nesteren Üzerİne hÂmÎt-ekrem yaziŞmasi ve hÂmİt'İn bİr...

44
NESTEREN ÜZERİNE HÂMÎT-EKREM YAZIŞMASI ve HÂMİT'İN BİR MEKTUBU DR. ISMAIL PARLATıR ' Yeni edebiyatımızda eleştiri türü, Tanzimat'ta Şinasi ile başlar, Na- mık Kemal ile gelişir, dönemin ikinci yarısında yoğunlaşır. Bu yolun açıl masında gazetenin rolü büyüktür 1 . Yazarlar, edebiyat üzerindeki görüş ve düşüncelerini makalelerle ortaya koyarlarken gazete onlar için yeni ve iyi bir vasıta olmuştu 2 . Bunun yanı sıra birçok sanatçının edebiyat üze- rindeki görüş ve düşüncelerini okuyucuya anlatmada, baş vurdukları bir yol da eserlerinin başına koydukları "Önsöz" niteliğindeki "Mukad- dime"lerdi 3 . Ayrıca, Namık Kemal'in Harâbât'a. karşı yazdığı Tahrîb-i 1 Tanpınar, Ahmet Hamdi, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, istanbul Üniversitesi Ede- biyat Fakültesi Yayınlan: 386, ibrahim Horoz Basımevi, istanbul 1956, 226. s. ve 275-278.S. 2 özellikle Şinasi'nin, Tasvîr-i Efkâr'da Cerîde-i Havadis gazetesi ile "Mesele-i Mebhûsa- tün anha" konusundaki tartışması burada anılmaya değer. Ayrıca onun, Fatin Tezkiresi'râa ikin- ci basımı yapılırken ortaya koyduğu görüşler de bu anlayışın ürünüdür (Tasvîr-i Efkâr, No: 135). Bundan sonra Namık Kemal'in Tasvîr-i Efkâr (29 Ağustos-1 Eylül 1866,No: 416-417)da yayım- ladığı Lisân-ı Osmânînin Dili Hakkında Bazı Mülâhazan Şâmildir adlı yazısı ile Ziya Paşa'nın Hürriyet (7 Eylül 1868, No:)te yazdığı Şiir ve İnşâ adlı makalesi ilk örnekler olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte o dönemde en yaygın eleştiri "Tiyatro" türü üzerinde yoğunlaşır. Birçok gazete, bu tartışmalara sütunlarını açar (Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyat- rosu, iş Bankası Kültür Yayınlan, Ankara 1972, 269.S.). 1872-1874 yülannda, Teodor Kasab'ın çıkardığı Diyojen ile Ebuzziya Tevfik'in çıkardığı Hadîka gazetesi arasında "Osmanlı tiyatrosu" üzerinde geniş çapta bir münâkaşa açılır. Uzun yazışmalar olur. Bunlara Tiyatrodan Bahseden Arkadaşlara (Hadîka, 28 Kânun-ı evvel 1289/1873, No: 33) başlıklı yazısı ile Namık Kemalde katılır. Böylelikle gazete, eleştiriye iyiden iyiye açılmış olur. 3 Bu yolu ise Ziya Paşa ilkin Emile (1871) çevirisi önsözünde sonra Hârâbat (1874)ın ba- şında; Namık Kemal, Bahâr-ı Dâniş Mukaddimesi (1873), Son Pişmanlık Mukaddimesi (1879) ve özellikle Mukaddime-yi Celâl (1884) ve TaHim-i Edebiyyat Üzerine Bir Risale (1950) de; Re- câizode Mahmut Ekrem, Atala (1874), Vuslat (1875) Ta'lim-i Edebiyyat (1882) ve III. Zemzeme (1885) önsözlerinde; Abdülhak Hâmit, Hatime (Duhter-i Hindu, 1875), Bir İhtar (Nesteren, 1877) ile Birkaç Perişan Söz (Makber, 1885)de; Ahmet Mithat ise Süleyman Muslu Mukaddi- mesi (1877) ile Kârin ile Hasbıhâl (Müşâhedât, 1890)de denerlerken bu anlayışın güzel örnek- lerini vermişler ve iyi bir geleneği başlatmışlardır. Şüphesiz bunda da Fransız romantiklerinin etkisi söz konusudur.

Upload: others

Post on 25-Oct-2019

18 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

NESTEREN ÜZERİNE HÂMÎT-EKREM YAZIŞMASIve

HÂMİT'İN BİR MEKTUBU

DR. ISMAIL PARLATıR '

Yeni edebiyatımızda eleştiri türü, Tanzimat'ta Şinasi ile başlar, Na-mık Kemal ile gelişir, dönemin ikinci yarısında yoğunlaşır. Bu yolun açılmasında gazetenin rolü büyüktür1. Yazarlar, edebiyat üzerindeki görüşve düşüncelerini makalelerle ortaya koyarlarken gazete onlar için yeni veiyi bir vasıta olmuştu2. Bunun yanı sıra birçok sanatçının edebiyat üze-rindeki görüş ve düşüncelerini okuyucuya anlatmada, baş vurduklarıbir yol da eserlerinin başına koydukları "Önsöz" niteliğindeki "Mukad-dime"lerdi3. Ayrıca, Namık Kemal'in Harâbât'a. karşı yazdığı Tahrîb-i

1 Tanpınar, Ahmet Hamdi, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, istanbul Üniversitesi Ede-biyat Fakültesi Yayınlan: 386, ibrahim Horoz Basımevi, istanbul 1956, 226. s. ve 275-278.S.

2 özellikle Şinasi'nin, Tasvîr-i Efkâr'da Cerîde-i Havadis gazetesi ile "Mesele-i Mebhûsa-tün anha" konusundaki tartışması burada anılmaya değer. Ayrıca onun, Fatin Tezkiresi'râa ikin-ci basımı yapılırken ortaya koyduğu görüşler de bu anlayışın ürünüdür (Tasvîr-i Efkâr, No: 135).Bundan sonra Namık Kemal'in Tasvîr-i Efkâr (29 Ağustos-1 Eylül 1866,No: 416-417)da yayım-ladığı Lisân-ı Osmânînin Dili Hakkında Bazı Mülâhazan Şâmildir adlı yazısı ile Ziya Paşa'nınHürriyet (7 Eylül 1868, No:)te yazdığı Şiir ve İnşâ adlı makalesi ilk örnekler olarak karşımızaçıkar. Bununla birlikte o dönemde en yaygın eleştiri "Tiyatro" türü üzerinde yoğunlaşır. Birçokgazete, bu tartışmalara sütunlarını açar (Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyat-rosu, iş Bankası Kültür Yayınlan, Ankara 1972, 269.S.). 1872-1874 yülannda, Teodor Kasab'ınçıkardığı Diyojen ile Ebuzziya Tevfik'in çıkardığı Hadîka gazetesi arasında "Osmanlı tiyatrosu"üzerinde geniş çapta bir münâkaşa açılır. Uzun yazışmalar olur. Bunlara Tiyatrodan BahsedenArkadaşlara (Hadîka, 28 Kânun-ı evvel 1289/1873, No: 33) başlıklı yazısı ile Namık Kemaldekatılır. Böylelikle gazete, eleştiriye iyiden iyiye açılmış olur.

3 Bu yolu ise Ziya Paşa ilkin Emile (1871) çevirisi önsözünde sonra Hârâbat (1874)ın ba-şında; Namık Kemal, Bahâr-ı Dâniş Mukaddimesi (1873), Son Pişmanlık Mukaddimesi (1879)ve özellikle Mukaddime-yi Celâl (1884) ve TaHim-i Edebiyyat Üzerine Bir Risale (1950) de; Re-câizode Mahmut Ekrem, Atala (1874), Vuslat (1875) Ta'lim-i Edebiyyat (1882) ve III. Zemzeme(1885) önsözlerinde; Abdülhak Hâmit, Hatime (Duhter-i Hindu, 1875), Bir İhtar (Nesteren,1877) ile Birkaç Perişan Söz (Makber, 1885)de; Ahmet Mithat ise Süleyman Muslu Mukaddi-mesi (1877) ile Kârin ile Hasbıhâl (Müşâhedât, 1890)de denerlerken bu anlayışın güzel örnek-lerini vermişler ve iyi bir geleneği başlatmışlardır. Şüphesiz bunda da Fransız romantiklerininetkisi söz konusudur.

124 İSMAİL PARLATIRI

Hârâbat (1884) ile Ta'kîb (1885) yanında Recâî-zâde Mahmut Ekrem'inTakdîr-i Elhân (1886)ını ve Muallim Naci'nin Demdeme (1886)sini de,başlı başına birer eleştiri kitabı olarak, gözden uzak tutmamakgerekir.

Öte yanda, gene bu dönemde denenen ve yaygınlaşan bir edebî türde "mektup"tur. Bu türün ilk örneklerine, eski edebiyatımızda, "Mün-şeât"larda rastlıyoruz. "Münşeât"ların klasik benzerlikleri yanında,söz gelişi Fuzulî'nin Şikâyet-nâme''si, Nişancı Paşa Mektubu gibi değişikadlarla bilinenleri de vardır4. Ancak bütünüyle bunlar, bizim eleştiritürü içinde değerlendirmeye çalıştığımız "mektup"tan ayrı bir niteliğesahiptir.

Burada sözünü etmek istediğimiz edebî tür olarak "mektup" ise Na-mık Kemal'in öncülüğüyle edebî hayata girmiş, gerçekten de görüş vedüşünce ahş-verişinde önemli rol oynamıştır. Bu yolu, Ekrem ile Hâmitde benimsemiş; üstelik, küçük çapta da olsa, edebî tartışmalara zeminhazırlamıştır. Nitekim, Kemal-Ekrem-Hâmit üçlüsünün karşılıklı yazış-maları, onların edebî görüşlerinin aynası olmuştur5. Bu yazışmalar, ötekisanatçılar tarafından da benimsenmiş, yer yer onlar da bu tür yazışma-lara katılmaktan geri kalmamışlardır6.

Eleştiri ve tartışmayı içine alan edebî mektup türünün edebiyattarihimizdeki yeri önemlidir. Sanatçının edebî görüş ve düşünüşünü be-lirtmede, onun gerçek değerini ortaya koymada mektuplar, vazgeçil-mez birer belgedir. Nitekim bu belgeler, sanatçıların yaşadığı dönemler-

4 Bu konuda geniş bilgi için bak: Orhan Saik Cökyay, Tanzimat Dönemine Değin Mektup,

Türk Dili, Mektup özel Sayısı, Temmuz 1974, 274. S. 17.s.

5 Tanzimat sanatçılarının ikinci kuşağı arasında yapılan bu tür yazışmaların okuyucuyayansıtılmasında gene, gazetenin aracı olduğunu görüyoruz. Vakit, Diyojen, Hadîka, TercümandıHakikat, Mecmua-ı Ebuzziya gibi dönemin önde gelen gazete ve dergileri bu mektupları yayım-lamaya ayrı bir önem vermişlerdir. Söz gelişi, Namık Kemal'in İrfan Paşa'ya gönderdiği ünlümektubu (Mecmua-i Ebuzziya, I.C., 193-209. s.), Mecmua-i Ebuzziya'ya gönderdiği Mes PrisonsMuahezesi (4.C., No: 45-47) yanında Muallim Naci'nin Şeyh Vasfı ile yazışması ve bunu ŞöyleBöyle (1886) adiyle yayımlaması ve Mektuplarım (1885)ı bastırması, Beşir Fuat ile yazışmasınıIntikâd (1888) ve Ahmet Mithat ile olan mektuplarını Muhâberât ve Muhâverât (1894)ta topla-ması; Beşir Fuat ile Fazlı Necib'in Mektûbât (1888)ı,Hâmit'in Ta'lim-i Ede biyyat'la. başlayan tar-tışmalara, Golos'tan Tercüman-ı Hakikat'e gönderdiği mektuplarla katılması bu sıradan sayıla-bilir.

6 Bu konudaki örnekler için bak: Türk Dili, Mektup özel Sayısı, Temmuz 1974.

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 125

de ya da daha sonraki yularda ele geçtikçe yayımlanmış, hattâ bir ki-tapta toplanılmaya çalışılmıştır7. .

Burada yayımlamakta olduğumuz mektup ise Abdülhak Hâmittarafından Recâî-zâde Mahmut Ekrem'e yazılmıştır. Hâmit'in kendi elyazısı iledir8.

Mektuba geçmeden önce birkaç önemli noktanın aydınlanması ge-reklidir.

öncelikle bu mektup, Ekrem ile Hâmit arasında geçen ve edebiya-tımızda "Nesteren münâkaşası" olarak bilinen bir konuya ışık tutacakniteliktedir.

Hâmit, Nesteren'i Paris'te yazmış ve orada 1877 yılı başlarında bas-tırmıştı9. Bu oyunun nazmında iki etkenden söz ediliyor. Bunlardan ilki,Ziya Paşa'nin Tartuffe çevirisidir. Paşa, bu çeviride serbest vezin ve ka-fiyeyi denemiş, bunda da pek başarılı olamamıştı10. Bu yolu bir kez deHâmit denemeye değer bulmuştu. İkincisi ise bu denemeyi Namık Ke-mal önermiş ve "Şiirde safî Türkçe yazmak evzânın şimdiki haliyle be-raber kimsenin elinden gelmes. Manzum söze o kadar hevesin var, bir kere

7 Daha önce sözünü ettiğimiz gazetelerde yayımlanan mektupların yanı sıra Hâmit'inmektupları "Kütüp-hâne-i Âsâr-ı Müfide" kitapları arasında, Süleyman Nazif'in açıklamalanyle,iki cilt olarak yayımlandı (Matbaa-ı Âmire, tstanbul 1334/1918). Namık Kemal'in mektuplarınıise, üç cilt olarak, Fevziye Abdullah Tansel (Türk Tarih Kurumu Basımevi, I.C.1967, II.C.1969,III.C.1973) yayınladı; Prof. Dr. Ömer Faruk Akün (Namık Kemal'in Mektupları, İstanbulÜniversitesi Yayınlan No: 1669, İstanbul 1972) yayınlanan bu mektuplar üzerinde yeni değer-lendirmeler yaptı.

8 Bu mektubu, Recâî-zâde Mahmut Ekrem, Hayatı, Eserleri, Sanatı konulu doktora Ça-lışmamı hazırlarken Ercüment Ekrem'den arda kalan kitaplar arasında buldum. Bana bu yoldaanlayışlılık gösteren ve o kitapları gözden geçirmeme izin veren Ekrem'in torunu sayın Esin Ta-lu'ya teşekkür ederim.

9 Nesteren'in konusu üzerinde durmayacağım. Daha geniş bilgi için bak: Dr.Cündüz Akın-cı, Abdülhak Hâmit Tarhan, Hayatı, Eserleri, Sanatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara1954, 66-82.S.

10 Recâî-zâde Mahmut Ekrem, Vakit gazetesinin 28 Cemâziyelâhir 1298 (27 Mayıs 1881)günlü sayısında Ziya Paşa'nin Tartuffe çevirisi üzerinde durmuş; burada kafiyesiz şiir olamaya-cağını ileri sürmüştü. İmzasız olan bu yazıyı okuyan Hâmit, oradaki görüşleri önce beğenmemiş;Tartuffe'a okuduktan sonra ise Ekrem'e yazdığı 17 Teşrin-i evvel 1298 (29 Ekim 1881) tarihlimektubunda: Ziya Paşa'nin Tartuff'ünü gördüm. Zannederim ki anın da tab'ında mü'ellifle mü-terciminin ruhları şâd olmamıştır. O nedir öyle Allah aşkınal. (Hâmit, Mektuplar, tstanbul 1334/1918, 84.s.) diyerek ona hak vermişti.

Ayrıca, Tartuffe çevirisi için bak: ihsan Sungu, Ahmet Vefik ve Ziya Paşaların TartuffeTercümeleri, Tercüme Dergisi, I.C., 4. ve 6. S, 19 Ekim 1940 ve 19 Mart 1941.

126 İSMAİL PARLATIR

de tabiatini bizim parmak hesabiyle birşey yazmağa sevk eti Bak ne güzel,

ne parlak oluyor..."11 demişti. Her ne kadar Hâmit, Corneille'in LeCid'ini sevmiş ve ona benzer yolda bir oyun yazmak istemişse de Neste-ren'in doğmasında bu iki noktanın da payı büyük olmuştur.

İVesterere'in çıkışı oldukça ilgi uyandırdı. Şöyle ki Hâmit ondan biradet Ekrem'e göndermiş ve görüşlerini istemişti12. Ekrem bunu yaptıve bir "Mütâlaa-nâme" yazdı; onu Kemal'e de gönderdi13. Nesteren,bu iki yazarca, genellikle beğenilmemişti.

Araştırmalarımıza rağmen bulamadığımız "mütâlaa-nâme"dekieleştirilerin ağırlık noktasının ne olduğunu aşağıda verdiğimiz mektup-tan çıkarabiliyoruz. Ekrem, İVesferen'deki en büyük kusuru: . . .zarûret-işVriyye ve kâfiye-i mukayyede muktezeyâtından olan ihtiyârâtı nekâyıs-ıasliyye olarak gösteri. Bundan ötürü de Hâmit'in daha önce yazdığıMâcerâ-yı Aşkh İVesterere'den üstün bulu. Hâmit ise ilkin buna kızı-yor14. Oysa şâir, kendisinin yeni bir yol açma çabasında olduğuna inan-maktadır.

Yeni edebiyatımızın bu döneminde değişik edebî türler denenirken ki-mi sanatçılar da yeni anlatım yolları arıyordu. Söz gelişi Mensur şiir gibi.Bunlar arasında Hâmit'in yeni bir çaba içinde olduğu dikkati çekmek-tedir. Yayımladığımız bu mektubunda ve daha sonra Kemal ve Ekrem'eyazdığı iki mektubunda bu yeni anlatım yolunu savunur. O da "mukaf-fa" dır: Ben nesir ve şiirden başka olarak lisânımızda mukaffa nâmıylabir -janr- daha ihdas etmek arzusundayım"15 deyişiyle bu yeni yolu NamıkKemal'e de bildiriyor. Şâire göre "mukaffa", şiirde hece sayısının ser-best bırakılması, yalnızca kafiyenin ağırlık kazanmasıyle gerçekleşe-cektir. Ancak, hece sayısı değişirken on beşi aşmaması gibi bir sınırla-maya da gidiliyor: Beher satır on beş heceyi geçmemek şartıyla ve ondan

on beşe kadar hece mümkün olabilmek üzere kafiyeli bir şey yazsak da, ana

mevzun demesek de mukaffa ve müheccâ (müheccâ yanlıştır ama kullanı-

yorum) veyahut hecenin ondan on beşe kadar olacağı cihetle o kaydı kaldı-

11 Tansel, Fevziye Abdullah, Namık Kemal'in Mektupları, I.C., Türk Tarih Kurumu Ba-sımevi, Ankara 1967, 433.S.

12 Hâmit, Mektuplar, II.C, İstanbul 1334/1918, 100.9.13 Tansel, Fevziye Abdullah, Namık Kemal'in Mektupları, II.C, Türk Tarih Kurumu

Basımevi, Ankara 1969, 294.S.14 Yayımladığımız mektup, 3.s.15 Hâmit, Mektuplar, I.C., istanbul 1334/1918, 84-85. s.

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 127

rıp yalnız mukaffa desek nasıl olur?16 dedikten sonra da yeni bir çığıraçmak istediğini, bu yolda Nesteren'i kaleme aldığını söylüyor.

Hâmit, bu yeni yolu Fransız edebiyatında görmüş olsa gerek. Çün-kü, daha sonra Ekrem'e gönderdiği bir başka mektubunda aynı konuyadeğiniyor. "Mukaffa" yolunun Türk edebiyatında açılmasını istiyor; üste-lik ısrar da ediyor. Bunu Fransız edebiyatındaki "An rimes"I7e bağlıyor:Fransızcada -An prose- An vers- yollarından başka bir de -An rimes- yoluvar. Bunun -An vers- ile bir ma'nâda olup olmadığını Paris'te iken iyitahkik edemediğimden şüpheden kurtulamamıştım. Her ne ise, ne olursaolsun (Türkçede bunlardan başka mukaffa nâmıyle bir -janr- daha ihdasada çalışıyorsun) diyorsun. İhdas benim işim değil amma, ihdas olunsafena mı olur? İhdas olunsa da -manzum ve mensurdan fazla olarak- isminemukaffa yahud müheccâ denilse olmaz mı ? Bana kalırsa heceyi de on beşinhâricine çıkmamak üzere tahdîd etsek. Yani ta'dâd-ı hecâ külfetini tahfifile o yolda yazılan bir şeye yalnız mukaffa desek hoş olurn diyerek bu yeniyol üzerinde açıklamalara giriyor. Arkasından Melekûtdan Sâfiline BirNazar'ın bu yolda yazılarak Hazîne-i Evrak19a gönderildiğini bildiriyor.

Bu anlayışla kaleme alınan Nesteren'e Ekrem'in karşı çıkması vebunun yanı sıra onu, dil ve konu açısından da eleştirmesi Hâmit'i kız-dırmış olacak ki bu uzun mektubu yazmış. Üstelik, bu yazışma, arala-rında kırgınlığa kadar giden bir ortam da yaratmıştır. Nitekim, bir yılıaşkın bir süre bu kırgınlık sürmüştür. Onların böyle bir kırgınlığa düş-melerini istemeyen Kemal, Hâmit'e yazdığı 20 Ekim 1879 tarihli mek-tubunda: Ekrem'le olan bahsinize canım sıkılmadı dersem yalan olur...Edebiyatta falan hayâli falan hayâlden makbuldür diye birbirinizin bo-yun bağına, firenk gömleğine sarılsanız, benim için lâzım olan, karşıda du-rup gülmektir; fakat, sen bana şunu söyledin, ben de sana şunu söyleye-cektim yollu münazaaya kıyam ederseniz, bizim büyük biraderlik vazifesimeydana çıkar. Şahsiyyât cihetine âid yerlerde, kalem ile olmazsa, sopaile meram anlatırım. Hükûmet-i müstebidânemi aranızda idâre-i örfiyyederecesine getiririm. Elimden yakanızı pek kolay kurtaramazsınız...20

sözleriyle bu konuya eğilir. Onların tutumlarını beğenmediğini belirtir.Giderek aralarındaki soğukluğu yok etmeye çalışır. Nitekim Hâmit, bu

16 A.g.e., 85.s.

17 Mukaffa.

18 Hâmit, Mektuplar, II.C, İstanbul 1334/1918, 87.s.

19 Bu manzume Hazine-i Evrak'ın 31. sayısında çıkmıştır.

20 Tansel, Fevziye Abdullah, Namık Kemal'in Mektupları, II.C, 475.S.

128 İSMAİL PAKLATIR

sorunu çok sonraları kaleme aldığı "Eserlerimi Nasıl Yazdım"2 1 başlıklıyazı dizisinde dile getirecek ve: . . . şimdiki gibi bu intikâdâtı o zaman dahoş görmeli idim. Halbuki lüzumundan ziyâde müteessir olmuş, hattâ nâ-lâyık bir mukabelede bulunarak daha nâ-lâyık cevablar almış idim. Genç-likte bazı kerre çocukluklar oluyor. Her ne ise. .. diyerek bu atışmanınyersizliği üzerinde duracaktır.

Aslında Ekrem, Nesteren'i bütünüyle beğenmemiş de değildir. Na-mık Kemal'e gönderdiği bir mektupta22 bu oyunun güzel yerlerinin debulunduğundan söz etmektedir. Ne var ki Namık Kemal de İVesferen'deumduğunu bulamamış, bu görüşünü ise, Hâmit'e yazdığı 2 Şubat 1879tarihli mektubunda şöyle dile getirmiştir: Şimdiki zannıma göre, buparmak hesabiyle de Türkçede istediğim gibi bir tiyatro vücûd bulabilece-ğine itikadım -hem nefsimde, hem senin ikdamında hâsıl ettiğim tecrübeile- bütün bütün münselib oldu. . ,23. Böylelikle, Nesteren üzerine yapılantartışmalar tatlıya bağlanarak sonuçlanmış oldu.

Yayınladığımız bu mektubun metni incelendiğinde Hâmit üzerindeyeni yargılara varabilmekteyiz. Burada, Nesteren'in Le Cid'i "tanzir"mi yoksa ona "nazire" mi olduğu üzerinde şâirin kendi değerlendirmesiyanında oyunun konusu, kişileri ve özellikle dili hakkında yapılan eleş-tirilere verdiği karşılıkları buluyoruz. Bunu yaparken şâir, birtakım gö-rüşler ortaya koyuyor. Bunlar, bir anlamda, Hâmit'in edebiyat özellikleşiir üzerine görüş ve düşünceleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazar,"Türkçe şiir" den ne anladığını açıklamaya çalışıyor. Üstelik, Nesteren'debeğenmediği ya da gereksiz bulduğu sözleri ve bölümleri belirtmekten gerikalmıyor. Bu da onun ne kadar "öz eleştiri"ye açık olduğunu gösteriyor.

Hâmit, Nesteren'in kusurunu, yalnızca "mukaffa" olmasında değil,daha çok kelimeleri seçiş yönünde arıyor. Böylelikle, bu oyundan hare-ketle dil üzerindeki görüşler ortaya çıkıyor, öte yanda, Ekrem'in Türkçeaçısından ileri sürdüğü "ifâde-i meram müşkilâtı" karşısında Hâmit, dahaiyi niyetli görünür. Üstelik, Türkçenin anlatım zenginliğini savunur.

Yeri gelmişken Hâmit'in, Türk dili üzerinde, o dönem için oldukçayeni ve güzel bir düşüncesine dokunayım. O da Türkçenin yazımı sorunu.Türkçe kelimelerin her yazarca değişik yazıldığını, bundan ötürü de

21 Resimli Ay, Temmuz-Ağustos 1928, 53-54.S.

22 Namık Kemal'in Mektupları, Türk Tarih Kurumu, No: 738.

23 Tausel, Fevziye Abdullah, Namık Kemal'in Mektupları, II.C, Türk Tarih Kurumu

Basımevi, Ankara 1969, 378.S.

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 129

yazımda bir birliğin sağlanamadığını şu yolda dile getiriyor: Bir de bizdesiyah mavnasına olan bu kelime üç türlü imlâ ile yazılıyor: »Jj I I JI I «ygibi. Binâenaleyh o mısrâ'-da imâlenin vücûduna hâkim olunamaz. Ne va-kit bir Osmanlı -akademisi- te'sis ederse bu yolda imlânın sahih ya dagayr-isahihi o vakit tacayyün eder. Yoksa şimdi Türkçe lügatleri her ne yoldaimlâ ile yazsak ve yazdığımız şeyler için her ne söylesek indî olur24.

Son olarak bir de Ekrem'in Nestreri'i eleştirmesine dikkati çekmekistiyorum. Ekrem, bu oyunu "mukaffa" olması ve yazarının bu konu-daki başarısızlığı dışında genel olarak dil açısından ele almış. Birçokyerde, "Şu kelime şöyle yazılmalıydı", "Şu kelime buraya gitmemiş","Bu beyit şöyle olsaydı daha iyi olurdu" gibi bir beğenmezlik tutumunagirmiş. Aslında, bunlar da gerekliydi ya! eleştirinin ağırlığını bozmama-lıydı. Oysa, Batılı eleştiriyi savunan, üstelik, yalnızca kelimeler üzerindeyapılan bir eleştirinin eleştiri olamayacağını ileriye süren bir sanatçınınburada o anlayıştan uzaklaşmaması gerekirdi25. Bunu da eleştirinin da-ha edebiyatımızda iyice yerleşmemesine bağlayabiliriz. Öte yandan, herne kadar aşırı çıkışları da olsa, Hâmit'in savunduğu görüşler daha tu-tarlı niteliktedir.

Yayma hazırladığımız 70 sayfalık bu mektup, bir deftere yazılmış;pek iyi saklanmadığı için de kimi sayfalar oldukça yıpranmış; üstelik,son iki sayfanın yarısı yırtılmış. Mektup, son sayfanın yarısında bittiğiiçin Hâmit'in imzası ve yazılan tarih kaybolmamış.

Mektubu, Hâmit'in anlatımını değiştirmeden olduğu gibi verdik.Yalnız, metin içinde geçen şiirleri gelişigüzel değil de beyit biçimindedüzenledik. Yabancı kelimelerin yazımında uzun vokalleri belirttik.Fransızca terimlerin yazımını ise parantez içinde gösterdik. Bir de odönemde geçerli olan yazım birliğini korumaya çalıştık. Öte yanda me-tinde sayfa numaralarını vermeyi uygun bulduk. Ayrıca, Hâmit'in elyazısını tanıtmak amacıyle mektubun üç sayfalık örneğini sona ekledik.

Birâder-i Ekrem'im Efendim

Nesteren hakkında vâki'- olan ricam üzerine ihsan buyurduğunuz mü- 1tâla'-a-nâmeyi aldım. Bunun için bir teşekküre borçluyum. Borçlu olduğumhâlde biraz tekâsül ettim. Bunun için de affınızı temenni ederim. Mü-

24 Yayımladığımız mektup, 58. S.

25 Bu konuda geniş bilgi için, Recâî-zâde Mahmut Ekrem, Hayatı, Eserleri, Sanatı (Kasım1975) konulu doktora tezimize bakılabilir (Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi, Yaz-ma Eserler Bölümü No: 210).

130 İSMAİL PARLATIR

tâlaca-nâmenin mukaddemesi birtakım makâlât-ı talttfiyye ile müzey-yen. Bunlar hakk-ı fakiranemde mehâsin-i teveccühâtınızın alâmâtı veNesterenHn terkibinde sarf ettiğim mesâHnin mükâfatıdır. Mazhar oldu-ğumdan dolayı kendimi bahtiyar sayarım.

Mütâlacât-ı edîbânenize mülâhazât-ı âcizânemi ilkâ etmeden evvelşunu arz etmek için müsâ'ade isterim ki Nesteren Paris'te yazıldı. BenimParis'te Türkçe bir kitabım yoğidi. Kullandığım bir lügatin isabeti hak-kında bir şüpheye düşsem onu izâle etmek için kendi hafızamdan başkabir mürâcacat-gâh bulamazdım. Hafızam ise vukûcât-nâme-i siyâsetin ozaman açılmış olan sahtfeleri karşısında çizilmiş silinmiş bir müsveddeyedöndüğünden anı da suhuletle mutalara edememek tabiHidi. İşte NesterenHnmuHerif olduğum nekâyısı yalnız mkaffâ olmasından değil biraz da bunun

içindir.

Edebiyât-ı Osmâniyye hakkında yazdığınız efkâr ekseriyyet üzre ben-denizce de makbuldür. Bunlara iştirak ederim. Fakat bir kaçı hakkındaşüphem var. Onları da îzâh ve istizah edeceğim. Zât-ı âlîniz Nestereh'degördüğünüz nekâyısı manzum yani mukaffa olmasında farz buyuruyorsu-nuz, hattâ buna delil olarak NesterenHn birinci eserim olan Mâcerâ-yıAşk'dan da aşağı kaldığını gösteriyorsunuz. Deliliniz kendime âid olduğucihetle anı istediğim gibi redd ü cerh edebilirim Bendeniz Mâcerâ-yı Aşk'dailk eserim olduğunu görmekten başka kendimce bir lezzet anlayamıyorum.Eğer meydân-ı intişârda vücûduyle müte'essif olduğum birşey varsa o daMâcerâ-yı Aşk'dır Bu hâlde delilinizi kabul etmemekte maczûrum.

Gelelim eserin mukaffa olması bahsine. Yukarıdaki sözümden anlaşılanNesteren'in nekâyısını biraz benim de mukaffa bulunmasında gördüğüm-dür. Bu sözümü geri almam bilakis te'yîd ederim, ihtimâl ki Nesteren'inmuıâyibi mukaffa olduğu içindir. Fakat her bir eser mukaffa olduğu içinkusurlu olmak lâzım gelmez. Bu hâlde -Nesteren kusurlu olmuş çünkü şiir-dir- hükmüne kail olmadığımı istidlal buyur malısınız. Bendeniz derimki Nesteren kusurlu oldu çünkü Nesteren'dir. Mukaffa olmasa da öyleolurdu.

Yukarıdaki sözümü te'yid etmek istediğimi şu yolda yazayım. Neste-ren mukaffa olduğu için kusurlu değil kâfiyesi mukayyed olduğu için ku-surludur. Bu kusur biraz maczûr görülmeli. Çünkü bir güzel sebebi var.Evet " ,JIJJ<J" (rimes riches) güzeldir. Fakat zînet güzelidir. . . Güzel fakatkâfiye, fakat güzel. İsterseniz J->jfmj (rimes riches) i ahundan bir zencirebenzetelim. Altun fakat zencir, zencir fakat ahun. İşte ben Nesteren'i o

HAMIT'IN BIR MEKTUBU 131

zencir ile bağlamak istedim. Bu arzu ile mukayyed olmasaydım Nesterendaha tabiH olurdu. Altun zencir ile bağlanmış olan kız saçlarıyle telebbüsederdi. Bu hâlde kızı böyle bir zencirde bulunduğu için kusurlu addetmelifakat zencirin de kıymetini takdir eylemeli. Siz takdir buyurmuşsunuz çün-kü- lisânımızın nesirde bile bin türlü müşkilâtına tesadüf olunurken andahem mevzun ve mukaffa hem de kusurdan müberrâ olmak şartiyle bir vakfatahrifi nasıl kabil olabilir- diyorsunuz. Pek o'/â fakat bu sözünüzdebir câ-yi su'âl bırakmışsınız. Mademki NesterenHn kusuru kâfiyesindenimiş mahzâ kâfiye şevkiyle ihtiyar olunan ve zarûret-i şVriyye asarındanbulunan nekayısı için ma'zûr görülmemiş. Bari gösterilen nakîsalareserin münhasıran mevzûcuna veyahut tasavvurâtına âid olaydı veya-hut mademki bilkülliye sevk-i kavafı ile ihtiyar olunmuş nekâyıs-ilafziyye gösterilecek, bârı bendenizce meçhul olan veya makbul olacakyerleri intihâb olunaydı. Halbuki zât-ı edîbâneniz hem zarûret-i şicriyyeyiiHirâf buyuruyorsunuz hem mukaffa bir eserin kusursuz olmasını mütees-sir görüyorsunuz hem de Nesteren'de zatûret-i şicriyye ve kâfiye-i mukay-yede muktezeyâtından olan ihtiyârâtımı nekâyis-i asliyye tarzında gös-teriyorsunuz. İşte mütâlaca-nâmenizi okurken Mâcerâ-yı Aşksın Nesteren'etercihi bahsinde başlayan tacaccübüm burada da bir vesîle-i devam buluyor.

Gelelim lisânımızda olan ifâde-i meram müşkilâtı fikrine. Bunda bi-raz iczâm görüyorum. -Duhter-i Hindû-hâtimesinde arz ettiğim gibi ben-denizce lisânımız her yolda ifâde-i meram etmeğe müsâHddir. Kendi te-câribimle anladım ki nesirde hiç bir mânica-ı beyâna tesadüf olunmayacak.Nazma gelince anda bizim lisânın gösterdiği müşkilât her lisânda mev-cûddur. Ben NesterenHn tertibinde hiç bir güçlük görmedim. Eğer - 's}f_j(rimes Libre) yoluna gitseydim belki ckjf.J (rimes riches) den terettübeden seyyVelere de dûçâr olmaz idim. Vâkıcâ Nesteren mevzun değilmukaffadır. Fakat kâfiye-i mukayyede olduğundan mevzun olmakda te-sadüf edilecek müşkilâta yine dûçâr olmak lâzım gelirdi. Nesteren tabîHdeğilse sebebini bizim lisânda aramamalı, hangi lisânda yazılsa yine tabffîolmaz idi. Nitekim naziresi olduğu J_,e Cide de tabiH değildir. Bu da Neste-ren'le J_,e Cid'e inhisar etmez. Hiçbir lisânda nesir ile olduğu kadar şiir iletasvîr-i tabfat olunamaz. Şiirdeki tabiHlik şiir olmak itibariyledir. Birmanzume tarz-ı nazîmde güzel tarz-ı nazîmde tabîHdir. Bizde şiirin tertî-bât-i kavâfîsi fena anı ıslâh etmeli. Bu da kolay birşeydir. Ben Sahra yo-lunu kabul ettikden sonra şiirimizin hâl-i hâzırını niçin düşüneyim?

Nesteren mukaffadır, siz evzândan bahs ediyorsunuz. Mademki söz

132 İSMAİL PARLATIR

kapısı açıldı o bâbda da cevâblarım var. Aşağıda sırasıyle gelir. Şimdi Nes-teren'deki ihtar hakkında olan mütâla'âtınızdan başlayalım.

Nesteren mevzun değil mukaffadır. Çünkü benim ihtiyar ettiğim ze-minde vezin yok hesâb vardır. Bunun ismine hisâbü'l-benân diyorlar. Bizmevzun bir sözü aruzun gösterdiği evzâna tatbîkan söylüyoruz ve bir sözünmevzûniyyetini o evzândan birisine mutabık olursa kabul ediyoruz. Hisâ-bü'l-benân aruzda yoktur. Bunun için ona vezin diyemeyiz. Hattâ Türkmuhterecâtından olması iHibâriyle Türkçe vezin de diyemeyiz. Türkçe vezinaruzda olan evzân-ı Arabiyyedir. Evzân-ı Arabiyye bizim içinfrenk vezin-leri gibi ecnebi değildir. Acemler için de öyledir. Üç lisânın bir vezni var.Böyle olmasa gazeliyyât ve kasa1 idimize Türkçe dememek lâzım gelir. Buise evrâk-ı havadisimize de Türkçe değildir demek kabilinden olur. Madem-ki hisâbü'l-benân Türk ihtirâhdır. Ona Türk hesabı deriz. O hesâb ile olanbir söze de -heceli ve kafiyeli olduğundan- mukaffa Türkçe şiir diyebiliriz.İşte bendeniz de Nesteren'e hem mukaffa hem de Türkçe şiir demiştim.Mukaddemede - sûret-i tahrîriyyesi nazm-ı garbi yolundadır- demektenmaksadım bunun - hisâbÜl-benâna mutabık sırf Türkçe şiir olmasıyleberaber- Fransızcada bVl-farz on iki hece ile yapılmış bir manzumenin eb-yâtında ondan on dörde kadar, muhtelif ve mütecaddid heceli mısrâHar bu-lunduğu hâlde o manzumenin yine on iki on iki hece üzerine müretteb-iiHibâr olunduğunu tahatturen bu ictibâr-ı garbinin bizim eserin sûret-i tah-rîrinde de görüleceğini Fransızca bilenlere ihtar etmek idi. Halbuki on birhesâbile şiir söylemek frenklerde eskiyip de bizde moda olmuş bir yeni gö-renek değil ecdadımız muhterecâtından bir eski bedîcadır. Bu hâlde hem ec-dadımıza ettiğim imtisâli hem de garbiyyûna gösterdiğim ittibâH mukad-demedeki sözün ifâde etmek lâzım gelmez mi ? Acaba lâzım gelmiş de ifâdemi edememiş? Mukaddemede -evzân-ı garb ve Araba ta<alluku olmayanTürkçe şiirdir. Nesteren'de bu Türkçe şiir ihtiyar olunmuş fakat bu ihti-

yar olunan şiirin sûret-i tahrîriyyesi nazm-ı Garbi yolundadır- demek is-temiş idim. Orada bir -hadd-ı aslında- ibaresi vardır ki iltizâm-ı iczâm ile,-NesterenHn sûret-i tahrîriyyesi- cümlesine iczâm etmek istediğiniz -sırfTürkçe şiirdir- ifâdesini kendi dâiresinde tevkif eder. Öyle zann ediyorum.

Sûret-i tahrîriyyesi ibaresinden -virgüller-puvanlar- felânlar gibi baczıişârât murâd etmiş olduğum zehabına düşmek neye işaret olsa gerek. Bu ze-habın delâlet ettiği mefhûmu kayıtsızlıkla telâkki edemedim.

-Sırf Türkçe şiirdir- dediğim hisâbüH-benânın Türkçe şiir olduğunute'kîd içindir. -Sırf-sâfî- yerinde değil -mahzâ- yerinde kullanılıyor. Her

HÂMIT'IN BıK MEKTUBU 133

makam için mcfnâsı birdir. Mahzâ Nesteren mukaddemesinde münhasıran-safî- demek olacağı sırf indî bir hüküm.

Türkçe şiir dedim de hatırıma geldi. Burada müsâıade-i seniyyenizlebir istitrâd yapacağım:

Mukaddemât-ı edîbânelerinden anlaşılıyor ki parmak hesabı bizimTürkçe şiir imiş. Bu ise evzân-ı Arabiyyeye müreccah imiş ve simden sonrabu yola gitmeğe karâr verilmiş. Bu yolda ise bendeniz müsâbakat etmişimve fakat lisân ıslâh olunmadıkça bu hesabın kabulüyle şiirimiz tamamenşiire benzemeyecekmiş bVn-nisbe kesb-i ehveniyyet edecekmiş, aHâ aclâ aılâ.Evet parmak hesabı bizim -kahve değil— dağ şucarâsının hüsn-i intiha-bıdır. Fakat onlar bu hesabı bendenizin Nesteren'de müttehazım olan tarz-ınesrîye dökmüşler ittihâz-kerdeleri olan şîve-i ifâde sâ'ir manzumelerdegörüldüğü gibi nazmîdir. Binâenaleyh o hâlinde Arab veznine tercih olu-namaz. Hattâ Arab veznini büsbütün terk etmeğe de değmez. Bendeniz debunun için hisâbu'l-benânı gördüğünüz gibi kabul etmedim. Tarz-ı nes-rîde olmak şartıyle kabul ettim bu tağyir bendenize âiddir. Kemal Beyefendiyalnız parmak hesabiyle bir şiir tecrübesini tavsiye etmişti. O yolu ihti-yarım müşârün-ileyhin tavsiyesi sayesindedir. Fakat tarz-ı nesri ile kâ-fiye-i mukayyede ihtiyârâtı kimsenin ihtârıyle olmadı. Bu iki ihtiyarımınbirisinden memnunum. Memnun olmadığım kâfiye-i mukayyededir.Ma'-amâfih bu şiiri nesir yolunda yazmak hayli sucûbetli bir meşgale.

Aruzdaki evzânımızdan külliyen feragat tarafdârı değilim. Parmakhesabı Nesteren'de olduğu veçhile nesir yolunda yazılmak ve nesir gibi o-kunabilmek şartıyla, tiyatro için en güzel bir yoldur. Fakat sâHr âsâr-ımanzumeye aruzdaki evzân da yakışıyor.

Meselâ şiir, SardanapaVda yazdığım gibi:

Mezar öyle yerdir ki hükm-i kaderEsîr-i gamı anda âzâd ederMüsavata mazhar mülûk u hademO âlemde hem-pâye vü hem-kademBu âleme karşı benim hâ'ilimTürâb-ı siyah olsa da kâfilim

tarzında veya,— Şu gaddara ben şöyle dersem değer:Ne şeytân - pesendâne ahlâkı varBaşı nahvetinden semâya değer

134 İSMAİL PARLATIR

Düşünmez ki fevkinde Hallâkı varBütün pâdişâhân ana baş eğerYed-i iğtisâbında devlet rehin

10 Vatan düşmeni pâdişâh-ı mehînBugün bir nigâh-ı muhabbet ederYarın ettiği lutfa nadim olurSeni hissedâr-ı musibet ederBuna kim sadâkatle hadim olurHıyanet edenler isabet ederNe mülke meded-res ne halka muıînLaHn bir adûdur adû bir laHn

yolunda tarzen şîve-i nesre yakın olduğu hâlde benim tabhmca parmak he-sabına müreccah ondan musanna ve münekkah ve fakat tiyatroda ondandaha az tabFi olur. Ancak kâfiye-i mukayyede kaydına düşmeyerek (Fakatyine nesir yolunda) Sahramda yazdığım veçhile,

Her tecellîsi nâ-gehânîdirYatıyorken buna mukabil olurGülerek hâb-gâha dâhil olurSanki bir nûr-ı âsmânîdirBir mücerred mezara nazil olur

tarzında yazılmak kabil olursa hisâbu'l-benâna rüchânıyle beraber onunkadar da tabîH olabilir sanırım. Macamâfih yine tiyatroda değil -çünkü ozaman- bendenizce- bir (sen) yazmak için bir sene işgâl-i zihn etmeklâzım gelir. Bu hâlde Nesteren'de olduğu gibi tarz-ı nesrîde olmak şartıyle,

11 tiyatro için parmak hesabını ihtiyar etmeli ve tarz-ı nesri iltizâm olunma-dığı sûretde parmak hesabını terk ile aruz vezinlerine avdet eylemeli. Me-selâ -Eşber'de— yazdığım:

Iskender^e sen olunca hem-serFerman ederek şehin-şehâneHerşey o zaman olur müyesser

Emr eyle ne varsa aşka dâHrve meselâ —Tezer'de— olan

Taksa yaraşır o çifte efserMâlik sayılır iki cihâneİşte o zaman yüzüm gülümser

Yalvarma vazifeme mugayir

Âh bir burca mümkin olsa su'ûdBana el vermiyor bu sahn-ı türâb

beyitlerinin parmak hesabiyle olmasında bir be'is yoktur. Vâkıcâ tabFî ola-

Meşrebimce değil bu arz-i harâbNe kadar olsa tâliHm mesıûd

HIMIT'IN BIH MEKTUBU 135

maz. Fakat güzel olur. TabîH olamamak ise, yukarıda da arz ettim ya, bi-zim şiire mahsûs değil.

Şiirden maksad gayr-ı merbut bir gazel söylemek değildir, buyuruyor-sunuz. Hükmünüz doğrudur. Bir fikri, bir maksadı, bir vakıayı şiirde ne-sirden parlak nesirden âlî bir tarzda söylemek iktizâ eder. Bunu da muHe-terifim. Fakat pek âdi pek sâde bir fikri birkaç beyit ile ifâde etmenin omaksada hadim olup olamayacağını biraz düşünürüm. Bendeniz âdi bir 12sözü nesirde de nazımda da sevmem. Binâenaleyh bir sâde fikri manzumsöylemek veya nazmen ifâde etmek için âdi bir söz düşünmek tarafdârı de-ğilim. Şunu anlamak isterim ki nesirde en âdi görünen bir söz nazma naklolunursa sanâyV-i şi^riyye ile tezeyyün edeceğinden nesre nisbetle daha güzelmi olur daha fena mı olur ? Ben zannedirim ki öyle bir sözü, iktizâ et-tiği hâlde, mevzun veyahud mukaffa söylemekde şiir dffiresinden çıkıl-mış olmaz. Faraza bir mukaffa tiyatroda, lâzım gelse de, iki mükâlim bey-ninde :

— Keyfin iyi mi, nasılsın birader?— Ben iyiyim Ahi Peder hasta Peder;

— Yine nevbeti mi rahatsız ediyor?— Bence humma. Hekim sıtma var diyor.

yolunda âdî ve âmî bir muhavere başlasa o söze şiir demeyecek miyiz?Veya manzum bir tiyatroda:

Bana yafni bugün geleydi kederYarın anlar dahi olurdu hederDemek olası ittibâ-ı kaderBakalım Rabbımız ne kısmet eder

tarzında bir söz söylesek o söz manzum olduğuyçün, sadeliğiyle beraber, 13fena mı olur? Yoksa bu söz neşren ifâde olunsa daha güzel mi olur? Be-nim zannımca olmaz. Bir de maHûm-ı edîbânenizdir ki bir eserin hey'et-iumûmiyyesine mucâheze-i sathıyyât ve mucâyıbıyle değil maıâniyye-i ul-viyyât ve mehâsiniyle bir hüküm verilir. Baczı kereler ise muktezâ-yı hâliifâde eder. Makama münâsib sâde bir fikir en şâHrâne bir hayâl en haki-mane bir mantık derecelerinde hâHz-i te'sîr ve kuvvet olur. Yine baczı söz-ler vardır ki mastaba-i humekâda cereyan eden mükâlemelere taklîden ya-zıldığından anlarca makbul olur ve anlarca makbul olmak Vtibâriyle me'debe-i ezkiyâda bir cây-ı kabul bulur. Manzum bir tiyatronun eşhası hepmükemmelinden olmak lâzım gelmez ya. Elbette anların içinde acezeden

136 İSMAİL PARLATIR

âhâddan sathî ve âdi fikirli birtakım -mahlûkât da bulunabilir. Bunlar ise-oyun manzum ve mukaffa olduğiyçün- mutlaka edeb ve hikmetten bahs et-mez. Öyle değil mi ? Bu dediğim şeyler tiyatro müttehazâtından ve tasavvurve tasvir kâ(ide-i asliyyesinin müteferricâtındandır. Hepimiz bildiğimizhâlde hiçbirimiz iHibâr etmiyoruz. Bâ-husûs bendeniz, İçli Kız hatimesin-de tiyatro levazımından olan şeyleri muhtasaran tacdâd etmişidim. Aca-ba hangi eserimin musavverâtmda bu levazıma temâmıyle ri'âyet olunmuş ?

14 Hiç birisinde. Evvelkiler sonrakiler şöyle dursun bu kaziyye İçli Kız'dabile merH değil. Evet-lçli Kız da iddicâ ettiği kadar tabîH değil— Niçin?Çünkü biz âdi fikir yazmamak istiyoruz. Muktezâ-yı tabf-ati bir güzel ha-yâle feda ediyoruz. Bu ise, hususa millî bir oyunda, en büyük nekâyısın-dan add olunur. Benim yazdığım şeyler ekseriyet üzre tabîH değil. Ekseriyetüzre fena.. Pek a'lâ, KemaVin asarından hangisi serâpâ güzel değil?Hangisi serâpâ tabii? Ben diyebilirim ki -Bir iki yeri müstesneyâtdanolmak şartıyle- bugün sizin Vuslafdan başka yeni lisân-i edeb-i musannacâ-tından olan âsâr-ı müntahabe içinde hakikat ve tabî'ate muvafık bir esergöremedim. Bu kusur münhasıran bizim yazdığımız şeylerde mi görülüyor ?Hayır. Hem de memleketlerinde yetişen meşâhir-i üdebânın müntahabât-ıedebiyyesinden istişhâd olunmak üzere, Fransızlarda da var. Biz bu kusuruihtiyar ettiğimiz için ilzam olunmayız.. İHiraf etmez isek ittihâm olunuruz.

15 Gâlibâ redifi sevmiyorsunuz. Bir dereceye kadar ben de sevmem. Ka-sâHdde gazeliyâtda çekilmez. Fakat bir manzumede baczı kere hoş oluyor.Redif ile söylenen bir söz pek mahdûd mevkiHerde tabFîdir. Bununla bera-ber pek çok yerde san'atdır. Baczı kere de hem câmic-i sancat hem muvâfık-ıtabFat olur. Meselâ sizin Nağme-i Seher'de gördüğümüz

Yâr her sudan hüveydâdır şeb-i mehtâbdaCân u dil mest-i temaşadır şeb-i mehtâbda

matlah matlac-ı âftâb kadar parlak olmakla beraber RâfâeVin "levha-ıgurûb"ı kadar musanna*. -Nağme-i Seher gibi musanna1 bulunmakla be-raber ziyâ-yı kamer gibi tabFî.. Macamâfih redif. Halbuki o matla* da râdi-feler kadar lâtif olmuş. Meselâ SardanapaVimde

Bu zinet nedir ey nigû-baht-ı hüsnKi sensin bugün mâlik-i taht-ı hüsn

redifi var fena. Ve meselâ yine SardanapaVimde

Hurûşân iken sende lezzât-ı hüsnNe ister bu leb-teşne-i zât-ı hüsn

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 137

demişim kezâlik iyi değil. Fakat bu fikri beyân etmek için rediften başkayol -bendenizce- yoktur. Meselâ

Bana mûfi olsun behâyim bugünBeşer ülfetinden rehâyım bugünBulutlar bevârık-feşân olmadaBu bir ihtilâle nişan olmada

beyitleri tabffî değilse sebeb redif değildir. Tabibi ise redif anı tabPîlikdençıkarmaz. Hattâ ikinci beyit

Bulutlar ser-â-ser bevârık-feşânBu âtide bir ihtilâle nişan

yolunda yazılsa redifsizlikle beraber daha güzel de olmuyor. Hele yine Sar- 16danapaVde

Ne oldum melik-zâde etmişse bahtKi indimde tâbuta benzer bu taht

beytini tackîb eden

Feragatle olsam da şeydâ-yı aşkBana tâc-ı serdir bu sevdâ-yı aşk

mısralarında olan redif sözü letafet ve tabiHyyetden iskât etmediği gibi mef-hûmuna bir te'kîd kuvveti de ilkd ediyor. Hattâ bazı kere redifler

Şu viraneye sen de hayretle bakMeliken gibi çeşm-i ibretle bakO vaktiyle pür-feyz ü ümran imişMehâsinle meşhûr-ı devrân imişNe hâle getirmiş anı bak zamanBugün bir büyük makber olmuş hemanNeden çünki şâhânı gaddar imişEhâlis-i menhusu murdar imişHamiyyetde bî-behre himmetde hiçSadâkatde hiç istikâmetde hiç

yolunda birbirini taıkib de etse çekiliyor. Husûsâ frenklerde olmadığı içinyerinde ve yolunda isticmâl edildiği hâlde, bizim lisâne münhasır letâHf-işicriyyeden add olunabilir, istitradı uzun tuttuk Mûcib-i suda1 olmasın,sözümüze gelelim:

İhtardaki • muhtelif kâfiyelerde beyitden beyte nakl-i murâd - ifâ- 17desini soruyorsunuz. Binâenaleyh bir ikinci ihtara daha mecbur oluyo-

138 İSMAİL PARLATIR

rum. Bunun nasıl ifâde olduğunu bilemem, şu kadar bilirim ki her müfâdbir murâd olduğundan muradı müfâd yerinde kullandım. Mavnası iseeserde şu yolda müstacmelâtım olduğunu ifâde ediyor: 32 sahîfesinde

Seyahat mütâlacadır, bâ-husûsO mütâlacada eşcâra mahsûsBu mevzun endâm-ı dil-rübâ ile. ..Bak güzelim hubûb-ı sabâ ile,Şu eşcârın ihtizazı ne latif.

Mesnevi zemini kâHdesince burada muradımı hem-kâfiye bir beyt ile an-latmalı idim. Halbuki ikinci beytin mısrâ-ı evveli olan -Bu.mevzun en-dâm-ı dilrübâ ile - sözünü ilâve ettim de muradımı öyle anlatmış oldum.-Bak güzelim hubûb-ı sabâ ile - sözü me'âlen -dil-rübâ ile- mısrâHna âidolmak lâzım gelirken oraya avdet etmiyor da -ihtizazı ne lâtif- mısrâhnı tac-kîb ediyor. Öyle değil mi ? Bu hâlde îfânin nasıl ifâde olduğu ihtarın değileserin mütâla1asiyle anlaşılır diyemez miyim? Dedim gitti. -Bir beytinbirinci mısrâhndaki sözün mâbacdini bazı kere alt tarafında olan ve diğerkâfiyede bulunan beytin mısrâ-ı evvelinde trâd etmektense - demek ne olacak

18 diyorsunuz. İzin veriniz de bendeniz de su'âl edeyim : ihtarda -îrâd etmek-denilmiş iken- îrâd etmektense- demek ne olacak?

Anı tackîb eden -zevâHd yazmakdan ise- ibaresi o cümleye âid değil.Onun peyrevi olan -Lüzumu takdirinde masâriH taksim etmek-fıkrasınarâd. Herkes de oraya irca eder. Bundan maksadımın ne olduğunu anlamak

• ise yine eserin 22 sahîfesinde NesterenHn sözü olan:

Âlemde mücerred canından bîzâr

ve HüsrevHn sözü olan

İHiraf-ı cürm ile zâr u nizâr

beytiyle andan sonra gelenBir matemli kıza refakat içinNiyâz-ı afv vü celb-i rikkat için

muhâtabesini ve buna mümasil sâHr ebyâtı nazar-ı dikkatden geçirmeklehâsıl olur. Binâenaleyh ''Ebyâtın baczı vakit birinci mısrâ'ları söze ikinci-leri sükûta tahsis olunduğu görülmüş müdür" su'âlini sükût-u anh geçmekiktizâ ediyor. Bu emsali ihtarda yazmağa lüzum görmemişidim. Meğermaksadın izahına hizmet edecekmiş. Eğer, -Bu nasıl ihtardır ki macnâsı,

19 tacrif ettiği kitâb okunmadıkça, anlaşılmıyor.- derseniz, bendeniz de, ifâde-i

H İ M İ T ' İ N BİR MEKTUBtT 139

meramda ne kadar âciz olduğumu dâ'imâ muHerif bulunduğumdan, sözü-mü anlamak için kimseye icbar etmediğim gibi zât-ı âlînize de o bâbda tah-mîl-i zahmet etmek niyetinde olmadığımı beyân ile mukabele ederim her neise. Nakl-i murâddan sonra bir -vav- lüzumundan bahsediyorsunuz. Bende-nizce bu vavın ibkâsı da imhası da câ'iz olduğundan, vücûdu ibareyi o kadarmimlendirmez zannederim. Husûsâ cim karnında bir nokta vasfına şâyânolan yadigârların tab've tertîb sırasında ellerine düşen kitabın elfâz ve ibâ-râtını değil baczı kere fıkarât ve mebâhisini de mahv ve îcâd edegeldiklerimeydânda iken, bir eserin öyle adiyle nûkât ve hurûfunca görülecek zevâHdve nevâkısından bahse, mu'âhezât-ı edebiyyede olsun tenezzül gösterme-melidir. Fakat zât-ı âliniz bunu mahzâ bir latife olarak yazmış olduğundanmütâlaca-nâmenizde gördüğüme o kadar canım sıkılmadı.

Nesteren Le CidH tanzîrdir, dedikten sonra tacbîr-i diğerle Le Cid'enazire olabilir demek -Letâfetsiz değil- macnî-dâr bir tekerrürden ibaretolsa gerek. Hele -Fakat Le Cid NesterenHn aynıdır değildir- sözü o mac-nîdârlığı derece-i sübûta îsâl eder. Bu ne bir acâHb lakırdı buyuruluyor.Bendenize kalırsa, o tekrar ile tezyidi icâb eden ne ise şâyân-ı tacaccüb olan 20odur. -Bir şey bir şeyin hem naziresi hem aynı olabilir mi? -buyuruyorsu-nuz. Memleketimizdeki iHibâr ve iştihara nazaran olabilir. Bir de bu söz-Harfiyyen aynı veya fotoğrafa aldırılmış resmi - demek değildir. Buna ha-kîkatda iştirak derler ki ta'-bîr-i nâzikânesi iktibastır. Bendenizin bu söz-den maksadım NesterenHn iştirâkden masuniyetini göstermek idi. Bu bâb-da izahata girişseydim fahriyye yapmış olurdum. Şimdi de kezâlik o ihti-mâl vâriddir. -Bir şeyi tanzîr etmek anın vadisine âiddir- sözü doğru fakatbiz birtakım nazireler, biliriz ki aslının vadisine değil fehâvîsine âiddir.Nesteren bu kabilden olan nazirelere benzemez. Meramım -yine tekrar ede-yim- bunu anlatmak idi. Yine istizah etmek isterseniz bir çâresi bulunur.Hiç olmazsa Vuslat mukaddemesinin 4. sahifesindeki mütâlafâtınızı ta- 21hattur buyurmaları tavsiye olunur. -Nesteren nâm kerîme-i hükümdârânın-sözü insana defcaten -kalipso nâm perî-yi cezîre-nişîni- ihtar ediyormuş,bu ihtara teşekkür ederim. Vâkıfa oraya yakışmıyor. Fakat şurasını arzetmek isterim ki Telamak tercümesi mezâk-ı sinn muktezayâtından olaraklafzen tıflâne baızı teşbîhât ve isticârâtile beraber edeben bir meslek-i mah-sûsu müstahseni şâmil gerçekten bir yâdigâr-ı kâmil olduğu için sahibi olanmerhumun ilelebed ihyâ-yı nâmına hizmet etse sezâ-vârdır. Buna ise Nağ-me-i Seher'de gördüğümüz,

lccâz-ı rakamdır kalem hurde-nigârınBu dacvâya işte Telemek şâhid-i aczam

140 İSMAİL PARLATIR

beyti bir şâhid-i Ekrem, bir bürhân-ı muazzamdır. Yine ihtar ilâvesi hak-kında olan mütâlaıanızda -te'min-i je's için olmaz- buyuruluyor. Zât-ıvâlâ-yı edîbânenizi te'min ederim ki bu sözünüzün selâmet ve isabetini te-

22 ferrüsde her veçhile me'yûs oldum. Çünkü benim zannımca ye's için deümld için de te'min câ"izdir. Kıyâs-ı âlilerince eserde Nesteren'e kimseninje's te'mînâtı verdiği yokmuş. 42 sahîfesinde HüsrevHn sözü olan üç beyitile yine HüsrevHn 46 sahîfesinde -Mahrumiyetimize bin hüccet var- demesive 169 sahîfesinde NesrînHn sözü olan iki beyit ile Hürmüz'ün 128 sahî-fesinde -İşi vakte bırak âh u zarından ne hâsıl olur?, -yolunda tembihleretmesi Nesteren'e ümîd-bahş olacak şeylerden olmadığı gibi Nesrîn'in 166sahîfesinden ibtidâ ile 168 sahifesine kadar devam eden makâlâtı iHirâf-ımesâHb kabilinden birtakım tesliyelerdir. Vâkıcâ zât-ı vâlâ-yı mûcidâne-niz mahsûsât-ı mahsûsâtı da beğenmiyorsunuz ama bendeniz bunu daisticmâl ettiğimden dolayı kendimde bir nedamet hissetmiyorum.

-Temaşa- ta^bîri biraz Acemâne ise de -Mâcerâ-yı Aşk gibi- Nesterengibi- Asyavî olan şeylerde - kalyonlar, nakkareler, kahlar, seccadeler felân-lar gibi yakışıyor. Zâten bunun o kadar ehemmiyeti de yok. Gâlibâ bunuyaz-

23 dığınız vakit bir başka şey tefekkür ve temâşâsıyle meşgul imişsiniz. Tema-şayı herkesden evvel siz yazmışsınız sonra herkes de beğenmiş yazmış dahasonra siz beğenmemiş yazmamışsınız, herkes de beğenmemiş yazmamış.Bunun için bendeniz de mi beğenmeyim de yazmayım ?

8 sahîfesinde ikinci beytin alt tarafına da üst tarafına da irtibatı var.Olmasa bile beyit matlûbun ifâdesine kifayet ediyor, ilâvesi tavsiye buyuru-lan

İkisi de bir maksada âiddirBundan başka ne istesen zâHddir

beyti za'iddir. Çünkü ikisi de bir maksada âiddir. Macamâfih Nesteren'inhâvi olduğu zeva'ide onu da ilâve etsek bir kusur edilmiş olmaz idi.

Neslen yek-dîgerine gayr-ı fâ'ik

mısrâhna ilişmişsiniz. İbtidâ nesil ve neseb ikisi de bir yerde, bir mavnadaolarak bizim lisânda en çok müstacmel olan lügât-ı müşterekedendir. Nesiltebâr macnâsına gelmez, buyurmuşsunuz. Saniyen lügat kitabı neslin mac-nâ-yı diğerini -tebâr- gösteriyor.

24 Bir de nesil buyurduğunuz gibi zürriyet mavnasına da gelir ki oğul,kız demektir. Bu hâlde orada Hüsrevle Nesteren murâd edilmiş de olsa ne

HÂMIT'IN BıK MEKTUBU 141

lâzım gelir ? Bunları -mâ-fevkan nisbet etmektense mâ-dûnen nisbet etmekdaha nazikâne olmaz mıydı ?- buyurulmuş. Birinci derecede bu -mâ-fevkanve mâ-dûnen- tacbîrlerinin mavnasını anlayamadım. Eğer yeni lisân -mü'-eddibe- ihtilâfından ise diyeceğim yok. İkinci derecede -nesil ve nesebçefelân felandan yukarı değildir- demek benim zannımca aşağı değildir de-mekten evlâdır. Çünkü daha ziyâde • ikisi hakkında da - hürmet ifâde eder.İşte mahzâ asaletleri muvâzene edilenlerden biri şeh-zâde diğeri sultân yacnihaseb ve nesebce ikisi de birbiriyle siyyân olmak hasebiyle nezâket-i ifâdedakikasının mercî tutulması iktizâ ettiği içindir ki o mısrâcda -dûnundademek- tenzilinden ictinâb ile fevkinde yazılmak aclâsı intihâb olundu.Macamâfih -birbiriyle siyyân- denilse idi üstün veya aşağı demekten herhal-de aHâ olurdu. Binâenaleyh Nesteren için bir tab-H sâni müyesser olur da, 15eğer unutmaz isem, buyurduğunuz gibi

Demiş ki matlûba talibi şâyânHaseb nesebce birbiriyle siyyân \

deriz. Fakat buradaki -şâyân- kelimesi ifâde-i şahs hususunda -lâyık-kadar kuvvetli değil. Bu cihetle de beytin öncekine tercihinde biraz tereddütetsem şayandır.

İki göz gibi birbirine şibîhNesteren hasnâ ise Hüsrev nebîh

beytinde gördüğünüz tenakuz, mefhûmunun sûret-i istimbâtına göre, hemvar hem yoktur.

Ne anlı kız ne şanlı delikanlıKız da Osmanlı oğlan da Osmanlı

beytinden ne anlarsınız? Hüsn ile mehâsin-i macneviyyeden bir faziletmu^âdil tutulamaz mı? Yoksa teşbih müşebbehün bihin mutlaka aynı mıolmalı ? İki şahıs beyninde bir vech-i müsavat -isterseniz bir vech-i müşabe-het diyelim- bulmak için biri diğerinin zül ü mücellâsı veya heykeli olmak mılâzımdır? Nebîh kelimesi yalnız şerâfetli demek midir? Şanlı, şöhretli,asâletli mavnalarına da gelmez mi? ibtidâ buralarını anlamak isterim.Şimdi cevâba gelelim. Benim maksadım yacni iki göz gibi biribirine şibihdemekten maksadım, o mısrâcda tacyîn-i imtiyaz etmeyerek Hüsrev ile Nes-teren'i yek-dîgerine benzetmekten ibaret idi.

İkinci mısrâcda o maksadı te'yîd etmek istemedim ki bir vech-i müşâ- 26behet aransın. Ancak, başkaca bir söz olarak.

142 İSMAİL PARLATIR

Nesteren hasnâ ise Hüsrev nebîh

dedim. Vâkıcâ gösterdiğiniz

ikisi de hem güzel hem de nebîh

sözü daha güzel. Fakat Hüsrev güzel değil. Güzel de olsa oyunv n hiçbir ta-rafında güzellikle mevsûf gösterilmemiş. Çünkü hüsn ile mevs ûf olmak birşehzâde-i fazîlet-mend için iyi değil. Oyunda Hüsrev'in hüsnünden Neste-ren'den başka kimsenin bahsettiği yoktur. Nesteren için de

Gönül kimi severse güzel odur

meselinin muktezâsına ittibâ etmiş deriz. Hürmüz ise o mecliste

Rekabeti defe kâfi vü sâHlHüsrev'in mâlik olduğu fezâ'ilHüsrev'in aslı mücerreb-i âlemHer cihetle kifayeti müsellem

yolunda sözlerle bir mahbûb vasf etmiş olmuyor değil mi?

Kâlâ-yı emelin râyic sözü Kabil lisânında değil bizim lisânımızda bilerevâc bulmuş şeylerden olmakla beraber ne kumaş olduğu bence meçhuldeğildir. Bu kumaş lekeli olduğu hâlde ben anı niçin aldım? Çünkü bir

27 Afganlıya verecektim. Neden bir Afganlıya vermek lâzım geldi? Çünkübir Afganlıdan almıştım. Evet, Şeyh Cemâleddîn-i Kâbilî'dcn işittiğimegöre, Kâbilliler, bir kızın namzedi tarafından hüsn-i kabulü takarrür ederse-kâlâsı revâc buldu- derlermiş. Buna istinaden o meselin -Azyatik- birkadın lisânında olarak isticmâlinde bir be'is görmedim. Hattâ bu kabildenolarak Duhter-i Hindu'da dahi elsine-i Hindiyyeye müntesib bir hayli em-sal vardır. Bilmem sizin-Atala- tiyatrosunda yok mudur? Olsa gerek.

—Sözün hakka muvafık değil- sözünün muktezâ-yı hâle tevâfuk ede-memesi ifâdesinde hakka muvafakat göremiyorum. Hakkın sıdk mavnasınaisttfmâl olunduğu muhakkaktır : Sözün hakk değil haklı değil hakka muva-fık, mukârin değil diyebiliriz. Hattâ Kemal bile Tahrîb'inin nihayetineyakın bir yerde, Harâbât'ta olan

Ekser sözü tâlib ü keliminişkencesi tab'-ı müstakimin

beytini (Bu kavi muvâfık-ı hakk bir söz müdür?) su'âliyle mu"âheze etmiş.Yine Tahrîb'de (Beyti hakka muvafık değil muvâfık-ı hakikat değil) cüm-leleri hatırıma geliyor. Bu hâlde yacni hakk sıdk mavnasına geldiği hâlde

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 143

bizim sözün muktezâ-yı hâle tevâfuk edeceği tabibidir. Halbuki -mûcib-i sık-let- ta'-birinin hdkkıyle bir ifâde olmadığını ve

-Fakat makdem-i cihet yalan olan-

mısrâhnın çapraşık bir ifâde olduğunu isbât için ne doğru ne çapraşık 28hiçbir delil irâe buyurulmamış. Hemen -İşkencesi tabc-ı müstakîmin deyipgeçelim mi? Hahası var: BVt-tesâdüf bulduğunuz

-Yalan olmak, ciheti daha ağleb-

mısrâ'mda bendeniz de bVt-tesâdüf bir zâHd buldum: -ağleb- dedikten sonra-daha- ne lâzım gelir ? Bir de bu mısrâca takdim ettiğiniz

-Kâzibliği kadar makrûn-ı matlab-

mısrâhndaki kâziblik habere mi âid ? Yalana mı râcî ? Kolaylıkla anlaşıl-mıyor. Binâenaleyh bizimki ile becayişinde bir mahal göremiyorum.

—Nedîme-yi -Konidanthn- tercümesi veyahud, Türkçe tiyatrolarımız-da câ-nişîni olmak üzere intihâb ettim. Mahrem, râz-daş, musâhib demekolacak. Dalkavuk mavnasını murâd ettiğime nasıl hükm olunur ? Bir adamsütninesinin değil hattâ dalkavuğunun yüzüne karşı -dalkavuk- diyemez.Yine bir adam, husûsâ bir sultân, murzıcası olan bir kadına -nedime- de-mekle hakaret etmiş olmaz. Çünkü dalkavuk macnâsı hatırlara gelmez.Fakat bir dalkavuğa nedim derse o zaman bu ma'nâ tebâdür eder. Hıtâbda 29sağır Û erine O kullanışım tefrik içindir. Her yerde isticmâl etmediğimise her yerde tefrike lüzum görmediğimdendir. Buna, isterseniz, HâmidHnihtiyarı da diyebilirsiniz. -Lâfına hilâfına- beytinde de hitabın gâyibe tah-vilinde kcHdeten bir cevâzsızlık görmüyorum. O tahvilin sebebi arz ettiğim,ihtiyar, değildir. Yukarıdaki - Yalan haberler- güzel yalanlar- falanlardansonra

İnanmayışım gönlüm hilâfına-

beytinde bir nükte gördüm de yazdım. Ben hitabı baczı kere nesirde de üçün-cü şahsa atf ediyorum. Nitekim Duhter-i Hindu'nun 23 sahîfesinde birmisâli vardır. Bunu başka lisânlarda da yazıp söylüyorlar.

Zaman şikâyâtına izhâr-i husûmet buyuruluyor. Demek ki dünyâdünyâ olalı sitem-dîdeler mucâtebi olan zaman bizim asrımızda temayüzetmiş. Biz zamana uymayız zaman bize uysun mu diyelim?

Öldürdü beni zaman aman gelBir bade getir aman aman gel

144 İSMAİL PARLATIR

diyen bu zamanın en doğru söyleyenlerinden değil midir? -Hasmım za-30 mandır- tasrîhiyle ana canisin olması tercih buyurulan -bahtım yamandır-

tashîhi beyninde mavnaca bir mugâyeret olmadığından tebdiline hacet kal-mıyor. Hiç lüzumu olmayan, değil, aldanmayı ikiye taksim ettiği için,bVl-iltizâm yazılan -demek ki- kelimesi yerine buyurduğunuz gibi -seni de-sözü komak ise, bir nevc tahsîs ifâde edeceğinden macnâyı tağyir ederdi.Hem de anın üst tarafında olan ve galiba mütâla*asından sarf-ı nazar bu-yurulan,

Doğru söylüyorsan da bil ki kaderYakın zamanda seni tekzîb eder

beytinin ma'nâsı tekerrür etmiş olurdu. Burada ise tekrar câHz değildir.Mamafih bu tekrar da mahzur görülmez ve zaman şikâyâtma hakîkatencevaz verilmez ise beyti gösterdiğiniz veçhile yazmakta bir hatâ edilmiş ol-mazdı. Bundan sonra gelen bir -haber-i hüzn ü elem - ibaresi Nesteren'de

31 ihtiyar olunan şiveye muvâfıkdır. Fakat o şive hüsn-i tabîcata tevâfuk eder mietmez mi orasını bilmem. Bu tacyîninizde biraz lafz-perestlik görüyorum,-niyet- kavi ve fiilde bir nevi tedenni ve tereddüt ifâde ettiğinden, o sahîfedesekizinci mısrâ'da yerinede değildir, buyuruyorsunuz. Mütâlaca-nâmenizinbu ciheti biraz istediğim tarzda olmuş. Şu kadar var ki, benim zannımca, birhakikat göstermiyor. -Niyyet- kavi ve fiilde tedenni ve tereddüdü hiçbir za-manda hattâ ramazânda bile ifâde etmez. MaHûm-ı alînizdir ki ehl-i islâmniyyetle oruç tutar ve su'âl olunduğu zaman niyetliyim der. Nukûl edilme-mek üzere birşey yapılacağı zaman -azmettim- denilir. Hürmüz cariyemizde azmetmiş. Oraya gelişinde niyyeti nikâhı tebşir etmek.

Nikâhı tebşir gelişimde niyyetİster tereddüt et ister emniyyet,Ki bu azmi ilk sözüyle mü'eyyedİster kabul buyurulsun ister redd.

diyor.

Bunu ta'kîb eden mebhasda -mürüvvet- lügatinin âlî-cenâblık manâ-sına geldiğinden bahs ile

Bence sâhib olduğunuz şu servetZaruret kadar mâni-i mürüvvet

beytinde olan isti'-mâlimi nâ-becâ gösteriyorsunuz. Vâkıcâ mürüvvet güzelahlâklı olmak merdlik insanlık göstermek macnâsında bir lügat olaraknigû'hasletân-ı insâniyyet için müfîdü'l-mehâsin bir sıfatdır. Fakat bunun

1 HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 145

maınâ-yı ıstılâhîsi, erkek kadın, herkesin lisânında zifaf ve hitan meser-retlerine de şâmil olur .. Buyurduğunuz gibi kudret vezninde olarak, mün-hasıran kadınlar beyninde muHeber değildir. Bizim beyitteki mürüvvet 32(Vâkıcâ beytü'l-zifâf da değil) müfâd-ı ıstılâhîsi murâd olunduğu için misakat ? veya galat olarak kudret vezninde isticmâl olunmadığı için mi galat ?Bir de beytin muhteviyatı murâd olunan mavnalara yanaşmıyormuş. Mü-rüvvet buyurulsunl Hürmüz'ün tebşîr-i nikâh eden sözüne cevaben

O(sacâdetin) duhûlüne ancakSarayımın (sûrı) hâ'il olacak

diyen ve bu sözünde, bir nükte-i lafziyye ile beraber, düğün gibi nikâh gibişahadetlerin kendi sarayına giremeyeceğini tacyîn eden Nesteren anı mütecâ-kib olan beyitde

Bendeki servet mâni-i mürüvvet

derse, gelin olmaktan bahsetmiş olmaz da kudret helvasından mı dem vurmuşolur? Kudret vezninde okumağa veznin müsâHd olamayacağı bahsine ge-lince kadınlarımız, fakat mahzâ kadınlarımız, hem de validelerimiz hemşi-relerimiz refikalarımız değil de kâhya kadınlarımız, esircilerimiz mahallekarılarımız gibi kadınlarımız, NesterenH okumaları lâzım geldiği hâlde,isterlerse oradaki mürüvveti kudret vezninde okusunlar. Bununla Nesteren'egelecek şey vezinsizlik değildir. Çünkü Nesteren'de zâten vezin yok. Bir 33hesâb var o da yukarıda arz ettiğim iHibâr-ı garbiye müsteniddir.

Alt tarafda olan -ten-âsân- hayli garîb bir lügat- deyip geçilmek hayliâsân görülmüş. Bir lügat mürâdifi olan lügatlerden ziyâde, sâmi'aya hoşgelmek iHibâriyle, lafzen güzel ve yine anlardan ziyâde, selâsetle beraber,muvâfık-ı maksad ve mahal olur ise ona hiçbir vakitde garîb diyemeyiz.Belki gayr-ı macrûf bir lügat deriz. Bendeniz, dediğim muhassenâtı câmVolan bir lügati, masruf olmadığı için, isticmâl etmemek ihtiyatına ka'ildeğilim, hattâ buna mümasil lügatlerin -hâl-i hâzır ve vüsc-ı kâsırından-şikâyet buyurduğunuz lisânımızda isticmâli nezd-i edîbânenizde de mücâzolmak lâzım gelir. -Ten-âsân-ten-dürüst, kavîyyü'l-bünye, sağlam vücûdludemek olarak bir terkîb-i Fârisi'dir. Hem lafzen bunların üçünden de güzelhem de

Bir mülük-âne halk olunmuş inşân

için, sevk-i kâfiye ve nezâket-i tavsif cihetlerince daha ziyâde mevkiHndemüstacmel. Bir de bir lügat, mürâdifi lisân-ı umûmda müstacmel olmadığı,

146 İSMAİL PARLATIR

yacni yerinde kullanılır bir kelime bulunamadığı hâlde, güzel değil çirkinde olsa ihtiyar olunabilir. Ona ise garib diyemeyiz bedf deriz.

34 —Ten-âsân- vücûdu rahatta olan, mavnasına da gelir. Ki üstâd-ımucidin nefsine su-i kasd etmek müfâdmda olarak ihtiyar ettiği, intihar veAllah edinmek mefhûmunda müntahabı olan, te'lîh, lügatleri gibi, bu mac-nâsının iHibâriyle bu dediğim şeyler yeni şîve-i lisâna âiddir. Yoksa tarz-ıbattal edib müstacmelâtına nazaran hiçbir garîb lügat yoktur. Lisânımızdamürâdif ve mukabili olmadığından muhtericâtdan addolunabilir. İşte hayligarîb deyip geçtiğiniz lügat hakkında bu kadar gevezelik elverir. Daha alttarafdaki -düşmek-hitâbı ittihâz ettiğim tarz-ı imlâya muhalif değil muvâ-fıkdır. Çünkü bendeniz sağır kâfi edersen, gidersen, bilsen, öğrensen gibişartı olan hıtâblarda tahvil ettim. Bu da mahzâ kâf-ı Arabi ile gidersek,idersek okunmasına mahal kalmasın diyedir. Meselâ yukarıda, sekiz sahî-fesine âid olarak müntehâbınız olan

Bundan başka ne istersen zâHddir

mısrâhnda üzerine işaret koyduğum (istesen) tacbîri (husûsâ matbu1 bireserde) (istesen) yolunda kâf ile yazılır ise kimin ne istediğini anlamakbir kâri1 için mümkün olamayacağından maksadı mahzâ muharririnden

35 sormak îcâb eder. Veyahud orada müstacmel olan sağır kâf mıdır ? Yoksakâf-ı Fârisî kâf-ı Arabi midir? maHûm olmak için eserin altına bir şerhvermek lâzım gelir. Bu kadar tekellüfe ne hacet.- düşmen- ta'bîrini ise _ j _

ile, düşman, tahrîr edersek hiçbir mahal ve mûcib gösterilemez. _ • _ ile

-il-in arasına bir _*_ konulduğu hâlde onu masdar olarak kâf-ı Arabi

ile -düşmek- okumak mümkün değildir. Nitekim bir beyitte

Aks-ı dîdârı bu şeb ol meh-i zulmet-keşiminPerdesinden geçerek zîneti oldu düşümün

veyaKimsenin sen kadar tecemmülü yok

I Buna bak düşümün tahammülü yok

diyecek olsak yine kimsenin hatırına, düşmek, gelmeyeceğinden bunların,imlâca olan müşâbehetiyle beraber, doğrusu tefrik olunabilir. Her ne ise bubahsin bu kadar arkasına düşmek lâzım değil iken yine birçok söylendiğim-den dolayı af finizi temenni ederim.

20 sahifesindeki -muhtemel- kelimesi, buyurduğunuz gibi ism-i failde olsa zarûret-i şicriyye maczereti makbul olageldiğinden, mukaffa bireserde mefcûl sığasıyle kullanılması ve meselâ emele kâfiye yapılması, em-

HÂMIT'ıN BIR MEKTUBU 147

şaline nazaran câ'iz olabilir. Halbuki bendenizin bildiğime göre bu kelimeism-i fail olmayıp muntazam vezninden, ihtimâl macnâsında mastar-ımimidir. Umûm ise kesre ile de fetha ile de isti'mâl ediyor. Bu mısrâcda 36-ifâdece de noksan var- buyurmuşsunuz. Çok şükür yine mu'âhezeyolunagidiyoruz. İhtimâl maddesi tedbîr etmeğe değil tedbîr olunan matlabın husulü-ne âid imiş. AcâHb söylüyorsunuz. Tedbîr ne demektir ? Tedbîr için ihtimâlve istihale olamaz mı imiş ? Bendenize kalırsa her fikir her maksad her mes-lek her hareket bir matlab olduğu gibi tedbîr de bir matlabdır. Tedbîr etmekteihtimâl olmaz ise tedbîr olunan matlabın husulüne imkân tasavvuru nasılmuhtemel olur ? Bu sözünüzün ne yolda bir îzâh olunmak matlabına meh-mûl olması lâzım geleceğini idrâk edemediğim gibi bunu tackîb eden kaderbahsinde de verdiğiniz îzâhât ve tafsîlâtda, ra'y ve tedbîrde olan aczim mü-nasebeti ile, istediğim raddelerde müstefîd olamadım. Hürmüz'ün icmâlensöylediği

Herşeyi hemân kaderden beklemekAllah'ı kendine hadim bellemek

sözünün, Saıy bendinden muktebes olduğu meydândadır. Fakat bendin se-râpâ nakl-i me'âli olunmayıp, hülâsetü'l-hulâsa veçhile, yalnız maHûmolan fıkradan bir iktibas yapıldığı da hafî değildir. Fıkranın nihâyetinde 37olan,

Sacyden el çekmek rezzâk-ı kerîmi kendineHizmet-kâr zann etmek kabilinden olur

sözü ile, herşeyi hemân kaderden beklemek Allah'ı kendine hadim bellemek- kavli beyninde lafz ve macnâca dünyâlar kadar fark varmış öyle mi ? Ben-deniz o zaman fark bulamadığım gibi şimdi de tefrik edemiyorum. Bende-nizce beyitte fark değil eksik var. Çünkü fıkranın hey'et-i umûmiyyesi naklolunmamış da yalnız hatimesi alınmış. Bu eksiğe ise bir kusur denilmez.Zîrâ beytin üst tarafında olan, -icmal- sözü ile sabit olduğu üzere, bendenizbu iktibasında hulâsa-ı fikri iltizâm ettim. Eğer bu hatimeye münhasır olaniktibasım hatâ ve icmali iltizâmım nâ-becâ ise zât-ı âlînizden bunun ihtarınıbeklerim. Fakat, buyurduğunuz gibi eğer sözünü sû-ı isticmâl etmiş isembundan dolayı da bendenizi Kemâl tevbîh eder. Öyle değil mi?. Hiçbir sâ-hib-kemâlin böyle bir söz söylemek ihtimâli yoktur, diyorsunuz. Şimdibendeniz de hemen kabul edip -hiçbir sâhib-kemâlin böyle bir söz söylemekihtimâli yoktur- diyeyim mi? Bendeniz sâhib-kemâl olmadığım gibi obeyitte de arz-ı kemâl etmek istemediğim cihetle bu sözünüzün bendenizeâid olamayacağı der-kâr ise de ikimiz de sahâbet-kâr-ı Kemâl olduğumuzdan

148 İSMAİL PARLATIR

onu mevki-i bahse koymağa- kavâHd-i edebiyyece mesâğ- olunacağını elbette38 iHirâf buyurursunuz. Demek ki bendeniz Sacy bendinin sahibinin sâhib-

kemâl olmadığını ifâde eder bir söz söylemiş oluyorum öyle mi ? Ben Ke-mâl'e isnâd-ı cehl ediyorum öyle mi ? Ben ? ben ha ?. Kemâl'e ben isnâd-ıcehl?. Ben isnâd-ı cehl KemâVe ben? İsnâd-ı cehl KemâVe ben?. Size neyalan söyleyim, eğer sarhoş olaydım da canım gülmek isteseydi, bu sözünü-zün üzerine tamâm bir sâcat gülerdim]

Kaderin- iHikâdımızca- ne demek olduğunu bilmez değilim. Fakatkendi akl-ı kasirânemce yine kadere bir vukuf hâsıl edemedim. Bu husûsdabendenize tereddüd mü mukadder olmuş bilemem: -Târik'da-

TâW benî-âdeme terfik olunmuş bir kör peridir..İnsan anı istediği tarafa götürebilir

dedim. -Sardanapal'de-

Müfîd ü mükemmel yaparsak kaderTedâbire baczen tevâfuk eder

dedim. Mâcerâ-yı Aşk'da ise Ardeşir'e,

Muradım tedbîr sayesinde kadere bileGalebe olunacağını bildirmek idi.Tedbîrimin sonu iyi görünmediyse deMukadder olan şey de zuhur etmedi

39 dedirmiş ve sonra zuhuruna kâ'il olmadığı hâli izhâr ile bu fikrini vakcayatekzîb ettirmiş hattâ

Mukadder hiçbir vakitte hiçbir kuvvetle başkalaşmaz. Kaderinhükmü değişmez sözünü geri al

yolunda biraderinden tehditler işittirmiş idim. Duhter-i Hindu'da

Kaza ile seni itmiş kenara mevc-i kaderYetim-i bahr-ı felâketsin ey yegâne güher

veYâr olmasa tâliHn sana gerSen tâlice yâr ol ey mükedder

demiş idim. Simde Nesteren'deMâdamki tedbîr emr-i muhtemeldirTakdire intizâr boş bir emeldir

dediğim için münkir-i kader veya kader hakkında diyâneten mükellef ol-duğumuz iHikâddan bî-haber olduğuma hükm olunmak bir kitabı okuma-

HIMIT'IN BIR MEKTUBU 149

dan beğenmemek veya bir adamı istintak etmeden mahkûm add eylemek gibi

olur sanırım.

Beklemek bellemek sırf Türkçe kâfiyedir. Sırf Türkçe olarak Nes-teren'de ittihâz ettiğim kavafı ekseriyet üzere bu kabildendir. Aruzunhâvi olduğu evzân ile Nesteren'in ahz u ictâsı olmadığından kavâcidince debaczı mugâyeret görüneceği tabiHdir. Macamâfih bu kâfiyenin tatbikatınıeşıâr-ı Osmâniyyede aramalı: Şu maHûm olan sekiz onbir ve onüç heceleridâiresinde bulunan eşıâr-ı Osmâniyyede, andaki kâHde-i kâfiye ise emsalve müsta'melâtdan ibarettir. Bizim kahve şucarâsı değil hisâbu'l-benânınmucidi olan -atalarımız- bu yolda binlerce emsele-i isticmâl, binlerce edille-i 40imtisal göstermişler, hattâ beklemek bellemek gibi değil de mukaddeme-iedîbânenizde mazhar-ı intihâb olduğunu gördüğümüz,

Şöyle bir ahdine duranlardanımEfendim uğruna ölenlerdenimOldu bana simden sonra olacakYandım âteşine aşkın yanacak

olmaz mı? Olmazsa olmakla bulmak, öldürmekle güldürmek, yolundakavâfîyi terk etmeli. Ancak olmakla solmak, oldurmakla buldurmak kâfiyeolabilmeli. Meselâ zât-ı âlîniz

Beni öldür beni öldürKimi ister isen güldür

dememelisiniz. Ve meselâ bendeniz

Hayâtımdan bir alâmet olmasınMahv olayım arayanlar bulmasın

yazmamalıyım Ne çâre ki bu benim ihtiyarıma mugayir olduğu gibi, İHİ-yâd ile sabıkadan ibaret olan Osmanlı şiiri kâHdesine de, husûsâ Türkçelügatlerden kâfiye yapmak cihetince, külliyen münâfîdir. Hakîkatde defaraza -bellemek denileceği için bilâ-münâsebet bir gelin düşünüp onu tel-lemek veya beklemek denildiği için alt tarafında pineklemek o kadar değerlibir tekellüf değil. Buna binâen Nesteren'de -Çünki Arap ve Acem lisân-larında kâfiye yapmak için JLJ üıl UU Jl lügatler birbirini mütacâkib 41geleceğinden- Arabi ve Fârisî olan müstacmelâtında ne kadar kâfiye-perverlikettimse -Lügât-ı Türkiyye taharrisinde de sıkışmamak mümkün olamaya-cağından -fakat Türkçe kâfiyelerde o kadar gelişigüzel tarzını ihtiyar ettim.macamâfih yine kâHde gözettim; herkes nasıl yazıyorsa ben de öyle yazmak

150 İSMAİL PARLATIR

istedim. (Beklemek ve bellemek) beytinin mısrâ-ı sânîsi nihayetine biredât-ı haber ilhak olunmasını bir büyük kusur add etmek ise, hatâ ile töh-meti bir cezaya müstahak bellemek veya bir küçük noksanın gittikçe büyü-mesini beklemek kabilinden hesâbsızca bir iczâm. Söz icmâlen nakl olunmuşrivayet tarzında birşey olduğu ve eserde mukaffa bulunduğundan böylepek küçük nakîsaların zarûriyüH-ihtiyâr olacağı cihetle onlara - ihtiyârât-ızarûriyye- nâmı verilmek lâzım geldiği hâlde beyit bir edât-ı habere muhtâcolur mu, muhtâc da olsa bu yolda tahtVesi makbul tutulur mu. Buralarınıistihbara kendim de bir ihtiyâc-ı külli hissettiğim takdirde kusur etmiş olur-sam af finizi temenni ederim.

Semâdan geldiği beyân olunan melek-peykeri tanıyamamışsınız. Buhâlde onu zât-ı âlînize -prezante- etmek lâzım geliyor.; Bu mahlûk insandır,mehâsin-i sûriyyesi evsâfından olarak -baızı kere- melek-peykerlikle de tavsif

42 olunur. VâkV olan su'âl-i vâlâları üzerine kendisini istintak yolunda, -Sananiçin semâdan iniyor dememişler de geliyor demişler ? - dedim. Cevaben-Çünkü oraya geldiğim zaman semâdan inmiyordum, fakat inmiş de geli-yordum] -dedi. Eğer tenezzülen izah buyurduğunuz veçhile yukarıdan aşağıgelmenin Türkçesi inmek olduğunu melek-peykerin menzili olan beytinsahibi için başkalarındap, öğrenmek lâzım gelirse o anda beynine nüzulisabet edermiş. Halbuki cinsini ta'-yîn etmek için tavsîfde bir -melek- lafzımüsta'mel olunca ecrâm-ı baHdeden gelmesi de istiVâd olunamaz imiş.Bendenizce de öyledir. Ya'-ni fikrim melek-peykerin (geldiği) yerlere çıkacakmertebelerde bâlâ-pervâz-ı iHilâ değilse de (indiği) yerlerde oldukça gezüpdolaşmış bulunduğundan, birşeyin, gökten nüzul edebilmek için, bir kerrûbî,bir şihâb, bir kitâb, bir mâHde, bir sâHka, bir hacerü'l-esved olmasına cevazgösterildiği gibi bir melek-peykerin de semâdan vürûdunu câiz-i iHibaredebilirim. Bu saydıklarımı ise SardanapaVde

Semâdan nüzul etmiyor mâlideTecâvündedir dâ'imâ fâ'ide

veYukardan inip yıldırımlar gibiYerin eyleriz alçağın yer dibi

ve , ' .Beyaza bürünmüş bu ins ü cenan

43 Sehâb-ı seherde Perî-yi cinânYere nazil olmuş misâl-i şihâbKi eyler semâda iyâb u zehâbGören rûy-ı arza düşer zanneder

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 151

Hakîkatde lâkin havada giderBenim gördüğüm de hayâl olmasınHayâl-i latîf-i leyâl olmasın

beyitlerinde ve Sahrâ'da

Bu beyaz elbiseyle dense biriYere inmiş sehâb içre peri

ve Tarık'ta

Semâdan indiği zahir kitâb-ı kudsîdirBakınca vechine fikrim heman semâya gider

tarzında, ve IbnüH-Musa'da _

Fakr u zaruretle cevher-i zâta halel gelmez. HacerÜ'l-esved de-diğimiz bir seng-i siyahtır fakat semavîdir

yolunda kullanmış idim. Elbette matbu olan sâHr âsâr-ı nâçizânemde debuna mümasil şeyler yazmışımdır.

İstesem ve bir melek-peykerin inişini veya gelmesini beğenmesem tecvizetmesem o beyti de başka tarzda yazabilirdim. \

Niyâz-ı afv u celb-i rikkat için

mısrâhnda -bu sefer bir büyük kusur değil de- bir büyük zâyid varmış demek

istiyorsunuz gâlibâ? -O da neymiş? j !.. Neye j ha?.. . Şimdi ben buna

nasıl cevâb vereyim? -Alfabemi öğreneceğiz? Mu'âheze mi okuyaca-ğız? Ben belki bir, elifba, dersini dürüst ezberleyemem. Fakat bu mısrâhgayet selis okuyorum. Hadi buyurduğunuz gibi selâsetli olmasın. (Vav\)tayy olunursa beter olacak. Vav-ı âtıfeyi husûsuyle muhaverede hiç kul-lanmayacağımızı da, kesr-i ha ile yemin ederim, bilmiyorum.

Bu Mesîhi gülüşle azmi güyaBeni kabr-i azâb içinde ihya

beytindeki azm kelimesi tecnîs için yazılmışsa kıyamet mi kopar ? Halbukiazm'den maksad tecnîs değil. Teveccüh buyurulan -Bu Mesihî geliştenkasdı güya- mısrâH ise ifâdece andan daha selîs değil. Bârî azm kelimesibiraz Acemâne olmuş deseydiniz. Oradaki kasd de öyle ya. Her ne ise, meselâ

Kasdin sitemin varsa banadır

mısrâhnda olduğu gibi değil.

44

152 İSMAİL PARLATIR

Teşbihe gelelim. Ben kabir azabından bahs etmedim. Azabı kabre ben-zettim. Nesteren o kabirde defin, Hüsrev de Mesîhâ-yı cân-bahşâ. Bunun-îsâ bin Meryem-maksadına neresi münâfî? Hazret-i Mesih'in mezâristândabir işaretle ihyâ-yı emvât ettiği mestur ve musavver değil midir? Nesteren'inihya olunması o kabirden halâs olması yani ber-hayât-ı taze bulmasıdır.Mesih bin Meryem hâbîde-gân-ı ademî müteyakkızü'l-hayât ettikten sonrayine makberlerine icâde etmemiştir ki teşbîhden Nesteren'in kabr-i azâbdabulunması için ihya olunduğu macnâsı çıksın. Bir meyt için kabir içindeazâb tasavvur olunamayacağını da iddicâ caiz değildir. Câ'iz de olsa bizimbeytin ihyâ-yı mavnasına himmet buyurulmamış derim.

45 Hüsrev'in savt-ı iltifat temennisinden maksadı Nesteren'in her neyolda olursa olsun sadâsını telakki etmek olacak. O sadâyı, isterse hıltıyyât-tan hâsıl olsun, iltifat add ediyor. O savta iltifat o iltifata savt diyor. Sırfiltifat biraz Acem kokardı. Harf ve lafızdan ârî olarak tebyîn-i fikr caizolamayacağını bilmemek için inşân sizin Meprizon tercümesindeki -tıfl-ıbî-zebân- gibi olmalıdır değil mi ? Şimdi ise Avrupa'da dilsizler de ta'-allüm-itekellüm ediyor. Bir de hande-i iltifat diyoruz, hande için harf ve savt va-sıflarından hangisi daha ziyâde yakışır. Onu anlamak isterim.

Nûrânî tebessüm aca'ibgörülmüş\ Bu telakkinize ben de tacaccüb ede-rim -Nûr-ı cemâl- her tabîıat-i edîbâne için kabûl-i isti'mâl etmiş bir ha-yâl değil midir ? Dediğim tebessüm -nûrânîde- olan ya-yı nisbî münâsebe-tiyle öyle bir cemâle taıallûk edince, anı nûrâniyetle tavsif edemez miyiz?Victor Hugo dargın bir çehredeki tebessümü bulut altından kurtulan birgüneşe benzetmiş idi, buyuruyorsunuz. Acaba buyurduğunuz gibi mi ? Yok-sa dargınlıktan kurtulan mütebessim çehreye mi benzetmiş. Eğer tebessümü

46 güneşe teşbih etmiş ise bendeniz, tavsiye buyurduğunuz veçhile, sehere nisbetettiğim hâlde teşbihi - o koca şâire- pek uzaktan uzağa, yani mağrible maşrıkyolunda yaklaşmış olurdum. Yok eğer bulutdan çıkan bir güneşe benzettiğimütebessim bir çehre-i muğber ise Nesteren'deki -tebessüm-i nûrânî- vasfıbelki o güneşin bir zenciyye çehresinde veya bir zindan köşesine urmuş hayt-ışucâî kabilinden olur. ma'mâfih bu da şemsin mehbit-i envârı şemse nekadar baHd ise o kadar dûr-â-dûr bir iktibas add olunabilirdi. Gelelim te-bessümü sehere nisbet tavsiyesine. Hande-i seher Venüs'ün güzelliği gibivasf oluna oluna halka usanç vermiş ebâtil-i edebiyyeden bir teşbîhdir. Bu-nunla beraber Duhter-i Hindu'nun 67 sahîfesinde -Güler yüzün subh-ıkâzib gibi nâ-çesbân-ı iHimâd imiş- Ve 46 sahîfesinde

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 153

Gurûb hüznünü vermiş bu aks-i devr-i felek

Sezâ-yı hande olan vechine misâl-i seher

ve İçli KızHn 22 sahîfesinde,

Sen seher gibi latif latif tebessüm ederek bahar güneşi gibi

üzerime nurlar serperek geldin

yolunda ve daha başka eserlerimde başka tarzda sözlerle bu seher teşbihinikullanmış idim. Nesteren'de yazsaydım bir daha kullanmış olurdum. Te-zer'de şu veçhile yazdığım (Bakalım nasıl buluyorsunuz) bir pasaj:

Sen gelinsin bugün, değil mi, Tezer?

Gülüyorl.- -Gülmesi neye benzer?

Mütemevvic tebessüm-i pür-nûr:

Serv-i simin de böyle dalgalanır I. . .

Acaba böyle mi güler ölüler?. ..

Bir melek gök yüzünde böyle güler.

Bir peri nehr içinde böyle yüzeri. .

Bunun üzerine -Tebessümün nûr ile ne alış verişi var?- su1 âli bendenizebiraz zulmânî görünüyor.

-Bana senin ayakkabın tâc-ı ser-

mısrâh benim Nesteren'de en ziyâde zevkime hizmet eden sözlerdendir. Çün-kü cemı-i ezdâdı pek severim. Bu perîşânî-yi fikr ile yazdığım Nesteren'deise mevzîfan teHifen ictimâ-ı ezdâd ve telâkkî-yi zıddıyye ile uğraştığımı el-bette görmüşsünüzdür. Başka giyilecek bir şey için, husûsâ Nesteren gibi,biraz evvel saray ve saltanattan şikâyet etmesi ile sabit olduğu üzere, tahtve tacını tahkir etmesi lâzım gelen bir kızın nazarında, ayakkabından başkabir zıdd tasavvur olunur mu?

Felekten şikâyet filvâkî hey'eten câ'iz olamaz. O şikâyetin fenne detatbiki becâ değildir. Nesirde ise pek müstacmel olmakla beraber simdensonra bendeniz de kullanılmaması tarafındayım. Fakat âsâr-ı manzumedefeleğin hedef-i itâb edilmesi her lisânda kabul olunmuş bir lâzıme-i şicriy-yedir. O yolda şikâyet şiirde türrehâttan değil icâbâtdan add olunuyor. Nes-teren manzum değilse de nazmîdir. Mevzun değilse de heceli kafiyelidir.

47

48

49

* Burada sayfanın yarısı yıriık.

154 İSMAİL PARLATIR

Heceli kafiyeli olmak ve nazmî bulunmak İHibâriyle NesterenHn muhte-viyatını şiir sayabiliriz değil mi? Bana kalırsa,

Nedir felek nedir ettiğim kusur

Ki zulmün şiddetin hep bana mahsur

sözü pek ma'sûmâne pek tabiH bir vaveyla ve HikmetHn

Ya Muhammed o mübarek yüreğin taş mıdırmısralında gördüğümüz gibi aleyhi''s-salavat efendimize seng-endâz-ı ser-zeniş olmaktan evlâdır. Husûsâ ki zât-ı âlîniz de bir yerde

Ekrem henüz ukde-i bahtım açılmadanEczâ-yı cismim etti felek târ u mâr hayf

demişsiniz. Velhâsıl bendenizce faili tacyîn olunamayan bir kötülüğün fe-lekten sebebini sormak insanlar için tabîHdir. Kusurunu bilmeyen bir ada-mın feleğe öyle bir itâb-âmîz hıtâb atf etmesi kezâlik şiirde ise yakışıyor.Fakat bir dereceye kadar. -Nesteren'de vezin yoksa da sizin vezinsiz gör-düğünüz

Dâreynde bâıis-i sacâdetim

50 mısrâh arzu buyurduğunuz gibi mevzundur. Vezinsiz dediğiniz ikinci mısrada bizim hesâbça nâ-hem-vâr değil. Alt taraftaki -pîç-in istizahı külfetindende hiçbir şey anlayamadım, -râm- münkâd mavnasına -bâlin-i rahata râm-ise yastığa inkıyâd etmiş demek olacak. -Heyecân-âlûd-gam-âlûd- terkibikabilinden olmak üzere sahih, hele -gam-âlûd-ı derd- sözünden bin kat ma'-nî-dâr.

Nukûd-i âmâle câ-yi iddihâr

mısrâhna olan sözde hakkınız var. Çünkü ibtidâ bu takriziniz lafzî değil.Saniyen teşbih, münâsebet-i makam olmakla beraber, fena. Sâlisen benimgibi tehî destân-ı iflâsın öyle nakd u dinardan bahs etmesi kabul olunurmantıklardan değil. Fakat 47 sahîfenin nihâyetinde olan -mütelâşî- keli-mesi doğru çıkmış ve 1-15. sahîfesinde -mütelâşiyâne- denilecek yerde sehven-meselâ sey'en- yazılmış iken bunlardan katken bahsetmeyip de 89 sahîfe-sindeki -telâşî- hatâsına hasr-ı mütâlaca buyurmuşsunuz. Galiba biraz ace-leye rast gelmiş. Size ne yalan söyleyeyim ben bu tahtiye-i sehv-perverâneyizât-i vâlâ-yı edîbâneleri gibi

51 Ana macnâ-yı bâtıl u mackûlDaha bî-lafz iken olur menkûl

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 155

sözünün mâ-sadakı olan mevsûfiyetde temayüzü mücerreb, nefâis-i âşinâ-yiGarb u Arab Fârisî ve Türkî tarz-ı kadîm ve şîve-i nevîn-i edebde cümlemiziçin muktedâ-yi müntehab, encümen- bahşâ-yi muhadderât-i efkâr, cümlezîb-i sancat u tabfat gülşen-nümâ-yı bahâr-ı eşcâr, inkilâb-âver-i devr-ima^rifet olmakta yegâne sâni-i âr-ı edeb bildiğimiz bir nümûne-i bî-hemâlKemâl'den değil. İşte o -azirnü'l-cûsse, mehîbü'l-manzar rîş-i sinesin döğersevdâsiyle vechim- yadigârlarından bile me'mûl etmez idim.

Ben kurtulursam helak olan Husrev

mısrâhnda helak olan demek de câHzdir. Mahv olacak demek ki câ'izdir. Alttaraftaki b'mr kezâlik. J

Kabil Fârisî bir isim olarak ba'nın zammeyle fethayle kesreyle şiirdeyazılır. Vehbî merhum bile zahir İran'a felâna gittiğiyçün o hâli kesre ile

Bâzî-gerân Kabil'iCâdû ü şân BâbiViMedhûş eder cân u dili

demiş. Rahmetu'l-lahu aleyh. Halbuki bizim lisânda her vakit için kesre ile-Kabil vezninde- Kabil isti'mâl olunuyor. -Câdû'yı- cadı yaptığımız gibi.Buna peyrev olan -ırak- kelimesi bilmem vaktiyle ihtiyar ettiğim Irak veAcem seyahatleri midir? Her nedense benim -mezâkıma- daha mülayimgeliyor. Ve kâfiye-i mukayyede de öyle îcâ b ediyor. Irak yerine firak de-seydim alt taraftaki -iftirâk- daha ziyâde su'âl ve merak daıvet ederdi. Bu-gün Rusların oraları istilâ ettikleri der-kâr ise de uzak kelimesine kâfiyebulmak için Nesrin''in zihninde bir'Moskof-Kozvağı- tasvirine o târihtemahal yoğimiş demek oluyor I Hele mefhûmu başka bir tarz ile başka birkâfiye ile ifâde mümkün olsaydı, daha güzel olmak şartıyle fakat, elbettebir nümûne ihsan buyururdunuz. Bunun ve alt tarafdaki beytin, ycfni

Olmasam giden sahibimden ırakOlsam kalan mahbûbumla iftirâkNe anınla bir ne buna refakatİkisinden de olsam kalsam firkat

sözlerinin machûd Türkçe bilmez Frenklerin Türkçe lâkırdı söyleyişlerikabilinden olduğunu söylüyorsunuz. Belki kitabı Frengistan'da yazdığımiçindir. macamâfih bu yolda ifâde-i meram eder bir Frenge rast gelmemiştim.Bunlar hakîkaten Türkî-yi Frengâne kabilinden ise Osmanlıca bir delilgöstermeliydiniz. Ve illâ ictirâz-ı âlînizin ne kabilden olduğu anlaşılamaz.

52

156 İSMAİL PARLATIR

53 101 sahtfenin birinci mısrâcı yine vezinsiz imiş. Bendeniz emr, ömr,cebr, sabr, zehr, kahr, gibi kelimâtın şiirde ve nesirde gelişi güzel isticmâlolunmaları tarafındayım. Nesterende vezin iltizâm etmediğimi ise bende-nizden başka kimse bilmez değil mi?

Pençe-i kaza mahbesde bükülmez

mısfâhnın ne demek olduğu kaili olan Nesrindin hâl ve kâlini yukarıdanaşağı mecânîye ve öyle bir ma'sûme-i hayât-fedânın muhâkeme-i hasb-i hâ-linde hayâdîdü deştü derya tahayyüllerinden zihni lahliyye ile münfehimolur. Nesrin mahbûs olmakla pençe-i kazadan rehâ bulamayacağını söylüyor-ölmeliyim-diyor. Ölmeyi halâs add ediyor. Dediği pençe-i kazâcellâd baltasıveya siyâset makinesi filan değildir ki Nekrek ManoVun -Üzerlerine havaleolunan pençe-i kaza - dediğimiz âlet-i i'dâmi bükdükleri görülmüş müdür ?stfâline ve bu su'âi ile beytin aks-i telâkki me'âline ihtiyâç olsun. Acababir takım harami isimleri yazmaktan meram beyitte bir sirkat-i şicriyyebulunduğu mu îhâm olacak.? 105 sahîfesindeki -tehlike- doğru değilse deanlaşılmaz bir şey de değildir. Ben onu -kazaen uğranılmış bir helak- yerin-de kullandım, ki reviş-i ifâde de öyle anlatır sanırım. Binâenaleyh hedef

54 olduğu tacrîz o kadar -danjero- add olunmaz. Alt taraftaki mısra bizim he-sâbça mükemmel ise de bir noksanı var: - Uyuyorken- yazıldığı hâlde -uyur-ken- çıkmış değil mi?

Babama kıydın şimdi yeri eflâk

mısralına olan tacrîz sü'âii nazar-ı hakikat karşısında garabetten hâli ol-masa gerek. Ervâh-ı kiramın huld-ı berinde kasr- ârâ-yı nâz u narini olacağı mevâHd-i dîniyyeden olarak kütüb-i semâvîyede mazbuttur. Bunungibi ruhun cânib-i iliyyine pervâz ile tabakât-ı âliyyesinde seyr u karâretmesi tasavvuru her lisânın müellifât-ı edebiyyesinde bir câ-yı iştişhâdbulur. Hakîkatda da, âlem-i bekaya intikâl etmiş muhterem bir şahsın te-cessüm eden rühâniyyetine bir mekân olmak lâzım gelirse, onu cennet-i aHâdave ceneti de -aHâ vasfıyle sabit olduğu üzere-âlem-i bâlâda farz etmek be-câgörünüyor. Binaenaleyh NesterenHn peder-i muhteremini eflâkte tasavvuretmesine istinaden, Kâbillilerin ölüleri gökyüzüne mi çıkardıkları- su'-âline gösterilen tenezzül-i istihfâf-kârânenin dereke-i idrâk-i âcizânemdenpek yukarı kalacağı tabîHdir.

55 Acaba -mitoloji-yi mi sevmiyorsunuz? veya tabakât-ı semâ tasavvurve tasvirlerine mi kail değilsiniz? Yoksa ruhların esfel-i sâfilîn-i hâke in-diğini mi istiyorsunuz? Buralarını anlayamadım. 108 sahîfesindeki be-

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 157

yitlerde de Nesteren'de ittihâz ettiğim kâHde-yi ifâdeye nazaran zihaftaneser olmayacak. Beşinci beytin mısrâ-ı sunisinde gördüğünüz tackîd-i macnâpek yoktur, diyemem. Ancak bu macnâyı hem de mutlak bu macnâyı yalnızbir beyit ile başka tarzda ifâde mümkünse beyân buyurulsun diyebilirim.Vâkıcâ zehir yılanın kanında değil dişindedir, fakat zehirli olması hey'et-iümûmiyyesindedir. Halbuki Nesteren o beyti istiğrâb ve istibcâd yolundasöylüyor. Hayye kanında süt münkalib-i zehr olmak nasıl olurmuş gibi ?

Tüfü tüfü tacbiri hakkında fikrinize iştirak edemeyeceğim. Elfâz-ısavtiyyeyi ağızdan çıktığı gibi yazmak kâHdesine ittibâ olunsaydı da Nes-teren -tüfü tüfü- diyecek yerde -tüh tüh- diye Nesrindin yüzüne tükürseydihuzurunda bulunduğu pâdişâha biraz hürmetsizlik etmiş olmaz mıydı?-tüfü tüfü- tükürmek mucarrefî bir savt-ı tahkirdir. Fakat -tüh tüh- bir ada-mın adetâ yüzüne tükürmektir. Nitekim -öhhö öhhö- demek başkadır, ök- 56sürmek başkadır. Bir de bendeniz buna mümasil haltiyâtın, tacrîf kısmındadeğil, âsâr-ı nazmîyyede, mükâleme içinde, ağızdan çıktığı gibi yazılmasınısevemiyorum.

Lacnetler olsun felek sitem-gerine

mısralı kezâlik bizim hesâbça tamâmdır. 118 sahîfede dördüncü-mısrâcda-diye gösterdiğiniz -teklifin yutulmaz- tacbîrine olan iHirâzınızı kolaylıklahazm edemeyeceğim. Çünkü -teklifin- hıtâb ile- yutulmaz nefy beyninde olan-zehr-âlûdedir- terkibinin tayy olunması da yutulmaz. Bendeniz orada,inayet buyurun

Teklifin zehr-âlûdedir yutulmaz

demiştim. Şimdi söz amiyane mi oluyor nükteli mi oluyor?

Farz-ı mahal olarak bu hıtâb avâmîde olsa idi mecliste onun sahibiavam mü'ekkili bulunduğundan bir nisbetsiz ta^bîr sayılamazdı. 119 sahî-fesindeki -devirilmez- Ruhî merhumun değineği gibi değil kâHdenin icâbettiği gibidir. Bunun aslı devirmek masdarı olduğundan gâib ve meçhule 57tahvilinde devirilmek olur zannederim: vermek, verilmek, girmek, girilmekgibi.

Hürmüz Hürmüz, kim derdi ki meleklerİnsan ciğerine acıkacakmışŞîr add ettiğim yılan çıkacakmış.Bari senin de südün zehr olaydı

sözlerini başka yolda istinbâd buyurmuşsunuz. Şir bir canavar olmaklaberaber maHûm-ı âlînizdir ki elsine-i şarkiyyede mecazen merdân

158 İSMAİL PARLATIR

bizde alem olmuştur. Hassaten bizim lisanda bir kahramana aslanderler. Hattâ sizin Vuslat'ta görüldüğü veçhile kadınlarımızdan baczısıoğullarına felan -arslanım- hıtâbıyle arz-ı şefkat ederler. Arabların -esedü'l-lahmı -Acemlerin şîr-i hudâsını da bilirsiniz. Hem ne kadar muhterem birzât için arslan nâmını veriyorlar ani da bilirsiniz. Fransızcada birisine-Kon- denildiği hâlde anın bir -merd-i bî-bâk- olduğu murâd edilmiş olurki anı da bilirsiniz. Bu takdirde Nesteren şîr addettiği HüsrevHn arslanane veçhile müşabeheti murâd olunmuş anı da bilmeniz lâzım gelir -arslankorkunçlukta ve insana mazarrat vermekte yılandan esne iken nasıl oluyorda yılan râcih gösteriliyor- diyorsunuz. Vâkıcâ arslan korkunçtur fakat yı-lan da ejderha kadar büyük ve büyüdükçe arslandan daha korkunç olur.İnsana mazarrat vermekte arslandan eşnedir. Hattâ Kemal Beyefendi de

58 GülnihaVin 22 sahifesinde : -Muhtar Bey tıbkı arslan tabaatında karşısın-dakinin yılan olduğunu hiç düşünmüyor. Yılan arslanla pençeleşmeye gel-mez. Uzaktan üstüne atılır, beline sarılır, kemiklerini kırar- demiş. -İnsanciğerine acıkmak yılandan ziyâde arslan için müvecceh değil midir- buyruyorsunuz. Varsın arslan için müvecceh olsun. Bunun beyit ile münâse-beti yok. Çünkü orada insan ciğerine acıkmış dediğimiz yılan da değil ars-lan da değil melektir. Ki Nesteren hem söylüyor hem istibıâd ediyor. Vâkıcâzât-ı âlîniz yukarıda -arslanla melek beyninde ne münâsebet ne vech-i şebehbulunabilir- demişsiniz. Amma öyle bir münâsebet tasavvur ve tasvir etti-ğime ne münâsebetle zâhib olduğunuzu ber-verchile anlayamadığımdan. . .Her neyse -Zannederim ki mevzû-ı bahs olan mısralın mâ-kabline kâfiye-

59 sinden başka bir cihet-i irtibatı yoktur. Nesteren -Meleklerin insan ciğerineacıkacağını kim derdi- istibdadını söyledikten sonra -giryân olarak- şîraddettiğim yılan çıkacakmış. Keşke senin de südün zehr olay dil yolundabaşkaca bir feryâd ediyor. Feryâd ki bu feryadın hâvi olduğu cemiyettegürültüye karışmış.

Eğer mütâlaca-nâmenizi kendi ricam üzerine almasaydım bu mebhasdedaha ziyâde figân ederdim. 130 sahîfesindeki, -dâmenim çâkîde- hayli ge-vezelik götürecek: Kemâl Bey'le olan ikinci müsâhabet-i gıyâbiyyemizde, kibundan beş altı sene evvel -dest u dâmen- teşbihi hakkında bir bahis geç-mişti. Müşârün-ileyhin vâki olan ihtar ve iknâh üzerine bendeniz de meselâ-dâmen-i afv,dest-i maczeret- yolunda şeylerin isticmâl olunmamasına ka'ilolmuş idim. Bununla beraber Nestereri'de

Dâmenim çâkîde dü-destim tehîTahavvüle düştüm ömrüm müntehi

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 159

demekte bî-ihtiyâr oldum. Çünkü sözü gayet selîs buldum. Bir de bu itiyâd-ıkadîmeden öyle çarçabuk kurtuluvermek mümkün olmuyor. Mümkün ola-madığına en güzide şeylerden istişhâden binlerce edille ve emsal tacdâd ede-bilirim. Kurtulamadığımızın esbabı da hepimizce mazlumdur. Semerât-itabaatımız olan şeyler hep bir bahçede perveriş-yâb olduğu için birbirimizi okadar cüdâgâne bakmamaklığımız lâzım gelir. Meselâ bendeniz, eğer yu-karıda dediğimiz gibi sizin indinizde bir -nev-resîde-i Kemâl- isem Nes- 60teren muahezesinde Nevres Efendi kâbına varmamalıyım. -Eteği yırtılmakesbabı felâketten mi ma'dûddur ?- diyorsunuz. Vâkıcâ eteği yırtılmak birfelâket değildir. Felâket de add olunmaması lâzım gelir. Fakat Fârisîde-Çâk-ı dâmen- vasfı bir -felâket-zede- den kinaye olmuş. Ben îcâd etmedimki, ne yapayım?

—Levm-i encümen- ne demek diye soruyorsunuz. Bu su'âl de bendeniziçin bir ukde-i derûn oldu. Şu kız âfet-i cihan, şu hükümdar belâ-yi âlem,şu hâce siklet-i meclis yolunda müstacmelâtımıza kıyâsen levm-i encümendiyemez miyiz? Vâkfa bu da iyi bir tacbîr değil fakat yanlış veya anlaşılmazbirşey de değil. Siklet-i meclis vasfı mecliste ve belki her mecliste müstaskaldemek olduğu gibi -levm-i encümen- de encümenlerde muıâteb ve leHmolan macnâsına gelecek. Şimdi beyti yacni

Yâr değil, rakîb, muhibb değil düşmanRûh-ı meclis değil levm-i encümen

beytini okudum ve onu tackîb eden

Cân değil cânî, cesur değil miskin

tezyidine bakdım da yukarıda -iyi bir tacbîr değil- dediğime nadim oldum.Levm-i encümen yapayalnız olunca, hanesinden çıkarılmış bir güzel gözgibi iyi değil lâkin çehresi olan beyitte yakışıyor. Alt tarfıyle de mütenâsib. 61

— Karardı, ağardı- kâfiyeleri Nesteren'de sırf Türkçe olarak istisnaettiğim kavâfîdendir ki bunların kâıide-yi mütehazzıma muvafık ve ma'a-mâfih macdûd olduğunu hem Nesteren'in hatimesi olan -ihdâda- hem debâlâda arz etmiş idim. 138 sahîfesindeki -becer- kelimesine, mâ-kâbili olankelimât-ı kitabiye ile beraber olduğu hâlde, tacbîrât-ı hezliyyeden add olun-ması nasıl câ'iz olur? Bir de bu tacbîr hezele tahsis olunmamıştır, -gitmek-uydurmak gibi -virmek- gibi ancak bazı kere ifâde-i şenâcat edebilir. İştehayât ve memat mesâ'ili gibi ciddî ve ulvî bahisler arasında îrâd olunduğuyani mahzâ -işte sen- işte göğsüm, işte hançer, al, tut, bağla, vur, vurdur,bitir, beceri beytinde bulunduğu içindir ki, macşûkasına teslîm-i hançer-i

160 İSMAİL PAHLATIÎt

intikam eden bir şehzade lisânından sâdır olmağla lâğ u latife dâHresindençıkarak, mefhûmu bir fahişenin anı dostuna teklîf-i vuslat için kullandığısırada tevârüd eden mavnalara mukârenet etmez zann ederim. MacamâfihNesteren için bir taV-ı sâni nasîb olursa o ta'-bîrin tabca muvafık sûretde

, hakkından gelebilirim, fakat 149 sahîfesindeki -zalîm-in lügât-ı garbiyyedenolmasına aklım ermiyor. Hem müstcfmel hem md'-nîdâr, mağribden geldiği

62 için elsine-i garbiyye vukufuna istiğrâb olunan bir kızın şarktaki garîbliğikabilinden, hem güzel hem tefhîm-i merama muktedir hem deyine garîb kah-yorl Hele 158 sahîfesinde ikinci mısrâhndaki -leb-âlây- nasıl hılâf-ı kâHdeoluyor onu da katiıyyen anlayamadım. Acaba mısra Nağme-i Seher'de gör-düğümüz

Ikd-ı cevher gibi bir mısrâ-ı hûb u racnâ

değil de onun için mi kâHdesiz ? -leb-âlây- dudak bulaştırın mavnasına -âlâ-ise âlûden'den ism-i faildir.

— Tanbur-zenân-ı fütuhat- terkibi acâHb bir şey imiş, acâ'ibl Asya'dabir Afgan ordusunun tanburlar nekkâreler çalarak bir şehre girmesi vakca-nın târîh-i cereyanı olan zaman için bacîd bir hayâl midir? Acaba, mit-raliyözler, kurûblar atılarak bandolar çalınarak bir duhûl tasavvur olun-malıydı? İhtimâl ki şimdi siz- \j$'*»- & JJ^> Çj?**- <> dersiniz de hayâlindeğil terkibin acâHbliğini murâd ettiğinizi söylersiniz. Elbette bendenizde, <jj±\ '"*~ıi jjjül J Jİj deyip geçemem a. . . Terkîbde de acâHblik gör-mediğimi ve -nâle-zenân-ı istimdâd, kahkaha-künân-ı istihfâf-yolundabir terkîb olduğunu söylerim.

63 — Kareler-de olan imâle kâfiye zaruretine mübtenidir. Bu zaruretsizce makbul değil ise tecviz etmemeniz tabîHdir. Ancak bendeniz her lisândamuHeber olan zarûret-i şicriyyeyi bir dereceye kadar kabul etmiş olduğumdanbazı kere muktezâsma ittibâ ediyorum. Bir de bizde siyah macnâsına olanbu kelime üç türlü imlâ ile yazılıyor ojü i ly t ty gibi. Binâenaleyh o mıs-râfda imâlenin vücûduna hâkim olunamaz. Ne vakit bir Osmanlı -akademisi-te'esüs ederse bu yolda imlânın sahih ve gayr-ı sahihi o vakit tacayyüneder. Yoksa şimdi Türkçe lügatleri her ne yolda imlâ ile yazsak ve yazdı-ğımız şeyler için her ne söylesek indî olur. Bundan sonra gösterdiğiniz -eşk-rîzân- ile -cereyanı- yine eski mizan ile muvâzene buyurmuşsunuz ammabenim hesâb ve intihabıma nazaran anlar da doğrudur.

163 sahîfesinde aşağıdan beşinci mısrâca baktım o tackîd-i lafzîyeyine. kâfiye-i mukayyede mücbir. Lâkin, bu elfâz-ı ta'rîzinice bir

Ey mevt, ey hilâl

HIMIT'IN BIR MEKTUBU 161

sözlerinin biri zâHd değil. Belki diğerini mu'eyyiddir, Hüsrev'in, 193 sahîfe-de olduğu üzere

O mekruh u gaddar merd-i neberdiŞimdi hiç gören yok, öldü, geberdi.

demesi kabilinden, feryâd ve istimdâd lisânına yakışır tekrarlardandır. 64Ketin ü ihfâ havfü haşyet, kati ü icdâm gibi ifâde-i âdiyy ede kullandıklarımükerrerât-ı zâHde yolunda değil. Nesteren'in oradaki hâlinden anlaşıldığıüzere, fikrin heyecanı, hissiyatın galeyanı zamanlarında böyle bir tekrarısâ'ika-i tabicat add edebiliriz. -Misâl-i ibret- ne demek diye soruyorsunuz,vallah bendeniz de bilmezdim. -Mecmûca-ı Fünûn'da-görüp tahkik ettim:Misâl kıssa demek ibret ise ahlâk ve vukûcattan hisse verecek bir şey imiş.Bunun üzerine HüsrevHn nakl ettiği nusret için, misâl-i ibret, dedim. 184sahîfesinde iki zâHd ve bunun da nâsih veya mürettibe âid olduğu biraz mü-lâhaza ile anlaşılır. Hecenin Nesteren'de ön üçe kadar hesabı varsa da omısra aslında on bir heceliydi. Bununla beraber söze tabiîlik verdiğindeno iki zâHd benim makbûlümdür. 185 sahîfesindeki mühlik ism-i faildir.Bunu yazarken itinâ ile düşünmüş ve bî-şu'ûr-ıye's ve fütur olan Nesteren'inşiddet-i hiddet ve cinnet-i muhabbet hâlinde bir eve husûsâ maktel dediktensonra, mühlik denmesini tabiH görmüş idim. Bir de siz bilirsiniz ki bu yolda 65tavsîfât Fransızcada ekseriyetle müstameldir. Nesteren'in ise Garb ve Şarkhayâlât ve teşbihâtıyle alâka-yı külliyyesi olduğunu beyâna hacet göremem.

Bunun Fransızcada isticmâl olunduğu cevâbı makbul tutulmaz veçehre-i mu'essir, nazar-ı hazin, çeşm-i katil, vatan-ı münHm, sahrâ-yı vahşî,arz-ı cennet, firâr-ı müdhiş, beyt-i mukassi yolunda tavsif âtımız kabulündenolarak kullanılması ca'iz olmaz ise bir lâ-yuıkal hüzün ve keselden südûruma'zûr görülür zannederim. Çünkü tiyatroda eşhâs-ı muhayyelenin kesbettiği hâle göre, hissiyatına göre lâkırdı söylemesi makbul oluyor. Bir ya-lancı adam nadiren doğru söyler. Fakat bir deli sözünde ekseriyet üzereyanlış yapar. Hükemâdan birisi sayıkladığı sırada mecnûnâne bir söz söy-lemekle deli sayılmaz. Fakat o macnûnâne sözü söyleyebilir. Nesteren delideğilse de bir hiddet-i şedide içindedir. Şiddet-i hiddet ise bir muvakkatcinnettir. Binâenaleyh o hâlinde evin havası iHibârıyle, bu sözü söyleyebilir.

Halbuki orada mühlik olan -ev- değildir. . . Şöyle]. . dört nokta ile-maktel- kelimesinden ayrılmış olmasına nazaran alt taraftaki -ızdırâbdır-Benim bu tafsilden maksadım bir evin mühlik olup olmaması hakkında 66mütâla'a beyân etmekten ibaret. Yoksa söz Nesteren'e âid değil.

162 ' İSMAİL PARLATIR

188 sahifesindeki, devr-i keç mürur, nazar-ı tedkîk-i isâbet-perverle*rinden lâyıkıyle imrâr olunmamış olsa gerek. Devr, vakit, zaman demektir.Kürreri arz demek değildir. Zaman mürur eder. Mürur ise bazen aksi olur.Nitekim mısrâ'ın nazar-ı dikkatten geçirilmesi de öyle olmuş. Keç lâfzınımutlaka -eğri büğrü-diye tercüme etmekte de bir doğruluk göremiyorum.Rast, doğru demek fakat doğruluk hatt-ı üstüvâya mahsûs değildir. Nitekimkec eğri demek lâkin eğrilik kavs-i kuzahı ihtisas etmez. Bârî tacbîri beğen-meseydiniz hem muHâdınızda devam buyurmuş olurdunuz hem de hakkınızıteslim ederdi.

Alt tarafta işcâr ettiğiniz -meHûm- elfâz-ı garibeden ise de sebeb-i istic-mâli maHûmdur. Allah J±j f_j (rimes riches) in belâsını versin. Türkîdsihtiyarı de tacrîz da'-vet ediyor.

Bunu müte'âkib-İllâ bulutlar nasıl da rûh-perver-

mısrâhnda beğenmediğiniz -illâ- kelimesi Türkçe şiveye illâ istanbul Türkçe-sinin şivesine ne kadar muvafık. Sevilmez birşey de değil. Ancak bulutların

67 rûh-perverliğini anlayamamak pek sevilmiyor. Güzel bir bulut rûh-perverdeğildir de cân sıkıcı birşey midir ? Ebr-i can-bahş-ı nisan vasfı tutalım kihayâtu'n-nebâta hidmet ettiğindendir. SehâHb-i hoş-elvân, âleme rahmet-ef-şân olduktan başka, hem de müzeyyenât-ı hevâHyye, muhassenât-ı semâHyye-dendir. Bu iHibâr ile ve ruhların da semavî olması iHibâriyle anlara rûh-per-ver diyemez miyiz ? Vâkııâ, alt taraf da işaret buyurduğunuz veçhile, bulutlarşeklen öyle su küpüne veyahut şarap fıçısına felân benzeseydi hiç bir letafetve meziyetleri olmaz idi. Ne fâHdesi var ki ara sıra gördüğümüz o rengâ-renksehâb-pâreler melek yatağı denilmeğe melek bağçesi denilmeğe hûrî mem-leketi add olunmağa lâyık olacak surette latîfdir, semavîdir, rûh-perverdir.

Gelelim alt tarafa. Bulutların meleklerle leb-â-leb olması, meleklerinbulutda -ağız ağıza- veya -dudak dudağa- dolmuş bulunduğunu ifâde etmezve illâ -ağzına kadar- meleklerle dolu demektir. (Bendeniz Avrupada gez-diğim -Bozar- (Beax arts) müzelerinin tabakât-ı semâ kısmında, tıbkı oradatasvir ettiğim gibi, irili ufaklı bir sürü melâ'ikle dolmuş bulut resmi gösterirlevhalar seyr etmişidim. Bu meleklerin bulutların içinde öyle zeytin yağınabala kavonozafelana, benzeyenini görmemiş idim. Acaba zât-ı âlîniz, Viyanadeva'ir-i temaşasında böyle mi gördünüz?)

68 Bu tasavvur tecarrî-yi hayât ve taharrî-yi memat hâlinde ûlem-i mele-kûtı tahayyül eden bir kızın nazar-ı macnevîsinde tecessüm edecek bir hayâl

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 163

değil midir? Bendenizce ne kadar -Mitolojik- ise o kadar da NesterenHnhiss ü hâline muvafıktır. Binâenleyh bu tasavvurla bulutların zurûfa me-leklerin ecsâm-ı mâyiıaya benzetilmiş olması istinbâtı beyninde yerdengöğe kadar mülâyemetsizlik görüyorum ve binâenaleyh öyle bulut kavonozumelek balı yolunda temeshurât ile mütâla'a-nâmenizin bu cihetini

Kamer hamîresi veyahut güneş murabbâsı

nısrâhnın kalıbına dökmeğe hacet yoğidi zann ediyorum. Bir de Vuslatdakimuhabbet tahrifinde gönül gibi kuş kadar birşey âsmângibika'inâtınhey'et-iumûmiyyesini istffâb eden bir fezâ-yı bî-intihâya ve bir hiss ile tahrif olunanmuhabbet-i şems-i âlem-pîrâya benzetilerek

Gönül ki bir semâdır -kenâr-ı ufkundan- muhabbet güneşi do-ğarsa ne kadar lâtif olur

buyurulmuş. . . Acaba semâ-yı kalbin ufkundan doğan muhabbet güneşinemeleklerle dolmuş bir bulut yakışmaz mı ? Yine VuslatHa iki yâr-ı mu-câşaka-kârın

garîb değil yenidir hem de güzeldir. Güzel olmakla beraber bedFadır. Inti-hâb ve isticmâl ettiğim için de memnunum. Bunlar gibi geçen garîb garîbtacbîrleri, eğer ehemmiyet verip, yazmış olsaydınız anlara da cevab verece-ğimden emînim.-

Işte burada ccvâb-ı acz-ânem de hitâm buluyor. Sözü kesmeden evvel,Nesteren hakkında temenni ettiğim mütâlaıât-ı seniyyelerinin bendenizekanâcat-bahş olup olmadığını beyândan sarf-ı nazarla masruf olan himem-iâliyye-i edîbânenize teşekkürler ettiğimden evvel emirde bunu arz eder vebu kadarına mazhariyyet.-i âcizânemden dolayı kendimi dâHmâ bahtiyaradd edeceğimin beyânını te'minât-ı fâyıka-ı uhuvvete terdîfen niyâz-ı afvve iğmâza vesile ittihâz eylerim. Baki taczîm ve biraderi.

Âciz biraderiniz

Abdülhak HÂMİD

30 Ramazan 1296

69

Rurada sayfa eksikliği var.

164 İSMAİL PARLATIR

Ar

S"

HÂMIT'IN BIR MEKTUBU 165

^,

A

- A

\ (s Uf

166 İSMAİL PARLATIR

. S

*•* °J