İnaat sektöründeki yüklenicilerin finansman tercihlerinin ve sorunlarının ... · 2019. 2....
TRANSCRIPT
MİMAR SİNAN GÜZEL SANATLAR ÜNİVERSİTESİ
BİLİMSEL ARAŞTIRMA PROJELERİ (BAP)
İnşaat Sektöründeki Yüklenicilerin Finansman
Tercihlerinin ve Sorunlarının Belirlenmesi
Proje No 2017/1
Proje Yöneticisi Prof. Dr. Selin Gündeş*
Proje Ekibi Dr. Öğr. Üyesi Nur Atakul
Arş Gör. Faruk Büyükyoran
Mimarlık Bölümü
Yapı Bilgisi Anabilim Dalı
Yapı Mühendisliği Bilim Dalı
İçindekiler
1 Giriş
1.1 Problem tanımı
1.2 Amaç
1.3 Yöntem
1.4 Rapor organizasyonu
2 Sermaye yapısı kavramları ve teoriler
2.1 Finansman kaynakları
2.2 Kurumsal finansman
2.3 İnşaat Sektöründe sermaye yapısı ile ilgili literatür taraması
3 Anket çalışması ve bulgular
3.1 Anket yapılan firmalar ile ilgili genel bilgiler
3.2 Türk inşaat sektöründe sermaye yapısı
4 Tartışma ve sonuçlar: Türk inşaat sektöründeki yüklenici
firmaların finansman yapıları ve sermaye yapısı teorileri
4.1 Türk inşaat sektörü ve Dengeleme Teorisi
4.2 Türk inşaat sektörü ve Finansal Hiyerarşi Teorisi
4.3 Türk inşaat sektörü ve Sinyalizasyon Teorisi
4.4 Sonuçlar
Referanslar
1 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
İnşaat Sektöründeki Yüklenicilerin Finansman Tercihlerinin ve Sorunlarının Belirlenmesi
1. Giriş
Bu raporda, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi
tarafından desteklenen 2017/1 numaralı “İnşaat sektöründeki yüklenicilerin finansman
tercihlerinin ve sorunlarının belirlenmesi” başlıklı proje kapsamında yapılmış olan
çalışmalar ve elde edilen bulgular yer almaktadır. Bahsedilen çalışmalar 01 Mayıs 2017 ve
01 Mayıs 2018 tarihleri arasında yürütülmüştür.
Proje kapsamında uluslararası endeksli dergilere gönderilmek üzere iki adet makale
hazırlanmıştır. Bunlardan ilki, Science Citation Index (SCI) kapsamında taranan Canadian
Journal of Civil Engineering adlı dergide yayımlanmıştır (Gundes ve diğ., 2018). Proje
süresi bir yıl ile sınırlı olduğu için, çalışmanın rapor tesliminden sonra da devam etmesi
gerekli olmuştur. Bu süreçte anket daha fazla sayıda yükleniciye ulaştırılarak, örneklem
sayısı arttırılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda oluşturulan ve sektördeki sermaye
yapılarının teorilerle ilişkisini detaylı olarak inceleyen ikinci makale (Atakul ve diğ.,
2019)1, uluslararası endeksli bir dergide hakem değerlendirmesi sürecindedir. Dolayısıyla
bu raporda ortaya çıkan sonuçlar, bahsedilen iki makalede elde edilen bulgular ile birlikte
değerlendirilmelidir.
1.1. Problem tanımı
İnşaat sektörü çok uzun zamandan beri ekonomik kalkınmanın önemli bir bileşeni olarak
kabul edilmektedir. Bunun sebebi; inşaat sektörünün ekonomi içindeki diğer sektörlerle
güçlü bağlantılara sahip olmasıdır (Gundes, 2011). Yarattığı talep açısından bakıldığında,
inşaat sektörünün diğer sektörlerden çok miktarda hammadde ve ara ürün alarak,
1 Yayın süreci tamamlanmadığı için referans listesinde yer almamaktadır.
2 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
dolayısıyla o sektörlerde bir canlanma oluşturarak ekonomik büyümeyi tetiklediği
görülebilir. Teorik olarak; bir sektörün ara mal aldığı diğer sektörlerde bir canlanma
yaratması, ara mal alınan bu sektörlerin de girdi aldıkları sektörlerde bir hareketlenmeye
sebep olacaktır. Bu sebeple; çok miktarda ara mal ve hizmet alan inşaat gibi sektörlerin,
ekonomide çarpan etkileri yaratarak büyümeyi tetiklediği söylenebilir. Arz açısından
bakıldığında ise inşaat sektörü; diğer sektörlerde üretim yapılabilmesi için gerekli olan tüm
yapı ve altyapı hizmetlerini sunarak ekonomilerin gelişmesinde çok önemli bir rol
oynamaktadır. Benzer bir etki, sektörün istihdama olan katkısında da görülebilir. İnşaat
sektörünün ağırlıklı olarak emek yoğun bir sektör olduğu bilinmektedir.
Sektörün tüm bu özellikleri, inşaatın ekonomik planlama kararlarında önemli bir yere sahip
olmasını sağlamıştır. Ekonomik planlamada hangi sektöre ne kadar yatırım yapılması
gerektiği belirlenirken, bir sektörde oluşturulan canlanmanın diğer sektörleri de
tetikleyebilmesi yatırımın verimliliği açısından son derece önemlidir. Dolayısıyla; inşaat
gibi ‘lider’ kabul edilen ve diğer sektörlerde talebi ve üretimi arttıran sektörlere öncelikli
olarak yatırım yapmak ana ilkelerdendir.
İnşaat yüklenici firmalarının başarılı bir yönetime sahip olup, daha çok miktarda ve daha
kaliteli projeler gerçekleştirmesi; öncelikle inşaat sektörünü, daha sonra da zincirleme
olarak ekonomiyi olumlu yönde etkileyebilecek başlıca faktörlerden biridir. Sektörde ve
ekonomide büyümeyi tetikleyecek bu başarı, her şeyden önce gerçekleştirilecek projeler
için yeterli miktarda ve uygun koşullarda ‘para’ bulunması ile elde edilebilir. Literatürde;
kötü finansal yönetim ve sermaye eksikliği gibi finansal faktörler, firmaların
başarısızlığında en önemli etken olarak gösterilmektedir (Gupta, 1983; Russell, 1991;
Enshassi et al., 2006; Alavipour and Arditi, 2018).
Sektörde en çok kullanılan iki finansman aracı öz sermaye ve kredidir. Öz sermaye, bir
şirketin gerçekleştireceği yatırımlar için kendi kaynaklarından ya da diğer bir deyişle kendi
kasasından /cebinden harcadığı paradır. Kredi ise, finansal kuruluşlardan alınan borçtur.
Alınan kredinin geri ödenmesi, anaparanın ve ilgili faizlerin ödenmesi zorunluluğunu
beraberinde getirir. Yani; kredinin bir finansal maliyeti vardır ve bu sebeple şirketler kredi
alımına temkinli yaklaşabilirler. Bir şirketin sermaye yapısı, finansal kuruluşlardan alınan
borç ve yatırımcıların ortaya koyduğu öz sermaye arasındaki dengeden oluşur.
3 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
İnşaat sektöründeki firmaların finansman seçimleri; faiz oranları, kur dalgalanmaları gibi
dış kaynaklı risklere oldukça duyarlıdır. Dolayısıyla, makro-ekonomik göstergelerle
firmaların projelerinin finansmanı arasında bir ilişki mevcuttur. Dış faktörlerin yanı sıra,
firmanın sahip olduğu kaynaklar ve yönetim yapısı gibi birçok farklı faktör de finansman
kararlarını etkileyebilmektedir. Bu noktada, firmaların başarısında en önemli ölçütlerden
biri olan finansal yapının hangi kredi/öz sermaye dengesinde daha başarılı sonuçlar
vereceğini görmek önemlidir.
Öyleyse, sermaye yapısının belirlenmesindeki esas sorun, kredi ve öz sermaye arasında en
iyi kombinasyonu oluşturmaktan geçer. Belirlenen kredi ve öz sermaye arasındaki denge,
hissedarlara en yüksek getiriyi sağlayacak şekilde olmalıdır. Myers (1984) firmaların
sermaye yapılarını açıklamak için bir “hiyerarşi teorisi” geliştirmiştir. Bu teoriye göre,
firmalar öncelikli olarak öz kaynakları tercih etmektedirler. Teori; firmaların dış finansman
kullanmaları durumunda öncelikli olarak krediye yönelecekleri, en son olarak da hisseleri
satışa sunma yoluna gideceklerini söylemektedir. Dengeleme teorisi ise, firmaların hedef
bir kredi oranı belirlediği ve zaman içinde bu orana doğru ilerlediğini iddia eder. Lev
(1969)’e göre finansal oranlar zaman zaman endüstriyel ortalamalara yaklaştırılmak
amacıyla ayarlanmaktadır.
Bahsedilen sermaye yapısını açıklamaya yönelik teoriler, işletme literatüründe çokça
tartışılmış ve bu teorilerin gerçekliğine dair kanıtlar bulunmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda
Graham ve Harvey tarafından 2001 yılında yapılan bir çalışmada “hiyerarşi” ve
“dengeleme” teorilerine dair kısmi kanıt bulunmuştur. Literatürdeki diğer çalışmalar
incelendiğinde; firmaların sermaye yapılarını belirleyen faktörler iki ana grupta
toplanabilir; dış faktörler yani firmanın ve yöneticilerinin kontrolü dışında olan faktörler
ve firmanın kurumsal yapısına bağlı iç faktörler.
Dış faktörler çoğunlukla ülkeye ait makro-ekonomik veriler ile belirlenmektedir. Gayri Safı
Yurt İçi Hasıladaki (GSYİH) değişimler, enflasyon ve faiz oranları bir ülkedeki kredi
imkânlarını büyük ölçüde etkilemektedir. Örneğin; faiz oranlarının yükselmesi firmaların
daha düşük miktarda kredi kullanmalarına sebep olurken, GSYH’deki artış kredi oranının
artmasına, enflasyon artışı ise bu oranın azalmasına yol açmaktadır.
İç faktörler de üç ana grupta toplanabilir. Bunlardan ilki, firma sahibinin deneyimi, eğitimi,
amacı gibi alt bileşenlerden oluşan iş sahibinin ve yönetimin genel yaklaşımı ile ilgilidir.
4 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
İkinci grupta firma yaşı ve büyüklüğü gibi firmaya has özellikler yer alır. Firma yaşı
ilerledikçe ve büyüklük arttıkça riskler azalacak; yönetim, alınan krediyi geri
ödeyebileceğini bilecek; finansal kuruluşlar açısından da kredibilite artacak ve finansörler
firmaya daha çok güven duyacaklardır. Dolayısıyla kullanılan kredi miktarı da artacaktır.
Üçüncü grupta ise firmaların karlılığı, varlık yapıları ve iş planlarını içeren yönetimsel
faktörler yer alır. Örneğin bir firmanın üretim tesislerine sahip olması varlık yapısını
değiştirecek; şirket alınan kredilere karşı bu varlıklarını ipotek ettirebilecek ve sonuç olarak
da finansörler açısından kredibilitesi, dolayısıyla da kredi kullanımı artacaktır.
İnşaat endüstrisinde firmaların sermaye yapılarına yönelik az sayıda çalışma
bulunmaktadır. Fediakis ve Ravolis (2007) Avrupa Birliğinde yer alan 13 ülkede faaliyet
gösteren büyük inşaat firmalarının bilançolarını ve gelir tablolarını inceleyerek sermaye
yapılarını araştırmışlardır. Yazarlar araştırma sonucunda; inşaat firmalarının büyüklüğü
arttıkça kredi miktarının arttığını, karlılık ve kredi miktarının ters orantılı olduğunu, bir
firmanın maddi duran varlıkları arttıkça uzun vadeli kredilerin arttığını, buna karşın kısa
vadeli kredilerin azaldığını, GSYH’deki büyümenin uzun vadeli kredilerde artış anlamına
gelirken kısa vadeli kredilerde azalmaya sebep olduğunu saptamışlardır. Yeh (2011), inşaat
sektöründeki sermaye yapısının makro-ekonomik koşullardan ne derece etkilendiğini
belirlemek amacıyla bir çalışma yapmıştır. Araştırmacı, Tayvan borsasında listelenen
inşaat firmalarının finansal verilerini incelemiş ve finansal kriz dönemlerinde kredi
alımının nasıl değiştiğini analiz etmiştir.
Literatür bölümünde daha detaylı olarak görüleceği gibi inşaat sektöründe sermaye
yapılarını belirlemeye yönelik çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Oysa özellikle
gelişmekte olan ülkelerde bu yapının belirlenerek en uygun hale getirilmesi sektörün ve
dolayısıyla da ekonominin büyümesi açısından çok önemlidir.
1.2 Amaç
Bu araştırmada; Türkiye’de inşaat sektöründe faaliyet gösteren çeşitli ölçeklerdeki
yüklenici firmaların projelerinde finansal altyapıyı oluştururken yaptıkları seçimler, bu
seçimlerin sebepleri ve gerek finansman aşamasında gerek ise de uygulama aşamasında
karşılaştıkları sorunların belirlenmesi amaçlanmıştır. Daha sonra firmaların kredi alma ve
5 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
öz sermaye kullanma tercihleri farklı firma büyüklükleri altında incelenmiş ve finansman
kararları teorilerle ilişkilendirilerek çıkarımlar yapılmıştır.
1.3 Yöntem
Bu amaca ulaşmak için seçilen yöntem, öncelikle literatür taraması yapılmasını ve daha
sonra da Türkiye Müteahhitler Birliği’ne üye firmalarla ve ulaşılması mümkün olan diğer
yüklenici firmalarla anket çalışması yapılmasını ve analizini içermektedir (Şekil 1).
Şekil 1. Araştırma yöntemi
Son aşamada ise Türk inşaat sektörünün sermaye yapısı davranışının teoriksel bağlamda
yeri tespit edilerek model oluşturulmuştur. Anket yapısının detayları ve örneklem
3.Bölümde detaylı olarak açıklanmıştır.
1.4 Rapor organizasyonu
Rapor kapsamında, öncelikle hazırlanan anket çalışmasının temelini oluşturan literatür
taramalarına yer verilmiştir. Literatür taraması üç ana bölümde ele alınmıştır. Bunlardan
6 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
birincisi; finansman kaynakları ve özellikleridir. İkinci olarak finansman literatüründe
sermaye yapısı, ilgili kavramlar ve sermaye yapısının belirleyicileri incelenmiştir. Bu
kısımda ayrıca, firmalarda sermaye yapısının geçmişten günümüze gelişimine ve bu
gelişimin altında yatan sebepleri açıkça ortaya koyan sermaye yapısı teorilerine yer
verilmiştir.
Literatür taramasının üçüncü kısmında ise inşaat sektöründe finansal yapı ile ilgili yapılan
çalışmalar bulunmaktadır. Burada dikkat çeken bir unsur, sektörde finansman kaynakları
ve kullanımı ile ilgili olan çalışmaların finansal veri elde etmede yaşanan zorluklar ve
gizlilik nedeniyle çok az sayıda olmasıdır. Dolayısıyla, bu kısımda incelenen çalışmalara
ek olarak büyük oranda işletme disiplininde yapılmış olan çalışmalardan faydalanılmıştır.
Literatür kısmından sonra, araştırma projesi kapsamında yüklenicilere gönderilen anket
çalışmasından elde edilen sonuçlara yer verilmiş ve bu sonuçlar doğrultusunda Türk inşaat
sektöründe finansman yapısının, sermaye yapısı teorilerine uyumu tartışılmıştır.
2. Sermaye yapısı kavramları ve teoriler
2.1 Finansman kaynakları
Bu bölümde kurumsal finansman ve inşaat sektörü ile ilgili literatürde bahsi geçen
finansman kaynaklarına yer verilmiştir. Genel yapısı ile bakıldığında finansman kaynakları
ikiye ayrılır. Bunlardan ilki, şirket ortaklarının kendi kaynaklarını kullanarak ortaya
koymuş oldukları öz sermayedir. Öz sermaye ortakların cebinden çıkabildiği gibi, önceden
birikmiş ve hissedarlara dağıtılmamış olan birikmiş karlar da öz sermaye kapsamı içine
girebilir. Halka açık anonim şirketlerde, öz sermaye sağlamanın bir yolu hisse senedi
çıkarmaktır. Şirket anonim değil ise, hisse senedi çıkarmak suretiyle öz sermaye
sağlanamaz.
Hisse senetlerinin aşağıda incelenecek olan diğer finansman araçlarında olduğu gibi belirli
bir vadesi ve faiz-anapara geri ödeme zorunluluğu yoktur. Hisse sahiplerinin getirisi,
şirketin elde ettiği karın bir kısmını kar payı olarak dağıtmasından oluşur. Bunun yanı sıra
hissedarlar firmaya ortak oldukları için, firma değeri arttığında sermaye kazancı oluşur.
7 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Şirket finansal sıkıntı geçirip başarısız olduğunda, varlıklar üzerinde öncelikli olarak borç
verenler, borç verenlere ödemeler yapıldıktan sonra ise hissedarlar hak sahibi olur.
İkinci önemli finansman kaynağı ise borçtur. Borç, finansal kurum ve kuruluşlardan belirli
bir faiz karşılığında ödünç alınan paradır. Önceden belirlenen vadelerde bu anaparanın ve
faizinin geri ödemesi yapılır. Bu bölümün geri kalan kısmında kısa ve uzun vadeli
borçlanma araçlarına yer verilmektedir.
2.1.1 Kısa vadeli borçlanma türleri
Bilançonun pasif tarafında yer alan kısa vadeli finansman, genellikle geri ödemesi bir yıl
içinde yapılması gereken borçları kapsar. Uzun vadeli kaynaklarla kıyaslandığında, kısa
vadeli finansmana daha hızlı ve kolaylıkla ulaşılabilmektedir. En çok kullanılan kısa vadeli
finansman kaynakları aşağıda açıklanmaktadır.
Ticari krediler
Tedarikçi kredileri olarak da adlandırılan ticari krediler, alıcıya ödeme süresi açısından
esneklik sunmaktadır. Yani, tedarikçi alıcıya teslim ettiği ürünlerin ödemesini daha ileri bir
zamanda ve tipik olarak 30, 60 ya da 90 gün içinde alır (European Central Bank, 2017).
Alıcı, ürünün ödemesini ileri bir tarihte yaptığı için doğal olarak peşin ödeme
indirimlerinden faydalanamaz. Yani; ticari kredilerde firmanın fon maliyeti
faydalanamadığı peşin ödeme indirimidir. İmalat sektöründe, ticari kredilere aylık yüzde
oran şeklinde faiz uygulandığı bilinmektedir.
Tedarikçi açısından ticari krediler satışlarını arttırmak için bir fırsattır. Özellikle banka
kredilerinden faydalanacak kredibiliteye ve yeterli finansal güce sahip olmayan KOBİ’ler
ticari kredilerin hedef kitlesidir. Alıcı açısından bakıldığında, ticari kredilerin kullanımı
diğer finansman araçlarına göre daha az evrak işi gerektirmekte, anlaşma hızlı bir şekilde
yapılabilmekte ve bu sebeple de avantajlı olmaktadır.
Bono
Bazı durumlarda şirketler finansman ihtiyaçlarını karşılamak için borç senedi çıkarabilirler.
Bu kapsamda, vadesi bir yıldan az olan borçlar bono olarak adlandırılmaktadır. Bono, hisse
senedinde olduğu gibi sahiplerine ortaklık hakkı vermez. Bono alan yatırımcılar verdikleri
borç karşılığında anaparanın yanı sıra bir faiz kazancı elde ederler.
8 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Kısa vadeli banka kredileri
Kredi kullanmak isteyen bir şirket öncelikle bankaların uyguladığı kredibilite analizinden
geçmek zorundadır. Bankalar kredi talep eden şirketlerin; teminat olanakları, kapasite ve
sermaye gibi özelliklerini değerlendirir. Banka kredileri borç niteliği taşıdığından, vade
sonunda anapara faizi ile birlikte geri ödenmiş olmalıdır. Borcun geri ödeme riskine karşı
banka; ipotek, çek, kefalet gibi çeşitli teminatlar isteyebilir.
Cari hesap kredisi (line of credit)
Cari hesap kredisinde firma, belirli bir limit dâhilinde hesaptan para çekme imkânına sahip
olur. Bu kredi türünde, faiz ödemeleri kullanılan miktar göz önüne alınarak her üç ayda bir
yapılır. Faiz oranı sabit değildir; bahsedilen üç ay sonunda oran belirlenir. Cari hesap
kredisi çoğunlukla, çalışma sermayesi ihtiyaçlarının karşılanması için kullanılır, yani kısa
vadeli nakit ihtiyacına cevap verir. Dolayısıyla, genellikle nakit akışları düzensiz olan
firmalar tarafından tercih edilir. Cari hesap kredileri, güvenilir bir kefilin ve firma
yetkilisinin imzaları karşılığında onaylanır.
Açık krediler
Bankalar; kredi değerliliği yüksek, güvenilir şirketlere cari hesap şeklinde çalışan açık
kredileri kullanma imkânı da sunarlar. Açık kredilerin kullanılması için herhangi bir
teminat gerekmez, şirket yetkilisinin imzası yeterlidir. Şirketin güvenilirliğinin
değerlendirilmesinde önemli faktörler; şirketin itibarı, yaşı, sektördeki konumu ve
deneyimidir.
Kredili mevduat hesabı (Bank overdraft)
Kredili mevduat hesabı kısa vadeli banka borçlanma tiplerinden biridir. Firma hesabından,
yeterli para olmasa bile para çekebilir yani, eksi bakiyeye düşebilir. Hesaba para
yatırıldığında, borç faizi ile tahsil edilir. Kredili mevduat hesabı genellikle çok kısa vadeli
nakit ihtiyaçları için tercih edilir.
Faktoring
Faktoring bir firmanın alacaklarını faktoring firması olarak anılan bir finansman kuruluşuna
devretmesinden ibarettir. Bir firma yaptığı satışın bedelini hemen almıyorsa firmanın
likiditesi azalır ve dolayısıyla riski artar. Eğer aynı firma alacağını bir faktoring firmasına
devrederse hemen ödeme alır ve bunun sonucunda risk azalır. Ancak faktoring firması bu
9 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
hizmeti talep eden ve alacaklarını devraldığı firmaya alacakların toplamından daha az
miktarda bir ödeme yapar. İşte, faktoring firmasının kazancı da aradaki farktan kaynaklanır.
Faktoring, firmaların finansal ihtiyaçları için kısa vadeli sermaye temin etme yöntemidir.
İlk başlarda ABD tekstil sektörü tarafından kullanılan faktoring bugün tüm dünyada
yaygınlaşmıştır. Faktoring sisteminde firma, nakit akışlarını güvence altına almak için
alacaklarını veya faturalarını bir faktoring firmasına satar. Sistemin firmalar için avantajları
arasında, kredi risklerinin azaltılması veya devredilmesi, nakit akışların iyileştirilmesi,
finansal yönetim maliyetlerinin azaltılması ve verimliliğin arttırılması yer alır.
Faktoring sisteminin inşaat sektöründe kısa vadeli finansman ihtiyacını karşılamak ve
riskleri azaltmak için önemli bir fırsat olduğu belirtilse de sistemin inşaat projelerinin
finansmanında kullanılmasına yönelik çok az sayıda çalışma yapılmıştır. Chen ve Chen
(2012) inşaat projelerinde faktoring sisteminin kullanılmasını inceledikleri çalışmalarında;
finansman maliyetlerinin azaldığını, finansal yönetimin kolaylaştığını, nakit akışların ani
olarak düzeldiğini ve riskin azaldığını fakat buna karşın kurumsal kar oranının biraz
düştüğünü tespit etmişlerdir.
2.1.2 Uzun vadeli borçlanma türleri
Uzun vadeli banka kredileri
Uzun vadeli banka kredilerinin önceden belirlenmiş bir vadeleri vardır. Firma almış olduğu
krediye ait anaparayı ve faizlerini borç verene aylık, üç aylık ya da altı aylık taksitler
halinde geri öder. Uzun vadeli banka kredileri toptan bir ödeme yapılmasını gerektirmez.
Tipik olarak sabit, duran varlıkları finanse etmek için kullanılır.
Finansal lease
Finansal lease sisteminde firma almak istediği bir varlığı belirler, leasing firmasına bildirir
ve leasing firması varlığı satın alır. Firma varlığı anlaşma süresi boyunca kullanır, kullanım
karşılığında leasing firmasına taksitler halinde ödemeler yapar. Süre sona erdiğinde firma
varlığı bila bedel veya küçük bir bedel karşılığında satın alır. Finansal leasing adı verilen
bu yöntem leasing başlığı altında uygulanmakta olan iki yöntemden bir tanesidir. İkinci
yöntem olan operating lease ise bir finansman yöntemi değildir. Aradaki fark, operating
lease de sigorta, bakım ve onarım masraflarının leasing firması tarafından karşılanması ve
anlaşma süresinin sonunda varlığı firmadan almasıdır.
10 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Leasing firmasına ödenecek toplam miktarın bugünkü değerinin varlık maliyetinin en az
%90’ı olması beklenir. Leasing vadesi ise varlığın ekonomik ömrünün en az %80 i kadar
olmalıdır.
Tahvil
Şirketlerin, finansman ihtiyaçlarını karşılamak için bir yıldan uzun vade ile çıkardıkları
borç senetleri tahvil olarak adlandırılmaktadır. Tahviller, anonim şirketler veya devlet
tarafından çıkarılabilir. Anonim şirketlerin çıkardığı borçlanma senetlerine “özel sektör
tahvili” denilmektedir. Tahviller, hisse senedinde olduğu gibi sahiplerine ortaklık hakkı
vermez.
Tahvil alan yatırımcılar verdikleri borç karşılığında anaparanın yanı sıra bir faiz kazancı
elde ederler. Tahvillere ödeme önceliği açısından bakıldığında borç ile benzer özellikler
gösterdikleri görülür. Borç alan şirketin iflas etmesi veya tasfiye edilmesi durumunda tahvil
sahiplerinin ödemesi (anapara + faiz) hukuken şirketin tasfiyesinden önce yapılmaktadır.
2.2 Kurumsal finansman
Bu bölümde farklı sektörlerde faaliyet gösteren firmalarda sermaye yapısı, finansman
kaynakları ve borç düzeylerini belirleyici faktörler ile ilgili yapılan literatür araştırmasından
elde edilen bilgiler sunulmaktadır. Çalışmada temel olarak şirket finansmanı ile ilgili
kitaplar, raporlar ve hakemli akademik dergilerden yararlanılmıştır.
2.2.1 Sermaye yapısı ve ilgili kavramlar
Hiçbir proje, finansman temin edilmeden gerçekleştirilemez. Dolayısıyla finansman,
firmaların faaliyet gösterebilmeleri ve farklı ekonomik döngülerde başarılı bir şekilde
ayakta durabilmeleri için üzerinde durulması gereken en önemli konulardan bir tanesidir.
Sermaye yapısı, bir firmanın sahip olduğu varlıkları, günlük faaliyetlerini ve uzun vadede
büyümesini finanse etmek için kullandığı borç ve öz sermaye karışımını ifade eder. Finans
literatürünün bir kısmında sermaye yapısı kavramı, finansal yapı kavramından farklı bir
şekilde ele alınmaktadır. Çalışmalarda ortaya konulan bir görüşe göre, sermaye yapısı
kavramı sadece uzun vadeli borç ve öz sermayeye odaklanmaktadır. İnşaat sektöründe ise
gerek süreç, gerekse yapı itibari ile kısa vadeli borçlar ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla
11 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
bu çalışmada, sektörde günlük faaliyetlerin yürütülebilmesi için can damarı niteliği taşıyan
kısa vadeli borçlar sermaye yapısı içinde değerlendirilecektir.
Sermaye yapısı kavramı firma değeri ile yakından ilişkilidir. Finans literatüründe yapılan
ilk çalışmalar çoğunlukla firmalarda kar maksimizasyonuna odaklanırken, zaman içinde
firma değeri kavramının gittikçe daha fazla önem kazanması ile birlikte, bu değerle
yakından ilişkili olan sermaye yapıları ve belirleyicileri üzerine yapılan çalışmalar
hızlanmıştır. Sermaye yapıları üzerine yapılan çalışmaların yaygınlaşmasının bir diğer
nedeni de küresel finansal krizlerdir. Küresel finansal krizler sonucunda ekonomilerde
yaşanan önemli değişiklikler, birçok firmanın küçülmesine, iflas etmesine ve çok uluslu
şirketler tarafından satın almasına sebep olmaktadır. Dolayısıyla firmaların “optimum”
düzeyde bir sermaye yapısına nasıl sahip olabilecekleri ve firma sürdürülebilirliğine
yönelik finansal kararların neler olacağı gibi sorular araştırmacıların gittikçe daha fazla
dikkatini çekmiştir.
Sermaye yapısı birçok farklı faktörden etkilenebilmektedir. 1950’li yıllardan itibaren finans
literatüründe firmalarda sermaye yapısını ve bu yapıdaki değişiklikleri açıklamaya yönelik
çeşitli teoriler geliştirilmiştir. Farklı ülkelerde, sektörlerde ve hatta zaman dilimlerinde
ekonomik koşullar değişiklik göstermekte, bu sebeple de sermaye yapılarında farklılıklar
gözlemlenmektedir. Dolayısıyla sermaye yapılarındaki değişiklikleri açıklamaya yönelik
teorilerin geçerliliği halen tartışılmaktadır.
Sermaye yapısı, sermaye maliyetleri ile doğrudan ilişkili olan bir etmendir. Bir firmanın
borçlanma oranının yüksek olması; riskliliğini arttırmakta ve dolayısıyla borçlanma ve öz
sermaye maliyetleri artmaktadır. Şöyle ki; yüksek borçlu bir firma anaparayı ve ilgili
faizleri ödeyememe riski ile karşı karşıya kalmakta ve bu durumda borç verenler daha
yüksek faiz oranları talep etmektedirler. Hissedarlar için de benzer bir durum söz
konusudur. Borçlanma oranı yüksek bir firmanın hissedarları ek finansal risklere maruz
kalmakta ve bu sebeple bekledikleri getiri de artmaktadır. İşte, bu teorilerin geçerliliğini
tartışan ampirik çalışmaların bazılarında; bir yandan firma değerini en üst düzeye
çıkarırken, diğer yandan da sermaye maliyetini en alt seviyede tutacak optimal bir sermaye
yapısının varlığı tartışılmıştır. Örneğin; Modigliani ve Miller (1958), bazı katı varsayımlar
altında bir firmanın değerinin sermaye yapısından bağımsız olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Zaman içinde literatürde; vergiler, iflas maliyetleri ve asimetrik bilgi ortamı gibi koşullar
12 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
göz önüne alınmış ve sermaye yapısının belirleyicileri mevcut ve yeni teoriler kapsamında
tartışılmaya başlanmıştır.
Bu bölümde, öncelikle sermaye yapısı ile yakından ilişkili olan Ağırlıklı Ortalama Sermaye
Maliyeti (AOSM) ve kaldıraç kavramları incelenmekte, daha sonra da bahsedilen teoriler
açıklanmaktadır.
Ağırlıklı Ortalama Sermaye Maliyeti (AOSM)
AOSM, bir firmanın faaliyetlerini gerçekleştirebilmesi için gerekli farklı finansman
kaynaklarının maliyetleri ile toplam sermaye içindeki paylarının çarpımlarının toplamıdır.
Bir başka deyişle; AOSM, firma için farklı sermaye kaynaklarının ortalama bir maliyetini
gösterir. AOSM, uzun zamandan beri firma değerinin hesaplanmasında ve yatırım
projelerinin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. AOSM matematiksel olarak aşağıdaki
gibi ifade edilir.
AOSM = (öz sermaye maliyeti x öz sermaye oranı) + (borç maliyeti x borç oranı)
Formülde görüldüğü gibi; kullanılan finansman oranları, sermaye yapısı ile AOSM’yi
doğrudan ilişkili kılar. Bir firmanın sermaye yapısı kararı, riskliliğini de etkileyeceği için
borç ve öz sermayeden beklenen getiriler de bu karara bağlı olarak değişir. Bilindiği gibi,
firma faaliyetlerinden elde edilen nakit akışlarından öncelikli olarak borç verenler hak talep
edebilmektedirler. Hissedarlar ancak ve ancak borçlar ve ilgili faizleri geri ödendikten
sonra kalan miktar üzerinde hak sahibi olabilirler. Yani, borçlar ödendikten sonra geriye
hiçbir şey kalmaması olasılığı, hissedarlar için büyük bir risk faktörüdür. Dolayısıyla,
hissedarların talep haklarının arka plana itilmesi, riskliliği ve dolayısıyla beklenen getiriyi
yani öz sermayenin maliyetini arttırmaktadır.
Öz sermaye maliyetinin hesaplanmasında temel yaklaşım; hissedarların temettü
beklentilerinin değerlendirilmesidir. Bu kapsamda en çok kullanılan yöntemde; beklenen
getiri, yatırımın taşıdığı risk seviyesi ile ilişkilendirilir. Yani; bir yatırım ne kadar riskli ise,
beklenen getiri o kadar yüksek olacaktır. Her yatırım kararında, öncelikli olarak en risksiz
yatırım aracı göz önüne alınır. Bu kapsamda çoğu zaman hazine bonosu getirileri, beklenen
en düşük getiri miktarıdır. Bu veri piyasadan kolayca elde edilebilir. İkinci aşamada ise,
baz alınan risksiz yatırım aracının getirisine projenin riskliliği dikkate alınarak bir risk
primi eklenmelidir. Bu risk primi birçok yolla hesaplanabilir, fakat en çok kullanılan
13 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
yöntem Sermaye Varlıkları Fiyatlama Modeli (SVFM)’dir. SVFM yöntemine göre öz
sermaye maliyeti şu şekilde hesaplanır;
Öz sermaye maliyeti = Risksiz oran + Beta (piyasa faiz getiri oranı – risksiz faiz oranı)
SVFM’ye göre Beta, hisse senedinin getirisinin hisse senedi piyasasına göre ne denli
değişkenlik göstereceğini açıklamaya çalışan yani riskliliği gösteren bir katsayıdır. Bu risk,
bütün şirketlerin getirilerini etkileyen makro-ekonomik veya politik faktörler sonucu
oluşur. Eğer bir şirket bu risklerden piyasadaki diğer şirketler kadar etkilenirse beta
değişkeni 1’e eşit olur. Yani; bu şirketin getirilerinin piyasa getirisine eşit olması
beklenebilir. Bir şirketin riskleri piyasada faaliyet gösteren diğer şirketlerden daha yüksek
ise beta değeri piyasa ortalamasından daha yüksek olur. Beta değeri hesaplanırken,
çoğunlukla geçmiş hisse fiyat hareketleri üzerinde standart regresyon teknikleri
kullanılmaktadır.
Finansal kaldıraç
Finansal kaldıraç, bir şirketin veya yatırımcının ne oranda borçlandığını gösteren bir
değişkendir. Literatürde, kaldıracın hesaplanmasında farklı yaklaşımlar benimsenmiştir.
Rajan ve Zingales (1995) dört farklı yaklaşım kullanarak kaldıracın hesaplanabildiğini
belirtmektedirler. Bunlardan birincisi; toplam yükümlülüklerin, toplam varlıklara oranıdır.
Hissedarlar bu orandan faydalanarak tasfiye halinde ellerinde herhangi bir tutar kalıp
kalmayacağını tespit edebilirler. Fakat bu oranı kullanmanın bazı dezavantajları da vardır.
Örneğin, bu oran firmanın yakın bir zamanda iflas riski ile karşı karşıya olup olmadığını
tam olarak göstermemektedir. Diğer yandan toplam yükümlülüklerin ticari kredileri de
içermesi, bu oranın yükselmesine, dolayısıyla da kaldıracın olduğundan yüksek
görünmesine sebep olmaktadır.
Bir diğer kaldıraç tanımı ise; kısa ve uzun vadeli borcun toplam varlıklara olan oranıdır.
Tanımdan da anlaşıldığı gibi bu oran; sadece kısa ve uzun vadeli borçlarla ilgilidir. Yani;
ticari krediler gibi bazı önemli yükümlülükler pay kısmında yer almamakta ancak, ticari
krediler ile alınan varlıkların değeri payda kısmındaki toplam varlıkların içine dâhil edildiği
için, kaldıraç olması gerekenden daha düşük çıkabilmektedir.
Kaldıraç hesabında kullanılan bir diğer oran, borcun net varlıklara oranıdır. Burada net
varlıklar; toplam varlıklardan ticari krediler ile alınan varlıkların değerinin çıkarılması ile
14 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
hesaplanmaktadır. Fakat bu oran kullanıldığında dahi kaldıraç olduğundan daha az
hesaplanabilmektedir. Bu konu Rajan ve Zingales (1995) ve Bessler ve diğ. (2011)’de
detaylı olarak tartışılmıştır. Rajan ve Zingales (1995) tarafından verilen son kaldıraç tanımı
ise; toplam borcun toplam borç artı öz sermayeye oranıdır. Bessler ve diğ. (2011)’e göre
bu oran, geçmiş finansman kararlarının etkilerini en iyi şekilde gösteren formüldür ve şu
şekilde ifade edilir.
D/(D+E)
Burada D; toplam borcu, E ise; öz sermayeyi temsil etmektedir.
2.2.2 Sermaye yapısı teorileri
Bu bölümde, firmalarda sermaye yapısının geçmişten günümüze gelişimini ve bu gelişimin
altında yatan sebepleri açıkça ortaya koyan sermaye yapısı teorilerine yer verilmektedir.
Bu teoriler firmaların borç-öz kaynak karışımlarını ve bu karışımın hangi faktörlerden nasıl
etkilendiğini açıklamayı amaçlar.
Daha önce belirtildiği gibi, sermaye yapısı ile ilgili teoriler 1950’li yıllardan itibaren ortaya
çıkmıştır. Bu kapsamda ilk olarak, Modigliani ve Miller’in 1958 yılında yaptıkları
çalışmada ortaya atılan MM teoremi açıklanmaktadır. Daha sonra modern sermaye yapısı
teorileri başlığı altında, “dengeleme” ve “finansal hiyerarşi” teorilerine yer verilmektedir.
Modigliani Miller (MM) Teoremi
Modigliani ve Miller (bundan sonra MM olarak ifade edilecektir) öncelikli olarak firma
değeri ve borç-öz sermaye arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. MM’nin birinci önermesine
göre; bazı varsayımlar altında firma değeri, firmanın sahip olduğu borç-öz sermaye
dengesinden bağımsızdır. MM’ye göre firma değeri, bilançonun aktifler tarafında yer alan
varlıklarla ilişkilidir.
MM’nin bu önermesi bazı varsayımlar altında yapılmıştır. Bu varsayımlar; verginin, iflas
maliyetlerinin ve menkul kıymetlerin alım ve satımında işlem maliyetlerinin olmamasıdır.
Özellikle 1958 yılında yapılan çalışmalarında çok önemli bir faktör olan vergi hususu
tamamen ihmal edilmiş, buna karşın 1963 yılında yapılan çalışma; bu varsayımların gerçek
dünyadan kopmalara sebep olması nedeniyle, vergi konusunu bir noktaya kadar göz önüne
almıştır.
15 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Şekil 2. MM’nin vergi etkileri olmaksızın önermesi (Pike ve Neale, 2003)
Bu teori öz sermaye maliyetinin borçlanma miktarının artması durumunda neden
yükseleceğini de açıklar. Firma ortaklarının finansal riski, borçlanma miktarı artınca
yükselmektedir. Dolayısıyla ortaklar artan finansman riskine karşı beklentilerini arttırıp,
kendilerini koruma altına almak için daha yüksek bir kar payı beklerler.
MM’nin borcun görünmeyen maliyetini dikkate alan ikinci önermesine göre ise; firma daha
fazla borçlandığında yani sermaye yapısı içinde borç payı yükseldiğinde, öz sermaye
maliyeti yükseleceği için Ağırlıklı Ortalama Sermaye Maliyeti (AOSM) sabit kalacaktır.
MM’nin bu önermesi, Şekil 2’de gösterilmektedir. Şekilde görüldüğü gibi firma değerini
etkileyen AOSM, borçlanma oranından bağımsızdır. Bu durumda firma değeri borçlanma
miktarı ile değişmemekte, sadece nakit akışlar firma değerini etkileyebilmektedir. Firma
değeri; gelecekteki faaliyetlerden beklenen gelirlerin, içinde riskleri barındıran bir iskonto
oranı ile indirgenen net bugünkü değeridir. Diğer bir deyişle firma değeri, bahsedilen
gelirlerin AOSM’ye bölünmesi ile hesaplanır. Daha önce belirtildiği gibi, borç miktarının
artması karşısında öz sermaye maliyeti artacağı için AOSM değişmez. Dolayısıyla,
hissedar değeri de değişmez.
Bu iki önermeden çıkarılacak sonuç, mükemmel sermaye piyasalarında optimal bir
sermaye yapısının bulunmayacağıdır. Optimal sermaye yapısının bulunabilmesi için
modelde ortaya konulan vergi gibi kısıtların değerlendirilmesi gereklidir.
16 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Şekil 3. MM’nin vergi etkileri altında önermesi (Pike ve Neale, 2003)
MM’nin vergi etkilerinin dikkate alındığı önermesinde ise, firma değerinin %100
borçlanma sonucunda en yüksek değere ulaşacağı ileri sürülmüştür. Borç faizinin vergiden
düşülmesi sebebi ile firmanın %100 borçlandığı noktada AOSM en düşük değere sahip
olacaktır. İşte bu sebeple, vergi etkileri göz önüne alındığında, optimal sermaye yapısı
100% borçtan oluşmaktadır.
Şekil 3’de vergi etkileri altında MM önermesi sunulmaktadır. Görüldüğü gibi borçlanma
oranı arttıkça AOSM azalmaktadır. AOSM ve borç maliyeti eğrilerinin kesiştiği nokta
firmanın 100% borç oranına sahip olduğu noktadır. Yani 100% borç oranında AOSM ve
borç maliyeti birbirine eşit olmaktadır.
Dengeleme Teorisi
Bu bölümde; finansal sıkıntı ve iflas maliyetleri ile vergi faydaları gibi geleneksel faktörleri
göz önüne alan ve Kraus ve Litzenberger (1973) tarafından ortaya atılan statik dengeleme
teorisinden bahsedilecektir. Dengeleme teorisi, borçlanmadan elde edilecek faydalar (ör.
faizin vergiden düşülmesi) ve ekstra maliyetler arasında bir “denge” oluşturma fikrinden
ortaya çıkmıştır. Buna göre; firmanın borç ve öz sermaye seviyeleri arasındaki denge,
borcun fayda ve maliyetleri arasındaki ödünleşim dinamikleri göz önüne alınarak
oluşturulmaktadır.
Firmalar için borç kullanımı çeşitli avantajlar ve dezavantajlar yaratmaktadır. Firmalar
vergi tasarrufu elde etmek ve dolayısıyla firma değerini arttırmak için borç kullanırlar.
17 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Ancak; firmanın çok miktarda borçlanması durumunda, iflas olasılığı ve finansal risk
artacağı için firma kredibilitesi azalabilmektedir. Finansal sıkıntı maliyetleri, hukuki
maliyetler, yıpranma ve yeniden yapılanma maliyetleri gibi direkt maliyetlerin yanı sıra;
borç ve öz kaynak temininin zorlaşması, müşteri güveninin sarsılması, çalışan kaybı gibi
dolaylı maliyetleri de içerir. Bazı durumlarda borç verenler sözleşmede firmanın finansal
sıkıntı maliyetlerini arttıracak taleplerde bulunabilirler. Firmanın varlık yapısının
korunması, daha fazla borçlanmanın önlenmesi, elde nakit bulundurma gibi zorunluluklar
bu talepler arasında yer alır. Dolayısıyla, yüksek risk içeren firmalar ve varlıklarını kolayca
nakite çeviremeyecek olan firmalar daha az borçlanmalıdırlar.
Şekil 4. Borcun fayda ve maliyetleri
Şekil 4 borcun faydaları ve maliyetleri arasında işleyen ödünleşim mekanizmalarını
göstermektedir. Borcu olmayan bir firmanın değeri, kaldıraçsız firma değeridir. Firmanın
finansal yapısına borç eklendikçe faiz vergi kalkanı oluşur. Vergi kalkanının sağlayacağı
fayda değeri borçlanma arttıkça artmaktadır. Dolayısıyla faiz vergi kalkanı eğrisi ile
kaldıraçsız firma değeri arasındaki aralık, vergi kalkanının bugünkü değerini
göstermektedir.
Fakat diğer yandan, borçlanma oranı arttıkça finansal sıkıntı maliyetleri artmaktadır. Bunun
sebebi, firmanın borç oranı arttıkça borç verenlerin talep ettikleri borç maliyeti ve öz
sermaye maliyetinin artmasıdır. Ayrıca, daha önce belirtildiği gibi borçlanma oranı
18 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
yükseldikçe borç verenlerin sözleşmedeki talepleri artmakta, bu da finansal sıkıntı
maliyetlerini arttırmaktadır. Şekilde finansal sıkıntı maliyetleri, faiz vergi kalkanı ve
kaldıraçlı firma değeri arasındaki farktır. Ters U şeklindeki kaldıraçlı firma değeri doğal
olarak AOSM eğrisinin tersidir. Bu eğrinin tepe noktası firma değerinin en yüksek seviyede
olduğu noktadır. Bu noktanın, x eksenindeki yansıması bize optimal sermaye yapısını
gösterir. Aynı nokta, vergi kalkanının bugünkü değerini gösteren borçlanma faydaları ile
finansal sıkıntı maliyetini gösteren borçlanma maliyetlerinin dengelendiği noktadır.
Kaldıraçlı firma değeri eğrisinin tepe noktasının yeri, firma ve piyasa koşullarına göre
değişir. Önemli derecede vergi avantajlarında sahip firmaların faiz vergi kalkanı eğrisi daha
yukarıda olacaktır. Bu durumda, optimal sermaye yapısı seviyesi sağa doğru yönlenecek
yani, büyüyecektir. Finansal sıkıntı maliyetleri çok fazla olduğunda ise optimal sermaye
yapısı seviyesi sola doğru yönlenecek yani küçülecektir.
Temsilci maliyetleri de borcun vergi avantajına karşı değerlendirilmesi gereken diğer bir
maliyet kalemidir. Temsilcilik maliyeti, yönetim ve hissedarlar ve/veya hissedar ve borç
verenler arasındaki çıkar çatışmalarından kaynaklanır. Buna göre, yöneticiler toplam firma
değerinden ziyade hissedarların elde edecekleri getirinin yüksek olmasını hedeflerler. Bu
kapsamda, riskli projelere daha fazla eğilim göstermektedirler. Çünkü projenin başarılı
olması durumunda, sabit olan ve borç verenlere ödenecek olan tutarın dışında kalan tüm
getiriye hissedarlar sahip olacaktır. Projenin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda ise,
zararlı çıkacak olan yine borç verenler olacaktır. Jensen ve Meckling (1976) bunu “varlık
ikame etkisi” olarak adlandırmışlardır. Bu durumun farkında olan borç verenler, doğal
olarak daha yüksek bir faiz oranı talep edecekler ve dolayısıyla firmalar için borçlanma
maliyetleri artacaktır.
Myers (1977) tarafından açıklanan “optimalin altında yatırım politikası” problemi de,
benzer bir mantıkla yüksek borç oranına sahip firmaların yöneticilerinin, net bugünkü
değeri pozitif olan karlı projeleri reddedebileceğini açıklar. Bunun sebebi; hissedarların
yatırım maliyetinin tümünü üstlenmelerine karşın, yatırımdan elde edilecek getirilerin
öncelikle tahvil sahiplerine (borç verenler) tahsis edilmesidir. Fakat bu görüşün aksine, bazı
temsilci teorileri ise yüksek borçlanma oranlarını destekler niteliktedir. Örneğin, Jensen
(1986) borçlanmanın yöneticileri disipline sokan bir araç olduğunu ileri sürer.
19 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Sermaye yapısı ile ilgili uzun süredir sorulan sorulardan biri, firmaların hedef bir borçlanma
oranına sahip olup olmadıklarıdır. Dengeleme teorisi, firmaların borcun fayda ve
maliyetleri arasındaki ödünleşim mekanizmaları ile belirlenen optimal bir kredi-öz sermaye
oranına sahip olduklarını söyler. Geleneksel dengeleme görüşünde borcun ana faydası
faizin sağlayacağı vergi tasarrufudur (Modigliani ve Miller, 1963). Borçlanma, vergi
tasarrufunun yanı sıra serbest nakit akış sorununun azaltılması ve geri ödeme
zorunluluklarının yöneticileri finansal bir disipline sokması nedeniyle de fayda
sağlamaktadır (Jensen, 1986). Şöyle ki; borcun geri ödenmesi için nakit akışını sağlamak
zorunda olan yöneticiler, firma değerini azaltırken hisse değerini arttıran projelere yatırım
yapmaktan imtina edeceklerdir.
Maliyetler ise, firmaların anapara ve faizin geri ödenmesi zorunluluğu karşısında
yaşadıkları finansal sıkıntıdan ve firma ile kredi kuruluşları arasında oluşan temsilci
maliyetlerinden kaynaklanır. Dolayısıyla firmalar öncelikle vergi avantajlarından
yararlanabilecekleri, fakat buna karşın iflas ihtimalini ön plana getirmeyecek bir oranda
borçlanmayı tercih ederler.
Dinamik dengeleme teorisi modeli, firmaların optimal borçlanma oranlarından saptıklarını
söylemektedir. Bunun sebeplerinden biri, yönetimin belirli bir finansman kaynağında
ortaya çıkabilecek fırsatları değerlendirmek istemesi sonucunda, avantajlı finansman
kaynağına ağırlık vermesidir. Örneğin, yöneticiler firma hisseleri aşırı değerlendiğinde yeni
hisse senedi çıkarıp öz sermaye miktarlarını arttırma yoluna gidebilirler. Alternatif olarak,
borç faizleri düştüğünde firma bu fırsatı değerlendirmek için daha fazla borçlanmayı tercih
edebilir. Firma, borçlanma oranı belirli seviyeleri aştığında sermaye yapısını optimal
seviyeye doğru ayarlamaya çalışacaktır ancak; bu durum firma için yeni işlem
maliyetlerinin oluşması anlamına gelmektedir.
Dengeleme teorisi, bir sonraki bölümde incelenecek olan finansal hiyerarşi teorisinin
aksine, mali bakımdan güçlü, sabit varlıkları olan ve yüksek karlılığa sahip firmaların hedef
borç oranlarının daha yüksek olduğunu ileri sürmektedir. Bunun sebebi, karlılığı yüksek
olan firmaların iflas ihtimallerinin daha düşük olması ve borçlanmadan elde edilen vergi
tasarrufunun daha yüksek olmasıdır. Buna karşın, mali açıdan zayıf sayılabilecek, yetersiz
varlığa sahip ve karlılığı düşük firmalar için ana finansman kaynağı öz kaynaklar olmalıdır.
20 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Finansal Hiyerarşi Teorisi
Finansal hiyerarşi teorisi Myers ve Majluf (1984) ve Myers (1984) tarafından
geliştirilmiştir ve bu teori, firmaların asimetrik bilgi ortamında finansman seçimlerini
kaynak yaratma maliyetlerini en düşük seviyeye indirmeye çalışarak yaptıkları görüşünden
doğmaktadır. Finansal Hiyerarşi Teorisi, dengeleme teorisinin aksine firmaların belirli bir
borç-öz sermaye oranı hedeflemediklerini ileri sürer.
Teoriye göre şirketler ve piyasalar arasında bilgi asimetrisi vardır. Firma içinde görev
yapan yöneticiler firmanın gerçek değeri hakkında yatırımcılardan daha fazla bilgiye
sahiptirler. Bu sebeple yatırımcılar firmanın durumu hakkında çıkarım sağlayabilmek için
finansman kararlarını yakından izlerler. Firmanın daha fazla borçlanma yoluna gitmesi
yatırımcılar için olumlu bir işarettir ve yönetimin gelecekte sabit ödemeleri yapabilecek
güçte olduğunu gösterir. Firmanın piyasalarda kendi hisselerini geri alması (buyback) da
benzer şekilde olumlu bir işarettir çünkü bu durum hisse değerlerinin düşük olduğu
anlamına gelir.
Firmanın yeni hisse senedi çıkarma yoluna giderek finansman sağlaması ise yatırımcılar
için olumsuz bir göstergedir. Bunun sebebi, yeni hisse çıkarmanın hisselerin olması
gerekenden yüksek fiyatlandırıldığı anlamına gelmesidir. Şöyle ki; yöneticiler firmanın
hisse senetleri piyasada düşük değerlendirildiğinde, yeni hisse senedi çıkarmaya isteksiz
olacaklardır. Çünkü yeni hisse çıkarmak mevcut hissedarların hisselerinin “sulandırılması”
anlamına gelmektedir, yani böyle bir durumdan faydalı çıkacak olan yeni hissedarlardır.
Dolayısıyla, yöneticiler yeni hisse çıkarılmasını sadece firma olması gerekenden yüksek
fiyatlandırıldığında tercih ederler. Yeni hisse çıkarılması, hissenin pahalı olduğunun bir
göstergesidir.
Bu çıkarımların sonucunda, finansal hiyerarşi teorisine göre; firmalar finansman
ihtiyaçlarını öncelikli olarak bilgi asimetrisinden en az derecede etkilenen iç fonlardan
sağlarlar. İç kaynakların yeterli olmadığı durumlarda ikinci olarak borca başvurulur, çünkü
borçlanma hisse senedi çıkarmaya göre bilgi asimetrisinden daha az etkilenmektedir.
Firmalar son seçenek olarak hisse senedi çıkarma yoluna girerler. Öyle ise, sermaye
yapısında hisse senedinin yüksek oranda olması, asimetrik bilgi maliyetlerinin yüksek
olduğunu gösterir.
21 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Yöneticiler yatırımcılara en az düzeyde işaret gönderecek şekilde finansman kararlarını
verirler. Bu kapsamda firmalar öncelikle firma rezervlerini içeren ve piyasaya hiçbir işaret
göndermeyecek olan iç öz sermaye kullanma yoluna giderler. Daha sonra olumlu bir işaret
olması nedeniyle borç ve en son olarak da dış öz sermaye yani yeni hisse senedi çıkarma
yollarına başvururlar.
Bazı durumlarda firma yöneticileri, serbest nakit akış miktarını azaltacak davranışlardan
kaçınırlar. Eğer firmalar yeni projeleri hisse senedi çıkarma yoluna giderek finanse
ederlerse, oluşacak düşük fiyatlama, yeni hissedarların projenin net bugünkü değerinden
fazla getiri elde etmelerine, mevcut hissedarların da kayba uğramalarına neden olur. Bu
kapsamda yöneticiler, net bugünkü değeri pozitif olan karlı yatırımları bile, eski
hissedarlardan yeni hissedarlara önemli bir miktarda değer transferi olacağı endişesiyle
reddedebilmektedirler. Bu durum “underinvestment” olarak adlandırılmakta ve finansal
hiyerarşi teorisinin temelini oluşturmaktadır.
Myers (1984) bu durumu şu şekilde formüle etmiştir.
∆N = N1-N
∆N: Hisse senetlerinin aşırı ya da düşük değerlenme miktarı
N1: Hisse senetlerinin gerçekte sahip olması gereken değer
N: Hisse senetlerinin piyasa değeri
Yönetim, ancak projenin net bugünkü değeri ∆N’den büyük veya eşit olması durumunda
yeni hisse senedi ihraç ederek yatırım projesini kabul edebilir. Hisse senetlerinin piyasa
değeri, olması gerekenden daha yüksek olduğunda ∆N negatif olacaktır. Böyle bir durumda
net bugünkü değeri sıfır olan bir yatırım projesi bile yöneticiler tarafından kabul
edilebilecektir ve yeni hisse senedi satışa çıkarılabilecektir. Bunun tam aksi bir senaryoda;
yani hisse senetlerinin piyasadaki değeri olması gerekenden düşük olduğunda ise, ∆N
pozitif olacak ve bu durumda da net bugünkü değeri pozitif, fakat ∆N’den küçük olan
projeler yönetim tarafından reddedilebilecektir ve yeni hisse senedi çıkarmak tercih
edilmeyecektir. İşte bu sebeple piyasalarda hisse senedi ihracı kötü haber olarak yorumlanır
ve sonuç olarak hisse senedi fiyatları düşer.
“Underinvestment” ilkesi göz önüne alındığında, firmaların yeni finansman ihtiyacında
belirli bir hiyerarşiyi takip edeceklerini söylemek mümkündür. Firma yöneticileri mevcut
22 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
hissedarlarının getirilerini azaltmamak amacıyla öncelikli olarak en risksiz finansman
kaynağını seçerler. Bu durumda firmalar için iç kaynak kullanmak dış kaynak kullanmaya
oranla daha düşük maliyetli olmaktadır. Hisse senedi çıkarmak bilgiye daha fazla ihtiyaç
duyulması sebebiyle borçlanmaya göre daha sorunlu olmaktadır. Bu mantıktan yola
çıkarak, finansal hiyerarşi teorisi firmaların öncelikli olarak dağıtılmayan karları
kullanacaklarını, daha sonra borçlanacaklarını ve en son olarak da hisse senedi çıkarma
yoluna gideceklerini öne sürer. Zaman içinde finansal hiyerarşi yaklaşımı, katı hiyerarşiyi
esnekleştirmeye yönelik bazı değişikliklere uğramıştır. Bu kapsamda, firmaların yetersiz
yatırım sorununun önüne geçebilmeleri ve daha düşük bir iflas maliyetine sahip olmaları
amacıyla iç kaynaklardan sonra borç yerine hisse senedi çıkarmaları gündeme getirilmiştir.
2.2.3 Sermaye yapısı belirleyicileri
Bu bölümde finans literatüründe sermaye yapısının hangi faktörlerden nasıl etkilendiğini
açıklayan çalışmalara yer verilmiştir. Firmalar kendileri için en uygun borç oranını
belirlerken birçok faktörü göz önüne alırlar. Gaud ve diğ. (2005); büyüme fırsatları,
büyüklük, karlılık, duran varlık oranı ve riskin borçlanmanın belirleyicisi olan ana faktörler
olduğunu belirtmektedir. Bu bölümde; Gaud ve diğ. (2005) tarafından tespit edilen
faktörlerin yanı sıra, literatürden elde edilen diğer belirleyiciler ile kaldıraç arasındaki
ilişkiye de yer verilmektedir. Belirleyiciler ve kaldıraç arasındaki ilişki, inşaat sektörünün
de yapısı göz önüne alınarak iki ana başlıkta incelenmektedir. Bunlar firmaya ve ülkeye
özgü faktörlerdir.
Firmaya Özgü Faktörler
Firma yaşı ve kaldıraç
Dengeleme Teorisine göre, firma yaşı büyüdükçe firma hakkındaki belirsizlik azaldığı için
daha yüksek seviyede borçlanmak mümkün olmaktadır. Yani Dengeleme Teorisinde, firma
yaşı ve kaldıraç arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır.
Finansal Hiyerarşi Teorisinde firma yaşı ve kaldıraç arasında negatif bir ilişki vardır.
Teoriye göre, yaşı büyük olan firmaların birikmiş gelirlerinin yüksek olma ihtimali daha
fazla olacağı için yabancı kaynaklara olan ihtiyaç azalacaktır. Bu durumda borçlanma
azalacak ve kaldıraç düşecektir.
23 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Vergi kalkanına tabii borç dışı giderler ve kaldıraç
Vergi kalkanına tabi borç dışı giderler; maddi ve maddi olmayan duran varlıklar ve
tükenme payları gibi değerleri içerir (DeAngelo ve Masulis, 1980; Bradley ve diğ., 1984).
Dengeleme Teorisi’ne göre, yüksek vergi kalkanına tabi borç dışı giderlere (örneğin;
amortisman, Ar-Ge) sahip firmalarda kaldıraç kullanımı azalmaktadır. Dolayısıyla, vergi
kalkanına tabi borç dışı giderler ile kaldıraç arasında negatif ilişki bulunmaktadır.
Finansal Hiyerarşi Teorisi’ne göre vergi kalkanına tabi borç dışı giderler arttıkça kaldıraç
azalacaktır, dolayısıyla negatif bir ilişki söz konusudur.
Firma büyüklüğü ile kaldıraç arasındaki ilişki
Büyük firmaların borç temsilcilik maliyetleri küçük firmalara göre daha düşüktür. Ayrıca,
borç veren kuruluşlar için büyük firmalar geri ödeme riskleri düşük olan güvenilir
firmalardır. Küçük firmalarda ise; iflas maliyetinin firma değerine oranı büyük firmalara
göre daha fazladır ve dolayısıyla daha az borçlanırlar. Bu durum, dengeleme teorisine göre
firma büyüklüğü ve kaldıraç arasında pozitif bir ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır.
Rajan ve Zingales (1995) kaldıracın büyüklük ile aynı yönde seyrettiğini bulmuşlar ve bu
durumu büyük firmaların çeşitlendirme stratejileri izlemelerine ve finansal sıkıntıya
uğrama ihtimallerinin düşük olmasına bağlamışlardır.
Finansal Hiyerarşi Teorisi’ne göre büyük firmalar analistler tarafından sıkı bir şekilde
gözlemlenirler. Bu sebeple büyük firmalarda bilgi asimetrisinin az olduğu varsayılır. Bilgi
asimetrisinin az olması, hissedarların firmaya fon sağlama konusuna daha olumlu
bakmasına neden olacak ve yeni hisse senedi ihracını mümkün kılacaktır. Bu durumda
büyük firmaların öz sermayeyi krediye tercih edecekleri sonucu ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla Finansal Hiyerarşi Teorisi, Dengeleme Teorisi’nin aksine büyüklük ve kaldıraç
arasında negatif bir ilişki olduğunu varsayar.
Ooi (1999) İngiltere’de faaliyet gösteren gayrimenkul firmalarında Finansal Hiyerarşi
Teorisi’ne uygun olarak, firma büyüklüğü ile kaldıraç arasında negatif bir ilişki tespit
etmiştir. Bu durum büyük firmalarda öz sermaye temin etme kolaylığına bağlanmıştır. Bazı
çalışmalarda ise, sadece kısa vadeli borcun firma büyüklüğü ile negatif ilişkide olduğu
bulunmuştur (ör. Titman ve Wessels, 1988).
24 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Varlıkların teminat değeri ve kaldıraç
Dengeleme teorisi; varlıklarının teminat değeri yüksek olan firmaların, kaldıraç oranlarının
da aynı şekilde yüksek olduğunu söyler. Bir firma, maddi varlıklarının teminat değerinin
yüksek olması halinde daha kolay borçlanabilecektir. Ayrıca; maddi varlıklar firmanın
tasfiye değerini yükselteceği için, finansal sıkıntının beklenilen maliyeti de azalmaktadır.
Firma varlıklarının miktarı, firmanın faaliyet gösterdiği sektörün özelliklerine göre
değişiklik gösterebilir. Dolayısıyla borçlanma miktarı da sektör özelliklerinden etkilenir.
Örneğin, imalat sektöründe faaliyet gösteren firmaların varlıkları hizmet sektöründe yer
alan firmalara göre daha fazla olacağı için borç-öz sermaye oranları da daha yüksektir.
Ooi (1999), İngiltere’deki gayrimenkul şirketlerinin sermaye yapılarının en önemli
belirleyicilerinden bir tanesinin varlıkların teminat değeri olduğunu bulmuştur. Rajan ve
Zingales (1995) ve Titman ve Wessels (1998) tarafından yapılan çalışmalarda teminat
değeri yüksek varlıklara sahip olan firmaların daha fazla borçlandığı tespit edilmiştir.
Finansal Hiyerarşi Teorisi’ne göre, bir firmanın sabit varlıkları fazla olduğu nispette
asimetrik bilgi azalır. Bu sebeple bu tip firmalar daha fazla öz sermaye kullanabilirler. Bu
durumda, finansal hiyerarşi teorisine göre sabit varlıkların payı ile kaldıraç arasında negatif
bir ilişki olduğu söylenebilir.
Literatürde bazı çalışmalarda varlık değerleri ve kaldıraç arasındaki ilişki borcun vadesine
göre değerlendirilmiştir. Örneğin, Van der Wijst ve Thurik (1993) kısa vadeli borç ve
toplam borcun varlıklarla negatif ilişkili olduğunu ancak uzun vadeli borcun varlıklarla
pozitif ilişkili olduğunu tespit etmişlerdir.
Kazancın değişkenliği ve kaldıraç
Genellikle hisse getirilerinin standart sapmasıyla hesaplanan nakit akışların değişkenliğinin
yüksek olması, firmalar için olası finansal sıkıntı maliyetlerinin ve iflas olasılıklarının
yüksek olması anlamına gelmektedir. Dengeleme teorisine göre firmanın kazancı ne kadar
değişken ise borç-öz sermaye oranı o kadar düşük olacaktır. Dolayısıyla kazancın
değişkenliği ile kaldıraç arasında negatif bir ilişki olduğu söylenebilir.
Finansal Hiyerarşi Teorisi, nakit akış değişkenliğinin yüksek olduğu zamanlarda firmaların
öz sermaye ile finansmanı, borçlanmaya tercih edeceklerini öngörmektedir. Bu nedenle,
25 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Finansal Hiyerarşi Teorisi’nde Dengeleme Teorisi’nde olduğu gibi kazancın değişkenliği
arttıkça kaldıracın azalacağı negatif bir ilişki kurulmaktadır.
De Angelo ve Masuris (1980)’e göre yatırımcıların, kazancı değişken olan firmaların
gelecekte elde edebilecekleri gelirleri kamuya açık bilgi ile tahmin etmeleri güçtür. Bu
sebeple yatırımcılar “limonlar” olarak tabir edilen bu tip firmalara borç verirken dikkatli
davranarak daha yüksek bir risk primi talep ederler. Bu durum, kazancın değişkenliğinin
kaldıracı neden negatif yönde etkilediğini açıklamaktadır.
İflas maliyetleri ve kaldıraç arasındaki ilişki
Daha önce de belirtildiği gibi Dengeleme Teorisi’nde iflas maliyeti vergi tasarrufundan
elde edilecek avantajları azalttığı için kaldıracı olumsuz yönde etkileyen faktörlerden
biridir. Bu sebeple, iflas maliyeti ile kaldıraç oranı arasında ters bir ilişki olduğu kabul
edilir.
Büyüme fırsatları ve kaldıraç
Kapasite arttırma projeleri, yeni ürünlerin piyasaya sürülmesi, başka firmaların satın
alınması ve reklam (Riahi-Belkaoui, 2000) gibi yatırımcıya kar sağlama ihtimali yüksek
olan yatırımlar büyüme fırsatı olarak değerlendirilmektedir. Dengeleme teorisine göre
büyüme fırsatına sahip olan firmalar daha risklidirler ve finansal sıkıntı maliyetleri
yüksektir. Bu durumda projeler büyük oranda öz sermaye kullanılarak fonlanacaktır.
Dolayısıyla dengeleme teorisine göre büyüme fırsatları ve kaldıraç arasında negatif bir
ilişki olduğu söylenebilir. Rajan ve Zingales (1995) büyüme fırsatları ile kaldıraç arasında
dengeleme teorisinde olduğu gibi negatif bir ilişki bulmuşlardır.
Büyüme fırsatına sahip olan küçük firmalarda firma yöneticileri projelerin kapsamı ile ilgili
olarak dışarıdaki yatırımcılara oranla daha fazla bilgi sahibidirler. Bu sebeple bilgi
asimetrisinin yüksek olduğu varsayılır. Dolayısıyla finansal hiyerarşi teorisine göre
büyüme fırsatları ve kaldıraç arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır. Michaelas ve diğ.
(1999)’nin bulguları finansal hiyerarşi teorisi ile uyumludur.
Karlılık ve kaldıraç
Dengeleme teorisine göre karlılık ve kaldıraç arasında pozitif bir ilişki vardır. Karlı
firmaların iflas ihtimali ve iflas maliyetleri düşüktür. Ayrıca, geçmiş dönemlerde yüksek
26 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
karlılık oranlarına sahip olan bir firma, borç verenler tarafından yüksek ödeme gücüne
sahip olarak görülecektir.
Finansal hiyerarşi teorisinde firma karlılığı ve kaldıraç arasında negatif bir ilişki vardır. Bu
görüşe göre; karlı firmaların, finansman için kullanabilecekleri iç kaynakları bulunmaktadır
ve bu sebeple kar oranı düşük firmalara göre kaldıraç seviyeleri daha düşük olacaktır. Bu
önermeyi test eden bir çok ampirik çalışma yapılmış ve firma karlılığı arttıkça, borç öz
sermaye oranının azaldığı tespit edilmiştir (Rajan ve Zingales, 1995; Titman ve Wessels,
1998; Hall ve diğ., 2000; Hall ve diğ., 2004; Brierley, 2005).
Serbest nakıt akışlar ve kaldıraç
Yüksek serbest nakit akışlarına sahip olan firmaların daha az riskli olmaları sebebiyle
borçlanmaları daha kolay olmaktadır. Dolayısıyla dengeleme teorisine göre, serbest nakit
akışları ile kaldıraç düzeyi arasında pozitif bir ilişki vardır.
Finansman Hiyerarşi Teorisi’ne göre serbest nakit akışlar yüksek olduğunda, firmalar
finansman ihtiyaçlarını iç kaynaklardan sağlayabilirler. Bu durum; Dengeleme Teorisi’nin
aksine serbest nakit akışlar ve kaldıraç düzeyi arasında negatif bir ilişki yaratmaktadır.
Firmanın kredi derecelendirme notu ve kaldıraç
Bu faktör, literatürde ne Dengeleme ne de Finansman Hiyerarşisi Teorisi tarafından detaylı
olarak ele alınmıştır. Mantık olarak; firmanın kredi notu iyi olduğunda risk daha azdır.
Riskler az olduğunda borç maliyeti ve AOSM de otomatikman düşük olacaktır.
Ülkeye ve sektöre özgü faktörler
Sermaye yapısının belirleyicileri ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Booth ve diğ.
(2001) borçlanma oranlarının GSYİH, enflasyon ve sermaye piyasalarının gelişmişlik
düzeyi gibi faktörlerden etkilendiğini belirtmişlerdir. Rajan ve Zingales (2001)’e göre
finansal sistemin gelişmiş olduğu ülkelerde, firmalar teminatın öneminin azalması ile
birlikte daha kolay borçlanabilmektedirler.
Vergi oranları ve kaldıraç arasındaki ilişki
Dengeleme teorisine göre vergi oranları arttıkça borçlanmanın maliyeti azalır. Bunun
sebebi borç faizinin vergi kalkanına tabi olması ve dolayısıyla firmalar için borcun
27 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
maliyetini düşürmesidir. Buradan, vergi oranları yükseldikçe firmalar için borçlanmanın
daha avantajlı bir hale geldiği görüşü ortaya çıkar.
Gayrisafi yurtiçi hasıla (GSYİH) büyüme oranı ve kaldıraç
GSYİH büyüme oranının yüksek olması, yatırımların ve dolayısıyla finansman ihtiyacının
daha fazla olacağının bir göstergesidir. Bu durumda GSYİH büyüme oranı ile kaldıraç
arasında pozitif bir ilişki olması beklenebilir.
Bankacılık sektörünün gelişmişliği ve kaldıraç
Bankacılık sektörünün gelişmiş olduğu ekonomilerde, düşük maliyetlerle finansman temin
etme olanakları artar. Bu sebeple genel beklenti, kaldıraç oranının da gelişmişlik düzeyi ile
pozitif bir ilişki içinde bulunduğu yönündedir.
Kamu iç borç stoğu ve kaldıraç
Kamu açığı, ülkeler için önemli bir makroekonomik sorundur. Kamu sektörü, ülkedeki
tasarruflardan faydalanarak bu açığı karşılamaya çalışır. Bu durumda faiz oranının da
artması ile birlikte özel sektör için borçlanma olanakları azalacaktır. Yani; kamu iç borçları
ile kaldıraç arasında negatif bir ilişki bulunmaktadır.
Faiz oranları ve kaldıraç
Faiz ödemeleri, faiz oranlarının artması ile birlikte artacaktır. Dengeleme teorisine göre,
faiz oranları arttığında borçlanma miktarı ve kaldıraç azalır. Bunun tam tersi de doğrudur,
yani faiz oranları azaldığında, firmaların borçlanma oranları artar.
Faiz oranlarının artması durumunda kredilerin daha maliyetli bir hale gelmesi, firmaların
daha az miktarda kredi talep etmelerine neden olur. Merkez Bankası’nın uyguladığı bazı
politikalar (ör. sıkı para politikası) ise faiz oranlarının artması ve bankaların kredi arzını
azaltmaları ile sonuçlanır. Kredi faizleri, GSYİH ve enflasyon gibi makroekonomik
faktörlerle doğrudan ilişkilidir. Örneğin, enflasyonun artması durumunda nominal faiz
oranları artacaktır.
Yatırım talebinde faiz oranlarının etkisi çok eskiden beri araştırılmaktadır. Firmalar karlılık
fırsatlarını yakalamak için yatırım yaparlar. Bu kararı verirken yatırımdan elde edilecek
faydaların (örn. kar artışı) yatırım maliyeti ile karşılaştırılması esastır. Burada dikkat
edilmesi gereken nokta, maliyetlerin yatırım yapıldığı anda yüklenilmesi, buna karşın
28 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
faydaların sadece gelecekte elde edilecek olmasıdır. Bu durumda firma, gelecekte elde
edeceği karları yatırım için yapacağı bugünkü maliyetler ile karşılaştırmalıdır. İşte bu
noktada faiz oranları devreye girmektedir. Firmanın cevaplaması gereken soru, bu yatırımı
gerçekleştirmek için alınan borcun faizi ile birlikte geri ödenmesine yetecek kadar getirinin
yine bu yatırımdan elde edilip edilemeyeceğidir. Projenin mevcut iç kaynaklar ile finanse
edilmesi durumunda ise; bu yatırımdan elde edilecek getirinin, paranın en az alternatif
risksiz bir yatırımdan getireceği getiri kadar olup olmayacağı değerlendirilir. Dolayısıyla,
faiz oranları yüksek olduğunda yeni yatırımlardan elde edilecek getiriler daha yüksek
olmalıdır. Aksi durumda, bu yatırım için harcanan miktarın fırsat maliyeti yüksek
olacağından, yatırım projesi reddedilecektir.
Döviz kuru ve kaldıraç
Döviz kurundaki değişimlerin firma karlılığı üzerinde önemli etkileri vardır. Örneğin;
kurda artış yaşandığında gelirleri yabancı para cinsinden, maliyetleri ise yerel para
cinsinden olan firmalar daha fazla kar edeceklerdir (Bris ve diğ., 2001). Bu durumda
dengeleme teorisine göre borçlanma oranları artacaktır. Başka bir görüşe göre ise; döviz
kurlarının artması, bilançodaki döviz cinsinden yükümlülüklerin artması ve dolayısıyla
karların azalması ile sonuçlanır. Bu şekilde düşünüldüğünde, kurdaki değişim borçlanma
oranları ile negatif bir ilişkiye sahip olacaktır.
Firmalar çeşitli sebeplerle yurtdışından finansman temin etme yoluna gidebilirler.
Finansman temin edilecek ülkenin sağladığı vergi ve düşük faiz avantajları bu sebeplerin
başında gelir. Fakat; döviz kurunda yaşanacak belirsizlikler riskliliği arttırır. Bu sebeple
dengeleme teorisine göre; sağlanacak avantajlar ve risklilik artışı değerlendirilerek
avantajların risklerden çok yüksek olması beklenir. Yani; iki ülkenin faiz oranları
arasındaki fark, firmayı tatmin edecek derecede olmalıdır.
Finansal hiyerarşi teorisine göre düşünüldüğünde ise; bilgi asimetrisinin yabancı piyasalara
nazaran yerel piyasalarda daha az olması, firmaların öncelikli olarak yerel piyasalardan
borçlanmalarını gerektirir.
Rakiplerin sahip olduğu sermaye yapısı ve kaldıraç
Rakiplerin sahip olduğu sermaye yapısı, sektöre özgü faktörler kapsamında incelenebilir.
Harris ve Raviv (1991) aynı endüstride faaliyet gösteren firmaların sermaye yapılarının
29 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
birbirlerine benzerlik gösterdiklerini belirtmişlerdir. Bu durumda, sektör genelinde
borçlanma miktarları yüksek olduğunda diğer firmalar da buna ayak uydurmaya
çalışacaklardır.
2.3 İnşaat Sektöründe Sermaye Yapısı ile ilgili Literatür Taraması
Myers (1984) ve Jordan ve diğ. (1998); borçlanma oranının firmanın endüstri
özelliklerinden ziyade, finansman ihtiyaçlarına bağlı olduğunu yani, sermaye yapısının
endüstriyel özellikler ile açıklanamayacağını söylerler. Ancak; endüstriye bağlı özelliklerin
sermaye yapısı üzerindeki etkileri bir çok çalışmada dile getirilmiştir (ör. Michaelas ve diğ.,
1999; Frank ve Goyal, 2004). İnşaat endüstrisinin farklı ölçeklerde riskler barındırması ve
projelerin kendi kendini finanse edebilen bir yapısı olması gibi özellikleri, sektörü
diğerlerinden daha da farklılaştırmakta ve dolayısıyla bu faktörlerin sermaye yapılarının
üzerinde önemli etkileri olduğunu düşündürtmektedir. Bu sebeple bu bölümde, öncelikle
inşaat sektörünün sermaye yapısını etkileyebilecek bazı özellikleri incelenecek ve daha
sonra da literatürde sektörün finansal yapısı üzerine yapılan çalışmalar değerlendirilecektir.
İnşaat sektöründe yüklenici firmaların büyük bir çoğunluğu küçük ölçeklidir. Yüklenici
firmalar dış finansman kaynağı olarak genellikle banka kredilerinden faydalanırlar. Fakat,
bir çok ülkede inşaat kredileri toplam kredilerin sadece küçük bir kısmını oluşturur.
Finansman kaynaklarının açıklandığı bölümde görüldüğü gibi, dünyada bir çok farklı
finansman kaynağı bulunmasına karşın inşaat sektörü bu zenginlikten
yararlanamamaktadır. Sektör genelinde ağırlıklı olarak; ortakların ortaya koydukları öz
sermaye, banka kredileri ve hakediş ödemeleri kurumsal ve proje finansman kaynağı olarak
kullanılmaktadır.
Bir çok çalışmada küçük ölçekli yüklenicilerin en önemli sorunlarından birinin finansmana
ulaşmada yaşanan zorluklar olduğu ortaya çıkmıştır (Larcher,1999a; Larcher,1999b;
Chiang ve Cheng, 2010). Ayrıca; inşaat sektöründe çok düşük seviyede seyreden
yenilikçiliğin önündeki en önemli engellerden biri olarak da finansman zorlukları
gösterilmektedir (Chiang ve Cheng, 2010; Raftery ve diğ., 1998; Pries ve Janszen, 1995;
Fox ve Skitmore, 2007).
30 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
İnşaat sektörünün borçlarına vade açısından bakıldığında; uzun vadeli kredilerden çok, kısa
vadeli kredilerin kullanıldığı söylenebilir. Kredili mevduat hesabının (overdraft facilities)
ve vadeli kredilerin (term loans) en çok kullanılan banka kredi tiplerinden olduğu
bilinmektedir (Chiang ve Cheng, 2010). Sektörde bunların dışında ortakların ortaya
koymuş oldukları öz sermaye, ticari krediler, cari hesap kredileri, leasing ve daha az bir
miktarda da faktoring kullanılmaktadır.
Çalışmalarda inşaat sektöründe borçlanma oranının diğer sektörlere göre daha düşük
olduğu ileri sürülmüştür (ör. Chiang ve Cheng, 2010). Bu durum sektörün aşağıda sıralanan
kendine has özellikleri ile açıklanabilir.
İnşaat projelerinin kendi kendini finanse eden yapısı
Chiang ve Cheng (2010)’in, Hong Kong’da inşaat yüklenicileri ile yaptıkları
görüşmelerde yüklenicilerin yeni bir inşaat projesine başlamak için toplam
sözleşme bedelinin sadece %10 ila %15’ine ihtiyaç duydukları ortaya çıkmıştır. Bu
para; sigorta, kesin teminat ve ilk iki ayda yapılacak işler için yeterli olmaktadır.
İnşaatın geriye kalan kısmı tedarikçi kredileri ve hakediş ödemeleri ile
gerçekleştirilebilmekte; yani proje kendi kendini finanse etmeye başlamaktadır.
İnşaat sektöründe nakit akışların pozitif yöne çekilmesinde front-end loading
(dengesiz teklif) teknikleri de sıklıkla kullanılmaktadır. Front-end loading
uygulamalarında genellikle preliminaries (ör. sigorta) ve beton işleri yüksek
fiyatlandırılmakta ve bu şekilde erken bir safhada daha fazla nakit girişi
sağlanmaktadır. Front-end loading teknikleri doğru bir şekilde uygulandığı
takdirde, proje tamamıyla hakediş ödemeleri ile finanse edilebilmektedir.
Yapılabilecek iş miktarının ve büyüme imkanlarının sınırlı olması
Sektörde inşaat hacminin küçüldüğü dönemlerde finansman ihtiyaçları
azalmaktadır. Bazı durumlarda ise yüklenici firmalar, halka açılmayı istememeleri
veya deneyimli oldukları risksiz alanlarda kendi öz sermayeleri ile işi yürütmek
istemeleri gibi sebeplerle büyümeyi tercih etmemektedirler. Çünkü, aynı anda
birçok projeyi yürütebilmek yüksek yönetim becerileri ve kapasite gerektirdiğinden
riski arttırmaktadır. Ayrıca faiz oranlarının yüksek olduğu dönemlerde geri ödeme
riski de artacağından, borçlanma kısıtlı oranda kalmakta ve öz sermaye tercih
31 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
edilmektedir. Öz sermayenin tercih edilmesinin nedenlerinden biri de finansal
krizlerden korunmaktır. Finansal krizin yaşandığı bir dönemde borcun ve faizinin
geri ödenmesi firma için daha da sorunlu hale gelmektedir. Bu sebeple firmalar
iflas etme riskini göze alamamakta ve durağan bir şekilde kalmayı tercih
etmektedirler.
Borçlanma için teminat gösterilebilecek varlıkların yeterli olmaması
İmalat sektörlerinin aksine, inşaat sektöründe firmaların büyük bir oranda varlık
yapısına sahip olmaları gerekmemektedir. Borçlanma için teminat gösterilebilecek
varlıkların yeterli olmaması, yüklenici firmaların borç oranlarının düşük olmasının
bir başka sebebidir. Özellikle, küçük ve orta ölçekli firmalar teminat gösterilecek
varlıklarının yetersiz olması sebebiyle büyük sıkıntı yaşamaktadırlar (Hall ve diğ.,
2004). Büyük ölçekli ve sektörde kendilerini ispat etmiş firmalar ise, teminat
göstermeksizin borç alabilmektedirler. Bu tip borçlanmada etkili olan temel faktör;
firmanın bankalarla olan uzun süreli iyi ilişkileridir.
Literatürde diğer sektörler için yapılmış çalışmalarda olduğu gibi, inşaat sektörünün
sermaye yapısı ile ilgili çalışmalarda da iki ana teori ön plana çıkmaktadır: Dengeleme ve
Finansal Hiyerarşi Teorileri.
İnşaat sektörü, döngüsel bir özelliğe sahiptir. Groth ve Anderson (1997)’a göre, döngüsel
endüstrilerde optimal bir sermaye yapısını korumak daha güçtür. Bu sebeple, inşaat
sektöründeki yöneticilerin finansman kararlarında hedef bir kaldıraç oranından ziyade,
alternatif finansman kaynaklarının avantajları daha etkili olmaktadır. İnşaat literatüründe
yapılan çalışmalar da bu görüşü desteklemektedir.
Chiang ve Cheng (2010), Hong Kong inşaat sektöründeki firmaların belirli bir hiyerarşiye
göre finansman temin ettiklerine yönelik yani; finansal hiyerarşi teorisini destekler nitelikte
bulgular elde etmişlerdir. Chiang ve diğ. (2002) 18’i gayrimenkul geliştirme şirketi ve 17’si
yüklenici olmak üzere toplam 35 firmanın 1993-2000 yılları arasındaki finansal verilerini
analiz etmişlerdir. Chiang ve diğ. (2002)’nin Hong Kong’daki inşaat sektöründeki
firmaların sermaye yapısını inceledikleri çalışmada, net kar marjlarından hesaplanan
karlılığın belirleyicilerden bir tanesi olduğu ortaya çıkmıştır. Çalışmaya katılan iki gruptan
ilki olan gayrimenkul geliştirme şirketleri, karlılıkları yüksek büyük ölçekli firmalar iken,
diğer grubu oluşturan yükleniciler küçük ölçeklidir ve karlılıkları düşüktür. Yazarlar; daha
32 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
karlı olan grubun borçlanma oranlarının daha düşük olduğunu tespit etmişler ve bu nedenle
de karlılık ile kaldıraç arasında pozitif bir ilişki olduğunu göstermişlerdir. Ancak düşük kar
oranına ve yüksek kaldıraca sahip olan yüklenici grubu yakından incelendiğinde; kaldıracın
yüksek olmasının sebebinin borç oranının yüksek olması değil, öz sermayenin azlığı olduğu
ortaya çıkmıştır. Yine bu çalışmada, yüklenici grubunun ortalama kredi öz sermaye oranı
0.79 iken, gayrimenkul geliştirme şirketlerinden oluşan grubun ortalaması 0.37 çıkmıştır.
Yani; yükleniciler ortaya koydukları her dolar karşılığında 79 cent’lik borç almakta iken,
gayrimenkul geliştirme şirketleri sadece 37 cent’lik borç almaktadırlar.
Chiang ve diğ. (2002); gayrimenkul geliştirme şirketlerinin Hong Kong’daki düşük
borçlanma oranlarını, bölgedeki diğer ülkelerle AWSJ (Asian Wallstreet Journal) (1997)
verilerini kullanarak karşılaştırmışlardır. Buna göre bu oran; Singapur’da 0.45, Malezya’da
0.25 ve Tayland’da 1.80’dir. Hong Kong’daki gayrimenkul geliştirme şirketlerinin
borçlanma oranlarının düşük çıkmasının bir nedeni olarak dönüştürülebilir tahvil kullanımı
gösterilmiştir. Dönüştürülebilir tahvilleri alan bir yatırımcı, bir opsiyon olarak tahvilini adi
hisseye çevirme hakkını da satın almış olur. Dönüştürülebilir tahvillerin öz sermaye
kapsamında ele alındığı ve dolayısıyla öz sermayenin olduğundan yüksek gözüktüğü ortaya
çıkmıştır. Bir diğer belirleyici faktör olan ve kısa süre içinde nakde çevrilebilecek
varlıkların toplam varlıklara bölünmesiyle hesaplanan varlık oranı ile kaldıraç pozitif ilişki
içindedir. Ayrıca, bankalarla yapılan görüşmelerde; bankaların inşaat yüklenicilerine borç
verirken diğer endüstrilerdeki firmalara oranla çok daha temkinli davrandıkları tespit
edilmiştir. Bu durum inşaat firmalarının işletme ve iflas risklerinin yüksek olmasından
kaynaklanmaktadır. İnşaat sektöründe kaldıracı etkileyen faktörler üzerinde az sayıda
çalışma vardır.
Ip ve Hopewell (1987), Hong Kong’daki “bina ve gayrimenkul” sektöründe faaliyet
gösteren firmaların borçlanma oranlarının 1970’de 0.21 iken, 1984’te 0.44 olduğunu
bulmuşlardır. Fakat sektördeki borçlanma oranlarının ekonomideki diğer sektörlerin
ortalamasından oldukça düşük olduğu gözlemlenmiştir. Bu sebeple, sektörden sektöre
değişiklik gösteren işletme risklerinin sermaye yapısı üzerinde önemli bir etken olduğu
söylenebilir.
Türkiye’de inşaat yüklenicilerinin çok küçük bir kısmı borsada işlem görmektedir. Bu
durum; inşaat hisselerinin olması gerekenden düşük fiyatlanması, firmaların çoğunlukla
küçük ölçekli olması ve sektörde kar marjlarının düşük olması sebebiyle borsada
33 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
listelenmek için gerekli şartları sağlayamamalarından kaynaklanmaktadır. İnşaat
sektöründe karlılığın düşük olduğu yapılmış birçok çalışmada ortaya çıkmıştır. Chiang ve
diğ. (2002) tarafından yapılan çalışmada, yüklenici firmaların 1993-2000 yılları arasındaki
kar marjları incelenmiş ve bu süreçte 18% zarar ettikleri tespit edilmiştir. Chiang ve diğ.
(1999)’nin; 1992-1999 yılları arasındaki inşaat firmalarının borsadaki performanslarını
değerlendirdikleri çalışmada da, yüklenicilerin karlılığının oldukça değişken ve düşük
olduğu ortaya çıkmıştır. Sektörde yüklenicilerin kar oranlarının genelde düşük olması,
bankaların uyguladığı faiz oranlarının yüksek olmasına sebep olmaktadır.
Chiang ve Cheng (2010); Hong Kong inşaat sektöründe faaliyet gösteren 23 firma ile anket,
8 firma ile de görüşmeler yapmışlardır. Çalışmada yüklenicilerin uzun vadeli kredilerden
ziyade kısa vadeli kredi kullandıkları ve banka kredilerinin çoğunlukla kredili mevduat
hesabı (overdraft facilities) ve vadeli krediler (term loans) şeklinde alındığı ortaya
çıkmıştır. Chiang ve Cheng (2010) bankaların yüklenicilerden talep ettiği faiz oranlarını da
risk algısı açısından incelemişlerdir. HIBOR veya temel borç faizi artı risk primini içeren
faiz oranlarının %4 ila %9 değiştiğini gösteren sonuçlardan, %1.7 ile 3.6% arasında değişen
HIBOR çıkarıldığında, bankaların yüklenici firmalardan %7’ye varabilen risk primi talep
ettikleri ortaya çıkmıştır. Çalışmada ayrıca, yükleniciler ve borç verenler arasındaki ilişkiyi
inceleyen sorular sorulmuştur. Büyük ölçekli yüklenicilerin küçük ölçekli firmalara göre
borç alırken daha başarılı oldukları ve başvurdukları miktara yakın bir miktarı alabildikleri
ortaya çıkmıştır. Tüm yüklenicilerdeki ortak kanı ise; borç verenlerle olan ilişkilerin, borç
temininde önemli bir yere sahip olduğudur.
Feidakis ve Rovolis (2007) Avrupa Birliği’nde yer alan 13 ülkeden 66 büyük inşaat
firmasının 1996-2004 yılları arasındaki bilanço ve gelir tablolarını sermaye yapısı
açısından incelemişlerdir. Analizlerde GSYİH gibi makro-ekonomik veriler de dikkate
alınmıştır. Çalışma sonuçlarına göre; ilk faktör olan firma büyüklüğü ile kaldıraç arasında
önemli derecede pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Bu pozitif ilişki hem kısa vadeli hem
uzun vadeli hem de toplam borçlar için geçerlidir. Dolayısıyla firma büyüklüğü açısından
bakıldığında, bulgular dengeleme teorisi ile uyumludur. Bir diğer faktör olan karlılık ile
kaldıraç arasındaki ilişkiye bakıldığında, kısa vadeli ve toplam borç ile karlılık arasında
negatif bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Bu sebeple karlılık-kaldıraç ilişkisi sonuçları
finansal hiyerarşi teorisini destekler niteliktedir. İnşaat firmalarının öncelikli olarak
birikmiş kazançlarını kullandıkları ve birikmiş kazançların yetersiz kaldığı durumlarda
34 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
borçlanmaya başvurdukları çıkarımı yapılmıştır. Ancak, uzun vadeli borçlanma ile karlılık
arasında belirgin bir ilişki bulunamamıştır.
Feidakis ve Rovolis (2007)’in incelediği diğer bir faktör de varlık değeridir. Bulgulara göre,
toplam borç ile varlık değeri arasında belirgin bir ilişki yoktur. Fakat uzun vadeli
borçlanmaya bakıldığında varlık değeri ile pozitif bir ilişki, kısa vadeli borçlanmaya
bakıldığında ise negatif bir ilişki tespit edilmiştir. Büyüme fırsatları ile kaldıraç arasındaki
ilişki finansal hiyerarşi teorisine uygun olarak pozitiftir. Son olarak firma dışı faktörlerden
GSYİH ile kaldıraç arasındaki ilişkiye bakılmış ve sadece uzun vadeli krediler ile pozitif
bir ilişki olduğu ortaya çıkmıştır.
Owusu ve Badu (2009) Gana’da faaliyet gösteren 29 adet büyük ölçekli inşaat firması ile
anket yaparak finansman stratejilerini belirlemeye çalışmıştır. Çalışma sonucunda; finansal
kararlarda birçok faktörün önemli olduğu ortaya çıkmış ancak, bu faktörlerin borç
oranlarını ne şekilde etkilediğine yönelik bir analiz yapılmamıştır.
Yönetim literatüründe birçok çalışma, firmaların kısa vadede hedef sermaye yapısından
saptıklarını ve uzun vadede hedefe doğru düzenleme yaptıklarını söylemektedir. Yeh
(2011), Tayvan inşaat endüstrisinde sermaye yapısının belirlenen hedefe doğru tekrar
düzenlenme davranışını, GMM (generalized method of moments) ile kısmi düzenleme
modeli kullanarak incelemişlerdir. Analiz 1982-2007 yılları arasında yapılmıştır. Sonuçlar
ortalama düzenleme oranının; hedef borçlanma oranı ile düzenlenmeden önceki borçlanma
arasındaki farkın 26.3%’ü olduğunu göstermektedir. Ancak, hedef borçlanma oranlarına
olan ortalama düzenleme oranı 1997 yılındaki Asya finansal krizinden sonra yavaşlamıştır.
Çalışmada elde edilen bir diğer önemli bulgu; makroekonomik koşulların, inşaat
sektöründe faaliyet gösteren firmaların borçlanma oranları üzerinde belirgin bir olumsuz
etkisi olmadığıdır.
Kim ve diğ. (2011), Kore inşaat firmalarının finansal krizi ile makroekonomik
dalgalanmalar arasındaki ilişkiyi finansal oranlar kullanarak incelemişler ve borçlanma
oranının büyük ölçüde faiz oranları ile ilişkili olduğunu tespit etmişlerdir.
35 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
3. Anket çalışması ve bulgular
Anket sorularının her biri, literatürden elde edilen veriler doğrultusunda hazırlanmıştır.
Genel finansman ve sermaye yapısı ile ilgili sorular oluşturulurken; öncelikli olarak
Graham ve Harvey (2001)’in yürütmüş oldukları çalışmadan ve daha sonra da Avrupa
Merkez Bankası ve Avrupa Komisyonu tarafından yürütülen çalışma için oluşturulan
anketten (European Central Bank, 2017) yararlanılmıştır. İnşaat endüstrisine özel sorular
oluşturulurken ise Chiang ve Cheng (2010)’in çalışmaları kapsamında hazırlamış olduğu
anket sorularından faydalanılmıştır. Bu kapsamdaki bazı sorular sermaye yapısı ile ilgili
teorilerin Türk inşaat sektöründeki yüklenici firmalar için geçerliliğini tespit etmeye
yönelik iken, bazıları ise sektördeki mevcut durumu ve inşaat şirketlerinin finansmanında
yaşanan sorunları belirlemeye yöneliktir.
Anket hazırlanırken üç adet inşaat yüklenicisi firma ile görüşülmüş ve katılımcılardan
anketi araştırmacılar yanında iken cevaplamaları istenerek, olası sorunlar tespit edilmiş ve
gerekli iyileştirmeler yapılmıştır.
Çevrimiçi bir anket yazılımı olan SurveyMonkey kullanılarak oluşturulan anketler, Türkiye
İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası (INTES), Gayrimenkul ve Gayrimenkul Yatırım
Ortaklığı Derneği (GYODER), Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB), İstanbul İnşaatçılar
Derneği (İNDER) ve Konut Geliştiricileri ve Yatırımcıları Derneği (Konutder)’ne
gönderilmiştir. Bu dernek ve sendikalara üye firma sayısı toplamda 349’dur. Ankete
toplamda 35 kişi cevap vermiştir. Dolayısıyla, anketin cevaplanma oranı % 10,03’tür.
Anket çalışmalarında genellikle cevap oranları düşük olmaktadır. Ancak bu çalışmada
cevap oranları ortalama anket cevap oranlarından daha da düşük çıkmıştır. Bunun sebebi,
anket sorularında firmaların finansman ve varlık yapılarıyla ilgili bilgiler istenmesidir.
Firmalar doğal olarak bu tipteki verileri paylaşmada çekimser davranmaktadırlar. Benzer
nitelikteki yayınlarda bu sorun sıklıkla dile getirilmiştir. Örneğin, Chiang ve Cheng (2010)
tarafından Hong Kong’da yapılan finansman ile ilgili anket çalışmasına sadece 23 firma
cevap vermiştir. Yazarlar bu noktada finansman nitelikli anket çalışmalarına cevap
oranlarının genel olarak çok düşük olduğuna dikkat çekmişlerdir. Anketin cevaplanma
oranın düşük olmasının diğer bir nedeni ise; anket sorularına, sadece firma sahibi ve üst
düzey yöneticilerin cevap verebilecek olmasıdır.
36 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Ancak, giriş bölümünde belirtildiği gibi, proje tamamlandıktan sonra örneklemin
genişletilmesi amacıyla bir çok çalışma yürütülmüştür. Genişletilmiş sonuçlar bahsedilen
iki yayında detaylı olarak yer almaktadır (Gundes ve diğ., 2018; Atakul ve diğ., 2019).
Özellikle Atakul ve diğ.’nin çalışmasında pratik ile uyumluluğu test edilen bazı teorik
önermeler hakkında elde edilen sonuçlar örneklemin genişletilmiş olması sebebiyle bu
raporun sonuçlarından farklılık göstermektedir. Dolayısıyla, bu bölümde yer alan sonuçlar
yorumlanırken bu iki çalışmanın da dikkate alınması gerektiği düşünülmektedir.
3.1 Anket yapılan firmalar ile ilgili genel bilgiler
Anketin ilk sorusu katılımcıların firmadaki görevleri ile ilgilidir. Katılımcıların 13 tanesi
(%37,14) firmada müdür olarak görev yapmaktadır. 7 katılımcı (%20) firma sahibi, 9 kişi
(%25,72) finans müdürü ve geriye kalan 6 kişi (%17,14) iş geliştirme direktörü olarak
görev yapmaktadırlar (Tablo 1).
Tablo 1. Katılımcıların firmadaki görevleri
Anketin ikinci sorusu katılımcıların eğitim durumları ile ilgilidir. Tablo 2’de görüldüğü gibi
katılımcılardan 17’si (%48,57) lisans mezunu, 16’sı (%45,72) yüksek lisans mezunu ve 2
kişi ise (%5,71) üniversitelerin doktora programlarından mezundur.
Tablo 2. Katılımcıların eğitim durumları
Firmadaki Görevi Sayı Yüzde
Firma Sahibi 7 20%
Müdür 13 37,14%
Finans Müdürü 9 25,72%
Diğer 6 17,14%
Toplam 35 100%
Eğitim Durumu Sayı Yüzde
Lisans 17 48,57%
Yüksek Lisans 16 45,72%
Doktora 2 5,71%
Toplam 35 100%
37 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Ankete katılan firmaların sadece 6 tanesi (%17,14) hisse senetlerini halka arz etmektedir.
Geriye kalan 29 firma (%82,86) ise halka açık değildir (Tablo 3).
Tablo 3. Halka açık firmalar
Tablo 4’te görüldüğü üzere, anketi yanıtlayan firmaların 16’sı (%45,71) 20 yıldan fazladır
sektörde faaliyet göstermektedir. Bununla birlikte; 15 firma (%42,86) 10-20 yıl arasında, 3
firma (%8,57) 5-9 yıl arasında ve 1 firma (%2,86) ise 2-4 yıl arasında sektörde faaliyet
gösterdiklerini belirtmişlerdir. 2 yıldan az süredir faaliyet gösterdiğini belirten bir katılımcı
olmamıştır. Buradan anlaşılacağı gibi, firmaların büyük bir çoğunluğu (% 88,57) sektörde
en az 10 yıldır faaliyet gösteren tecrübeli firmalardır.
Tablo 4. Firmaların faaliyet süreleri
Firma büyüklüğünü tespit etmek amacıyla hazırlanmış olan bir sonraki soruda,
katılımcılara firmada kaç kişinin çalıştığı sorulmuştur. Ulusal ve uluslararası standartlarda;
1 ila 9 çalışan sayısına sahip olan firmaların ‘mikro’ ölçekli, 10 ila 49 çalışana sahip olan
firmaların ‘küçük’ ölçekli, 50 ila 249 çalışana sahip olan firmaların ‘orta’ ölçekli ve son
olarak en az 250 çalışana sahip firmaların ise ‘büyük’ ölçekli olduğu belirtilmektedir. Bu
sebeple, bu soru için sunulan seçenekler bu düzene göre belirlenmiştir. Tablo 5’te gösterilen
sonuçlara göre, katılımcı firmaların 12 tanesi (% 34,3) küçük ölçekli, yine 12 tanesi
(%34,3) orta ölçekli, 7 tanesi (%20) büyük ölçekli ve 4 tanesi de (%11,4) mikro ölçeklidir.
Halka Açık/Değil Sayı Yüzde
Halka Açık 6 17,14%
Halka Açık Değil 29 82,86%
Toplam 35 100%
Faaliyet Süresi Sayı Yüzde
2-4 yıl 1 2,86%
5-9 yıl 3 8,57%
10-20 yıl 15 42,86%
20 yıldan fazla 16 45,71%
Toplam 35 100%
38 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Tablo 5. Firmalarda çalışan kişi sayısı
Anketin altıncı sorusu birden fazla seçeneğin işaretlenebileceği nitelikte bir sorudur. Bu
soruda firmalara, hangi tip işlerde faaliyet gösterdikleri sorulmuştur. Seçenekler; a) kamu
ihaleleri, b) özel sektör (kat karşılığı ve yap-sat hariç), c) kat karşılığı, d) yap-sat ve e)
diğer’dir. Soruyu yanıtlayan 33 katılımcının %45,45’i (15 firma) kat karşılığı iş yapan
yüklenicilerdir. Bunun yanında; 13 firma özel sektöre iş yapan (%39,39), 10 firma (%30,3)
kamu ihaleleri vasıtasıyla iş yapan ve 14 firma ise (42,42) yap-sat hizmeti sunan yüklenici
firmalardır. “Diğer” seçeneğini işaretleyen 10 firma; GYO, danışmanlık ve proje
yöneticiliği yapan şirketlerdir. Firmaların bazıları, bir kaç farklı tipteki alanlarda faaliyet
gösterdikleri için birden fazla seçenek işaretlemişlerdir, dolayısıyla yüzdelik oranların
toplamları da 100’ü aşmaktadır (Tablo 6).
Tablo 6. Firmaların faaliyet alanları
Yedinci soruda firmalara yapmış veya yapmakta oldukları projelerin kapsamı sorulmuştur.
İnşaat sektöründe firmalar birden fazla pazarda hizmet verebildikleri için bu soru da birden
fazla seçeneğin işaretlenebileceği nitelikte bir sorudur. Buna göre; Tablo 7’de gösterildiği
gibi konut seçeneği, bu kapsamda faaliyet gösteren 26 (%76,47) firma sayısı ile başı
çekmektedir. Konut cevabını 23 (%67,65) firma sayısı ile konut dışı bina ve tesis (turistik
Çalışan Kişi Sayısı Sayı Yüzde
1-9 kişi 4 11,4%
10-49 kişi 12 34,3%
50-249 kişi 12 34,3%
250 ve üstü 7 20%
Toplam 35 100,0%
Faaliyet Kapsamı Sayı Yüzde
Kamu İhaleleri ile İş Yapan Yüklenici 10 30,30%
Özel Sektöre İş Yapan Yüklenici* 13 39,39%
Kat Karşılığı İş Yapan Yüklenici 15 45,45%
Yap-Sat 14 42,42%
Diğer 10 30,30%
*(Kat karşılığı ve yap-sat hariç)
39 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
tesis, hastane, iş merkezi, spor, eğitim ve kültür yapıları) alanında faaliyet gösteren firmalar
takip etmektedir. Enerji ve endüstriyel tesisler seçeneğini işaretleyen katılımcı sayısı 10
(%29,41), ulaştırma (yol, köprü, tünel, havalimanı, liman vb.) seçeneğini işaretleyen
katılımcı sayısı ise 8 (%23,53) dir. Bu soruya verilen cevaplara bakıldığında, bir önceki
soruya benzer şekilde birden fazla seçenek işaretlenebileceği için yüzdelik oranların
toplamlarının 100’ü aştığı görülmektedir.
Tablo 7. Firmaların projelerinin kapsamı
Anketin bir sonraki sorusunda katılımcılara, firmaların coğrafi olarak faaliyet gösterdikleri
bölge a) yurtiçi b) yurtdışı seçenekleri verilerek sorulmuştur. Soruya 34 firma yetkilisi
cevap vermiş olup, bunlardan 21’i (%61,77) sadece yurtiçinde, 2’si (%5,88) sadece
yurtdışında, 11’i (32,35) ise hem yurtiçinde hem de yurtdışında faaliyet gösterdiklerini
belirtmişlerdir (Tablo 8).
Tablo 8. Firmaların faaliyet gösterdikleri bölge
Anketin dokuzuncu sorusunda, katılımcılardan görev yaptıkları firmaların yıllık cirolarını
belirtmeleri istenmiştir. Soruya 34 katılımcı cevap vermiştir. Tablo 9’da ifade edildiği
Proje Kapsamı Sayı Yüzde
Konut 26 76,47%
Konut dışı bina ve tesis* 23 67,65%
Ulaştırma** 8 23,53%
Enerji ve endüstriyel tesisler*** 10 29,41%
Diğer 3 8,82%
*Turistik tesis, hastane, iş merkezi, spor, eğitim ve kültür yapıları vb.
**Yol, köprü, tünel, havalimanı, liman vb.
***HES, arıtma tesisi, boru hattı, fabrikalar vb.
Faaliyet Yeri Sayı Yüzde
Sadece Yurtiçi 21 61,77%
Sadece Yurtdışı 2 5,88%
Hem Yurtiçi, Hem Yurtdışı 11 32,35%
Toplam 34 100%
40 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
üzere; 8’er katılımcı 1-8 milyon ve 8-40 milyon yıllık ciroya sahip olduklarını
belirtmişlerdir. Cirolarının 250 milyon-1 milyar TL arasında olduğunu belirten 7 firma
bulunmaktadır. Bununla birlikte; 6 firma 40-250 milyon TL ve 3 firma ise 1 milyondan
daha az ciroya sahip olduklarını belirtmişlerdir. Sadece 2 firmanın cirosu 1 milyar TL den
daha fazladır.
Tablo 9. Firmaların yıllık ciro miktarları
Genel bilgiler bölümünün son sorusu firmaların toplam varlık değerleri ile ilgilidir. Bu
soruda katılımcılara firmanın varlık değerlerini belirtebilecekleri bir boşluk verilmiştir. Bu
soruyu yanıtlayan 20 katılımcının cevaplarına bakıldığında; varlık değerinin genel olarak
1,5 milyon ile 4 milyar TL arasında değiştiği tespit edilmiştir.
3.2 Türk inşaat sektöründe sermaye yapısı
Anketin ikinci bölümünde, firmaların finansman yapıları ile ilgili sorulara yer verilmiştir.
Bu bölümden itibaren; öncelikli olarak sermaye yapısı sorularından elde edilen en önemli
bulgular verilmekte ve daha sonra bu bulgular teorik kapsamda değerlendirilmektedir.
3.2.1. Kullanılan finansman kaynakları
Finansman yapıları ile ilgili sorulardan ilki; firmanın hangi finansman kaynaklarını
kullandığı ile ilgili, birden çok seçeneğin işaretlenebildiği bir sorudur. 21 katılımcı bu
soruya cevap vermiştir. Türk inşaat sektöründe firmalar en çok, “firma sahip ve ortaklarının
ortaya koyduğu sermaye” ile “birikmiş karlar”ı birlikte kullanmaktadırlar (23,81%).
Firmalar ikinci olarak, sadece “firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye”yi
Yıllık Ciro Sayı Yüzde
< 1 milyon TL 3 8,82%
1-8 milyon TL 8 23,53%
8-40 milyon TL 8 23,53%
40-250 milyon TL 6 17,65%
250 milyon TL- 1 milyar TL 7 20,59%
> 1 milyar TL 2 5,88%
Toplam 34 100%
42 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Tablo 10. Firmaların kullandıkları finansman kaynakları
Finansman tercihleri Sayı Yüzde Mikro Küçük Orta Büyük
Sadece firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye 4 19,05% 1 2 1 -
Firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye ve birikmiş karlar 5 23,81% - 2 2 1
Firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye, birikmiş karlar ve banka kredileri 4 19,05% - 3 1 -
Firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye, birikmiş karlar, banka kredileri ve leasing 1 4,76% - - - 1
Firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye, birikmiş karlar, banka kredileri ve hisse senedi ihracı 1 4,76% - - 1 -
Firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye, birikmiş karlar, banka kredileri, hisse senedi ihracı ve leasing 1 4,76% - 1 - -
Firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye ve banka kredileri 2 9,53% - 1 - 1
Firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye, banka kredileri, faktöring ve leasing 1 4,76% - - - 1
Sadece banka kredileri 1 4,76% - 1 - -
Banka kredileri ve leasing 1 4,76% - - - 1
Toplam 21 100% 1 10 5 5
43 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
kullanmayı tercih etmektedirler (19,05%). Ancak, bu seçeneğe verilen yanıtlar firma
büyüklüğü açısından incelendiğinde ankete katılan hiç bir büyük firmanın sadece “firma
sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye”yi işaretlemediği görülmüştür. Tablo 10’da
ilk iki sırada yer alan bu finansman kaynaklarına birlikte bakıldığında; sadece “öz
sermayenin” öncelikli olarak mikro, küçük ve orta ölçekli firmalar tarafından tercih edildiği
söylenebilir.
Yine ikinci sırada; “firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye”, “birikmiş karlar”
ve “banka kredileri”ni birlikte kullanan firmalar yer almaktadır (%19,05). Bu seçenekleri
işaretleyen firmaların büyük bir çoğunluğu küçük ölçeklidir. Üçüncü olarak “firma sahip
ve ortaklarının ortaya koyduğu sermaye” ve “banka kredileri”ni birlikte kullanan firmalar
gelmektedir (%9,53).
Tablo 10’da gösterilen diğer altı farklı finansman tercihlerinin hepsi, katılımcıların
%4,76’sı tarafından kullanılmaktadır. “Firma sahip ve ortaklarının ortaya koyduğu
sermaye”, “birikmiş karlar”, “banka kredileri” ve “leasing” seçeneklerini birlikte
işaretleyen tek firma büyük ölçekli bir inşaat firmasıdır. Diğer bir büyük ölçekli firma
sadece “banka kredileri” ve “leasing”i birlikte kullanırken; bir diğeri de, “firma sahip ve
ortaklarının ortaya koyduğu sermaye”, “banka kredileri”, “faktöring” ve “leasing”i birlikte
kullanmaktadır.
Tablo 11. Firmaların banka kredisi kullanmama sebepleri
Firmalara banka kredisini kullanmama sebepleri sorulduğunda; öncelikli olarak finansal
riskleri arttırmak istemedikleri için kredi kullanmadıkları ortaya çıkmıştır. Eşit sayıda
katılımcı, faiz oranlarını yüksek buldukları için ve banka kredisine ihtiyaç duymadıkları
için kredi kullanmadıklarını belirtmişlerdir. Literatürde, kaldıracın düşük olmasında çok
Banka kredisi kullanmama sebepleri Sayı
Finansal riskimizi arttırmak istemiyoruz 6
Faiz oranlarının yüksek olması 5
Banka kredisine ihtiyacımız yok 5
Teminatımızın yetersiz olması 2
Evrak işlerinin fazla olması 0
Diğer 1
44 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
önemli bir faktör olarak görülen “teminatın yetersiz olması” seçeneğini sadece iki katılımcı
işaretlemiştir. Beklenildiği gibi; bu firmalardan biri küçük ölçekli iken, diğeri orta ölçekli
firmalardır. Bir katılımcı banka kredisi kullanmama sebebini; “şirket prosedürleri gereği
sadece Ana ve Grup şirketlerden, şirket içi borçlanma yoluyla borçlanıyoruz” olarak
açıklamıştır. Evrak işlerinin fazla olması, hiç bir firma için kredi kullanmama sebebi olarak
görülmemektedir (Tablo 11).
3.2.2 Borç oranları
Anketin 13. sorusunda, firmalardan şu anki borç-öz sermaye oranlarını belirtmeleri
istenmiştir. Ankete katılan 35 firmadan 12’si bu soruya cevap vermiştir ancak; verilen
cevaplardan 3 tanesi geçersiz olduğu için değerlendirmeye alınmamıştır. Değerlendirmeye
alınan 9 firmadan 4 tanesi, faaliyetlerini sadece öz sermaye kullanarak yürütmektedir.
Yanıtların az olması sebebiyle firma büyüklüğü ile borç-öz sermaye oranları arasında
anlamlı bir ilişki kurmak mümkün olmamaktadır. Cevaplara detaylı olarak bakıldığında,
sadece 1 büyük ölçekli firmanın bu soruya cevap verdiği görülmüştür. Bu sebeple, firma
büyüklüğü ve kaldıraç seviyeleri arasındaki ilişki ortaya konulamamaktadır.
Tablo 12. Firmaların hedef borçlanma oranlarına sahip olma durumları
Firmaların hedef borçlanma oranlarına sahip olup olmadıkları araştırmacılar tarafından
uzun zamandır tartışılan bir konudur. Daha önce belirtildiği gibi dengeleme teorisi;
firmaların optimal bir borç-öz sermaye oranına sahip olduklarını söyler. Bu oran; faizin
vergi avantajından kaynaklanan borcun faydaları ve finansal sıkıntı maliyetleri arasındaki
ödünleşim ile belirlenir (Modigliani ve Miller, 1963). Firmalara hedef borç-öz sermaye
oranlarına sahip olup olmadıkları sorulduğunda; bu soruya cevap veren 20 katılımcıdan
15’i (%75) böyle bir hedef orana sahip olmadıklarını belirtmişlerdir (Tablo 12). Bu sonuç
inşaat sektöründeki firmaların genellikle hedef bir borçlanma oranı belirlemediklerini
göstermektedir. Literatürde yer alan ve diğer sektörler ile ilgili yapılmış olan çalışmaların
Hedef borçlanma oranı Sayı Yüzde
Evet 5 25%
Hayır 15 75%
Toplam 20 100%
45 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
aksine; bu soruya evet cevabını veren 5 firmadan sadece 1 tanesi büyük ölçeklidir.
Katılımcılardan hedef borçlanma oranlarını belirtmeleri istendiğinde, hedef borç oranına
sahip olan 5 firmadan 4’ünün bu soruya cevap verdiği görülmektedir. Bu soruya %20
cevabını veren bir firma orta ölçeklidir ve %60 cevabını veren bir diğer firma da orta
ölçeklidir. Bu soruya cevap veren iki küçük firmanın birisi %10 borç hedefine sahip
olduklarını belirtirken, diğeri %30 borç hedefine sahiptir.
3.2.3 Firmaların borçlanma politikaları
15. soru, firmaların borçlanma kararlarını etkileyen faktörleri Likert ölçeğinde
derecelendirmelerini gerektiren bir niteliktedir. Bu sorunun altında; her biri finansman
literatüründeki sermaye yapısı ile ilgili teorileri test etmeyi amaçlayan toplam 13 faktör
bulunmaktadır.
Tablo 13, Türkiye’deki inşaat firmalarının borçlanmasında etkili olan faktörleri
göstermektedir. Anket sonuçlarına göre; borcun vergi avantajının sermaye yapısı
kararlarında en önemsiz faktör olduğu görülmektedir (Tablo 13, a bendi, sıralama 10, 1.88).
Tabloya bakıldığında; 16 katılımcıdan sadece bir tanesinin bu soruya katılıyorum cevabını
verdiği görülmektedir. Vergi avantajının borçlanmada önemli bir faktör olduğu görüşüne
katılan bu firma küçük ölçekli ve yurt içinde özel sektöre iş yapan bir firmadır. Katılımcılar,
sıkıntı ve iflas maliyetlerinin borçlanma kararlarını olumsuz yönde etkilediği ile ilgili
ifadeye orta-zayıf derecede katıldıklarını belirtmişlerdir (Tablo 13, b bendi, sıralama 6,
2.75). Bunun yanında; diğer yüklenicilerin borçlanma oranlarının inşaat firmalarının
borçlanma miktarlarını etkilediği ile ilgili ifadeye çok düşük seviyede kanıt vardır (Tablo
13, c bendi, 2.50). Genel sıralamada 4. önem derecesine sahip olan, firmaların kredi
notlarının borçlanmayı etkilediği ile ilgili ifadeye ise katılımcılar ortalamanın biraz üstünde
katılmaktadırlar (Tablo 13, d bendi, 3.13). Bu sonuç; firmaların kredi notları hakkında çok
da fazla endişe taşımadıklarının bir göstergesi olabilir. Bu soruya ağırlıklı olarak orta
büyüklükteki firmalar katılmakla birlikte, büyük firmaların kredi notlarının borçlanma
düzeylerini kısmen etkilediği ortaya çıkmıştır.
Fisher ve diğ. (1989), firmalar hedef bir borç-öz sermaye oranına sahip olsalar dahi,
borçlanma oranlarının zaman içinde değişebilmesini borçlanmanın işlem maliyetlerine
bağlamaktadır. Anket sonuçlarına göre; borçlanma miktarının belirlenmesinde işlem
maliyetleri çok fazla dikkate alınmamaktadır (Tablo 13, e bendi, sıralama 9, 2.27). Birçok
46 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
çalışmada; küçük firmaların daha az borç kullanmaları işlem maliyetleri ile açıklanmış olsa
da (ör. Titman ve Wessels, 1988), bu soruya cevap veren 8 mikro ve küçük ölçekli firmadan
sadece 2 tanesi işlem maliyetlerinin borçlanma düzeyleri üzerinde etkili olduğunu
belirtmişlerdir.
“Yeni projeler söz konusu olduğunda firmanın elinde yeterli derecede iç fon (öz sermaye,
birikmiş kar vb.) bulunması için borçlanmamızı sınırlı tutarız” ifadesine firmaların büyük
bir çoğunluğu katılmaktadır (Tablo 13, f bendi, sıralama 1, 3.63). Bu faktörün, inşaat
sektöründeki firmaların borçlanma kararını etkileyen en önemli faktör olduğu ortaya
çıkmıştır. Katılımcıların borçlanma kararı verirken en çok önem verdikleri diğer bir
faktörün, kazanç ve nakit akışlarındaki dalgalanma durumu olduğu ortaya çıkmıştır (Tablo
13, g bendi, sıralama 1, 3.63). Katılımcılara borçlanma kararlarının piyasa faiz oranlarının
düşük olmasından etkilenip etkilenmediğine dair de bir soru sorulmuştur. Tablo 13’deki
3.19 ortalaması; bu görüşün güçlü bir şekilde desteklendiğini ortaya çıkarmaktadır (Tablo
13, h bendi). İnşaat sektöründe, birikmiş kardan oluşan iç fonlar faaliyet sürdürmek için
yeterli olmadığında firmalar borçlanmayı tercih etmektedirler (Tablo 13, i bendi, sıralama
3, 3.19). İç fonların yetersiz olması durumunda büyük firmalardan çok, küçük firmaların
borçlanmayı tercih ettikleri anlaşılmaktadır.
Türk inşaat sektöründeki firmaların, enflasyon düzeyinin ve genel ekonomik durumun
borçlanma kararlarını etkileyen bir faktör olup olmadığını tespit etmek için iki soru
bulunmaktadır (Tablo 13, j ve k bendi, 3.19). Çok güçlü kanıtlar olmasa da; yanıtlar ve
ortalama değer, sektördeki firmaların borçlanma kararı alırken genel ekonomik durum ve
enflasyondan etkilendiklerini göstermektedir. Yine katılımcılara hisse senedinin düşük
değere sahip olmasının firmaların borçlanma seviyesini nasıl etkilediğine dair bir soru
yöneltildiğinde; firmalar düşük değerlemenin borçlanma politikalarını etkilemediğini
belirtmişlerdir (Tablo 13, l bendi, sıralama 8, 2.33).
Ross (1977) ve Leland ve Pyle (1977); firmaların, beklentileri hakkında sinyal vermek için
bir araç olarak sermaye yapısını kullandıklarını ileri sürerler. Firmalar; yatırımcılara daha
iyi bir izlenim vermek amacıyla yeni hisse senedi çıkarmak yerine borçlanmayı tercih
ettiklerine dair ifadeye orta derecede katılmaktadırlar (Tablo 13, m bendi, sıralama 5, 2.83).
Bu durum, firmaların hisse senedi ihraç kararını verirken piyasada olumlu bir izlenim
bırakma endişesi taşımadıklarını göstermektedir.
47 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Tablo 13. Firmalarının borçlanmasında etkili olan faktörler
Sıra
No Borçlanmayı Etkileyen Faktörler
Kesinlikle
KatılmıyorumKatılmıyorum Kararsızım Katılıyorum
Kesinlikle
Katılıyorum
Ağırlıklı
Ort.
1 f) Yeni projeler söz konusu olduğunda elimizde yeterli iç fon bulunması için borçlanmamızı sınırlı tutarız 1 1 3 9 2 3,63
1 g) Kazanç ve nakit akışlarımızdaki dalgalanma durumuna göre borç miktarını belirleriz 1 2 1 10 2 3,63
2 j) Enflasyon oranı borçlanma kararımızı etkiler 0 3 6 6 1 3,31
3 h) Faiz oranları düşük olduğunda borçlanmayı tercih ederiz 1 4 4 5 2 3,19
3 i) Birikmiş kardan oluşan iç fonlar faaliyetlerimizi sürdürmek için yeterli olmadığında borçlanmayı tercih ederiz 1 4 2 9 0 3,19
3 k) Genel ekonomik durum (GSYİH) borçlanma kararımızı etkiler 0 6 2 7 1 3,19
4 d) Kredi notumuz (Kredibilite) borçlanma miktarımızı etkiler 4 2 0 8 2 3,13
5 m) Yatırımcılara daha iyi bir izlenim vermek amacıyla yeni hisse senedi çıkarmak yerine borçlanmayı tercih ederiz 1 1 2 2 0 2,83
6 b) Finansal sıkıntı ve iflas maliyetlerimiz artacağı için borçlanmayı sınırlı tutarız 4 4 1 6 1 2,75
7 c) Diğer yüklenicilerin borçlanma oranları bizim borçlanma miktarımızı etkiler 5 4 2 4 1 2,50
8 l) Hisse senedimizin düşük değere sahip olması bizi daha fazla borçlanmaya sevk eder 1 2 3 0 0 2,33
9 e) Borçlanma sürecindeki işlem maliyetleri (dosya masrafı vs.) borçlanma miktarımızı etkiler 3 8 1 3 0 2,27
10 a) Borç faizinin vergiden düşülmesi bizi daha fazla borçlanmaya teşvik eder 5 9 1 1 0 1,88
48 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
4. Tartışma ve sonuçlar: Türk inşaat sektöründeki
yüklenici firmaların finansman yapıları ve sermaye
yapısı teorileri
Bu bölümde; inşaat sektöründeki firmaların finansman yapılarına dair anket yöntemiyle
elde edilen bulgulardan yola çıkılarak sektörün finansman yapısı, literatürdeki sermaye
yapısı teorilerinin önermeleri bağlamında değerlendirilmektedir. Literatür taraması ile ilgili
başlıkta belirtildiği gibi, bugüne kadar sektörün finansman davranışının hangi teori ile
örtüştüğüne dair çalışma yapılmamıştır. Var olan az sayıda çalışma ise sadece bir iki
önermeyi test eden ve dolayısıyla teorik altyapıya uygunluğu belirlememiş çalışmalardır.
Tablo 14’de sermaye yapısı teorileri ve bu teorilerdeki önermelere karşılık gelen anket
bulguları yer almaktadır. Ankette dengeleme, finansal hiyerarşi ve sinyalizasyon teorilerine
uygunluğu test eden sorular bulunmaktadır. Tablo 14’deki anket bulguları, teorilere karşılık
verecek bir şekilde düzenlenmiştir. Sonuçlar; Türk inşaat sektöründe sermaye yapısı
kararlarının hiç bir teori ile tamamen örtüşmemekle birlikte, teoriler arasında finansal
hiyerarşi teorisinin önermelerinin ağırlıklı olarak benimsendiğini göstermektedir.
4.1 Türk inşaat sektörü ve dengeleme teorisi
Ankette dengeleme teorisine uyumluluk hakkında çıkarım yapılabilecek 8 başlık
bulunmaktadır. Dengeleme teorisine göre; borcun faizi vergiden düşüldüğü için firmalar
daha fazla borçlanmayı tercih ederler. Dolayısıyla, sermaye yapısını etkileyen en önemli
faktörlerden biri, borç faizinin vergi matrahından indirilmesinden kaynaklanan
avantajlardır. Anket sonuçlarına göre; borcun vergi avantajının, sermaye yapısı kararlarını
etkileyen 13 faktör arasında en son sırada yer aldığı görülmektedir (Tablo 13, a bendi, 1.88).
Değerlendirmeye katılan sadece bir firma bu soruya katılıyorum cevabını vermiştir.
Dolayısıyla, Türk inşaat sektöründeki sermaye yapısı kararları dengeleme teorisinin bu
önermesini desteklememektedir.
Dengeleme teorisinin bir başka önermesi ise; firmaların, finansal sıkıntı ve iflas
maliyetlerini arttıracağı için borçlanmayı sınırlı tuttuklarını söyler. Anket bulgularına göre
49 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
firmalar, finansal sıkıntı ve iflas riski ihtimalinin borçlanma kararlarını olumsuz yönde
etkilediği ile ilgili ifadeye düşük oranda katılmaktadırlar (Tablo 13, b bendi, 2.75).
Tablo 14. Anket bulgularının, sermaye yapısı teorileri ile uyumluluk durumları
Dengeleme Teorisi Kanıt
a ) Borç faizi vergiden düşüldüğü için firmalar daha fazla borçlanmayı
tercih ederlerYok
b) Finansal sıkıntı ve iflas maliyetleri artacağı için firmalar borçlanmayı
sınırlı tutarYok
c) Diğer yüklenicilerin borçlanma oranları firmanın sermaye yapısı
kararında etkili olurYok
d) Firmaların kredi notu borçlanma miktarını etkiler Var
g) Kazanç ve nakit akışlarındaki dalgalanma borç miktarını etkiler Var
h) Firmalar faiz oranları düşük olduğunda borçlanmayı tercih ederler Var
e) Borçlanma sürecindeki işlem maliyetleri borçlanma miktarını etkiler Yok
Dengeleme Teorisine göre, yaşça küçük olan firmalar daha az borç
kullanırlar.
çıkarım
yapılamamaktadır
Statik dengeleme teorisi, firmaların hedef bir borçlanma oranına sahip
olduğunu söylerYok
Finansal Hiyerarşi Teorisi
i) Firmalar birikmiş kardan oluşan iç fonlar faaliyetleri sürdürmek için
yeterli olmadığında borçlanırlarVar
f) Firmalar yeni projeler söz konusu olduğunda yeterli iç fon
bulundurabilmek için borçlanmayı sınırlı tutarlar Var
h) Firmalar faiz oranları düşük olduğunda borçlanmayı tercih ederler Var
l) Hisse senedi düşük değerlendiğinde firmalar daha fazla borçlanır Yok
Finansal Hiyerarşi Teorisine göre, büyük ölçekli firmalar küçük ölçekli
firmalara göre daha fazla özsermaye kullanırlar
çıkarım
yapılamamaktadır
Finansal Hiyerarşi Teorisine göre, yaşça büyük olan firmalar daha az
borç kullanırlar.
çıkarım
yapılamamaktadır
Finansal hiyerarşi teorisi, firmaların hedef bir borçlanma oranına sahip
olmadığını söylerVar
Sinyalizasyon Teorisi
m) Firmalar yatırımcılara daha iyi bir izlenim vermek amacıyla hisse
senedi çıkarmak yerine borçlanmayı tercih ederlerYok
Dengeleme Teorisi Kanıt
a ) Borç faizi vergiden düşüldüğü için firmalar daha fazla borçlanmayı
tercih ederlerYok
b) Finansal sıkıntı ve iflas maliyetleri artacağı için firmalar borçlanmayı
sınırlı tutarYok
c) Diğer yüklenicilerin borçlanma oranları firmanın sermaye yapısı
kararında etkili olurYok
d) Firmaların kredi notu borçlanma miktarını etkiler Var
g) Kazanç ve nakit akışlarındaki dalgalanma borç miktarını etkiler Var
h) Firmalar faiz oranları düşük olduğunda borçlanmayı tercih ederler Var
e) Borçlanma sürecindeki işlem maliyetleri borçlanma miktarını etkiler Yok
Dengeleme Teorisine göre, yaşça küçük olan firmalar daha az borç
kullanırlar.
çıkarım
yapılamamaktadır
Statik dengeleme teorisi, firmaların hedef bir borçlanma oranına sahip
olduğunu söylerYok
Finansal Hiyerarşi Teorisi
i) Firmalar birikmiş kardan oluşan iç fonlar faaliyetleri sürdürmek için
yeterli olmadığında borçlanırlarVar
f) Firmalar yeni projeler söz konusu olduğunda yeterli iç fon
bulundurabilmek için borçlanmayı sınırlı tutarlar Var
h) Firmalar faiz oranları düşük olduğunda borçlanmayı tercih ederler Var
l) Hisse senedi düşük değerlendiğinde firmalar daha fazla borçlanır Yok
Finansal Hiyerarşi Teorisine göre, büyük ölçekli firmalar küçük ölçekli
firmalara göre daha fazla özsermaye kullanırlar
çıkarım
yapılamamaktadır
Finansal Hiyerarşi Teorisine göre, yaşça büyük olan firmalar daha az
borç kullanırlar.
çıkarım
yapılamamaktadır
Finansal hiyerarşi teorisi, firmaların hedef bir borçlanma oranına sahip
olmadığını söylerVar
Sinyalizasyon Teorisi
m) Firmalar yatırımcılara daha iyi bir izlenim vermek amacıyla hisse
senedi çıkarmak yerine borçlanmayı tercih ederlerYok
50 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Dengeleme teorisinin bu önermesinin de ortalamadan düşük bir ağırlığa sahip olması
nedeniyle kabul edilmediği sonucu çıkarılabilir.
Dengeleme teorisine göre firmaların kredi notu, finansal sıkıntı olasılığını gösterdiği için
borçlanma miktarını etkiler. Anket bulgularına göre; inşaat sektöründeki firmalar kredi
notlarının borçlanma miktarını etkilediği ile ilgili ifadeye ortalamanın biraz üstünde bir
seviyede katılmaktadırlar (Tablo 13, d bendi, 3.13). Dolayısıyla, inşaat sektöründeki
finansal kararlar bu bakımdan dengeleme teorisini desteklemektedir.
Nakit akışların değişkenliğinin yüksek olmasının, firmalar için olası finansal sıkıntı
maliyetlerinin ve iflas olasılıklarının yüksek olması anlamına geldiğini söyleyen dengeleme
teorisine göre; firmaların kazanç ve nakit akışlarındaki dalgalanma borç miktarını
belirlemede en önemli unsurlardan biridir. Anket sonuçları, dengeleme teorisinin bu
önermesinin Türk inşaat sektöründe güçlü bir şekilde desteklendiğini göstermektedir
(Tablo 13, g bendi, 3.63).
Dengeleme teorisine göre; firmalar faiz oranları düşük olduğunda borçlanmayı tercih
ederler. Bunun sebebi faiz oranları arttığında kredilerin daha maliyetli bir hale gelmesidir.
Gelecekte elde edeceği gelirin, yatırımları gerçekleştirmek için alınan borcun faizi ile
birlikte geri ödenmesine yetebilecek olması son derece önemlidir. Anketteki bu önermeye
verilen cevaplardan elde edilen ağırlıklara bakıldığında, Türk inşaat sektöründeki
firmaların faiz oranları düşük olduğunda borçlanmayı tercih ettikleri ortaya çıkmıştır
(Tablo 13, h bendi, 3.19). Dolayısıyla sektör, sermaye yapısı kararlarında dengeleme
teorisinin bu önermesini desteklemektedir.
Fisher vd. (1989), firmaların hedef bir borç-öz sermaye oranına sahip olsalar dahi,
borçlanma oranlarının zaman içinde değişebilmesini borçlanmanın işlem maliyetlerine
bağlamaktadır. Anket sonuçlarına göre; borçlanma miktarının belirlenmesinde, işlem
maliyetleri dikkate alınmamaktadır (Tablo 13, e bendi, 2.27). Dolayısıyla, Türk inşaat
sektörü tarafından bu önerme desteklenmemektedir.
Dengeleme Teorisine göre, yaşça küçük olan firmalar daha az borç kullanırlar. Bu önermeyi
test etmek için, anketin genel bilgiler kısmında yer alan firma yaşı ile ilgili 4 numaralı soru,
ikinci bölümde yer alan mevcut borç ve öz sermaye oranları ile ilgili 13 numaralı soru ve
firmaların kullandıkları finansman kaynakları ile ilgili 11 numaralı soru için verilen
51 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
cevaplar birlikte değerlendirilmiştir. Fakat ankete katılan yaşça küçük firmalardan sadece
1 tanesi bu soruyu cevapladığı için anlamlı bir çıkarım yapılamamaktadır.
Firmaların hedef bir borçlanma oranına sahip olup olmadıkları araştırmacılar tarafından
uzun zamandır tartışılan bir konudur. Daha önce belirtildiği gibi dengeleme teorisi;
firmaların optimal bir borç-öz sermaye oranına sahip olduklarını söyler. Bu oran faizin
vergi avantajından kaynaklanan borcun faydaları ve finansal sıkıntı maliyetleri arasındaki
ödünleşim ile belirlenir. Firmalara hedef borç-öz sermaye oranlarına sahip olup
olmadıkları sorulduğunda (14. soru); bu soruya cevap veren 20 katılımcıdan 15’i (%75)
böyle bir hedef orana sahip olmadıklarını belirtmişlerdir. Bu sonuç inşaat sektöründeki
firmaların genellikle hedef bir borçlanma oranı belirlemediklerini göstermektedir. Ayrıca
bu teori, özellikle büyük ölçekli firmaların hedef bir borçlanma oranına sahip olduklarını
belirtmektedir. Literatürde yer alan ve diğer sektörler ile ilgili yapılmış olan çalışmaların
aksine; bu soruya evet cevabını veren 5 firmadan sadece 1 tanesi büyük ölçeklidir. Sonuç
olarak, bu soruya verilen yanıtlar, dengeleme teorisini desteklememektedir.
4.2 Türk inşaat sektörü ve finansal hiyerarşi teorisi
Finansal hiyerarşi teorisine göre firmalar; birikmiş kardan oluşan iç fonların faaliyetleri
sürdürmek için yeterli olmaması durumunda borçlanırlar. Ankette bu önermeyi test etmek
için de bir soru yer almaktadır (Tablo 13, i bendi, 3.19). Sonuçlar, Türk inşaat sektöründe
firmaların faaliyetlerini sürdürmek için öncelikli olarak öz sermayelerini kullandıklarını,
borçlanmayı ancak iç kaynakların yeterli olmadığı durumlarda tercih ettiklerini
göstermektedir (3.19). Bu sebeple, anket sonuçları finansal hiyerarşi teorisinin bu
önermesini desteklemektedir. İç fonların yetersiz olması karşısında büyük firmalardan çok,
küçük firmaların borçlanmayı tercih ettikleri ortaya çıkmıştır. Ayrıca, bu sonuç da finansal
hiyerarşi teorisinin, küçük firmalarda bilgi asimetrisinin fazla olduğu görüşü ile uyumludur.
Finansal Hiyerarşi teorisine göre firmalar, yeni projeler söz konusu olduğunda ellerinde
yeterli iç fon bulundurabilmek için borçlanmayı sınırlı tutarlar. Anket sonuçlarına göre;
Türk inşaat sektöründe firmaların sermaye yapısı kararlarında en önemli faktör, yeni
projeler söz konusu olduğunda yeterli iç fon bulundurabilmek için borçlanmayı sınırlı
tutmaktır (15. soru, f bendi, 3.63). Dolayısıyla, finansal hiyerarşi teorisinin bu önermesi
kesinlikle desteklenmektedir.
52 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Dengeleme teorisinde olduğu gibi finansal hiyerarşi teorisine göre de, firmalar faiz oranları
düşük olduğunda borçlanmayı tercih ederler. Türk inşaat sektöründeki firmaların faiz
oranları düşük olduğunda borçlanmayı tercih ettikleri ortaya çıkmıştır (Tablo 13, h bendi,
3.19). Dolayısıyla sektör, sermaye yapısı kararlarında finansal hiyerarşi teorisinin bu
önermesini desteklemektedir.
Literatür bölümünde belirtildiği gibi, bir firmanın yeni hisse senedi çıkarma yoluna giderek
finansman sağlaması yatırımcılar için olumsuz bir göstergedir. Bunun sebebi, yeni hisse
çıkarmanın hisselerin olması gerekenden yüksek fiyatlandırıldığı anlamına gelmesidir.
Yöneticiler; firmanın hisse senetleri piyasada düşük değerlendirildiğinde, yeni hisse senedi
çıkarmaya isteksiz olacaklardır. Çünkü yeni hisse çıkarmak mevcut hissedarların
hisselerinin “sulandırılması” anlamına gelmektedir, yani böyle bir durumdan faydalı
çıkacak olan yeni hissedarlardır. Dolayısıyla, yöneticiler yeni hisse çıkarılmasını sadece
firma olması gerekenden yüksek fiyatlandırıldığında tercih ederler. Ankette yer alan ve
hisse senedi düşük değerlendiğinde firmaların daha fazla borçlanmayı tercih edeceklerine
dair ifadeye katılımcılar destek vermemektedirler (Tablo 13, l bendi, 2.33). Dolayısıyla,
finansal hiyerarşi teorisinin bu önermesine destek verilmemektedir.
Finansal Hiyerarşi Teorisine göre; büyük ölçekli firmalar küçük ölçekli firmalara göre daha
fazla öz sermaye kullanırlar. Bu önermeyi test etmek için, anketin genel bilgiler kısmında
yer alan firma çalışan sayısı ile ilgili 5 numaralı soru ve ikinci bölümde yer alan mevcut
borç ve öz sermaye oranları ile ilgili 13 numaralı soruya verilen cevaplar birlikte
değerlendirilmiştir. Ankete katılan yaşça büyük firmalardan sadece bir tanesi bu soruyu
cevapladığı için anlamlı bir çıkarım yapılamamaktadır.
Finansal Hiyerarşi Teorisine göre, yaşça büyük olan firmalar daha az borç kullanırlar. Bu
önermeyi test etmek için, anketin genel bilgiler kısmında yer alan firma yaşı ile ilgili 4
numaralı soru ve ikinci bölümde yer alan mevcut borç ve öz sermaye oranları ile ilgili 13
numaralı soruya verilen cevaplar birlikte değerlendirilmiştir. Ankete katılan yaşça büyük
firmalardan çok azı bu soruyu cevapladığı için anlamlı bir çıkarım yapılamamaktadır.
Dengeleme teorisinin aksine, finansal hiyerarşi teorisi firmaların hedef bir borçlanma
oranına sahip olmadığını söylemektedir. Ankette bu önermeyi test etmek için ayrı bir soru
bulunmaktadır (14. soru). Bu soruya cevap veren 20 firmadan 15’i (%75) hedef bir
53 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
borçlanma oranına sahip olmadıklarını belirtmişlerdir. Dolayısıyla, bu bulgu finansal
hiyerarşi teorisi ile uyumludur.
4.3 Türk inşaat sektörü ve sinyalizasyon teorisi
Firmaların yatırımcılara daha iyi bir izlenim vermek amacıyla hisse senedi çıkarmak yerine
borçlanmayı tercih ettiklerini öne süren sinyalizasyon teorisinin inşaat sektörüne
uygunluğu anketin 15. sorusunun m bendinde test edilmiştir. Buna göre, Türk inşaat
sektöründe firmalar “yatırımcılara daha iyi bir izlenim vermek amacıyla hisse senedi
çıkarmak yerine borçlanmayı tercih ederler” ifadesine orta-zayıf derecede destek
vermektedirler. Dolayısıyla, bulguların sinyalizasyon teorisi ile uyumlu olmadığı
söylenebilir.
4.4 Sonuçlar
Bu çalışmada, inşaat firmalarında sermaye yapısının belirleyicileri ve finansal davranışların
sermaye yapısı teorileri ile uyumluluğu araştırılmıştır. Sonuçlar inşaat sektöründe sermaye
yapılarının mevcut teoriler ile tamamen örtüşmediğini, buna karşın finansal hiyerarşi teorisi
ile kısmi uyumluluk gösterdiği bulunmuştur. Bu bağlamda inşaat firmalarının finansal
hiyerarşi teorisinde önerildiği gibi finansman kaynaklarında bir sıralama tercih ettikleri
anlaşılmaktadır. Ancak, finansal hiyerarşi teorisini destekleyen bazı bulguların, teorinin
önerdiği gibi bilgi asimetrisi probleminden kaynaklanıp kaynaklanmadığı açık değildir.
Dengeleme teorisinin temel mantığını oluşturan vergi kalkanı ve finansal sıkıntı maliyetleri
arasındaki ödünleşimin ise inşaat sektöründeki yükleniciler için bir belirleyici olmadığı
tespit edilmiştir. Fakat, örneklemin az olması nedeniyle dengeleme teorisinin ana
önermeleri olan firma büyüklüğü, yaşı ve varlık değerleri ile borç oranları arasındaki ilişki
ile ilgili olarak kesin sonuçlara ulaşılamamıştır. Dolayısıyla, daha yüksek sayıda bir
örnekleme ulaşılarak elde edilecek sonuçlar inşaat sektörünün teorilerle uyumluluğunu
daha açık bir şekilde ortaya koyabilir.
55 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Referanslar
Alavipour, S.M.R., Arditi, D. (2018) Optimizing financing cost in construction projects
with fixed project duration. Journal of Construction Engineering and Management, 144(4),
04018012.
Bessler, W., Drobetz, W., Grüninger, M.C. (2011) Information asymmetry and financing
decisions. International Review of Finance, 11(1), 123-154.
Booth, L., Aivazian, V., Demirguc‐Kunt, A., Maksimovic, V. (2001) Capital structures in
developing countries. The Journal of Finance, 56(1), 87-130.
Bradley, M., Jarrell, G.A., Kim, E.H. (1984) On the existence of an optimal capital
structure: theory and evidence. The Journal of Finance, 39(3), 857-878.
Brierley, P. (2005) The determination of UK corporate capital gearing. Bank of England
Quarterly Bulletin, 45(3), 356-366.
Bris, A., Koskinen, Y., Pons, V. (2001) Corporate Financial Policies and Performance Prior
to Currency Crises. William Davidson Working Paper No. 386.
Chen, J.H., Chen, W.H. (2012) Contractor costs of factoring account receivables for a
construction project. Journal of Civil Engineering and Management, 18(2), 227-234.
Chiang, Y.H., Tang, B.S., Chan, A.P.C. (1999) Re‐engineering construction financing: a
case study of local contractors in Hong Kong Special Administrative Region, Proceedings
of the International Conference on Construction Process Re‐engineering, Sydney, 12‐13
Temmuz, 439‐448.
Chiang, Y.H., Chan, A.P.C., Hui, E.C.M. (2002) Capital structure and profitability of the
property and construction sectors in Hong Kong. Journal of Property Investment &
Finance, 20(6), 434–53.
Chiang, Y.H., Cheng, E.W. (2010) Construction loans and industry development: the case
of Hong Kong. Construction Management and Economics, 28(9), 959-969.
DeAngelo, H., Masulis, R.W. (1980) Leverage and dividend irrelevancy under corporate
and personal taxation. The Journal of Finance, 35(2), 453-464.
56 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Enshassi, A., Al-Hallaq, K., Mohamed, S. (2006) Causes of contractor's business failure
in developing countries: the case of Palestine. Journal of Construction in Developing
Countries, 11(2), 1-14.
European Central Bank (2017) Survey on the Access to Finance of Enterprises in the Euro
Area (SAFE) [online] Available from: https://www.ecb.europa.eu/stats/ecb_surveys/safe
/html/index.en.html [Accessed 16 June 2017].
Feidakis, A., Rovolis, A. (2007) Capital structure choice in European Union: evidence from
the construction industry. Applied Financial Economics, 17(12), 989-1002.
Fisher, E.O., Heinkel, R., Zechner, J. (1989) Dynamic capital structure choice: theory and
tests. Journal of Finance, 44(1), 19-40.
Fox, P., Skitmore, M. (2007) Factors facilitating construction industry development.
Building Research & Information, 35(2), 178–88.
Frank, M.Z., Goyal, V.K. (2004) The effect of market conditions on capital structure
adjustment. Finance Research Letters, 1(1), 47-55.
Gaud, P., Jani, E., Hoesli, M., Bender, A. (2005) The capital structure of Swiss companies:
an empirical analysis using dynamic panel data. European Financial Management, 11(1),
51-69.
Graham, J. R., Harvey, C. R. (2001) The theory and practice of corporate finance: evidence
from the field. Journal of Financial Economics, 60(2), 187-243.
Groth, J.C., Anderson, R.C. (1997) Capital structure: perspectives for
managers. Management Decision, 35(7), 552-561.
Gupta, L. (1983) Financial ratios for monitoring corporate sickness. Delhi, India: Oxford
University Press.
Gundes, S. (2011) Exploring the dynamics of the Turkish construction industry using
input–output analysis. Construction Management and Economics, 29(1), 59-68.
Gundes, S., Atakul, N., Buyukyoran, F. (2018) Financial issues in construction:
bibliometric analysis and trends. Canadian Journal of Civil Engineering, ja.
Hall, G., Hutchinson, P., Michaelas, N. (2000) Industry effects on the determinants of
unquoted SMEs' capital structure. International Journal of The Economics of Business,
7(3), 297-312.
57 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Hall, G., Hutchinson, P.J., Michaelas, N. (2004) Determinants of the capital structures of
European SMEs. Journal of Business Finance & Accounting, 31(5–6), 711–28.
Harris, M., Raviv, A. (1991) The theory of capital structure. The Journal of Finance, 46(1),
297-355.
Ip, Y.K., Hopewell, M.H. (1987) Corporate financial structure in Hong Kong. Hong Kong
Journal of Business Management, 5, 21–31.
Jordan, J., Lowe, J., Taylor, P. (1998) Strategy and financial policy in UK small firms.
Journal of Business Finance & Accounting, 25(1-2), 1–27.
Jensen, M.C., Meckling, W. (1976) Theory of the firm: managerial behaviour, agency costs
and capital structure. Journal of Financial Economics, 3(4): 305–60.
Jensen, M.C. (1986) Agency costs of free cash flow, corporate finance, and takeovers. The
American Economic Review, 76(2), 323-329.
Kim, S., Lee, S., Kim, J. (2011) Relationship between the financial crisis of Korean
construction firms and macroeconomic fluctuations. Engineering, Construction and
Architectural Management, 18(4), 407-422.
Kraus, A., Litzenberger, R.H. (1973) A state‐preference model of optimal financial
leverage. The Journal of Finance, 28(4), 911-922.
Larcher, P. (1999a) A model for a contractor support agency, Management of Appropriate
Road Technology (MART) Working Paper 14.
Larcher, P. (1999b) Construction. In Urban Forum (Vol.10, No.1, 75-89). Springer
Netherlands.
Leland, H.E., Pyle, D.H. (1977) Informational asymmetries, financial structure, and
financial inter-mediation. Journal of Finance, 32(2), 371-387.
Lev, B. (1969) Industry averages as targets for financial ratios. Journal of Accounting
Research, 7(2), 290-299.
Michaelas, N., Chittenden, F., Poutziouris, P. (1999) Financial policy and capital structure
choice in UK SMEs: empirical evidence from company panel data. Small Business
Economics, 12(2), 113-130.
58 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Modigliani, F., Miller, M.H. (1958) The cost of capital, corporation finance and the theory
of investment. American Economic Review, 48(3), 261–97.
Modigliani,F.,Miller, M.H. (1963) Corporate income taxes and the cost of capital: a
correction. American Economic Review, 53(3), 433-443.
Myers, S.C. (1977) Determinants of corporate borrowing. Journal of Financial Economics,
5(2), 147-175.
Myers, S.C. (1984) The capital structure puzzle. Journal of Finance, 39(3), 575–592.
Myers, S.C., Majluf, N. (1984) Corporate financing and investment decisions when firms
have information that investors do not have. Journal of Financial Economics, 13(2), 187–
221.
Ooi, J.T.L. (1999) The debt maturity structure of UK property companies. Journal of
Property Research, 16(4), 293-307.
Owusu, M.D., Badu, E. (2009) Determinants of contractors' capital investment finance
strategy in Ghana. Journal of Financial Management of Property and Construction, 14(1),
21-33.
Pike, R., Neale, B. (2003) Corporate Finance and Investment Decision Strategies, Prentice
Hall, 4th Edition, Harlow, England.
Pries, F., Janszen, F. (1995) Innovation in the construction industry: the dominant role of
the environment. Construction Management and Economics, 13(1), 43–51.
Raftery, J., Pasadilla, B., Chiang, Y.H., Hui, E.C., Tang, B.S. (1998) Globalization and
construction industry development: implications of recent developments in the construction
sector in Asia. Construction Management and Economics, 16(6), 729-737.
Rajan, R.G., Zingales, L. (1995) What do we know about capital structure? Some evidence
from international data. The Journal of Finance, 50(5), 1421-1460.
Rajan, R.G., Zingales, L. (2001) Financial systems, industrial structure, and growth. Oxford
Review of Economic Policy, 17(4), 467–482.
Riahi-Belkaoui, A. (2000) Accounting and the investment opportunity set. Greenwood
Publishing Group.
59 | M S G S U B A P 2 0 1 7 / 1
Ross, S.A. (1977) The determination of financial structure: the incentive signalling
approach. The Bell Journal of Economics, 8(1), 23-40.
Russell, J.S. (1991) Contractor failure: analysis. Journal of Performance of Constructed
Facilities, 5(3), 163-180.
Titman, S., Wessels, R. (1988) The determinants of capital structure choice. The Journal
of Finance, 43(1), 1–19.
Van der Wijst, N., Thurik, R.(1993) Determinants of small firm debt ratios: an analysis of
retail panel data. Small Business Economics, 5(1), 55–65.
Yeh, H.H.H. (2011) Adjustment behaviour of capital structure over the business cycles:
evidence from the construction industry of Taiwan. Construction Management and
Economics, 29(4), 329-340.