necİp fazil kisakÜrek’te dİn duygusu ve tasavvuftez.sdu.edu.tr/tezler/ts01048.pdf ·...
TRANSCRIPT
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
NECİP FAZIL KISAKÜREK’TE DİN DUYGUSU VE TASAVVUF
Ramazan ŞANLI YÜKSEK LİSANS TEZİ
Danışman: Doç. Dr. Ramazan GÜLENDAM
ISPARTA-2011
i
ÖNSÖZ
Varlıkların en üstünü olan insan, madde (beden) ve manadan (ruh) oluĢan bir
bütündür. Ġnsanı diğer varlıklardan farklı ve özel kılan, ruhî ve manevî bir boyutunun
olmasıdır. Ġnsanın mutluluğu, maddî ve manevî ihtiyaçlarının dengeli bir Ģekilde
karĢılanmasına bağlıdır. Materyalist mantıkla kurgulanan modern yaĢam anlayıĢı,
bilime ve maddeye değer verirken manaya ve metafiziğe sırtını dönmektedir. Her
Ģeyi maddeden ibaret gören ve insanın manevî yönünü doyuramayan bu materyalist
anlayıĢ, insanı bunalımdan bunalıma sürüklemekte ve huzursuz etmektedir.
Huzursuzluğunu ve bunalımını maddî dünyanın verileriyle tedavi edemeyen insan,
farklı çözüm yolları arayarak kendi içine dönmekte, ruh dünyasının derinliklerine
yönelmektedir. Bu ruhî ve manevî arayıĢlar, insanı dine ve dinî olana yöneltmektedir.
Bu kaynağı bulamayıp ruhî hafakanlarını bu kaynaktan tedavi edemeyen birçok
insan, hayatını intiharla sonlandırmıĢtır. Dine yönelen ve bu kaynaktan beslenen pek
çok kiĢi ise bir dine, bir inanca sahip olmanın olumlu etkisi ile daha huzurlu ve
verimli bir ömür sürmüĢtür.
Genel olarak söyleyecek olursak ilk insandan beri insanoğlu, ruhî ve manevî
ihtiyaçlarını dinle doyurmuĢtur. Din, insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Dinin
herkes tarafından bilinen, ilkelere ve naslara dayanan yönü, nesneldir; kiĢiden kiĢiye
değiĢmez veya değiĢmemesi gerekir. Dinin algılanması ise, biraz kiĢisel bir
meseledir. Her kiĢinin, dini özümsemesi ve yaĢaması kendine özgüdür. Birçok dinde
olduğu gibi Ġslâmiyet‟te de değiĢik anlayıĢ ve sebeplerden dolayı dini, daha içten,
daha derinden ve daha samimi yaĢama gayretleri olmuĢtur. Ġslâm dininin
kaynaklarından hareketle oluĢturulan dini daha derinden yaĢama gayretine veya diğer
bir deyiĢle; dini, hayata hayat kılma çabalarına “tasavvuf ” denir. Tasavvuf, bir nevi
Ġslâmiyet‟in ruhu ve özüdür. Nefsi ıslah edip kötü ahlâkî özelliklerin yerine yüksek
ahlâkî değerleri ikâme etmeyi amaçlayan din ve tasavvuf; birçok Ģair, yazar ve
sanatçı için de esin kaynağı olmuĢtur. Bu kiĢiler, eserlerini bu kaynaklardan
beslenerek vermiĢlerdir. Cumhuriyet dönemi edebiyatına hem sanatı hem de
kiĢiliğiyle damgasını vuran Necip Fazıl Kısakürek de bu kaynaklardan beslenerek
eser veren sanatçılardan biridir. Bu araĢtırmamızın da temel amacı, Necip Fazıl‟ın
ii
Ģiirlerinden ve nesirlerinden hareketle din ve tasavvufun, Necip Fazıl Kısakürek‟in
eserlerine ne ölçüde yansıdığı ve sıkça ele aldığı bazı temaların tasavvufla
bağlantısının tespitidir. Biz çalıĢmamızı, Necip Fazıl‟ın dinî ve tasavvufî yönelimini
aĢama aĢama anlatacak bir yöntemle kurguladık.
Birinci bölümde Necip Fazıl‟ın doğumundan, çocukluğundan, aile
çevresinden, eğitim hayatından, edebî anlayıĢından, yayıncılığından bahsederek
ölümüne kadar olan hayatını aĢama aĢama anlattık. Bu bölümde Necip Fazıl‟ın
tasavvufa yöneliĢi ve Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢması da anlatıldı. Bu aĢamaya
gelinceye kadar Necip Fazıl‟ın aile çevresinden, eğitim hayatından, etkilendiği
hocalardan, okuduğu kitaplardan izler sürerek din ve tasavvuf duygusunun
oluĢumunu, geliĢimini kolaylaĢtıran ve bu alana yönlendiren sebepler üzerinde
durduk.
Ġkinci bölümde tasavvufun tanımını yaparak tasavvufun gayesini belirtmeye
çalıĢtık. Bunu Necip Fazıl‟ın Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu adlı kitabındaki
görüĢlerini temel alarak yaptık. Ayrıca Abdülhakîm Arvâsî‟ye ait olan ve Necip Fazıl
tarafından, sadeleĢtirilerek yayımlanan Tasavvuf Bahçeleri adlı eser de temel baĢvuru
kaynaklarımızdan oldu.
Üçüncü bölümde ise Necip Fazıl‟ın Ģiirlerinde ve düz yazılarında sıkça geçen
dinî ve tasavvufî derinliği olan bazı kavramları ele alarak bunları, Necip Fazıl‟ın
yazılarından ve fikirlerinden yola çıkararak anlatmaya çalıĢtık. Bu bölümde yukarıda
saydığımız temel baĢvuru kitaplarından baĢka Necip Fazıl‟ın İman ve İslâm Atlası,
İdeolocya Örgüsü, Veliler Ordusundan 333, Başbuğ Velilerden 33, Çöle İnen Nur
adlı eserlerinden de sıkça faydalandık. Necip Fazıl‟ın konumuzla ilgili olabilecek
tüm kitaplarını okuyarak ilgili bölümlerden yararlandık. Bütün bunlardan baĢka
tasavvufu anlatan temel baĢvuru kitaplarından, tasavvuf sözlüklerinden sıkça
faydalandık.
Necip Fazıl, din ve tasavvuf konusuyla Abdülhakîm Arvâsî ile
tanıĢtıktan sonra daha çok ilgilenmeye baĢlamıĢtır. Önce ise din, özellikle de
tasavvuf konusu, çok yüzeysel olarak Necip Fazıl‟da kendini gösterebilmiĢtir. Necip
Fazıl, ilk dikkate değer Ģiirlerini 17-18 yaĢlarında yazmıĢ ve bu Ģiirlerde özentiden
doğan bir tasavvufî eda dikkat çekmiĢtir. Necip Fazıl‟ın bundan sonraki dönemi
iii
tamamen dinden ve tasavvuftan uzaktan geçmiĢtir. Özellikle Paris hayatı, dinden ve
manevîyattan tamamen uzak bir hayattır. Peki Necip Fazıl, böylesine bohem bir
hayat sürerken nasıl oldu da Abdülhakîm Arvâsî‟yle tanıĢtı? Onu Abdülhakîm
Arvâsî‟ye götüren sebepler neydi? Necip Fazıl‟ın dinî bir düĢünceye ulaĢması
birdenbire mi oldu? Bütün bu sorular, aslında bizim daha önce belirttiğimiz amaca
ulaĢtıracak cevaplar içermektedir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu soruların
cevabı, Necip Fazıl‟ın otobiyografik karakterli eserleri olan Kafa Kâğıdı ile O ve Ben
adlı kitaplarında mevcuttur. Bu eserlerden anlaĢıldığına göre Necip Fazıl ilk dinî
telkin ve terbiyesini büyük babası Mehmet Hilmi Bey‟den almıĢtır. Daha sonra
Bahriye‟deki edebiyat hocası Ġbrahim AĢkî Bey, Necip Fazıl‟ın din ve tasavvuf
bilincini kuvvetlendirmiĢ ve ona bu konuda kitaplar tavsiye etmiĢtir. Necip Fazıl‟ın,
o dönemin manevî büyüklerinden Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢması onun dine ve
tasavvufa olan ilgisini pekiĢtirmiĢ, Necip Fazıl‟ın tamamen din ve tasavvuf yörüngeli
bir hayat sürmesine vesile olmuĢtur. Necip Fazıl‟ın Abdülhakîm Arvâsî ile
tanıĢmadan önce Ģairlik vasfı ön plandayken bu dönemden sonra Ģiirleri giderek
azalmıĢ, nesirleri çoğalmaya baĢlamıĢtır. Bununla birlikte hem Ģiirlerinde hem de
nesirlerinde din ve tasavvuf konusu ağırlığını hissettirmeye baĢlamıĢtır. Din ve
tasavvufla ilgili olan bazı temaların ve konuların hem Ģiirlerinde hem de nesirlerinde
birbirine paralel olarak iĢlendiği görülür. Necip Fazıl‟ın, Ģiirde bazı temaları
Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢmadan önce de iĢlediği görülmüĢtür. Necip Fazıl‟ın dinî
ve tasavvufî bir dünya görüĢüne sahip olduktan sonra aynı temayı ele alıĢ
biçimindeki farklılıklar da tezimizin konularından biri olmuĢtur.
Tezimizin kapsamı, Necip Fazıl‟ın eserlerinde din ve tasavvufun
yansıması olduğundan, bu çalıĢma hazırlanırken Necip Fazıl‟ın siyasî içerikli yazı ve
kitapları hariç tüm kitaplarına ulaĢılmaya çalıĢıldı ve tezimizi destekleyecek veriler
toplandı. Belirlediğimiz bazı kavramları, Necip Fazıl‟ın eserlerinden, tasavvuf
kitaplarından ve tasavvuf terimleri sözlüklerinden hareketle dinî ve tasavvufî
boyutuyla açıklamaya çalıĢtık.
ÇalıĢmalarım boyunca benden kaynaklarını, zamanını ve yol gösterici
fikirlerini esirgemeyen tez danıĢmanım Doç. Dr. Ramazan GÜLENDAM‟a, zaman
zaman odasına uğrayıp fikirlerinden istifade ettiğim Prof. Dr. Menderes COġKUN‟a
teĢekkürlerimi sunmak isterim. Tezi hazırlama sürecinde benden ilgi ve desteğini
iv
esirgemeyen, benimle birlikte birçok geceyi uykusuz geçiren sevgili eĢim Meryem
ġANLI‟ya ve tam sevilecek çağındayken doya doya sevemediğim dünya tatlısı kızım
Sinem‟e de özellikle teĢekkür ederim. Bu tez Süleyman Demirel Üniversitesi
tarafından 2318-YL-10 numaralı proje ile desteklenmiĢtir. Bu nedenle kurumsal
olarak da Süleyman Demirel Üniversitesi‟ne katkılarından dolayı teĢekkür ederim.
Ramazan ġANLI
ISPARTA, 2011
v
ÖZET
NECİP FAZIL KISAKÜREK’TE DİN DUYGUSU VE TASAVVUF
Ramazan ŞANLI
Süleyman Demirel Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi, 102 Sayfa, Haziran 2011
DanıĢman: Doç. Dr. Ramazan GÜLENDAM
Necip Fazıl, Cumhuriyet devri Türk edebiyatını, hem fikir adamı olarak hem de
edebiyatçı olarak derinden etkileyen özgün bir kiĢiliktir. Necip Fazıl; Ģiirden tiyatroya,
romandan hikâyeye, tarihten tasavvuf ve felsefeye hemen her alan ve konuda kalem
oynatmıĢ, dikkate değer eserler vermiĢtir. Eserleri, edebî görüĢleri, fikirleri ve fikrî
mücadelesiyle hem çağdaĢlarını hem de daha sonra gelen yazar, Ģair ve fikir adamlarını
derinden etkileyerek geniĢ bir etki alanı oluĢturmuĢtur. Necip Fazıl‟ın edebî ve fikrî etkisi,
günümüzde de birçok yazarda, Ģairde, fikir adamında belirgin olarak hissedilmektedir.
Bundan dolayı, Ģairliğiyle Ģöhret bulan ve devrinde “sultanü‟ş şuara” ünvanını alan Necip
Fazıl‟ı ve fikirlerini inceleme ihtiyacı hissettik. Dönemin manevi önderlerinden Abdülhakîm
Arvâsî ile tanıĢması, Necip Fazıl‟ın hem düĢünce hayatında hem de dünya görüĢünde köklü
bir değiĢime ve kırılmaya neden olmuĢtur. Bu tanıĢmadan sonra Necip Fazıl, dinin ve
tasavvufun yörüngesinde bir hayat sürecektir. Bizim çalıĢmamızın temelini de Abdülhakîm
Arvâsî ile tanıĢıklıktan sonra çok daha belirgin hale gelen “din ve tasavvuf ”un Necip
Fazıl‟ın eserlerine yansıması konusu oluĢturur. Necip Fazıl‟ın Ģiirlerini ve düzyazılarını
inceleyerek bu eserlerde sıkça tekarlanan dinî ve tasavvufî kavramları tespit ettik. Bu
kavramları Necip Fazıl‟ın kendi eserlerinden ve onu tesiri altına alan Abdülhakîm Arvâsî‟nin
eserlerinden haraketle açıklamaya çalıĢtık.
ÇalıĢmamızı üç bölüme ayırdık. Birinci bölümde, Necip Fazıl‟ın hayatını, edebî
anlayıĢını ve tasavvufî dünyaya giriĢini anlattık. Bunu yaparken aile çevresinden ve
öğretmenlerinden gelen dinî-tasavvufî etkiyi de tespit ederek vurguladık. Ġkinci bölümde,
tasavvufun tanımını yaparak Necip Fazıl‟ın tasavvuf hakkındaki görüĢlerini ve tasavvufa
bakıĢını anlattık. Üçüncü bölümde ise Necip Fazıl‟ın eserlerinde sıkça tekrarlanan dinî ve
tasavvufî kavramları, Necip Fazıl‟ın tasavvuf hakkındaki görüĢlerinden, Abdülhakîm
Arvâsî‟nin eserlerinden, tasavvuf hakkında yazılmıĢ eserlerden ve tasavvuf sözlüklerinden
hareketle çok yönlü olarak inceledik. Tezimizi konuya genel bakıĢımızı ifade eden bir sonuç
yazısıyla bitirdik.
Anahtar Kelimeler: Necip Fazıl Kısakürek, Abdülhakîm Arvâsî, din, tasavvuf, dinî
ve tasavvufî değişim.
vi
ABSTRACT
RELIGION SENTİMENT AND SUFISM İN NECİP FAZIL KISAKÜREK
Ramazan ŞANLI
Süleyman Demirel University, Turkish Language and Literature Department
Thesis of Master Degree, 102 Pages, June 2011
Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Ramazan GÜLENDAM
Necip Fazıl is a peculiar figure, who has deeply affected the Turkish Literature of
Republic Period, as both headworker and a man of letter. Necip Fazıl wrote and gave
remarkable works nearly in every field and subject from poem to theatre, from novel to story
and from history to Sufism and philosophy. He has made a wide effect scope with his works,
literary ideas and intellectual struggle by influencing deeply both his contemporaries and
subsequent authors, poets and headworkers. Necip Fazıl‟s literary and intellectual influence
is clearly perceived on many poets and headmasters today. For that reason, we felt the need
of making a study of Necip Fazıl, who became a well-known person with his poesy and was
entitled as Sultan of Poets (sultanü‟Ģ Ģuara), and his thoughts. Necip Fazıl‟s acquaintance
with one of spiritual leaders of his time, Abdulhakim Arvasi, created an essential alteration
and break both in his intellectual life and world-view. After this acquaintance, Necip Fazıl
would lead a life in path of religion and sufism. The reflection of “religion and Sufism”,
which became more manifest after acquaintance with Abdülhakîm Arvâsî, in Necip Fazıl‟s
works, forms the foundation of our study. By analyzing Necip Fazıl‟s poems and proses, we
determined the religious and sufistic notions that are constantly repeated in these works. We
tried to explain these notions by starting from Necip Fazıl‟s own works and works of
Abdülhakîm Arvâsî who influenced Necip Fazıl.
We ramified our study into three sections. In the first section, we explained Necip
Fazıl‟s life, his literary understanding and his entry to Sufistic world. While doing this, we
also emphasized by determining the religious and Sufistic influence coming from both his
family circle and teachers. In the second section, by defining Sufism, we explained Necip
Fazıl‟s opinions about Sufism and his viewpoint on Sufism. In the third section, we all-round
analyzed religious and sufistic notions that are constantly repeated in Necip Fazıl‟s works by
starting from Necip Fazıl‟s opinions about Sufism, Abdülhakîm Arvâsî‟s works, works
written about Sufism and dictionaries on Sufism. We concluded the thesis with a conclusion
reflecting our view to the subject.
Key Words: Necip Fazıl Kısakürek, Abdülhakîm Arvâsî, Religion, Sufism, Religious
and Sufistic alteration.
vii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ......................................................................................................................... i
ÖZET ........................................................................................................................... v
ABSTRACT ............................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ vii
KISALTMALAR ...................................................................................................... ix
BİRİNCİ BÖLÜM
NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN HAYATI VE SANATI
1. Doğumu, Çocukluğu ve Ailesi ................................................................................. 1
2. Eğitim Hayatı ........................................................................................................... 5
3. Dergiciliği ve Yayıncılığı ......................................................................................... 7
3.1. Ağaç .................................................................................................................. 8
3.2. Büyük Doğu ..................................................................................................... 9
3.3. Borazan ........................................................................................................... 13
4. Edebî AnlayıĢı ve Sanatkârlığı ............................................................................... 14
5. Necip Fazıl Kısakürek‟te Din ve Tasavvuf Duygusunun GeliĢmesinde Etkili Olan
KiĢiler ......................................................................................................................... 27
5.1. Mehmet Hilmi Efendi ..................................................................................... 28
5.2. Mediha Hanım ................................................................................................ 29
5.3. Anneanne ........................................................................................................ 30
5.4. Ġbrahim AĢkî ................................................................................................... 31
5.5. Ahmet Hamdi Akseki ..................................................................................... 33
5.6. Abdülhakîm Arvâsî ........................................................................................ 34
6. Ölümü ..................................................................................................................... 39
viii
İKİNCİ BÖLÜM
TASAVVUF NEDİR?
1. Tasavvuf Nedir? ..................................................................................................... 41
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
NECİP FAZIL KISAKÜREK’TE DİNÎ VE TASAVVUFÎ KAVRAMLAR
1. Çile ......................................................................................................................... 45
2. Allah ....................................................................................................................... 49
3. Peygamber ve Peygamberlik .................................................................................. 52
4. Ölüm ....................................................................................................................... 56
5. Nefis ....................................................................................................................... 64
6. Ben ve Benlik ......................................................................................................... 69
7. Tasavvuf Ehli, Tasavvuf Önderleri ve MürĢit ....................................................... 73
8. Kerâmet .................................................................................................................. 83
9. Varlık–Yokluk ....................................................................................................... 84
10. Akıl ....................................................................................................................... 89
11. Sabır ..................................................................................................................... 91
12. Kader .................................................................................................................... 93
SONUÇ ...................................................................................................................... 95
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 98
ix
KISALTMALAR
A.Ü.Ġ.F. :Ankara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi
age : Adı geçen eser
agm : Adı geçen makale
agt :Adı geçen tez
Bkz. : Bakınız
C. : Cilt
Çev. : Çeviren
Ed. : Editör
Haz. : Hazırlayan
md. : Madde
s. : Sayfa
S. : Sayı
1
BİRİNCİ BÖLÜM
NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN HAYATI VE SANATI
1.1. Doğumu, Çocukluğu ve Ailesi
Necip Fazıl, ÇemberlitaĢ‟ta büyükbabasına ait büyük bir konakta dünyaya
gözlerini açar. Doğduğunda tarih, 26 Mayıs 1904‟ü göstermektedir.1 Necip Fazıl,
ailenin „„biricik oğlunun biricik oğlu‟‟dur.2 Onun doğumu konakta büyük bir
heyecan dalgalanmasına sebep olacaktır. Hemen büyük baba Mehmet Hilmi
Efendi‟ye müjde verilir. Büyük baba Mehmet Hilmi Efendi, Sarıyer‟deki köĢkünden
ÇemberlitaĢ‟taki konağa heyecanla gelir; yeni doğan torununun üstündeki tülü çeker
ve dudaklarından Ģu sözler dökülür : „„Allah koruyucuların en hayırlısı ve
acıyıcıların en merhametlisidir…‟‟3 Doğan çocuğa büyük babasının babası olan
Necip Efendi‟nin ismi verilir.
Necip Fazıl, Ģeceresi çok eskilere dayanan köklü bir aileden gelmektedir;
küçük yaĢta büyük babasından „„Maraşlılık ve Anadoluluk şuuru”4 aldığını, büyük
babasının kendisini daima kökeniyle alâkalanmaya davet ettiğini belirterek kökenini
Ģöyle açıklar: “Yavuz Sultan Selim devrinde Maraş‟ta hükümet süren ve
Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dulkadir (Zülkadir) oğullarına bağlı
Kısakürekler kolu… İçlerinde birçok büyük din adamı bulunan Kısakürek oğullarının
son vardığı halka, Mevlana Bektut Hazretleri, Dulkadir oğludur. Büyük babam da
Mevlana Bektut‟dan gelen kolun daima babadan oğula, ana dalı üstünde…” 5
1 Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek adlı eserinde Necip Fazıl‟ın doğum tarihi ile ilgili Ģu
açıklamayı yapar: “Biyografi kitaplarında ve edebiyat tarihlerinde Necip Fazıl‟ın doğum tarihi
olarak 1903‟ten 1907‟ye kadar çeşitli yıllar gösterilmiştir. O ve Ben adlı otobiyografisinde bizzat
Necip Fazıl, kendi doğum tarihi olarak 26 Mayıs 1320-1904 / Rebiülevvel 1323‟ü vermektedir.
Buradaki mali ve hicri yılların miladi karşılığı 1904 değil 1905 olması gerektiğinden daha sağlıklı
bir belge bulunana kadar 26 Mayıs 1905 tarihini tercih ettik.” Biz ise, Necip Fazıl‟ın kendisinin
verdiği 1904 tarihini tercih ettik. 2 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 2005, s. 12.
3 Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 2005, s. 39.
4 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 21.
5 age, s. 21-22.
2
Büyük baba Mehmet Hilmi Efendi, Ġstanbul Cinâyet Mahkemesi ve Ġstinaf
Reisliği‟nden emeklidir. Sultan II. Abdülhamit‟e Ermeniler tarafından yapılan Yıldız
Camii Suikasti sanıklarını yargılayan ve Mecelle‟yi kaleme alan heyet içinde yer alan
bir hukukçudur. Mehmet Hilmi Efendi, o devrin parasıyla 80 altın emekli maaĢı
almaktadır.
“Ayda beş altına kalabalık ailelerin geçindiği o günlerde, 80 altının ve ayrıca
birçok mülk ve akarlardan gelen iratların döndürdüğü bir konak”tan6 baĢka,
Beykozla ġile arasında bir çiftliği, Sarıyer‟de bir köĢkü, Büyükdere‟de bir yalısı,
KocamustafapaĢa civarında han ve evleri ile KapalıçarĢı‟da dükkânı bulunan7 bu aile,
o zamanın Ģartlarına göre hayli varlıklıdır.
Necip Fazıl, büyük baba Mehmet Hilmi Efendi tarafından çok sevilir ve her
zaman onun iltifatlarına mazhardır. Torununu daima : “Gel, benim akl-ı evvel(akılda
birinci) torunum!”8 diye sevmektedir. Necip Fazıl‟ın zekâsı, olgunluğu ve büyük
adam tavırları, evlerine Necip Fazıl‟ı muayeneye gelen meĢhur çocuk doktoru Kadri
ReĢit PaĢa‟nın da dikkatini çeker. Necip Fazıl‟ı iyice muayene ettikten sonra ona
Ģöyle der: „„Eee,nasılsın bakalım, benim büyümüş ve küçülmüş yavrum. Söyle, büyük
küçük!‟‟9 Necip Fazıl üzerinde etkili ve aslında evin gizli hâkimi sayılan bir baĢka
kiĢi daha vardır konakta: Babaanne Zafer Hanım. Zafer Hanım, Halep valiliği de
yapmıĢ olan Zaptiye Nazırı Salim PaĢa‟nın kızıdır. Kocasının mevkiinin sağladığı
statü içinde mağrur, kibirli, alafrangalık hastası, yaĢlanmaktan ve yaĢlılıktan korkan,
“babaanne” denmesini bile yaĢlılık ihtarı sayan ve “cicianne”ye razı olan Zafer
Hanım, “şanlı bir İstanbul hanımefendisidir.”10
Necip Fazıl‟ın, birçok zaaf ve
tezatlarına rağmen “daima asil ve zarif”11
dediği, “azamete kaçan bir vakarın
heykeli”12
, “daima sultanî eda”lı
13 bu kadın, evin görünmeyen hâkimidir. Zahiren eve
ve olaylara hâkim gibi görünen kocasını, “iç planda ve hususi şekilde kıskıvrak
6 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 11.
7 Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 59.
8 age, s. 12.
9 age, s. 72.
10 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 13.
11 age, s. 14.
12 Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 44 .
13 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 13.
3
bağlamayı bilmiş”14
ve onu kendine râm etmiĢtir. Büyük anne Zafer Hanım, Necip
Fazıl üzerinde de çok etkilidir. Necip Fazıl, bu etkiyi Ģöyle dile getirir : “Kendisine
„babaanne‟ denilmesini bile ihtiyarlık ihtarı gibi gören ve ancak „cicianne‟ye razı
Zafer Hanımefendi, babam yoluyla bana gelen tesirde, anne yolundan gelenlere ek
olarak büyük pay sahibi…” 15
Necip Fazıl, kendi yaĢam öyküsünü anlattığı, Kafa
Kâğıdı adlı eserde, büyük annesi Zafer Hanım‟ın tesirinin çok fazla olduğunu belirtse
de anneannesinden daima saygı ve hasretle bahsetmesi, ondan çok etkilendiğinin
göstergesidir. Necip Fazıl‟ın babaannesi Zafer Hanım‟la anneannesi, yaĢadığı ortam,
dünya görüĢü, giyim kuĢam ve seciyeleri itibariyle birbirinden çok uzak dünyaları
temsil ederler. Yüksek bir bürokratın kızı olan Zafer Hanım, uĢaklarla dolu bir
konakta yaĢayan, mağrur, alafrangalık meraklısı bir kadındır. “Şark ve Garp
bulamacı, Tanzimat artığı, mihrakından oynatılmış ve yeni mihraka oturtulmamış
İstanbul hanımefendisinin en tipik örneğidir.”16
Anneanne ise “Aksaray taraflarında
kulübemsi basık, ahşap bir evde oturan”17
, dindar bir kadındır. Necip Fazıl‟ın anne
ve babası; ciddi ve otoriter bir büyük baba olan Mehmet Hilmi Efendi ve evin gizli
hâkimi konumunda olan mağrur, mütehakkim ve kibirli bir babaannenin(Zafer
Hanım) bulunduğu bir konakta daha silik, pasif ve ikinci planda kalan tali
karakterlerdir.
Necip Fazıl‟ın babası, Abdülbaki Fazıl Bey, ailenin tek erkek çocuğudur.
“Soyunun erkek temsilcilerine düşkün büyük baba”18
, iki kızdan sonra olan bu
“biricik oğluna”19
“öylesine düşkünlük göstermiş ki ortaya kırdığı kırdık, astığı astık
bir canavar çıkmış.”20
Adı, “Deli Fazıl”a21
çıkmıĢ, “hayale sığmaz haşarılıkların
kahramanı”22
olan bu „„kudurgan‟‟23
ve “şımarık”24
çocuk, gemi o kadar azıya almıĢ
14
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 45. 15
age, s. 45 16
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 13. 17
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 47. 18
age, s. 46. 19
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 12. 20
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 46. 21
age, s. 46. 22
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 16. 23
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 46. 24
age, s. 46.
4
ki aile, fikirlerine değer verdiği bazı dostlarıyla görüĢerek Ģu kararı alır : “Kanı bir
yanardağ gibi kaynayan bu çocuğu kurtarmak için demişler; hemen tezinden, bu
küçük yaşta evlendirmekten başka çare yok!..”25
Bunun üzerine aile, oğulları “Deli Fazıl”26
için “denk ailelerden”27
kız
istemeye baĢlar. “Son derece sıhhatli yanaklarından kan damlarcasına kırmızı
yüzlü”28
bu çocuğa kimse kız vermeye yanaĢmaz. Aile dostlarının aracılığı ile Fazıl
Bey‟e “seve seve verilecek bir kız”29
bulunur. Bu kız ileride Necip Fazıl‟ın annesi
olacak, Aksaray civarında oturan, Girit mucahiri, yoksul bir ailenin kızı olan Mediha
Hanım‟dır. Gidip bakarlar ve kızı beğenirler. Düğünü kısa sürede yaparlar ve Mediha
Hanım‟ı “bir sabah konak arabasını basık, ahşap evin önünde durdurup palas
pandıras kulübeden saraya aktarıyorlar.”30
“Aksaray‟daki eciş büçüş ev”den31
saraya aktarılan Mediha Hanım, “Zafer Hanımefendi‟nin şanlı gelini değil, konağın
hizmetçisi”dir32
ve Fazıl Bey‟in de “bilmem ne otu gibi müsekkin ilacıdır. O
kadar!..”33
Evlensin de uslansın diye 16-17 yaĢlarında evlendirilen Fazıl Bey‟i evlilik de
durultmaz; Fazıl Bey, taĢkınlıklara devam eder. Mediha Hanım, Necip Fazıl‟ın
„„konak değil tımarhane ‟‟34
dediği „„bu uğultulu konakta, en hatırlı hizmetçiden bir
derece daha üstün, aslî kadronun en küçüğünden de bir derece aşağı, herkesin gel-
git emrine memur acı bir mazlumluk hayatı sürüyor.‟‟35
Kocasının taĢkınlıkları
yüzünden evlilik azap kaynağı hâline gelmeye baĢlar. Fazıl Bey iĢi o kadar ilerletir ki
daha „„ne olduğunu anlamadan‟‟36
koynuna atılan bu çilekeĢ kadına tahammül
25
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 16. 26
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 38. 27
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 16. 28
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 47. 29
age, s. 47. 30
age, s. 48. 31
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 16. 32
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 48. 33
age, s. 48. 34
age, s. 48. 35
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 17. 36
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 48.
5
edemediği zamanlar „„götürün‟‟37
der ve bu „„ondört-onbeşlik masum‟‟38
,„„çocuk
kadını‟‟39
konağa yakın tutulan bir eve taĢırlar. „„Konak, küçük beyin deli idaresine o
kadar zebundur ki‟‟40
“getirin” narası duyulur duyulmaz Mediha Hanım yaka paça
konağa getirilir. Bu hal, çok uzun sürmez. Nitekim Fazıl Bey kendi otuz, oğlu 13
yaĢındayken Mediha Hanım‟ı boĢar. Bu durum Necip Fazıl‟ın çocuk ruhunda
fırtınaların kopmasına sebep olmuĢtur. Bu olay üzerine Necip Fazıl‟ın çok sevdiği
annesine bağlılığı daha da artacaktır. Babası ise bu ayrılıktan dört yıl sonra vefat
etmiĢtir.
1.2. Eğitim Hayatı
Necip Fazıl‟ın gayr-ı resmî yani örgün olmayan eğitim hayatı, okuma-yazma
serüveni büyük baba Mehmet Hilmi Bey‟le baĢlar. Mehmet Hilmi Bey, torunu Necip
Fazıl‟a küçük yaĢlarda okuma yazma öğretir. Bu durumu Necip Fazıl, O ve Ben adlı
eserinde biraz da hayretle Ģöyle ifade edecektir: “Büyük babam bana en küçük
yaşlarda okuma yazma öğretti. Bilmem ki, dört-beş yaşında su gibi okuyup
yazıyordum dersem inanır mısınız? O zamanın ağdalı diliyle günlük gazeteleri, dört-
beş yaşında okuyor, anlıyor, hatta anlatıyordum.”41
Necip Fazıl, büyük babasının, kendisine ve diğer torunlarına Türkçe-
Fransızca manzum bir sözlükten parçalar ezberletmeye çalıĢtığını anlatır. Büyük
babasının bu kitaptan parçalar okuyup kendisine ve diğer torunlarına bunları
tekrarlattığını, kendisinin bunları “aynı ton ve ahenkle bülbülvari tekrarladığını”,
yaĢça kendisinden büyük olan diğer torunlarınsa “alık alık bakın”dıklarını heyecanla
anlatır.42
Necip Fazıl‟ın, hafıza gücünün ve zekâsının farkında olan büyük baba;
torununun, söylenen manzum parçaları „„bülbül gibi‟‟43
tekrar ettiğini görünce “Gel
37
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 48. 38
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 16. 39
age, s. 17. 40
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 48. 41
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 20. 42
age, s. 84. 43
age, s. 12.
6
benim akl-ı evvel (akılda birinci) torunum!”44
diyerek avucunun içine bir altın
sıkıĢtırıverir.
Necip Fazıl‟ın ilköğrenim devresi, değiĢik okullarda kesintili ve düzensiz
geçmiĢtir. “Çok kısa bir mahalle mektebi devresinden sonra”45
büyük baba Mehmet
Hilmi Bey, Necip Fazıl‟ı GedikpaĢa‟daki bir Fransız Mektebi‟ne yazdırır. Necip
Fazıl, kısa süre sonra buradan ayrılarak yine aynı semtte bulunan Amerikan
Koleji‟ne yazılır. Bu okula hemen alıĢır, burayı sever; fakat bir süre sonra buradan
usanıverecektir. Necip Fazıl, bundan sonraki ilköğrenim hayatını O ve Ben adlı
otobiyografik eserinde Ģöyle özetler: “Derken Büyükdere‟de Emin Efendi‟nin
Mahalle Mektebi, İstanbul‟da Büyük Reşit Paşa Nümune Mektebi, bir aralık Raif
Ogan‟ın müdür ve Peyami Safa‟nın mubassırlık46
ettiği Rehber-i İttihat ve daha
bilmem ne…”47
Necip Fazıl, en sonunda Heybeliada Nümune Mektebi‟ni bitirerek
diplomasını alır. Aynı yıl Heybeliada‟daki Bahriye Mektebi‟nin kabul imtihanlarına
girer, kazanır ve buraya kaydolur. Bahriye Mektebi‟nin Necip Fazıl‟ın kiĢiliğinin
oluĢmasına ve hayatının bundan sonraki aĢamalarına etkisi büyük olacaktır. Necip
Fazıl, bu etkiyi Ģöyle ifade eder: “1916-1920 arası beş yıl okuduğum mektep… İsmi
Mekteb-i Fünun-u Bahriye-i Şahane…Ne oldumsa bu mektepte oldum. Bu mektepte
buluğa erdim; düşünmeye ve kişiliğimin ana dokusunu bu mektepte örgüleştirmeye
başladım.”48
Necip Fazıl, Bahriye Mektebi‟nde meĢhur hocalardan ders alır. Bu hocalar
arasında, kendilerine “Türk dili ve şiirinin en usta yontucusu”49
diye takdim edilen
Yahya Kemal; Demokrat Parti devrinin Diyanet ĠĢleri Reisi Aksekili Ahmet Hamdi
Efendi ve Rum asıllı mühtedi bir aileden geldiği söylenen fakat kendisini, kim Türk
kim değil diye karar verme makamında gören50
“meşhur hatip”51
Hamdullah Suphi
vardır. Necip Fazıl‟ın, “dar bir muhitin tanıdığı ve kıymetler borsasının ismini
44
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 12. 45
age, s. 29. 46
Mekteplerde öğrencilerle ilgilenen, düzeni sağlayan kimse, gözeteci 47
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 30. 48
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 135. 49
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 41. 50
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 159. 51
age, s. 159.
7
kaydetmediği”52
Ģeklinde tarif ettiği ve tasavvufla ilk temasını sağlayan edebiyat
hocası Ġbrahim AĢkî de Necip Fazıl‟ın bu okuldaki hocalarındandır.
Necip Fazıl, hem Kafa Kâğıdı hem de O ve Ben adlı otobiyografik eserlerinde
Bahriye Mektebi yıllarına, orada yaĢadıklarına, hocalarına geniĢ yer verir. Bu yer
veriĢin sebebini ve Bahriye Mektebi‟nin kendisi açısından önemini Ģöyle ifade eder:
“Bahriye Mektebi bahsini bu kadar uzatışım, bir dekor ve madde planına değer
vermekten gelmez. Aksine yaşımın tesadüf ettiği mekanda, ruhi billurlaşmamı, yani
mekan yerine zamana bağlı iç hayatımı resmetmek için… Bahriye Mektebi, bana
göre, içindeki büyük ışık cümbüşleriyle bir ayna; bana beni gösteren çerçeve
mahiyetinde mücella bir zemin… Bu bakımdan üzerinde durulmaya layık…”53
Necip Fazıl, çok değer verdiği ve içinde hayatının en güzel beĢ senesini
geçirdiği Bahriye Mektebi‟nden ayrılarak 1921 yılında Ġstanbul Darülfünunu‟nun
Felsefe Bölümü‟ne yazılır. Burada felsefe eğitimine devam ederken Maarif
Vekaleti‟nin Avrupa‟ya öğrenci göndermek için açtığı sınavı kazanır ve felsefe
öğrenimi için Paris‟e, Sorbon Üniversitesi‟ne gider. Necip Fazıl, “kabus şehri”54
ve
“hüsran beldesi”55
diye tasvir ettiği Paris‟te, bunalımlı ve bohem bir hayat sürecektir.
Yer yer sanat çevreleriyle haĢır neĢir olsa da Paris‟in ıĢıltılı ve görkemli eğlence
hayatı ona daha cazip gelecek ve eğitimini tamamlayamadan bir yıl gibi kısa bir süre
sonra Türkiye‟ye dönmek zorunda kalacaktır.
Necip Fazıl, Türkiye‟ye döndüğünde iĢ hayatına atılacak, değiĢik bankalarda
memur ve müfettiĢ olarak çalıĢacak, farklı farklı okularda hocalık yapacaktır.
1.3. Dergiciliği ve Yayıncılığı
Necip Fazıl, birçok özelliği bünyesinde barındıran özgün ve eĢine az
rastlanacak cinsten “komple bir sanatçı”dır.56
Seçkin bir Ģair olduğu kadar derinlikli
ve kaliteli bir tiyatro yazarıdır. Ġncelikli ve maveraya nüfûz edebilen bir hikâyeci
52
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 154. 53
age, s. 152. 54
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 63. 55
age,s. 64. 56
Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Akçağ Yayınları, Ankara 2009, s. 33.
8
olduğu kadar gündem belirleyen bir makale ve fıkra yazarıdır. Güçlü bir teorisyen
olduğu kadar kitleleri peĢinden sürükleyen bir aksiyon adamıdır. Tüm bu özelliklere,
Necip Fazıl‟ın, dergiciliğini ve yayıncılığını da eklemek gerekir.
Necip Fazıl, pozitivizmin hükümfermâ olduğu bir zamanda, resmî ideolojinin
kitleleri yönlendirip söylem ve eylemlerin sınırını belirlediği bir dönemde
materyalizmin sığ kalıplarını aĢıp metafiziğe yönelen, Ġslâmî dava Ģuuruna sahip bir
dergi hedeflemekteydi. Necip Fazıl, enerjisini ayrı ayrı kabiliyetler gerektiren çok
farklı alanlara yaymasına rağmen “Türk edebiyatında iz bırakan üç dergi çıkarmıştır.
Bunlardan birincisi „Ağaç‟, ikincisi „Büyük Doğu‟ , üçüncüsü de „Borazan‟ adını
taşır. Ağaç, Üstad‟ın sanat alanlarındaki görüşlerini; Büyük Doğu, fikir ve siyaset
alanlarındaki görüşlerini; Borazan ise , mizah ve hiciv alanındaki görüşlerini
yansıtır.”57
Her biri kendi alanında etkili olan ve farklı tepkiler uyandıran bu dergileri
ayrı ayrı incelemekte fayda var.
1.3.1. Ağaç
Necip Fazıl, özellikle Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢtıktan sonra manevî bir
değiĢim yaĢayacak; dünyaya bakıĢı değiĢecek; eĢya, hadise ve olayları daha farklı
yorumlamaya baĢlayacaktır. Abdülhâkim Arvâsî‟yi tanıdıktan sonra verimliliği
artacak; kendi tabiriyle „„dik bir kaya üzerinde gururla dünyaya karşı dikilmiş uyuz
bir keçiyken‟‟58
, üretkenliğinin zirvesine çıkacak ve „„kırk elli ciltlik bir çapa doğru
yükselecekti”r.59
ĠĢte bu değiĢim rüzgarının etkisi ve içten gelen zorlamasıyla Necip
Fazıl, „„spritüalist ve mistik dünya görüşüne bağlı, aynı zamanda sanata estetik
ağırlık veren”60
Ġslâmî hassasiyeti ve dava ideali olan bir dergi çıkarmayı kafasına
koymuĢtur.
57
Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, s. 128. 58
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 129. 59
age, s. 130. 60
Orhan Okay , Necip Fazıl Kısakürek, ġule Yayınları, Ġstanbul 2009, s. 20.
9
Necip Fazıl‟ın, daha önceki paragraflarda bahsettiğimiz Abdülhakîm Arvâsî
ile tanıĢması, ona “kitaplık çapta eser verme devrinin”61
kapılarını açmıĢ ve bu
devrin ilk ürünü olarak Tohum adlı tiyatro eserini yazmıĢtır. Tohum‟un baĢarılı bir
kurgusu , sağlam bir üslubu olmasına ve eleĢtirmenlerin birçoğundan olumlu not
almasına rağmen Tohum, seyirciden beklenen ilgiyi görmez.62
Necip Fazıl tam böyle
bir hayal kırıklığı hâlindeyken, baĢarısız bir Tohum denemesinin yeĢerip “Ağaç”
olması düĢüncesiyle Ağaç dergisinin hazırlıklarına baĢlar. Necip Fazıl, bu
düĢüncesini dönemin iktisat vekili Celâl Bayar‟a açar. O zaman ĠĢ Bankası ve
Sümerbank, Celal Bayar‟a bağlıdır. Necip Fazıl, bir senelik reklâm ve ilân karĢılığı
olarak Celal Bayar‟ın da onayıyla bu bankalardan mâlî destek alır.63
Ağaç derginin ilk sayısı 14 Mart 1936‟da çıkar. Derginin asıl kadrosu, Necip
Fazıl‟la birlikte Ahmed Hamdi Tanpınar ve Ahmet Kutsi Tecer‟dir. Derginin yazı
kadrosu ise hayli kalabalıktır. Derginin sayfalarını etkili yazar, Ģair ve fikir adamları
doldurmuĢtur. Yukarıdaki isimlere ek olarak Mustafa ġekip Tunç, Abülhak ġinasi
Hisar, ġevket Rado, Feridun Fazıl Tülbentçi, Sait Faik, Sabahattin Ali, Suat Kemal
Yetkin, Burhan Toprak, Cahit Sıtkı, Ziya Osman Saba ve “bir sürü kanatları yeni
çırpınmaya başlayan piliç şair”64
dergide yazmaktadır. Ağaç‟ın ilk altı sayısı
Ankara‟da çıkar ve dergi yedinci sayıdan itibaren Ġstanbul‟a taĢınır. Ağaç on bir kez
de Ġstanbul‟da çıkar. Derginin yayını, “on yedinci sayıda Necip Fazıl‟ın ekonomik
sıkıntılardan ve okuyucu ilgisizliğinden, dergiyi kapatmak zorunda kaldıklarını
bildiren yazısıyla sona er”miĢtir.65
1.3.2. Büyük Doğu
Devrinin birçok güçlü yazar ve Ģairine sayfalarını açarak kendisinden sonra
çıkacak estetik, ruhçu, Ġslâmî dava Ģuuruna sahip birçok dergiye örnek teĢkil eden
Ağaç dergisinin bir yıl gibi kısa bir süre içinde kapanması Necip Fazıl‟da derin bir
hayal kırıklığı meydana getirmiĢtir. Necip Fazıl bu etkiyi, Ģöyle ifade eder: “Birkaç
61
Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek Armağanı, Konak Yayınları,Ġstanbul, s. 76. 62
Orhan Okay , Necip Fazıl Kısakürek, s. 20.
63 Necip Fazıl Kısakürek, Babıâli, Büyük Doğu Yayınları, Ġsanbul 2010, s. 205.
64 age, s. 205.
65 Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek , s. 21.
10
sayısı Ankara‟da ve bir o kadarı da İstanbul‟da çıkan Ağaç, mistik şairin ilk mecmua
tecrübesi olarak onda müthiş bir darbe tesiri yaptı. Ruh doktorlarının travma
dedikleri tesir… Fena halde kırıldı, inkisara uğradı ve madalyonun yüzüyle tesiri
hâlinde hem Türk fikir ve sanat adamının verim akameti hem de okuyucunun alaka
sefaleti önünde bir laboratuvar tecrübesi katiyetiyle yanıldığını ileride göreceği
hükmünü verdi: Bu memlekette ne duygu ve düşünce vericisinden bir nişan var ne de
alıcısından… Kaybedilen bir kosmos (dünya ) arkasından kaos (hiçlik)…”66
Necip Fazıl, Ağaç dergisi kapandıktan sonra Büyük Doğu‟yu çıkaracağı 1943
yılına kadar 7 yıl bazı memuriyetlerde bulunur. ÇeĢitli gazetelerde köĢe yazarlığı
yapar ve değiĢik okullarda ders verir. 1943 yılında “dolap beygiri gibi”67
dolanıp
durduğu banka memuriyetinden ve öğretim görevlisi olarak çalıĢtığı okuldan ayrılır.
Artık Necip Fazıl‟ın tek mesleği ve geçim vasıtası, basındır.
Necip Fazıl, Büyük Doğu‟nun hazırlıklarına baĢlar. Büyük Doğu ismi, Necip
Fazıl‟ın bu dergiyi çıkarmadan altı yıl önce yazdığı Büyük Doğu Marşı Ģiirinden
alınmadır. Birçok zorluk ve imkânsızlıklar içinde çıkan Büyük Doğu, “manevi bir
muştu ve beşaretin meyvesidir.” Necip Fazıl, hocası Abdülhâkim Arvasi‟ye bir dergi
çıkarma fikrini açtığında Ģöyle bir olay yaĢanır: “…(Abdülhâkim Arvâsî‟nin)68
emriyle Şakir‟in (Abdülhâkim Arvâsî‟nin müridi) getirdiği Muhiddin-i Arabi
Hazretlerine ait Tefe‟ülname‟den niyetime bir âyet meali hâlinde şu cevap çıkmıştı:
Onlara müjdeler olsun…”69
Böyle manevî bir muĢtunun enerjisiyle harekete geçen Necip Fazıl, devrin
yazar ve Ģairleriyle fikir alıĢveriĢinde bulunur; davasına ve ideallerine destek veren
gençlerle sık sık toplanır ve onlara projelerini anlatır. Hatta kafasında az çok derginin
yazı kadrosunu bile kurmuĢtur. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Büyük
Doğu‟nun ilk sayısı 17 Eylül 1943‟te çıkar. Necip Fazıl, Büyük Doğu‟nun ilk
sayısının “zevcesinin kürk mantosunu rehin götürdüğü fakat kabul ettiremediği
Maraşlı bir pirinç tüccarının yardımlarıyla”70
çıktığını ifade eder. Birbirinden farklı
66
Necip Fazlı Kısakürek, Babıâli, s. 211. 67
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 170. 68
Parantez içi bilgiler yazara aittir. 69
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 130. 70
Necip Fazlı Kısakürek, Babıâli, s. 264.
11
karakter ve görüĢte “devrin kalburüstü ne kadar düşünür ve yazarı varsa”71
hepsi
Büyük Doğu‟nun yazı kadrosunda yer almıĢtır: Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya
Kemal, Ahmet Kutsi Tecer, Cahit Sıtkı Tarancı, Celal Sılay, Cevdet Kudret, Mustafa
ġekip Tunç, Hilmi Ziya Ülken, Ali Fuat BaĢgil, Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüpoğlu,
Sait Faik, Oktay Akbal, Salih Zeki Aktay….
Büyük Doğu böyle geniĢ, kaliteli ve mümtaz bir kadroyla “edebiyatın ve
sanatın her türüyle bütün bir topluma yönelik yayın yapmaya başlar. Şiir, tiyatro,
makale, senaryo, tarih, sosyoloji, felsefe, politika, eleştiri, tasavvuf… Hemen her
konuda yazılar yayımlanır. Bunların önemli bir bölümünü Necip Fazıl kendisi
yazar.”72
Necip Fazıl‟ın sert ve keskin üslubu, müesses nizamın sinir uçlarına
dokunmaya, belli kiĢi ve kurumları rahatsız etmeye baĢlar. Necip Fazıl, Büyük
Doğu‟yu çıkarmaya baĢladığı sıralarda Ankara ve Ġstanbul‟da çeĢitli yüksek
okullarda hocalık yapmaktadır. Büyük Doğu‟nun yayın çizgisi devrin iktidarını
rahatsız ettiği için Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel‟den, “Akademideki
hocalığınızla Büyük Doğu‟dan birini seçmenizi ihtar ederim.”73
tarzında resmi bir
uyarı gelir. Necip Fazıl da bu uyarıya “elli kişilik bir sınıftansa bütün vatana hitap
edici kürsüyü yani Büyük Doğu‟yu seçtiğini”74
belirten bir yazıyla cevap verir. Necip
Fazıl bunun üzerine akademideki görevinden kovulur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi‟nde CHP‟li bir bakanın, “Efendiler, Anadolu‟da ekmek almayıp bu gerici
dergiyi alanlar var! İrtica hortluyor! Dikkat !”75
Ģeklinde bir konuĢma yapması,
Büyük Doğu‟nun o dönemdeki etkisini gözler önüne sermektedir.
Necip Fazıl, muhalefetinin, eleĢtirilerinin ve Ġslâmî söyleminin dozunu artırıp
sistemi, devrin hükümetini rahatsız ettikçe soruĢturmalara ve takibata uğrayacak,
dergisi Büyük Doğu da defalarca kapatılacaktır.
71
Cahit Tanyol, “Necip Fazıl‟a Ait Anılar ve Notlar”, Kaçak Yayın, Ağustos 2004, S.16, s. 24-26. 72
Mehmet Karaman, “Büyük Doğu‟ya Varis Olmak”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı),
Ocak 2005, S. 97, s. 188. 73
Necip Fazıl Kısakürek, Babıâli, s. 268. 74
age, s. 268. 75
age, s. 279.
12
Büyük Doğu, ilk devresinin 30. sayısında Necip Fazıl‟ın neĢrettiği “Allaha
itaat etmeyene itaat edilmez.” mealindeki bir hadis yüzünden „„rejime itaatsizlik‟‟
suçlamasıyla 1944 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılır. Büyük Doğu dergisi
ikinci devresinin 58. sayısında, kocaman bir kulağın üzerine yazılan „„Başımıza kulak
istiyoruz!‟‟76
yazısı yüzünden, devrin CumhurbaĢkanı Ġsmet Ġnönü‟nün kulağının
duymuyor olmasının imâ edildiği ileri sürülerek Örfî Ġdare Mahkemesi‟nce tekrar
kapatılır. Daha sonra aynı mahkeme, Büyük Doğu‟da yayımlanan Sır isimli piyesin
insanları, kanlı bir ihtilâle teĢvik ettiğini ileri sürerek dergiyi tekrar kapatır.
Necip Fazıl, bu sıkıntılarla boğuĢurken Büyük Doğu yurt sathında büyük bir
ilgi görür. Derginin tirajı yirmi binin üzerindedir. Büyük Doğu‟nun matbaa artığı
yırtık sayıları bile kapıĢılmaktadır.77
Kendi kıt imkânlarıyla Büyük Doğu‟yu
çıkarmaya çalıĢan Necip Fazıl‟ın ise maddî durumu o sıralarda çok kötüdür. Büyük
Doğu‟nun, Anadolu bayilerinden, “bir köşk satın alacak kadar”78
alacağı varken
Necip Fazıl, çocuklarına süt getiren adamı parasızlık yüzünden kapıdan geri
çevirmek zorunda kalacaktır.79
Necip Fazıl bu sıralarda maddî zorluklar içinde
kıvranırken devrin baĢbakanı Recep Peker tarafından Ankara‟ya çağırılır. BaĢbakan
Recep Peker, Necip Fazıl‟a, Demokrat Parti aleyhinde yazı yazması, onlara cephe
alması ve Ġslam davasını çok açıktan savunmaması Ģartıyla destek teklifinde bulunur.
Sonrasını Necip Fazıl‟ın kendi kaleminden okuyalım: “Sadece Demokrat Parti‟nin
aleyhine cephe almak ve İslam davasını fazla açığa vurmamak şartıyla, üstünde
Merkez Bankası‟nın bandı, bir paket binlik banknotu (o günün yüzbin bu günün on
milyonu ) ihsas eden bir teklif… Olmadığı taktirde bütün devlet kuvvetleriyle
kuşatılma tehdidi… Evet ya saray ya zindan…”80
Bunun üzerine Necip Fazıl
“hicabından tırnaklarına kadar kıpkırmızı kesil”erek81
kısa bir zaman sonra açılacak
zindan kapısına doğru BaĢbakanlık kapısından çıkar. Daha önce bahsi geçtiği gibi,
derginin Sır isimli piyesten dolayı kapatılması ve Necip Fazıl‟ın “milleti kanlı ihtilâle
76
Necip Fazlı Kısakürek, Babıâli, s. 283.
77 age, s. 279.
78 age, s. 283.
79 age, s. 283.
80 age, s. 285.
81 age, s. 286.
13
teşvik”82
suçlamasıyla mahkemeye çıkarılması da bu olaydan sonra
gerçekleĢtirmiĢtir.
Büyük Doğu, değiĢik sebeplerden dolayı defalarca kapatılacak ve maddî
sebeplerden dolayı yayınına ara vermek zorunda kalacaktır. Türk basın tarihinde
derin izler bırakan Büyük Doğu dergisi, “1943-1978 yılları arasında aralıklarla 35
sene günlük, haftalık, aylık toplam 512 sayı”83
olarak 16 devre çıkmıĢtır. Necip
Fazıl‟ın bu dergide bazıları imzalı bazıları imzasız çok fazla yazısı yer almıĢtır.
Orhan Okay‟ın tespitine göre Necip Fazıl, Büyük Doğu‟da Ģu takma adlarla yazı
yazmıĢtır: “Ahmet Abdülbaki, Ne-Fe-Ka, Hi-Ab-Kö, Ha-A-Ka, Prof. Ş.Ü, Bankacı,
Be-De, Adı Değmez, Neslihan Kısakürek, Ozan.”84
Büyük Doğu, Necip Fazıl için bir dergi değil „„büyük ve yeni dünyanın
habercisi‟‟85
, „„bütün idealini kucaklayan mukaddes bir kapıya işaretti”r.86
Büyük Doğu, “Allah ve ahlâktan bahsetme”nin87
yasak olduğu, “Babıâli‟nin
fikir veya fikirsizlik piyasası değil kara borsacılık pazarı”88
hâline geldiği,
mefkûresizliğin, materyalizmin ve düĢünce sığlığının had safhaya ulaĢtığı bir
devrede mukaddes bir dava idealinin ve “yeni bir dünyanın haberci”si89
, savunucusu
olmuĢ. O zamanının yayın dünyasına bir derinlik katmıĢ ve etkisi çok geniĢ alana
yayılacak, yepyeni bir çığır açmıĢtır.
1.3.3. Borazan
Necip Fazıl, Ağaç ve Büyük Doğu dergilerinden baĢka “mizah ve hiciv
alanında davanın bir sözcüsü ol”an90
Borazan adlı bir dergi de çıkarır. Necip Fazıl
bu dergiyi, Büyük Doğu dergisinin 14 Kasım 1947 tarihli sayısının toplatıldığı bir
82
Necip Fazıl Kısakürek, Babıâli, s. 283. 83
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 25. 84
age, s. 26. 85
Cahit Tanyol, “Necip Fazıla Ait Anılar ve Notlar”, s. 26. 86
agm, s. 25. 87
Necip Fazlı Kısakürek, Babıâli, s. 268. 88
age, s. 268. 89
Cahit Tanyol,“Necip Fazıla Ait Anılar ve Notlar”, s. 26. 90
Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, s. 137.
14
dönemde çıkarır. Borazan dergisi, 1947 yılının kasım ve aralık aylarında üç sayı
çıkabilen, yarım gazete boyunda haftalık bir mizah dergisidir.91
Dergideki yazıların
çoğu imzasız da olsa Necip Fazıl‟a ait olduğu anlaĢılmaktadır. Neredeyse bütün
yazılar sosyal ve siyasî hiciv tarzındadır. Bu derginin amacı, “dinsiz politikacılarla
alay ve onların İslam‟a zıt tavırlarını teşhir ve tenkit”ti.92
Bu görevi geçici olarak
yerine getiren Borazan dergisi, Büyük Doğu‟nun 26 Aralık 1947 tarihli 73. sayısı
piyasaya çıkınca yayın hayatından çekilmiĢtir. Necip Fazıl bu hadiseyi Büyük
Doğu‟da, “Ziyafet masasına prens gelir gelmez, yaver temsil mevkini terk etti.”93
Ģeklinde haber vererek Borazan‟ın aslında Büyük Doğu‟nun yokluğunda geçici
olarak çıkarıldığını ima eder. Necip Fazıl, daha sonra Büyük Doğu sayılarında
Borazan‟ın tekrar yayın hayatına baĢlayacağını duyursa da Borazan, bir daha
çıkarılmayacak ve üç yıllık bir mizah dergisi olarak yayın dünyasında yerini
alacaktır.
1.4. Edebî Anlayışı ve Sanatkârlığı
Necip Fazıl, Ģairliği, gazeteciliği, roman, hikâye, tiyatro ve biyografi yazarlığı
yönüyle Cumhuriyet dönemi edebiyat ve fikir hayatında etkili olmuĢ çok yönlü bir
Ģahsiyettir. Necip Fazıl‟ın edebiyatta ve sanatta vardığı noktayı anlayıp
yorumlayabilmek için aile çevresine, yetiĢtiği ortama, hayatına yön veren kiĢilere
göz atmakta fayda var; çünkü bu ögeler bir “puzzle”ın parçaları gibi birleĢerek Necip
Fazıl‟ın karakterini ve sanat anlayıĢını ĢekillendirmiĢtir. Necip Fazıl Kafa Kâğıdı ile
O ve Ben adlı otobiyografik eserlerinde bu konuda bize bol miktarda malzeme
sunmaktadır. Bu hatıralar, bize Necip Fazıl‟ın “çocukluk ve gençlik yıllarındaki
duygu ve kültür dünyasının ipuçlarını ver”diği gibi, “sanatkârlığının, özellikle de
şairliğinin ilk işaretleri” sayılabilir.94
Necip Fazıl; uĢakların, dadıların ve hizmetçilerin olduğu çok büyük bir
konakta dünyaya gözlerini açar. Bu konakta kitaba ve kültüre yabancı olmayan aile
91
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 26. 92
Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, s. 137. 93
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 27. 94
age, s. 29.
15
fertleri yaĢamaktadır. Necip Fazıl, içeriği hakkında ayrıntılara girmese de
hatıralarında, büyük babasının kütüphanesinden, babaannesinin Batı dillerinden
çevrilmiĢ “sepet sepet romanların” dan95
ve “Tevfik Fikret düşkünü küçük
hala”sından96
bahseder. Büyük babasının kendisine 4-5 yaĢlarında okuyup yazmayı
öğrettiğini “o zaman ağdalı diliyle günlük gazeteleri”97
okuyup anladığını söyler.
“Şanlı bir İstanbul hanımefendisi”98
olan babaanne Zafer Hanım, erken yaĢta
okumayı öğrenen ve dedesinden gördüğü himâye sâyesinde yaramazlıklarıyla milleti
canından bezdiren “torununun ruhunu kamaştırmak, uyuşturmak için müthiş bir
narkoz”99
keĢfeder ve onu roman okumaya alıĢtırır. Böylece daha altı yedi yaĢlarında
iken Fransızcadan çevrilmiĢ bir sürü korku, polisiye ve mecera romanları okur. Daha
sonra okuma tutkusu hastalığa dönüĢmüĢ, sabaha kadar duygusal aĢk romanları
okumaya baĢlamıĢtır.
Henüz küçük yaĢtayken aileden ve çevreden aldığı okuma kültürü, okul
yıllarında da etkisini devam ettirir. Necip Fazıl, okul yıllarında da edebiyata, Ģiire ve
okumaya isteklidir. Ġlk Ģiir denemelerine Heybeliada Bahriye Mektebi‟nde baĢlar.
Kendisi, Ģiir yazmaya nasıl baĢladığını Çile adlı Ģiir kitabının giriĢinde anlatır. On iki
yaĢındayken tuhaf bir bahaneyle Ģiir yazmaya baĢlayan Necip Fazıl, Ģair olma
mecerasını Ģöyle anlatır: “Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim. Beyaz yatak
örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın
şiirleri varmış defterde. Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp: Senin
dedi, şair olmanı ne kadar isterdim!”100
Annesinin bu isteği üzerine Necip Fazıl
kararını verir: “Şair olacağım!”, “ve oldum.”101
diye de ekler.
Necip Fazıl, Bahriye Mektebi‟ndeyken yazdığı Ģiirlerden dolayı adının
“şair”e çıktığından, “şair aşağı, şair yukarı!” diye çağrıldığından bahseder.102
Bu
95
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 13. 96
age, s. 15. 97
age, s. 20. 98
age, s. 13. 99
age, s. 24. 100
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Büyük Doğu Yayınları, Ġsanbul 2000, s. 9. 101
age, s. 9. 102
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 46.
16
aralar okumaya ve araĢtırmaya devam etmektedir. Batı edebiyatından Shakespeare ve
Oscar Wilde, Türk edebiyatından Ahmet HaĢim üzerinde okumalar yapmaktadır.103
Necip Fazıl, yukarıda da bahsettiğimiz gibi Bahriye Mektebi‟ndeyken meĢhur
ve etkili hocalardan ders alır. Bu hocalar arasında o sırada Fransa‟dan yeni dönmüĢ
ve Türk Ģiirine farklı bir hava getirmiĢ olan Yahya Kemal ve o zamanın meĢhur
Türkçülerinden Hamdullah Suphi de vardır. Necip Fazıl, burada sanatının dinî ve
manevî bir renge bürünmesinde etkili olacak iki hocasından bahseder. Bunlardan
biri, din dersi öğretmeni Aksekili Ahmet Hamdi Efendi‟dir; diğeri ise edebiyat
öğretmeni Ġbrahim AĢkî Bey‟dir.
Necip Fazıl, gerek O ve Ben gerekse Kafa Kâğıdı adlı kitaplarında çocukluk
yıllarından bahsederken ilk yazdığı Ģiirin aruzla yazılan Ģu dizeler olduğunu söyler:
Düğümlenirken uzun yolların ufukta ucu
Bugün de gelmedi, hasretle beklenen yolcu104
Necip Fazıl‟ın bundan sonra birkaç önemsiz Ģiir denemesi daha olmuĢtur;
fakat basılan ve dönemin meĢhur edebiyatçıları tarafından dikkate değer bulunan ilk
Ģiiri, Mezar Kitabesi‟dir.105
Bu Ģiirin yayımlandığı yıl Necip Fazıl, Darülfünun‟un
(Ġstanbul Üniversitesi) Felsefe bölümünde öğrencidir. Yakup Kadri de İkdam
gazetesinde yazılar yazmaktadır ve Yeni Mecmua adlı dergi de “onun fikrî
idaresinde”dir.”106
Necip Fazıl, İkdam gazetesine gelerek yazılarını yakından takip
ettiği ve beğendiği, “nesir ve üslûbuna bayıl”dığı107
Yakup Kadri‟ye elindeki Ģiir
defterini bırakır. Kendisinin Ģiir yazan bir felsefe öğrencisi olduğunu, Ģiirlerinin
beğenilmesi durumunda Yeni Mecmua‟da yayımlanmasına aracılık edebilirse
sevineceğini bildirerek Yakup Kadri‟nin İkdam‟daki odasından ayrılır. Necip Fazıl,
kısa bir süre sonra Ģiirlerinin Yeni Mecmua‟da yayımlandığını görünce çok ĢaĢırır;
103
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 46. 104
age, s. 51. 105
Necip Fazıl‟ın O ve Ben adlı eserinde bu Ģiir, “Mezar Kitabesi” adıyla geçerken değerli araĢtırmacı
Orhan Okay‟ın Necip Fazıl Kısakürek adlı eserinde “Kitabe” baĢlığıyla kaydedilmiĢtir. ( bkz.
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 31.) 106
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 55. 107
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 187.
17
çünkü o zamanın meĢhur edebiyatçılarının yazdığı108
, “otoriter çehreli ve isim
yapmamış olanlara kapalı”, “kodaman kabul edilmiş imzaların mühürlediği böyle bir
dergide çocuk denilecek yaşta birinin ânîden boy gösterebilmesi imkânsız...”dır.109
Necip Fazıl‟ın Yeni Mecmua‟da “Kitabe (Mezar Kitabesi), Sevgilim, Allah,
Çılgın, Yegâne, Sarhoş, Derberder, Yârin Sesi” adlı Ģiirleri yayımlanır.110
Bu Ģiirleri
Necip Fazıl, ilk Ģiir kitaplarına ve Çile‟ye almamıĢtır.111
Necip Fazıl‟ın o zaman için
edebiyat çevrelerinde dikkat çeken bu Ģiirlerinde [özellikle de Mezar
Kitabesi(Kitabe)112
ve Sevgilim113
adlı Ģiirlerde] tasavvufî bir hava ve özeniĢ vardır.
Necip Fazıl, bu Ģiirlerinden O ve Ben adlı eserinde “17-18 yaşlarının gâyet acemi ve
iptidaî şiir çabalayışı…”114
olarak bahsedecektir. Bu ilk Ģiir denemelerini kendisi
böyle nitelendirse de devrin meĢhur edebiyatçılarından övgüler gelmeye
baĢlayacaktır. Necip Fazıl, bir süre sonra, Darülfünun‟unun son sınıfındayken
devletin açtığı sınavı kazanarak Paris‟e gider. Ne var ki kumar tutkusu ve bağımlısı
108
O zamanlar Yeni Mecmua‟da Yakup Kadri, Ahmet HaĢim, Yahya Kemal, Refik Halit, M.Fuad
Köprülü gibi edebiyatçılar ve fikir adamları yazmaktaydı. (bkz. Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben,
s. 55.) 109
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 187. 110
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 31.
111 age, s. 31.
112 Benim de yerim bu el oldu yahu
Gençlik bahçesinde sel oldu yahu!
Çünkü tâ derinden bağrımı yaran,
O baĢımın tacı el oldu yahu!
Saçları boynumda dalgalandı da,
Beni boğmak için tel oldu yahu!
AteĢte yaktıktan sonra nefesi
Külümü savurdu, yel oldu yahu!
Ben bu halden ibret almadan göçtüm.
Ondan ibret alan, el oldu yahu! (Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 56.) 113
Sevgilime kul oldum,
Güzelliği seçeli.
Varlıkta yoksul oldum,
Benliğimden geçeli.
Vücut ruha ağ gibi,
Bir düğümlü bağ gibi
Muhabbet, memba gibi
Kevserinden içeli (Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 55-56.) 114
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 56.
18
olduğu bohem hayatı yüzünden eğitimini yarıda bırakarak Paris‟ten erken ayrılmak
zorunda kalır.
Necip Fazıl, Paris‟ten döndükten sonra 1925 yılında Örümcek Ağı adlı Ģiir
kitabını çıkarır. Çıkan Ģiir kitabına da ismini veren Örümcek Ağı115
Ģiiri, devrin
edebiyatçılarının dikkatinden kaçmaz. Necip Fazıl‟ı, Baudelaire‟e benzetenler olduğu
gibi hece veznine yeni bir hava ve yeni bir keyfiyet getirdiğini söyleyenler olur; fakat
Necip Fazıl, bu durumu, “tenkitçisi olmayan memlekette sadece fikirsiz el çırpma”116
olarak nitelendirir. Necip Fazıl böyle değerlendirse de adı edebiyat mahfillerinde
daha çok anılmaya baĢlayacak ve dikkatle takip edilecektir.
Necip Fazıl‟ın Örümcek Ağı adlı kitabındaki Ģiirleri, her ne kadar halk Ģiiri
tarzında yazılmıĢ olsa ve tema bakımından kısmî olarak dönemde Ģiir yazan hececi
Ģairlere benzese de aslında “çok farklı bir şairin ve şiirin habercisidir.”117
Bu
Ģiirlerdeki iç derinlik, iç dünyaya yöneliĢ, mistisizm, trajedi ve ıstıraplı ruh hâli
Necip Fazıl‟ı hem o dönemde ideolojik Ģiir yazan çağdaĢlarından, hem de saf Ģiir (öz
Ģiir) çerçevesinde Ģiir yazan Ahmet HaĢim ve Yahya Kemal‟den ayrı bir noktaya
taĢıyacaktır. Aslında Necip Fazıl‟ın Ģiiri, “1908 sonrasında başlayan, Cumhuriyetten
sonra da yeni boyutlar kazanarak devam eden şiirin sosyal ve ideolojik muhtevasına
tepki olarak doğar.”118
Bu yıllarda ülke, sosyal ve siyasal krizlerle boğuĢmaktadır,
birçok savaĢ (Balkan, I. Dünya ve KurtuluĢ SavaĢları) yaĢamıĢ ve rejim
değiĢikliklerine (mutlakiyet, meĢrutiyet ve cumhuriyet) Ģahit olmuĢtur. Ağır toprak
kayıplarına uğramıĢ, insanların hayatını derinden sarsan inkılâplar ve ihtilâller
meydana gelmiĢtir. Mutlakiyet evrilerek MeĢrutiyeti, MeĢrutiyet de Cumhuriyeti
netice vermiĢtir. Artık Osmanlı Ġmparatorluğu yıkılmıĢ, Türkiye Cumhuriyeti
kurulmuĢtur. Ġmparatorluk düzeninin yıkılıp “milli bir devlet” kurulması, o dönemin
aydınlarını ve sanatçılarını tarihin derinliklerine yönlendirmiĢtir. Anadolu dıĢında
kalan Türk coğrafyası, tarihi, kültürü edebiyata yansımaya baĢlar. Ayrıca
edebiyatçıların ve fikir adamlarının Anadolu coğrafyasını ve insanı tanıma gayreti,
115
Bu Ģiir, 1924 yılında Millî Mecmua‟da çıkan ilk Ģekliyle bahsi geçen Ģiir kitabına alınmıĢ; Necip
Fazıl Kısakürek daha sonra Ģiirin bir dizesini değiĢtirmiĢtir. 116
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 192. 117
Mehmet Çetin, “Türk Edebiyatında Fırtınalı Bir Zirve”, Necip Fazıl Kısakürek, (Haz.: Mehmet
Nuri ġahin ve Mehmet Çetin), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2008, s. 30. 118
BeĢir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi, Ötüken Yayınları, Ġstanbul 1996, s. 192.
19
edebiyatımıza “Anadolucu ve halkçı bir yön verir.”119
Diğer yandan, Tanzimat‟tan
beri devam eden BatılılaĢma sevdası ve Rus Ġhtilâli, Türk toplumunun kimyasını
bozmuĢ; toplumu ayakta tutan manevî değerleri alt üst etmiĢ; Türk toplumunda
pozitivist ve materyalist düĢüncelerin yerleĢmesine sebep olmuĢtur. Doğal olarak
bunlar, edebiyata ve sanata yansımıĢ; ideolojik ve “materyalist bir edebiyata yol
aç”mıĢtır.120
ĠĢte Necip Fazıl‟ın Ģiiri, pozitivizmin hükümfermâ olduğu dönemde, resmî ve
ithal ideolojilerin estetik algıyı kökten değiĢtirdiği bir ortamda “bir tepki şiiri” olarak
ortaya çıkar; çünkü “Necip Fazıl, bir imparatorluk coğrafyasında dünyaya gelip
şuuru aydınlığa kavuştuğunda kendisini çok küçük bir ülkenin vatandaşı olarak
bulan trajik bir neslin beyni yaralı ferdidir.”121
Necip Fazıl, bir toplumun, bir hayat
anlayıĢının ve bir kültürün yok sayıldığını, inkâr edildiğini gören; maddî ve manevî
küçülmeyi zerrelerine kadar hisseden ve bu trajedinin farkına varan insandır. Necip
Fazıl, sosyal ve siyasî açıdan çalkantılı bir dönemde, mevcut Ģiir anlayıĢının zıddı
yönünde filizlenen mistik ve metafizik Ģiir anlayıĢının temsilcisi olmuĢtur. BeĢir
Ayvazoğlu‟nun Ģu tespiti de aynı noktayı iĢaret etmektedir: “Tanzimat‟tan sonra bir
ara Abdülhak Hamid‟i yoklayan büyük bir şiir soluğu, yahut metafizik ürperti, Türk
şiirinde asıl mecrasını bulmak için Necip Fazıl‟ı bekleyecektir.”122
Necip Fazıl‟ın Yeni Mecmua‟da yayımlanan ilk Ģiir denemelerinin ve daha
sonra Örümcek Ağı adlı Ģiir kitabında yayımlanan Ģiirlerinin Türk Ģiirine yeni bir
soluk getirdiği yadsınamaz.
Necip Fazıl, asıl Ģöhretini Kaldırımlar adlı Ģiir kitabının yayımlanmasıyla
kazanacaktır. Kaldırımlar, gerek Ģekil ve üslûp özellikleri açısından, gerekse içerik
ve bu içeriğin dokunaklı anlatımı bakımından Necip Fazıl‟ın özgünlüğünü ve
kalitesini ortaya çıkaran bir eser olacaktır. Kaldırımlar adlı Ģiir kitabının
yayımlandığı yıllarda “Necip Fazıl” adı edebiyat mahfillerinde daha sık geçer olmuĢ
ve Necip Fazıl‟ın adı “Kaldırımlar Şairi”ne çıkmıĢtır. Yazdığı Ģiirler “64 yaprak ve
128 sahifeyi geçmezken”, kendisi ve sanatı hakkında “yazılıp çizilenler bunun on
119
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 34. 120
age, s. 34. 121
BeĢir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi, s. 195. 122
age, s. 193.
20
mislini aş”acaktır.123
Herkes Necip Fazıl‟dan övgüyle bahsedecektir. Yakup Kadri,
Necip Fazıl‟ı “ilk defa kendisi tarafından keşfedilmiş bir dehâ”124
diye överken
Peyami Safa, “Yeni Türk şiirinin şâiri”125
diye hayranlığını belirtecektir. Nahit Sırrı
Örik, “Onu tanımış olmayı büyük bir bahtiyarlık”126
sayacak; ReĢat Nuri, onu, “Şiiri,
sihirli bir cezbeyle dolu şair”127
diye niteleyecektir. Ziya Osman Saba da Necip
Fazıl‟ın, Ģiirimize “Bodleryen bir hava”128
getirdiğini ileri sürecektir. Mehmet
Kaplan ise Kaldırımlar Ģiirinden bahsederken “Türk edebiyatında büyük şehrin
ortasında yalnızlığı bu kadar kuvvetli olarak anlatan pek az şiir”in129
olduğu
tespitinde bulunur.
“Kaldırımlar”ın yayımlanmasıyla birlikte Necip Fazıl‟ın Ģiir dilinde, ilk
Ģiirlerine göre biraz da olsa bir evrilme, bir değiĢim görülür. Ġlk Ģiir kitabı Örümcek
Ağı‟ndaki içe yöneliĢ, dingin ruh hâli, tasavvufî hava ve mistik eda, Kaldırımlar adlı
ikinci Ģiir kitabının yayımlanmasıyla birlikte yerini kaynağı belirsiz korkulara,
kâbuslara ve sayıklamalara bırakmıĢtır. Necip Fazıl, bu değiĢimi kendisi Ģöyle ifade
edecektir: “Şiirimdeki özenme tasavvufî eda ve Anadolu şiirinin „koşma‟ şekline
bağlı iptidaî hassasiyet de gittikçe silinip yerine dipsiz bir korku, sınırsız bir gurbet
duygusu, devamlı bir ihtilaç, vecdini kaybetmiş büyük şehirlerin boğucu kâbusu
geçti. İlk eserim Örümcek Ağı birinci; sonraki kitabım Kaldırımlar, ikinci
merhalemin belirticileri…”130
Necip Fazıl, çok ses getiren bu iki Ģiir kitabından sonra 1932‟de Ben ve Ötesi
adlı Ģiir kitabını yayımlar. Bu kitabın yayımlanması üzerine Necip Fazıl, edebiyat
dünyasındaki yerini daha da sağlamlaĢtıracak ve Necip Fazıl‟ın adı daha çok
duyulmaya baĢlayacaktır. Ünlü denemeci Nurullah Ataç, Ben ve Ötesi‟nin
123
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 67. 124
age, s. 67. 125
Hasan Çebi, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Kısakürek‟in Şiiri, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara 1987, s. 328. 126
age, s. 328. 127
age, s. 328. 128
age, s. 328.
129 age, s. 328.
130 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 65
21
yayımlanmasını, “1932 senesinin en mühim edebî hadisesi”131
sayacak ve Necip
Fazıl‟ın Ģiirine övgüler yağdıracaktır.
1934 yılına gelindiğinde Necip Fazıl‟ın dünyaya bakıĢı ve sanat anlayıĢını
kökten değiĢtirecek bir hadise meydana gelir. Necip Fazıl, NakĢîbendî Ģeyhlerinden
Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢır. Bu tanıĢma, Necip Fazıl‟a yepyeni bir dünyanın
kapılarını açacak; Necip Fazıl‟ın dünyayı anlayıĢı, sanat anlayıĢı, eĢya ve hadiseleri
yorumlayıĢı çok köklü bir değiĢim geçirecektir. Bu tarihten sonra Necip Fazıl‟ın
gerek Ģahsî hayatında gerek sanat anlayıĢında din, tasavvuf ve mistik düĢünce daha
ağırlıklı bir yere sahip olacaktır. Necip Fazıl‟ın bu tanıĢmadan sonraki sanat
anlayıĢını, Çile‟deki Sanat adlı Ģiir çok güzel ifade etmektedir:
Anladım işi, sanat Allah‟ı aramakmış;
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
(Çile, s. 39)
Necip Fazıl, Çile adlı Ģiir kitabının sonundaki Poetika adlı bölümde de aynı
noktaya vurgu yaparak Ģiirinin (daha geniĢ anlamıyla sanatının) amacını Ģu Ģekilde
açıklar: “Bizce şiir mutlak hakîkati arama işidir.(…) Ve şiirin ister O‟na inanan ve
ister inanmayanın elinde, ister bilerek ister bilmeyerek O‟nu aramaktan başka
vazifesi yoktur.”132
Necip Fazıl, beyninin “mutlak hakikat acılarına yataklık etti”ği bir zamanda
Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢmıĢ ve Ģeyhi Abdülhakîm Arvâsî ona, “çocukluğunda ve
ilk gençlik yıllarında, masal gibi bir rüya ikliminden topladığı karanlık ve karışık
haberlerin, apaydınlık ve dümdüz gerçeğini”133
vermiĢtir. Bu gerçek, Allah‟tır. Artık
Necip Fazıl‟ın sanatında bu tarihten sonra dinî ve mistik renk daha belirgin olacak;
hatta “mutlak hakikati arama”134
, Necip Fazıl‟da bir misyon ve amaç hâline
gelecektir. Nitekim Necip Fazıl, 1939 yılında yayımlanan Çile adlı Ģiirinde asıl
131
Ġnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergah Yayınları, Ġstabul 2001, s. 58. 132
age, s. 473-474. 133
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 55. 134
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 473.
22
hedefin “büyük sanatkârlık” olduğunu ifade ederek artık Ģairliğin, “şiirin değil,
şiirini de adayacağı bir hakikatin peşinde”135
olduğunu ifade eder:
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.
(Çile, s. 20)
Necip Fazıl, arayıĢını, çilesini ve ruhî fırtınalarını yansıtan bu Ģiirinden sonra
dinî muhtevalı Ģiirler yazmaya devam eder: “Duâ, Nûr, Onun Ümmetinden Ol,
Sonsuzluk Kervanı…”
Aslında Necip Fazıl‟ın Çile adlı Ģiiri hem tema hem de muhteva bakımından
“bir tepe noktasıdır.”136
Aslında daha önceki Ģiirlerinde “Allah, ölüm, çile, akıl,
arayış, insan, iman, tasavvuf ” gibi temalar, bazen belirgin bir Ģekilde bazen de belli
belirsiz vardı. Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢtıktan sonra ise, bu temalar, açıktan ve çok
daha yoğun bir Ģekilde Necip Fazıl‟ın Ģiirine girdi.
Necip Fazıl‟ın Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢıp da Ģiir ve sanatındaki dinî ve
mistik eğilim iyice belli olunca Necip Fazıl‟a yapılan övgüler ve alkıĢlar yön
değiĢtirecektir. Necip Fazıl, “sanatına kıyan geri adam”137
diye yaftalanarak “sabık
şair”138
Ģeklinde anılmaya baĢlanacaktır. Artık bu noktadan sonra Necip Fazıl‟ın
sanatının merkezinde “din” yer alacaktır. Necip Fazıl, sanatın ve Ģiirin din ile kaim
olduğunu, “Dinin olmadığı yerde hiçbir şey yoktur; yokluk bile yok. Şiir ve sanatsa
hiç yok.”139
sözleriyle ifade edecektir. Her ne kadar Necip Fazıl‟ın sanat anlayıĢı bu
noktaya gelse de o, sanat anlayıĢını mümkün olduğunca kaba bir propagandaya ve
kuru bir didaktizme teslim etmemiĢtir. Zaten Necip Fazıl, mesajını doğrudan veren,
tebliğci üslûbuyla konuĢan Ģiiri “kaba davulculuk” yapmakla suçlarken fikri eriterek,
düĢünceyi de duygusallaĢtırarak veren Ģiiri ise “sihirli kemancılık”a
benzetmektedir.140
Dolayısıyla Ģiirde açıktan tebliğe karĢı çıkan Necip Fazıl, hem
135
Canan Sevinç, “Bir Huzursuzluğun ġiiri: Örümcek Ağı‟ndan Çile‟ye Necip Fazıl ġiirinin
Evreleri”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı), Ocak 2005, S. 97, s. 240. 136
Hasan Çebi, Bütün Yönleriyle Necip Fazık Kısakürek‟in Şiiri, s. 332. 137
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 68. 138
Necip Fazıl Kısakürek, Babıâli, s. 193. 139
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 490. 140
age, s. 475.
23
“dava ve toplum” yörüngeli hem de “öz şiir” çerçevesinde Ģiir yazmayı
sürdürmüĢtür. Necip Fazıl‟ın bu tavrı, Çile‟nin giriĢinde belirttiği poetik duruĢa
uygundur: “Ben şiiri, her türlü hasis gayemin üstünde, doğrudan doğruya kendi zat
gayesine (sanat için sanat); fakat kendi zat gayesinin sırrıyle de Allah‟a ve Allah
davasının topluluğuna (cemiyet için sanat) bağlı kabul etmişim.”141
Büyük Doğu‟yu çıkardığı 1943 yılından sonra Necip Fazıl‟ın Ģiirlerinde bir
azalma görülecektir. Necip Fazıl bu tarihten sonra fikrî, siyasî, dinî ve toplumsal
80‟den fazla eser verecektir. Bu aĢamadan sonra Necip Fazıl‟ın siyasete bulaĢarak
“şiirine yazık et”tiğini söyleyenler çıkar. Necip Fazıl ise, fikir ve politika yoluyla
gerçekleĢtirmeye çalıĢtığı hedef ile Ģiir gayesinin aynı olduğunu vurgular: “…benim
fikir ve politika yoluyla gerçekleşmesi için savaştığım şey, bizzat şiirin muhtaç
olduğu insan ve cemiyet iklimidir. Ben böyle bir iklimin inşası cehdine bağlıyım.
Bizzat şiir anlayışım bunu gerektiriyor.”142
Necip Fazıl, her ne kadar edebiyatın her sahasında kalem oynatsa da onun
edebî gücü ve sanatkâr yönü, daha çok Ģiirlerinde görünür. Nesirlerinde ise daha çok
fikrî yönü, polemikçi kimliği ve dava adamlığı tarafı belirgindir. Nesir Ģeklinde
yazılan türlerden biri olan tiyatro ise, Ģiirinden sonra Necip Fazıl‟ın en çok önem
verdiği, fikrî ve edebî enerjisini en çok teksif ettiği alanlardan biridir. “Tez‟in laf
olmaktan çıkıp büyü olduğu yer” olarak tanımladığı tiyatroyu, sanatkârlar için bir
“imparatorluk tacı” olarak görür.143
Necip Fazıl, “güzel sanatlar içinde zirve”144
olarak nitelendirdiği tiyatroya, oyunculuğunu çok beğendiği ve aynı zamanda
arkadaĢı olan Muhsin Ertuğrul‟un teĢvikiyle baĢlar. Ġlk tiyatro eseri Tohum‟u bir
hafta içinde yazar ve baĢ rolde Muhsin Ertuğrul‟un kendisinin oynaması Ģartıyla
eserini teslim eder. Muhsin Ertuğrul eseri çok beğenir ve baĢ rolü kendisi alır.
Tohum, gerek edebiyat çevreleri, gerekse eleĢtirmenler tarafından beğeniyle
karĢılanır; fakat sahnelendiğinde yeterli ilgiyi görmez. Tohum‟un sahnede beklenen
ilgiyi görmemesi Necip Fazıl‟ı inkisar-ı hayale uğratır. Necip Fazıl, hem
141
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 13. 142
age, s. 12. 143
Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1998, s. 120‟den aktaran
ġaban Sağlık, “Tiyatro Yazarı Olarak Necip Fazıl”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı ),
Ocak 2005, S. 97, s. 344. 144
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 84.
24
tiyatroculuğuna hayran olduğu Muhsin Ertuğrul‟a minnet borcunu ödemek hem de
baĢarısız olan ilk deneyimin izlerini silmek için 1937 yılında Bir Adam Yaratmak
adlı piyesi yazar. Oyun, yine Muhsin Ertuğrul tarafından sahnelenir ve oynanır. Eser,
eleĢtirmenler tarafından takdirlerle karĢılandığı gibi sahnede de büyük baĢarı kazanır
ve uzun süre kapalı giĢe oynar.145
Necip Fazıl, tiyatroya çok önem verir ve tiyatroyu “sanat hisarının en yüksek
burcu”146
olarak görür. Kendi eserleri arasında Bir Adam Yaratmak piyesinin yeri
Necip Fazıl için çok ayrıdır. O, bu eserin kendisi için önemini Ģöyle ifade eder: “Bir
Adam Yaratmak adlı eserimi bugüne kadar vücuda getirdiğim eserler içinde en bağlı
olduğum eser biliyor ve öylece bildirmek istiyorum.”147
Necip Fazıl‟ın Ģiirleriyle tiyatroları arasında tematik bir paralellik olduğu
söylenebilir. ġiirlerinde iĢlediği bazı konuların tiyatroda da sıkça iĢlendiğini görürüz.
Nitekim kendisi Tohum‟un temasının “Allah, kader, ölüm…”, Bir Adam Yaratmak
adlı piyesinin ise “Allah, ölüm, sanat, sanatın çilesi, kadın, dost ve cinnet” olduğunu
ifade eder.148
Bu ve benzer konuların gerek hikâyelerinde (Ruh Burkuntularımdan
Hikâyeler) gerekse romanlarında (Aynadaki Yalan) sıkça ele alındığını, Necip
Fazıl‟ın bu meseleler ve açmazlar üzerine yoğun bir Ģekilde kafa yorduğunu
görmekteyiz.
Necip Fazıl, Bir Adam Yaratmak adlı piyesten sonra 14 tane daha tiyatro
yayımlar149
; fakat bunların hiçbiri Bir Adam Yaratmak‟ın baĢarısını ve kalitesini
yakalayamaz. Tohum ve Bir Adam Yaratmak, estetik ve teknik özellikler bakımından
belli bir kalitenin üzerindeyken diğer tiyatro eserleri, aynı kalite çizgisini
yakalayamamıĢtır. Bu eserler, daha çok Necip Fazıl‟ın “Tiyatro, benim için içtîmaî
145
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 82. 146
Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, s. 120‟den aktaran ġaban Sağlık, “Tiyatro Yazarı Olarak
Necip Fazıl”, s. 344. 147
agm, s. 378. 148
Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, s. 120‟den aktaran ġaban Sağlık, “Tiyatro Yazarı Olarak
Necip Fazıl”, s. 378. 149
Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak (1938), Künye (1940), Sabır Taşı (1940 ), Para (1942), Nam-ı
Diğer Parmaksız Salih (1940), Reis Bey (1964), Ahşap Konak (1964 ), Siyah Pelerinli Adam
(1954), Ulu Hakan Abdülhamid Han (1965), Yunus Emre (1969), Kanlı Sarık (1970), Mukaddes
Emanet (1971), Senaryo Romanlarım (1972), İbrahim Edhem (1978).
25
davada en büyük vaaz kürsüsüdür.”150
tezine uygun olarak yazılan, estetik kaygıdan
çok bir tezi, bir davayı öne çıkaran eserlerdir.
Edebiyatın neredeyse her sahasında ürün veren Necip Fazıl, Ģiir ve tiyatro
kadar yoğun ve sürekli olmasa da hikâye ve romanla da uğraĢmıĢ, bu alanlarda da
ürün vermiĢtir. Necip Fazıl‟ın hikâyelerinin romanlarına göre daha baĢarılı, daha
nitelikli olduğu söylenebilir.
Necip Fazıl, ilk Ģiirlerini yazdığı dönemde, ses getiren Ģiirlerinin yanında
hikâyeler de yazmıĢtır. Nitekim Cumhuriyet gazetesinde yazdığı hikâyelerini bir
araya getirerek Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil ismiyle 1933 yılında yayımlamıĢtır.
1965 yılında ise, Ruh Burkuntularımdan Hikâyeler adıyla bir hikâye kitabı daha
yayımlar. 1970 yılında seçme hikâyelerden oluĢan bir kitabını Hikâyelerim
(Şaheserlerden Kırk Seçme) adıyla yayımlar. 1983 yılında, Hikâyelerim adıyla 52
hikâyeden oluĢan bir kitap daha yayımlar. Bu kitap, ilk üç kitabında yayımlanmıĢ
hikâyelerine sonradan yazdıklarının da eklenmesiyle ortaya çıkan bir çalıĢmadır.
Necip Fazıl‟ın bu hikâyelerine göz atıldığında 8 tanesinin “Kumar ve hasta
kumarbaz tipi” etrafında döndüğü görülür. Diğer hikâyelerinin bir çoğunda ise
“ölüm, yalnızlık, korku, vehim, ruhî fırtınalar ve hafakanlar, arayış”151
gibi temalar
iĢlenmiĢtir. Bu ve benzer temaların daha önce Necip Fazıl‟ın Ģiirlerinde ve
tiyatrolarında da iĢlendiğini ifade etmiĢtik. Buradan hareketle Ģunu söyleyebiliriz ki
Necip Fazıl, kendi hayatında ve ruhunda iz bırakan temaları bazen Ģiir diliyle bazen
tiyatro diliyle bazen de hikâye ve romanın imkânlarıyla tekrar tekrar iĢlemiĢtir.
Edebiyatın her sahasında olduğu gibi hikâyede de materyalist ve pozitivist bir
söylemin hâkim olduğu bir dönemde Necip Fazıl, bu türe metafiziği sokarak
edebiyata farklı bir pencere açmıĢtır. “Anlatımda Mauppasant yoluna bağlanabilecek
hikâyeleriyle Necip Fazıl Kısakürek, metafizik ve ruhçu özellikler taşıyan bir çizgiyi
hemen tek başına temsil etmektedir.”152
150
Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar, s. 120‟den aktaran ġaban Sağlık, “Tiyatro Yazarı Olarak
Necip Fazıl”, s. 344. 151
Bkz. “Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri, Eski Elbiselerin Hafızaları, Ölü Saklayan Mezarcı,
Hayalet, Sırtlan” adlı hikayelere. 152
Kamil EĢfak Berki, “Türk Hikâyesinde Necip Fazıl Kısakürek‟in Yeri”, Necip Fazıl Kısakürek,
(Haz.: Mehmet Nuri ġahin ve Mehmet Çetin), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2008, s.192
26
Temsil ettiği çizgi itibariyle, sahip olduğu sıra dıĢı üslûp yönüyle ve özellikle,
tasvir bölümlerinde “şiirsel ve felsefî bir şölene dönüş”en153
dili itibariyle Necip
Fazıl‟ın öyküleri edebiyat tarihindeki yerini alacaktır.
Necip Fazıl, nitelik bakımından hikâyeleriyle boy ölçüĢecek seviyede olmasa
da roman türünde de eser vermiĢtir. Necip Fazıl, roman adı altında iki tane kitap
yayımlar. Bunlardan birincisi Aynadaki Yalan adlı eseridir. Bu roman, önce Yeni
Ġstanbul gazetesinde tefrika edilmiĢ (17 Aralık 1979- 13 Mart 1980); daha sonra
1980 yılında Büyük Doğu Yayınları arasında yayımlanmıĢtır. Sanatsal değerin tezin
gölgesinde kaldığı bu romanda Necip Fazıl, politik, dinî ve sosyal görüĢlerini, basit
ve yüzeysel bir kurgu ile anlatmıĢtır.154
GiriĢ kısmında roman hakkındaki görüĢlerini açıkladığı ve otobiyografik
roman olarak kaleme aldığı Kafa Kâğıdı adlı eseri ise, Necip Fazıl‟ın ölümünden
sonra basılabilmiĢtir. Teknik ve üslûp özellikleri bakımından bir roman
sayılamayacak bu eser, olay akıĢı ve kronolojik sırası ters yüz edilmiĢ bir biyografi
olarak değerlendirilebilir.
Necip Fazıl, Ģairliğinin yanında nitelikli bir nesirci olarak da yazdığı roman,
hikâye ve tiyatrolarıyla da belli bir kalite seviyesini yakalayabilmiĢ çok usta bir
yazar, çok yönlü bir Ģahsiyettir. Bir kez daha vurgulamak gerekir ki, onun çok yönlü
kiĢiliğinin en baskın tarafı Ģairliğidir. Necip Fazıl, sıradıĢı imaj ve hayallere,
etkileyici benzetmelere, “fonetik ve estetik yönden titiz bir dil işçiliği”ne155
sahip
Ģiirleriyle hem çağdaĢı olan Ģairler üzerinde hem de kendi Ģiirinden beslenen halefleri
üzerinde derin bir etkiye sahiptir. Batı Ģiiriyle Türk halk (tekke) Ģiirini harmanlayıp
yeni bir sentez oluĢturması, “şiirlerindeki mistisizm, kapalılık, trajik söyleyiş ve
geleneğe bağlılık”156
gibi özellikler, Necip Fazıl‟ı seçkin ve kaliteli bir Ģair yapmıĢtır.
Hülasa Necip Fazıl, nitelikli bir Ģair olarak, daima gündemde olan ve gündem
belirleyen usta bir polemikçi olarak, müesses nizâmın sinir uçlarına dokunan muhâlif
153
Hüseyin Su, “Kendini Arayan Ben‟in Öyküleri”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı), Ocak
2005, S. 97, s. 443. 154
Orhan Okay, Necip Fazıl Kısakürek, s. 88. 155
Hasan Çebi, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Kısakürek‟in Şiiri, s. 338. 156
Ġnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, s. 59.
27
bir fikir adamı olarak, “halefsiz ve selefsiz bir üslûp”la157
yazılmıĢ tiyatro, roman ve
hikâyeleri ile Cumhuriyet devri Türk edebiyatına damgasını vurmuĢ bir sanatçıdır.
1.5. Necip Fazıl Kısakürek’te Din ve Tasavvuf Duygusunun Gelişmesinde
Etkili Olan Kişiler
Derin bir kültür ve bilgi birikimi gerektirecek çok farklı alanlarda birçok
nitelikli eser vermiĢ bir yazar olan Necip Fazıl, bu eserlerinin birçoğunda din ve
tasavvufu, ya doğrudan doğruya ya da eserlerin içinde eritilmiĢ bir Ģekilde gizliden
gizliye kullanmıĢtır. Necip Fazıl‟ın eserleri incelendiğinde dinî ve tasavvufî bakıĢ
açısının ne derece belirgin olduğu hemen fark edilecektir.
Pekâlâ Necip Fazıl‟ın eserlerine yansıyan bu dinî ve tasavvufî söylem,
nereden kaynaklanmaktadır? Bunu açıklayabilecek veriler, Necip Fazıl‟ın kendi
eserlerinde bol miktarda vardır. Özellikle otobiyografik özellikler taĢıyan O ve Ben
ile Kafa Kâğıdı adlı eserleri bu konuda bize yeterli malzeme sunmaktadır. Bu
eserlerden anlaĢıldığına göre Necip Fazıl, manevî bilinci ve ilk dinî eğitimi aile
çevresinden almıĢtır. Bu durum Kerim Yavuz‟un Ģu tespitlerini destekler niteliktedir:
“Çocuk ilk defa genel eğitimle olduğu gibi dinî tecrübe ile de doğrudan doğruya
ailede karşılaşır. Eğer çocuğa din eğitimi verilirse onda dinî inancın oluştuğu ve
geliştiği görülür.”158
Necip Fazıl‟da aile çerçevesinden gelen etkilerle oluĢan dinî bilincin değiĢik
kanallardan gelen etkilerle pekiĢtiği görülür. Bu bilincin geliĢmesine ve pekiĢmesine
katkı sağlayan kiĢileri tek tek ele almanın faydalı olacağına inanıyorum.
157
Ahmet Turan Alkan, “Türk Nesrinde Halefsiz ve Selefsiz Bir Üslup: Necip Fazıl Kısakürek”,
Necip Fazıl Kısakürek, (Haz.: Mehmet Nuri ġahin ve Mehmet Çetin), Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara 2008, s. 202. 158
Kerim Yavuz, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişimi, Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı Yayınları,
Ankara 1983, s. 46‟dan aktaran Nesibe Esen, Necip Fazıl Kısakürek‟te Dinî Yaşayış (Yüksek
Lisans Tezi), Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana 2009, s. 31.
28
1.5.1. Mehmet Hilmi Efendi
Kerim Yavuz, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişimi adlı çalıĢmasında
çocuğun, dinî terbiyeyi ailenin yapısına bağlı olarak anneden, babadan, büyük baba
veya büyük anneden alabileceğini belirtir.159
Necip Fazıl da “ilk dinî telkinleri”ni160
vakar ve ciddiyeti ile konağın en etkili
kiĢisi olan büyük babası Mehmet Hilmi Efendi‟den alır. Büyük babasının konaktaki
konumunu ve kendisinin onun üzerindeki etkisini “Konağın ruhu büyük babam, ben
de onun ruhuyum”161
diyerek ifade eder ve ondan aldığı ilk dinî terbiyeyi Ģu Ģekilde
dile getirir: “Yatakta da büyük babamla beraberim ve kürkünün içindeyim. İlk dinî
telkinlerimi ondan aldım. Yatakta ondan hep dinî menkıbeler dinliyorum.”162
Anlattıklarıyla torununu manevî anlamda besleyen büyük baba, Necip Fazıl‟a,
himâye ettiği bir hâkim olan Mustafa Efendi‟den Kur‟an dersleri de aldırır.163
Necip Fazıl‟ın çocukluk çağında en büyük destekçisi ve hâmisi olan büyük
babası Mehmet Hilmi Efendi, anlattığı menkıbelerle Necip Fazıl‟da bir manevî
bilincin oluĢmasını sağlamıĢ; dinî ve tasavvufî dünyaya yöneliĢin ilk taĢlarını
döĢemiĢtir. Necip Fazıl, büyük babası öldüğünde onun bu yönüne dikkati çekerek
Ģöyle diyecektir: “ Olanca desteğim, koruyucum, kürkünün içinde barındırıcım,
sema, toprak, güneş, dünya, Allah, Peygamber, bütün kâinat öğreticim, büyük
babam… öldü.”164
Necip Fazıl, kendi soy ağacından bahsederken “din” konusuna özellikle vurgu yapar
ve içinde birçok büyük din adamının bulunduğu Kısakürekoğullarının vardığı son
halkanın manevî önderlerden Mevlana Bektut olduğunu belirtir.165
Mehmet Hilmi
Bey‟in babası Ahmet Necip Bey de eski MaraĢ müftüsüdür.166
ĠĢte böyle
159
Kerim Yavuz, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişimi, s. 46‟dan aktaran Nesibe Esen, Necip
Fazıl Kısakürek‟te Dinî Yaşayış (Yüksek Lisans Tezi), s. 31. 160
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 21. 161
age, s. 12. 162
age, s. 21. 163
age, s. 23.
164 Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 131.
165 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 22.
166 Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 43.
29
muhafazakâr ve dindar bir aileden gelen büyük baba Mehmet Hilmi Bey, dinî yönden
Necip Fazıl‟ı etkileyen ilk kiĢidir.
1.5.2. Mediha Hanım
Necip Fazıl‟ı derinden etkileyen ve hayatına yön veren kiĢilerden biri de
annesi Mediha Hanım‟dır. Necip Fazıl‟da anne etkisi, baba tarafına göre çok daha
baskındır. Necip Fazıl, annesinin kendisi üzerindeki etkisini Ģöyle anlatır: “Ne
aldımsa annemden,(…) hayatı boyunca masum ve mazlum bu kadından aldığıma
inanıyorum. Baba kolları ikinci planda …”167
Necip Fazıl, saygı ve hasretle andığı annesinin babası tarafından terk ediliĢini
bir türlü kabullenemeyecek, annesine karĢı düĢkünlüğü giderek artacak ve onu hep
hayırla yâd edecektir. “En köklü zaafım”168
dediği annesinin hayatını Ģöyle özetler:
“Anneme gelince, yirmi küsur yaşında babamdan dul kaldıktan sonra topyekun
küsen, bütün ömrü uğultulu konaktan başlayarak bir besleme hâlinde ezilmekle
geçen, nihâyet hastalanan, kurtulan, çocuğunu (beni) dişlerinde taşıyarak büyüten,
bu defa da kendini erkek kardeşlerinin hizmetlerinde harcayan, Müslümanlıkta ve
derinlikte annesine eş büyük kadın, bazı şiirlerimden de tüttüğü gibi en köklü
zaafım… Allah‟ın, bende yarattığı birçok hususiyeti, annemin yolundan verdiğine
inanıyorum”169
Annesinin özellikle manevî yönden, Necip Fazıl‟da bıraktığı derin etkiye
karĢılık baba Fazıl Bey‟in, Necip Fazıl üzerinde hem maddî hem manevî hiçbir etkisi
yoktur ve oğlunun yazdığı bir mektuba: “Ne de güzel üslubun varmış!”170
cevabını
verecek kadar oğlundan bîhaberdir. Fazıl Bey, Mediha Hanım‟dan ayrıldıktan dört
yıl sonra çok genç denilebilecek bir yaĢta, otuz üç-otuz dört yaĢlarında ölmüĢtür.
Necip Fazıl, “bir isimden ibarettir”171
dediği ve ömrü boyunca “hepsi hepsi
167
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 46. 168
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 76. 169
age, s. 75-76. 170
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 151. 171
age, s. 94.
30
bir günlük kadar konuşmadığı”172
babasını Ģöyle tasvir edecektir: “O girdaplar çizen,
her türlü nefis muhasebesine yabancı, ne yaptığını ve ne istediğini bilmez bir
rüzgârdı, ne durgunlaşabildi, ne de kasırgalaşabildi, satıh üstü esip geçti.”173
1.5.3. Anneanne
Necip Fazıl, örnek aldığı annesini yetiĢtiren bir kadın olan anneannesinden
de dinî yaĢayıĢ ve bilinç olarak çok etkilenmiĢtir. Necip Fazıl, anneannesinin derin
ve samimi bir Müslüman olduğunu belirterek onun dinî hassasiyeti olan, beĢ vakit
namazında bir kadın olduğunu, daimâ Allah ve Resûl‟ünü andığını ve günün yirmi
dört saatini ağlamak ya da dua etmekle geçirdiğini belirtir.174
“Ayak parmağından
saçına dek kar gibi beyaz tülbent kokan bu mübarek kadın”ın175
kendisi için çok
büyük bir mesele olduğunu söyler ve etkilendiği bir hadiseyi anlatır: “Bir gün dalgın
dalgın pencereden bakışını gördüğüm ümmî kadına sormuştum: Anneanne ne
düşünüyorsun? Cevap vermişti: Allah‟ı düşünüyorum! Ne düşüneceğim? Ciğerime
kadar ürpermiş ve kendi kendime de demiştim: Keşke bizim ilmimiz, bunun
ümmîliğinin ayak tozuna erişebilse…”176
Necip Fazıl‟ın “derin ve fedakâr Müslüman-Türk annesi timsali”177
dediği bu
mübarek kadını sokakta görenler, “bir çift göz deliği meydanda bir çarşafa bürülü,
evi ziyaret edenler de daima başörtüsü içinde buluyor.”178
Görüldüğü gibi anne ve anneannenin, dini derinden, samimî yaĢayıĢları,
Necip Fazıl‟ın çocuk bilincinde derin bir etki bırakmıĢ ve daha sonraki hayatına da
tesir etmiĢtir. Kerim Yavuz da bu noktayı destekleyici bir tespitte bulunur: “Aile
172
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 151. 173
age, s. 152.
174 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 75.
175 age, s. 75.
176 age, s. 75.
177 age, s. 16.
178 Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 48.
31
içinde ve dışında oluşan dinî, ahlakî ve kültürel atmosfer içinde edinilen gözlemler,
çocuğun dinî gelişiminde etkilidir.”179
1.5.4. İbrahim Aşkî
Necip Fazıl‟ın, “ne oldumsa bu mektepte oldum”180
dediği, ilk metafizik
arayıĢ ve çırpınıĢlarının filizlendiği Bahriye Mektebi, kalbine bastığı yakıcı mühürle
Necip Fazıl‟ın hayatında önemli bir yere sahiptir. Necip Fazıl, Bahriye‟de 1916-1920
yılları arasında 5 yıl okur. Ergenlik çağını ve ilk gençlik yıllarını bu okulda yaĢar. Bu
dönemde “bedensel gelişimle birlikte bilişsel gelişim de hızlıdır. Bireyde soyut,
mantıksal, eleştirel ve ahlâkî düşünme biçimleri gelişir.”181
Necip Fazıl da bu tespite
uygun olarak bu yıllarda ebedî hayat, Cennet, Cehennem, varlık, yokluk konusunda
düĢünmeye ve bunları sorgulamaya baĢlar. Yarı hikmetli, yarı mecnun vehimlerin
çocuk beynini diĢleyerek kendisini çok sıkıntıya soktuğunu ve etkisinden haftalarca
sıyrılamadığını söyler.182
Necip Fazıl‟ın Bahriye‟de en çok etkilendiği kiĢi; Necip Fazıl, metafizik
buhranlarla boğuĢurken, geçirdiği bu “ilk oluş ve berzah acıları”nı183
sezinleyen
edebiyat öğretmeni Ġbrahim AĢkî‟dir. Necip Fazıl‟ın, “hocalarımızın en yaşlısı ve
derin irfan sahibi” dediği Ġbrahim AĢkî Bey, ona isteklisi olduğu dünyadan
(tasavvufî dünyadan), “derme çatma ilk adresleri ver”en kiĢidir.184
Necip Fazıl,
“henüz meselenin meselesi tasavvuf hakkında bir mizan bilgisine sahip değil”ken185
hocasının verdiği Semerât‟ül-Fuâd ve Divan-ı Nakşî, adlı kitaplarla tasavvufî
dünyaya adımını atar. Bu kitapları okuyan ve bunlardan etkilenen Necip Fazıl, dinî,
tasavvufî meseleler üzerine kafa yormaya, hayatı sorgulamaya devam etmektedir:
“Mektebin camiindeki minareden sabah ve yatsı ezanları okunurken yatağımdan
179
Kerim Yavuz, “Dinî Ġnancın GeliĢmesinde Nativizm ve Tecrübecilik Problemi”, Atatürk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi VII, Erzurum 1986a, s. 139.‟dan aktaran Nesibe Esen,
Necip Fazıl Kısakürek‟te Dinî YaĢayıĢ (Yüksek Lisans Tezi), s. 33. 180
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 135. 181
Doğan Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, Ġstanbul 1994, s. 345-354‟ten aktaran
Nesibe Esen, Necip Fazıl Kısakürek‟te Dinî Yaşayış (Yüksek Lisans Tezi), s. 35. 182
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 45. 183
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 156. 184
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 41. 185
Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 157.
32
doğruluyor, elimle başımı kapatıyor ve anlatılmaz haşyet duyguları içinde
yüzüyorum. Baş meselem, Allah… Koltuğumun altında, yaprakları öd ağacı ve gül
yağı kokan Semerât‟ül-Fuâd ve yumurta akıyla parlatılmış esmer kağıt üzerine
yazma Divan-ı Nakşî, rıhtım boyunda dalgalara karşı düşünce… Darağacına çekilen
Mansur‟un menkıbesi, taç ve tahtını yele veren İbrahim Ethem‟in macerası ve
dünyayı bütün nakışlarıyla perde üzerindeki gölgelere benzeten Nakşî şair, ruhumu,
akşam ıssızlığında çevirmişti.”186
Necip Fazıl; Ġbrahim AĢkî‟nin, sınıf içindeki tavırlarından ve sorularından
dolayı kendisindeki cevheri fark ettiğini, kendisiyle ilgilendiğini, daima okumaya
teĢvik ettiğini ve bir gün kendisine Ģöyle dediğini söyler: “Sana gel, diyorum; dört
ayağını diremiş gelmem diyorsun. Kendi otladığın yerden memnunsun; ama asıl
cevherli otu bulmaktan acizsin.”187
Ġbrahim AĢkî‟nin, Necip Fazıl üzerindeki etkisi Ģu anektotla daha iyi
anlaĢılacaktır: Necip Fazıl‟ın, ünversite yıllarında yazdığı tasavvufî edalı ilk Ģiirleri,
Yakup Kadri idaresindeki Yeni Mecmua‟da yayımlanır ve Yakup Kadri dahil bütün
edebiyat çevrelerinden övgü alır. Yeni Mecmua‟nın idarehanesinde karĢılaĢtığı
Ahmet HaĢim, hayretini gizlemeyerek Necip Fazıl‟a “Çocuk! Bu sesi nereden buldun
sen?” der ve sonra da “verdiği rütbeyi kıskanmış olacak ki” Ģu sözleri söyler188
:
“Kendini bir şey sanma! Yakup Kadri‟nin seni tuttuğuna da bakma! Tesiri altındasın
da ondan… Sanatkâr, tesiri altında kalanı sever.” Necip Fazıl, bununla alakalı olarak
Kafa Kâğıdı adlı eserinde Ģunları söyleyecektir: “Hâlbuki aldığım tesir Yakup
Kadri‟den değil, bana en iptidaî şekilde tasavvuf zevkini aşılayan Bahriye‟deki
hocam İbrahim Aşkî Bey‟den.”189
Bu tespit, bize Necip Fazıl‟ın referans noktalarını, daha sonra Ģiirlerinde iyice
belirgin hâle gelecek olan dinî ve tasavvufî damarın kaynağını göstermesi açısından
önemlidir.
186
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 43.
187 Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 156.
188 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 57.
189 Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s. 189.
33
1.5.5. Ahmet Hamdi Akseki
Necip Fazıl‟ın manevî dünyasının Ģekillenmesinde etkili olan kiĢilerden
birinin de Bahriye‟deki din dersi hocası Ahmet Hamdi Akseki190
olduğu söylenebilir.
Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti‟nin üçüncü Diyanet ĠĢleri BaĢkanı olan Ahmet
Hamdi Akseki Necip Fazıl‟a “Sende istikbalinin beklediği İslam düşünce adamından
ışıklar görüyorum.”191
diyerek ondaki “fikir ve dava adamlığı” cevherini ilk
keĢfedenlerden biri olmuĢtur. Necip Fazıl ondan, Kafa Kâğıdı ile O ve Ben adlı
eserlerinde birkaç yerde bahseder ve Bahriye yılllarından onunla ilgili pek fazla
ayrıntıya yer vermez; fakat Necip Fazıl‟ın 1969 yılında verdiği bir konferans
vesilesiyle söyledikleri ondan etkilendiği noktaları göstermesi bakımından önemlidir:
“…imanlı bir diyanet temsilcisine düşen ıstırabı sadık bir miyar şivesiyle kaydetmiş
bir çilekeştir. O halde halis bir insan; fakat ıstırabının mukabil hamlesini yerine
getirmekten, aynı makamdaki herkes gibi aciz olduğu için, belirttiği mânâ ve
meselelerin altında kalmış bir mustarip.(…) Diyanet İşleri'nin alâkalısı bulunduğu
süre içinde müsbet eser vermek ve müessir olmak yerine, ancak menfî esere
mukavemet etmiştir ve müteessir olabilmenin akibetini temsil edebilmiştir.”192
190
Ahmet Hamdi Akseki (1887-1951): Türkiye Cumhuriyeti‟nin üçüncü Diyanet ĠĢleri BaĢkanı olan
Ahmet Hamdi Akseki, Akseki‟nin Sülles (Güzelsu) kasabasında doğmuĢtur. BeĢ altı yaĢlarında
Kur‟an okumaya baĢladı. DeğiĢik hocalardan dinî dersler aldı. Mehmet Akif‟ten de Arap edebiyatı
ile ilgili dersler aldı. Medrese eğitimini sürdürürken Dârülfünûn‟un Ulûm-i Âliyye-i Diniyye
ġubesi‟ne (bugünün Ġlahiyat Fakültesi) girdi, buranın kapatılması üzerine Dârülhilâfetü‟l Âliyye
Medresesi‟ne geçerek eğitimini tamamladı. Daha sonra Medresetü‟l-Metehassisîn‟in Kelam ve
Hikmet-i Ġlahiye ġubesi‟ne girdi. Bu okulun son sınıfında iken 1916 yılında Heybeliada‟daki
Mekteb-i Bahriye-i ġâhâne‟ye (Deniz Harp Okulu) din dersleri hocası olarak atandı. DeğiĢik
camilerde kürsü Ģeyhliklerinde bulundu. Milli Mücadele için Anadolu‟ya geçerek vaaz ve
konferanslarıyla buradaki milli mücadele hareketini destekledi. 1924 yılında Dârülfünûn Ġlahiyat
Fakültesi hadis ve hadis tarihi müderrisliğine atandı. Aynı yıl Diyanet ĠĢleri Reisliği Heyet-i
MüĢâvere üyeliğine atandı. Tarîkat-ı Salâhiye Cemiyeti‟ne üye olduğu ve faaliyetlerine katıldığı
suçlamasıyla 1925 yılında Ankara Ġstiklal Mahkemesi‟nde yargılandı ve beraat etti. 1939 yılında
Diyanet ĠĢleri baĢkan yardımcılığına atandı. 1947 yılında ise Diyanet ĠĢleri baĢkanlığına getirildi.
Bu görevde iken 1951 yılında vefat etti. Eserlerinden bazıları: Ruh ve Bekâ-yı Ruh, İslâm Dini,
Peygamberimizin Vecizeleri, Mezâhibin Telfiki ve İslâm‟ın Bir Noktaya Celbi, Dinî Dersler, Ahlak
Dersleri, Askere Din Kitabı, Yavrularımıza Din Dersleri, Köylüye Din Dersleri. (İslâm
Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C: 2, Ġstanbul 1989, s. 293-294)
191 Necip Fazıl Kısakürek, Kafa Kâğıdı, s.163.
192 <http://www.yenisafak.com.tr> , arsiv, 05 Mayıs 2001, Dücane Cündioğlu, (15.06.2011)
34
Necip Fazıl, onun makamının hakkını verme konusundaki çabalarını takdir
eder ve “makamıyla vicdanı arasındaki muhasebe neticesinde kalbinin çatlayıp”193
öldüğünü söyler. Necip Fazıl‟ın, Bahriye‟de okuduğu yıllarda Ġbrahim AĢkî‟den
etkilendiği kadar olmasa da Ahmet Hamdi Akseki‟den de etkilendiğini
söyleyebiliriz.
1.5.6. Abdülhakîm Arvâsî
Necip Fazıl, gerek aile çerçevesinden gerekse Bahriye‟deki hocalarından
gelen etkilerle tedricî bir manevî değiĢim yaĢamıĢtır. Bu değiĢim, eğitim için gittiği
Paris‟te yaĢadığı bohem ve bunalımlı dönemde bir ara kesintiye uğrasa da Necip
Fazıl, en keskin ve kalıcı değiĢimi Abdülhakîm Arvâsî194
ile tanıĢtıktan sonra
yaĢayacaktır.
193
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 40.
194 Abdülhakîm Arvâsî (1865-1943): NakĢibendî-Halidî Ģeyhi. Van'ın BaĢkale kazasında doğdu. Ba-
bası Seyyid Mustafa Efendi'dir. Soyu anne tarafından Abdülkadir-i Geylânî‟ye ulaĢır. Moğol
istilası sırasında (1258) Musul'a hicret eden ataları daha sonra Urfa ve Bitlis'e, oradan da Mısır'a
gider. Ailenin büyük oğlu Molla Muhammed bir süre sonra Van'a gelip Ģehrin güneyinde yüksek
dağlar arasında bir köy kurarak yerleĢir. Bu köyde büyük bir dergâh ve iki katlı bir cami inĢa
ederek buraya Arvas adını verir. Kadirî tarikatına mensup olarak faaliyet gösteren bu aile, “Arvas
seyyidleri” diye bilinir. Abdülhakîm Arvâsî, ibtidâî ve rüĢdiyeyi BaĢkale'de okudu. Daha sonra
Irak'ın çeĢitli bölgelerindeki tanınmıĢ âlimlerden icazet alarak BaĢkale'ye döndü (1882). Kendisine
miras kalan servetle bir medrese yaptırdı ve zengin bir kütüphane kurdu. Bu medresede yirmi yıla
yakın ders okuttu. 1880 yılında intisap ettiği Hâlidiyye tarikatı Ģeyhlerinden Seyyid Fehim'den
hilâfet aldı (1889). Tarikatın silsilesi Seyyid Fehim, Seyyid Tâhâ vasıtasıyla NakĢibendiyye'nin
Hâlidiyye kolunun kurucusu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'ye ulaĢır. Abdülhakim Arvâsî, I. Dünya
SavaĢı'nın baĢlarında Ruslar'ın BaĢkale'yi istilâ etmesi ve Ermeniler'in silâhlanarak müslüman
halkın mallarını yağmalamaya baĢlamaları üzerine, hükümetin emriyle yüz elli kiĢilik ailesiyle
birlikte daha emin bir yere göç etmek zorunda kaldı. DeğiĢik yerlere uğrayarak ve kısa süreli
yerleĢerek Nisan 1919'da Ġstanbul'a geldi. Eyüp'teki KaĢgarî Dergâhı Ģeyhliğine tayin edildi (Ekim
1919). Medresetü'l-mütehassisîn'de, tasavvuf tarihi dersi okuttu. Dergâh Ģeyhliğinin yanı sıra ay-
rıca KaĢgarî Camii'nin imamlık ve vaizlik görevi de kendisine verildi. Tekkeler kapatılana kadar
bu görevlere devam etti. Daha sonra tarikat faaliyetlerini bırakarak eve dönüĢtürdüğü dergâh bi-
nasında, tasavvufî sohbetlerle meĢgul oldu. Menemen hadisesi (Aralık 1930) ile alakalı görülerek
tutuklandı ve Menemen'e gönderildi. Ancak olayla ilgisi olmadığı anlaĢıldı. Soyadı kanunu kabul
edilince ÜçıĢık soyadını aldı. Beyoğlu Ağa Camii ve Beyazıt Camii'nde dersler verdi. Cumhuriyet
döneminin önemli fikir ve sanat adamlarından Necip Fazıl Kısakürek'in kendisiyle tanıĢıp sohbet-
lerinde bulunması, aydın çevrelerde de tanınmasını sağladı. Eylül 1943'te sıkıyönetimin emriyle
Ġzmir'e gönderildi. Bir süre sonra Ankara'ya gitmesine izin verildi. 27 Kasım 1943'te vefat etti.
Kabri, Ankara'daki Bağlum Mezarlığı'ndadır.
Eserleri: Rabıta-i Şerife (Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleĢtirilerek yayımlanmıĢtır.), Er-
Riyâzü‟t-Tasavvufiye (Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleĢtirilerek Tasavvuf Bahçeleri adıyla
yayımlanmıĢtır.), Tam İlmihal-Saadet-i Ebediyye (İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, C: 1, Ġstanbul 1988, s. 211-212)
35
Necip Fazıl, Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢma serüvenini Ģöyle anlatır: Necip
Fazıl bir akĢam çalıĢtığı bankadan çıkar ve karĢıya geçmek için bir “Şirket-i
Hayriye” vapuruna biner. KarĢısında oturan adamın dikkatli bir Ģekilde kendisine
baktığını görür. Rahat, kaygısız ve incitici olmayan bu bakıĢ ısrarla devam eder. Bir
süre sonra selamlaĢarak tanıĢırlar. Necip Fazıl, ismini, cismini bildirme zahmeti
duymayan bu adamla bir süre dinî konularda sohbet eder. Konu bir süre sonra
“tasavvuf” bahsine gelir. Necip Fazıl bu konudan hareketle, zamanımızda irĢada
ehliyetli bir mürĢidin olup olmadığını sorar. Adam, ona adres olarak Beyoğlu Ağa
Camii‟nde cumaları ders veren Abdülhakîm Arvâsî‟yi gösterir. Bu arada vapur
iskeleye yanaĢır. Necip Fazıl‟ın bir daha hiç görmeyeceği Hızır tavırlı bu adam,
Necip Fazıl vapurdan inerken daha önce söylediği Ģeyleri aynen tekrarlar: Beyoğlu
Ağa Camii‟nde… Cumaları orada ders verir. Ġsmi? Abdülhâkim Efendi Hazretleri.
Necip Fazıl, aradan zaman geçtikten sonra bir cuma günü arkadaĢı Abidin Dino ile
Abdülhâkim Arvâsî‟yi ziyarete gider. Necip Fazıl, etrafındaki herkesin, kendisine
saygı ve ihtiramla davrandığı zatın vakar ve heybetinden çok etkilenir. Ayak üstü bir
görüĢüp tanıĢmadan sonra Abdülhakîm Arvâsî, Necip Fazıl‟ı evine de davet ederek
istediği zaman kendisini ziyaret edebileceğini söyler. Necip Fazıl, çok etkilendiği bu
zatın elini can kurtarana yapıĢırcasına “kapıp” öper ve oradan arkadaĢıyla ayrılır.195
Bu tanıĢma, Necip Fazıl için bir dönüm noktasıdır. Her ne kadar Necip
Fazıl‟ın gençlik yıllarından beri tasavvufa ilgisi olsa da 1934 yılında Abdülhakîm
Arvâsî ile tanıĢınca bu ilgi teorikten pratiğe geçecek ve bir yaĢam tarzı hâline
gelecektir. Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢıklık, Necip Fazıl‟ı o kadar etkileyecektir ki
hayatının akıĢ çizgisini ve evrelerini bu zat belirleyecektir. Nitekim Necip Fazıl,
hayatını anlattığı O ve Ben adlı eserini üç bölüme ayıracaktır: Tanıyıncaya Kadar
(1904-1934), Tanıdıktan Sonra (1934-1943), O Günden Beri (1943‟ten sonra).
Abdülhakîm Arvâsî, ilk görüĢmede Necip Fazıl‟ı evine davet etse de Necip
Fazıl, çeĢitli sebeplerden dolayı uğrama fırsatı bulamayacaktır. Bir gün yine arkadaĢı
Abidin Dino ile Abdülhakîm Arvâsî‟nin evine gider. Onu daha yakından gören,
tanıyan ve onunla sohbet etme imkânını yakalayan Necip Fazıl, ilk görüĢmeye göre
daha çok etkilenmiĢtir. Üzerindeki bu etkiyi Ģöyle anlatacaktır: “Gözleri… Evet, evet,
195
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 76-89.
36
gözleri… Bu gözler, en uzak yıldızdan görünen en uzak yıldız kadar uzak,
namütenahi uzak bir dünyadan bakıyordu. Alçıdan heykel gözleri gibi bu dünyaya ait
her şeye kapalı; bambaşka ve harikulâde bir dünyanın seyircisi gözler… Küçücük bir
billûr parçasındaki renk ve ışık cıvıltıları gibi bambaşka harikulâde bir dünyanın
seyircisi gözler…”196
Necip Fazıl, bu gözlerin, bu bakıĢın etkisini ve kendisinde meydana getirdiği
değiĢikliği Mürşid adlı Ģiirinde Ģöyle dile getirecektir:
Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız;
Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!
(Çile, s. 77)
Necip Fazıl bu görüĢmeden sonra “birden, denize bir gemiden demir atılması
gibi” bir duyguya kapıldığını hisseder ve “kurtuluşunun sırrının bu adamda”
olduğunu düĢünür.197
Necip Fazıl, tasavvuf kitaplarından okuduğu mürĢid-i kâmili, “üstün irşâd
edici”yi198
aramaktadır. Abdülhakîm Arvâsî, Necip Fazıl‟a bu konuda Ģunu
söyleyecektir: “Bu iş kitapla olmaz. Akılla da varılmaz. Hiç yemeğin lezzeti çatal
bıçakla aranıp bulunabilir mi?”199
Necip Fazıl, “rahmet gibi dipsiz, rahmet gibi
sıcak, rahmet gibi diriltici”200
bu gözlerin sahibinden bir daha ayrılmayacak ve
daima dizinin dibinde olacaktır.
Necip Fazıl, beyninin “mutlak hakikat acılarına yataklık et”tiği bir zamanda
“ağrıyan akıl dişi”ni Abdülhakîm Arvâsî‟den aldıkları ve dinledikleriyle tedavi
etmeye çalıĢır.201
Ondan öğrendikleri, Ģimdiye kadar öğrendiği doğruları ve edindiği
tecrübeleri alt üst eder: “Hayatımda öyle bir gün doğdu ki, kundaktan patiğe
emzikten kısa pantolona, oyuncaktan boyun bağına, karalama defterinden polis
196
Necip Fazıl Kısakürek, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1993,
s. 12. 197
age, s. 12. 198
age, s. 13. 199
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 93. 200
age, s. 92. 201
age, s. 98.
37
hafiyesi romanına, beş taştan iskambil kâğıdına ve ayva tüyünden kır saça kadar
anne, baba, dadı, mektep, arkadaş, kitap, hoca, tabiat, şehir, cemiyet, kimden ne
aldımsa hepsini geriye verdim. Ruhuma istifledikleri hazırlop dünya bir sarsılışta
yıkılıp gitti.”202
Necip Fazıl‟ın dünya algısı, hayata bakıĢı ve hadiseleri yorumlayıĢı o
derece değiĢir ki Necip Fazıl artık Ģu noktaya gelir: “… ruhumda beşeri kanunların
tezgahı o türlü devrildi ki bu devrilişin altından yalnız mutlak hakikat doğrulabilirdi.
Her şeyi o türlü kaybettim ki Allah‟ı kazandım.”203
Necip Fazıl, her ne kadar Abdülhakîm Arvâsî‟ye intisab etse de belli bir
zaman “vehim ve şüphe akrebi”nin204
kıskacı arasında kıvranır. Her Ģeyden
Ģüphelenmeye, her Ģeyi sorgulamaya baĢlar, “zaman, mekan, ölüm, hayat etrafında,
kuyruğundaki makaranın arkasından dönen bir kedi yavrusu gibi kıvranıp
dur”maktadır.205
ġu dizeler Necip Fazıl‟ın bu ruh hâlini çok iyi özetlemektedir:
Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl
(Çile, s. 17)
Necip Fazıl Ģüphelerini gidere gidere, hayatı sorgulaya sorgulaya imanını
geliĢtirmiĢ ve Ģu noktaya gelmiĢtir: “Yalnız Allah var. Var olan yalnız Allah. Her şey
o kadar yok ki, yalnız Allah var. Allah öyle var ki kendisinden başka hiçbir şey
yok.”206
Necip Fazıl, Abdülhakîm Arvâsî‟ye gide gele ondan etkilenmiĢ ve ona
bağlanmıĢtır. Tasavvuf kitaplarında bahsedilen “mürşid-i kâmil”ini bulmuĢtur. Kendi
202
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 98. 203
age, s. 99. 204
age, s. 100. 205
age, s. 101. 206
age, s. 101.
38
ifadesiyle “avlanmış”tır.207
Dünyaya bakıĢı kökten değiĢmiĢ, hayatı yeni bir istikâmet
kazanmıĢ, artık “gökyüzünden habersiz, uçurtma uçur”duğu günler geride kalmıĢtır:
Tam otuz yıl, saatim işlemiş, ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum.
(Çile, s. 35)
Daha önceki bölümlerde kısmen değindiğimiz gibi Necip Fazıl, erken
yaĢlarda çok nitelikli Ģiirler yazmıĢ, alkıĢlanmıĢ, göklere çıkarılmıĢ ve hakkında
övgüler dizilmiĢtir. Hatta YaĢar Nabi Nayır bu övgüleri daha da ileriye götürerek onu
“bir mısraı millete şeref verecek şair”208
diye nitelendirmiĢtir. Fakat Necip Fazıl,
Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢıp dinî, tasavvufî bir dünya görüĢünü benimseyince bu
övgüler yergiye, küçümsemeye hatta onu yok saymaya kadar varacaktır. Necip Fazıl
“sükut suikastı”na209
uğradığı o yılları Ģöyle anacaktır: “Ben, o tepenin rüzgarını
aldıktan”210
ve Müslümanlığımı bayraklaĢtırdıktan sonra, bu insanlardan bir ikisi
müstesna, hemen hepsi ve daha niceleri benden yüz çevirdi ve beni, “Sanatına kıyan
geri adam” diye yaftaladı.211
“Otuz yaşına kadar tık nefes yaşayan ve bir iki şiir kitabından başka”212
eser
vermeyen Necip Fazıl, Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢtıktan sonra, tasavvufun da
olumlu dönüĢtürücü etkisi sayesinde roman, hikâye, tiyatro, makale ve biyografi
türünde birçok eser verecektir.
207
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 103. 208
age, s. 68. 209
Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, s. 153. 210
Burada kastedilen Necip Fazıl‟ın Abdülhakim Arvasî ile tanıĢmasıdır. “O tepe” ibaresiyle
Abdülhakîm Arvâsî‟nin evinin Eyüp semtinde bir tepede olması kastedilir. Necip Fazıl, Arvâsî‟yle
tanıĢmaya gittiğinde onun evini sorar ve Ģu cevabı alır: “Caminin kenarından sağa dönün.
Bahriye‟ye doğru… Birkaç adım sonra mezarlığın içinden yukarıya merdivenli bir yol sapar.
Piyerloti kahvesine kadar gider bu yol. Çıkın çıkın tepeye kadar… Karşınıza gelen ilk kapı…”
( Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 91) 211
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 68. 212
age, s. 130.
39
1.6. Ölümü
Sanatıyla ve fikirleriyle Cumhuriyet devri Türk edebiyatında derin izler
bırakan Necip Fazıl, iniĢli çıkıĢlı, mücadelelerle dolu bir hayat sürmüĢtür. Mehmet
Çetin‟in “Türk Edebiyatında Fırtınalı Bir Zirve”213
olarak nitelendirdiği Necip Fazıl,
“taşkın sanatkâr tabiatı ve sımsıkı bağlandığı fikirlerini yansıtan siyasî polemikleri
yüzünden”214
ömrünün sonuna kadar birçok kez mahkûmiyet almıĢ bir mücadele
adamıdır.
ġiirlerinde sıkça “ölüm ve ölüm korkusu” konularını iĢleyen Necip Fazıl‟ın
son dönemlerinde yazdığı Ģiirlere bakıldığında onu “ölüm düşüncesiyle iç içe, ölüme
hazır ve hatta ölümü bekleyen bir ruh hâlinin içinde görüyoruz.”215
Ölümü
kabulleniĢindeki dingin ruh hâli, ömrünün son yıllarında yazdığı Boş Dünya, Aralık
Kapı, Geliyorum ve Visal adlı Ģiirlerde açıkça görülür. Ölümü, bir “visal”216
ve
Rabb‟e kavuĢma olarak değerlendiren Necip Fazıl, 1982 yılında yazdığı Aralık Kapı
adlı Ģiirinde âdeta ölüme hazırdır:
Allah ismi varken lûgat ne demek!
Karalıyorum.
Kapımı, buyursun diye o melek;
Aralıyorum.
(Çile, s. 133)
Üretken bir Ģair ve yazar olarak birçok eser veren Necip Fazıl, 1980 yılında
gittikçe artan bir yoğunlukla tekrar Ģiir yazmaya baĢlar. “Özellikle 1982 yılında 17
şiir ve Noktalama adını verdiği 20‟den fazla ikilik yazar. 1983 yılında ise 6 şiir, 24
ikilik yazdı.”217
213
Mehmet Çetin, “Türk Edebiyatında Fırtınalı Bir Zirve”, s. 48. 214
Ahmet Kabaklı, Sultanü‟ş-Şuarâ Necip Fazıl, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, Ġstanbul 1995,
s. 10. 215
Mehmet Çetin, “Türk Edebiyatında Fırtınalı Bir Zirve”, s. 48. 216
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 223. 217
Mehmet Çetin, “Türk Edebiyatında Fırtınalı Bir Zirve”, s. 48.
40
Necip Fazıl, 1981‟de “bütün eserlerimi tamamlayıcı mahiyettedir.”218
dediği
İman ve İslam Atlası adlı çaplı eserini yazar. Necip Fazıl‟ın son eseri ise, 1983
yılında vefat ettiği mayıs ayında yazdığı Zehir isimli Ģiiridir.
Ömrünün son günlerinde bile bir Ģeyler yazıp üretmeye çalıĢan Necip Fazıl‟ın
son anlarını Ayhan Songar Ģöyle anlatır: “Pırıl pırıl zekâsına, muhayyilesine, dipdiri
sesine rağmen, bedeni son senelerde süratle çökmüştü. Bu zaafını bir türlü
kabullenemiyor, gözleri görme kabiliyetini tama yakın kaybettiği halde üstü, kitaplar,
yarı yarıya yazılmış sayfalar, kağıt ve kalemlerle dolu masanın başında oturuyor,
herkesle beraber televizyon seyrediyor, sanki görüyormuş gibi davranıyordu.”219
Ölümünden on beĢ gün önce ziyaretine gelen arkadaĢı Osman Yüksel
Serdengeçti‟nin Ģu tespitleri, artık Necip Fazıl‟ın ölüme ne kadar yakın olduğunun
göstergesidir: “O fırtına gibi adam, bir köşede yaprakları sararmış kırık bir dal gibi
duruyordu. Yanına yanaşmaktan korktum. O yapraklar dökülecek, adam ölecek
zannettim. Ben Necip Fazıl‟ı o gün kaybettim. Fırtına dinmiş, güneş batmış, Necip
Fazıl ölmüştü.”220
Necip Fazıl, Esselâm adlı Ģiir kitabının sonuna vasiyetini eklemiĢ ve
defnedilirken dikkat edilecek hususları Ģöyle sıralamıĢtı: “Başucumda ne nutuk, ne
şamata, ne medih, ne şu, ne bu… sadece Fatiha ve Kuran…”221
Necip Fazıl, Vasiyet
adlı Ģiirinde de bu durumu teyit ediyordu:
Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam;
Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam
(Çile, s. 111)
25 Mayıs 1983‟te Erenköy‟deki evinde ölen Necip Fazıl, binlerce seveni
tarafından Eyüp sırtlarındaki mezarlığa defnedilir.
218
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslam Atlası, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1994, s. 10. 219
Aktaran Mehmet Çetin, “Türk Edebiyatında Fırtınalı Bir Zirve”, s. 52. 220
Aktaran agm, s. 52. 221
Necip Fazıl Kısakürek, Esselâm, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1996, s. 140.
41
İKİNCİ BÖLÜM
TASAVVUF NEDİR?
1. Tasavvuf Nedir?
Tasavvuf, çok geniĢ ve derin bir kavram olduğundan birçok tanımı
yapılmıĢtır. Özellike mutasavvıfların bir çoğu içinde bulunduğu hâl ve psikolojiye
göre tanımlama yaptığından ortaya çok farklı tasavvuf tanımları çıkmıĢtır. Tasavvuf
konusunda bir fikre varabilmek için Necip Fazıl‟ın, “benim en başa alınması gereken
verimlerimden biri”222
diye nitelendirdiği Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu adlı
eserine aldığı bazı tasavvuf tanımlarını burada zikretmenin faydalı olacağına
inanıyorum:
Cüneyd-i Bağdadî: “Gayr ile alâkasız olarak Allah ile olmak.”223
Ebu Muhammed Cerîrî: “Bütün hâlinde iyi ahlâka girip kötüsünden
çıkmak.”224
ġiblî: “Kesiksiz Allah ile olmak.”225
Necip Fazıl‟ın tasavvufî bir dünyaya yönelmesini sağlayan, “Mürşidim ve
kurtarıcım”226
dediği Abdülhakîm Arvâsî ise tasavvufu Ģu Ģekilde tarif eder:
“Tasavvuf, beşeri sıfatlarından çıkıp melekî sıfatlar ve ilâhî ahlâk ile vasıflanmaya
mahsus bir hâl.”227
Görüldüğü gibi tasavvufun farklı noktalarını öne çıkaran ve değiĢik yönlerine
dikkat çeken çok farklı tanımlar yapılmıĢtır.
222
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 2010,
s. 5. 223
age, s. 95. 224
age, s. 95. 225
age, s. 96. 226
age, s. 96.
227 age, s. 97.
42
Tasavvufu, “varılmaz bir hâl, kelime üstü bir hâl”228
olarak nitelendiren
Necip Fazıl, tasavvufu tarif etmenin zorluğuna ve herkesin kendi mizacına göre
farklı tasavvuf tarifleri yapabileceğine dikkati çeker. Tasavvuf büyüklerinin
tariflerine dikkat edildiğinde onların tasavvufu tarif etmek iddiasında olmadığını
belirten Necip Fazıl‟a göre onlar, hâli yaĢayanlar ve olanlardır.229
Necip Fazıl‟a göre tasavvuf, insanın iç memuriyeti ve oluĢ gayesidir. Kulluğu
daima yücelterek Allah‟ı bulmak davasıdır. Necip Fazıl, tasavvufu “kâinatın varlık
sebebi, Allah‟ın sevgilisi ve insan ehramının son noktası”230
dediği Peygamberin ruh
emaneti olarak görür ve Adem Peygamberden itibaren tüm nebilerin ve velilerin iç
hâlinin tasavvuf olduğunu belirtir.231
“Sünnî bir tasavvuf anlayışını benimse”yen232
Necip Fazıl, tasavvufu,
“Peygamberlik sarayının bâtın dairesi, İslâm‟ın ruhu ve derinlik boyutu”233
olarak
değerlendirir. Bu değerlendirmelerden hareketle tasavvufu dinin özü, ruhu ve temeli
kabul edebiliriz. Tasavvufla Ġslâm, et ve tırnak gibidir; birbirinden ayrılması
imkânsızdır. Necip Fazıl, din ile tasavvufu ayırma ve tasavvufu fiiliyata yansımayan
olgu, dinden ayrı olarak insanın iç âleminde yaĢadığı bir duygu manzumesi olarak
görmeyi yanlıĢ bulur. Bu konuda Ģu tespiti yapar: “Tasavvufu şeriatten çıkarıp bir
nevi eğlence vasıtası, bir his manzumesi kabul eder gibi ondan ayırırcasına „Dinin
esasıdır.‟ demek cinâyettir.”234
“Derunî bireysel dindarlık”235
olarak da nitelendirilebilecek tasavvuf, aslında
dini daha içten ve derinden yaĢama gayretidir. Dinin ve imânın manevî hazzını
hissetme çabasıdır.236
Necip Fazıl‟ın tabiriyle “zevken idrak”237
meselesi olan
228
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, s. 98. 229
age, s. 98. 230
age, s. 99. 231
age, s. 99. 232
Ethem Cebecioğlu, “Necip Fazıl Kısakürek ve Tasavvuf ”, Necip Fazıl Kısakürek, (Haz.: Mehmet
Nuri ġahin ve Mehmet Çetin), s. 110. 233
Necip Fazıl Kısakürek, Aynadaki Yalan, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1999, s. 115‟ten aktaran
Ethem Cebecioğlu, agm, s. 110. 234
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, s. 101. 235
Hasan Kayıklık, Tasavvuf Psikolojisi, Akçağ Yayınları, Ankara 2009, s. 52. 236
Mehmet Demirci, Sorularla Tasavvuf ve Tarikatlar, Damla Yayınevi, Ġstanbul 2004, s. 14. 237
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, s. 107.
43
tasavvuf, dinin kuru emirler ve yasaklar yığını olarak algılanmasını önleyip manevî
zevkini ön plana çıkarmıĢtır. Korku ahlâkından çok aĢk ahlâkına önem verip Allah‟ı
severek ona kulluk etmeyi yaygınlaĢtırmayı amaç edinmiĢtir.238
Buradan hareketle “tasavvuf; dini sadece kaideler bütünü olarak ele almayıp
onun derûnî manasına nüfûz etmeye çalışmak ve dolayısıyla manevî hayatı, maddî
hayata üstün kılmak, Allah‟la kul arasındaki münasebeti iyice derûnîleştirmek
şeklinde alınırsa, İslam ile tasavvuf aynı manaya gelir.”239
Mahir Ġz, Tasavvuf adlı kitabında Ebu‟l-Hüseyin en-Nuri‟nin Ģu tasavvuf
tanımına yer verir: “Tasavvuf ne şekil, ne ilimdir; o sadece güzel ahlâktan ibarettir.
Eğer şekil olsaydı mücahede ile hasıl olurdu, ilim olsaydı öğrenmekle meydana
gelirdi. Bu sebepten, şekil ve ilim maksadı hâsıl etmez. Tasavvuf, Hakk‟ın ahlâkıyla
mütehallî olmaktadır.”240
Tasavvuf hakkındaki günümüzde yapılan tanımlamalara veya
mutasavvıfların, tasavvuf ehlinin yaptığı tanımlara bakıldığında tasavvufun ahlâkî
yönüne özellikle vurgu yapıldığı görülür.
Necip Fazıl‟ın sadeleĢtirerek yayımladığı, hocası Abdülhakîm Arvâsî‟nin
Tasavvuf Bahçeleri adlı eserinde, tasavvufun bu ahlâkî boyutuna dikkat çekilir ve bu
eserde Hz. Muhammed‟in “Ben üstün ahlâk değerlerini tanımlamak için
gönderildim.” hadisinden hareketle peygamberin (genel manada peygamberlerin)
gönderiliĢ amacının yüksek ahlâkı tamamlamak ve onu insan fıtratına yerleĢtirmek
olduğu vurgulanır. Yine tasavvufun gayelerinden biri de, insanı olumsuz ahlâkî
özellikler ve her türlü niteliksiz vasıflardan arındırıp onların yerine iyi ahlâk ve üstün
insanî vasıfları ikâme etmektir. Tasavvuf yoluna bağlı insanların nihaî gayesinin,
“mahlûkatın en faziletlisi olan Allah Resûlü”ne241
her yönüyle tam anlamıyla uymak
ve onun manevî mirasına sahip çıkmaktır.242
238
Mehmet Demirci, Sorularla Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 14. 239
Erol Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Yayınevi, Ġstanbul 1993, s. 65. 240
Tezkiretü‟l Eyliya‟dan aktaran Mahir Ġz, Tasavvuf, Rahle Yayınevi, Ġstanbul 1969, s. 34. 241
Abdülhakîm Arvâsî, Tasavvuf Bahçeleri, Büyük Doğu Yayınları, (sadeleĢtiren: Necip Fazıl
Kısakürek), Ġstanbul 2009, s. 19. 242
age, s. 18-19.
44
Kısaca daha önce de belirttiğimiz gibi “derunî bireysel dindarlık”243
diye de
adlandırılabilecek tasavvuf, “genel dindarlıktan, dini anlayış ve yaşayışta, içe
(bâtın), akıldan çok sezgiye değer vermesiyle ayrılır.”244
Zâhid denilen normal dindarın yaĢadıkları, hâli, tavrı dinin objektif
hükümlerine bağlıdır. Zâhidâne bir dinî yaĢayıĢ, dinen gerekli olan ve mümkün olan
bir yaĢayıĢ tarzıdır. Tasavvufî yaĢayıĢ tarzı diyebileceğimiz sûfiyâne dindârlık ise,
daha öznel ve herkes için imkân dahilinde olmayan biraz da gönüllülük esasına
dayalı ferdî ve batınî bir tecrübe iĢidir.245
Kur‟an-ı Kerim ve hadislerde “ tasavvuf, sûfî ” gibi sözcükler geçmez.
Tasavvufun bir sistem hâlinde akım olarak ortaya çıkıĢı 8. yy‟dan sonradır. Bu
felsefeyi ve yaĢayıĢ tarzını sistemleĢtiren aynı zamanda sûfî lakabıyla anılan ilk kiĢi
Ebu HâĢim es-Sûfî (ö.150/767)‟dir.246
Tasavvuf, sistemleĢmiĢ bir düĢünce olarak değil de bir anlayıĢ ve yaĢam tarzı
olarak aslında Hz. Peygamber döneminde de vardır. Buradan hareketle denilebilir ki
“…tasavvufun başlangıcı, nübüvvet ve risâletin başlangıcıdır. Tasavvuf, semâvî
şeriatlerin hakikatleriyle vasıflanmaktan doğmuştur. Şeriatlerden murat, semâvî
kitaplar ve ilâhî emir ve yasaklardır ki tasavvuf, her zaman itikat mevzusu hususları
sabit olan şeriatlerin değişip yenilenmesiyle yenilenen, amelî hususların da tatbikini
ve kolaylıkla yerine gelmesini sağlayıcı bir vasıftan ve vesileden ibarettir. Şu halde
tasavvuf denilen sıfat, nübüvvet ve risaletle beraberdir.”247
243
Hasan Kayıklık, Tasavvuf Psikolojisi, s. 52. 244
“Tasavvuf Md.”, Yeni Türk Ansiklopedisi, C. 10, Ötüken Yayınları, Ġstanbul 1985, s. 3987. 245
agm, s. 3987. 246
Ġbrahim Agâh Çubukçu, İslâm Düşüncesi Hakkında Araştırmalar, A.Ü.Ġ.F. Yayınları, Ankara
1983, s. 176‟dan aktaran Ġlyas Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek Düşüncesinin Felsefî Yönü (Yüksek
Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007, s. 155. 247
Abdülhakîm Arvâsî, Tasavvuf Bahçeleri, (sadeleĢtiren: Necip Fazıl Kısakürek), s. 17-18.
45
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
NECİP FAZIL KISAKÜREK’TE DİNÎ VE TASAVVUFÎ
KAVRAMLAR
3.1. Çile
Necip Fazıl‟ın eserlerinde “çile”nin yansımasına geçmeden önce bu sözcüğün
terimsel anlamına değinmekte fayda vardır. “Çile” sözcüğü, Farsça “kırk” anlamına
gelen “çihil” sözcüğünden üretilmiĢ bir kelimedir. Tasavvufî olarak çile, bir derviĢin
bir Ģeyh nezaretinde karanlık bir hücrede yalnız baĢına kırk gün süre ile az uyumak,
az yemek, az içmek ve mümkün olduğunca ibadetle meĢgul olarak nefisi eğitip
olgunlaĢma faaliyetidir. “Çile”ye Arapça‟da “erbaîn” denir.248
Çile, sıkı bir perhiz,
çetin bir nefis idmanı, zor bir ruhsal eğitim ve baĢarılması son derece güç bir
sınavdır.249
Necip Fazıl, tasavvufî manada, tasavvufun kuralları çerçevesinde bir Ģeyhin
gözetiminde bilinen manada “çile çekmiş” bir insan değildir; fakat Necip Fazıl‟ın
hayatında “çile”nin önemli bir yeri vardır. Necip Fazıl‟ın çilesi, dünyayı sorgulama,
gerçeği arama ve “mutlak hakikat”e250
ulaĢma yolunda çekilen “metafizik bir çile”dir.
Bu çile, Necip Fazıl‟ın hayatı ve insanın yaratılıĢ gayesini anlamaya ve sorgulamaya
baĢlaması ile ortaya çıkan çetin bir çiledir.
Necip Fazıl, ilk metafizik arayıĢ ve çilelerinin Bahriye Mektebi‟nde
baĢladığını belirtir.251
Necip Fazıl, ergenliğe adım attığı bu dönemi, kanlı fikir
çilelerinin baĢlangıcı kabul eder. Bu dönemde Necip Fazıl‟ın zihnini tırmalayan,
kurcalayan birçok soru, sorun ve vehim vardır. Vehimler ve sorular, Necip Fazıl‟ın
çocuk ruhunu o kadar sıkıntıya sokar ki Necip Fazıl, bunun etkisinden uzun süre
248
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, Ġstanbul 2005,
s. 146. 249
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, Ġstanbul 2005, s. 97. 250
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 473.
251 Necip Fazıl Kısakürek,
Kafa Kâğıdı, s. 114.
46
kurtulamaz. “Tek”i ve “mutlak olan”ı arayan ruhu, problemleri çözüp meselelerin
künhüne vâkıf olamayınca cehennem azabı çekmektedir. Necip Fazıl, ebedî hayat,
cennet, cehennem, sonsuzluk, varlık, yokluk problemleri üzerinde düĢünür; bunları
anlamaya çalıĢır ve bunları anlayıp kavrayamamaktan dolayı aklı patlama noktasına
gelir. Bir gece yarısı arkadaĢları mıĢıl mıĢıl uyurken yatağından fırlayıp kalkarak
kendine Ģu telkini verir: “Adam sen de… Hep en kuvvetli taraflarından şüphe
ediyorsun. Her şeyi zıddına alacağına, uygun tarafından kabul etsene! Herkese
uysana!”252
Necip Fazıl, kendine yaptığı bu telkinden sonra girdiği çıkmazdan
kurtulur ve kendini delikanlılık döneminin akıĢına bırakır. Mutlak hakikati aratan bu
“ulvî çile”253
ve bu “soylu ıstırap”254
, Necip Fazıl‟ı ara ara yoklamaya devam eder.
Necip Fazıl‟ın “Her şeyin künhünü, dibini, dayanağını, aslını, zatını arama
belâsı… Belâ ki ne belâ… İnsanda bedahet duygusu diye bir şey bırakmayan ve ona
zorla Mutlak‟ı aratan belâ” dediği ve onu çıldırma noktasına getiren bu belâ,
“keneler gibi beyin zarının altına yerleşmiş, yakıcı kurcalayışlar”a eklenerek yeni
sorular sordurmaktadır:255
Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada nasıl?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl.
(Çile, s. 17)
Bu sorular, Ģüpheler ve vehimler Necip Fazıl‟ı öyle bir noktaya getirmiĢtir ki
Necip Fazıl, “65 kilo gelirken 40 küsüre düşmüş, midesi bir lokma ekmeği bile
hazmetme iktidarını kaybetmiş”tir.256
Necip Fazıl, “arayıcı, tarayıcı ve çatlayıcı
fikir”i257
, “insan başını fare kafasından ayıran tek haslet”258
olarak görür. Necip
252
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 44-46. 253
age, s. 103. 254
Necip Fazıl Kısakürek, Babıâli, s. 219. 255
age, s. 179. 256
age, s. 179. 257
Necip Fazıl Kısakürek, Mümin Kâfir, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1986, s. 88‟den aktaran
Ġhsan Kurt, Çiledeki İnsan Necip Fazıl Kısakürek, Nobel Yayınevi, Ankara 2000, s. 77. 258
age, s. 77.
47
Fazıl; Pascal, Baudelaire, Goethe, Rimbaut ve Tolstoy gibi “azaplı seziş sınırlarını
zorlayan”259
“Garplı düşünce çilekeş”lerinden260
örnekler vererek onların çilesiyle
kendi çilesi arasında paralellik kurmaya çalıĢır. Allah‟ın “yol bilmeyen yanık
pervaneler”i olarak nitelediği bu kiĢilerin “Allah‟ı bulur gibi olup bulamamanın veya
büsbütün kaybetmenin belki en ileri, fakat ümitsiz cehdini temsil et”tiğini düĢünür ve
bunların kendisini doyurmaktan ziyade acıktırdığını söyler.261
Tanzimat ve sonrasındaki fikir adamlarının sahte ve köksüz olduğunu iddia
eden Necip Fazıl, bu kiĢileri “eşyanın gizli dördüncü buudu şöyle dursun, üçüncü
buuttan bile mahrum satıh cüceleri, çıkartma kağıdı kahramanları”262
olarak görür.
Fikir çilesinden mahrum bu insanların içinde “beyni kanayan tek kişi”nin263
bile
olmadığını söyler.
Necip Fazıl, hakikati arama yolundaki çilenin “en şanlı örneğini İslâmiyet‟te
arayıp bulur.”264
Bütün velilerin tahammül edilemez ıstırabından, çilesinden ziyade
Ġmam-ı Gazalî‟nin ıstırabını kendine yakın bulan265
Necip Fazıl, “Aklımı gerdim,
gerdim, kopacak kadar gerdim ve gördüm ki akıl sınırlıdır ve ötesine yol verici
değildir. Resûlün ruh feyzine sığındım, teslim oldum ve kurtuldum.”266
diyen Ġmam-ı
Gazali‟yi kendine örnek alır.
Necip Fazıl, ruhî buhranlarla boğuĢtuğu bir zamanda okuduğu tasavvuf
kitaplarının da etkisiyle Ģu noktaya gelmiĢtir: “Bir irşat ediciye varmadan olmaz.
Yollara düş, bucak bucak ara ve irşad edicini bul.”267
Necip Fazıl, bir gün zifiri
karanlıkta evine giderken yolda bir gölge görür. Psikolojik sıkıntılarından ve
hafakanlarından kurtulmak için mucize beklediği bir zamanda hemen bu kiĢiye kim
olduğunu sorar. “İrşad edicinin habercisi”268
olduğunu söyleyen bu kiĢi, Necip
259
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 70. 260
Necip Fazıl Kısakürek, Babıâli, s. 190. 261
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 71. 262
age, s. 72. 263
age, s. 72. 264
Necip Fazıl Kısakürek, Babıâli, s. 190. 265
age, s. 191. 266
age, s. 191. 267
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 102. 268
age, s. 103.
48
Fazıl‟a, aradığı mürĢidin adresini verir: “Sırvermez‟e git, Tesbihcilerden geç. Sağa
sap. Kapalı Cami sokağına gir. Yürü yürü… Yıkık Çeşme‟nin karşısında 9
numara…”269
Necip Fazıl, bu adrese giderek kendisinde büyük manevî değiĢimlere
sebep olacak Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢır. Bu tanıĢıklıktan önce yaĢadığı ruhî
sıkıntıları, “manevî bir buhran, metafizik bir kıvranış, yepyeni bir kuruluşa doğru
temelinden sarsılış” olarak görür ve içine düĢtüğü bu hâli “ulvî çile” olarak
nitelendirir.270
Bu aĢamadan sonra Necip Fazıl‟ın dünya görüĢünde, iç hayatında ve
hayata bakıĢında köklü bir değiĢim olur. Necip Fazıl, din ve tasavvuf boyutlu bir
hayat yaĢamaya baĢlar. Görüldüğü gibi “haşmetli azap”271
diye nitelendirdiği çile ve
bu çileyle gelen değiĢim, Necip Fazıl‟ın hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Necip
Fazıl, tüm Ģiirlerini topladığı kitaba ve bu kitabın içinde en değer verdiği Ģiirlerden
birine de Çile ismini vererek bu kavrama verdiği önemi göstermektedir. Babıâli
isimli eserinde Necip Fazıl, tüm Ģiirleri terazinin bir kefesine, Çile Ģiiri de diğer
kefesine konulsa Çile‟nin ağır basacağını söyler.272
Ayrıca bir söyleĢide Necip
Fazıl‟ın bir soruya verdiği “Kaldırımlar şairi olmaktan ziyade Çile şiirinin şairi
olmayı tercih ederim.”273
cevabı, Çile Ģiirine ve bu kavramın anlam çağrıĢmalarına
verdiği önemi göstermesi açısından manidardır.
Çile Ģiirini Necip Fazıl, 1939 yılında yazar ve bu Ģiir, Necip Fazıl‟ın o
zamana kadar geçen yaĢamının iniĢ çıkıĢlarının, ruhî hafakanlarının özeti gibidir.
Necip Fazıl‟ın Çile Ģiirinin derinlerindeki anlam dünyasına, düĢünce olgunluğuna
ulaĢması zorlu bir süreçten sonra gerçekleĢmiĢtir. Necip Fazıl‟da ilk Ģiirlerinden
itibaren bir arayıĢ, varlığı, hayatı, eĢyayı sorgulayıĢ göze çarpmaktadır. Bu
sorgulamadan kaynaklanan sorular ve vehimler Necip Fazıl‟a “sıcak yarada kezzap”
“beyin zarında sülük” gibi ızdırap verici seviyeye gelmiĢtir.274
Necip Fazıl,
kendisine acı veren bu durumu bir nimet olarak görerek Ģöyle değerlendirir: “Ey
269
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 103. 270
age, s. 103. 271
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 18. 272
Necip Fazıl Kısakürek, Babıâli, s. 242. 273
Hıfzı Topuz, Konuklar Geçiyor, ÇağdaĢ Yayınları, Ġstanbul 1975‟ten aktaran Ramazan Kaplan,
“Necip Fazıl‟ın ġiirinde Varlık‟ın Metafizik Dünyası (1922-1939)”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek
Özel Sayısı), Ocak 2005, S. 97, s. 199. 274
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 18.
49
Müslüman, sana düşen nimetse çile… Uyumamak ve düşünmeye memur olmak… Bu
çile kapısından erişilecek dünyayı bilseydin, yatağını ve yorganını satardın.”275
Netice itibariyle Necip Fazıl, bilinen tasavvufî yollardan geçerek “çile
çekmiş” bir mürid değildir. Necip Fazıl‟ın çilesi, maddenin perde gerisini, eĢyanın
hakikatini ve hayatın anlamını sorgulaması ile baĢlamıĢ; Abdülhakîm Arvâsî ile
tanıĢıp problemlerine çözüm bulması ile bir nebze olsun sükûna ermiĢtir. Çileye,
halvete giren bir derviĢin çilesi, “nefisi dizginlemeyi, içte derinleşmeyi, şahsî
kemalâtı” hedefleyen içe dönük pasif bir çiledir. Necip Fazıl‟ın çilesi ise, daha dıĢa
dönük, daha aktif, daha sorgulayıcı ve daha üretken bir çiledir. Necip Fazıl, bir
mağarada çileye girerek inzivaya çekilmeyip topluma açılmıĢtır. Özellikle
Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢıncaya kadar çetin bir çile ve ruhî hafakan süreci yaĢayan
Necip Fazıl, bu dönemden sonra daha üretken olmuĢ, değiĢik türlerde birçok eser
vermiĢtir. Bu somut getiriden baĢka Necip Fazıl, klasik yollarla çileye giren bir
müridin “nefis mücahedesi ve ruhsal eğitim” yoluyla elde ettiği ruhî olgunluğa ve
dinginliğe de ulaĢmıĢ, “köpek”276
diye nitelediği nefsini boyunduruk altına alabilmiĢ
ve geldiği bu olgunluk noktasını Çile Ģiirinde Ģu Ģekilde dile getirmiĢtir:
Diz çök ey zorlu nefis, önümde diz çök
Heybem hayat dolu, deste ve yumak
Sen, bütün dalların birleştiği kök
Biricik meselem, sonsuza varmak
(Çile, s. 20)
3.2. Allah
Ġslâmî inanıĢta, Allah, “varlıkların yaratıcısı, sebeplerin sebebi ve gayelerin
gayesidir. O, mutlak varlıktır. Yoklukla karışmış değildir. Mükemmeldir,
275
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslâm Atlası, Büyük Doğu Yayınları, s. 358. 276
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 70.
50
noksanlıklardan berîdir. Zarurî, ezelî ve ebedî bir varlıktır.”277
Ġslâmî inanıĢta böyle
kabul edilen Allah, Necip Fazıl‟ın her zaman “baş mesele”si278
olmuĢtur.
Necip Fazıl, “baş meselem”279
dediği bu hakikate ulaĢmak için çok zorlu
süreçler yaĢamıĢ, “fikir çilelerinin en kanlısı içine düş”müĢ280
, “vehim ve şüphe
akrebinin”281
kıskaçları arasında kıvranmıĢ ve en son Ģu noktada karar kılmıĢtır:
“Yalnız Allah var. Var olan yalnız Allah. Her şey o kadar yok ki, yalnız Allah var.
Öyle var ki kendisinden başka hiçbir şey yok.”282
Ġnsan, Allah‟ın varlığını aklı ile anlayamaz; çünkü akıl, kendisini aĢan ve onu
yaratan varlığı kavrayamaz. Aklın “bu nâmütenahi derin manaya hesapla yol
bul”masının283
zorluğuna ve bunu algılamanın imkânsızlığına dikkat çeken Necip
Fazıl Kısakürek, Allah Derim isimli Ģiirinde biraz da hayretle Ģöyle seslenecektir:
“Ey akıl, nasıl da delinmez küfen?”284
Necip Fazıl‟a göre bu sınırsızlık karĢısında
akla düĢen, “Allah‟ı, ortaksız, benzersiz, eşsiz, misalsiz ve misilsiz „Bir‟ kabul
etmek.(…) Allah‟ı bulmayı, onda kaybolmakta bilmektir.”285
Necip Fazıl, Allah‟ın kuru akıl metotlarıyla kanıtlanacak hiçbir yönünün
olmadığını, Allah‟ı ispat etmeye kalkmanın aslında onun varlığından Ģüphelenmek
anlamına geldiğini belirtir286
ve bu durumu bir örnekle açıklar: “Büyük bir veliye,
büyük bir zâhir ehli demiş ki: Ben Allah‟ı binbir delille ispat eden adamım. Veli de
şu cevabı vermiş: Demek senin Allah‟tan binbir şüphen var.”287
Necip Fazıl, Allah‟ın
varlığını, birliğini ve ebedîliğini O Var isimli Ģiirinde de vurgular:
Her defa haberi taze bir müjde
O var!
277
Süleyman Hayri Bolay, Felsefî Terimler ve Doktrinler Sözlüğü, s. 14. 278
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 43. 279
age, s. 43. 280
age, s. 44. 281
age, s. 100. 282
age, s. 101. 283
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslam Atlası, s. 16. 284
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 23. 285
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslam Atlası, s. 17. 286
age, s. 383-384. 287
age, s. 383.
51
…
Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse
O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse
O var!
Kalacak kim varki dost tomarından
O var!
….
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek
O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek
O var!
(Çile, s. 32)
Kuran-ı Kerim‟de, Kaf Suresi‟nde “Biz ona (insana) şah damarından daha
yakınız.”288
denilmektedir. Ġnsana çok yakın olan Allah, bir hadîs-i kudsîde insanın
da ona yaklaĢması için yol gösterir: “Kulum bana ancak ibadetle yaklaşır. Bana
ibadet ettikçe öyle bir an gelir ki ben, onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili
olurum.”289
Buradan da anlaĢıldığı üzere Allah‟ın istediği Ģekilde kul olmak, yapılan
ibadetle mümkündür. Rahman Suresi‟nde sadece Allah‟ın kalıcı ve bâki olduğu,
ondan baĢka her Ģeyin yok olacağı bildirilmektedir.290
Bu durum, mecburî olarak
insanı, Allah‟a daha fazla ibadete ve tasavvufî hayata yöneltmektedir. Necip Fazıl da
benzer hususları, yukarıya aldığımız O Var isimli Ģiirinde vurgulayarak “yıkılmaz
dayanak” ve “kırılmaz destek” olarak sadece Allah‟ın kalacağını belirtmektedir.291
288
Kur‟an, Kâf Suresi, 50/16. (Türkçe anlamı, çev. Suat Yıldırım, Feza Gazetecilik Yayınları,
Ġstanbul 1998) 289
Aktaran Hayrani AltıntaĢ, Tasavvuf Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 2010, s. 23. 290
“Yerin üstünde olan herkes fânidir; ancak senin azamet ve kerem sahibi Rabbi‟nin zatı bâki kalır.”
(Rahman Suresi, 55/26-27) 291
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 32.
52
Necip Fazıl, En Yakın adlı Ģiirinde Allah‟a yakınlaĢmanın yolunun ruhî ve
manevî olarak derinleĢmekten geçtiğini belirtmektedir:
İçinizde yiv yiv derinleşin de,
Çıksın karşınıza en yakınınız.
(Çile, s. 27)
Necip Fazıl, Dua adlı Ģiirinde Allah‟ı “Ey kudret, ey rahmet” diye niteleyerek
Allah‟ın hem rahimiyetine hem de gücüne ve kudretine dikkati çeker. Nitekim Nur
isimli Ģiirine: “ …Zira O (Allah), bir şeyin olmasına hüküm verince sadece „ol‟ der
ve o da derhal oluverir.”292
âyetinden hareketle “Sen ol dersin ve olur”293
cümlesiyle
baĢlayacaktır. Bu Ģiirinde Allah‟ın yaratmadaki kudretine ve kolaylığına dikkat
çekerken onun merhametine de değinir.
Nur Harmanı adlı kitabında “Allah, rahmetim gazabımı aşkındır, dedi.”294
kudsî hadisine yer veren Necip Fazıl, Rahmet Ģiirinde de aynı anafikri dile getirir:
Yaradan, rahmetini kahrından üstün saydı;
Ne olurdu hâlimiz, gözyaşı olmasaydı.
(Çile, s. 60)
GözyaĢını Allah‟ın merhametini celbedici bir sebep olarak gören Necip
Fazıl‟ın Allah tasavvurunda, yaratıcının daha çok rahmet, kudret ve vâhidiyyeti ön
plana çıkmaktadır.
3.3. Peygamber ve Peygamberlik
Necip Fazıl‟da dinî ve tasavvufî öğelerin iyice belirginleĢmesinin, tasavvufî
söylemin eserlerine yoğun olarak yansımasının onun, Abdülhakîm Arvâsî‟nin etkisi
altına girmesinden sonraya rastgeldiğini önceki bölümlerde belirtmiĢtik. Necip
Fazıl‟ın gerek Ģiirlerinde gerekse nesir türündeki eserlerinde “Peygamber ve
Peygamberlik”le ilgili yazıların görülmeye baĢlanması da bu dönemden sonra baĢlar.
292
Âl-i İmran Suresi, 3/47. 293
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 21. 294
Necip Fazıl Kısakürek, Nur Harmanı, Hacegân Yayınları, Ġstanbul 2007, s. 94.
53
Necip Fazıl, “Peygamberlik” konusunda gerek tasavvufî manada gerek dinî manada
dikkat çekici tespitlerde bulunur.
Peygamberliğin tasavvufla bağlantısına dikkat çeken Necip Fazıl, tasavvufu,
“Âdem Peygamberden beri bütün nebiler ve resullerin iç hâli”295
olarak
değerlendirir. Peygamberleri bazı özellikleri yönüyle insanüstü varlıklar olarak gören
Necip Fazıl, peygamberlerin dindeki konumuyla ilgili Ģunları söyler: “… İnsan üstü
fakat insan… İnsan olmak hakikati bakımından en büyük peygamberlerle en küçük
insan birbirine müsavidir. Fakat yine en büyük peygamber, peygamberliğini
çerçeveleyen müstesna fert hakikatiyle, daima insan ve mahluk kalarak her insanın
üstünde…”296
Bu durumun peygamberleri ilahlaĢtırmak anlamına gelmediğini ifade
eden Necip Fazıl, peygamberleri, Allah‟ın kulu ve resûlü bilerek ne kadar yüceltirsek
yüceltelim, onların gerçek büyüklüğünü ifade edemeyeceğimizi belirtir. “İnsan
zirvesinin kemal noktası”297
olarak gördüğü peygamberleri, Allah‟ın mutlak
vasıflarına ortak etmememiz gerektiğini de özellikle vurgular.298
Peygamberler,
“insanlık dünyası için madde ve manada, ahlâk ve hukukta, düşünce ve davranışta en
mükemmel model, eksiksiz ve kusursuz örneklerdir.”299
Necip Fazıl‟da, “peygamber”den kasıt çoğunlukla Hz. Muhammet‟tir ve O,
Necip Fazıl‟a göre “Allah‟ın kâinata efendi olarak yarattığı, insan ehramının zirve
taşı”dır.300
Tasavvuf yoluna sülük eden her derviĢin nihaî hedefi, insan-ı kâmil301
olmaktır. Ġnsan-ı kâmilin en mükemmel örneği ise Hz. Muhammet‟tir.
Ġslâm‟a inanan müminlerin temel hedefi, Hz. Muhammet gibi düĢünmek ve
yaĢamaktır. Necip Fazıl‟ın, Hz. Peygamber için söylediği “gaye insan, ufuk
peygamber”302
tabiri aynı düĢüncelerle yapmıĢ bir nitelemedir; çünkü Hz.
295
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 99. 296
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslâm Atlası, s. 387. 297
age, s. 387. 298
age, s. 387. 299
YaĢar Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Sidre Yayıncılık, Ġstanbul 1988, s. 47‟den
aktaran Nesibe Esen, Necip Fazıl Kısakürek‟te Dinî Yaşayış (Yüksek Lisans Tezi), s. 103. 300
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 13. 301
Allah‟ın yeryüzündeki halifesi olması itibariyle onun bütün isim ve sıfatlarına mazhar olan,
varlığın esas mertebelerini tümüyle kendisinde toplayan insan, olgun ve yetkin kiĢi. (Süleyman
Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 188.) 302
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 13.
54
Peygamber, hem kiĢilik hem yaĢantı yönüyle tüm insanlık için bir model olmuĢtur.
Necip Fazıl, bu modeli öyle bir sadakat ve itaatle benimsemiĢtir ki Ölçü adlı Ģiirinde,
Hz. Peygamber‟in kriterine uymayan her Ģeyi (hayatın kendisi bile olsa)
reddedebileceğini söyler:
Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim;
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.
(Çile, s. 81)
Necip Fazıl, Peygamber‟e derûnî bir aĢk ve sevgiyle bağlıdır. Hz.
Peygamber‟i, Peygamber adlı Ģiirinde yaratılmıĢların özü ve onları rahmetiyle
çepeçevre saran kiĢi olarak niteler:
Sen, fikir kadar güzel;
Ve tek, birden daha tek.
Itrını süzmüş ezel;
Bal sensin varlık petek.
(…)
Sar bizi çepeçevre sar;
Rahmet rüzgârı etek.
(Çile, s. 64)
Necip Fazıl‟a göre Hz. Peygamber, “kainatın varlık sebebi” ve “Allah‟ın
sevgilisi”dir.303
Allah, varlıkları ve bütün kâinatı, Hz. Peygamber‟in “var oluşunun
şerefine”304
yaratmıĢtır. Bu tezini Necip Fazıl, “Sen olmasaydın, sen olmasaydın,
âlemleri yaratmazdım.”305
kutsî hadisiyle açıklar.
Necip Fazıl; Hz. Peygamber‟in, sadece Allah‟ın mesajlarını ileten bir tebliğci
olmak için değil bütün kâinatın, o güzel eser etrafında halkalanması için yaratıldığını
303
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 99. 304
Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1996, s. 10. 305
age, s. 9.
55
söyler.306
Necip Fazıl, Allah‟ın Sevgilisi adlı Ģiirinde Hz. Peygamber‟in zatının,
yaĢayıĢının ve fikirlerinin hayatı anlamlı kıldığını, onsuz hayatın boĢ ve anlamsız
olduğunu belirtmektedir:
Düşünüyorum, O‟ndan evvel zaman var mıydı?
Hakikatler, boşluğa bakan aynalar mıydı?
(Çile, s. 78)
Necip Fazıl, Hz. Peygamber‟in Allah‟tan getirdiği emir ve yasaklardan baĢka
hiçbir ölçüye bağlı olmadığını belirtir.307
Peygamber adlı Ģiirinde ise derin bir
teslimiyet örneği göstererek Allah‟tan gelen her Ģeyi Ģartsız kabullenen bir mümin
portresi çizer:
Sende insan ve toplum, sende temel ve bina,
Ne getirdin, götürdün, bildirdinse amenna.
(Çile, s. 79)
Necip Fazıl‟ın hem Ģiirlerinde hem düzyazılarında Hz. Peygamber‟e karĢı
samimi bir sevgi, derin bir ihtiram, hususi bir hassasiyet göze çarpar. Hz.
Peygamber‟i “varlığın tacı308
, kainatın varlık sebebi309
, insan ehramının son
noktası310
, gaye insan-ufuk peygamber311
, varlık nuru312
, en büyük esrar çözücü”313
gibi değiĢik ve orijinal nitelemelerle ifade eden Necip Fazıl, onun “has ismi”ni yani
adını kullanmaktan özellikle kaçınır. Bu hassasiyetinin sebebi, Ģeyhi Abdülhakîm
Arvâsî‟nin Ģu sözleridir: “Allah resulüne has ismiyle ve nidâ sıgasıyla hitap
olunmaz.(…) Hayâ meselesi…Allah bile Kur‟an‟ında sevgilisine ismiyle nida ederek
hitap etmedi.”314
306
Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, s. 10. 307
Necip Fazıl Kısakürek, Esselâm, s. 8. 308
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 139. 309
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 99. 310
age, s. 99. 311
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 13. 312
Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, s. 10. 313
age, s. 19. 314
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 140.
56
Hz. Peygamber, her dönemde üstün ahlâkî özellikleriyle, maddî ve manevî
güzellikleriyle insanların ilgi odağı olmuĢ, sevgisine mazhar olmuĢtur. Onun üstün
ahlâkî ve insanî yönlerini anlatan “hilye”ler yazıldığı gibi, ona karĢı hissedilen derin
sevgiyi ifade eden “naat”lar yazılmıĢtır. Necip Fazıl da bu kervana katılarak Hz.
Peygamber hakkında müstakil iki eser kaleme almıĢtır.
Bu eserlerden ilki, Hz. Peygamber‟in hayatını Ģiirsel bir dille anlattığı Çöle
İnen Nur‟dur. Diğer eseri ise Çöle İnen Nur‟dan damıtılmıĢ ve “mukaddes hayattan
levhalar” alt baĢlığını taĢıyan Esselam adlı Ģiir kitabıdır. Necip Fazıl, “mukaddes
hayatın yıl sayısından alınan ilhamla”315
yazdığı 63 adet Ģiiri “mukaddesatçı Türk
gençliğine ithaf et”miĢtir316
ve bu eseri Ģu Ģekilde nitelendirmiĢtir: “O‟na olan eritici
aşkımın ve gevşemez bağlılığımın vecd destanı…”317
Necip Fazıl, Esselâm adlı eserinin sonuna aldığı vasiyetinde “Allah ve Resul
aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divânesi”318
olarak
anılmayı istediğini belirtir.
3.4. Ölüm
“Ölüm”, insanoğlu için gizemli bir hâl; çözümlemeyen bir muammadır.
Kur‟an-ı Kerim‟de geçen “Her canlı, ölümü tadacaktır.”319
âyeti bu evrensel
gerçeğin insanoğlu için ve kaçınılmaz bir son olduğunu ifade ediyor. Türk ve Dünya
edebiyatında birçok yazar, Ģair, filozof bu mesele üzerine düĢünmüĢ ve yazılar
yazmıĢtır. Türk edebiyatının en etkili Ģairlerinden olan Necip Fazıl da “ölüm”
temasını sıkça iĢler. Ölüm teması, Necip Fazıl‟ın nesirlerinden ziyade Ģiirlerinde
görülür. Ölümü “çetin geçit”320
olarak nitelendiren Necip Fazıl için ölüm, “küçük
yaştan itibaren zihnini kurcalayan korku ve ürpertiler içinde hiç unutmadığı,
uzaklaşmadığı bir his”tir.321
Küçük yaĢta, çok sevdiği iki kiĢinin (büyük babası ve
315
Necip Fazıl Kısakürek, Esselâm, s. 9. 316
age, s. 5. 317
age, s. 8. 318
age, s. 141. 319
Al-i İmran Suresi, 3/185. 320
Ahmet Kabaklı, Sultanu‟ş-Şuarâ Necip Fazıl, s. 367. 321
Hasan Çebi, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl‟ın Şiiri, s. 261.
57
kız kardeĢi Selma) ölümüyle bu duyguyu tadan Necip Fazıl‟da “ölüm”, âdeta bir
saplantı hâline gelmiĢtir. Bu sebepten olsa gerek Necip Fazıl, Bir Adam Yaratmak
adlı tiyatrosunun kahramanı Hüsrev‟in yazdığı piyese Ölüm Korkusu adını verir.
Başım çığlıklı, çocuk, onu nasıl avutsan?
Ne yapsam da ölümü bir saatçik unutsam?
(Çile, s. 141)
Görüldüğü gibi Necip Fazıl, kendinde saplantı hâline gelmiĢ, içinde çığlık
çığlığa bağıran ölümü unutmak istediğini söyler; fakat unutamaz. Necip Fazıl,
ölümü, bir türlü aklından çıkaramaz ve insanlar için kaçınılmaz bir son ve realite
olarak görür.
Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de
İnsan birer birer yine giriyor.
(Çile, s. 124)
Ġnsan için ürkütücü ve çetin bir gerçeklik olan ölüm hakikatini insan aklının
alamayacağını, kavrayamayacağını ifade eden Necip Fazıl, “ölmeden önce ölmeyi”
anlayamadığı için ölümden köpek gibi korktuğunu ifade eder:
Ölümü sığdıramaz, / Akıl, daracık kovuk
(Çile, s. 25)
Köpek korkusuyla korktum ölümden,
Ölmeden ölmeyi anlayamadım.
(Çile, s. 71)
Necip Fazıl‟ın eserlerinde, özellikle Ģiirlerinde, ölüm teması geniĢ bir yer
tutar. Necip Fazıl‟da ölüm algısı, Necip Fazıl‟ın Abdülhakîm Arvâsî ile
tanıĢmasından sonra değiĢim gösterir. Ġlk Ģiirlerinde ölüm, korkutucu, ürpertici ve
soğuk bir duyguyken 1930‟lu yıllardan sonra bir muĢtu, bir bayram, ölümsüzlüğe
ulaĢtıran bir köprü olarak algılanmıĢtır. Necip Fazıl‟ın Abdülhakîm Arvâsî ile
58
tanıĢmasından sonra ölüm algısı daha tasavvufî ve dinî bir renge bürünmüĢtür.
Mutasavvıflar da ölümü “Sevenin sevdiğine vuslatı”322
, “âşığın maşûkuna
kavuşması”323
olarak görür. Ölümün, bir ayrılık değil kavuĢma olduğuna dikkat
çeken Mevlana, “Tabutum giderken firkat, firkat (ayrılık, ayrılık) demeyin. Bilakis
vuslat, vuslat (kavuşma, kavuşma) deyin!”324
Ģeklinde vasiyette bulunmuĢ ve öldüğü
günü “şeb-i arûs” yani “düğün / vuslat gecesi” ilân etmiĢtir. Necip Fazıl da ölümü bir
bayram olarak görmüĢ ve aslında ölümün, ölen için sevinilecek bir durum olduğunu
ifade etmiĢtir:
Ölüm, ölene bayram; bayrama sevinmek var;
Oh, ne güzel, bayramda tahta ata binmek var.
(Çile, s. 148)
Necip Fazıl‟ın dünya algısındaki değiĢim, ölümü algılama Ģekline de
yansımıĢ ve ölümü artık ötelerden gelen bir müjde saymıĢtır.
Öleceğiz, müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabb‟e secdeler olsun!
(Çile, s. 152)
Kuran-ı Kerîm‟de “(Ey Muhammet) Hiç şüphe yok ki sen de öleceksin, onlar
da ölecek.”325
buyurulmaktadır. Necip Fazıl, ötelerden gelen ilahî bir emirle Hz.
Peygamber‟in bile öldüğünü, bundan dolayı ölümün korkulacak bir Ģey olmadığını
söyler.
Ölüm, güzel şey; budur perde arkasından haber,
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
(Çile, s. 153)
322
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 433. 323
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 247. 324
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 433. 325
Zümer Suresi, 39/30.
59
Necip Fazıl‟a göre “ebedîlik dîvanesi insan”, “ölümsüzlüğün mümessilidir ve
İslam, insanın yüzüne şu satırları yazdı: Sen ölmeyeceksin!”326
“Ölmemek, ebedî var
olmak”, Necip Fazıl‟ın tek davası ve en büyük hedefidir. “Kafiyeler” adlı Ģiirinde,
ebedîlik arzusunu Ģu Ģekilde dile getirir:
Kafiye,/Hikâye!/Dava tek:/Ölmemek!
(Çile, s. 264)
Tasavvufta iki tür ölüm vardır: Ġradî ölüm, Ģehevî istekleri öldürmek, onların
yolunu kapamak ve nefsi yok etmektir. Tabiî ölüm ise nefsin, ruhun bedenden
ayrılmasıdır.327
Tasavvuf ehlinin “ölmeden evvel ölmek” diye isimlendirdiği hâl; nefsin,
arzuların, heva ve hevesin öldürülmesidir. Nefisle savaĢ, Necip Fazıl‟a göre
savaĢların en büyüğüdür:
Bir şey değil orduların milyonları aşması,
Ekber cihat, tek kişinin nefsiyle savaşması.
(Esselâm, s. 121)
Ölümsüzlüğün yolunun “ölmeden ölmek”ten geçtiğini bildiren Necip Fazıl,
insanın biricik gayesinin bu olduğunu ve insanın bunun için yaratıldığını belirtir.328
Ölmemek ilk ve son kelime,
Çarpıldık ölmemek için ölüme.
Ver Allah‟ım büyük sırrı elime,
Geçmez an, solmak renk, kopmaz bütünlük.
(Çile, s. 117)
Necip Fazıl, “ölümsüzler kafilesine yetiş”menin yolunu göstererek sorar:
326
Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, Ġsanbul 1994, s. 103. 327
ġevket Koçer, Necip Fazıl Kısakürek‟te Ölüm ve Ölümsüzlük, Isparta Ofset, Isparta 1997, s. 53. 328
Necip Fazıl Kısakürek, İslam ve Öbürleri Konferansı, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1976, s.
234‟ten aktaran ġevket Koçer, Necip Fazıl Kısakürek‟te Ölüm ve Ölümsüzlük, s. 54.
60
Hani ya sen ölmeden , / Ölecektin hani ya?
(Çile, s. 345)
Necip Fazıl, ölümün tüm insanlar için mukadder bir son olmasına rağmen,
insanların bu gerçeği bir türlü kabullenemediğini belirtir. Mezarı kazanın ve tabutu
taĢıyanın bile ölümün sesine kulak tıkadığını söyler:
Minarede “ölü var!” diye acı bir sâlâ
Er kişi niyetine saf saf namaz, ne âlâ
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ
Ne tabutu taşıyan, ne toprağı kazan.
(Çile, s. 116)
Ġnsanlar ölüm realitesinden kaçmak isteseler de her nefsin, her insanın ölümlü
olduğu ilahî beyanla müeyyettir ve inananlar için ölümden sonra ebedî bir hayat var.
Bu hakikate inananların dünyayı değerlendirme, buradaki manevî kazanımlarla
sonsuz bir hayatı kazanma düĢüncesi vardır. Mutasavvıflar da dünyayı ahiretin
hazırlık yeri olarak görmüĢlerdir. Bu durum, Necip Fazıl‟ın Ģiirlerinde de karĢımıza
çıkmaktadır. Necip Fazıl, İnanmaz adlı Ģiirinde öldüğümüzde kabrin kapısında bizi
terk etmeyecek ve sonsuzluk yurdunda iĢimize yarayacak Ģeylerin kazanılması
öğütler:
Ticaretin tüm ziyan, diye bir ses rüyada;
Mezarına birlikte girecek şeyi kazan.
Seni gözleyen eşya, bitpazarı dünyada;
Patiska kefen, çürük teneşir, isli kazan.
(Çile, s. 116)
Bir hadis-i Ģerifte Hz. Peygamber Ģöyle buyurur: “Ölüyü mezara kadar üç şey
takip eder:ailesi, malı, ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri onunla gider. Ailesi ve
malı geri döner, ameli kendisiyle gider.”329
Dünyayı değerlendirme ve ahiret
329
<http://www.hadis.ihya.org>, Kütübü Sitte Hadisleri, Ölüm Bölümü, Ölümden Sonrası Hakkında,
Hadis No: 5501, (30.05.2011)
61
yurdunda geçerli olan manevî kazanımları dünyada biriktirme meselesi, Necip
Fazıl‟ın baĢka Ģiirlerinde de karĢımıza çıkar:
Hasis sarraf, kendine başka bir kese diktir.
Mezarda geçer akça neyse onu biriktir.
(Çile, s. 140)
Necip Fazıl, Yağız At adlı Ģiirinde de her ne kadar ölüme hazır olsa da öteki
dünyada geçerli olabilecek değerli bir Ģeyi götürüp götürmediğinin endiĢesini
yaĢamaktadır:
İşaret bekliyorum, yağız atım eyerli,
Yanarım sorarlarsa ne getirdin değerli?
(Çile, s. 109)
Dünyanın fâni oluĢu, asıl vatanın ahiret yurdu oluĢu, inanan her insan gibi
tasavvuf ehlini de dünya hayatını hakkıyla değerlendirme düĢüncesine yöneltmiĢtir.
Bu düĢüncenin devamlı taze kalması için de mutasavvıflar “ölüm”ü sıkça
hatırlamıĢlardır. Hz. Peygamber‟in “Lezzetleri temelinden yıkan ölümü çokça
anınız.”330
tavsiyesine uyan tasavvuf ehlinde “tefekkür-i mevt” olgusuna
rastlamaktayız. Arapça “ölümü düşünme” anlamına gelen bu gelenek, daha çok
NakĢîlerde yaygındır. “Tefekkür-i mevt”; kiĢinin, Azrail‟in geliĢini, canını teslim
ediĢini, musalla taĢına yatıĢını, tabuta konuĢunu, sevdiklerinin kendisini bir bir terk
ediĢini, kabre konuĢunu, Münker-Nekir‟in hesaba çekiĢini, sıratı, Cennet ve
Cehennem‟i gözü yumuk bir Ģekilde hayal etmesi ve bunları düĢünce planında
yaĢaması ameliyesidir.331
KiĢinin dünyayı kalben terk etmesine ve ahiret yurduna hazırlıklı gitmesine
yardımcı olan bu durum, NakĢî Ģeyhlerinden Abdülhakîm Arvâsî‟ye intisap etmiĢ
Necip Fazıl‟ın Ģiirlerinde de kendini hissettirir. Necip Fazıl, Ölünün Odası Ģiirinde
bir empati hissiyle yerde yatan ölünün kendisi olduğunu hayal eder ve bir gün
ölümün kendisine de geleceğini düĢünür:
330
Necip Fazıl Kısakürek, Nur Harmanı, s. 81. 331
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 643.
62
Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm,
Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm.
(Çile, s. 120)
Necip Fazıl‟ın Ölüler adlı Ģiirinde de ölüler, gelen geçen yolculara
bağırmaktadır:
Yolcular, uzanın yere upuzun;
Dayayın taşlara başlarınızı..
Tüy yastıklar gibi rahat taşımız;
Birleşsin bir lahza orda başımız.
Bizdedir cevabı kuruntunuzun,
Yolcular uzanın yere upuzun.
(Çile, s. 125)
Necip Fazıl, mutasavvıfların yaptığı gibi klasik manada “tefekkür-i mevt”i
tüm ayrıntılarıyla yapmasa da kendisini, o ölülerin yerine koyarak gelip geçene Ģöyle
bağıracaktır:
Ben de bir gün böyle haykıracağım:
Yolcular, oturun mezar taşımda.
Yolcular, önümde fısıldaşacak,
Yolcular, aşılmaz yollar aşacak.
Taşımı yere, yerlere yatıracağım,
Ben de bir gün böyle haykıracağım.
(Çile, s. 125)
Ġnsanların; dünyanın geçiciliğini, ölümü daima hatırda tutarak dünyayı en
güzel Ģekilde değerlendirme çabasının amacı, bâki bir alemin kapısını aralayıp
“sonsuzluk”a ulaĢmaktır. Necip Fazıl: “…insanoğlunun tek cehdi ölümsüzlüğe
63
ermekse bunun biricik müteahhidi İslâm‟dır.”332
der ve bunun yolunu Ģiirinde kendisi
gösterir:
Oluş sırrı, o nurdan heykelin eteğinde;
Ve ölümsüzlük balı, şeriat peteğinde.
(Çile, s. 60)
Necip Fazıl, Allah Diyene adlı Ģiirinde de Allah‟a inanan insanı ölümsüzlükle
müjdelemektedir:
Her şey, her şey şu tek müjdede;
Yoktur ölüm, Allah diyene.
(Çile, s. 26)
Tasavvuftan etkilenen tüm Ģairler gibi Necip Fazıl‟da da tasavvufî düĢünce
etkili olmuĢ; Necip Fazıl‟ın, hayat anlayıĢını, değer yargılarını değiĢtirmiĢtir.
Tasavvuf, Necip Fazıl‟ın ölüme bakıĢını ve ölüm karĢısında aldığı tavrı da
belirlemiĢtir.333
“Tasavvuf kaynağından beslenen şairler, ölümü duyan, yaşayan
insanlar olarak ölüm üzerinde yoğunlaş”mıĢlardır.334
Bundan dolayı “ölüm” temasını
Necip Fazıl‟ın Ģiirlerinde sıkça görürüz. Ölümü “büyük randevu” olarak nitelendiren
Necip Fazıl da ölüm üzerine Ģiirler yazan ve ölümü derinden duyan bir Ģairdir.
Necip Fazıl‟ın Çile‟deki Ģiirleri incelendiğinde “ölüm” ve ölümü çağrıĢtıran
“kabir, mahşer, kefen, Münker-Nekir, tabut” vb. gibi kelimelerin 120 kez geçtiği
görülür. Ayrıca Çile‟deki bölümlerden birinin adı “Ölüm”dür. Bu bölümde ölümle
ilgili 16 Ģiir ve 13 beyit yer almaktadır. Diğer bölümlerde ise 22 beyitte ölüm
anlatılmaktadır.335
“Ölüm” motifini eserlerine sıkça yerleĢtiren Necip Fazıl‟ın sorulan
bir soruya verdiği Ģu cevap onun ölüme bakıĢını özetleyecek niteliktedir: “Ben de
ölümden korkarım. Şiirlerimi okuyorsunuz. Ölüm, çetin geçit… Onun ötesinde ya
„ebedî saadet‟ veya „ebedî bir mahkumiyet‟ var. Bizim gibilere bu kapının önünde
332
Necip Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, s. 103. 333
Selahattin Ġpek, “Türk Ģiirinde Ürperti ve Necip Fazıl”, Mavera, Temmuz 1983, Ankara s. 104.‟ten
aktaran ġevket Koçer, Necip Fazıl Kısakürek‟te Ölüm ve Ölümsüzlük, s. 43. 334
agm, s. 104. 335
Muhsin Ġlyas SubaĢı, “Çile mi, Ölüm Tiradı mı?”, Türk Edebiyatı, Temmuz 1983, S. 117, s.
100‟den aktaran ġevket Koçer, Necip Fazıl Kısakürek‟te Ölüm ve Ölümsüzlük, s. 39.
64
tiril tiril titremek düşer. Kendini üzme, bu korku, ümit ile olunca güzeldir.”336
Ölüm
konusunda “korku ve ümit” arasında bir denge kurmaya çalıĢan Necip Fazıl, “zaman
zaman ölümden korkar, zaman zaman sevgi ile yaklaşır, zaman zaman kader
inancının da etkisiyle kabullenmeye çalışır. Genel anlamda ise bir ürperti, bir iç
daralması ve sonsuzluk duygusu içinde olduğunu görürüz.”337
3.5. Nefis
Arapça bir kelime olan “nefs”in birçok anlamı vardır: “Can, benlik, ruh, aşağı
duygular” anlamına gelen bu kelime, tasavvufî olarak “kulun kötü huyları, çirkin
vasıfları, kötü his ve huyların mahalli olan latife, cism-i latîf ” gibi anlamlara gelir.
Bu anlamdaki nefis, kiĢinin en büyük düĢmanı olduğundan onu ezmek, kırmak
mücahede kılıcıyla katletmek gerekir.338
Nefis, insanın hakikati, Ģehvet ve gadap
kuvvetlerinin toplandığı mana, bedene yerleĢtirilen ve kötü huyların kaynağı olan bir
sırdır. Güzel huyların kaynağı ise ruhtur. Nefis, kötülüğü emredici olarak
nitelendirildiği için, ona karĢı koymak sufiler arasında ibadetin baĢı olarak
görülmüĢtür.339
Necip Fazıl‟ın sadeleĢtirerek yayımladığı Abdulhakîm Arvâsî‟ye ait Tasavvuf
Bahçeleri adlı kitapta ise tasavvufî olarak “nefis”ten kasıt, “kulun çirkin vasıfları ve
kötü ahlâkı”dır.340
Mutasavvıflar, Kur‟an-ı Kerim‟deki bazı âyetlerden hareketle
nefsin yedi derecesinin olduğunu iddia ederler. “Nefis” konusunun Necip Fazıl‟daki
yansımalarını izah ederken yardımcı olacağını düĢündüğümüzden bu yedi mertebe
hakkında kısaca bilgi vermek istiyoruz.
Nefs-i Emmâre: Ġnsanı kötülüğe teĢvik eden, ona egemen olmaya çalıĢan,
onu ve davranıĢlarını kontrol etmeye çalıĢan nefistir ve bu, nefis derecelerinin en
altıdır. Tasavvufta mücadele edilen ve nefis kelimesi ile kastedilen bu tabakadır.
336
Ahmet Kabaklı, Sultanü‟ş-Şuarâ Necip Fazıl, s. 367. 337
Muhsin Ġlyas SubaĢı, “Çile mi, Ölüm Tiradı mı?”, s. 100‟den aktaran ġevket Koçer, Necip Fazıl
Kısakürek‟te Ölüm ve Ölümsüzlük, s. 39. 338
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 274. 339
M. Necmeddin Bardakçı, Sosyo-Kültürel Hayatta Tasavvuf, Fakülte Kitabevi, Isparta 2000,
s. 59-60. 340
Abdülhakîm Arvâsî, Tasavvuf Bahçeleri, (sadeleĢtiren: Necip Fazıl Kısakürek), s. 25.
65
Nefs-i Levvâme: Nefsin bu tabakasında insanın günahları kendisine itici
gelmeye, tiksinti vermeye baĢlar. Ġnsan hatalarından piĢmanlık duyar ve bu konuda
nefsini kınar.
Nefs-i Mülhime: Nefsin bu evresinde insan yaptığı yanlıĢların farkına varır,
onları tekrarlamak için güçlü bir irade gösterir. Bazı manevî aktivitelerden zevk
almaya baĢlar. Dinî ve manevî doğruları yaĢamaya baĢlar. Nefs-i Mülhime, Allah‟ın
doğru ve yanlıĢ yolu ayırt edebilmeyi kendisine ilham ettiği nefistir.
Nefs-i Mutmainne: Bu aĢamada nefis, Allah ile bir dinginlik ve dinlenme
bulur. Geri dönülmez Ģekilde Allah‟a yönelir, ilahî sırların keĢfi baĢlar. Bu
seviyedeki bir kiĢi için dinin emir ve yasakları önemlidir.
Nefs-i Râziye: Bu evrede manevî geliĢim biraz daha ilerlemiĢtir. Ġnsan
Allah‟ın merhametiyle kuĢatıldığını hisseder. Ġnsanın beĢerî sıfatları ortadan kalkar,
artık manevî yolculukta zirveye doğru yaklaĢır.
Nefs-i Marziyye: Ġnsan bu aĢamada gerçek içsel birliği ve bütünlüğü yakalar.
Nefis ile ruh birleĢir ve insan maddî arzuları ile Allah arzuları arasında hiçbir ayrım
yapmaz. Zahirde halk iledir, batında ise Hak iledir. Ġnsanî oluĢumun zirvesine
yönelmeye baĢlamıĢtır.
Nefs-i Kâmile: Bu aĢamaya pek az insan eriĢebilir. Artık ben ve nefis yoktur,
sadece Allah‟la birlik vardır. “Ölmeden önce ölme” gerçekleĢmiĢtir ve kiĢi, insan
olma sürecini tamamlayarak insaniyetin zirvesine çıkmıĢtır.341
Nefsin tabakaları hakkındaki bu girizgâhtan sonra asıl mevzumuza
geçebiliriz. Hz. Peygamber, “Ümmetim adına en fazla korktuğum, nefislerinin
hevâlarına uymalarıdır.”342
demektedir. Hz. Peygamber‟in korkusunun sebebini
Kur‟an-ı Kerim‟den aldığımız bir âyetle açıklayalım: “…(Ben) nefisimi de temize
çıkarmam; çünkü Rabbimin merhamet edip korudukları hariç, nefis daima fenalığı
ister, kötülüğe sevk eder.”343
Tasavvuf ehline göre insanın en büyük düĢmanı
nefsidir. Necip Fazıl‟a göre nefis, “köpeğin kemiğine bağlı oluşu gibi hasis
341
Hasan Kayıklık, Tasavvuf Psikolojisi, s. 108-116. 342
Abdülhakîm Arvâsî, Tasavvuf Bahçeleri, (sadeleĢtiren: Necip Fazıl Kısakürek), s. 26. 343
Yusuf Suresi, 12/52-53.
66
menfaatlerine, küçük tamalarına ve hayvanî insiyaklarına mağluptur. Kendisinden
emin ve hoşnuttur. Vicdan azabı duymaz, içinden ulviliğe benzer bir ses geçmez.
Kafanın tek şerefi olan hicaptan ve kuvvetin ilk şartı olan iffetten tamamıyla
sıyrılmıştır.”344
Necip Fazıl‟ın özelliklerini sıraladığı nefis, bütün kötülüklerin
kaynağı olan “nefis-i emmâre”dir. Necip Fazıl‟ın Ģiirlerinde, genellikle, nefsin en alt
derecesi olan ve Necip Fazıl tarafından “köpek nefis”345
diye nitelendirilen bu nefis
türünden bahsedilir. “Sahtekâr, hilekâr, göz boyayıcı, aldatıcı”346
ve daima
kötülükleri emreden bu nefisle mücahede ve mücadele edilmelidir. Bu mücadele çok
zor ve çetin bir mücadeledir. Mutasavvıflar nefisle yapılan bu savaĢa, “cihad-ı ekber”
demiĢlerdir. Sûfiler, Hz. Peygamber‟in bir hadisine dayanarak bu isimlendirmeyi
yapmıĢlardır. Hz. Peygamber, bir cihattan (savaĢtan) dönerken ashabına Ģöyle der:
“Şimdi cihad-ı asgardan (küçük cihat), cihad-ı ekbere (büyük cihad) gidiyoruz.
Sahabiler Hz. Peygamber‟e cihad-ı ekberin ne olduğunu sorduğunda şu cevabı verir.
Tek insanın kendi nefsiyle boğuşmasıdır.”347
Görüldüğü gibi nefsi alt etmek, onun arzularını dizginlemek, göğüs göğüse
çarpıĢılan savaĢtan, daha zor bir mücadele olarak tarif edilmiĢtir. Necip Fazıl, nefsi
kendinden uzaklaĢtırabilmenin, nefse boyun eğdirmenin güçlüğüne dikkat çeker ve
ekler: “…seni kendinden ayırabilenler, kalp çekirdeğini parçalamak, kalp atomunu
patlatmak sırrına erenler, ilahî marifete çıkanlardır.”348
Nefsi alt edebilmek insanı
ilahî marifete, huzura yaklaĢtırsa da nefsi ezmemek, ona yol vermek de “Rabbanî
dostluk ve huzura mânidir.”349
Bütün mutasavvıflar, nefsin hâris olduğu, doymak
bilmeyen isteklerinin bulunduğu noktasında birleĢirler.
Kaside-i Bürde‟nin yazarı Busirî, nefsi, süt emen bir çocuğa benzetir. Çocuk,
vakti geldiğinde sütten kesilmezse büyüyünce de süt içmeye devam eder. Dolayısıyla
344
Necip Fazıl Kısakürek, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, s. 89. 345
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 271. 346
Necip Fazıl Kısakürek, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1989, s.
130‟dan aktaran Nesibe Esen, Necip Fazıl Kısakürek‟te Dinî Yaşayış (Yüksek Lisans Tezi), s. 93. 347
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 104. 348
Necip Fazıl Kısakürek, Mümin-Kâfir, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1986, s. 55‟den aktaran
Ġhsan Kurt, Çiledeki İnsan Necip Fazıl Kısakürek, Nobel Yayınevi, Ankara 2000, s. 64. 349
Abdülhakîm Arvâsî, Tasavvuf Bahçeleri, (sadeleĢtiren: Necip Fazıl Kısakürek), s. 27.
67
nefsin arzu ve isteklerine sınır koyulmadığında iyice semizleĢir ve insanı kendine
râm eder.350
Necip Fazıl, Benim Nefsim adlı Ģiirinde nefsin sonu gelmez isteklerine ve
hırsına dikkat çeker:
Ruhuma bir kefen bezi yeter de,
Yetmez aç nefsime sırma ve ipek.
Çare yok, yüzünden düştüğüm derde;
Yesem de “toprakla karışık kepek”
Güneşle bir tutsam girmez hizaya,
Dar bulur, sığamam der, dipsiz fezaya.
Kuyruk sallar, sonra hırlar ezaya;
Benim nefsim, benim nefsim, ne köpek nefs!
(Çile, s. 70)
Burada Necip Fazıl ruh ve nefsi birbirinden ayırır. “Ruh”un azla yetinmesine
rağmen “nefs”in doymak bilmezliğine vurgu yapar. Mutasavvıflar, ruhun insandaki
iyi özellikleri, nefsin ise kötü özellikleri temsil ettiğine inanırlar. Necip Fazıl da ruhu,
“yüksek ve iyi ahlâkın merkezi olmak üzere insana verilmiş şerefli bir latife”351
, nefsi
de “kötü ve çirkin ahlâka yuva olmak üzere insan kalıbına verilmiş latif bir şey”352
diye tanımlar. Necip Fazıl, bütün olumsuz özelliklerin ve kötü ahlâkın yuvası olan
nefsin arzu ve isteklerinin sonunun olmadığını bir soru sorarak göstermek ister :
“…ejderha ağzını açmış doymak bilmeyen sen, bir an samimi olmaya çalış ve söyle:
Dünyanın bütün inanış şekillerini senin hükmüne bağlasalar ve seni, Nemrud ve
Firavun‟u köle diye kullanacağın bir makama yüceltseler doyar mıydın? Hayır değil
mi? Onun da üstündekini isterdin.”353
350
M. Necmeddin Bardakçı, Sosyo-Kültürel Hayatta Tasavvuf, s. 63. 351
Abdülhakîm Arvâsî, Tasavvuf Bahçeleri, (sadeleĢtiren: Necip Fazıl Kısakürek), s. 26. 352
age, s. 26. 353
Ġhsan Kurt, Çiledeki İnsan Necip Fazıl Kısakürek, s. 68.
68
Necip Fazıl, Ve Nefs adlı Ģiirinde nefsin tatmin edilemez hırsına dikkat
çekerken onun peĢi sıra koĢmasına rağmen ondan hiçbir taviz koparamadığından
bahsetmektedir:
Hırsıma ne şöhret yetti, ne de şan,
Döndüğüm her nokta dünyadan nişan.
Nefsimin ardından koştum perişan,
Ondan bir kıl bile avlayamadım.
(Çile, s. 73)
Necip Fazıl, bütün olumsuz sıfatların kaynağı olan nefsin bu özelliğinin
sebebini Hep Nefs adlı Ģiirinde açıklar:
Göğsü yakut ve safir;
Kapıda bir misafir…
Sordum: Kimsin, nesin sen?
Nefs isimli o kafir
(Çile, s. 72)
Nefsin, Ģeytanın elçisi ve kâfir olduğunu belirten Necip Fazıl, onun niçin bu
kadar tehlikeli ve korkunç olduğunu da açıklamıĢ olur. Necip Fazıl, nefsin en
müminimizde bile kâfir ve küfre memur olduğunu, bu sebepten daima dine ve dinin
hükümlerine savaĢ açtığını belirtir354
ve buna karĢı koymanın yolunu gösterir:
“Nefsin dizginlenmesi için ona ne işkence lazımdır ne de başka bir şey, sadece
şeriat… Onun ilacı budur. Amellerden nokta kaybetmemek… Bunu yapabildiniz mi
nefis dümdüz olur ve ruhun önünde eğilir.”355
Nefsi dizginlemenin ve ruhun
boyunduruğu altına almanın yolu, dinin emirlerini harfiyen uygulamaktır. Bu ise
zorlu bir süreçtir.
354
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 191. 355
age, s. 191.
69
Nefsini yenmektir ki, mümine büyük şandır,
Mücahit, Allah için nefsiyle savaşandır.
(Esselâm, s. 121)
Pehlivan sanma ki, hasmını yatıran,
Pehlivan, öfkede nefisini bastıran.
(Esselâm, s. 121)
Buraya kadar anlatılanlardan hareketle nefisle mücadelenin tasavvufun en
temel meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Burada amaç, insanın suflî ve bayağı
yanlarını temsil eden nefsi, tamamen ortadan kaldırmak değil onu kontrol altında
tutup ıslah ederek insanî bir latife hâline getirmektir. Necip Fazıl, bu görüĢümüzü
teyit babında Ģunları söyler: “Dava nefsi ruha kalbetmektir. Nefis dediğim o sırtlanı
öldürmek değil.”356
Bu noktadan hareketle, insanı değerli yapan ve onu yücelten Ģeyin nefisle
mücadeleye girip onun rağmına hareket etmesi ve bu sayede ilahî lütuflara mazhar
olmasıdır. Ġnsanın bu özelliği, onu melekten üstün yapmıĢtır. Necip Fazıl‟ın bu
görüĢümüzü destekleyen ve aslında biraz da meselemizin özü olan Ģu cümlesiyle
konuyu bağlamak istiyorum: “Melekte nefis yoktur ve onun için secde etmiştir
insana…”357
3.6. Ben ve Benlik
“Ben” sözcüğü, “gurur, kibir, egoizm” gibi anlamlara gelir. Tasavvufta
gururun ve kibirin kaynağı olan ben, sûfînin ruhanî ve manevî kimliği olarak kabul
edilir. Arapça karĢılığı, “ene”dir. KiĢinin kendine değer vermesi, malını, mülkünü,
makam ve mevkini ön plana çıkararak Hakk‟ı unutması, tasavvufta istenilen bir Ģey
değildir. Bundan dolayı nefisini terbiye edip benlikten geçmeyen ve hep “ben” diyen,
tasavvuf yolunda mesafe alamaz. Bunun için mutasavvıflar, “Ene (ben) tahtında
oturanı, irşad mümkün değildir.” derler. Arapça “enaniyet” kelimesinin karĢılığı olan
356
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 119. 357
age, s. 121.
70
“benlik” ise, kiĢinin her Ģeyi kendisine bağlaması ve dayandırmasıdır. Yani “can-ım,
ruh-um, kalb-im, el-im…” demesi gibi. Burada olduğu gibi insanların her Ģeyi
kendine bağlamasına “izâfî hakikat” denir. Ġbn-i Arabî, “Hakk‟ın benliği vardır,
kulun benliği yoktur. Zira ondaki her şey Mevla‟sına, Efendi‟sine aittir.”
demektedir.358
“Ben ve benlik” kavramları da Necip Fazıl‟ın Ģiirlerinde ve düzyazılarında
doğrudan ya da dolaylı olarak karĢımıza çıkmaktadır. Bazı insanlar buradan veya
Necip Fazıl‟la ilgili söylenenlerden yola çıkarak Necip Fazıl‟ın devamlı benliğini
öne çıkardığını, büyüklük tasladığını, kendini beğendiğini, hatta daha da ileri giderek
narsizmin sınırlarında dolaĢtığını ifade etmektedirler.359
Necip Fazıl‟ın eserlerinde, burada söylenenler kadar ileri boyutlarda olmasa
da, benliğinin izlerini görebiliriz. Necip Fazıl, hayatını anlattığı O ve Ben adlı
eserinde büyük babasının kendisini, “Gel benim akl-ı evvel torunum!”360
diye
sevdiğini anlatır ve kendisinin diğer torunlardan daha üstün olduğunun yine büyük
babası tarafından teyit edildiğinin altını çizer.361
Yine kendi zekâsına vurgu yaparak
Abdülhak Hamit‟in kendisine sıkça: “Ey zekâ neredesin?” diye hitap ettiğini
yazar.362
Necip Fazıl, yine zekâsını ön plana çıkararak, hocası Abdülhakîm
Arvâsî‟nin kendisine Ģöyle dediğini anlatır: “Sende iki şey ifrat hâlinde; zekâ ve
muhabbet. Muhabbet inip çıkar fakat zekâ sabittir. Ona çare yok.”363
Hocasının yine
bir gün kendisine: “Keşke bu kadar zekî olmasaydın!”364
dediğini aktarır.
Necip Fazıl‟ın ilk Ģiirlerinin yayımlandığı yıllarda yaĢadığı bir olaydan
hareketle kendisi hakkında verdiği yargı, bu yazdıklarımıza eklendiğinde, Necip
Fazıl‟da en azından o yıllarda belli belirsiz bir “ene” duygusunun, kendini
beğenmiĢlik hissinin olduğu izlenimini verir. Necip Fazıl, bir gün Yeni Mecmua
dergisinde Ahmet HaĢim‟le karĢılaĢır. Ahmet HaĢim, Necip Fazıl‟ın Mezar Kitâbesi
358
bkz. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 71-122, Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf
Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 95-96. 359
Ġhsan Kurt, Çiledeki İnsan Necip Fazıl Kısakürek, s. 52. 360
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 12. 361
age, s. 12. 362
Necip Fazıl Kısakürek, Bâbıâli, s. 136. 363
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 182. 364
age, s. 182.
71
adını taĢıyan Ģiirini görmüĢ ve çok beğenmiĢtir. Necip Fazıl‟ı orada görünce:
“Çocuk! Bu sesi nereden buldun sen?”365
diyerek hayranlığını ve beğenisini dile
getirecektir. Mezar Kitâbesi Ģiirinin yayımlanmasına ön ayak olan Yakup Kadri de
Necip Fazıl‟a övgüler dizmektedir. Bunun üzerine Ahmet HaĢim, Necip Fazıl‟a
“Kendini bir şey sanma! Yakup Kadri‟nin seni tuttuğuna da bakma. Tesiri altındasın
da ondan. Sanatkar tesiri altında kalanı sever.”366
der.
Necip Fazıl bu sözün kendisinin zoruna gittiğini söyleyerek Ģu tespiti yapar:
“…neşredilmiş ilk şiirimden başlayarak, dünyada artık beni tanımayan tek kişi
kalmadığını, kahvelerde sokaklarda, salonlarda hep beni konuştuklarını sanıyordum.
Herkes cüce, bense dev…”367
Necip Fazıl‟da özellikle Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢmadan önce benliğin
izleri görülse de, bu tanıĢıklıktan sonra bu izler giderek kaybolmuĢtur. Mustafa
Miyasoğlu‟nun Ģu tespitlerinin meramımızı daha iyi özetlediğini düĢünüyoruz:
“Necip Fazıl, sanat ve kültür hayatımızda majiskül harflerle yazılmış bir “ben” ve
“benlik” adamı iken, birden „gaiplerden gelen ses‟in cezbesine kapılmış ve onun
yankısı olmaya hayatını adamıştır. Şeyhi, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri ondaki
egosentrizmi öylesine tasarrufuna alarak yoğurmuş ki delilik sularında dolaşan dehâ
belirtisi, birden gerçek dehâya dönüşmüş, inkılapçı ve müceddit müjdecisi görevini
şerefle yerine getirmiştir.”368
Necip Fazıl‟ın, Abdülhakîm Arvâsî‟den aktardığı tasavvuf ehlinin “benlik”
anlayıĢına dair Ģu söz onun aslında “benlik” kavramına nasıl baktığını da gösterir:
“(Tasavvuf ehli, ermiĢler)369
Mevzuunu bulamaz ki ben desin.”370
Necip Fazıl da
arkasından Ģu cümleyi ekler: “Bizse „ben‟den başka mevzuu olmayan bîçareleriz.”371
Necip Fazıl; ermiĢlerin, tasavvuf ehlinin “benlik”in lafını bile etmediğini,
“benlik” davası gütmeye fırsatlarının olmadığını ifade eder. Necip Fazıl‟ın, Ben
365
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 57. 366
age, s. 57. 367
age, s. 57. 368
Mustafa Miyasoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, s. 36. 369
Parantez içi bilgi yazara aittir. 370
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslâm Atlası, s. 365. 371
age, s. 365.
72
Ģiirine baktığımızda buradaki “ben”in, kendi benini anlatmaktan ziyade “biz”i yani
insanî realiteleri anlattığı görülür:
Ben kimsesiz seyyahı, meçhuller caddesinin
Ben yankısından kaçan çocuk, kendi sesinin
Ben sırtında taşıyan işlenmedik günahı
Allah‟ın körebesi, cinlerin padişahı
Ben Allah diyenlerin boyunlarında vebâl
Ben bugünküne mazi, yarınkine istikbâl
Hep ben, ayna ve hayal, hep ben, pervane ve mum
Ölü ve Münker-Nekir, baş dönmesi uçurum…
(Çile, s. 67)
Buradaki “ben”, Necip Fazıl‟ın kendi “ben”inden ziyade tüm insanlardır;
anlattığı da tüm insanlığın macerasıdır. Buradaki “ben”, evrensel bir bendir. Necip
Fazıl‟ın 1936 yılında yazdığı Bendedir Ģiiri de aynı paralelde düĢünülebilir. Buradaki
“ben”in yerine de “biz”i veya tüm insanlığı koyabiliriz. Necip Fazıl‟ın ömrünün
sonuna doğru yazdığı Dev adlı Ģiiri “benlik” konusunda geldiği noktayı göstermesi
açısından önemlidir:
Öyle bir devim ki ben hakikatte pireyim,
Bir delik gösterin de utancımdan gireyim.
(Çile, s. 105)
Bu Ģiirde, kendi benini yok etmiĢ, acizliğinin farkına varmıĢ bir Necip Fazıl
var karĢımızda. Bekir OğuzbaĢaran‟ın Ģu tespitleri Ģimdiye kadar söylediklerimizi
daha da vuzuha kavuĢturacaktır: “Necip Fazıl, belki edebiyatımızda kendi “ben”ini en
fazla işleyen şairimizdir.(…) Ama bunu her zaman ferdiyetçi bir şairin „ben‟i olarak
görmemek lazım. „Bir insanda bütün insanlığın halleri vardır.‟ düşüncesine uygun
tarzda o, kendi „ben‟i vesilesiyle ruh ve nefisten meydana gelen insan gerçeğinin
73
kimi zaman o yanına kimi zaman da bu yanına projektörlerini çevirmiş, nefsi sonuna
kadar zemmetmiş, aşağılamış, onunla çok zorlu bir mücadele vermiş.”372
Kısacası Necip Fazıl, “ben”i, “benlik”i kendi Ģahsiyetinin dar kalıplarından
kurtararak tüm insanlık macerasını anlatan bir kavram hâline getirmiĢtir. Necip
Fazıl‟ın, daha önceki sayfalarda anlattığımız nefis hakkındaki görüĢleri okunduğunda
“ben ve benlik”ten kastının ne olduğu daha iyi anlaĢılacaktır.
3.7. Tasavvuf Ehli, Tasavvuf Önderleri ve Mürşit
Necip Fazıl, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu adlı kitabında tasavvufu, Hz.
Âdem‟den Hz. Muhammet‟e kadar gelen bütün nebilerin ve resûllerin iç hâli olarak
nitelendirir. Meseleyi biraz daha daraltarak tasavvufu, Hz. Peygamber‟in (Hz.
Muhammet) ruh emaneti ve özü olarak kabul eder.373
Necip Fazıl, Veliler Ordusundan 333 adlı eserinin giriĢinde, bütün
hakikatlerin Ġslâm‟da; Ġslâmiyet‟in ruhunun da Hz. Peygamber‟in iç yaĢantısı olan
tasavvufta olduğunu söyler.374
Bu eserde ilk sûfî Ebu HaĢim‟den baĢlayarak 333
velinin hayatını anlatır. Başbuğ Veliler 33 adlı eserinde de sözü geçen eserinde
anlatmadığı 33 büyük veliyi anlatır. Hz. Peygamber‟in “cezbelileri” olarak
nitelendirdiği bu kiĢileri “hiçbir şeyde yanılmayan ve tekte her şeyi bulan” kiĢiler
olarak görür.375
Necip Fazıl, Başbuğ Velilerden 33 adlı kitabında anlattığı bu 33 veliyi
“Silsile-i Zehep” yani “Altun Silsile” olarak görür ve onlardan Ģöyle bahseder:
“Hz.Ebubekir‟den günümüze kadar bir avuç su gibi, peygamber emanetini, bir
katresini uçurmadan, buhar hâline getirmeden, elden ele teslim ederek gelmiş bir
sahih mezhep kolu vardır. Ona Silsile-i Zehep denir ve her birinin ilmi malûmdur.
372
Ġlyas SubaĢı, “Bekir OğuzbaĢaran ile Necip Fazıl Üzerine Sohbet”, Türkiye Gazetesi, 6 Haziran
1986‟dan aktaran Ġhsan Kurt, Çiledeki İnsan Necip Fazıl Kısakürek, s. 58. 373
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 99. 374
Necip Fazıl Kısakürek, Veliler Ordusundan 333, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1997, s. 8. 375
age, s. 8.
74
Bunların büyük kollarından biri Şah-ı Nakşıbend‟dir. (…) Ve benim boyuna
zikrettiğim büyük zat…”376
Necip Fazıl‟ın “büyük zat” dediği kiĢi “Silsile-i Zehep‟in en sonuncusu”377
olan Abdülhakîm Arvâsî‟dir. Necip Fazıl, Abdülhakîm Arvâsî için “irşat edicim,
kurtarıcım” yani “mürşidim” demektedir. Necip Fazıl‟ın eserlerinde, hocası
Abdülhakîm Arvâsî‟nin nasıl geçtiğine değinmeden önce tasavvuftaki “mürşit”
kavramına göz atmakta fayda görüyoruz.
“Mürşit”, Arapça “rehber, kılavuz, yol gösteren”378
anlamındadır. Tasavvufî
olarak ise, “sırat-ı müstakimi gösteren, dalaletten önce hak yola ileten”379
kiĢi
demektir. Tasavvufî anlayıĢta, “Mürşit, merdiven gibidir, başkaları ona basa basa
yükselir; mum gibidir, kendisi yanar; ama çevresindekileri aydınlatır.”380
görüĢü
vardır. Buradan anladığımız kadarıyla mürĢit, müridin Allah‟a ulaĢmasında bir
basamak ve vesiledir. Bir mürĢidin gerçekten irĢat edicilik vasfının olması için
“Allah‟ın ahlâkını tahakkuk ettirmiş olması yani en azından fena makamına ulaşması
şarttır.”381
Tasavvufta amaç, kiĢinin beĢerî vasıflarından kurtulup ilahî vasıflarla
donanması yani “fenâ-fi‟llah” olduğuna göre bir mürit, bu makama ulaĢmıĢ bir
Ģeyhin, mürĢidin tevessülüyle bu makama ulaĢabilir. Bu da aĢamalı bir yolun takibi
ile mümkündür. Yani mürĢidin, Allah‟ta yok olmadan (fenâ-fi‟llah) önce Hz.
Peygamber‟de (fenâfi‟r-rasul), ondan evvel de Ģeyhte yok olması (fenâfi‟Ģ-Ģeyh,
fenâfi‟l-mürĢit) gerekmektedir.382
Görüldüğü gibi Allah‟a ulaĢmanın kilit noktası
mürĢittir. Mürit, onun vesilesiyle hakikata ulaĢabilir.
Necip Fazıl da, “eşşiz veli”383
olarak nitelendirdiği Abdülhakîm Arvâsî‟yi
mürĢidi olarak görmektedir. Daha önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi bu zat,
Necip Fazıl‟ın dinî ve tasavvufî bir dünyayla tanıĢmasını sağlayan kiĢidir. Necip
376
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 173. 377
age, s. 173. 378
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 263. 379
age, s. 263. 380
age, s. 263. 381
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 455. 382
Y. Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Sidre Yayıncılık, Ġstanbul 1988, s. 59‟dan
aktaran Nesibe Esen, Necip Fazıl Kısakürek‟te Dinî Yaşayış (Yüksek Lisans Tezi), s. 98. 383
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 112.
75
Fazıl, Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢtıktan sonra manevî temeli olan sağlam bir dünya
görüĢünü benimsemiĢtir. Necip Fazıl, Mürşit adlı Ģiirinde hocasının kendi üzerinde
derin bir etki bıraktığını belirtmektedir:
Bana, yakan gözlerle bir kerecik baktınız,
Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız.
(Çile, s. 77)
Necip Fazıl, kendisini derinden etkileyen bu gözlerden Ģöyle bahsedecektir:
“… Alçıdan heykel gözleri gibi bu dünyaya ait her şeye kapalı; bambaşka,
harukulâde bir dünyanın seyircisi gözler…”384
YaĢar Nuri Öztürk; mürĢidin, peygamberin manevî kimliğinin taĢıyıcısı
olduğunu ve bir silsile hâlinde ona bağlanması gerektiğini belirtir ve mürĢitliğin
temel vasıflarından olan “peygambere vâris olma” keyfiyetinin ancak bu silsile
sayesinde mümkün olduğunu ifade eder.385
Necip Fazıl da; Abdülhakîm Arvâsî‟nin,
Hz. Peygamber tarafından Hz. Ebubekir‟e teslim edilen manevî emaneti, otuz üçüncü
el olarak teslim alıp hiç değiĢtirmeden mükemmel bir Ģekilde teslim eden bir vâris
olduğunun altını çizer.386
Mutlak hakikate, Allah‟a ulaĢmak zor ve çileli bir yolculuk gerektirir. Bu
çileli yolculukta, doğru yönü bulabilmek için bir mürĢide, yol göstericiye, “kılavuz”a
ihtiyaç vardır. Necip Fazıl bunu “Geçilmez” adlı Ģiirinde Ģöyle dile getirir:
Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi;
Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez.
(Çile, s. 134)
Hakikate ulaĢmak isteyen müridin önce Ģeyhinde fani olması gerektiğini,
dolayısıyla mürĢidin, Allah‟a ulaĢmada kilit noktada bulunduğunu yukarıda
söylemiĢtik. Necip Fazıl, yine aynı Ģiirde bu noktaya dikkat çekmektedir.
384
Necip Fazıl Kısakürek, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, s. 12. 385
Y.Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, s. 59‟dan aktaran Nesibe Esen, Necip Fazıl
Kısakürek‟te Dinî Yaşayış (Yüksek Lisans Tezi), s. 99. 386
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 112.
76
Geçitlerin, kilitlerin yalnız onda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez.
(Çile, s. 134)
Necip Fazıl‟ın Abdülhakîm Arvâsî‟yi tanıdıktan sonra, “bohem ve hafakan”
hâlinin gittiğini, olay ve hadiselere daha olumlu yaklaĢan, hadiseleri pozitif
yönleriyle değerlendiren bir Necip Fazıl‟ın ortaya çıktığını daha önce belirtmiĢtik.
Necip Fazıl‟ın 1940 yılında yazdığı “Allah Dostu” Ģiirinde o görüĢme ve tanıĢma
anına dair olumlu izlenimler vardır:
Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel,
Bir akşamdı ki, zaman donacacak kadar güzel.
(Çile, s. 76)
Tasavvufta mürĢit, Allah‟a ulaĢmaya, onda fanî olmaya vesile olan, bir nevi
basamak olan merkezî kiĢiliktir. YaĢar Nuri Öztürk, mürĢidin insanın ikinci
doğumunu sağlayan kiĢi olduğunu söyler.387
Dolayısıyla mürĢidin her Ģeyi, mürit için
önemlidir ve saygıdeğerdir. Necip Fazıl da Ģeyhinin medfun bulunduğu Ankara‟nın
Bağlum köyündeki mezarı bir “hayat yeri” olarak görür.
Hayat bir zar içinde, hayatı örten bir zar,
Bana da hayat yeri Bağlum köyündeki mezar.
(Çile, s. 309)
Necip Fazıl, Ģeyhi Abdülhakîm Arvâsî‟yi farklı ve orijinal nitelemelerle,
ihtimamla anmaya gayret eder. Sonsuzluk Kervanı Ģiirinde “nur heykeli”388
Ģeklinde
tanıttığı Ģeyhi Abdülhakîm Arvâsî‟nin de bulunduğu “Altun Kol Silsilesi”nden,
“nurdan heykeller” diye bahseder.
Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben,
Üç ayakla seken topal köpeğim.
387
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 99. 388
age, s. 114.
77
Bastığımız yeri taş taş öpeyim,
Bir kırıntı yeter kereminizden.
Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben
Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller,
Ufuk önlerinde bayrak kulesi,
Bu gidenler, Altun Kol Silsilesi,
Ölçüden, ahenkten daha güzeller,
Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller.
Sonsuzluk Kervanı, istemem azat;
Köleniz olmakmış, gerçek hürriyet.
Ölmezi bulmaksa biricik niyet,
Bastığınız yerde ebedi hasat.
Sonsuzluk Kervanı, istemem azat.
(Çile, s. 65)
Kendisini, “Sonsuzluk Kervanı” dediği veliler kervanının peĢinden koĢan
topal köpeğe benzeten Necip Fazıl, gerçek hürriyetin bu kiĢilere köle olmaktan
geçtiğini söyler ve Ġmam-ı Rabbani‟den aktardığı Ģu sözle bu durumu vurgular:
“Müridin mürşidine, mürşidin hak olması şartıyla teslimiyeti, ölünün gaslediciye
teslimiyeti gibi olmalıdır.”389
Necip Fazıl da yukarıdaki Ģiirin son dörtlüğünde
ebediyete, ölümsüzlüğe ulaĢmanın yolunun “gassalın elindeki meyyit” gibi, bu
tasavvuf ehline itaatten ve bağlılıktan geçtiğini söylüyor.
Tasavvufta peygamberlerin velilerden kat kat üstün olduğu, veliliğin en
yüksek noktasının peygamberliğin baĢlangıç noktasına bile ulaĢamadığı kabul
389
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 134.
78
edilir.390
Necip Fazıl, Rütbe isimli Ģiirinde, Allah‟ın kulu ve resûlü olan Hz.
Peygamber‟in köleleri olan velilere kul olmayı, en büyük rütbe olarak görür.
Düşünün, ben ne büyük rütbeye tutkuluyum,
Çünkü O‟nun kulunun kölesinin kuluyum.
(Çile, s. 89)
Necip Fazıl‟ın; velilere, mürĢitlere köle olmayı en büyük rütbe görmesinin
sebebi tasavvufta mürĢidin konumu ve algılanması ile ilgilidir. Tasavvufta deniz,
tevhidin sembolüdür ve birliğe, tevhide ulaĢmayı arzulayan tüm küçük sular, denize
ulaĢmaya çalıĢır. MürĢit ise tüm küçük suları bünyesinde toplayıp denize götüren
nehirlere benzetilir.391
MürĢit, tevhide ulaĢtıran bir yol olduğu için ona bağlılık çok
yüksek bir derece sayılır.
Necip Fazıl‟ın O Erler Ki adlı Ģiiri de bir nevi, Sonsuzluk Kervanı Ģiirini
tamamlayıcı niteliktedir. Burada sayılan nitelikler de Sonsuzluk Kervanı‟nda
anlatılan tasavvuf büyüklerinin ve onların müntesiplerinin özellikleridir.
O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.
Yıldızları tesbih tesbih çeker de
Namazda arka saf hizasındalar.
İçine nefis sızan ibadetlerin,
Birbiri ardınca kazasındalar.
…
390
Nesibe Esen, Necip Fazıl Kısakürek‟te Dinî Yaşayış (Yüksek Lisans Tezi), s. 101. 391
Y.Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, s. 59‟dan aktaran Nesibe Esen, Necip Fazıl
Kısakürek‟te Dinî Yaşayış (Yüksek Lisans Tezi), s. 100.
79
Ne cennet tasası ve ne cehennem,
Sadece Allah‟ın rızasındalar.
(Çile, s. 388)
Necip Fazıl‟a göre erler, gönül insanlarıdır, onlarda ne cennet sevdası ne de
cehennem korkusu vardır. Onların yıldızları tesbih gibi çekecek kadar harikulade,
kerametvârî halleri vardır; ama onlar mütevazidirler, namazda arka saf
hizasındadırlar. O erlerin tek gayesi Allah rızasıdır.
Necip Fazıl‟ın tasavvuf erlerinden, mürĢidi Abdülhakîm Arvâsî‟den
bahseden Ģiirlerinin haricinde Ģiirlerinde yer bulan tasavvuf önderlerinden biri de
Seyyit Taha‟dır. Necip Fazıl, Seyyid Taha‟yı, Başbuğ Velilerden 33 adlı eserinde
Altun Silsile‟nin yani “mukaddes emanet zincirinin otuz birinci halkası”392
olarak
anlatır. Bu eserde Necip Fazıl, Seyyit Taha‟dan “nur soyundan ve Abdülkadîr
Geylânî torunlarından”393
diye bahseder. Seyyit Taha‟nın ataları Hülâgû‟nun
Bağdat‟ı iĢgal etmesi üzerine vatanlarından ayrılarak bir grubu Kafkaslara, bir grubu
da Anadolu‟nun doğu sınırında ġemdinli dağları civarına yerleĢir. Seyyit Taha‟nın
ailesi ise ġemdinli dağlarına yerleĢen grubun içindedir.394
Seyyit Tâhâ,
NakĢibendilik‟in Hâlidiye kolunun kurucusu olan Mevlânâ Hâlid‟e intisap etmiĢtir.
Necip Fazıl, Seyyit Tâhâ‟yı Ziyaret Ģiirinde bu kiĢinin maneviyatından etkilendiğini
ve ondan faydalandığını belirtir.
Şemdinli dağlarının içtim nur çeşmesinden
Kurtuldum akreplerin ruhumu deşmesinden
(Çile, s. 391)
Necip Fazıl‟ın Seyyit Tâhâ ile ilgili anlattığı rüyanın bu dizelerin daha
anlaĢılır olması için önemli olduğu kanaatindeyim. Seyyit Tâhâ, Hz. Peygamber‟i bir
gün rüyasında görür. Hz. Peygamber, bir dağdan çıkarak her tarafa kol kol yayılan
bir suyun baĢındadır. Herkes o sudan içmek için suyun kaynağına koĢmaktadır.
Gelenlerin arasında Seyyit Tâhâ da vardır. Suyun kaynağına gelenler, o suyun Hz.
392
Necip Fazıl Kısakürek, Başbuğ Velilerden 33, Hacegân Yayınları, s. 337. 393
age, s. 335. 394
age, s. 335.
80
Peygamber‟in mukaddes parmaklarından aktığını görür. Seyyit Tâhâ da o kutsal
kaynaktan su içme saadetine erer. Necip Fazıl‟ın Ģiirde geçen “Şemdinli dağlarının
içtim nur çesmesinden” dizesinin kaynağının bu rüya olduğu düĢüncesindeyim.
NakĢibendîliğin kurucusu Bahaeddin NakĢibend de Necip Fazıl‟ın Ģiirinde
geçen tasavvuf önderlerinden biridir. Necip Fazıl, Başbuğ Velilerden 33 adlı
kitabında onu “Altun Silsile”nin on altıncı halkası olarak anlatır. Necip Fazıl, “Şah-ı
Nakşibend”395
diye nitelendirdiği Bahaeddin NakĢibend‟in veliler arasındaki
müstesna yerine dikkat çeker ve onun için Ģunları söyler: “Veliler ordu ordu olsa…
Bunların başbuğlarından da ayrı bir ordu kurulsa… Ona başbuğ olacaklardan da
bir ordu… Son başbuğ kim olurdu? (…) Şah-ı Nakşibent Hazretleri‟nin ayak
parmaklarına bile yetişemeyeceğimizin aczi içinde bildirelim ki son başbuğ kendileri
olurdu.”396
Şah-ı Nakşibent adlı Ģiirinde Necip Fazıl, ondan Ģu Ģekilde bahseder:
Yüce Şah-ı Nakşibend, nakkaş ve nakış onda
Bütün içi ve dışıyla ölüme bakış onda.
(Çile, s. 393)
Necip Fazıl‟ın Ģiirlerine konu olmuĢ mutasavvıflardan biri de Hallâc-ı
Mansûr‟dur. Sekr (manevî sarhoĢluk) hâlindeyken söylediği “ene‟l-Hak” yani “Ben
Hakk‟ım” sözünden dolayı asıldığı söylenir.397
Necip Fazıl, Mansur adlı Ģiirinde ondan Ģu Ģekilde bahseder:
Sana taş attılar, sen gülümsedin
Dervişin bir çiçek attı, inledin
Bağrımı delmeye taş yetmez dedin
Halden anlayanın bir gülü yeter.
(Çile, s. 387)
Necip Fazıl‟ın değer verdiği, etkilendiği ve dikkate aldığı sahsiyetlerden biri
de Yunus Emre‟dir. Yunus Emre bir tarikat kurucusu değildir ama düĢünce, yaĢayıĢ
395
Necip Fazıl Kısakürek, Başbuğ Velilerden 33, s. 88. 396
age, s. 88. 397
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 123.
81
ve inanıĢ yönüyle mutasavvıf bir insandır. Necip Fazıl, Yunus Emre‟nin “saf şiirin
en büyük ustaları”ndan398
biri olduğunu kabul eder. Necip Fazıl, Abdülhakîm
Arvâsî‟ye Yunus Emre hakkında ne düĢündüğünü sorduğunda “ariflerden”399
cevabını alır. Yunus Emre‟nin okuma yazması olmayan ümmî bir kiĢi olduğu genel
kabul gören bir husus olsa da Ģiirlerine bakıldığında onun birçok alanda bilgi sahibi
olduğu, geniĢ bir felsefî kültüre sahip olduğu anlaĢılmaktadır.400
Necip Fazıl, Yunus Emre hakkında bir piyes, iki tane de Ģiir yazmıĢtır. Necip
Fazıl, Yunus Emre adlı piyesinde “Yunus‟un şiirlerinden hareketle, yaşadığı
tasavvufî süreç ve bu suretle muhatap olduğu bazı sosyal meseleleri anlatmıştır.”401
Bu piyesi “Yunus Emre‟nin divanının kurgulanıp sahneye aktarımı”402
olarak da
düĢünebiliriz. Necip Fazıl‟ın Yunus Emre hakkında yazdığı Ģiirler ise Yunus Emre ve
Bizim Yunus adlı Ģiirlerdir. Necip Fazıl, Yunus Emre adlı Ģiirini 1926 yılında
Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢmadan önce yazar. Buna rağmen ilk Ģiirlerinde olduğu
gibi bu Ģiirde de tasavvufî hava vardır.
Kaç mevsim bekleyeyim daha kapında,
Ayağımda zincir, boynumda kement.
Beni de piştiğin bela kabında,
O kadar kaynat ki buhara benzet.
…
Rüzgâra bir koku ver ki hırkandan,
Geleyim, izine doğru arkandan.
Bırakmam, tutmuşum artık yakandan,
Medet ey dervişim, Yunus‟um medet!
(Çile, s. 383)
398
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 66. 399
age, s. 134. 400
Hayrani AltıntaĢ, Tasavvuf Tarihi, s. 135-136. 401
Sezai CoĢkun, “Necip Fazıl‟ın Tiyatroları Üzerine Bir Ġnceleme”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek
Özel Sayısı), Ocak 2005, S. 97, s. 389. 402
age, s. 389.
82
Tasavvufta mürit, “tarikata giren, şeyhe bağlanan, bende, efendisi olan
şeyhin kulu”403
gibi anlamlara gelmektedir. Yunus Emre adlı Ģiirinde de Necip Fazıl,
kendisini, ayağına zincir vurulmuĢ, boynuna kement takılmıĢ köle gibi görmektedir.
Son dörtlükte ise Yunus Emre‟yi, müridini olgunlaĢtırarak Hakk‟a ulaĢtıran bir
mürĢit olarak görmektedir.
Bir zamanlar dünyaya bir adam gelmiş,
Okunu kör nefisin kılıçla çelmiş.
Bizim Yunus / Bizim Yunus
Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş,
Ölüm dedikleri perdeyi delmiş.
Bizim Yunus/ Bizim Yunus
….
Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş,
Sayıları silmiş, Bir‟e yönelmiş.
Bizim Yunus/ Bizim Yunus
(Çile, s. 382)
Necip Fazıl, Yunus Emre‟nin nefsin saldırılarına karĢı koyup onu terbiye
ederek ölümsüzlüğe ulaĢtığını söyler. Tasavvufta ölümsüzlüğe ulaĢmak, ölmeden
önce ölmekle mümkündür. Ölümsüzlüğe ulaĢan kiĢi ise Allah‟a vasıl olmuĢ yani
“fenâ-fi‟llah”a ulaĢmıĢtır. Necip Fazıl‟ın, Yunus Emre için söylediği bütün sayıları
silip Bir‟e ulaĢmak, fenâ-fi‟llah noktasını iĢaret ediyor olabilir.
403
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 263.
83
3.8. Kerâmet
Arapça “şeref, azizlik” gibi anlamlara gelen kerâmet, tassavufta velilerde
ortaya çıkan olağanüstü hâl ve olaylara denir.404
Kerâmet, Hakk‟ın velisine ikramıdır.
Kerâmet iki çeĢittir: Birincisi; ilimde, irfanda, ahlâkta, ibadette, tâatte, amelde,
edepte ve insanlıkta gösterilen üstün meziyetler olan “manevî (hakîki) kerâmet”tir.
Ġkincisi ise “kevnî (surî) kerâmet”tir. Uzun mesafeyi kısa zamanda alma, az gıdayı
çoğaltma, su üzerinde yürüme, ateĢte yanmama gibi olağanüstü hâller. Sûfîler bu
ikinci tür kerâmete fazla önem vermez, bu tür kerâmeti çocukları uyutan haĢhaĢa
veya onları eğlendiren oyuncaklara benzetirler.405
Necip Fazıl‟a göre ise kerâmet, ruhun saffet bulduğu zaman kazandığı
iktidardır406
, bağlı bulunulan nebînin yolunda, onun ruh hassasından güç kazanarak
yine aynı harikalara vücut vermektir.407
Mutasavvıflara göre en büyük kerâmet,
kiĢinin kötü huylarını bırakıp yerine iyi huylar ikâme etmesidir. Doğru yol üzere
olmak, dinin emrettiği istikametle olmak kerâmetten üstündür. Hakiki sûfîler,
kerâmete fazla önem vermezler ve bunun Allah‟ın kula bir imtihanı, oyunu olarak
görürler. Velinin manevî seviyesi yükseldikçe olağanüstü hâlleri, kerâmeti azalır.408
Necip Fazıl, bir velinin cebinden çakıyı çıkarıp dünyayı elma gibi ikiye bölüp
yarısını bir tabağa, öbür yarısını da diğer tabağa koyacak derecede büyük bir kerâmet
gösterse bu, onun çok büyük bir veli, çok derin bir Müslüman olduğu anlamına
gelmez. Çünkü hiçbir kerâmet, Ģeriate delil olamaz, der.409
Velilik için kerâmet Ģart
değildir ve istenilen bir durum da değildir. Necip Fazıl‟a göre kerâmet, velilerde
gayr-i ihtiyârî olarak ya da bir maslahata binaen ilahî ikram olarak gelir. Gerçek veli,
kerâmetinin ortaya çıkmasından, vücudu hiç kimse tarafından görülmemiĢ bir
404
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 365. 405
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 211. 406
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 148. 407
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslâm Atlası, s. 232. 408
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 211. 409
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 169.
84
bakirenin herkesin içinde sırtından gömleği düĢtüğünde duyduğu hicâba benzer bir
utanç duyar.410
Necip Fazıl, bir yerde dinin inceliklerine karĢı ciddiyetsiz, enaniyet
duygusuna sahip, dünyayı ıslah etme iddasında olan, müritlerinin manevî
derinliğinden çok sayısına düĢkün ve velilik iddiasında olan birisini gördünüz mü
rahatlıkla Ģu hükmü verebileceğimizi söyler411
: “Bu adam bir veli değil ancak bir
denîdir.”412
Kerâmetin varlığı, yokluğu, azlığı, çokluğu o kiĢinin velâyeti veya manevî
derinliği ile ilgili bir fikir vermez. Gerçek bir velinin kerâmete bakıĢını vereceğimiz
Ģu örnek özetlemektedir: ġah-ı NakĢibent‟e siz niçin çok kerâmet göstermiyorsunuz,
diye sorarlar. O da bu hâlimize rağmen ayakta durabilmekten büyük kerâmet mi olur,
der.413
ġah-ı NakĢibent‟in bir gün çok büyük bir kerâmetine Ģahit olan müridine
söylediği söz, mutasavvıflarca çok tartıĢılan kerâmet konusunda bir ölçü olabilir:
“Bunlar tarikatin oyunlarıdır, gaye bu değil.”414
3.9. Varlık–Yokluk
Varlık, Arapçada “vücût” demektir ve var olmak anlamını ifade eder.
Tasavvufî olarak ise beĢerî vasıtalardan fâni olmak, Hakk‟ı bulmak yani gerçek
varlığa kavuĢmak demektir.415
Yokluk ise vücûdun zıttı olup Arapça “adem”
demektir. Tasavvufta ise Hakk‟ın gayrısı yani Allahtan baĢka her Ģey yoktur,
anlamına gelir.416
Necip Fazıl, Türk edebiyatında metafiziğe, varlık yokluk meselesine en çok
kafa yoran Ģairlerden birisidir. Ona yokluk akrebinin kıskacında kıvranan mustarip
bir kafa demek mümkündür. Necip Fazıl, “varlık-yokluk, ebediyet, ölüm” gibi fizik
ötesi konulara Bahriye‟de okuduğu yıllarda kafa yormaya baĢlamıĢtır. Her Ģeye
410
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 205. 411
age, s. 206-207. 412
age, s. 207. 413
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 147. 414
age, s. 149. 415
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 704. 416
age, s. 32.
85
Ģüpheyle yaklaĢması, meselelerin perde gersini araĢtırması, her Ģeyin “neden”ini ve
“niçin”ini merak etmesi Necip Fazıl‟ı delirme noktasına getirmiĢ. Kendisinin “ilk
çile”417
diye nitelendirdiği bu hâli Necip Fazıl, Ģu cümlelerle anlatır: “Öldükten sonra
ebedî hayat… Cennet veya Cehennemde ebediyet… Sonu olmamak… Hep var olmak,
hep var olmak… Bu dünyadaki devam ölçüsüne göre nasıl kavranır bu iş? Akıl
patlamaz da ne yapar?”
Necip Fazıl, ebedî hayata, sonsuz var olmaya inandığını ama onu
kavrayamamanın, idrak edememenin sıkıntısını yaĢadığını belirtir. Bu sıkıntının
yokluğu anlama ve kavrama yönünde tecelli etmesi hâlinde aklının patlaması
gerektiğini belirten418
Necip Fazıl, bu konuda Ģöyle bir karara vardığını belirtir: “…
bugün biliyorum ki yokluk, o da bir var, Allah‟ın var ettiği bir var. Kısacası bir
mahluk.”419
Bu geldiği noktayı O‟nun Sanatı adlı Ģiirinde Ģu Ģekilde özetler:
“Yok” bir “var”dır,
Geçit vermez,
Darmı dardır.
“Yok” bir “yok”tur,
Akıl ermez,
Ne de çoktur.
“Var” bir “yok”tur,
Yusyuvarlak
Dönen oktur.
417
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 44. 418
age, s. 45. 419
age, s. 45.
86
“Var” bir “var”dır,
O‟na varmak
Bu kadardır.
(Çile, s. 30)
Abdülhakîm Arvâsî‟ye ait olan ve Necip Fazıl‟ın sadeleĢtirerek yayımladığı
Tasavvuf Bahçeleri adlı kitapta varlık-yokluk meselesiyle ilgili Ģu görüĢlere yer
verilir: Bütün kâinatta tek bir varlık vardır o da vücud-u mutlak olan Allah‟tır. Diğer
varlıklar, mutlak varlık olan Allah‟ın yansımalarıdır ve bütün kâinat, Allah‟ın varlık
ve birliğinin iĢaretleridir. Kâinata, Allah tarafından varlık rengi verilmekte ve sonra
bütün varlıklar yok edilmektedir. Bu yaratma ve yok etme döngüsü o kadar hızlıdır
ki yokluklar görünmediğinden, eĢya daima varlık suretinde görünür. ĠĢte bütün âlem,
hakîki varlık kıvılcımlarının dairesi içinde bir hayâl gölgesinden ibarettr.420
Necip Fazıl, aynı eserde, var sanılan her Ģeyin aslında yok olduğunu,
varlıkların birer iğreti varlık olduğunu, varlıkla yokluğun birbirini dairesel bir silsile
hâlinde takip ettiğini belirtir. Necip Fazıl, az önce bahsini ettiğimiz O‟nun Sanatı adlı
Ģiirinde:
Var bir yoktur,
Yusyuvarlak,
Dönen oktur.
(Çile, s. 30)
dizileriyle yukarıdaki görüĢleri teyit etmektedir.
Yukarıda özetleyerek aktardığımız bu görüĢler Tasavvuf Bahçeleri adlı
kitapta “vahdet-i vücut” meselesiyle bağlantılı olarak anlatılmıĢtır. Necip Fazıl,
varlık-yokluk meselesi üzerine düĢüncelerini ifade ederken vahdet-i vücût
meselesine de girmiĢtir.
“Varlığın birliği” anlamına gelen “vahdet-i vücût”, Allah‟tan baĢka varlık
olmadığının idrak ve Ģuuruna sahip olmaktır, gerçek varlığın bir olduğunu, bunun da
420
Abdülhakîm Arvâsî, Tasavvuf Bahçeleri (sadeleĢtiren: Necip Fazıl Kısakürek), s. 129-130.
87
Hakk‟ın varlığından ibaret olduğunu, Hakk ve “O”nun tecellilerinden baĢka bir Ģeyin
bulunmadığını anlamaktır.421
“Vahdet-i vücût”un hassas bir mesele olduğunu ifade eden Necip Fazıl, bu
meselenin “bir ucunun küfür, öbür ucunun imanın ta kendisi”422
olduğunu belirtir.
Necip Fazıl, “vahdet-i vücût” meselesiyle ilgili üç anlayıĢın ortaya çıktığını
belirtir. Bunlardan birincisi bütün enbiyaların, peygamberlerin ve Muhiddin-i
Arabî‟den önce gelmiĢ velilerin anlayıĢıdır. Bu görüĢe göre tüm kainat Allah‟ın
varlığının, isimlerinin yansımasıdır ve gölgeleridir. Allah kâinatı, hızlı ve dâimi bir
surette yaratıp helâk ettiği için kâinat, hakikatte var olmadığı halde geçici bir varlık
rengine bürünür. Necip Fazıl‟ın doğru bir anlayıĢ olarak nitelendirdiği ve önceki
sayfalarda da özetlediğimiz bu görüĢe göre tek gerçek varlık “vücûd-u mutlak” olan
Allah‟tır, kâinat ise onun gölgesidir.
Vahdet-i vücût konusundaki ikinci görüĢün sahibi ise Muhiddin-i Arabî‟dir.
Muhiddin-î Arabî eĢyanın geçici bir varlığının, gölgesinin bile olduğunu kabul etmez
ve eserle müessiri yani yaratılanla yaratanı bir görür. Necip Fazıl, zahire göre
hükmeden Ġbn-i Teymiye gibi bazı âlimlerin Muhiddin-i Arabî‟yi bu görüĢünden
dolayı kâfir olmakla suçladıklarını fakat gerçek tasavvuf ehlinin “Şeyh-i Ekber”423
lakaplı Muhiddin-i Arabî‟ye böyle bir ithamı yapamayacağını belirtir.
Bu meseleyle ilgili üçüncü görüĢün sahibi ise Ġmam-ı Rabbânî‟dir. Ġmam-ı
Rabbanî, Muhiddin-i Arabî‟nin görüĢlerine karĢı çıkarak “vahdet-i şuhut” görüĢünü
dile getirir. Bu görüĢe göre eĢyanın bir gölge vücûdu vardır, bu gölge vücut, “zat”tan
ayrıdır.424
Necip Fazıl, varlık-yokluk meselesinin “şüpheci aklı çatlatan korkunç bir
nokta” olduğunu belirterek Hâlim adlı Ģiirde “yokluk”un da vücûd-u mutlak olan
Allah tarafından yaratılmıĢ bir mahluk olduğunu belirtir:
İşte şüpheci aklı çatlatan korkunç nokta;
O ki sonsuz var, nasıl aranır dipsiz yokta?
421
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimler Sözlüğü, s. 682. 422
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 155. 423
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 186. 424
Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, s. 155-162.
88
Olur ve olmaz her şey, yokluk da O‟nun kulu,
Bu noktaya vardın mı; el tutuk, dil burkulu,
Allah‟ı hakikate soran kafa ne sakat,
Hakikat de ne, Hakk‟ı muradıdır hakikat.
(Çile, s. 309)
Necip Fazıl, inkârcıların ve metaryalist mantıkla hareket edenlerin, dünyanın
yoktan var olduğunu ve tekrar yokluğa mahkûm olduğunu söyleyip bununla teselli
bulduklarını belirterek Hiç adlı Ģiirinde Ģu soruyu sorar:
Âlemin küfre göre hem başı hem sonu “hiç”
“İki hiç” arasında varlık olur mu ki hiç?
(Çile, s. 358)
Tasavvufta (vahdet-i vücût görüĢünden hareketle) bütün varlıklar “Hakk”a
göre vardır, varlıklarını ondan alırlar, bunun dıĢında onlara atfedilen varlık bir vehim
ve hayaldir.”425
görüĢü yaygındır. Necip Fazıl, Dua adlı Ģiirinde bu düĢünceyi dile
getirir:
Sen mutlaksın, bense izafet, Allah‟ım affet!
(Çile, s. 34)
Tasavvufta adem (yokluk) kavramının zulmet, karanlık426
gibi anlamları da
vardır. Necip Fazıl “yokluk”u bu anlamıyla da Ģiirine sokmuĢtur.
Yokluk, o donduran buz, söndüren karanlık,
Büsbütün bilgisizlik ve tam bir unutkanlık.
(Çile, s. 138)
425
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 22. 426
age, s. 22.
89
Necip Fazıl, İşaret adlı Ģiirinde de vahdet-i vücut görüĢünün paralelinde
görüĢler beyan eder.
Var olan yoklukların ömrünü sürüyorum,
Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler esearet
Yalnız, “Rakip” ismiyle Allah‟ı görüyorum.
Bir yokluk ki bu dünya, var olandan işaret.
(Çile, s. 29)
Görüldüğü gibi Necip Fazıl, dünyanın, Allah‟ın isim ve sıfatlarının
yansımasından bir iĢaret olduğu gerçeğine vurgu yaparak geçici varlık kisvesi
giydirilmiĢ yoklukların ömrünü sürdüğünü dile getirmiĢtir.
Necip Fazıl, bahsini ettiğimiz bu Ģiirlerin haricinde Varlık-Yokluk adlı Ģiirinde
de ölümünden hemen önce yazdığı Zehir adlı Ģiirinde de varlık-yokluk meselesi ile
ilgili benzer görüĢler ifade etmiĢtir ve bu meseleye ölümüne kadar kafa yormuĢ bir
Ģair ve fikir adamıdır.
3.10. Akıl
Arapça‟da men etmek, engellemek, bağlamak gibi manalara gelen akıl,
terimsel olarak varlığın hakikatini idrâk eden, maddî olmayan fakat maddeye tesir
eden, basit bir cevher olarak tanımlanır.427
Akıl, zatında maddeden mücerret, fiilinde
maddeye bitiĢen bir cevherdir ve insandaki idrâk kabiliyetine verilen addır.
Mutasavvıflara göre akıl, yaĢadığımız Ģu sonlu varlık âlemini düzenlemeye ve onu
idrâk etmeye çalıĢır. Onun sonsuz âlemden haberi yoktur. Akla uyan kiĢi, mana
yoluna ulaĢamaz. Bundan dolayı sûfîler akıl, erenlerin ayak bağıdır, derler428
ve ilahî,
ezelî ve ebedî gerçeklerin akıl yoluyla kavranamayacağını belirtirler.429
427
“Akıl Md.”, İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C: 2, Ġstanbul 1989, s. 238. 428
Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 44. 429
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 32.
90
Necip Fazıl‟a göre “aklın, akıl olması için evvela nefsini, zâtını idrak et”mesi
gereklidir430
çünkü yukarıda da ifade edildiği gibi sınırlı olan akıl; sınırsızı, ezelî ve
ebedî olanı anlayamaz. Akıl, ancak meselelerin, olay ve olguların sebeplerini
anlamaya çalıĢır; fakat aslına, künhüne vâkıf olamaz. Necip Fazıl, bu durumu Allah
Diyene Ģiirinde Ģu Ģekilde dile getirir:
Akıl, kırık kanadı hiçin;
Derdi gücü nasıl ve niçin?
(Çile, s. 26)
Necip Fazıl, aklın, Allah‟ı, ilahî hikmet ve sebepleri anlama imkânı
olmadığını, tek imkânının, bu hakikakatleri anlayamamaktan ibaret olduğunu
belirterek aklı, “cüce akıl”431
diye nitelendirir.
Aklın, Allah‟ı neden kavrayamayacağını vereceğimiz örnek vuzuha
kavuĢturacaktır, sanırım: “Birisi, tasavvuf ehli bir âlime sormuş: Allah‟ın var
olduğunun delili nedir? O da Alllah‟ın kendisidir, demiş. Adam, o zaman aklın
durumu nedir, deyince o da akıl acizdir, aciz olan şey de sadece kendisi gibi aciz
olan bir şeye delil olur, demiş.”432
Aklı, “bilmece salıncağında bir çocuk”a433
benzeten Necip Fazıl, aklın
gerçeği anlamak ve bulmak için devamlı sorular sorsa da hakikate ulaĢmasının zor
olduğunu belirterek çözümü, Eski Rafta Ģiirinde verir:
Çekilmez akılda bu kadar sancı,
Akıl, çürük diş; at, kurtulursun.
(Çile, s. 118)
Tasavvufta akıl, “hak ile batılı birbirinden ayırt etmeye yarayan nur, Rabbanî
latife, kalp, gönül”434
anlamına da gelmektedir. Necip Fazıl, Akıl isimli Ģiirinde,
430
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslam Atlası, s. 385. 431
Necip Fazıl Kısakürek, Çile, s. 347.
432 Zafer Erginli (Ed.), Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kalem Yayınevi, Ġstanbul 2006, s. 79.
433 age, s. 347.
434 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 32.
91
kifâyetsizliğini anlayan aklın isminin, aslında gönül olması gerektiğini belirterek
Ģöyle der:
Akıl, akıl olsaydı ismi gönül olurdu,
Gönül, gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu.
(Çile, s. 106)
Tasavvuf ehli, aklın sınırlı olduğunu, akla uyanın mutlak hakikate
eremeyeceğini belirtir. Necip Fazıl da Ġmam-ı Gazali‟den aktardığı Ģu sözle aklın
sınırlarını ve mutlak hakikate ulaĢmanın yolunu gösteriyor: “Aklımı gerdim, gerdim,
kopacak kadar gerdim. Gördüm ki o, sınırlıdır ve kendi kendisine varabileceği hiçbir
nihayet noktası yoktur. Aklımı kaybedecek hâle geldim. Allah sevgilisinin ruh feyzine
sığındım ve kurtuldum.”435
3.11. Sabır
Arapça bir kelime olan sabır, birini bir Ģeyden alıkoymak, hapsetmek,
dayanmak, katlanmak, acı ilaç gibi anlamlara gelir. Tasavvufî olarak sabır, nefsi
musibet anında akıl ve Ģeriatın gerektirdiği ölçüler içine hapsetmektir. Allah‟a
ibadette devamlı olmaya, isyandan ve nefse haz veren Ģeylerden kaçınmaya da sabır
denir.436
Aynı zamanda sabır baĢa gelen musibetlerden dolayı Allah‟tan baĢka
kimseye Ģikâyetçi olmamak, sızlanmamak ve kendini acındırmamaktır.437
Sabır,
tasavvufta usûl-i aşere438
denilen on makamdan biridir ve hem dinen hem tasavvufî
olarak önemli bir kavramdır. Kur‟an-ı Kerim‟de üç yüz yerde muhtelif vezinlerle
geçmektedir439
ve sabrı tavsiye eden, sabredenleri müjdeleyen pek çok ayet vardır:
“Sabretmenize karşılık size selam ve selametler.”440
“...sabredip makbul ve güzel
işler yapanlar başka! İşte onlar için pek geniş bir mağfiret ve pek büyük bir mükâfat
435
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslam Atlası, s. 387.
436 M. Necmeddin Bardakçı, Sosyo-Kültürel Hayatta Tasavvuf, s. 79-80.
437 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 302.
438 usûl-i aĢere: tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikre mülâzemet, tamamaıyla Hakk‟a dönmek,
sabır, murâkabe, rızâ. (Mahir Ġz, Tasavvuf, s. 103.) 439
Mahir Ġz, Tasavvuf, s. 109. 440
Ra‟d Suresi, 13/24.
92
vardır.”441
“Biz mutlaka sizi, biraz korku, biraz açlık ile yahut cana, mala veya
ürünlere gelen noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele.”442
Hz. Peygamber de
asıl sabrın, belanın ilk geldiği anda gösterilmesi gerektiğini belirterek Ģöyle söyler:
“Sabır, felaketle ilk karşılaşma anında olur.”443
Necip Fazıl, Nur Harmanı adlı eserinin sonuna aldığı ve yüz bir hadisi
ĢiirleĢtirerek verdiği bölümde yukarıda verdiğimiz hadisi Ģu Ģekilde nazma döker:
“İlk darbedir ki sarslılır yürek / Sabır sarsıntının başında gerek.”444
Necip Fazıl, Çile‟deki Sabır adlı Ģiirinde, sabır konusuna, dinî ve tasavvufî
çağrıĢımlarından yararlanarak değinir.
Sabrın sonu selâmet,
Sabır, hayra alâmet.
Belâ, sana kahretsin,
Sen belâya selâm et.
(Çile, s. 73)
Yukarıda da bahsedildiği gibi tasavvufta sabrın çeĢitlerinden biri de baĢa
gelen belâlara karĢı sabırdır ve Allah, Kur‟an-ı Kerim‟de sabredenleri
müjdelemektedir. Necip Fazıl da yukarıdaki dörtlükte bu çağrıĢımlardan
yararlanmıĢtır.
Sabır, incecik sırat,
Murat içinde murat.
Sabır Hakk‟a tevekkül,
Sabır Hakk‟a itimat.
(Çile, s. 73)
441
Hûd Suresi, 11/11.
442 Bakara Suresi, 2/155.
443 Aktaran M. Necmeddin Bardakçı, Sosyo-Kültürel Hayatta Tasavvuf, s. 80.
444 Necip Fazıl Kısakürek, Nur Harmanı, s. 189.
93
Sabır zorlu ve tehlikeli bir süreçtir. Kur‟an-ı Kerim‟de sabredenlere
bağıĢlanma ve mükâfat olduğu müjdeleniyor. Sabredemeyenler ise Allah‟a baĢ
kaldırma ve isyan etme tehlikesiyle karĢı karĢıyadır. MeĢhur mutasavvıf Cüneyd‟e
sabrın ne olduğu sorulduğunda, “Yüzü ekşitmeden acıyı, yudum yudum içine
sindirmendir.”445
Ģeklinde cevap verir. Yani sabrın, isyan etmeden, Allah‟ın bizim
için dilediğine boyun eğmek olduğunu ifade eder. Necip Fazıl da sabrın bu zorlu
yanına dikkat çekerek sabrın Hakk‟a tevekkül ve itimat olduğunu ifade eder.
Sabırla pişer koruk,
Yerle bir olur doruk.
Sabır, sabır, sabır,
İşte Kur‟an‟da buyruk.
(Çile, s. 73)
Tasavvufta, sabrın acı ama meyvesinin tatlı olduğuna inanılır ve hep sabır
tavsiye edilir çünkü iyiliklere, güzelliklere, çekilen sıkıntılardan sonra ulaĢılır. Necip
Fazıl, tasavvufî bir deyim olan “Sabırla koruk, helva olur; dut yaprağı, atlas.”
deyiminin çağrıĢımlarından yararlanarak sabrın insanı olgunlaĢtıracağını belirtip
Kur‟an-ı Kerim‟de ısrarla sabrın tavsiye edildiğini ifade eder.
3.12. Kader
Necip Fazıl‟ın “incelerin incesi dava”446
dediği kader meselesi birçok âlimin
ve kelâmcının ihtilâfa düĢtüğü bir mevzudur. Necip Fazıl, hocası Abdülhakîm
Arvâsî‟nin kaderi Ģöyle tanımladığını belirtir: “Allah, mahlûkların ne yapacağını
önceden bilir ya… İşte kader!”447
Necip Fazıl,bu çok tartıĢılan meseleyi Kader adlı
Ģiirinde Ģöyle tanımlar:
445
Hasan Kayıklık, Tasavvuf Psikolojisi, s. 150. 446
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 164. 447
age, s. 164.
94
Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı,
Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı.
(Çile, s. 355)
Beyaz bir kâğıda sütle yazılmıĢ yazıyı seçmek nasıl zorsa kader meselesinin
de böyle girift bir mesele olduğunu ifade eden Necip Fazıl, Abdülhakîm Arvâsî‟nin
kader meselesi için “Bir îtikat meselesidir.”448
dediğini aktarır.
448
Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben, s. 164.
95
SONUÇ
Necip Fazıl, yaĢantısı, Ģairliği, yazarlığı, gazeteciliği ve dergiciliği ile
Cumhuriyet döneminde geniĢ bir etki alanı oluĢturmuĢ bir fikir ve sanat adamıdır.
Necip Fazıl, sadece inandığı ve savunduğu değerler uğruna yazılar yazan bir
teorisyen değil, Anadolu‟yu adım adım gezerek inandığı değerleri anlatan ve bunları
pratiğe döken bir aksiyon adamıdır. O; fikirlerini, düĢüncelerini çok farklı türler
vasıtasıyla, çok farklı alanlarda, çok farklı kanallardan anlatan çok yönlü bir
yazardır. Necip Fazıl, Ģiir, tiyatro, roman, hikâye, deneme, fıkra gibi türlerle; dinî,
politik, tarihî, tasavvufî konularda anlatımı ve tarzı itibariyle kendine özgü bir dil
oluĢturmuĢ, özgün yazılar kaleme almıĢtır. Necip Fazıl‟ın üzerinde düĢündüğü, kafa
yorduğu alanlardan biri de “din ve tasavvuf” konusudur. Bu konu çalıĢmamızın
omurgasını oluĢturduğu için giriĢte ve tezimizin ilerleyen bölümlerinde sıkça
tekrarladığımız gibi Necip Fazıl‟ın bu alana yönelmesi ve fikri yoğunluğunu bu
konulara teksif etmesi, Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢmasından (1934) sonradır. Bu
dönemden sonra ağırlıklı olarak Ģiirlerinde, tiyatrolarında, makalelerinde olmak
üzere diğer eserlerinde de dinî ve tasavvufî konulara ilgisi artmıĢtır. Biz de bu
eserlerden hareketle Necip Fazıl‟ın din ve tasavvufa bakıĢını belli kavramlar
üzerinden anlamaya çalıĢtık.
Necip Fazıl, tasavvufî manada “çile çekmiş” bir insan değildir. Necip Fazıl‟ın
çilesi, dünyayı sorgulama, gerçeği arama ve “mutlak hakikat”e yani Allah‟a ulaĢma
yolunda çekilen “metafizik bir çile”dir. Bu çile, Necip Fazıl‟ın hayatı anlamaya ve
sorgulamaya baĢlaması ile geçlik yıllarında ortaya çıkan ve bütün hayatını kaplayan
çetin bir çiledir. Tasavvufî manada çile, “nefisi dizginlemeyi, içte derinleşmeyi, şahsî
kemalâtı” hedefleyen içe dönük, edilgen bir çileyken Necip Fazıl‟ın çilesi daha dıĢa
dönük, daha aktif, daha sorgulayıcı ve daha üretken bir çiledir. Özellikle Abdülhakîm
Arvâsî ile tanıĢıncaya kadar çetin bir çile ve ruhî hafakan süreci yaĢayan Necip Fazıl,
bu dönemden sonra daha üretken olmuĢ, değiĢik türlerde birçok eser vermiĢtir.
Necip Fazıl‟ın sıkça değindiği kavramlardan biri de Allah‟tır. Necip Fazıl,
Allah‟a inanç meselesini, baĢ mesele olarak değerlendirir. Akıl, kendisini aĢan ve
kendisi de dahil bütün kâinatı yaratan varlığı kavrayamayacağı için, insanın, Allah‟ın
varlığını aklı ile kavrayamayacağını belirtir. Necip Fazıl, kanlı fikir çileleri ve çok
96
zorlu bir arayıĢ sürecinden sonra, aklını ve kalbini bütün Ģüphelerden arındırarak
Allah konusunda sağlam bir inancın sahibi olmuĢtur.
Necip Fazıl, peygamberleri, her yönüyle insanların en mükemmel örneği
olarak görür ve onları, insaniyetin kemal noktası olarak niteler. Peygamberlerin
tasavvufla bağlantısına dikkat çekerek tasavvufun, Hz. Âdem‟den beri bütün
peygamberlerin iç yaĢantısı olduğunu ifade eder. Necip Fazıl‟da, “peygamber”den
kasıt çoğunlukla Hz. Muhammet‟tir ve O, Necip Fazıl‟a göre “Allah‟ın kâinata
efendi olarak yarattığı, insan ehramının zirve taşı”dır. Necip Fazıl, tasavvuf yoluna
giren her derviĢin asıl hedefinin, insan-ı kâmilin en mükemmel örneği olan Hz.
Muhammet gibi olmaktır.
Necip Fazıl; ölümü, çetin bir geçit olarak nitelendirir ve eserlerinde bu temayı
sıkça iĢler. Necip Fazıl‟ın dinî ve tasavvufî bir dünya görüĢüne bağlanmasından
sonra özellikle ölüme bakıĢı konusunda farklılıklar oluĢmuĢtur. Necip Fazıl‟ın
Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢmadan önce ölümü bir yokluk olarak gördüğü ve derin
bir ölüm korkusu yaĢadığını söyleyebiliriz. Abdülhakîm Arvâsî ile tanıĢması bazı
problemlerine, hafakanlarına çözüm bulunca Necip Fazıl‟ın hayata, ölüme daha
olumlu yaklaĢtığı görülür. Bu tanıĢıklıktan sonra Necip Fazıl, ölümü bir son değil
ölümsüzlüğe atılan adım olarak görmektedir. Mevlana‟nın ölümü bir “düğün gecesi”
görmesi gibi Necip Fazıl da ölümü “bayram” olarak nitelemiĢtir.
Nefsi, en büyük düĢman olarak gören Necip Fazıl onu daima olumsuz
sıfatlarla anar. Nefsin, kâfir ve Ģeytanın elçisi olduğunu belirterek, en müminimizde
bile küfre memur olduğunu, bu sebepten daima dine ve dinin hükümlerine savaĢ
açtığını belirtir ve nefse karĢı koymanın yolununun Ģeriatin emirlerine sıkı sıkıya
uymak olduğunu belirtir. Bu noktadan hareketle, insanı değerli yapan ve onu
yücelten Ģeyin nefisle mücadeleye girip onun rağmına hareket etmesi ve bu sayede
ilahî lütuflara mazhar olmasıdır. Ġnsanın bu özelliği, onu melekten üstün yapmıĢtır.
Necip Fazıl‟da “ben ve benlik” kavramı da sıkça karĢımıza çıkar. Necip Fazıl
benliği ön plana çıkarmanın nefsi okĢamak ve kabartmak anlamına geleceğinden
ermiĢlerin, tasavvuf ehlinin “benlik”in lafını bile etmediğini, “benlik” davası
gütmeye fırsatlarının olmadığını ifade eder. Bundan dolayı Necip Fazıl‟daki “ben”,
97
Necip Fazıl‟ın kendi “ben”inden ziyade tüm insanlağın benidir; anlattığı da tüm
insanlığın macerasıdır. Buradaki “ben”, evrensel bir bendir.
Necip Fazıl‟a göre ise kerâmet, ruhun saffet bulduğu zaman kazandığı
iktidardır ve bir veli için istenilen bir durum değildir. Velinin, manevî seviyesi
yükseldikçe olağanüstü hâlleri, kerâmeti azalmalıdır. Bir veli çok büyük bir kerâmet
gösterse bu, onun manevî seviyesini göstermez çünkü hiçbir kerâmet, Ģeriate delil
olamaz. Necip Fazıl‟a göre kerâmet, velilerde gayr-i ihtiyârî olarak ya da bir
maslahata binaen ilahî ikram olarak gelir. Gerçek veli, kerâmetinin ortaya
çıkmasından bir genç kız gibi utanır.
Necip Fazıl, Türk edebiyatında metafiziğe, varlık yokluk meselesine en çok
kafa yoran Ģairlerden birisidir. Necip Fazıl, ebedî hayata, sonsuz var olmaya
inandığını ama onu kavrayamamanın, idrak edememenin sıkıntısını yaĢadığını
belirtir. Varlık-yokluk meselesi üzerine çok kafa yormasının kendisini çıldıracak
noktaya getirdiğini söyler ve Ģu sonuca ulaĢır: Bütün kâinatta tek bir varlık vardır o
da vücud-u mutlak olan Allah‟tır. Diğer varlıklar, mutlak varlık olan Allah‟ın
yansımalarıdır ve bütün kâinat, Allah‟ın varlık ve birliğinin iĢaretleridir.
Kısaca Necip Fazıl‟ın devrin manevî önderlerinden Abdülhakîm Arvâsî ile
tanıĢması onda çok derin bir tesir bırakmıĢ, bu tanıĢıklıktan sonra Necip Fazıl‟ın
dünya görüĢü, yaĢantısı, hadiselere bakıĢı köklü bir değiĢime uğramıĢtır. Tezimizin
temel konusu olan “din ve tasavvuf” da bu dönemden sonra ağırlığını artırarak Necip
Fazıl‟ın tüm hayatına ve eserlerine yansımıĢtır.
98
KAYNAKÇA
Kitaplar:
ALTINTAġ, Hayrani, Tasavvuf Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 2010.
ARVASÎ, Abdülhakîm, Tasavvuf Bahçeleri (sadeleĢtiren: Necip Fazıl Kısakürek),
Büyük Doğu Yayınları, 10. Baskı, Ġstanbul 2009.
AYVAZOĞLU, BeĢir, Geleneğin Direnişi, Ötüken Yayınları, Ġstanbul 1996.
BARDAKÇI, M. Necmeddin, Sosyo-Kültürel Hayatta Tasavvuf, Fakülte Kitabevi,
Isparta 2000.
ÇEBĠ, Hasan, Bütün Yönleriyle Necip Fazıl Kısakürek’in Şiiri, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1987.
CÜCELOĞLU, Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, Ġstanbul 1994.
DEMĠRCĠ, Mehmet, Sorularla Tasavvuf ve Tarikatlar, Damla Yayınevi, 2. Baskı,
Ġstanbul 2004.
ENGĠNÜN, Ġnci, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, 2. Baskı,
Ġstanbul 2001.
GÜNGÖR, Erol, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Yayınevi, 4. Baskı,
Ġstanbul 1993.
HAKSAL, Ali Haydar, Necip Fazıl Kısakürek Büyük Doğu Irmağı, Ġnsan
Yayınları, Ġstanbul 2007.
ĠZ, Mahir, Tasavvuf, Rahle Yayınevi, Ġstanbul 1969.
KABAKLI, Ahmet, Sultanü’ş Şuarâ, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, Ġstanbul
1995.
KAYIKLIK, Hasan, Tasavvuf Psikolojisi, Akçağ Yayınları, Ankara 2009.
KISAKÜREK, Necip Fazıl, Aynadaki Yalan, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul,
1999.
_____, Babıâli, Büyük Doğu Yayınları, 14. Baskı, Ġstanbul 2010.
_____, Başbuğ Velilerden 33, Hacegân Yayınları, Ġstanbul 2007.
_____, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Büyük Doğu Yayınları, 16. Baskı,
Ġstanbul 2010.
_____, Bir Adam Yaratmak, Büyük Doğu Yayınları, 15. Baskı, Ġstanbul 2000.
_____, Çile, Büyük Doğu Yayınları, 42. Baskı, Ġstanbul 2000.
_____, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yayınları, 14. Baskı, Ġstanbul 1996.
_____, Esselâm, Büyük Doğu Yayınları, 5. Baskı, Ġstanbul 1996.
_____, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 5. Baskı, Ġstanbul 1994.
99
_____, İman ve İslam Atlası, Büyük Doğu Yayınları, 4. Baskı, Ġstanbul 1994.
_____, İslam ve Öbürleri Konferansı, Büyük Doğu Yayınları, Ġstanbul 1976.
_____, Kafa Kâğıdı, Büyük Doğu Yayınları, 12. Baskı, Ġstanbul 2005.
_____, Nur Harmanı, Hacegân Yayınları, Ġstanbul 2007.
_____, O ve Ben, Büyük Doğu Yayınları, 27. Baskı, Ġstanbul 2009.
_____,Tanrı Kulundan Dinlediklerim, Büyük Doğu Yayınları, 4. Baskı, Ġstanbul
1993.
_____,Veliler Ordusundan 333, Büyük Doğu Yayınları, 10. Baskı, Ġstanbul 1997.
KOÇER, ġevket, Necip Fazıl’da Ölüm ve Ölümsüzlük, Isparta Ofset, Isparta 1997.
KURT, Ġhsan, Çiledeki İnsan Necip Fazıl Kısakürek, Nobel Yayınevi, 2. Baskı,
Ankara 2000.
MĠYASOĞLU, Mustafa, Necip Fazıl Kısakürek, 5. Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara
1999.
_____, Necip Fazıl Kısakürek Armağanı, Konak Yayınları, 4. Baskı, Ġstanbul
2005.
OKAY, Orhan, Necip Fazıl Kısakürek, ġûle Yayınları, 5. Baskı, Ġstanbul 2009.
Makaleler:
“Abdülhakîm Arvâsî Md.”, İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
C: 1, Ġstanbul 1988, s. 211-212
“Ahmet Hamdi Akseki Md.”, İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, C: 2, Ġstanbul 1989, s. 293-294)
“Akıl Md.”, İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C: 2, Ġstanbul
1989, s. 238-239.
“Tasavvuf Md.”, Yeni Türk Ansiklopedisi, C: 10, Ötüken Yayınları, Ġstanbul 1985,
s. 3987-3994.
ALKAN, Ahmet Turan, “Türk Nesrinde Halefsiz ve Selefsiz Bir Üslup: Necip Fazıl
Kısakürek”, Necip Fazıl Kısakürek, (Haz.: Mehmet Nuri ġahin ve Mehmet
Çetin), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2008, s. 202-207.
CEBECĠOĞLU, Ethem “Necip Fazıl Kısakürek ve Tasavvuf ”, Necip Fazıl
Kısakürek, (Haz.: Mehmet Nuri ġahin ve Mehmet Çetin), Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara 2008, s. 108-119.
ÇETĠN, Mehmet, “Türk Edebiyatında Fırtınalı Bir Zirve”, Necip Fazıl Kısakürek,
(Haz.: Mehmet Nuri ġahin ve Mehmet Çetin), Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara 2008, s. 12-53.
COġKUN, Sezai, “Necip Fazıl‟ın Tiyatroları Üzerine Bir Ġnceleme”, Hece (Necip
Fazıl Kısakürek Özel Sayısı), Ocak 2005, S. 97, s. 382-401.
100
KAPLAN, Ramazan, “Necip Fazıl‟ın ġiirinde Varlık‟ın Metafizik Dünyası (1922-
1939)”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı), Ocak 2005, S. 97, s. 198-
208.
KARAMAN, Mehmet, “Büyük Doğu‟ya Varis Olmak”, Hece (Necip Fazıl
Kısakürek Özel Sayısı), Ocak 2005, S. 97, s. 186-190.
SAĞLIK, ġaban, “Tiyatro Yazarı Olarak Necip Fazıl”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek
Özel Sayısı ), Ocak 2005, S. 97, s. 342-381.
SEVĠNÇ, Canan, “Bir Huzursuzluğun ġiiri: Örümcek Ağı‟ndan Çile‟ye Necip Fazıl
ġiirinin Evreleri”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek Özel Sayısı), Ocak 2005, S.
97, s. 236-245.
SU, Hüseyin, “Kendini Arayan Ben‟in Öyküleri”, Hece (Necip Fazıl Kısakürek Özel
Sayısı), Ocak 2005, S. 97, s. 440-445.
Sözlükler:
CEBECĠOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka
Yayınları, 3. Baskı, Ġstanbul 2005.
DEVELLĠOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi
Yayınları, 16. Baskı, Ankara 1999.
ERGĠNLĠ, Zafer (Ed.), Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kalem Yayınevi,
Ġstanbul 2006.
KANAR, Mehmet, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü (2 cilt), Say Yayınları, Ġstanbul
2009.
PALA, Ġskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, 3. Baskı,
Ankara 1995.
Türkçe Sözlük (2 cilt), Türk Dil Kurumu Yayınları, 8. Baskı, Ankara 1998.
ULUDAĞ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, 2. Baskı,
Ġstanbul 2005.
Tezler:
ERSOY, Ġlyas, Necip Fazıl Kısakürek Düşüncesinin Felsefî Yönü
(YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 2007.
ESEN, Nesibe, Necip Fazıl Kısakürek’te Dinî Yaşayış (YayımlanmamıĢ Yüksek
Lisans Tezi), Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana 2009.
101
5. İnternet Adresi:
<http://www.hadis.ihya.org>, Kütübü Sitte Hadisleri, Ölüm Bölümü, Ölümden
Sonrası Hakkında, Hadis No: 5501, (30.05.2011)
<http://www.yenisafak.com.tr>, arsiv, 05 Mayıs 2001, Dücane Cündioğlu,
(15.06.2011)
102
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler:
Adı ve Soyadı : Ramazan ġANLI
Doğum Yeri : Dinar / AFYON
Doğum Tarihi : 22.02.1977
Medeni Hali : Evli
Eğitim Durumu:
Lise : 1987-1991 Dinar Lisesi
: 1991-1993 Bornova Suphi Koyuncuoğlu Lisesi
Lisans : 1993–1997 Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili
ve Edebiyatı Bölümü
Yüksek Lisans : 2008-2011 Süleyman Demirel Üniversitesi, Türk Dili ve
Edebiyatı Anabilim Dalı, Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı
İş Deneyimi:
1997-2011 : Milli Eğitime bağlı değiĢik okullarda öğretmenlik
yapmıĢtır ve yapmaya devam etmektedir.