namık kemal - vatan yâhut silistre
DESCRIPTION
NovelTRANSCRIPT
NAMIKKEMAL VATAN YAHUT SİLİS'l'RE
HAZlRLAYAN KEMALBEK
© BORDO SİYAH KLMbl: YAY.IlftAR BASKI2004,İSTANBUL
DİZİ TASARIMI H. HÜSEYiN ARIKAN
DÜNYA KLASİKLERİ EDiTÖRÜ VEYSEL ATAYMAN
TÜRK KLASİKLERİ EDİTÖRÜ KEMAL BEK
ISBN 975-8688-32-4
TREND YAYlN BASlM DAÖITDI REKLAllll ORGANİZASYON SAN. TİC. LTD. ŞTİ. MRK. MERKEZ EFENDi MAH. DAVUTPAŞA CD. İPEK İŞ MERKEZI 6/3 9-22 TOPKAPI/İSTANBUL ŞB.
CAFERAGA MAHALLESi MÜHÜRDAR CADDESi NO: 60/5 81300 KADlKÖY/İSTANBUL TEL: (02!6) 348 98 03- 348 97 63 FAKS: (0216) 349 93 45
NAMIK KEMAL
VATAN yihut SİLİSTRE
HAZlRLAYAN: KEMAL BEK
BORDO~İYAH
TiYATRO
NAMIK KEMAL
Narnık Kemal (asıl adıyla Mehmed Kemal),
21 Aralık 1840'ta, dedesi Abdüllatif Paşa'nın
mutasamr olarak bulunduğu Tekirdağ'da
doğdu. Aralannda sadrazamlar, önemli ko
numlarda bulunmuş askerler, devlet adamla
n ve şairler de bulunan bir soydan gelmekte
dir. Babası, Padişah I. Abdülhamid'in münec
cimbaşısı·· Mustafa Asım Bey, annesi kültür
lü bir kadın olan Fa tma Zelıra Hanım' dır.
Aile, dede Abdüllatif Paşa'nın Afyon san
cağı mutasamflığına (kaymakamlık) atanma
sı üzerine, 1846'da Ai}ron'a geldi. Kemal, o sı
rada müftülük görevinde bulunan ve bir za
manlar Rusya ve Mısır'da bulunmuş; Arapça,
Farsça, Rusça, Yunanca ve Latince bilen;
görmüş geçirmiş bir kimse olan Buharalı Ha
cı Abdülvahid Efendi'den dersler aldı, ondan
etkilendi. (Aslında Narnık Kemal'in düzenli
bir öğrenim görmemiş, bir çok Tanzimat sa
natçısı gibi o da, yaşama atıldıktan sonra, ya
şam deneyimleriyle kendisini yetiştirmiştir.)
Dedesi Abdüllatif Paşa, 1848'de Kütah
ya'ya atandı, bu kente gitmeden önce de kimi
• Tanzimat'tan sonra eyaJetten daha küçük yerleşme birimi olan "sancak"ın en yüksek yöneticisi. Önemli tarihierin saptanması konusunda gökbilimsel hesaplar yapmakla görevli saray memuru.
-5-
işleri dolayısıyla İstanbul'a çagrtlan dede. ai
lesini Afyon'da bırakmıştı. Kemal, bu sırada
annesini yitirdi. Derlesinin de çok geçmeden
aziedilmesi üzerine aile İstanbul'a taşındı.
Kemal, Beyazıt Rüşdiyesi'nde öğrenime baş
ladı; daha sonra Valide Mektebi'ne verildi.
Dedesi 1853'te Kars'a atandı; Kemal bu kent
te kaldığı bir buçuk yıl boyunca, Vaizzade
Seyyid Efendi'den özel dersler aldı, sporla il
gilendi, hocasının yüreklendirmesiyle ilk şiir
denemelerini kaleme aldı.
Paşa'nın 1854'te yeniden aziedilmesi üze
rine İstanbul'a taşındılar; 1855'te Sofya'ya
atanması üzerine de bu kente gittiler. Burada
özel öğretmenlerden Arapça, Farsça ve yazı
dersleri gördü. Şair Eşref Paşa'nın yüreklen
dirmesiyle eski biçernde bir divan oluşturacak
kadar çok da şiir yazdı. Bu arada Niş kadısı
nın kızı Nesime Hanım'la evlendi; bu evlilikten
Feride, Ulviye ve kendisi gibi şair ve yazar olan
Ali Ekrem (Bolayır) adlı çocuklan oldu.
Namık Kemal, 1857'de İstanbul'a döndü;
kendisinin kültürel yaşaınında çok önemli bir
yeri olan Haneiye Nezareti Tercüme Odası'na*
memur olarak girdi. Fransızca öğrendi ve dö
nemin ünlü şairlerinden Leskoçalı Galib'le,
onun aracılığıyla da bir divan şairleri toplulu
ğu Encii.men-i Şuara şairleriyle tanıştı.
Namık Kemal'in kültürel gelişmesini; di
van kültür adamı olmaktan çıkarak batılı dü
şünceye yönelmesini sağlayan, siyasi düşün
celerinin şiirine girmesinde etkili olan ve ya-
• Dışişleri Bakanlıgı Çeviri Odası (Bürosu). Bu odanın memurlan Dışişleri'nin yazışmalannı yönetmekle gö· revliydi.
-6-
zınırnızda, yazı dilimizde batılı bir çok yenili
gi başlatan Şimisi Efendi'yle tanışması da
1862'dedir; Kemal, Tasvir-i Ejkôr* gazetesinin
yazarlan arasına katıldı. Bu gazetede yayım
ladıgı siyasal ve toplumsal eleştirileri konu
alan rnakaleleriyle, Osmanlı kültürü ve yazı
m konulu makaleleri, sonradan sürgün1ere
gönderilmesine yol açacak olan muhalif kişi
liginin ilk ürünleridir.
Namık Kemal, 1865'te Yeni Osmanlılar
Cerniyeti'ne·· katıldı. Cemiyet üyelerinin Meş
rutiyet istekleri, rneşrüti yönetim kurulursa
ülkenin geri kalmışlıktan kurtulacagı yolun
daki beklentileri gerçekleşmedi. Namık Ke
mal'in Muhbir'de yayımlanan "Şark Meselesi"
başlıklı makalesi üzerine basın üzerinde şid
detli bir sansür uygularnası yürürlüge kon
du; Cemiyet'in varlığını öğrenen hükümet,
Muhbir başyazan Ali Suavi'yi Kastarnonu'ya,
Narnık Kernal'i Erzurum vali yardırncılıgına,
Ziya Paşa'yı Kıbns rnutasarnflığına sürgün
olarak gönderdi.
Sürgünler görev yerlerine gitrneyerek, Pa
ris'te bulunan Mustafa Fazıl Paşa'nın çağnsı
• 1862'de Şimisi"nin yönetiminde yayımlanmaya başlayan bu gazete. Tercümdn-ı Ahvarden sonra ikinci özel gazetemizdir. Haftada iki kez çıkan bu gazetenin alt başlığı "Havadis ve Mafuife Dair Osmanlı Gazetesi"dir. Gazete 1860'tan sonra Namık Kemal'in. 1865'ten sonra Ebüzziya Tevfik'in, 1867'de de Recaizade Mahmud Ekrem'in yönetiminde çıkmış, ayın yıl 830. sayıdan sonra kapanmıştır. (M. Orhan Bayrak, Tii.rkiye'de Gazeteler ve Dergiler Sözlüğü 1831/1993, Küll Yayınlan. Istanbul, 1994, s.l36).
•• ı 860'larda, aralannda Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, All Suavi gibi yazariann bulunduğu, Meşrutiyet yönetinıini kunnak amacıyla Il. Abdülhamid'c basın yoluyla ımıhalefet eden demek. Daha sonraki Jön Türk harekeUyle kanştınlmanıalıdır.
-7-
ve Fransız elçiliğinin de yardımıyla, 1867'de
Paris'e kaçtılar ve Muhbir'i burada çıkarınaya
başladılar. Sürgünler bu kentte ancak bir ay
kalabildi; III. Napolyon'un düzenlediği Ulus
lararası Barış Fuan'nı Padişah Abdülaziz'in
ziyareti nedeniyle, Fransız hükümeti Namık
Kemal ve arkadaşlanndan ülkeyi terk etmele
rini isteyince, İngiltere'ye geçtiler. Namık Ke
mal, Ziya Paşa ile birlikte, M. Fazıl Paşa'nın
parasal desteğiyle, 1868'de Londra'da Hürri
yet gazetesini çıkararak, siyasal düşünceleri
ni yaymayı sürdürdü.
M. Fazıl Paşa'nın yardımının kesilmesi ve
1870 Prusya-Fransa savaşının başlaması
üzerine, Namık Kemal Cenevre'ye, sonra da
Viyana'ya gitti. Bu arada Zftptiye Nazın'nın*
"yurda dön" çağnsı üzerine, nazınn yazı yaz
mama koşulunu kabul ederek, 187l'de İstan
bul'a döndü. 1872'de Ebüzziya Tevfik'le birlik
te İbret gazetesini yayın hakkı sahibi olan bir
Ermeni'den kiralayarak çıkardı ve bu gazete
ile kendisinin çıkardığı ilk gülmece gazetemiz
olan Diyojen'de yeniden yazmaya başladı. İb
ret'te yayımlanan bir makalesi nedeniyle gaze
te dört ay kapaWdı ve Namık Kemal Gelibo
lu'ya mutasamf olarak sürüldü. Ürılü oyunu
Vatan'ı sürgünün bitimine doğru yazmaya
başladı ve sürgünden döndükten sonra ta
mamladı. Yeniden çıkarınaya başladığı İbret
gazetesinin başına geçti. Vatan, 1 Nisan
1873'te Güllü Agop'un tiyatrosunda oynandı.
Seyircilerin büyük bir coşkuya kapılarak "Çok
yaşa Kemal!", "Yaşasın milletin Kemaii!" diye
• Emniyet Genel Müdürü.
-8-
gösteri yapmalan, bununla da yetinmeyerek
gazeteye kadar gidip Namık Kemal'le görüş
mek istemeleri, onu bulamayınca bir teşekkür
mektubu yazmalan, İbrefin de bu olan biteni
yayımlaması üzerine 5 Nisan 1873'te gazete
bu kez sürekli olarak kapatıldı. N. Kemal, Kıb
ns'taki Magosa kalesine; Ebüzziya Tevfık, Nu
ri ve Ahmed Mithat Efendi de Rodos'a kale
bend* olarak sürgün edildiler.
Namık Kemal'in Magosa sürgünü, yazarlı
ğı bakımından çok verimli bir dönem oldu; İn
tibdhromanını, AkifBey, Gülnihdl, Zavallı Ço
cuk ve Kara Belii oyunlanyla kimi tarih, eleş
tiri ve yaşamöyküsü türlerindeki :y:apıtlarını
bu dönemde kaleme aldı.
30 Mayıs 1876'da Abdülaziz'in tahttan in
dirilmesi, yerine V. Murad'ın geçirilmesiyle,
Kıbns'ta 28 ay süren sürgünden İstanbul'a
döndü. Ancak V. Murad'ın akıl sağlığının bo
zulması üzerine, yerine, Meşrutiyet'i kurarak
bir anayasa ilan etme sözü vererek getirilen Il.
Abdülhamid, kendisine karşı gelişen muhale
feti baskı altına almak için, 1877-78 Osman
h-Rus savaşını bahane ederek meclisi kapatıp
Kaanün-u Esasi'yi askıya aldı; Namık Kemal'i
Mikaarnete ınecbür"** olarak Midilli'ye sürgün
etti. Kemal, 1884'te Rodos mutasarnflığına
: atandı. Burada Osmanlı Tarihi'ni yazmaya
· .. başladı; bir çok okul açılmasını sağladı.
~ Kalebendler, kalenin içinde özgürdürler, ama kalenin dışına çıkmalan yasaktır.
~· Sürgünün, oturmak zorunda oldugu kentten dışan çıkmamak koşuluyla özgür olma cezası. Bu cezaya çarptınlan kişi, her gün kolluk gücü merkezine görünüp imza vermek zorundaydı.
-9-
Üç yıl sonra Sakız'a atandı; ama burada
bir süre sonra zatürreeye yakalandı, 2 Aralık
I888'de öldü ve bir caminin haziresine* gö
müldü. Daha sonra padişahın izniyle cesedi,
vasiyeti gereği Gelibolu'ya getirilip Bolayır'da
Rumeli fatibi Süleyman Paşa'nın türbesinin
yanına, tasarımını Tevfik Fikret'in yaptıgı la
hide konuldu. ••
Sanatı
Yazınımızda "Vatan Şairi" diye anılan Na
mık Kemal, Şinasi ve Ziya Paşa ile birlikte
Tanzimat Dönemi yazınının kurucusu sayılır.
Daha çok şair olarak tanınmasına karşın ro
man, eleştiri, inceleme, tarih, yaşamöyküsü
ve benzeri türlerde de yapıtlar verdi.
Namık Kemal'in sanat yaşamında Fransız
ca'yı öğrenerek Tercüme Odası'na girmesi, Şi
nasi ile tanışması ve Avrupa'yı (Fransa ve in
giltere) görmesi önemli etkenler oldu. Tanzi
mat ilkelerinin iyi kötü yaşama geçirilmesiyle
yetişen, yeni düşüncelere, özellikle Avru
pa'nın etkilerine açık olan, dolayısıyla Os
manlı devletinin kurtuluşunun batılı anlam
da siyasal ve kültürel temelierin kurulmasıy
la olabilecegini düşünen genç kuşagın ilk
temsilcilerinden biridir.
Önce dogu kültürünü ve divan yazmını
öğrenen, üstelik bir de divan yazan Namık
• Caminin yarunda, çevresi duvarla çevrili mezarlık. Namık Kemal'in yaşamöyküsü. Namıle Kemal. Hayat~ Sanat~ Eseri (Hikmet Oizdaroglu, Varlık yay .• 1965) ve "Namıle Kemal Üzerine Bir Biyografi Denemesi (Abdullah Uçman, Ölümünün 100. Yılında Namıle Kemal kitabı içinde, Marmara Üniversitesi Yayım, 1988) adlı kaynaklardan derlenmiştir.
-10-
Kemal'in, Şinasi'yle tanıştıktan ve Tercüme
Odası'na girdikten ve hem politikayla hem de
Batı kültürüyle ilgileurneye başladıktan son
ra düşünce ve sanat anlayışı da "politik sa
nat" ya da "politik görüşleri sanat yoluyla
yayınak" yolunda biçimlendi. Ancak, ilk genç
liklerinde sağlam bir doğu ve din kültürü al
mış olmalan nedeniyle, Namık Kemal ve öte
ki kuşaktaşlarının sanatlannda hem doğu
kültürünün hem de batı kültürünün değerle
ri bir arada görülür. Bu oluşum, hangi türde
yazariarsa yazsınlar, onlann yapıtlannın öz
yapılarını da belirlemiştir.
Namık Kemal'in (Şinasi ve Ziya. Paşa'nın
da) şiir alanında getirdiği en önemli yenilik,
kendisinin "parça bohçası" diye nitelediği di
van şiiri konulanndan başka konuların da şi
Irde işlenebileceğini göstermek oldu. Kendi
sinden önce, toplumsal çalkantılara, savaşla
ra, yıkınılara karşın, şiirde geleneksel me
cazlı ve mazmunlu bir dille "aşk" ve "tann aş
kı" hemen hemen tek konu olarak işlenirken,
genç kuşağın bu üç sanatçısı, bu anlayıştan
uzaklaşarak ve eskiden başka başka anlam
larda kullanılan "vatan", "millet", "hürriyet"
lı(ibi sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek şiiri
siyasallaştırdılar; şiirde eski "aşık tipi"nin ye
rini, gelecekte "meşrutiyet"i kuracak olan "si
yasal ve çağından sorumlu insan" tipi aldı.
Bunu yaparken de, aynı ana düşüncenin her
heyitte farklı mazmunlarla yineleurnesi anla
yışından kısmen uzaklaşarak, şiirde anlam
lıütünlüğüne yöneldiler.
Bununla birlikte, Tanzimat Yazını'nın bu
-ll-
üç sanatçısı, ufak tefek değişikliklerle gazel
(Namık Kemal'in gazelleri), kaside (Namık Ke
mal'in Hüniyet Kasidesi, Şinasi'nin Reşit Pa
şa için yazdığı kasideler), terkib-i bend (Ziya
Paşa'nın Terkib-i Bend'i) gibi eski şiir türleri
ne, biçimlerine, nazım birimine ve aruz ölçü
süne bağlı kaldılar; siyasal düşüncelerini ya
yabilmek için kendilerine engel oluşturan Di
van şiiri dilinde yalınlaşmaya gitmelerine,
mecazsız söylemeye çalışmalanna karşın, yi
ne de eski mecazlan kullanmadan edemedi
ler.
Şiiri bu yola sokarken, şiirsel duyarlığı da
elden kaçırdılar; eski şiirin "aşık" ve "Tann
aşığı" tipinin yerine, "vatanı için canını ver
mekten çekinmeyen", "yaşamını vatana ada
yan" insan tipini koyarken, ister istemez öğ
reticiliğe yöneldiler. Makalelerinde söyledikle
rini, bir de "şiir dili"yle ölçülü, uyaklı söyle
meye yönelerek şiiri siyasal ve toplumsal dü
şünceleri yayma aracı konumuna getirdiler.
(Daha sonra, 1923 ve 1960 sonrası şiirinde
olduğu gibi, toplumsal bunalım dönemlerin
de şiirin siyasal düşünceleri yayma aracı ola
rak kullanıldığı pek çok kez görüldü.)
Elbet de, Namık Kemal'in şiirini, bu geli
şimden ayn tutamayız. Çünkü Namık Ke
mal'in şiiri, özellikle Şinasi ile birlikte, Tanzi
mat Dönemi şiirinin belirleyici ve besleyici
kaynağı olmuştur.
Romanı, "Romandan maksat, olmamışsa
bile olabilecek bir olayı, ahlak, duygular ve
olasılıklarla ilgili her türlü aynntısıyla birlik
te betimlemektir," diye tanımlayan Namık Ke-
-12-
mal'in İntibô.h-Sergü.zeşt-i Ali Bey• ve Cezmi
adianndaki iki romanı, Şemseddin Sami'nin
Taaşşuk-u Tal'at ve Fitnafı, Ahmed Mithat
Efendi'nin popüler romanlan dışında gelene
gi olmayan Tanzimat yazınında "yazınsal ilk
romanlar" olarak kabul edilir.
İntibô.h, "doğru yoldan saparak bir kötü
kadına kapılan ve başına felaketler gelen" Ali
Bey'in ve "'tutkulan yüzünden herkesin mut
suz olmasına yol açan" Mahpeyker'in serüve
nini anlatırken, yazann amacı okura bir ders
vennek, mutluluğu evin dışında aramanın
getirecegi felaketler konusunda okuru uyar
maktır; bu toplumsal amacı gerçekleştirir
ken, abartılı bir dil kullanarak, kahramanla
n tek yönlü ele alarak, rastlantılara, özverile
re, heyecanlı davranışlara yer vererek, konu
düzenlemesi ve yazış tekniği bakımından
Fransız Coşumcu (Romantik) romanlannın
etkisiyle eski Türk anlatılannın etkilerini bir
leştirmeye yönelir.
Namık Kemal'in, Coşumculann geleneğine
uyarak yazdığı, yazınımızda ilk tarihsel ro
man sayılan Cezmfdeyse, XVI. yüzyılda III.
Murad zamanındaki Osmanlı-İran savaşla
nnda geçen olaylan konu olarak alır. İki cilt
olarak tasarlanan, ilk cildinde yine Coşumcu
etkiyle ve yazann siyasal görüşüne uygun
olarak, bu savaşlar sırasındaki Osmanlı yiğit
Ilgi, yurdu için her türlü özveriye hazır insan
tipi Adil Giray ile Şehriyar'ın aşkı anlatılır.
Olasılıkla ikinci cildinde de Cezmi'nin öyküsü
• Asıl adı Son Pişmanlık olan bu roman. sansürün izin vermemesi nedeniyle bu adla yayımlanmıştır.
-13-
anlatılacaktı; ama bu cilt ne yazık ki yazılma
mıştır. Romandaki kimi olayların genel çerçe
vesinde Peçevi Tarihinde verilen bilgilere bag
lı kalmıştır; Adil Giray gerçekten bir tarihi ki
şiliktir. ama Cezmi, yazann imgeleminden
yaşam bulmuştur. Yazann bu romandaki
amacı, kimi şiir ve oyunlannda da işledigi "İs
him birligi" düşüncesidir. Mektup türünün
yazınımızda ilk kullanıldıgi roman da Cez
midir.
Yazınımızda eleştirinin de ilk örneklerini
veren Namık Kemal, Celaeddin Harzemşfı.h,
İntibfı.h, Bahar-ı Dfı.niş, İrfan Paşa'ya Mektup,
Tahrib-i Hariibat gibi yapıt ve çevirilerine yaz
dıgı önsözlerde, eski yazın'ın yeni döneme el
verişli olmayan yanlannı eleştirir; ancak ya
zınsal biçimler üzerinde pek fazla dunnaz.
Tahrib-i Hariibat, Ziya Paşa'nın bir divan ya
zım antolojisi olan Hariibat adlı yapıtının
eleştirisidir ve Ziya Paşa'yla arasının açılma
sına neden olmuştur. Coşkulu özyapısı, eleş
tirilerinde de açıkça görülür.
Tarih ve yaşamöyküsü türündeki yapıtla
nnda da, aynı coşkulu dille, İslam birligi, Os
manlı yigitligi, devletin kurtanlması için neler
yapılması gerektigi konularına sık sık degi
nir. Şiirlerinde, oyunlannda ve romanlann
daki konulan, bir de ögretici bir biçemle bu
tür yapıtlannda da işler.
Oyun yazarlığı
Tiyatroyu, "Bir milletin söz söyleme gücü
yazınsa (edebiyatsa), Yazın'ın yaşam bulmuş
söz söyleme gücü de tiyatrodur," diye tanım
-14-
layan, eğlencelerin en yarariısı olarak nitele
yen ve, "Güzel bir oyun okumanın, oynandı
ğını görmek kadar tat vermese bile, yine ro
man okumaktan daha iyidir. Çünkü oyunda
duygular daha şiddetle betimlenir," diyen
Namık Kemal. toplam altı oyun yazdı; ancak
sağlığında bunlardan yalnızca Vatan ydhut
Silistre'nin oynandığını gördü. Kara Bela
oyunuysa, yazann ölümünden sonra yayım
landı.
Namık Kemal oyunlan işledikleri ternalara
göre iki kümeye aynlabilir: Bunlardan birinci
si, yazann şiirlerinde de yer alan "vatan sevgi
si", "vatan yolunda" çalışma ve ''bu ugurda ca
nını bile sakınmama" teması işlenen tarihsel
oyunlardır: Vatan ydhut Silistre'de, Silistre
kalesinin, Rus olduğu net olarak belirtilmeyen
düşman işgaline karşı gösterilen yiğitçe sa
vunma anlatılır; konusu Hindistan'da geçen
ve Hugo'nun Cromweıı oyunundan etkilenen
Cel.dleddin Harzemşdh'ta zorba yöneticilerin
yergisi işlenir; bu oyun epey uzun oluşu ve
karmaşık planı nedeniyle okunmak üzere ya
zılmıştır; yazann sahne tekniğine ve diline en
uygun olan, kimi sahnelerinde Shakespea
re'dan (Hamlet vb.) etkilenerek esinlenen Gül
nihal'de de yurt sevgisi coşkulu bir dille sergi
lenir. İkincisi, Tanzimat tiyatrosunun sık işle
diği "gençlerin birbirlerini görmeden evlendi
rilmelerinin kötü sonuçlan" temasını işleyen
toplumsal konulu oyunlardır: Akij Bey, yalın
diliyle dikkati çeken ve aşıklann ölüm döşe
~nde birleşmeleri temasını işleyen Zavallı Ço
cuk, bu kümeye girer.
-15-
Nfunık Kemal, anlatılannda olduğu gibi,
oyunlannda da Coşumculuğun, özellike Fran
sız Coşumculuğunun etkisindedir.
Yapıtları:
Şiir: Nfunık Kemal'in sağlığında yayımian
mış şiir kitabı yoktur. Şiirleri ölümünden son
ra çeşitli zamanlarda yayımlanmıştır; bütün
şiirleri bir arada şu kaynakta bulunabilir: Na
mık Kemiil'in Şairliği ve Bütün Şiirleri (Hazırla
yan: Önder Göçgün, Atatürk Kültür Merkezi
Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 1999); Roman:
İntibdh veya Sergüzeşt-i Ali Bey (1876); Cezmi
(1880-1882). Oyun: Vatan yahut Silistre
(1873); Zavallı Çocuk (1873); Akij Bey (1874);
Gülnihdl (asıl adı Son Pişmanlık'tır, 1875); Ce
ldleddin Harzemşdh (1875), Kara Bela (1910).
Yaşamöyküsü: Evrdk-ı Perişan (Dağılmış Say
falar, 1872), Terceme-i Hdl-i Nevrüz Bey (Nev
ruz Bey'in Yaşamöyküsü, 1875). Tarih: Devr-i
İstild (istila Dönemi, 1867); Bdrika-i Zafer (Za
fer Şimşeği, 1872); Silistre Muhasarası (Silistre
Kuşatması, 1873); Kanğe (1874); Osmanlı Ta
rihi (Tasarlanan 14 cildin yalnızca 4 cildi çıka
bilmiştir, 1908-1909). Eleştiri: Tahrib-i Hard
bdt (1874); Takib-i Hardbö.t (1875); Me Prisons
Muhdhezesi (Me Prisons Eleştirisi, 1885); İrfan
Paşa'ya Mektup (1887); Mukaddeme-i Celdl
(Celaleddin Harzemşah Oyununun Önsözü,
1888); Renan Müdafaanö.mesi (Renan Savun
ması, 1908). Öteki türler: Bahdr-ı Dö.niş
(1874); Müntahdbdt-ı Tasvir-i Ejkö.r (Tasvir-i
Ejkdr gazetesinde çıkmış makalelerinden seç
meler, 1886); Rü'yii (1898).
-16-
Dil ve Yazın konusundaki yazılannın ta
mamı için bk. Ölümünün 100. Yılı Münasebe
tiyle Nfunık Kemal'in Türk Dili ve Edebiyatı
Üzerine Görüşleri ve Yazılan (Hazırlayan: Ka
zım Yetiş, i. Ü. Ed. Fak. Yayınlan, istanbul,
1989).
Vatan yahut Silistre'den Önce
Yazınımızda yayımlanan ve oynanan ilk ti
yatro oyununun, Şinasi'nin Şair Evlenmesi
(1860, yazılışı: 1859) oldugu kabul edilir. "Eş
lerin görücü yöntemiyle, birbirini görmeden
evlenınelerinin yol açtıgı gülünç durumlar"ı
konu alan bir töre güldürüsü olan Şair Evlen
mesfnin, Metin And'dan ögrendigiınize göre,
"... sahneye kondugunu gösteren her hangi
bir ize ratlanınaınıştır."• Sahne teknigi ve kur
gulaması bakımından batı tiyatrosundan; bir
birinin karşıtı kişilerin işlenişi bakımındansa
ortaoyunu, karagöz gibi geleneksel gösteri sa
natlannın tiplerinden yararlanan Şair Evlen
mesfnin dili, konuşma diline yakın yalınlıkta
dır. Dolayısıyla bu oyunun, tiyatro yazını için
iyi bir başlangıç oldugu kabul edilir.
Ancak, Şair Evlenmesfnden önce de, en
azından saray ve çevresi Batılı anlamda tiyat
ronun ne oldugunu bilmiyor da degildir. Dal
mabahçe ve Çıragan saraylannda Maliere'den
çeviriler yapılarak oynandıgıru yine Metin
And'dan ögreniyoruz. Metin And, Şair Evlen
mesfnden önce oyun biçiminde karşılıklı ko
nuşmalardan oluşan, Türkçe yazılmış Nas-
• Metin And, Şair Evenmesi"nden Önceki İlk 1Urkçe Oyun
lar, İnkılap ve Aka, İstanbul. 1983, s. 6.
-17-
reddin Hoca'nın Mansıbı, Vaktiyi-i Acibe ve
Havtidis-i Garibe-i Keşfger Ahmed, Şeyh Hacı
Bektaş, Hiktiye-i İbrahim Paşa ve İbrtihim-i
Gülşeni ve Zor(ı)la Hekim adlı metinleri yayırn
larnıştır.•
Vatan ycihut Silistre'den önce, Ahmed Ve
fik Paşa'nın Maliere'den uyarladığı Zor Nikcih
(1869), Zoröki Tabib (1869) gibi oyunlar var
dır. Ahmed Mithat Efendi'nin EyvaJiı ise aynı
yılın ürünüdür.
Vatan yahut Silistre
Silistre, bu günkü Bulgaristan' da, Dobruca
bölgesinde bulunan bir kenttir; Romanya sını
nnda, Tuna ırmağının kıyısındadır. Silistre ilk
kez 1388'de Türkler tarafından fethedildi; çe
şitli zamanlarda el değiştirdi. Kınrn Savaşı
(1853-1856) sırasında, çok kalabalık bir Rus
ordusu tarafından kuşatılan kent, Musa Hu
lüsi Paşa tarafından, bütün yoksunluklara
karşın kırk bir gün kahramanca savunuldu.
Bu savunma, tarihimizde "Silistre Müdafaası"
adıyla ünlüdür. Paşa'nın şehit olmasından
sonra da kaleyi alamayan Ruslar, ağır kayıp
lara ugradıklanndan kuşatmayı kaldım1ak zo
runda kaldılar.
"Genel olarak oyunlann konusu ya hayilli
olur ya da tarihsel bir olayı temel alır ki Gül
nihai, Akif (Bey) ve Zavallı Çocuk birinci; Si
listre ile Celal de ikinci kısırndandır," diyen
Namık Kemal, Vatan yahut Silistre oyununun
konusunu yukarda söz konusu ettigirniz ta
rihsel olaydan alarak özgür bir biçimde işle-
• agy.
-18-
miştir. Asıl adı Vatan olan oyun, sansürün
bu ada izin vennemesi üzerine Silistre adıyla
oynandı ve yayımlandı; daha sonra Vatan ya
hut Silistre adıyla bilindi.
Oyunda, Silistre kalesinin işgali üzerine
kaleye koşan gönüliilierin öyküsü ile İslam
Bey ve sevgilisi Zekiye'nin aşklan iç içe anla
tılır. Zekiye erkek kılığına girerek kaleye gö
nüllü giden İslam Bey'in peşinden gider ve
kendisi de gönüllü yazılır. Bir çok yiğitlik ola
yından sonra, düşman çekilir. Bu arada ko
mutan Miralay Sıdkı Bey'in, Zekiye'nin ölmüş
sandığı babası olduğu anlaşılır. Kale özgürlü
~e. sevgililer de birbirlerine kavuşur.
Bu konu gelişimini, Namık Kemal kendi
"vatan", "ancak vatanın kulu olan birey" dü
şüncelerini seyirciye yansıtmak üzere seç
miştir. Oyunda tiyatrosal eylem (aksiyon) pek
yetkin olmamakla birlikte, Batılı anlamda
"perde" ve "meclis" bölümlernesiyle biçim ba
kımından sahne tekniğine uygun ilk tiyatro
yapıtımız olduğu söylenebilir.
Vatan yahut Silistre, oyunlannda Victor
llugo'dan ve Shakepeare'den esinlenen Na
ınık Kemal'in genel olarak etkisinde olduğu
Coşumcu akımın olayı geliştinne, kişileri
canlandınna, sahne düzenlemesi ve sahne
dili uygulamalan görülür.
Oyunun, Namık Kemal'in bir az da döne
min insanına örnek olarak düşlemledigi, ka
rarlı yurtsever tipler olan kahramanlan, tek
boyutludur. Kendilerine özgü olmaktan çok,
Coşumcu tiyatronun Batılı örneklerinde gö
rülen kalıplaşmış tiplerdir. Toplumsal ko-
-19-
,• ..
numlan geregi İslam Bey. gözünü budaktan
sakınınayan bir yigit; Zekiye, aşkı uğruna
ölümü göze alan aşık bir genç kız; Sıtkı Bey,
yigit ve ağırbaşlı bir komutan; sürekli, " ... kı
yamet mi kopar!" diyen Abdullah Çavuş, iç
tenlikli bir askerdir.
Oyunun dili, Namık Kemal'in başka tür
deki yapıtlannda görülmeyecek denli yalın
dır. Bu da, hem siyasal görüşlerini seyircilere
aktannak isteyen yazann. sahne dilinin nasıl
olması gerektiğinin farkında olduğunu göste
rir.
Vatan yahut Süistre, oynandıktan bir süre
sonra Almanca'ya da çevrilip yayımlanmış,
yurt dışında çeşitli ülkelerde de temsil edil
miştir.
Not: Türk Klasikleri dizimizin daha önce çıkan
kitaplarında, yazarın anlatımını günümüz diline
uyarlanıış, konuşmalan da aynen alıp bilinmeyen
sözcükleri dipnotlarıyla vermiştik. Vatan yahut Si
listre, oyun türünde bir yapıt oldugu ve yalın bir
dille yazıldığı için, bilinmeyen az sayıda sözcüğü
dipnotlarla açıklayarak günümü diline uyarladık.
Bunu yaparken, yazarının cümle yapısına hemen
hiç dokunmadık ( ) içindeki bir kaç sözcük, anla
mı daha belirginleştinnek için konulmuştur.
-20-
ADAYIŞ
Ey vatanın hayatını koruma uğrunda ca
nım veren mücahitled
Şu degersiz yapıtırnın konusu, alaylannda
silah kullanmak şerefine ulaştıgımız Osman
lı askerinin ünü dünyayı tutan yigitliklerin
den biridir. Sizin şanımzı ilana .çalıştım.
Onun için (bu) degersiz yapıtımı, değersizliği
ni açıkça söylemekle birlikte. size adıyorum.
Vatanın ne demek olduğunu bilen kalem
sahiplerinin, onu korumak için yapabileceği
şey, askerde, Allah göstermesin, (bir) felaket
görürse (onlarla) birlikte ölmek, zafer görürse
milletin teşekkürünü dile getirmektir.
Yaşasın askerimiz! Yaşasın vatan!
1 Cihat edenler; din ~da savaşanlar.
-21-
Kemal
VATAN yahut SİLİSTRE
Dört perde tiyatro
ZEKiYE HANIM
HANiFE HANIM
ISLAM BEY,
KİŞİLER
Gönüllü zabit*
AHMED SIDKl BEY. Miralay**
RÜSTEMBEY,
ABDULLAH,
I3İR KAYMAKAM
I3İR BİNBAŞI
BİRİNCİ zABiT
IKiNCİ zABiT
ÜÇÜNCÜ zABiT
NEFERLER****
GÖNÜLLÜLER
Subay . .. Albay.
••• Yarbay . .... Erler; rütbeslz askerler.
Kayınakam•••
Miralayın çavuşu
PERDE I
(Perde açılmca kenan sokağa bakan bir
oda görünür. Zekiye, Amavutluğa özgü düz
gun giysisiyle mindere uzanmış, elinde bir ki
tap, önürıde bir mum. İslam Bey de sokakta
gezinir.)
Birinci Meclis1
Zekiye (Kitabı yastığuı üzerine bırakarak)
- Ah! Nineciğ;im!2 Nineciğ;im! Gönlüme niçin
bu kadar yumuşaklık verdin? Düşüncemi ni
çin bu kadar açtın? Sen de şimdi kızını görsen
okuttuğ;una pişman olurdun. Benim gönlüm
öyle büyük büyük duygulara nasıl dayansın?
Benim beynim öyle geniş geniş düşüncelere
nasıl tahammül etsin? Yüregim ne kadar çar
pıyor! Sanki göğ;sümü yerinden koparacak da
dı şan fırlıyacak... Beynim ne kadar sıkılıyor!
Sanki başımı paralayacak da çevreye dağ;ıla
cak... (EUerini yüzüne kapayarakl Nineciğ;im!
Nlneciğ;im! Dfuma babamı düşünmek için aç
lıt!;ın, hazırladığ;ın düşüncede başkası geziyor!
IJfuma seni sevmek için terbiye ettiğ;in, büyüt-
1 Oyunda, kişilerin sahneye giıiş çıkışlanyla degişen,
perdenin alt bölümielinden her biıi. 2 Oyunun yazıldığı dönemde bu sözcük "anne" anlamına
kullanılır dı.
-25-
tügün gönülde başkası hükmediyor! Seni ba
bam okutmuş, onun yoluna öldün. Beni sen
okuttun, yoluna ölmek degil, öldügüne agla
mak bile batınma gelmiyor! Ah! Daima o! Gö
zümde o! Hayallınde o! Aklımda o! O! O! O! Bir
kere sokakta gördüm, keşke yüzüne baktıgım
zaman gönlüme düşen ateş gözlerimi eritey
di... Daha bir bakışta vücudumda ne kadar
gücüm varsa toplayıp da gözleriini başka ya
na çevirmek istedim. Eyvah! Ne vücudumda
güç buldum, ne gözlerime hüknıüm geçti.
Sanki ömrümde gördügüm, işittigim, okudu
gum, düşündügfım ne kadar güzel şey varsa
hepsi bir yere toplanmış da, bir insan yüzü ol
muş karşıma gelmiş idi. (Bir az düşündülden
sonra) Hayat ne garip hal imiş! Bir kaç gün
önce yanımda biri aglasa, gözünün yaşı neşe
sinde dökülüyor sanırdım; bu gün kulagıma
kahkahalar agıt sesleri gibi geliyor! Bir kaç
gün önce gamlı gamlı bulutlarda şimşek çak
tıkça biri gülüyor gibi görünürdü, bu gün ye
ni açılmış güllerde çig görsem birinin gözyaşı
dökülmüş sanıyorum! Bir kaç gün önce yü
züm gülüyordu; sanki her şey de benimle bir
likte gülüyordul Bu gün gönlüm aglıyor; san
ki her şey de gönlümle birlikte aglıyor! Gene
sabah oldu, gene gözüme bir dakika uyku gir
medi... (Muml.an söndürerek) Zavallı m um!
Acaba ben de senin gibi yana yana tükenip gi
decek ıniyim? Beş dakikacık uyuyabilseydim,
belki düşümde görürdüm de ayaklarına kapa
nır, gönlü.mün zelırini döküneeye kadar doya
doya aglardım ... Allahımı O mektt1p ne idi?
Ateşle yazılsa insanın yüregini o kadar yak-
-26-
maz. Okudukça gözlerimden sanld yüzüme,
ı.tö~süme doğru damla damla alev parçalan
ıınçıldı... Bilmem sütnin em getirdiği zaman
nasıl utancımdan yerlere geçmedim. İnsan se
vincinden ölmüyor; ama çıldıracak! Mektup
ı;ôzünü işittiğim gibi ondan geldiğini bildim.
J<endi gelse belki utanırdım da o kadar çırpı
tınrak üzerine koşmazdım. Gönülde kerfunet
ıni var1 nedir? Kimi zaman grubi2 de biliyor!
Ahi Benim o zaman başka kimi düşündüğüm
vardı? Hrua kimi düşündüğüm var? Mektup
tınbamdan da gelse yine ondan sanmaz mıy
dım? Belki dünyayı bildim bileli bir kere yüzü
ııü görmeye özlem duyduğum babamdan gel
dl~ine keder ederdim ... Seviyorum, sevmekten
lılr türlü kendimi alamıyomm. O da beni sevi
yor, sevdiği mektubunda yazılı. .. Kendi yazı
Nıyla yazılı ... elbet de gerçektir. .. Hayır! Elbet
de gerçektir. Allah o kadar güzel bir vücudun
Içinde hainlik saklamaz a. (Bir az düşündük
ten sonra:) Kim bilir? En güzel çiçeklerin ara
sında yılan bulunuyor. Ycirabbi! Ycirabbi! İn
sanın yüzü gibi gönlünü de meydanda yara
taydın ne olurdu?
İkinci Meclis
lsıim Bey, Zekiye Hanım
Islam Bey (Pencereden girerek) - Ben
gönlümü ortaya çıkarabiliriın. Ne yapayım ki,
Içindeki sırlar yine sana görünmez.
Akıl ennedik iş, anlam. vb. 2 Henüz olmamış şeyler.
-27-
Zekiye (İslam Bey'i görünce, sonsuz dere
cede bir teldşla yanına koşmak ister, ama yi
ne kendini toplar. Bir üzücü bir sessizlikten
sonra, kendi kendisine söylenerek, ama sözü
nü işittirerek) -Ya şimdi her gün Allah'tan
ölümümü istedigirnde hakklın yok mu? Biri
gördüyse bana ne der?
İslam Bey - Kimsenin görmek ihtimaii
yoktur. Bu kadar günler, bu kadar gecelerdir
kendimi göstermernek için topraklarda yu
varlanıyorum ... Sabah açılıyor, gözler haia
açılmaya başlamadı. Gece bitiyor, uyku daha
yeni başladı ... her gece buralan dolaşıyorum,
tecrübeme güven.
Zekiye (Memnunluğunu gizleyerek, soğuk
soğuk) - Sizi davet eden mi vardı?
İslim Bey - Allah aşkına ellerini yüzüne
tutma. Dünyayı (topu) bir gün gördüm. Çün
kü bana dünyadan amaç sensin. Bir daha gö
recek miyim? OrasımAllah bilir ... Deminden
beri casus gibi pencerenin altından sözlerini
dinledim. (Zekiye gücenikliğini gösterir) Kaba
hatimin ne kadar büyük oldugunu bilirim.
Onu biri bana yapsa, benim gözümde kıya
mete kadar alçaklıktan kurtulamazdı. (Zeki
yenin gücenikliği artar) Haydut gibi pencere
den bir eve girdim. (Zekiye'nin gücenikliği da
ha artar) Benim buraya girdigim gibi biri bi
zim eve girse, kanını helai sayar öldürürdüm.
(Zekiyenin teldşı hep artmaktadır) Ne yapayım.
ki, elimde degil... Seni seviyorum... senden
aynlacagım ... Bu gün agzından beni sevrligi
ni işittim ... Bu gün sana veda edecegim ... İş
te gönlün benden kaçınmak istedikçe ayakla-
-28-
rın bana dogru geliyor ... Ben de kendime sa
hip olaydım elbet de kendimi tutardım ... El
lıd de senin yanında olsun, suçlayıcı olma
ıııaya çalışırdım. Merhamet! Merhamet ki,
lıöyle nurdan dökülmüş vücuda taştan yapıl
ııuş gönül yakışmaz.
Zekiye (Gönlüyle dövüşüreesine bir takım
tddş ve duraksamadan sonra, kendi kendisi
lle) - Bu kadar zamandır ölüm acısına daya
ıııyorum. Olmadı ... olmadı ... yine olmadı. (İs
lcım Bey'e seslenerek) istediğin nedir? Ben
k~ndi halimle uğraşıp duruyorum ... Birdenbi
rr peri gibi önüme çıktın, beni kendimden al
dın. Uyursam, düşümde sen! Uyanırsam, ha
y{\Jimde sen! İnsan içinde olsam, gönlümde
Hr.n! Yalnız kalsam, karşımda sen! Dfıima sen!
1 lı1ima sen! Vücudumu mu istersin? İşte esi
ıinim. Canımı mı istersin? Al da kurtulayım.
lslim Bey - Beni gördüğün zaman gözle
rini çevirmek istemişsin ... öyle mi merhamet
Kiz? Ben seni gördüğüm vakit gönlümden ne
hı1ller geçtiğini bilir misin? Göz kapaklarım
bir kere yumulup açılıncaya kadar arada bü
tün ömrüm kayboluyar sanıyordum ... Allaha
bin şükür olsun ki, sen de benim gibi, elinde
olmaksızın seviyorsun. Gönlün sana üstün
~oteliyor. Sen beni bir kere gördün. Ben seni
bir kere gördüm. İşte gönlümüz ikiz yaratıl
mış, işte Allah seni bana beni sana vermiş ...
İşte sen can, ben vücut! Sen aşk, ben gönül!
Sen güzellik, ben aşk! Sen, güneş gibi, yüzü
ne baktıkça gözlerimi yaş içinde bırakıyor
ının; ben, gölge gibi, senin, yalnız senin aya
lının altında sürünüyorum! Biz birbirimiz-
-29-
den burada aynlırsak, ötede birleşiriz... Bu
gün aynlırsak yarın birleşiıiz ... Ayn görünü
rüz, yine buluşuruz ... Ayn sanılınz, her za
man biriz. Gel. yanıma gel... Bana bir yemin
et ki, gerek aynialım gerek aynlmıyalım; dün
yada, ahirette, benden başka kimseye yar ol
mayacaksın.
Zekiye (Kendini tutamayarak)- Vallahi ...
(Kendini toplayarak, utangaç bir sesle) Ben
kendi kendime söyleniyordum ... siz göründü
nüz ... ben ... ben bir şey ... söylemedim. Söyle
dim mi yoksa? Ne diyecektim? (Yine soğuk
kanlılığını kaybederek, sonsuz derecede hük
medici bir tavırla) Hem beni seviyorsun, hem
niçin aynlacağız?
İslam Bey.- Gideceğim. Çünkü ...
Zekiye (Öjkeyle sözünü keserek) - Zih
nimden babamın, ninemin sevgisini çıkar
dım; kardeşimin mezan gönlümde idi, onu da
(sen) unutturdun. Şimdi hayilli de, kendisi gi
bi, kara topraklarda yatıyor. Mezarını görme
den hatınma gelmiyor. Ne uykum kaldı, ne
kendime söz geçirebiliyorum ... ne bir şeyde
isteğim kaldı, kendinden başka gönlümde bir
şey bırakmadın. Şimdi de kendini elimden
alacaksın, hem de müjdesini kendin getiri
yorsun. Kalbini yaracaktın da bana bu mer
hameti, bu insafı mı gösterecektin? (Kendi
kendisine öjkeyle söyleyip gezinerek) Sonun
da ne olacak? O bu memleketten gider, ben
de bu dünyadan giderim. Ömrümün her tadı
nı kaybettikten sonra kara toprağın nesi var?
Bir kaç dakikalık can acısından mı korkaca
ğım?
-30-
!alim Bey (Kendisini tutumayarak atılili
- Gldecegirn
Zekiye (Yanına koşup sözünü keserek)
- Önce beni öldür.
lalim Bey (İşitmemiş gibi)- Gideceğim
Zekiye (Yine sözünü keserek)- Sende o
kadar erkeklik yoksa, ben kendimi öldürü
rürn.
lslim Bey (Bir ısrarlı bir ağırbaşlılıkla)
- Gidecegirn ... gidecegirn ... gidecegirn ... yo
hıma cehennernin ateşleri saçılsa yine gidece
aını. göğsüme Azrail'in pençesi dayansa yine
gtdeceğirn, babamın rnezannı çiğnernek ge
rekse yine gideceğim, ninemin vücudu ayağı
rnın altında ezilecek olsa yine gidecegim. ger
çekten benim için ölecegini bilsem yine gide
ce~rn.
Zekiye ( Öjkeyle gezinerek, sesi işitilecek
tonda, kendi kendisine) - Ah, inanmıyor!
Kr.ndi için ölecegirne inanmıyor ... belki öldü
Aiinı zaman da inanmaz. (Öjkeyle İslam
Jlı·y'e dönerek) Gideceksin ... gideceksin ... ni
ı;tıı gideceksin?
İslim Bey (Ağırbaşlılıkla) - Kandil gecele
ri kabristan ziyaretine gidersin a.
Zekiye ( Ö.fkeyle) - Giderim ... sonra?
!alim Bey- Hiç benim ocağıından ora
hnda yatar adam gördün mü? Atalanından
kırk iki şehit adı bilirim, rahat döşeginde öl
müş bir adam işitrnedirn. Aniadın a? Bir
adam işitınedirn... Devlet savaş açmış. Düş
man sınırcia şehitlerimizin kemiklerini, top
rıtklannı çiğnerneye çalışıyor. Hiç nasıl olur
ki, düşmanın silahı vatana çevrilsin de, kar-
-31-
şısmda önce benim gögsümü bulmasın? Hiç
nasıl olur ki, vatan tehlikede bulunsun da,
ben evimde rahat oturayım? Hiç nasıl olur ki,
devlet yerinden oynasın da ben mıhlanmış gi
bi burada kalayım? Hiç nasıl olur ki, vatan
sevgisi bu gün her şeyden kutsal olsun da
ben yalnız senin aşkınla ugraşayım? Hiç na
sıl olur ki, dünyada her şeyin ilerledigini bilip
dururken, ben babamdan, atalarımdan aşagı
kalayım? Vatani Vatan! Vatan tehlikede diyo
rum ... işitmiyor musun? Beni Allah yarattı,
vatan büyüttü. Beni Allah besliyor, vatan için
besliyor. Ben anaının karnından vatana gel
digim vakit açtım, vatan karnıını doyurdu ...
Çıplaktım, vatan sayesinde giyindim. Vatanı
rnın nimeti kemiklerimde duruyor. Vücudum
vatanın topragından, nefesim vatanın hava
sından ... Vatanıının ugrunda ölmeyeceksem,
ya ben niçin dogdum? Ben adam degil mi
yim? Görevim yok mu? Vatanımı sevmeyeyim
mi? Ah, vatanını sevmeyen adamdan, sana
nasıl sevgi bekleyebilirsin?
Zekiye- Eger ... vatan ... Vatan olunca ...
ben ... ne derim? Ben ... ben ne diyebilirim?
Git! Git beyim! Dünyanın bu haii de varmış!
Ben vatanı bilirdim, ben vatan sözünü işit
miştim. Ancak iki yüregi birbirinden kopanr
sanmazdım. Benim gönlümü kopardı, hala
içime kanlan akıyor. Gözürole görmüş gibi
biliyorum. İstedigi kadar aksın. Git beyimi
Ben olsa olsa, bir iki damla yaş dökerim. İzin
vermezsen onu da dökmem, gönlümde sak
lanm. isterse her damlası bir damla zehir ol
sun. Kavgaya gideceksin degil mi? Vatanın
-32-
lçlu gideceksin, degil mi? Beni de unut. dün
yayı da unut ... Ben ... ben bir mektubunu bi
IP INkınem. İnşaallah esenlikle gelirsin. O
Vttklt lmrada bir kul bulursun. Ben her vakit
luıluııum ... Yok eger. .. Ofl Sanki her sözü
1ftyledtkçe cigerimden bir alev kopuyor da
buaıızıma sanlıyor. (Şiddetle ağlayıp yere ka
panır.)
!alim Bey - Bari ben tekmil edeyim. Eger
v.&tıınım için şehit olacak kadar balıtım varsa,
o zaman sen de istedigin adamı seçebilirsin.
Zekiye - Allah yüz bin kere canımı alsın.
Bana gözünün önünde ellerimle gönlümü pa
ralatacaksın? Sen şehit olursan mı? O vakit
benim dünyada ne ilgim kalır? Ben niçin ya
tRyacagım... Hayatından bıkanlara dünyada
ölümden kolay bir şey mi olur? Beni gerçek
lerı yolunda ölemez mi zannediyorsun? Bir
kere yüzüme bak. Ölüden ne farkım kalmış
IKendi kendisine) Acaba birbirinden aynlmış
ıla ölmüş iki garibin topragını havada birleş
llrecek kadar olsun felegin insafı yok mudur?
(Aşıkça bir tavırla) Gel beyim ... benden bir ye
ıııin istemiyor muydun? Alemleri aşk üzerine
yaratan Rabbimin bin bir ismille yemin ede
rim ki, dünyada da ahirette de Zekiye senin
dir, senin kulundur.
Islam Bey- Ben de Allahın ...
Zekiye (Sözünü keserek) - Sus! Yemin
edeceksen istemem. Ağzından bir yalan çıka
bllecegini bir dakika düşünsem, o dakikada
çıldınnm. Ah! Bilsen seni gözüm nasıl görü
yor? Gönlüm nasıl biliyor? Yüzüne baktıkça
Allahın bagışı canlanmış da önümde geziyor
-33-
sanıyorum. Sen erkeksin ... belki böyle şeyler
hatınna gelmez. Seni gördükçe ne düşünüyo
rum bilir misin? Buradan gittikten sonra zih
nimde kalacak hayiliini kıskanıyoruru da, be
ni bütün bütün unuttugunu istiyorum. Deli
lik ... degil mi?
İsliim Bey- Allah aşkına bir az gayret bı
rak ki, veda edebileyim. Benim gönlümü de
mirden mi sanıyorsun. (Kendi kendisine) Gö
rev yolunda her şeyi feda etmeye dünyada
herkesten çok kendimi haklı bilirken, on yedi
yaşında bir kız kadar olamadım. Ben kede
rimden aglamamaya çalışıyorum, o merha
metinden gülmekle ugraşıyor. (Bir az düşün
dükten sonra) Bundan sonra ölürsem, hatta
senin için bile gam yemeyecegim ... Vatanda
senin gibi bir kız görmek, gözümde sana sa
hip olmaktan da büyüktür. (Uykudan uyanır
bir hdl ile) Hem ... emin ol. .. düşman üzerime
gülle degil, yanardaj5lar, kuyruklu yıldızlar
atsa, yine ölmeyecej5im.
Zekiye - Umut ... hayal...
İsliim Bey - Sen Allahın adaletini bilmez
misin?
Zekiye - Bilmekle ne olur?
İslam Bey - Bir kere düşün. Vatan ki,
herkesin hakkını, hayatını korurken onun
korunması gerekince vatan evh1tlannı sınır
lara kırbaçla sürüyorlar. Vatan ki, herkesin
gerçek anası iken bir çok adamlar saglıgın~
da üstünden, hastaligında ilacından geçin
nıeye çalışıyor; vatan ki her kanş topragı
atalanmızdan birinin kanıyla yogurulmuş
iken kimse üzerine iki damla gözyaşı dökmek
-34-
ı
istemiyor! Vatan ki, kırk milyon can besliyor;
hala ugrunda isteyerek can verecek kırk ki
şiye sahip olmamış! Vatan ki, bir zaman kılı
cının sayesinde bir kaç devlet yaşarken şim
di bir kaç devletin yardımiyle kendini muha
faza edebiliyor! Vatan ki. hala erkeklerimiz
anlamını bilmiyor, kadınlarımız adını işitme
miş; işte, kibir say, gurur say, delilik say, her
ne sayarsan say! Ben o vatanı sana bana
muhtaç görüyorum. Ben yürekte asker ister
ki, düşüncesinde ne kadar umudu. gönlün
de ne kadar isteği varsa. vatan sözü ortaya
çıkar çıkmaz hepsi birden sabaha rastgelmiş
yıldız gibi görünmez olsun; sen y~ratılışta
ana ister ki, vatana benim gibi çocuk yetiş
Ursin. Ya Cenab-ı Hakk'ın adaletine, hikme
tine nasıl yakışır ki, bu vatanseverlik düşün
eesi memleketimizde daha anasının karnma
yeni düşmüş çocuk gibi küçücük bir şey
Iken; seni, beni dünyadan alsın da o düşün
cenin de, o düşünce sahibinin de varlığını
ııaçma bıraksın? Estağfurullah ... ' Bir kadı
nın karnını yarıp da içindeki saçı bitmedik
ıııasumu paralamak, Kalabaka haydutlanna
yakışır ... Kader öyle zulümlerden uzaktır ...
Elbet de uzaktır. Hem yaşayacağız, hem va
tunın gelecekteki talihini göreceğiz. hem
ıtiinyada vatan yoluna ölmeyi bin yıl yaşa
nıaktan hayırlı bilir çocuklar bırakacağız.
Çok zaman geçmez beni karşında süngü,
kıırşun yarasından yapılmış nişanlarla süs
lrıııniş görürsün ...
Zekiye - Haya.I! Hayal! Babam da böyle
Tunn'dan beni bagışlamasını dilerim.
-35-
şeyler söylermiş! Babam da böyle umutlarda
bulunurmuş! Ninem her gece anlatırdı ... So
nucunda ne oldu. Hala öldüğü yeri kimse bil
miyor!
İslim Bey- Neden öldüğü kamsına van
yorsun?
Zekiye - Hiç sağ olan adam on beş yıl
sevgili haremine,' sevgili oğluna, sevgili kızı
na bir haber olsun göndermez mi?
İslam Bey - Kim bilir! İnşallah esenlikle
şu savaştan dönmek nasip olsun, ben sana
elbet de babandan bir haber alınm.
Zekiye - Ölmüş adamın ne haberi ola
cak?
İslam Bey - Mezarını olsun öğreniriz a.
Vakit yaklaşıyor. Gel seninle mertçe bir veda
edelim. O nurdan parlak, gülden temiz ağ
zınla vatanına dua et... Elbet de Allah kabul
eder. (Kendisini tutarak ve gülümserneye ça
lışarak) Gözlerinden dökülen inci taneleri
nedir ya? Hani dayanacaktın? Hani ağlama
yacaktın? Bir az gülmez misin? Gül yüzün
gülümsemeden aynldıkça, baygın gözlerin
den daha malızun duruyor. (Kendi kendisi
ne) Mertçe veda bu ise. aşıkçasını Allah kim
seye göstermesin. Gayret... Bir az gayret
edelim ... Seni Huda'nın2 birliğine emanet et
tim ... Vatamna duayı unutma. İşte ... İşte ...
Ben gidiyorum ... Ben gidiyorum ... (Şiddetle
atılarak) Gidiyorum ... Gidiyorum ... Yaşasın
vatan! (Zekiye oturduğu yere yığılır, İslam
Bey çıkar)
ı Eşine; kansına.
2 Tann'nın.
'Oçüncii MecHs
Zekiye (Bir iki dakika o durumda kaldık
lım sonra odanın her yanma göz gezdirerek)
- Sonunda gitti ... Yoksa düş mü idi? Ah ...
lcıvtnecek bir şey olaydı, belki düş çıkardı.
Beni de kendi gibi dayanıklı saııır, değil mi?
Oösterdigim çabaya inamr, öyle mi? Ah! Gön
lnmde ne ateşler yanıyor. ciğ;erime ne hançer
ler vuruluyor, gözümden ne zehirler akıyor!
Bilseydi, belki beni böyle bırakacağ;ına acırdı
da. öldürür öyle giderdi. Beyim! Sen beni va
hmın için terk ettin, ben seni kimin.için terk
edeyim? Benim vatamm da sen idin, caııım
da sen idin. Topu (topu) iki kerecik görmek
111\Sip oldu. Gördüğ;üm vakitlerin bir dakikası
ııert dönebilse, yerine olanca ömrümü feda
rderdim. Şimdi yanımda idi, tutarnadımı
HAle'\ bağ;ırsam sesimi işitecek ... Sanki gönlün
1"11 var, pençesini atıyor da bogazımı sıkıyor;
nefesime yol vermiyor! Hala koşsam arkasın
dan yetişecegim... Sanki gönlümün zinciri
var, vücudumu sanyor da gücümü kesiyor,
ttyaklanmı birbirine dolaştınyor. Ayrılık ... Ay-
rılık ... Yine ayrılık ... Yine ayrılık ... Yine ayrı-
lık ... Ah! Sanki nefes mi alıyorum ... Camının
lılr parçası kopuyor da agzımdan yere dökü
liiyor. (Bir az düşündükten sonra) Niçin ölü
ıııü bekleyeyim durayım? Aslında her nefeste
lıiitün ömrüm gidiyor. Aslında ben bu du
nımda üç gün yaşamam. Bu gün ölüversem
ı ı e olur? Gönlümün paralanınadık neresi kal
dı? Varsın üzerinde bir de bıçak yarası bu-
·37-
lunsun. (Bir az düşündükten sonra) Ya o ... O
yaşayacak... Eğer duyar da benden sonra
kendisini öldürürse ... Niçin? Niçin öldürsün?
Onun vatanı var, vatanına hizmet edecek ...
Vatanını benden çok sevıneseydi, gitmezdi...
Sanki öldükten sonra her zaman hayalinde
mi kalacağım? Ninemi gözümün önüne getir
mek istiyorum da, mümkün olmuyor. Zavallı
kadının belki mezarda gözlerine baksalar
hala bebeğinde Zekiye'si bulunur. O her za
man beni düşünsün? Kara toprak neleri ört
mez! Yokluk içinde neler kaybolmaz! (Bir az
düşündülden sonra) Ya benden sonra ... Ya
benden sonra bir ... bir başkasını severse ...
Dünya bu ya ... kim bilir? Yemin de etmedi...
Ben ettirmedim. (Hayalet gönnüş gibi korka-
rak ve minderin üstüne yığılarak) Yok. .. Yok .. .
O, dünyada benden başka kimseyi sevınez .. .
Kimseyi sevınez. Severse mezarımı parçalar,
kanlı kefenimle önüne çıkanm. (Öfkeyle acı
acı gülerek) Ben onun yoluna öleyim de, o
başkasını sevsin! Ah! Kendimi öldürüp de
düşmanımı düşmansız mı bırakayım? (Yine
mindere kapanarak) Yarabbi! Yarabbi! Ben
mezann yılanlanna. çıyanlanna razıyım ...
Gözümün önünde korkunç korkunç hayaller
geziyor! Nineciğim! Nineciğim ... Kara toprak
larda yatacağına kızının yanında bulunsan
ne olurdu! Aç ... Kollarını aç ... Kucağını aç ...
Ah ... Üşüyorum ... Korkuyorum ... Kendi ha-
yalimden. kendi düşüncemden ... Kendi ken-
dimden korkuyorum... Kucağını açmazsan.
hiç olmazsa mezannı aç da, ben de bir köşe
sine sokulayım ...
-38-
;ı , Dördüncü MecHs
Zekiye odada; İslam Bey ne
gönüllüler dışarıda
İslam Bey (Sokakta) -Arkadaşlar, hep
buradayız değil mi?
(Zekiye sesi işitir, sık sık pencereye koşar,
camm bir yanma saklanır.)
Bir Gönüllü (Gözü ile çevreyi süzerek)
- Hep buradayız.
İslam Bey- Kardeşler! Bayrağıma toplan
nıışsınız, 1 övünürüm. Ancak, bilmem benden
ıııenınun olacak mısınız? Ben kavga:y:a gidiyo
rum. Fakat ölmek niyetiyle gidiyorum. Aylığım
yok, İstiyenler yanıma gelsin. Yağma düşün
ıııem, düşünenler çevremden çekilsin. Rahat
aramam, arayanlar arkama düşmesin. Kur
'$Undan gülleden korkmam, korkanlar kanla
nıun yaıunda otursun. Mümkün olsa, bütün
vatan kardeşlerime şu zayıf vücudumu siper
r:deceğim; mümkün olsa vatanımı gönlümün
Içinde saklıyacağım, göğsüm parça parça ol
madıkça bir taşına kimsenin elini dokundur
ıııayacağım ... işitiyor musunuz? Söylediğim
Rözleri anlıyor musunuz? Ölüm korkusunu
bütün bütün gönlünüzden çıkarmak elinizden
gelir mi? Göğsünüzü vataıun sınırını korumak
Için yapılmış islilıkarn değerinde bilmek eliniz
den gelir mi? Kendinizi şimdiden ölmüş tut
ınak elinizden gelir mi? Ölümünüzü aramaya
lo(idebilir misiniz? Biz vataıu koruyacağız. Allah
dR bizi koruyacak... ko rumazsa yine kendisi
Islam Bey, gönüllüleri bayrak açarak topluyor.
-39-
bilir. Kendinize bu kadar güveniyor musunuz?
Nereye gidecegimizi bilseniz, nereye gideceği
mizi benim gibi gözünüzün önüne getirseniz ...
şüphe etmem ki, hepiniz benim gibi olurdu
nuz. Arkadaşlar! Tuna boyuna gidecegiz ... Tu
na bizim için ab-ı hayattır. ı Tuna aradan kal
karsa vatan yaşamaz; vatan yaşamazsa, va
tanda hiç bir insan yaşamaz ... Belki yaşayan
bulunur. .. Evet! Belki bulunabilir. (Büyük bir
öjkeyle) Yok. .. yok. .. Yaşayan bulunur; ama
insan değildir. İnsan vatanının ayaklar altında
çiğnendiğini görürse yaşamaz. insan kendisini
besleyip büyütenin ayaklar altında çiğnendigi
ni görürse yaşamaz. Kendisini besleyip büyü
teni ayak(lar) altında görüp de yaşıyan. köpek
ten alçaktır. Kardeşlerim! İnsan köpekten d.l·
çak değildir. insan hiç bir vakit köpekten de
ğil, hiç bir şeyden alçak olamaz. İnsandan bü
yük bir Allah var! Allah vatana sevgiyi emredi
yor. Bizim vatanımız, Tuna demektir. Çünkü
Tuna elden gidince, vatan kalmıyor. Tuna kı
yısının neresini kanştınrsarıız içinden ya ba
banızın, ya kardeşlerinizin bir kemiği bulu
nur ... Tuna'nın suyu bulandıkça üzerine çı
kan topraklar, korunması için ölen vücutlan
oluşturan maddelerdir. Osmanlı namı işitileli
Tuna geçildi, bir kaç kere geçildi, bir çok kere
geçildi. Fakat bir vakit alın(a)madı. Osmanlılar
durdukça, yine bir vakit alın(a)maz; hele Os
manhlar, Osmanlılığın ne demek olduğunu bi
lirse, hiç bir vakit alınamaz. Vatanınız için öl
meye hazır mısınız? Tuna boyunda ölmekten
çekinmez misiniz? Biz ölmeyince, düşman Tu-
ı Söylenceye göre. yaşam veren su; bengisu.
-40-
ı
ıııt'dan geçerneyecek Geçenler bizi ya ölmüş
vn da yaralı bulacak. Ben öleceğim diyorum,
ll,;lnizde ölümden korkınayan kimdir? Arkam
ıinn aynlmamaya Allah'la yemin eder misiniz?
Gönüllüler-Allah'la yemin ederiz. Besa! 1
lksaı Besa!
Istim Bey- Beni seven bir vakit ardım
dım ayrılmaz ...
Beşinci Meclis
Zekiye yalnız
Zekiye (Pencerenin kenanndan acı acı gü
lt'rek) - Beyi seven bir vakit ardından ayrıl
ıııazmış! Bak, söz söylerken vatandan başka
hlr şey düşünür mü? Bak, hiç hatınna gelir
mi ki, burada bir zavallı var; kendisinden ay
rılmayı canından ayrılmaktan beter biliyor da
uyrılmamaya çare bulamıyor! Seni seven bir
vakit ardından ayrılmaz, öyle mi? İşte ben de
nynlmayacagım ... Amma erkek değilmişim ...
Kim bilecek?
Altıncı Meclis
ıl:: Zekiye, Hanife
Hanife (Odaya girerek) - Kızım! Hanım
kızım!
(Zekiye Teldşla bir odaya koşar)
Hanife - Nereye gidiyor? Nereye gidiyor
sun? Kızım! Benim hanım kızım! Ben hasta
"'Pek çok; epey"' anlamına gelen bu sözcük, burada, "'Haydi"', "'yürüyün gidelim"' anlamına kullanılmış.
-41-
olunca bir fincan ilacı iki saatte getirir; kendi
istediği iş için, bak keklik gibi sekiyor!
Zekiye (Yan giyinmiş olduğu halde odaya
girer, Hanife'yi görmez, bir yandan giyinir)
- Kardeşimi Efendim kardeşim! Kucağımda
öldügün zaman arkandan çıktıgı için sakla
mıştım. Şimdi kim bilir ben kimin kucağında
öleceğim de arkamda bulunacak? Hastalık
bulaşırmış! Keşke gerçek olsa da, bana bu
laşsa ... Keşke benim de bir kardeşim olsa da,
onun kucağında ölsem.
Hanife- Bu nasıl kılık? Ne yapıyorsun?
Zekiye (Öfke ve üzüntüyle titreyerek)
- Gel buraya kadın! Beni balıçelere götür de
erkeklere göster diye sana kim dedi? Bana bir
erkekten mektup getir diye sana kim dedi?
Kim dedi? Kim dedi? Söyle bakayım?
Hanife - Kızımi Hanım kızım! Ne oluyor
sun?
Zekiye-Ne mi oluyorum? Ben bilir mi
yim, ne oluyorum? Çıldınyorum, aldım ba
şımdan gidiyor. Kendimi öldüreceğim. Ania
dın mı? Sebep de sensin... Hepsine sebep
sensin ... Hepsine ...
Hanife - A kızım! Ben ne yaptım?
Zekiye - Ne mi yaptın? "Beni seven ar
kamdan ayrılmaz," dedi, işitmedin mi? Sesi
hcila buraları dolduruyor, işitmiyor musun?
Yüreğime sanlan aslan pençesini görmüyor
musun? Beni çekiyor ... Bilmezsin ki, nasıl çe
kiyor? Bir kere de yüzüme bak! Hiç benim göz
lerimi böyle kan içinde gördün mü? Hiç benim
yüzümü böyle toprak renginde gördün mü?
Çekiyor ... Aslan pençesi çekiyor ... Ta yüreğim-
-42-
dt" ... Ta can evimde ... Sebep de sensin ... Anla
ı ht ben ne yaptım deme ... (Mindere kapanıp ağ
lnııarak) Keşke memelerinden agzıma süt yert
ııe zehir alataydın da bu hallert görmeyeydim.
Hanife- Kızım! Harnın kızım! Hay Allah
l'ıtnımı alsın. Ne diyecegimi de bilmiyorum.
Zekiye (Kendisini toplayarak) - Sütnine
clı:tim! Benim merhametli sütninecigim! Ben
11ana böyle acı sözler söyler miydim? Ben se
ııln böyle yüzüne bagırır mıydım? Elimde de
QII... Kendimi tutamıyorum. Ah! Halimi bil
mezsin ki ... Sütninecigim ... Verdigin süt ilik
lrrimde duruyor. Hala gözümün önündedir.
1 ien çocukken aglasam kedertnden acı acı
lo(ülerdin, gülsem sevincinden gözlerin dolar
dı. Ben keyfimi bozsam hastalanırdın, hasta
lansam sen ölüm haline gelirdin. Bak bu ya~
şa geldim de hala kucagina yakışıyorum ...
Benim için agladıgın elvermedi mi? Döktügün
yaşlar yüzüne yer etmiş! Gönlünü mü kır
dım? Sen gücenmezsin, degil mi? Sen bana
helal edersin, degil mi? Sütninecigim! Nineci
/o'tim! Hakkım helal et! Ben gidiyorum.
Hanife- Kız sen çıldırdın rm? Beni ak sa
çımla tımarhanelerde mi süründüreceksin?
Nereye gidiyorsun?
Zekiye- Ah! Nasıl seviyorum bilsen! Git
mezsem mutlak kendimi öldürecegim. Dün
yam, ahiretim yıkılacak ... o da görevim degil.
Cehennemde azap ederse Allalı eder. O dün
yada kalacak, o ... Ben kara toprakta yataca
gım, o belki başkasının ... (Şiddetle Hanife'nin
kucağına koşarak) Ah! Nineciğim! Sanki ni
nem mezardan çıkımş da giysilerini degiştir-
-43-
miş. Beni bırakl Beni düşündümıe! Çıldırdı
gımı ister misin? Ne kendimi öldürebiliyorum
ne ölü yaşamak elimden geliyor. (Ağlayarak)
Gidecegim. Gidecegim. Onu seven bir vakit
ardından aynlmazmış!
Hanife (Şaşkın şaşkm) - Kızım, kızcagı
zıml Hay ayaklarım kırılaydı. Hay agzım kuru
yaydı. Hay Allah bin türlü bel:lını vereydi de ...
Zekiye - Sus! Kendisine kötü dua etme!
Ben şimdi kendimde degilim. Aldım başımda
yok. Ölümden beter biiller geçiriyorum. Ce
hennem azabı çekiyorum, degil mi? İşte bana
bu belaların bir dakikası, şimdiye kadar yaşa
yışımdan tatlı geliyor! Şimdi gidecegim. Kim
bilir, bu gece hangi ağacın altında, hangi me
zarın üstünde yatacağım? Kim bilir, çevremde
akrep mi bulunacak, yılan ını dolaşacak? Kim
bilir, aç mı kalacağım, susuzluktan ını ölece
gim? Gidecegim... Yine gidecegim... İslam'ın
arkasından gideceğim. O da benim gibi "Gide
cegim. gidecegim!" diyordu. (Zekiye bu sözleri
söylerken, Hanife gittikçe şaşuır. Zekiye gittik
çe öjkelenerek mertçe bir tavırla) Gidecegim.
Gideceğim. O gitti, ben hala burada duruyo
rum. (Zekiye kapıyı güıültüyle örter çıkar.)
Yedinci Meclis
Hanife yalnız
Hanife (Kendisini toplayarak) - Ah! Nere
ye? Kapıyı paralamışi Hala gidiyor. Kızım! Kı
zım! Zekiyel Gerçekten gidiyor, gerçekten git
ti. Ah! (Mindere yığılır)
(PERDE KAPANIR)
-44-
ı
PERDE U
(Perde açılınca Silistre kalesinin bir tabya
tırıda ötede beride bir takım gönüllüler otur
muş. Zekiye, erkek giysisiyle içlerinde görü
rıar.)
Birinci Meclis
Gönüllüler, Neferler, Abdullah Çavuş, Zekiye
Bir Gönüllü - Sus un ... Susun ...
Başka Bir Gönüllü - Ne var?
Önceki Gönüllü - Mızıkayı işitmiyor mu
ınııı?
lkin ci Gönüllü - Ey, telaşın ne? İşte as
krr ~eliyor. Birinci Gönüllü - Hava kavga havası ...
Zekiye - Mızıka kavga havası çalıyorsa
hiz de kavga türküsü söyleriz.
lkinci Gönüllü - Şunun da çocukluguna
bnk!
Abdullah Çavuş - Bunun çocukluk nere
llhıde? Kavgada kavga türküsü söylemekle
luy:iınet mi kopar?
Birinci Gönüllü - Camm susun ...
Bir Kaç Kişi Birden - Gelin türküye! Ge
Un türküyel
-45-
Hepsi Birlikte:
Aımllimiz, efkanmız ikbal-i vatandır.
Serhaddimize kal"a bizim hak-i bedendir
Osmanlılanz ziynetimiz kanlı kefendir
Gavgaada şehadetle bütün kam alınz biz
Osmanlılanz can veririz nam alınz biz
Kan ile kılıçtır görünen [email protected]ızda
Can korkusu gezmez ovamızda dağımızda
Her küşede bir şir yatar toprağımızda
Gavgaada şehadetle bütün kam alınz biz
Osmanlılarız can veririz nam alınz biz
Osmanlı adı her duyana lerze-resandır
Ecdadımızın heybeti maruf-u cihandır
Fıtrat degişir sanma! Bu kan yine o kandır
Gavgaada şehadetle bütün kam alınz biz
Osmanlılanz can veririz nam alınz biz
Top patlasın, ateşleri etrafa saçılsın
Cennet kapısı can veren ihvana açılsın
Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın
Gavgaada şehadetle bütün kam alınz biz
Osmanlılanz can veririz nam aiınz biz1
1 İsteğ;imiz, düşüncemiz vatanın yükselişidir 1 Sırurlanınıza kale bizim, beden toprağıdır 1 Osmanlılanz, süsümÜZ kanlı kefendir 11 Kavgada şehit olarak bütün seVinç duyarız 1 Osmanlılanz, can veririz. ün kazamnz biz 11 Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda 1 Can korkusu gezmez ovamızda dağımızda 1 Her köşede bir arslan yatar toprağımızda 11 ... 11 Osmanlı adı her duyam titretir 1 Atalarımızın büyüklügünü bütün dünya bilir 1 Yaratılış, huy, değ;işir sanma 11 ... 11 Top patlasın. ateşieli çevreye saçılsın 1 Cennet kapısı can veren dostlara açılsın 1 Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın 1 1 ...
-46-
Ikinci MecU.
Önceliller, Askerler,
Miralay Sıdkı Bey
Sıdkı Bey - Kalede kalmak isteyenler bJr
lnrufa ayrılsın.
Bir Gönüllü - Hep burada kalmak istiyo
rııı. ki, buraya geldik. Birbirimizden niçin ay-
f ılıtra~ız?
1
Sıdkı Bey (Hiç kimseye yüz vermeyerek)
'
- A;:talar! Düşman suyu geçti. Şehrin öbür
tarııfında herkes birbirine giriyor. Memleket
bır Iki güne kadar bütün bütün kuşatmaya
uarayacak gibi görünüyor. Allah zevıW ver-
mealn. devlet kalesini kendi askeriyle de ko
ruyabilir. içinizden her kim burada bulun
tnıık Istemezse, paşadan izin var, hemen bu
1nn dışan çıksın. Bir Gönüllü - Düşman çok, asker az, bi
lll ctnha azaltmak mı istiyorsunuz?
Abdullah Çavuş -Asker az olmakla kıya
nırt ıııi kopar? Azdan az olur, çoktan çok.
Bıdkı Bey - Kıyamet mi kopar? Kıyamet
, mı kopar? Sen sus da bir az şunlar söylesin.
Abdullah Çavuş. -Ay, ben söyleyince kı
yamrt mi...
Bıdkı Bey (Sözünü keserek)- Sübhan-Al
bu•hl' Agalar ... Kuşatmada kurşundan, gülle
ebın başka açlık, susuzluk da var. Kim kendi
lltil kurtarmak isterse ...
Blr Gönüllü (Miralaym karşısına gelerek)
l lıııı; yıkılma. 1 TAıın'yı her türlü kusurdan. eksiklikten ayn tutanın.
-47-
''""f"l
- Bey! Bey! Biz buraya kendi inidemizle gel
dik. Gelişimiz ancak bu gün için idi. Siz bir
elinizle bize düşmanı gösteriyorsunuz, bir eli
nizle kaçacak kapıyı! Saçıma sakalıma ak
düşmediğine mi bakıyorsun? Ben yaşadığımı
yeter görüyorum. Kefenimi boynuma, şehitli
gi gözüme aldım. Bagdartan buraya kadar o
niyetle geldim.
Abdullah Çavuş İşte hepsi de böyle
söyleyecek, hepsi de bu akılda ... Ay! Ne dan
lıyorsun? Bir kere de iş benim dedigim gibi çı
karsa kıyamet mi kopar?
Sıdkı Bey (Hiç birine yüz vermeyerek, gö
nüllüye) - Birader, sözüm size değil.
Bir Gönüllü - Hangimizedir?
Başka Bir Gönüllü - Hangimizi daha
kavga başlamadan düşmandan yüz çevirecek
kadar alçak sanıyorsunuz?
Sıdkı Bey - Pek iyi! Siz de bizim gibi va
tan yolunda ölmek istiyorsunuz. Çalışınanız
Allah'ın katında ziyan olmaz. Hayatınız gider
se adınız kalır. İnsan olana öldükten sonra
bir güzel ad bırakmak, belki hiç ölmemekten
hayırlıdır. Gönlünüzü sağlam tutun, ölüm
den korkmayın ki, korksanız da korkmasanız
da elbet de bir gün gelir sizi bulur. Kurtula
mayacağı şeyden kaçmak insana layık degil
dir. (Zekiye'ye hitaben) Çocuk!
Zekiye - Efendim.
Sıdkı Bey (Gaıip bir bakışla yüzüne baka
rak)- Sen kimsin?
Zekiye (Teldşla) - Ad em ... '
1 Hem "insan" anlamına gelir, hem de erkek adı olarak kullanılır.
-48-
i
·~
Sıdkı Bey - Adın nedir?
Zekiye (Kendini toplayarak) - Adem efen
ılinı.
Sıdkı Bey (kendi Kendisine)- Ne müna
ftlrbetsiz hulyillar! (Zekiye'ye) Kaleden çıkma
ya izinlisin.
Zekiye - Kalede kalmaya izin yok mu?
Sıdkı Bey- Çocuğum! Ne işe yararsın ki,
ııwni alıkoyayım?
Zekiye - Vatan için öleceğim. Başka ne
hizmet istersiniz?
Sıdkı Bey - Sen daha silah kullanamaz-
l!llll.
Zekiye - Ben size canımı sunuyorum.
Siz bana yaşıının küçüklüğünü söylüyorsu
nuz. Buraya adam öldürmek için mi geldiniz?
Ölmek için mi? Öldürmek içinse beni de öl
dürün. Ölmek içinse, emin olun ki sizden da
Jıa kolay, daha rahat ölürüm.
Abdullah (Miralaya yaklaşarak) - İçimiz
ek şu zavallı çocuk kalınca kıyamet mi ko
par?
Sıdkı Bey - Sen galiba bir vakit olacak
lti. kale elden giderse, yine, "Kıyamet mi ko
par?" diyeceksin.
Abdullah - Hayır beyim, ben ölmeden
kale elden gitmez. Öldükten sonra da söz söy
lı·yemem a. Nasıl, "Kıyamet mi kopar?" de
rim ...
Zekiye-Benden ne istersiniz? Vatan bir
Allah tekkesi değil midir? Tekkeye gelen kur
lıanın semizliğine, zayıflığına bakılır mı? Lüt
fen, çocuklarınıza da devlet yolunda ölmeye
Izin verin. Bu kadar gençler veremden, veba-
-49-
dan ölüyor, bir ikisi de kurşundan. gülleden
ölürse ne olur?
Abdullah- Şu (çocuk da kalsa) sanki ne
olur? Kıyamet mi kopar?
Sıdk.ı Bey (Sevecenlikle Zekiye'nin yüzüne
bakarak)- Çocuk ... (Kendi kendisine) Bıyık
sızı ölmek ister. ak sakallısı ölmek ister ... ne
diyeyim. Allah cümlesini vatana bağışlasın.
Üçüncü Meclis
Öncekiler, İslim Bey
İslim Bey (Göğsünde bir kaç yara olduğu
halde koşarak) - Bey! Bey!
Zekiye-Ah!
İslim Bey - Sudan geçtiler.
Zekiye - Kanlı nişanları gögsünde duru
yor.
İslii.m Bey- On bin kadar vardılar. Üç
yüz kişi ile karşıladık. Üç saat ugraştık. Üç
saatte ... Ah, üç saatte ... Arkadaşların hepsi
toprak oldu, hepsi ahirete gitti. Lakin en
güçsüzü bile iki düşman olsun birlikte gö
türdü. Cenazeleri yerde yatıyor. Hala düş
man, uyur arslan görmüş kartal gibi birine
yaklaşamıyor da yanlannda dolaşıyor. Bey!
Üç yüz kişi idik. On bin süngüye karşı dur
duk. Gülle arasında sektik. Başımıza dolu gi
bi kurşun yagdı. Sonunda süngü süngüye
geldik. Osmanlı('nın) ne demek oldugunu
gösterdi.k. hepimiz öldük. .. Ah! Hepsi öldü.
Yedi kişi kaldık ... Saglıkla kalınayaydık. Al
lah da bilir ki, ben onlara kavuşmak iste-
-50-
elim ... Allah da bilir ki, ben herkesin önünde
ldim... Cephan em tükendi, kılıcım kırıldı,
kollanından tuttular, kollanını bir türlü kur
taramadım. Beni zorla kaleye çektiler. Ne ya
payım? Ben ölümü kavaladım tutamadım,
beni kovalayanlar tuttular. Esir oldum. Hiç
olmazsa vatandaşianma esir olmayaydım!
Ah, vatan! Vatan! Senin hayatın tehlikede,
ben hala sağ duruyorum.
(Zekiye bu sözler arasında yavaş yavaş İs
ldm Bey'e yaklaşır, İsldm Bey bayılır, Zeki
ye'nin kucağına düşer. Herkes çevresine top
lanır.)
Sıdkı Bey - Abdullah, buraya gel. Şimdi
beyi alırsın, doğru benim adama götürürsün.
ller hizmetine bakarsın. Cerrah çağırırsın.
Jlrkim getirtirsin. Ben gelinceye kadar bir da
ktka yanından aynlmazsın, aniadın mı?
Abdullah - İyi amma, ya düşman kavga
)'R başlarsa ben bulunmayacak mıyım?
Sıdkı Bey - Bulunmadığın vakit kıyamet
ml kopar?
Abdullah - Evet! Öyle ya... Kıyamet mi
kopar? Kıyamet kopmaz amma! Her ne ise ...
(Kendini toplayarak) Ben de kaleyi kurtarma
ya çalışacağıma, böyle kaleler değer bir yiğidi
kıırtarmaya çalışırsam kıyamet ıni kopar? (İs
Inı rı Beyi kucaklayıp kaldırmak ister.)
Zekiye - Çekil! İşte canım kucağımda ...
lı;tr iilüm halinde ... Onu da sen ıni alacaksıni
tillıyor musun? Anlıyor musun? Seviyorum.
Sıdkı Bey- Ne oldun çocuğum?
Zekiye (Kendisini şaşırarak ve toplamaya
~tılı.~arak İsldm'ı Abdullah Çavuş'a bırakır ve
-51-
yavaş yavaş dağrolurl - Kim? Ben mi? De-
rnek ki, bilmiyorsunuz... Demek... Demek
:~::a:;~~~~==:~:=:~~=ns::::~ /~ tırlıyım. ı Şimdiye kadar bu adamın sayesinde ~ yaşadım... İşte ölüyor... Görüyorsunuz a ...
Ölüyor. .. Canımı alıp da ona verebilir misiniz?
Veremezsiniz değil mi? Hiç değilse bırakın da,
ben onun konağında doğdum, o da ölecekse
benim kucağımda ölsün. Vatan nedir? Bili
yorsunuz. Gönül nedir? Bilmez misiniz?
Sıdkı Bey - Git. .. Git yavrum. Sen de bir
likte git. (Gözlerini silerek) Ne kadar senedir ki
insanın gözü nasıl yaşanr unutmuştum.
(Zekiye İslam Beyin arkasından gider. Öte
ki beriki yavaş yavaş dağılmıya başlar.)
Dördüncü Meclis
Sıdkı Bey, Rüstem Bey
Sıdkı Bey - Kaybolmuş! Hiç adam kay
bolur mu? Özellikle kız ... Ben onun nerede
olduğunu bilirim. Anasımn yanında, kardeşi
nin yarunda ... Mezarlanm gözümün önüne
getireıniyonım, görmedim ki getireyim, fakat
zihnimde buluyonım. (Mektuba bir daha göz
gezdirerek ve acı acı gülerek) Zavallı adam,
kayboldu diye beni avutmak istiyor. Zekiye
de gitti öyle mi? Dünyaya yapyalruz geldim.
Geldiğim gibi yapyalmz kaldım. Z::lti kavgada
yıın. Kavgada vatanın sınınyla ahiretin sımn
1 Balkan yanmadasında bulunan Makedonya'da bir kent.
-52-
llil\lnıda beyninde ne fark olur? Azrail baş
llt'Uıtınzda dolaşıp duruyor. Bu gün olmazsa
Yfltııl gider hepsini görürüm.
Rüstem Bey (Miralaya yanaşarakl
= Heyefendil Müsade buyurur musunuz? Si
H ulr şey soracagım. Benim bir okul arkada
tım vardı; adı Ahmed'di. Tıpkı size benzerdi.
Mü1Azımlıkla1 Manastır'a gitmişti. Sonra kay
boldu. On altı, on yedi senedir bir haberini
nlımuyorum. Eger geçen gün, "Ben Harbi
)*tı'den" çıkmadım" dememiş olsaydınız, "Mut
lnk odur, sonradan Sıdkı mahlası3 alımş" di
yr lıükmedecektim. Acaba sizin öyle bir kar
llrı;ılııiz var ımdır? Varsa, bana durumundan
tınlıer verebilir misiniz?
8ıdkı Bey- Hayır beyim! Benim öyle kar
dr!fllll yoktur. Ama sorduğunuz adaım bili
fllll, kendim gibi bilirim. Manastır'da yüzbaşı
olmuştu. Ali Bey derler bir arkadaşı da vardı.
ltz Ahmed Bey'i nasıl severseniz, Ahmed Bey
de Ali Bey'i öyle severdi. Belki Ali Bey'i de bi
lirsiniz.
Rüstem Bey- Nasıl bilmem. Zavallı ço
cuk ... o da bir kardeşim di. Öyle kardeş ki bel
ki anamız babaımz bir olsa düşüncemiz, hu
yurnuz o kadar bir olmazdı. Zavallıyı kurşuna
dlzınişler.
8ıdkı Bey- Niçin dizdiklerini biliyor mu
ı.unuz?
Rüstem Bey - Hayır, ben o vakit Bag
dıtt'ta idim. Bir haber şu evden öteki eve gi-
1 Tegmen rütbesiyle. ll Harbokulu'ndan. D Takma adı.
-53-
dinceye kadar yansı etrafa dökülüyor. İçine
yansından çok yalan kanşıyor. Manastır'dan
Bağdat'a gelen haberlerden ne öğrenilebilir?
sunu Bey - Söyleyeyim de dinleyiniz. Ali
Bey Manastır'da evlenmişti. Alayının kayma
kamı olacak edepsiz, bir gece beyin evine mi
safir gider. Ne misafır! Kalırolacak mel'un,'
vatanın namusunu korumak için beline takı
lan kılıcı eline alır da zorla çocuğun haremi
ne tecavüz etmek ister. Bir asker, bir insan,
öyle bir köpeğe ne yapar? Beynine bir taban
ca vurur, canını cehenneme gönderir. Asker
lik gayretini, insanlık namusunu bilenlerin
hepsi, çocuğu alkışlarlar.
Rüstem Bey - Kim olur da alkışlamaz?
Sunu Bey - Divan-ı Harp!2 O, hiç sizin
düşüncenizde bulunmadı. O vakitki divan-ı
harplerin üyelerini bilirsiniz a? Hani bir rüt
be üst tarafındaki zabite çubuk doldurarak,
vekilharçlık3 ederek, ayak öperek, dayak yiye
rek yetişen ağalari Çocuğun bir mahkemede
asker kaçağı gibi, vatan hilini gibi kurşuna
dizilmesine hükmettiler.
Rüstem Bey -Allah Allah!!!
Sıdkı Bey- Şimdi bir de kendinizi Ah
med Bey'in yerine koyun. Ali'yi kurşuna dize
cek bölüğü kumandaya emir alaydınız, ne ya
pardınız?
Rüstem Bey - Allah göstennesin! Ben
kurşuna dizilirdim, yine o alçaklığı yeğlemez
dim.
Lanet olası. 2 Yüksek askeri mahkeme. 3 Kahyahk ederek; ayak işlerini görerek
-54-
lıdkı Bey- O da tıpkı sizin gibi düşün
tıc\. Anlaşılıyor ki bir okulda, bir meslekte ye
ll;ıntı;;siniz. Ahmed Bey emri alır almaz, doğ
tll 1 >tviin-ı Harb'e gitti. Ben yanında idim, du
tıııııu tamamıyla bilirim. "Ben askere, bu yol
du mn vermek için girdim. İsterseniz beni de
Alı Bey'le birlikte kurşuna dizin. Hazınm. An
tmk. cellat olmak elimden gelmez. Hatta em
fPtl !~niz iş cellatlık da değil, adeta kaatillik.
O hizmeti bir başka bendenize1 gördürün!"
drclt.
Rüstem Bey - Benim arslan kardeşim!
lıırmn Ahmed'im! Adam böyle olur.
Sıdkı Bey- Divan-ı Harp bunda da sizin
ııtht düşünmedi. Ali Bey kaatil idi, Ahmed Bey
ibi oldu. Ali'yi kurşuna dizdiler. Alımedi de ...
Alııned'i de, "keçe külah" ettiler! "Keçe kü
IAiı" olmak bir askeri nasıl etkiler, bilirsiniz
a?
Rüstem Bey - Allah öyle hakimierin yüz
bin türlü belasını versin! Demek ki, insan na
ımısunu korumamalı imiş! Demek ki, asker
olan cellat olınalı iıniş! Öyle mi?
Sıdkı Bey - Zavallı Ahmed; o da Manas
tır'da evlenmişti, üç yaşında bir oğluyla, on
dört aylık bir de kızı vardı. Gördüğü rezaletin,
hakarelin üzerine, evine gidemedi. İki ma
ımm, iki günahsız çocuğunun yüzüne bak
maktan utandı. O gülle, kurşun yağdığı za
manlar metris3 altına girmeyen adam, biri yü
ziine baksa kendisini utancından eriyecek
1 Kulunuza. 'l Ordudan attılar. 3 Siper.
-55-
sanırdı. Vahşi hayvanlar gibi ormanlarda,
ağaç kovuklannda saklanırdı. Her gün bin
kere kendini öldürmeye kalkışırdı. Sonra bu
dünyaya kendi isteğiyle gelmediğini düşü
nürdü; öteki dünyaya kendi isteğiyle gitmek-
te hak göremezdi. Allah'ın hikmetiyle, insanın
bahtıyla, dünyanın durumuyla ilgili ne oku
muş, ne işitmiş ise hepsi her dakika gözünün
önünde dolaşırdı. inancında Allah'ı, onun ya
rattıklannı, kendi adaletinin kavrayışından
yaratmış bir kalıredici güç bulmuştu. Allahı'-
nı severdi, kulluk ederdi, fakat o kadar gözü
korkmuştu ki merhamet edilmesi için yalvar
maya cesaret edemezdi. Ama insan ... İnsan
gözünde o derece alçaktı ki kendinin de insan
olduğunu düşündükçe, kendi kendisini al
datmaya çalışır, karnını doyurmak için dağ
başlannda dört ayaklı yürür, ağzıyla otlardı.
Ah! Kendisini taşıyıp da bu dünyaya getiren
ana, o zaman şüphesiz karnını yüz bin parça
ederdi. Dünya... Ya hele dünya... Bir kere
onun gözüyle bak. Sanki felek, bir çocuk ...
Dünya onun elinde bir top... Felek oynar,
dünya yuvarlanır. Çocuk oynar, top aşınır ...
Şimdi kırmızı görünen şey, gözünü yumup
açıncaya kadar san olur. Şimdi doğru görü
nen şey, gözünü yumup açıncaya kadar eğri
Ur. (Kendisini kaybederek) Ah! Kaç bin kere
kuyrukluyıldız kadar bir yıldınm olup da bu
çocuk oyuncağını, bu alçak toprağı, bu zu
lüm dünyasını, bu insana mezar olmaktan 1 başka bir şeye yaramayan belalar alemini bir · ·~ vuruşta yüz bin parça etmek hayaleriyle çıl- :
dıracak derecelere geldim ... Kaç bin kere ...
-56-
RU1tem Bey (Sözünü keserek) - Biz Ah
HU•ı1 Bey'den söz ediyorduk. Şimdi kendinizi
~nvlrıııeye başladınız.
lıdkı Bey (Kendisini toplayarak) -Yok!
""" hazı kere konuşurken öyle dalanm. Za
mllının çektiiıi felaketleri gözümün önüne ge
tlrıUııı de ...
RU1tem Bey - Zaran yok ... Sonra ne ol
ch!'! (Kendi kendisine) Bu, mutlaka Ahmed'dir
ö Krııdini bildinnek istemiyor.
8ıdkı Bey - Sonra ne olacak? Ahirete gi
tlemrylnce, dünyada ahiret için yaşayanıann
dUnyıtsı olan Hicaz'a gitmişti. O zamanlar gön
ln Ackta taş kesilmişti. Belki üzerine hızlı çar
ptlr.a ateş çıkardı, ama kendisi etkilenmezdi.
RUstem Bey - Hicaz'da da yanında mıy
dnnz? Sözlerinizi kendi vicdanınızı anlatır gi
bi •öylüyorsunuz!
Bıdkı Bey - Size dedim a, her haJini bili
rim. kendimi bilir gibi bilirim.
Riistem Bey (Kendi kendisine) - Hiç şüp
hf! kalmadı. Bıdkı Bey - Garip haJdir! Hicaz'da bu
hındu~u zaman hiç dünyayı düşünmek iste
ttırzdi. Eşini, çocugunu unutmuştu. Bir tür
If\ vatanını unutamadı. Bir türlü devletin
kendisini yetiştinnek için harcadıgı paralan
lônlünden çıkaramadı. .. Sonunda görev, vic
dAnına üstün geldi. Yine askere girdi. Amma
tıf' ıtsker! Nefer ...
Rüstem Bey - Nefer mi?
8ıdkı Bey- Nefer ... Hem neferlik tam beş
yıl sürdü, tezkeresini bırakroadıkça onbaşı
birtmadım ı
-57-
Rüstem Bey- Onbaşı mı olamadın? Sen
mi?
Sıdkı Bey (Tehdit ile bakarak) - Hayır,
ben değil ... 0 ... Ahmed Bey! (Yine kendisini
toplıyarak) İş o derecede kalsa ... Eski rütbe
sini tekrar alıncaya kadar hiç kimseye kendi
sini bildirmemişti. Bir daha keçe killah olma
yı kim ister? Yalnız, o rütbeye geldikten son
ra Manastrr'da bir dostuna mektup göndere
bildi, Manastır'da topu bir dostu vardı, mek
tup gönderişi de çaluğundan çocuğundan bir
haber almak içindi. Sağlıkla haber alrnıya
kalkışmaya idi. İlk aldığı mektupta haremi
nin kendisi için beş yıl verem döşeklerinde
yattıktan sonra özlemle öteki dünyaya gittiği
yazılmıştı. Arası iki yıl geçmedi, dostundan
bir mektup daha aldı. İkinci mektuptan ne
haber beklersiniz. Oğlu da vefat etmiş. Son
nefesinde iki söz söyleıniş: Önce, ~Babacı
ğım!" demiş; sonra, ~vatan ... " Babacığım de
diği vakit gözlerini gök yüzüne dikmiş, sanki
babasını aramış. Vatan dediği vakit çevresine
bakınmış; sanki her bakışı, "Yatacağım top
rağı düşmana çiğnetıneyiniz!" derıniş ... Fela
ket bununla bitti mi sanırsınız? Hayır! Dos
tundan bir yeni mektup daha geldi. İçinde
"Kızın kayboldu!" diyor; kızının da öldüğünü
söylemek istiyor. Belli ki o zavallı da ihtiyar
lamışı O zavallının da yüreğine zayıflık gel
miş! Çektiği belalardan o kadar yılmış ki, Ah
med'e kendi derdinden bir pay vermeye kıya
mamış. İşte Ahmed Bey'in halini anladınız.
Şimdi onun da senin gibi, belki senden bü
yük bir rütbesi var. Allah rızası için bir yerde
-58-
rıuıt gelirsen tanıma! İstersen selam bile ver
mr. Adını işitirlerse, belki yine keçe külalı
ı>ılrrler. Hareminin, oğlunun, kızının mezan
tıı ı.töremedi, belki kendi mezarını da vatanda
lıııııkmazlar. Zavallının vatanı içinde yaşa
tıınsını engellediler, belki vatanı için ölmesini
ı1r r:ngellerler.
Rüstem Bey - Beyim! Ahmed Bey benim
ıukadaşımdı, kardeşimdi... Öldü... O kadar
fılılii ki, hatta gönlümde, zihnimde arasan ha
yı\llni bulamazsın. Fakat bana yine bir kardeş
lAzım ... Sen yerini tutar mısın? Yerine seni
koysam kabul eder misin? Edersin değil Ini?
Ben Ahmed Bey'i öldü biliyorum; ben Sıdkı
Bey'in sevgisini istiyorum. Ağzımdan Ahmed
Bry'in adını kim işitirse Sıdkı Bey'i getirsin
yüzüme çarpsın, başımı beyniini paralasın.
Beşinci Meclis
Öncekiler, Bir Gönüllü,
Abdullah Çavuş
Gönüllü (Teldşla yanlarına gelerek)
-Bey! Bey! Hücum var ... Düşman geliyor ...
Abdullah Çavuş - Sanki biz onu biliniyor
muyuz? Düşman gelirse kıyamet mi kopar?
Sıdkı Bey (Kendi kendisine) - Şu çocuk
da bir türlü zihnimden çıkmıyor. Ne acayip
hayal! Oğlum öleli üç yılı geçti...
(Kavga havası başlar. TI-ampete çalınır.
Herkes silah başına koşar.)
(PERDE KAPANlR)
·59-
,.. PERDE III
(Perde açılmca düzenli bir oda görünür. İs
lAm Bey yataktadır.)
Birinci Meclis
Zekiye, İslam Bey
Zekiye (Kendi kendisine) - Uyuyor, ha.
uvııyor. Verdiği sözü ne de güzel tutmuş! Bak
lliıJ,Hi"ınde kanlı yaralardan kaç övünç nişanı
Vııı ı I !ekim ne diyordu? Bu geceyi de geçirirse
yımna tehlike yokmuş. Öyle degil mi? Ah,
umut. hekim sözünün dogruluguna kalırsa ...
Brn de deli miyim? Hiç, Allah gösterrnesin, bir
trhllke olsa gönlüm bu kadar rahatta mı olur?
Nr kadar da tatlı uyuyor! Tek, uykusu bir da
klkn uzasın! Öınrümden bir yıl azalsa razıyıın.
lt iıilümseyerek) İnsanın aklındaı: ne deli deli
hüly{llar geçiyor! Acaba ... Bir kerecik olsun ...
Ah! Aynldıgı vakit hayalimi kıskanıyordum!
OrlU Şimdi bir gece rüyasında seni gördügünü
liiC'ıyleseler, müjdesine canını vermez misin?
1 Jyuyor. Ne güzel uyuyor. Melek de uyusa böy
'"' uyur. Saçlan yastıga ne tuhaf dagılınış.
1\rşke yastıgı gögsüın olaydı... Keşke yorganı
lilııçlanm olaydı. Böyle şeyleri insan söylüyor
-6ı-
da sonra dayanamıyor. Kuca@ma aldım. Ak
lım, gönlüm, ciğeıim hep göğsüme, kollarıma
geldi sandım. (Uzaktan uzağa top sesi işitilme
ye ba.şlar) Hay Allah kahretsin. Ne hasta bilir,
ne yaralı düşünür. .. Topun agzından herkese
can dağılsa, belki bu kadar vakti vaktine at
maya başlamazlardı. Vatanınız için ölmeye mi
geldiniz? Ya niçin vatanıniZdan çıktınız? Pek
iyi! Çıktınız, ölseniz ... Ölüm karşınıza gelince
şahin görmüş ördek kadar kaçarsınız. Öldüre
cek adam buldukça bulutla yanşan kaplan gi
bi kovalarsınız ... Öyle değil mi? Sanki aldı@
nız canlar vücudunuza girecek! Sanki öldür
düğünüz adamların ömrü sizin olacak!
(Top sesleri gittikçe sıkla.şır. İslam Bey
uyanır. Zekiye odanın bir köşesine saklanır.)
İslam Bey- Atın! Atıni Uyur arslanlan
uyandınn. Şimdi yüzlerini karşınızda, pençe
leıini göğsünüzde bulursunuz ... Vücudumda
ne var? Ha! Yaralanmışım ... Yazık ki kazan
dığım kavgalar ... kırdı@m kılıçlar ... dağıttı
ğım fırkaiae hep rüya imiş! Ya Rabb-ül-ale
min!2 Ben acaba ne büyük günah işledim!
Bulıran içinde bile. ~özleıim kapandıkça Ze
kiye'nin; açıldıkçayine Zeltive'nin yüzü görü
nüyordu ... İnsanı cehennemde ikı"ı kendisi
ne cennette gibi göstermek adaletiu" yakışır
mı? Cihan bu ya! Elbet de yaralanalı çok za
mandır. .. O kadar düşleri, hülyalan geçirme
ye aylar ister. (Top sesleri sıkla.şır. Öjkeyle)
Ah! Düşman karşısında adam bulamamış da ,
güllesini kara topraklara, yalçın kayalara atı-
ı Tümenler. 2 Evrenin Efendisi; Tann.
-62-
vur. Bizi istihkam1 içinde görmekle kendisin
ılr daha çok yiğitlik düşünemez a. Hele bire
Iki ... bire beş gelsin ... Dilima kurşununu göğ;
•1\müzle, süngüsünü gönlümüzle karşılama
vn hazınz. Ancak, o böyle gayreti kalabalıkla
lııtstırmak isteyince, biz de elbet de demire
htşı karşı tutanz. (Top sesi artar) Patla! Patla!
Bu kalede senin sesinden değ;il, içindeki ateş
1
. i kiireyi patlatsa onun gürültüsünden bile kor
kacak bir kadın, bir çocuk bulamazsın. Ne
~ 1 yanlış inançta imişim! Vatan yolunda ölecek
kırk kişi yoktur sanırdım. Galiba düşman da
ı >smanlılan benim gibi görmüş! Evet, Os
ıııanlılar söz arasında vatan için kaygılanmaz
ı.tibi görünürler; o kadar kaygılanmaz gibi gö
riinürler ki, konuştuğ;un adamı taştan yapıl
ıııış resim sanırsın. Hele karşılarında bir düş
ınan göster! Hele vatanın kutsal topraklannı
lıir yabancının pis ayağ;ıyla çiğ;neyeceğini an
Jasınlar; işte o vakit halka başka bir hal geli
yor; işte o vakit insan en miskin köylü ile be
ııim aramda hiç fark bulamıyor; işte o vakit o
ııbalı kebeli Türkler, o tatlı sözlü, yumuşak
yüzlü köylüler, o çifte koşulur öküzden fark
dmek istemediğ;imiz zavallılar aradan bütün
bütün kayboluyor da yerlerine Osmanlılığ;ın,
kahramanlığ;ın ruhu meydana çıkıyor. En
güçsüzü dişiyle kılıca, eliyle kurşuna salıyor.
Kimse sınınn bir taşını, en değ;ersiz bir taşını
korumada, yavrusunu koruyan dişi arslan
ılan, anasını sakınan erkek insandan geri
kalmıyor. Baksamza askeri düşmanın önüne
getirinceye kadar kırbaç değ;nek kullanmıya
1 Siper.
-63-
mecbür oldular. Şimdi bir kere düşman gö
ründü; o, kırbaçla, süngü ile getirdiğimiZ as
keri ileri gitmekten kılıçla. süngü ile, degDek
le egnelleyemiyoruz. (Şiddetle yerinden kalka
rak) Estağfurullah! Bu kale, senin attığın gül
lelerle alınmaz. Elinden gelirse, git Azrail ile
arkadaş ol. Önce hepimizin camm alsın. On
dan sonra belki ... Düşman da görmüyor mu
ki kendisinden beş kişi kanlar, topraklar
içinde yuvarlanmadıkça, bizden bir kişinin
ruhunu göklere göndermek mümkün olamı
yor?
Zekiye - Yarabbi! Ben şimdi nereye ka
çayım? On iki gündür aklı başında değildi.
Ben de kendimi ne güzel saklıyordum. Bu
gün ona da meydan kalmadı.
İslam Bey (Gittikçe şiddetini arttırarak)
-At! At! Tek başıma bütün gücüne karşı gel
mekten çekinirsem Osmanlı namı bana ha
ram olsun! Bir kırık kılıçla sekizini yanm sa
at kovaladığım askerlerinden namere olayım!
(Yine yatağa yığılır.)
Zekiye (Bu sözleri işittiği sırada yertnden
kalkar. Gitgide teta.şa başlar) -Yine kendisi
ni hasta edecek ...
İslam Bey (Yatağından toplanarak)
-Kimdir o.
Zekiye (Yüzünü göstennemeye çalışarak)
- Kimse yok efendim ... Bendenizim ... Abdul
lah Ağa ile beraber hizmetinize tayin etmiş
lerdi...
İslam Bey - Bu ses! Baksamza ben kaç
gündür yatıyorum?
ı Mert olmayan.
-64-
Zekiye (Pek üzüntü verici bir tavırla) -
Ben bilir miyim? Her gece yanınızda idim ...
Bir çok zaman oldu ...
İslim Bey - Buraya gelsenize ... Bura
ya ... Daha yakın ... Siz kimsiniz?
Zekiye (Sürekli kendisini gizlerneye çalışa
rak) - Kim? Ben? Bendeniz mi? Miralay bey
sizin hizmetinize ...
İslim Bey - Ah! Mümkün değil. .. Allah
Iki Zekiye yaratmaz. Gözlerimde aksin nasıl
lkileşiyor ben hala ona şaşkınım. (Ellerini tu
turak) Söyle ... Söyle Allah aşkına söyle ... Ya
ralanmdan bayıldığım zaman senin kucağın
da mı yattım? Bulıran içinde iken gözümün
önünde dilima dolaşan sen mi idin? Sen Ze
klye'sin değil mi? Allah aşkına kendini sakla
ma! Sen valiahi Zekiye'sin. Eğer Zekiye değil
ııı·ıı ben mutlaka şehit olmuşum. Allah bana
Zrklye kılığında bir melek göndermiş. Söyle,
«>At·r bir sevdiğin varsa onun başı için söyle,
dfıııyada mıyım, cennette mi?
Zekiye - Dünyada bir sevdiğim var. O da
ltnsin. Senin başın için Zekiye'yim. Senin
Zekiyenim. Manastır'dan çıkarken KBeni se
, Yen ardımdan ayrılmaz" dediğini unuttun
mu? Sesinin aksi hala kulağımda, etkisi hala
,nre~lmde duruyor.
l1llm Bey- Şimdi seni bırakıp da bura
lım1 ~eldiğim için beni ayıplar mısın? Sen ra
hRtını. onurunu, kadınlığını, hanımlığını be
ntlll lı,:in reddedersin, günde bir kaç yoksul
htııılrr dururken benim için bu gün bir lokma
llkmr~e muhtaç olursun, kapında bir kaç hiz
tmotı;l bulunurken benim için bu gün bir ya-
-65-
ralıya hizmetçilik edersin; ya ben nasıl ede
yim de kendimi yoktan var eden Allahım için
seni bırakmayayım. Bilir misin, bence vatan
iman ile birliktedir. Vatanını sevmeyen Alla
hını da sevmez ...
Zekiye - Ah, sen vatanını düşündükçe
ne kadar büyüyorsan; ben de seni düşün
dükçe gönlümde o kadar büyüklük görüyo
rum. Söyle! Bana böyle sözler söyle. Sanki
işittikçe hayatım artıyor, artıyor da vücu
dumdan taşacak gibi oluyor. Gönlümde gül
ler açılıyor. Düşüncemde güneşler doguyor.
Bu sözlerirıin sayesinde ben de erkek oldum.
Hem gönlüm giysimden (daha) erkektir. Yarın
kavgaya çık. Sen elbet de herkesin önünde
bulunacaksın a! Ben de elbet de sana herkes
ten yakın bulunurıım. Her fedakarlıgı göze
alınm. Belki seninle ölümü paylaşamayız ...
Yine büyüklük sende... Yine kahramanlık
sende... Sen vatanın için çalışıyorsun. Bcr ı
senin için. Sen kendi sayende yetişmişsiıı.
ben senin sayende yetişiyorıım.
(Dı.şandan bir gürültü duyulur.)
İslam Bey - O ne?
Zekiye - Bilmem!
İkinci Meclls
öncekiler, Sıdkı Bey, Bir Kaç Zabit
(Birbiri ardından girerler.)
Sıdkı Bey - Şuraya toplanalım da bir''
rimizin ne istedigini arılıyalım.
Bir Kaymakam - Bundan sonra kin·,
-66-
ıırı Isterligini anlıyacak bir şey kaldı mı ya?
1\,ılryi kim-koruyacak? Devlet burayı Paşa'ya
lr•ılıın etmemiş miydi? İşte bir gülle geldi, Pa
~~~ yı ~ötürdü. Başsız asker nasıl kavga eder?
llı ıı ada duralım da ...
Abdullah Çavuş - Ey bir paşa ölmekle
kıvılıııet mi kopar?
' Kaymakam - Sus herif. .. Kaledeki zaval
l hlııııı acıyınl Burası devlete gerekeydi, Serdar
~ lttıılnt gönderirdi.
1.
l (>rada bulunan zabitlerin, erlerin her biri
tiUrııl venneye hazırlandığı sırada.)
l1llm Bey (Büyük bir öjkeyle yerindenfır
lftuıır uk) - Herif, şeytan mısın? Şeytandan
~61 (\ btr şey misin? Şeytandan daha kötü ne
' ı:tlm'l CAs us ... Mutlak bu köpek casustur. Bu
ıttii'Jııııtz! Devlet bu kaleyi Paşa'ya emanet et
My•w. senin benim burada ne işimiz var? Ser
ihtt'ıhm ne imdat bekliyorsun? Sanki düşma-
•J,(\llesi yeni gelenleri ayırır da onlan mı
··ı? Sengeberdin mi? Şu karşında oturan
ılA degil mi? İmdat gelip de ne olacak?
ı kalenin neresine yetişmiyor? Sen bu
··ı ın ekmegini yemedin mi? Sen bu vata
'•Wr.sinde geçinmiyar musun? Ayvazlıga'
ı,ııı yokken bu rütbeye gelmişsin. Devlete
11.ıııdin, bir kalesini düşmana vermek mi
ık? Senin beline o kılıcı, rastgeldigine
"ll etflln diye mi taktılar? Ne duruyorsu
•' Niye bu köpegi kurşuna dizmiyorsu
lllz burada teslim sözü işitıneye de mi
-aıaınnıu mutfak ve yemek işlerinde çalışan yardımJIIIIIftlll,ıııa gelen bu· sözcük. burada, komutanın emir illllımıma kullanılmış.
-67-
dayanacağız? Kanlannız mı dondu? Yüreğiniz
oynamadan mı kaldı? Ne şaşkın şaşkın bakı
nır durursunuz? Burada benden başka Os
manlı yok mu? (Üzerine hücum etmek ister.
Zöbitler araya girer.)
Kaymakam - Sen sus da ne söyleyecek
lerse şu zabitler söylesin.
İslam Bey (Rüstem Bey'e)- Bak neler
saçmalıyor, siz de mi susuyorsunuz
Rüstem Bey - Ben kale teslimini teklif
eden haine tüfek ağziyle cevap veririm.
Sıdkı Bey- Elverir!' Bundan sonra her
kim teslim sözünü ağzına alırsa kurşuna di
zerim.
Birinci Zibit- Bu hillni ne yaşatıyorsu
nuz?
İkinci Zibit - Düşman karşısındayız.
Baruta, kurşuna yazık değil mi?
İslam Bey - Ben onu bir kılıçta iki parça
ederim.
İkinci Zibit- Uğursuzun pis kanma gir
mekten ne çıkar?
Birinci Zibit- İyi düşünün! Sağ bırak
makta tehlike var.
Sıdkı Bey (Abdullah Çavuş'a) - Şunu ge,
tür! Yer altındaki odalardan birine hapset.
Kapısının önüne de iki nöbetçi bırak.
İslam Bey- Bey, niçin tehlikeyi düşün
müyorsunuz?
Sıdkı Bey- Yılgınlığın yayılmasının, me
zar kadar hapishane de önünü alır.
ı Yeter.
-68-
Üçüncü MecHs
öncekiler, Başka Bir Ziblt
(Dışardan gelerek.)
Başka Bir Zibit - Düşman sağ tarafa yı
P.ılmış geliyor. Silah başına, silah başına!
(Cenk trampetesi çalınmaya başlar. Her
kes hızla dışan uğrar.)
Dördüncü Meclis
Sıdkı Bey, İslam Bey, Zekiye
Sullu Bey (İsldm Bey'in önünü alarak)
-Sen bir az dursana. Böyle hücumlara on
lnr da yeter. Bilir misin ki kale gerçekten teh
llkededir. Ne imdat gelir, ne yiyecek var, ne
para var. Ne zabit kaldı. Allah bilir amma,
devlet bu kaleyi gözden çıkarmış.
İslam Bey - Bey o nasıl söz! Hiç devlet
kalesini gözden çıkarır mı? Serdar ne yapsın?
1 >üşman çok, asker az. Onlar bizim gayreti
mize güveniyorlar da düzenlerini bozmuyor
lıır. Keşke göğsüme birinci dokunan kurşun
mmmı alaydı da sizden bu sözleri işitmiyey
cltın.
Sıdkı Bey - Oğlum ben kalenin teslimini
ıli'ışünmüyorum. Kurtarmaya bir çare anyo
nım. Kaleyi teslim etmek istiyen, bu konuyu
"eninle tartışmaz a.
İsliim Bey - Kurtarmıya çare... Kavga
rderiz ... Ölürüz ... Teslim olmayız ... Vesselam.'
1 Işte bu kadar.
-69-
Sıdkı Bey - Kaleyi kurtarmaya daha gü-
zel bir çare var. Gerçekten ölecek adam ister.
İslam Bey - Ben daha ölmedim.
Sıdkı Bey - Ölmedin amma. hastasın.'
İslam Bey - Süphanallah! Hasta olan
ölemez mi? Beylm siz düşüncenizi söylemeye ~.· bakınız. Ben vatanım için hasta iken de ölü- .~
rüm; sag iken de ölürüm. Bir kere ölsem di-
rilsem, yine ölürüm.
Sıdkı Bey - Bu gece düşmanın ordusuna
girer, cephanesini ateşieyebilir misin?
İslam Bey - Ateşieye bilirim. Hatta gerekir-
se, üzerine oturur öyle ateşlerim. Fakat orduya \
1 girmek mümkün olur mu? Orasını bilemem.
Sıdkı Bey- İşte mesele orada ya! Tasa-
nın delilik gibi görünür. Yüzde bir umut, ya
var ya yok. .. Ku s uru boşuna yakalanıp kur
şuna dizilmek. ... Elinden tutup da cephane
nin başına götürmek mümkün olsa, her teh
likeyi gözüne alacak, kalede bin kişi bulu
rum. Bu kadar tehlikeli zamanlarda boşuna
gibi görünen çarelere de imkan venneye ça
lışmak gereklidir. Bu bence bir inanç! Hatta
karar verdim. Akşam. gece, orduya girecegim.
Yalnız, yanıma bir arkadaş anyorum.
İslam Bey - Bu girişime ben yetmez mi
idim?
Sıdkı Bey- Eger bir kişiyi yeterli görey
dim, yapacagım şeye şimdiye kadar kendim
girişmez miydim sanırsın?
İslam Bey - Bey bu nasıl düşünce? Bu
tabya, senin varlığınla duruyor. Yigitçe bir
hareket için maksadımı harcayacaksın?
O dönemde bu sözcük "yaralı" anlamına da geliyordu.
-70-
Sıdkı Bey- A bey! Sen deminki edepsizin
ırıl~:.derine mi bakarsın? Burada bu kadar okul
görmüş, bu kadar her rütbeyi bir kavgada ka
t.ıtnmış zabitlerimiz, bu kadar ecelle pençe
lr!$mekten çekinmez askerlerimiz var ... Ah!
Hnsta idin! Görmedin ki ne mertlikler ettik.
llfışman her gün kırkar ellişer bin kişi ile hü
rıım ederdi. Bizimkilerin ikişer üçer bin kişi
al bir yere toplanınca tabyalan korumakla ye
thımezlerdi. Meydan muharebelerine çıkar
lnrdı. Bir kılıç, on on beş süngü ile çarpışırdı.
[>Işler, tırnaklar, bayağı silah gücünü bul
muştu. Yanar kumbarayı' kucaklayıp da
düşmanın kafasına atanlar mı ararsın? Kesil
miş kolunu yerinden koparıp da elinde silah
f!ılenler mi eksikti? Allah bilir kavgalanmızı
ı,tt'ıreydin, Şehname hikayelerinin gerçek ol
ıhı~una hükmederdin. Emin ol! Bu askerin
her biri, bin canı olsa verir de kalenin bir ta-
tım vermez.
lslim Bey (Gözlerini silerek)- Ben de kız
çocuklar gibi memnunluğumdan ağlıyorum.
Elliirimi Asker kaleyi vermez. Fakat düşman
zorla alır. Paşa, şehit oldu. Sen de kendini te
kf edersen, savaşı kim yönetecek? Herkesin
yüreğinde gördüğün gücü, düşüncesinde de
Jolôrüyor musun? Senin düşüneeni almadık
ı;a, kimin ne iş görebileceği var? Hem kendini
nlclürteceksin, ordunun başını beynini para
lııyacaksın; hem sonra kollar ayaklar çalışır
diyorsun. Allalı aşkına etme! Vatanına acı.
Sıdkı Bey- Ne yapayım evlat. En son ça-
1 Bir tür bomba. 2 Iran şaiıi Firdevsi'nin XI. yüzyılda yazdıgı Iran destanı.
-71-
reyi bir adama nasıl teslim edebilirim. Ya gi
rişim sırasında yardım gerektiren bir iş çıkar
sa? Orduya kılık degiştirilerek girilecek ... Kim
bilir, ne olur ne olmaz.
Zekiye (Bulunduğu köşeden çıkar) - İki
kişi gerekiyorsa, biri de ben olurum.
Sıdkı Bey - O kim? Ah, zavallı çocuk!
Sen yerinde otur.
İslam Bey (Zekiye'ye) - Ne söylüyorsun?
Zekiye (İsliım Bey' e) - Merhametsiz, me
zannın bir parça yerini de mi benden esirge
yeceksin? (Sıdkı Bey' e) İhsan buyurun, 1 siz
ölmeye bir adam anyordunuz. Öldürmeye gü
cüm yetmezse, ölmeye pek iyi yeter. Daha ön
ce de söylemiştim; sizden kolay ölürüm. Or
duya kılık degiştirerek girilecek buyurdunuz.
Rumeliliyim, bir az lisan bilirim. Kılık degiş
tirmek de bana sizden kolaydır. Kılık değişti
rerek girdiğim yerde kendimi pek çabuk ta
mtmam. inanmazsanız İslam Bey'e sorun.
İslim Bey ( Duraksayarakl - Çocuk hak
lı gibi görünür.
Beşinci Meclis
Öncekiler, Abdallah Çavut
Abdullah Çavuş - Yine karşıda asker
toplanıyor. Sanının saldın var. Sizi tabyaya
çağınyorlar.
Sıdkı Bey - Abdullah.
Abdullah Çavuş - Efendim.
ı "Bağışlayın" anlamına gelen bu sözcük; burada "Izin
verin" anlarruna kullanılmış.
-72-
Sıd.kı Bey - Buraya gel. Şu kale ugrunda
ölmek elinden gelir mi?
Abdullah Çavuş - Ölürüm. Kıyamet mi
kopar.
Sıd.kı Bey - İslam Bey bu gece bir yere gi
decek. Birlikte gidebilir misin? Fakat yüzde
doksan dokuz kurşuna dizilmek var.
Abdullah Çavuş- Kurşuna dizilirsem kı
yamet mi kopar?
Sıdk.ı Bey - Aferin Abdullah! Haydi tab
yaya gidelim. Bakalım bu günkü düğünümüz
nasıl geçecek? İşimizi de orada konuşuruz.
Zekiye (Sıdkı Bey' e) - Beyefendi, kulunu
zu neden o kadar aşağı gördünüz?
Sıdk.ı Bey - Hayır çocuğum, sen de gide
ceksin. Üç olursunuz, iş daha metin olacak ...
Abdullah da dil bilir.
(Sıdkı Bey, İsl.ô.m Bey, Abdullah oradan, çı
karlar.)
Altıncı Meclis
Zekiye (Odada kendi kendisine) - So
nunda, kara toprak göğsünü açıyor. Sonun
da, ölüm kendisini gösteriyor. Meğer Allah
gelinlik duvağımı kendi kanımdan nasip et
miş! Meğer şehit olmadan birbirimize sanl
mak kaderde yokmuş! (Bir az düşündükten
sonra) Mümkün olsaydı yaşamak da kötü bir
şey değildi... Dün gece gördüğüm düşler ne
idi? Sevgilim ve ben otunnuştum. O kucağı
ma yatmıştı. Mehtap yapraklann arasından
her yanımıza elmas parçaları saçıyordu ...
Ben elimle yüreğimi dinliyordum ... O saçım-
-73-
la yüzünü örtüyordu ... Ben üzgün üzgün ağ
lıyordum ... O hafif hafif gülüyordu ... Sanki
benim gözümden bir damla yaş düştükçe,
onun yüzünde bir taze gül açılıyordu ... Çev
remizde ötüşen bülbüller, çağlayan sular
hep halimizi kıskanır gibi görünüyordu ...
Yüzüne baktıkça canım vücudumdan ayrıl
mış da kucağımda yabyordu. Vatancığımda
idik. Bahçede büyük çınann allında sanıyor
dum. Ah, düş idi ... Ama düşün aynı da olma
yacak bir şey değil idi ya? Keşke bütün öm
rüm öyle düşlerle geçeydi. (Pencereden bir
top alevi görünür. Titriyerek) Bu alevden de
sanki insanın içine karlar yağıyor! Güneş de
ne şahane doğmuş! Bulutlan bin renge boya
dı. Sanki cennet bahçelerinin resmini yapı
yor. Toplann dumanı da ömrümün son gü
nünde olsun sabahı seyrebneye meydan bı
rakmaz ki ... (Bir az düşündilleten sonra) Me
ğer canından iyice vaz geçeniere ölmek de
pek korkunç bir şey değilmiş! Bayağı ölüm
canlansa da karşıma çıksa üzerine yürü
mekten çekinmeyeceğim ...
Yedinci Meclis
Zekiye, İslam Bey
İslim Bey (Odaya girerek) - Zekiyeciğim
Zekiye (Gülerek)- Efendim!
İslim Bey-Meğer ne talihsiz adammı·
şım! Seni yanımda gördükçe ne sanıyorum
bilir misin? Bir melek benim için gökleri bı·
rakmış da bu kara topraklara inmiş sanıyı
-74-
rum. Kendimi şeytandan alçak görüyorum.
Kendi kendime, şeytan insanı aldatır, ben bir
meleği kandırdım diyorum. A çocuk! Niçin
benim için bu h:lllere geldin? Niçin o güzel
vücudunu benim yolumda toprak edecek
sin?
Zekiye - Ah! Gönlümü de ahirete parça
parça göndermek mi istiyorsun? Ben sana
ne yaptım? Beni bir melek mi sanıyorsun?
Gerçekten melek olsam, yine gökleri bırakır
dım, senin arkana düşerdim. Ben senin için
ne h:lle gelmişim? Dünyada yalnızdım; güç
süzdüm. Aklımda kaybolmuş babamın haya
linden başka bir şey yoktu. O da ne hayal!
Karanlıklar içinde ... Yokluklar içinde ... Zih
nimde bin türlü şekiller yapardım. Yine hep
sini bozardım. Yine birini sevemezdim. Öm
rümde, mesela bizim Miralay Bey kadar ba
lıalığa yakışır bir adam düşünemedim. Gön
liim merhume bir ninemi, merhum kardeşi
mi düşünmekten başka eğlence bulamazdı.
Ya o da ne eğlence! Birini düşünecek olsam,
gözümün önünden hep beni kucağına alıp
da can verdiği geçerdi. Ötekini düşünecek ol
sam hatınma, hep kucağımda iken can çe
ktştiği gelirdi... Seni görüneeye kadar gön
liiın her vakit kayıplar arasında, her vakit
mezarlar içinde gezerdi. Seni gördüm; sanki
başka bir dünyaya geldim. O zaman, hayatın
ııe demek olduğunu anladım. O zaman, insa
ıım ne demek olduğunu anlamaya başladım.
(>ııceden yaşamak nedir bilmezdim; yine ya
lfllınayı herkesten çok severdim. Şimdi haya
lımın değerini iyice biliyorum. Yine senin için
-75-
r
ölmeyi yaşamaya tercih ediyorum. Hakikat
siz, 1 sen ölümü benden çok seviyorsun, ben
de seni canımdan çok seviyorum. Vefasız,
beni bırakacaktın da mezarın kucağ;ına ko
şacaktın öyle mi? Benim dünyada senden
başka canım olmadığ;ını bilmiyor musun?
Sen kaybolursan Zekiyeciğ;inin ayakta gezer
bir cemize kalacağ;ını hiç hatınna getirmedin
mi? (Ağlayarak) Kimi zaman askere gidersin,
beni bırakırsın, kimi zaman, ölmeye gider
sin; yine beni bırakmak istersin. Mutlaka is
teğ;in benden ayrılmak; mutlaka, benden ay
nlmaktan başka bir şey düşünmüyorsun.
İslim Bey- Sus, Allah aşkına sus. Be
ni yetim çocuklar gibi bağ;ıra bağ;ıra ağ;lata
caksın. Bana yüreğ;imde ne varsa ortaya
döktüreceksin. Yüreğ;imdeki sırları sana
söylemeyeyim de kime söyleyeyim Zekiyeci
ğ;im? Sen beni alçak sanmazsın değ;il mi?
Miralay Bey' e söz verdiğ;im zaman önce vata
nımı, sonra senin de benimle birlikte gelece
ğ;ini düşündüm. Hatınna yanlış yanlış şeyler
gelmesin. Senin birlikte geleceğ;ini düşün
meseydim, o kadar ferahlı, o kadar coşkulu
söz vermezdim... Yine söz verirdim, yine
ölürdüm, yine görevimi yerine getirirdim;
çünkü teklif vatana hizmet teklifi idi... Ah
Zekiyel Zekiyel Sakın hatınnda olsun, gön
lümde kendi aşkınla vatan aşkını karşılaş
tırmaya kalkışma. Öyle bir karşılaştırma,
kesinlikle beni öldürür. Ama, yine vatanım
için öldürür. "Teklif vatana hizmet teklifi
idi," dedim a, elbet de giderdim. Ancak, üz-
1 Baglı olmayan; sadakatsiz.
-76-
gün giderdim. O kadar üzgün giderdim ki,
görenler belki vatanını sevmiyar sanırlardı.
Belki dikkat etmişsindir, ben söz verdiğ;im
zaman coşkum o kadar yerinde idi ki, Mira
lay Bey bile şaşkın kaldı. Çünkü senin bir
likte geleceğ;inden emindim. Sensiz ölmek de
istemem, yaşamak da ... Aslında inancıını bi
lirsin a. Biz ölmeyeceğ;iz. Düşmanın silahı
etimizi kemiğ;imizden ayıracak, canımızı vü
cudumuzdan ayıramıyacak. Gökyüzünün
dönüşü yapışık taşlan, bir yumurtadan çık
ımş hayvanlan, yanyana düşmüş devletleri,
en yakın yaratılmış dünyalan dağ;ıtacak, yi
ne biz birlikte bulunacağ;ız. Biz vatan için
her dakika ölmeye koşuyoruz, ölmüyoruz.
Demek ki vatanın canlanması ve yükselme
sine hizmet için yaratılmışız.
Zekiye - Beyim, hiç şüphe etme. Eğ;er
ölecek olsaydık, sen yaralanndan ölürdün,
ben yarana baktığ;ım zaman çektiğ;im belillar
dan, güçlüklerden ölürdüm. Ah! Bilmezsin ...
Bilmezsin ki ne durumda idin! Bilmezsin, ben
neler geçirdiıni Ölüm sanki ortaya çıktı da,
aylarca yatağ;ının çevresinde dolaştı. Bu ka
dar zaman hizmetinde bulundum, beni bile
medin! Hekimler umudu kesti... Herkes
umudu kesti, bir ben kaldım. "Kader öyle zu
lümlerden uzaktır. Elbet de uzaktır," diye öf
keli öfkeli söylediğ;in söz yok mu? Hep kula
gırnda idi. Belki bilmezsin, ağ;zından çıkan
sözlerin kimileri zihnimde, gönlümde kazıl
mış gibi durur, bir dakika kulağ;ımdan aynl
maz; hele o söz hiç hayalimden gitmedi. He
kimler, "Hastada umut yoktur," dedikçe, ben
-77-
r tr ,' ~~':.':··. "Beyim elbet de iyileşecek... Beyim elbet de 1
vatanına hizmetler edecek," diye kendi kendi- l me söylenir dururdum... Allah bir mucize
gösterdi, umudumu yalan çıkarmadı. Allah
boş yere mucize göstermez. inşallah bu hiz
metten de sag geliriz.
İslim Bey - Kim bilir!
Zekiye - Allah'ın bir mucize daha göster
meye gücü yok mudur? Hakkın adaJ.etine, va
tamn büyüklüğüne inancını ını unuttun?
İslim Bey- Haşa1 bir zaman unutmam.
Allah büyüktür. Vatan kutsaldır.
Sekizinci Meclis
Öncekiler, Abdullah Çavuş
Abdullah Çavuş (Odaya girerek) - Haydi
bey.
İslim Bey- Nereye?
Abdullah Çavuş - Kaleden şimdi çıkınalı
ki orduya girmek mümkün olsun. Gideceği
miz yollardan dolaşmaya üç dört saat ister.
Giysiler hazır.
İslim Bey- Ne taraftan gideceğiz?
Abdullah Çavuş - Ben yol buldum.
İslim Bey - Bir kere Miralay Bey' i görsek
olmaz mı?
Abdullah Çavuş - o zaten geliyor.
İslim Bey - Keşke biz gitseydik.
Abdullah Çavuş - Ay, o bizim ayağıımza
gelirse kıyamet mi kopar?
ı Asla.
-78-
,,1
Dokuzuncu Meclis
Öncekiler. Sıdk.ı Bey
Sıdkı Bey (Odaya girer) - Hazır mısıııı~
çocuklar?
Abdullah Çavuş - Gidiyoruz; ama bir kaç
gün bizden haber alamazsan merak etme.
Sullu Bey - Bir kaç gün ne demek ya?
Abdullah Çavuş - Bir kaç gün, bir kaç
gün demek. Saklanmalı, fırsat aramalı, bir
pundunu düşürmeli de orduya öyle girmeli.
Misafirliğe gitmiyoruz!
İslam Bey - Abdullah'ın dediği gibi olur-
1Sa, iş daha güvenli olur.
Sıdkı Bey - Ben işin çabuk tutulduğunu 1isterim.
İslam Bey - Siz bilirsiniz. Bence bir gün
. önce ölmekle bir gün sonra ölmenin hiç farkı
yok.
Abdullah Çavuş - İş iki gün geeikecek
olursa kıyamet mi kopar?
(SiLah başına trampetesi vurulur.)
Sıdkı Bey - Yine mi saldın! Heriller öl
mekten de bıknııyorlar!
Abdullah Çavuş- Haydi bey, top başla
'dı. Gülle arasından geçmeli. Kavgada ondan
~üvenli yol yoktur.
İslam Bey - Haydi... Ecel bizi bekliyor.
Yaşasın vatan!!!
(İsl.fun, Zekiye, Abdullah çıkar.)
Sıdkı Bey (Zekiye'ye dikkatli dikkatli ba
karak)- Oğlum mezarda yatıyor ...
(PERDE KAPANlR)
-79-
'i
j '
PERDE IV
Birinci Meclis (rabyanm bir başka yeri.)
Sıdkı Bey (Kendi kendisine)- Hiç gerek
siz yere üç adamın kanına girdim. Şüphe
yok ki şehit olmuşlardır. Meger düşman za
ten gidiyornıuş ... Meger düşündügüm önle
me hiç de gerek yokmuş ... Ben şimdiye ka
dar gönlümü taş olmuş bilirdim. Haremi
min1 benim için öldügünü duydum. Oglu
mun ölümünü haber aldım. Kızın kayboldu
dediler. Dünyada Rüstem'den başka kim
sem kalmamıştı. Dün o da şehit oldu. Kuca
gıma düştü. İslam'ın. şu kalede herkesten
kutsal, herkesten gerekli, herkesten büyük
bildigim İslam'ın, elimle gözlerini bagladım,
kurban olmaya gönderdim. On yıldır her
türlü kahnmı çeken zavallı Abdullah da bir
likte gitti, hiç birine üzülmedim. Gönlüm
gerçekten taştı, üzerine kılıçla vursalar bel
ki bir parçası kopardı; ben yine duyınazdım.
O çocuk! O çocuk! Gözümün önüne getirdik
çe yüzünün parlaklıgı ateş gibi cigerime ya
pışıyor. Sanki iş yaptım! Hiç agzında ninesi
nin sütü kokan zavallı ölmeye gönderilir mi?
ı Eşirnin.
-81-
(Bir az düşündükten sonra) Bırak a efen
dim ... Hala gönlüm insan gönlün e benzerne
mişi Yüregim taş mı kesildi? Hala, içinden
kan sızıyor. .. Çocuk bir az merhumeye 1 ben
ziyordu, yüzüne baktıkça kimi zaman oglum
aklıma geliyordu, kimi zaman kızım. Bu ka
dar üzüntü hep ondan degil mi? İnsan zayıf,
insan güçsüz ... Bir türlü kendisini yenemi
yor ... Bir türlü yaratılışına üstün gelemi
yor... Ben de kendimi gönlüme egemenim
sanırdım, yazık ...
İkinci Meclis
Sıdkı Bey, Bir Kaç Zibit
(İçeri girerler.)
Zabitlerden Biri - Bey, düşman çadırla
nnı yıkmaya başladı. Gece Tuna'ya köprüsü
nü kunııuş. Her taraftan çekiliyor.
Sıdkı Bey - Ben de gördüm.
Birinci Zibit- Emretsenize dışan çıka
lım. Belki bir kaç top, bir iki bayrak bıraktın
nz.
Sıdkı Bey - Yüz çevirmiş düşmanın ar
kasına düşmek neye gerek?
İkinci Zibit- Süphanallah! Buradan git
tiyse, devletle banş etmedi ya. Askerini Tu
na'nın başka bir yerine gönderecek degil mi?
Oradakiler de bizim kardeşimiz. Daha bir kaç
kişiyi bu topraklarda alıkoysak ne olur?
Sıdkı Bey- Yüzünü geri çevirtmiyelim.
Birinci Zibit - Çevirirse ne olabilir ki?
1 Ölen eşinden söz ediyor.
·82·
,1' ~
J
i 1 1 )
~ ,:~ 1
:l
Geldiği zaman ne yaptı ki, giderken ne yapa
cak? Yüzünden yılmadık, arkasından ını yıla
cağız? Eınret çıkalıını Emret toplar işlesin.
Öbür tabyalar topa başladı. Her yandan dışa
n asker dökülüyor.
Üçüncü Meclis
Öncekiler, Abdullah
(Abdullah Çavuş koşarak gelir.)
Sıdkı Bey - Abdullah.
Abdullah Çavuş - Efendim.
İkinci Ziibit- Bey, emredin. top atsınlar.
Yolculan selamlasınlar. Askerimizle uğurla
maya çıkalım. Hiç olmazsa dostumuz, Os
ınanlılar yol yordam bilmezmiş demesin.
Sıdkı Bey- Pek iyi, pek iyi, sizin dediği
niz gibi olsun. Gidin! Yapın! Ben de arkanız
dan yetişirim.
(Ztibitler çıkar.)
Dördüncü Meclis
Sıdkı Bey, Abdullah
Sıdkı Bey - Abdullah!
Abdullah Çavuş - Buyur.
Sıdkı Bey - Çocuk nerede?
Abdullah Çavuş - Çocuk mu? Nerede
olacak? İslam Bey'in yanında.
Sıdkı Bey - Ey, İslam Bey nerede?
tj ' Abdullah Çavuş - Dışanda.
·~. · Sıdkı Bey - Sağ mı?
-83-
Abdullah Çavuş - Ben bıraktığım zaman
sağdı. İkisi de sağdı. Amma şimdi bilmem.
Sıdkı Bey - Söyle bakayım, ne yaptınız?
Ne oldu?
Abdullah Çavuş- İslam Bey midir, ne
dir? O adam değil, Allahın gazabı. Çocuk da
sanki gölgesi. O bir yere gitti mi, bu, yanına
yapışıyor. Az kaldı hem kendilerini öldürte
ceklerdi, hem beni. İşe göndermeye amma
adam aramışsınız! Ama ben ikisinden de hoş
nutum, Allah da hoşnut olsun. Arslan şey
ler. .. Yiğit delikanlılar ...
Sıdkı Bey - Ey ne yaptınız? Onu söyle!
Ne yaptınız?
Abdullah Çavuş- Buradan çıktık. Üç ge
ce bir köyde yattık. Bir türlü ordunun yanına
yanaşamadık Sonra bir gizli yol bulduk. Sü
rüne sürüne ta şu tepenin altına gittik. Ora
da bir mağara var. Ben avcılık zamanından
bilirim. O mağarada saklandık. Düşman baş
ladı gece yansı çadırlannı yıkmaya. İslam
Bey bunu gördü mü; tutabilirsen tut. O der:
"Ben elbet de çıkacağım." Gölge: "Ben de el
bet de çıkacağım." Ben: "Etmeyin," dedim, ol
madı; "Gerekmez," dedim, olmadı; "Düşman
gidiyor," dedim, olmadı. "Ee ... haydi çıkalım,
kıyamet mi kopar?" dedim, çıktık, sürüne sü
rüne, gizlene gizlene cephanenin yanına epey
yaklaştık. Yaklaştık amma ne fayda? Cepha
nenin çevresini karakol içinde karakol sar
mış. Düşündük, çalıştık, bir türlü istediğimiz
yere sokulamadık. Ben: "Haydi selametle şu
radan çıkalım," derken İslam Bey cephaneye
karşı bir tabanca atmasın mı? Meğer kapının
-84-
önüne bir barut sandıgı indirmişler. Kurşun
da, ta vardı onu buldu ...
Sullu Bey (Sözünü keserek) - Sonra?
Abdullah Çavuş - Sonra ne olacak? Bir
gürültüdür koptu. Tüfege sanlan sanlana ...
Başladı üzerimize dolu gibi kurşun yagrnı
ya ... İslam Bey sanki ölüme aşıkrnış gibi kur
şunlan kucaklarnıya çalışıyor. Gölgesi zaten
yarundan ayrılmaz. Sanki ölümü gözürnle
gördüm desern inamn! Bereket versin, İslam
Bey üç yerinden yaralandı da, o mübarek de
hep ön tarafından yaralanır, bayıldı, yere yı
kıldı. Ben omuzlanndan tutturn, çocuk da
ayaklanna sanldı, magaranın kenanndaki
çalılıga girdik, onu da beraber çektik ... kar
gaşalıkta izimizi bulamadılar. Yavaş yavaş
magaramıza sokulduk. O arada iki kurşun da
benim kısmetime düştü. Biri sag küregirnin
üstündeydi çıkardım, öteki de buduında.
Hem ön tarafta hala duruyor.
Sullu Bey- Magaradan nasıl kurtuldu
nuz?
Abdullah Çavuş - O yandaki düşman as
keri, Tuna'yı gece geçmiş. Ben sabahleyin
magaradan başıını çıkardırn, çevreme bak
tım, kimse yok. Yoldaşlarla kalktık, gittigirniz
sapa yola girdik, çalı aralanna gizlene gizlene
kaleye yaklaştık. Sabah açılır açılmaz baktık
ki, Arap tabyasından asker çıkıyor. İslam Bey
bunlan gördü mü; yine yıldınrn gibi sıçradı;
"Allahla andım olsun ki, bir cephane sandıgı
daha yakinadan kaleye girmeyeyim," diye bir
kere bagırdı, düştü askerin önüne ... Öteki za
ten gölge dedik, a ... Ben de yanlannı bırak-
-85- ' ı
ıl
mamak istedim ya. İslam Bey cehennemin
agzına atılıyor... Düşmana çattık. Bir elinde
tabanca. bir elinde kılıç ... "Ya Allah!'" dedi, bir
cephane arabasına doğru fırladı. Bir kurşun
la ne araba kaldı, ne beygir, ne yanında as
ker. .. Her birinin her parçası gögün bir köşe
sine fırladı. Valiahi bey, araba ile arası, be
nimle sizinaranız kadar ya vardı, ya yoktu.
Sıd.kı Bey - Arslan delikanlı!
Abdullah Çavuş - Onu da, bizi de Allah
sakladı. "Bey elverir, haydi gidelim. Miralay
Bey bizi bekler," dedim. Kavga barut, o ateş ...
Ayırabilirsen birini birinden ayır; baktım ol
mıyacak... Düşmanın zaten yüzü dönmüş.
"Bir adam eksilmekle kıyamet mi kopar?" de
dim, size haber vermeye geldim.
Sıdkı Bey - Aferin, Allah hepinizden razı
olsun. Vatanın ekmegi hepinize helal olsun ...
Abdullah Çavuş (Tabyadan dışarı baka
rak)- Bak, bak bey, kaçıyarlar be! Daha ya
nın saat olmadı. Aceleniz ne?
Sıdkı Bey - Düşmanın gittigine mi kızı
yorsun?
Abdullah Çavuş- Bak, ben düşmanın da
o kadar korkagını sevmem. Sanki bir saat da
ha ateş karşısında dururlarsa kıyamet mi ko
par? Bey! İslam Bey geliyor. Allah Allah! Yine
elinde kılıcı kınlmış. Kaleye gelirken sanki
mezara gider gibi geliyor. (İslam Bey'e bağıra
rak) Buraya gelsene! Miralay Bey bekliyor.
Sanki kaleye girersen kıyamet mi kopar?
Sıdkı Bey - Çocuk yanında yok mu?
Abdullah Çavuş- Gölge, arkasından ay
nlır mı hiç? Hele içeri girebildi! Mübarek, ate
-86-
;ı ,J
~ 'i ı
j
şin ağzına giderken de bir az böyle yavaş yü
rüsene! Ne olur, kıyamet mi kopar?
Sl(lltı Bey- Cenab-ı Hakka bin kere şü
kür olsun... Şunların boşuna yere ölümüne
sebep olaydım, elbet de ya çıldınrdım, ya
kendimi öldürmek zorunda kalırdım. Hele yi
ne Allah'ın yardımı yetişti.
(Bu aralık İslam Bey gelir.)
Beşinci Meclis
Öncekiler, İslam Bey
Sıdkı Bey - Gel oğlum! Gel beyiın! Gel
arslanımı Dünyada, ahirette, yüzün ak olsun.
Vatanını sevenlere ne büyük ibret dersi gös
terdin, vatanı için ölmek istiyenlere ne güzel
örnek oldun. Vatan aşkı ete kemiğe bürünse,
elbet sen olurdun. Kahramanlıklannı Abdul
lah'tan işittim. İşitıneye de gerek yoktu ya!
Seni bir kere gören, iki sözünü işiten ne oldu
ğunu anlar. Beyim, hele Allah seni bize bağış
ladı, hele Allah seni vatana bağışladı. Meğer
benim tasanın hep boşuna imiş, meğer düş
man zaten gidiyormuş. Fakat kim bilirdi? Ca
sus kullanmayı milletimizin şanına yakıştır
madım ki böyle şeyleri araştırmak mümkün
olsun. Çekliğin emekleri helru et, umanın ki
bana danlmazsın.
İslam Bey - Bey, ne söylüyorsun? Öm
rümde beni bu işe memur ettiğinizden büyük
iyilik görmedim. Siz bana vatanıının en büyük
yararlanndan birini emniyet ettiniz, siz bu ka
lenin kurtulmasını benim çabamdan bekledi-
-87-
:,, '
ı
niz; siz silah altında, düşman karşısında du
ran bin arslanı esirlikten kurtarmak için dü
şündüğünüz en büyük çareyi benim elime bı
raktınız. Ben üç ay hasta yatmıştım. Bu kale-
ye hiç bir hizmet etınemiştim. Beni gayrette,
vatanseverlikte, vatan aşkında on bin kahra- ~~.··· mana tercih ettiniz. Kendinize bir tuttunuz. :; '
' Bir kere düşünsenize! Buradan gittiğim za- :'
man ben devlet kadar büyüktüm, çünkü dev- ,
letin en büyük yararı benimle sağlanabilirdi.
Vatan kadar kutsaldım, çünkü bana hainlik,
aynı vatana hainlik idi. On iki bin Osmanlı
kadar dehşetli idim, çünkü on iki bin Osman
lı'mn göreceği hizmeti yalnız başıma yapmak
zorundaydım. Bir devlet gibi hatıp da dünyayı
dehşetler içinde bırakınak, milyonlarca nüfu
su anasından ayrılmış yetimler gibi arkasın
dan ağlatmak, on iki bin mert gibi dövüşe dö
vüşe şehit olup da tarihlerde tek başına bir
ordu sayılmak, bir insarıa ne büyük şereftir.
Bir kere gözünüzün önüne getirsenize! Sen
gayretin ne demek olduğunu, büyüklüğün ne
demek olduğunu, benden çok daha iyi bilir
sin! Vatammı ben kurtaraydım, vatan nerde
kalır; şu kaleciğin kurtulmasını ben sağla
saydım, kendi gözümde ne kadar büyürdüm.
Bir hayat... Kırk elli yıllık bir hayat ... Kırk elli
yıllık değil, bitınez tükenmez olsun, şu bildiği
miz hayat, şu gördüğümüz dünyada yaşamak
öyle bir büyüklüğün acaba bir dakikasına, bir
saniyesine değer mi? Ben ne öldüm, ne vata
mmı, ne bu kaleyi kurtarınayı sağladım;, yine
zararı yok. Vicdanım pek iyi biliyor ki, vata
mm için ölecektim. Hatta vatanıının bir kaç
-88-
J
: 1 taştan yapılmış bir kaç duvan için ölecektim.
1 ' Beyim! Siz bana demin oğlum demediniz mi?
Ben de size baba diyeceğim. Baba sözünden
daha büyük, daha kutsal bir şey bulamıyo
rum ki, onunla sesleneyim. Dünyada baba
mın sayesinde var oldum; gerçekten adam ol
duğumu, senin sayende öğrendim. Ver beyim,
babacığım, elini öpeyim.
Sıdk.ı Bey (İslam Bey' e sarılır, ainmı öper.
İslam Bey de zorla miralaym elirıi öper. Bir az
duraksamadan sonra) - Oğlum, arslanımı
Yanınızda bir çocuk vardı, onu göremiyorum.
İslam Bey (Yapmacık bir teliışla)- Çocuk
mu? Hangi çocuk? Anladım ... (Çevresine bakı
narak bir az düşündükten sonra miralaya yak
laşıp) Siz bana oğlum dediniz değil mi? Siz be
ni evlatlığa kabul ettiniz değil mi? Gönlümde
bir sır var; danlmazsanız söylerim. Halk ya
nında sormayın. Yalnız size söyleyebilirim.
Sıdkı Bey - Burada kim var ya? Ha, bi
zim Abdullah! Sen bir az işine gitsene.
Abdullah Çavuş (Çıkarken)- Ne işim var
ki gideyim... Sanki ben burada bulunursam
kıyamet mi kopar (Abdullah çıkar.)
Altıncı Meclis
Sıdkı Bey, İslam Bey
Sıdkı Bey - Bir şey söyleyecektin?
İslam Bey - Çocuk buraya gelemez.
Sıdkı Bey - Niçin?
İslam Bey- Namahremdir1 de onun için.
1 Burada: Kızdır.
-89-
Sl(lkı Bey- Namahrem ne demek?
İslim Bey- Namahrem mi ne demek?
Beni söyletmek mi istiyorsun? Beyim, o Ma
nastırlı bir kızdır! Birinci görüşte birbirimizi
sevdik. İkinci görüşte ayrıl dık. .. Ben vatamm
için buraya geldim ... O da benim için arkama
düşmüş, buraya gelmiş. Valiahi ben getirme
dim. Geldiğinden de haberim yoktu. Beni
suçlama! Hem günahıma girersin, hem beni
bir büyük dert altında bırakırsın. Dünyada
en namuslu seni biliyorum. Bana senin gö
zünde suçlu olmaktan büyük namussuzluk
olamaz.
Sulltı Bey - Şimdi sana kim suçlusun di
yor? Yanındaki çocuk kız mıdır, dedin? Ma
nastırlıdır öyle mi? Git şimdi, git! Ah! Zihnim
den neler geçtiğini biliversen? Git çocuğu ge
tir. Eğer düşündüğüm şeyler doğru çıkarsa,
bana yeniden can verirsin. İndimde oğlumun
makamına geçersin. Git diyorum. Benim Ma
nastır'da bir kızım vardı. Kaybolmuş, aniadın
mı? Git de bul... Bulursan o vakit belki ger
çekten baban olurum ...
İslam Bey (Şaşkınlıkla) - Çocuk! Çocuğu
istemiyor musunuz? O pek uzakta değil ... Şu
rada ... Şu evde ... Çağırayım mı?
Sıclkı Bey - Hala duruyor!
İslam Bey - Zekiyel Zekiyel
Sıdkı Bey - KJzımın adını söylüyor!
İnsan dünyada bu kadar umulmadık devlete'
sahip olur mu?
İslam Bey - Zekiyel Seni çağınyorum
işitmiyor musun?
1 Tiilihe.
-90-
1
Yedinci Meclis
Sıdkı Bey, İsliim Bey, Zekiye
Zekiye (İslcim Bey' e) -Adamı hangi adıy
la çağınrlar (Miralay Bey'i göstererek) Baksa
na! İkiınizi de rezilmi edeceksin?
Sıdkı Bey (Hemen Zekiye'nin yanına koşa
rak, buyurgan tavır ile) - Sen Manastırlısın
değil mi?
Zekiye - Evet!
Sıdkı Bey - Babanın adı nedir?
Zekiye - Babamı görmedim ki bileyim.
Sıdkı Bey (Kendi kendisine) - Zavallı ço-
cuk! (Zekiye'ye) Ninenin?
Zekiye - Ninem öldüğü zaman ben ço
cuktum. Evde herkes, hanım derdi, adını işit
medim ...
Sıdkı Bey- Zavallı kadın!
Zekiye-Daha bir emriniz var mı?
Sıdkı Bey (Kendisini toplayarak) - Kar-
deşin var mıydı?
Zekiye - Evet, vardı.
Sıdkı Bey - Adı ne idi?
Zekiye (Dikkatle Miralay'ın yüzüne baka
rak) - Acayip acayip şeyler soruyorsunuz!
Sıdkı Bey - Sadık değil miydi?
Zekiye (İsldm Beye) - Ah! Buldum, ba
bamı buldum. İşte babam... İşte dünyaya
geldim geleli özlemini çektiğim babam ...
Şimdi sen inanmazsın ... Senin için öleceğİ
me de inanmamış tın ... Bak! Bir kere gözleri
ne bak! Ninem de benim için gönlünde bir
fızüntüsü olduğu vakit yüzüme tıpkı böyle
-91-
bakardı. .. Bak! Yürüyüşüne dikkat et, kar
deşim de bir telaşı olduğu zaman tıpkı böy
le gezinirdi. Şimdi benim için ağlıyor değil
mi? Ben de biri için ağladığım zaman, bilir
sin a, tıpkı ellerirole gözlerimi böyle kapa
nın. Valiahi babamdır, billahi babamdır.
Gönlüm beni böyle sevgi işlerinde hiç bir za
man aldatmaz.
İsliim Bey - Zekiyeciğim! Niçin bu kadar
telaş ediyorsun? Haline bakanlar vatanı teh
likede sanır. .. Beyefendi için babamdır diyor-
sun ... Yemin ediyorsun ... Öyle mi? Ben de ye-
min ederim ki babandır ... O beni oğulluğa da
kabul etti ... Zaten baban olmasa bile, baban
olacak. .. Sen benim değil misin?
Zekiye - Seninim ... Yine seninim ... Ne
istersen emret! Sakın danimal Sakın kıskan
ma! Babamı kıskanmazsın değil mi? Vatanın
için beni bıraktığın gibi, bana da kendin için
babamı bıraktınnazsın, değil mi?
İsliim Bey- Sana kim babamızı bıraka
lım diyor?
Sıdkı Bey - Buraya gel! N inen benim için
verem döşeklerinde öldü, öyle mi? Kardeşin
can verirken ne dedi? Beni anar, beni arar,
çevresine mi bakardı?
Zekiye- Babacığım, bana acı! Buna acı
da, mezarlan, rahat döşeklerini gözümün
önüne getirme! O kadar benzin atmış ki, şim
di seni de mezardan çıkmış sanacağımda ya
nından kaçacağım.
Sıdkı Bey- Benim adaletli Halik'ım!' Be
nim merhametli Allah'ım! Sonunda kulunu
1 Yaratıcım; Tannrn.
-92-
dünyada yalnız bırakınadıni Sonunda bu za
vallıyı her şeyden umutsuz etmedin. Bağışına
yüz bin kere şükürler olsun. Ne yaptım ki be
ni bu kadar iyiligine layık gördün? Bak, ken
di kendime yakışıksız şeyler söylüyorum! Ce
nab-ı Hakkın da mı cömertligi bir nedeni ge
rektirecek?
İslam Bey- Evet beyim! Benim inancım
ca, Allah'ın bu türlü bağışlan bir nedenle,
hak etmekle gelir ... Ne yaptın mı diyorsun?
Her yaptığını bilmem, şu kadar bilirim ki
kendini gerçekten insan etmişsin. Beyim, şu
tabyada hepimiz organ idik, a.Iettik; ruh sen
din. Ölümden korkmadın; hiç ruh ölümden
korkar mı? Senin korkmadıgını gördüğü için
kimse de korkmadı. Herkese ömek oldun.
Övgü için, övünmek için söylemem; benden,
kızından, Abdullah'tan başka kimde gayret
gördünse, o gayretin bir azı da senin sayen
dedir. İşte bak, Allah sen yürekte olan insan
lan dünyada da malızun bırakmaz, ahirette
de ...
Sl(lltı Bey- Oğlum! Zihnin büyük hayal
lere kaçıyar. Ben güçsüz kulum. Burada gö
revimi yerine getirmekten başka bir şey yap
madım.
İslam Bey - Her görevi yerine getirmek o
kadar kolay bir şey midir? Herkes seni önün
de görmemiş olsaydı, acaba kaç kişi görevini
yerine getirmeye çalışırdı?
Sıd.kı Bey- Sen de mi halkımızı bilmi
yorsun? O gayret milletin kanında var. Her
kes anasından o vatanseverlikle doguyor.
İslam Bey - Ben o sözüne belki senden
-93-
çok inanınm. Ancak, siz de bu milletin hep
bir örnek görmeye, hep önünde bir büyük
adam bulmaya muhtaç olduğ;unu inkar ede
mezsiniz a?
Sıdkı Bey - Muhtaçtır. Fakat kendini
muhtaç sandığ;ı için muhtaçtır. (Birdenbire
tavnnı değiştirerek) Acayip şey! Herkes zev
kinde safasında ... Biz burada ağ;ır ağ;ır konu
lardan söz ediyoruz. Size ayıp değ;il, çocuğ;u
nuz yok ki evladın ne olduğ;unu bilesiniz. Ya
ben! Benim iki ciğ;erparem vardı. On beş yıl
dır ikisini de görmemiştim. İkisini de bütün
bütün malıvolmuş sanıyordum. Şimdi gözü
mün önünde birinin vücudu duruyor. Biri
nin Hak tarafından gelme bedeli' geziyor. Ah!
Gönlümün ne halde olduğ;unu bilmezsiniz ...
Ben onu taş olmuş da ötesine berisine dam
la damla kan oturmuş sanıyordum. Şimdi
hissediyorum, o taş elmas gibi parlamaya
başladı. O kanlardan sanki deste deste gül
ler açıyor. On beş yıllık ömrümü gözümün
önünden geçiriyorum. Ne gibi geliyor bilir
misiniz; sanki bir mezara girmişim de on beş
yıl uyumuşum, daha şimdi uyanıyorum,
dünyayı daha şimdi görüyorum. (Zekiye'ye)
Kızım! Ben yine dirildim. Ben yine gencel
dim. Bak! O kadar zaman özlemini çektiğ;in
babanın yüzüne bak! Şimdi mezardan çık
mış sanmazsın. Babacığ;ını sever misin? Bu
nun kadar sev demem; ama bir az sevsen
fena etmezsin. Zavallıya bir bakışın, iki sö
zün, on beş yıllık ömrünü, on beş yıllık alış
kanlıklannı unutturdu.
I Dengi; eşiti.
-94-
İslam Bey - Zekiye sizi sevmeyeceğini
söylerse, beni sevdiğine de inanmam.
Zekiye - Onun sevgiye inanmamak eski
alışkanlıgıdır. Kendisi sever de, başkasının
sevdiğine inanmaz. Babacığım, ben onun için
hayatımı feda ettim, ama kendime söz geçir
mek elimde değildi. Sizin için... Eger... Eğer
onu düşünmesem, kendi seçimirole can veri
rim.
Sıdkı Bey- Kızım! Ben o kadannı istemi
yorum. Beni de gönlünden bütün bütün çı
kanna!
İslam Bey - Acaba dünyada senin gibi
babayı sevmemek hangi evladın elinden ge
lir?
Sıdkı Bey - Beni sen de bir az seversin
değil mi?
İslam Bey - Hem ne kadar sevdim bilir
misiniz? Vatanım kadar diyemem, yalan olur.
Zekiye kadar desem, ona da siz inanmazsı
mz ... Canım kadar ... değil, çünkü can gözü
me pek değersiz görünüyor ... Buldum beyim!
Babam kadar ... Gerçekten babam kadar se
verim.
Sıdkı Bey- Soracağım şeye doğru bir ce
vap verirseniz beni sevdiğinize o vakit inam
nm.
İslam Bey ve Zekiye (Bir zamanda) - Bu
yunm! Sorun babacığım
Sıdkı Bey (Hafif bir gülümsemeyle araları
na sokularak)- Düğünümüz, yani düğünü
nüz, ne zaman olacak? (Zekiye utanarak önü
ne bakar.)
İslam Bey (Duraksayarak) - Dügün mü?
-95-
Bendeniz bil em em ... Siz ... Nasıl düğün? Gene
inide1 sizin.
Sıdk.ı Bey- Eğer irade benimse, en uza
ğı bu geceye kadar bekleriz. (Saate bakarak)
0 ... Daha dört buçuk saat var! Dört buçuk
saat! Bir insan ömrü kadar! Ne çare! Allah sa
bırlar ihsan etsin.
Zekiye - Beybabacığım! Kızcağızınızla mı
eğleniyorsun?
(Uzaktan uzağa marş başlar, gönüllülerin
sesi de işitilir.)
Sıdkı Bey- Bak! Yalnız ben eğlenmiyo
rum ya, herkes de bir türlü eğleniyor. Onlar
da bizim kadar memnun. Yemin ederim ki bu
memnunluk, kalenin kurtulduğundandır;
kendi kurtulduklanndan değildir. (İslam
Bey'e) Ne dersin? Bu kadar kuşatma, bu ka
dar sıkıntı geçirdik. Şu bildiğimiz edepsizden
başka, kimse hiç bir şeyden bir kere olsun şi
kayet etmedi.
İslim Bey - Halkta gerçekten gayret var!
Sıdkı Bey- Ona şüphe yok. Aman dinle
yin! Bana bu hava pek dokunur. Musikisi de,
sözleri de vatan gayretinin yaktığı yürekler
den çıkmış olmak gerek. ..
(Askerler, gönüllüler, Abdullah Çavuş gelir. ,
Bir bölük geçmeye başlar.)
İşte aduv karşıda hazır silah
Arş yiğitler vatan imdadına
Arş ileri, arş bizimdir felah
Arş yiğitler vatan imdadına
Cümlemizin validemizdir vatan
Emir.
-96-
Herkesi lütfiyle odur besiiyen
Bastı aduv gögsüne biz sag iken
Arş yigitler vatan imdadına
Şan-ı vatan, hıfz-ı bilad ü ibad
Etmededir süngünüze istinad
Milleti eyler misiniz namurad
Arş yigitler vatan imdadına
Rehberimiz gayret-i merdanedir
Her taşımız bir nice bin canedir
Cane degil meyl bu gün şanedir
Arş yigitler vatan iı:ndadına
Yare nişandır tenine erierin
Mevt ise son rütbesidir askerin
Altı da bir üstü de birdir yerin
Arş yigitler vatan imdadına'
Sl(lltı Bey - Arslanlanm, nereye gidiyor
sunuz? Düşman defoldu, acele bir işimiz kal
madı. Durun da bir az miralayınızı dinleyin.
Yemegi beş dakika sonra yeseniz olmaz mı?
Abdullah Çavuş - Emredersen beş saat
sonra yeriz. Kıyamet mi kopar?
Sıdkı Bey. - Siz bu tabyayı canınızdan
İşte düşman karşıda hazır silah 1 Yürüyün yiğitler
vatanın yardımına 1 Yürüyün ileri, yürüyün, bizimdir kurtuluş 1 Yürüyün yiğitler vatanın yardımına 11 Türnümüzün annemizdir vatau 1 Herkesi iyiliğiyle odur besleyen 1 Bastı düşman göğsüne biz sağ iken 1 Yürüyün yiğitler vatanın yardımına 11 V atanın ünü, beldelerin ve kulların korunması 1 Süngünüzüu sayesinde olacaktır 1 Milleti, isteğine kavuşturmamak ister misiniz 1 Yürüyün yiğitler vatanın yardımına 11 Kılavuzumuz yiğitçe çabalamakur 1 Her taşımız nice bin cana değer 1 Cana değil eğilim, bu gün ün kazanmayadır 1 Yürüyün yiğitler vatanın yardımına 11 Yara madalyadır bedenine erierin 1 Ölümse son rütbesidir askerin 1 Altı da bir üstü de birdir yerin 1 Yürüyün yiğitler vatanm yardımına.
-97-
değerli gördünüz. Her biriniz on kişiye karşı
durdunuz. Doksan gündür çekmediğ;iniz
bela, görmediginiz sıkıntı kalmadı. Osmanlı
ların namusunu göklere çıkardınız. O şanlı
şanlı babalarınızın eviadı olduğunuzu göster
diniz. Bundan sonra nereye giderseniz gidin.
Korkmayın, nereye gitseniz de, ben Silistre
muhafızlarındanım deseniz ummadığınız
saygıyı görürsünüz. Düşman toprağ;ında da
olsa, mert olan, kılıcınıza; insan olan, namu
sunuza yemin eder. Cenab-ı Hak katında al
nınız açıktır. Vatanını sevenleri Allah da se
ver. Vatan sizden hoşnuttur; şu taşlar, top
raklar gösterdiğiniz vatanseverliğ;i bilseydi,
araya araya eviadım bulmuş nineler gibi vü
cudunuza dokundukça coşkusundan, iç ra
hatlığından par par titrerdi. İnsanlık sizden
hoşnuttur; elbet de adınız yüzyılımızda tutu
lan tarihierin en şanlı yaprakianna yazılır.
Cenab-ı Hak sizden hoşnuttur; ettiğiniz hiz
metleri, şüphe yok ki, melekler şimdiden rah
metle, saygıyla anıyorlar. Ettiginiz fedakarlı
ğın değerini ben bilirim; ancak, acaba hizme
tinizin değerini siz bilir misiniz? Vatanın en
büyük, yüce maksatlanndan birini kurtardı
niZ. Vatanı kurtardıniZ demem; çünkü onun
esenliği dünyanın kefilliği altındadır. Baksa
nıza, üç devlet gelmiş bizimle birlikte uğraşı
yor.
Abdullah Çavuş - Sanki gelmemiş olsa
lar kıyamet mi kopar?
Sıdkı Bey - Kıyamet kopmazdı, ama sı
kıntı çekilirdi.
İslam Bey- Ben o sıkıntıya razıydım. Biz
-98-
yardımcısız da bu topraklan koruyabilirdik
Ölürdük, mahvolurduk, yine mağlüp olmaz
dık.
Sıdk.ı Bey - Öyledir, ama niçin yardım
dan şikayet edelim? İnsanlık, uygarlık bizi
haklı görüp de imdadımıza koşunca, neden
memnun olmayalım? Bize yakışan vatan sev
gisidir, gurur değil! Askerler, ***in bir kalesi
ni kurtardık, bir çok şehit de verdik. Haydi
bakayım, bana bir"*** çok yaşa!" çağınn.
(Asker Trampete çalınarakl- *** yaşa!
Sıdkı Bey (Hepsine) - Kardeşler! Canımı
zı tehlikeye koyduk. Vatanımızın faydasım
koruduk. Yine de koruruz. Her zaman da ko
ruruz. Biz Osmanlı değil miyiz? Osmanlılann
şanı her zaman vatanın en küçük faydası için
ölmektir. Biz de her zaman bu yolda ölmeye
hazınz. Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlılar.
İslam Bey - Haydi bakayım, sesiniz yok
mu? Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlıları
Hepsi (Bir ağızdan)- Yaşasın vatan! Ya
şasın Osmanlıları
(PERDE KAPANIR)
SON
-99-