namık kemal - vatan yâhut silistre

99

Upload: fkwmvlevk4klvg

Post on 05-Jul-2015

520 views

Category:

Education


19 download

DESCRIPTION

Novel

TRANSCRIPT

Page 1: Namık kemal - vatan yâhut silistre
Page 2: Namık kemal - vatan yâhut silistre

NAMIKKEMAL VATAN YAHUT SİLİS'l'RE

HAZlRLAYAN KEMALBEK

© BORDO SİYAH KLMbl: YAY.IlftAR BASKI2004,İSTANBUL

DİZİ TASARIMI H. HÜSEYiN ARIKAN

DÜNYA KLASİKLERİ EDiTÖRÜ VEYSEL ATAYMAN

TÜRK KLASİKLERİ EDİTÖRÜ KEMAL BEK

ISBN 975-8688-32-4

TREND YAYlN BASlM DAÖITDI REKLAllll ORGANİZASYON SAN. TİC. LTD. ŞTİ. MRK. MERKEZ EFENDi MAH. DAVUTPAŞA CD. İPEK İŞ MERKEZI 6/3 9-22 TOPKAPI/İSTANBUL ŞB.

CAFERAGA MAHALLESi MÜHÜRDAR CADDESi NO: 60/5 81300 KADlKÖY/İSTANBUL TEL: (02!6) 348 98 03- 348 97 63 FAKS: (0216) 349 93 45

Page 3: Namık kemal - vatan yâhut silistre

NAMIK KEMAL

VATAN yihut SİLİSTRE

HAZlRLAYAN: KEMAL BEK

BORDO~İYAH

TiYATRO

Page 4: Namık kemal - vatan yâhut silistre
Page 5: Namık kemal - vatan yâhut silistre

NAMIK KEMAL

Narnık Kemal (asıl adıyla Mehmed Kemal),

21 Aralık 1840'ta, dedesi Abdüllatif Paşa'nın

mutasamr olarak bulunduğu Tekirdağ'da

doğdu. Aralannda sadrazamlar, önemli ko­

numlarda bulunmuş askerler, devlet adamla­

n ve şairler de bulunan bir soydan gelmekte­

dir. Babası, Padişah I. Abdülhamid'in münec­

cimbaşısı·· Mustafa Asım Bey, annesi kültür­

lü bir kadın olan Fa tma Zelıra Hanım' dır.

Aile, dede Abdüllatif Paşa'nın Afyon san­

cağı mutasamflığına (kaymakamlık) atanma­

sı üzerine, 1846'da Ai}ron'a geldi. Kemal, o sı­

rada müftülük görevinde bulunan ve bir za­

manlar Rusya ve Mısır'da bulunmuş; Arapça,

Farsça, Rusça, Yunanca ve Latince bilen;

görmüş geçirmiş bir kimse olan Buharalı Ha­

cı Abdülvahid Efendi'den dersler aldı, ondan

etkilendi. (Aslında Narnık Kemal'in düzenli

bir öğrenim görmemiş, bir çok Tanzimat sa­

natçısı gibi o da, yaşama atıldıktan sonra, ya­

şam deneyimleriyle kendisini yetiştirmiştir.)

Dedesi Abdüllatif Paşa, 1848'de Kütah­

ya'ya atandı, bu kente gitmeden önce de kimi

• Tanzimat'tan sonra eyaJetten daha küçük yerleşme bi­rimi olan "sancak"ın en yüksek yöneticisi. Önemli tarihierin saptanması konusunda gökbilimsel hesaplar yapmakla görevli saray memuru.

-5-

Page 6: Namık kemal - vatan yâhut silistre

işleri dolayısıyla İstanbul'a çagrtlan dede. ai­

lesini Afyon'da bırakmıştı. Kemal, bu sırada

annesini yitirdi. Derlesinin de çok geçmeden

aziedilmesi üzerine aile İstanbul'a taşındı.

Kemal, Beyazıt Rüşdiyesi'nde öğrenime baş­

ladı; daha sonra Valide Mektebi'ne verildi.

Dedesi 1853'te Kars'a atandı; Kemal bu kent­

te kaldığı bir buçuk yıl boyunca, Vaizzade

Seyyid Efendi'den özel dersler aldı, sporla il­

gilendi, hocasının yüreklendirmesiyle ilk şiir

denemelerini kaleme aldı.

Paşa'nın 1854'te yeniden aziedilmesi üze­

rine İstanbul'a taşındılar; 1855'te Sofya'ya

atanması üzerine de bu kente gittiler. Burada

özel öğretmenlerden Arapça, Farsça ve yazı

dersleri gördü. Şair Eşref Paşa'nın yüreklen­

dirmesiyle eski biçernde bir divan oluşturacak

kadar çok da şiir yazdı. Bu arada Niş kadısı­

nın kızı Nesime Hanım'la evlendi; bu evlilikten

Feride, Ulviye ve kendisi gibi şair ve yazar olan

Ali Ekrem (Bolayır) adlı çocuklan oldu.

Namık Kemal, 1857'de İstanbul'a döndü;

kendisinin kültürel yaşaınında çok önemli bir

yeri olan Haneiye Nezareti Tercüme Odası'na*

memur olarak girdi. Fransızca öğrendi ve dö­

nemin ünlü şairlerinden Leskoçalı Galib'le,

onun aracılığıyla da bir divan şairleri toplulu­

ğu Encii.men-i Şuara şairleriyle tanıştı.

Namık Kemal'in kültürel gelişmesini; di­

van kültür adamı olmaktan çıkarak batılı dü­

şünceye yönelmesini sağlayan, siyasi düşün­

celerinin şiirine girmesinde etkili olan ve ya-

• Dışişleri Bakanlıgı Çeviri Odası (Bürosu). Bu odanın memurlan Dışişleri'nin yazışmalannı yönetmekle gö· revliydi.

-6-

Page 7: Namık kemal - vatan yâhut silistre

zınırnızda, yazı dilimizde batılı bir çok yenili­

gi başlatan Şimisi Efendi'yle tanışması da

1862'dedir; Kemal, Tasvir-i Ejkôr* gazetesinin

yazarlan arasına katıldı. Bu gazetede yayım­

ladıgı siyasal ve toplumsal eleştirileri konu

alan rnakaleleriyle, Osmanlı kültürü ve yazı­

m konulu makaleleri, sonradan sürgün1ere

gönderilmesine yol açacak olan muhalif kişi­

liginin ilk ürünleridir.

Namık Kemal, 1865'te Yeni Osmanlılar

Cerniyeti'ne·· katıldı. Cemiyet üyelerinin Meş­

rutiyet istekleri, rneşrüti yönetim kurulursa

ülkenin geri kalmışlıktan kurtulacagı yolun­

daki beklentileri gerçekleşmedi. Namık Ke­

mal'in Muhbir'de yayımlanan "Şark Meselesi"

başlıklı makalesi üzerine basın üzerinde şid­

detli bir sansür uygularnası yürürlüge kon­

du; Cemiyet'in varlığını öğrenen hükümet,

Muhbir başyazan Ali Suavi'yi Kastarnonu'ya,

Narnık Kernal'i Erzurum vali yardırncılıgına,

Ziya Paşa'yı Kıbns rnutasarnflığına sürgün

olarak gönderdi.

Sürgünler görev yerlerine gitrneyerek, Pa­

ris'te bulunan Mustafa Fazıl Paşa'nın çağnsı

• 1862'de Şimisi"nin yönetiminde yayımlanmaya başla­yan bu gazete. Tercümdn-ı Ahvarden sonra ikinci özel gazetemizdir. Haftada iki kez çıkan bu gazetenin alt başlığı "Havadis ve Mafuife Dair Osmanlı Gazetesi"dir. Gazete 1860'tan sonra Namık Kemal'in. 1865'ten son­ra Ebüzziya Tevfik'in, 1867'de de Recaizade Mahmud Ekrem'in yönetiminde çıkmış, ayın yıl 830. sayıdan sonra kapanmıştır. (M. Orhan Bayrak, Tii.rkiye'de Ga­zeteler ve Dergiler Sözlüğü 1831/1993, Küll Yayınlan. Istanbul, 1994, s.l36).

•• ı 860'larda, aralannda Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, All Suavi gibi yazariann bulunduğu, Meşrutiyet yöneti­nıini kunnak amacıyla Il. Abdülhamid'c basın yoluyla ımıhalefet eden demek. Daha sonraki Jön Türk hare­keUyle kanştınlmanıalıdır.

-7-

Page 8: Namık kemal - vatan yâhut silistre

ve Fransız elçiliğinin de yardımıyla, 1867'de

Paris'e kaçtılar ve Muhbir'i burada çıkarınaya

başladılar. Sürgünler bu kentte ancak bir ay

kalabildi; III. Napolyon'un düzenlediği Ulus­

lararası Barış Fuan'nı Padişah Abdülaziz'in

ziyareti nedeniyle, Fransız hükümeti Namık

Kemal ve arkadaşlanndan ülkeyi terk etmele­

rini isteyince, İngiltere'ye geçtiler. Namık Ke­

mal, Ziya Paşa ile birlikte, M. Fazıl Paşa'nın

parasal desteğiyle, 1868'de Londra'da Hürri­

yet gazetesini çıkararak, siyasal düşünceleri­

ni yaymayı sürdürdü.

M. Fazıl Paşa'nın yardımının kesilmesi ve

1870 Prusya-Fransa savaşının başlaması

üzerine, Namık Kemal Cenevre'ye, sonra da

Viyana'ya gitti. Bu arada Zftptiye Nazın'nın*

"yurda dön" çağnsı üzerine, nazınn yazı yaz­

mama koşulunu kabul ederek, 187l'de İstan­

bul'a döndü. 1872'de Ebüzziya Tevfik'le birlik­

te İbret gazetesini yayın hakkı sahibi olan bir

Ermeni'den kiralayarak çıkardı ve bu gazete

ile kendisinin çıkardığı ilk gülmece gazetemiz

olan Diyojen'de yeniden yazmaya başladı. İb­

ret'te yayımlanan bir makalesi nedeniyle gaze­

te dört ay kapaWdı ve Namık Kemal Gelibo­

lu'ya mutasamf olarak sürüldü. Ürılü oyunu

Vatan'ı sürgünün bitimine doğru yazmaya

başladı ve sürgünden döndükten sonra ta­

mamladı. Yeniden çıkarınaya başladığı İbret

gazetesinin başına geçti. Vatan, 1 Nisan

1873'te Güllü Agop'un tiyatrosunda oynandı.

Seyircilerin büyük bir coşkuya kapılarak "Çok

yaşa Kemal!", "Yaşasın milletin Kemaii!" diye

• Emniyet Genel Müdürü.

-8-

Page 9: Namık kemal - vatan yâhut silistre

gösteri yapmalan, bununla da yetinmeyerek

gazeteye kadar gidip Namık Kemal'le görüş­

mek istemeleri, onu bulamayınca bir teşekkür

mektubu yazmalan, İbrefin de bu olan biteni

yayımlaması üzerine 5 Nisan 1873'te gazete

bu kez sürekli olarak kapatıldı. N. Kemal, Kıb­

ns'taki Magosa kalesine; Ebüzziya Tevfık, Nu­

ri ve Ahmed Mithat Efendi de Rodos'a kale­

bend* olarak sürgün edildiler.

Namık Kemal'in Magosa sürgünü, yazarlı­

ğı bakımından çok verimli bir dönem oldu; İn­

tibdhromanını, AkifBey, Gülnihdl, Zavallı Ço­

cuk ve Kara Belii oyunlanyla kimi tarih, eleş­

tiri ve yaşamöyküsü türlerindeki :y:apıtlarını

bu dönemde kaleme aldı.

30 Mayıs 1876'da Abdülaziz'in tahttan in­

dirilmesi, yerine V. Murad'ın geçirilmesiyle,

Kıbns'ta 28 ay süren sürgünden İstanbul'a

döndü. Ancak V. Murad'ın akıl sağlığının bo­

zulması üzerine, yerine, Meşrutiyet'i kurarak

bir anayasa ilan etme sözü vererek getirilen Il.

Abdülhamid, kendisine karşı gelişen muhale­

feti baskı altına almak için, 1877-78 Osman­

h-Rus savaşını bahane ederek meclisi kapatıp

Kaanün-u Esasi'yi askıya aldı; Namık Kemal'i

Mikaarnete ınecbür"** olarak Midilli'ye sürgün

etti. Kemal, 1884'te Rodos mutasarnflığına

: atandı. Burada Osmanlı Tarihi'ni yazmaya

· .. başladı; bir çok okul açılmasını sağladı.

~ Kalebendler, kalenin içinde özgürdürler, ama kalenin dışına çıkmalan yasaktır.

~· Sürgünün, oturmak zorunda oldugu kentten dışan çıkmamak koşuluyla özgür olma cezası. Bu cezaya çarptınlan kişi, her gün kolluk gücü merkezine görü­nüp imza vermek zorundaydı.

-9-

Page 10: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Üç yıl sonra Sakız'a atandı; ama burada

bir süre sonra zatürreeye yakalandı, 2 Aralık

I888'de öldü ve bir caminin haziresine* gö­

müldü. Daha sonra padişahın izniyle cesedi,

vasiyeti gereği Gelibolu'ya getirilip Bolayır'da

Rumeli fatibi Süleyman Paşa'nın türbesinin

yanına, tasarımını Tevfik Fikret'in yaptıgı la­

hide konuldu. ••

Sanatı

Yazınımızda "Vatan Şairi" diye anılan Na­

mık Kemal, Şinasi ve Ziya Paşa ile birlikte

Tanzimat Dönemi yazınının kurucusu sayılır.

Daha çok şair olarak tanınmasına karşın ro­

man, eleştiri, inceleme, tarih, yaşamöyküsü

ve benzeri türlerde de yapıtlar verdi.

Namık Kemal'in sanat yaşamında Fransız­

ca'yı öğrenerek Tercüme Odası'na girmesi, Şi­

nasi ile tanışması ve Avrupa'yı (Fransa ve in­

giltere) görmesi önemli etkenler oldu. Tanzi­

mat ilkelerinin iyi kötü yaşama geçirilmesiyle

yetişen, yeni düşüncelere, özellikle Avru­

pa'nın etkilerine açık olan, dolayısıyla Os­

manlı devletinin kurtuluşunun batılı anlam­

da siyasal ve kültürel temelierin kurulmasıy­

la olabilecegini düşünen genç kuşagın ilk

temsilcilerinden biridir.

Önce dogu kültürünü ve divan yazmını

öğrenen, üstelik bir de divan yazan Namık

• Caminin yarunda, çevresi duvarla çevrili mezarlık. Namık Kemal'in yaşamöyküsü. Namıle Kemal. Hayat~ Sanat~ Eseri (Hikmet Oizdaroglu, Varlık yay .• 1965) ve "Namıle Kemal Üzerine Bir Biyografi Denemesi (Abdul­lah Uçman, Ölümünün 100. Yılında Namıle Kemal kita­bı içinde, Marmara Üniversitesi Yayım, 1988) adlı kay­naklardan derlenmiştir.

-10-

Page 11: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Kemal'in, Şinasi'yle tanıştıktan ve Tercüme

Odası'na girdikten ve hem politikayla hem de

Batı kültürüyle ilgileurneye başladıktan son­

ra düşünce ve sanat anlayışı da "politik sa­

nat" ya da "politik görüşleri sanat yoluyla

yayınak" yolunda biçimlendi. Ancak, ilk genç­

liklerinde sağlam bir doğu ve din kültürü al­

mış olmalan nedeniyle, Namık Kemal ve öte­

ki kuşaktaşlarının sanatlannda hem doğu

kültürünün hem de batı kültürünün değerle­

ri bir arada görülür. Bu oluşum, hangi türde

yazariarsa yazsınlar, onlann yapıtlannın öz­

yapılarını da belirlemiştir.

Namık Kemal'in (Şinasi ve Ziya. Paşa'nın

da) şiir alanında getirdiği en önemli yenilik,

kendisinin "parça bohçası" diye nitelediği di­

van şiiri konulanndan başka konuların da şi­

Irde işlenebileceğini göstermek oldu. Kendi­

sinden önce, toplumsal çalkantılara, savaşla­

ra, yıkınılara karşın, şiirde geleneksel me­

cazlı ve mazmunlu bir dille "aşk" ve "tann aş­

kı" hemen hemen tek konu olarak işlenirken,

genç kuşağın bu üç sanatçısı, bu anlayıştan

uzaklaşarak ve eskiden başka başka anlam­

larda kullanılan "vatan", "millet", "hürriyet"

lı(ibi sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek şiiri

siyasallaştırdılar; şiirde eski "aşık tipi"nin ye­

rini, gelecekte "meşrutiyet"i kuracak olan "si­

yasal ve çağından sorumlu insan" tipi aldı.

Bunu yaparken de, aynı ana düşüncenin her

heyitte farklı mazmunlarla yineleurnesi anla­

yışından kısmen uzaklaşarak, şiirde anlam

lıütünlüğüne yöneldiler.

Bununla birlikte, Tanzimat Yazını'nın bu

-ll-

Page 12: Namık kemal - vatan yâhut silistre

üç sanatçısı, ufak tefek değişikliklerle gazel

(Namık Kemal'in gazelleri), kaside (Namık Ke­

mal'in Hüniyet Kasidesi, Şinasi'nin Reşit Pa­

şa için yazdığı kasideler), terkib-i bend (Ziya

Paşa'nın Terkib-i Bend'i) gibi eski şiir türleri­

ne, biçimlerine, nazım birimine ve aruz ölçü­

süne bağlı kaldılar; siyasal düşüncelerini ya­

yabilmek için kendilerine engel oluşturan Di­

van şiiri dilinde yalınlaşmaya gitmelerine,

mecazsız söylemeye çalışmalanna karşın, yi­

ne de eski mecazlan kullanmadan edemedi­

ler.

Şiiri bu yola sokarken, şiirsel duyarlığı da

elden kaçırdılar; eski şiirin "aşık" ve "Tann

aşığı" tipinin yerine, "vatanı için canını ver­

mekten çekinmeyen", "yaşamını vatana ada­

yan" insan tipini koyarken, ister istemez öğ­

reticiliğe yöneldiler. Makalelerinde söyledikle­

rini, bir de "şiir dili"yle ölçülü, uyaklı söyle­

meye yönelerek şiiri siyasal ve toplumsal dü­

şünceleri yayma aracı konumuna getirdiler.

(Daha sonra, 1923 ve 1960 sonrası şiirinde

olduğu gibi, toplumsal bunalım dönemlerin­

de şiirin siyasal düşünceleri yayma aracı ola­

rak kullanıldığı pek çok kez görüldü.)

Elbet de, Namık Kemal'in şiirini, bu geli­

şimden ayn tutamayız. Çünkü Namık Ke­

mal'in şiiri, özellikle Şinasi ile birlikte, Tanzi­

mat Dönemi şiirinin belirleyici ve besleyici

kaynağı olmuştur.

Romanı, "Romandan maksat, olmamışsa

bile olabilecek bir olayı, ahlak, duygular ve

olasılıklarla ilgili her türlü aynntısıyla birlik­

te betimlemektir," diye tanımlayan Namık Ke-

-12-

Page 13: Namık kemal - vatan yâhut silistre

mal'in İntibô.h-Sergü.zeşt-i Ali Bey• ve Cezmi

adianndaki iki romanı, Şemseddin Sami'nin

Taaşşuk-u Tal'at ve Fitnafı, Ahmed Mithat

Efendi'nin popüler romanlan dışında gelene­

gi olmayan Tanzimat yazınında "yazınsal ilk

romanlar" olarak kabul edilir.

İntibô.h, "doğru yoldan saparak bir kötü

kadına kapılan ve başına felaketler gelen" Ali

Bey'in ve "'tutkulan yüzünden herkesin mut­

suz olmasına yol açan" Mahpeyker'in serüve­

nini anlatırken, yazann amacı okura bir ders

vennek, mutluluğu evin dışında aramanın

getirecegi felaketler konusunda okuru uyar­

maktır; bu toplumsal amacı gerçekleştirir­

ken, abartılı bir dil kullanarak, kahramanla­

n tek yönlü ele alarak, rastlantılara, özverile­

re, heyecanlı davranışlara yer vererek, konu

düzenlemesi ve yazış tekniği bakımından

Fransız Coşumcu (Romantik) romanlannın

etkisiyle eski Türk anlatılannın etkilerini bir­

leştirmeye yönelir.

Namık Kemal'in, Coşumculann geleneğine

uyarak yazdığı, yazınımızda ilk tarihsel ro­

man sayılan Cezmfdeyse, XVI. yüzyılda III.

Murad zamanındaki Osmanlı-İran savaşla­

nnda geçen olaylan konu olarak alır. İki cilt

olarak tasarlanan, ilk cildinde yine Coşumcu

etkiyle ve yazann siyasal görüşüne uygun

olarak, bu savaşlar sırasındaki Osmanlı yiğit­

Ilgi, yurdu için her türlü özveriye hazır insan

tipi Adil Giray ile Şehriyar'ın aşkı anlatılır.

Olasılıkla ikinci cildinde de Cezmi'nin öyküsü

• Asıl adı Son Pişmanlık olan bu roman. sansürün izin vermemesi nedeniyle bu adla yayımlanmıştır.

-13-

Page 14: Namık kemal - vatan yâhut silistre

anlatılacaktı; ama bu cilt ne yazık ki yazılma­

mıştır. Romandaki kimi olayların genel çerçe­

vesinde Peçevi Tarihinde verilen bilgilere bag­

lı kalmıştır; Adil Giray gerçekten bir tarihi ki­

şiliktir. ama Cezmi, yazann imgeleminden

yaşam bulmuştur. Yazann bu romandaki

amacı, kimi şiir ve oyunlannda da işledigi "İs­

him birligi" düşüncesidir. Mektup türünün

yazınımızda ilk kullanıldıgi roman da Cez­

midir.

Yazınımızda eleştirinin de ilk örneklerini

veren Namık Kemal, Celaeddin Harzemşfı.h,

İntibfı.h, Bahar-ı Dfı.niş, İrfan Paşa'ya Mektup,

Tahrib-i Hariibat gibi yapıt ve çevirilerine yaz­

dıgı önsözlerde, eski yazın'ın yeni döneme el­

verişli olmayan yanlannı eleştirir; ancak ya­

zınsal biçimler üzerinde pek fazla dunnaz.

Tahrib-i Hariibat, Ziya Paşa'nın bir divan ya­

zım antolojisi olan Hariibat adlı yapıtının

eleştirisidir ve Ziya Paşa'yla arasının açılma­

sına neden olmuştur. Coşkulu özyapısı, eleş­

tirilerinde de açıkça görülür.

Tarih ve yaşamöyküsü türündeki yapıtla­

nnda da, aynı coşkulu dille, İslam birligi, Os­

manlı yigitligi, devletin kurtanlması için neler

yapılması gerektigi konularına sık sık degi­

nir. Şiirlerinde, oyunlannda ve romanlann­

daki konulan, bir de ögretici bir biçemle bu

tür yapıtlannda da işler.

Oyun yazarlığı

Tiyatroyu, "Bir milletin söz söyleme gücü

yazınsa (edebiyatsa), Yazın'ın yaşam bulmuş

söz söyleme gücü de tiyatrodur," diye tanım­

-14-

Page 15: Namık kemal - vatan yâhut silistre

layan, eğlencelerin en yarariısı olarak nitele­

yen ve, "Güzel bir oyun okumanın, oynandı­

ğını görmek kadar tat vermese bile, yine ro­

man okumaktan daha iyidir. Çünkü oyunda

duygular daha şiddetle betimlenir," diyen

Namık Kemal. toplam altı oyun yazdı; ancak

sağlığında bunlardan yalnızca Vatan ydhut

Silistre'nin oynandığını gördü. Kara Bela

oyunuysa, yazann ölümünden sonra yayım­

landı.

Namık Kemal oyunlan işledikleri ternalara

göre iki kümeye aynlabilir: Bunlardan birinci­

si, yazann şiirlerinde de yer alan "vatan sevgi­

si", "vatan yolunda" çalışma ve ''bu ugurda ca­

nını bile sakınmama" teması işlenen tarihsel

oyunlardır: Vatan ydhut Silistre'de, Silistre

kalesinin, Rus olduğu net olarak belirtilmeyen

düşman işgaline karşı gösterilen yiğitçe sa­

vunma anlatılır; konusu Hindistan'da geçen

ve Hugo'nun Cromweıı oyunundan etkilenen

Cel.dleddin Harzemşdh'ta zorba yöneticilerin

yergisi işlenir; bu oyun epey uzun oluşu ve

karmaşık planı nedeniyle okunmak üzere ya­

zılmıştır; yazann sahne tekniğine ve diline en

uygun olan, kimi sahnelerinde Shakespea­

re'dan (Hamlet vb.) etkilenerek esinlenen Gül­

nihal'de de yurt sevgisi coşkulu bir dille sergi­

lenir. İkincisi, Tanzimat tiyatrosunun sık işle­

diği "gençlerin birbirlerini görmeden evlendi­

rilmelerinin kötü sonuçlan" temasını işleyen

toplumsal konulu oyunlardır: Akij Bey, yalın

diliyle dikkati çeken ve aşıklann ölüm döşe­

~nde birleşmeleri temasını işleyen Zavallı Ço­

cuk, bu kümeye girer.

-15-

Page 16: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Nfunık Kemal, anlatılannda olduğu gibi,

oyunlannda da Coşumculuğun, özellike Fran­

sız Coşumculuğunun etkisindedir.

Yapıtları:

Şiir: Nfunık Kemal'in sağlığında yayımian­

mış şiir kitabı yoktur. Şiirleri ölümünden son­

ra çeşitli zamanlarda yayımlanmıştır; bütün

şiirleri bir arada şu kaynakta bulunabilir: Na­

mık Kemiil'in Şairliği ve Bütün Şiirleri (Hazırla­

yan: Önder Göçgün, Atatürk Kültür Merkezi

Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 1999); Roman:

İntibdh veya Sergüzeşt-i Ali Bey (1876); Cezmi

(1880-1882). Oyun: Vatan yahut Silistre

(1873); Zavallı Çocuk (1873); Akij Bey (1874);

Gülnihdl (asıl adı Son Pişmanlık'tır, 1875); Ce­

ldleddin Harzemşdh (1875), Kara Bela (1910).

Yaşamöyküsü: Evrdk-ı Perişan (Dağılmış Say­

falar, 1872), Terceme-i Hdl-i Nevrüz Bey (Nev­

ruz Bey'in Yaşamöyküsü, 1875). Tarih: Devr-i

İstild (istila Dönemi, 1867); Bdrika-i Zafer (Za­

fer Şimşeği, 1872); Silistre Muhasarası (Silistre

Kuşatması, 1873); Kanğe (1874); Osmanlı Ta­

rihi (Tasarlanan 14 cildin yalnızca 4 cildi çıka­

bilmiştir, 1908-1909). Eleştiri: Tahrib-i Hard­

bdt (1874); Takib-i Hardbö.t (1875); Me Prisons

Muhdhezesi (Me Prisons Eleştirisi, 1885); İrfan

Paşa'ya Mektup (1887); Mukaddeme-i Celdl

(Celaleddin Harzemşah Oyununun Önsözü,

1888); Renan Müdafaanö.mesi (Renan Savun­

ması, 1908). Öteki türler: Bahdr-ı Dö.niş

(1874); Müntahdbdt-ı Tasvir-i Ejkö.r (Tasvir-i

Ejkdr gazetesinde çıkmış makalelerinden seç­

meler, 1886); Rü'yii (1898).

-16-

Page 17: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Dil ve Yazın konusundaki yazılannın ta­

mamı için bk. Ölümünün 100. Yılı Münasebe­

tiyle Nfunık Kemal'in Türk Dili ve Edebiyatı

Üzerine Görüşleri ve Yazılan (Hazırlayan: Ka­

zım Yetiş, i. Ü. Ed. Fak. Yayınlan, istanbul,

1989).

Vatan yahut Silistre'den Önce

Yazınımızda yayımlanan ve oynanan ilk ti­

yatro oyununun, Şinasi'nin Şair Evlenmesi

(1860, yazılışı: 1859) oldugu kabul edilir. "Eş­

lerin görücü yöntemiyle, birbirini görmeden

evlenınelerinin yol açtıgı gülünç durumlar"ı

konu alan bir töre güldürüsü olan Şair Evlen­

mesfnin, Metin And'dan ögrendigiınize göre,

"... sahneye kondugunu gösteren her hangi

bir ize ratlanınaınıştır."• Sahne teknigi ve kur­

gulaması bakımından batı tiyatrosundan; bir­

birinin karşıtı kişilerin işlenişi bakımındansa

ortaoyunu, karagöz gibi geleneksel gösteri sa­

natlannın tiplerinden yararlanan Şair Evlen­

mesfnin dili, konuşma diline yakın yalınlıkta­

dır. Dolayısıyla bu oyunun, tiyatro yazını için

iyi bir başlangıç oldugu kabul edilir.

Ancak, Şair Evlenmesfnden önce de, en

azından saray ve çevresi Batılı anlamda tiyat­

ronun ne oldugunu bilmiyor da degildir. Dal­

mabahçe ve Çıragan saraylannda Maliere'den

çeviriler yapılarak oynandıgıru yine Metin

And'dan ögreniyoruz. Metin And, Şair Evlen­

mesfnden önce oyun biçiminde karşılıklı ko­

nuşmalardan oluşan, Türkçe yazılmış Nas-

• Metin And, Şair Evenmesi"nden Önceki İlk 1Urkçe Oyun­

lar, İnkılap ve Aka, İstanbul. 1983, s. 6.

-17-

Page 18: Namık kemal - vatan yâhut silistre

reddin Hoca'nın Mansıbı, Vaktiyi-i Acibe ve

Havtidis-i Garibe-i Keşfger Ahmed, Şeyh Hacı

Bektaş, Hiktiye-i İbrahim Paşa ve İbrtihim-i

Gülşeni ve Zor(ı)la Hekim adlı metinleri yayırn­

larnıştır.•

Vatan ycihut Silistre'den önce, Ahmed Ve­

fik Paşa'nın Maliere'den uyarladığı Zor Nikcih

(1869), Zoröki Tabib (1869) gibi oyunlar var­

dır. Ahmed Mithat Efendi'nin EyvaJiı ise aynı

yılın ürünüdür.

Vatan yahut Silistre

Silistre, bu günkü Bulgaristan' da, Dobruca

bölgesinde bulunan bir kenttir; Romanya sını­

nnda, Tuna ırmağının kıyısındadır. Silistre ilk

kez 1388'de Türkler tarafından fethedildi; çe­

şitli zamanlarda el değiştirdi. Kınrn Savaşı

(1853-1856) sırasında, çok kalabalık bir Rus

ordusu tarafından kuşatılan kent, Musa Hu­

lüsi Paşa tarafından, bütün yoksunluklara

karşın kırk bir gün kahramanca savunuldu.

Bu savunma, tarihimizde "Silistre Müdafaası"

adıyla ünlüdür. Paşa'nın şehit olmasından

sonra da kaleyi alamayan Ruslar, ağır kayıp­

lara ugradıklanndan kuşatmayı kaldım1ak zo­

runda kaldılar.

"Genel olarak oyunlann konusu ya hayilli

olur ya da tarihsel bir olayı temel alır ki Gül­

nihai, Akif (Bey) ve Zavallı Çocuk birinci; Si­

listre ile Celal de ikinci kısırndandır," diyen

Namık Kemal, Vatan yahut Silistre oyununun

konusunu yukarda söz konusu ettigirniz ta­

rihsel olaydan alarak özgür bir biçimde işle-

• agy.

-18-

Page 19: Namık kemal - vatan yâhut silistre

miştir. Asıl adı Vatan olan oyun, sansürün

bu ada izin vennemesi üzerine Silistre adıyla

oynandı ve yayımlandı; daha sonra Vatan ya­

hut Silistre adıyla bilindi.

Oyunda, Silistre kalesinin işgali üzerine

kaleye koşan gönüliilierin öyküsü ile İslam

Bey ve sevgilisi Zekiye'nin aşklan iç içe anla­

tılır. Zekiye erkek kılığına girerek kaleye gö­

nüllü giden İslam Bey'in peşinden gider ve

kendisi de gönüllü yazılır. Bir çok yiğitlik ola­

yından sonra, düşman çekilir. Bu arada ko­

mutan Miralay Sıdkı Bey'in, Zekiye'nin ölmüş

sandığı babası olduğu anlaşılır. Kale özgürlü­

~e. sevgililer de birbirlerine kavuşur.

Bu konu gelişimini, Namık Kemal kendi

"vatan", "ancak vatanın kulu olan birey" dü­

şüncelerini seyirciye yansıtmak üzere seç­

miştir. Oyunda tiyatrosal eylem (aksiyon) pek

yetkin olmamakla birlikte, Batılı anlamda

"perde" ve "meclis" bölümlernesiyle biçim ba­

kımından sahne tekniğine uygun ilk tiyatro

yapıtımız olduğu söylenebilir.

Vatan yahut Silistre, oyunlannda Victor

llugo'dan ve Shakepeare'den esinlenen Na­

ınık Kemal'in genel olarak etkisinde olduğu

Coşumcu akımın olayı geliştinne, kişileri

canlandınna, sahne düzenlemesi ve sahne

dili uygulamalan görülür.

Oyunun, Namık Kemal'in bir az da döne­

min insanına örnek olarak düşlemledigi, ka­

rarlı yurtsever tipler olan kahramanlan, tek

boyutludur. Kendilerine özgü olmaktan çok,

Coşumcu tiyatronun Batılı örneklerinde gö­

rülen kalıplaşmış tiplerdir. Toplumsal ko-

-19-

Page 20: Namık kemal - vatan yâhut silistre

,• ..

numlan geregi İslam Bey. gözünü budaktan

sakınınayan bir yigit; Zekiye, aşkı uğruna

ölümü göze alan aşık bir genç kız; Sıtkı Bey,

yigit ve ağırbaşlı bir komutan; sürekli, " ... kı­

yamet mi kopar!" diyen Abdullah Çavuş, iç­

tenlikli bir askerdir.

Oyunun dili, Namık Kemal'in başka tür­

deki yapıtlannda görülmeyecek denli yalın­

dır. Bu da, hem siyasal görüşlerini seyircilere

aktannak isteyen yazann. sahne dilinin nasıl

olması gerektiğinin farkında olduğunu göste­

rir.

Vatan yahut Süistre, oynandıktan bir süre

sonra Almanca'ya da çevrilip yayımlanmış,

yurt dışında çeşitli ülkelerde de temsil edil­

miştir.

Not: Türk Klasikleri dizimizin daha önce çıkan

kitaplarında, yazarın anlatımını günümüz diline

uyarlanıış, konuşmalan da aynen alıp bilinmeyen

sözcükleri dipnotlarıyla vermiştik. Vatan yahut Si­

listre, oyun türünde bir yapıt oldugu ve yalın bir

dille yazıldığı için, bilinmeyen az sayıda sözcüğü

dipnotlarla açıklayarak günümü diline uyarladık.

Bunu yaparken, yazarının cümle yapısına hemen

hiç dokunmadık ( ) içindeki bir kaç sözcük, anla­

mı daha belirginleştinnek için konulmuştur.

-20-

Page 21: Namık kemal - vatan yâhut silistre

ADAYIŞ

Ey vatanın hayatını koruma uğrunda ca­

nım veren mücahitled

Şu degersiz yapıtırnın konusu, alaylannda

silah kullanmak şerefine ulaştıgımız Osman­

lı askerinin ünü dünyayı tutan yigitliklerin­

den biridir. Sizin şanımzı ilana .çalıştım.

Onun için (bu) degersiz yapıtımı, değersizliği­

ni açıkça söylemekle birlikte. size adıyorum.

Vatanın ne demek olduğunu bilen kalem

sahiplerinin, onu korumak için yapabileceği

şey, askerde, Allah göstermesin, (bir) felaket

görürse (onlarla) birlikte ölmek, zafer görürse

milletin teşekkürünü dile getirmektir.

Yaşasın askerimiz! Yaşasın vatan!

1 Cihat edenler; din ~da savaşanlar.

-21-

Kemal

Page 22: Namık kemal - vatan yâhut silistre

VATAN yahut SİLİSTRE

Dört perde tiyatro

ZEKiYE HANIM

HANiFE HANIM

ISLAM BEY,

KİŞİLER

Gönüllü zabit*

AHMED SIDKl BEY. Miralay**

RÜSTEMBEY,

ABDULLAH,

I3İR KAYMAKAM

I3İR BİNBAŞI

BİRİNCİ zABiT

IKiNCİ zABiT

ÜÇÜNCÜ zABiT

NEFERLER****

GÖNÜLLÜLER

Subay . .. Albay.

••• Yarbay . .... Erler; rütbeslz askerler.

Kayınakam•••

Miralayın çavuşu

Page 23: Namık kemal - vatan yâhut silistre
Page 24: Namık kemal - vatan yâhut silistre

PERDE I

(Perde açılmca kenan sokağa bakan bir

oda görünür. Zekiye, Amavutluğa özgü düz­

gun giysisiyle mindere uzanmış, elinde bir ki­

tap, önürıde bir mum. İslam Bey de sokakta

gezinir.)

Birinci Meclis1

Zekiye (Kitabı yastığuı üzerine bırakarak)

- Ah! Nineciğ;im!2 Nineciğ;im! Gönlüme niçin

bu kadar yumuşaklık verdin? Düşüncemi ni­

çin bu kadar açtın? Sen de şimdi kızını görsen

okuttuğ;una pişman olurdun. Benim gönlüm

öyle büyük büyük duygulara nasıl dayansın?

Benim beynim öyle geniş geniş düşüncelere

nasıl tahammül etsin? Yüregim ne kadar çar­

pıyor! Sanki göğ;sümü yerinden koparacak da

dı şan fırlıyacak... Beynim ne kadar sıkılıyor!

Sanki başımı paralayacak da çevreye dağ;ıla­

cak... (EUerini yüzüne kapayarakl Nineciğ;im!

Nlneciğ;im! Dfuma babamı düşünmek için aç­

lıt!;ın, hazırladığ;ın düşüncede başkası geziyor!

IJfuma seni sevmek için terbiye ettiğ;in, büyüt-

1 Oyunda, kişilerin sahneye giıiş çıkışlanyla degişen,

perdenin alt bölümielinden her biıi. 2 Oyunun yazıldığı dönemde bu sözcük "anne" anlamına

kullanılır dı.

-25-

Page 25: Namık kemal - vatan yâhut silistre

tügün gönülde başkası hükmediyor! Seni ba­

bam okutmuş, onun yoluna öldün. Beni sen

okuttun, yoluna ölmek degil, öldügüne agla­

mak bile batınma gelmiyor! Ah! Daima o! Gö­

zümde o! Hayallınde o! Aklımda o! O! O! O! Bir

kere sokakta gördüm, keşke yüzüne baktıgım

zaman gönlüme düşen ateş gözlerimi eritey­

di... Daha bir bakışta vücudumda ne kadar

gücüm varsa toplayıp da gözleriini başka ya­

na çevirmek istedim. Eyvah! Ne vücudumda

güç buldum, ne gözlerime hüknıüm geçti.

Sanki ömrümde gördügüm, işittigim, okudu­

gum, düşündügfım ne kadar güzel şey varsa

hepsi bir yere toplanmış da, bir insan yüzü ol­

muş karşıma gelmiş idi. (Bir az düşündülden

sonra) Hayat ne garip hal imiş! Bir kaç gün

önce yanımda biri aglasa, gözünün yaşı neşe­

sinde dökülüyor sanırdım; bu gün kulagıma

kahkahalar agıt sesleri gibi geliyor! Bir kaç

gün önce gamlı gamlı bulutlarda şimşek çak­

tıkça biri gülüyor gibi görünürdü, bu gün ye­

ni açılmış güllerde çig görsem birinin gözyaşı

dökülmüş sanıyorum! Bir kaç gün önce yü­

züm gülüyordu; sanki her şey de benimle bir­

likte gülüyordul Bu gün gönlüm aglıyor; san­

ki her şey de gönlümle birlikte aglıyor! Gene

sabah oldu, gene gözüme bir dakika uyku gir­

medi... (Muml.an söndürerek) Zavallı m um!

Acaba ben de senin gibi yana yana tükenip gi­

decek ıniyim? Beş dakikacık uyuyabilseydim,

belki düşümde görürdüm de ayaklarına kapa­

nır, gönlü.mün zelırini döküneeye kadar doya

doya aglardım ... Allahımı O mektt1p ne idi?

Ateşle yazılsa insanın yüregini o kadar yak-

-26-

Page 26: Namık kemal - vatan yâhut silistre

maz. Okudukça gözlerimden sanld yüzüme,

ı.tö~süme doğru damla damla alev parçalan

ıınçıldı... Bilmem sütnin em getirdiği zaman

nasıl utancımdan yerlere geçmedim. İnsan se­

vincinden ölmüyor; ama çıldıracak! Mektup

ı;ôzünü işittiğim gibi ondan geldiğini bildim.

J<endi gelse belki utanırdım da o kadar çırpı­

tınrak üzerine koşmazdım. Gönülde kerfunet

ıni var1 nedir? Kimi zaman grubi2 de biliyor!

Ahi Benim o zaman başka kimi düşündüğüm

vardı? Hrua kimi düşündüğüm var? Mektup

tınbamdan da gelse yine ondan sanmaz mıy­

dım? Belki dünyayı bildim bileli bir kere yüzü­

ııü görmeye özlem duyduğum babamdan gel­

dl~ine keder ederdim ... Seviyorum, sevmekten

lılr türlü kendimi alamıyomm. O da beni sevi­

yor, sevdiği mektubunda yazılı. .. Kendi yazı­

Nıyla yazılı ... elbet de gerçektir. .. Hayır! Elbet

de gerçektir. Allah o kadar güzel bir vücudun

Içinde hainlik saklamaz a. (Bir az düşündük­

ten sonra:) Kim bilir? En güzel çiçeklerin ara­

sında yılan bulunuyor. Ycirabbi! Ycirabbi! İn­

sanın yüzü gibi gönlünü de meydanda yara­

taydın ne olurdu?

İkinci Meclis

lsıim Bey, Zekiye Hanım

Islam Bey (Pencereden girerek) - Ben

gönlümü ortaya çıkarabiliriın. Ne yapayım ki,

Içindeki sırlar yine sana görünmez.

Akıl ennedik iş, anlam. vb. 2 Henüz olmamış şeyler.

-27-

Page 27: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Zekiye (İslam Bey'i görünce, sonsuz dere­

cede bir teldşla yanına koşmak ister, ama yi­

ne kendini toplar. Bir üzücü bir sessizlikten

sonra, kendi kendisine söylenerek, ama sözü­

nü işittirerek) -Ya şimdi her gün Allah'tan

ölümümü istedigirnde hakklın yok mu? Biri

gördüyse bana ne der?

İslam Bey - Kimsenin görmek ihtimaii

yoktur. Bu kadar günler, bu kadar gecelerdir

kendimi göstermernek için topraklarda yu­

varlanıyorum ... Sabah açılıyor, gözler haia

açılmaya başlamadı. Gece bitiyor, uyku daha

yeni başladı ... her gece buralan dolaşıyorum,

tecrübeme güven.

Zekiye (Memnunluğunu gizleyerek, soğuk

soğuk) - Sizi davet eden mi vardı?

İslim Bey - Allah aşkına ellerini yüzüne

tutma. Dünyayı (topu) bir gün gördüm. Çün­

kü bana dünyadan amaç sensin. Bir daha gö­

recek miyim? OrasımAllah bilir ... Deminden

beri casus gibi pencerenin altından sözlerini

dinledim. (Zekiye gücenikliğini gösterir) Kaba­

hatimin ne kadar büyük oldugunu bilirim.

Onu biri bana yapsa, benim gözümde kıya­

mete kadar alçaklıktan kurtulamazdı. (Zeki­

yenin gücenikliği artar) Haydut gibi pencere­

den bir eve girdim. (Zekiye'nin gücenikliği da­

ha artar) Benim buraya girdigim gibi biri bi­

zim eve girse, kanını helai sayar öldürürdüm.

(Zekiyenin teldşı hep artmaktadır) Ne yapayım.

ki, elimde degil... Seni seviyorum... senden

aynlacagım ... Bu gün agzından beni sevrligi­

ni işittim ... Bu gün sana veda edecegim ... İş­

te gönlün benden kaçınmak istedikçe ayakla-

-28-

Page 28: Namık kemal - vatan yâhut silistre

rın bana dogru geliyor ... Ben de kendime sa­

hip olaydım elbet de kendimi tutardım ... El­

lıd de senin yanında olsun, suçlayıcı olma­

ıııaya çalışırdım. Merhamet! Merhamet ki,

lıöyle nurdan dökülmüş vücuda taştan yapıl­

ııuş gönül yakışmaz.

Zekiye (Gönlüyle dövüşüreesine bir takım

tddş ve duraksamadan sonra, kendi kendisi­

lle) - Bu kadar zamandır ölüm acısına daya­

ıııyorum. Olmadı ... olmadı ... yine olmadı. (İs­

lcım Bey'e seslenerek) istediğin nedir? Ben

k~ndi halimle uğraşıp duruyorum ... Birdenbi­

rr peri gibi önüme çıktın, beni kendimden al­

dın. Uyursam, düşümde sen! Uyanırsam, ha­

y{\Jimde sen! İnsan içinde olsam, gönlümde

Hr.n! Yalnız kalsam, karşımda sen! Dfıima sen!

1 lı1ima sen! Vücudumu mu istersin? İşte esi­

ıinim. Canımı mı istersin? Al da kurtulayım.

lslim Bey - Beni gördüğün zaman gözle­

rini çevirmek istemişsin ... öyle mi merhamet­

Kiz? Ben seni gördüğüm vakit gönlümden ne

hı1ller geçtiğini bilir misin? Göz kapaklarım

bir kere yumulup açılıncaya kadar arada bü­

tün ömrüm kayboluyar sanıyordum ... Allaha

bin şükür olsun ki, sen de benim gibi, elinde

olmaksızın seviyorsun. Gönlün sana üstün

~oteliyor. Sen beni bir kere gördün. Ben seni

bir kere gördüm. İşte gönlümüz ikiz yaratıl­

mış, işte Allah seni bana beni sana vermiş ...

İşte sen can, ben vücut! Sen aşk, ben gönül!

Sen güzellik, ben aşk! Sen, güneş gibi, yüzü­

ne baktıkça gözlerimi yaş içinde bırakıyor­

ının; ben, gölge gibi, senin, yalnız senin aya­

lının altında sürünüyorum! Biz birbirimiz-

-29-

Page 29: Namık kemal - vatan yâhut silistre

den burada aynlırsak, ötede birleşiriz... Bu

gün aynlırsak yarın birleşiıiz ... Ayn görünü­

rüz, yine buluşuruz ... Ayn sanılınz, her za­

man biriz. Gel. yanıma gel... Bana bir yemin

et ki, gerek aynialım gerek aynlmıyalım; dün­

yada, ahirette, benden başka kimseye yar ol­

mayacaksın.

Zekiye (Kendini tutamayarak)- Vallahi ...

(Kendini toplayarak, utangaç bir sesle) Ben

kendi kendime söyleniyordum ... siz göründü­

nüz ... ben ... ben bir şey ... söylemedim. Söyle­

dim mi yoksa? Ne diyecektim? (Yine soğuk­

kanlılığını kaybederek, sonsuz derecede hük­

medici bir tavırla) Hem beni seviyorsun, hem

niçin aynlacağız?

İslam Bey.- Gideceğim. Çünkü ...

Zekiye (Öjkeyle sözünü keserek) - Zih­

nimden babamın, ninemin sevgisini çıkar­

dım; kardeşimin mezan gönlümde idi, onu da

(sen) unutturdun. Şimdi hayilli de, kendisi gi­

bi, kara topraklarda yatıyor. Mezarını görme­

den hatınma gelmiyor. Ne uykum kaldı, ne

kendime söz geçirebiliyorum ... ne bir şeyde

isteğim kaldı, kendinden başka gönlümde bir

şey bırakmadın. Şimdi de kendini elimden

alacaksın, hem de müjdesini kendin getiri­

yorsun. Kalbini yaracaktın da bana bu mer­

hameti, bu insafı mı gösterecektin? (Kendi

kendisine öjkeyle söyleyip gezinerek) Sonun­

da ne olacak? O bu memleketten gider, ben

de bu dünyadan giderim. Ömrümün her tadı­

nı kaybettikten sonra kara toprağın nesi var?

Bir kaç dakikalık can acısından mı korkaca­

ğım?

-30-

Page 30: Namık kemal - vatan yâhut silistre

!alim Bey (Kendisini tutumayarak atılili

- Gldecegirn

Zekiye (Yanına koşup sözünü keserek)

- Önce beni öldür.

lalim Bey (İşitmemiş gibi)- Gideceğim

Zekiye (Yine sözünü keserek)- Sende o

kadar erkeklik yoksa, ben kendimi öldürü­

rürn.

lslim Bey (Bir ısrarlı bir ağırbaşlılıkla)

- Gidecegirn ... gidecegirn ... gidecegirn ... yo­

hıma cehennernin ateşleri saçılsa yine gidece­

aını. göğsüme Azrail'in pençesi dayansa yine

gtdeceğirn, babamın rnezannı çiğnernek ge­

rekse yine gideceğim, ninemin vücudu ayağı­

rnın altında ezilecek olsa yine gidecegim. ger­

çekten benim için ölecegini bilsem yine gide­

ce~rn.

Zekiye ( Öjkeyle gezinerek, sesi işitilecek

tonda, kendi kendisine) - Ah, inanmıyor!

Kr.ndi için ölecegirne inanmıyor ... belki öldü­

Aiinı zaman da inanmaz. (Öjkeyle İslam

Jlı·y'e dönerek) Gideceksin ... gideceksin ... ni­

ı;tıı gideceksin?

İslim Bey (Ağırbaşlılıkla) - Kandil gecele­

ri kabristan ziyaretine gidersin a.

Zekiye ( Ö.fkeyle) - Giderim ... sonra?

!alim Bey- Hiç benim ocağıından ora­

hnda yatar adam gördün mü? Atalanından

kırk iki şehit adı bilirim, rahat döşeginde öl­

müş bir adam işitrnedirn. Aniadın a? Bir

adam işitınedirn... Devlet savaş açmış. Düş­

man sınırcia şehitlerimizin kemiklerini, top­

rıtklannı çiğnerneye çalışıyor. Hiç nasıl olur

ki, düşmanın silahı vatana çevrilsin de, kar-

-31-

Page 31: Namık kemal - vatan yâhut silistre

şısmda önce benim gögsümü bulmasın? Hiç

nasıl olur ki, vatan tehlikede bulunsun da,

ben evimde rahat oturayım? Hiç nasıl olur ki,

devlet yerinden oynasın da ben mıhlanmış gi­

bi burada kalayım? Hiç nasıl olur ki, vatan

sevgisi bu gün her şeyden kutsal olsun da

ben yalnız senin aşkınla ugraşayım? Hiç na­

sıl olur ki, dünyada her şeyin ilerledigini bilip

dururken, ben babamdan, atalarımdan aşagı

kalayım? Vatani Vatan! Vatan tehlikede diyo­

rum ... işitmiyor musun? Beni Allah yarattı,

vatan büyüttü. Beni Allah besliyor, vatan için

besliyor. Ben anaının karnından vatana gel­

digim vakit açtım, vatan karnıını doyurdu ...

Çıplaktım, vatan sayesinde giyindim. Vatanı­

rnın nimeti kemiklerimde duruyor. Vücudum

vatanın topragından, nefesim vatanın hava­

sından ... Vatanıının ugrunda ölmeyeceksem,

ya ben niçin dogdum? Ben adam degil mi­

yim? Görevim yok mu? Vatanımı sevmeyeyim

mi? Ah, vatanını sevmeyen adamdan, sana

nasıl sevgi bekleyebilirsin?

Zekiye- Eger ... vatan ... Vatan olunca ...

ben ... ne derim? Ben ... ben ne diyebilirim?

Git! Git beyim! Dünyanın bu haii de varmış!

Ben vatanı bilirdim, ben vatan sözünü işit­

miştim. Ancak iki yüregi birbirinden kopanr

sanmazdım. Benim gönlümü kopardı, hala

içime kanlan akıyor. Gözürole görmüş gibi

biliyorum. İstedigi kadar aksın. Git beyimi

Ben olsa olsa, bir iki damla yaş dökerim. İzin

vermezsen onu da dökmem, gönlümde sak­

lanm. isterse her damlası bir damla zehir ol­

sun. Kavgaya gideceksin degil mi? Vatanın

-32-

Page 32: Namık kemal - vatan yâhut silistre

lçlu gideceksin, degil mi? Beni de unut. dün­

yayı da unut ... Ben ... ben bir mektubunu bi­

IP INkınem. İnşaallah esenlikle gelirsin. O

Vttklt lmrada bir kul bulursun. Ben her vakit

luıluııum ... Yok eger. .. Ofl Sanki her sözü

1ftyledtkçe cigerimden bir alev kopuyor da

buaıızıma sanlıyor. (Şiddetle ağlayıp yere ka­

panır.)

!alim Bey - Bari ben tekmil edeyim. Eger

v.&tıınım için şehit olacak kadar balıtım varsa,

o zaman sen de istedigin adamı seçebilirsin.

Zekiye - Allah yüz bin kere canımı alsın.

Bana gözünün önünde ellerimle gönlümü pa­

ralatacaksın? Sen şehit olursan mı? O vakit

benim dünyada ne ilgim kalır? Ben niçin ya­

tRyacagım... Hayatından bıkanlara dünyada

ölümden kolay bir şey mi olur? Beni gerçek­

lerı yolunda ölemez mi zannediyorsun? Bir

kere yüzüme bak. Ölüden ne farkım kalmış

IKendi kendisine) Acaba birbirinden aynlmış

ıla ölmüş iki garibin topragını havada birleş­

llrecek kadar olsun felegin insafı yok mudur?

(Aşıkça bir tavırla) Gel beyim ... benden bir ye­

ıııin istemiyor muydun? Alemleri aşk üzerine

yaratan Rabbimin bin bir ismille yemin ede­

rim ki, dünyada da ahirette de Zekiye senin­

dir, senin kulundur.

Islam Bey- Ben de Allahın ...

Zekiye (Sözünü keserek) - Sus! Yemin

edeceksen istemem. Ağzından bir yalan çıka­

bllecegini bir dakika düşünsem, o dakikada

çıldınnm. Ah! Bilsen seni gözüm nasıl görü­

yor? Gönlüm nasıl biliyor? Yüzüne baktıkça

Allahın bagışı canlanmış da önümde geziyor

-33-

Page 33: Namık kemal - vatan yâhut silistre

sanıyorum. Sen erkeksin ... belki böyle şeyler

hatınna gelmez. Seni gördükçe ne düşünüyo­

rum bilir misin? Buradan gittikten sonra zih­

nimde kalacak hayiliini kıskanıyoruru da, be­

ni bütün bütün unuttugunu istiyorum. Deli­

lik ... degil mi?

İsliim Bey- Allah aşkına bir az gayret bı­

rak ki, veda edebileyim. Benim gönlümü de­

mirden mi sanıyorsun. (Kendi kendisine) Gö­

rev yolunda her şeyi feda etmeye dünyada

herkesten çok kendimi haklı bilirken, on yedi

yaşında bir kız kadar olamadım. Ben kede­

rimden aglamamaya çalışıyorum, o merha­

metinden gülmekle ugraşıyor. (Bir az düşün­

dükten sonra) Bundan sonra ölürsem, hatta

senin için bile gam yemeyecegim ... Vatanda

senin gibi bir kız görmek, gözümde sana sa­

hip olmaktan da büyüktür. (Uykudan uyanır

bir hdl ile) Hem ... emin ol. .. düşman üzerime

gülle degil, yanardaj5lar, kuyruklu yıldızlar

atsa, yine ölmeyecej5im.

Zekiye - Umut ... hayal...

İsliim Bey - Sen Allahın adaletini bilmez

misin?

Zekiye - Bilmekle ne olur?

İslam Bey - Bir kere düşün. Vatan ki,

herkesin hakkını, hayatını korurken onun

korunması gerekince vatan evh1tlannı sınır­

lara kırbaçla sürüyorlar. Vatan ki, herkesin

gerçek anası iken bir çok adamlar saglıgın~

da üstünden, hastaligında ilacından geçin­

nıeye çalışıyor; vatan ki her kanş topragı

atalanmızdan birinin kanıyla yogurulmuş

iken kimse üzerine iki damla gözyaşı dökmek

-34-

ı

Page 34: Namık kemal - vatan yâhut silistre

istemiyor! Vatan ki, kırk milyon can besliyor;

hala ugrunda isteyerek can verecek kırk ki­

şiye sahip olmamış! Vatan ki, bir zaman kılı­

cının sayesinde bir kaç devlet yaşarken şim­

di bir kaç devletin yardımiyle kendini muha­

faza edebiliyor! Vatan ki. hala erkeklerimiz

anlamını bilmiyor, kadınlarımız adını işitme­

miş; işte, kibir say, gurur say, delilik say, her

ne sayarsan say! Ben o vatanı sana bana

muhtaç görüyorum. Ben yürekte asker ister

ki, düşüncesinde ne kadar umudu. gönlün­

de ne kadar isteği varsa. vatan sözü ortaya

çıkar çıkmaz hepsi birden sabaha rastgelmiş

yıldız gibi görünmez olsun; sen y~ratılışta

ana ister ki, vatana benim gibi çocuk yetiş­

Ursin. Ya Cenab-ı Hakk'ın adaletine, hikme­

tine nasıl yakışır ki, bu vatanseverlik düşün­

eesi memleketimizde daha anasının karnma

yeni düşmüş çocuk gibi küçücük bir şey

Iken; seni, beni dünyadan alsın da o düşün­

cenin de, o düşünce sahibinin de varlığını

ııaçma bıraksın? Estağfurullah ... ' Bir kadı­

nın karnını yarıp da içindeki saçı bitmedik

ıııasumu paralamak, Kalabaka haydutlanna

yakışır ... Kader öyle zulümlerden uzaktır ...

Elbet de uzaktır. Hem yaşayacağız, hem va­

tunın gelecekteki talihini göreceğiz. hem

ıtiinyada vatan yoluna ölmeyi bin yıl yaşa­

nıaktan hayırlı bilir çocuklar bırakacağız.

Çok zaman geçmez beni karşında süngü,

kıırşun yarasından yapılmış nişanlarla süs­

lrıııniş görürsün ...

Zekiye - Haya.I! Hayal! Babam da böyle

Tunn'dan beni bagışlamasını dilerim.

-35-

Page 35: Namık kemal - vatan yâhut silistre

şeyler söylermiş! Babam da böyle umutlarda

bulunurmuş! Ninem her gece anlatırdı ... So­

nucunda ne oldu. Hala öldüğü yeri kimse bil­

miyor!

İslim Bey- Neden öldüğü kamsına van­

yorsun?

Zekiye - Hiç sağ olan adam on beş yıl

sevgili haremine,' sevgili oğluna, sevgili kızı­

na bir haber olsun göndermez mi?

İslam Bey - Kim bilir! İnşallah esenlikle

şu savaştan dönmek nasip olsun, ben sana

elbet de babandan bir haber alınm.

Zekiye - Ölmüş adamın ne haberi ola­

cak?

İslam Bey - Mezarını olsun öğreniriz a.

Vakit yaklaşıyor. Gel seninle mertçe bir veda

edelim. O nurdan parlak, gülden temiz ağ­

zınla vatanına dua et... Elbet de Allah kabul

eder. (Kendisini tutarak ve gülümserneye ça­

lışarak) Gözlerinden dökülen inci taneleri

nedir ya? Hani dayanacaktın? Hani ağlama­

yacaktın? Bir az gülmez misin? Gül yüzün

gülümsemeden aynldıkça, baygın gözlerin­

den daha malızun duruyor. (Kendi kendisi­

ne) Mertçe veda bu ise. aşıkçasını Allah kim­

seye göstermesin. Gayret... Bir az gayret

edelim ... Seni Huda'nın2 birliğine emanet et­

tim ... Vatamna duayı unutma. İşte ... İşte ...

Ben gidiyorum ... Ben gidiyorum ... (Şiddetle

atılarak) Gidiyorum ... Gidiyorum ... Yaşasın

vatan! (Zekiye oturduğu yere yığılır, İslam

Bey çıkar)

ı Eşine; kansına.

2 Tann'nın.

Page 36: Namık kemal - vatan yâhut silistre

'Oçüncii MecHs

Zekiye (Bir iki dakika o durumda kaldık­

lım sonra odanın her yanma göz gezdirerek)

- Sonunda gitti ... Yoksa düş mü idi? Ah ...

lcıvtnecek bir şey olaydı, belki düş çıkardı.

Beni de kendi gibi dayanıklı saııır, değil mi?

Oösterdigim çabaya inamr, öyle mi? Ah! Gön­

lnmde ne ateşler yanıyor. ciğ;erime ne hançer­

ler vuruluyor, gözümden ne zehirler akıyor!

Bilseydi, belki beni böyle bırakacağ;ına acırdı

da. öldürür öyle giderdi. Beyim! Sen beni va­

hmın için terk ettin, ben seni kimin.için terk

edeyim? Benim vatamm da sen idin, caııım

da sen idin. Topu (topu) iki kerecik görmek

111\Sip oldu. Gördüğ;üm vakitlerin bir dakikası

ııert dönebilse, yerine olanca ömrümü feda

rderdim. Şimdi yanımda idi, tutarnadımı

HAle'\ bağ;ırsam sesimi işitecek ... Sanki gönlün

1"11 var, pençesini atıyor da bogazımı sıkıyor;

nefesime yol vermiyor! Hala koşsam arkasın­

dan yetişecegim... Sanki gönlümün zinciri

var, vücudumu sanyor da gücümü kesiyor,

ttyaklanmı birbirine dolaştınyor. Ayrılık ... Ay-

rılık ... Yine ayrılık ... Yine ayrılık ... Yine ayrı-

lık ... Ah! Sanki nefes mi alıyorum ... Camının

lılr parçası kopuyor da agzımdan yere dökü­

liiyor. (Bir az düşündükten sonra) Niçin ölü­

ıııü bekleyeyim durayım? Aslında her nefeste

lıiitün ömrüm gidiyor. Aslında ben bu du­

nımda üç gün yaşamam. Bu gün ölüversem

ı ı e olur? Gönlümün paralanınadık neresi kal­

dı? Varsın üzerinde bir de bıçak yarası bu-

·37-

Page 37: Namık kemal - vatan yâhut silistre

lunsun. (Bir az düşündükten sonra) Ya o ... O

yaşayacak... Eğer duyar da benden sonra

kendisini öldürürse ... Niçin? Niçin öldürsün?

Onun vatanı var, vatanına hizmet edecek ...

Vatanını benden çok sevıneseydi, gitmezdi...

Sanki öldükten sonra her zaman hayalinde

mi kalacağım? Ninemi gözümün önüne getir­

mek istiyorum da, mümkün olmuyor. Zavallı

kadının belki mezarda gözlerine baksalar

hala bebeğinde Zekiye'si bulunur. O her za­

man beni düşünsün? Kara toprak neleri ört­

mez! Yokluk içinde neler kaybolmaz! (Bir az

düşündülden sonra) Ya benden sonra ... Ya

benden sonra bir ... bir başkasını severse ...

Dünya bu ya ... kim bilir? Yemin de etmedi...

Ben ettirmedim. (Hayalet gönnüş gibi korka-

rak ve minderin üstüne yığılarak) Yok. .. Yok .. .

O, dünyada benden başka kimseyi sevınez .. .

Kimseyi sevınez. Severse mezarımı parçalar,

kanlı kefenimle önüne çıkanm. (Öfkeyle acı

acı gülerek) Ben onun yoluna öleyim de, o

başkasını sevsin! Ah! Kendimi öldürüp de

düşmanımı düşmansız mı bırakayım? (Yine

mindere kapanarak) Yarabbi! Yarabbi! Ben

mezann yılanlanna. çıyanlanna razıyım ...

Gözümün önünde korkunç korkunç hayaller

geziyor! Nineciğim! Nineciğim ... Kara toprak­

larda yatacağına kızının yanında bulunsan

ne olurdu! Aç ... Kollarını aç ... Kucağını aç ...

Ah ... Üşüyorum ... Korkuyorum ... Kendi ha-

yalimden. kendi düşüncemden ... Kendi ken-

dimden korkuyorum... Kucağını açmazsan.

hiç olmazsa mezannı aç da, ben de bir köşe­

sine sokulayım ...

-38-

Page 38: Namık kemal - vatan yâhut silistre

;ı , Dördüncü MecHs

Zekiye odada; İslam Bey ne

gönüllüler dışarıda

İslam Bey (Sokakta) -Arkadaşlar, hep

buradayız değil mi?

(Zekiye sesi işitir, sık sık pencereye koşar,

camm bir yanma saklanır.)

Bir Gönüllü (Gözü ile çevreyi süzerek)

- Hep buradayız.

İslam Bey- Kardeşler! Bayrağıma toplan­

nıışsınız, 1 övünürüm. Ancak, bilmem benden

ıııenınun olacak mısınız? Ben kavga:y:a gidiyo­

rum. Fakat ölmek niyetiyle gidiyorum. Aylığım

yok, İstiyenler yanıma gelsin. Yağma düşün­

ıııem, düşünenler çevremden çekilsin. Rahat

aramam, arayanlar arkama düşmesin. Kur­

'$Undan gülleden korkmam, korkanlar kanla­

nıun yaıunda otursun. Mümkün olsa, bütün

vatan kardeşlerime şu zayıf vücudumu siper

r:deceğim; mümkün olsa vatanımı gönlümün

Içinde saklıyacağım, göğsüm parça parça ol­

madıkça bir taşına kimsenin elini dokundur­

ıııayacağım ... işitiyor musunuz? Söylediğim

Rözleri anlıyor musunuz? Ölüm korkusunu

bütün bütün gönlünüzden çıkarmak elinizden

gelir mi? Göğsünüzü vataıun sınırını korumak

Için yapılmış islilıkarn değerinde bilmek eliniz­

den gelir mi? Kendinizi şimdiden ölmüş tut­

ınak elinizden gelir mi? Ölümünüzü aramaya

lo(idebilir misiniz? Biz vataıu koruyacağız. Allah

dR bizi koruyacak... ko rumazsa yine kendisi

Islam Bey, gönüllüleri bayrak açarak topluyor.

-39-

Page 39: Namık kemal - vatan yâhut silistre

bilir. Kendinize bu kadar güveniyor musunuz?

Nereye gidecegimizi bilseniz, nereye gideceği­

mizi benim gibi gözünüzün önüne getirseniz ...

şüphe etmem ki, hepiniz benim gibi olurdu­

nuz. Arkadaşlar! Tuna boyuna gidecegiz ... Tu­

na bizim için ab-ı hayattır. ı Tuna aradan kal­

karsa vatan yaşamaz; vatan yaşamazsa, va­

tanda hiç bir insan yaşamaz ... Belki yaşayan

bulunur. .. Evet! Belki bulunabilir. (Büyük bir

öjkeyle) Yok. .. yok. .. Yaşayan bulunur; ama

insan değildir. İnsan vatanının ayaklar altında

çiğnendiğini görürse yaşamaz. insan kendisini

besleyip büyütenin ayaklar altında çiğnendigi­

ni görürse yaşamaz. Kendisini besleyip büyü­

teni ayak(lar) altında görüp de yaşıyan. köpek­

ten alçaktır. Kardeşlerim! İnsan köpekten d.l·

çak değildir. insan hiç bir vakit köpekten de­

ğil, hiç bir şeyden alçak olamaz. İnsandan bü­

yük bir Allah var! Allah vatana sevgiyi emredi­

yor. Bizim vatanımız, Tuna demektir. Çünkü

Tuna elden gidince, vatan kalmıyor. Tuna kı­

yısının neresini kanştınrsarıız içinden ya ba­

banızın, ya kardeşlerinizin bir kemiği bulu­

nur ... Tuna'nın suyu bulandıkça üzerine çı­

kan topraklar, korunması için ölen vücutlan

oluşturan maddelerdir. Osmanlı namı işitileli

Tuna geçildi, bir kaç kere geçildi, bir çok kere

geçildi. Fakat bir vakit alın(a)madı. Osmanlılar

durdukça, yine bir vakit alın(a)maz; hele Os­

manhlar, Osmanlılığın ne demek olduğunu bi­

lirse, hiç bir vakit alınamaz. Vatanınız için öl­

meye hazır mısınız? Tuna boyunda ölmekten

çekinmez misiniz? Biz ölmeyince, düşman Tu-

ı Söylenceye göre. yaşam veren su; bengisu.

-40-

ı

Page 40: Namık kemal - vatan yâhut silistre

ıııt'dan geçerneyecek Geçenler bizi ya ölmüş

vn da yaralı bulacak. Ben öleceğim diyorum,

ll,;lnizde ölümden korkınayan kimdir? Arkam­

ıinn aynlmamaya Allah'la yemin eder misiniz?

Gönüllüler-Allah'la yemin ederiz. Besa! 1

lksaı Besa!

Istim Bey- Beni seven bir vakit ardım­

dım ayrılmaz ...

Beşinci Meclis

Zekiye yalnız

Zekiye (Pencerenin kenanndan acı acı gü­

lt'rek) - Beyi seven bir vakit ardından ayrıl­

ıııazmış! Bak, söz söylerken vatandan başka

hlr şey düşünür mü? Bak, hiç hatınna gelir

mi ki, burada bir zavallı var; kendisinden ay­

rılmayı canından ayrılmaktan beter biliyor da

uyrılmamaya çare bulamıyor! Seni seven bir

vakit ardından ayrılmaz, öyle mi? İşte ben de

nynlmayacagım ... Amma erkek değilmişim ...

Kim bilecek?

Altıncı Meclis

ıl:: Zekiye, Hanife

Hanife (Odaya girerek) - Kızım! Hanım

kızım!

(Zekiye Teldşla bir odaya koşar)

Hanife - Nereye gidiyor? Nereye gidiyor­

sun? Kızım! Benim hanım kızım! Ben hasta

"'Pek çok; epey"' anlamına gelen bu sözcük, burada, "'Haydi"', "'yürüyün gidelim"' anlamına kullanılmış.

-41-

Page 41: Namık kemal - vatan yâhut silistre

olunca bir fincan ilacı iki saatte getirir; kendi

istediği iş için, bak keklik gibi sekiyor!

Zekiye (Yan giyinmiş olduğu halde odaya

girer, Hanife'yi görmez, bir yandan giyinir)

- Kardeşimi Efendim kardeşim! Kucağımda

öldügün zaman arkandan çıktıgı için sakla­

mıştım. Şimdi kim bilir ben kimin kucağında

öleceğim de arkamda bulunacak? Hastalık

bulaşırmış! Keşke gerçek olsa da, bana bu­

laşsa ... Keşke benim de bir kardeşim olsa da,

onun kucağında ölsem.

Hanife- Bu nasıl kılık? Ne yapıyorsun?

Zekiye (Öfke ve üzüntüyle titreyerek)

- Gel buraya kadın! Beni balıçelere götür de

erkeklere göster diye sana kim dedi? Bana bir

erkekten mektup getir diye sana kim dedi?

Kim dedi? Kim dedi? Söyle bakayım?

Hanife - Kızımi Hanım kızım! Ne oluyor­

sun?

Zekiye-Ne mi oluyorum? Ben bilir mi­

yim, ne oluyorum? Çıldınyorum, aldım ba­

şımdan gidiyor. Kendimi öldüreceğim. Ania­

dın mı? Sebep de sensin... Hepsine sebep

sensin ... Hepsine ...

Hanife - A kızım! Ben ne yaptım?

Zekiye - Ne mi yaptın? "Beni seven ar­

kamdan ayrılmaz," dedi, işitmedin mi? Sesi

hcila buraları dolduruyor, işitmiyor musun?

Yüreğime sanlan aslan pençesini görmüyor

musun? Beni çekiyor ... Bilmezsin ki, nasıl çe­

kiyor? Bir kere de yüzüme bak! Hiç benim göz­

lerimi böyle kan içinde gördün mü? Hiç benim

yüzümü böyle toprak renginde gördün mü?

Çekiyor ... Aslan pençesi çekiyor ... Ta yüreğim-

-42-

Page 42: Namık kemal - vatan yâhut silistre

dt" ... Ta can evimde ... Sebep de sensin ... Anla

ı ht ben ne yaptım deme ... (Mindere kapanıp ağ­

lnııarak) Keşke memelerinden agzıma süt yert­

ııe zehir alataydın da bu hallert görmeyeydim.

Hanife- Kızım! Harnın kızım! Hay Allah

l'ıtnımı alsın. Ne diyecegimi de bilmiyorum.

Zekiye (Kendisini toplayarak) - Sütnine­

clı:tim! Benim merhametli sütninecigim! Ben

11ana böyle acı sözler söyler miydim? Ben se­

ııln böyle yüzüne bagırır mıydım? Elimde de­

QII... Kendimi tutamıyorum. Ah! Halimi bil­

mezsin ki ... Sütninecigim ... Verdigin süt ilik­

lrrimde duruyor. Hala gözümün önündedir.

1 ien çocukken aglasam kedertnden acı acı

lo(ülerdin, gülsem sevincinden gözlerin dolar­

dı. Ben keyfimi bozsam hastalanırdın, hasta­

lansam sen ölüm haline gelirdin. Bak bu ya~

şa geldim de hala kucagina yakışıyorum ...

Benim için agladıgın elvermedi mi? Döktügün

yaşlar yüzüne yer etmiş! Gönlünü mü kır­

dım? Sen gücenmezsin, degil mi? Sen bana

helal edersin, degil mi? Sütninecigim! Nineci­

/o'tim! Hakkım helal et! Ben gidiyorum.

Hanife- Kız sen çıldırdın rm? Beni ak sa­

çımla tımarhanelerde mi süründüreceksin?

Nereye gidiyorsun?

Zekiye- Ah! Nasıl seviyorum bilsen! Git­

mezsem mutlak kendimi öldürecegim. Dün­

yam, ahiretim yıkılacak ... o da görevim degil.

Cehennemde azap ederse Allalı eder. O dün­

yada kalacak, o ... Ben kara toprakta yataca­

gım, o belki başkasının ... (Şiddetle Hanife'nin

kucağına koşarak) Ah! Nineciğim! Sanki ni­

nem mezardan çıkımş da giysilerini degiştir-

-43-

Page 43: Namık kemal - vatan yâhut silistre

miş. Beni bırakl Beni düşündümıe! Çıldırdı­

gımı ister misin? Ne kendimi öldürebiliyorum

ne ölü yaşamak elimden geliyor. (Ağlayarak)

Gidecegim. Gidecegim. Onu seven bir vakit

ardından aynlmazmış!

Hanife (Şaşkın şaşkm) - Kızım, kızcagı­

zıml Hay ayaklarım kırılaydı. Hay agzım kuru­

yaydı. Hay Allah bin türlü bel:lını vereydi de ...

Zekiye - Sus! Kendisine kötü dua etme!

Ben şimdi kendimde degilim. Aldım başımda

yok. Ölümden beter biiller geçiriyorum. Ce­

hennem azabı çekiyorum, degil mi? İşte bana

bu belaların bir dakikası, şimdiye kadar yaşa­

yışımdan tatlı geliyor! Şimdi gidecegim. Kim

bilir, bu gece hangi ağacın altında, hangi me­

zarın üstünde yatacağım? Kim bilir, çevremde

akrep mi bulunacak, yılan ını dolaşacak? Kim

bilir, aç mı kalacağım, susuzluktan ını ölece­

gim? Gidecegim... Yine gidecegim... İslam'ın

arkasından gideceğim. O da benim gibi "Gide­

cegim. gidecegim!" diyordu. (Zekiye bu sözleri

söylerken, Hanife gittikçe şaşuır. Zekiye gittik­

çe öjkelenerek mertçe bir tavırla) Gidecegim.

Gideceğim. O gitti, ben hala burada duruyo­

rum. (Zekiye kapıyı güıültüyle örter çıkar.)

Yedinci Meclis

Hanife yalnız

Hanife (Kendisini toplayarak) - Ah! Nere­

ye? Kapıyı paralamışi Hala gidiyor. Kızım! Kı­

zım! Zekiyel Gerçekten gidiyor, gerçekten git­

ti. Ah! (Mindere yığılır)

(PERDE KAPANIR)

-44-

ı

Page 44: Namık kemal - vatan yâhut silistre

PERDE U

(Perde açılınca Silistre kalesinin bir tabya­

tırıda ötede beride bir takım gönüllüler otur­

muş. Zekiye, erkek giysisiyle içlerinde görü­

rıar.)

Birinci Meclis

Gönüllüler, Neferler, Abdullah Çavuş, Zekiye

Bir Gönüllü - Sus un ... Susun ...

Başka Bir Gönüllü - Ne var?

Önceki Gönüllü - Mızıkayı işitmiyor mu­

ınııı?

lkin ci Gönüllü - Ey, telaşın ne? İşte as­

krr ~eliyor. Birinci Gönüllü - Hava kavga havası ...

Zekiye - Mızıka kavga havası çalıyorsa

hiz de kavga türküsü söyleriz.

lkinci Gönüllü - Şunun da çocukluguna

bnk!

Abdullah Çavuş - Bunun çocukluk nere­

llhıde? Kavgada kavga türküsü söylemekle

luy:iınet mi kopar?

Birinci Gönüllü - Camm susun ...

Bir Kaç Kişi Birden - Gelin türküye! Ge­

Un türküyel

-45-

Page 45: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Hepsi Birlikte:

Aımllimiz, efkanmız ikbal-i vatandır.

Serhaddimize kal"a bizim hak-i bedendir

Osmanlılanz ziynetimiz kanlı kefendir

Gavgaada şehadetle bütün kam alınz biz

Osmanlılanz can veririz nam alınz biz

Kan ile kılıçtır görünen [email protected]ızda

Can korkusu gezmez ovamızda dağımızda

Her küşede bir şir yatar toprağımızda

Gavgaada şehadetle bütün kam alınz biz

Osmanlılarız can veririz nam alınz biz

Osmanlı adı her duyana lerze-resandır

Ecdadımızın heybeti maruf-u cihandır

Fıtrat degişir sanma! Bu kan yine o kandır

Gavgaada şehadetle bütün kam alınz biz

Osmanlılanz can veririz nam alınz biz

Top patlasın, ateşleri etrafa saçılsın

Cennet kapısı can veren ihvana açılsın

Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın

Gavgaada şehadetle bütün kam alınz biz

Osmanlılanz can veririz nam aiınz biz1

1 İsteğ;imiz, düşüncemiz vatanın yükselişidir 1 Sırurlan­ınıza kale bizim, beden toprağıdır 1 Osmanlılanz, süsü­mÜZ kanlı kefendir 11 Kavgada şehit olarak bütün se­Vinç duyarız 1 Osmanlılanz, can veririz. ün kazamnz biz 11 Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda 1 Can kor­kusu gezmez ovamızda dağımızda 1 Her köşede bir ars­lan yatar toprağımızda 11 ... 11 Osmanlı adı her duya­m titretir 1 Atalarımızın büyüklügünü bütün dünya bi­lir 1 Yaratılış, huy, değ;işir sanma 11 ... 11 Top patla­sın. ateşieli çevreye saçılsın 1 Cennet kapısı can veren dostlara açılsın 1 Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın 1 1 ...

-46-

Page 46: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Ikinci MecU.

Önceliller, Askerler,

Miralay Sıdkı Bey

Sıdkı Bey - Kalede kalmak isteyenler bJr

lnrufa ayrılsın.

Bir Gönüllü - Hep burada kalmak istiyo­

rııı. ki, buraya geldik. Birbirimizden niçin ay-

f ılıtra~ız?

1

Sıdkı Bey (Hiç kimseye yüz vermeyerek)

'

- A;:talar! Düşman suyu geçti. Şehrin öbür

tarııfında herkes birbirine giriyor. Memleket

bır Iki güne kadar bütün bütün kuşatmaya

uarayacak gibi görünüyor. Allah zevıW ver-

mealn. devlet kalesini kendi askeriyle de ko­

ruyabilir. içinizden her kim burada bulun­

tnıık Istemezse, paşadan izin var, hemen bu

1nn dışan çıksın. Bir Gönüllü - Düşman çok, asker az, bi­

lll ctnha azaltmak mı istiyorsunuz?

Abdullah Çavuş -Asker az olmakla kıya­

nırt ıııi kopar? Azdan az olur, çoktan çok.

Bıdkı Bey - Kıyamet mi kopar? Kıyamet

, mı kopar? Sen sus da bir az şunlar söylesin.

Abdullah Çavuş. -Ay, ben söyleyince kı­

yamrt mi...

Bıdkı Bey (Sözünü keserek)- Sübhan-Al­

bu•hl' Agalar ... Kuşatmada kurşundan, gülle­

ebın başka açlık, susuzluk da var. Kim kendi­

lltil kurtarmak isterse ...

Blr Gönüllü (Miralaym karşısına gelerek)

l lıııı; yıkılma. 1 TAıın'yı her türlü kusurdan. eksiklikten ayn tutanın.

-47-

Page 47: Namık kemal - vatan yâhut silistre

''""f"l

- Bey! Bey! Biz buraya kendi inidemizle gel­

dik. Gelişimiz ancak bu gün için idi. Siz bir

elinizle bize düşmanı gösteriyorsunuz, bir eli­

nizle kaçacak kapıyı! Saçıma sakalıma ak

düşmediğine mi bakıyorsun? Ben yaşadığımı

yeter görüyorum. Kefenimi boynuma, şehitli­

gi gözüme aldım. Bagdartan buraya kadar o

niyetle geldim.

Abdullah Çavuş İşte hepsi de böyle

söyleyecek, hepsi de bu akılda ... Ay! Ne dan­

lıyorsun? Bir kere de iş benim dedigim gibi çı­

karsa kıyamet mi kopar?

Sıdkı Bey (Hiç birine yüz vermeyerek, gö­

nüllüye) - Birader, sözüm size değil.

Bir Gönüllü - Hangimizedir?

Başka Bir Gönüllü - Hangimizi daha

kavga başlamadan düşmandan yüz çevirecek

kadar alçak sanıyorsunuz?

Sıdkı Bey - Pek iyi! Siz de bizim gibi va­

tan yolunda ölmek istiyorsunuz. Çalışınanız

Allah'ın katında ziyan olmaz. Hayatınız gider­

se adınız kalır. İnsan olana öldükten sonra

bir güzel ad bırakmak, belki hiç ölmemekten

hayırlıdır. Gönlünüzü sağlam tutun, ölüm­

den korkmayın ki, korksanız da korkmasanız

da elbet de bir gün gelir sizi bulur. Kurtula­

mayacağı şeyden kaçmak insana layık degil­

dir. (Zekiye'ye hitaben) Çocuk!

Zekiye - Efendim.

Sıdkı Bey (Gaıip bir bakışla yüzüne baka­

rak)- Sen kimsin?

Zekiye (Teldşla) - Ad em ... '

1 Hem "insan" anlamına gelir, hem de erkek adı olarak kullanılır.

-48-

i

·~

Page 48: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Sıdkı Bey - Adın nedir?

Zekiye (Kendini toplayarak) - Adem efen­

ılinı.

Sıdkı Bey (kendi Kendisine)- Ne müna­

ftlrbetsiz hulyillar! (Zekiye'ye) Kaleden çıkma­

ya izinlisin.

Zekiye - Kalede kalmaya izin yok mu?

Sıdkı Bey- Çocuğum! Ne işe yararsın ki,

ııwni alıkoyayım?

Zekiye - Vatan için öleceğim. Başka ne

hizmet istersiniz?

Sıdkı Bey - Sen daha silah kullanamaz-

l!llll.

Zekiye - Ben size canımı sunuyorum.

Siz bana yaşıının küçüklüğünü söylüyorsu­

nuz. Buraya adam öldürmek için mi geldiniz?

Ölmek için mi? Öldürmek içinse beni de öl­

dürün. Ölmek içinse, emin olun ki sizden da­

Jıa kolay, daha rahat ölürüm.

Abdullah (Miralaya yaklaşarak) - İçimiz­

ek şu zavallı çocuk kalınca kıyamet mi ko­

par?

Sıdkı Bey - Sen galiba bir vakit olacak

lti. kale elden giderse, yine, "Kıyamet mi ko­

par?" diyeceksin.

Abdullah - Hayır beyim, ben ölmeden

kale elden gitmez. Öldükten sonra da söz söy­

lı·yemem a. Nasıl, "Kıyamet mi kopar?" de­

rim ...

Zekiye-Benden ne istersiniz? Vatan bir

Allah tekkesi değil midir? Tekkeye gelen kur­

lıanın semizliğine, zayıflığına bakılır mı? Lüt­

fen, çocuklarınıza da devlet yolunda ölmeye

Izin verin. Bu kadar gençler veremden, veba-

-49-

Page 49: Namık kemal - vatan yâhut silistre

dan ölüyor, bir ikisi de kurşundan. gülleden

ölürse ne olur?

Abdullah- Şu (çocuk da kalsa) sanki ne

olur? Kıyamet mi kopar?

Sıdk.ı Bey (Sevecenlikle Zekiye'nin yüzüne

bakarak)- Çocuk ... (Kendi kendisine) Bıyık­

sızı ölmek ister. ak sakallısı ölmek ister ... ne

diyeyim. Allah cümlesini vatana bağışlasın.

Üçüncü Meclis

Öncekiler, İslim Bey

İslim Bey (Göğsünde bir kaç yara olduğu

halde koşarak) - Bey! Bey!

Zekiye-Ah!

İslim Bey - Sudan geçtiler.

Zekiye - Kanlı nişanları gögsünde duru­

yor.

İslii.m Bey- On bin kadar vardılar. Üç

yüz kişi ile karşıladık. Üç saat ugraştık. Üç

saatte ... Ah, üç saatte ... Arkadaşların hepsi

toprak oldu, hepsi ahirete gitti. Lakin en

güçsüzü bile iki düşman olsun birlikte gö­

türdü. Cenazeleri yerde yatıyor. Hala düş­

man, uyur arslan görmüş kartal gibi birine

yaklaşamıyor da yanlannda dolaşıyor. Bey!

Üç yüz kişi idik. On bin süngüye karşı dur­

duk. Gülle arasında sektik. Başımıza dolu gi­

bi kurşun yagdı. Sonunda süngü süngüye

geldik. Osmanlı('nın) ne demek oldugunu

gösterdi.k. hepimiz öldük. .. Ah! Hepsi öldü.

Yedi kişi kaldık ... Saglıkla kalınayaydık. Al­

lah da bilir ki, ben onlara kavuşmak iste-

-50-

Page 50: Namık kemal - vatan yâhut silistre

elim ... Allah da bilir ki, ben herkesin önünde

ldim... Cephan em tükendi, kılıcım kırıldı,

kollanından tuttular, kollanını bir türlü kur­

taramadım. Beni zorla kaleye çektiler. Ne ya­

payım? Ben ölümü kavaladım tutamadım,

beni kovalayanlar tuttular. Esir oldum. Hiç

olmazsa vatandaşianma esir olmayaydım!

Ah, vatan! Vatan! Senin hayatın tehlikede,

ben hala sağ duruyorum.

(Zekiye bu sözler arasında yavaş yavaş İs­

ldm Bey'e yaklaşır, İsldm Bey bayılır, Zeki­

ye'nin kucağına düşer. Herkes çevresine top­

lanır.)

Sıdkı Bey - Abdullah, buraya gel. Şimdi

beyi alırsın, doğru benim adama götürürsün.

ller hizmetine bakarsın. Cerrah çağırırsın.

Jlrkim getirtirsin. Ben gelinceye kadar bir da­

ktka yanından aynlmazsın, aniadın mı?

Abdullah - İyi amma, ya düşman kavga­

)'R başlarsa ben bulunmayacak mıyım?

Sıdkı Bey - Bulunmadığın vakit kıyamet

ml kopar?

Abdullah - Evet! Öyle ya... Kıyamet mi

kopar? Kıyamet kopmaz amma! Her ne ise ...

(Kendini toplayarak) Ben de kaleyi kurtarma­

ya çalışacağıma, böyle kaleler değer bir yiğidi

kıırtarmaya çalışırsam kıyamet ıni kopar? (İs­

Inı rı Beyi kucaklayıp kaldırmak ister.)

Zekiye - Çekil! İşte canım kucağımda ...

lı;tr iilüm halinde ... Onu da sen ıni alacaksıni

tillıyor musun? Anlıyor musun? Seviyorum.

Sıdkı Bey- Ne oldun çocuğum?

Zekiye (Kendisini şaşırarak ve toplamaya

~tılı.~arak İsldm'ı Abdullah Çavuş'a bırakır ve

-51-

Page 51: Namık kemal - vatan yâhut silistre

yavaş yavaş dağrolurl - Kim? Ben mi? De-

rnek ki, bilmiyorsunuz... Demek... Demek

:~::a:;~~~~==:~:=:~~=ns::::~ /~ tırlıyım. ı Şimdiye kadar bu adamın sayesinde ~ yaşadım... İşte ölüyor... Görüyorsunuz a ...

Ölüyor. .. Canımı alıp da ona verebilir misiniz?

Veremezsiniz değil mi? Hiç değilse bırakın da,

ben onun konağında doğdum, o da ölecekse

benim kucağımda ölsün. Vatan nedir? Bili­

yorsunuz. Gönül nedir? Bilmez misiniz?

Sıdkı Bey - Git. .. Git yavrum. Sen de bir­

likte git. (Gözlerini silerek) Ne kadar senedir ki

insanın gözü nasıl yaşanr unutmuştum.

(Zekiye İslam Beyin arkasından gider. Öte­

ki beriki yavaş yavaş dağılmıya başlar.)

Dördüncü Meclis

Sıdkı Bey, Rüstem Bey

Sıdkı Bey - Kaybolmuş! Hiç adam kay­

bolur mu? Özellikle kız ... Ben onun nerede

olduğunu bilirim. Anasımn yanında, kardeşi­

nin yarunda ... Mezarlanm gözümün önüne

getireıniyonım, görmedim ki getireyim, fakat

zihnimde buluyonım. (Mektuba bir daha göz

gezdirerek ve acı acı gülerek) Zavallı adam,

kayboldu diye beni avutmak istiyor. Zekiye

de gitti öyle mi? Dünyaya yapyalruz geldim.

Geldiğim gibi yapyalmz kaldım. Z::lti kavgada­

yıın. Kavgada vatanın sınınyla ahiretin sımn

1 Balkan yanmadasında bulunan Makedonya'da bir kent.

-52-

Page 52: Namık kemal - vatan yâhut silistre

llil\lnıda beyninde ne fark olur? Azrail baş

llt'Uıtınzda dolaşıp duruyor. Bu gün olmazsa

Yfltııl gider hepsini görürüm.

Rüstem Bey (Miralaya yanaşarakl

= Heyefendil Müsade buyurur musunuz? Si­

H ulr şey soracagım. Benim bir okul arkada­

tım vardı; adı Ahmed'di. Tıpkı size benzerdi.

Mü1Azımlıkla1 Manastır'a gitmişti. Sonra kay­

boldu. On altı, on yedi senedir bir haberini

nlımuyorum. Eger geçen gün, "Ben Harbi­

)*tı'den" çıkmadım" dememiş olsaydınız, "Mut­

lnk odur, sonradan Sıdkı mahlası3 alımş" di­

yr lıükmedecektim. Acaba sizin öyle bir kar­

llrı;ılııiz var ımdır? Varsa, bana durumundan

tınlıer verebilir misiniz?

8ıdkı Bey- Hayır beyim! Benim öyle kar­

dr!fllll yoktur. Ama sorduğunuz adaım bili­

fllll, kendim gibi bilirim. Manastır'da yüzbaşı

olmuştu. Ali Bey derler bir arkadaşı da vardı.

ltz Ahmed Bey'i nasıl severseniz, Ahmed Bey

de Ali Bey'i öyle severdi. Belki Ali Bey'i de bi­

lirsiniz.

Rüstem Bey- Nasıl bilmem. Zavallı ço­

cuk ... o da bir kardeşim di. Öyle kardeş ki bel­

ki anamız babaımz bir olsa düşüncemiz, hu­

yurnuz o kadar bir olmazdı. Zavallıyı kurşuna

dlzınişler.

8ıdkı Bey- Niçin dizdiklerini biliyor mu­

ı.unuz?

Rüstem Bey - Hayır, ben o vakit Bag­

dıtt'ta idim. Bir haber şu evden öteki eve gi-

1 Tegmen rütbesiyle. ll Harbokulu'ndan. D Takma adı.

-53-

Page 53: Namık kemal - vatan yâhut silistre

dinceye kadar yansı etrafa dökülüyor. İçine

yansından çok yalan kanşıyor. Manastır'dan

Bağdat'a gelen haberlerden ne öğrenilebilir?

sunu Bey - Söyleyeyim de dinleyiniz. Ali

Bey Manastır'da evlenmişti. Alayının kayma­

kamı olacak edepsiz, bir gece beyin evine mi­

safir gider. Ne misafır! Kalırolacak mel'un,'

vatanın namusunu korumak için beline takı­

lan kılıcı eline alır da zorla çocuğun haremi­

ne tecavüz etmek ister. Bir asker, bir insan,

öyle bir köpeğe ne yapar? Beynine bir taban­

ca vurur, canını cehenneme gönderir. Asker­

lik gayretini, insanlık namusunu bilenlerin

hepsi, çocuğu alkışlarlar.

Rüstem Bey - Kim olur da alkışlamaz?

Sunu Bey - Divan-ı Harp!2 O, hiç sizin

düşüncenizde bulunmadı. O vakitki divan-ı

harplerin üyelerini bilirsiniz a? Hani bir rüt­

be üst tarafındaki zabite çubuk doldurarak,

vekilharçlık3 ederek, ayak öperek, dayak yiye­

rek yetişen ağalari Çocuğun bir mahkemede

asker kaçağı gibi, vatan hilini gibi kurşuna

dizilmesine hükmettiler.

Rüstem Bey -Allah Allah!!!

Sıdkı Bey- Şimdi bir de kendinizi Ah­

med Bey'in yerine koyun. Ali'yi kurşuna dize­

cek bölüğü kumandaya emir alaydınız, ne ya­

pardınız?

Rüstem Bey - Allah göstennesin! Ben

kurşuna dizilirdim, yine o alçaklığı yeğlemez

dim.

Lanet olası. 2 Yüksek askeri mahkeme. 3 Kahyahk ederek; ayak işlerini görerek

-54-

Page 54: Namık kemal - vatan yâhut silistre

lıdkı Bey- O da tıpkı sizin gibi düşün­

tıc\. Anlaşılıyor ki bir okulda, bir meslekte ye­

ll;ıntı;;siniz. Ahmed Bey emri alır almaz, doğ­

tll 1 >tviin-ı Harb'e gitti. Ben yanında idim, du­

tıııııu tamamıyla bilirim. "Ben askere, bu yol­

du mn vermek için girdim. İsterseniz beni de

Alı Bey'le birlikte kurşuna dizin. Hazınm. An­

tmk. cellat olmak elimden gelmez. Hatta em­

fPtl !~niz iş cellatlık da değil, adeta kaatillik.

O hizmeti bir başka bendenize1 gördürün!"

drclt.

Rüstem Bey - Benim arslan kardeşim!

lıırmn Ahmed'im! Adam böyle olur.

Sıdkı Bey- Divan-ı Harp bunda da sizin

ııtht düşünmedi. Ali Bey kaatil idi, Ahmed Bey

ibi oldu. Ali'yi kurşuna dizdiler. Alımedi de ...

Alııned'i de, "keçe külah" ettiler! "Keçe kü­

IAiı" olmak bir askeri nasıl etkiler, bilirsiniz

a?

Rüstem Bey - Allah öyle hakimierin yüz

bin türlü belasını versin! Demek ki, insan na­

ımısunu korumamalı imiş! Demek ki, asker

olan cellat olınalı iıniş! Öyle mi?

Sıdkı Bey - Zavallı Ahmed; o da Manas­

tır'da evlenmişti, üç yaşında bir oğluyla, on

dört aylık bir de kızı vardı. Gördüğü rezaletin,

hakarelin üzerine, evine gidemedi. İki ma­

ımm, iki günahsız çocuğunun yüzüne bak­

maktan utandı. O gülle, kurşun yağdığı za­

manlar metris3 altına girmeyen adam, biri yü­

ziine baksa kendisini utancından eriyecek

1 Kulunuza. 'l Ordudan attılar. 3 Siper.

-55-

Page 55: Namık kemal - vatan yâhut silistre

sanırdı. Vahşi hayvanlar gibi ormanlarda,

ağaç kovuklannda saklanırdı. Her gün bin

kere kendini öldürmeye kalkışırdı. Sonra bu

dünyaya kendi isteğiyle gelmediğini düşü­

nürdü; öteki dünyaya kendi isteğiyle gitmek-

te hak göremezdi. Allah'ın hikmetiyle, insanın

bahtıyla, dünyanın durumuyla ilgili ne oku­

muş, ne işitmiş ise hepsi her dakika gözünün

önünde dolaşırdı. inancında Allah'ı, onun ya­

rattıklannı, kendi adaletinin kavrayışından

yaratmış bir kalıredici güç bulmuştu. Allahı'-

nı severdi, kulluk ederdi, fakat o kadar gözü

korkmuştu ki merhamet edilmesi için yalvar­

maya cesaret edemezdi. Ama insan ... İnsan

gözünde o derece alçaktı ki kendinin de insan

olduğunu düşündükçe, kendi kendisini al­

datmaya çalışır, karnını doyurmak için dağ

başlannda dört ayaklı yürür, ağzıyla otlardı.

Ah! Kendisini taşıyıp da bu dünyaya getiren

ana, o zaman şüphesiz karnını yüz bin parça

ederdi. Dünya... Ya hele dünya... Bir kere

onun gözüyle bak. Sanki felek, bir çocuk ...

Dünya onun elinde bir top... Felek oynar,

dünya yuvarlanır. Çocuk oynar, top aşınır ...

Şimdi kırmızı görünen şey, gözünü yumup

açıncaya kadar san olur. Şimdi doğru görü­

nen şey, gözünü yumup açıncaya kadar eğri­

Ur. (Kendisini kaybederek) Ah! Kaç bin kere

kuyrukluyıldız kadar bir yıldınm olup da bu

çocuk oyuncağını, bu alçak toprağı, bu zu­

lüm dünyasını, bu insana mezar olmaktan 1 başka bir şeye yaramayan belalar alemini bir · ·~ vuruşta yüz bin parça etmek hayaleriyle çıl- :

dıracak derecelere geldim ... Kaç bin kere ...

-56-

Page 56: Namık kemal - vatan yâhut silistre

RU1tem Bey (Sözünü keserek) - Biz Ah­

HU•ı1 Bey'den söz ediyorduk. Şimdi kendinizi

~nvlrıııeye başladınız.

lıdkı Bey (Kendisini toplayarak) -Yok!

""" hazı kere konuşurken öyle dalanm. Za­

mllının çektiiıi felaketleri gözümün önüne ge­

tlrıUııı de ...

RU1tem Bey - Zaran yok ... Sonra ne ol­

ch!'! (Kendi kendisine) Bu, mutlaka Ahmed'dir

ö Krııdini bildinnek istemiyor.

8ıdkı Bey - Sonra ne olacak? Ahirete gi­

tlemrylnce, dünyada ahiret için yaşayanıann

dUnyıtsı olan Hicaz'a gitmişti. O zamanlar gön­

ln Ackta taş kesilmişti. Belki üzerine hızlı çar­

ptlr.a ateş çıkardı, ama kendisi etkilenmezdi.

RUstem Bey - Hicaz'da da yanında mıy­

dnnz? Sözlerinizi kendi vicdanınızı anlatır gi­

bi •öylüyorsunuz!

Bıdkı Bey - Size dedim a, her haJini bili­

rim. kendimi bilir gibi bilirim.

Riistem Bey (Kendi kendisine) - Hiç şüp­

hf! kalmadı. Bıdkı Bey - Garip haJdir! Hicaz'da bu­

hındu~u zaman hiç dünyayı düşünmek iste­

ttırzdi. Eşini, çocugunu unutmuştu. Bir tür­

If\ vatanını unutamadı. Bir türlü devletin

kendisini yetiştinnek için harcadıgı paralan

lônlünden çıkaramadı. .. Sonunda görev, vic­

dAnına üstün geldi. Yine askere girdi. Amma

tıf' ıtsker! Nefer ...

Rüstem Bey - Nefer mi?

8ıdkı Bey- Nefer ... Hem neferlik tam beş

yıl sürdü, tezkeresini bırakroadıkça onbaşı

birtmadım ı

-57-

Page 57: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Rüstem Bey- Onbaşı mı olamadın? Sen

mi?

Sıdkı Bey (Tehdit ile bakarak) - Hayır,

ben değil ... 0 ... Ahmed Bey! (Yine kendisini

toplıyarak) İş o derecede kalsa ... Eski rütbe­

sini tekrar alıncaya kadar hiç kimseye kendi­

sini bildirmemişti. Bir daha keçe killah olma­

yı kim ister? Yalnız, o rütbeye geldikten son­

ra Manastrr'da bir dostuna mektup göndere­

bildi, Manastır'da topu bir dostu vardı, mek­

tup gönderişi de çaluğundan çocuğundan bir

haber almak içindi. Sağlıkla haber alrnıya

kalkışmaya idi. İlk aldığı mektupta haremi­

nin kendisi için beş yıl verem döşeklerinde

yattıktan sonra özlemle öteki dünyaya gittiği

yazılmıştı. Arası iki yıl geçmedi, dostundan

bir mektup daha aldı. İkinci mektuptan ne

haber beklersiniz. Oğlu da vefat etmiş. Son

nefesinde iki söz söyleıniş: Önce, ~Babacı­

ğım!" demiş; sonra, ~vatan ... " Babacığım de­

diği vakit gözlerini gök yüzüne dikmiş, sanki

babasını aramış. Vatan dediği vakit çevresine

bakınmış; sanki her bakışı, "Yatacağım top­

rağı düşmana çiğnetıneyiniz!" derıniş ... Fela­

ket bununla bitti mi sanırsınız? Hayır! Dos­

tundan bir yeni mektup daha geldi. İçinde

"Kızın kayboldu!" diyor; kızının da öldüğünü

söylemek istiyor. Belli ki o zavallı da ihtiyar­

lamışı O zavallının da yüreğine zayıflık gel­

miş! Çektiği belalardan o kadar yılmış ki, Ah­

med'e kendi derdinden bir pay vermeye kıya­

mamış. İşte Ahmed Bey'in halini anladınız.

Şimdi onun da senin gibi, belki senden bü­

yük bir rütbesi var. Allah rızası için bir yerde

-58-

Page 58: Namık kemal - vatan yâhut silistre

rıuıt gelirsen tanıma! İstersen selam bile ver­

mr. Adını işitirlerse, belki yine keçe külalı

ı>ılrrler. Hareminin, oğlunun, kızının mezan­

tıı ı.töremedi, belki kendi mezarını da vatanda

lıııııkmazlar. Zavallının vatanı içinde yaşa­

tıınsını engellediler, belki vatanı için ölmesini

ı1r r:ngellerler.

Rüstem Bey - Beyim! Ahmed Bey benim

ıukadaşımdı, kardeşimdi... Öldü... O kadar

fılılii ki, hatta gönlümde, zihnimde arasan ha­

yı\llni bulamazsın. Fakat bana yine bir kardeş

lAzım ... Sen yerini tutar mısın? Yerine seni

koysam kabul eder misin? Edersin değil Ini?

Ben Ahmed Bey'i öldü biliyorum; ben Sıdkı

Bey'in sevgisini istiyorum. Ağzımdan Ahmed

Bry'in adını kim işitirse Sıdkı Bey'i getirsin

yüzüme çarpsın, başımı beyniini paralasın.

Beşinci Meclis

Öncekiler, Bir Gönüllü,

Abdullah Çavuş

Gönüllü (Teldşla yanlarına gelerek)

-Bey! Bey! Hücum var ... Düşman geliyor ...

Abdullah Çavuş - Sanki biz onu biliniyor

muyuz? Düşman gelirse kıyamet mi kopar?

Sıdkı Bey (Kendi kendisine) - Şu çocuk

da bir türlü zihnimden çıkmıyor. Ne acayip

hayal! Oğlum öleli üç yılı geçti...

(Kavga havası başlar. TI-ampete çalınır.

Herkes silah başına koşar.)

(PERDE KAPANlR)

·59-

Page 59: Namık kemal - vatan yâhut silistre
Page 60: Namık kemal - vatan yâhut silistre

,.. PERDE III

(Perde açılmca düzenli bir oda görünür. İs­

lAm Bey yataktadır.)

Birinci Meclis

Zekiye, İslam Bey

Zekiye (Kendi kendisine) - Uyuyor, ha.

uvııyor. Verdiği sözü ne de güzel tutmuş! Bak

lliıJ,Hi"ınde kanlı yaralardan kaç övünç nişanı

Vııı ı I !ekim ne diyordu? Bu geceyi de geçirirse

yımna tehlike yokmuş. Öyle degil mi? Ah,

umut. hekim sözünün dogruluguna kalırsa ...

Brn de deli miyim? Hiç, Allah gösterrnesin, bir

trhllke olsa gönlüm bu kadar rahatta mı olur?

Nr kadar da tatlı uyuyor! Tek, uykusu bir da­

klkn uzasın! Öınrümden bir yıl azalsa razıyıın.

lt iıilümseyerek) İnsanın aklındaı: ne deli deli

hüly{llar geçiyor! Acaba ... Bir kerecik olsun ...

Ah! Aynldıgı vakit hayalimi kıskanıyordum!

OrlU Şimdi bir gece rüyasında seni gördügünü

liiC'ıyleseler, müjdesine canını vermez misin?

1 Jyuyor. Ne güzel uyuyor. Melek de uyusa böy­

'"' uyur. Saçlan yastıga ne tuhaf dagılınış.

1\rşke yastıgı gögsüın olaydı... Keşke yorganı

lilııçlanm olaydı. Böyle şeyleri insan söylüyor

-6ı-

Page 61: Namık kemal - vatan yâhut silistre

da sonra dayanamıyor. Kuca@ma aldım. Ak­

lım, gönlüm, ciğeıim hep göğsüme, kollarıma

geldi sandım. (Uzaktan uzağa top sesi işitilme­

ye ba.şlar) Hay Allah kahretsin. Ne hasta bilir,

ne yaralı düşünür. .. Topun agzından herkese

can dağılsa, belki bu kadar vakti vaktine at­

maya başlamazlardı. Vatanınız için ölmeye mi

geldiniz? Ya niçin vatanıniZdan çıktınız? Pek

iyi! Çıktınız, ölseniz ... Ölüm karşınıza gelince

şahin görmüş ördek kadar kaçarsınız. Öldüre­

cek adam buldukça bulutla yanşan kaplan gi­

bi kovalarsınız ... Öyle değil mi? Sanki aldı@­

nız canlar vücudunuza girecek! Sanki öldür­

düğünüz adamların ömrü sizin olacak!

(Top sesleri gittikçe sıkla.şır. İslam Bey

uyanır. Zekiye odanın bir köşesine saklanır.)

İslam Bey- Atın! Atıni Uyur arslanlan

uyandınn. Şimdi yüzlerini karşınızda, pençe­

leıini göğsünüzde bulursunuz ... Vücudumda

ne var? Ha! Yaralanmışım ... Yazık ki kazan­

dığım kavgalar ... kırdı@m kılıçlar ... dağıttı­

ğım fırkaiae hep rüya imiş! Ya Rabb-ül-ale­

min!2 Ben acaba ne büyük günah işledim!

Bulıran içinde bile. ~özleıim kapandıkça Ze­

kiye'nin; açıldıkçayine Zeltive'nin yüzü görü­

nüyordu ... İnsanı cehennemde ikı"ı kendisi­

ne cennette gibi göstermek adaletiu" yakışır

mı? Cihan bu ya! Elbet de yaralanalı çok za­

mandır. .. O kadar düşleri, hülyalan geçirme­

ye aylar ister. (Top sesleri sıkla.şır. Öjkeyle)

Ah! Düşman karşısında adam bulamamış da ,

güllesini kara topraklara, yalçın kayalara atı-

ı Tümenler. 2 Evrenin Efendisi; Tann.

-62-

Page 62: Namık kemal - vatan yâhut silistre

vur. Bizi istihkam1 içinde görmekle kendisin­

ılr daha çok yiğitlik düşünemez a. Hele bire

Iki ... bire beş gelsin ... Dilima kurşununu göğ;­

•1\müzle, süngüsünü gönlümüzle karşılama­

vn hazınz. Ancak, o böyle gayreti kalabalıkla

lııtstırmak isteyince, biz de elbet de demire

htşı karşı tutanz. (Top sesi artar) Patla! Patla!

Bu kalede senin sesinden değ;il, içindeki ateş

1

. i kiireyi patlatsa onun gürültüsünden bile kor­

kacak bir kadın, bir çocuk bulamazsın. Ne

~ 1 yanlış inançta imişim! Vatan yolunda ölecek

kırk kişi yoktur sanırdım. Galiba düşman da

ı >smanlılan benim gibi görmüş! Evet, Os­

ıııanlılar söz arasında vatan için kaygılanmaz

ı.tibi görünürler; o kadar kaygılanmaz gibi gö­

riinürler ki, konuştuğ;un adamı taştan yapıl­

ıııış resim sanırsın. Hele karşılarında bir düş­

ınan göster! Hele vatanın kutsal topraklannı

lıir yabancının pis ayağ;ıyla çiğ;neyeceğini an­

Jasınlar; işte o vakit halka başka bir hal geli­

yor; işte o vakit insan en miskin köylü ile be­

ııim aramda hiç fark bulamıyor; işte o vakit o

ııbalı kebeli Türkler, o tatlı sözlü, yumuşak

yüzlü köylüler, o çifte koşulur öküzden fark

dmek istemediğ;imiz zavallılar aradan bütün

bütün kayboluyor da yerlerine Osmanlılığ;ın,

kahramanlığ;ın ruhu meydana çıkıyor. En

güçsüzü dişiyle kılıca, eliyle kurşuna salıyor.

Kimse sınınn bir taşını, en değ;ersiz bir taşını

korumada, yavrusunu koruyan dişi arslan­

ılan, anasını sakınan erkek insandan geri

kalmıyor. Baksamza askeri düşmanın önüne

getirinceye kadar kırbaç değ;nek kullanmıya

1 Siper.

-63-

Page 63: Namık kemal - vatan yâhut silistre

mecbür oldular. Şimdi bir kere düşman gö­

ründü; o, kırbaçla, süngü ile getirdiğimiZ as­

keri ileri gitmekten kılıçla. süngü ile, degDek­

le egnelleyemiyoruz. (Şiddetle yerinden kalka­

rak) Estağfurullah! Bu kale, senin attığın gül­

lelerle alınmaz. Elinden gelirse, git Azrail ile

arkadaş ol. Önce hepimizin camm alsın. On­

dan sonra belki ... Düşman da görmüyor mu

ki kendisinden beş kişi kanlar, topraklar

içinde yuvarlanmadıkça, bizden bir kişinin

ruhunu göklere göndermek mümkün olamı­

yor?

Zekiye - Yarabbi! Ben şimdi nereye ka­

çayım? On iki gündür aklı başında değildi.

Ben de kendimi ne güzel saklıyordum. Bu

gün ona da meydan kalmadı.

İslam Bey (Gittikçe şiddetini arttırarak)

-At! At! Tek başıma bütün gücüne karşı gel­

mekten çekinirsem Osmanlı namı bana ha­

ram olsun! Bir kırık kılıçla sekizini yanm sa­

at kovaladığım askerlerinden namere olayım!

(Yine yatağa yığılır.)

Zekiye (Bu sözleri işittiği sırada yertnden

kalkar. Gitgide teta.şa başlar) -Yine kendisi­

ni hasta edecek ...

İslam Bey (Yatağından toplanarak)

-Kimdir o.

Zekiye (Yüzünü göstennemeye çalışarak)

- Kimse yok efendim ... Bendenizim ... Abdul­

lah Ağa ile beraber hizmetinize tayin etmiş­

lerdi...

İslam Bey - Bu ses! Baksamza ben kaç

gündür yatıyorum?

ı Mert olmayan.

-64-

Page 64: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Zekiye (Pek üzüntü verici bir tavırla) -

Ben bilir miyim? Her gece yanınızda idim ...

Bir çok zaman oldu ...

İslim Bey - Buraya gelsenize ... Bura­

ya ... Daha yakın ... Siz kimsiniz?

Zekiye (Sürekli kendisini gizlerneye çalışa­

rak) - Kim? Ben? Bendeniz mi? Miralay bey

sizin hizmetinize ...

İslim Bey - Ah! Mümkün değil. .. Allah

Iki Zekiye yaratmaz. Gözlerimde aksin nasıl

lkileşiyor ben hala ona şaşkınım. (Ellerini tu­

turak) Söyle ... Söyle Allah aşkına söyle ... Ya­

ralanmdan bayıldığım zaman senin kucağın­

da mı yattım? Bulıran içinde iken gözümün

önünde dilima dolaşan sen mi idin? Sen Ze­

klye'sin değil mi? Allah aşkına kendini sakla­

ma! Sen valiahi Zekiye'sin. Eğer Zekiye değil­

ııı·ıı ben mutlaka şehit olmuşum. Allah bana

Zrklye kılığında bir melek göndermiş. Söyle,

«>At·r bir sevdiğin varsa onun başı için söyle,

dfıııyada mıyım, cennette mi?

Zekiye - Dünyada bir sevdiğim var. O da

ltnsin. Senin başın için Zekiye'yim. Senin

Zekiyenim. Manastır'dan çıkarken KBeni se­

, Yen ardımdan ayrılmaz" dediğini unuttun

mu? Sesinin aksi hala kulağımda, etkisi hala

,nre~lmde duruyor.

l1llm Bey- Şimdi seni bırakıp da bura­

lım1 ~eldiğim için beni ayıplar mısın? Sen ra­

hRtını. onurunu, kadınlığını, hanımlığını be­

ntlll lı,:in reddedersin, günde bir kaç yoksul

htııılrr dururken benim için bu gün bir lokma

llkmr~e muhtaç olursun, kapında bir kaç hiz­

tmotı;l bulunurken benim için bu gün bir ya-

-65-

Page 65: Namık kemal - vatan yâhut silistre

ralıya hizmetçilik edersin; ya ben nasıl ede­

yim de kendimi yoktan var eden Allahım için

seni bırakmayayım. Bilir misin, bence vatan

iman ile birliktedir. Vatanını sevmeyen Alla­

hını da sevmez ...

Zekiye - Ah, sen vatanını düşündükçe

ne kadar büyüyorsan; ben de seni düşün­

dükçe gönlümde o kadar büyüklük görüyo­

rum. Söyle! Bana böyle sözler söyle. Sanki

işittikçe hayatım artıyor, artıyor da vücu­

dumdan taşacak gibi oluyor. Gönlümde gül­

ler açılıyor. Düşüncemde güneşler doguyor.

Bu sözlerirıin sayesinde ben de erkek oldum.

Hem gönlüm giysimden (daha) erkektir. Yarın

kavgaya çık. Sen elbet de herkesin önünde

bulunacaksın a! Ben de elbet de sana herkes­

ten yakın bulunurıım. Her fedakarlıgı göze

alınm. Belki seninle ölümü paylaşamayız ...

Yine büyüklük sende... Yine kahramanlık

sende... Sen vatanın için çalışıyorsun. Bcr ı

senin için. Sen kendi sayende yetişmişsiıı.

ben senin sayende yetişiyorıım.

(Dı.şandan bir gürültü duyulur.)

İslam Bey - O ne?

Zekiye - Bilmem!

İkinci Meclls

öncekiler, Sıdkı Bey, Bir Kaç Zabit

(Birbiri ardından girerler.)

Sıdkı Bey - Şuraya toplanalım da bir''

rimizin ne istedigini arılıyalım.

Bir Kaymakam - Bundan sonra kin·,

-66-

Page 66: Namık kemal - vatan yâhut silistre

ıırı Isterligini anlıyacak bir şey kaldı mı ya?

1\,ılryi kim-koruyacak? Devlet burayı Paşa'ya

lr•ılıın etmemiş miydi? İşte bir gülle geldi, Pa­

~~~ yı ~ötürdü. Başsız asker nasıl kavga eder?

llı ıı ada duralım da ...

Abdullah Çavuş - Ey bir paşa ölmekle

kıvılıııet mi kopar?

' Kaymakam - Sus herif. .. Kaledeki zaval­

l hlııııı acıyınl Burası devlete gerekeydi, Serdar

~ lttıılnt gönderirdi.

1.

l (>rada bulunan zabitlerin, erlerin her biri

tiUrııl venneye hazırlandığı sırada.)

l1llm Bey (Büyük bir öjkeyle yerindenfır­

lftuıır uk) - Herif, şeytan mısın? Şeytandan

~61 (\ btr şey misin? Şeytandan daha kötü ne

' ı:tlm'l CAs us ... Mutlak bu köpek casustur. Bu

ıttii'Jııııtz! Devlet bu kaleyi Paşa'ya emanet et­

My•w. senin benim burada ne işimiz var? Ser­

ihtt'ıhm ne imdat bekliyorsun? Sanki düşma-

•J,(\llesi yeni gelenleri ayırır da onlan mı

··ı? Sengeberdin mi? Şu karşında oturan­

ılA degil mi? İmdat gelip de ne olacak?

ı kalenin neresine yetişmiyor? Sen bu

··ı ın ekmegini yemedin mi? Sen bu vata­

'•Wr.sinde geçinmiyar musun? Ayvazlıga'

ı,ııı yokken bu rütbeye gelmişsin. Devlete

11.ıııdin, bir kalesini düşmana vermek mi

ık? Senin beline o kılıcı, rastgeldigine

"ll etflln diye mi taktılar? Ne duruyorsu­

•' Niye bu köpegi kurşuna dizmiyorsu­

lllz burada teslim sözü işitıneye de mi

-aıaınnıu mutfak ve yemek işlerinde çalışan yardım­JIIIIIftlll,ıııa gelen bu· sözcük. burada, komutanın emir illllımıma kullanılmış.

-67-

Page 67: Namık kemal - vatan yâhut silistre

dayanacağız? Kanlannız mı dondu? Yüreğiniz

oynamadan mı kaldı? Ne şaşkın şaşkın bakı­

nır durursunuz? Burada benden başka Os­

manlı yok mu? (Üzerine hücum etmek ister.

Zöbitler araya girer.)

Kaymakam - Sen sus da ne söyleyecek­

lerse şu zabitler söylesin.

İslam Bey (Rüstem Bey'e)- Bak neler­

saçmalıyor, siz de mi susuyorsunuz

Rüstem Bey - Ben kale teslimini teklif

eden haine tüfek ağziyle cevap veririm.

Sıdkı Bey- Elverir!' Bundan sonra her

kim teslim sözünü ağzına alırsa kurşuna di­

zerim.

Birinci Zibit- Bu hillni ne yaşatıyorsu­

nuz?

İkinci Zibit - Düşman karşısındayız.

Baruta, kurşuna yazık değil mi?

İslam Bey - Ben onu bir kılıçta iki parça

ederim.

İkinci Zibit- Uğursuzun pis kanma gir­

mekten ne çıkar?

Birinci Zibit- İyi düşünün! Sağ bırak­

makta tehlike var.

Sıdkı Bey (Abdullah Çavuş'a) - Şunu ge,

tür! Yer altındaki odalardan birine hapset.

Kapısının önüne de iki nöbetçi bırak.

İslam Bey- Bey, niçin tehlikeyi düşün­

müyorsunuz?

Sıdkı Bey- Yılgınlığın yayılmasının, me­

zar kadar hapishane de önünü alır.

ı Yeter.

-68-

Page 68: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Üçüncü MecHs

öncekiler, Başka Bir Ziblt

(Dışardan gelerek.)

Başka Bir Zibit - Düşman sağ tarafa yı­

P.ılmış geliyor. Silah başına, silah başına!

(Cenk trampetesi çalınmaya başlar. Her­

kes hızla dışan uğrar.)

Dördüncü Meclis

Sıdkı Bey, İslam Bey, Zekiye

Sullu Bey (İsldm Bey'in önünü alarak)

-Sen bir az dursana. Böyle hücumlara on­

lnr da yeter. Bilir misin ki kale gerçekten teh­

llkededir. Ne imdat gelir, ne yiyecek var, ne

para var. Ne zabit kaldı. Allah bilir amma,

devlet bu kaleyi gözden çıkarmış.

İslam Bey - Bey o nasıl söz! Hiç devlet

kalesini gözden çıkarır mı? Serdar ne yapsın?

1 >üşman çok, asker az. Onlar bizim gayreti­

mize güveniyorlar da düzenlerini bozmuyor­

lıır. Keşke göğsüme birinci dokunan kurşun

mmmı alaydı da sizden bu sözleri işitmiyey­

cltın.

Sıdkı Bey - Oğlum ben kalenin teslimini

ıli'ışünmüyorum. Kurtarmaya bir çare anyo­

nım. Kaleyi teslim etmek istiyen, bu konuyu

"eninle tartışmaz a.

İsliim Bey - Kurtarmıya çare... Kavga

rderiz ... Ölürüz ... Teslim olmayız ... Vesselam.'

1 Işte bu kadar.

-69-

Page 69: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Sıdkı Bey - Kaleyi kurtarmaya daha gü-

zel bir çare var. Gerçekten ölecek adam ister.

İslam Bey - Ben daha ölmedim.

Sıdkı Bey - Ölmedin amma. hastasın.'

İslam Bey - Süphanallah! Hasta olan

ölemez mi? Beylm siz düşüncenizi söylemeye ~.· bakınız. Ben vatanım için hasta iken de ölü- .~

rüm; sag iken de ölürüm. Bir kere ölsem di-

rilsem, yine ölürüm.

Sıdkı Bey - Bu gece düşmanın ordusuna

girer, cephanesini ateşieyebilir misin?

İslam Bey - Ateşieye bilirim. Hatta gerekir-

se, üzerine oturur öyle ateşlerim. Fakat orduya \

1 girmek mümkün olur mu? Orasını bilemem.

Sıdkı Bey- İşte mesele orada ya! Tasa-

nın delilik gibi görünür. Yüzde bir umut, ya

var ya yok. .. Ku s uru boşuna yakalanıp kur­

şuna dizilmek. ... Elinden tutup da cephane­

nin başına götürmek mümkün olsa, her teh­

likeyi gözüne alacak, kalede bin kişi bulu­

rum. Bu kadar tehlikeli zamanlarda boşuna

gibi görünen çarelere de imkan venneye ça­

lışmak gereklidir. Bu bence bir inanç! Hatta

karar verdim. Akşam. gece, orduya girecegim.

Yalnız, yanıma bir arkadaş anyorum.

İslam Bey - Bu girişime ben yetmez mi

idim?

Sıdkı Bey- Eger bir kişiyi yeterli görey­

dim, yapacagım şeye şimdiye kadar kendim

girişmez miydim sanırsın?

İslam Bey - Bey bu nasıl düşünce? Bu

tabya, senin varlığınla duruyor. Yigitçe bir

hareket için maksadımı harcayacaksın?

O dönemde bu sözcük "yaralı" anlamına da geliyordu.

-70-

Page 70: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Sıdkı Bey- A bey! Sen deminki edepsizin

ırıl~:.derine mi bakarsın? Burada bu kadar okul

görmüş, bu kadar her rütbeyi bir kavgada ka­

t.ıtnmış zabitlerimiz, bu kadar ecelle pençe­

lr!$mekten çekinmez askerlerimiz var ... Ah!

Hnsta idin! Görmedin ki ne mertlikler ettik.

llfışman her gün kırkar ellişer bin kişi ile hü­

rıım ederdi. Bizimkilerin ikişer üçer bin kişi­

al bir yere toplanınca tabyalan korumakla ye­

thımezlerdi. Meydan muharebelerine çıkar­

lnrdı. Bir kılıç, on on beş süngü ile çarpışırdı.

[>Işler, tırnaklar, bayağı silah gücünü bul­

muştu. Yanar kumbarayı' kucaklayıp da

düşmanın kafasına atanlar mı ararsın? Kesil­

miş kolunu yerinden koparıp da elinde silah

f!ılenler mi eksikti? Allah bilir kavgalanmızı

ı,tt'ıreydin, Şehname hikayelerinin gerçek ol­

ıhı~una hükmederdin. Emin ol! Bu askerin

her biri, bin canı olsa verir de kalenin bir ta-

tım vermez.

lslim Bey (Gözlerini silerek)- Ben de kız

çocuklar gibi memnunluğumdan ağlıyorum.

Elliirimi Asker kaleyi vermez. Fakat düşman

zorla alır. Paşa, şehit oldu. Sen de kendini te­

kf edersen, savaşı kim yönetecek? Herkesin

yüreğinde gördüğün gücü, düşüncesinde de

Jolôrüyor musun? Senin düşüneeni almadık­

ı;a, kimin ne iş görebileceği var? Hem kendini

nlclürteceksin, ordunun başını beynini para­

lııyacaksın; hem sonra kollar ayaklar çalışır

diyorsun. Allalı aşkına etme! Vatanına acı.

Sıdkı Bey- Ne yapayım evlat. En son ça-

1 Bir tür bomba. 2 Iran şaiıi Firdevsi'nin XI. yüzyılda yazdıgı Iran destanı.

-71-

Page 71: Namık kemal - vatan yâhut silistre

reyi bir adama nasıl teslim edebilirim. Ya gi­

rişim sırasında yardım gerektiren bir iş çıkar­

sa? Orduya kılık degiştirilerek girilecek ... Kim

bilir, ne olur ne olmaz.

Zekiye (Bulunduğu köşeden çıkar) - İki

kişi gerekiyorsa, biri de ben olurum.

Sıdkı Bey - O kim? Ah, zavallı çocuk!

Sen yerinde otur.

İslam Bey (Zekiye'ye) - Ne söylüyorsun?

Zekiye (İsliım Bey' e) - Merhametsiz, me­

zannın bir parça yerini de mi benden esirge­

yeceksin? (Sıdkı Bey' e) İhsan buyurun, 1 siz

ölmeye bir adam anyordunuz. Öldürmeye gü­

cüm yetmezse, ölmeye pek iyi yeter. Daha ön­

ce de söylemiştim; sizden kolay ölürüm. Or­

duya kılık degiştirerek girilecek buyurdunuz.

Rumeliliyim, bir az lisan bilirim. Kılık degiş­

tirmek de bana sizden kolaydır. Kılık değişti­

rerek girdiğim yerde kendimi pek çabuk ta­

mtmam. inanmazsanız İslam Bey'e sorun.

İslim Bey ( Duraksayarakl - Çocuk hak­

lı gibi görünür.

Beşinci Meclis

Öncekiler, Abdallah Çavut

Abdullah Çavuş - Yine karşıda asker

toplanıyor. Sanının saldın var. Sizi tabyaya

çağınyorlar.

Sıdkı Bey - Abdullah.

Abdullah Çavuş - Efendim.

ı "Bağışlayın" anlamına gelen bu sözcük; burada "Izin

verin" anlarruna kullanılmış.

-72-

Page 72: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Sıd.kı Bey - Buraya gel. Şu kale ugrunda

ölmek elinden gelir mi?

Abdullah Çavuş - Ölürüm. Kıyamet mi

kopar.

Sıd.kı Bey - İslam Bey bu gece bir yere gi­

decek. Birlikte gidebilir misin? Fakat yüzde

doksan dokuz kurşuna dizilmek var.

Abdullah Çavuş- Kurşuna dizilirsem kı­

yamet mi kopar?

Sıdk.ı Bey - Aferin Abdullah! Haydi tab­

yaya gidelim. Bakalım bu günkü düğünümüz

nasıl geçecek? İşimizi de orada konuşuruz.

Zekiye (Sıdkı Bey' e) - Beyefendi, kulunu­

zu neden o kadar aşağı gördünüz?

Sıdk.ı Bey - Hayır çocuğum, sen de gide­

ceksin. Üç olursunuz, iş daha metin olacak ...

Abdullah da dil bilir.

(Sıdkı Bey, İsl.ô.m Bey, Abdullah oradan, çı­

karlar.)

Altıncı Meclis

Zekiye (Odada kendi kendisine) - So­

nunda, kara toprak göğsünü açıyor. Sonun­

da, ölüm kendisini gösteriyor. Meğer Allah

gelinlik duvağımı kendi kanımdan nasip et­

miş! Meğer şehit olmadan birbirimize sanl­

mak kaderde yokmuş! (Bir az düşündükten

sonra) Mümkün olsaydı yaşamak da kötü bir

şey değildi... Dün gece gördüğüm düşler ne

idi? Sevgilim ve ben otunnuştum. O kucağı­

ma yatmıştı. Mehtap yapraklann arasından

her yanımıza elmas parçaları saçıyordu ...

Ben elimle yüreğimi dinliyordum ... O saçım-

-73-

Page 73: Namık kemal - vatan yâhut silistre

la yüzünü örtüyordu ... Ben üzgün üzgün ağ­

lıyordum ... O hafif hafif gülüyordu ... Sanki

benim gözümden bir damla yaş düştükçe,

onun yüzünde bir taze gül açılıyordu ... Çev­

remizde ötüşen bülbüller, çağlayan sular

hep halimizi kıskanır gibi görünüyordu ...

Yüzüne baktıkça canım vücudumdan ayrıl­

mış da kucağımda yabyordu. Vatancığımda

idik. Bahçede büyük çınann allında sanıyor­

dum. Ah, düş idi ... Ama düşün aynı da olma­

yacak bir şey değil idi ya? Keşke bütün öm­

rüm öyle düşlerle geçeydi. (Pencereden bir

top alevi görünür. Titriyerek) Bu alevden de

sanki insanın içine karlar yağıyor! Güneş de

ne şahane doğmuş! Bulutlan bin renge boya­

dı. Sanki cennet bahçelerinin resmini yapı­

yor. Toplann dumanı da ömrümün son gü­

nünde olsun sabahı seyrebneye meydan bı­

rakmaz ki ... (Bir az düşündilleten sonra) Me­

ğer canından iyice vaz geçeniere ölmek de

pek korkunç bir şey değilmiş! Bayağı ölüm

canlansa da karşıma çıksa üzerine yürü­

mekten çekinmeyeceğim ...

Yedinci Meclis

Zekiye, İslam Bey

İslim Bey (Odaya girerek) - Zekiyeciğim

Zekiye (Gülerek)- Efendim!

İslim Bey-Meğer ne talihsiz adammı·

şım! Seni yanımda gördükçe ne sanıyorum

bilir misin? Bir melek benim için gökleri bı·

rakmış da bu kara topraklara inmiş sanıyı

-74-

Page 74: Namık kemal - vatan yâhut silistre

rum. Kendimi şeytandan alçak görüyorum.

Kendi kendime, şeytan insanı aldatır, ben bir

meleği kandırdım diyorum. A çocuk! Niçin

benim için bu h:lllere geldin? Niçin o güzel

vücudunu benim yolumda toprak edecek­

sin?

Zekiye - Ah! Gönlümü de ahirete parça

parça göndermek mi istiyorsun? Ben sana

ne yaptım? Beni bir melek mi sanıyorsun?

Gerçekten melek olsam, yine gökleri bırakır­

dım, senin arkana düşerdim. Ben senin için

ne h:lle gelmişim? Dünyada yalnızdım; güç­

süzdüm. Aklımda kaybolmuş babamın haya­

linden başka bir şey yoktu. O da ne hayal!

Karanlıklar içinde ... Yokluklar içinde ... Zih­

nimde bin türlü şekiller yapardım. Yine hep­

sini bozardım. Yine birini sevemezdim. Öm­

rümde, mesela bizim Miralay Bey kadar ba­

lıalığa yakışır bir adam düşünemedim. Gön­

liim merhume bir ninemi, merhum kardeşi­

mi düşünmekten başka eğlence bulamazdı.

Ya o da ne eğlence! Birini düşünecek olsam,

gözümün önünden hep beni kucağına alıp

da can verdiği geçerdi. Ötekini düşünecek ol­

sam hatınma, hep kucağımda iken can çe­

ktştiği gelirdi... Seni görüneeye kadar gön­

liiın her vakit kayıplar arasında, her vakit

mezarlar içinde gezerdi. Seni gördüm; sanki

başka bir dünyaya geldim. O zaman, hayatın

ııe demek olduğunu anladım. O zaman, insa­

ıım ne demek olduğunu anlamaya başladım.

(>ııceden yaşamak nedir bilmezdim; yine ya­

lfllınayı herkesten çok severdim. Şimdi haya­

lımın değerini iyice biliyorum. Yine senin için

-75-

Page 75: Namık kemal - vatan yâhut silistre

r

ölmeyi yaşamaya tercih ediyorum. Hakikat­

siz, 1 sen ölümü benden çok seviyorsun, ben

de seni canımdan çok seviyorum. Vefasız,

beni bırakacaktın da mezarın kucağ;ına ko­

şacaktın öyle mi? Benim dünyada senden

başka canım olmadığ;ını bilmiyor musun?

Sen kaybolursan Zekiyeciğ;inin ayakta gezer

bir cemize kalacağ;ını hiç hatınna getirmedin

mi? (Ağlayarak) Kimi zaman askere gidersin,

beni bırakırsın, kimi zaman, ölmeye gider­

sin; yine beni bırakmak istersin. Mutlaka is­

teğ;in benden ayrılmak; mutlaka, benden ay­

nlmaktan başka bir şey düşünmüyorsun.

İslim Bey- Sus, Allah aşkına sus. Be­

ni yetim çocuklar gibi bağ;ıra bağ;ıra ağ;lata­

caksın. Bana yüreğ;imde ne varsa ortaya

döktüreceksin. Yüreğ;imdeki sırları sana

söylemeyeyim de kime söyleyeyim Zekiyeci­

ğ;im? Sen beni alçak sanmazsın değ;il mi?

Miralay Bey' e söz verdiğ;im zaman önce vata­

nımı, sonra senin de benimle birlikte gelece­

ğ;ini düşündüm. Hatınna yanlış yanlış şeyler

gelmesin. Senin birlikte geleceğ;ini düşün­

meseydim, o kadar ferahlı, o kadar coşkulu

söz vermezdim... Yine söz verirdim, yine

ölürdüm, yine görevimi yerine getirirdim;

çünkü teklif vatana hizmet teklifi idi... Ah

Zekiyel Zekiyel Sakın hatınnda olsun, gön­

lümde kendi aşkınla vatan aşkını karşılaş­

tırmaya kalkışma. Öyle bir karşılaştırma,

kesinlikle beni öldürür. Ama, yine vatanım

için öldürür. "Teklif vatana hizmet teklifi

idi," dedim a, elbet de giderdim. Ancak, üz-

1 Baglı olmayan; sadakatsiz.

-76-

Page 76: Namık kemal - vatan yâhut silistre

gün giderdim. O kadar üzgün giderdim ki,

görenler belki vatanını sevmiyar sanırlardı.

Belki dikkat etmişsindir, ben söz verdiğ;im

zaman coşkum o kadar yerinde idi ki, Mira­

lay Bey bile şaşkın kaldı. Çünkü senin bir­

likte geleceğ;inden emindim. Sensiz ölmek de

istemem, yaşamak da ... Aslında inancıını bi­

lirsin a. Biz ölmeyeceğ;iz. Düşmanın silahı

etimizi kemiğ;imizden ayıracak, canımızı vü­

cudumuzdan ayıramıyacak. Gökyüzünün

dönüşü yapışık taşlan, bir yumurtadan çık­

ımş hayvanlan, yanyana düşmüş devletleri,

en yakın yaratılmış dünyalan dağ;ıtacak, yi­

ne biz birlikte bulunacağ;ız. Biz vatan için

her dakika ölmeye koşuyoruz, ölmüyoruz.

Demek ki vatanın canlanması ve yükselme­

sine hizmet için yaratılmışız.

Zekiye - Beyim, hiç şüphe etme. Eğ;er

ölecek olsaydık, sen yaralanndan ölürdün,

ben yarana baktığ;ım zaman çektiğ;im belillar­

dan, güçlüklerden ölürdüm. Ah! Bilmezsin ...

Bilmezsin ki ne durumda idin! Bilmezsin, ben

neler geçirdiıni Ölüm sanki ortaya çıktı da,

aylarca yatağ;ının çevresinde dolaştı. Bu ka­

dar zaman hizmetinde bulundum, beni bile­

medin! Hekimler umudu kesti... Herkes

umudu kesti, bir ben kaldım. "Kader öyle zu­

lümlerden uzaktır. Elbet de uzaktır," diye öf­

keli öfkeli söylediğ;in söz yok mu? Hep kula­

gırnda idi. Belki bilmezsin, ağ;zından çıkan

sözlerin kimileri zihnimde, gönlümde kazıl­

mış gibi durur, bir dakika kulağ;ımdan aynl­

maz; hele o söz hiç hayalimden gitmedi. He­

kimler, "Hastada umut yoktur," dedikçe, ben

-77-

Page 77: Namık kemal - vatan yâhut silistre

r tr ,' ~~':.':··. "Beyim elbet de iyileşecek... Beyim elbet de 1

vatanına hizmetler edecek," diye kendi kendi- l me söylenir dururdum... Allah bir mucize

gösterdi, umudumu yalan çıkarmadı. Allah

boş yere mucize göstermez. inşallah bu hiz­

metten de sag geliriz.

İslim Bey - Kim bilir!

Zekiye - Allah'ın bir mucize daha göster­

meye gücü yok mudur? Hakkın adaJ.etine, va­

tamn büyüklüğüne inancını ını unuttun?

İslim Bey- Haşa1 bir zaman unutmam.

Allah büyüktür. Vatan kutsaldır.

Sekizinci Meclis

Öncekiler, Abdullah Çavuş

Abdullah Çavuş (Odaya girerek) - Haydi

bey.

İslim Bey- Nereye?

Abdullah Çavuş - Kaleden şimdi çıkınalı

ki orduya girmek mümkün olsun. Gideceği­

miz yollardan dolaşmaya üç dört saat ister.

Giysiler hazır.

İslim Bey- Ne taraftan gideceğiz?

Abdullah Çavuş - Ben yol buldum.

İslim Bey - Bir kere Miralay Bey' i görsek

olmaz mı?

Abdullah Çavuş - o zaten geliyor.

İslim Bey - Keşke biz gitseydik.

Abdullah Çavuş - Ay, o bizim ayağıımza

gelirse kıyamet mi kopar?

ı Asla.

-78-

,,1

Page 78: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Dokuzuncu Meclis

Öncekiler. Sıdk.ı Bey

Sıdkı Bey (Odaya girer) - Hazır mısıııı~

çocuklar?

Abdullah Çavuş - Gidiyoruz; ama bir kaç

gün bizden haber alamazsan merak etme.

Sullu Bey - Bir kaç gün ne demek ya?

Abdullah Çavuş - Bir kaç gün, bir kaç

gün demek. Saklanmalı, fırsat aramalı, bir

pundunu düşürmeli de orduya öyle girmeli.

Misafirliğe gitmiyoruz!

İslam Bey - Abdullah'ın dediği gibi olur-

1Sa, iş daha güvenli olur.

Sıdkı Bey - Ben işin çabuk tutulduğunu 1isterim.

İslam Bey - Siz bilirsiniz. Bence bir gün

. önce ölmekle bir gün sonra ölmenin hiç farkı

yok.

Abdullah Çavuş - İş iki gün geeikecek

olursa kıyamet mi kopar?

(SiLah başına trampetesi vurulur.)

Sıdkı Bey - Yine mi saldın! Heriller öl­

mekten de bıknııyorlar!

Abdullah Çavuş- Haydi bey, top başla­

'dı. Gülle arasından geçmeli. Kavgada ondan

~üvenli yol yoktur.

İslam Bey - Haydi... Ecel bizi bekliyor.

Yaşasın vatan!!!

(İsl.fun, Zekiye, Abdullah çıkar.)

Sıdkı Bey (Zekiye'ye dikkatli dikkatli ba­

karak)- Oğlum mezarda yatıyor ...

(PERDE KAPANlR)

-79-

Page 79: Namık kemal - vatan yâhut silistre

'i

j '

Page 80: Namık kemal - vatan yâhut silistre

PERDE IV

Birinci Meclis (rabyanm bir başka yeri.)

Sıdkı Bey (Kendi kendisine)- Hiç gerek­

siz yere üç adamın kanına girdim. Şüphe

yok ki şehit olmuşlardır. Meger düşman za­

ten gidiyornıuş ... Meger düşündügüm önle­

me hiç de gerek yokmuş ... Ben şimdiye ka­

dar gönlümü taş olmuş bilirdim. Haremi­

min1 benim için öldügünü duydum. Oglu­

mun ölümünü haber aldım. Kızın kayboldu

dediler. Dünyada Rüstem'den başka kim­

sem kalmamıştı. Dün o da şehit oldu. Kuca­

gıma düştü. İslam'ın. şu kalede herkesten

kutsal, herkesten gerekli, herkesten büyük

bildigim İslam'ın, elimle gözlerini bagladım,

kurban olmaya gönderdim. On yıldır her

türlü kahnmı çeken zavallı Abdullah da bir­

likte gitti, hiç birine üzülmedim. Gönlüm

gerçekten taştı, üzerine kılıçla vursalar bel­

ki bir parçası kopardı; ben yine duyınazdım.

O çocuk! O çocuk! Gözümün önüne getirdik­

çe yüzünün parlaklıgı ateş gibi cigerime ya­

pışıyor. Sanki iş yaptım! Hiç agzında ninesi­

nin sütü kokan zavallı ölmeye gönderilir mi?

ı Eşirnin.

-81-

Page 81: Namık kemal - vatan yâhut silistre

(Bir az düşündükten sonra) Bırak a efen­

dim ... Hala gönlüm insan gönlün e benzerne­

mişi Yüregim taş mı kesildi? Hala, içinden

kan sızıyor. .. Çocuk bir az merhumeye 1 ben­

ziyordu, yüzüne baktıkça kimi zaman oglum

aklıma geliyordu, kimi zaman kızım. Bu ka­

dar üzüntü hep ondan degil mi? İnsan zayıf,

insan güçsüz ... Bir türlü kendisini yenemi­

yor ... Bir türlü yaratılışına üstün gelemi­

yor... Ben de kendimi gönlüme egemenim

sanırdım, yazık ...

İkinci Meclis

Sıdkı Bey, Bir Kaç Zibit

(İçeri girerler.)

Zabitlerden Biri - Bey, düşman çadırla­

nnı yıkmaya başladı. Gece Tuna'ya köprüsü­

nü kunııuş. Her taraftan çekiliyor.

Sıdkı Bey - Ben de gördüm.

Birinci Zibit- Emretsenize dışan çıka­

lım. Belki bir kaç top, bir iki bayrak bıraktın­

nz.

Sıdkı Bey - Yüz çevirmiş düşmanın ar­

kasına düşmek neye gerek?

İkinci Zibit- Süphanallah! Buradan git­

tiyse, devletle banş etmedi ya. Askerini Tu­

na'nın başka bir yerine gönderecek degil mi?

Oradakiler de bizim kardeşimiz. Daha bir kaç

kişiyi bu topraklarda alıkoysak ne olur?

Sıdkı Bey- Yüzünü geri çevirtmiyelim.

Birinci Zibit - Çevirirse ne olabilir ki?

1 Ölen eşinden söz ediyor.

·82·

,1' ~

J

i 1 1 )

~ ,:~ 1

:l

Page 82: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Geldiği zaman ne yaptı ki, giderken ne yapa­

cak? Yüzünden yılmadık, arkasından ını yıla­

cağız? Eınret çıkalıını Emret toplar işlesin.

Öbür tabyalar topa başladı. Her yandan dışa­

n asker dökülüyor.

Üçüncü Meclis

Öncekiler, Abdullah

(Abdullah Çavuş koşarak gelir.)

Sıdkı Bey - Abdullah.

Abdullah Çavuş - Efendim.

İkinci Ziibit- Bey, emredin. top atsınlar.

Yolculan selamlasınlar. Askerimizle uğurla­

maya çıkalım. Hiç olmazsa dostumuz, Os­

ınanlılar yol yordam bilmezmiş demesin.

Sıdkı Bey- Pek iyi, pek iyi, sizin dediği­

niz gibi olsun. Gidin! Yapın! Ben de arkanız­

dan yetişirim.

(Ztibitler çıkar.)

Dördüncü Meclis

Sıdkı Bey, Abdullah

Sıdkı Bey - Abdullah!

Abdullah Çavuş - Buyur.

Sıdkı Bey - Çocuk nerede?

Abdullah Çavuş - Çocuk mu? Nerede

olacak? İslam Bey'in yanında.

Sıdkı Bey - Ey, İslam Bey nerede?

tj ' Abdullah Çavuş - Dışanda.

·~. · Sıdkı Bey - Sağ mı?

-83-

Page 83: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Abdullah Çavuş - Ben bıraktığım zaman

sağdı. İkisi de sağdı. Amma şimdi bilmem.

Sıdkı Bey - Söyle bakayım, ne yaptınız?

Ne oldu?

Abdullah Çavuş- İslam Bey midir, ne­

dir? O adam değil, Allahın gazabı. Çocuk da

sanki gölgesi. O bir yere gitti mi, bu, yanına

yapışıyor. Az kaldı hem kendilerini öldürte­

ceklerdi, hem beni. İşe göndermeye amma

adam aramışsınız! Ama ben ikisinden de hoş­

nutum, Allah da hoşnut olsun. Arslan şey­

ler. .. Yiğit delikanlılar ...

Sıdkı Bey - Ey ne yaptınız? Onu söyle!

Ne yaptınız?

Abdullah Çavuş- Buradan çıktık. Üç ge­

ce bir köyde yattık. Bir türlü ordunun yanına

yanaşamadık Sonra bir gizli yol bulduk. Sü­

rüne sürüne ta şu tepenin altına gittik. Ora­

da bir mağara var. Ben avcılık zamanından

bilirim. O mağarada saklandık. Düşman baş­

ladı gece yansı çadırlannı yıkmaya. İslam

Bey bunu gördü mü; tutabilirsen tut. O der:

"Ben elbet de çıkacağım." Gölge: "Ben de el­

bet de çıkacağım." Ben: "Etmeyin," dedim, ol­

madı; "Gerekmez," dedim, olmadı; "Düşman

gidiyor," dedim, olmadı. "Ee ... haydi çıkalım,

kıyamet mi kopar?" dedim, çıktık, sürüne sü­

rüne, gizlene gizlene cephanenin yanına epey

yaklaştık. Yaklaştık amma ne fayda? Cepha­

nenin çevresini karakol içinde karakol sar­

mış. Düşündük, çalıştık, bir türlü istediğimiz

yere sokulamadık. Ben: "Haydi selametle şu­

radan çıkalım," derken İslam Bey cephaneye

karşı bir tabanca atmasın mı? Meğer kapının

-84-

Page 84: Namık kemal - vatan yâhut silistre

önüne bir barut sandıgı indirmişler. Kurşun

da, ta vardı onu buldu ...

Sullu Bey (Sözünü keserek) - Sonra?

Abdullah Çavuş - Sonra ne olacak? Bir

gürültüdür koptu. Tüfege sanlan sanlana ...

Başladı üzerimize dolu gibi kurşun yagrnı­

ya ... İslam Bey sanki ölüme aşıkrnış gibi kur­

şunlan kucaklarnıya çalışıyor. Gölgesi zaten

yarundan ayrılmaz. Sanki ölümü gözürnle

gördüm desern inamn! Bereket versin, İslam

Bey üç yerinden yaralandı da, o mübarek de

hep ön tarafından yaralanır, bayıldı, yere yı­

kıldı. Ben omuzlanndan tutturn, çocuk da

ayaklanna sanldı, magaranın kenanndaki

çalılıga girdik, onu da beraber çektik ... kar­

gaşalıkta izimizi bulamadılar. Yavaş yavaş

magaramıza sokulduk. O arada iki kurşun da

benim kısmetime düştü. Biri sag küregirnin

üstündeydi çıkardım, öteki de buduında.

Hem ön tarafta hala duruyor.

Sullu Bey- Magaradan nasıl kurtuldu­

nuz?

Abdullah Çavuş - O yandaki düşman as­

keri, Tuna'yı gece geçmiş. Ben sabahleyin

magaradan başıını çıkardırn, çevreme bak­

tım, kimse yok. Yoldaşlarla kalktık, gittigirniz

sapa yola girdik, çalı aralanna gizlene gizlene

kaleye yaklaştık. Sabah açılır açılmaz baktık

ki, Arap tabyasından asker çıkıyor. İslam Bey

bunlan gördü mü; yine yıldınrn gibi sıçradı;

"Allahla andım olsun ki, bir cephane sandıgı

daha yakinadan kaleye girmeyeyim," diye bir

kere bagırdı, düştü askerin önüne ... Öteki za­

ten gölge dedik, a ... Ben de yanlannı bırak-

-85- ' ı

ıl

Page 85: Namık kemal - vatan yâhut silistre

mamak istedim ya. İslam Bey cehennemin

agzına atılıyor... Düşmana çattık. Bir elinde

tabanca. bir elinde kılıç ... "Ya Allah!'" dedi, bir

cephane arabasına doğru fırladı. Bir kurşun­

la ne araba kaldı, ne beygir, ne yanında as­

ker. .. Her birinin her parçası gögün bir köşe­

sine fırladı. Valiahi bey, araba ile arası, be­

nimle sizinaranız kadar ya vardı, ya yoktu.

Sıd.kı Bey - Arslan delikanlı!

Abdullah Çavuş - Onu da, bizi de Allah

sakladı. "Bey elverir, haydi gidelim. Miralay

Bey bizi bekler," dedim. Kavga barut, o ateş ...

Ayırabilirsen birini birinden ayır; baktım ol­

mıyacak... Düşmanın zaten yüzü dönmüş.

"Bir adam eksilmekle kıyamet mi kopar?" de­

dim, size haber vermeye geldim.

Sıdkı Bey - Aferin, Allah hepinizden razı

olsun. Vatanın ekmegi hepinize helal olsun ...

Abdullah Çavuş (Tabyadan dışarı baka­

rak)- Bak, bak bey, kaçıyarlar be! Daha ya­

nın saat olmadı. Aceleniz ne?

Sıdkı Bey - Düşmanın gittigine mi kızı­

yorsun?

Abdullah Çavuş- Bak, ben düşmanın da

o kadar korkagını sevmem. Sanki bir saat da­

ha ateş karşısında dururlarsa kıyamet mi ko­

par? Bey! İslam Bey geliyor. Allah Allah! Yine

elinde kılıcı kınlmış. Kaleye gelirken sanki

mezara gider gibi geliyor. (İslam Bey'e bağıra­

rak) Buraya gelsene! Miralay Bey bekliyor.

Sanki kaleye girersen kıyamet mi kopar?

Sıdkı Bey - Çocuk yanında yok mu?

Abdullah Çavuş- Gölge, arkasından ay­

nlır mı hiç? Hele içeri girebildi! Mübarek, ate­

-86-

;ı ,J

~ 'i ı

j

Page 86: Namık kemal - vatan yâhut silistre

şin ağzına giderken de bir az böyle yavaş yü­

rüsene! Ne olur, kıyamet mi kopar?

Sl(lltı Bey- Cenab-ı Hakka bin kere şü­

kür olsun... Şunların boşuna yere ölümüne

sebep olaydım, elbet de ya çıldınrdım, ya

kendimi öldürmek zorunda kalırdım. Hele yi­

ne Allah'ın yardımı yetişti.

(Bu aralık İslam Bey gelir.)

Beşinci Meclis

Öncekiler, İslam Bey

Sıdkı Bey - Gel oğlum! Gel beyiın! Gel

arslanımı Dünyada, ahirette, yüzün ak olsun.

Vatanını sevenlere ne büyük ibret dersi gös­

terdin, vatanı için ölmek istiyenlere ne güzel

örnek oldun. Vatan aşkı ete kemiğe bürünse,

elbet sen olurdun. Kahramanlıklannı Abdul­

lah'tan işittim. İşitıneye de gerek yoktu ya!

Seni bir kere gören, iki sözünü işiten ne oldu­

ğunu anlar. Beyim, hele Allah seni bize bağış­

ladı, hele Allah seni vatana bağışladı. Meğer

benim tasanın hep boşuna imiş, meğer düş­

man zaten gidiyormuş. Fakat kim bilirdi? Ca­

sus kullanmayı milletimizin şanına yakıştır­

madım ki böyle şeyleri araştırmak mümkün

olsun. Çekliğin emekleri helru et, umanın ki

bana danlmazsın.

İslam Bey - Bey, ne söylüyorsun? Öm­

rümde beni bu işe memur ettiğinizden büyük

iyilik görmedim. Siz bana vatanıının en büyük

yararlanndan birini emniyet ettiniz, siz bu ka­

lenin kurtulmasını benim çabamdan bekledi-

-87-

Page 87: Namık kemal - vatan yâhut silistre

:,, '

ı

niz; siz silah altında, düşman karşısında du­

ran bin arslanı esirlikten kurtarmak için dü­

şündüğünüz en büyük çareyi benim elime bı­

raktınız. Ben üç ay hasta yatmıştım. Bu kale-

ye hiç bir hizmet etınemiştim. Beni gayrette,

vatanseverlikte, vatan aşkında on bin kahra- ~~.··· mana tercih ettiniz. Kendinize bir tuttunuz. :; '

' Bir kere düşünsenize! Buradan gittiğim za- :'

man ben devlet kadar büyüktüm, çünkü dev- ,

letin en büyük yararı benimle sağlanabilirdi.

Vatan kadar kutsaldım, çünkü bana hainlik,

aynı vatana hainlik idi. On iki bin Osmanlı

kadar dehşetli idim, çünkü on iki bin Osman­

lı'mn göreceği hizmeti yalnız başıma yapmak

zorundaydım. Bir devlet gibi hatıp da dünyayı

dehşetler içinde bırakınak, milyonlarca nüfu­

su anasından ayrılmış yetimler gibi arkasın­

dan ağlatmak, on iki bin mert gibi dövüşe dö­

vüşe şehit olup da tarihlerde tek başına bir

ordu sayılmak, bir insarıa ne büyük şereftir.

Bir kere gözünüzün önüne getirsenize! Sen

gayretin ne demek olduğunu, büyüklüğün ne

demek olduğunu, benden çok daha iyi bilir­

sin! Vatammı ben kurtaraydım, vatan nerde

kalır; şu kaleciğin kurtulmasını ben sağla­

saydım, kendi gözümde ne kadar büyürdüm.

Bir hayat... Kırk elli yıllık bir hayat ... Kırk elli

yıllık değil, bitınez tükenmez olsun, şu bildiği­

miz hayat, şu gördüğümüz dünyada yaşamak

öyle bir büyüklüğün acaba bir dakikasına, bir

saniyesine değer mi? Ben ne öldüm, ne vata­

mmı, ne bu kaleyi kurtarınayı sağladım;, yine

zararı yok. Vicdanım pek iyi biliyor ki, vata­

mm için ölecektim. Hatta vatanıının bir kaç

-88-

J

Page 88: Namık kemal - vatan yâhut silistre

: 1 taştan yapılmış bir kaç duvan için ölecektim.

1 ' Beyim! Siz bana demin oğlum demediniz mi?

Ben de size baba diyeceğim. Baba sözünden

daha büyük, daha kutsal bir şey bulamıyo­

rum ki, onunla sesleneyim. Dünyada baba­

mın sayesinde var oldum; gerçekten adam ol­

duğumu, senin sayende öğrendim. Ver beyim,

babacığım, elini öpeyim.

Sıdk.ı Bey (İslam Bey' e sarılır, ainmı öper.

İslam Bey de zorla miralaym elirıi öper. Bir az

duraksamadan sonra) - Oğlum, arslanımı

Yanınızda bir çocuk vardı, onu göremiyorum.

İslam Bey (Yapmacık bir teliışla)- Çocuk

mu? Hangi çocuk? Anladım ... (Çevresine bakı­

narak bir az düşündükten sonra miralaya yak­

laşıp) Siz bana oğlum dediniz değil mi? Siz be­

ni evlatlığa kabul ettiniz değil mi? Gönlümde

bir sır var; danlmazsanız söylerim. Halk ya­

nında sormayın. Yalnız size söyleyebilirim.

Sıdkı Bey - Burada kim var ya? Ha, bi­

zim Abdullah! Sen bir az işine gitsene.

Abdullah Çavuş (Çıkarken)- Ne işim var

ki gideyim... Sanki ben burada bulunursam

kıyamet mi kopar (Abdullah çıkar.)

Altıncı Meclis

Sıdkı Bey, İslam Bey

Sıdkı Bey - Bir şey söyleyecektin?

İslam Bey - Çocuk buraya gelemez.

Sıdkı Bey - Niçin?

İslam Bey- Namahremdir1 de onun için.

1 Burada: Kızdır.

-89-

Page 89: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Sl(lkı Bey- Namahrem ne demek?

İslim Bey- Namahrem mi ne demek?

Beni söyletmek mi istiyorsun? Beyim, o Ma­

nastırlı bir kızdır! Birinci görüşte birbirimizi

sevdik. İkinci görüşte ayrıl dık. .. Ben vatamm

için buraya geldim ... O da benim için arkama

düşmüş, buraya gelmiş. Valiahi ben getirme­

dim. Geldiğinden de haberim yoktu. Beni

suçlama! Hem günahıma girersin, hem beni

bir büyük dert altında bırakırsın. Dünyada

en namuslu seni biliyorum. Bana senin gö­

zünde suçlu olmaktan büyük namussuzluk

olamaz.

Sulltı Bey - Şimdi sana kim suçlusun di­

yor? Yanındaki çocuk kız mıdır, dedin? Ma­

nastırlıdır öyle mi? Git şimdi, git! Ah! Zihnim­

den neler geçtiğini biliversen? Git çocuğu ge­

tir. Eğer düşündüğüm şeyler doğru çıkarsa,

bana yeniden can verirsin. İndimde oğlumun

makamına geçersin. Git diyorum. Benim Ma­

nastır'da bir kızım vardı. Kaybolmuş, aniadın

mı? Git de bul... Bulursan o vakit belki ger­

çekten baban olurum ...

İslam Bey (Şaşkınlıkla) - Çocuk! Çocuğu

istemiyor musunuz? O pek uzakta değil ... Şu­

rada ... Şu evde ... Çağırayım mı?

Sıclkı Bey - Hala duruyor!

İslam Bey - Zekiyel Zekiyel

Sıdkı Bey - KJzımın adını söylüyor!

İnsan dünyada bu kadar umulmadık devlete'

sahip olur mu?

İslam Bey - Zekiyel Seni çağınyorum

işitmiyor musun?

1 Tiilihe.

-90-

1

Page 90: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Yedinci Meclis

Sıdkı Bey, İsliim Bey, Zekiye

Zekiye (İslcim Bey' e) -Adamı hangi adıy­

la çağınrlar (Miralay Bey'i göstererek) Baksa­

na! İkiınizi de rezilmi edeceksin?

Sıdkı Bey (Hemen Zekiye'nin yanına koşa­

rak, buyurgan tavır ile) - Sen Manastırlısın

değil mi?

Zekiye - Evet!

Sıdkı Bey - Babanın adı nedir?

Zekiye - Babamı görmedim ki bileyim.

Sıdkı Bey (Kendi kendisine) - Zavallı ço-

cuk! (Zekiye'ye) Ninenin?

Zekiye - Ninem öldüğü zaman ben ço­

cuktum. Evde herkes, hanım derdi, adını işit­

medim ...

Sıdkı Bey- Zavallı kadın!

Zekiye-Daha bir emriniz var mı?

Sıdkı Bey (Kendisini toplayarak) - Kar-

deşin var mıydı?

Zekiye - Evet, vardı.

Sıdkı Bey - Adı ne idi?

Zekiye (Dikkatle Miralay'ın yüzüne baka­

rak) - Acayip acayip şeyler soruyorsunuz!

Sıdkı Bey - Sadık değil miydi?

Zekiye (İsldm Beye) - Ah! Buldum, ba­

bamı buldum. İşte babam... İşte dünyaya

geldim geleli özlemini çektiğim babam ...

Şimdi sen inanmazsın ... Senin için öleceğİ­

me de inanmamış tın ... Bak! Bir kere gözleri­

ne bak! Ninem de benim için gönlünde bir

fızüntüsü olduğu vakit yüzüme tıpkı böyle

-91-

Page 91: Namık kemal - vatan yâhut silistre

bakardı. .. Bak! Yürüyüşüne dikkat et, kar­

deşim de bir telaşı olduğu zaman tıpkı böy­

le gezinirdi. Şimdi benim için ağlıyor değil

mi? Ben de biri için ağladığım zaman, bilir­

sin a, tıpkı ellerirole gözlerimi böyle kapa­

nın. Valiahi babamdır, billahi babamdır.

Gönlüm beni böyle sevgi işlerinde hiç bir za­

man aldatmaz.

İsliim Bey - Zekiyeciğim! Niçin bu kadar

telaş ediyorsun? Haline bakanlar vatanı teh­

likede sanır. .. Beyefendi için babamdır diyor-

sun ... Yemin ediyorsun ... Öyle mi? Ben de ye-

min ederim ki babandır ... O beni oğulluğa da

kabul etti ... Zaten baban olmasa bile, baban

olacak. .. Sen benim değil misin?

Zekiye - Seninim ... Yine seninim ... Ne

istersen emret! Sakın danimal Sakın kıskan­

ma! Babamı kıskanmazsın değil mi? Vatanın

için beni bıraktığın gibi, bana da kendin için

babamı bıraktınnazsın, değil mi?

İsliim Bey- Sana kim babamızı bıraka­

lım diyor?

Sıdkı Bey - Buraya gel! N inen benim için

verem döşeklerinde öldü, öyle mi? Kardeşin

can verirken ne dedi? Beni anar, beni arar,

çevresine mi bakardı?

Zekiye- Babacığım, bana acı! Buna acı

da, mezarlan, rahat döşeklerini gözümün

önüne getirme! O kadar benzin atmış ki, şim­

di seni de mezardan çıkmış sanacağımda ya­

nından kaçacağım.

Sıdkı Bey- Benim adaletli Halik'ım!' Be­

nim merhametli Allah'ım! Sonunda kulunu

1 Yaratıcım; Tannrn.

-92-

Page 92: Namık kemal - vatan yâhut silistre

dünyada yalnız bırakınadıni Sonunda bu za­

vallıyı her şeyden umutsuz etmedin. Bağışına

yüz bin kere şükürler olsun. Ne yaptım ki be­

ni bu kadar iyiligine layık gördün? Bak, ken­

di kendime yakışıksız şeyler söylüyorum! Ce­

nab-ı Hakkın da mı cömertligi bir nedeni ge­

rektirecek?

İslam Bey- Evet beyim! Benim inancım­

ca, Allah'ın bu türlü bağışlan bir nedenle,

hak etmekle gelir ... Ne yaptın mı diyorsun?

Her yaptığını bilmem, şu kadar bilirim ki

kendini gerçekten insan etmişsin. Beyim, şu

tabyada hepimiz organ idik, a.Iettik; ruh sen­

din. Ölümden korkmadın; hiç ruh ölümden

korkar mı? Senin korkmadıgını gördüğü için

kimse de korkmadı. Herkese ömek oldun.

Övgü için, övünmek için söylemem; benden,

kızından, Abdullah'tan başka kimde gayret

gördünse, o gayretin bir azı da senin sayen­

dedir. İşte bak, Allah sen yürekte olan insan­

lan dünyada da malızun bırakmaz, ahirette

de ...

Sl(lltı Bey- Oğlum! Zihnin büyük hayal­

lere kaçıyar. Ben güçsüz kulum. Burada gö­

revimi yerine getirmekten başka bir şey yap­

madım.

İslam Bey - Her görevi yerine getirmek o

kadar kolay bir şey midir? Herkes seni önün­

de görmemiş olsaydı, acaba kaç kişi görevini

yerine getirmeye çalışırdı?

Sıd.kı Bey- Sen de mi halkımızı bilmi­

yorsun? O gayret milletin kanında var. Her­

kes anasından o vatanseverlikle doguyor.

İslam Bey - Ben o sözüne belki senden

-93-

Page 93: Namık kemal - vatan yâhut silistre

çok inanınm. Ancak, siz de bu milletin hep

bir örnek görmeye, hep önünde bir büyük

adam bulmaya muhtaç olduğ;unu inkar ede­

mezsiniz a?

Sıdkı Bey - Muhtaçtır. Fakat kendini

muhtaç sandığ;ı için muhtaçtır. (Birdenbire

tavnnı değiştirerek) Acayip şey! Herkes zev­

kinde safasında ... Biz burada ağ;ır ağ;ır konu­

lardan söz ediyoruz. Size ayıp değ;il, çocuğ;u­

nuz yok ki evladın ne olduğ;unu bilesiniz. Ya

ben! Benim iki ciğ;erparem vardı. On beş yıl­

dır ikisini de görmemiştim. İkisini de bütün

bütün malıvolmuş sanıyordum. Şimdi gözü­

mün önünde birinin vücudu duruyor. Biri­

nin Hak tarafından gelme bedeli' geziyor. Ah!

Gönlümün ne halde olduğ;unu bilmezsiniz ...

Ben onu taş olmuş da ötesine berisine dam­

la damla kan oturmuş sanıyordum. Şimdi

hissediyorum, o taş elmas gibi parlamaya

başladı. O kanlardan sanki deste deste gül­

ler açıyor. On beş yıllık ömrümü gözümün

önünden geçiriyorum. Ne gibi geliyor bilir

misiniz; sanki bir mezara girmişim de on beş

yıl uyumuşum, daha şimdi uyanıyorum,

dünyayı daha şimdi görüyorum. (Zekiye'ye)

Kızım! Ben yine dirildim. Ben yine gencel­

dim. Bak! O kadar zaman özlemini çektiğ;in

babanın yüzüne bak! Şimdi mezardan çık­

mış sanmazsın. Babacığ;ını sever misin? Bu­

nun kadar sev demem; ama bir az sevsen

fena etmezsin. Zavallıya bir bakışın, iki sö­

zün, on beş yıllık ömrünü, on beş yıllık alış­

kanlıklannı unutturdu.

I Dengi; eşiti.

-94-

Page 94: Namık kemal - vatan yâhut silistre

İslam Bey - Zekiye sizi sevmeyeceğini

söylerse, beni sevdiğine de inanmam.

Zekiye - Onun sevgiye inanmamak eski

alışkanlıgıdır. Kendisi sever de, başkasının

sevdiğine inanmaz. Babacığım, ben onun için

hayatımı feda ettim, ama kendime söz geçir­

mek elimde değildi. Sizin için... Eger... Eğer

onu düşünmesem, kendi seçimirole can veri­

rim.

Sıdkı Bey- Kızım! Ben o kadannı istemi­

yorum. Beni de gönlünden bütün bütün çı­

kanna!

İslam Bey - Acaba dünyada senin gibi

babayı sevmemek hangi evladın elinden ge­

lir?

Sıdkı Bey - Beni sen de bir az seversin

değil mi?

İslam Bey - Hem ne kadar sevdim bilir

misiniz? Vatanım kadar diyemem, yalan olur.

Zekiye kadar desem, ona da siz inanmazsı­

mz ... Canım kadar ... değil, çünkü can gözü­

me pek değersiz görünüyor ... Buldum beyim!

Babam kadar ... Gerçekten babam kadar se­

verim.

Sıdkı Bey- Soracağım şeye doğru bir ce­

vap verirseniz beni sevdiğinize o vakit inam­

nm.

İslam Bey ve Zekiye (Bir zamanda) - Bu­

yunm! Sorun babacığım

Sıdkı Bey (Hafif bir gülümsemeyle araları­

na sokularak)- Düğünümüz, yani düğünü­

nüz, ne zaman olacak? (Zekiye utanarak önü­

ne bakar.)

İslam Bey (Duraksayarak) - Dügün mü?

-95-

Page 95: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Bendeniz bil em em ... Siz ... Nasıl düğün? Gene

inide1 sizin.

Sıdk.ı Bey- Eğer irade benimse, en uza­

ğı bu geceye kadar bekleriz. (Saate bakarak)

0 ... Daha dört buçuk saat var! Dört buçuk

saat! Bir insan ömrü kadar! Ne çare! Allah sa­

bırlar ihsan etsin.

Zekiye - Beybabacığım! Kızcağızınızla mı

eğleniyorsun?

(Uzaktan uzağa marş başlar, gönüllülerin

sesi de işitilir.)

Sıdkı Bey- Bak! Yalnız ben eğlenmiyo­

rum ya, herkes de bir türlü eğleniyor. Onlar

da bizim kadar memnun. Yemin ederim ki bu

memnunluk, kalenin kurtulduğundandır;

kendi kurtulduklanndan değildir. (İslam

Bey'e) Ne dersin? Bu kadar kuşatma, bu ka­

dar sıkıntı geçirdik. Şu bildiğimiz edepsizden

başka, kimse hiç bir şeyden bir kere olsun şi­

kayet etmedi.

İslim Bey - Halkta gerçekten gayret var!

Sıdkı Bey- Ona şüphe yok. Aman dinle­

yin! Bana bu hava pek dokunur. Musikisi de,

sözleri de vatan gayretinin yaktığı yürekler­

den çıkmış olmak gerek. ..

(Askerler, gönüllüler, Abdullah Çavuş gelir. ,

Bir bölük geçmeye başlar.)

İşte aduv karşıda hazır silah

Arş yiğitler vatan imdadına

Arş ileri, arş bizimdir felah

Arş yiğitler vatan imdadına

Cümlemizin validemizdir vatan

Emir.

-96-

Page 96: Namık kemal - vatan yâhut silistre

Herkesi lütfiyle odur besiiyen

Bastı aduv gögsüne biz sag iken

Arş yigitler vatan imdadına

Şan-ı vatan, hıfz-ı bilad ü ibad

Etmededir süngünüze istinad

Milleti eyler misiniz namurad

Arş yigitler vatan imdadına

Rehberimiz gayret-i merdanedir

Her taşımız bir nice bin canedir

Cane degil meyl bu gün şanedir

Arş yigitler vatan iı:ndadına

Yare nişandır tenine erierin

Mevt ise son rütbesidir askerin

Altı da bir üstü de birdir yerin

Arş yigitler vatan imdadına'

Sl(lltı Bey - Arslanlanm, nereye gidiyor­

sunuz? Düşman defoldu, acele bir işimiz kal­

madı. Durun da bir az miralayınızı dinleyin.

Yemegi beş dakika sonra yeseniz olmaz mı?

Abdullah Çavuş - Emredersen beş saat

sonra yeriz. Kıyamet mi kopar?

Sıdkı Bey. - Siz bu tabyayı canınızdan

İşte düşman karşıda hazır silah 1 Yürüyün yiğitler

vatanın yardımına 1 Yürüyün ileri, yürüyün, bizimdir kurtuluş 1 Yürüyün yiğitler vatanın yardımına 11 Türnümüzün annemizdir vatau 1 Herkesi iyiliğiyle odur besleyen 1 Bastı düşman göğsüne biz sağ iken 1 Yürüyün yiğitler vatanın yardımına 11 V atanın ünü, beldelerin ve kulların korunması 1 Süngünüzüu sayesinde olacaktır 1 Milleti, isteğine kavuşturmamak ister misiniz 1 Yürüyün yiğitler vatanın yardımına 11 Kılavuzumuz yiğitçe çabalamakur 1 Her taşımız nice bin cana değer 1 Cana değil eğilim, bu gün ün kazan­mayadır 1 Yürüyün yiğitler vatanın yardımına 11 Yara madalyadır bedenine erierin 1 Ölümse son rütbesidir askerin 1 Altı da bir üstü de birdir yerin 1 Yürüyün yiğitler vatanm yardımına.

-97-

Page 97: Namık kemal - vatan yâhut silistre

değerli gördünüz. Her biriniz on kişiye karşı

durdunuz. Doksan gündür çekmediğ;iniz

bela, görmediginiz sıkıntı kalmadı. Osmanlı­

ların namusunu göklere çıkardınız. O şanlı

şanlı babalarınızın eviadı olduğunuzu göster­

diniz. Bundan sonra nereye giderseniz gidin.

Korkmayın, nereye gitseniz de, ben Silistre

muhafızlarındanım deseniz ummadığınız

saygıyı görürsünüz. Düşman toprağ;ında da

olsa, mert olan, kılıcınıza; insan olan, namu­

sunuza yemin eder. Cenab-ı Hak katında al­

nınız açıktır. Vatanını sevenleri Allah da se­

ver. Vatan sizden hoşnuttur; şu taşlar, top­

raklar gösterdiğiniz vatanseverliğ;i bilseydi,

araya araya eviadım bulmuş nineler gibi vü­

cudunuza dokundukça coşkusundan, iç ra­

hatlığından par par titrerdi. İnsanlık sizden

hoşnuttur; elbet de adınız yüzyılımızda tutu­

lan tarihierin en şanlı yaprakianna yazılır.

Cenab-ı Hak sizden hoşnuttur; ettiğiniz hiz­

metleri, şüphe yok ki, melekler şimdiden rah­

metle, saygıyla anıyorlar. Ettiginiz fedakarlı­

ğın değerini ben bilirim; ancak, acaba hizme­

tinizin değerini siz bilir misiniz? Vatanın en

büyük, yüce maksatlanndan birini kurtardı­

niZ. Vatanı kurtardıniZ demem; çünkü onun

esenliği dünyanın kefilliği altındadır. Baksa­

nıza, üç devlet gelmiş bizimle birlikte uğraşı­

yor.

Abdullah Çavuş - Sanki gelmemiş olsa­

lar kıyamet mi kopar?

Sıdkı Bey - Kıyamet kopmazdı, ama sı­

kıntı çekilirdi.

İslam Bey- Ben o sıkıntıya razıydım. Biz

-98-

Page 98: Namık kemal - vatan yâhut silistre

yardımcısız da bu topraklan koruyabilirdik

Ölürdük, mahvolurduk, yine mağlüp olmaz­

dık.

Sıdk.ı Bey - Öyledir, ama niçin yardım­

dan şikayet edelim? İnsanlık, uygarlık bizi

haklı görüp de imdadımıza koşunca, neden

memnun olmayalım? Bize yakışan vatan sev­

gisidir, gurur değil! Askerler, ***in bir kalesi­

ni kurtardık, bir çok şehit de verdik. Haydi

bakayım, bana bir"*** çok yaşa!" çağınn.

(Asker Trampete çalınarakl- *** yaşa!

Sıdkı Bey (Hepsine) - Kardeşler! Canımı­

zı tehlikeye koyduk. Vatanımızın faydasım

koruduk. Yine de koruruz. Her zaman da ko­

ruruz. Biz Osmanlı değil miyiz? Osmanlılann

şanı her zaman vatanın en küçük faydası için

ölmektir. Biz de her zaman bu yolda ölmeye

hazınz. Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlılar.

İslam Bey - Haydi bakayım, sesiniz yok

mu? Yaşasın vatan! Yaşasın Osmanlıları

Hepsi (Bir ağızdan)- Yaşasın vatan! Ya­

şasın Osmanlıları

(PERDE KAPANIR)

SON

-99-

Page 99: Namık kemal - vatan yâhut silistre