mİllİ yolulkunet.com/ucuncusayfa/milli_yol_019_6456.pdf · 2017-11-26 · tında) 2 önemli...
TRANSCRIPT
MİLLİ YOL JllllllllllilllllllHinHIlllllllllllllllN
DAMLAR
l.YTL— 19 SaW FlATI 50 KURUŞ 8 HAZİRAN 1962 CUMA
HAFTANIN NANESİ «CHP Koalisyona girmezse ne rejim, ne de CHP kaUr.» C. BABAN
1 Haziran 1962 6 Haziran 1962
Solcu bir öğretmen garip duruma düştü Eskiden beri solcu faaliyetiyle tanınmış Mustafa Şanlı adında biri, Aksu İlköğret-
men Okulunda bir takım tertiplere girişmiş, öğrencileri okul idaresine karşı ayaklandırma teşebbüslerinde bulunmuştur. Bu teşebbüsü, öğrencilerin ve solcu olmıyan öğretmenlerin uyanıklığı sayesinde başarıya ulaşamayınca, imtihanları bırakarak Ankara'ya gelmiş ve basın toplantıları tertiplemiştir.
Basın toplantısında, Okul " ,-ş | , , de «faşist» lerın de bulun j nın çıkacağına işaret addet-duğu iddiası ortaya atılmış j mektedir. olmaktadır. İmtihanları bırakıp, oku-
Bâzı öğrencilerinden al -1 1 " terkedip siyasî basın top dığımız bilgiye göre, Mustafa lantıları tertipleyen bu kişi.
Müdürü Mustafa Şen'in milliyetçi olduğunu, öğrencilerin yakalarına bozkurt rozeti taktıklarını ve Millî Yol gibi Türkçü dergileri okuduklarını, bunlarla mücadele ettiğini, başa çıkamayınca Ankara'ya kaçtığını ileri süren Mustafa Sanlı, aynı okulda Atsız'ın kitaplarının okunduğunu da itiraf etmiştir.
Kendisine yakın olan bâzı öğretmenlerle birlikte, öğrenciler ve çoğunluktaki öğretmenler arasında barına-mıyan Mustafa Şanlı'nın buj garip hareketi hayret ve teessüfle karşılanmıştır. '
Şanlı'nın sözlerini ciddîye alan ve bir mesele haline getirmek isteyen Dünya, Cumhuriyet, Öncü gibi gazetelerin bu vesileyle yaptıkları neşriyat da çok ilgi çekici olmuştur. Aksu İlköğ retmen Okulunda milliyetçi öğretmen ve öğrencilerin bulunmasını hazmedemiyen bu gazeteler, yayınlarında ırkçı, gerici v.s. gibi alışılmış kelimelerle birlikte FA ŞİST deyimini de kullanmışlardır. Bu suretle Türkiye-
A.P. İLE C.H.P. KASI . KOCA
GİBİYMİŞ Meclis icoriöorlarında ga
zetecilerle bir konuşma yapan Ekrem Alican, gazetecilerin «Yeni bir A.P. - C.H.P. koalisyonunu nasıl karşılarsınız?» sorusuna «Olabilir, neden clıns'inı diye cevap vermiş vr. <n0ra karı koca kavgalarını mjsfc vererek «nasıl karı - koca sonradan mahkemede barışıyorlarsa bu da böyle olabilir.» demiştir.
Şanlı'nın bu" kabil hareketlerde bulunması, mizacı ve kapıldığı fikirler bakımından normal ve beklenen bir hâdisedir.
Günün kahramanı olmak niyetinde bulunan bu «ileri ci» öğretmen, kendisini bit Kubilay olarak görmekte ve Aksu Öğretmen Okulunda milliyetçi faaliyet bulunmasını da, bir Menemen olayı-
tabiatiyle Bakanlık emrine alınmış ve hakkında idarî takibata geçilmiştir. Ayrıca bir meslekdaşını da döven Şanlı hakkında adlî makamlarca da takibata geçilmesi beklenmekte ve kendisinin aklî muvazenesini tesbit etmek üzere sıhhî heyete veya Adlî Tıbba sevkedilip e-dilmiyeceği merak edilmektedir.
19 Mayıs'a katılmayan HarU Okulu manevralarda İmtihanlarının çokluğu ve
derslerin sıkışıklığı bahanesi ile 19 Mayıs ve 27 Mayıs törenlerine iştirak ettirilmi-yen Harb Okulu öğrencileri, Ankarada yapılan Sakarya 62. Harb tatbikatında hazır bulunmuşlardır.
Tatbikatın sonunda, inönü Hava Kuvvetleri Kumandanı ile birlikte Ankaraya dönmek istemişse de İrfan Tansel, müsaade isteyerek tatbikat mahallinde kalmış-
Mecburi Meslek: Bahçıvanlık Kayseri Cezaevinde iki eski milletvekili, iyi halleri ve disipline ri. ayet etmeleri sebebiyle, Hapishane Müdürlüğünce mükâfatlandırıldılar. İsimleri Atıf Topaloğlu ve Mehmet Erdem. Bundan sonra, mükâfat olarak, hapishanenin dış bahçesindeki çiçeklerin bakımı, ekimi, budanması, şekillendirilmesi ile meşgul olacaklar. Akla gelen iki soru: 1 — Diğer hükümlü
lüler acaba iyi hal ve disipline ıia yet göstermiyor mu?
2 — Acaba böyle bir mükâfat isterler miydi?
Söylendiğine göre, ismet İnönü, geçen Çar samba istifa ettiği gece, aralarında, bâzı te melli senatörlerin, askerlikten gelme politikacıların ve adı bâzı hâdiselere karışanların da bulunduğu bir grup, Ankara'da, Fahri Özdilek'in başkanlığında, sabah saat üçe kadar süren gizli bir toplantı yapmışlardır. 27 Mayıs Fikir Kulübünün açılış toplantısında yapılan bazı konuşmalar için tahki kat açılmış... Ne için açılmış... pek bilemiyoruz ama... kulağımıza gelenlere bakılacak olunursa «Yeni bir ihtilâl...» filân gibi sözler sarfedilmiş.
* İsmet İnönü, istifa et mek üzere yaptığı sor kabine toplantısında pencereleri ardına ka dar açtırmış, bütün konuşmaların pencere dibinde bekliyen ga zeteciler tarafından duyulmasını sağlamıştı. Gazeteciler de fırsatı ganimet bilerek kelimesi kelimesine not tutmuşlardı.
Biraz sonra kabinenin A.P. kanadı toplantı dan ayrıldı. Geriye İnönü ile kendi Ba kanları kalmışlardı Bu seferki konuşmalara daha da büyük ö-nem veren gazeteciler duvara yapışırcasına kulak kabartırlarken İnönü önce pencereleri kapattırdı, sonra da:
— Buyurun arkadaşlar dedi. Burası yol üzeridir. Benim odamda konusalım.
MİLIİ YOL Haftalık Milliyetçi
Tarafsız Siyasî Haber Dergisi
DÜZELTME: Geçen sayımızda Ankara Türkoca
ğındaki toplantı haberinde «Kızıl yu vaların açılmasını isteyen ekipten Cahit Okurer... Adan Sayılgan... Ali Uygur...» kısmında dizgi yanlışı olmuştur. Doğrusu, «istemeyen» ola. çaktır.
Aynı sayının 11 nci sayfasındaki röportaj'ın başlığı «Nejdet Sançar'ın İFTİRALARA cevapları» şeklinde olacaktır.
• «DAYANSIN EHL—I KUBUR»
ismet inönü'nün bir numaralı koalisyon» hükümeti lüzumundan kat kat fazla uzatılmış bir can çekişmeden son ra mukadder akibetine kavuştu. «Ne kendi eyledi rahat, ne kimseye verdi huzur.»
Memleketin büyük hamlelere en ziyade muhtaç olduğu bir sırada iktida ra gelmişti. Koşar adım ilerlemesi şarttı. Koşamadı, hattâ yürüyemedi. Sürünmeye çalıştı, onu da beceremedi, durduğu yerde çürüdü.
Hastalanmış olmaktan ziyade ucube olarak doğmuştu. Hukukî, mantıkî, ahlâkî hiçbir sağlam temele dayanmı yordu. Kuruluş maksadı ismet inönü'nün Başbakanlık etmesine bir vesile teşkil etmekten ibaretti.
Hiç bir şeyi samimî değildi. Meselâ CHP ile AP'nin yarı-yarıya ortaklaşa kurdukları bir hükümet olduğu söylendi. Gerçekte ise kabinede önemli altı Bakanlıktan (Adalet, Savunma, içişleri, Dışişleri, Millî Eğitim, ve Maliye) ancak bir tanesi (içişleri) A. P've, kalan 5 tanesi CHP'ye verilmişti. Başbakanlığı da (normal şartlar al tında) 2 önemli Bakanlığa eşit sayarsak, umumî efkâra eşit şartlar altın da kabine kurdukları ilân edilen AP ile CHP'nin önemli Bakanlıkları hakikatte l'e karşı 7 ölçüsünde paylaştıkları görülür. Ama yine devlet işlerinde AP'nin nufüz ve tesiri 8'de 1 idi denemez. Sıfır'a çok daha yakındı.
Bu koalisyon hükümetindeki aca-\ ipi iği izaha seçim neticeleri asla kâfi gelmezdi. Biribirine çok yakın, hat tâ aynı temayüldeki üç partinin ikisinin muhalefete ayrılıp birisinin zıt temayülün partisi 'le hükümet kurma sı hiç bir normal ve dürüst demokraside görülmüş hal değildi. Parti başkanlarının hükümet kurulurken yap tıkları bütün manevralar kendi partilerini bir çıkmaza sürüklemek ve inönü'ye karşı mahkûn. biı duruma getirmek maksadına göre ayarlanmış ti işte bu koalisyon hükümetinin ahlâkî temeli de buydu.
Hükümetin işlevi? şekli, kuruluşunu da kat kat aşan bir garabet gös
teriyordu. Normal bir Başbakan otoritesine en ufaıc bir benzeyiş bile taşımayan şekilde Bakanlıkların her işi bay ismet inönü'nün dediği gibi yapılıyor, «Bakanlar» hiç bir teşebbüs ve icraat imkânına sahip bulunmuyor du, hattâ kendi Bakanlıklarının memurlarını dahi tayin edemiyorlardı. inönü'nün buna rızası yoktu. Tabiî, ancak bu şartlara tahammül edebilecek tip ve yaradılışta Bakanlarla bir kabine kurulabilmişti. Koalisyona dahil partilerin, bilhassa AP'nin en kuvvetli şahsiyetlerinin hükümet dışında kalması, ve en az kuvvetlilerinin hükümete girmesi, ucubelik durumunu tamamlıyordu.
Bütün bunlar, seçimi ezici bir yenilgi ile kaybetmiş bir şahsın yine başbakan olabilmesi için ödenmiş bedellerdi.
Ne garip haldi ki, bu şahıs, «Benden bir mucize beklemeyin, ben bir sihirbaz değilim.» diyordu. Halbuki o şalısın o makama oturmalı bu millete okadar pahalıya mal olmuştu ki, o şahıs hergün bir mucize yaratsa o bedele göre yine azdı. Halbuki, işte o şahıs buna rağmen şimdi o makamı hakketmiş olmak için alelâde'-nin üzerine çıkmayan bir seviyede işleri idare etmeyi kâfi gördüğünü ilân etmekten çekinmiyordu. Bu durum karşısında ortalarda, sıkılan, mahcubiyet hisseden bir kimseler de görülmüyordu.
Kaldı ki, ismet inönü'nün gösterdiği kabiliyet ve başarı hakikatte alelade de değildi. Aleladenin de çok daha aşağısındaydı. Gerçek şuydu ki, son inönü kabinesi başarısızlığın mümkün olan en son haddini göstermiş, tam bir iflâsa uğramıştı.
Buna rağmen yeni kabineyi kurmaya yine ismet İnönü memur edildi.
Hem bu sefer ismet inönü eskisini de aşan yetkiler istiyor. Tam, tastamam, herşeyin kendi keyfine uygun olmasını isliyor.
Elbette ki, yeni kabineden de tam bir iflâstan başka hiç bir şey çıkmayacaktır.
Yalnız bunun iyi, çok iyi, bir neticesi olacaktır: insanları ve hâdiseleri anlamakta en geç kalan ve en çok zorluk çeken kimseler bile görecekler ve art.k anlayacaklar ki, işlerin yürüme-meşinin sebebi ne C.H.P.'dir, ne de A.P.'dir. Sadece ismet İnönü'nün şahsıdır. Ve işlerin düzelmesi için o-nun gitmesinden başka çare yoktur.
Hem umuyoruz ki, bu seferki tec
rübe eskisinden çok daha kısa olacak, milletin çok daha az zamanı boşa gidecektir.
•¥• UÇAK KAZASI
Eskişehirde bir tepkili uçak gösteri uçuşu yaparken yere saplandı. Par çaları seyircilere de çarptı. 4 kişi öldü, 41 kişi yaralandı. Hâdisenin binlerce seyircinin gözleri önünde olması şehitlerimizin acısını benzeri hâdiselerden kat kat fazla olarak herkese tattırdı.
Şehitlere Tanrıdan rahmet dileyelim. Sonra da, hemen, hâdisenin sebepleri üzerinde durup önleme çareleri arayalım.
Milletlerin cehennemî bir sür'at yarışına girişmiş oldukları bir çağda-
CESARET Yusuf OKTEM
NSANOGLLNUN başı darda, i varlığı tehlikede olduğu zaman • imdadına yetişen «Hızır» in
adı cesarettir. Cesaretin menşei ikidir. Birisi fıtrî, diğeri şuurîdir. Fıtrî o'an, cahilin, hayvanların cesaretidir. Kısa ve nefsanîdir. Kaba, ilkel davranıştır. İnsiyaki ve yakın hedeflidir. Zaman mef-humundaki yeri ve izi belirsizdir.
Şuurlu cesaret ise manevî, mil. lî duygularla müzeyyen, kültürlü insanlara has bir vergidir. En ince, en yüksek davranışlar bu nevi cesaretin eseridir. Mantıkî ve uzak hedeflidir. Vatan çapında, dünya çapındadır. Tarihte müs-bet iz yapan, ebediyete ide fışkır tan, ölümsüz kişilerin enerjisini tahrik eden bu kuvvettir.
Şükranıma çok lâyık bir üstadım «Nezaketle cesaretin yüzü kızar-ıııaz.» buyurur. «Korkak insan bin kere, cesur insan bir kere ö-lür.» derler. Benim bildiğim, korkakların ebedî ölüme mahkûm bu lunduğu, cesurların da lâyemut ol dıığudur. «Cesur kişiden ölüm bile korkar.» «Türkün bağrında, korku kuşu yuva yapamaz.» İnsan ea yaşamak, hürriyet, saadet nimetleri cesur olanların torbasın, dadır. Korkaklar bu nimetlere — kedinin ciğere bakışı gibi — uzaktan bakarlar.
MİLLÎ YOL 0
yız. Bu yarışa karılmamazhk edemeyiz. Katılacağız, ve gerektikçe kurbanlar da vereceğiz. Bunda tereddüt yok.
Ancak ortada şu endîşe var: Bizdeki askerî uçak kazalarının başka yer-lerdekinden çok fazla olduğu. Bu endişe resmî bir istatiktik'e dayanmıyor, gazetelerdeki haberlerden doğan umumî bir kanaate dayanıyor. Hem bizim gazeteleri, hem de Amerika, ingiltere veya Fransa gibi yerle rin gazetelerini okuyanlar oralarda olan kazalarla bizde olan kazaların aşağı yukan aynı sayıda olduğunu tahmin ediyorlar. Sonra oralardaki uçak ve uçuş sayısının bizdekinden belki yüzlerce kere fazla olduğunu düşünüyorlar. Bundan da «Acaba biz de askerî uçak kazaları nisbeti meşe )â Amerikadakinden kat kat fazla mı ?» gibi endişeler doğuyor.
Bu endişeleri açık ve kesin rakamlı istatistikler yayınlanmakla önlemek mümkündür ve bu yapılmalıdır. Bu istatistiklerde bizdeki uçak ka zalan sayısı ile uçak sayımız ve \ -merika, Fransa, ingiltere gibi verler-de askerî uçak sayısı ile uçak kazası sayısı yayınlanırsa bir mukayese yapmak mümkün olur. O zaman bizdeki kaza nisbetinîn başka yerlerden daha fazla olup olmadığı, daha fazla ise ne ölçüde daha fazla olduğu belli olur.
Açıklık daima iyidir. Morali düzeltir ve geri kalmışsak hamle yapmak için bizi kırbaçlar. Biz en acı hakikatlere bile gözümüzü kırpmadan ba kabilmiş bir milletiz. Açıklık olmayan yerde fiskos olur. Bu ise açık olarak söylenecek sözlerin en zararlısından kat kat daha zararlıdır.
Bu askerî uçak kazalarında ise açık lık yoluna ^gidilmesi her zamankinden daha zaruridir. Çünkü ortada: «irfan Tansel ve yakınları bütün zamanlarını ve dikkatlerini ismet inönü ile düşüp kalkmaya veriyorlar, halbuki teknik görevlerine vermeleri lâzımdır» şeklinde tenkitçi fısıltılar var. Bunlar yasaklanmakla ortadan kaldırılamaz. Tek çaresi tam açıklıktır.
Birleşik Amerikada tam bir istiklâl ile çalışan ve sivil veva askerî bütün uçak kazalarım tahkik eden ve sebebinin ne olduğunu umumî efkâra açıklayan uzmanlardan kurulmuş bir teşkilât var. Bizde de bunun aynen kurulması çok faydalı olur.
Gençlerimizi göklerde ölüme göndermek, millet olarak, hakkımızdır. Ancak her ölümün sebebini iyice a-raşt ırmak. her ölümden alınacak der si tam olarak almak, ve bunun böylece yapılmakta olduğunu da tam bir açıklıkla ortava koymak, hükümet olarak, vazifemizdir.
• AZERBAYCAN1 İSTİKLALİNİN YILDÖNÜMÜ Azerbaycan istiklâlinin 44. yıldönü
mü münasebetiyle Ankarada mütevazı bir lokantada tertiplenen yemekli toplantı, millî ruhun ve Türklük sevgisinin veni bir zaferi olmuştur.
Bu gece toplantısına Ankaradaki milliyetçi Azerbaycanlı kardeşlerimiz
MÎLLÎ YOL O
ile onların davetlileri olarak bir kısım Türkiyeli milliyetçiler aileleriyle katılmışlardı. Davetliler arasında Nej det Sançar, Dr. Tevetoğlu, Zeki Sofu oğlu, Refet Körüklü ve eşleri de bulunuyordu.
Bir aile atmosferi içinde yenen yemek sırasında, Türklük ruhunun ve ölmeyen ve öldürülemeyen istiklâl ve hürriyet aşkının mânasını dile getiren konuşmalar yapılmış ve Azerbaycan Türkünün o hareketli ve muhteşem millî oyunları davetlileri heyecanla doldurmuştur.
Ev sahiplerinin açış konuşmalarından sonra, Türkiyeli kardeşlerin de konuşmaları istenmiş ve yemeğin devamı süresince hatipler ruh ziyafeti yerine geçen konuşmalar yapmışlardır.
Dr. Tevetoğlu, kısa süreli Azerbaycan istiklâline temasla, Türkün asla boyunduruğa vurulamıyacağını, felâ ket günlerinin sonunun yaklaştığını, bugün 44. yıldönümü kutlanan o eski istiklâlin belki de pek yakında, eski istiklâlinin ellinci yıldönümüne bile varmadan ebedî bir istiklâl olarak kutlanacağını belirtmiştir.
Daha sonra, vâki İsrar ve rica üzerine, Dr. Tevetoğlu, «Mehmetçik» şiirini okumuş ve:
Ya bizimdir, ya kimsenin bu vatan mısrama telmihle:
«Azerbaycan da ya Türklerin olacak, yahut kimsenin..»
diye haykırmıştır. Zeki Sofuoğlu'nun sakin bir tonla
başlayıp bir heyecan kasırgası şeklinde biten konuşması da coşkun gönül-
t Bir
var: 1 —
2 -
3 -
Bu
2 X 2 = 5 bakıma Türkiye'de üç grup
Bay İsmet inönü 'nün Başkanlığında, CHP ile bir diğer partinin birlikte kuraca ğı hükümet başarılı olamaz diyeni ar. Böyle bir hükümetin başarılı olamıyacağını bilen, fakat bun?, sinirlenenler. Ne bahasına olursa olsun, ismet inönü'nün başkanlığında kurulacak bir koalis yonun başarılı olacağına ina nanlar.
• da tanınmış bir ruh dokto-
runıın iddiası: «İnsanlar üç gruptur: 1 -
2 -
3 -
iki kere ikinin dört ettiğine İnanan normal kimseler.
- iki kere ikinin dört ettiğini bilen, rakat buna rağmen bu duruma sinirlenen sinir hastaları. iki kere ikinin beş ettiğine inanan akıl hastaları.»
Murat GENCOGLU
leri bir kat daha coşturmuştur. Sözlerine Namık Kemal'in:
Ne mümkün zulm ile, bîdad ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten..
beytiyle başlayan Sofuoğlu, fikir baki kaldıkça hiçbir zalimin hürriyet ve istiklâl aşkını öldüremiyeceğini dünkü ve bugünkü dünya coğrafyasından verdiği misallerle belirtmiş, Türk dünyasının Moskof zincirini kırıp bir gün mutlaka hürriyetine kavu saçağına olan imanını tekrarlamış, «içteki ve dıştaki düşmanların gayretleri asla ve ka fa bu iman selini durduramıyacaktır.» diyerek bütün şuurlu ve imanlı Türklerin duygularına tercüman olmuştur.
Nejdet Sançar, daha önce konuşan bir Azerbaycanlı kardeşinin Türkiyeyi bir ağabey olarak vasıflandırması sözünü ele alarak, dış Türklerinden o-lan kardeşlerimizin bu ağabeyden her zaman ağabeylik hali ve mukabe lesi görmemeleri karşısında asla üzül memeleri gerektiğini, bunun, Atatürk ten sonra bu memleketin kaderine hâ kim olan hain ve ahmak zihniyetin eseri ve neticesi olduğunu, bu zihniyetin bu toprakların evlâtlarını dahi zindana çekip imha etmek istediğini, fakat bu hain ve ahmak zihniyetin er geç yok edileceğini ve Türkivenin o zaman bütün kardeşleri için sıcak kucaklarla dolu gerçek bir anavatan olacağını söylemiş, bugün tarih sayfalarında kalmış bir istiklâli anmakta olduğumuzu, fakat pek yakın bir istikbalde Türk dünyasının ebedi istiklâlini sevinç gözyaşlariyle kutlayacağımıza olan imanını belirterek sözlerini bitirmiştir.
Refet Körüklü'nün Ben Altay dağlarından gelmişim
mısraıyle başlayan «Türk'ün ayaklarında Moskof dudaklarının izi bulunduğu» gerçeğini belirten güzel şiiri geceye ayrı bir renk verdi.
Türklük duygusu ve Türk'ün esir e-dilemiyeceği imanı gönülleri o derece doldurmuştu ki, davetliler arasında bulunan C.H.P. nin Konya mebusu Kabadayıoğlu ile Amasya mebusu Ka ran da Türklük dünyasının istiklâli ve milliyetçiliğin mânâsı ve değeri ü-zerinde duran heyecanlı konuşmalarla Türklük heyecanının atmosferine girmiş oldular.
Buhara'nın eski reisi Osman Beğ'in. seksen yaşın hayat yükünü hiçe sayan bir zindelik ve heyecanla yaptığı konuşma Milliyetçilik mefkuresinin öldürülemiyeceğini, Türklüğün hakkı olan istiklâline mutlaka kavuşacağı gerçeğinin gün görmüş mücahit bir ihtiyarın ağzından genç nesillere bir armağanı olarak heyecanla dinlendi.
Ev sahibi durumunda o l a n Azeri kardeşlerimizin konuşmaları, eşleriyle birlikte oynadıkları oyunlar, Türklük heyecanına kattığı yeni heyecanlarla o geceyi unutulmaz bir gece yapıyordu. Toplantının idarecisi olarak seçildiği halde kendisini «kul-lukçu» olarak kabul eden Ali Beğ'in okuduğu vatan şiirleri ve Türklük düşmanlarına karşı:
Umnıidi bu milletin gömülmez, Beyhude bu gayretin mezarcı!
Diye haykırışı, kısa süreli istiklâlin o cana yakın vekili Vekillioğlu'nun sa de, samimî ve fakat iman fışkıran ko nuşması, Turanlı Beğ'in: «Moskof mahkûmu milletlerin en talihlisi Türklerdir. Çünkü başka hiçbir milletin dışarda sığınacak bir anavatanları olmadığı halde, biz Türkler bu bahtiyarlığa sahibiz!» demek suretiy le ortaya koyduğu Türk'e has necip duygu, vefalı dost Dr. Aziz Alpaut'un bir liseli delikanlı heyecanı ve hareketiyle oynadığı Azerî oyunları o gecenin unutulması mümkün olmavan hâtıralarının sadece birkaçıdır.
Millî Yol, Azerbaycanlı kardeşlerinin istiklâl günleri dolayısiyle en samimî ve candan dileklerini bir kere daha belirtir ve yarınki ebedî istiklâle olan iman ve inancını tekrarlamaktan zevk ve şeref duyar.
• NAZIM REFİK OLDU
îrak Türkleri arasında bu sevilen ve hassas şair, ve ateşli milliyetçi Nazım Refik kalb sektesinden Kerkük'te Hakkın rahmetine kavuştu. Cenazesi 100,000'e yakın tahmin edilen Kerkük'ün' hafızasında en büyük kalabalık tarafından kaldırıldı.
Merhum, milliyetçilik uğrunda çok Çalışmış, bir çok kereler hapse girmiş ti. Merhuma rahmet, Irak Türklerine başsağlığı dileriz.
• ASISTANLAR BIRLIĞI
istanbul üniversitesi Tıp Fakültesin de asistanların haklarını korumak ve üniversite çevresinde ilim ve fazileti hâkim kılmak gayeleriyle 400 asistanın katılmasıyla bir Asistanlar Birliği kütüklü. Kuruluş töreninde Birlik Başka n Dr. Celâl Erçıkan büvük ilgi ve tasvip gören bir konuşm. yaptı. Bun dan bazı kısımları veriyoruz:
««Birliğimizin kuruluşu ile milletine hizmet yolunda azimle, fedakârlıkla do tu genç tabib nesli, idea. hürriyetine bir adım daha atmış bulunuyor. Hürriyet ilim adamının her şeyden önce muhtaç olduğu şeydir.
«Hürriyet her istediğini yapabilmek değildir. insan ruhunun bizzat kendi kendisini kayıtlandırdığı saha içerisin .ıe, yabancı tesirlerle tazyiklerden kur tıılmuş olmasıdır.. Ferdî hürriyetler, birliğin hürriyetine, yani insanın ve toplumun ilim hürriyetine ışık tuta-:aktır.
«Muhtariyet realitesinin yaşaması hürriyetin bir kısım mensuplar için de îi1 de bütün kademelerde lüzumlu olduğunun bilinmesine ve bu halin yaşamasına bağlıdır.
«Biz kendisine sunulan hakları hür ricdanmda vazife haline getirmesini silen insanlarız.
«Hangi taraftan gelirse gelsin, vicdanları sarsıntıya uğratacak darbeleri ;n büyük şiddetle karşılamaya söz çerdik. Türk gençliğine emanet edilen gerçeklerin muhafazası kavıtsızlıkla. duygusuzlukla ve haksız kuvvetlere boran eğmekle kabil olamıyacaktır.
«Büyük milletimiz bizden ilimle beraber hizmet emeli bekliyor. Millet hiz metinde muvaffak olmanın en başta gelen şartı ise, burada hak ile namustan başka hiç bir kuvvetin hâkim olmayışıdır.
TEMİNATLI MÜNEVVER A. GALİP ÇAKA
G Ü N Ü M Ü Z D E moda oldu: Teminatlı parti, teminatlı seçim, temi. natlı geçim.. . Bunun, gibi deyimler geçer akça halindedir. Bunlara bir de teminatlı münevver deyimi eklenmiş bulunuyor! Mü
nevver bildiğimiz vatandaşlarımızdan bir çoğu şöyle biraz sıkıştılar mı, şöylece biraz mes'uliyet ve müeyyideli bir vazife, bir iş, bir hizmete davet olundu'ar mı, «Aman azizim, bu işin teminatı yok. Allah saklasın insanın başına bir iş geldi mi el uzatan olmuyor, çoluk çocuk sefil, peri şan kalıyor. Malûm, bizim akar kokarımız yok, üç gün hapse gir-sen (!) ortalıkta sersefil kalırız, viran olmıyası hanede evlâdı iyâl var.» Haddizatında bunlar haksız sözler değil, ancak bize meselelerimiz bakımından düşündürücü).
Hapishanelerde boş yer yok, her mücadele edip hakka ve hizmete koşan hapsoluyormuş gibi! Sanki mücadele dışında kalıp da hapsolan, perişan olan, başına kaza taşı düşen yokmuş gibi!
Efendim, bunlar ucuz mâzertler, işporta malı. Her zaman her devirde ayakta kalmak için tutulan yoldur. Beyhude kendimizi aldatmayalım.
Maddî/ manevi teminat müesseseleri tam, şartlarımız müsait ve mü kemmel olunca (vâdesi ve ölçüsü ne, o da ayrı bir sual?) ıtc için, kime ve neye karşı mücadele edilecek? Eğer Kuvayı Milliyenin adsız kahramanları, şehit ve gazileri can verip kanlarını sebil etmeselerdi, bize gök kubbenin altı zindan, rızkımız zehir olmaz mıydı? Tam münevver zaten sayılı, onlar da yan çizerse ne demeli!
En kötü şartlar içinde de olsa vazifeye koşmak! Bize düşen budur. Esirgeyen, yürüten, ulaştıran... Allah. Bunu böylece bilip Hakka bağlanmak gerek. Temkinli, kararlı, cesur ve mücadeleci olmak ve üzerimize düşen borcu eda edip sonunu Yaradana ısmarlamak, bizim hissemize düşendir, inandığın yere koş ve çalış. Vazifeden kaçamazsın sayın münevver! İşte böyle, «teminatlı» kardeşim.
«Büyüklerimizden büyük örnekler bekliyoruz. I taata, hizmetleıe sevgi ile amadeyiz. Ancak bîr ahlâk nizamına bağlanmak ve bütün ruhumuzla teslim olmak için böyle bir ahlâk nizamının burada kurulmasını istiyoruz.»
Süleymaniye Külliyesinin kurulması ile başlıyan yüzyıllarda Türk irfan ha yatının ahlâk ile birlikte vürüdüğünü belirten hatip o yüzyıllarda Türk irfanının ahlâkını kanatacak hadiseler olmadığını söylemiş, ve her ferdî bir vücudun uzuvları gibi kavnaşrnış bir üniversiteve kavuşmak emelini dile getirerek, «Eğer böyle bir üniversitemiz voksa. hizmetinde olduğumuz Türk Milleti onu yüz kere kurmaya muktedirdir» demiştir.
¥ 4 BAYRAM BİRDEN ÖDEMİŞ — Neccar TÜRKCAN
Şehrimizde 27 Mayıs günü dört bayram birden kutlanmıştır. Bu sebeble 27 Mayıs bayramı kalabalık ve rağbet bulmamıştır. Bayramlar suasiyle şunlardır: 1. Düşmana ilk kurjunun atıldı-ğ' t lkkurşun bayramı, 2. Her Ramazan ve Kurban Bayramlarından 15 gün sonra yapılan Bademye Selli Bayramı, 3 Birgi Kiraz Bayramı, 4. 27 Mayıs.
* KAYSERİ DE İNDİR — KALDIR
KAYSERİ — Kasan Sami BOL'AK 27 Mayıs'm ikinci yıldönümünü kut
lama töreni münasebetiyle Kayseride, Hükümet Konağı yakınma «Türkiyede Bolşeviklik olmayacak» ibaresini taşıyan bir döviz asıldı. Fakat bu döviz bir
gün sonra indirilerek yerine başımızdaki Başbakan Ismet'in «Mücadelenin kuvveti ilimden ve çalışkanlıktan ibarettir» vecize (?) si takıldı. Bir gün sonra bu vecize (?) indirildi, tekrar eskisi takıldı. Nihayet 26 Mayıs akşamı «Türkiyede Bolşeviklik olmayacak» şek ündeki döviz indirilerek tekrar Ismet'in sözü asıldı ve 27 Mayısla beraber indirildi. Bu habere ekleyecek başka bir şeyimiz yoktur
«YILANLARIN OCU» 27 Mayıs günü Trabzon Lisesinin bir
sınıfında edebiyat hocası öğrencilere hangi romanları okuduklarını soruyor. Herkes bir romanın ismini söylüyor. Hoca verilen cevapları dinledikten sonra öğrencilere «Yılanların Ocü», «Iraz-canın Dirliği» gibi, hangi alçak emellere hizmet etmek maksadıyla yazılmış olduklarını dağdak; çobanların bile bildiği romanları tavsiye ediyor.
Ders bittikten sonra sınıftaki solcu talebelerden bir kaçı millivetçi bir arkadaşa alavlı alavlı ve küstahça bir eda ile:
— Ne haber ha.. Yılanların Ocü... diye takıldılar.
Bu hâdiseden bir kaç gün önce, ayır sınıfın öğrencileri resim dersinde atölyede hoca ile yıl sonu sohbeti yapıyorlardı. Bir ara sinemadan söz açıldı. En iyi Türk filmi hangisidir? diye talebeler tarafından sorulan bir suale şişman göbekli hoca :
MİLLİ YOL 0
GAFLET UYKUSU Acılar, ıztıraplar saymakla gelmez dile, «Gazab-ı İlâhî» dir çektiğimiz bu çile!... Öyie bir dalmışız ki «Gaflet Uykusu» na biz. Açmıyor gözümüzü «Tanrrnın Hışnıı»bile!..
AŞIK FEDAÎ
- Benim beğendiğim en iyi Türk filmi (!) «Yılanların Ocü»'dür. diye cevap verdi.
Bu haller öğrencilerde haklı olarak büyük teessür uyandırmıştır.
KOZAN'IN KURTULUŞU KOZAN — Sedat ÇALIŞKAN
Kazamızın düşman işgalinden kurtuluşunun 42. Yıldönümü 2 Haziran 1962 5,ünü millî bir sevinç ve patlak bir törenle kutlanmıştır.
• KÜSTAHÇA BıR KOMÜNİST
TECAVÜZÜ 28 Mayıs gecesi Silifke Lisesinde bir
veda gecesi tertiplenmişti. Lise temsil salonu zmgazıg dolu idi. Temsilin üçüncü perdesi oynarken, gece saat 23 sıralarında, birdenbire dışardan bir şangırtı işitildi. Kapının camı kırıldı sananlar oldu. Ama hayır, okulun giriş kapısının karşısındaki bir sülün üzerinde bulunan Atatürk büstü parça parça edilmişti. Kıran bu sefer kaçamadı. Yakalandı. Kürtaş Kunt adında, orta okuldan kovulmuş bir KOMÜNİST olduğu pnlaşıldi.
Ertesi günü yapılan duruşmasında, bu komünist önce deli taklidi yapmağa ve böylece kurtulmaya çalıştı, ama muvaffak olamadı. Üstelik üzerinden esrar da çıktı. Bu komünistin aynı zartanda esrarkeş te oldağu aniaşıldı.
Komünistlerin bunu iyi tfitıplenmiş bir fesat plânının bir parçası olarak yaptırdıkları zannedilmektedir.
Hâdiseden sonra Silifkeliler ve Silifke Lisesinin milliyetçi öğrencileri bir sessiz yürüyüş yaparak bu çirkin tecavüzü protesto etmişler ve komünistliği lanetlemişlerdir.
* (Cumhuriyet ve Dünya gibi, bütün
uvarmalara rağmen, yazı kadrolarında komünistleri kullanmakta inat eden gazeteler, daha önce Atatürk büstlerine tecavüzler yapıldığı zaman bunu birinci sayfalarında büyük başlıklarla ve heyecan verici şekillerde haber verirlerdi. Simdi, hepsinden daha korkunç olan bu son tecavüzü bu gazetelerin hiç haber vermeyişi çok garip, çok çirkin, ve çok, çok manidardır — MİLLÎ YOL).
HASTAHANEDE DAYAK ERZURUM — Kemal Aküzüm
Postahane Müdürünün 8 yaşındaki oğlu gece bir kaza ile ağır yaralandı. Hastahaneye götürmek için telefonla cankurtaran arabasını çağırdılar. Gel medi. Hastayı bir faytona bindirerek Numune Hastahanesine götürdüler.
Hastahane kapısında çocuğun baba-
MİLLÎ YOL Kî
sı tersleniyor. B..ba, nöbetçi doktoru görmek istiyor. Hemşire şiddet ve a-zametle:
— Doktor gezmeğe gitti, yok burada! diyor.
— Nöbetçi doktorun burada olması icap etmez mi? ;
— Orası seni alâkadar etmez.
Dışardan bir vatandaşın müdahale etmesi üzerine hemşire ve kapıcı tam çileden çıkarak adama esaslı bir dayak atıyorlar.
Valiliğe müracaat edilmiştir. Bir devlet hastahanesindeki bu tutumun sonu ne olacağı merakla bekkniyor.
KIZILAY'IN CEVABI 17 nci sayımızdaki «Kızılay İdare
cilerine Yazıklar Olsun» başlıklı yazıya cevap olarak Kızılay merkezinden gelen mektupta, Kızılay Kongresinde kavga olmadığı, kurban derilerinin kokutulmasından Kızılay'ın de ğil Türk Hava Kurumunun sorumlu olduğu, Kızılayın şarkıcı Frank Si-natra'yı getirtmeyeceği bildirilmektedir.
VELİ KAYYUM HAN'ın dedikleri
Veli Kayyum Han
ikinci Dünya Savaşında Almanlarla birlikte Ruslara karşı savaşan Türkistanlı gönüllü birliklerin kurulmasında büyük gayretler göstermiş olan Veli Kayyum Han bir ziyaret için geldiği İstanbul'da önemli bir basın toplantısı yaptı. Kendisine Türkistan Türklerinin komünistliğe karşı durumunu ve bugün Türkistanda millî bir cereyan olup olmadığını sordum. Savaş yıllarının bu ünlü lideri çok ilgi çekici cevaplar verdi. Dedi ki:
— Komünizm Türkistanı kırk se-nedenberi işgal etmektedir. Bu işgalin zorla değil de Türkistan halkının isteğiyle olduğunu iddia ederek devamlı propagandalar yapmaktadır. Bu arada Rusların Türkistanı parçala-
Hızır Bek Guyretullah mak için ortaya çıkardıkları beş ayrı «Cumhuriyetsten Özbekistan'ın kuruluşunun 40 inci yıldönümünde Mayısta komünist Reşidof şunları söyledi: «Bugün biz büyük biraderimizin her alanda yaptığı yardımlar sayesinde muasır medeniyetin üstüne çıkmış durumdayız. 40 yıldan önce iktidarı ellerinde bulunduranlar, kendi menfaatlerini düşünmüş, bizleri sömürmüş ve kendilerine adeta köle etmişlerdi. Millî gelenek, millî terbiye gibi formüllerle bizi bu hale düşürmüşlerdi.» Reşidof Rusların Türkistanda bulunmalarını haldi göstermek için: «Dünyanın kuvvetli devletleri, zayıf ve geri kalmış devletlere yardım eli uzatır. İste bize de büyük biraderimiz Kruşof yardım eli uzatmaktadır» dedi. Reşidof Rus dilini ve kültürünü de uzun boylu Övmüş ve Eusçaya karsı hayranlığı ilerilik icabı diye göstererek: «Ana dilimiz Rusça olmalı ve olacaktır da.» demiştir.
Kızıl Reşidof'un bu sözlerine karşı dayanamıyarak Taşkent'teki «Şark Yıldızı» dergisi cevap vermiş ve demiştir ki: «Bizim millî kültür ve edebiyatımız Türk kültür ve edebiyatıdır. Türkistan Türkleri, Ali Şir Nevayi, Fıtnat, Çolpan ve Aba'yı okuduğu zaman kendi benliğini bulmakta, onların açtığı çığırda daha hızla ilerleyeceğine inanmaktadır. Onların eserlerinin bastırılması ve okullarda okutulması en önemli iht.yacımızdır. »
Son istatistiklere göre 30 milyon Türkistan Türkü içinden ancak 379.000 kişi komünist yapılabilmiştir, ve bunlar Rus uşaklığı yapmaktadır.
Komünistliğe karşı Türkistanda gittikçe şiddetlenen bir millî direnme hareketi vardır. Ruslar bunu Pan - ı Türkizm veya Pan • îslâmizm gibi adların altında kötülemektedirler. Her-şeye rağmen komünistler millîyetçili-
m
Milliyetçilik Düşmanlığının çirkin bir tezahürü
G eçen ayın son günlerinde Ankara okullarından birisinde üzücü bir hâdise oldu. Gönülleri, milletlerinin sevgisiyle dolu iki gence, sudan bir bahane ile okul
larından on beş ve birbuçuk aylık sürelerle uzaklaştırılma cezaları verildi. Bu iki Türk çocuğunun ders yılı sonunda, en küçük bir suçlan dahi yokken, böyle bir cezaya çarptırılmalarının sebebi, bir Türk dostu yabancının, Türk'ü uyarıcı ve övücü sözlerini arkadaşlarına okutmalarıdır.
Hâdise, korkunç bir zihniyetin eseri ve neticesi olduğu için, üzerinde durmak gerekmektedir.
Anlaşılmış bulunuyor ki, bu çocukların günahları, birer ferdi bulundukları bu büyük ve fakat talihsiz millete karşı gönüllerinde taşıdıkları temiz sevgidir. Bu iki temiz Türk yavrusunun, öğrenim hayatlarını baltalamak isteyen ise, millet sevgisinin, yani milliyetçiliğin mânâsını anlayamayacak ve ona karşı olacak kadar zavallı, fakat korkunç zihniyettir.
Çocukların ellerinde görülen mumluya yazılmak suretiyle çoğaltılmış kâğıtlar, ilk bakışta, yıkıcı kuvvetlerin propaganda vesikaları sanılmış olabilir. Fakat resmî makamlara verilen haber üzerine emniyet birinci şube mensuplarının yaptıkları inceleme sonunda, bunun masum ve teiniz bir Türklük sevgisi hareketi olduğu anlaşılmıştır.
Bu durum karşısında, bu iki ülkücü Türk gencine verilen cezaların nasıl bir maksadın ve niyetin ürünü olduğu, gün gibi meydana çıkmaktadır.
Evet, cezalar hususî bir maksadın neticesidir: Çünkü, emniyetçe yapılan araştırmaların ve inceleme
lerin sonunda gençlerin en küçük bir suçları ve kötü maksatları olmadığı meydana çıkmış ve bu sonuç okulun da malûmu olmuştur.
Çünkü, suç delili (!) gibi kullanılmak istenen bir iki kâğıt, bir Türk dostunun vatansever bir Türk'e bundan elli yıl önce söylediği, milletimizi övücü ve uyandırıcı sözlerdir.
Çünkü, bu sözler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bugünkü milliyetçi bir üyesinin hazırlamış olduğu bir kitaptan alınmıştır.
Nejdet Sançar
Çünkü, bu kitap, Millî Eğitim Bakanlığının resmî eserlerinden biridir.
Buna göre bu hâdisede eğer ve mutlaka bir suçlu aramak gerekiyorsa, suçlunun kimler olacağı artık kendiliğinden meydana çıkmaktadır.
Evet, gerçek şudur: Bu iki genç, Türklüğü yıkmak isteyen hain zihniyete
ve hainlere karşı açılmış fikir savaşının binlerce mücahidinden ikisidir. Mücadeleleriyle çevrelerinde geniş bir Türklük atmosferi yaratmışlardır. Son hareket, bu millî atmosferi dağıtmak veya hiç değilse şurasında burasında gedikler açmak isteğinin neticesidir. Çünkü, bu iki Türkçü genç, aldıkları cezaların sonunda, imtihanlarına giremeyecekler ve bunun neticesinde yatılılık haklarını kaybedip okuldan çıkarılacaklardır. Bu neticeyi gören gençlerden, hiç olmazsa bir kısmı, yılarak (!) Türkçülük saflarından uzaklaşacaklar (!) dır.
Fakat, Türkçülüğe karşı 1944 te açılmış ve bugüne kadar devam ettirilmiş haçlı seferlerinde, bu seferlerin kızıl vicdanlı donkişotlarından hangisi tam bir başarı kazaııa-bilmiştir? Onun içindir ki, bu iki temiz ve ülkücü Türk evlâdının öğrenimlerini baltalamak kötü maksadı da neticesiz kalacaktır. Nekadar ustaca ve iblisçe dolaplar çevri-lirse çevrilsin, bu çalışkan ve zeki gençler, öğrenimlerine devam edeceklerdir. Bunu dostlar gibi düşmanlar da görecektir.
Abdurrahman Çelik ve Turan Şahin, büyük bir dâva ordusunun iki genç çerisidir. Ne mutlu onlara ki, bu yaşlarında bu büyük dâvanın gazisi olmak şerefini kazandılar. Türkçülük düşmanı hain zihniyet şunu bilmelidir ki, bu dâvanın genç çerileri, bu yolda şehit olmayı da şeref, en büyük şeref sayan imanlı gençlerdir.
Bütün milliyetçi ve vatansever Türklerin duygularını da dile getirdiğime inanarak, Abdurrahman'ı ve Turan'ı en sıcak sevgilerle tebrik ediyorum.
Milliyetçi gençler! Yarın, sizin gönül verdiğiniz büyük dâvanındır.
Ankara, 3 Haziran 1962
ğin ve İslâm dininin teşkil ettiği duvara gelip toslamakta ve bunları yok etmek için sarfettikleri büyük gayretler başarıya ulaşamamaktadır. Türkistan asla komünistleştirilememiştir. Bilâkis, komünistliğe karşı çok kuvvetli bir tepki gösteriyor. Misal olarak Taşkent Üniversitesini ele alalım. Burada bir Rus genci ile bir Türk kızı birlikte gezdikleri veya arkadaşlık kurdukları, bunu da Türk öğrenciler gördüğü veya sezdiği takdirde, o kızın ya evi yakılmakta veya kız başka yollarla ortadan kaldırılmaktadır. Türkistanlı bir kızın bir Rusla veya bir Türkistan gencinin bir Rus kızıyla evlenmesi asla vakî olmamıştır ve olmayacaktır.
Türkistanlılar Türkiye'ye karşı çok kuvvetli hislerle bağlıdırlar. Nazım Hikmetof gibi hainler ise durmadan Türkiyeyi ve Türkiye Türklerini kö-tüleyen propagandalar yapıyorlar.
OKURLARIMIZA MİLLÎ YOL'un okuyucu kitlesi
ni genişletmek için bütün okuyucu
larımızı kolay ve başarılı şekilde bir yardım hamlesine çağırıyoruz. Tanıdığınız ve MİLLİ YOL'un okuru yapmak istediğiniz bir kimseye, veya durumunuz müsait ise birkaç kimseye, Millî Yol'un yıllık abonesini hediye ediniz.
Bunun için yapacağınız şey gayet kolay: Abone bedelini posta havalesiyle dergiye gönderiniz. Havalenin kenarına falanca kişiye (adını ve adresini yazarak) abone hediyesidir, diye yazınız. Tabiî havalenin «gönde, ren» sütununa kendi adınızı da yaza caksınız. İşte o kadar. Bize ayrıca mektup yazmaya lüzum yok. Abone hediye edeceğiniz şahsa da bir şey yazmanıza lüzum yok.
Biz abonenizi o şahsa göndeririz ve ona bir mektup yazarak gelen a-bonenin sizin hediyeniz olduğunu da bildiririz.
O kimse zaten MİLLÎ YOL'un a-bonesi ise ona dergi iki kere mi gide cek diye düşünmeyin. Böyle bir abo ne hediyesi alacak kimsenin adım a-
bone listelerimizde arayacağız. Zaten abone ise, ona bir mektup yazıp kendi abonesinin müddeti bittikten sonra sizin ona hediye ettiğiniz abonenin başlıyaeağını bildirece. ğiz.
Bu güzel ve faydalı işe hemen baş layın. Tanıdıklarınıza en güzel hedi. ve MİLLÎ YOL ahonesidir.
• Bâzı bayilerin baltalaması gibi se
heplerle MİLLÎ YOL'un dağıtılması yer yer aksamalar gösteriyor. Okurlarımızdan isteklerimiz: Bir yere MİLLÎ YOL gelmezse hemen bize bildirin. Ayrıca, elinizden gelirse, o-rada MİLLÎ YOL bayiliği yapacak güvenilir bir kimse bulun, onunla an lasın ve bize bildirin.
• Bazı kimselerin zaman zaman or
taya attıkları «MİLLÎ YOL kapandı, çıkmıyor» gibi sözlere asla inanmayın. Araştırın ve bize sorun.
MÎLLÎ YOL Q
/
T
inönü 'nün en kuvfctlvıtli noktası sinirinin ve İradesinin
dayanıklılığı, en zayi tu f tara 11 da hatalarından dönmemesidir
•HHBHHHHHHHHBHSBHBRi
Sakarya Meydan Muharebesinde ve Büyük Taarruzda İnönü'nün aktif rolü yoktur. Fakat Mudanya Mütarekesiyle Lozan barışında, binbaşılığından başlayan başarılı müzakere kabiliyetinin yemişlerini devşirmiştir. Lozan barışının güzel bir eser olup olmadığı ayrı bir mevzudur. Zihinler Lozan'ı daima Sevr'le mukayese etmeye alış-tırıldığı için Lozan gözlerde pek iaz-la büyümektedir. Az veya çok başarılı, hangisi olursa olsun, şunu da unutmamak lâzımdır ki Lozan'ın yapısında ikinci murahhas Doktor Rıza Nur'-un payı ve emeği büyüktür ve İsmet İnönü o zaman bunu resmen beyan etmek kadirşinaslığını göstermiştir.
Hattâ bir aralık ingilizerin harb tehditleri karşısında Lozan'da İsmet Paşa'nın asabı bozularak, «Bittik! Mahvolduk!» dediği ve Rıza Nurun onu omuzlarından tutarak, «Kendine gel! Metin ol!» demek ihtiyacını duyduğu Rıza Nur'un hatıratında yeri olan ve çok kimsenin bildiği bir hakikattir. Ancak bunu uzun ve çetin bir çekişmenin bir devresindeki geçici bir âsab bozukluğu sayıyor ve üzerinde durmamayı tercih ediyoruz. Esasen İsmet İnönü'nün belli başlı zayıf nokta-
Rusya'yı gözünde şok büyütmüştü
lan bu değil, başka taraflarıdır. İnönü'nün Meclis hayatı, yahut da
ha lâyık bir tâbirle Başvekilliği üzerinde çok söz söylenebilir. Onun psikolojisi üzerinde mühim bir tesir yapan olay, Cumhuriyetin ilk yıllarında Moskova'ya yaptığı resmî ziyarettir. Ruslar, İnönü'ye yalnız büyük fabrikalarını, başarılı inşaatlarını, güzel binalarını ve o gün için iyi giydirilmiş işçileriyle o gün için ve İsmet Paşa şerefine hazırlanmış tabldotlarını gösterdiler. İnönü bunlara samimî olarak inandı ve o sahnenin arkasında hâlâ devam eden sefaletle zulmün korkunç ve iğrenç çehrelerini göremedi. Birinci Cihan Harbi sonunda kısaca gördüğü Almanya ve Fransa İnönü üze rinde iz bırakmamıştı. Ama Moskoca seyahati kendisini büyüleyerek Rusyalım büyük ve ileri bir devlet olduğu fikrini ona telkin etti ve bu telkin, Suriye ric'atı dolayısiyle ingiltere'nin yaptığı telkinden hiç de aşağı olmadı. Bu telkin de İnönü'nün dış siya setindeki mühim faktörlerden biri oldu ve bilhassa Atatürk'ün ölümünden sonra, Rusya'yı fazla mühimse-mek politikası yüzünden millî kaybımızı hayli kabarttı.
İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı devresi bir çoklarınca, İkinci Cihan Harbine girmediğimiz için büyük siyasi başarı olarak tavsif olunur. Diktatörlük devrinin büyük suiistimalleri ve ordunun ihmal edilmiş olması sebebiyle harbe girmeyişin isabetli olduğu muhakkaktır. Fakat bunda Mareşal Fevzi Çakmak'la İstanbul'daki Alman Elçisi Von Papen'in büyük payını da unutmamak lâzımdır. Bundan başka, yukarıda da işaret edildiği gibi ısrarın dozunu tâyin edemeyen İnönü harbin sonunda, hiç bir haricî tehlikeyi davet etmeyecek ve hiç bir devletin iti razını celbetmeyecek olan bir kazancı reddederek Oniki Ada'nın Türkiye'ye iltihakı fırsatını kaçırmıştır. Malûmdur ki Almanlar da, ingilizler de bunu bize teklif etmişlerdi. İnönü kendisine güvensizliği yüzünden bu başan-yı sağhyamadı. Halbuki İnönü'nün ye rinde Atatürk olsaydı Oniki Ada mutlaka bizim olurdu. Hattâ belki de Al manya ve Japonya'ya harb ilânı sırasında Bulgaristan'a da girilerek Şarki
Rumeli'nin kurtarılması da imkân hiline girerdi.
Diktatörlüğü sırasında, bir çok tisadî ve mânevi hatâları yanında İn nü'nün bilhassa iki mühim siyasi hat sı olmuştur. Biri: Solcuların yuka mevkilere sızmasına göz yumulma Millî Emniyetin ikazlarına rağnıeı-Tonguç Baba gibi kimselerin iş başım' getirilerek Köy Enstitülerinin kofflj nist yuvası haline sokulmasıdır. İki» cisi ise milliyetçilerin topyekûn tev: kif ve vatan hainliği ile itham edilerek Divan-ı Harbe sürüklenmeleridir. Bu ikinci hâdisede İnönü'nün bâzı yakınları tarafından tahrik ve teşrii.
I I .
İnönü siyaset hayatı boyunca bundan ; çok zarar görmüştür. Bu zararların so
nu geldiğine de hükmolunamaz. Bu konuda İsmet İnönü'nün hatâsı
nı anladığı ve pişmanlık duyduğu ta-man zaman naklolunur ise de, bu rivayetlerin doğruluk derecesi belli değildir, İnönü'nün hâlâ hatâsını anlamamış ve eski yanlış yolunda İsrar etmekte olduğunu gösteren bir işaret onun 11 Mayıs günlü Milliyet gazetesin de çıkan bâzı sözleridir.
Gazeteye göre, Mardinli gençlerden onu ziyaret eden bir grupa İnönü Do-ğu'da yaşayanlardan bir kısmına Kürt diyen bir yazı münasebetiyle aynen
Atatürk, son giı inlerinde adeta, siyasî vasiyet D) clarak inönü'yü
başbakanlığa m azletmisti edildiği muhakkaktır. Fakat hakikat anlaşıldıktan sonra da hatâdaki İÜ-zumsuz ısrarı, İnönü'nün notunu şiddetle kırdıracak bir sebeptir.
Ayrıca, İsmet İnönü'nün bu konuda pek kolayca kandırıldığı görülmekte dir. 1944'de Türkçüler İsmet İnönö aleyhtarı değillerdi. İçlerinde onu se ven ve ondan memleket için hayırlı hizmetler bekleyen ve görülen köti halleri ona değil başkalarına yoran kimseler çoktu. İnönü bu konuda tamamen oyuna gelmiş, kendi menfaatleri için onu aldatarak «Türkçüler sana düşmandır, senin koltuğuna gü diktiler. Darbe-i Hükümet veya isyanla seni devirecekler* yollu telkinlerde bulunanlara kanmıştı. Onu kandıranların zekâ bakımından fevkalâdeliği olmayan, ve şahsiyet bakımından da çok düşük kimseler olması ayrıca dikkat çekicidir. Bu hâl İnönü'nün ruhi yapısında bâzı vehimlere kapılmakta ki bir zayıf noktasını ifşa etmekted.r. Belki bunda Türkçülere karşı bir iç-, güdünün ve şuuraltında uyuyan bir zıddiyet temayülünün de payı vardı.
1944'de Türkçülere karşı şiddetli, düşmanlık yoluna sapması İnönü için büyük bir siyasî hatâ olmuştur. Ve
şöyle demiştir: «Bu anlayışa mukabele edin, hükümet sizi destekleyecektik. Bunlar ırkçılık yapan sağcılardır. Turancılık peşindedirler. Oluz yıldafı-beri karşılarında olduğum için bana düşmandırlar.» Bu sözlerin baş tarafındaki kısımlardaki mantık sefaletinin ve fikir keşmekeşinin inönü'nün kendi sözlerinde bulunmayıp gazete ye nakledilirken bâzı kısımlarının kesilmiş ve bozulmuş olmasından gelebileceğini düşünüp üzerinde durmuyo ruz. Ancak inönü'nün son cümlesi hayretle seyredilmeye değer* Tabiî hakikatte Türkçüler şahıslara karşı muannit kinler gütmekle değil, memleket meseleleri ile meşguldürler ve ismet İnönü'yü istemeyenlerin bu düşüncesi şahsî duygulardan değil inönü'nün memlekete faydadan çok zarar geti-rebileceği hakkında samimî inançlar dan doğmaktadır.
İSMET IMONU MU? Kütahya meydan muharebesinden
sonra ordunun ve devletin başında ) olanlar, Atatürk ve Fevzi Çakmak,
lıiç bir önemli askeri hareketin müs-takillen idaresini ismet Paşaya bırakmadılar. Onu sadece günlük idari işlerin yürütülmesinde kullandılar, ismet inönü yine Garp cephesi ku
mandanıdır. Ama Garp cephesinde vukubulan Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz, gibi devletin varlığı ile ilgili büyük askerî hareketlerin stratejik idaresini artık tamamen başka eller kavramıştır.
ismet inönü, Mudanya mütarekesiyle Lozan barışında, binbaşılığından başlayan başarılı müzakere kabiliyeti. nin yemişlerini devşirmiştir. Lozan barısının güzel bir eser olup olmadığı ayrı bir mevzudur. Zihinler Lozan'ı daima Sevr'le mukayese etmeye altştınldığı için Lozan gözlerde pek fazla büyümektedir. Az veya çok başarılı, hangisi olursa olsun, şunu da unutmamak lâzımdır ki Lozan'ın yapısında ikinci murahhas Doktor Rıza Nur'un payı ve emeği büyüktür ve İs met inönü o zaman bunu resmen beyan .etmek kadirşinaslığını göstermiştir.
Hattâ bir aralık ingilizlerin harb tehditleri karşısında Lozanda ismet Paşa'nın asabı bozularak, «Bittik! Mah-volduk!» dediği zaman onu teskin eden Rıza Nur olmuştu. Ancak bunu uzun ye çetin bir çekişmenin bir devresindeki geçici bir asab bozukluğu sayıyor ve üzerinde durmamayı tercih ediyoruz. Esasen ismet inönü'nün belli başlı zayıf noktaları bu değil, başka tara! Inndır.
inönü'nün Meclis hayatı, yahut daha
İSMET İNÖNÜ
MU? lâyık bir tâbirle başvekilliği üzerinde çok söz söylenebilir. Onun psikolojisi üzerinde mühim bir tesir yapan olay. cumhuriyetin ilk yıllarında Moskova'ya yaptığı resmî ziyarettir, Ruslar, inönü'ye yalnız büyük fabrikalarım, başarılı inşaatlarını, güzel binalarını ve o gün için iyi giydirilmiş işçileriyle o gün için ve ismet Paşa şerefine hazırlanmış tabldotlarını gösterdiler, inönü bunlara samimî olarak inandı ve o sahnenin arkasında hâlâ devam eden sefaletle zulmün korkunç ve iğrenç çehrelerini göremedi. Birinci Cihan Harbi sonunda kısaca gördüğü Almanya ve Fransa inönü üzerinde iz bırakmamıştı. Ama Moskova seyahati kendisini büyüleyerek Rusya'nın büyük ve ileri bir devlet olduğu fikrini ona telkin etti ve bu telkin, Suriye ricatı dolayısıyla ingiltere'nin yaptığı telkinden hig de aşağı olmadı. Bu telkin de inönü'nün dış siyasetindeki mühim faktörlerden biri oldu ve bilhassa Atatürk'ün ölümünden sonra, Rusya'yı fazla mii-himsemek politikası yüzünden millî kaybımızı hayli kabarttı.
İnönü'nün cumhurbaşkanlığı devresi
inönü, birlik bavası ve şevki aşılayacak bir önder olabilir mi?
Tt fçok lânncâ^kmc^Cmâî^ î î a r t î ne girmediğimiz için büyük siyasî başarı olarak tavsif olunur. Diktatörlük devrinin büyük suiistimalleri ve ordunun ihmal edilmiş olması sebebiyle harbe girmeyişin isabetli olduğu muhakkaktır. Fakat bunda Mareşal Fevzi Çak. mak'la istanbul'daki Alman elçisi Von Papen'in büyük payını da unutmamak lâzımdır. Bundan başka, evvelce de işaret edildiği gibi ısrarın dozunu tâyin edemeyen inönü, harbin sonunda, hiçbir haricî tehlikeyi davet etmeyecek ve hiçbir devletin itirazını celbetmeye-cek olan bir kazancı reddederek On İki Ada'nın Türkiye'ye iltihakı fırsatını kaçırmıştır. Malûmdur ki Almanlar da, ingilizler de bunu bize teklif etmişlerdi, inönü kendisine güvensizliği yüzünden bu başarıyı sağlıyamadı. Halbuki inönü'nün yerinde Atatürk ol-saydı On iki Ada mutlaka bizim olurdu. Hattâ belki de Almanya ve Japonya'ya harb ilânı sırasında Bulgaristan'a da girilerek Şarkî Rumeli'nin kurtarılması da imkân dahiline girerdi.
Diktatörlüğü sırasında, birçok iktisadî ve manevî hatâları yanında inönü'nün bilhassa iki mühim siyasî hatâsı olmuştur. Biri: Solcuların yukarı mevkilere sızmasına göz yumulması, Millî Emniyetin ikazlarına rağmen Tonguç Baba gibi kimselerin iş başına getirilerek Köy Enstitülerinin komünist yuvası haline sokulmasıdır, ikincisi ise milliyetçilerin topyekûn tevkif ve vatan hainliği ile itham edilerek divanı harbe sürüklenmeleridir. Bu ikinci hâdisede inönü'nün bazı yakınları tarafından tahrik ve teşvik edildiği muhakkaktır. Fakat hakikat anlaşıldıktan sonra da hatâdaki lüzumsuz ısrarı, inönü'nün notunu şiddetle kırdıracak bir sebeptir.
Ayrıca, ismet İnönü'nün bu konuda pek kolayca kandırıldığı görülmektedir. 1944 de Türkçüler ismet inönü aleyhtarı değillerdi, içlerinde onu seven ve ondan memleket için hayırlı hizmetler bekleyen, ve görülen kötü halleri ona değil başkalarına yoran kimseler çoktu, inönü bu konuda tamamen oyuna gelmiş, kendi menfaatleri için onu aldatarak «Türkçüler sana düşmandır, senin koltuğuna göz diktiler, darbe-i hükümet veya isyanla seni devirecekler» yollu telkinlerde bulunanlara kanmıştı. Onu kandıranların zekâ bakımından fevkalâdeliği olmayan, ve şahsiyet bakımından da çok düşük kimseler olması ayrıca dikkat çekicidir. Bu hal inönü'nün ruhî yapısında bazı vehimlere kapılmaktaki bir zaif noktasını ifşa etmektedir. Belki bunda Türkçülere karşı bir içgüdünün ve şuuraltında uyuyan bir zıddiyet temayülünün de payı vardı.
1944 de Türkçülere karşı şiddetli düşmanlık yoluna sapması inönü için büyük bir siyasî hatâ olmuştur. Ve inönü siyaset hayatı boyunca bundan çok zarar görmüştür. Bu zararların sonu geldiğine de hükmolunamaz.
Bu konuda ismet inönü'nün hatâsını anladığı ve pişmanlık duyduğu zaman zaman naklolunur ise de, bu rivayetlerin doğruluk derecesi belli değildir, inönü'nün hâlâ hatasını anlamamış ve eski yanlış yolunda İsrar etmek-
MİLLÎ YOL fl3
te olduğunu gösteren bîr işaret onun 11 Mayıs günlü Milliyet gazetesinde çıkan bazı sözleridir. Gazeteye göre Mardinli gençlerden onu ziyaret eden bir guruba inönü Doğu'da yaşıyanlardan bir kısmına Kürt diyen bir yazı münasebetiyle aynen şöyle demiştir: «Bu anlayışa mukabele edin, hükümet sizi destekleyecektir. Bunlar ırkçılık yapan sağcılardır. Turancılık peşindedirler. Otuz yıldanberi karşılarında olduğum için bana düşmandırlar». Bu sözlerin baş tarafındaki kısımlardaki mantık sefaletinin ve fikir keşmekeş'inin inönü'nün kendi sözlerinde bulunmayıp gazeteye nakledilirken bazı kısımlarının kesilmiş ve bozulmuş olmasından gelebileceğini düşünüp üzerinde durmuyoruz. Ancak inönü'nün son cümlesi hayretle seyredilmeye değer. Tabii hakikatte Türkçüler şahıslara karşı muannit kinler gütmekle değil memleket meseleleri ile meşguldürler ve ismet inönü'yü istemeyenlerin bu düşüncesi şahsî duygulardan değil İnönü'nün memlekete faydadan çok zarar getirebileceği hakkında samimî inançlardan doğmaktadır.
İnönü'nün en kuvvetli noktası, sinirlerinin kuvveti ve iradesinin çetin ve elâstikî bir dayanma kabiliyetidir. Başarılarının büyük kısmını bu na borçludur.
Inönünün en zayıf tarafı da hatalarından dönememesidir. Bilhassa devlet idaresinde bu hassa vahim netice ler doğurabilir. İnsanları, bilhassa devlet adamlarını, koruyan, ilerleten ve doğru yoal sevkeden en büyük mazhariyet hatalarından ders alabil, me ve kendi kendini islâh edebilme kabiliyetidir. Bu kabiliyetten mahrum bir devlet adamının eksikliği bir atlette meselâ bir bacağı kesik olmak nasıl bir beden sakatlığı teşkil ederse, o derece mühim bir ruh sakatlığıdır.
İsmet İnönü'nün Türkiyeyi kurtarıcı büyük hamleler yapabilip yapa-mıyacağınt düşünürken, yalnız onun fert olarak kabiliyetlerini düşünmek ve ona göre bir hükme varmak doğru olmaz. Onunla bugünkü Türk cemiyeti arasındaki siyasî, hissî, ruhî bütün unsurları hesaba katmak gerekir.
Bu hesapta en mühim unsur şudur: İsmet İnönü bugün Türk milletinin ruhunu ve gönlünü büyüleyici, millete bir millî birlik havası ve şev. ki aşılayıcı önder rolünü oynayabilir mi?
Samimî olan herkes buna «Hayır»» demek mecburiyetini hissedecek tir. Gerçek şudur ki, İsmet İnönü, bütün zorlamalara rağmen, milletin büyük çoğunluğu tarafından sevilmiyor.
Onu tabiî bütün eski D.P. liler sev miyorlar. Ama ' o n u sevmeyenlerin yalnız D.P. lilerden ibaret olduğunu iddia etmek gerçeklere aykırı olur.
Onu sevmeyen (veya onun memlekete faydalı olamıyacağına inanan) zümreler çok çeşitlidir.
Uzun süren siyasî mücadele haya
tının kırıcı hareketleri sebebiyle ev velâ şahsî düşmanları çoktur. İsmet inönü'ye dayanan bir teşebbüs bir çok husumetleri, gerginlikleri ve huzursuzlukları da, zarurî olarak, İsmet İnönü ile birlikte sırtına yüklenecek, her adım atışta o yükün ağır. lığını hissedecektir.
Ayrıca, hangi partiden olurlarsa olsunlar, dindarlar İsmet İnönü'ye kendilerini yabancı hissederler ve maruz kalmış oldukları bâzı baskıları ve acı halleri ondan bilirler. Bunda hakikat payının ne olduğu ayrı bir mesele. Burada önemli olan bu inancın kendisidir. Çünkü bu inanç ve bu duygu, büyük bir sevgi ve bir lik havasının şevki ve huzuru içinde çalışmaya başlı başına engeldir.
İsmet İnönü'nün devletin ve hükû metin başında olmasından huzur duymayanların büyük bir kısmı da, Alatürke derin ve mutlak güven duyan, ona kayıtsız şartsız inananlardır. Atatürkün sıhhati bozulmaya yüz tuttuğu, ve artık hayatının sonuna yaklaştığını anladığı zaman, memleketi Inönünün eline bırakmamağı tercih ettiği ve âdeta siyasî bir vasiyet kuvvetini gösteren keskinlikle ölmeden önce İsmet İnönü'yü Baş bakanlıktan ve her türlü iktidar mevkiinden tamamen tasfiye ettiği inkâr kabul etmez bir gerçektir. Bu tasfiyenin nerelere kadar gideceğini Atatürk'ün tasavvur ettiği ve niyet ettiği konusuna şimdilik girmeyelim. Ancak şukadarı herkesin malûmudur ki, Atatürk kendisi öldüğü va. kit İsmet İnönü'nün çocuklarının tahsil parasına muhtaç bir durumda olacaklarını tasavvur eylemiş ve İnönü'nün akıbetinin çocuklarına da sirayet etmesini vicdana aykırı bulduğundan çocuklarına tahsil para sı ve imkânı verilmesini açıkça vasiyet eylemiştir. Atatürk'ün İsmet İnönü'yü Başbakanlıktan çıkarmış olma sı elbette ki, alelade bir azil değildir. Daha koyu ve kesin mânalar taşımaktadır. Bukadaıında kimsenin şüphesi yoktur.
Hâdiseleri en üstünkürü, en kabuktan gören bir kimse bile düşüne bilir ki, eğer Atatürk İsmet İnönü-yü sadece memleketin gelişen şartla rı karşısında artık kabiliyetinin imkânlarını tüketmiş bir politikacı olduğundan dolayı vazifesinden azlet, miş olsaydı, ona sofrasında, hattâ devlet işlerinin görüşüldüğü heyetlerde, yine bir mevki vermesi icap ederdi. Halbuki Atatürk ölünceye kadar İsmet İnönü'nün bir kere bile onu ziyaret edemediği, inkâr ve tevil kabul etmez, demir leblebi gibi bir gerçektir.
Gelecek sayımızda İsmet İnönü yazımızın son kısmını vereceğiz.
General Salan «Yaşasın Fransa»
SALAN VE EİCHMANN Dünya umumi efkârı son günlerde
iki kişinin idam edilip edilmeyeceği merakı ve heyecanı içindeydi. Bin e-dikli, diğeri edilmedi. Bu iki kişinin birbirine çok benzeyen taratları var. ikisi de asker. İkisi de kendi inançlarına göre vatansever, hatta ülkü a-ılamı. İkisi de kanunların ve insanlık duygularının dışına çıkmış, bir çok kimseyi öldürtmüş, ızdıraplara se beb olmuş. İkisi de bunu şahsî men-laalleri için değil, inançları uğruna yapmış.
ikisi de kendilerine adım adım yak laşan ölümün karşısında zerrece ür-permeden tam bir asker metaneti ile durdu, ikisi de sonuna kadar inancına sadık kaldı.
Başka tarallarını istediğimiz kadar kötüleyebiliriz, ama bu taraflarını inkâr etmemek bir hakseverlik borcu dur. Sırtlarında sayısız cinayetlerin vuku ve ellerinde kelepçelerin izi ile kendilerini asacak heyetlerin huzuruna çıkarılan bu iki kişinin mahkeme nin huzurunda manen ufalanacağı lalı min edilmişti. Tersine oldu. Heybe t-lenmiş olarak çıktılar.
Onları yakından ve anlamaya çalışarak dinleyenler, muhakkak ki, on lardaki bu inanç ve irade kudretinin başka insanlara acı getirecek yerde saadet getirecek bir yöne çevrilmemiş olmasındaki tarihin ve talihin cilvesine üzülmüşlerdir.
* Her ikisinin de duruşması vekar
ve ciddiyetle vapıldı. Bu da dünya umumî efkârında o mahkemelere ve mahkemelerin temsil ettikleri rejimle re büyük kazanç sağladı. O mahkemeler 'başkanlarını bu yolda hareket etmeye sevkeden sebeb şüphesiz ki
faziletlerinden önce zekâları ve dünya kültüründen pay almış olmaları idi. Eğer onların yerine rejim yanılıp da sıra malı bir partizanı koymuş olsay di, o partizan, hissine kapılıp, veya rejim başlarının daha fazla gözüne girmek isteyip, sanıkları azarlamak, avukatların sözünü kesmek, veya din leyicilerin arasına sokulmuş partizan ların bağırıp çağırmalarına göz yummak gibi aptalca hareketlere girişir ve bu yüzden o duruşmaların ve o mahkemenin vereceği hükmün bütün medeniyet dünyasında istihza ve itimatsızlık ile karşılanmasına yol açabilirdi. Tıpkı demirperde gerisindeki siyasî dâvalarda olduğu gibi.
• Salan'ı yargılayan mahkemenin i-
dam cezasına hükmetmeyişi Fransa-nın içinde ve dışında hayret uyandır di. Sebebi hakkında yorumlar çeşitli. En kuvvetli ihtimaller şöyle bir se bebin üzerinde toplanıyor: Mahkeme, Salan'ı sevenlerin ve haklı bulanların Fransızlar arasında azınlık da olsa ö-nemli bir azınlık olduğunu düşünmüş ve ileride Fransızlar arasında de rin yarılmaların tohumunu almaktan çekinmek gibi vatanseverce bir düşün ce ile hareket etmiştir.
ikinci bir soru ortaya çıkıyor. Aynı mahkeme nasıl olup da birkaç hafta önce Salan'ın başyardımcısı .louhaud' yu idama mahkûm etmişti? Bunun izahı ne son günlerde mahkemeye ge len tehdit mektupları , ne de bir takım subay ve sivillerin Salan lehine şahitlikleri olabilir. Çünkü mahkeme üvclcri .louhaud'nun idam edilmesi ha ünde de OAS'ın eline fırsat geçince kendilerini öldüreceğini, pekâlâ biliyordu. Salan'ın iyi bir asker olduğu gibi Jouhaud da iyi bir askerdi ve aynı çevrelerce seviliyordu. Kuman dana daha az ceza verip yardımcısına daha çok ceza vermekteki mantıksız lık ise apaçıktır. $u halde?
•
işin muhtemel izahı şöyledir: Bu gibi dâvalarda nazarî olarak mahke rrte valnız kanuna göre kararını verir. Ötesine karışmaz. Ama gerçek el bette ki öyle değildir. Gerçekte bu gibi sivasî dâvalara bakan fevkalâde mahkemelerin hâkimleri rejimin baş-larıvla bir takım vasıtalarla daima te mas halindedirler. Baskılar, tesirler, pazarlıklar olur. Çıkan karar, bunların hepsinin bir- toplam halinde neticesidir. Jouhaud işinde mahkeme ister gavrıresmî bir teminat almış olsun, ister havali voklama sonunda hır kanaate varmış olsun, emin olabiliriz ki De Gaulle'un Jouhaud hakkındaki hükmü infaz ettirmeyeceğini ve bunu hapse çevirmek yetkisini kul lanacağını biliyordu, ve idam hükmü nü işte bunu bildiği için verdi. Onu «affetmiş» olmanın şerefi ise umumî efkâr önünde De Gaulle'e ait olacak. hu da havayı yumuşatacaktı. Ama Sa lan'a gelince, Salan ile De Gaulle a-rasında acı bir şahsî düşmanlık vardır. Bu sebeble mahkeme Salan için De Gaulle'den teminat alamamış, ve
ya vasıtaların sözlerini yeter derecede güven verici sayamamış olabilir, i ş te bunun için mahkeme Salan hak kında idamı önlemeyi bizzat kendisi yaparak işi sağlama bağlamıştır.
• Salan başlangıçta dâvasını izah e-
öen bir tek uzun konuşma yapmış ve bundan sonra konuşmayacağını söyle misti. Hakikaten konuşmadı ve soru lan suallere cevap vermedi. Yalnız son sözü sorulduğu zaman: «Yaşasın Fransa!» diye bağırdı.
Eichmann ise duruşması boyunca konuştu, bütün sorulara cevap verdi, görüşünü savundu. Bütün bu sıra da eski SS albayı sert ve eğilmez bir asker tu tumunu muhafaza etti. Eich-mann'ın yaptığı Salan'mkinden de daha zordu.
• Eichmann asılırken çelikten sinir
taşıdığını ispat etti. Bilhassa ruh ve beden bakımından yıpratıcı şar t lar altında aylarca tutukluktan ve duruş malardan sonra onda bu sinir kuvve tinin kalmış olması takdirde değer. Eichmann Allah'a inanmakta, ama Yahudilik kökünden türediğine inandığı için hıristiyanlığı kabul etmemek tedir. Ona hıristiyanlığı kabul ettirmek için bir papaz haftalarca höere sine giderek telkinlerde bulunmuş, ama Eichmann bu telkinleri kabul et memiştir.
idamının kesinleştiği kendisine söylendiği zaman: «Baylar, nasıl olsa he pimiz öbür dünyada buluşacağız, insanların kaderi ölümdür. Ben Tanrıya inanarak yaşadım, aynı inanç i-çinde ölüyorum.» dedi. idam edilirken son istek olarak bir şişe kırmızı şarap içti. Gözlerinin bağlanması teklifini reddederek idam hazırlıklarını ilgi ile takip etti. Soğukkanlılığını bir an için bile kaybetmedi. Asılırken: «Yaşasın Almanya, yaşasın Avusturya yaşasın Arjantin» diye bağırdı. Bı*
Eichmann «Yaşasın Almanya»
MİLLİ YOL EQ
sonuncusunun sebebi Arjantin'in Eichmann'a ve diğer sağcı Almanlara en dostça davranan yer olmasıdır. Belki Eichmann o son ölüm anında hile Yahudilerle kendi ırkı arasındaki savaşta kendi ırkına daha fazla hizmet edebilmek için Arjantin'in duy gularmı tahrik etmeyi düşünmüştür .
• Eichmann'm idamının israi l için bü
yük bir siyasî hata olduğu muhakkak. Eskiden Yahudiler zulüm görmüş, öldürülmüş, mağdur kişiler olarak dünya umumî efkârından çok faydalar sağladılar. Şimdi, azçok ödeşilmiş gibi bir durum hâsıl oldu.
israil bu kadar büyük bir avantajı neden feda etti? Kanaatimizce israilli idareciler iç umumî efkârın baskısına dayanamadılar.
Bu hâdise Yahudilerin yalnız hesap la hareket eden kimseler oldukları inancının yersizliğini bir kere daha ortaya koydu. Yahudiler hesap adamı olmadan önce inat adamı ve kin adamıdırlar.
Eichmann'm idamı hatadır . Çünkü bütün dünyada Yahudi aleyhtarlığını, az veya çok, körükleyecektir. Hele Al manyada. Buna karşı israil 'e getireceği kâr stfırdır.
Çok kimsenin tecrübe ettiği ve bin bir tecrübeden sonra başkalarının hayret ki ders a lamadan yine tecrübe etmeğe kalkıştığı, bir şeyi şimdi israil de tecrübe ederek öğrenecektir: insanlar idam edilmekle yok olmazlar. Ölüler yaşarlar. Hem de dev Ieşmiş olarak. Dünyanın yakın çağlar tarihinde düşmanı olan bir ferdi idam ett irmekten kâr sağlamış bir tek siyaset adamı örneği gösterilemez.
• Almanyanm yenilgisi kesinleşmeye
yüz tutunca Hitlerin ve arkadaşlarının Almanyadaki milyonlarca Yahudi yi öldürtmüş olmaları elbetteki kendileri için hiç te kârlı olmadı. Korkunç oldu. Ama Almanya için? iş te burada iş değişiyor. Harpten sonra Almanyanm mucizeli denecek kadar süratli kalkınması, ve sıhhatli ve ahlâklı bir millet bünyesi kurabilmesi Almanyada Yahudi kalmamış olması savesinde mümkün olmuştur. Eğer işgal yıllarının keşmekeşi içinde ve sonraki siyasî çekişmeler ve kararsız lık devirlerinde Almanyanm içinde Al man milletine karşı kin besleyen, ze ki, münevver, menfaatçi, dayanışmayı ve müttefiklerin gözüne girmesini bilen 100.000'lerce Yahudi kalmış ol-savdı tahmin edebiliriz ki Alman milleti çok daha fazla çekerdi. Belki de kendini kurtaramazdı.
Bugün Almanyada huzur ve refah içinde yaşayan ve oturduğu yerde Eichmann için «Cani» diyen pek çok Alman, hakikatte bu huzur ve refahı nı kısmen Eichmann'a borçludur. Hitler rejimi Alman milletine pek çok felâket getirdi, ama içerideki Ya hudileri temizlemekle de, giderayak, ileride gelebileeck daha büyük felâketlerin çoğunun kaynağını kurut tu .
• . STALİN' İN OĞLU ÖLDÜ
Stalin ' in büyük oğlu Yakop Cug-vaşvili (Stalin ' in hakikî ad ı Cugvaş-
I
I
MİLLİ YOL D 0
O K L A R 1 TEHLİKE BÜYÜYOR j
A. OKCUOĞLU 1 1 |
Evet, tehlike günden güne büyüyor. Çünkü, Türkiye'nin ilerlemesine 0 engel (!) olan zihniyet her geçen günle azıtıyor! İşte bunun binbir misalin- 0 den biri daha: Daha dün, is tanbul Üniversitesi dershanelerinden birisine 0 adı verilen Mehmed Akif'in, şu son günlerde de kemikleri eski yerinden çı- 0 karılarak şehitliğe naklolundu. 0
Bu ne demektir? Bunun, halk yığınlarının dikkatini başka taraflara çe- 0 kip onları sosyal (!) düşünceden yoksun bırakmak isteğinden başka bir 0 mânası var mıdır? Sosyalizm (!) yolunda ileri hamleler yapmak varken ve 0 Türkiye'nin kurtuluşu (!) bu ilerici (!) harekete bağlı iken, biz, hâlâ ne- 0 lerle uğraşıyoruz. 0
Fakat , tehlike çanlarının çalmakta olduğu bu günlerde, şu bizim | ünlü kişilerimiz, çoğu İs tanbul ve Ankara gazetelerinde çöreklenmiş | ilericilerimiz, devrimbazlarımız nerelerde? Yır tma yır tma söylenecek | meydan n u t u k l a n n m , «Rejim elden gidiyor!» yaygaralarının, dev- | r im (!) ilke'eri teranelerinin, falanların, filânların tam zamanı değil ^ mi? |
K Ü B A ' D A G E R İ C İ L İ K ! $ Küba 'da sosyalizmi (!) ilân eden sivri sakallı Kastro Yoldaş, vatan. ^
daşlar ım (pardon, halk yığınlarını!) Kremlin sosyaüzminin bitmez tüken- | mez nimetlerinden faydalandırmakta devam ediyor. |
F a k a t milliyetçiler, yâni gericiler (!) boş durur mu? Dünyanın baş- 0 ka ülkelerinde olduğu gibi, Küba 'da da, halk yığınlarının bu saadeti- 0 ni (!) çekemiyen bu g rup (hayatta tek dikili ağaçlan bile olmasa bunla- 0 ra toprak ağa lan da diyebiliriz), sosyalizme ihanet (!) ten bir türlü geri | kalmıyorlar . ^
A m a Yoldaş Kas t ro da boş durmuyor . Sosyalizme (!) şu kısa za- 0 m a n içinde yaptığı büyük hizmetlere karşılık, Kremlin ' in en büyük kızıl yıldız nişanını kazanan sivri sakallı devrimci de, bu ilericilik ve
ğ halk düşmanlar ını temizliyor. Tesbit edildiğine göre, 1959 yılında idare-p yi ele geçirdiği günden bugüne kadar, Fidel Kastro Yoldaş, tam 2245 % ı,:..:.,; !• r, ^ ı : - ,^ : . . . . . : . riA ı\ı\t\ * — - , . ı . ~x«— • : n i-* I kişiyi kurşuna dizdirmiş, 90 ,000 toprak ağası gerici ve sosyalizm düş
manı da hapishanelerde sıralarını bekliyorlarmış. . . Bizdeki (Galip Erdem' in meşhur deyimiyle) sayın (!) sosyalizm
âşıklarının bilgilerine sunulur . TÜNEL KAZICILAR Gazetelerin verdikleri bir habere göre, Doğu Berlin'de yaşayan Alman
lardan on ikisi, onaltı gün çalışmak suretiyle kazdıkları bir tünelden geçerek Batı Berlin'e sığınmışlardır.
Şu insanların nasıl akılsız (!) yaratıklar olduklarının sonsuz ve sayısız delillerinden biri.. Siz, Doğu Berlin'deki o Kremlin'e has canım (!) sosya- p lizmi ve bu sosyalizmin insanlara sağladığı o baha biçilmez (!) nimetleri i '.) 0 bırakıp, onaltı gününüzü köstebekler gibi toprak altında geçirmek suretiyle 0 uğraşıp didindikten sonra, sermayenin esiri burjuvaların, yani gerici top- 0 rak ağalarının halk yığınlannı sömürdüğü o cehennem dünyasına kaçın... ^
Böyle bir cinnet nasıl yapılabilir?
1
insanın aklına, ilk olarak, bu zavallıların Türkiyeli ırkçılar - Turancılar 0 tarafından kandırılmış olmaları geliyor. Fakat bu delice (!) hareketin asıl 0 sebebinin, Doğu Beri inli Almanların bizdeki gibi kudretli (!) yol ve yön göstericilere malik bulunmamalan olsa gerek. Orada da, Türkiye'nin yönünü kuzeye çevirmeye çalışan ustalar gibi büyük (!!!) rehberler olsaydı bu zavallı 12 Alman özgürlüğü (!) bırakıp gericiliğin kucağına atılırlar mıydı?
F A K Ü L T E L E R E SALIK Üniversitelerimizin çeşitli fakültelerinde dersanelere veya diğer
0 odalara ad vermek gerektiği takdirde, bir kolaylık olsun diye, küçük 0 bir 'iste takdim ediyoruz. Bu suretle, i lerde, Abdülhak Hâmid Dersha- 0 nesi. Ziya G ö k a l p Sınıfı gibi ileri düşünceyi inciten (!) oda isimlerinin ^ sayısı a r tmamış olur . 0
İlk 'iste göçmüş büyüklere aittir : 0 Dr. Şefik Hüsnü (Sosyalizmin yılmaz (!) savaşçısı...) 0 Nâzım Hikmet Kralnar (Hayatta olduğuna dair verilen haberlere ina- 0
nümas ın . Üstad (!), şöyle böyle kırk yıldanberi mevtalar arasındadır.) 0 Sabahattin Ali (Türldyenin Dostoyevski'si!!!!) 0
O r h a n Velî (Hele sol eliyle yazdık lan ) û Sadri Et hem (Kara b a c a n indir, kızıl bacavı kaldır . . . ) Û
vili idi; Gürcü dil inde «Yahudi oğlu» mânasına gel ir) İkinci c ihan Savaşında Almanlar tarafından öldürülmüş veya bir Alman esir kampında ölmüştü. Küçük oğlu Vasily ise yeni öldü. 41 veya 42 yaşında idi. Ölümüne sebeb olarak «fazla içmek» veya «intihar» rivayet edi lmektedir . Tabiî Kruşçof'un emriyle öldürülmüş de olabilir. Zamanının çoğunu içkiyle ve kadınlarla geçirirdi. Moskova'nın yakınında 30 odalı konağında de-
N Nadi'nin 30 Mayıs tarihli «Dışardan bizi nasıl görüyorlar?» başlıklı
baş makalesini okudunuz mu bilmem. Bu makalenin başı ile sonu, bir araya getirilir ve baş taraftaki «Bizi, bizden ivi biliyorlar.» ibaresi ile son taraftaki «Türkiyenin, yeni bir takım iç karışıklıklara sürüklenmesi beklenırmiş.» sözü çıkarılırsa, ki bunlar kendisinin değil, okuduğu yabancı matbu-t lan aldığı ilhamlardır, arada kalan fikirler tamamen hatalıdır. Tarihî, içtimaî ve iktisadı görüş ve esaslardan yoksundur.
Ben eskiden beri «Türkiyede bir matbuat vardır. Fakat bir Türk matbuatı , hele millî bir matbuat yoktur.» kanaatim taşıyordum. Bu kanaat.mı N. Na-di'nin bu makalesi bir kerre daha teyit etti. Bir Türk matbuatı yoktur derken, Türk milletinin düşüncelerini aksettiren, dert ve dâvaları gören, bunların hal şekillerini ortaya koyan, kısaca bir deyişle iktidarlara fikir ve ilham kaynağı olan ve iktidarların gideceği yola ışık tutan bir matbuatımız yoktur, demek istiyorum. Hele Millî bir matbuatımız yoktur sözü üzerinde av-rıca durmak icabeder. Bunu şimdilik ele almıyorum.
27 Mayıs'tan bu yana cereyan eden hâdiseler içerisinde bizim matbuatı da, kısmen Avrupa matbuatını da takib ettim. Bizim matbuat, hâdiselerin nedeni, sebeb ve neticeleri üzerinde durmuyor. Hâdiseleri bitaraf bir nazarla görüp, tarihî, içtimai, iktisadî ve fikri bakımdan tetkik ve mütalâa etmiyor. Daha doğrusu edemiyor. Ama işi şahsiyata dökerek hâdisenin dedikodusunu yapmıya gelince ön plânda yer alıyor... Mamafi bu hali tabiî görmek icabeder. Tarihî, içtimaî, iktisadî ve fikri kültürü olmıyan, yahut hâdiseleri şahsının, zümresinin menfaatma veva ideolojisinin prensiblerine göre izah etmiye kalkan bizim matbuat daima dedikodu edecek, daima zahirde ve satıhda kalacaktır.
Çok yakından bildiğim bir misal ar-zedeyim. 13 Kasım hâdiselerini mütea-kib bizim matbuat, işi şahsiyata dökerek ve ideolojik kastı mahsuslarım da arava karıştırarak veryansın ediyorlardı, Hâdiselerin sebeb ve neticeleri üzerinde, tarafların iktisadî, içtimaî ve doktriner görüş ve kapasiteleri üze-
lice sefahat âlemleri yapılırdı. Şakacı bir huyu da vardı. Gece
yarısından sonra Bakanlara ve yüksek memur la ra telefon eder . «Ben Stalin» diye başhyarak emir le r ver i r .onların yürekler in i ağızlarına getir irdi . 1953'de babası ölünce Va-sily'nin rütbesi Orgeneral l ikten Binbaşılığa indiri ldi . Az sonra sarhoşken otomobiliyle b i r kadını çiğnedi diyerek 4 yıl" hapse m a h k û m et t i ler .
TAHSİN ÜNAL rinde fikir beyan etmiyorlar, hâdisele rın dedikodusunu yapıyorlardı. Halbu ki aynı günlerde İsviçre, italya, Fran sa ve Alman gazeteleri, sanki görüşerek yazmışlar gibi fakat bit birlerinden haberleri olmadan ««komitenin beyni çıkarıldı.», «komitenin dimağı çıkarıldı.», «kalsalardı Türkiyenin dâvalarım halledeceklerdi.» v s . gibi hükümler veriyorlardı.
Keza, 22.Şubat hâdiselerinin de, bizim matbuat , hat ta alaylı bir eda ile dedikodusunu yaparken Avrupa matbuatı hemen müttefikan «Türkiyede halledilmesi icabeden büyük iktisadî ve içtimaî dâvalar vardır. — Kendisi ne ümit bağlanan inönü'ye rağmen — bu büyük ve mühim dâvaları hal edecek bir şahıs da sahnede görülmemek tedir. Bu dâvalar halledilmedikçe, Tür kiyede 22. Şubat kâ-iiseleri gibi hâdiselere, daima intizar edilmelidir, diyorlardı.
Evet, adamlar, bizi bizden daha iyi biliyorlar. Zira adamların tarihî, içtimaî, iktisadî kültürleri ve bitaraf görüşleri var. Biz ise tarihî, içtimaî, iktisadî ve fikrî oluşumuzdan habersiz olduğumuz gibi bitaraf bir görüş de iktisap edememişizdir. Hatalı bilgileri miz, hatalı tutumlarımız daima hatalı fikir beyanlarımıza, bitaraf olamamamıza sebeb olagelmiştir. Meselâ, 1730 da kabahat sadece Patrona Halilin, 1807 de kabahat sadece Kabakçının, 1908 de kabahat sadece A. Hamidin ve Servis Vahdetinin denmiştir. I I I . Ahmet'i, I I I . Selim'in, i t t ihat - Terakkinin hiç kabahati yoktur. Haklıdırlar.
Nasreddin hocanın eşeği çalınmış. Her gelen «ölü uykusuna mı yattın be hoca. Kapıyı niye iyi kilitlemedin be hoca.» diye hocaya çıkışmış. Hoca dayanamamış, «kabul kabahat bende. Ama demiş insaf edin be yahu, şu hırsızda hiç mi kabahat yok?»
N. Nadi beye göre «Tanzimat devri ricali, şekilde batılı, ruhda şarklı.» I. inci meşrutiyet devri yöneticileri şekilde batılı, ruhda şarklı, II . ci Meşrutiyet devri ricali yine öyle. 1920 - 1950 devri ricali ise şekilde de, ruhda da batılı. Ama 1950—1960 devri ricali yine şekilde batılı, ruhda şarklı.» Peki ama insaf ile düşünelim. Bir kerre içtimaî
hâdiseleri, b i r ekmeği bıçakla kesip ikiye ayırdığımız gibi kat'i bir had ile kesip ayıramayız. 1920 ye kadar şarklı olan içtimaî bir topluluk ertesi gün nasıl olur da birdenbire batılı olabilir. Bir insan akşam vezir olarak ya-tıb sabah rezil olarak kalkabilir. Ama bir içtimaî topluluk akşam şarklı ruhu ile \7atıp sabah garplı ruhu ile kalkamıyor.
Atatürk devrinde dahi, şahsı istisna edilirse, yöneticiler yine eskidenberi olduğu gibi şekilde garblı, ruhda şark Iıdır.
N. Nadi bey, «Tanzimat devri yöneticileri. Düveli muazzamadan himaye görebilmek, çarpışan menfaatleri arasında - Devleti Aliyye-i Osmaniyenin -varlığını kurtarabilmek amacı ile, batı laşmayı, baş vurulmuş bir politaka o-yunu sayıyorlardı. Bu şartlar altında batı medeniyeti ailesine katılmamız lâfta kalmaya mahkûm oldu. Bu aileye Lozan'da girip 1950 ye kadar bu aile içinde yaşadık. 1950 den sonra yine geriye döndük.» diyor.
Dün olduğu gibi bu gün de acaba bu durumdan kurtulduk mu? Samimi olarak söylemek icab ederse; Aynı siyaset, aynı davranış, değişik isimler altında fakat aynen devam etmektedir. Biz eskiden beri «ehveni şerri tercih etme siyaseti, devletler arasındaki çarpışan menfaatlerden istifade ederek bekamızı temin etmiye çalışage-len bir devletiz.» kurtuluş savaşında bile bundan azamî derecede istifade ettiğimiz gibi ikinci Cihan harbinde de bundan istifade ederek harbe gir-memişizdir. Bugün dahi Amerika ile Rusya arasında çarpışan menfaatlerden istifade ederek ve ehveni şer o-lan gruba dahil olarak vaşamaktavız. Bu itibarla 1923 Lozandan 1950 " ve kadar bundan kurtulmuştuk denilemez. 1938 tarihini 1950'e kadar uzatmak da hatalı bir görüştür. Böyle bir hüküm bitaraf bir hüküm olamaz. Par licilik kavgusu ile verilmiş bir hüküm o'abilir. i ş te bu türlü, zümrevî düşünüşlerimiz, hâdiseleri bitaraf olarak te fekkür edemememiz gibi sebeblerle, '«Batı medeniyet ailesine katılmamız lâfta kalmava mahkûm olmaktadır.» Bunun lâfta kalmaması için. bu milletin kövlüsünden kentlisine, amelesinden Başvekiline kadar, batının ruhu, batının teşkilâtı, batının dinamizmi ile bir fazilet, bir çalışma ve istihsal devri açmamız lâzımdır. Milletin, şimdiye kadar olduğu gibi, başına çıkmak değil, önüne düşmek lâzımdır.
Zümreleri, sınıfları, partileri birbiri ne tutuşturup, bulanık suda balık avlamak, sürüm temin etmek kaygulann dan vaz geçerek, millî dâvsları tarafsız bir nazarla görmek, tarihi, içtimaî, iktisadî fikir süzgeçlerinde eleverek, birlikte hal etmek lâzımdır. Bunun zamanı gelmiştir, geçivor bile.
Zatıaliniz «Dış yardımların sosval düzeni verine oturtacağı şüphelidir», diyorsunuz. Şüpheli değil hattâ o-turtmavacağı muhakkaktır . O halde, cedikodu etmevi ve şahsivat ile u.îraş mayı bırakıp, sosyal düzen; yerine o-turtacak prensipleri içeride arayalım ve mutlaka bulmaya çalışalım.
MİLLÎ YOL [0
Bizi bizden daha iyi biliyor 1ar
f îinHf11lfI!fîiltEI!M!î!!]Uf!!irilIHMtfMirMIinif IİIIIIirTIItl[tIIiniTriIIll]I>MttIITirriTI7TTITIIlEllIIl!llIIIİİlilIlIlIIMltIIIfiniI1fi!lttlTII1f İl;
DERNEK SAYFASI IllflIÎTtllIll(tietfISltliii1ffliiiltl«IllllllliiitIlitllltflt»IllfJtlfIlltflIIİ(IllllllİİI*llllttlliillftlltlilfllllttlltlJfIlllIfllllflillItlltflltfttlltllli»
Türkçüler Derneği Tüzük Tcsarısı (Geçeıı sı:; ıdan devam) 31 — Merkez Yürütme Kurulu Der
neğin en yüksek icra organıdır. Derneğin bütün çalışmalarını düzenler. Tüzüğün açıkça başka bir organa vermediği bütün yetkiler Merkez Yürütme Kurulundadır .
DERNEK BAŞKANI 32 — Dernek Başkanı Merkez Yürüt
me Kurulu tarafından kendi üyeleri arasından veya diğer Dernek üyeleri içinden gizli oyla seçilir. Görev süresi bir yıldır. Yine seçilmek caizdir.
Disiplinli bir dernek olacağız. Ama şetci değil. Bu sebeble Dernek Başkanının Merkez Yürütme Kurulu taralından seçilmesi ve değiştirilebilmesi usulü ile elastikiyet sağlanması ve bir yıl ödev süresi ile de önemli ve yorucu hizmette nöbet değiştirmeğe imkân sağlanması düşünüldü.
33 — Merkez Yürütme Kurulu tam sayının 2/3 çoğunluğu ile her zaman başkan seçiminin yenilenmesine karar verebilir.
34 — Başkan istifa ettiği zaman, veya başkanlık seçimi yenilendiği zaman, yeni başkan seçilinceye kadar eski başkan görevine devam etmeği bir şeref borcu sayar. Bir engel olmadıkça eski başkan vazifesini törenle yeni başkana devreder.
33 — Başkanlık görevini yapmasına ani bir engel çıktığı zaman yeni başkan seçilinceye kadar bu görevi yapacakların sıra ile bir listesini Merkez Yürütme Kurulu önceden tâyin eder. Bu mümkün olmadığı zaman başkan geçici olarak görev yapacak kimseyi kendisi tâyin edebilir.
36 — Başkan törenlerde derneği temsil eder. Gerektiğinde Merkez Yürütme Kurulunun toplantılarına başkanlık eder. Merkez Yürütme Kurulunun tâyin edeceği sınırlar içinde yürütme yetkisini haizdir. Merkez Yürütme Kurulunun toptan engeli çıkan hallerde geçici bir Merkez Yürütme Kurulu tâyin etmek ve Kurultayı toplantıya çağırmakla ödevlidir. Bunun dışında da her zaman Kurultayı fevkalâde toplantıya çağırabilir.
Dernek başkanlığı ileride Türkçülüğün hareketli ve otoriteli bir önderi olabileceği gibi sadece Türkçüler arasında umumî saygı duyulan birleştirici bir şahsiyet olması da mümkündür. Bu madde ile bütün bu imkânlar ve muhtemel gelişmeler karşılanmak istenmiştir.
DENETÇİLER 37 — Kurultay en az 2 kişi olmak
üzere uygun gördüğü sayıda denetçi seçer. Bu denetçiler ayrı ayrı veya birlikte vazife görebilirler. Merkezin ve şube ve ocakların bütün defterlerini ve kasalarını her zaman teftiş edebilirler.
38 — Denetçilerin hepsinin engeli çıkması sebebiyle Derneğin Merkez de-
MİLLÎ YOL İM
netçisi kalmadığı takdirde gelecek Ku-rultay'a kadar Dernek Başkam bir veya birkaç denetçi tâyin eder.
39 — Denetçiler gerekli gördükleri zaman Kurultayı fevkalâde toplantıya çağırabilirler. Bunun için mevcut denetçilerin çoğunluğunun karar vermesi gerekir.
40 — Denetçiler her Kurultay'a Derneğin o güne kadarki malî durumunu gösterir bir hesap raporu vermekle ödevlidirler. YÜKSEK HAYSİYET KURULU
41 — Yüksek Haysiyet Kurulu üye iiği Merkez Y'ürütme Kutulu üyeliği ile birleşemez. Başka her görev ile birleşebilir. >
Sil — Haysiyet Kurulunda iki türlü üye vardır. Süreli üyeler ve süresiz üyeler. Süreli üyeler 24 kimiden az ve 40 kişiden çok olamaz. Süresiz üyeler sayı ile sınırlı değildir. Süıeli üyeler 9 yıl için seçilir. Yine seçilmek caiz dir.
43 — Toplam olarak b;r yılı aşkın EÜre ile Dernek Başkanlığı yapmış o-lan herkes süresiz olarak Haysiyet Ku ıulu üyesidir. Bu üyelik ömür boyun çadır.
Yüksek Haysiyet Kurulu ile Türkçüler arasında birleştirici bir yüksek ahlâk ve gelenek otoritesi tesis edilmektedir. Bunun için devamlılık sağ lanmak düşüncesine büyük yer veril mistir.
44 — Süreli veya süresiz Haysiyet Kurulu üyeleri dernek üyeliğinden çı kanhdğı veya istifr. ettiği takdirde Hay siyet Kurulu üyeliği de düşer.
45 — Süreli veya süresiz HaysiyV Kurulu üyeleri Merkez Yürütme Kuruluna seçilirse, bu görevi kabul ettiği ve yaptığı sürece Haysiyet Kurulu ü-yeliği yetkilerini kullanamaz. Ancak Yürütme Kurulundaki görevi bitliği an da Haysiyet Kurulu üyelisine ait yetkileri kendiliğinden geri döner.
46 — Haysiyet Kurulunun süreli ü-yelerini Merkez Yürütme Kurulu oy birliği ile seçer. Bir kurulun bir yıllık görev süresi içinde seçeceği Haysiyet Kurulu üyeleri 5 kişiyi geçemez.
47 — Haysiyet Kurulu üyeleri 24 ten aşağı düşer ise kurultay sayıyı 24'e çıkaracak kadar üye seçebilir. Haysiyet Kurulu üyelerinin sayısı 15'e düşünceye kadar işlemeğe devam eder. İVren aşağı düşünce bu sayı tamamlanıncaya kadar İşlemesi durur .
48 — Haysiyet Kurulu toplantı gün ve saatleri yazı ile bütün üyelere en az 10 gün önce Mldirilir. Belirli gün ve saatte en az 15 üye gelmişse toplantıya geçer. Kapalı ı>v ile başkan ve ikinci başkan ve vazganlar seçer. Hay siyet Kurulu ilerideki bir toplantıda yenilerini seçinceye kadar bunlar görev lerin! yaparlar. Kurul kararlarını çoğunlukla verir. Şu kadar ki Dernek
ten çıkarmalar için en az 15 oyun bir leşmesi gerektir.
ŞUBE TEŞKİLATI 49 — Şube Yürütme Kurulları 9 ki
siliktir. Merkez Yürütme Kurulu gibi 3 yıl için seçilir ve her yıl 1/3'ü yenilenir.
50 — Şube Yürütme Kurulu üyeliği istifa veya iş gördeğe bir engel çıkması ile boşaldığında gelecek şube u« mum heyeti toplantısına kadar iş gör mek üzere Merkez Yürütme Kurulu boşalan üyeliklere geçici üyeler tayin eder.
işlerin aksamaması için ve disiplinli bir ülkü derneğinin ruhuna uygun ol duğu için bu şekil umumî heyet tarafından yedekler seçilmesi şekline ter cih edildi.
51 — Şubelerde 5'er üyelik Şube Haysiyet Kurulları vardır. Gelecek u-mumî heyeti toplantısına kadar iş görmek üzere şube umumî heyeti tarafından seçilirler. Şube umumî heyeti ayrıca 5 yedek de seçer. Haysiyet Kurulu bu yedeklerle de tamamlanamıya cak hale gelirse belirli bir iş için veya gelecek şube umumî heyeti toplantısı na kadar iş görmek üzere Merkez Yü tü tme Kurulu geçici üyeler tayin e-der.
52 — Umumî heyet gereği kadar de netçi seçer. Bunlar şubenin ve şubeye bağlı ocakların defterlerini ve kasalarını her an teftiş edebilirler. Umu mî heyeti fevkalâde toplantıya çağıra bilirler. Görev yapacak denetçi kalma dığı takdirde Merkez Yürütme Kuru-h geçici denetçi seçer.
53 — Şube umumî heyeti o şubeye bağlı ocaklar için her ocağm üyesinin yirmide biri tutannea temsilciden ku-ıulur. Ayrıca her ocağın başkanı ve şube yürütme kurulu üyeleri tabiî tem silci olarak şube umumî heyetine katılırlar. Şube umumî heyetinin sayısı böylece 300'ü aştığı takdirde temsilciler ocakların üyeleri nispetinde ocaklara tahsis edilmek üzere şube umumî heyet üye sayısı şube yürütme ku rulunun teklifi ve Merkez Yürütme Kurulunun tasdiki ile 300'e kadar indirilebilir.
OCAK TEŞKİLATI 54 — Ocak Yürülnıe Kunıllan 5—9
kişidir. Her yıl yenilenir. Ocak umumî heyeti yürütme kurulunun kaç üyeli olacağını ocağm çalışma ihtiyaçlarına göre gelecek umumî heyete kadar tâyin eder.
55 — Ocak Yürütme Kurulu üyelikleri boşaldıkta, gelecek ocak umumî heyeti toplantısına kadar iş görmek üzere Şube Yürütme Kurulu boşalan üyeliklere geçici üyeler tayin eder.
56 — Ocak umumî heyetleri ocağa bağlı bütün üyelerden kurulur.
57 — Ocak umumî heyeti ocağm def terlerini ve kasasını denetleyecek geri ğ i kadar denetçi seçer. Bunlar şube denetçileri gibi iş görürler. Görev yapacak Ocak denetçisi kalmadığı takdirde Şube Yürütme Kurulu geçici de netçi secer.
UMUMf HÜKÜMLER 58 — Umumî heyet toplamdan şu
be ve ocaklarda her yıl merkezde İki yılda bir yapılır. Toplantı gün ve ye ri en az 10 gün önce iki gazete veya dergi ile ilân edilir. Belli gün ve yer-
de toplantıya katılacakların yansından fazlası gelmezse ikinci bir toplantı gün ve yeri aynı ilânda yazılır, ve bu ikin cı toplantıya kaç kişi gelirse toplantı açılır.
59 — Bir engel sebebiyle umumî he yet toplantısının ocaklarda ve şubeler de bir yıl ve merkezde iki yıl ile geri bırakılması caizdir. Ocak ve şubelerde geri bırakmalar için üst yürütme kurulunun izni alınır. Her kademenin yürütme kurulları, ve üst yürütme ku rulu, o kademenin umumî heyetini fevkalâde toplantıya çağırabilir.
60 — Umumî heyetlerde başkanlık divanı seçimlerinden ve umumî heyet çalışmaları için geçici komisyonlar ayrıldığı takdirde bunlann seçimlerin-cien başka bütün seçimler gizli oyla yapılır. Dernekten çıkarma kararları da gizli oylama ile olur.
61 — Her kademenin yürütme kurulu yapılacak seçimler için en uygun gördüğü kimselerin adlannı aday olarak o kademenin umumî heyetine bildirmekle görevlidir. Kesin mazeret se bebi olmadıkça o kimseler adaylığı reddedemez. Yürütme kurulu seçilecek ler kadar veya bunların iki katı aday gösterebilir. Umumî heyet gösterilen adaylarla bağlı değildir, başkalannı seçebilir.
62 — Her yürütme kumlu kendine bir başkan bir ikinci başkan, bir say n,an ve yazgan seçer. Ancak merkez yürütme kurul kendine bir genel yazgın ve gereği kadar yardımcısı ile bir başsayman ve gereği kadar yardımcısını seçer. Başkan (merkezde genel yazgan) yürütme kurulunu dış temas larda temsil eder, dernek içinde yürüt me işlerini yürütme kurulunun verece ği kararlar gereğince yapar, gerekirse belirli işlemler için başkalarına yet ki verir. Yürütme kurulu başkanının veya genel yazgarun engeli çıktığında diğer üyelerin hangi sırayla onlara ve kâlet edeceğine dair Yürütme Kurulu b!r liste yapar. Derneğin mallarını korumak ve hesaplarını tutmak başsay-rr.ana ve saymanlara aittir. Derneğin bankalardaki vesair yerlerdeki parala nnı almaya onlar yetkilidir. Gerekirse yürütme kurulu karan ile başkaları da yetkili kılınabilir. Derneğin pa-r > işlerinden başka bütün kâğıtlarını korumak ve yazı işlerini yürütmek yaz ganlara ve yardımcılarına aittir. Yürüt me kurulu ilk toplantısında kendi üye lrri arasında iş bölümü yapar. Bu iş bölümünü her zaman değiştirebilir. Ge rekli gördüğü zaman bu görevlerden bir kısmını yürütme kuranı dışındaki dernek üyelerine de gördürebilir.
HAYSİYET KURULLARI 63 — Her üye hakkında o üyenin
bağlı olduğu kademenin haysiyet kurulu yetkilidir. Ancak o kademenin yü rütme kurulu ve haysiyet kurulu üye leri hakkında üst kademenin haysiyet kurulu yetkilidir.
64 — Şube haysiyet kurullarının verdikleri beraat kararlan aleyhine an cak Merkez Yürütme Kurulunun izini ile itiraz olunabilr. Sııbe Haysiyet ku rullarının Dernek'ten çıkaıma kararla rina karşı itiraz yolu açıktır Diğer di siplin cezalarına karşı ancak Merkez Yürütme Kurulunun izni ile itiraz edi
ÖZLEYİŞ — Hocaoğlu Selâhattin Ertürk ~ Yelkentepe Yayınları: 1 — Ankara 1962 — 96 sayfa, 250 Kuruş.
Şairin 1952'den sonra yazdığı ve çoğunluğu, 1953 - 1955 yıllarına ait kırk üç şiirini toplayan ÖZLEYİŞ, güzel bir kapak kompozisyonu ile süslü olarak, ilk muteber baskı halinde, yeniden yayınlandı.
Edebiyatı sevenlerin ve milliyetçilerin «Hikmet Damlaları es Tecelli» ile ve Kükreyiş adlı şiir kitabı ile yakından tanıdıkları Hocaoğlu Selâhattin Ertürk, serbest vezinle heceyi bir arada ve başarıyla kullanan ender şairlerden biridir Bilhassa halk ağzı ve Yunus'u andıran bir dille yazılmış şiirlerde başansının daha büyük olduğu görülmektedir.
«Metanet zırhına hüründüm, Arslan ağzında banndım. Azapta yundum, arındım, Alın beni, alın beni.» dörtlüğün
de olduğu gibi, halkın bağrından fışkıran duygulara ve söyleyişe yaklaştığı zaman, özde ve muhtevada yeni bir arayışın ve hamlenin pırıltıları kolaylıkla sezilebllmektedir.
ÖZLEYİŞ, «Dr. S. Ertürk. Gazi Eğitim Enstitüsü. Ankara» adresinden ve dergimizden sağlanabilir.
lebilir. Yersiz olarak itiraz eden veya itiraz etmek için izin isteyen disiplin cezasına çarpılır.
65 — itiraz müddeti kararın tebliğ edilmesinden itibaren 10 gündür.
İtiraz için izin isteme gereken hallerde izin istemek itiraz müddetini ke ser.
66 — Yüksek Haysiyet Kurulunun l ütün kararlan kesindir.
67 — Haysiyet Kurullannda tetki-kat açık ve duruşmah yapılır, itham edilene ithamın mahiyeti ve itham e-deni bildiren davetiye gönderilir. Her iki taraf için vekil ile temsil edilme caizdir. Vekil dernek üyesi olmalıdır. Yazılı müdafaa da gönderilebilir, ilgili ve vekili davete rağmei' gelmediği lakdirde tetkikat ve karar geciktirilmez. Mühim bir mazeret bildirildiği takdirde bir kereye mahsus talik e-ditebilir. Yalnız ihtar cezası istenen ve ya yalnız bu cezayı gerektiren haller de kapalı duruşma yapılabilir. Yüksek Haysiyet Kurulu itiraz üzerine ba kaçağı işlerde incelemeyi duruşma aç madan evrak üzerinde yapabilir. Yük sek Haysiyet Kurulu her türlü işte duruşmayı kapalı \% / ıbil ir.
68 — Tarafsızlığı zorlaştıran sebeb-lerden ötürü şikâyetçi ve itham edi len üyeler haysiyet kurulu üyelerini reddedebilirler. Redde uğrayan çekil mediği takdirde red hakkında üst hay siye! kurulu karar verir. Yüksek Haysiyet Kurulu üyeleri reddedilemez.
69 — Yüksek Haysiyet Kurulu üyeleri aleyhindeki şikâyetleri yine bu kurulun geri kalan üyeleri karara bağ
lar. Birçok üyeler birden şikâyet e-dilmişse üyeler arasında kura çekilerek şikâyetler sırayla her üye için ayrı ayn incelenir.
70 — Dernek üyeleri kendi aralarında hakem yolu ile halli mümkün anlaşmazlıklar için şube haysiyet kurullarına başvururlar.
71 — Disiplin cezalan şunlardır: a — ihtar, b — işten ayırma, c — Dernek çalışmalarından ayır
ma, ç — Dernekten çıkarma, 72 — ihtar, bu cezayı veren haysi
yet kurulu başkanı tarafından ilgilinin çağınlarak, yaptığı hareketin kötülüğü izah olunmak ve bir daha yapmaması söylenmek suretiyle olur. Bu sırada başkası bulunmaz, ihtar alan bir daha yapmamaya söz verir.
73 — işten ayırma, dernek içinde se çimle veya tayinle verilmiş herhangi bir vazifeden ilgili dernek üyesinin ayrılması suretiyle olur. Gelecek seçimde aynı vazifeye tekrar seçilmek caizdir. Yüksek Haysiyet Kurulu ü-yellği ve her türlü temsilcilik görev-leri bu cezanın tatbik alam dışında kalır.
74 — Dernek çalışmalarından ayırma t ir üyenin umumî heyet toplantılarına katılmak ve temsilci olarak yüksek kademe toplantısına gitmek işlerinden başka her türlü dernek çalışmasıyla ilgisinin kesilmesidir. Bu cezayı alanlar umumî heyet toplantıları yapılan yer ve zamanlann dışında dernek İtinalarına da giremezler. Bu ceza bir yılı aşmayan belirli bir süre için verilir.
75 — Derneğin ve Türkçülüğün korunması için kesin zaruret olan haller de işten ayırma ve dernek çalışmalarından ayırma kararı esas hakkında bir karar verilinceye kadar geçici bir tedbir olarak da verilebilir. Esas hakkında karan verecek haysiyet kurulu bu konuda da yetkilidir.
76 — Dernekten çıkarılma kesin ve daimî olarak dernek ile her türlü ilişiğinin kesilmesidir. Ancak Türkçülüğe ihanet veya Türkçülükle asla bağ-c'aşamıvacak ağır ahlâksızlık halinde verilebilir.
77— Şikâyet yetkisi umumî olarak yürütme kurullarının ve denetçilerindir. Aynca üyeler ancak doğrudan doğ rüya şahıslarına zarar veren hareketlerden ötürü şikâyet edebilirler. Yersiz şikâvet edenler disiplin cezasına çarpıtabilir. «
(Devamı var)
Anketimiz ve Gençlik Sayfasını yersizlikten koyamıyoruz. Tüzük Tasarısının yayınlanması bittikten sonra yine kovmağa başlayacağız...
MİLLÎ YOL 03
AGlR A6|R ÇIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN
MİLLÎ YOL 1. Yıl - 19. Sayı - 8 Haziran 1%2 — Fiyatı 50 kuruş.
TARAFSIZ M l L u ı » t ! ( . l SİYASÎ DERGİ İmtiyaz Sahibi : Necatı BOZKURT * Yazı İşler. Müdürü : ismet TüMTüRK •*• İdare Müdürü :
Mümin ÇEVİK.
• Tek sütun santimi 20 I lira * Tam sayfa arka (kapak (renkliı 2000 li •ra * Tam sayfa İçte
1600 Ura • Sayfanın 1/4 ve 1/8 gibi kısımları aynı ölçülere göre hesaplanır
İlân Abone 6 aylık (26 sayı) 12,5 lira • 1 yıllık 52 sayı 20 lira * İdarehane : Nuru
Osmaniye Cad. 34. İstanbul. Dizgi va kl işe: GÜNEŞ MATBAACILIK T. A. $ Serefefendl Sok. No. 44-46, Cagaloğlu
İSTANBUL