve O’ndan zuhûr bulmuştur. Nitekim Hazret-i Mevlânâ (kaddesallâhu sırrahu’l-a’lâ) buyurmuştur: Mesnevî:

مر صور را رو نمايد از كرم گه گه آن بى صورت از كتم عدم

Ya’ni gâhî o Hudâ-yı bî-sûret yokluk ve adem ketminden ecsâm ve su-vere kemâlinden tecellî eder.272

270 Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, XII, 576.271 Beyitler ve tercüme için bk. Sûdî Bosnevî, Şerh-i Bostân, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1288, I,

508-511.272 Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, XII, 577.

Page 78: Metin eāri Mir’âtü’l-akāid ya da Tercüme-i İ’tikādnâme ... Nedim TAN 2.pdf · Heft Evreng’in ilk kitabı Silsiletü’z-zeheb’de yer alan1 bu manzûmenin didaktik

196

M. Nedim TAN

از كمال و از جمال و قدرتى تا مدد گيرد از او هر صورتى

Tâ kim Allah’dan her sûret sâhibi cemâl ve kemâl ve kudret eserini tu-ta.273 Hâsıl-ı kelâm niam-i mâsivâda müşâhede-i cemâle zevk ve lezzette şebîh bir şey yoktur. Bu takdîrce o cemâl-i bîçûn ve kemâl-i küllî mütâlaa oldukta ne mertebe lezzet-i celîle bulunsa gerektir kıyâs oluna. Ve bihî intehe’l-kelâm ve hüve’l-maksûd ve’l-merâm.274

Bi-mennihî teâlâ işbu Mir’âtü’l-akāid nâm kitâb bin iki yüz yetmiş yedi senesi şehr-i Cümâdilûlâ’nın evâilinde [Kasım 1860] Samatyalı Hâfız Ahmed’in destgâhında tab’ olunmuştur. Eser-i hâme-i Abdullah Hulûsî el-arîf bi-Müreftevî afâ anhü’l-Bârî.

273 Konuk, Mesnevî-i Şerîf Şerhi, XII, 577.274 Y: Hâsılü’l-kelâm mâsivâda olan nisbet dünyâ ni’metleri ile başdan ayağa değin ma’dûm

ve lâ-şey’ olıcak, ya ehl-i cennet Hak celle ve alâ hazretlerinin zât-ı şerîflerine etemm-i ihtisâs ile muhtas olan cemâl-i bî-çûna ve kemâl-i küllîye mütâlaa ve nazar ettiklerinde ne mertebe celîl bulunsa gerektir ve kıyâs oluna. Ve bihî intehe’l-kelâmü ve temm. Halkın cemâli müşâhedesi ile kelâm nihâyet buldu ve dahi tamâm oldu; ya’ni kelâmın ibtidâsı ve intihâsı Allah ile oldu ve hakîkat-i hâl dahi böyledir. Hüve’l-evvelü ve’l-âhirü fehvâsınca cemî’-i umûrda ve mebde’ ü meâdda dahi.Ve’l-hamdü lillâhi alâ imdâdihî. Tamâm şud.