muhammed İbn abdÜlcebbÂr İbnÜ’l-hasan nİfferÎ’de...

17
Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 15 MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN EN-NİFFERÎ’DE VAKFE’NİN ÖNEMİ VE MA’RİFET İLE İLİMDEN ÖNCELİĞİ * The Importance of Waqfah (Staying) And Its Precedence Over Ma’rifah (Gnosis) and ‛Ilm (Knowledge) In Muhammad Ibn ‛Abdi’l-Jabbār Al-Niffarī Nurullah KOLTAŞ * Cem-i kütüb etmekle ne mümkün ola vâkıf Esrâr-ı Hudâ’yı ki ola ol mürşide mevkûf Bağdâtlı Rûhî ÖZ Tasavvuf literatüründe, manevî yolculukta (sülûk) bulunan kişinin Hakk’ın Huzûru’na erişmesini konu alan hâl, makām, menzil ve menâzile gibi çeşitli terimler derinliğine ele alınmış ve çeşitli tanımlar ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu terimler- den biri de sâlikin geçtiği bir makāma ilişkin eksikliklerini giderip bir sonraki makāmın gereklerini (adâb) öğrendiği “vakfe” tabir edilen ara bir aşamadır. Vakfe terimi, en geniş biçimiyle Nifferî nisbesiyle anılan Muhammed ibn Abdülcebbâr ibnü’l-Hasan en-Nifferî (ö. 354/965) adlı büyük bir ârif tarafından el- Mevâkıf ve’l-Muhâtabât adlı eserinde işlenmiştir. İbnü’l-Arabî’nin verdiği bilgiler bakımından önemli addettiği bu ârifin Mevâkıf ve’l-Muhatabât isimli eserinde, vakfe kavramı ma’rifet ve ilimden daha üstün bir konuma sahip olarak ele alınmıştır. İki zamanı birbirinden ayıran “an” gibi vakfe de önceki ve sonraki makāmla- rı birbirinden ayırır. Ma’rifetin bir sınırı vardır ve bu sınırın ötesine ancak vakfe ge- ――――――――― * Makalenin Geliş Tarihi: 26 Ocak 2016. Makalenin Kabul Tarihi: 13 Temmuz 2016. * Yrd. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi-Tasavvuf Anabilim Dalı, [email protected]

Upload: others

Post on 18-May-2021

13 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 15

MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN EN-NİFFERÎ’DE VAKFE’NİN ÖNEMİ VE MA’RİFET

İLE İLİMDEN ÖNCELİĞİ*

The Importance of Waqfah (Staying) And Its Precedence Over Ma’rifah

(Gnosis) and ‛Ilm (Knowledge) In Muhammad Ibn ‛Abdi’l-Jabbār Al-Niffarī

Nurullah KOLTAŞ*

Cem-i kütüb etmekle ne mümkün ola vâkıf Esrâr-ı Hudâ’yı ki ola ol mürşide mevkûf

Bağdâtlı Rûhî

ÖZ

Tasavvuf literatüründe, manevî yolculukta (sülûk) bulunan kişinin Hakk’ın Huzûru’na erişmesini konu alan hâl, makām, menzil ve menâzile gibi çeşitli terimler derinliğine ele alınmış ve çeşitli tanımlar ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu terimler-den biri de sâlikin geçtiği bir makāma ilişkin eksikliklerini giderip bir sonraki makāmın gereklerini (adâb) öğrendiği “vakfe” tabir edilen ara bir aşamadır.

Vakfe terimi, en geniş biçimiyle Nifferî nisbesiyle anılan Muhammed ibn Abdülcebbâr ibnü’l-Hasan en-Nifferî (ö. 354/965) adlı büyük bir ârif tarafından el-Mevâkıf ve’l-Muhâtabât adlı eserinde işlenmiştir. İbnü’l-Arabî’nin verdiği bilgiler bakımından önemli addettiği bu ârifin Mevâkıf ve’l-Muhatabât isimli eserinde, vakfe kavramı ma’rifet ve ilimden daha üstün bir konuma sahip olarak ele alınmıştır.

İki zamanı birbirinden ayıran “an” gibi vakfe de önceki ve sonraki makāmla-rı birbirinden ayırır. Ma’rifetin bir sınırı vardır ve bu sınırın ötesine ancak vakfe ge-

――――――――― * Makalenin Geliş Tarihi: 26 Ocak 2016.

Makalenin Kabul Tarihi: 13 Temmuz 2016. * Yrd. Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi-Tasavvuf Anabilim Dalı,

[email protected]

Page 2: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Nurullah KOLTAŞ

16 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14

çebilir. Dolayısıyla vakfe, Allah’ın dışındaki her şeyden (sivâ) tecrit oluşun ve bu manevî arınma yoluyla kutlu bilgi aşamasına geçişin anahtarı kabul edilebilir. Nif-ferî’ye göre vakfe, bilginin sınırlarının ötesine geçmesi nedeniyle ma’rifetten ileri bir aşamadır ve kalbinden O’ndan başkasını silen vâkıf ise huzura ermeye en yakın kişidir.

Bu makalede, Nifferî’nin hayatı kısaca aktarıldıktan sonra onun Mevâkıf isimli eserini oluşturan mevkıfların temel özelliklerine değinilecek ve ardından el-Mevâkıf ve’l-Muhâtabât isimli eserde vakfeye hasredilen “Vakfe” başlıklı 8. Mev-kıf’ından ilk on madde açıklanmaya çalışılacaktır. Son olarak 8. Mevkıf’ın özellikle vakfe, ma’rifet ve ilim arasındaki ilişkiyle alakalı bazı bölümleri ele alınmaya çalışıla-caktır.

Anahtar Kelimeler: Vakfe, Vâkıf, Hâl, Makām, Ma’rifet.

ABSTRACT

In Sūfī literature, there exists various terms concerning the attainment of Divine Presence by the seeker during his/her spiritual journey (sulūk) such as state (hāl), station (maqām), and halting places (manzil, munazala). Of these terms, there is an intermediary phase, namely staying (waqfah), in which the stayer (wāqif) fulfils the incomplete parts of his previous station and gains a gist of the requirements (adāb) for the following spiritual station.

The term “staying” (waqfah) was elucidated in the broadest sense by Mu-hammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965) in his al-Mawaqif wa al-Mukhatabāt. Being accepted as an eminent sage by ibn al-Arabī, al-Niffarī mentions the term staying as a degree higher than those of gnosis (ma’rifah) and knowledge (‘ilm).

The staying differentiates the previous time and the following one just as a single “moment” that separates two distinct times. During the staying, the stayer (waqif) is given the blessing of attaining the Divine Presence which cannot be reached without the act of staying. Despite the fact that Gnosis has a limit, the staying can go beyond it. As a matter of fact, the staying can be accepted as the key to leave anything other than The All Truth (siwā) away and to rise onto the degree of sacred knowledge by means of this spiritual purification. According to al-Niffarī, the staying is a further phase compared to that of gnosis, and the stayer, who ef-faces anything other than God, is the closest one to the Presence.

In this article, we will try to recount al-Niffarî’s life briefly and explain the fundamental qualities of mawqifs (pl. Mawâqif) which constitute his Mawâqif. Then, the first ten sentences of the 8th Mawqif, which exemplify his notion of waqfah, will be referred and interpreted. Finally, the other parts of 8th Mawqif, especially those dealing with the relation between waqfah, ma’rifah and ‘ilm, will be explained.

Key Words: Staying, Stayer, State, Station, Gnosis.

Page 3: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 17

Giriş

Bilindiği üzere manevî yolculuk (sülûk), yolcunun (sâlik) çeşitli durak ya da aşamalardan geçerek hedefine ulaşmasıyla gerçekleşir. Klasik tasavvuf kaynakları, bu durakların tabiatını ortaya koymak amacıyla hâl, makām, menzil vb. kavramlar ışığında farklı birçok tanım üzerinde durmuşlardır. İnsanların kabiliyetleri göz önünde bulundurulduğunda, bu tanımlarda sadece teorik açıdan değil pratik açıdan da muazzam bir çeşitliliğin olması tabiidir. Zira tasavvuf, hem idrâk hem de idrâk ötesini ihtiva eden bazı bilgi seviyelerini konu almakta olup bilinenin yanı sıra tadı-lanı da ayrıntılı bir biçimde ortaya koyacak derecede zengin bir dil kullanmaktadır. Bu bilgi seviyelerini ifade ederken de ma’rifet, ilim, vakfe, araf, matla’ gibi yakın çağrı-şımlara sahip kimi terimler, yolun kapsamını izaha ilişkin önemli bir işlevi yerine getirmektedirler.

Bahsi geçen terimlerden biri de en geniş şekliyle Muhammed ibn Abdül-

cebbâr ibnü’l-Hasan en-Nifferî (ö.354/965)1 tarafından ele alınan ‘vakfe’ (الوقفة)dir. Vakfe ve vukûf lügatte “oturur durumda olmanın zıddı, durmak,2 iki makam arasın-da durma, hapsolma” gibi anlamları3 içermektedir. Tasavvufî ıstılahta ise İlahî Huzûr’a doğru seyirde bir makāmdan diğerine geçerken, durup geçilecek makāmın gereklerine yönelik bilgi ya da adâbın edinildiği bir eylemi ifade eder.4 Nifferî’nin meşhur Mevâkıf ve’l-Muhatabât eserine adını vermiş olan mevkıf (çoğ. mevâkıf) kavra-

mı da vakfe ile aynı kökten türemiştir. El-Mevâkıf (المواقف), mevkıfın çoğulu olup vakfenin gerçekleştiği mahalli ifade eder. Nitekim Nifferî’nin eserinin ana temasını, iki makam arasında bekleyerek önceki makamdan kalan görevlerin tamamlanması ve tashih edilmesi olarak tarif edilen vakfe oluşturmaktadır.5

Hiyerarşik bir öncelik ve sonralık bağlamında Nifferî tarafından ilim ve ma’rifet ile konumlandırılmaya çalışılan vakfe eylemini gerçekleştiren kişiye vâkıf adı verilmektedir. Nifferî’ye göre ma’rifet, ilimden daha üstün bir konumu ifade eder ve sülûkün nihaî noktasını oluşturur. Bu nihaî noktanın ötesinde ise vâkıfı dolaysız bir bilgiye eriştirebilecek vakfe yer alır.

Nifferî terminolojisinde vakfe, sözü edilen uç noktanın ötesine geçerek sivâ ateşini bertaraf etmenin sırrı haline gelir.6 Vâkıf, beşeriyyet durumunu neredeyse aşıp

――――――――― 1 Nifferî ile alakalı bkz. Özellikle Reynold A. Nicholson, the Mystics of Islam, Bloomington: World

Wisdom, 2002, s. 51-60; Nifferî, ibn Abdü’l-Cebbâr, el-Mevâkıf ve’l-Muhatabât (nşr. A. John Arberry), Londra: Cambridge University Press, 1935; Annemarie Schimmel, Mystical Dimensions of Islam, North Carolina: University of North Carolina Press, 1975, s. 80-82; N. Hanif, “Al-Niffari”, Biographical Encyclopedia of Sufis, Central Asia and Middle East, Yeni Delhi: Sarup & Sons, 2002, s.361-362; John Renard, Knowledge of God in Classical Sufism, New York: Paulist Press, 2004, s.27-28; Julian Baldic, Mystical Islam: An Introduction to Sufism, Londra: I.B. Tauris, 2012, s. 52-54.

2 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut, 1414/1994, “vkf” maddesi. 3 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara: Otto Yayıncılık, 2014, s. 514. 4 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2008, c. 7,

s. 70. 5 Abdürrezzak Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, İstanbul: İz Yayıncılık, 2015, s. 544-545. 6 Nifferî, ibn Abdü’l-Cebbâr, el-Mevâkıf ve’l-Muhatabât, s. 15.

Page 4: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Nurullah KOLTAŞ

18 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14

kevn gücüne tabiiyetten de azat olur. Zira ne o kevnde ne de kevn ondadır. Nazarî tasavvufun önde gelen isimlerinden Muhyiddin İbn Arabî (ö. 638/1239) tarafından özellikle tasavvuftaki makāmların mahiyetine ilişkin önemli bir bilgi kaynağı olarak kabul edilen Nifferî’nin yaşadığı yüzyıl göz önüne alındığında, Nifferî’nin Mevâkıf ve’l-Muhatabât isimli eseri ilhama işaret eden bir eser olmanın yanı sıra güç ifade edilebilir kimi semantik unsurları da yansıtmaktadır.

İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye isimli eserinde çeşitli vesilelerle ricâlullahtan bahsetmekte ve bu vesile ile vakfe ehline değinmektedir. Bu bahislerden birinde, kendisine sahih bir rüyâ gösterildiğini ve rüyâsında insanlara ilahî bir emrin indiril-mesi gerektiği söylenir. Emrin mahiyeti, her bölüme küçük harfleri katması gerekti-ği, bu küçük harflerin işbaı ile üç illet harfinin meydana geldiğinin açıklanmasıdır. Rüyâsında İbn Arabî’ye ‘küçük harfler’ hakkında konuşma ve işaretinin dört sınıfa yönelik olduğu beyân edilir. Bu sınıflar:

a. İlâhî bilgi sahibi olan ârifler

b. İlahî sınırlarda duran vakfe ehli (ki bu grubu oluşturan kimseler, henüz tecrübe etmedikleri bir hale ilerlerken geçtikleri ve geçecekleri makām arasında edebi ta’lim için durmuş berzâh ehlidirler. Bu kişiler aynı zamanda vuslat ve ünsiyet ehlidirler.)

c. Üçüncü grubu oluşturanlar, İbn Arabî’ye göre hâlleri bilinmeyen, “tanı-yan fakat tanınmayan” melâmîlerdir.

d. Dördüncü olarak vuslat ve ünsiyet ehli olup her makāmda bu kişilerin kendi mertebeleri belirlenir.

Ârifler, melâmîler, ünsiyet ve vuslat ehli, vakfe ve söz ehlinden oluşan bu dört grup, ediplerden oluşur. İbn Arabî’ye göre Nifferî, ricâlullah’tandır.7

Muhammed ibn Abdülcebbar ibnü’l Hasan en-Nifferî’nin Hayatı ve Düşünce Dünyası

Nifferî, tabakât kitaplarında adına çok sık rastlanmayan bir sûfi olup haya-tına ilişkin bilgilerimiz sınırlıdır. Başta Muhyiddin İbn Arabî olmak üzere Kâtip Çelebi (ö. 1067/1657), Abdürrezzâk Kâşânî (ö. 730/1329), Zehebî (ö. 748/1348) ve Zebidî (ö. 1205/1791) de eserlerinde Nifferî’den bahsetmişlerdir. Kimilerine göre Nifferî ehlullah olarak tanımlanırken, kimilerine göre bu zât dava ve delil sahi-bidir (sahibu’l-da’va ve’d-delâl).8 Abdürrezzâk Kâşânî, Afifüddin Tilimsânî (ö. 690/1291) ve ibn Seb‛în’in (ö. 669/1270) de aralarında bulunduğu şarihlerin kale-me aldıkları şerhlerden öğrenildiği kadarıyla, Mevâkıf’ı oluşturan ilhamları kâğıt parçalarına yazmış ve bunlar da oğlu ya da torunu eliyle derlenip kitaplaştırılmıştır.9

――――――――― 7 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2007, c.5,

s. 73. 8 N. Hanif, Biographical Encyclopaedia of Sufis, s. 361. 9 Michael Anthony Sells, Early Islamic Mysticisim: Sufi, Qur’an, Miraj, Poetic and Theological Writings,

Chiago: The University of Chiago Press, 1994, s. 281-283.

Page 5: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 19

Nifferî kendine ait bir halka oluşturmamış ve belli bir yerde de meskûn olmamıştır. Meskeni çöller olan bu keşf sahibi zât, anlaşıldığı kadarıyla halk içinde yaşamaktan kaçınmış ve Mısır’da bir köyde vefat etmiştir.10

Tasavvuftaki temel birçok kavrama ilişkin derin bir kavrayış sunmasına karşın Nifferî’den tabakat kitaplarında ayrıntılı bir biçimde bahsedilmeyişi, ancak bir bütün olarak Mevâkıf ve’l Muhātabāt isimli eseri ele alındığında anlaşılabilir bir durumdur. Zira Nifferî’ye göre bilinmek bir izafîlik, izafîlik ise visâl önünde bir perdedir. Nifferî’nin herhangi bir tasavvufî mektep ya da mürşidle ilişkilendirilme-yişi de bu ihmale sebep olmuş olabilir.11 Ayrıca Mevâkıf isimli eserini oluşturan mevkıflardaki müphem unsurlar ve rü’yet bahsinde olduğu gibi zahiren genel inanışın aksi görünen sözleri şatah addedilmiş olup İbn Arabî ve Şüşterî (ö.668/1269) gibi âriflerce gündeme getirilinceye kadar Nifferî’nin bilinmezliğini sürdürmüş olması muhtemeldir.12

Nifferî’nin benimsediği yol herhangi bir mekteple kesişmediğinden olsa ge-rek, hayatıyla alakalı olarak özellikle şârihi Tilimsânî ve İbn Arabî’nin beyânlarıyla bilgi sahibi olmaktayız. İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye’nin bazı bölümlerinde bu ârife atıfta bulunmakta ve vakfe kavramının mahiyetini ortaya koymaktadır. İbn Arabî, ikindi namazının çıkış vaktiyle alakalı olarak güneşin ışınlarıyla birlikte batmasıyla vaktin çıkacağını belirtmekte ve bölünmeyen zaman anlamındaki “ân”la alakalı olarak “ân”ın iki vakti ayıran şey olduğunu dile getirmektedir. “Ân”, iki ismi ya da onların hükümlerini ayıran sebeptir ve sonuçta iki ismin hükümleri de münferiden ortaya çıkar. İbn Arabi’ye göre “vâkıf” ifadesinin tanımı budur. “Ân”ın bu ayırt edici özelliği ile sâlikin zevk, ahlâklanma ve ahlâk bakımından bihakkın gerçekleş-tirdiği bir makāmdan diğer bir makāma geçerken vakfe etmesi arasında bir benzeşim kurar. Vakfenin hükmü, çıkılan ve girilmek istenen iki makāmın hükmünün dışında-dır.13 Dolayısıyla vakfe, iki zaman arasındaki ân gibidir. Vakfede önceki zamanın hükmünü gözden geçiren sâlik, sonraki zamanın hükmüne vukûfiyet kazanır. Yani girmek üzere olduğu makāmın adâbını ve Hakk’ın huzûrunda ne şekilde davranması gerektiğinin bilgisini elde eder. Bu suretle, bir sonraki makāmın hükmüne girer. İbn Arabî bu bağlamda makāmların, şeriatın emrettiği namaz, oruç, hac gibi amellere benzediğini dile getirir. Her bir amelin kendine özgü bir karakteri oluşu gibi her bir makām da onu diğerlerinden ayıran bir karakteristiğe sahiptir. İbn Arabî bu bahisten sonra Nifferî’nin adını zikredip onun Mevâkıf adlı eserinden bir bölümünü gördü-ğünü ifade eder. İbn Arabi’ye göre Nifferî’nin eseri değerli bir kitap olup makāmla-rın adâbına ilişkin önemli bir bilgi kaynağıdır.14

――――――――― 10 Bkz. Ekrem Demirli, “Nifferî”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2007, c. 33, s. 81-82 11 Alexandar Knysh, Tasavvuf Tarihi, çev. İhsan Durdu, İstanbul: Ufuk Yayınları, 2011, s.101. 12 Alexandar Knysh, Tasavvuf Tarihi, s.404. 13 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2006, c.3,

s. 241. 14 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2007, c. 5,

s. 73.

Page 6: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Nurullah KOLTAŞ

20 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14

Nifferî’nin Mevâkıf ve’l-Muhatabât’ı izzet, kurb, bahr gibi başlıklar taşıyan 77 mevkıfın yer aldığı Mevâkıf’ ve 56 hitâbe ile bir mevkıfın daha yer aldığı Muhâtabât adlı iki kısımdan oluşur. Her bir mevkıf “Beni durdurdu ve bana dedi ki” (evkâfenî ve kāle lî) girizgâhıyla başlar. Sonra adı geçen mevkıfın mahiyetini izâha yönelir. Nifferî’nin yaşadığı devir ve muhit göz önüne alındığında, mevkıflar gerek dilbilimsel gerekse anlambilimsel bir ustalık sergileyen bir anlatım içerir. Nifferî’nin her mevkıfın başın-da “ve kāle lî” hitabıyla başlaması konusunda dile getirilen görüşlerden biri, İbn Arabî’nin Fütûhat’ta gaybî İsimler arasında zikrettiği İlahî isimlerden el-Kāil15 İsm-i Celîl’inin varlığa doğrudan hitap eden İlahî hitâb’ın nakledilmesinde harekete geçi-rici bir özelliğe sahip oluşudur.16 Hitâbeler ise “Ey kulum,” (Yâ abdî) hitabıyla başlamaktadır. Eser genelinde kilit bir konumda olan vakfe kavramı, Nifferî’nin anlam dünyasına dair ipuçları sunmaktadır. Ayrıca İbn Arabî gibi nazarî irfân bü-yüklerinden önceki bir dönemde, sûfilerin zahidâne bir yaşantı yanında aradan yüzyıllar geçse de idrak sınırlarımızı zorlayacak derecede girift bir düşünüşe sahip olduklarının anlaşılması bakımından oldukça büyük bir öneme sahiptir.

Nifferî’de Bilmenin Dereceleri

Mevkıf, vakfe makamı olup bünyesinde iki yönlü bir eylemi barındırmakta-dır. Bu eylemlerden ilki, sâlik tarafından bir önceki makama ilişkin görevlerin ta-mamlanışıdır. İkincisi ise ulaşılması murad edilen bir sonraki makamın icap ettirdiği edebin kazanılışıdır.17 Vakfe, kısaca sâlikin iki makām arasında durması şeklinde tarif edilmektedir. Lâkin Nifferî burada edilgen bir ifadeyle sâlikin durmasını değil Allah tarafından durdurulmasını belirtir bir tarzda “Beni filan mevkıfta durdurdu ve bana dedi ki…” ifadeleriyle adı geçen mevkıfın niteliklerini izâh etmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla Nifferî, vakfenin kesbî bir bilme değil bir lütûf olduğunu dile getirmekte-dir. Nitekim İbn Arabî’nin vakfeyle alakalı olarak dile getirdiklerinden yola çıkılarak, intikal edilecek makāmdan önceki o “ân” esnasında ehlullâha bir ziynet gibi adâb kuşandırıldığı anlaşılmaktadır. İbn Arabî’nin şu sözü, bu durumu daha açık bir biçimde anlatmaktadır: “Allah ehlinden zevk ehli, o makāmda durdurulur, o özel günde Allah karşısında yerine getirmeleri gereken namazın adâbı verilir.”18

Mevâkıf’ı şerh eden ve tasavvuf ıstılahları konusunda bir otorite olan Kâşânî ise ‘vakfe’yi idrakin ulaştığı nihai mertebe olarak tarif ederken, her türden bilginin nihayet bulduğu bir konum olduğunun da altını çizmektedir.19 Tasavvuf literatüründe önemli bir yere sahip olan Abdülkerim el-Cîlî ise el-Menâziru’l-İlahiyye isimli eserinde yirmi birinci nazargâhı “Vukûf”a ayırır ve vukûfu iki makām arasında,

――――――――― 15 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2008, c.

10, s. 270. 16 Ayrıntılı bilgi için bkz. Velîd Abdullah, “el-fikru’s-sufiyye inde’ş-Şeyh en-Nifferî”, el-Müntediyyi’s-

Sakafi el-Irakî, (Ağustos 2000), Şam, s. 14. 17 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 544. 18 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2006, c. 3,

s. 241-242. 19 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 544; ayrıca bkz. Süleyman Uludağ, “Vukuf”, DİA, İstanbul: Türkiye

Diyanet Vakfı, 2013, c. 43, s. 131.

Page 7: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 21

Allah’ın kemâle erişmesini istediği kişiyi durdurması olarak tanımlar.20 Bu nazargâh-ta durabilme (vakfe), ârifin seyrinin gücünü de göstermektedir; zira vakfe sahibi ol-mayan kişi, bu noktaya erişmeden önce içinde bulunuyor olduğu makāmın şarabıyla mesttir. Bulunduğu halin farkında olmayıp sekri nedeniyle hâlâ seyr halinde olduğu-nu düşünür. Cilî’ye göre vâkıfın vakfesindeki sır, sâlikin geçmiş olduğu ve geçmeye hazırlandığı makāmların ayırdına varması, ayrıca vakfe yoluyla geçeceği makāmın edebini öğrenmesidir. Her ne kadar vakfe bir durma eylemi olsa da sekrden sahva ve sahvdan sekre bir geçiş söz konusudur. Bu durum, diğer bir tasavvufî kavram ikilisi olan gaybet ve huzura benzetilebilir. Böylece vakfe bir anlamda Allah’ın huzûrunda durmak haline dönüşür.

Abdürrezzak Kâşânî, mevkıf’ı her makamın sonu olarak tanımlamaktadır. Bu bağlamda mevkıf, ayrıca araf ve matla’ kavramlarıyla da ilişkilendirilmektedir. Zira

vakfe terimi, bazı tasavvuf lügatlarında matla‛ (المطلع) terimiyle eşanlamlı olarak da kullanılmaktadır.21 Matla‛, tanımı gereği güneş ve yıldızların doğduğu ve ufukta yükseldikleri mahalli belirttiği gibi tasavvuf literatüründe ilmin membaına işaret etmektedir.22 Matla’ ayrıca vakfe gibi idraklerin ulaştığı nihai noktayı ifade eder. Söz konusu nokta izah edilirken, “Her ayetin bir zâhiri, bir bâtını vardır; her harfin bir haddi ve bir matlaı vardır.”23 hadis-i şerifi aktarılmaktadır.

Bilmeyle doğrudan alakalı diğer bir terim olup Nifferî tarafından vakfeden

aşağıda bir mertebe olduğu dile getirilen ma’rifet (المعرفة) ise kulun kendi hakikatini ihata edip lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir. Cüneyd’e atfedilen bir tarifte, ma’rifet, kişinin kendisine ve Hak’ka ait olan şeyleri bilmesi olduğu ifade edilmekte-dir.24 Ma’rifetle ilişkili tanımlara bakıldığında, gündelik dilde “bilmek” olarak ifade edilen eylemden bir miktar farklı bir anlamı ihtiva ettiği görülmektedir. Bir şeyin izini tefekkür ve derinliğine düşünme yoluyla o şeyi algılama anlamına gelen

ma’rifetin ilm (العلم) kelimesinden daha dar kapsamlı olduğu ifade edilmiştir.25 Bura-daki ayrım, özellikle Allah’ı O’nun Zât’ını idrakle değil eserlerini düşünmek yoluyla bilmek bağlamında ortaya konmaktadır. Diğer bir deyişle ma’rifetin, tefekkür sonucu gerçekleşen sınırlı bilgiyi ifade etmekte kullanıldığı dile getirilmektedir.

Ma’rifet derecesinde sâlikin kendisini ve Hak’kı görmesine işaret söz konu-suyken, gerçek müşahede derecesi olan vakfe ya da matla’ ile kulun gözünden değil Hak’kın gözüyle oluş âlemini müşahede söz konusu olur. Sâlik belli bir arınma aşamasını geçtikten sonra matla’, arınmışlığı arasında anlama gücünün de yükseldiği dereceyi gösterir.

――――――――― 20 Abdülkerim Cîlî, Âriflerin Mertebeleri, çev. Muhammed Bedirhan, İstanbul: Nefes Yayınları, 2011,

s.61. 21 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 521. 22 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 520. 23 Taberi, Muhammed b. Cerir, Camiu'l-Beyan an Te’vili Ayi’l-Kur’an (tahk. Abdullah b. Abdu lmuhsin-i

Türki) 1/22, Riyad, 2003. 24 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 526. 25 Rağıb el-Isfahanî, Müfredât, İstanbul: Çıra Yayınları, 2012, s. 692.

Page 8: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Nurullah KOLTAŞ

22 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14

Kâşânî’ye göre ma’rifet ile ilham ehlinin dereceleri, her şeyi bilen Hak’kın mertebesine yakınlık nispetince farklılık arz etmektedir. Kulun kalbindeki temizlik ve yakınlık nispetince İlahî kelâmı anlamaya müyesser olur. Bu şekilde kalbin ilmi artarak ilahî kelâmdaki inceliklere vâkıf olmasının önü açılır. Burada matla’ın diğer bir kullanımına da değinmek gerekmektedir. Matla’ kimi durumlarda “fiili görmek-ten müessiri görmek, başka görmekten aynı görmek” derecesine yükselmeyi de ifade etmektedir.

Matla’, araf ve mevkıf kavramları, benzer çağrışımlara sahiptir. Aralarındaki fark ise dile getirildikleri bağlama göre aldıkları çeşitli isimlendirmelerden ileri gel-mektedir. Sözgelimi, yukarıda aktarılan hadis-i şerîfte görüldüğü üzere bu makamın ismi, nübüvvet makamının diliyle matla’, Kur’an-ı Kerîm’deki ifadeyle araftır. Uçla-rın bilinmesi anlamında arafın ehli olan kimseler, “simâlarından tanınır”.26 Diğer bir deyişle araf, uçlara muttali olunan makamdır.27 Dolayısıyla matla’, eşyanın ardında olan şeylerin öğrenilmesini mümkün kılacak olan eşyanın son bilgisidir. Ayrıca yukarıda geçen mertebenin ehlullah dilindeki isminin mevkıf olduğu dile getirilmek-tedir. Mevkıf, geçilen makamın nihayeti ve bir sonraki makamın bidayetini öğren-meyi mümkün kılar. Aynı terim, benzer çağrışımlara sahip olan ve kemâl makamın-da uçları birleştiren berzâh ismini alır.28 Berzâh, iki şey arasındaki perde ya da engeli ifade eder. Bu anlamda mânâ ve sûret âlemi, ruhlar ve cisimler âlemi arasındaki ara âleme işaret etmektedir. Makāmlar bağlamında ise iki makam arasında olup iki makamla olan ilişkisi bakımından kâmiller tarafından araf ismi verilmiştir. Dolayısıy-la araf, iki âlemi birleştiren berzâha işarettir.29

İbn Arabî’ye göre Hakk’ın inişi ve kulun yükselişi anlamında iki menzil ya da münâzele, iki makām arasında bir ‘berzâh’ söz konusudur.30 Bu berzâhı “mevkıf” olarak isimlendiren İbn Arabî, Nifferî’nin Mevâkıf’ında ele aldığı vakfenin bu hâl olduğunu dile getirir. Nifferî’nin “evkāfenî” (beni durdurdu) diyerek atıfta bulun-duğu mevkıf (durak), bizzat Nifferî’nin girmek üzere olduğu makām, hâl, menzil ya da münâzeledir. Diğer tüm mevkıflarda (bahr, nûr, ‘izz vb.) “beni falan mevkıfta durdur-du” derken 8. Mevkıf “Vakfe Mevkıfı” (mevkıfu’l-vakfe) adını taşımaktadır. Nifferî vakfenin mâhiyetini bu mevkıfta daha ayrıntılı bir biçimde ele almaktadır.

İbn Arabî’ye göre bu mevkıfların faydası, Hakk’ın kulunu bir yerden diğeri-ne aktarmak istediğinde, iki menzil, makām ya da münâzele arasında durdurup intikal ettiği yerde onu karşılayacak olan emre karşı takınacağı tutumu kula öğretmesidir. Bârî Teâlâ her bir makām, menzil ya da münâzele için bir adâb belirlemiştir. Şayet kul bu adâbın dışına çıkarsa, o makāmdan kovulur. Zira Hakk’ın onun için irade ettiği

――――――――― 26 El-A’râf, 7/46. 27 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, S. 70. 28 Ayrıntılı bilgi için bkz. Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 521. 29 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 107. 30 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2008, c.

10, s.113.

Page 9: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 23

tavrı sergilememiş olur.31 Buraya kadar anlatılanlardan vakfenin, iki makām veya menzil arasında oluşu nedeniyle bağlama göre matla’, araf ya da berzâhla ilişkilendi-rildiği sonucuna varılabilir.

Nifferî’ye Göre Vakfe-Ma’rifet-İlim Hiyerarşisi

Mevâkıf’ın 8. mevkıfı, bir bütün olarak vakfe kavramına hasredilmiş olup vakfenin ma’rifet ve ilimden derece olarak daha yüksekte olduğunu dile getiren hikem kabilinden veciz sözler içermektedir. Burada yazının kapsamı gereği ilk on ifadeyi aktardıktan sonra32 özellikle vakfe, ma’rifet ve ilim terimleriyle alakalı bazı şerhlerdeki karşılaştırmalara göz atmaya çalışacağız.

Beni vakfede durdurdu ve bana dedi ki

Beni elde edemezsen, Benim dışımdakiler seni elde edemeyecek mi? (8.1)

Mevâkıf şarihi Tilimsânî, vakfeyi (durma) tâlibin (talep eden) Matlûb’un (Ta-lep Edilen) zâtında fenâ mertebesine eriştiği makām olarak tarif eder.33 Vâkıf (du-ran) tarafından gerçekleştirilen talepte bir fasılâ (vukûf) bulunması nedeniyle bu mertebeye vakfe ismi verilmiştir. Vakfe, dört seferden ilkinin nihâyetidir. Bu sefer-lerden ilki taarrufun üzerinde olup onu vakfe izler. Bu meyânda tasavvufî kaynaklar-da sıkça bahsi geçen halktan Hakk’a, Hakk ile Hakkta, Hakktan Hakk ile halka ve son olarak halkta Hakk ile yolculuk akla gelmektedir.

Benle vakfe edene ziynet kuşandırırım, o da başka bir şeyde bir ziynet göremez (8.2).

Cenâb-ı Hakk, vâkıfı lütfûndan bir ziynetle donatır. Bu ziynet, gündelik an-lamda bir süsten çok kişiyi özge kılacak niteliklerdir. Nitekim Tilimsânî’ye göre Nifferî’nin ziynetten kastı isim, sıfat ve fillerin mânâlarıdır. Bu mânâlar yoluyla söz konusu sıfat sahibinin varlığı devam eder.34 Diğer bir deyişle, zihinde bir şeyin varlığı için onun isim, sıfat ve filleri olmak durumundadır. Bir anlamda isim ve isimlendirilen özdeşleştirilir. Böylece bana verilen isim, beni tanımlayan bir nitelik olur. Mademki tek hakikat Hakk’ın hakikatidir, o halde kâinatın geri kalanı yalnızca O’na işaret edecek mecâzlardır. Dolayısıyla Bârî Teâlâ vâkıfa bu ziyneti bahşedince, vâkıf bundan başka bir ziynet göremez:

Vakfe için temizlen, yoksa seni silkelerim (8. 3).

Şayet sende mâsivâ cazibesi kaldıysa, vakfe etmemiş olursun (8. 4).

Bir bütün olarak kâinat, Hakk’ın bilinmesi yolunda bir perdedir. Perde yal-nızca gizlemekle kalmaz ayrıca arasından sızan ışık yoluyla perdenin ardında durana bir işâret işlevi de görür. Genel olarak Allah’tan gayrısı için kullanılan “sivâ” terimi,

――――――――― 31 Afifüddin Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, thk. Cemâl, el-Merzûkî, Kahire: Hey’etü’l-Mısriyye,

2000, s.113. 32 Bu aktarımlar, Nifferî’nin Mevâkıf ve’l-Muhatabât isimli eserinin A. John Arberry tarafından

Londra’da Cambridge Üniversitesi tarafından yapılan 1935 tarihli yayınından alınmıştır. 33 Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 115. 34 Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 115.

Page 10: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Nurullah KOLTAŞ

24 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14

O’nun bilinmesi önünde bir perdedir ve O’nun huzûruna O’nun dışındaki her şeyden sıyrılarak girilir. Tuvâ Vadisi’ne35 girerken pabuçların çıkarılışı gibi Huzûr’a girerken O’ndan gayrısının kiri silkelenir. Burada Nifferî’ye göre temizlenme, ger-çek temizleyen Allah’ın dışındaki her şeyden yüz çevirmektir. Normal olarak mahlûkât, bu temizlemeye güç yetiremez. O’nun dışındakilere olan olumlu ya da olumsuz en ufak bir ilgi, vakfenin sıhhatine halel getirir. “Sivâ” kiri, vakfenin ger-çekleşememesi için yeter sebeptir.

İbn Arabî, Arafat’ı yakarma, kendinden geçme, libaslardan soyunarak dur-ma yeri olarak tanımlamaktadır. Buraya “Arafat” denilişi, ona göre Allah’ı bilen âriflerin durma yeri olmasından ileri gelir. “Allah’tan kulları içinde ancak bilenler korkar.”36 ve “Onların gözlerinin Hak’tan öğrendikleri şey nedeniyle dolduğunu görürsün.”37 ayet-i celîlerini delil olarak gösteren İbn Arabî, bilenlerden (arafû) hareketle bu yere ‘Arafat’ dendiğini dile getirir. Adı geçen bilgi sahibi ‘iğne’den yani libâslardan soyutlanarak öncüller oluşturur. Sonra bunları birleştirip Allah’la alâkalı bilgi edinmek üzere ispatları derleyerek bunları bir araya getirir. Böylece O’nun’la alâkalı bilgi elde eder. İbn Arabî, libâstan soyutlanan bu kişiye şöyle dendiğini ifade eder: 38

Rabbin hakkındaki ma’rifeti ya da Allah hakkındaki bilgiyi, ilahi ve Rabbânî tecelliden elde et ve bu durakta bugün öncüller oluşturmaya bağlı olan teorik değerlendirme yolunu bir kenara at. Bugün, Rabbin hakkındaki bilgiyi ilahî ihsândan ve el-Vâhib’in vereceği Rabbânî bağıştan kazan!

Âriflerin arafatı olan bu vakfede (durak) müşahede mertebesinde sözü edi-len soyutlanmayı gerçekleştiren kişi, elbette Rabbini bilmek adına kendini ve gönlü-nü masivâdan da arındırır. Dolayısıyla O’nu bizzat Kendi vasıtasıyla bilip Kendi dışındakilerin kiri yok olur. Zira O’nun delili yine Kendi’dir. Vakfeden önceki yı-kanmanın anlamı da budur.39

Vakfede sivâyı onun erişebildiği noktada görürsün; sivâyı görünce de ondan hurûc eder-sin (8.5).

Var olan yalnızca Hakk’tır; O’nun dışındakiler adem hükmündedir. Vakfe bir anlamda Allah’ın dışındakilerin (sivâ) yokluğunun görülmesine imkân verir. “Eşyâyı bana olduğu hâl üzere göster”40 niyâzı, O’nun dışındakilerin gerçek hâlleri-ne şahid olup onlarda takılıp kalmamak için bir yakarışın altını çizmektedir. Aksi

――――――――― 35 Tâ-Hâ, 20/12 36 El-Fâtır, 35/28. 37 El-Mâide, 5/83. 38 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2006, c. 3,

s.147. 39 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2006, c. 3,

s.148. 40 Hadimî, Berîka, çev. Bedrettin Şener, Hasan Ege, Seyfettin Oğuz, İstanbul: Kahraman Yayınları,

1988, c.2, s.33.

Page 11: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 25

halde sivâyı var olarak görmek, onunla perdelenerek talep edilene ulaşamamaya neden olur:

Vakfe, ilmin menbâıdır. Kim burada vakfe ederse, ilmi kendisinden kaynaklanır; vakfe etmeyenin ilmi ise onun dışındakilerden kaynaklanır (8.6).

Tilimsânî’ye göre düşünce sahipleri ilim naklederken iki yöntem kullanırlar: gaibi (görünmeyen) şahide (görünen) kıyas yaparlar; ya da kıyas yoksa selb ederek tenzih yoluna giderler.41 Her iki durumda aracısız bir bilgi bulunmamaktadır. Oysa vakfede esnasında vâkıfın elde ettiği bilgi, taklit kaynaklı ya da kesbî bir bilgi olama-yıp bizzat kendinden kaynaklı bir bilgidir. Dolayısıyla vakfe kökenli ilim, bir ihsân sonucu edinilen vehbî (dolaysız)bilgidir.

Vâkıf, tek bir hükme göre konuşur ve susar (8.7).

Vâkıfın konuşması (nutk) ve susması (samt), tek bir hali ifade eder. Zira vâkıf, efendisinin vücûdunu ademiyyet olarak görür.

Vakfe, değerleri bildiren ve düşünceleri silen bir nûriyyettir (nurluluk) (8. 8).

Nifferî’ye göre vakfe, zulmeti bertaraf eden nûra benzemektedir. Vakfe yo-luyla kalbin üzerini örten vehim karanlığı yok edilir ve böylece değerler ortaya çıkar. Nefs sürekli olarak perdelerle (hicâb) karşı karşıyadır. Öyle ki bizzat nefs bir perde haline gelebilir. Diyebiliriz ki “Nefsini bilen, Rabbini bilir.”42 hadis-i şerîfi uyarınca nefs bilindiği vakit, perde ya da karanlık kalkar ve vakfe nûru aşikâr olur. Kul nef-sinden ve gönlünden onu perdeleyen düşünceleri (havâtır) silerek fenâ bulur ve ardından bekâ imkânı doğar.

Vakfe, gece ile gündüzün ve onlardaki değerlerin ötesindedir (8. 9).

Tilimsânî’ye göre vakfe, zaman ve hareketin dışındadır. Ayrıca akılların idrâkinin de ötesindedir. Aklın idrâki, mantıktaki on kategorinin dışına çıkamaz.43 Gece ile gündüz de bu on kategoriden zamana taalluk edip cismin hareketiyle ilişki-lidirler. Cismin hareketi zamanla ölçülür ve içinde bulunulan zamanla mukayyettir. Vakfede ise böylesi bir bağımlılık yoktur. Zira hareket olmadığı için zamanı bilme imkânı bulunmamaktadır. Vakfeyi özge bir hâl kılan şey, onun şeyiyyetten (bir şey olmaktan) nefyidir:44

Vakfe, sivâ ateşidir. Eğer sivâyı onunla yakarsan [ne âlâ], yakmazsan vakfe seni ya-kar (8. 10).

Nifferî’nin el-Mevâkıf genelinde yaptığı izahlarından yola çıkarak Vakfe ger-çekleşirse sivâ da yok olur diyebiliriz. Diğer bir deyişle, sâlikin sivâ perdesinden kurtulması vakfeye bağlıdır. Sivâyı düşünmek bile Hakk’a ulaşma yolunda bir engel-dir. Eğer bertaraf edilmezse, vâkıfı yok eder.

――――――――― 41 Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 116. 42 İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, nşr. Ahmed el-Kalâş, Beyrut, 1985, II, 262. 43 Bu on kategori şunlardır: töz, nitelik, nicelik, bağıntı, yer, zaman, konum, durum, eylem, ilgi. 44 Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 116.

Page 12: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Nurullah KOLTAŞ

26 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14

Nifferî tarafından vakfe, ma’rifet ve ilim arasında bir hiyerarşinin olduğu, sık-ça dile getirilen bir husustur. Hiyerarşinin tepe noktasını vakfe, ortasını ma’rifet ve aşağı noktasını da ilim sembolize eder. Bu durum vâkıf, ârif ve âlim için de geçerlidir. Nitekim Nifferî bu durumu şu sözleriyle dile getirmektedir:

Her vâkıf bir âriftir; lakin her ârif, vâkıf değildir (8.43).

Vâkıflar, Benim ehlimdir; ârifler ise Benim Ma’rifetimin ehlidirler (8.44).

Benim ehlim, emîrdir; ma’rifet ehli ise vüzerâdır (8.45).

Nifferî’nin 8. Mevkıfın farklı yerlerinde bahsi geçen hiyerarşiye dair muhte-lif ifadeler görmekteyiz. Bu ifadelerden anlaşıldığına göre vakfe ma’rifetin, ma’rifet de ilmin dayanağıdır.

Vakfe, ma’rifetin ruhudur; ma’rifet, ilmin ruhudur; ilim ise hayatın ruhudur (8.42).

Vakfe, ma’rifetin direği ve ma’rifet de ilmin direğidir. (8.59)

İçinde vakfe olmayan ma’rifet, cehle râcidir (8.62).

Nifferî’ye göre vakfe ve ma’rifet arasında mertebe bakımından önemli bir fark bulunmaktadır. Rütbeler söz konusu olduğunda, en yüksek rütbenin kendin-den aşağıdaki rütbeleri bünyesinde barındırması gibi vakfe de ma’rifeti barındırır. Vâkıflar Allah ehli, ârifler de ma’rifet ehli olarak tanımlanır. Ma’rifet, vakfeye giriş olmaktan öteye geçmez ve dolayısıyla vakfe, ma’rifetin süreği niteliğindedir. Bu husus Nifferî tarafından şöyle dile getirilmektedir:

Ârif onu bilsin ya da bilmesin vâkıfın tüm âriflerle misakı vardır. Eğer (ârif) onu bi-lirse, ma’rifetten vakfeye huruç eder; eğer onu bilmezse, ma’rifeti onun hudûduyla karışır (8.78).

Bir şey kendi hududundan ayrılsaydı vâkıf ayrılırdı (8.85).

Âlim, Benim uzaklığımın (bu’d) rü’yetinden huruç ederse, yanıp kül olur; ârif Benim yakınlığımın (kurb) rü’yetinden huruç ederse, yanıp kül olur; vâkıf Benim rü’yetimden huruç ederse, yanıp kül olur (8.90).

Bir şeyin hükümeti, o şeyin nitelendiği sıfat gibidir. Dolayısıyla vâkıfın sıfatı susmaktır. Ancak bu suskunluk, hiçbir surette konuşmamayı değil sükût içre ko-nuşmayı ifade etmekte ve bir tür hâl diline işaret etmektedir. Vâkıfın susuşu ve her konuşanla konuşmayışı, kendi dışındakilerin sözlerini bir özür kabul etmesi olup susması da onlara verdiği karşılıktır.45 Söz konusu durum, Nifferî’de şöyle ifade edilmiştir:

Vâkıfın hükümeti, onun susmasıdır (samt); ârifin hükümeti onun konuşmasıdır (nutk); âlimin hükümeti ise onun bilgisidir (ilm). (8.94)

Hakk nezdinde vâkıf, kurbiyyet hâlindedir. Sufiler gaybeti, kalbin yaratıkların halkın yaptıklarından habersiz olması şeklinde tanımlamışlardır. Kalbin bu hâli,

――――――――― 45 Bkz. Tilimsânî, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, s. 136.

Page 13: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 27

vâridatla (içe doğan şeylerle) yoğun bir biçimde meşgul oluşunun altını çizmektedir. Vârid, halktan değil ilahî tecelliden dolayı gerçekleşir.46 İlahî tecelliyle mest olan vâkıf, Hakk ile hâzır olup O’nun huzurunda olur. Bu hâl, halktan uzaklaşılıp Hakk ile olmak şeklinde de özetlenebilir. Burada sözü edilen huzûr, O’nun huzûrunda hazırmış gibi olmaktır. Bazı durumlarda nefs ve halkın hallerini hissetme ve bilinç durumuna dönmeye de “hâzır olma” adı verilmektedir. Buna Hakk ile huzûr da denebilir. Söz konusu durumda kulun gaybeti son bulur ki bu da “Hakk ile huzur” olarak adlandırılır.47 Nifferî bu hâli şu cümlelerle dile getirmektedir:

Vakfede vâkıf yoktur, yoksa vakfe değildir; ma’rifette ârif yoktur yoksa ma’rifet değil-dir (8.74).

Ben her bir şeye o şeyin kendisinden daha yakınım; vâkıf ise Bana her şeyden daha ya-kındır (8.89).

Vâkıfın kalbi, Benim elimdedir; ârifin kalbi ise ma’rifetinin elindedir (8.97).

Ârifin bir kalbi vardır; vâkıfın ise Rabbi vardır (8.98).

Vakfede bir yakıcılık ya da silme söz konusudur. Zira daha doğrudan bir bilgi kazanımı söz konusudur. Dolayısıyla bilmekten çok olmayı ifade eder. Nifferî bu hususu ifade etmek için şunları söylemiştir:

İlim ma’rifette yanar; ma’rifet de vakfede yanar (8.70).

Vakfe, kevn ateşidir; ma’rifet ise kevnin nûrudur (8.103).

Vakfe, rü’yet için bir giriş kapısı niteliği de taşır. Yalnızca vâkıf ya da duran kişi görür. Diğerleri ise vakfenin bu noktadaki belirleyiciliğini değerlendirmekten uzaktırlar. Şu ana kadar aktarılan mevkıflardan yola çıkarak, Nifferî’nin asıl yaklaşı-mını “duran görür ve gören bilir.” şeklinde özetleyebiliriz. Nifferî, vakfedeki bu inceliği ise şu sözleriyle aktarmaktadır:

Ârif, vâkıfın kıymetini takdir edemez (8. 58).

Ârif bilir ve bilinir; vâkıf bilir ancak bilinmez (8.68).

Vakfe, bir tek Beni görür; ma’rifet ise Beni ve kendisini görür (8.104).

İbn Arabî, vâkıfı insan-ı kâmil ile özdeşleştirmektedir. Bu kemâlât nedeniyle vâkıfın yüzü Hakk’a dönüktür, mahlukâta değil. Nifferî’ye göre etrafta olup bitenler, vâkıfı vakfeden alıkoyamaz. Şayet alıkoyarsa, vâkıf bu halden çıkar ve yanar.

――――――――― 46 Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, Muhyiddin İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem

Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2008, c.9, s. 370. 47 Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, çev. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1999, s.

164.

Page 14: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Nurullah KOLTAŞ

28 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14

Hakk’tan başka her şey yok oluculuk vasfı taşır. Nifferî bu durumu “O’nun Vec-hi’nden başka her şey yok olucudur”48 ayetinden hareketle şöyle dillendirmiştir:

Ârifler, Benim haberime sahiptir; vâkıflar ise Vechime. (8.106)

Halk tarafından dile getirilen şeyler sınırlıdır. Nifferî’ye göre vakfe, bu sını-rın ötesine geçme, ötelerden haber almayı içerir. Nitekim O bu hâlin izâhını şu ifadeleriyle yapmaktadır:

Vakfe, uzaklık (bu’d) ve yakınlığın (kurb) ötesindedir; ma’rifet yakınlıktadır ve ya-kınlık uzaklığın ötesindedir; ilim ise uzaklıkta olup bu onun hudududur (8.82).

Ârif, ilminin ulaştığı noktayı görür; vâkıf ise her sınırın ötesini görür (8.83).

Vâkıf, bilgileri nefyeder, tıpkı düşünceleri nefyedişi gibi (8.84).

Vakfe, söylenebilenin ötesindedir; ma’rifet ise söylenebilenin nihâyetidir (8.95).

İlim akıl, ma’rifet kalb ve vakfe de bu ikisinin ötesiyle ilişkilidir. Vakfe, sülûk sonucunda elde edilen ma’rifetten ve sıradan anlamında ilimden önce gelir:

Âlim ilimden haber verir; ârif ma’rifetten haber verir; vâkıf ise Benden haber verir (8.87).

Âlim emr ve nefyden haber verir; onun ilmi bu ikisi arasındadır (8.88).

Âlim, ilmini görür lâkin ma’rifeti görmez; ârif ma’rifeti görür lâkin Beni göremez; Vâkıf ise Beni görür ve Benim dışımdakileri görmez (8.76).

İlim ma’rifete götürmez; ma’rifet, vakfeye götürmez; vakfe de Bana götürmez (8. 65).

İlim, ma’rifet ona görünene kadar ma’rifet taşımaz; ma’rifet de ona görünene kadar vakfe taşımaz (8.86).

Âlimin ulaşacağı üst sınır, uzaklıktır (bu’d). İlim bir perde (hicâb) olması ha-sebiyle ötelerdeki hakikati perdeler. Allah’a yaklaşmak ise ârifin ulaşamayacağı bir sınır olup bu anlamda ma’rifet, Allah’ın hitâbını işitebileceği bir konumu da ifade etmektedir. Vakfe ise ma’rifet ve ilimden ayrı olarak her ikisini de aşar.49 Vakfe esna-sında vâkıf, yalnızca Hakk’ı görür (rü’yet). Hakk’ı görmek, huzûrda olmayla eştir. Nifferî bu hakikati açıklamak için şunları söylemiştir:

Vâkıf, ârifin gördüğünü gördüğü ve irfanına sahip olup gördüğü şeyi görür; ârif ise âli-min ilmine sahip olduğu ve gördüğü şeyi görür (8.91).

İlim Benim hicâbım, ma’rifet hitâbım ve vakfe de huzûrumdur (8.92).

Vakfe, rü’yetin kapısıdır. Her kim onun önünde olursa, Beni görür ve Beni gören vak-fe eder; her kim de Beni görmezse, vakfe etmemiş olur (8.28).

Vakfede tüm ayrılıklar (firâk) bilindik kılınır (8.96).

――――――――― 48 El-Kasas, 28/88. 49 Yûsuf Sâmi el-Yûsuf, Mukaddime li’n-Nifferî, Şam: Dâru’l-Yenâbî, 1997, s. 73.

Page 15: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 29

Vâkıf, kevn sıfatını aşar; ancak bunun vâkıf üzerinde hükmü yoktur (8.99).

Vâkıf, kevn üzerinde belirleyici değildir; onun indinde kevn de belirleyici değildir (8.101).

Vâkıfın, bir şey üzerinde hükmü yoktur; ârifin de bir şeyin kaybı üzerinde hükmü yoktur (8.100).

Sonuç

Tasavvufta bir makāmdan diğerine olan terakkī, keskin bir biçimde gerçek-leşmez. Bu durum en açık bir biçimde Muhammed ibn Abdülcebbâr ibnü’l-Hasan en-Nifferî (ö.354/965) tarafından derinliğine ele alınan vakfe terimi ile ortaya kon-maktadır. Zira sâlikin kabiliyeti, istikrârı ve ihlâsı gibi sâikler īīnin vaziyetini tayin ederken, iki makāmın arasında bulunan ara hâller de terakkīnin seyrine tesir etmek-tedir. Ayrıca bu terakkī, modern kavramlarla telakki edilebilecek bir ilerleme ve yükseliş olmayıp manevî yolculukta, tabiri caizse, iki kıyı arasında dengeli bir geçiş olarak da görülebilir. Evvelâ kat edilen makāmın gereklerini eksik kalmayacak şekil-de gerçekleştirme ve ardından bir sonraki makāmın iklimine bir uyarlanma söz ko-nusudur. Bir yandan terakkī devam ederken, izafî zaman durur ve vâkıf da fizikî bir duraklama söz konusu olmaksızın sonraki makāmın perdesinden sızan ışıkla o makāmın adâbına ilişkin malûmât değil ma’rifet edinir. Hareketli olan kişi (seyyâr), önünü görmek (rü’yet) ve bir sonraki mânevî durağın (makām) gereklerini (adâb) gerçekleştirmek için durur (vakfe).50

Nifferî, bilmeyle alakalı tanımlamalar yanında karşılaştırma yoluyla bilme-nin katmanları arasında da hiyerarşik bir izah yoluna gitmektedir. Bu karşılaştırma-nın mihverini vakfe terimi oluştururken, ma’rifet ve ’ilm terimleri ise bilmenin tabiatı-na yönelik bu izahlarda vakfenin konumunu belirginleştirme amacıyla ele alınmak-tadır. Bazı tasavvuf lügatlerinde ma’rifet ilme nazaran daha dar bir anlamı kuşatıyor olarak gösterilse de51 Nifferî’ye göre ilmin önünde fakat vakfenin gerisindedir. Zira Nifferî, Mevâkıf genelinfe ilmi hicâb (perde) olarak almış, ma’rifeti ise sülûkün nihaî noktasında kokusu (arf) alınan bilme eylemi olarak kabul etmiştir. Diğer bir deyişle, kimi manevî yollarda emirle sınırlı olan ârif, Huzûr’a ulaştıran bir rüzgâr şeklinde tasvir edilen vakfe yoluyla vâkıfın erişebileceği konumun gerisindedir. Diğer taraftan ârif, perde anlamındaki ilmin öznesi olan âlimin önündedir. Şüphesiz tasav-vufun bir zevk ya da tadış olduğu göz önüne alındığında, Nifferî tarafından bir anlamda tadışın ötesi olarak tarif edilen vakfenin ma’rifetten ve ma’rifetin ise olağan bilgi anlamındaki ilmin önünde olması anlaşılabilir bir durumdur.

Aralarında İbn Arabî gibi irfân üstadlarının sülûkun tabiatına ilişkin deyiş-lerine büyük önem verdikleri Nifferî, tasavvufun sonraki dönemine bilhassa vakfe, rü’yet, ma’rifet gibi kavramlar bağlamında ışık tutmuştur. Sülûk esnasında gönlün ve

――――――――― 50 Makāmın adâbı konusunda bkz. Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 589. 51 Örneğin bkz. Rağıb el-Isfahanî, Müfredât, s. 692.

Page 16: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Nurullah KOLTAŞ

30 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14

zihnin sivâdan arındırılması gerekliliğine olan sürekli vurgusu, bu ârifin daim bir vakfe arzusunda olduğunun altını çizmektedir. Nifferî, sâliklerin huzûr’a erişmek için yapmaları gereken şeyi şu tavsiyesiyle özetlemektedir:

Diyeceğim odur ki vakfe et ey vâkıf ve bil ey ârif (8.64).

KAYNAKÇA

ACLÛNÎ, İsmâil b. Muhammed el-, Keşfü’l-hafâ, nşr. Ahmed el-Kalâş, Beyrut, 1985.

ARABÎ, Muhyiddin İbn, Fütûhât-ı Mekkiyye, çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2006.

BALDIC, Julian, Mystical Islam: An Introduction to Sufism, Londra: I.B. Tauris, 2012.

CEBECİOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara: Otto Yayın-cılık, 2014.

CÎLÎ, Abdülkerim, Âriflerin Mertebeleri, çev. Muhammed Bedirhan, İstanbul: Nefes Yayınları, 2011.

DEMİRLİ, Ekrem, “Nifferî”, DİA., İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2007, c. 33, s. 81-82.

HADIMÎ, Berîka, çev. Bedrettin Şener, Hasan Ege, Seyfettin Oğuz, İstanbul: Kah-raman Yayınları, 1988.

HANIF, N., “Al-Niffari”, Biographical Encyclopedia of Sufis, Central Asia and Middle East, Yeni Delhi: Sarup & Sons, 2002.

İBN MANZÛR, Lisânü’l-Arab, Beyrut, 1414/1994.

ISFAHANÎ, Rağıb el-, Müfredât, İstanbul: Çıra Yayınları, 2012.

KÂŞÂNÎ, Abdürrezzak, Tasavvuf Sözlüğü, İstanbul: İz Yayıncılık, 2015.

KNYSH, Alexandar, Tasavvuf Tarihi, çev. İhsan Durdu, İstanbul: Ufuk Yayınları, 2011.

KUŞEYRÎ, Abdülkerim, Kuşeyrî Risâlesi, trc. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1999.

NICHOLSON, Reynold A., the Mystics of Islam, Bloomington: World Wisdom, 2002.

NİFFERÎ, ibn Abdü’l-Cebbâr, el-Mevâkıf ve’l-Muhatabât (nşr. A. John Arberry), Londra: Cambridge University Press, 1935.

RENARD, John, Knowledge of God in Classical Sufism, New York: Paulist Press, 2004.

SCHIMMEL, Annemarie, Mystical Dimensions of Islam, North Carolina: University of North Carolina Press, 1975.

Page 17: MUHAMMED İBN ABDÜLCEBBÂR İBNÜ’L-HASAN NİFFERÎ’DE …isamveri.org/pdfdrg/D03784/2016_14/2016_14_KOLTASN.pdfhammad Ibn 'Abdi'l-Jabbār Ibn Al-Hasan Al-Niffarī (d. 354/965)

Muhammed İbn Abdülcebbâr İbnü’l-Hasan en-Niferî’de Vakfe’nin Önemi ve Ma’rifet ile İlimden Önceliği

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 14 31

SELLS, M. Anthony, Early Islamic Mysticisim: Sufi, Qur’an, Miraj, Poetic and Theological Writings, Chiago: The University of Chiago Press, 1994.

TABERI, Muhammed b. Cerir, Camiu'l-Beyan an Te’vili Ayi’l-Kur’an (tahk. Abdullah

b. Abdulmuhsin-i Türki) 1/22, Riyad, 2003.

TİLİMSÂNÎ, Afifüddin, Şerhu Mevâkıfi’n-Nifferî, thk. Cemâl, el-Merzûkî, Kahire: Hey’etü’l-Mısriyye, 2000.

ULUDAĞ, Süleyman, “Vukuf”, DİA, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 2013, c. 43, s. 131..

VELÎD, Abdullah, “el-fikru’s-sûfiyye inde’ş-şeyh en-Nifferî”, el-müntediyyi’s-sakafi el-Irakî, (Ağustos 2000), Şam.

YÛSUF, Yûsuf Sâmi el-, Mukaddime li’n-Nifferî, Şam: Dâru’l-Yenâbî, 1997.