[niyazi Öktem] laiklik din ve alevilik yazıları
TRANSCRIPT
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 1/111
PROF. DR. NİYAZİ ÖKTEM
LU
« 0
PROF. DR.
NİYAZİ ÖKTEM
İ944 yılında Elazığ'da doğdu. Galatasaray Lisesi ve İ.Ü. Hukuk
Fakültesi mezunudur, 1977 yılında doktor U nvanını, 1981 yılında
doçent Unvanını İ.Ü. Hukuk Fakültesi Hukuk F elsefesi bölümünde
aldı. 1988 yılında İ.Ü. İletişim Fakültesi'nde profesörlüğe atandı.
Kendisi doçentliğinden bugüne din felsefesi ve din sosyolojisi
konularıyla uğraşmaktadır. Bu bağlamda diğer dinlerle diyalog
toplantılarına katılmıştır. Sünni kökenli olarak İslam dininin Alevi
yorumları üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Fransız hükümeti bil-
imsel çalışmaları nedeniyle kendisine
Legion d'Honneur
şövalye
ünvanım vermiştir. A.B.D., Fransa, İtalya'da bilimsel
çalışmalar ve staj yapan Ö ktem halen İ.Ü. Siyasal Bilgiler
Fakültesi, İ.Ü. İletişim Fakültesi ve Galatasaray Üniversitesi'nâe
dersler vermektedir. Basılı kitapları
özgürlük Sorunu ve
Hukuk , Hukukun özü Sorunu Fenomoloji Olayı ve Hukuk ,
Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi , Hukuk ve Devlet
Felsefesi Alanları , Galatasaraylı MonsenyörMgı Dubas'nın
Anıları .
Alevi çalışmaları bağlamında;
LaiklikDin ve Alevilik
Yazıları , Hallac-ı Mansur-Anadolu Aleviliği'nin Felsefi
Kökenleri
adlı kitapları
AN T
yayınlarıma yayınlandı.
>
z
oî
a
9
_
/ ABD 'DE DİNLER
/ BÜLENT ECEVİT 'E SUN ULA N RAPOR
/ 1 . DİN ŞURASI 'NA SUN ULA N RAPOR
/ CEM ve NE FES YAZILAR I
M • ^
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 2/111
Prof. Dr. NİYAZİ ÖKTEM ;
• • ' 1
L A İ K L İ K D İ N v e
ALEVİLİK YAZILARI
JS
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 3/111
" T
1. Baskı
İstanbul 1994
Dizgi: Nefes Dergis i
Bas k ı : A nado lu M atbaas ı
. ' ' • )
i
PROF. DR. NİYAZI OKTEM
ABD DE DİNLER
BÜLEN T ECEVİT E SU NU LA N RAPOR
1. DİN ŞURAS I NA SUN ULA N RAPOR
CEM ve NE FES YAZİLARİ •
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 4/111
A N f S l N I A R L , .
Cihang i ' ıf Küm r u lu i Yokuşu Sokak
N o : 2 4 / 1 T A K S İ M / İ S T Â N B . Ü L
Tel : 249 12 30
ÖNSÖZ
Felsefe ister istemez insanı Tanrı sorunsalına (probleıııatik) götür-
mekted ir. Tanrı var mı? Yok mu? Varoluşun ve varlığın oluşum ne-
deni hangi etmenlere bağlı? Evren raslantısal olarak kendi kendine mi
oluştu? Yoksa yüce bir güç "ol" dedi, "biiyük bir gürültüyle" madde-
sel yapı kendini mi gösterdi?
Herkes bu veya benzer soru ve sorunları düşünmekte, kendince bir
yanıt aramaktadır. Kesin bir yanıt bulunması kuşkusuz olanaksızdır,
çünkü inanç boyutu içindedir tüm bu sorular. Bilimle Tanrı üzerinde
çalışmalar yapamayız. Ya inanırız ya da inanmayız. Bilimsel olarak
varlığını ya da yokluğunu kanıtlayanlayız.
Bilimsel olarak varlığı kanıtlanamayan şey yoktur anlayışı içinde
mi kalacağız? Belki böyle bir yaklaşım bizi rahatlatabilir . Ama her an
için çevremizdekiler. insanlar İnanç boyutunu irdelemektedirler.
• İnanç boyutuna onlar belli bir sisteme bağlı olarak girmektedirler.
Din dediğim iz bu sistem ler onları sarıp sarriıalamakta, ttim' yaşamları-
nı belli bir biçime sokmaktadır. Felsefi ve teolojik yapı, birarada ya-
şamak zorunda olan insanlarda ayrıca sosyolojik bir niteliği vurgula-
maktadır.
Lise yı l lar ımızda felsefe öğretmenimiz bi r papazdı . Daha sonra
Vatikan'ın Türkiye Temsilcisi oldu ve 50 yıl Türkiye'de yaşadıktan
sonra 1989 yılında 84 yaşındayken öldü. Papaz, Moııseııyör Dubois,
derslerinin çoğunda Tanrı 'yı ayraca alırdı. "Eğer Tanrı, ki varsa" tü-
ründen sözlerle derse başlayan papaz hocamız, bu tutumuyla öbjekti-
vi teyi , rasyonal izmi , ' kar tezyanizmi (Descar tes 'ç l l ık) bize tanı t ı rdı .
Dogmalar içerisinde olması gereken bir din adamı, özgür düşüncenin
bayraktarlığını yapmıştı.
•
\
Zaman geçti onun sayesinde, onun rasyonalizm inden etkilenerek
1981 yılından itibaren biz de din çalışmalarına doğru yönelik. Onu zi-
yaret ettik. Diğer din ve mezheplerle tanışmadan objektif din çalış-
malarının olamayacağını anladık. Hristiyanlığı, museviliği öğrenelim
dedik. Okumaya, görmeye başladık. Yavaş yavaş "din yazılarıııı" ka-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 5/111
leme aklık...
Din çalışmalarında arayış içindeydik. Hangi din veya mezhep öz-
gürlükçüydü ? Hangi din veya mezhep akılcı, sevgiye dayalı yorum-
larla toplumları esenliğe götürebilirdi? Yoksa tüm dinler ve mezhep-
ler tutucu, toplumları Puanlıklara mı götürmekteydi?
Gördükçe, okudukça, tanıma olanağımız artıyordu. Tüm dinlerin
özgürlükçü, liberal, aydınlık, akılcı, sevgiye dayalı yorumlan vardı.
Ne yazık ki, onlar azınlıktaydı. Çoğunluğa bakıp bazıları '"dinler ve
mezhepler i şe yaramaz, ki t le ler i uyuşukluğa götürür" demekteydi .
Acaba bu yargı doğru muydu?
Bir sünni olduğum için Ehl i Sünnet in özgür lükçü yorumlar ını
araşümıaya başladım. Ehli Sünnet 'in akılcı kanadı İbııi Rüşt. İbni Si-
na, Farabi, Mulıamm ed Abduh , Şemsettin Güııaltay. Öm er Rıza Doğ-
rul ve diğerleri ilginç ve gerçekçi yaklaşmalar getirmişti. İslam rasyo-
nalistleri olan mutezile yandaşları görkemli özgürlük şemaları çizmiş-
ti . Ama bunların hepsi eııtellekttiel düzeyde kalmış, halka yayılma-
mıştı,
Yaıııbaşımda olan, halka yayılan ve yüzyıllardır süregelen Anado-
lu Aleviliğini görememiştim. Anadolu Aleviliği bana sanki sadece bir
folklor gibi gelmişti. Gtizel türküler, anlamlı şiirler, arada sırada isyan
etmiş "kızıibaşlar"ın İslam'ın özgürlükçü, liberal, sevgiye dayalı yoru-
mu içinde olduğunun bilincine varamamıştım. Bilmiyordum... Yavaş
yavaş girmeye çalıştım. Bir başka.Lise dostu ağabeyim. Prof. Dr.' İz-
zetin Doğan, Alevilik bağlamında çalışmalar yapmamı salık verdi.
Başladım...
Yurt içi, yurt dışı seyahatleri... Alevi topluluklar önünde konuşma-
lar... Cem törenlerine tanık olmak... Alevi dostları tanımak... Onlar-
dan acıları dinlemek... Aleviliğin teoİojik ve felsefi boyutlarını oku-
mak... Anadolu Aleviliği 'niıı felsefi kökeni olan Hallac-ı Maiısur üze-
rinde çalışmalar yapmak... Hristiyan bilim adamlarından ve gerçekçi,
akılcı ve olumlu sünni din adamlarından Aleviliği dinlemek... Tüm
bunlar da bizi Alevi yazılarına götürdü... •
M O N S E N Y Ö R
D U B O İ S ' N I N
A N I S I N A . . .
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 6/111
İSLAM, LAİKLİK
VE
ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK
İslam felsefesinin laikliği ve özgürlükçülüğüne ilişkin tartışmalar,
güncelliğini korumaya devam ediyor.
İslamla birlikte kurulan devlet kuşkusuz laik değildi, dini esaslara
dayalıydı, amacı dine dayalı devleti evrenselleştirmekti. Aslında bü-
tün dinlerin amacı Tanrı buyruğuna uygun bir düzenin bu evrende
güncelleştirilmesidir. İsa Peygamber'iıı Tanrı buyruklarına uygun ya-
şam biçimi, Hıristiyanlar için bir örnek oluşturur. Ünlii Hıristiyan fi-
lozof Saint Augustin, iki tür devlet-site ayırımı yapmış, birine "Tan-
rı sitesi"
(Givitate Dei). diğerine
"Dünya Sitesi"
(Civitate terranna)
demiş ve dünya devletinin. Tanrı devletine uygun olması gerektiğini
savunmuştur . Keza.
Saint Thomas d'Aquîn "ilahi yasalara"
(lex di-
viııa) uymayan devlete karşı aktif direnmeyi meşru kabul etmiştir .
Görülüyor ki, laikliğe daha yakın olduğu ileri sürülen Hıristiyanlığın
en önemli iki düşünürü bu evrende
"Tanrı sitesi"
kurma peşindeydi.
Hangi papaz Vatikan'a bağlı bir devlet istemez.
Dinler değişik yorumlarla değişik görünümler içine girebilir . Yo-
rumlar tutucuysa, Orta Çağ karanlıklarına girilir; i leıiciyse çağdaş ge-
reksinimlere olumlu yanıtlar getirir .
Tutucu-ilerici ikilemini İslama ilişkin yorumlarda da görmekteyiz.
İslam felsefesinde tutuculuğu
"Cebriye"
akımı, ilericiliği de
"Mute-
zile"
temsil etmektedir. Tiirk toplumunun bağlı olduğu
"Ehli Sün-
net" ise, iki akım masında "orta yolu" izler.
Yazgıcı düşünceyi dile getiren
"Cebriye"
yandaşlarına-göre her
şey Allar iradesi tarafından belirlenmiştir . Tanrı, her şeyin yaratıcısı-
dır ve her şeyi yönetir . Özgür insan iradesinden ve özgür seçişlerden
söz etmek olanaksızdır, Allah,
"iyi kullarını"
yaratır , onları cennete
gönderir;
"kötüler ve kötülük"
ibret olsun diye mevcuttur; gidecek-
leri yer de "cehennemdir," Tanrı her an. her yerde bu dünyanın işle-
riııe müdahale eder; insanoğlunun kendini bu yazgıya bırakmasından
başka seçeneği yoktur. Cebriye anlayışından bazı siyasal sonuçlar çı-
karılmaktadır. Bunlara göre Allah'ın buyruklarını, Peygamberin hali-
fesi olarak gösterilen yetkin (mükemmel) insan uygulamaya sokacak-
tır.
Bıi'
'yetkin insanın 'buyruklarına uymak İslamiyetin zorunlu ana il-
kesidir. Emeviler bu siyasal anlayışı yozlaştırarak halifenin Peygam-
berin değil, Allah'ın halifesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yanılmazlık,
büyüklük, yücelik gibi.s/fatlarıyla halifeye ve onun kurallarına boyun
eğme zorunlu görülerek despotik bir teokratik düzene düzlem (zemin)
hazırlanmıştır . İslamı şeriatçı cebriye açısından ele alırsak, ne laikli-
ğe, ne de özgürlüğe yer vardır. Her şeyi her iki dtinya nizamını da
Tanrı düzenlemekte, her hareketin içinde Tanrı iradesi bulunmaktadır.
Bu durumda devlete de Tanrı ilkeleri ve oıuın halifesinin iradesi ege-
men olacaktır .
Cebr iye 'nin tam karşısında olan akım "M utezi le "dir . Mutezi le . İ s-
lam akılcılığını temsil eder. Mutezile yandaşlarına göre Tanrı evrenin
yaratıcısıdır; Tanrı maddeyi yarattığı gibi manevi kavramları 'da'yarat-
mıştır . İyi-kötü, güzel-çirkiıı . doğru-yaıılış. Tanrı iradesinin eseridir.
Tanrı, insana belirli bir yaşam vermiştir; kendi yarattığı maddi evrene
onu yollamış; kitaplar da göndererek neyin iyi. neyin kötü olduğunu
peygamberlerin yaşamlarındaki örneklerle belirtmiştir . İnsan, kitap-
lardaki iyi kavramına uygun bir yaşam sürmelidir. İrade ve bilinç sa-.
lıibi insan, iyi ve kötü arasında tercihler yapacak; iyiyi seçerse cennet-
le ödüllendirilecek; kötüyü seçerse cehennem azabı onu bekleyecek-
tir . Tanrı insan seçişlerine müdahale etmez. Eğer müdahale etseydi,
onu sorumlu tutamazdı; 'seçiş Tanrı 'nın olurdu ki, sorumluluk da onu
ilgilendirdi. Oysa insan özgürdür, çünkü sorumludu r. Görülüyor ki,
Mutezile akımına göre evreni yaratan Tanrı, bu dünyaya ve bu dünya-
nın insanının fiillerine karışmamaktadır. Karışsaydı, insan sorumlulu-
ğunun anlamı kalmazdı.
Mııtezile'niıı devlet anlayışı da özgürlükçü doğrultudadır. Özgür-
lükçü olması, laik devlet sistemine olanak sağlar. Tanrı evrenin teme-
lidir; ama insan yaşamına karışmadığı gibi devletin işleyiş biçimine
de karışmaz. Bu dünyanın fiillerine o diğer evrende yargılamaktadır.
Yöneticiler, İslamın esasları olaıı iyiye, güzele, adile, ahlaklıya, doğ-
ruya uygun hareket ediyorlarsa ne mutlu onlara. Cennet onları bekle-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 7/111
mektedir, sorumlulukları bireyseldir. Yok baskı, zulüm, yalan dolan,
haksızlık içindeyseler, sorumludurlar; cehennem ateşi onların üzerin
dedir. Devlet işi Tanrı 'yı doğrudan ilgilendirmemektedir, dolayısıyla
laik devlet Mutezile felsefesine uygundur.
Ehli Sünnet, Cebriye ve Mutezile arasında bir yol izlemektedir. O
da akılcı ve bireysel sorumluluğa dayalı bir tutumu benimsemiştir.
İmam ı-Gazali gibi Cebriye'ye yak laşan Sünni fi lozoflar da mevc uttur.
Ehli Sünnet anlayışı içinde Tanrı , Mutezile 'deıı farklı olarak her an
için bu evrenle i lgil idir. Tanrı katında zaman kavramı yoktur; o insa-
nın ve evrenin geçmişini, şimdiki anını, geleceğini aynı anda görür.
İnsanın kötülük veya iyil ik yapacağım bilir. ama.müdahale etmez. Ev-
ren bir tümel Oluşuktur. Tanrı tam merkezde her şeyi her an görür. Bu
tutumuyla Ehli Sünnet ' in de özgürlükçü ve laik yaklaşıma yakın oldu-
ğunu söyleyebiliriz.
Özgürlükçü ve karışmayan, ama her şeyin yaratıcısı olan Tanrı an-
layışı , İslam'ın alt ın çağında yaygın bir felsefeydi, zamanla devlet gü-
cünün pekiştiri lmesi güdüsüyle (saik. motif) inananlara her şeye karı-
şan Tanrı düşüncesi telkin edilmiş ve halifenin de Tanrı 'nın vekili ola-
rak bu durumun gözleyici ve uygulayıcısı olduğu söylenmiştir. Bu an-
layış içinde laik devletten söz etmek kuşkusuz olanaksızdır. Ne yazık
ki , günümüzde de
"karışan Tanrı"
an lay ış ın ı İs lamcı lar benimse-
mektedir. Onlara göre yüce güç nasıl olur da kendi yaratt ığı evrene ve
insana müdahale edemez. Oysa yanıt son derece basit : Tanrı fanilerin
tutku ve arzuları , günlük yaşamlarıyla i lgileııenen Zeüs değildir. Tanrı
bu derecede basit şeylerle uğraşmaz. Onlar bireysel özgürlüğü bir tür-
lü tabul edememektedir ve bir güce kayıtsız koşulsuz boyun eğmeyi
yeğlemektedirler. Oysa Allah, onurlu, kendine benzeyen, özgür "ira-
de-i cüziye" sahibi insanlar yaratmıştır; yoksa bir hayvan zavallı l ı-
ğıyla kendini yazgıya terk etmiş mahlûklar değil . Yazgıcıların kendi-
lerini başkalarının irade ve yorumlarına bırakmaları kadar olağan bir
tu tum düşünülemez.
Kuramda özgürlükçe ve laik yorumların yapılabileceği İslam dü-
şüncesinin varlığına rağmen, nüfusunun % 98'i Müslüman olan Ata-
türk Türkiyesi 'nden başka, laik devlete tarihte rastlamak olanaklı de-
ğildir. Bunun nedeni, egemen güçlerin kendi çıkarlan doğrultusunda
despotik şeriatçı düzeni benimsemiş olmalarıdır. Aynı eğilim ve giiç-
ler. ülkemizde son yıl larda artmıştır. Onların yorumu, "özgürlükçü
İslam" değildir, ama onlar soıı günlerde kendi anlayışlarının çağdaş
ve laik olduğunu öne sürerek yeni bir stratejiyi izlemektedirler.
Özgürlükçü ve bireysel sorumluluğu esas alan yorumlara dayandı-
rı lan İslam, devlet düzenine de karişmaz.
28 Ey lü l 1985 Hürgün Gazetes i
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 8/111
JAKOBENLİK,
NEREYE KADAR ?
Jakobenlik siyasal literatürde her zaman güncelliğini koruyan bir
olgu ve kavramdır. Son günletde jakobeıı demokratlarımız bir hayli
çoğaldı . Asl ında "jakobi ı ı" demek daha yer inde olur kanısındayım.
Çünkü bunların çoğunluğu kadın. Kadın ağırlıklı kulüp ve dernekler
jakoben tavırların açık ve katı bir biçimde ortaya koymakta ve laik
demokrasiyi savunduklar ını öne sürmektedir . Ateşl i mücadeleler ini
saygıyla karşılamamak olanaksız. Ancak jakoben yöntemlerle çağdaş-
lığın bağdaşıklığı ve gerçek demokrasiye uygunluğu bir hayli tartış-
mal ıdı r . S iyasal tar ih , felsefe ve sosyoloj i , b i lgi ve ver i ler i , eksik
olunca jakobenliği çağdaşlık olarak kabul etmek kolaylaşır . Bir de içi-
ne duygusallık girince irrasyonel tutumlarla "abesle iştigal" edilmeye
başlanır; türban vs. gibi biçimle uğraşılmakta yetinilip öz ve esasa
inen düşünsel eylemlerden uzak laşılır . Yapılan panellerde konumu ve
düşünsel yapısı belli olan topluluk karşısında, onların "kahrolsun ba-
şörtülüler, çıkarın bunları salondan" çığlıkları, salonun görüşüne uy-
mayan konuşmacıların protesto edilmesiyle mutlu (1), huzurlu ( ) söy-
leyişler gerçekleştirilir.
Eskiden beri jakoben olanlara sözümüz yok. Eskiden onlara "gard-
rop Atatürkçüsü" denirdi. Onlar kendileriyle çok tutarlı . Eskiden beri
onlar Atatürkçü rejimin, gereğinde baskı ve otoriter sistemlerle otur-
tulmasının zorunlu olduğunu savunmuşlar; bu uğurda askeri hareket
geçirmenin gerekliliğini benimsemişler; Anayasa forumları düzenle-
mişler ve nihayet Türkiye'yi 12 Eylül gelmiştir . 12 Eylül onları pek
tatmin etmemiştir . Çünkü gelen askeri rejim, dinsel kıpırdanmalara
"yeşil ışık" yakmaktan öte, teşvik edici yasal ve anayasal düzenleme-
ler yapmıştır/ Askeri rejimlerin ne yapacağı belli olmaz; silah çoğu
kez ters teper.
Yeni "jakobiııler" ise eskiden çoğulcu, her türlü görüşün temsil
edildiği pluralist demokrasiden yana bir tutum içinde iken. bugün ta-
vır değiştirmiş durumdalar. Onlar ki, gerçek özgürlükçülüğü savunan
bir siyasal partinin programının hazırlanmasında katkılarda bulunmuş,
askeri rejimin baskılarını çok iyi yaşamış, düşünce ve felsefenin yay-
gııılaştırılmasından yaria olmuş bu uğurda değerli çalışmalar yapmış
kişilerdir. Şimdi Batıcı gerçek demokrasiyi savunanları onlar artık
"ihanetle" suçlamakta "ne biçim aydın ve ilerici olduklarını anlaya-
madıklarını" ifade etmektedirler. Çelişkili tutumu unutalım ama en
azından gerçek demokratlara saldırmayın; çoğulcu demokrat olmadı-
ğımızı kabul .edin.
Biraz jakobenliğin ne olduğundan, tarihinden, ne gibi sonuçlara
yol açtığından ve bizdeki durumundan söz etmekte yarar var sanırım.
Jakoben. önceleri Paris'de Saint-Jacques Sokağı'nda bulunan tek-
ke-nıanastırda kalıp eğitim gören, dominikeıı din adamlarına denir-
miş. 13'üncü yüzyılın başlarında kurulan bir tekke-manastır aynı za-
manda Hıristiyan hacılar tarafından konaklama yeri olarak da kulla-
nılmış. 1789 Büyük Fransız Devrimi'nden sonra, devrimin en ateşli
taraftar ve uygulayıcısı olan insanlar buraya yerleşerek bir kulüp kur-
muş ve bulundukları yer itibariyle kendilerine jakoben denilmiştir .
Bunların kulüplerinin resmi adı, "Anayasa'nın Dostları Derneği"dir.
Başlangıçta Orleaıı Dükü, Mirabeau gibi ünlülerin yönetiminde olan
kulübü, daha sonra Robespierre ve dostları yönelmiştir .
Jakobenlerin amacı, devrimi aristokrat kesimden gelebilecek geri-
ci hareketlerden korumaktır . Din ve aristokrat kesimden gelmesi olası
hareketlere, kendi çıkarına a ykırı olmasına rağmen halk da bilinçsizli-
ği nedeniyle alet olabilirdi. Kendi esenliliğinin boyutları ve ilkelerinin
farkında olmayan halkı, i lerici aydınlar korumalı ve aristokrat-ruhban
etkisinde olanlarını
uzak
tutmalıdırlar. Halk ve aydınlar devrimin ge-
reği olan biçimde yaşamalı, giyim-kuşamını ona göre ayarlamalıdır.
Jakobenler Robespierre'nin güçlenmesiyle birlikte geliştiler, 16'ın-
cı Louis'in idamı ve ılımlı devrimcilerin yok edilmesinde aktif rol oy-
nadılar. Tüm Fransa'ya yayılan jakoben kulüpler, "terör dönemi" de-
nilen 1793-1794 yıllarında halkın çıkarı adına, halka rağmen, devlet
terörüyle devrimi yerleştirmek için aktif eyleme girdiler. Giyotinler
kuruldu, binlerce kelle kesildi, amaç güya halkın yararı idi. Bu döne-
mi bilmek isteyenler Ânatole Fraııce'in "Les dieux ont soif" (Tanrılar
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 9/111
Susamışlar) kitabına bakınca sanının tatmin olurlar.
Jakoben kulüpler, "terör dönemi" sonunda kapanmış ve liderleri
de bir anlamda terörün kurbanı olmuştur. Jakobenlik varlığını daha
sonra sürdürmüştür. Tüm dünyada ne pahasına olursa olsun, devrim
ilkelerini yerleştirmek isteyen köktenci (radikal) akımların hepsi jako-
ben yaklaşımlar olarak değerlendinlmekedir.
Gerçekleştirilen her devrimden sonra jakobenlik zorunludur. Dev-
rimleri yerleştirmek için başka çare yoktur. Devrimler karşısında dire-
nen gerici, çağdışı, örümcek kafalı beyinleri sindirmek gerekir. Aksi
takdirde tüm emekler boşa gider ve karşı devrimciler güç kazanarak
devrimi yıkar. O lıalde her devrimci jakoben olma zorundadır.
Ancak nereye kadar ve ııe kadar? Troçki gibileri "sürekli devrim"
anlayışları içinde ölene kadar jakobendir.
Fransa'da artık jakoben i mumla ararsanız zor bulursu nuz. Tek ttik
istisnaları kuşkusuz vardır. Aslında Fransa'da belki de sağcı, faşist
Le/Pen ve onun partisi Ulusal Cephe, jakobendir. Onlar başörtüsüne
karşı bir tutumu ortaya koymakta; buna karşılık ilericiler her tiirlü dü-
şünce özgürlüğünün görünümü, ideoloji ve dinlerin yansıması olabile-
cek giyinı-kuşam özgürlüğüyle uğraşmanın; "abesle iştigal" olduğunu
söylemektedir. Artık Fransız aydını düşünce, inanç, vicdan özgürlük-
leri ve bunların her türlü ifade biçiminin insanların doğal lıakkı oldu-
ğunun bi l incindedir . Orada da rej im için tehl ike oluşturacak dinci
gruplar ve komünist güçler , mi l l iyetçi toplumcular vardır . Ancak
Fransız aydını düşünceye karşı, düşünceyi destek almış; jakobenliği.
bırakmış yasaklara sırtını dayamaktan vazgeçmiştir .
Kuşkusuz devrimden bu yana 200 yıl geçmiş; oturmuş bir Fransız
burjuvazisi ve aydını var. Ancak bilelim ki, Fransa bu günlere yüzyı-
lımızın başında gelmiştir; yani devrimden 100 yıl sonra.
Bizim devrimimizin üzerinde de 70 yıla yakın zaman geçti. Fran-
sız Devrimi'yle benzerlik gösteren İttihatçı devrim, 80 yılı aştı . Bir.
burjuva devrimi olan ve jakoben yöntemleri uygulayan ittihatçılığın,
dönemine göre çok ileri ve çağdaş düşünce ve uygulamaları getirdiği-
ni biliyoruz. Ve gene biliyoruz ki, güzel düşüncelere rağmen ittihatçı-
lar aynı Fransız jakobenler gibi devlet terörüyle kan ve gözyaş getir-
mişlerdir.
Atatürk ittihatçı gelenekten gelmesine rağmen onlardan farklıydı.
O gerçek bir demokrasi inancı içindeydi. Çok partili rejime geçiş de
ııemeleri; Hasan Soyak'a ifade ettiği gibi, "plilraiist bir siyasal yapı"
özleyişleri, jakobeııliğin uzun süreli bir yöntem olamayacağının ğös
tergesidir. Başlangıçta o da jakobeııdi; devrimi yerleştirmek için o da.
doğaldır ki, karşı devrimciler, hanedaıı-ruhban işbirliğini ezecekti.
Ama aradan 70 yıla yakiıı bir süre geçtikten, Türkiye pliiralist demok-
rasi deneyimine girdikten sonra hala jakoben veya jakobin olmak çağ-
daşlık değil çağdışılıktır . Özellikle özgürlükten jakobeııliğe dönüş sü-
reci içinde olunursa aymazlıktan başka bir şey değildir. Yasakları tah-
rik eden bu tiir aymazlıklar, askeri müdahalelere düzlem hazırlar. Ge-
len asker de önce gaflet içinde (aymazlık) olanları yer. Tıpkı Fransız
Devrimi'nin kendi evlatlarını yediği gibi...
Lütfen jakoben ve özel l ikle özgür lükten dönen jakobin dost lar ,
Fransız Devrimi'ni. siyasal tarihi, din felsefesi ve sosyolojiyi bir kez
daha inceleyin; uluorta. gerçek dem okratları' i tham etmeyin. Am açla-
dığınız yapıya saygımız sonsuz, çağdaş bir Türkiye istediğinizden de
kuşku yok. Ancak yönteminiz çağdışı ve bilim dışı. Gelin özgürlük
düzleminde birleşelim; aramıza sağda olsun, solda olsun tüm demok-
ratları alalım, pliiralist bir demokrasiyle güzel günlere ulaşalım.
25 Kasım 1990 Güneş Pazar İ lavesi
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 10/111
AKDENİZ UYGARLIKLARI
ve A RİSTO
5-8 Ocak 1986 tarihleri arasında İstanbul'daki Fransız Sarayı 'nda.
merkezi Roma'da bulunan "Uluslararası İşbirliği İçin sürekli Akdeniz
Konferansları Kuruluşu'nun, Anadolu Fransız Araştırmalar Enstitüsü
ve İtalyan Kültür Enstitüsüyle işbirliği yaparak düzenlediği "Birey ve
Toplum/Akdeniz Dünyasına Aristo'nun Etkileri" konulu toplantı ger-
çekleştirildi. •
Toplantıya Akdeniz ülkelerinin düşünür ve bilim adamları katıla-
rak, Aristo'nun temelde üç tek tanrılı dine dayalı "Akdeniz Kültürü"
üzerideki etkilerini incelediler. Toplantının açış konuşmasını yapan
Roma XII. Gregoire Üniversitesi Profesörü Ary Roest Crollius ulusla-
rarası barışın sağlam temellere oturtularak sürdürülmesinde, düşünce
ve inanç farklılıklarının karşılıklı anlayış ortamı içinde değerlendiril-
mesinin büyük rolü olduğunu belirtti .
Değişik görünümlerle ortaya çıkan tek tanrılı dinlerin hepsi aslın-
da Hz. İbrahim'e dayanmaktadır, öte yandan tek tanrılı dinleri en fazla
etkileyen kültür ve felse fe Antik Yunan Kültürü ve özellikle Aristo, ve
Platon'dur. Değişik kökenli Akdeniz ulusları işte bu sentez içinde bi-
raraya gelmişlerdir. Düşünce ve inançtaki plüıalizmin derininde de bu
sentez yatmaktadır. Bağnaz, fanatik olmayan üç tek tanrılı dinin ina-
nanları bu olgunun farkındadırlar ve birbirlerinin aynı yere giden de-
ğişik yollarını anlayışla karşılamaktad ırlar.
Toplantıya ünlü İslamoiog Mısırlı Köpt, profesör Georges Anawa-
ti "İbn-i Sina ve Aristo", Doç. Dr. Fuat Çelebioğltı "Aristo'da Akıl So-
runu ve İslama Etkisi", Doç. Dr. Teoman Duralı "Yaşam ve Evrim
Sorunu nda Aristo'nun Dü şünceleri Üz erine Bir Den eme" . Doç.. Dr.
Niyazi Öktem "Aristo FelsefesindeÖzgürlük Sorunu ve İslam", Doç.
Dr. Mahmut Kaya-Doç. Dr. Ümit Meriç "Aristo ve İslam", Doç. Dr.
Baykan Sezer "Ar isto Döneminin İslam Düşüncesi Üzer ine Etkisi" ,
Prof. S. Scolnicof "Maimonides ve Filozofların Tanrısı", Prof. Bor-
manns "Bir Aristolelisyen Ahlak İlkesinin îslam ve Hıristiyan Yaşa-
mındaki Görünümü", Prof . Ch. Del ia "Ar isto , Devlet ve Vatandaş",
Prof. P. Aubenque "Aristo ve Demokrasi", Prof. Dr .Bülent Tahiroğlu
"Aristo 'cu Düşüncenin Roma Hukuku Üzer ine Etkisi" , Prof . Ber t i
"Ar i s to ve Akden iz Ülk l e r indek i Po l i t i k Ge lenek" , P r o f . Beack
"Aristo, Akdeniz İktisatçısı", Prof. Rakower "Aristo ve Maimonides",
Doç. Dr . Mehmet Bayraktar "Osmanl ı Düşüncesinde Ar isto", Prof .
Burhan Oğuz "Osmanlı Medresesi ve Aristo" ve Dr. Michel Baliyet
"Sultanın Hizmetinde Aristo" adlı tebliğlerini toplantıda Fransızca ve
İngilizce olarak sundular. Türkiye'de 50 yıldan beri bulunan ve Gala-
tasaray/Lisesi 'nde uzun yı l lar felseğe hocal ığı yapan rahmet l i Prof .
Hilmi Ziya Ülken'in "İslam Düşüncesi" adlı kitabını Fransızcaya (P.
Gautler adıyla) çevirerek dünyaya tanıtan Prof. Mgr. Pierre Dubois
toplant ıda yapt ığı konuşmalarda konunun önemi üzer inde durarak,
XX. yüzyılda ilk kez Akdeniz uygarlıklarının en önemli merkezlerin-
den biri olan İstanbul'da böyle bir toplantının gerçekleştiğini belirtti .
Toplantıda sunulan tebliğler Anadolu Araştırmalan.Enstitüsü Müdürü
J-L. Bacque-Grammont 'un gi r işimiyle bi r ki tap hal ine dönüştürüle- ,
cek. :
Toplantının bizce en ilginç tebliğlerinden biri Dr. Balivet 'nin Fatih
Sultan Mehmet'i destekleyen Bizanslı din adamı ve filozotoflarım.ser-
gi leyen çal ışmasıydı . Fat ih Sul tan Mehmet , Ar isto hayranı , felsefe,
kültür, sanat ve edebiyatı seven bir devlet adamıydı. Bizans'ın yozlaş-
ması ve Aristoculuk bazı Bizanslı f ilozof ve din adamlarını ona yak-
laştırmıştı. Fatih, Aristo'nun akılcı yöntemini benimsemişti. Zaten La-
tince, Rumca ve Arapça bilen sultan, akılcı bir devlet yönetimi kur-
muştu. Aklı başında Bizanslı bilginlerin Sultan II. Mehmet'i benimse-
yerek Bizans'ı ele geçirmesi için onu manen desteklemeleri akılcı bir
tutumun sonucuydu.
Aristo gerçekten üç tek tanrılı din üzerinde büyük izler bırakmış- .
tır . Geçtiğimiz yıl dünyanın çeşitli yerlerinde 850. doğum yılı kutla-
nan, Selahattin-i Eyyubi'nin yakın dostu Yahudi filozof Maimonides
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 11/111
ünlü bir Aris to 'cudur . Miamonides ' in hukuk çal ışmalar ı İs rai l hukuk
sis teminin temel direğidir . Kanımca İs lam, Aris to 'dan fazla Platon 'a
yakındır . Zaten İs lam düşünces i içinde Aris to 'cü İbn- i Rüşt genel çiz-
gi dış ında kabul edil i r . Bununla bir l ikte İs lam'da Aris to-Platon sentez-
leri de bir hayli yaygındır.
İs lam' ın al t ın çağlar ında bu tür toplantı lar çok yapıl ı rmış . Batıda
hergün benzer çal ışmalar yapılmakta, felsefe ve düşünceden korkul-
mamaktadır . Batının bugünkü bize üs tünlüğü felsefe, sanat , kültür ve
edebiyata önem vermesinden kaynaklanır . Zamanında Doğu'nun Batı-
yı aşarak, ona örnek, olması da ayn ı olgudan gelir . Fat ih gibi , M ustafa
K em al g ib i e t r a f ına b i l im adam lar ın ı top layarak on la r ın gö rüş ünü
alan, felsefe ve sosyal bi l imlere ver i len önemle toplumlar ın esenliğe
ulaşabileceğini anlayan devlet adamı ve poli t ikacı lar ın var l ığıyla Ba-
t ı 'y la yar ışma or tamına girebil i riz .
15 Ocak 1986 Gûnes gazetes i
DİN VE SOSYAL DEMOKRATLAR
T em el f e l s e f es i özgür lükçü lük o lan s os ya l dem okras i , yan i de -
mokrat ik sol düşünce din konusunda da bu anlayış ı içtenlikle sürdür-
mek zorundadır . Geniş bir din ve vicdan özgürlüğünü savunmak, fel-
sefes inin temel i lkeler inden bir i olmalıdır . Kaldı ki , tar ihsel iş lev açı-
s ından l iberal is t kökenli demokratik solun dayanmış olduğu
"burju-
va devr im" ler inin gündem e geliş nedenler inden bir i de din ve vicdan
özgürlüğüdür . Belindiği gibi bur juva devr imler inin düşünsel minıar la-
r ından bir i olan John Loc ke , devlet i "toplum söz leşmesine" dayan-
dır ırken, yönetenlere düzenlenmesi açıs ından dahi devretmediği iki
özgürlüğü din ve düşünce özgürlüğü olarak bel ir lemiş t ir . Bu husus
din özgürlüğünün burjuva devr imler i bakımından önemini gös termek-
ted i r , çünkü A BD A nayas as ı , J o h n L o c k e ' un düş ünce le r in in ade ta
pozit i f hukuk haline dönüşmesidir .
Din karş ıs ında Büyük Frans ız Devrimi 'nin uygulamacılar ı olum-
suz bir tutum almış t ır . Bunun nedeni açıkt ır . Devrim s ıras ında ruhban
s ınıf ı ar is tokras inin yanında yer almış ve gel işen toplumsal hareketi
bas t ırma yoluna gi tmiş t ir . S iyasal ikt idar ı ele geçiren bur juvazimin
ruhbanı ezmesi güçler mücadeles inin doğal sonucudur . Bu sür tüşme
XIX. yüzyıl boyunca Fransa 'da var l ığını sürdürmüştür . Ülekmizdeki
durum Fransa 'ya benzemektedir . Atatürk devr imler ine tepki gös teren
din adamlar ına karş ı M us tafa K e m al' in izlediği yol devr imler i yer-
leş t irmek açıs ından zorunluydu. Ancak bu hareket sadece toplumu ge-
r i lere götürmek is teyen kiş i lere yönelikt ir .
M us tafa K e m al
aşamalı
olarak tüm özgürlükler in ver i lmesinden yana bir kiş i olduğuna göre,
zamanla geniş bir din, düşünce ve vicdan özgürlüğü or tamıan geçil-
mesini planlamaktaydı . Nitekim H as an Rı z a Soyak ' ın anılar ına göre,
Atatürk i ler ide padişahlığın dahi savu nabileceği tür bir par t i ler plüra-
l izmine yer veren demo kras iden yanayd ı . Ne yazık ki, , bu de recede
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 12/111
i leri Dir düşünce yapısına sahip olan
Mustafa Kemal
' in partisi klasik
Jakoben tutumu benimsemiş, inançlı kişileri küçümsemiştir . Böylelik-
le iyi niyetli inanç sahibi insanlar gerici güçlerin ''kucağına düşmüş-
tür." Bu yanlış tutum bir kısım ilericiler tarafından sürdürülmekte;
gerçekçi yaklaşım ve saptamalar yapan sosyal demokratlar yadırgan-
maktadır.
Din sosyolojik ve filozofik açıdan önemli, bir kurumdur. Dünya yı
tanımaya ve anlamlandırmaya çalışan insanoğlu bir yerde sorunlarına
yanıt bulamadığında çeşitli irrasyonel (akıl dışı) açıklama şemalarına
veya inanca kendini bırakır.
Bilimin durduğu yerde inancın başlaması doğaldir. Keşfedileme-
yen doğa sırları karşısında, bir gün bunlar nasıl olsa keşfedilecektir
diyerek maddeci bir açıklama şemasından yana olanlar da kanımızca
bir inancı ortaya koymaktadırlar.
İnsanın küçük dünyasında, manevi ihtiyaçlarım tek başına karşıla-
ması olanaksızdır . Evreni anlamlandır ı rken bi r inin, bi r düşüncenin
ona yol göstermesi gerekir.
Manevi boyut bir olgu olarak varlığını sürdürdüğü sürece, kayıtsız
kalınırsa, sömürüye araç olacak, şeyhler ve hocalar din aracılığıyla in-,
sanları kullanacaktır ..
Rasyonalizmin gerileyişiyle birlikte
"İslam Dünyası"
karanlıkla-
ra gönülmüş, Hıristiyanların skolastik dönemine benzer bir yola gir-
miştir .
Şeyühülislamlara boyun eğen, onların tekkelerinde zikreden, ge-
nelde büyük kentlerde oturan "müminlerin" dışında kalıp, aklıyla bir
şeyler arayıp da bulamayan insanlar mistik bir yola gitmişlerdir.
Manevi boyutun tatmini Osmanlı Devleti içinde çok yaygın bir bi-
çimde yukar ıda bel i r t t iğ imiz yöntemler le karşı lanırken, Cumhur iyet
döneminde ne yapılmıştır?
Mustafa Kemal ' in tekke ve zaviyeleri kapatırken çok yerinde bir
tutum izlediğini yukarıda belirttik. Ancak, manevi ihtiyaçları karşıla-
yan yeni kurumlar getirilmeliydi. Halkevleri bu gereksinimi bir ölçü-
de gidermişse de, batı felsefesini getirmek ve yayma açısından etkili
rolleri yeterince olmamıştır . Batı klasiklerin
Hasan Ali Yücel
' in gay-
retleriyle çevrilmesi insanların manevi gereksinimlerine akılcı bir çö-
züm getirme açısından olumlu bir aşamadır, fak'at yetersizdir. Yaygın
felsefe ve kültür eğitimine gidilmiş olsaydı, manevi ihtiyacı karşıla-
yan tekkelerin yerine bir alternatif getirilmiş olunurdu. Bu yapılma-
mış ve daha sonra kültür ve felsefeden bucak bucak kaçılmış, tekniğe
yönel ik eği t im benimsenmemişt i r . Bu durumda, yobazlar ın halkın
manevi duygularına el atması kadar doğal bir şey olamazdı. Zaten Os-
manlı 'dan gelen örgütlü bir "hoca takımı" mevcuttur; tekke ve zavi-
yelerin kapanmasına rağmen bir süre sonra ayin Ve zikir törenlerine
yeniden başlandı. Giderek yaygın örgütlenme olanaklarının sağlanma-
sı, Türkiye'yi
"irticanm"
içine attı. ,
Manevi boyut gericilerin sömürüsüne bırakılmaz, yapılacak iş şu-
dtır: '
1- Aydınımız elin karşısındaki olumsuz tutumu bırakmalıdır.
2- Laikliğin din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olduğu anlamı-
na geldiğini vurguladıktan sonra, İslam'ın mutlaka ve mutlaka bir din
devleti öngördüğü yorumunun zorunlu bir yorum olmadığı belirtilme-
lidir.
3- Yaygın kül tür
'çalışmaları
ortamı içinde felsefeye ağırlık ver-
mek ve bu bağlamda
"din felsefesi"
araştırma ve eğilimlerine olanak
tanımak gerekir.
4- Sosyal bilimcilerin islam'ın altın çağı olarak kabul edilen rasyo- .
nalist döneme ilişkin çalışmalara yönelmeleri zorunludur.
5- Kültür Ve felse fe kulüpleri kurulm ası hususu nda girişimlerde
bulunmalıdır. Bu tür kuruluşlarda laik felsefe ve din felsefesine ilişkin
konuşma, konferans ve tartışmalar yapılmak' suretiyle tekke ve zavi-
yelere alternatif kurumlar oluşturulabilir ..
Diğer dinlere insanların hoşgörü ve saygıyla bakabilmesi toplum-
sal barış ve anlayışın gerçekleşmesi açısından önemlidir. Böylelikle
başka tarzda inananların da çok farklı olmadığı hususu ortaya çıkabi-
lir . Kulüplerde bu temaya da yer vermek yararlı olur.
ı Bunlar yapılmadığı, örtünme, başörtü ve sakal,.bıyık gibi biçimle
uğraşıldığı takdirde, çağdışı yorumlara meydanı bırakırız ve Humeyni
tipi bir rejime gidilmesinde kayıtsızlığımızla katkıda bulunmuş olu-
ruz. '
Not:
Bu yazı Sayın Bülent Ecevit 'e verilen raporun makale haline
gedirilmiş 'durumudur.
7 Mayıs 1987 Güneş gazetesi
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 13/111
FELSEFE VE DİNCİ KESİM
Bazı çevrelerce felsefenin toplumumuzda ikinci plana atılmasının
çalışmalarının yapıldığı şu günlerde, felsefe-din ilişkilerinin önemini
vurgulamakta yarar görmekteyiz. Felsefeyi hor görenler in başında
belli kesimdeki "dinciler" veya "din-ırlc" sentezcileri olduğu anlaşıl-
maktadır. Oysa özellikle bu kesim için felsefe ve din felsefesi çok da-
ha fazla gereklidir.
Çağın Koşulları ve din
Felsefenin bilgi sevgisi anlamına geldiği bilinmektedir. Bilen, bil-
giye yönelen kişi hakikat peşinde koşan insandır. Tüm boyutlarıyla
varlığı ve varoluşu kavramak isteyen insan, din olgusunu da derinliği-
ne ve tiimel olarak anlamlandırmak isteyecektir . Zaten o, evreni kav-
ramaya çalışırken ya soruna maddi açıdan bakacak, var oluşu maddi
oluşumlara dayandıracak; ya da ideci bir yaklaşımla her şeyin temel
ve kökenini bir ideye, düşünceye, manevi bir kavrama bağlayacaktır .
Dinci açıklamalara göre bilgimizin sınırlarını aşan bir yüce güç,
evreni yaratmıştır . Her şeyin temel ve kökeni manevi bir güç olan
Tanrı 'dadır.
Maddeci açıklama şemalarının dinsel yaklaşmaları varsayımcılık,
metafizikçilik, bilimsel olmamak ve hatta ilkellikle suçladıklarını bil-
mekteyiz. Her iki bakış açısı da görüşlerini sağlamlaştırmak için fel-
sefeyle uğraşmak zorundadır. Bu kendi inançlarını güçlendirmek ka-
dar, karşı görüşü eleştirebilmek için de zorunludur. Körükörüne inan-
mak veya inançtan kaçmak insanları fanatiklik, yobazlık uçurumuna
sürükler. İrdelenmemiş, tartılmamış inanç veya inançsızlıklar kör mi
:
litanlar. yetiştirir.
Batı dillerinde din (religion) Latinci "religio" sözcüğünden gel-
mektedir. İznikli Hıristiyan filozof Lactantius, sözcüğün kökeninin
" "religare" öldüğünü söyler, bunun da "bağlamak" anlamına geldiğini
ifade eder. İnsanların din yoluyla Tanrı 'ya ve birbirlerine bağlanmala-
rını deyimleyen "religio", St. Augustin'e göre saygı ve korku ile bağlı-
lığı anlatır.
Arapçada din sözcüğü özde usul, adet ve tutulan yol anlamına ge-
lir . İslam kelamında din, Tanrı 'nın koyduğu ve mensuplarını dünya ve
ahret te kur tuluşa götüren inanış ve davranışlar ından oluşan bi r ku-
rumdur.
İslam Ansiklopedisine göre dinin üç anlamı vardır : I slamın beş
koşulu, iman ve ihsan (sözde ve işte doğruluk).
Görülüyor ki , d in Tanr ı i le bağı kuran yol olarak, insanlararası
ilişkileri de kapsamaktadır. İnsanlararası ilişküer de bilimsel açıdan
felsefi ve sosyolojik bir görünüm sunar.
Din doktriner açıdan ele alındığında genel hakikatler sistemi ola-
rak karşımıza çıkar. İçtenlikle bağlı olunan bu sistem, insanın iç dün-
yasına değişik bir boyut getirir . Bu boyutun oluşumundan yaşanılan
çevre ve o çevrenin yorumlarının önemli etkileri mevcuttur. Demek
ki, sosyal yaşamla din arasında karşılıklı etkileşim söz konusudur. Bu
etkileşim din olgusunun çağlar boyu aldığı değişik görünümlerde ol-
duğu kadar, aynı dinin tarihsel süreç içinde geçirdiği aşamalarda da
belirgin bir biçimde ortaya çıkar. Hiçbir din, hiçbir düşünce ve felsefe
çağın değişik sosyal koşullarının etkisinden uzak kalamaz.
Denilebilir ki, belli bir din sistemi kitap ve peygamberin davranış
ve sözleriyle eksiksiz bir bütün oluşturmaktadır. Tüm sorunları o sis-
tem içinde çözümlemek olanaklıdır.
Akılcılık din için de gerekli
Dinlerin temel ilkeleri kitap ve peygamberin davranış ve sözleri-
dir. Bu doğrudur; ancak yeni keşifler, yeni buluşlar; yeni maddi ve
manevi sorunların tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkışında; peygam-
ber olmayan "basi t insanlar ın", yani bizler in yorumu gerekecekt i r .
Yorumu yapan insan aklıdır. Aklın saf, berrak, önyargısız, bilgiyle
donatık olması gerekir ki hakikate ulaşılabilsin. Bu da felsefe ile uğ-
raşmakla olanaklıdır.
Dinlerde akla, mantığa uygun yorumla birlikte amaca göre yoru-
mu (teleolojilc yorum) da benimsemek gerekir. Dinlerin temel amacı
değerlerin gerçekleştirilmesidir. Doğruluğu, dürüstlüğü, ahlakı, iyiyi,
güzeli yaşama sokmak isteyen dinlerde bu amaçları hiçbir zaman göz-
den uzak tutmamak gerekir. Dinler içerisindeki biçimler, kurallar bu
amaçların gerçekleşmesine yöneliktir . O halde biçim ve kurallar ama-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 14/111
cm gerçekleş t ir i lmesine araç olmaktadır lar . Bazen araçla amaç birbi-
r ine ters düşebil i r ; bu durumda amacı yeğlemek zorunlludur . Öte yan-
dan ar t ık amaca götürmeyen araçlar ı , s ır f biçime uyacağım diye sür-
dürmek akılcı l ıktan uzaklaşm ak demek tir . Akıl ancak felse fe i le zen-
ginleş ir ve doğruya yönelir .
Bütün.dinler in yorumlar ında biçim-amaç iki l is i her zaman güncel-
l iğini sürdürmüştür . F i lozof lar ın bir bölümü biçimin içinde gizl i amaç
vardır düşünces iyle kat ı bir "şekilperes t l iği" savunmuştur ; bir başka
bölümü ise aklın , mantığın, bi l imin ses ini dinlemiş t ir . •
Aklın ses ini dinlendiği dönemlerde o dine bağlı toplumlar tar ih
sahnes inde i ler lemeler kaydetmiş t ir . Bunun en t ipik örneğini Müslü- •
man ve Hır is t iyan toplumlar yaşamış t ır . Hz. Muhammet ' ten i t ibaren
X. yüzyıla kadar yoğun bir düşünsel tar t ışma or tamı içinde yaşayan
Müs lüm an la r , bu dönem de akılcılığın gereği olarak bi l im , fen, mate-
m at ik , kü l tü r , ve s ana t t a büyük i l e r l em ele r kayde tm iş t i r . X . ve X I .
yüzyıldan i t ibaren aklın rolü ikinci plana at ı lmış ve tepeden inme
doğmalar la yaşam biçimler i çizi lmiş t ir . Aklı bir yana bırakan, sadece-
resmi devlet f i lozof lar ının, şeyhüslimanlar ın fetvalar ıyla sal t boyun
eğmeye i t i len insanlar , kendiler ini tevekküle bakınca, İs lam toplumla-
r ı ger i lemiş t ir . Oysa akılcı l ığı benimseyen Endülüs Emeviler i güçler i-
ni ve i ler i uygar l ıklar ını XIV-XV. yüzyıla kadar sürdürmüşlerdir . En-
dülüs Emevi Devlet i içer is inde yet işen İbı ı i Rüşt (1126-1198) Aris -
to 'nun akılcı l ığını İslam felsefe s ine get irerek bireyin güç ve yüceliğini
savunmuştur . Kaderci İs lam felsefes i karş ıs ında birevi yücelten, i rade
özgürlüğünü savunan İbni Rüşt tüm akıldış ı l ığı ( i r rasyonel) , metaf izik
açıklama şemalar ını reddetmiş ve bu bağlamda Hır is t iyan f i lozof ve
din adamlar ını etki lemiş t ir . O ve Yahudi f i lozof Maimonides olma-
saydı Saint Thomas d 'Aquin felsefes inin or taya çıkmayacağı söylenir .
Saint Thomas d 'Aquin ' in de Hır is t iyan felsefe içine akılcı l ığı get ir -
mekle bu dini kur tardığını bizzat Hır is t iyan din adamlar ı taraf ından
belir t i lmektedir . Hır is t iyan dini Batı uygar l ığının manevi yanıdır . O
halde ibni Rü şt ve Maimonides ' i ri akı lcı l ığı bugünkü Batı uygar l ığının
belki de temelini oluş turmaktadır . Akıl bireyin öne çıkmasına, gücünü .
hissetmesine ve böylel ikle doğanın keşf in de, çabalar sarfetme sine yol
açar, insanlık ve uygarlık bu çabalarla ilerler.
Benzer durum Hır is t iyanlık için de söz konusudur . Din adamlar ı-
nın, ki l ise babalar ının buyruklara sal t boyun eğme dönemi olan Orta-
çağ 'da Hır is t iyanlar ger i kalmış toplum modeli içindeydiler . S t . Tho-
mas d 'Aquin ' in ve öbür Aris to kökenli akı lcı lar ın , insana güven getir -
meler i , akl ı yöntem olarak benimsemeler i , akı lcı l ığı i ler i sürmeler iyle
bir l ikte Hır is t iyan toplumlar ı uygar l ık alanında büyük gelişmeler kay-
detmiş t ir .
Akılcı l ığın benimsenmesi Müsaviler için de büyük önem taş ımak-
tadır . Yukarıda sözünü et t iğimiz Yahudi Endülüs lü f i lozof Maimoni-
des (1135-1204) ( İbni Mem'un) Endülüs Emevi Devlet i 'n in sanat , kül-
tür , edebiyat ve felse feye verdiği , önem or tamı içinde b üyük yapıt lar
vere rek b iç im e kö rü kö rüne bağ l ı bağnaz d indar la r ın gö rüş u fkunu
akılcı l ık yoluyla ' geniş letmeye çal ışmış t ır . Akılcı , özgürlükçü tutumu
onun Müslümanlar taraf ından da sevilmesine yol açmış t ır .
Osman lı kültürü akılcı değildi
Akılcı l ık sorunu Osmanlı devlet i içinde de önemli bir görünüm
sunmaktadır . "Osmanlı kültüründe egemen düşünce tarzı akı lcı l ık de-
ğildir" (1) Osmanlı lar inanç insanlar ıydı . Şeyhülis lamlar ın, imam ve
hocalar ın söyledikler ine körü körüne inanma ve boyun eğme, Osmaiı-
l ı tebas ının bel irgin özell iği idi . Ona aktar ı lan bi lgi ve davranış mo-
deller ini akı l süzgecinden geçirmeden benimserdi .
Bilgi aktar ımını .yapa n hocalar ın İs lamın özgürlükç ü ve i ler ici yo-
rumlar ını pek benimsemedikler i bi l inmektedir . İbni Sina, İbni Rüşt ,
Farabi gibi akıldan y or alarak din i lkeler inin önem ve yüceliğini ka-
nıt lamaya çal ışan İs lam f i lozof lar ını Osmanlı "uleması" pek tutma-
mış t ır (2) . Bunlar ın yer ine kayıts ız koşulsuz iman, inanç ve tes l imiye-
t i sal ık vererek, aklın önemini ikinci plana atan düşünürler ön plana
çakır ı lmış t ır . Necmeddin Nefes i (XII yy.) ve Sadett in Taf tazar i i (XV
yy.) gibi Osmanlı olmayan iki düşünür , Osmanlı medreceler inin temel
başvuru kaynağı olmuştur . Bu iki düşünür ve özell ikle Taf tazani , in-
sanlar ın aklını kurcalamalar ı yer ine anlat ı lanlara iman ve i taat etmele-
r i gerektiğini savunm uştur . (3) .
Söylenenler , aktar ı lanlar hal ifenin şeyhülis lamı ve ho calar ı aracı l ı -
ğıyla olunca dini dogmalar ın, s iyasal i lkeler hal ine dönüşeceği açıkt ır .
Tebanın din duygular ına böylel ikle felsef i gerekçeler get ir i lmiş , öz-
gürlük bi l inci ve akıl öğes i us tal ıkla unutturulmuş; düşünmeyen, sade-
ce boyun eğen halk olgusu yarat ı larak ki t leler tevekküle i t i lmiş t ir . Bu
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 15/111
yöntem, devlet bütünlüğünün sağlanmasında belki-savunulur bir tutu-
mu belirleyebilir . Ancak "îslam alemi"nin uygarlık yarışında bayrağı
kaptırmasının nedenlerinden biri de yöneticilerin insanların özgürlük
bilincini yok etmeleridir. Özgür insan üreten insandır. Değer üretme
özgür ortamlarda gerçekleşir . Akıl ve özgürlükte yeni değerler yara-
tan uluslar uygarlık yarışında ön saflarda olurlar.
Sonuç
Osmanl ı döneminde dinin etkisi çok güçlüydü. Manevi boyutun
tatmininin yol lar ından en önemlisi dindir . Akı lcı yaklaşımlardan
uzaklaşınca karanlık güçler din duygusunu sömürür. Bu nedenle dinle
felsefe yan yana yürümelidir. Akıl sahibi olan insanın dine ilişkin yo-
rumları bizzat kendisinin yapması gerekir. Belli bir kültür düzeyine
ulaşmış insanların kulaktan dolma bilgiler, gelişi-güzel okunan kitap-
larla yapılan mahalle ve köy imamının yorumlarına itibar etmesi, ge-
leneksel Osmanlı tebasının tutumunu sürdürmek anlamına gelir . Üzü-
lerek belirtelim ki dinci kesimin bir bölümü bu geleneği sürdürmekte-
dir. Oysa felsefe ve kültürle donatık akıllar her konuda olduğu gibi
din alanında da daha gerçekçi ve daha özgürlükçü yorumlar yaparak
her türlü önyargılardan kurtulabilir .
Görülüyor ki, hepimizin ve özellikle "İslamcı eğilimlerin" felsefe-
ye gereksinimi vardır. Önyargılardan arınmak, sağlam temellere otur-
mak, inançlar sağlamlaştırmak, başkalarını cahilce karalamak, ilerle-
mek inançları ve toplumsal barış için felsefe, teknikten ve doğa bilim-
lerinden çok daha önemlidir.
1) Timur, Taner, Osmanlı Kimlisi. İstanbul 1986, Hil Yayınları, s. 12.
2) Aynı yapıt s. 42-42
3) Ayni yapıt s. 46-52.
1 Eylül 1987 Cumhuriyet Gazetes i
DESCARTES VE AKILCILIK
Descartes'in en önemli yapıtı "Yöntem Üzerine Söylev"in bu yıl
350. (1637-1987) yayım yılıdır . Bir ulusun bir filozofun yöntemiıii
benimsemekte övündüğüne pek raslamayız. Ama Fransızlar "Kar tez-
yen" (Dekartçı) olmakla övünürler. Gerçekten övünülmesi gereken bir
olgudur bu; ama tüm Fransızların ne ölçüde Descartes'in akılcılığını
uygulama alanına soktuğu tartışılabilir .
. Akılcılık, bilgi kuramında-deney karşısında aklın yöntem olarak
yeğlendiği bir yaklaşım tarzıdır. Davranışta akılcılık ise mantık ve bi-
lime dayalı kararlar alabilmek; tutku, kapris ve önyargıları bir yana
bırakmayı deyimler. Başka bir anlatımla, doğa karşısında ve insanlar
arası ilişkiler de bilimin verilerini uygulamak hakikat değerinden ay-
rılmamak akılcılıktır .
Descartes'in akılcılığı Aydınlanma Çağı'nm temel felsefesi olmuş-
tur. Rousseau, Diderot hep Descartes'in izinden gitmiştir . Aydınlanma
Çağı f i lozof lar ının Bat ı demokrasi ler inin i lk devr imler inin başında
gelen büyük Fransız devriminin düşünsel mimarı oldukları bilinmek-
tedir. Gerçekten de Batı demokrasileri akılcı temele dayanmaktadır.
Akılcılık, aslında Descartes'in buluşu değildir. İbni Rüşt, İbni Si-
na, Akınolu Thomas, Maimonides hep akılcı filozoflardır. Akılcılığın
kökeni, birçok konuda olduğu gibi ünlü Grek filozof Aristoya dayan-
maktadır.
Descar tes akı lcı l ığı bi r sisteme kavuşturmuştur . Onun akı lcı l ığı ,
yöntemli kuşkuyla olaylar ın i rdelenmesini başlangıç olarak kabul
eder . Hakikate ulaşmak için her şeye, varoluşa o kuşkuyla bakar .
Böylec e akla kadar inen filozof, kuşku dan u zak ilk hakikatin "akıl"
olduğunu görür. Bütün bunları düşünen bir akü olduğuna göre, insan-
sal varoluş yadsınması olanaksız bir hakikattir . "Düşünüyorum, o
halde varım"
diyen Descar tes düşünceyi
insanlıkla
özdeşleştirerek,
insanı yücelten öz ve niteliğin düşünme yetisi olduğunu vurgulamak-
tadır. Ania ne yazık ki, Batı uygarlığı içinde olduğu halde günümüzde
düşüncenin horlandığı, kovuşturmayla karşılaştığı ve mahkum olduğu
ülkeler mecuttur. Düşüncenin suç olarak kabul edilmesi Batı demok-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 16/111
raşilerinin öz ve niteliğine aykırı olup, insan onur ve yüceliğine yöne-
lik bir hareketi deyimlemektedir.
Gururun fazlası...
Düşünmek insanın gururudur . Ancak fazla gurur büyüklük kom p-
leksine de yol açabilmektedir. Bunun sonucu olarak yöneticiler, bir
padişah edası ile "devlet benim" düşüncesine girebilmekte, aklın ve
bilimin eseri olan hukuku hiçe saymaktadırlar. .Descartes diyor ki:
"Dünyada akıl kadar iyi dağıtımı yapılmış başka bir şey yoktur."
Gerçekten de hepimiz aklımızdan memnun görünürüz. Kendi aklımı-
zın en iyi akıl olduğunu sanırız. Adalet adeta en iyi biçimde akıl dağı-
tımında gerçekleşmiştir . Oysa aklımızı özeleştiri süzgecinden geçir-
memiz zorunludur, Sağlıklı yargı ve değerlendirmelerde bulunabilme-
miz için o alandaki bilimsel verileri iyi bilmemiz gerekir. Örneğin hu-
kuk, felsefe ve sosyal bilimlerle uğraşmayan birimin "hukuk da ney-
miş, önemli olan iş bitirmektir" demesi ya da sosyoloji, politika bilimi
ve demokrasi ilkelerinin verilerini hiçe sayarak yasalaştırma hareket-
lerine girişmesi kendi aklının en iistün akıl olduğunu kabullenmesi
demektir: tarih bu tür gururlu, "alçak dağların yaratıcı" politikacılarla
doludur, ama hepsi unutulup gitmiştir . Davranış ve eylemler akla, ye-
ni bilimin verilerine dayanmıyorsa keyfi ve duygusal kalırlar.
Akılcı politikacılar ise tarihe damgasını vuran, unutulmayan bü-
yük, devlet adamlarıdır. En güzel örneğini de ülkemiz Mustafa Ke-
mal'le yaşamıştır . Bilim adamlarına s aygılı , sofrasında bile onlara ge- *
reksinim duyan Atatürk, ileri ve çağdaş bir demokrasi düzeyine ülke-
sini kavuşturmak için hep,akla başvurmuştur . Gereksiz gurur lanma,
duygusal davranışlar, küçümsemeler Atatürk'ün yaşamında, akim ge-
reği olarak yoktu.
Descartes insan aklını-bir "elma küfesine" benzetmektedir. İnsan
aklına Çeşitli dış etmenlerle, değişik bilgiler gelmektedir. Bunların bir
bölümü doğru, öbürleri yanlıştır . Akıl tıpkı bir elma küfesinde olduğu
gibi, içinde sağlam ve çürük elmalar bulundurabilir . İnsanoğlu küfeyi
yere boşaltmak, küflü ve çürükleri atarak sağlamlarla yoluna devam
etmelidir. Küflüleri, çürükleri önyargılar, tutkular ve kaprisler mah-
vetmiştir . Eğer ayıklama yapmazsak yanlışlar içinde yitip göçeriz.
Yanlış tarihsel bilgiler, yanlış sosyolojik analizler, çıkarlar doğrul-
tusunda yapılan değerlendirmeler, kamuoyu araştırma ve yönlendir-
/inelerindeki artııiyetler, tek başına çıkara dayalı politik yaklaşımlar,
hanedan kurma özlemleri toplumsal boyuttaki çürük elmalardır. Bun-
lar ayıklanmazsa toptan yitip göçmek kaçınılmaz bir yazgı olacaktır .
Descartes'i akılcılığa yönelten etmenlerden biri de Galile olayıdır.
Bilindiği gibi dünyanın güneş etrafında döndüğünü kanıtlamasına kar-
şın, Kilise Galile'yi dinsel dogmalara dayalı bilim anlayışına ters düş-
mesi nedeniyle*yargı layıp mahkum.etmişt i . Oysa o dönemin papası ,
henüz kardinalken Galile'nin görüşlerini benimsemişti. Bu olay bili-
min bir an için otoritenin gücüne yenilmesi elemekti. Yani akı kaba
güce yenilmişti. Önyargılı bir inanç sistemi aklın sırtını yere getirmiş-
ti . Oysa kaba güç, mantıktan yoksun irade ve otorite hiçbir zaman ha-
kikatin ölçütü olamaz.
İşte böyle bir Descartes'in yapıtının yayımının 350. yıldönümünü '
kutlamaktadır Fransa ve Avrupa. Atatürkçülük de önyargı ye yanlış
inançlarla mücadele verirken akılcı bir yöntem izlemiştir . Rejimimi-
zin temeli akılcılıktır . Bunun bilincinde olanlar ve Avrupal ı lar , sem-
pozyum lar düz enlemektedir / Fransa 'da dergi ve .gazeteler Descar tes
ve akılcılığı yeniden gündeme getirerek olumlu yönde kamuoyu oluş-
turmaktad ır. , . ~
1
Sonuç
Dem okrasinin tem eli akılcılık ve- Descartes'a day andığına g öre, ül-
kemizde de bilim, sanat ve felsefe dergilerinin bu yıldönümden hare-
ket ederek bazı etkinlikleri gerçekleştirmesi gerekir. Gazetelerin kül-
tür. sayfa lımda daha henü z Descartes'i görem edik. Gerçek "entellik"
felsefeden geçer. Akılcılığı toplumumuza yerleştirmek, kör inanç ve
önyargılı dogmalarla mücadele açısından da önem taşımaktadır. De-
mokrasi ve özgür lük bi l incinin özümsenmesi ı ıde kanımızca felsefe-
den yararlanmak en akılcı ve en etkili yöntemdir.
:
• •
I
.
19 Kasım 1987 Cumhuriyet Gazetesi
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 17/111
TARİHİN İLK KOMÜNİST
HRİSTİYAN DEVLETİ
Komünist ve Hristiyan sözcüklerinin aynı başlık içinde yer alması
garipsenebilir . Oysa birçok tarihçiye göre, tarihin ilk komünist devleti
XVII. yüzyıla Cizvit papazları tarafından Paraguay'da kurulmuştur.
Geçen yıllarda sinemalarda, daha sonra da televizyonda oynatılan
"Mission-Görev" filmi bu devletin kurulma aşamalarında geçen olay-
ları anlatmaktaydı ve büyük oranda gerçeklere dayanmaktaydı.
Kurulan cumhuriyet .bir anlamda sosyalist düşünürlerin çoğunun
kafasında biçimlendirdiği "dünya cenneti" ütopyasına uygundur. Bu
devlet Batı 'da değişik alanlardaki sosyal bilimcilerin dikkatini çekmiş,
Fransız Devrimi'nin düşünsel mimarlanna örnek olmuştur.
Serüven 1608 yı l ında başlar . İ lk Cizvi t papazı , başkent Asuci-
ön'dan iç bölgelere doğru yola koyulurlar. Guaria'nın Loreto bölgesin-
de kiiçük bir kent kurarlar. Civarda Portekizli köle avcıları ve İspan-
yol lar ın el inden kur tulan yer l i Kızı lder i l i ler yaşamaktadır / Guarani
denilen bu yerliler barışçı, iyi huylu, dost yapılı insanlardır; Cizvitle-
rin kurduğu kente yerleşerek Hristiyan olurlar ve Reduction adıyla
anılan Güney Amerika kolonilerinin ilk çekirdeğini oluştururlar. Ken-
dilerinin inancı da tek tanrılı olduğundan Hristiyan yaşam tarzına ko-
laylıkla adapte olurlar. Aynı yıl iki cizvit papazı da yakın bölg ede
San îgnacio (cizvit örgütünün kurucusunun adı) diye küçük bir kent
daha kurar. Buraya 1612 yılında Roque Gonzalez adlı İspanyol bir pa-
paz gelir . Basit yaşamı yeğleyen, basit bir sopayla toprağı belleyen,
balıkçılık ve avcılıkla uğraşan yerlilere Gonzalez yapı ustalığı, maran-
gozluk, karabasan kullanmayı öğretir . Böylece blok evler, okul ve ki-
lise inşa edilir . Karizmatık bir yapıya da sahip olan papaz kısa zaman-
da bu Reduction'un âdeta devlet başkanı olur ve kısa bir zaman süreci
içinde yerlilerin katılımıyla civarda 10 kent daha ku rulur.
Uyga r ve mutlu bir yaşamın sürdüğü kentlerdeki gelişmeyi kıska-
nan civar kabi leler duruma tahamm ül edemezler , baskın yaparak
Gonzalez ve arkadaşlarını öldürürler. Ancak 20 yıl içinde bu tür ya-
şam tarzı Paraguay'dan Buones Aires'e kadar 500 km. uzunluğunda
bir alana sağlı sollu yayılmıştır . Artık birbirleriyle ilişkiler kuran ve
aynı tür yaşam tarzını sürdüren kentlerin bir federasyonu kurulmuştur.
Devletin adı "PARACUARIA"dır Koloniler büyür, güçlenil" ve 1740
yılında Porto Alegra, Trinidad, San Coşme, Santa Rosa gibi büyük
kentler oitaya çıkar. :
Büyük kentlerde Greko-Romeh mimarı tarzı uygulanmıştır . Dik-
dörtgen bloklarla düz caddeler birbirleriyle kesişmekte ve zemin düz-
gün bir şekilde düz taşlarla döşenmekteydi. Kent meydanlarında gör-
kemli bir kilise ve papazların kaldığı binalar mevcuttu. Ka nalizasyon
şebekesi mükemmeldi. Evler yangına karşı koruma önlemleriyle do-
natıktı. Kentler arasında yapılan düzgün yollar, düzenli ulaşım ve ile-
tişime olanak sağlamaktaydı.
Kolonilerde, her ailenin özel yaşamını sürdüreceğini bir evi ve kü-
çük bir arazisi vardı. Bunun dışında büyük tarlalarda üretim ortaklaşa
gerçekleştirdi. Paylaşılan ürünün bir bölümü hasta, sakat, dul ve ye-
timlere ayrılırdı. Koyun, keçi, büyük baş hayvanlar ve atlar ortak mal-
lardandı. Kent ve kasabalarda, köylerde el sanatları, güzel sanatlar bir
hayli gelişmişti. Tahtacılık, oymacılık, marangozluk, heykeltraşçılık,
el yazmacılık, müzik, resim gibi sanatlar üst düzeydeydi. Bugün yöre-
deki müzelerde Paracuaria sanatının örneklerini görmek olanaklıdır.
Burada yaşayan bir papaz Avrupa'daki ailesine gönderdiği mektupta
"Yaşadığım yerde Nurenberg ve Augsburg'da yapılan müzik aletleri
ve saatlerden geri kalmayan nitelikte olanları yapılmaktadır" demek-
tedir.
' Ekonom ik düzen gruplaşmalar eklinde örgütlenmişte ve her biri-
min başında bir yönetici vardı. Bu kişi açık oylamayla bir yıl için se-
çilmekteydi. Gruplar toplu halde eğlenirdi. Ortak oyunlar, at yarışları,
festivaller ve sürek avlarıyla çalışma dışındaki zaman geçirilirdi. Her-
kes aynı tipte giysi giyerdi, pamuklu, geniş, rahat elbiseler yeğlenirdi.
Papazlar gelmeden önce yer l i ier , d ikiş dikmesini bi lmedikler inden
•çıplak gezmekteydiler. Yörenin tropikal iklimi buna uygundu. Temel
yemek, dana eti, sebze ve meyv eydi; tatlı patates yörede en fazla yeni-
len yiyecekti.
Yönet im tamamıyla dem okrat ik esaslara dayanmaktaydı . Her köy,
kasaba veya kentin bir yasama meclisi vardı. Meydanlarda toplanılıp
meclis üyeleri seçilirdi. Meclis üyeleri meclis başkanı ve onun yar-
dımcısını atardı. Bunlar halkın memuru olarak yürütme işlevini yü-
kümlenirlerdi. Ayrıca seçimle işbaşına gelen danışmanlar, kolluk gü-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 18/111
etiyle yükümlü bir görevli, mali işleri yürüten bir memur, bir katip ve
bunlara bağlı asistanlar devletin değişik işlevlerini yürütmekteydiler.
Seçim tarzı ve görevl i ler in yetki ler i b ize Jean-Jacques Rousse-
au'nun doğrudan demokrasi anlayışını anımsatmaktadır. Özellikle gö-
revlilerin büyük güçlerle donatık vekiller değil de memurlar olması
"halk egeıhenliği" kavramını iyice vurgulamaktadır.
Ancak tüm bu sistem İspanyol valinin onayından geçirilirdi. Ev-
raklar gönderilir genelde İspanyol vali de durumu onaylardı.
Cizvit papazlar üst danışman ve gözlemci olarak görev yaparlardı
ve her Reduction'da iki veya üç Cizvit papaz bulunurdu. İspanyol ciz-
vit papazların adedi çok fazla olmadığından Avrupa'nın diğer Katolik
ülkelerinden de papazlar buralarda görev almıştır .
Reduction'larda ölüm cezası yoktu. Sadece hapis cezası uygulan-
maktaydı. Ve uzun süreli cezalar verilmiyordu. Adam öldürmenin ce-
zası ömür boyu hapisti; ama uygulamada lO.yılı geçmezdi.
... İspanyol komutanların ve Cizvit papazlarının yönettiği ve genelde
süvari birliklerinden oluşan bir ordu kentleri korumaktaydı. Kesinlik-
le dışarıya karşı saldırının olmadığı bu devletlerde ordunun bulundu-
rulmasının tek nedeni savunmaydı . İ spanyol komutanlar maaşlar ım
İspanya'dan almaktaydılar. Ama kentlerin emrinde olduklarının bilin-
cindeydiler. Askerler de zaten yerlilerden oluşmaktaydı.
Devletin laik olduğu kuşkusuz söylenemez; ancak Hristiyan olma-
ları hususunda yerliler Hiçbir zaman zorlanmaya maruz kalmamışlar-
dır. Köken lerinde tek tanrılı inancın olması onların Hz. İsa'nın dinine
geçmelerinde kolaylık sağlanmıştır;
Reduction'larda gelişmiş bir sağlık hizmeti yürütülmekteydi. 160
yıllık Cizvit Çuffihuriyeti 'nde salgın hastalıklara çok az rastlanmıştır .
Bunun nedenlerinin başında temizlik konusuna verilen önem gelmek-
teydi. Kentlerde genel tuvaletler, evlerde mükemmel bir banyo-tuva-
let uygulaması, devamlı akan su sistemi hastalıkların yayılmasını ön-
lüyordu. Öte yanda yerlilerin yerel bitkilere bağlı yaptıkları ilaçları
doktor Cizvit papazları geliştirmekte, daha yararlı hale getirmektey-
di. Devlet olumlu bir şekilde yürürken, insanoğlunun zaafları düzeni
ve mutluluğu altüst eder. İçeride önemli sorunlarla karşılaşmaz. Dı-
şarda da "ELDORADO"nun güzel l iğini duyanlar akın akın Paracu-
aıia'ya gelmeye başlarlar. Voltaire ünlü yapıtı Candide'de buralardan
söz eder. Gizli hazineler ve altın madenlerin çok olduğu rivayetleri
ortalarda dolaşır ve maceracılar bölgeye gelir . Sürtüşmeler başlar. Bu
arada 1766 yılında İspanya Kralı İÜ. Carlos, kendine karşı bir komplo
hazırladığı bahanesiyle Cizvitlerin İspanya ve İspanya kolonilerinden
çıkarılması hususunda emir verir .
Buenos Aires piskoposu uygulamayı alargaya alır ama ancak iki
yıl dayanabilir . 1768 yılında Cizvitler bölgeden ayrılmak mecburiye-
tinde kalırlar. Papazlardan bir bölümü yerlilerle birlikte küçük bir or-
du (1500 kişilik) kurup savaşır ama savaş yenilgiyle sonuçlanır.
1770 yı l ında İnnsburg doğumlu doktor ve otbi l imci Sigismund
Aperger hariç bölgede tek bir Cizvit kalmamıştır . Güney Amerika'nın
Hipokrat 'ı denilen bu bilim adamının kalabilmesinin nedeni kuşkusuz
ona duyulan gereksinimdir. Artık komünist Paraguay Cizvit Cumhuri-
yeti tarih sahnesinden silinmiştir .
Böyle bir devletin kurulmasında kanımızca iki etmen önemli rol
oynamıştır . Birine altyapı diğerine ise üstyapı etmenleri diyebiliriz.
Al tyapı yer l i ler in yaşam tarzının, sosyal yapı lar ın elver işl i l iğ idi r .
Marx'm ilkel komüııal toplum, Rousseau ve Locke'un doğal yaşama
hali dediği döneme benzer bir yaşam tarzı söz konusuydu ve henüz
devlet yoktu. Bu ortamda özel mülkiyet bilinci gelişmemişti. Üstyapı,
olarak da cizvit papazlarının Hristiyan yorumunda özel mülkiyete yer
verilmemesiydi. Manevi destekli komünal anlayış altyapıyla etkileşim
içindeydi. Avrupa komünizminin doktrinerleri Althusser ve Poulant-
zas'laıın toprağı bol olsun. Altyapıyla üstyapı arasında etkileşim var-
dır; aralarında uyum olmazsa başarıya ulaşılamaz...
160 yıl içinde değişik ülkelerden gelen papazın çalıştığı, nüfusu n .
bir dönemlerde toplum olarak milyona ulaştığı bu yörelerin korun-
mas ı amac ıy l a 1976 y ı l ı nda Almanya 'da b i r de r nek ku r u luş tu r .
UNESCO'nun destek ve yardımıyla kurulan dernek yöredeki 7 yer -
leşim merkezinde dinsel ve kültürel değerleri korumayı amaçlamak-
tadır . Müzeler kurulmuş, ki l i seler restore edi lmişt i r . Tar ihin i lk
komüni s t cumhur iye t i Pa r acuar i a a r t ı k müzeded i r . XX. yüzy ı lda
h e n ü z k o m ü n i s t a ş a m a y a g e ç e m e d e n d a ğ ı l a n S o v y e t S o s y a l i s t
Cumhuriyetleri Birliği bakalım yerini nerede bulacak? Müzede mi?
Tarihin sayfalarında mı? Yoksa ileride başka bir ülke veya aynı yerde
mi?
Cumhuriyet Dergi
12 Temmuz 1992
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 19/111
LAİKLİK ve AKILCILIK
Genel ve alışılmış tanımla laiklik, din ve devlet işlerinin birbirle-
rinden ayrılmasıdır. Laik devletlerde din olgusu devletin "esas teşkila-
tına" müdahale etmez; dinsel ilke ve kurumların devlet yönetiminde
etkisi yoktur. Laik devletlerde din, devletin olağan görev ve yetkileri
içinde bir sosyal olgu olarak ele alınır ve tüm öbür sosyal olgular gibi
düzenlemeler görür. Düzenlemelerde temel ölçüt, çağdaş değerlerdir.
Din, sosyal olgu olduğu kadar bir düşünce sistemidir. Bu görünü-
müyle felsefenin konu alanı içine girer. Din felsefeleri, laik felsefeler-
den çok daha fazla ilgi görürler. İnsan felsefeye tanrı ve yazgı soru-
nuyla başlar. Tanrı var mıdır, yok mudtır? Evrenin öz ve esası nedir?
Bir madde mi, yoksa bir düşünce midir gibi soru ve sorunlar, felsefe-
nin ilk adımlarıdır.
Din, sosyolojik ve filozofik açıdan önemli bir kurumdur. Bu ne-
denledir ki, gerek ülkemizde gerek dünyada her zaman için gündem-
dedir. ' . / .
Evrensel önem içeren bu kurum karşısında devlet nasıl bir tutum
alacaktır? I
Teokratik görüşler şöyle
dijyor:
"Devlet yönetiminin ilke ye esasları Tanrısal buyruklara uymalı-
dır. Bu dünya zaten öteki dünyaya hazırlık evresidir. Devletin görev,
amaç ve işlevi, uygun ortamı haz ulam aktır . Hazırlıkta devlet güçleri-
ne din adamları yardımcı olmalıdırlar; çünkü Tanrı buyruğunu en iyi
onlar anlar ve onlar yorumlar."/Hıristiyan filozofların çoğu, bugün da-
hi neotomist bi r yaklaşımla bu düşünceyi yaymışlardı r . Dünyadaki
tüm Hıristiyan demokrat partiler Saint Thomas d'Aquin ve onun XX.
yüzyü yorumcusu Jacques Maritain'in izinden gitmektedirler. Bu par-
t i ler ikt idara geldikçe, olanaklar ölçüsünde görüşler ini uygulamaya
sokmak isterler. Ancak karşı görüşteki baskı grupları ve sosyal etkile-
şim-dengeleşim, Hıristiyan demokrat ideallerin tam olarak gerçekleş-
mesini engeller. Hıristiyan demokrat partiler açık ya.da örtülü laikli-
ğin karşısında yer almaktadırlar. Ancak laikliğin iyice öztimsenmesi,
akılcılık ve felsefi kültürün yaygınlığı teokratik devletin kurulmasını
engeller. Müslümanlık ve Yahudilikte de din adamları genelde teokra-
tik devletten yanadırlar. Teokratik İslam devletlerinin kışkırtıcı tavrı,
bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Laiklik akılcılıktır
Teokratik devlet anlayışım kökenindeki tanrısal iradenin yerini la-
ik devlette akıl ve bilime dayalı yönetim almışür. Evet... Laiklik ras-
yonalizmdir (usçuluk-akılcılık). İnsanın, doğanın ve toplumun kural
ve yasalarını kendi aklı ile algılaması, kavraması ve yine kendi gücü
ve aklı ile doğa ve topluma egemen olması akılcılıktır . Aklın rehber
alınması; safsata, hurafe, bilim dışı açıklamaların .irdelenmemiş "na-
killerin" atılması akılcı davranış modelleridir. Devlet yönetiminde bu
yöntem izlenirse onun adı laikliktir . Başka bir anlatımla devlet yöneti-
minde din adamlar ının yorumlar ına dayanan dinsel , i rdelenmemiş,
"nakiller" ilke olarak binemsenmişse o ülkede teokrasi vardır. Yok
eğer bilimin, aklın sesi rehber alınmışsa laik devlet kuruluştur. Ata-
türk'ün gerçekleştirmek istediği laik devlet işte budur. Nitekim onun
döneminde çeşitli kurum ve yayınlarla bilim ve laik düşünce gelişme
olanağı bulmuştur.
Batı 'da laik aşamaya ancak Fransız Devrimi ile gelinmiştir . XVII.
yüzyıla "ticaret devrimi" ile oluşan yeni sınıf, burjuvazi ekonomik gü-
cünü siyasal güçle perçinleştirmek isterken devleti yöneten aristokrat-
lar ve onların manevi destekçisi ruhban sınıfı en büyük engeldi. Fe-
odal sosyolojik yapıya sahip devlet yönetiminde, iktidarın köken ve
temelinin Tanrı 'da olduğu söylenmekte ve Tanrı 'nın bu gücünün yö-
netim açısından doğrudan doğruya krala aktardığı iddia edilmekteydi.
Ünlü f i lozof J .B. Bossuet bu görüşteydi ; XIV. Louis de bu kuramı
pek sevmişti.
Ticaret devrimi ile tarih sahnesine giren ve sanayi devrimi ile güç- .
lenen burjuvazi, ekonomik iktidarı ele geçirmişti, ancak siyasal ikti-
dar kral ve kiliseydi. Zenginleşen burjuvazinin mülkiyet hakkı güven-
ce altında değildi. Kral ve kilise onun tüm mal varlığı üzerinde keyfi
tasarrufta buluunabilirdi. "Cismani ve ruhani iktidar" elberliğiyle onu •
ezmekteydi.
' Burjuvaz i ne yapabilirdi? Nasıl kralın Bossuet 'si varsa o da filo-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 20/111
zoflar bulmalıydı. J.J. Rousseau'lar, Diderot 'lar, Descartes'lar insanı,
onun aklını yüceltici düşünceleri geliştirmişti. Kilisenin manevi bas-
kısını, ancak başkaldıran akıl yıkabilirdi. Kilisenin gücü yıkıldığında,
aristokrasinin yıkılması kolaylaşacaktı, İşte bu nedenle laiklik benim-
sendi, kilisenin yerini insan akıl aldı.
Akla dayalı laiklik, "doğal hukuk felsefesinden" desteğini alıyor-
du. Antik Yunan kökenli doğul hukuk düşüncesi, burjuvazinin resmi
felsefesi haline dönüştü. Descartes, Spinoza, Grotius gibi düşünürler
rasyonalist kimliğe bürünen "doğal hukuk" şunları söylüyordu:
"İnsan aklı, hukukun kaynağıdır. İnsan, hiçbir aracıya gereksinim
duymadan kendi aklıyla evrensel adalet ilkesini anlar ve içeriğini kav-
rayabilir . Herkes kendi aklıyla evrensel hakikatlere ulaşabilir . Herke-
sin eşit bir biçimde algıladığı adalet değerinin güncelleşmesi, hukuk
haline dönüştürülmesi siyasal faaliyettir . Bu çalışmayı herkes eşit bir
biçimde yürütecektir , çünkü herkes akıl sahibidir ve insanlar arasında
doğuştan hiçbir fark yoktur. Eşit algılama ve eşit kavrama eşit yöneti-
mi gerektirir . Algılama, kavrama ve yürürlüğe koyma işleminde kral
ve papaza gereksinim yoktur." Krala ve aristokratlara gereksinimin
olmaması demokrasi; papaza gereksinim duyulmaması ise laikliktir .
Aracısızl ık , eşi t l ik , ayr ıcal ıkl ı katmanlara gereksinim duyulmaması
"halk egeme nl iğinin gerçekleşmesi demekt i r . Bat ı demokrasi ler inde-
ki laiklik, işte bu düşüncenin ürünüdür.
Laiklik temel ilkemiz
Laiklik Batı demokrasilerinin, dolayısıyla bizim de temel ilkeleri-
mizin başında gelmektedir; ama unutmayalım ki, kökeni rasyonaliz-
me dayanmaktaOır. Rasyonel tutum, bireysel plandan toplumsal boyu-
ta kadar her alanda temel yaşam ilkesidir. Duyguların, tutkuların, saf-
satanın, nefretin, horlama duygusunun, küçümsemenin tutsağı olursak
akıldışı tutumumuzla olumsuzluklar evreninde boğulup gideriz. Laik-
liğin uygulanmasında da rasyonel olmamız gerekmektedir.
) Rasyon al ist Bat ı , akl ı devlet yönet imine get ir i rken başlangıçta
/sosyolojik açıdan akıldışı (irrasyonel) bir tutum izler; sosyal ve felsefi
kimliğini unutarak din karşısında olumsuz bir tutum almıştır . Büyük
Fransız Devrimi'nden soma birçok din adamı giyotini yollanmış, ma-
nastırlar kapatılmıştır .
III.
Cumhuriyet döneminde Fransa'da manastır-
ların kapısına sürgü çekilmiş, din adamları Hollanda'ya kaçmak zo-
runda kalmıştır . Daha sonra gizli bir şekilde yavaş yavaş manastırlar
açılmış ve nihayet devlet yasa değişikliği yaparak, sosyolojik ve fiili
bir durum yasallaştırmıştır . Fransa gibi düşünce ve anlatım özgürlü-
ğünün geniş olduğu bir ülkede, sosyal etkileşim ve dengeler özgür bir
ortamı gerektiriyordu.
Bu durumun farkına vararak, özgürlükçü bir ortama geçmek, akıl-
cı bir yaslaşımdır. Laiklik uğruna verilen mücadele manastır veya tek-
ke ve zaviyelere seçenek sosyal kurumlar getirilmeli, felsefe ve din
felsefesi üzerinde çalışmalar yapılmalıdır: Ülkemizde tıpkı bir zaman-
lar Fransa'da olduğu gibi "taassubun" üzerine sadece yasalarla gidil-
miştir . İşe yaramadığı açıktır . Hala bazı kesimler belli bir tarikata
mensup olmakla övünürler, tekkelerde ayinler yapılır . Sosyal ortam
dikkate alınmadan yapılan yasalar tepki doğurur. Ülkemizde bu tür
yasalar ya da düzenlemeler "irücanın" güçlenmesine yardımcı olmuş-
tur. Sorunu büyütmek ise son günlerde dev boyutlara ulaşan "cuma
namazı sonrası" gösterilerinin çoğalmasına, çarşafın artmasına yol aç-
mıştır .
Sonuç
Dinin "biçim" kısmı ile mücadele, öz ve içerik açısından tutarlı so-
nuçlar getirmez. Biçimin üzerinde fazla durmadan öze ilişkin felsefi
çalışmaları devlet ve tüm ilerici güçlerin desteklemesi gerekir. Bu
bağlamda Cumhur iyet Gazetesi 'n in gerçekleşt i rdiği
• "felsefe
eğitimi-
nin önemine" ilişkin yayın ve çalışmaları gerçekten kutlanılması gere-
ken bir çabadır.' Gönül isterdi ki, felsefe ve kültür olayına devlet ve
tüm kamuoyunu oluşturan kurumlar aynı derecede sahip çıksın.
Ancak sadece felsefe değil, din felsefesi de ele alınmalıdır. Akılcı
yorumlar anlatılmalı, İbni Rüşt, Muhammed Abduh gibi filozoflar kit-
lelere aktarılmalıdır. Geniş bir düşünce özgürlüğü ortamı içinde çağ-
daş değerlere ulaşılabilir .. Sağdan sola değişik tüm felsef e akımlarına
sağlanacak özgür lükçü bi r or tam içinde, sosyal gruplar ın düşünsel
mücadelesi , toplumlar ı ve ülkeler i dengel i bi r esenl iğe kavuşturur .
Bu, aynı zamanda aklın gereğidir.
1
9 Nisan 1989 Cumhuriyet Gazetes i
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 21/111
İNSANIN ozu
ve
DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ
Aristo, insanın öbür canlılardan farklı kılan özelliğin dil aracılı-
ğıyla açıklanan akıl gücü olduğunu söyler. İnsan, akla dayalı konuşma
yetkisiyle aile, devlet gibi kurumları kurar, değerleri yaratır , tüm ge-
reksinimlerini elde edebilmek için çaba gösterir . İnsanoğlu aklın et-
kinlikleriyle mutluluğa ulaşabilir . Bireyleri erdeme, ahlaka götüren
yol da akıldır. Stoa filozofları için doğruyu, hakikati bilim ve aklıyla
tanıyan insan, nesnelerin öz ve esasını kavrayınca, asla uygun davra-
nışlarıyla ahlaki yaşam içine girer.
Descartes'a göre "Akıl kadar adil dağıtımı yapılan bir başka şey
yoktur; çünkü herkes kendi aklından memnundur." Gerçekten de akıl
günlük yaşamımızda en fazla övündüğümüz yetimizdir. "Akıl satmak-
tan" büyi ik mut luluk duyar ; sözümüz dinlenmeyince kızar ; gel işen
olayları yorumlarken "zaten ben öyle demiştim" deriz. Kimse "aklının
her konuya erişemeyeceğini" içtenlikle itiraf etmez. "En büyük hazine
akıldır" deriz, hazinemizi pahalı satmak isteriz; bilgiçlik taslarız, dü-
şüncemizin yayılmasını isteriz ama başkalarının düşüncelerine pek ta-
hammül edemeyiz. "Dur bakalım senin bu konulara pek kafan çalış-
maz"; "cahilliği bırak, daha deneyimin, yaşın ne" deriz. Kendi düşün-
cemize ters gelen düşüncelerle karşılaşınca tehlikeli bularak yasakla-
malara kadar gideriz.
İnsan özgür olmaya yargılıdır
Oysa yukarıda belirttiğimiz gibi, insanın özü aklın ürünü olan dü-
şünce ve onun dışavurumu olan dil gücüdür. Öz ve esasa aykırı davra-
nışlar yabancılaşma ve yabancılaştırma.anlamına gelir ki, kaos ve bo-
calamadan başka bir şey değildir. İnsana ve onun özüne aykırı tutum-
lar ona ihanetin en adi düzeydeki göstergesidir. Ahlaksızlıktır ... ' Çağ-
dişiliktir ... Düşünce özgürlüğünü biz bu bağlam içinde değerlendir-
mekteyiz.
İnsanın özüne aykırı davranışlar sosyo-politik açıdan da ahlaksız-
lık olduğundan, ayıplanmaları, tepkiyle karşılamaları kadar doğal bir
şey yoktur İnsan yapısını, özünü göz önünd e bulundu rmayan siyasal
rejimler tepkiler
sonunda
tarih sahnesinden yok olup giderler. Dünya-
daki özgürleşme hareketleri, insanın özüne ihanet karşısında duyulan
kitlesel tepkilerin ürünüdür. Akülı iktidarlar, insanın özüne aykırı ya-
salaşt ı rma gir işim inde bulunm ayan lardır . Aksi takt i rde, Prof . Dr . .
Münci Kapani hocamızın deyimiyle hızla girilen "insan haklan çağın-
da" tez elden yitip göçerler. Otoriter iktidarların bir bölümü özgürlük-
ler yelpazesini açmakla güçlerini bir süre daha sürdürebileceklerinin
ve böylelikle ileride yumuşak düşüşler içinde olacaklarının bilincin-
dedirler. Ekonomik ve siyasal zorlamaların ötesinde ve dışında Doğu
Avrupa ülkelerindeki değişimlerde yöneticiler belki de "insanın özü-
ne" aykırı davranışlarla siyasal yapılarının yıkılacağını fark etmişler-
dir. Bunu fark etmeyenlerin sonu gözler önündedir. Tarihsel zorlama-
lar, "eşyanın tabiatı", "insanın özü", onu zincirlerini kırmaya götür-
mektedir. Özgürlük insanın kaçınılmaz yazgısıdır. İnsan, Sartre'ın de-
yişiyle "özgür olmaya mahkumdur."
Hukuk, düşünce özgürlüğüne m üdahale etmemeli
Görülüyor ki, insanın özü olan düşünceye sınırlar çizmek çağdışı-
lık, ahlaksızlık ve akılsızlıktır . Öze ve esasa aykırı davranışlar yanlış
olmaları nedeniyle her zaman için tehlikelidirler ve insanları kötülük-
ler, savaşlar ve kargaşa uçurumuna sürüklerler.
Düşünceye asl ında set çeki lemez. Düşünce gücü, zaman ve yer
koşul lar ının, dar boyut lar ının çok ötesine taşmak tadır . Önem li olan
düşüncenin dışavurumudur. İşte kalan düşünce, hukuk açısından so-
run oluşturmaz, çünkü hukuk iç alemle ilgilenmez, ilgilenemez. Son-
suz boyut lu düşüncenin, boyut lar ına uygun olarak dışa taşması , ev-
rensel leşmesi gerekir . Zaten dışa yansımayan düşünce bi r anlamda
yok demektir . O halde düşünce ve anlatım özgürlüğü iç içedir. Anla-
tım sadece sözsel değil biçemsel bir görünüm içinde ortaya çıkar. Bu
nedenle eski deyim- olan "ifade özgürlüğü" belki de anlatıma kıyasla
daha kapsamlı olarak kavramı di le get i rmektedir : Düşünmek ve bu
düşünceyi sözsel, biçimde, görsel, şu ya da bu tarzda ifade etmek, dı-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 22/111
şa yansıtmak...
İfade ya da anlatım çok yakın, hazır, önlenmesi çok güç tehlikele-
re yol açmakta ise zaten eylemin suç haline dönüşmesi söz konusu-
dur. Hukuk, ancak burada müdahale edebilir . Bunun dışında hukuk
asla ve asla düşünce ve anlatım özgürlüğüne müdahale etmemelidir.
Düşünce özgürlüğünün karşısında olanlar sadece sözsel anlatıma
değil, biçimsel olanına da karşı çakmışlardır. 1950'lerde ya da daha
önceleri komünistler "kırmızı kravat" takmışlar, böylelikle Marksist
öğretiye bağlı olduklarını, biçimleriyle de ifade etmeye çalışmışlardır.
Düşünce özgürlüğünün karşısında olanlar, bunun masum bir "kırmızı
' kravat takma" olayı olmadığını söyleyerek, bu tip giyim tarzının yay-
gınlaşmasıyla komünist devletin "yaz-kış" geleceğini savlayarak, on-
ların hapse tıkmak için kolluk güçlerine ihbar ve çağınlar çıkartmış-
lardır. Benzer baskıya 12 Mart sonrasında "Stalin bıyıklılar" maruz
kalmıştır . Kürksüz parka giyenlerin komünist; kürklülerinin ise faşist
kitlesel hareketler içinde oldukları söylenmiştir . Belki bunların hepsi
doğruydu; onlar Stalinci, komünist ya da faşistti; düşüncelerini sözle,
yazıyla anlattıkları kadar giyim ve kuşamlarıyla da ifade etmekteydi-
ler ve belki de öbür gruplar için tehlikeliydiler. Stalin bıyıklarını yo-
lup parkaları yırtıp atınca komünizm tehlikesi onlar açısından önlene-
bilirdi.
Bugün de teokratik düşüncenin yandaşları örgütlü bir biçimde tür-
ban takmakta, çarşaf giymektedir. Böylelikle düşüncelerini biçimsel
olarak ifade etmektedirler. Arkalarında da dış güçler olabilir , ki kanı-
mızca vardır; dünya siyasal konjonktürü içinde her zaman, her yerde
dış güçlür bulunmu ştur . Walesa 'nın arkasında papal ık; Benazir ' in
desteğinde ABD; Romanya'da SSCB vardır. Bizde de tarih boyunca
muhakkak bir tarafımızda dış güçler olmuştur. Bizi, Tanzimat ve Isla-
hat fermanlarına sürükleyenler dış güçlerdir. 12 Mart 'ın, 12 Eylül 'ün
dış güçler taraf ından planlandığı hala söylenmektedir . Önemli olan
dış güçle olan ilişkilerde karşılıklı çıkarları iyi dengelemek, sömürül-
memektir . "Her yerde dış güç var" anlayışıyla yasaklamalara gitmek
çok kolaydır. Yasağın olduğu her yerde insanın özüne ihanet günde-
me gelir .
Çifte ölçüt yanlışlığı
t ir ilebilir . Dinamik güçler yasaklayıcı yasalara sırtlarını dayayarak de-
ğil güçlü bir düşünsel örgütlenmeyle çağdışı davranışların önüne.set
çekebilirler. Çifte standart özgürlükçülükle, çağdaşlıkla bağdaşmaz.
Koşullar ne olursa olsun özgürlük bir bütündür. Devredilmez, vazge-
çilmez hakların güvencesi olan özgürlüğün dereceleri olamaz. Bir ül-
kede özgürlük ya vardır, ya da yok... Ülke koşullarına göre durumu
ele almak anlayışı, o koşulları değerlendiren kişinin ya da grubun süb-
jekt i f eği l imler ine gerekçe aramaktan başka bi r şey deği ldi r . 1982
Anayasası 'nın kısıtlayıcı hükümlerinin arkasında bu anlayış yatar. 12
Mart anayasa değişikliklerinin gerekçesinin temel felsefesi "özgürlü-
ğün lüks olması ya da sosyal yapımıza bol gelmesi" idi.
Türban olayı,.boyutları itibarıyla çok önemli bir siyasal ivme ve
ivdirmen in ürünü dür . 12 Eylül sonrasında anayasal güç ve desteği
sağlayan Rabıtacı fanatik dinci kesim büyük emeller peşindedir. On-
lar iç in türban, Ayasofya bi r simge, bi r oyuncakt ı r . Ne var ki , bu
oyuncağın da aleti olmamak gerekir. Duygusal davranışlarla "yasakla-
yın" demek kanımızca özgür lük bi l incinden uzaklaşma,,özgür lük ve
insanın özü'felsefesiyle çelişkiye düşmek demektir .
İlericilik ve özgürlükçülükte yasaklama yokdur. Yasaklama kolay
ve basit bir yöntemdir. Çağdaş düşünce ve felsefeyi yaygınlaştırarak
yapılacak mücadele belki daha güçtür, ama daha kökle ve sağlam ol-
duğu kadar, çelişkisiz bir yoldur.
Neden İslam'daki özgürlükçü yorumlar, Batı felsefelerimle paralel-
l ikler kurularak yaygınlaşt ı r ı l ıyor? Neden İslamın özgür lükçü yo-
rumcuları. İbni Rüşt, Muhammed Abduh, Fahrettin Razi gereği kadar
incelenmiyor? Neden bu f i lozof lar açısından ör tünmenin bi r sorun
oluşturmadığı söylenmiyor? Neden İslam içinde davranış ve örtünme-
ye ilişkin ayetlerin sosyolojik yorumla çağdaşlaştırılabileceğinin ola-
naklı olduğu belirtilmiyor?
İnanç.sahipleri ile kurulması olası diyalogun baltalanmamasının,
doğru tutum olduğu kanısındayım.
Çağdışı "kara seslerle", efsuncularla, yobazlarla, tütsücülerle ve
onların yoluna kendilerini bilinçsizce kaptıranlarla düşünce boyutun-
da mücadele etmek gerekir; yeter ki, iyi düşünmesini bilelim, felsefe
ve kültürün verileriyle donatık bulunalım, insanın özüne saygı göste-
relim.
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 23/111
Sonuç
Yapılacak iş açık ve kesindir. Başta 1982 Anayasası, bütünlüğü
içinde yeniden gözden geçir i lmel i ve tüm ant idemokrat ik maddeler
ayıklanmalıdır. Bunun için ilerici güçlerin yoğun bir kampanyaya gir-
mesi gerekir. Buna koşut olarak TCK'nın 141, 142,163. maddeleri ile
tüm yasalardaki düşünce özgürlüğünü sınırlayan maddelerin kaldırıl-
ması iç in vaki t yi t i rmeden çal ışmalar başlat ı lmal ı
Ondan sonra "hodri meydan." Eminim ki, akıl ve sağduyu, özgür-
lükçü ortam içinde çok daha fazla özünü bulacak ve kaos kozmosa
dönüşecektir .
Toplumsal barış için hoşgörü ortamına girmek zorundayız. Düşün-
ce ve anlatım özgürlüğüne saygı göstermeliyiz. Ancak onlar da bizim
düşünce ve anlatım özgürlüğümüze saygı göstermelidirler. Onlar nasıl
güçlü örgütlenmeler içindeyse biz de örgütlenmeliyiz. Bayrağımız ve
gücüm üz, insanın özü olan düşünce ve özellikle çağdaş düşünce ol-
malıdır. Asla ve asla yasaklamaları sırtımıza almaya ihtiyacımız yok-
tur. Biz "safdil" değil, özgürlük bilincini özümseyen bir gücüz.
27 Şubat 1990 Cumhuriyet Gazetes i
DİNLER ve ÇAĞDAŞ
YORUM GEREĞİ...
Her din kurumsal laşmış hal iyle bi r yorumdur ve günümüze deği-
şik yorum biçimleriyle gelir. Tek 'Tan rılı dinler bir kitap ve o dinin
peygamber inin yaşam öyküler inde kaynağını bulur . Ki tap ve peygam -
ber davranış Ve sözleri dinin öz ye temelini belirlemektedir. Yaşamın
karmaşıklığı, değişen ve gelişen dünya koşullan içinde kutsal kabul
edilen her satır ve her söz yorum gerektirir . Bu nedenledir ki, örneğin
İslamda "icma-ı ümmet", "kıyas-ı fukuha" gibi kurumlar ortaya çık-
mıştır . Kuran-ı Kerim, hadis ve sünnetler kaynak alınarak insanlar, bi-
lim ve din adamları ibadet ve toplumsal ilişkileri düzenlenen kurallar
türetmişlerdir. Bu haliyle din, özde Tanrı buyruğu olmakla birlikte ge-
niş bir biçimde insan beyninin uğraş alanı içine girmiştir . Dinler insan
beyninin yorum ve müdahalesiyle kurumsallaşır . Yorum yapan beyin
eğer bilgiye donatık değilse çıkar, tutku yâ'da politik amaçların em-
rindeyse karanlık, kurnaz, yobaz, çağdışı yorumlarla karşılaşırız. Yok
o beyin bilimden, doğrudan, ahlaktan, hakikatten yanaysa özgürlükçü
yorumlar gündeme gelir . Bilim ve doğru verilerle donatık beyin, akla
dönüşür; akılcılık, o dine egemen olur.
Bu durumda, dinler hakkında "O din özgürlük ve laikliğe elverişli-
di r , öbürü deği ldi r" demek'hatal ı b i r yaklaşımdır . "Hangi yorumu?"
diye sormak gerekir.. , •
Aslında devlet desteğinde olan ya da devlet çatısı altında yer alan
hiçbir din, laik olamaz. Devlet, manevi bir destekle iktidarını sürdür-
mek isteyince, teokratik düzenle ortaya çıkar.
Bazı "panelistler" Hıristiyanlığın laiklik ve özgürlüğe elverişli bil-
din olduğunu ileri sürmektedirler. Tek bir cühıleden hareketle Hıristi-
yanlığı kurumsallaşmış haliyle özgürlükçü ve laik yapmak, son derece
eksik bir değerlendirmedir. Hıristiyanlık devlet dini olduktan sonra,
insanlığı din savaşlarına sürükleyecek derecede teokratik kalıplara bü-
rünmüştür. Bugün de "günah çıkarma" kurumuyla özel yaşama giril-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 24/111
mekte; Avrupa'nın her ülkesinde papaz ve rahiblerin yönetiminde li-
seler, üniversiteler bulunmaktadır. Hıristiyan demokrat partiler, Saint
Thomas d 'Aquin, Jacques Mar i tain gibi ünlü Hır ist iyan f i lozof lar ın
demokrasi anlayışına bağl ı bi r siyaset yürütmektedir ler . Avrupa 'da
Hıristiyanlık çağdaş ve akılcı yorumları benimseyerek laik güçlerle
"barış içinde bir arada yaşamayı" yeğlemektedir. Hıristiyanlıkta Saint-
Augusten daha tutucu bir yorum içindeyken Saint Thomas d'Aquin
daha özgür lükçüdür . Hıristiyan siyaset bilimi'ni, genelde bu iki filo-
zof sistemleştirmiştir .
Tutuculuk-özgür lükçülük iki l iğini İ slama i l i şkin yorumlarda da
görmekteyiz. İslam felsefesinde tutuculuğu "cebriye" akımı, ilericiliği
de "mutezi le" temsi l e tmektedir . Türk toplumunun çoğunluğunun
bağlı olduğu "elıl-i sünnet" işe iki akım arasında "orta yolu" izler.
Yazgıcı düşünceyi dile getiren
cebriye,
yandaşlarına göre her şey
Tanrı iradesi tarafından belirlenmiştir . Tanrı, her şeyin yaratıcısıdır ve
her şeyi yönetir . Özgür insan iradesinden ve özgür seçişlerden söz et-
mek Olanaksızdır. Tanrı "iyi kullarını" yaratu\ onları cennete gönde-
rir; "kötüler ve kötülük" ibret olsun diye mevcuttur. Tanrı her an, her
yerde bu dünyanın işlerine müdahale eder; insanoğlunun kendini bu
yazgıya bırakmasından başka seçeneği yoktur. Cebriye anlayışından
bazı siyasal sonuçlar çıkarılmaktadır. Bunlara göre Tanrı 'nın buyruk-
larını peygamberin halifesi olarak gösterilen yetkili insan uygulamaya
sokacaktır . Yetkin insanın buyruklarına uymak, İslamiyetin zorunlu
ana i lkesidi r . Emevi ler bu siyasal anlayışı yozlaşt ı rarak hal i fenin,
peygamberin değil, Tanrı 'nın halifesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ya-
nılmazlık, büyüklük, yücelik gibi sıfatlarıyla halifeye ve onun kuralla-
r ına boyun eğme zorunlu görülmüş; despot ik bi r teokrat ik düzene,
düzlem hazırlanmıştır . İslamı, şeriatçı cebriye açısından ele alırsak,
ne laikliğe ne de özgürlüğe yer vardır.
Her şeyi, her iki dünyada da
Tanrı düzenlemekte; her hareketin içinde Tanrı iradesi bulunmaktadır.
Bu durumda devlete de Tanrı ilkeleri ve onun halifesinin iradesi ege-
men olacaktır .
Cebriyenin tam karşısında olan akım "mutezile"dir. Mutezile, İs-
lam akılcılığını temsil eder. Mutezile yandaşlarına gören Tanrı, evre-
nin yaratıcısıdır. Tanrı maddeyi yarattığı gibi manevi kavramları da
yaratmıştır . İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, Tanrı iradesinin ese-
ridir. Tann, insana belirli bir yaşam vermiştir; kendi yarattığı maddi
evrene onu yollamış, kitaplar da göndererek neyin iyi, neyin kötü ol-
duğunu peygamberlerin yaşamlarındaki örneklerle belirtmiştir . İnsan,
kitaplardaki iyi kavramına uygun bir yaşam sürmelidir. İrade ve bilinç
sahibi insan, iyi ve kötü arasında tercihler yapacak; iyiyi seçerse cen-
netle ödüllendirilecek; kötüyü seçerse, cehennem azabı onu bekleye -
cektir . Tanrı, insan seçişlerine müdahale etmez. Eğer müdahale etsey-
di, onu sorumlu tutamazdı; seçiş Tanrı 'nın olurdu ki, sorumluluk da
onu ilgilendirirdi. Oysa insan özgürdür, çünkü sorumludur. Görülüyor
ki , mutezi le akımına göre evreni yaratan Tanr ı , bu dünyaya ve bu
dünyanın insaninin fiillerine karışmamaktadır. Karışsaydı, insan so-
rumluluğunun anlamı kalmazdı .
Mutezilenin devlet anlayışı da özgürlükçü doğrultudadır. Özgür-
lükçü olması, laik devlet sistemine olanak sağlar. Tanrı evrenin teme-
lidir, ama insan yaşamına karışmadığı gibi devletin işleyiş biçimine
de karışmaz. Bu dünyanın fiillerini o, öte evrende yargılamaktadır.
Yöneticiler, İslamın esasları olan iyiyce, güzele, adile, ahlaklıya, doğ-
ruya uygun hareket ediyorlarsa ne mutlu onlara. Cennet onları bekle-
mektedir, sorumlulukları bireyseldir. Yok baskı, zulüm, yalan dolan,
haksızlık içindeyseler, sorumludurlar; cehennem ateşi onlann üzerin-
dedir. Devlet işi, Tanrı 'yı doğrudan ilgilendirmemektedir, dolayısıyla
laik devlet mutezile felsefesine uygundur.
Elıl-i sünnet ise cebriy e ve m utezile arasında bir yol izlem ektedir.
O dâ akılcı ve bireysel sorumluluğa dayalı bir tutumu benimsemiştir .
Sünnet ehlinin anlayışı içinde Tanrı, mutezilerden farklı olarak her an
için bu evrenle ilgilidir . Tanrı katında zaman kavramı yoktur; O, insa-
nın ve evrenin geçmişini, şimdiki anına, geleceğini aynı anda görür.
İnsanın kötülük ya da iyilik yapacağım bilir , ama müdahale etmez.
Evren, bir tümel oluşumdur. Tanrı tam merkezde her şeyi lıer an gö-
rür. Bu tutumuyla ehli sünnetin de özgürlükçü ve laik .yaklaşıma ya-
kın olduğunu söyleyebiliriz.
Özgürlükçü ve karışmayan, ama her şeyin yaratıcısı olan Tanrı an-
layışı, İslamın altın çağında yaygın bir felsefeyd i. Zama nla devlet gü -
cünün pekiştirilmesi güdüsüyle inananlara
her şeye karışan tanrı
dü-
şüncesi telkin edilmiş ve halifenin ve Tanrı 'nın vekili olarak bu duru-
mun gözleyici ve uygulayıcısı olduğu söylenmiştir . Bu anlayış içinde
-Ç- C.Ç M t/ 'V-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 25/111
laik devlet ten söz etmek kuşkusuz olanaks ızdır . Ne yazık ki , günü-
müzde de "kar ışan Tanrı" anlayış ını gelenekçiler benimsemektedir .
Onlara göre yüce güç, nas ı l olur da kendi yarat t ığı evrene ve insana
müdahale edemez? Oysa yanıt sön derece bas i t : Tanrı , faniler in tutku
ve arzular ı , günlük yaşamlar ıyla i lgi lenenen Zeus değildir . Tanrı , bu
ker te bas i t şeyler le uğraşmaz. Onlar bireysel özgürlüğü bir tür lü kabul
edememektedir ler ve bir güce kayıts ız koşulsuz boyun eğmeyi yeğle-
mektedir ler . Oysa Tanrı , onurlu, kendine benzeyen, özgür " irade- i cü-
ziye" sahibi insanlar ı yaratmış t ır ; yoksa bir hayvan zavall ı l ığıyla ken-
dini kör yazgıya terk etmiş mahluklar ı değil Yazgıcı lar , as l ında ken-
diler in Tanrı 'n ın değil , başka insanlar ın yorum ve çıkar lar ına bırak-
maktadır lar . Kanımızca ülkemizde ehnl- i sünnet ağır l ıkta iken ehl- i
sünnetin yu kar ıda bel ir t t iğimiz m utezi leye yalcın .yorumlar ını canlan-
dırmak daha akılcı bir tutum olsa gerek- . Cebriyeye yakın îmamı Ga-
zal i 'n in tüm yapıt lar ı Türkçeye çevr i lmişkin özgürlükçü İbni-Rüşt 'ün
çok az ki tabı Türkçeleş t ir i lmiş t ir . Ehl- i sünnet içinde bir de Muham-
met Abduh yorumu var . XIX. ve XX. yüzyılda gel iş t i r i len Abdulıçu
özgürlükçü İs lam yorumlar ına göre Kuran- ı Kerim'de Hz. Muhammet
döneminin sosyal koşullar ını düzenlemek için gelen muamelata i l iş -
kin ayetler , o dönem için reform mahiyetindedir . Hz. Muhammed İca-
dına yar ım da olsa bir s tatü kazandırmış t ır . O dönemde birdenbire ka-
d ın ı e rkek le eş i t düzeye ge t i rm ek büyük s o run la r doğuracağ ından ,
aşamalı bir .yöntem izlenmiş t ir . Bugünün gelişen koşullan içinde, aşa-
malar sürdürülme li , kadınla erkek eş i t düzeye, get ir i lmelidir. Art ık ka-
dın "Kuran"daki hükmün ters ine miras tan tam pay almalıdır , şahit l iği
erkeğinki kadar geçer l i sayılmalıdır . Özgürlükçü yorumlar ne gar ipt ir
ki , ülkemizde gündeme getir i lmemektedir . Son günlerde, özgürlükçü
yorum olarak Alevil ik günmede getir i l iyor . Ancak çok duyar l ı dav-
r anm ak gerekm ek ted i r . D er inden s ayg ı duyduğum , m ens up la r ından
çok şeyler öğrendiğim alevil ik , genelde özgürlükçü bir yorumdur. Bu-
nunla bir l ikte tek bir Alevil ik yoktur ; onda da değiş ik yorumlar var-
dır . Ş i i l ikle, Türk Alevil iğini nas ı l aynı potaya koyamıyorsak, Sur i- .
ye 'deki ve I rak ' taki Alevil ik de değiş ikt ir . Alevil ikle bir likte özgürlük -
çü öbür yorumlar canlandır ı ldığı takdirde, laikl ik daha bi l imsel ve
sağlıkl ı bir or tam içind e tar t ış ı lıp be nimseneb il ir .
4 Ağustos 1 990 Cumhu riyet Gazetesi
SOSYAL ADALET DEMOKRATİK
SO L v İSLAM
Demokratik sol sosyal adaletçidir . Sosyal adalet güçsüzü, çal ışanı ,
emekçiyi , mem uru, küçü k esnaf ı , küçük tüccar ı sosyal güçler örneğin
güçlü sermaye karş ıs ında koruyan, güçlendiren ve des tekleyen adalet
anlayış ıdır . Sosyal adalet i tar ih içer is inde sosyal demokratlar , yani de-
mokrat ik sol ve is lam felsefes ini savunmuştur .
Evet.. . İslam sosyal adaletçidir.
Hal böyle iken İs lam düşünces ine, büyük sermayenin sa hip çıkm a-
s ının mantığı is t ismardan .başka bir şey değildir . Sosyal adalet i b enim -
semeyen "bırakınız yaps ınlar , bırakınız geçs inler" diyen, güçsüzü ko-
rumaya yönelik d evlet des tekler ini kaldıran->Q.îfl ikt idar ı toplu mum u- '
zun gelenek ve inançlar ına özde saygı gös termemektedir . Biçimsel
olarak gös terdiği saygı oy avcıl ığına yönelik bir tutumun ifades idir .
Geleneklere saygıl ı olduğunu iddia eden ANAP'çı lar milyar l ık dü-
ğünler yapı , is raf ve gös ter iş içinde bulunurlarken inancımızın temel
i lkes i olan sosyal adalete ters dü şmektedir ler .
Akılcı geleneklere, inançlanmızın temelinde yatan sosyal adalete
saygıl ı par t i DSP'dir . DSP alçakgönüllü, is raf ı sevmeyen ölçülü insan-
ların partisidir.
_ İs lam dini vurguncular ı , spekülatör ler i , " terazis ine hU£_katan |ar ı^
lanetlemiş t ir . is lam dini sosyal bir kurum olan zek atı temel i lke olarak
kabul eder . Kervanı şehir in kapıs ı önünde kapatıp , sonra malın sat ış
değer ini fahiş bir biçimde yükselten tüccar İs lam'a göre ahlaks ızdır .
Görülüyor ki , ulusumuzun bağlı olduğu di in is rafa, şaşaya, gös ter işe
karş ı olup sosyal adalet i , ö lçülülüğü alçakgönüllülüğü benimsemekte-
dir.
Cam iden oku la , p ropaganda m eydan lanna kadar ge lenek le r im ize
saygıl ı olduğumuz, inançlı ve imanlı olduğunu söyleyen ANAP' l ı lar
samimiyetten uzaktır . Sosyal adalet i gözardı eden, güçlüyü daha güç-
lendiren zihniyet baş ını ne kadar ör terse ör tsün, sakalını nekadar uza-
t ırsa uzats ın , Bayram'da seyranda is tediği kadar kar ı lar ına el ler ini öp-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 26/111
türürken resim çektirsin öz ve esasta inanç ve geleneklere ters düş-
mektedir. İşin aslını esasını bir kenara atıp, şekilde örf ve adetlere
uyulduğu izlenimini yaratmak gerçek inanç sahiplerini istismar etmek
. demektir .
Geleneklere ve göreneklere vicdan özgürlüğüne saygı, temel de-
ğerlerin çağdaş değerlerle sentezi "demokratik soldadır", gerçek sos-
yal demokratlardadır.
Gerçek sosayl demokratlar vicdan ve inanç özgürlüğünün gerçek
bekçileridir. Kimseyi inancından dolayı kınamaz ve küçümseyici bir
tavır içine girmez; kimseyi inancına aykırı bir davranışa zorlamaz.
Toplumun bazı kesimlerinde çağdışı denilebilecek davranışlar varsa
bunun nedeni gerçek çağdaş düşüncenin, dinamik Atatürçülük anlayı-
şının onlara götürülmem esidir. Zorlamalara' insanlar inançlarına aykırı
davranışları benimsemezler. Davranış biçiminin dinle ilişkisi olmadı-
ğını kültür ve bilime dayalı bir gerekçeyle Cumhuriyet 'ten bu yana
anlatamamışsak sorumluluğunu yüksenmel iyiz .
Laiklik dinle dev let işlerinin birbirinden, ayrılmasıdır. Bu demek
değildir ki, devlet din eğitimini Ortaçağ k alıntısı çağdışı, ehliyetsiz in-
sanların eline bırakacak. Sosyolojik olarak kitlelerin en önemli davra-
nış yönlendiricisi olan. dine, bilimsel ve çağdaş yaklaşım yük sek dü -
zeyde din eğitiminden ve felsefeye verilen önemden geçer.
(
B a ü
ülkelerindeM_dinjadamla^^^ .en azın dan
3 4
tabancı dil bilmektedirler. Nevvton fiziğinden Einstein rölati vzmm nT
/ W ® m ® l E c e K T E c E r d o ğ a b i li m le ri n e v a kı ft ır la r. T ü m di nl er in
/ felsefe ve ilkelerini ezbere bilmekte ve yorum yapmaktadırlar.
Sorarım şimdi size, bizde kaç tane böyle din adamı var? Bunun
I sorumlusu 4 0 yıldır ülkeyi idare eden sağ iktidardır. 40 yıl içinde çağ-
s
daş, aydın, kültürlü din adamı yetiştirmek için ııe yaptınız?
Türk demokratik solu, sosyal adaleti burada da uygulayarak, dün-
ya din bilimi alanında güçsüz gibi görünen ülkemizdeki din bilimini
güçlendirici-önlemleri alacaktır .
Birey ve ülkelerin güçlenmesinde pozitif bilimlerin olduğu kadar
sosyal bilimlerin de önemi vardır. İnsanın manevi boyutuna yönelen
din ve felsefede onu yalnız bırakırsanız, güçlendirmezs eniz, cahil ki-
şilerin, sahte evliyaların, hurafelerin içine atarsınız. Devlet olarak sos-
v yal bilimlerin ışığı altında, akılcı bir eğitimi benim serseniz, ancak o
zaman İslamın aydınlık özüne uygun bir tutum izlersiniz. Bu tutum
gerçekçi, ülkeyi manen güçlendirici bir yaklaşımdır. Din bilgisizlerin
eline bırakılırsa sömürü aracı olur. Din bilimle elele giderse, ülkelere
esenlik ve mutluluk gelir .
Tüketim ekonomilerinde ve totaliter rejimlerde kişinin manevi bo-
yutu unutturulmaya çalışılmaktadır. Kuşkusuz bu olanaksızdır. Mane-
vi boyut bir olgu olarak varlığını sürdürdüğü sürece, biz kayıtsız ka-
lırsak ya sömürüye araç olacak, şeyhler ve hocalar din aracılığıyla in-
sanları kullanacak ya da unutturulmaya çalışılacaktır .
Manevi boyutun sömürüsünün en güzel örneği ülkemizdir. Kültür,
"mektep ve medreseden" nasibini alamayan Osmanl ı tebası , evreni
anlamak, dinin esasını kavrayabilmek için çevresindeki hacı ve hoca-
lara koşmuştur. Hacı ve hocalardan büyük bir bölümü devletin sür-
dürdüğü
felsefenin,
yarı resmi, hatta resmi tem silcileri durum undayd ı.
Amaçlar ı padişah otor i tesini sağlamlaşt ı rmak, kargaşayı önlemekt i .
Tıpkı bugünkü tüketim toplumlarında da totaliter düzenlerde olduğu
gibi "boyun eğmeye" yönelik bir davranış modelini salık vermektey-
diler. İnsanların akıllarını kullanmamaları gerektiğini, evreni ve toplu-
mun akıllı kavranamayacağını, özgürlüklerinin olmadığını onlara söy-
leyerek yapacakları işin sadece ve sadece inanmak, Kur'an ve hadisle-
rin sözlerine uymak ve boyun eğmekten ibaret iolduğu düşüncesi ve-
rilmekteydi. Zaten felsefi planda akıl-nakil mücadelesi XII. yüzyıllar-
_j|a,.sona ermiş .vft. akİMLMr işe yaramadığı, salt inanç ve imanın yön-
^ejcajalması .gerekt iği jörüşü ağır l ık kazanmışt ı r ,
Bövl'ecelslamjrasv^
nal izmi ölmüş
yerini
nakilcilik almıştır , Artık Kur'an
ve
hadîslerden"
har eke t l e büy l f f i l I n ^ i f f i n i n T S i l l e r yapacak ve "ey insanoğlu bu
böyledir, buna uy, aklına ters gelse dahi uy, çünkü akıl aldatıcıdır"
yöntemini uygulayacaklardı. Nakilciler, yorumlarını halife adına yap-
maktaydılar. Halife peygamberin halifesi, hatta bazı. inançlara göre
Allah ' ın hal i fesiydi . İnanmamak, uymamak söz konusu olamazdı .
Rasyonal izmin ölümüyle bi r l ikte "İslam Dünyası" karanl ıklara gö-
mülmüş, Hıristiyanların skolastik dönemine benzer bir yol benimse-
miştir . Oysa İslam'ın "altın çağı" diye adlandırılan akılcı dönemde
Araplar bilim, felsefe ve kültürde çok büyük ilerlemeler kaydetmişler-
di.
Nakilcilere, şeyhülislamlara boyun eğen, onların tekkelerinde zik-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 27/111
reden, genelde büyük kentlerde oturan "müminlerin" dışında kalıp, bu
olguyu benimseyen fakat aklıyla da birşeyler arayıp da bulamayan'in-
sanlar mistik bir yola gitmişlerdir. Bunlar devlet olayı ve felsefesin -
den uzak kalıp sadece sevgi ile'Allah'ı aramışlardır.
Sevgi, güzellik, ahlak, dürüstlük düşüncesini işleyen bu panteist
tasavvuf eğilimleri Anadolu halkının büyük bir kesimi tarafından be-
nimsenmişt i r . Bu düşünce bi r yerde yönet ici ler in resim felsefesine
tepki anlamına gelmekteydi. Burada da kuşkusuz rasyonalizm yoktu,
amaç mistik bir sezgiyle Allah'a ve onun birliğine ulaşmaktı. Anadolu
Alevileri bu yolu yeğlemiştir .
Demek ki, Osmanlı halkının manevi gereksinimini ya resmi hacı-
hocalar, ya da Anadolu'da tasavvuf erbabı karşılamaktaydı.
Man evi boyu tun tatmini Osm anlı Devleti içinde çok yaygın bir
biçimde yukarıda belirttiğimiz yöntemlerle karşılanırken, Cumhuriyet
Döneminde ne yapı lmışt ır?
1
Mustafa Kemal tekke ve zaviyeleri kapatırken çok yerinde bir tu-
tum izlemiştir , çünkü tıpkı Büyük Fransız Devriminde olduğu gibi din
adamları devrim karşısında reaksiyoner kalmışlardır: Ancak, manevi
ihtiyaçları karşılayan kurumlar getirilmeliydi. Halk Evleri bu gereksi-
nimi bir ölçüde gidermişse de Batı felsefesini getirme ve yayma açı-
sından etkili rolleri olmamıştır . Batı klasiklerinin Hasan Ali Yücel 'in
gayretleriyle çevrilmesi insanların manevi gereksinimlerine akılcı bir
çözüm getirme açısından olumlu bir aşamadır, fakat yetersizdir. Kişi
örgütlenmiş topluluklar içinde sorunlara eğilirse daha işe yarar sonuç-
lara ulaşı labi l i r . Bir okul , b i r eği t im kurumu, gece okul lar ı , pazar
okulları içinde felsefe ve kültür eğitimine gidilmiş olsaydı, manevi ih-
tiyacı karşılayan tekkelerin yerine alternatif getirilmiş olunurdu. Bu
yapı lmamış ve daha sonra kültür ve felsefeden bucak bucak kaçı lmış
tekniğe yönelik eğitim benimsenmiştir . Bu durumda yobazların halkın
manevi duygularına el atması kadar doğal bir şey olamazdı. Zaten Os-
manlı 'dan gelen örgütlü bir "hoca takımı" mevcuttu; tekke ve zaviye-
lerin kapanmasına rağmen bür süre sonra ayin ve zikr törenlerine ye-
niden başlandı. Giderek Süleymancıların yaygın bir biçimde örgütle-
diği "Kur'an K ursları" Türkiye'yi "irticanın" içine attı .
Demokratik sol Parti olarak ne yapmalı, ne yapılabilir?
lım.
Bir başka görüşe göre, tekke ve zaviyeler Atatürk Devr imler ine
aykırıdır, üzerlerine gidilmeli, sıkı bir kontrolle tüm ayin ve törenlerin
yapılması engellenmelidir. Orada verilen felsefe ve din dersleri yo-
bazlıktan başka bir şey değildir. O halde yasal mücadele etken bir bi-
çimde yürütülmelidir. Zaten bu yerler ANAjP iktidarı, eski MSP, DYP
ve eski MHP'nin elindedir.
Yukarıdaki her iki eğilim de insanın tatilini gerekli manevi boyu-
tunu görmek istememektedir. Oysa çalışmamızın başında belirttiğimiz
gibi manevi ta tmin kaçını lmaz bi r olgudur ; ekonomik olarak hangi
düzeye gelirse gelsin tüm insan ve toplumların her zaman.için ihtiya-
cıdır. '
Manevi boyutu ger ici ler in sömürüsüne bı rakamayız. Cumhur iyet
tarihi göstermiştir ki, manevi boyut gericilere bırakıldığında, kişileri
manen ele geçiren siyasal iktidarla Türkiye'yi geriye götürmüştür.
Yapılacak iş şudur: /
1- Demokratik Sol Parti olarak, CHP'nin geleneksel din karşısında
olumsuz bir tutumu deyimleyen jakoben tavrını unutturmak gerekir,
2- Laikliğin din ve devlet işlerinin biribirinden ayri olduğu anla-
mına geldiğini vurguladıktan sonra, İslam'ın mutlaka ve mutlaka bir
di n devjetî öngördüğü v orumunu n zorunlu bir yorum ^olmadığım be-
Urtmeİiyiz. Başka tür yorumların dFsöz konusu olabileceğini işleye-
biliriz.
'3- Yaygın kültür çalışmaları ortamı içinde felsefeye ağırlık ver-
mek ve bu bağlamda "din felsefesi" araştırma ve eğilimlerine olanak
tanımak gerekir.
4- Parti 'ye yakın sosyal bilimcilerin İslam'ın Altın Çağı olarak ka-
bul edilen rasyonalist döneme ilişkin çalışmalarına destek vermek zo-
runludur . Böylel ikle ancak rasyonal ist b i r yaklaşımla insanlar ın ve
toplumların ilerleyebileceğini vurgulayarak, toplumların ancak özgür-
lükçü ve rasyonalist bir mantalite içinde gelişebileceğini belirtebili-
riz.
5- Kültür ve Felsefe Kulüpleri kurulması hususunda girişimlerinde
bulunmak. Bu tür kuruluşlarda laik felsefe ve din felsefesine ilişkin
konuşma, konferans ve tartışmalar yapılmak suretiyle adeta tekke ve
. zaviyelere alternatif kurum lar oluşturulabilir . ,
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 28/111
Diğer dinlere insanların hoşgörü ve saygıyla bakabilmesi toplum-
sal barış ve anlayışın gerçekleşmesi açısından önemlidir. Böylelikle
başka .tarzda inananların da çok farklı olmadığı husus u ortaya çıkabi-
l ir. Kulüplerde bu temaya da yer vermek yararlı olur.
Sonuç olarak Demokratik Sol Parti 'nin din olgusuna kayıtsız kal-
ması -o lanaksızd ı r . Bu d in i savunan part i ha l ine dönüşmesi .an lamına
gelmemelidir. Din bir olgudur, demokratik anlayış içinde dini savu-
na n
p a r t i l e r
olabilir, sDSP bunlardan değildir, ama top lumsal bir olgu
o l a ra k d i n i n ö n e mi n i d e y a d s ı y a ma z . Ge l e n e k se l t o p l u m ö rn e k -
lerinden en t ip ik lerinden b i r i o lan Türk top lumunun d ine bağl ı l ığ ı
açıktır. Çağlar boyu geri kalmışlığında, din olgusunun gerici yorumu
öiıemli bir rol oynamıştır. Dinin i lerici yorumlara getiri lmesinde De-
mokratik Sol Anlayışın katkısı olmalıdır. Aksi halde çağdışı yorumla-
ra mey danı b ı rakmakla Hum eyni t ipi b i r re j ime g id i lmesinde kayı t s ız-
l ığ ımızla ka tk ıda bulunmuş o luruz .
V ıq « ft y ı l ında Say ın Bülent Ecev i t e sunulan rapor .
TOPLUMUN DİNSELYÖNDEN
AYDINLATILMASINDA FELSEFENİN ROLÜ
Kuşku yoktur ki , semavi dinlerin doğrudan kaynağı uhrevidir. Yü-
ce Tanrı peygamberler aracıl ığıyla insanlara buyruklarını göndenmiş,
onlara bazı yükümlülükler ge t i rmişt i r . Yükümlülüklerin başında ken-
d ine kul luk ed i lmesi , ondan başka b i r güce tap ı lmaması ge lmektedi r .
Tüm peygamberlerin ve son peygamber o larak Hz. Muhammed ' in ta-
nınması ikinci temel i lke ve yükümlülüktür. Bunlar iman ve inanç ku-
rallarıdır; müslüman olmanın i lk şartlarıdır.
Yüce Tanrı , daha sonra iman ve inancın göstergesi o larak bel l i
ta rzda ibadeti şart koşmuştur. Namaz , Oruç , Haç z iyare ti bu bağlamda
ele alınması gereken kurallardır. İbadet kuralları diye adlandırdığımız
bu biçimsel yapılar birer bağlıl ık göstergesi olduğu kadar, insanların
dünyanın "hay ve huyundan" uzaklaşt ı ranf on ları maddi tu tkulardan
soyutlama olanağı veren, Allah'ın "sevgi",
ı " a k ı l " ,
"düşünce", "bil im",
"doğruluk", "dürüstlük" sıfatlarına yaklaştıran kurumlardır. Başka bir
anlatımla ibadet, insanı bell i bir zaman süreci içinde maddi çıkar ale-
minden uzaklaştırarak Allah'ın manevi boyutuna yakınlaştırır. Onun
yanına yaklaşabilen, gerçekleri , doğrulan göreceli olarak tanır; O'na
layık olmaya çalışır. Böylelikle Allah'ın arzu ve buyruklarının özüne
inebilen kişi diğerlerine karşı daha dürüst davranmanın bil incine va-
ra. Allah'ın insanlar arası i l işkilerdeki kesin buyruğu doğruluk ve dü-
rüstlüktür. İbadetinişlevsel yanı mutlak hakikate yaklaşan insanı doğ-
ruluk ve dürüstlüğe getirmesidir.
Yüce Tann 'n ın üçüncü tür buyruklan tamamiyle insanlar arası i li ş-
kileri İçermektedir. "Muamelata" i l işkin bu i lkeler bireyin uyması ge-
reken "kesin buyruklardır." Diğer semavi dinlerde "10 Emir" diye ge-
çen bu buyruklann öz ve esası doğru ve dürüst olmak, "kul hakkını
yememektir." Bilindiği gibi "kul hakkının yenmemesi" temel davranış
ilkelerinin başında gelir. Allah "Kendine ortak koşanla", "kul hakkını
yiyeni" affetm ez. O kişinin affı hakkı yenilene ait t ir. ,
Yukarıda belirt t iğimiz üç tür kural içinde inanç ve İbadete i l işkin
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 29/111
olanlarında "metne bağlı-lafzi" yorum esastır . Bunlar metne sadık bir
biçimde uyulması gereken normlardır. Metne sadık kalınmakta, ancak
biçimin ayrıntıları açısından sünnet ve hadislerden hareketle yorum
ve uygulama cihet ine gidi lmektedir . Bundan dolayıdı r ki , değişik
mezheplerde ve gruplarda biçimde farkl ıl ıklar görmekteyiz. Am aç Al-
lah'a bağlılığı göstermek ve ona yaklaşmak olduğuna göre ayrıntı ka-
nımızca büyük önem taşımamaktadır .
"Muamelata" ilişkin kurallarda ahlak, adalet, iyilik, güzellik ilke-
lerinin gündeme geldiğini yukarıda belirttik. Kur'an'da Allah-u Teala
"Ey insanlar; size Rabbinizden bir öğüt, kalplerdeki şeylere şifa, mü-
minler için hidayet ve rahmet gelmiştir" (Yunus Suresi, 57) diye bu-
yurmuştur. "Bunun içindir ki, İslamiyet bütün hükümlerinde sevgi ve
adaletin hakim olduğu faziletli bir toplum meydana getirme cihetin
yönelmiştir". Dinin muamelattan amacı bireyi yetiştirmek ve onu
ahlaksal açıdan olgunlaştırmak, adaleti yerine getirmek, kötülüğü
defetmektir.
İyilik-Kötülük; adalet-adaletsizlik; doğru-yanlış; güzel-çirkin fel-
sefi ve sosyolojik boyutta yer alan değer ikilemleridir. Değerler salt-
tır , ancak onların toplum içerisinde görünüm kazanması tarihsel süreç
içerisinde değişik yapılarla karşımıza çıkar. Sosyal, ekonomik, kültü-
rel koşullar ahlak ve adalet değerlerini her ilişkide göreceli olarak
karşımıza get i rmektedir . Bu durum adalet ve ahlak değer inin özde
sapt ığı anlamına gelmemel idi r ; Yüce Al lah her zaman için ahlakl ı ,
dürüst olmayı; adil davranmayı buyurmuştur. Ancak bugünün gelişen
ekonomik koşulları, i letişim çağı içinde adaleti ve ahlakı doğru kavra-
mak; kavransa bile sağlıklı bir şekilde uygulamaya sokmak kuşkusuz
1400 yıl öncesine nazaran çok daha karmaşıktır , XX. yüzyılın getirdi-
ği girift , çok boyutlu teknik, ekonomik, sosyolojik, politik sorunlar
içinde Allah'ın iradesine uygun adil düzeni gerçekleştirebilmek biz fa-
niler için çok daha zorlaşmıştır . Belli bir varoluş ortamında hangi tür
davranışın adaleti ve ahlakı ifade edeceği çelişkili tutum ve görüşlerin
doğumuna yol açabilir .
Engin ve geniş bi r kül türe sahib olarak, tüm eği l im ve felsef i
akımların adalet değerlendirmesini tanıyarak, sosyal yapı ve sorunları
iyi irdeleyerek, dünya politika konjonktürünü doğru kavrayarak ancak
adalet ve ahlak kavramının özüne yaklaşabiliriz. Başka bir anlatımla
çağımızın insanı engin bir felsefe bilgisiyle, sağlıklı sosyal analiz ku-
ram ve şemalarına inmekle adalet ve ahlakı kavrayabiliriz.
Felsefe Kültür ve Din
Çağımızın insanı ve özellikle toplumları yönetenler ve yönlendi-
renler insanlık kültür zincirinin altın halkalarının düşüncelerine vakıf
olmalıdırlar.
Çağızımızın insanı Antik Hint, Yunan kültürünü, Anadolu, İslam
uygarlıklarının düşünürlerini, Batı uygarlığının temel direklerini bil-
mezse kendini yetiştiremez. Aristo'yu, Platon'u, İbni Rüşt 'ü, İbni Si-
na'yı, Montesquieu'yü, Rousseau'yü, Bergson'u ve diğerlerini tanıma-
yan; onların ahlak ve adalet yorumlarına yabancı kalan kişi Allah'ın
muamelat hükümler ini günümüz koşul lar ına göre yorumlayamaz.
Kur'an'la birlikte kutsal sünnet ve hadisler önemli rehberlerdir; on-
lar örnek alınır. Ancak örnekleri de doğru yorumlamak gelişmiş bir
akıl ve bilgi düzeyini gerektirir . Bu da insanlık kültür hazinesine kat-
kıda bulunanları, tanımakla mümkündür.
Dar yorum kalıpları içinde kalmak; sadece nakle dayanmak statik
bir tutumun göstergesidir. Nakiller akılla birlikte doğrulan getirir . Ya-
şamın hızla akışı, dinamizmi içinde dar, lafzi yorum gelişmelere ayak
uyduram az; Allah'ın iradesine ters düşme olgusuna yol açabilir . -
Fahrettin Razi 'nin dediği gibi "Her nakil zaten bir akıldır." O nak-
lin öze, Kur'an'a ve kutsal sünnetlere, hadislere uygun olup olmadığı-
nı da akıl saptayacaktır . Bu nedenle yorumcu ve uygulayıcının aklı
zengin bir bilgi birikimine sahip olmalıdır. Aklın zenginleşmesi felse-
feye bağl ıdı r .
Demek ki, felsefe eğitimi, evrensel kültür zincirini tanımak, geli-
şen dünya koşul lar ını bi lmek muamelat hükümler inin günümüzde
sağl ıkl ı b i r biçimde uygulamaya konulması bakımından büyük önem
taşımaktadır.
Sadece muamelatta değil iman, inanç ve ibadet hükümleri bağla-
mında da felsefi tefekkür zorunludur. Allah'ın niteliği (teodise) sorunu
ontolojik (varlık bilimsel) mahiyettedir ve felsefi, teolojik bir konum-
dadır. Yukarıda anlattığımız ibadetin nihai amacının anlaşılması ve
kitlelere aktarılmasında da felsefe eğitimi önem taşımaktadır. Nihai
amacın bilincine vararak, ibadette öze gidişin önem taşıdığını anlayan
mümin, dinin özü olan doğruluk, dürüslük kurallarına daha anlamlı
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 30/111
bir biçimde sarılır . "Biçimi gerçekleştiriyorum, gerisini Allaha nasıl
olsa affeder" psikozundan kurtulan birey böylelikle doğru muamelat
ortamının gerçekleşmesinde toplumsal zemini hazırlamış olur.
Felsefe ve Uygarlık
Felsefenin eğitimde yaygınlaştığı dönemlerde tüm uygarlıklar ileri
gitmiş, kültür düzeyi yükselmiştir . Batı 'nın ilerlemesi sosyal ve eko-
nom ik faktörlerle birlikte felsefenin yüceltilmesi o lgusuna , bağlıdır.
Renesans Ant ik Yunan felsefe ve kül türünün yeniden doğuşudur . Rö-
nesaîısla birlikte insanın özü, Tanrı hikmetinin anlam ve içeriği sorun-
larına yaygın bir biçimde eğilinmiş, buradan da Aydınlanma Çağ'na
geçilmiştir . Aydınlanma Çağı bireyin beyninin aydınlıklara, düşünce-
ye, doğrulara yönelmesinin çağıdır. Aydınlanma Çağı filozofları Eras-
mus'lar, Descartes'ler, Leibniz'ler, Spinoz'lar Tanrı 'nın mahiyeti so-
runlarıyla uğraşmışlar ve insanın aklın verileriyle O'na ulaşabileceğini
söylemişlerdir. -
Başka bir anlatımla aklın ürünü felsefeyle insanoğlu Tanrısal bo-
yutla iletişim kurma olanağına sahiptir . Bu herkes için söz konusudur,
sadece din adamları için değil. Bu düşünürlere göre akıl insanı daha
sağlam bağlar la Al lah 'a götürebi l i r . Akı l la zinci r ler ini kı ran insan,
aracıya ihtiyaç olmaksınız Allah'la iletişim kurabilmektedir. Laik dü-
şüncenin temelinde bu yaklaşım yatmaktadır.
Aydınlanma Çağı , Bat ı Uygar l ık ve kül türünün gel işmesinin ön
ışığıdır. Hurafelerin, batıl inançların yerini Tanrı kökenli akıl almıştır .
Aydınlanma Çağı bazı olumsuz felsefeleri de doğurmuş olabilir , ama
akılla Tanrı 'ya ulaşma anlayışı önemli bir aşamadır.
Aslında İslam, yüzyıllar önce aynı şeyleri söylemekteydi. "İrade-i
Külliye ile İrade-i Cüziye" arasındaki ilişki; akılla evrensel hakikat
arasında kurulan iletişim İslam rasyonalizmi ve İslamın Aydınlanma
Çağı değil midir? Felsefenin yoğun tartışıldığı Hicri II . ve III . yüzyıl-
lar gerçek bir Altın Çağdır. Bu dönemlerde İslam aleini uygarlık ve
kül türde çok i ler i b i r düzeydeydi . Başar ı felsefenin, kelam i lminin
eseriydi.
Kelam i lmi Abbasi ler döneminde güçlenmişt i r . Ne yazık ki , bu
kül tür yapısı tüm boyut lar ıyla daha sonraki çağlara yansımamışt ı r
Halife Harun-Reşit ve Mem'un dönemlerinde felsefeye, kelam ilmine
ayrı bir önem v erilmişti. Halife .Mem'un her cuma öğleden son ra Hı-
ristiyan, Müslüman, Musevi din adamlarını, f ilozofları sarayda topla-
yarak yoğun kültür, din ve felsefe söyleyişleri yaptırma ktaydı.
Avrupa karanlık Orta Çağı yaşamaktayken, felsefenin geliştirdiği
büyük bey in l e r İ s l am Uygar l ı k l a r ı n ı yüce l tmek te Har un Reş i t ' i
Şar lman'a saat armağan edecek düzeye get i rmekteydi . Mem'un 'un
kurduğu "Beytel Hikme" İslam Uygarlıklarının değişik yörelerinden
gelen insanların aydınlandığı üniversite düzeyinde güçlü bir kurum
niteliğine sahipti.
:
Felsefe uygarlık düzeyini yükselttiği kadar hümanizma düşüncesi-
ni, insan sevgisini de geliştirmişti. İnsan ruhuna huzur veren müzik,
edebiyat, güzel sanatlar diğer uygarlıklarla karşılaşürılmayacak bo-
yutta zenginleşmişti.
Ancak ne yazık ki , Miladi XII . yüzyı ldan i t ibaren Doğu İslam
Aleminde, bir iki istisna dışında sistem oluşturan, dünya kültürünü et-
ki leyen, Bat ı f i lozof lar ına esin kaynağı olan düşünür lere rast lamak
çok güçtür. Endülüs İttoi Rüşt 'ü, Magrib İbni Haldun'u yetiştirmiştir .
Artık Maveranunehir 'de bir Farabi, bir İbni Sina yoktur. Bazı aşırılık-
larına rağmen İslam rasyonalizmini savunan mutezilenin kökü kazın-
mıştır .
Düşüncenin önüne set çekilmesiyle birlikte, uygarlık yarışında İs-
lam, bayrağı Batı 'ya kaptırmıştır . Batı bilim, sanat, edebiyat, felsefe
ve kültür alanındaki bilgi ve değerleri Haçlı Seferleri sırasında İs-
lam'dan öğrenmişti.
Haçlı Seferleri sırasında müslümanlarla çok yakın ilişki kuran ve
1215 yı l ında İmparator olan Sici lya Kral ı I I . Fr iedr ich, müslüman
adetlerini benimsemiş, arapça öğrenmiştir . İslam filozoflarına hayran-
lık duyan II. Friedrich 1224 yılında Napoli 'de bir üniversite kurarak
İslam düşüncesini tanıtıcı bir eğitim yaptırmıştır . Napoli dışında Bo-
lonya ve Padova'da İbni Rüşt 'çü akademiler eğitim ve yayın faaliyet-
lerine geçmişlerdir. XIII. yüzyılda İbni Rüşt 'ün tüm eserleri latinceye
çevrilmiş bulunuyordu.
Burada dikkatimizi çeken bir husus İbni Rüşt 'üçn eserlerinin yeni
yeni Türkçeye çevr i lmeye başlanmasıdı r . Düşünmeyi , akı l la Tanr ı
hikmet ine ulaşı labi leceğini savunan düşünürün eser ler i ancak XX.
yüzyı lda ülkemizde gündeme gelmişken, düşünmeyin, akı l yanı l t ı r ,
aklınızı çalıştırmayın" diyen, nakillere kayıtsız koşulsuz itaati tavsiye
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 31/111
eden düşünürlerin eserleri yüzyıllardır bir çok din adamının başucu
kitabı olmuştur.
XII I . yüzyı lda İslam kül türünün öğret i lmesinden kompleks duy-
mayan Batılılar, oysa XI, yüzyılda yamyam seviyesindeydiler. 1098
tar ihinde Maara kent ini e le geçiren Haçl ı lar çoluk çocuk demeden
tüm müslümanlar ı kı l ıç tan geçirmekle kalmamışlar onlar ı a teşte kı -
zartmak suretiyle yemişlerdir. İnsan etinin lezzetini unutamayan yam-
yamlar hızlarım alamamış, daha sonra köylere baskın yaparak körpe
çocukları öldürüp yemişlerdir. Resmi Batı Tarihi 'nin yüzyıllarca ört-
~bas ettiği bu gerçek Büyük Fransız Devrimi'nden sonra tarih kitapla-
rında yer almıştır .
Felsefenin olmadığı yerde hümanizmanın olmayacağı aşikardır .
Onlar gerçek Hıristiyanlığı bilmediklerinden, çoğu dinsel kökenli ra-
hip ve asker olmalarına rağmen, sadece biçime uymakla Allah'ın ka-
tında itibar kazanacaklarını sanmaktaydılar.
Boyutu aynı olmamakla birlikte din adına bugün otellerde insanla-
rı diri diri yakanlar da niteliği ne olursa olsun düşünce ve felsefeye ta-
hamülsüzlükierini ortaya koymaktadırlar. Gerçek inanç sahibi tahrik-
lere kapılmaz. O, Allah'ın Yüce Nur'unu destek alarak
felsefe,
ve fikir-
le mücadelesini sürdürür.
İslam'da da mezhep ve din kavgalarına, öldürmelere rastlanır, ama
yamyamlığa asla. Felseferiin gerilediği dönemlerde hümanizma bizde
de unutulmuştur. Dindeki değişik yorumlayanlar bizde de zındıklıkla
suçlanmış; çoluk çocuk demeden "katli vaciptir" fetvaları verilmiş;
kitleleri kuyulara gömme operasyonları yapılmıştır . Alınmanın, sakla-
manın gereği yoktur. Karşılıklı iktidar hırsının kışkırtma boyutları ca-
hil kitleleri biribirine düşman etmiştir . Felsefesiz toplum vahşileşir ,
ulirevi değerleri gerçekleştirdiği inancıyla diğerlerini öldürür. Cehalet
insanlığı, insancıllığı, hümanizmayı tanımaz.
Hakikat Yüce Allah'ın sıfatlarından biridir. Hakikati tarihsel bo-
yutlarıyla da bilmeliyiz ki, O'nun buyruklarını doğru algılayıp, uygu-
layabilelim. Eskinin yamyam, yobaz, hakikatleri saklayan Hıristiyan-
ların önde gelen liderleri, kuruluşları artık felsefeye yönelerek gerçeği
görmeye başlamışt ı r lar . Vat ikan dünyasında "Dinlerarası Diyalog
KonsiF'i kurulmuş ve yoğun çalışmalara girilmiştir . "Kilise dışında
selamet yoktur" anlayışı içinde olan Vatikan, 1963 yılında başlayan
II. Vatikan Consil ' iyle birlikte bu görüşünden vazgeçmiştir . Keza Be-
yaz Babalar diye adlandırılan bir grup katolik din adamı Roma'da İs-
lam Arap Araştırmaları Enstitüsünü Vatikan'a bağlı olarak kurmuştur.
Bu enstitüde (Pontifıcio Istituto dı Studi Arabi E D'Islamistico) yapı-
lan eğitim ve öğretimde İslam ülkelerinden din alimleri çağrılarak on-
lara-ders verdirilmektedir. Enstitünün çıkardığı "İslamochristiana" ad-
lı yıllık dergide Hıristiyan-Müslüman diyalogu bağlamında felsefi ve
dinsel yazılara yer verilmektedir.
Kanımızca artık bizlerin de bu tür
çalışmalara
yönelmemiz gerek-
mektedir. Diyanet işleri bünyesi içinde bir 'enstitü kurulmalı ve yurt
dışına yönelik faaliyetler yapılmalıdır. Dergiler çıkarılmalı, yayınlar
gerçekleştirilmeli, Türk din alimleri başka dine mensup ülkelerin üni-
versitelerinde İslam dinini felsefi boyutlarıyla daha yoğun bir şekilde
anlatmalıdırlar.
Felsefe ve Din-Mezhep Çatışmaları
Felsefeye önem ver i ldiği takdirde din ve mezhep çat ışmalar ının
asgari düzeye ineceğini yukarıda belirtmiş bulunuyoruz. Din ve mez-
hep çat ışmalar ında sosyoloj ik , ekonomik, pol i t ika ve inanç yoluna
ilişkin faktörler rol oynamaktadır. Sosyo-ekonomik, politik foktörler
çatışmanın maddi boyutunu oluştururken; inanç biçim ve yolu manevi
öğeyi gündeme getirmektedir.
Örneğin XVI. yüzyılda protestanlığın ortaya çıkışında dünya sah-
nesine gelen burjuva sınıfının çıkarları yeni mezhebin sosyal ve eko-
nomik dayanağıydı. Lutlıer ve Calvin'in Hıristiyan dinini Aziz Augus-
tin'e dayalı yorumları ise işin manevi, dinsel ve ideolojik inanç zemi-
nini oluşturmaktaydı. Gelişen merkantilizim, fızyokrasi ve kapitalizm
karşısında yeni oluşan ve zenginleşen burjuvazinin malvarlığını "he-
lal" hale getirici yorum şöyle diyordu:
Arzu edilmese de ticaret ilişkileri insanları günaha sürükleyebilir .
Dünya zaten günahlar la doludur . Bununla bi r l ikte dünya işler inden
kaçmak da mümkün değildir. İnananımın yapacağı şey bunun bilin-
cinde olmak ve fakat günahlardan arınmak için İncil 'de yazılanlara
kayıtsız koşulsuz uymaktır .
Bu yaklaşım seny ör ve krallar dışında kalan basit halka ticaret
yapma imkanı sağlıyor, onları manen rahatlatıyordu. Kiliseye her pa-
zar giden, dinin biçimsel yapısına uyan kişi ilahi affa mazhar olabil-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 32/111
meyi düşleyip, ticareti de kurallarına göre yürütüyordu. Püriten ahlakı
denilen bu tutum, baskı ve terörle dahi olsa da Hıristiyanlığın yayıl-
masını söyleyen, Haçlı Seferleri 'nin, Enkizisyon mahkemelerinin ma-
nevi kurucusu Aziz Augustin'e dönüştü. Mezhep savaşları Avrupa'da
böyle başladı. Bugün ABD'deki yobaz protestanlık bu anlayışın ürü-
nüdür. •
Gücü elinde tutan katolik iktidarlar, ekonomik çıkarlarını kaybet-
menin korkusuyla yeni mezhebin mensuplarını zındıklıkla suçlayarak
katletmişlerdir. Etki tepkiyi getirmiş, kıran kırana mücadeleye giril-
mişt i r . Düşünce ve felsefeden uzak zaval l ı halk, inanç yol lar ındaki
farklılıklar nedeniyle savaştığını zannetmiştir . Kültür düzeyi yüksek,
felsefenin engin bilgi hazinesinden nasibini alan insanların bu tür kı-
yamlara alet olma ihtimalleri zayıftır . Onlar yorumlar değişik olsa da,
öz aynı oldukça, biçimdeki ayrıntıların önemsizliğinin farkındadırlar.
Benzer çatışmaları Türk tarihi de yazmıştır . Bu tür çatışmalar çı-
ka r g r up l a r t a r a f ı ndan günümüzde de kö r ük l enmek ted i r . Anado lu
Aleviliği diye adlandırılan akımın felsefesi ve sosyal, ekonomik fak-
törlere bağlı olarak geliştiğini bilmekteyiz. Soruna sosyolojik boyutta
ele aldığımızda görmekteyiz ki, davranış ve ibadet biçimleriyle Ana-
dolu Aleviliği 'nde manikheen, şaman, Ön Asya kültlerinin etkisi var-
dır. Anadolu bir uygarlık köprüsüdür. Maveranunehir 'den Anadolu'ya
gelen Türk boylan buradaki halkı Hak dinine davet etmiştir . Onlar da
müslüman olmuştur. Tarih ve din sosyolojisinin verileri göstermekte-
dir ki , yeni dine geçen ki t le ler , eski din al ışkanl ıklar ının biçimsel
olanlanndan kolay kolay vaçgeçemezler . Onlar ı müslümanlaşt ı ran
Türklerin de müslüman olmaları yenidir. Uygur Türkleri 'nin manikhe-
en olarak 400 yıl yaşadığı, mazdeizmin' Orta Asya'da Batı 'ya doğru
ilerleyen boylan bir hayli etkilediği bilinmektedir.
Anadolu Alevileründe görülen töreler, örf ve adetler bu tür sosyal,
tarihsel ve kültürel olgulara bağlı olarak günümüze kadar gelmiştir .
İşin manevi, dinsel temelinde de bir müslüman düşünür olan Hal-
lac-ı Mansur 'un sistemi yatmaktadır. 26 Mart 922 tarihinde Bağdat 'a
idamından önce Hallaç Maveranunehir, Orta Asya'ya yaptığı seyahat-
lerde Türk topluluklarına hitabetmiş ve onları Allah yoluna davet et-
mişt i r . Deyim yer indeyse bi r İ slam misyoner i olarak Hal laç, henüz
manikheen, budist, mazdeist, hristiyan, şaman olan Türk boylarının
müslümanlaşması uğrunda büyük gayretler sarfetmiştir . Oğullarından
birini Nişapur'a yerleştiren Hallaç Türklerin önemini görmüştü.
Hallaç felsefesinde Allah'a olan aşk önemli bir yer tutmaktadır.
Yüreği berraklaştırarak Allah'a aşk ile ulaşmak Hallaç dinbiliminin
eksenidir. O, Allah'a akılla varmaya çalışan mutezileyi; düşünceyi bir
kenara itip biçime ağırlık verip, halifeye kayıtsız'koşulsuz itaati be-
nimseyen cebriyeyi reddetmiştir . Onun yolu saflık, berraklık, şeffaflık
ve aşk doludur.
Kendisi sünnidir, İran şiası yandaşı olmamıştır; ibadet biçimlerine
önem verir . Namazında, abdestinde, niyazmdadır, devamlı oruç tuttu-
ğu rivayet olunur. Üç kez Kabe ziyaretinde bulunmuş, ikincisinde iki
yıl müddetle Kabe'nin yanı başından ayrılmamıştır . Ama Hallaç şöyle
de demektedir: İbadette amaç Allah'a yaklaşabilmektir . Bunun için ih-
tiraslardan, kibirden, dünyevi çıkarlardan uzaklaşmak gerekir. İbadet
dünyeviliği bir kenara bırakarak, adeta paranteze alır ve uhreviyete
yaklaştım. Örneğin abdeste burna çekilen su kibir ve azameti «siler.
Namazda rükû tüm insanlığın, Allah'ın, Evren'in önünde eğilerek on-
ların güzelliği ve görkemliliğine gösterilen saygıdır. Biçime uymadan
ibadet yapanlar da, eğer uhreviy ete yaklaşab iliyorlarsa onlarda Al-
lah'ın indinde makbul kişidirler. İbadette biçim vasıtadır; amaç Al-
lah'ın aşkına ulaşabilmektir .
Hallaç, görüşlerini Türk boylarına anlatmış. Görüşler diğer kuşak-
lara geçmiş, Hicri 561 yılında ölen Ahmet Yesevi Türkistan'da Hal-
lac 'ç ı düşünceyi sistemleşt i rmişt i r . Yesevi 'n in mür i t ler i , Horasan
Erenleri bu görüşleri Anadolu'ya taşımışlardır. Pir Sultan Abdal, Hacı
Bektaş Veli bu çizginin temsilcileridir. '
Anadolu Alevileri Hallac'çı düşünceyi kendi örf ve adetlerine, eski
dinlerinin alışkanhklanna bağlı olarak yorumlamışlar ve klasik ibadet
biçimlerine uymamışlardır. Bundan dolayı da zındıklıkla suçlanmış-
lar, "katli vaciptir" fetvalarına maruz kalmışlardır.
İşin politik cephesi olan Şah İsmail ' in politik emellerine alet olma-
yı bir kenara bırakırsak, haksızlığa maruz kalmalarının nedeninde fel-
sefi ve sosyolojik kökenli faktörler yatmaktadır. Tıpkı Afrika'da, En-
donezya'da, Mali 'de, ABD'de değişik tarikatlarda olduğu gibi biçimde
farklılıklar olabilir; öz hepsinde aynıdır. Biçimden öte, özde de farklı-
lıklar gösteren Zenci Müslümanlara sahip çıkıyoruz, ama kendi içi-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 33/111
mizdekileri lıorluyorsak, bu tutumda bir yanlışlık vardır. Onlar da Al-
lah'a inanmakta; Hz. Muhammed'in O'nun resulü olduğunu bilmekte-
dirler.-Ehli Beyt sevgisi zaman zaman aşırıya kaçabilir , ama inanç ze-
mini aynıdır . Bunu böyle kabul etmediğimiz takt i rde onlar ı yanl ış
yollara itebilir , bölücülerin, marksistlerin kucağına atabiliriz. Nitekim
son zamanlarda alevilikle marksizmi birbirine müsahip kılanrlar çık-
maya başlamıştır . Felsefenin aydınlığı İslam'ın esenliğine katkıda bu-
lunuruz.
Felsefe ve Yorum.
Çalışmamızın başında belirttiğimiz gibi İslam'ın muamelata ilişkin
kurallarında felsefenin rolü çok daha belirgin bir biçimde ortaya çık-
maktadır. Muamelata ilişkin hükümlerin insanlar arası ilişkilerde ada-
let ve ahlak değerini güncelleştirmeyi amaçladığına değinmiştik. Yü-
ce Allah, insanın bu dünyada insan haklarına saygılı , dürüst, doğru,
adil olmasını istemiştir . Kur'an-ı Kerim'in bu dünya için nihai gayesi,
olanaklar ölçüsünde adil ve ahlaklı bir düzenin gerçekleştirilmesidir.
Ancak gene yukarıda belirttiğimiz gibi ahlak ve adalet değerleri
salt, mutlaktır ama zaman ve yer koşulları içinde uygulama ve görü-
nüm ortamları değişik biçimlerle karşımıza gelebilir .
Örneğin eski hukuk sistemlerinde kölelik meşru bir kurumdu. İs-
lam dini köleye adil davranmasını emretmektedir. Böyle bir kuralın
varoluş nedeni adalet değerini güncelleştirmek (aklüalize etmek), ya-
şama geçirmektir . Keza azad etmek sevap kazandırmaktaydı.
Günümüzün modern hukuk sistemler inde köle edinmek hukuka
aykır ı b i r düzenleme olduğu kadar ahlak ve adalete de ters düşer .
Geçmiş zamanların sosyal, ekonomik, tarihsel koşulları içinde, insan-
ca davramldığı taktirde kölelik kurumu adalete ve ahlaka ters düşmez-
ken bugün tamamiyle ahlak ve hukuk dışıdır. Kur'an'dan yol alarak
daha somut bir örnek verelim. Bilindiği gibi Nisa suresinin 11. Aye-
tinde mirasın bölünmesinde "bir erkeği iki kadının hissesi verilir" de-
nilmektedir. Ayetin meali şöyledir: "Evladınız hakkında Allah'ın size
tavsiyesi (emri) şudur. Erkeğin hissesi iki kızın hissesi kadardır. Kız-
lar ikiden fazla ise mirasın üçte ikisi onlarındır. Kız bir tane ise yansı
onundur" deni lmekte ve aynnü lar da düzenlenerek devam edi lmekte-
dir. Ayeti kerimede kız evladın mirastan erkeğe nazaran yarı hisse
alacağı açıktır . Yorumlar genelde bu hükme bugün de uyulması ge-
rektiğini ye Kur'an-ı Kerim'deki muamelata ilişkin tüm hükümlerin
bugün dahi tatbik edilmesi halinde, bütünlük; içinde diğer müessese-
lerle birlikte adalete aykın düşmeyeceğini söylemektedir. Yapılan bu
tür yorumlarda lafza titizlikle uyulmakta ve bunun dışına çıkmanın
Allah iradesine karşı koyma olduğu iddia edilmektedir.
Bu hüküm Allah buyruğudur ve hukuki bir niteliği vardır. Biliyo-
ruz ki, hukukta lafzi, tarihi, teleolojik (amaçsal, gai), sosyolojik yo-
rum metodlan vardır. Gelişen ve değişen sosyal koşullar içinde lafız
zaman zaman am aca, gayeye uymayabi l i r .
Yukarıdaki mülahazamızdan yol alarak mirasa ilişkin Nisa Sure-
si 'n in 11. Ayet ine teleoloj ik ve sosyoloj ik yorumun tatbikini öner-
mekte ve böylelikle Allah iradesine daha sadık kalınacağı görünüşünü
savunmaktayız. Kur'an-ı Kerim'in amacı adil düzendir. Hukuksal nite-
likli muamelat hükümlerinin amacı adaletin teesüsüdür. O günün sos-
yal koşullan içinde kadına, yarım da olsa pay verilmiş olması adalet
kavramının uygulanmasına bi r örnek oluşturmuştur . Cahi l iye ' döne-
minde kadın mirastan hiç pay almazken, İslam'la birlikte yarım da ol-
sa pay almış olması adaletin o günkü sosyal koşullar içinde görünüm
tarzıdır. Adalet o gün için öyle tezahür edebilirdi. Birden bire tam pay
alması sosyo-ekonomik sistemi al t -üst edebi leceği gibi yüzyı l lardı r
kadının hak sahibi olmayacağını düşünen kamu vicdan ve bilincinde
ağır yaralar açabilirdi. Mirasa ilişkin hükümler o günün adalet anlayı-
şına bir devrim olarak gelmiştir . Kur'an'da adalete örnek pek çok hü-
küm vardır. Yüce Allah "adil olun, işte örnekler" diye buyurmuştur.
Kendi çağımızda o örneklere bakarak bugünün sosy al koşul lan için-
de aklımızla Kur 'an 'm adalet ini bugüne uygulayacağız. Teknoloj ik
gelişmenin görkemliği, i letişim çağının hızla haber akışı, akılalmaz
ekonomik değişiklikler, karmaşık, girift sosyol ilişkiler içinde kadının
mirastan yarı pay alması gerektiğini savunmak kanımızca onu adil ol-
mayan bir konuma itmek demektir ki, adaletsizliği gündeme getirmek
Kur 'an 'm.özü ve ruhuna aykır ı düşer . Bugün muamelata i l i şkin hü-
kümlerde, bu arada yukarıda verdiğimiz mirasa ilişkin kurallarda tele-
olojik ve sosyolojik yorum yöntemini kullanacağız.
Kur 'an- ı Ker im Allah kelamıdır . Bunda asla kuşkumuz yoktur .
Ancak kulun anlayabilmesi için kelam insan diliyle yer yüzüne inmiş-
tir . Yorumu insan dili , insana ilişkin şartlara bağlı olarak insan aklıyla
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 34/111
yapacaktır . Evrensel yaratılış Allah'ın eseridir, ama irade-i cüziye ile
mükafatlandırılmış insan kendi akıl ve iradesiyle sosyal ilişkiler üret-
mektedir. Sosyal ilişkiler kazustik (ayrıntılı , olaylara bağlı) anlayışla
.hukuk normu haline getirilemez, Adalete ilişkin temel ilkeler örnek
olarak verilir , uygulamada yorumu insan gerçekleştirecektir .
İslam Rönesansı
Bu görüşlerimiz kuşkusuz hiç de orijinal değildir. Ülkemizde de
uzun süre söylenmiştir . Felsefenin ihmaline paralel-olarak yazık ki, bu
tür görüşler itibar görmemiştir . Mehmet Akif Ersoy, Şemsettin Günal-
tay, Said Halim Paşa, İsmail Hakkı İzmirli , Mehmet Ali Ayni, Hilmi
Ziya Ülken, Ömer Rıza Doğrul ve günümüzde Üniversi tel imizde bi r
bölüm değerli İ lahiyat Öğretim Üyeleri, çağa uygun y orumu n gereğini
vurgulamışlardır.
Aydın din çevrelerinde benimsenen ancak halka ve camilere yan-
sımayan ç ağdaş bak ış açısı, İslam Rö nesansı, İslam A lemi'nin "yeni-
den şahlanışının müjdecisi olabilir .
İslam Rönesansı (Nahda Harekatı) ne yazık ki İstanbul'dan Dersa-
adetten uzak bir yerde Kahire'de XIX. yüzyılda başlatılmıştı. Mehmet
Ali Paşa'nun Mısır 'da gerçekleştirdiği bir seri reform hareketi içinde
din adamlarını Avrupa'ya göndermiş ve onların Batı uygaynğıyla bir-
likte, Batı felsefesini öğrenmelerinde de önderlik yapmıştır . Tahtavi
(1801-1873). Fransa'ya giden öğrencilerin başına imam tayin edildi-
ğinde Aydınlanma Çağı filozoflarının eserlerini okumuş ve Fransız-
ca'dan çeviriler yapmıştır .
Tahtavi Batı 'nın sadece uygarlığıyla değil kültürüyle de bir Batı-
İslam sentezinin gerçekleştirilmesini öngörmüştür.
> Tahtavi 'den sonra Şeyh Muhammed Abduh (12849-1905) M ısı r'da
benzer düşünceyi i şlemişt i r . Keza Cemalet t in Afgani (1839-1897) ,
Hint müslümanlanndan Seyid Ahmet Han (1817-1889) , Muhammed
İkbal (1875-1938 ), Tun uslu H ayrettin Paşa (1810-1889 ) aynı paralel-
dedirler. İyi bir müslüman olan Tunuslu Hayrettin Paşa'ya göre Avru-
pa'dan alman sosyal kurumlar İslam'a aykırı değildi. "Bilinmelidir ki,
ihtiyaç ve zaruret sadece şeriatın emrettiği şeylerden ibaret değildir.
İyi olan, iyilik yolunda yapılmış olan her şey (...) şeriata uygunluk
halindedir. Zira şartlar daima değ işir".
S O N U Ç
Yukarıda zikrettiğimiz düşünürlerin bir bölümünün politik tutum-
larında eleştirilebilecek yönleri olabilir . Ancak felsefeyi İslam dinine
yeniden kazandırma çabaları; şeriat hükümlerine akıl, çağa göre tele-
olojik ve sosyolojik yorum esasları getirme arzulan taktire şayandır.
İslam uygarlıklannın Altın Çağa dönüşleri ancak akıllı ve felsefe-
nin yeniden canlandmlmasıyla olanaklıdır. Bu bağlamda Batı 'mri İs-
lam'dan esinlenerek aldığı Aydınlanma Felsefesi ve rasyonalizme sa-
hip çıkmamız gerekir. İslami geleneğe bağlı olarak bu rasyonalizme
sevgi ve aşkı da katmalıyız.
Felsefenin güçlendiği yerde çağdaş gelişmelere ayak uydurulduğu
kadar hoşgörülü .yaklaşımlar da yaygınlaşır .
Hoşgörü dinlere ve mezhepler arası anlayış ortamı yaratır , evren-
sel barış belki de bir hayal olmaktan kürtulur.
B İ B L İ Y O G R A F Y A
- EBU ZE HRA , Muh ammed: İslamda Fıkhı ; Mezhepler Tar ihi , çe-
viren Abdülkadir Şener, Hisar Yayınevi.
- GARDET, Louis et ANAWATI M.M.:H Int roduct ion â la The-
ologie.Musulmane-Essai de Theologie Comparee- Paris 1984, J. Vrin.
- MANTRAN, Robert: İslamın Yayılış Tarihi, VII-XI. Yüzyıllar,
Çevr. İsmet Kayaoğlu, Ankara 1981, AÜİF Yayını.
- GARDET, Louis: La Çite Musulmane, Paris 1954, J. Vrin:
- YURDAYDIN, Hüseyin: İ slam Tar ihi Dersler i /Ankara 1982,
AÜ İF Yayını. . ' J--
' - MAALOUF, Amin: Les Croisades Vues par Les Arabes, Par is
1983.
- HIMY, Armand: Le Pur i tanisme, Par is 1987, PUF.
- MASSİG NON , Louis: La Passion De H al laj , Mar tyr myst ique de
I 'Islam, Paris 1975, T. I ve II .
- TOPALOĞLU, Bekir : İ slam'da Kadın, İ stanbul 1983, Yağmur
Yayınevi.
- SABANEGH E.S.: MUHAMMAD-Le Prophete, Par is-Rome
(-Ar.) 1-5 Kasım 19 93 ta rihlerin de dü zen len en
I. Din Şurasında sunulan bildiri .
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 35/111
ABD'DE DİNLER
GİRİŞ
ABD'de din ve inanç olgusu devlet ve toplum yapısının belirleyici
öğesidir. Devletin kuruluşunda, ABD'nin uluslararası gücünü artırma-
sında Hıristiyan dinine bağlı değişik mezheplerin çaba ve gayretinin
boyut lar ı başka ülkeler le karşı laşt ı r ı lmayacak derecede önemlidi r .
Hukuksal ve politik yapıda din, inanç ve ibadet özgürlüğüne' verilen
yer ve önem tartışmasız gerçek bir liberalizmi ortaya koyar. Tüm sos-
yal yaşam Kilise ve buraya bağlı kuruluşlar çerçevesinde, oluşur ve
gelişir . ABD'de tüm başkanlar inanç ve ibadetlerini kamuya göster-
mekten gurur duyarlar. înanç ticareti politikada çok sık kullanılan bir
yöntemdir. Liselerde yakın zamana kadar dersler her sabah Tanrıya
şükran duasıyla başlatılırdı. ABD tarihinin ilk katolik başkanı J.K.
Kennedyi'nin bağnaz protestanlar tarafından öldürüldüğü, bu muam-
ma ile ilgili üretilen varsayımlardan biridir. 1950-1960 yılları arasın-
da, Yüksek Mahkeme Kararları 'nın bir kısmında ABD halkının "din-
sel,bir toplum oluşturduğu" hususu vurgulanmıştır (Religion, Politics
and Democraty by James R EICHLEY in Dialogue 3-1992, s . 48.
ABD'de protestan ağırlıklı mezhep ve alt ayırımlar (denomiııation)
Luther ve Calvin'ci geleneğe bağlıdır ki, bu Aziz Aııgustin (IV-V.
yüzyıl) ' in teolojisine dönüştür. Özellikle Calvin'ci (Kalvenci) protes-
tanlık yazgıcı yapısıyla koyu bağnaz bir hristiyanlığı temsil eder. Cal-
vin'ci yorumlar başka dine mensup olanları if lah olmaz zındık, kafir
olarak kabul eder. Yobaz yorumlar ağalıktadır, ama ülkenin gelişme-
sine katkısı olan liberal yorumlar da mevcuttur.
Dünyaya hükmeden ABD'nin sosyal, politik, hukuksal, ekonomik
yapısında son derece de önemli yeri olan din olgusunu ne yazık ki,
Türkiye kamuoyu yeter ince tanımam aktadır . Sosyal doku nun, tanın-
ması kadar, bu dokunun dünya siyaseti üzerindeki etkisini bilmek de
ayrıca önem taşımaktadır.
ABD'de din olgusu hukuksal boyutta düzenlenirken bizde olduğu
gibi devlete bağlılık yoktur. Gerçek türri laik devletlerde olduğu gibi
ABD'de "Cemaat ler sistemi" vardır . Tüm mezhep ve al t mezhepler
kendi kiliselerine giden cemaatin kurduğu özerk bir yönetim içinde-
dir. Papazlarını dolaylı olarak kendileri seçer, cemaat kiliselerin işle-
yicini finanse eder ve ayrıca temsil oranında devlet bütçesinden öde-
nek alırlar. Özerk kuruluşlar halinde faaliyet gösteren cemaatler okul-
lar, üniversiteler, hastaneler açıp işletmektedirlir . ,
ABD'nin anayasal düzeni felsefi ve sosyolojik açıdan adeta libera-
lizmin düşünsel kurucularından John Locke'la Protestanlığın tutucu
temsilcisi Calvin'in görüşlerinin sentezidir. Bu sentez protestan "püri-
ten" ahlakı oluşturan düşüncedir. Devlet John Locke'da olduğu gibi
"cezalandırma yetkisiyle" donatıktır . İnsan hakları, doğal hak ve öz-
gürlükler hukuk önünde mutlaktu-; devlet hak ve özgürlüklere, ekono-
miye i lke olarak müdahale edemez. Özgür ve serbest sbsyo-ekonomik
düzen içinde sorun ve kargaşa çıktığı taktirde ancak devlet müdahale-
si söz konusudur.
John Locke'a göre devletin hiçbir şekilde kanşamayacağı özgür-
lük, inanç ve düşünce hak ve özgürlüğüdür; bu alanda devletin müda-
halesi isyanı meşru hale getirir . John Locke'cu anlayışın uzantısı ola-
rak ABD'de cemaatler serbestçe örgütlenmişler ve yukarıda belirttiği-
miz gibi yan kurum ve kuruluşları da devreye sokarak sosyal yaişamda
güçlü hale gelmişlerdir. Suç işledikleri taktirde devlet kuşkusuz mü-
dahale etmekte, cezalandırma işlevini yerine getirmektedir. ABD'de
dinsel alanda tipik bir sivil toplum örgütlenmesi mevcuttur,
AB D sivil toplum dinsel örgütlenm e biçimi, açısından geçtiğimiz
yüzyılda.dünyaya önderlik de yapmıştır . 1893 yılında bu ülkede Dün-
ya Dinler Parlamentosu toplanmış ve din ve inanç özgürlüğüne ilişkin
bir deklerasyon yayınlamıştır
ABD halkının "Eski Ahit Toplumu" olduğu da iddia edilmektedir.
Calvin'ci püriten köken bu yargıyı gündeme geirmiştir . Hıristiyanlığın
Aziz Augustin'ci yorumu içinde Yeni Kıtaya göçen insanlar "saf Hı-
ristiyan" yaşam tarzını sürdürdüklerini öne sürerek püriten teolojiyi
geliştirmişlerdir. Bu anlayış Eski Ahit 'de adı geçen insanların, pey-
gamberlerin yaşam biçimlerine öykünme olarak ortaya çıkar. İnsan,
"ilk günahı "in çocuğudu r; günahk ar karakterinden arınmalı, tevekk ül
içinde, Tanrı 'ya yakarmalıdır. Onun yazgısı boyun eğmek, affa mazhar
olabilmek için yalvarmaktan başka bir şey değildir. İnsanın irade öz-
gürlüğü yoktur, tüm yaşam ve yazgı Tanrı 'nın eseridir. Günahkarı ce-
zalandırmak, tövbekarı ödüllendirmek için Tanrı 'nın ışığı bu dünyada
her an için günçiDeşebilir . Başka biı ' anlatımla liberal ve özgürlükçü
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 36/111
din yorumlarında olduğu gibi yarattıktan, ilkelerini saptadıktan sonra
artık karışmayan Tanrı anlayışı Calvin'ci felsefede yoktur.
Bugünkü ABD halkı büyük ölçüde cedleri olan püriten düşünce
tarzının etkisindedir. Kapitalizmin acımasız sosyo-ekonomik yapısı
içinde, Tanrı 'ya sığınmak, ibadet, yakınlarını sevmek ve özel yaşama
ahlakı getirmekle dindar Amerikalı ilahi affa mazhar olmayı bekle-
mektedir. K ilise onları, kurtarır , cennetin yolunu açar.
Bu ülkede sık sık sahte peygamberlerin çıkışı bir rastlantı değildir.
İnsanlar, bilinçaltında Eski Ahit içinde yaşadıklarından, her an için bir
kur tar ıcıya kucak açma iht iyacını duyar lar . Tanr ı onlara mucizeler
gösterir; Kiliseye bağlandıkça mutluluk gelir .
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE
KİLİSELERDE ANA BÖLÜNM ELER
ABD'deki din, mezhep ve alt ayırımları açıklamadan önce bunla-
rın temelinde yatan ana bölünmelere değinmek gerekiyor. Kiliselerde-
ki ana bölünmelerin doktriner, teolojik, sosyal ve politik nedenleri
vardır. "
Roma İmparator luğu 'nün IV. yüzyı lda Hır ist iyanlaşması , resmi
din olarak Hıristiyanlığı kabul etmesinden önce Hıristiyan teolojide
: önemli tartışmalar m evcuttur. Antik Yunan felsefesinin yaygın olarak
benimsendiği bir ortamda, yeni din, düşünce farklılıkları yaratmakta,
ayrılmalar gündeme gelmekteydi, antik Yunan felsefesinin din üzerin-
deki etkilerini müslümanlık da tanık olmuştur. Emevi ve Abbasiler
döneminde müslüman teoloj ide de Yunan Felsefesi önemli iz ler ba-
rıknuştır .
• ^
Konsil diye adlandırılan, IV. yüzyılda başlayarak VIII. yüzyıla ka-
dar süren değişik dinsel toplantılarda alinan kararlar Hıristiyanlıktaki
bölünmelerin ana kaynağıdır. Tanrı 'nın varoluş tarzı (hipostaz) üze-
rindeki bü tartışmaların ilki 325 yılında İznik'de yapıldı (1, Konsil, İz-
nik Konsili) . Tartışma sonunda Hz. İsa'nın oğlu olarak Peder 'le aynı
yapıda olduğuna karar verildi. Bu bir anlamda Tanrı 'yla Hz. İsa'nın
özdeşleşmesi demektir . 381 yılında İstanbul'da toplanan Konsil 'de ise
Peder 'in, Kutsal Ruh ve oğulla birlikte bir bütün, bir "Ünite" oluştur-
duğu kararı alınmıştır . (CLEMENT,'Olivier: L'Eglise Orthodoxe, Pa-
ris 1961, Que-Sais-je, s. 9).
V. yüzyılda Nesturiliğin kurucusu ünlü diııbilimci Nestorius'ün
izinden gidenler İsa'da bir beşeri, diğeri ilahi olmak üzere iki kişiliğin
varolduğunu, beşeri kişiliğin Meryem'den geldiği, i lahi kişiliğin ise
Tanrı 'nın Ebedi Kelamı olduğunu ileri sürüyorlardı (MICHEL, Tho-
mas:. Hıristiyan Tanrıbilimine G iriş, İstanbul 1992,, Orhan Basıme vi,
s. 100). " ,
431 yılında toplanan Efes Konsili bu görüşü reddederek İsa'nın
Tanrı 'yla birlikte bir bütün, bir "Ünite" olduğunu bildirir . Böylelikle
nestur i l ik afaroz edi lmişt i r . Nestur i l ik Hz. İ sa 'nın insan kimliğine
ağırlık vermek le onu yeryüzü ne indirmiştir Bu tutum Konsil kararla-
r ına, ters düşmekteydi . 4 51 yı l ında toplanan K adıköy Konsi l i İ sa 'yı
v
tannlaştınr. "O gerçek Tanrı ve gerçek insandır." Hz. İsa'da iki doğa
vardır; bunlar birbirinden ayrılmazlar. Bütünlük biribirini tamam lar.
(CLEM ENT, O l ivier : s .9) .
İznik ve daha sonra İstanbul'da 553 ve 580 tarihlerinde toplanan
.konsiller "nesturiler" ve "monofizitlere" kesin yanıt niteliğini taşır .
Nesturilerin ikili doğa anlayışı karşısında monofızitler İsa'nın insanlı-
ğı iç inde i lahi l iğini aramaktadır lar . Monof ızi t lerde ' İ sa, bi r anlamda
yeryüzünde dolaşan ve varlığını manevi olarak sürdüren Tann'dır. Sö-
zük anlamıyla "monofizizm" bütün içinde tek bir doğa anlamına gel-
mekted ir. Tanrılaştırman İsa çok tanrılı dinlerden k alan alışkanlıkların
terkedilememesidir. Ermeni gregoryen kilise, monofizittir .
Buna mukabil nesturilik müslüman Tanrı anlayışına yaklaşmakta,
Hz. İsa'ya kutsal peygamber kimliği vermektedir. Hıristiyan dinbilim-
cilerinin bir kısmına ve oryantalistlere göre Hz. Muhammed, peygam-
berliğini ilan etmeden önce uzun yıllar nestuıi bir papazla temas ha-
l indeydi . Nestur i l ik XIX. yüzyı la kadar var l ığını sürdürmüş, daha
sonra Katolik kiliseye katılmıştır . "Keldani Katolik olarak anılan bu
Hıristiyanlar bugün özellikle Türkiye'de, Irak'da ve İran'da yaşamak-
tadırlar" (MIC HEL, Thom as: s. 101). -
784 yılında toplanan İznik'teki Konsil 'de İsa ve Meryem tasvirleri-
nin (İkonların) kullanılması lehinde bir karar alınmıştır . Bu da önceki
konsiller doğrultusunda alınan bir karardır, çünkü "Tanrı 'nın varolma
tarzı-hipostaz" hem maddi, hem de manevi.olduğuna göre, İsa'nın tas-
vir edilmesinde, resminin yapılmasında hiçbir sakınca yoktur. . ' •
, Konsiller birer uzlaşma toplantılarıydı. Uzlaşılan konulardan biri
de 5 tane patrikliğin kurulmasıydı. Bunlar Roma, İstanbul, İskenderi-
teslimiyetçi Calvin protestanlığı karşısında rasyonalist Hıristiyanlık
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 37/111
ye, Antakya, Kudüs patrikleriydi. Patrikliklerin kurulması Hıristiyan-
lıktaki bölünmelerin politik temelini oluşturmaktadır. Güç alanı sür-
tüşmeleri beş değişik bölgede, böylece gündeme gelir .
, Nitekim 1054 yılında Roma ile İstanbul arasında ipler kopar. Ro-
ma or todoks gövded en ayr ı l ı r . Bu ayr ı lmada kül türel farkl ı l ıklar
önemli etmenlerden biridir. Örneğin Doğu'da grekçe, Batı 'dâ latince
kullanılmaktadır. Politik ve kültürel yapı farklılıkları karşılıklı suçla-
malara yol açar. Taraflar biribirlerini "kredoyâ" (Hıristiyanlıın maddi
ve manevi âmentüsü) ihanetle suçlarlar.
Politik ayrılmaların ilki bu tarihten çok önce V. yüzyılda gerçek-
leşmişti . Monof izi t geleneğe bağl ı Ermeni ler Gregoryen ki l i seyi ku r-
muşlardı. Ermenilerin yaşadığı bölgelerde Hıristiyanlık III . yüzyılda
yayılmaya başlamıştı: Grigor 'un 301 yılında Ermeni Kral Tiridâtes'i
Hıristiyan yapmasından sonra buralarda ayrı bir örgütlenme olmuştur.
Bizansla sürekli çekişme içinde olan Ermenilerin bu tutumu politik te-
mellidir. Ermeniler 451 tarihindeki Kadıköy Konsiline katılmamışlar
ve monofizit anlayışı- sürdürmüşlerdir. Böylelikle sonradan aziz sıfatı
verilen Grigor 'a (Aziz Greguar) bağlı Gregoryen Kilise kurulmuştur.
PROTESTANLIK VE BURUJAZİ
Kil isede en büyük
ve
1
eh önemli ayr ı lma X VI. yüzyı lda Katol ik
Kilise'den ayrılarak Papalığı-protesto eden "protestan harekettir ." Bu
hareket te de pol i t ik etmenler önem taşımaktadır . Ancak pol i t ikayla
birlikte teolojik, sosyal, ekonomik etmenler de ayrılmayı körüklemiş-
tir . Tarih sahnesine yeni adımını atan burjuva sınıfı, rönesans; yeni kı-
taların bulunması, ticaret devrimi gibi olay ve olguları duragânlaşan
ve aristokrat sömürüye alet olan katolisizmi kuşkusuz yıpratacaktı.
İnceleme konumuz olan "ABD'deki dinlerde" protestan eğilimler
oransal olarak çok daha fazladır. Protestanlık kilise içinde bir reforma
(yeniden yapı lanma) yol açmışt ı r . Bu reform sanı ldığı gibi sadece
Protestanl ık olarak karşımıza çıkmaz. Protestan tepki ler ve bur juva
doktrini olan laik doğal hukuk felsefesinin gelişmesi karşısında Kato-
lik Kilise ve manevi açıdan yeniden yapılanmaya gitmiştir . Bu yeni-
den yapı lanma faal iyet i iç inde, Katol ik Ki l ise Akinolü Thomas' ın
(XIV. yy) rasyonalist (akılcı) doktirinini canlandırmıştır . Yazgıcı ve
daha ileri ve gerçekçi bir görünüm kazanmıştır . •
Protestanlık sınıf esasına dayalı bir mezheptir . Bu mezhep burjuva
sınıfının tarih sahnesine çıkışıyla birlikte gündeme gelmiştir . Bu dö-
nemde yeni kıtalar keşfedilmiştir . Yeni kıtalardeki zenginliklerin Av-
rupa'ya aktarılması ticâreti yoğunlaştırmış ve Ticaret Devrimi denilen
iktisadi olaya Avrupa tanık olmuştur. Ticaret devrimiyle birlikte yeni
oluşan sınıf, burjuvazi önce sömürü çarkına giremeyen aristokrat li-
derle işbirliği yapmış, daha sonra kendi önderlerinin eylemi, filozofla-
rının düşünceleriyle Papalık ve oraya bağlı senyörlere karşı mücadele
vermiştir . Dini çıkarlarına alet eden senyörler karşısında protestanlık
yeni oluşan sınıfın maddi, manevi ve dinsel başkaldırısının öyküsü-
dür. Kurulu otoritenin manevi lideri Katolik Kilise'ye başkaldırı bur-
juva sınıfının çıkan için zorunluydu.
, Başk aldın dinsel ve laik olmak üzere iki koldan gerçekleştirildi.
Laik başkaldırı büyük Fransız Devrimi gibi burjuva devrimleriyle so-
nuçlandı ve daha ziyade Akdeniz yöresini etkiledi. Dinsel başkaldırı
ise Luther ve Calvin gibi din adamlannın doktrinine bağlı olarak ge-
lişti ve. Orta, Kuze y Av rupa'da ya yıldı. Laik başkaldırı dini kökten
yok etme tutkusu içinde olduğundan dinsel yeni bir dayanak aramı-
yordu. Bu nedenle, devrimlerin getirdiği fırtınalardan sonra katoliklik
o bölgelerde varlığını sürdürdü. Protestanlık ise özde dine çok bağlı
yörelerde ortaya çıktı. Buralarda laisizmin yayılması olanaksızdı. Di-
ne yeni bir yorum gerekiyordu. Yorumlarla katolisizm protesto;edildi
ve Papalıktan kopuş gerçekleştirildi.
Bunların dışında politik ve İngiliz Kralı VIII. Henry'nin "cinselli-
ğe düşkünlüğü" saikli bir başkaldırı da vardır
ki,,
bu da Anglikan Kili-
sesi 'nin kurulmasına yol açmıştır . Anglikan Kilise öz ve ritüel, biçim
açısından Katolik Kilise ile büyük bir benzerlik içindedir. Kraliçe Eli-
zabeth zamanında doktrin ve teolojide de farklı görüşler geliştirildi.
ABD'de dinler ve mezhepler Eski Kıta'daki çekişme ve sür tüşmelme-
rin devamı olarak, ana bölünmelere bağlı biOr yapı içinde gelişmiştir .
Ancak sıradan halk, kilise "müdavimi" tarihsk sürtüşmenin pek
farr
kında değildir.
Onun için kendi kilisesi ve diğerleri vardır. Yobaz ve tutucu alt
mezheplerde, kendileri dışında herkes zındıktır .
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 38/111
PÜRİTENLİK
Yeni Kıtaya göçenlerden protes tan kes im büyük oranda pür i ten
eğil imler içindeydi . Sözcük olarak pür i tenlik saf , berrak olma anlamı-
na gel ir . Dinin öz ve esas ına (kuşkusuz kendi yorumlar ına göre) uya-
rak gerçek Hır is t iyan yaşamı sürdürdükler ini iddia edenler kendiler ine
püri ten demekteydiler . . Pür i tenlikte aynı zamanda Hz. Musa'ya inen
" O n E m ire" ha r f iyen uym ak s öz konus udur . Bas i t , s ade , ya landan
uzak bir yaşam püri ten ahlakın- gös terges iydi . Dev let in görkem lil iği
karş ıs ır fda içe dönük, bas i t ve sade bir Hır is t iyan olmak bu insanlar ın
yeğlediği yoldu.
Aslında tüm dinlerdeki pür i ten eğil imler bir süre sonra fanatizme
dönüşmektedir . Kendi yaşam tarzını yüceltme ps ikozu, diğer ler ini kü-
çümseme ve hat ta düşman görmeye kadar insanı sürüklemektedir . Pü-
r i t en eğ i l im le r güç len ince kök tenc i l iğe ( fondam an ta l i zm ) dönüş ür .
Misyoner l ik , mil i tanl ık , zor la diğer ler ini imana getirme eylemler i pü-
r i ten düşüncenin sonucudur . Kendi din yorumlar ı , r i tüel ler i , b içimin
getirdiği kendinden geçme o dinin öz ve esas ı olarak kabul edilmeye
baş lanır ve düşünce boyutundan uzaklaş ı l ı r . Tanrı 'ya başka biçim ve
yollar la ulaşmak is teyenler , bu değiş ik tutumlar ı nedeniyle kendiler i-
ne ve Tanrı 'ya yaban cıdır lar .
Pür i tenlik XVI. yüzyıl ın or talar ında, Kral içe E lizabeth dönemin-
de , d ins e l ve po l i t ik b i r ha reke t o la r ak o r taya ç ıkm ış t ı r . T hom as
Cartv/r igl ı t taraf ından baş lat ı lan akım , Kil ise içinde reform ya pılması-
n ı am aç lam ak tayd ı (H IMY , A rm and : L e P ur i t an i s m e , P ar i s 1987 ,
PUF, s . 56) . 100 yı l kadar etkis ini sürdüren bu eylem 1662 yıl ında
Bi r l ik S öz leş m es iy le (A c t o f U n i fo rm i ty ) hukuks a l ha le ge lm iş t i r .
Dinsel bir hareket olarak baş layan pür i tenlik sosyal , ekonomik, seksü-
el, bireysel yaşama ilişkin bir doktrin olarak gelişmiştir.
Pür i tenliğe göre, Roma Kil ises i ve katol ikl iğin baskıs ından kur tu-
lunarak ancak Hır is t iyanlık esenliğe kavuşabil ir . Luther ve Calvin ' in
düşünceler i o dönemlerde Hır is t iyanlık esenliğe kavuşabil ir . Luther
ve Calvin ' in çevr i lmiş , yeni yorum ve eğil imler ki t leler i etki lemeye
baş lamış t ır .
Yeni oluşan İngil iz bur ju vazi s i , sosyal ve. ekon omik yaşam ıyla
dinsel inançlar ını uyum içine sokma gereks inimini duymaktaydı . Bir
yandan zenginlik ve t icaret in kurullar ına uyulacak, öte yandan Hris t i-
yanlık ihmal edilmeyecekti /Böyle bir uyum özel yaşamda koyu bağ-
naz, tutucu, biçimci bir tutumu benimseyip kendini aldatmayla ola-
naklıdır . T icaret mücadele, kavga, entr ika, yalan-dolan demektir . Tan-
r ı i rades ine uygu n sa f l ık , berraklık a ncak özel' , yaşamda gerçekleş t ir i -
lebi l i rdi . Kil ise etraf ında "saf , berrak" ai leler toplanmalı ; rahipler on-
lara İnci l ' i anlatmalıydı . Eski Ahid 'deki or tak yaşam kil ise etraf ında
gerçekleş t ir i lmeliydi .
Yeni Kıtaya pür i tenler 1620 yı l ında Myflower adlı gemiyle gel-
miş lerdir . Bunlara "Pilgr im Fathers" -Hacı Babalar denilmekteydi . İn-
gi l tere 'nin Plymouth kentinden gelen bu göçmenler .Yeni Kıta 'da kolo-
niler kurar lar . 101 göçmenin kurduğu i lk koloni ABD tar ihinde büyük
önem taş ımaktadır ve Kasım ayının 22 ' s inde yı ldönümü Şükran Günü
(thanksgiving day) olarak kutlanır . Karaya çıkan pür i tenler i lk kez
karş ı laş t ıklar ı hindiler i 22 Kasım 1620 günü yakalayıp, yer ler . Ameri-
kal ı lar pür i ten anıya sadık olarak her 22 Kasım'da bayram yaparak
hindi , piş ir ip yer ler ve k i l iseye gidip düa eder ler .
Ş ü k r a n G ü n ü b u g ü n ü n ABD'si iç in görkemli Amerikan uygarlığı-
nın başlangıç günüdür.
Görülüyor ki , dinsel motif ler çağımızın en güçlü uygar l ığının da-
yandığı temel öğelerden bir idir .
Pür i ten göç yı l lar boyu devam eder . Yeni pür i ten koloniler kuru-
lar . İngil tere ve Holland a'dan binlerce, göçmen gelir . Hollanda'nın S a-
lem kentinden 1641 yı l ında gelenler en tutucu olanlar ıdır . Yeni Kı-
ta 'da, kurulan Yeni S alem, Enkizisyon M ahkem eler ini aratmayac ak bir
bağnazlık içinde olur .
1
Göçmen püri tenler in or tak amacı din ve devlet işbir l iğiyle yeni bir
düzen-kurmaktı . Kil iselerde sadece ibadet yapılmamalıydı . D.evlet-Ki-
İ ise işbir l iği içinde tüm yaşam dinsel esas lara dayandınlmalıydı . Kil i-
s e eğ i t im i p lan lam ak , s os ya l yaş am ı düzen lem el iyd i . H er dönem de
büyük devlet adamlar ı yet iş t i ren, ABD'nin en seçkin ünivers i teler inde
bir i olan Harvard Ünivers i tes i 1636 yı l ında Harvard Kolej i olarak pü-
r i ten anlayışa bağlı olarak kurulmuştur . Yazgıcı Qılvin dinbil im anla-
yış ı pür i tenler taraf ından us taca iş lenerek, dinsel önder lere kar izma
sağlayıcı hale get ir i lmiş t ir . Bil indiği gibi Calvin, i lk günahın çocuğu
lan insanı kötü bir yazgının beklediğini söyler .
Ona göre "al ın yazısı" önceden insanın yaşamını bel i r lemişt i r .
BUGÜNÜN ABD'Sİ
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 39/111
Yazgıdan kaçmak olanaksızdır ; i rade özgür lüğü yoktur . Hol landal ı
Arminius (1560-1609) tarafından geliştirilen püriten akıma göre, in-
san günahın çocuğdur, ama bazıları Tanrı 'nın seçilmiş kullarıdır. Tan-
rı Baba onlarla iletişim kurar ve kitleleri doğru yol yönlendirmesi için
direktifler verir . Bazı insanlar vahiy alabilirler; onlara itaat etmek ge-
rekir.
Görülüyor ki, ABD'de sık sık ortaya çıkan sahte peygamberlerin
düşünsel ve teolojik püriten bir zemini mevcuttur. Yaşam tıpkı Eski
Ahid ' te olduğu gibidi r ; zaman zaman peygamber ler gel i r , k i t le lere
doğru yolu gösterir .
Roger Wİlliams adlı bir püriten, Rhode Island'da 4 kenti içine alan
bir püriten devleti bu anlayışa bağlı olarak XVII yy.'da kurar. Willi-
ams ülkeyi dine bağlı bir tür demokrasi içinde yönetir . Devlet-Kilise
yönetimine göre "kurulan bu ülke Tanrı 'nın çocuklarının toplandığı
yeni manevi Kenan ülkesidir- vadedilmiş toprak." (HIMY: s. 37) Va-
dedilmiş toprakta kötülük ve şeytana yer olmamalıydı. Söylencelere
göre yaşam ve toplumu düzenleyenler açısından kötülük ve suç şeyta-
nın bazı ruhlara girmesiyle ortaya .çıkar. O halde bu ruhları kurtarmak
için bedeni yoketmek gerekir. 1692 yılında Salem'de yaşayanların ba-
şına gelen olaylarda yatan mantık bu düşüncenin ürünüdür.
Çağımızın Fransız filozofu Sartre'm "Salem Büyücüleri" adlı yapı-
tına da konu olan yobazlığıyla ünlü püriten kentte cereyan eden olay-
lar ilginçtir.
Yüzlerce insan işkenceden geçmiş, bazıları yakılmıştır . Suçlama-
lar, dedikodular yayılmış, büyücü avı valinin karısına kadar ulaşmış-
tır . Ütopyaya, özellikle dinsel ütopyalara dayalı bu dünyada cenneti
gerçekleştirme savlarının hoşgörüsüzlük ve totalitarizmle sonuçlan-
ması kaçınılmazdır.
Bugün ABD'de dinin sosyal ve politik açıdan önemli konumda ol-
masının nedenlerinin başında püriten gelenek yatmaktadır (REICH-
LEY, James; s. 48) Püriten kökenli baskı ve çıkar grupları parlemon-
toyu yönlendirmektedir. Protestan alt mezheplerinin genel merkezleri-
nin çoğu başkentte.Capitol Hill (Parlemonta Binası) yakınlarındadır
(REICHLEY, James: s . 48) .
Bugün ABD'de protestan mezheplerin ağırlıkta olduğunu belirttik.
Protestanl ık öncesi mezhepler eski gelenekler ini korumaktadır . Biz
incelememizde bu nedenle protestan mezhepler i ve al t ayı r ımlara
ağırlık vermekteyiz. Sosyal ve politik yaşam içinde ilginç özellikle-
riyle protestanlık çok daha fazla etkilidir . Geleneksel mezhepler dışın-
da sapkın (heretik) diye adlandırılanları da mevcuttur. Toplu intiharla-
ra kadar giden eğilimler, çok tanrılı dinlerle kurulmaya çalışılan bağ-
daşımlar sapkın olarak nitelendirilmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi ana mezheplerden katoliklik, ortodoks-
luk ve gregoryen kilise genelde eski geleneği sürdürmektedir. Ancak
Yeni Kıta'nın sosyo-ekonomik konumu ile Eski Ahid'e bağlı toplum
psikolojisi kristalleşmiş sistemlere dahi değişik motifler katmasını bil-
miştir: Örneğin Katolik Kilise zaman zaman Vatikan'dan uzaklaşmış-
sa da XX. yüzyılın İkinci yansından sonra ilişkiler düzenli hale gel-
miştir .
O r t o d o k s A m e r i k a n K i l i s e s i F e n e r ' e b a ğ l ı o l m a k l a b i r l i k t e
ABD'de ayn bir merkezi vardır. Ermeni Gregoryen Kilise ise değişik
politik etkilere bağlı olarak bölünmüştür.
Musevilik Yeni Kıta'da genel özelliğini korumuş ve İsrail Devle-
tiyle sıkı ilişkiler içine girmiştir.
L UT HE R'Cİ E Ğİ L İ ML E R
Rom a Kilisesi 'nin, Papalık otoritesini bozan ilk protestan hareket
Lutherciliktir . Gelişmekte olan burjuva sınıfıyla işbirliği yapılmasının
önemini farkeden Alman Prensleri Luther 'i desteklemiştir . XVI. yüz-
yılda başlayan bu hareketin iki ana ilkesi vardır. Bunlardan birincisi
kurtuluş ve esenliğin sadece inanca bağlı olmaktan geçtiği; ikincisi
. ise İncil ' in tek kurallar dizgesi ve tek doktrin kaynağı olmasıdır. D aha
önce belirttiğimiz gibi Luthercilik tıpkı Calvincilik gibi Aziz Augus-
tin felsefesine dönüştür. Luther biçimciliği bir kenara atmakla ve ara-
cı ruhban sınıfı ortadan kaldırmak la reform yapımştır . Biçimsel re-
formun aynı oranda öze yansıdığını söylemek ise olanaksızdır; çünkü
tek kurtuluşun İncil 'de Olduğunu söylemek ve Aziz Augustin'in İn-
cil ' in esaslarına dayalı devlet
kurma
arayışlarını benimsemek bağnaz
bir tutumun i fadesidi r . Vat ikan ' la bağlar ı koparmadan önce Luther ,
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 40/111
Augustin'ci bir keşiş olarak çilekeş ve bağnaz bir yaşam tarzı sürmek-
teydi. Ona göre insan günahkardır, yaşam kötülüklerle doludur; Hz.
İsa,ilk günahın çocuğu olan insanı kurtarma gayreti içindeydi.
Luther latince olan İncil ' i 1522-1534 tarihleri arasında Almancaya
çevirmiş ve insanların affı için çıkardığı endüljans kağıtları nedeniyle
Papalığı eleştirmiştir . Luther 'e göre vaftiz olma ve ökaristi (sembolik
olarak şarap içip ekmek parçası yeme ayini) dışında İncil kökenli baş-
ka ayin ve kutsama yoktur. Böylelikle Luther günah çıkarma gelene-
ğini reddetmiştir . Keza, evlenmeyen rahip anlayışı da İncil 'de yoktur.
İncil temel kaynaktır; Papa ve papalığın yorum ve kararlarına ihtiyaç
duyulmamal ıdı r .
Luther 'e göre Hz . İsa Son Yemeğinde,, şarap içerken havarilerine
şarabın kendi kam; yediği ekmeğin ise kendi vücudu olduğunu söyle-
miştir . Bu, şarap ve ekmeğin Hz. İsa'nın özü olduğu anlamına gelir .
Her ayinde şarap içip, ekmek parçası kemiren inanç sahibi insanlar
onunla bütünleşmekte; Hz. İsa fiziksel olarak orada hazır bulunmakta-
dır. ' •
Luther bu denli bir teolojik spekülasyon içindedir ve anti-laiktir .
Ona göre devletle Kilise arasında sıkı bir işbirliği olmalıdır. Yönetici-
ler Hıristiyan esaslara dayalı olarak düzeni sürdürmek mecburiyetin-
dedirler. Hıristiyan yöneticiler, Hıristiyan ilkelere bağlı olarak devleti
yönetirken, Kilise, dinsel alandaki ilkeleri düzenler. Tarafların ayrı a y-
rı egemenlik alanları vardır, ama her iki alanda da Hıristiyan ilkeler
esastır . İki güç arasında sağlam ve derin bir ilişki olmalı ve Kilise
devlete bağlı kalmalıdır.
Luther tüm bu ilkeleri 95 madde halinde Wittenburg Kilisesi 'nin
kapısına 1517 yılında asmıştır . Luther 'in "protestosu" Alman Prensle-
ri 'nin Kutsal Roma İmparatorluğu'yla bozuşmalarının ve mücadelele-
rinin manevi dayanağı olmuştur. 1530 yılında Augsburg İnanç Bildir-
gesiyle tüm lutherciler biraraya gelmiş ve papalıkla olan bağ koparıl-
mıştır . 1530 Lutherci K ilisesi 'nin kuruluş tarihidir.
Bu yıldan sora Luthercilik Almanya, İsveç, Danim arka, Finlandi-
ya ve Norveç'de yayılır ve her ülkede bağımsız bir lütherci kilise ku-
rulur.
Luthercilik ABD'de geniş bir yayılma alanı bulmuştur. Orta Batı
denilen yerlerde ve Güney kıyılarda gelişen bu mezhep her dil ve et-
nik grupta ayrı bir oluşum meydana getirmiştir . Her oluşum diğerin-
den bağımsız kalmıştır . 150 değişik oluşum bugıin 21 Lutherci ana ki-
l i seye dönüşmüştür .
1
ABD'ye gelen ilk Lutherciler 1638 yılında Delavvare Nehri kena-
rında Fort Christiana'yı kuran İsveç kökenli insanlardır. Daha sonra
onları Almanlar izlemiştir . 1820 yılında dinbilimci S.S. Schmucker 'in
girişimiy le ibadet ve ayin İngilizceye' dönüştürülmü ştür.' Böy lelikle
XIX. yüzyılda Luthercilik geniş yayılma alanına kavuşmuş ve tüm ül-
keye yayılmıştır . XIX. yy.'da Lutherciler diğer mezhep ve eğilimlerle
ökömenik (yaklaştıncı, birleştirici) yaklaşımlar içine gitmiştir . Aynı
inanç kökeninden gelenlerin özde birleşmesi gerektiği vurgulanmış,
bu bağlamda çabalar sarfedilmiştir .
Politik ve sosyal alanda Lutherciler daha tutucu olan Calvinçiler
kadar etkili değildir.
KALVİNCİ EĞİLİMLER
Jean Calvin (Kalven) tarafından İsviçre'nin Cenevre kentinde ku- '
rulan Reform Kilisesi, t ıpkı Lutherci anlayış gibi Papalığı protesto
ptoresto ederek katoliklik karşısında yer almıştır . Calvin'in dijıbilimi
sistemi yaratılış ve kurtuluşda Tanrı 'nın mutlak egemenliği ilkesine
dayal ıdı r . Tanr ı evreni yaratmış; cennet te önce Adem i le Havva'ya
sonsuz mutluluklar vermiş; onlar mutluluğun önemini anlamamış, ya-
sak meyvayı yiyerek özgürlük arayışları içine girmişlerdir. Taım bu
ilk günah nedeniyle onları dünyaya sürmüştür. İnsanoğlu günahkardır,
günaha bırakm ıştır kendini. Ancak istisnai olarak bazıları Tanrı 'nın
hikmetiyle doğru yola yönelebilmişlerdir. Kurtuluş ancak bunlar için
söz konusu olabilir . Seçilen bu insanlar toplumu ve Kiliseyi yönetme-
lidirler. Diğerleri seçkinlere itaat edeceklerdir. Belli oranda esenliğe
kavuşabilmeleri için kitlelerin seçkin din adamları tarafından yönlen-
dirilmeleri gerekir. Devlet bu seçilmiş kişilere saygı göstermelidir.
Seçilmiş kişiler bireysel ve toplumsal yaşamın yol göstericileri, reh-
berleridir. Kalvenci eğilim saltlıkla kiliseye tabiyeti öngörmektedir.
Bunun adı "presbiteryanizmdir" ki, seçkin kişilerle onlara bağlı pa-
pazların ortak yönetimi anlamına gelmektedir. Seçilmiş kişiler ve pa-
paz hegemonyası deyletin üstünde olacaktır (Kalvencilik için bknz.
SCHMIDT, Alber t -Mar ie: Jean Calvin et la Tradi t ion Calvinienne,
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 41/111
Kaitres Spirituels, Seul, Paris 1957). Calvin, Tanrı 'nın ışığı altındaki
bir teokrasiden yanadır. Kilise tüm sosyal aktivitenin merkezi olmalı-
dır."
Bu anlayış ABD'deki sosyal yaşamın ana görüntüsüdür. Tüm sos-
yal aktiviteler Kilise çevresinde yürütülür. Dünyasal otorite bu sosyal
yapıya saygılı bir şekilde işlevini sürdürmektedir.
Kalvencilik Fransa'da tepkiyle karşılanmış ve Hüg no diye adlan-
dırılan bu tür protestanlar katledilmiştir , buna mukabil akım Hollan-
da, Belçika, İ skoçya, İ sviçre, Almanya, Çekoslovakya ve Macar is- '
tan'da yayılmıştır .
İskoçya'da "prespiteryenlik" adını alan akım katoliklik karşısında
silahlı mücadele vermiştir . Bugünkü İrlanda- İskoçya sürtüşmesi ve
İrlanda'daki katölik başkaldırının kökeni Kalvenciliğe dayanmaktadır.
Daha önce açıkladığımız püriten eğilim de aynı sürtüşmede kaynağını
bulur. \
1671 yı l ından i t ibaren A. Whit taker ' in Virginin gemisiyle Yeni
Kıta'ya gelmesinden sonra presbiteryenlik Amerika'da yayılmaya baş-
lamıştır . Kitleler halinde püriten presbiteryen Yeni Kıta'ya göç etmiş-
tir . 1705-1775 yıllan arasında 500.000 presbiteryenin geldiği bilin-
mektedir.
Yeni Kıta'da güçlenen presbiteryenler geniş ve yaygın bir eğitim
faaliyetine geçmişler, büyük kolejler, üniversiteler kurmuşlardır. Bu-
gün AB D'de en güç lü Kilise prebiteryen geleneğ e bağlı olan. gruplar-
dır. Alt ayıranlarla birlikte püriten kökenli Kalvenci presbiteryenlik
sosyal ve pçlitik yaşamda büyük bir baskı grubudur.
METODİST-PİETİST EĞİLİM
î
Bu eği l im Calvin-Luther sentezini yapmaktadır . Jacob Spener
(XVII yy.) ve Hermann Francke (XVII ve XVIII. yüzyıllar) adında iki
din adamı bu akımın önderleridir. Almanya'da başlatılan metodist-pi-
etist Hıristiyanlık kısa zamanda Avrupa'da yayılmış ve Yeni Kıta'ya
atlamıştır .
Pietizm ahlak ağırlıklı bir eğilim olarak Moravia'da eski metodist
mezhebin yeniden canlanmasına yoİ açmıştır . Bilindiği gibi IX. yüz-
yılda yaşayan Slav asıllı , iki kardeş rahip Cyril (Kiril) ve M ethodius
Balkanlar, Rusya, Moravia ve Çekoslavakya'da Hıristiyanlığın yayıl-
masında önderlik etmişlerdir. Kardeşlerden Cyril ünlü "kiril alfabesi-
ni" icadetmiş ve İncil ' i Sırpçaya çevirmiştir . Bunların yaydığı Orto-
doks Kilisesi 'ne bağlı Hristiyanlık daha sonralan Papalık tarafından
olumlu karşılanmamış ve baskıya maruz kalmıştır . XIV. yüzyılda Hus
adında bir rahip Vatikan'ı eleştirmiş ve sapkın ilan edilerek, yakılmış-
tır . Reform olayları içinde Hus yeniden gündeme gelir ve çağlar için-
de güç kazanır. Pietizm Moravia'ya geldiğinde böyle bir tabanla karşı-
laşmış ve iki eğilim birleşerek köklerini Methodius'a dayandınp me-
todist adını almışlardır.
Metodizmin ana ilkesi misyonerlik örgütleriyle kendi Hristiyanlık
anlayışlarını yaymaktır . 1735 yılında, bu maksatla Moravialı meto-
distler Yeni Kıta'ya gelmiş ve örgütlenmişlerdir. Spangenberg adlı bir
papazın liderliğinde metodistler kısa zamanda yayılmışlardır. Yayıl-
masında John Wesley (1703-1791)in büyük katkısı vardır. Wesley za-
ten Amerikan metodizinin kurucusu sayılmaktadır.
Wesley, Calvin'in "alın yazısı-yazgı" doktrinine karşı çıkmış ve
kurtuluşun tüm insanlık için söz konusu olabileceğini ifade etmiştir .
Böylel ikle , metodizm Luther-Calvin sentezi iç inde Luther 'e ağır l ık
vermiş, liberalleşmiştir .
Ancak, yazgıcı tutum gene de mevcuttur. Şöyle ki, metodist eğili-
me göre insan doğası kötülüğe yönelir . Adem ve Havva ile birlikte ilk
günah işlenmiş, insan kötüyü yeğlemiştir . .
Ama bu demek deği ldi r ki , herkes kötülüğe mahkum olmuştur .
İyilik isteyene, iyiliğe kafasından eksik etmeyene, iradesini iyiye yö-
neltene Tanrı ve İsa yol gösterecektir , onu kurtaracaktır . Önemli olan
arzu etmektir .
Meto dist eğilim Anglikan Kilise'yi de etkilemiş ve onların arasın-
dan aynlan bir grup, NVesley'in önderliğinde "Wesleyanizm" diye bir
alt mezhep kurmuştur (XVIII. yy.). Metodizm ABD'de bir hayli yayıl-
mışt ı r . Yayı lmayla bi r l ikte bölünmeler olmuştur . Alman metodisler
ayrı bir Kilise kurmuşlar; zenciler Siyah Metodist Kilise'yi benimse-
mişlerdir. Daha sonra birleşmeler olmuştur. Bugün ABD'de metodizm
çok yaygın ve etkili bir dinsel eğ ilimdir.
BAPTİSTAİLE
Baptist aile ABD'de en önemli ve en kalabalık gruplardan biridir.
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 42/111
O da püriten.
felsefeye
bağlıdır. Bugün AB D'de 100.000'e yakın bap-
tist kilise vardır.
Bapt izci (vaf t izci ) inanışa göre kendi felsefeler i Vaf t izci Yah-
ya'ya kadar uzanır. Bilindiği gibi Vaftizci Yahya, inanç sahiplerini ve
bu arada Hz. İsa'yı Ürdün Nehri 'nde yıkayan azizdir. Hristiyan inanca
bağlanış, kilisede insanların bu tür bir yıkanma işleminden, geçmesiy-
le başlar. Sembolik hale gelen kutsama, yıkama olmadan kimse Hris-
tiyan kabul edilmez.
Baptistler kendilerini, tam olarak protestan kab ul etmezler, çünkıı
onların kökeni, kendi inançlarına göre daha eskilere dayanmaktadır.
Ancak XVI. ve XVII. yüzyıllarda İngiltere'de Robert Torbet, Henry
G. Vedder gibi din adamları, Hollanda'da da J. Smytlı bu akımı siste-
matize eden/hatta bir anlamda kuran kişilerdir.
Bapt ist gelenek bağnaz bi r kalvenci l iği benimsemişt i r . Tutucu
Kalvencilik içine Eski Ahid'in biçimci görünümü de getirilince XX.
yüzyıl ABD baptistliği yobaz bir yapıya girmiştir .
Onlara göre Tanrı 'nın adı Yehova'dır. Bu ad zorunlu olmadıkça te-
laffuz edilmemelidir. İnsan günahkardı] '; onu ancak İsa, Tanrı 'nın oğlu
kur tarabi l i r . İnsan kendini tüm var l ığıyla ibadete, Ki l ise 'ye adarsa
kurtuluş söz konusu olabilir . Kiliseye kendini adamak, Hristiyanlığı
tüm evrene yaymakla doruk noktasına ulaşır .
Devlet yönetimi dinsel esaslara dayalı olmasa da, hükümetler Tan-
rı ve İsa'nın buyruklarına aykırı tutum içine giremezler. Aykırı tutum
içinde olanlar karşısında direnme meşru hale gelir .
D ü n y a n ı n s o n u g e l m e k ü z e r e d i r . H z . İ sa so n g ün y ery üzüne ine-
cek , iba dette kusur e tmey eni , H ri s t iy a nl ığ a h izmet edeni kurta ra ca k-
t ı r . Ba pt i s t K i l i s e d ı ş ında esen l ik y o ktur .
ABD'de Baptist Kilise 1639 tarihinde Rhode Island'da kurulmuş-
tur. Baptist aile zamanla hızla yayılmıştır . Tutucu püriten Roger Wil-
lims ve John Clarke bu akımın kurucuları arasında kabul edilir .
Baptistlik yayılırken Calvin'in görüşlerine ilişkin tartışmalar alt
ayırımların doğumuna yol açmıştır . Bütün alt ayırımların katılmasıyla
1824 yılında bir Konvansiyon toplanmıştır . Güneyli Baptistler 1840
yılında
birlikten ve konvansiyonun aldığı kararlardan ayrılmışlardır.
Güneyli Baptistler köleliği meşru bir kurum olarak görmektedirler.
Bunun karşısı da Kuzeyli Baptisler ise kölelik kurumuna karşı çıkmış-
laıdır... ; . '
Sür tüşmeler tutucu Güneyl i Bapt ist Ki l iseler i doğurmuştur . Gü-
neyli Baptist Kilise son derece de bağnaz ve tutucu kimliğiyle misyo-
nerlik faaliyetini dünya çapında sürdürmektedir. Güneyli Buptistlerin
Kennedy suikastine karıştığı iddia edilmektedir. Katolik ve liberal bir
başkana Güney li Baptistlerin tahamm ül edemed iği söylenir. ,
Baptistler arasında başka bölünmeler de mevcuttur. Bu akımların
hepsi köktencidir. Başka köktenci eğilimler de ABD'deki dinler mo-
zaikinde ortaya çıkar. Temelde baptist geleneğe bağlı olan köktenci
diğer akımlar arasında John Nelson Darby hareket i , Brethrenler ,
İsa'nın Kilisesi ' i ı i saymak olanaklıdır. İçlerinde en bağnazı "Church of
Christ (İsa'nın Kilisesi)"dir. Köktenci akımlar için önemli olan Hristi-
yan "cihat t ı r ." Hr ist iyanl ığı yaymak uğruna yapı lacak mücadelede,
şiddete de yer veren bu köktenci akımlar bir tür nasyonalizm içine de
girmişlerdir. Zenci ve yahudi düş manlığı yapan bu. köktenc i akımlar
nasyonal-sosyalist çizgiye.kaymaktadırlar.
Politik yaşam içinde köktenci akımların lobicilik faaliyeti önemli
boyut lara ulaşmıştı r . • ' . ' . •
ADVENTİST AİLE - MİLLENNİALİZM
Bu eğilime göre evren iyi-kötü ikileminin sürtüşme ve çekişmesi
ile sürüp gitmektedir. Ş eytan tüm gücüyle bu d ünyada dır. İsa da Şey t
tanı engellemek için insanlar arasında dolaşmaktadır. Başka bir anla-
tımla: "İsa aramızdadır; O yaşıyor."
İyi-kötü, aydınlık-karanlık ikilemleri tek tanrılı dinlerden önce de
insanlığı uzun süre etkilemeşti. Zerdüşt dini, onun bir kolu olan maz-
deizm ve. Hristiyanlık-m azdeizm sentezi olan manik heizm yüzyıllar
boyunca varlığını sürdürmüştü. (Bu kavramlar için bknz. CEM DER-
GİSİ , sayı 21 ,22 ,23 , 1993). , ;
Hristiyanlıkta iyi-kötü ikilim Antakya'da IV. yy.'da ortaya çıkan
polisyanizmle önemli bir,boyuta ulaşmıştır . Polisyanizme göre Tan-
rı 'nın iki oğlu vardır, bunlardan Şeytan yer yüzüne gelmiş ve kötülük-
leri yaymıştır . Onun üzerine Tanrı ikinci oğlu İsa'yı evrene göndermiş
ve kötülüklerle mücadele etmesi için görevlendirmiştir .
Adventist aile bu eğilimin uzantısı olarak karşımıza çıkar. XIX.
yüzyılda William Miller adlı bir düşünür ABD'de eski eğilime yeni
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 43/111
bir görünüm kazandırmıştır . Millennializm denilen bu doktrine göre
dünyanın belli bir ömrü vardır ve hesaplanabilmesi mümkündür.
Miller, İncil 'e dayanarak kendine göre bir hesap yapmıştır . Bu he-
saba göre iyi-kötü çatışm ası 22- Ekim 1844 tarihinde Kaos'a dönüşe-
cek ve kıyamet kopacaktır .
Bu tarihte kıyamet kopmamiştır , ama Miller 'in görüşü değişik alt
ayır ımlara bölünmüştür . Hesaplanmanın yanl ış yapı ldığı ama özde
Miller 'in haklı olduğu savıyla yeni akımlar gündeme gelmiştir . Yüz-
binlerce müridin bağlı olduğu yeni millennializme göre dünyanın so-
nu 2000 yılıdır . '
LİBERAL AİLE
ABD'de liberal aile üç alt ayırım içindedir: Üniteryanizm (birleşti-
riciler), üniversalizm (evrenselciler) ve enfidelizm (sadık olmayan-
lar). Alt ayırımlar içinde en önemlisi üniteryanizmdir,
Üniteryanizm üçlemi (Baba-Oğul-Kutsal Ruh) reddedelerek, soyut
bir Tanrı anlayışı içinde birleşmeyi öngörmektedir. İsa'nın ilahiliği
yadsınır, bir peygamber olarak algılanmasının gerekliliği vurgulanır.
Cehennem yoktur, herkes kurtuluşa ve esenliğe ulaşacaktır .
Enfidelizm insan merkezli bir felsefeye inanarak, Tanrı merkezli
tüm inanışları reddeder.
Amerikan iç savaşında dinin bağnaz yorumlarının savaş üzerinde-
ki olumsu z etkilerini gören aydınlar, Kara A vrupası 'nın akılcı ..l iberal,
özgürlükçü eğilimlerini ABD'ye getirmek istemişler ve Kalvenci dok-
tirine karşı çıkmışlardır. Böylelikİe hümanist, sekülarist, laik ve libe-
ral eğilimler bağnaz sosyal yapı içinde şok yaratır .
Hristiyanlığın tüm köktenci geleneklerini yıkan ünteryan düşünce-
ler, bağnaz Eski Ahid toplumunda reaksiyon doğurur. Üzerinde kıya-
metlerin koptuğu teslisin (üçlemin) mantıksız bulunması, insana ka-
r ışmayan Tanr ı anlayışı geleneksel İnanç sahipler ini a l tüst e tmişt i .
Kendi yazgısını kendi çizen insan tanımını köktenci hiçbir dinsel eğ-
lim kabul edemez, içine sindiremez.
Kara Avrupa'sının rasyonalizmi bilim dışı açıklama şemalarını ka-
bul etmemektedir. Oysa anglo-sakson pragmatizmi yarar olgusundan
yol aldığından insana mutluluk veren her şeyi yararlı sayıp irrasyonel
açıklama şemalarına ağırlık tanımaktadır. Mutluluk neredeyse doğru
oradadır. İnsanlar eğer kendilerini mistik, irrasyonel, yazgıcı bir din
ve felsefe içine bırakmışlarsa bırakın bu böyle devam etsin. Salt doğ-
ru olsa olsa Tanrı katında vardır, beşer hakikate ulaşâmaz. O zaten
günahkardır, avunarak bir nezbe mutlu Olur.
Aydın kafaların bu tür bir safsataya prim vermesi kuşkusuz bekle-
nemez. Tanrı 'ya ulaşmanın akıl ve bilgiyle söz konusu olabileceği te-
masına din felsefelerinde seyrek de olsa rastlanmaktadır. İslam Ale-
mi'nde böyle bir yaklaşımı akılcı mutezile, İbni Rüşt, Farabi gibi dü-
şünürler ve akımlar gündeme getirmişti. Ne yazık ki, bugün ilerici ve
liberal İslam unutulmak üzeredir. Oysa ABD'de Hristiyanlık. içinde
üniteryan kilise aydınlık ufukları sergilemektedir.
Uniterian eğilimi tarihsel olarak Leonardo da Vinci 'ye dayandıran-
lar var. Ancak 1532 yılında Miquel Serveto (Servetus) adlı bir İspan-
yol din bilgini "Üçlemin Hataları" adlı kitabıyla Hristiyan inançtaki
baba-oğul-kutsal ruh üçleminin yanlışlığını ortaya koyarak bu akımı
başlatmıştır . Protestan ve katoliklerce .lanetlenen Servetus yakılarak
öldürülmüştür. Calvin yakılarak değil de boynu vurularak öldürülme-
sinin gerektiğini savunarak protestanlığın nasıl bir ilericilik ( ) içinde
olduğunu göstermişt i r . Uni ter ian eği l im tar ih boyunca John Locke,
Milton, Newton gibi deist (Tanrı 'nın varlığını kabul edip dinlere fazla
itibar etmemek) düşünürlerce savunulmuş, XVIII. ve XIX. yüzyıllar-
da ABD 'de George de Bonnevi l le , Hosea Bal lou adl ı k işi lerce kurum -
sal laşt ı r ı lmışt ı r . ABD'nin kurucular ından Washington, Jef ferson ve
Madison'ın, şair ve yazarlardan Emerson, Thomas Paine, ütopist sos-
yalist Robert Ovven'in uniterin düşünceye yakın olduğu bilinmektedir.
Uniterian felsefeye göre Tanrı, bir saat imalatçısı gibi evrene ya-
ratmıştır . Ancak saati işletme ve kurmayı insana bırakmıştır . Din, akıl
ve ahlaktır . Özgürlük ve insan haklarına saygı aklın ve ahlakın gereği-
dir/Bağnazlığın kol gezdiği ABD'de uniterianlar Amerikan Ulusal Li-
beral İttifakı adı altında bir dernek kurarak etkili bir düşünsel müca-
dele ortamına girmişlerdir.
Uniterianlar pazar, günleri, diğerlerinin Kiliselere gittiği saatlerde
herkes açık olan bir toplantı yerinde biraraya gelmekte, din, felsefe,
kül tür , sanat , edebiyat , b i l im, müzik vs. 'ye i l i şkia konuşmalar yap-
makta, özgürlükçü düşüncenin erdemini ortaya koymaktadırlar. Bağ-
naz, yazgıcı, biçimci dinsel yaklaşımların mantıksızlığı anlatılmakta,
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 44/111
her türlü inanç temel alınmaktadır. Onlar için tüm peygamberler ahlak
ve erdemi savunmakla kutsal ilham içerisindedirler. Ancak beden ola-
rak hiçbirinin kutsallığı yoktur. Hz. Muhamıiıed'i de peygamber ola-
rak kabul eden ünileryanlar olduğu gibi, ahlakı ve doğruluğu savunan
herkesin kutsal ikircikli içinde bulunduğunu söyleyenler de var. Hatta
ve hatta uniterianlara ikircikli bilinemezciler de katılmaktadır. Hoşgö-
rü ve sabırla yol alan özgürlükçü, liberal uniterianlar, ahlak ve akılı
rehper aldıklarından hiçbir zaman bizde olduğu gibi yobazlıkla müca-
ledelede kızgınlıklara ve duygusal tepkilere yer vermemektedirler.
BAĞDAŞIMCI EĞİLİMLER (SENKRETİKLER)
Bu eğilimler değişik din felsefelerini Hristiyanlık ağırlıklı olmak
üzere bağdaştırmaya çalışmışlardır. ABD'de gerçek aydın kesim dı-
şındaki insanların kolaylıkla mithoslara, doğa üstü güçlere inandığım
çeşitli yerlerde vurgulamaya çalıştık. Hristiyanlık "immanan" bir ya-
pıya sahiptir , manevi ve maddi dünya içiçedir, Hz. İsa ve Meryem
Ana sık sık bu dünyaya müdahale edebilir . Mistik güçlerin zaman za-
man maddi ve somut dünyayı yönlendirmesi , zorunlu olarak insan
beyninde rasyonaliteyle, irrasyoneli bağdaştırma gereğini doğrumuş-
tur. Bilimsel olarak açıklayama cağı şeylerin irrasyonel açıklamaları
olmalıdır. Nedenini bilmediği bir takım gizil güçler maddi yaşama ka-
rışmakta, bizleri yönetmektedir. Gizil güçlerin mutlaka iyiden, doğru-
dan, güzelden yana olması gerekmez. Yani her zaman için İsa ve
Meryem yoktur; Şeytan ve kötülük de insan ruhunu yönlendirebilir .
Bir yandan Tanrı ve İsa'nın kudretine inanmak öte yandan kötülükle-
r in var l ığını kabul etmek bağdaşıma eği l imler in doğumuna yol aç-
mışt ı r . Öte yandan musevi l ik , hr ist iyanl ık , müsİümanl ık , hinduizm,
brahma nizmin bulunduğu Yeni Kıta'da dinler arası bir bağdaşım da
zorunluydu. İşte pagan-paien (çok tanrılık), animist (tüm varlıkların
canlı ruh sahibi olması), musevi, Hristiyan, okültist {gizemcilik, gizil
güçlere inanma) bağdaşımlar böylelikle Hristiyan ağırlıklı olmak üze-
re ABD'de yayılmıştır .
ESKİ AHİD-YENİ AHİD-AMERİKAN
NASYONALİZMİ BAĞDAŞIMI: MORM ONLUK
1830 yılında New-York'da kurulan mormonluk ilahi nefesin sade-.
ce Orta Doğu'da de ğir Ame rika'da da ortaya çıkabileceği psikozunun
mezhebidir . Bu eği l imin kurucusu .1805 yı l ında doğan Joseph Si-
mith'dir. Mezhebin genel merkezi Utalı Eyaleti 'nin başkenti olan Salt
Lake City'dedir. Ayrıca New,York'da da bir merkez vardır. Utah Eya-
leti 'nin nüfusunun çoğu mormondur.
Joseph Smith daha 14 yaşındayken Hz. İsa'yı görür. Daha sonra
Moroni adlı kutsal kişi onu Polmyra dağındaki; ormana götürür. Smith
burada Cennetten inen altın varaklarla karşılaşır . Altın varaklar üze-
rinde eski dille yazılmış sözler vardır. Smith bunları İngilizceye çevi-
rir ve Amerika'nın M.Ö. 2200 yıllarıyla M.S. 420 yılları arasında ge-
çen tarihiyle karşılaşır . Altın varaklar üzerinde yazılan yazılar kutsal
Mormon kitabıdır.
Mormoiı ki tabına göre yahudi ler in kaybolan kabi lesi kayıklar la
Amerika'ya gelmiştir . Mormon adlı geygamberin önderliğinde bu ka-
bile gerek Kuzey, gerek Güney Amerika'da tek tanrılı dini yaymıştır .
Hz. İsa da, çarmığa gerildikten sonra yeniden dirilerek Amerika'ya
geçmiştir . Tanrı 'nın oğlu İsa bu kıtada İncil (Eski ve yeni Ahid) ilke-
lerini yaymış, daha sonra kaybolmuştur. Mormon anlayışa göre Ame-
rika Orta Doğu gibi Hristiyanlığın doğuş yerlerinden biridir. Amerika
kutsal topraklar içindedir.
Joseph Smith ilkelerini yayarken baskıya maruz kalmış ve karde-
şiyle bi r l ikte 1844 'de öldürülmüştür . Onun düşünceler ini Br igham
Young yaymış ve önder l ik yaparak mormori lar ı Utah 'a get i rmişt i r .
Daha sonra Devlet bu mezheple iyi ilişkiler içine girmiş ve B. Yöung
Utah senatörü olmuştur.
Mormonluk ABD içinde hızla yayılmış ve misyonerlik örgütü kıta
dışına da çıkmıştır . Mormonların poligamiden (çok karılılık).yana ol-
duğunu bilinil". Bu mezhebin fanatik yandaşları basit bir yaşam tarzını
benimseyerek Eski Ahid'i örnek alırlar. Eski Ahid'in çağlar önceki ya-
şam örnekler ine sadakat onlar iç in ibadet kadar önemlidi r . Yasalar
karşısında mormönlar poligami tutumdan uzaklaşmışlardır, ancak bu-
gün dahi köktenc i bazı mormo nların çok kadınla- evlenerek kaçak bir
aile yapısı içinde yaşadıkları bilinmektedir.
ABD'de ordu içinde yaygın olduğu söylenen mormonların Salt La-
ke Ci ty dışında da büyük mabet ler i vardır . Başkent Washington
D.C.'deki büyük mabedin görkemli yapısı birçok katedralle boy ölçü-
şebilecek konumdadır. Bağnaz fanatik, milliyetçi mormonluk ABD'de
naksızdır; yapılacak iş ibadetle, disiplinle iç. ferahlık ve .esenliğe ka-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 45/111
hızla yayılmaktadır.
DOĞU DİNLERİ HRİSTİYANLIK BAĞDAŞIMI:
MOONCULUK
Son 40-45 yılda ABD'de etkili bir örgütlenme biçimiyle, özellikle
bu ülkeye yerleşen sarı ırka mensup insanlar arasında yayılan bağda-
şım "moonculuktur ." Sun Myung Moon adl ı Kore kökenl i peygambe-
rin yaydığı bu dinin mensuplarının dünyadaki tüm elektronik sanayi-
ini ele geçirdikleri iddia edilmektedir.
Sun Myung Moon 1920 yı l ında Kore 'de doğmuştur . Brahmanist
kökenli bir aileden gelmektedir. Ancak Hristiyan kültürüyle yetişmiş-
tir . 16 yaşındayken Hz. İsa görünür ve "görevi onun tamamlayacağı-
nı" müjdeler . Çölde uzun süre kalan Moon "kötü ruhlar ve cinler le
mücadele eder." 1938 yılında Japonya'ya elektrik mühendisliği tahsi-
line gider. 1946 yılında misyonerliğe başlar. Aynı yıl komünist rejim
tarafından tutuklanır. 1950 yılında Kore'ye yapılan Birleşmiş Milletler
müdahalesiyle o da özgür lüğüne kavuşur . Önce Japonya'da daha son-
ra 1970'den itibaren ABD'de görüşlerini yayan Moon karizmatik bir
kişiliğe sah iptir .
Günde 2-3 saat uyuyan Moon otoriter, militarist bir Hristiyan dev-
letten yanadır. Mooncular elektronik sanayiye hakim oldukları kadar
New York'da birçok taşınmazın sahibidirler. 2000 odalı New Yorker
otelini satın alan mooncular buranın bir bölümünü genel merkez ola-
rak kullanmaktadırlar.
Moon akt i f bi r dünya pol i t ikası iç indedir , ve her zaman gerek
ABD'de gerek diğer ülkelerde tutucu rejimleri desteklemiştir:
Mooncular 14 Ekim 1976 tar ihinde inanç felsefeler ini maddeler
halinde yayınlamışlardır. Buna göre mooncular tüm dinlere inanmak-
tadırlar. Ancak, Hristiyanlık daha üstündür, çünkü sevgi esasına daya-
nır. Doğu dinlerinden esinlenerek moonculuk tüm doğanın canlı ruh-
ları olduğu ilkesini benimser. Tüm Hristiyan mezheplere ayrı bir say-
gı besleyen moonculuk dünyanın yaradılışını Aziz Augustin'de oldu-
ğu gibi ilk günüha dayandırır . Yazgının esiri olan insanın bu dünyada-
ki görevi ve işlevi günahtan arınmaktır . Ne yazık ki, yaşaması için zo-
runlu olarak bu dünyanın pislikleri içindedir. Pislikten kaçmak ola-
vuşmaktan ibarettir .
Devletin amacı Hristiyan teolojiye uygun bir yaşam ortamı sağla-
maktır . İsrail gibi bir devlet kurmak zorunludur.,Bu devlet Hristiyan
temelli olmalıdır. Ama Tanrı 'ya inanan herkese de inanç ve ibadet öz-
gürlüğü sağlamalıdır. Eninde sonunda zaten tüm inanç sistemleri Hz.
İsa'nın etrafında halkalanacaktır . ı ,
Mooncular küçük yaştaki çocukları ailelerinden alıp özel bir disip-
lin içinde yetiştirmektedirler. Miltarist, teokratik anlayış içinde eğitim
gören bu çocuklar daha sonra militan olarak aktif mooncu yaşama gir-
mektedirler. Bir dönemde moonculann çocuk kaçırdıkları iddia edil-
miş ve haklarında soruşturmalar açılmıştır . Mooncuların hepsi tam bir
aktif antikomünist olarak "Civitatae Dei-Tanrı Sitesi"ni bu dünyada
kurmayı hedef lemektedir ler . Onlara göre tapkı Nuh Tufanı gibi bi r
dönemden geçmekteyiz. Kur tuluş için maneviyat gemisine binmek
gerekir.
(Moonculuk için bknz: When Prophets Die-The Postchar ismat ic
Fate of New Rel igious Movements, Edi ted by Timothy Mil ler , 1991
New York s. 70-78; SONTAG, Freder ick; Sun Myung Moon and the
Ünif ıcat ion Church, Nashvi l le 1977 ve BROMLEY, David-SHUPE,
Anson: Moonies in Amer ica, Cul t , Churcl r and Crusade, Lor idon
1988, Library of Sosial Research) '
MUSEVİLİK HRİSTİYANLIK BAĞDAŞIMI:
YEHOVA ŞAHİTLERİ
B u a k ı m ı n k u r u c u s u C h a r l e s T a z e R u s s e l ' d ı r ( 1 8 5 2 - 1 9 1 6 ) .
ABD'nin Pennşylvania eyaletinde doğan Rusşel, prespiteryen kilisede
rahipken uhrevi alemle iletişim içinde olduğunu iddia eder. Daha son-
ra ciddi bir Hristiyan teoloji incelemesi içine giren Russel,' Lutherci
gelenek içinde Eski Ahid'e uygun bir yaşam tarzını empoze eder.
Bu yaşam tarzını misyoner örgütlenmesiyle yaymayı amaç edinen
Yehova Şahi t ler i , Young Men's Chr ist ian Associat ion-Genç Hr ist i -
yanlar Derneği gibi kuruluşlara hakim olmaya çalışırlar.
Russel, 1914 yılında Hz. İsa'nın yeryüzüne indiğini ve Tanrı Kral-
lığı kurmaya başladığını ilan etmiştir .
Yehova Şahitliği adı Russel zamanında kullanılmamıştır . 1931 yı-
l ından itibaren kullanılan bu deyimle Tanrı 'nın Tanıklığı kastedilmek-
rafından da benimsenmiştir . Aynı gelenek ABD'ye sıçramıştır . Spritü-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 46/111
tedir: İbranicede Yahve veya Yehova Tanrı anlamına gelmektedir.
Yehova Şahitleri klasik Hristiyanlığı Musevilikle bağdaştırırken
cennetin bir dünyâda kurulacağı fikrini de savunmaktadırlar. Cehen-
nem onlara göre bir çukurdur, ölenlerin dirilmemesidîr.
Boşanmayı reddeden Yehova Şahitleri bu tutumlarıyla katolikliğe
yaklaşırlar. Yehova Şahitleri 'nin kilisesi yoktur, herhangi bir salonda
toplantı yaparlar. Yehova Şahitleri askerlik kurumuna karşıdırlar, ulu-
sal marşlara saygı göstermez ler. \
Özetle onların amacı Hz. İsa'yla kadar olan peygamberlerin buy-
ruklarına sadık bir "Civitatae Dei"yi bu dünyada kurarak mutluluğa
ulaşmaktır .
• Yehova Şahitliği sadece ABD'de değil dünyanın birçok yerinde ve
bu arada ülkemizde etkin bir çalışma temposu içinde gelişmektedir.
SPRİTÜALİZMACI BAĞDAŞIMLAR
Bu tür bağdaşımlar dünaynın tüm dinleriyle ruhculuğu biraraya
getirme çabası içindedirler.
İnsanoğlu akıl ye mantık temelli bilimle
evreni
anlamaya çalışır .
Açıklayamadığı, anlamadığı yerde inançla tatmin yoluna gider. İnanç
olayını da tam içine sindiremeyince, insan beyni doğa üstü, irrasyonel
açıklama şemalarından medet umar. Eski ve yerleşmiş ilkeleri terk
edemeyince inanç- i r rasyonel spr i tüal izmalar bağdaşımını icadeder . .
Bu tutumun kökeni asl ında "ki tabi dinler" ötesine dayanmaktadır .
Çok tanrılı dinlerdeki Tanrı 'ların, animizmin ruhlarının bu dünyayı
yönlendirmesi, yazgılara egemen olmaları spritüalizmacılığın tarihsel
dayanağıdır. ,
Bugün de sp r i t üa l i zmac ı l ı k manev i dayanağ ın ı Af r ika , Güney
Amerika, Avusturalya totemizmi ve animizminde bulmaktadır.
Hz. İsa ve İncil 'den de vazgeçemeyen Amerikan insanı spıitüaliz-
mayla inancı arasında bir bağdaşım köprüsü kurmuştur. Bağdaşımda
derindeki gizil (potansiyel) özü-arama güdüsü de mevcuttur ki, buna
okültizm denmektedir. Büyülerle, efsunlara gizliliğe inme; gizil güç-
lerden destek alma, ruhların gazabını dağitma ve onların gücünü kul-
lanma okültüzmin felsefesidir.
Okültizm hristiyanlığm ve museviliğin sapkın bazı mezhepleri ta-
alizmacılık ve okültizmi İncil ' in gizli anlamı içinde ariyan birçok din
adamı bu ülkede kitleleri etkilemektedir. '
Spritüalizmacılık ve okültizm, ABD'de de Güney ve Orta Ameri-
ka'nın "vuduculuğunu"da içine almıştır . Kötü ruhları harekete geçirip
düşmana eziyet çektirme, onu yok etme spritüalizmacılığınıh adı vu-
duculukdur. Düşmanı temsil eden bir bebek yapılır ve üzerine iğneler
batınla r ak, efsunlu dualarla ona eziyet verilir .
^ Daha XIX. yüzyı lda spr i tüal izmacı lar yasal demekler kurm uşlar
ve aleni faaliyete girmişlerdir.
XVIII. yüzyılda yaşayan Swedenborg adlı bir Lutherci din adamı
Hristiyanlıktaki üçlemde Kutsal Ruhu spritüalizmacı açıdan ele almış-
tır . Spritüalizmacılık, karizmatik dinsel önderlerle Amerikan toplu-
munda yayılma alanı bulmuştur.
DİĞER BAĞDAŞIMLAR
ABD'de bağdaşım modelleri bir hayli yoğundur. Ancak bunların
bazıları azınlıkta kalmaktad ır. • ı
Jamaikalı Rastafori bağdaşımı Hristiyanlıkla zenciliği bağdaştır-
maya uğraşmaktadır. Bu akıma göre İsa ve hatta Tanrı zencidir. Tüm
zenci dinsel hareketlerin merkezi olan Etiopya kutsal bir ülkedir. Eski
Etiopya Kralı olan Haile Selasie kutsal ruhtur; kendisi Hz. Süleyman
ve Seba Melikesi Belkıs'ın oğlu olan Menelik'in sülalesinden gelmek-
tedir.
Bir.başka bağdaşım da Hare Krisha olayıdır. Son 20-30 yılda özel-
likle New York'da yayılan bu hareket Hint kültür ve din değerlerini
Batı 'ya aktarma çabası içindedir. Bu aktanm işleminde İsa'ya ters düş-
memeye çalışılmaktadır.
Benzer bir tutumu Swami Muktananda dinsel eğiliminde görmek
olanaklıdır.
XIX. yüzyıl sonu XX. yüzyılda ortaya çıkan Spirit Fruit Society
komünal yaşam, spritüalizma, hristiyanlık bağdaşımını gündeme ge-
tirmişti.
Din ve ırk farkını kabul etmeyen, tüm evreni kutsal gören, pante-
izm (doğa-tanrı içiçeliği), reenkarnasyon, yeniplatonculuk ve hristi-
yanlığı biraraya getiren Theosophical Society bir 'başka bağdaşımdu-.
, The Christian Scienc e Mo veme nt bağdaşım ı, bilimle dini biraraya
tedir.
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 47/111
getirmeye çalışmaktadır.
Jacob Hutter 'e (XVI. yy.) dayandırılan hütterit komünitarizm anti-
militarist, komünist, hümanist eğilimlerle ve Hristiyanlığı bağdaştır-
maktadır. Bu akımın bugünkü adı "Dünya Çapında Tanrı Kilisesidir-
Worldwide Church of G od."
ABD bağdaşımlar ülkesidi r . I rk , kül tür alaşımlar ının, dinlerde
bağdaşıma yol açması doğaldı r . Bu bağdaşımlardan mormonluk ve
moonculuk büyük ki t le lerce benimsenirken diğer ler i küçük gruplar
ara sında yayılmıştır .
MÜSLÜMANLIK
ABD'de 1.000.000 civarında müslümanın yaşadığı sanılmaktadır.
Müslümanlık yaygın bir şekilde olmasa da daha XVI. yüzyılda gemi-
ciler tarafından Yeni Kıta'ya getirilmişti. XIX. yüzyılda bazı küçük
müslüman göçler de görülmektedir. Afrika'dan getirilen zenci kölele-
rin bir bölümünün müslüman olduğu da bilinmektedir.
1860'lardan itibaren Suriye ve Lübnan'dan kitleler halinde müslü-
man ABD'ye göç etmişt i r . 1888 yı l ında Mani la 'daki ABD başkonso-
losluğuna atanan Alexander Russell Webb 1892 yılında ülkesine dön-
düğünde müslüman olmuş ve bu olay büyük yankılar uyandırmıştır .
Muhammed adını alan Webb "İslam Dünyası" adlı bir dergi ve birçok
kitap yayınlamıştır . 1893 yılında,Şikago'da toplanan Dinler Parlamen-
tosunda İslam inancını temsil eden tek kişi Webb'dir. Aynı yıllarda
3000 Polonyalı müslüman ve küçük bir çerkez grup New York'a yer-
leşmiştir . Daha sonraki göçlerle 1920'lerde Kuzey-Batı eyaletlerinde
müslüman komünoteler kurulmuştur .
1956 yılında Washington DC'de, 15 müslüman ülkenin yardımıyla
İslam Merkezi açılmıştır . 1970'lerde İran'lı şiilerin. göçüyle, Şia da
ABD'de sesini yüksel tme olanağını bulmuştur . Kuzey Amerika Şi i
Derneği kurulmuş ve bu dernek "Islamic Review" adında bir dergi çı-
kartmaya başlamıştır .
ABD'de önemli bi r müslüman grubu da suf i ler oluşturmaktadır .
Yeni Kıta'ya XX. yüzyılın başlarında gelen Hazret Han, ilk sufi der-
gahını kurmuştur. Onu Corc Gürciyef izlemiştir .
v
Bektaşilerin de ABD'de önemli bir merkezi bulunduğu bilinmek-
ABD'de kuşkusuz en güçlü İslam grubu "Zenci veya Kara Müslü-
manlardır." Kara Müslümanlarda politik amaç, bağımsız zenci devleti
kurma çabalan gözlemlenmektedir. :
Zenci Müslümanlar kökenler inin Afr ika İslamı olduğunu söyle-
mekte ve bağdaşımcı bir yol izlemektedirler. Afrikalılık bilincinin ge-
lişmesiyle birlikte zenciler arasında senkretik tutum (bağdaşım) da or-
taya çıkar. Başlangıçta Allah-İsa-Muhammed üçlemi içinde bir bağ-
daşıma gidilmiştir .
Zenci Müslümanl ığın kurucusu olan E . Muhammed önceler i ken-
dini İsa olarak tanıtmışür. 1930'lardan itibaren bu tutumundan pek ya-
kınlığı olmayan ilkeleri de savunarak bağdaşımcı bir yaklaşım sürdür-
müştür . E . Muhamm ed' in yaninda yet işen M alcom X , önceler i üstadı-
nın sadık izleyicisi olmuş, ırkçı, şiddete dayalı bir zenci politikası sa-
vunmuştur. Daha sonra İslam ülkelerini gezen ve Hacca giden Mal-
com X, İslamın olumlu yüzünü tanımış ve liderden ayrılmıştır . Mal-
com X Sünni Müslümanlığı benimser bir tutum içine girmiştir . Ken-
disi bir suikast sonunda öldürülmüştür. Suikasti yapanların köktenci
eski patronu E. M uhamm ed felsefesine bağl ı zenci müsiümanlar oldu-
ğu sanılmaktadır.
MUSEVİLİK
Bilindiği gibi M.S. 70 yılında Kudüs Büyük Mabedinin Römalı 'lar
taraf ından yıkı lmasından sonra Musevi ler dünyaya yayı lmışlardı r .
Akdeniz Havzası 'nın değişik kentleri ve Orta Avrupa'ya yerleşen Ya-
hudiler sürekli olarak Hristiyan baskıya maruz kalmışlardır. XV . yy.
yüzyı ldan i t ibaren Yeni Kı ta 'ya Musevi ler i 'nde geldiğini görürüz.
Bunlar İspanya'daki katliamdan kaçanlardır. Bazılarına göre Christop-
he Colombe da bir Yahudi idi. Onun Musevi olmadığı bilinmektedir.
Ama, Yahudi tefeciler tarafından testeklendiği bir olgudur.
Amer ikaya giden i lk göçmenler in çoğunun "marranos" deni len
vaftiz olmakla birlikte gizlice Musevi inancı sürdürenler olduğu husu-
su da bir gerçek tir .
Yeni Kıta'da ilk Yuhadi komünote Kahal Kodesh adı altında 1630
y ı l ı nda Br ez i l ya ' da ku r u lmuş tu r . Bu dönemde Ho l l anda 'dan New.
York'a Yahudi göçlerin yapıldığı tespit edilmiştir . New York valisi
BAHAİLİK
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 48/111
Peter Stuyvesant Yahudi lere faz la sempat ik davranmamışt ı r . Daha
sonra 1682 yılında New York İngiliz toprağı olunca, hoşgörülü bir or-
tam doğmuş, sinagog inşa edilmiş, mezarlık yapılmıştır.
ABD'nin kuru luşundan sonra Avrupa 'dan yeni musevi güçlerine
tanık olmaktayız.
Bunlardan bir bölümü Hristiyanlığı yeğlemiştir. İlk Yahudi göçleri
Seferad (İspanya, Portekiz) kökenli iken yenileri Eşkenaz (Orta Avru-
pa) ağulıklıdır. 1881'de Rusya'da Yahudiler üzerinde uygulanan ağır
bask ı lar bu ü lkeden ABD'ye göç .ere neden o lmuştur. XX, yüzyı l ın
başlarında ABD'de 3.000.000 Yahudi 'nin yaşadığı tahmin edilmekte-
dir.
Aynı dönemde
siyonist
hareket gündeme
gelir.
Siyonist ivme bu-
günkü. ABD Yahudi lobisinin harcını oluşturmaktadır. Amerika 'daki
Siyonizm
İs rai l Devlet i 'n in
kurulmasında
en
güçlü faktördür.
Günümüzde Musevi l ik ABD'de a l t ın çağ ın ı yaşamaktadı r . Musevi
i ş a d a ml a r ı g ü ç l e n mi ş t i r v e İ s ra i l De v l e t i n i d e s t e k l e me k t e d i r l e r .
ABD'nin d ış po l i tas ında İsra i l ' in 'destek lenmesi her zaman iç in ön
planda gelir.
Musevi l ik iç inde de tu tucu-i leric i yorumlar ik i lemi mevcut tur .
XII . yüzyı lda yaşamış Endülüslü M usevi düşünür Maimonides ' in (İb-
n i. Meyn un, Ram -Bam ) rasyonal i s t Musevi l ik yoru mu ne yazık k i ,
azınlıkta kalmaktadır.
• Maimonides özgürlükçü, akılcı din yorumlarıyla sadece Musevili-
ği değil Hristiyanlık ve İslam felsefesi üzerinde de izler bırakmıştır
(Miamonides iç in bknz. ÖKTEM, Niyazi : Maimonides, Sanat Dünya-
sı say ı 47 ,1992), .
ABD'de de zenci Yahudiler de varlıklarını sürdürmektedirler. Zen-
c i Musevi ler Eth iopya kökenl i o lduklarım iddia e tmektedi r ler . Ger-
çekten de Ethiopya'da "falaşa" denilen zenci Museviler yaşamaktaydı.
İsrail hükümeti yakın bir geçmişte onları İsrail 'e getirmiştir.
Ha s i d i z m v e k a b a l i z m d e n i l e n o k ü l t v e mi s t i k e ğ i l i ml e r d e
ABD'de yaşayan musevi cemaatin küçük bir bölümünü etkilemekte-
dir. •
Bu akımlar daha önce açıkladığımız spritüalizmacı tabana dayan-
maktadır. Bu kez bağdaşım musevilikle gerçekleştirilmiştir .
B a h a l l i g i n k u ru c u su Ş i ra z l ı Z i y y a d Al i M u h a mme d ' d i r (1 8 1 9 -
1850). Kendin i Bab (Kapı ) o larak tan ımlaüyân Ziyyad , o kapıdan
Nur'a ulaşılacağını söylemiştir. Kendini mehdi (mesih) i lan edince
1850 yılında idam edilmiştir.
Ziyad'm müridlerinden Mirza Hüseyin Ali (1817-1892), Baha adı-
nı almış ve kendisine Bahaullah denilmiştir. Babilik böylece bahailiğe
dönüşür.
Bahaullah Edirne ve İstanbul 'da yaşamını sürdürmüş, 1868 yılında
ise Akka'ya sürülmüştür. Bahaullah Efendi 'nin ölümünden sonra yeri-
ne oğlu Abbas Efendi (1844-1921) geçer. Abdulbaha (Baha'nın hiz-
metkarı) adını alan Abbas Efendi 1911 yılında ABD'ye gider ve gö-
rüşlerini burada yayar.
Bahailik üç tek tanrıl ı dini bağdaştırmak istemektedü- ve evrensel
devletten yanadır: Hz. Muhammed dahil tüm peygamberler Allah'ın
elçisidir. Laik devleti benimseyen bahailer, hakikat ve doğrunun pe-
şinde koşmanın bir tür ibadet olduğunu söylerler.
Bahailiğin genel merkezi Akka'dadır. Bu nedenle İsrail Devleti ta-
rafından desteklendiği iddia edilmektedir.
1
Teokratik İslam devletleri bahailiği baş düşman olarak kabul et-
mektedirler.
İran'da, Mollalar Rejimi içinde bahailerin idam edildiği bil inmek-
tedir. Oysa Şah tarafından desteklenmişlerdi.
Bahailik bugünün ABD'sinde Orta Doğu ve İran kökenli gruplar..
içinde yayılmaktadır.
UZAK DOĞU DİNLERİ '
ABD'de brahmanizm jainizm, sil i l ik, budizm gibi Uzak Doğu din-
leri de mevcuttur. Bu dinler sarı ırka mensup insanlar arasında yay-
gındır. , , I
XIX. yüzyılın sonlarından it ibaren Uzak Doğu dinlerinin misyo-
nerleri , "guru lar" , ABD'ye gelmeye başlamışt ı r . Brahmanizm sih l ik
ve jainizm fazla yaygın değildir.
Ancak budizm bazı Beyaz Amerikal ı la r ta rafından da benimsen-
miştir. Özellikle zenbudizm bunların içinde en yaygın olanıdır.
BA Y, Ali, Yaşar: Protestanlık ve Sekülarizasyo n, Sosyolojik Bir Ba-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 49/111
SONUÇ
Görüldüğü gibi ABD'de dinler çok renkli bir mozaik olarak top-
lumsal yaşamı etki lemektedir . ABD'deki dinsel yorumlarda tutucu
eğilimler ağ ırlıktadır.
"Tek Kutuplu" hale geldiği iddia edilen dünyada, tüm ülkelerin
"efendisi" olan ABD'nin sosyal dokusunun en güçlü ağı din olgusu-
dur. Dinsel öğeler yaşam ve kültürü etkilemektedir.
Dünyanın efendisi olma, tek kutupluluk yargıları tartışılabilir , an-
. cak tartışması olanaksız olan bir konu vardır ki, o da media aracılığıy-
la bu kül türün dünyaya yayı lması olgusudur . En güçlü media ağı
ABD'nin elindedir. Bu media ağının aktardığı kültür , artık "global bir
köy" haline gelen dünyada en ücra köşelere kadar ulaşmaktadır.
Amer ikan dramalar ında hazcı kül türünün, anglo-sakson pragma-
tizminin motifleri kadar inanç temelli öğeler de yer almaktadır. Ras-
yonalizm, mantık, bilim kitlenin ilgi alanları dışına çıkmış; onun yeri-
ni duygusallık, irrasyonel açıklama şemaları almıştır . Bunalım ve zor-
luklar karşısında kitle bilimsel, akılcı çözümler yerine kör bir şekilde
yazgıya bağlanmayı yeğlemektedir .
Bu tutumda acaba protestan Kalvenci yazgı anlayışının etkisi var
mı? Bu tür bir etki İslam'ın tutucu yorumlarının ağırlık taşıdığı ülke-
mizde uygun bir zemin mi bulmaktadır?
İnanç sistemlerinin dünya politikasını yönlendirdiği de bilinmek-
tedir. Ve ne yazık ki, tüm inanç sistemleri içinde tutucu yorumlar po-
litakaya daha sıkı sarılmaktadır.
Tutucu musevi yorumlar, "Likud Cephe si" siyonist emperyalizm i
sürdürmek ister. Oysa özgürlükçü, akılcı, musevilik politik ihtiraslar-
dan uzaktır . Sevgi fels efesinin dini olan Hristiyanlık özü ne .uygun yo-
rumlarda bar ıştan yanayken; yobaz ve bağnaz yorumlar hala Haçl ı
zihniyetini sürdürmektedir. Kara sesler, gözü dönmüş bağnaz müslü-
man herkesi zındık, ilan edip, "katli vaciptir" derken; müslüm anlığı
sevgi, saygı, "kul hakkını yemem ek" diye algılayanlar, "hakikate, gü-
zele teslim olanlar", özgür ve mutlu bir geleceğe umutla bakarlar.
ABD'de ne yazık ki, tutucu Hristiyanlıjfln arttığı anlaşılmaktadır.
Yapılan araştırmalar liberal kiliselerden ayrılmaların daha çok, tutucu
ki l iselere geçişin daha fazla olduğunu or taya koymaktadır (SAR1-
kış, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Bahar 1993/2, s. 87).
Dünyanın en güçlü mediasını elinde tutan devlet yobazlığa gidi-
yorsa sosyo-politik gelişmeleri sağlıklı bir biçimde analize tabi tutma-
nız gerekir.
Yobaz zihniyet ırkçıdır, militaristtir , dünya :için tehlike oluşturur.
Bu durumda, inanç sahibi olsun olmasın tüm özgürlükçü güçlerin li-
beral din yorumlarını köktenci, tutucu yorumlar karşısında düşünsel
mücadele vermesi gerekir . Bu mücadelede dikkat edi lmesi gereken
husus özgürlükçülüğü elden bırakmamıştır . Sağduyunun en güçlü si-
lahı akıl, düşünce ve özgürlüktür. Başka bir anlatımla mücadelede sa-
mimi inanç sahiplerini rencide etmemek, özgürlükçü din yorumlarını
desteklemek gerekmektedir.
ABD'de sayısal olarak tutucu yorumlar ağırlıktadır. Bununla bir-
l ikte ABD'nin hala siyasal alanda özgür lükçülüğün bayraktar l ığını
sürdürmesinin nedeni aydınların; özgürlükçü felsefeyi özümsemiş ol-
masıdır.
Dem okrasinin en iyi işlediği ülke de ABD'dir. Tutucu bir sosyal
zeminde gerçek demokrasinin yürümesi şaşırtıci gibi gelebilir . Ameri-
kan aydını esenliğe ulaşmanın özgürlükten geçtiğinin bilincindedir.
O da bağnaz Kalvenciye kızar ama mücadelesini f iki r le , düşün-
ceyle ve politik örgütlenmeyle gerçekleştirir . Bizde olduğu gibi "ses-
lerini keseceksin jakobenliği" oralardayoktur.
Amerikan aydını öte yandan, sorumluluğunun bilinci içinde Uni-
teryan Kilise gibi liberal eğilimlere aktif bir biçimde katılır . Pazar
günleri ' bu tür kiliselere gider, tartışmalara girer. "Adam sende, şimdi
dinle, felsefeyle mi uğraşacağım? Yobaz adam kültürden ne anlar?"
vurdumduymazl ığı iç inde deği ldi r . Amer ikan aydını kendi dininin
sosyal konumunu inceler, tarihsel kökenini bilir . Amerikan aydını din
sosyologlarını, örneğin Max Weber'i okumuştur.
Sayısal, çoğunluktaki Amerikan tutuculuğu düşünsel aydın potan-
siyeli karşısında fazla ileri gidem emekted ir. Bu nedenledir ki, şimdi-
lik dünya açısından önemli bir tehlike yoktur. Ancak sosyal dokunun
mahiyet ve yapısını bilmekte büyük yarar görmekteyiz. Ola ki, birgün:
Amerikan Aydını sapıtıp, bizde olduğu gibi bilimsel olmayan bir mü-
cadele ortamını benimserse vay dünyanın haline...
K YN KÇ
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 50/111
- THE ENÇYCLOP EDİA OF AMERICAN RELIGIONS,.Second
Edition, by
J
Gordon Melton, Detroit Michigan, 1987.
- RELIGION, POLİTİCS, AND DEMO CRATY, by James Reiçhley
inDialogue.3,1992.
- LENGLISE ORTODOX E, Olivier Clement, Paris 1961, QueSa-
is-Je.
- HRİSTİYAN TANRIBİLİMİNE GİRİŞ, Thomas Michel, İstanbul
1992, Orhan Basımevi.
1
- LE PURİTANISME, Armand Himy. Paris 1987, PUF.
- JEAN CALVİN ET LA TRADITION CALV1NIENNE , A lbert-Ma-
rie Schmidt, Paris 1957, Seul.
- CEM DERG İSİ, Sayı 21,22, 23.
- WHEN THE PROPHETS DIE-THE P0STCHR1SMAT1C FATE
OF NEW RELIG10US MOVEM ENTS, Edited by Tinıothv Miller,
1991 New York.
- SUN MYUNG MOON AND THE UN1F1CATIN CHURCH, Fre-
clerick
Sontag, Nasville 1977.
- MOONIES İN AMERICA, Bromley David ve Anson Shupe, Lon-
doıı 1988, Library of Sociai Research.
- SANAT DÜ NYASI D ERGİSİ sayı 47, 1992, Yapı Kredi Yayınla-
rı.
- PROTESTANLIK VE SEKÜLAR1ZASY0N-SOSYOLOJİK BİR
BAKIŞ, Ali Yaşar Sanbay, Bilgi ve Hikmet Dergisi, Bahar 1993/2.
(*) 13-19 Kasun 1993 tarihleri arasında Cum huriyet Gazete-
si'nde yayımlanan araştırma dizisinin tamamı.
DİNLER
v
LAİKLİK w
Genel ve alışılmış tanımla laiklik, din ve devlet işlerinin birbirin-
den ayrılmasıdır. Laik devletlerde din olgusu devletin "esas teşkilatı-
na" müdahale etmez; dinsel ilke ve kurumların devlet yönetiminde et-
kisi yoktur. Laik devletlerde din, devletin olağan görev ve yetkileri
içinde bir sosyal olgu olarak ele alınır ve tüm diğer sosyal olguları gi-
bi düzenlemeler görür. Düzenlemelerde temel ölçüt, çağdaş değerler-
dir.
Din, sosyal olgu olduğu kadar bir düşünce sistemidir. Bu görünü-;
müyle felsefenin konu alanı içine girer. D in felsefeleri, laik felsefeler-
den çok daha fazla ilgi görürler. İnsan felsefeye tanrı ve yazgı soru-
nuyla başlar. Tanrı yar mıdır, yok mudur? Evrenin öz ve esası nedir?
Bir madde mi, yoksa bir düşünce midir gibi soru ve sorunlar, felsefe-
nin ilk adımlarıdır. B u'tür düşünc eler insanı ister İstem ez din olgusu-
nun irdelenmesine götürür.
Din, sosyolojik ve filozofik açıdan önemli bir kurumdur- Bu ne-
denledir ki, gerek ülkemizde gerek dünyada her zaman için gündem-
dedir. • • • . ' • • - . ' ,
Evrensel önem içeren bu kurum karşısında devlet nasıl bir tutum
alacaktır?
1
TEOKRATİK GÖRÜŞLERİN TEMEL FELSEFESİ
Teokratik görüşler şöyle diyor:
.. "Devlet yönetiminin ilke ve esasları Tanrısal buyruklara uymalı-
dır. Bu dünya zaten öteki dünyaya hazırılk evresidir. Devletin görev,
amaç ve işlevi, uygun ortamı hazırlamaktır. Hazırlıkta devlet güçleri-
ne din adamları yardımcı olmalıdır; çünkü Tanrı buyruğunu en iyi on-
lar anlar ve oniar yorumlar." Hristiyan filozofların çoğu, bugün dahi
neotomist bir yaklaşımla bu düşünceyi yaymışlardır. Dünyadaki tüm
Hristiyan demokrat partiler Saiııt Thomas d'Aquiıı ve onun XX. yıl
yorumcusu Jacques Maritaiıı'in izinden gitmektedirler. Bu partiler ik-
tidara geldikçe, olanaklar ölçüsünde görüşlerini uygulamaya sokmak
isterler. Ancak 'karşı görüşteki baskı grupları ve sosyal etkileşim den-
geleşiriı, Hristiyan demokrat ideallerin tam olarak gerçekleşmesini en-
geller. Hristiyan demokrat partiler açık ya da örtiilüiaikliğin karşısın-
da yer almaktadırlar. Ancak laikliğin iyice özümsemesi, akılcılık ve
Ticaret devrimi ile tarih sahnesine giren ve sanayi devrimi ile güç-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 51/111
felsefi kültürün yaygınlığı teokratik devletin kurulmasını engeller.
Katolik eğilim St. Thomas'ın yolunu izlerken protestan ağırlıklı
ABD'de özellikle Calvin'ci görüşlerle, Mormonluk gibi Hristiyan sap-
malar koyu bir bağnazlık içinde açıkça teokratik devleti savunurlar.
Baptist, Church of Christ gibi koyu tutucu kilisiler ABD'de sosyal ve
siyasal yaşamı önemli boyutlar içerisinde'etkilemektedir.
Müslümanl ıkta mutezi le akımı , Anadolu Alevi ler i ve İbni Rüşt
Fahret t in Razi kökenl i sünni yorumlar dışında laik devlet i benim-
seyen görüşlere rastlamak çok güçtür.
Musevi l iğin XX. yy. yorumlan da tümüyle teokrat ik devlet i be-
nimsemektedir.
LAİK GÖRÜŞLERİN TEMEL FELSEFESİ
Teokratik devlet anlayışının kökenindeki tanrısal iradenin yerini
laik devlette akıl ve bilime dayalı yönetim almıştır . Evet... Laiklik
rasyonalizmdir (usçuluk-akılcılık). İnsanın doğanın ve toplumun kural
ve yasalann kendi aklı ile algılaması, kavraması ve yine kendi gücü
ve akli ile doğa ve topluma egemen olması akılcılıktır . Akim rehber
alınması; safsata, lıurafö, bilim dışı açıklamaların, irdelenmemiş "na-
killerin" atılması akılcı davranış modelleridir. Devlet yönetiminde bu
yöntem izlenirse onun adı laikliktir . Başka bir anlatımla devlet yöneti-
minde din adamlar ının yorumlar ına dayanan dinsel , i rdelenmemiş
"nakiller" ilke olarak benimsenmişse o ülkede teokrasi vardır. Yok
eğer bilimin, akim sesi rehber alınmışsa laik devlet kurulmuştur. Ata-.
türk'ün gerçekleştirmek istediği laik devlet işte budur. Nitekim onun
döneminde çeşitli kurum ve yayınlarla bilim ve laik düşünce gelişme
olanağı bulmuştur.
Batı 'da laik aşamaya ancak Fransız Devrimi ile gelinmiştir . XVII.
yüzyılda "ticaret devrimi" ile oluşan yeni sınıf, burjuvazi ekonomik
gücünü siyasal güçle perçinleştirmek isterken devleti yöneten aristok-
ratlar ve onlann manevi destekçisi ruhban sınıfı en büyük engeldi. Fe-
odal sosyolojik yapıya sahip devlet yönetiminde, iktidarın köken ve
temelinin Tanrı 'da olduğu söylenmekte ve Tanrı 'nın bu gücünü yöne-
tim açısından doğrudan doğruya krala aktardığı iddia edilmekteydi.
Ünlü filozof J.B. Bossuet bu görüşteydi; XIV. Louis de bu kuramı,
pek sevmişti.
lenen burjuvazi, ekonomik iktidarı ele geçirmişti, ancak siyasal ikti-
dar kral ve kiliseydi. Zenginleşen burjuvazinin mülkiyet hakkı güven-
ce altında değildi. Kral ve kilise onun tüm mal varlığı üzerinde keyfi
tasarrufta bulunabilirdi. "Cismani ve ruhani iktidar" elbirliğiyle onu
ezmekteydi.
Burjuvazi ne yapabilirdi? Nasıl kralın Bossuet 'si varsa o da filo-
zoflar bulmalıydı. JJ. Rousseaü'lar, Diderot 'lar, Descartes'lar insanı,
onun aklını yüceltici düşünceleri geliştirmişti. Kilisenin manevi bas-
kısını, ancak başkaldıran akıl yıkabilirdi. Kilisenin gücü yıkıldığıiıda,-
aristokrasinin yıkılması kolaylaşacaktı. İşte bu nedenle laiklik benim-
sendi, Kilisenin ye rini insan akıl aldı.
Akla dayalı laiklik, "doğal hukuk felsefesinden" desteğini alıyor-
du. Antik Yunan kökenli doğal hukuk düşüncesi, burjuvazinin resmi
felsefesi haline dönüştü. Descartes, Spinoza, Grotius gibi düşünürlerle
rasyonalist kimliğe bürünen "doğal hukuk" şunları söylüyordu:
"İnsan aklı, hukukun kaynağıdır. İnsan, hiçbir aracıya gereksinim
duymadan kendi aklıyla evrensel adalet ilkesini anlar ve içeriğini kav-
rayabilir . Herkes kendi aklıyla evrensel hakikatlere ulaşabilir/Herke-
sin eşit bir biçimde algıladığı adalet değerinin güncelleşmesi, hukuk
haline dönüştürülmesi siyasal faaliyettir . Bu çalışmayı herkes eşit bir
biçimde yürütecektir , çünkü herkes akıl sahibidir ve insanlar arasında
doğuştan hiçbir fark yoktur. Eşit algılama ve eşit kavrama eşit yöneti-
mi gerektirir . Algılama, kavrama ve yürürlüğe koyma işleminde kral
ve papaza gereksinim yoktur." Krala ve aristokratlara gereksinimin
olmaması demokrasi, papaza gereksinim duyulmaması ise laikliktir .
Aracısızl ık , eşi t l ik , ayr ıcal ıkl ı katmanlara gereksinim duyulmaması
"halk egemenliği"nin gerçekleşmesi demektir . Batı demokrasilerinde-
ki laiklik, işte bu düşüncenin ürünüdür.
DİNLER YORUMLAR ŞEKLİNDE KARŞIMIZA GELİR
Her din kurumsal laşmış hal iyle bi r yorumdur ve günümüze deği-
şik yorum lar biçim leriyle gelir . Tek tanrılı dinler bir kitap ve. o dinin
peygamberinin yaşam öykülerinde kaynağını bulur. Kitap ve peygam-
ber davranış ve sözleri dinin öz ve temelini belirlemektedir. Yaşamın
karmaşıklığı, değişen ve gelişen dünya koşulları içinde kutsal kabul
edilen her satır ve her söz yorum gerektirir . Bu-nedenledir ki, örneğin
Islamda."Icma-ı ümmet", "kıyas-ı fukuha" gibi kurumlar ortaya çık-
ana i lkesidi r . Emevi ler bu siyasal anlayışı : yozlaşt ı rarak hal i fenin,
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 52/111
mıştır . Kuran-ı Kerim, hadis ve sünnetler kaynak alınarak insanlar, bi-
lim ve din adamları ibadet ve toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallar
türetmişlerdir. Bu haliyle din, özde Tanrı buyruğu olmakla birlikte ge-
niş bir biçimde insan beyninin uğraş alanı içine girmiştir . Dinler insan
beyninin yorum ve müdahalesiyle kurumsal laşu. Yorum yapan beyin
eğer bilgiye donatık değilse çıkar, tutku ya da politik amaçların em-
rindeyse karanlık, kurnaz, yobaz, çağdışı yorumlarla karşılaşırız. Yok
o beyin bilimden, doğrudan, ahlaktan, hakikatten yanaysa özgürlükçü
yorumlar gündeme gelir . Bilim ve doğru verilerle donatık beyin, akla
dönüşür; akılcılık, o dine egemen olur.
Bu durumda, dinler hakkında "O din özgürlük ve laikliğe elverişli-
dir, öbürü değildir" demek hatalı bir yaklaşımdır. "Hangi yorumu?"
diye sormak gerekir.
Aslında devlet desteğinde olan yâ da devlet çatısı altında yer alan
hiçbir din, laik olamaz. Devlet, manevi bir destekle iktidarını siiddür-
mek isteyince, teokratik düzenler ortaya çıkar.
İ SL AM VE L Aİ KL İ K- ÖZ GÜRL ÜKÇÜL ÜK
İslam düşüncesi içinde de tutuculuk-özgürlükçülük ikilemi her za-
man gündemdedir. Ne yazık ki, yukarda belirttiğimiz gibi genelde tu-
tucu eğilimler ağırlık kazanmıştır . Bu nedenle ülkemizde uzman ol-
mayan kişiler kolaylıkla İslamın tümüyle laikliğe elverişsiz bir din öl-
düğünü iddia ederler.
Oysa sünni kesimde tutuculuğu "cebr iye" akımı , i ler ici l iği de
"mutezile" teıhsil etmektedir. Türk toplumunun çoğunluğunun bağlı
olduğu "ehl-i sünnet" ise iki akım arasında "orta yolu" izler.
Yazgıcı düşünceyi dile getiren cebriye yandaşlarına göre her şey
Tanrı iradesi tarafından be lirlenmiştir . Tanrı her şeyin y aratıcısıdır ve •
her şeyi yönetir . Özgür insan iradesinden ve özgür seçişlerden söz et-
mek olanaksızdır. Tanrı "iyi kullarını" yaratır , onları cennete gönde-
rir; "kötüler ve kötülük" ibret olsun diye mevcuttur. Tanrı her an, her
yerde bu dünyanın işlerine müdahale eder; o insanoğlunun kendini bu
yazgıya bırakmasından başka seçeneği yoktur. Cebriye anlayışından
bazı siyasal sonuçlar çıkarılmaktadır. Bunlara göre Tanrı 'nın .buyruk-
larını peygam berin halifesi olarak gösterilen yetkin insan uygu lamaya
sokacaktır . Yetkin insanın buyruklarına uymak, İslamiyetiıı zorunlu
peygamberin değil, Tanrı 'nın halifesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ya-
nılmazlık, büyüklük, yücelik gibi sıfatlarıyla halifeye ve onun kuralla-
r ına boyun eğme zorunlu görülmüş; despot ik bi r teokrat ik düzene,
düzlem hazırlanmıştır . İslam, şeriatçı cebriye açısından ele alırsak, ne
laikliğe ne de özgürlüğü yer vardır. Her şeyi, her iki dünyada da Tanrı
düzenlemekte; her hareketin içinde Tanrı iradesi bulunmaktadır: Bu
durumda devlete de Tanrı ilkeleri ve onun halifesinin iradesi egemen
olacaktır .
Cebriyenin tam karşısında olan akım "mutezile"dir. Mutezile, İs-
lam akılcılığını temsil eder. Mutezile yandaşlarına göre Tanrı, evrenin
yaratıcısıdır. Tanrı maddeyi yarattığı gibi manevi kavramları da yarat-
mıştır . İyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, Tanrı iradesinin eseridir.
Tanrı, insana belirli bir yaşam vermiştir; kendi yarattığı maddi evrene
onu yollamış; kitaplar da göndererek neyin iyi, neyin kötü olduğunu
peygamberlerin yaşamlarındaki örneklerle belirtmiştir . İnsan, kitap-
lârdaki iyi kavramına uygun bir yaşam sürmelidir. İrade ve bilinç sa-
hibi insan, iyi ye kötü arasında tercihler yapacak; iyiyi seçerse cennet-
le ödüllendirilecek; kötüyü seçerse cehennem azabı onu bekleyecek-
tir . Tamı, insan seçişlerine müdahale etmez. Eğer müdahale etseydi,
onu sorumlu tutamazdı; seçiş Tanrı 'nın olurdu ki, sorumluluk da onu
ilgilendirirdi. Oysa insan özgürdür, çünkü sorumludur. Görülüyor ki,
mutezile akımına göre evreni yaratan Tanrı, bu dünyanın insanının fi-
i l ler ine kar ışmamaktadır . Kar ışsaydı , insan sorumluluğunun anlamı
kalmazdı .
Mutezilenin devlet anlayışı da özgürlükçü doğrultudadır. Özgür-
lükçü olması, laik devlet sistemine olanak.sağlar. Tanrı evrenin teme-
lidir, ama insan yaşamına karışmadığı gibi devletin işleyiş biçimine
de karışmaz. Bu dünyanın fiillerini o, öteki evrende yargılamaktadır.
Yöneticiler, İslamın esasları olan iyiye, güzele, adile, ahlaklıya, doğ-
ruya uygun hareket ediyorlarsa ne mutlu onlara. Cennet onları bekle-
mektedir. Sorumlulukları bireyseldir. Yok baskı, zulüm, yalan dolan,
haksızlık, içindeyseler, so rumludurlar; cehen nem ateşi onların üzerin-
dedir. Devlet işi, Tanrı 'yı doğrudan ilgilendirmemektedir, dolayısıyla
laik devlet mutezi le felsefesine uygundur .
Ehl-i sünnet ise cebriye ve mutezile arasında bir yol izlemektedir.
O da akılcı ve bireysel sorumluluğa dayalı bir tutumu benimsemiştir;
rensşldi r , değişmez. Muamelata i l i şkin olanlar insan davranışlar ını
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 53/111
(İmam-ı Gazali gibi cebriyeye yaklaşan, katı sii 'nni filozoflar da mev-
cuttur. Ancak genel olarak ehl-i sünnet, özgürlükçü bir tutumu benim-
ser.) Sünnet ehlinin anlatışı içinde Tanrı, mutezileden farklı olarak her
an için bu evrenle ilgilidir: Tanrı katında zaman kavramı yoktur. O,
insanın ve evrenin geçmişini, şimdiki anını, geleceğini aynı anda gö-
rür. İnsanın kötülük ya da iyilik yapacağını bilir , ama müdahale et-
mez. Evren, bir tümel oluşumdur. Tanrı tam merkezde her şeyi her an
görür. Bu tutumuyla ehl-i sünnetin de özgürlükçü ve laik yaklaşıma
yakın olduğunu söyleyebiliriz.
Özgürlükçü ve karışmayan, ama her şeyin yaratıcısı olan Tann an-
layışı, İslamın altın çağında yaygın bir felsefeydi. Zamanla devlet gü-
cünün pekiştirilmesi güdüsüyle inananlarla her şeye karışan Tanrı dü-
şüncesi telkin edilmiş ve halifenin de Tanrı 'nın vekili olarak bu duru-
mun gözleyici ve uygulayıcısı olduğu söylenmiştir . Bu anlayış içinde
laik devlet ten söz etmek kuşkusuz olanaksızdır . Ne yazık ki , günü-
müzde de "kar ışan Tanr ı" anlayışım gelenekçi ler benimsemektedir .
Onlara göre yüce güç, nasıl olur da kendi yarattığı evrene ve insana
müdahale edemez? Oysa yanıt son derece basit: Tanrı, fanilerin tutku
ve arzuları, günlük yaşamlarıyla ilgilenen Zeus değildir. Tanrı, bu ka-
dar basit şeylerle uğraşmaz. Onlar bireysel özgürlüğü bir türlü kabul
edememektedirler ve bir güce kayıtsız koşulsuz boyun eğmeyi yeğle-
mektedirler. Oysa Tanrı, onurlu, kendine benzeyen, özgür "irade-i cü-
ziye" sahibi insanları yaratmıştır; yoksa bir hayvan zavaİlılığıyla ken-
dini kör yazgıya terk etmiş mahlukları değil Yazgıcılar, aslında ken-
dilerini Tann'nın değil, başka insanlann yorum ve çıkarlarına bırak-
maktadırlar.
Kanımızca Ehl-i sünnetin yukarıda belirttiğimiz mütezileye yakın
yorumlmarın canlandırmak akılcı bir tutum olsa gerek. Cebriyeye ya-
kın İmam-ı Gazeli 'nin tüm yapıtları Türkçeye çevrilmişken özgürlük-
çü İbni Rüşt 'ün çok az kitabı Türkçeleştirilmiştir . Ehl-i sünnet içinde
bir de Muhammet Abduh ve Cemalet t in Afgani yorumu vardır . XIX.
ve XX. yüzyılda geliştirilen Abduhçu özgürlükçü İslam yorumlarına
göre Kuran-ı Kerim 'de Uç tür ayet vardır: İnanca ilişkin olanlar, M u -
amelata ilişkin olanlar ve ibadete ilişkin olanlar. İnanca ilişkin olanlar
değişme; Keza ibadete ilişkin olanlar ve ahlaksal içerikli ayetlerde ev-
düzenlerler ve o çağ için gelm işlerdir; bu gün; için geçerlilikleri y ok-
tur. Hz. Muhammet döneminin sosyal koşullarını düzenlemek için ğe- ,
len muamelata ilişkin ayetler, o dönem için reform mahiyetindedir.
Hz. Muhammet kadına yanm da olsa bir statü kazandırmıştır . O dö-
nemde birdenbire kadını erkekle eşit düzeye getirmek büyük sorunlar
doğuracağından, aşamalı bir yöntem izlenmiştir . Bugünün gelişen ko-
şullan içinde, aşamalar sürdürülmeli, kadınla erkek eşit düzeye geti-
rilmelidir. Artık kadın "Kur'an'daki hükmün tersine mirastan tam pay
almalıdır, şahitliği erkeğinki kadar geçerli sayılmalıdır." Özgürlükçü
yorumlar ne gariptir ki, ülkemizde gündeme getirilmemektedir.
İslam'ın Alevi kesiminde ise Şii İran Alevileri tutucu ve teokratik
düzenden yana bir tutumu benimsemektedirler. Aynı temel ilkelerden
yol alan Anadolu Alevileri ise özgürlükçü olup laikliğe uygun ve el-
verişli bir konumu sergilemektedirler. Bunun böyle olmasının nedeni
Anadolu Alevileri 'nin daha farkıl sosyal, tarihsel, siyasal, felsefi bir
kimlik içinde olmalarıdır. Anadolu Aleviliği tarih boyunca siyasal yö-
netim mekanizması dışında tutulmuşlardır. Sünni devlet yönetimi kar-
şısında rejime yabancılaşan Aleviler zaman zaman başkaldırarak öz-
gür lük bi l incine ulaşmışlardı r . Öte yandan Alevi l ik içinde yeşeren
Bektaşiliğin Yeniçeriler tarafından benimsenmesi, belki de devşirme
kökenlerini bilinçaltı anımsatarak onlan dinde daha hoşgörülü bir ya-
pıya götürmüştür. Hepsinden önemlisi kanımızca Anadolu Aleviliği,
kökeni Ant iki teye dayanan Anadolu Felsfesini yansı tmaktadır . Bu
yansıma Orta Asya manikheizmi ile bir sentez oluşturmaktadır.
Yaratılış, Sünni teolojide tannnın yokdan varetmesidir. Oysa Ale-
vi teoloj isine göre yarat ı l ı ş Tanr ı 'n ın kendi özünden f ışkı rmasıdı r .
Başka bir anlatımla Alevi felsefesinde varoluş tann özünün görünüm
kazanmasıdır. Bu nedenledir ki, Anadolu Aleviliği 'nde yaratan-yaratı-
lan ikilemi değil, birliği vardır. Hal böyle olunca "beşer tanrıdadır,
ilişki sanatsal değil özseldir" (Özgünay Abidin: Cem Dergisi ;Nisan
1992 Sayı 11 s. 4). Alevilikte Tanrı bir düzenleyicidir. Her hareket
belli bir mantığın çerçevesi içinde cereyan eder. Tanrı 'nın bir parçası
olan insan da aklı ile bu düzeni kavrama yetkisine sahiptir
;
Alevi Tann'yı kendi içinde bilir , yeri göğü Tann ile dolu görür.
Akıl sahibi insan, Tanrı 'nın bir parçası olması nedeniyle doğayı, evre-
ı ı i ve toplum düzenini kavrayarak kendi niyet ve fiillerinden doğan
kaderini bizzat kendi belirler. Alevi geleneği şerri Allah'a layık gör-
sanları yönetmişlerdir.. ;
Hristiyan teolojisinin eıı büyük isimlerinin başında gelen Saint
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 54/111
mez. İnsanların fiillerinin Allah tarafindan yaratılmadığını savunan
Anadolu Aleviliğine göre, yüce güç insana iyi ve kötüyü işleyebilecek
bir potansiyel vermiştir . İnsan kendi fiillerinden sorumludur. (İbid. 5).
Görülüyor ki, Anadolu Aleviliği mutezile akımına bir hayli yakın-
dır. Fışkıran tanrı anlayışı da Anadolu İonya Ekolünü anımsatmakta-
dır ki, bir panteizmdir.
Fiillerinden sorumlu, herbiri Tanrı 'nın bir parçası olan insan kuş-
kusuz özgürlükçü bir düzeni seçecektir . Akıl ve özgürlüğün kendili-
ğinden laikliğe elverişli bir felsefeye düzlem hazırladığını yukarıda
belirtmiş bulunuyoruz . ' .
HRİ ST İ YANL I K VE L Aİ KL İ K- ÖZ GÜRL ÜKÇÜL ÜK
Bilindiği gibi Hristiyanlık, Hz. İsa'nın tek tanrılı bir din olan "Hz.
İbrahim'in yolunu" özüne uygun olarak canlandırma çabasıdır. Tüm
peygamberler gibi o da İsrailoğullarına mensuptur. Başlangıçta Hristi-
yanlık kölelerin, ezilenlerin,; horlananların d iniydi. Bu ned enle ke ndi
kabuğuna çekilmiş, köle statüsünde olanların devlet düzeniyle ilişki-
leri olamazdı. Hz. İsa'nın önceleri özel mülkiyeti ve bu dünyaya iliş-
kin işleri reddeden bir musevi mezhebine mensup olduğu ileri sürül-
' mektedir.
.Bu ned enledir ki, Hz. İfea "Tanrı 'nın hakkını Tanrı 'ya , Sezar 'ın
hakkını Sezar 'a verin" demiştir . Bu söz dünya devletinin küçümsen-
mesi anİamına gelir . Birçok kişi Hristiyanlığın bütünsel yapısına, ta-
rihsel gelişimine, mantığına ve ö çağdaki durumuna bakmadan tek ba-
şına bu sözden hareketle Hristiyanlığın laikliğe elverişli bir din oldu-
ğunu iddia etmektedir... İsa bu dünyaya ve bu dünya düzenine önem
verilmemesi gerektiğini belirtmektedir. Cismani iktidarın baskısı, ağır
vergi yükü onun gözünde, önem taşınamamaktadır. Bırakınız onlar ne
yaparlarsa yapsınlar, Siz sevgi ve alçak gönüllülükle Tanrı 'ya layık
olma yolunu seçeniz. Dünya düzeni zaten kötüdür; acı verir . Acılara
rağmen seviniz. Acılar ve sevgi sizi Tanrı 'ya ulaştıracaktır . Başlangıç-
ta sevgi ve acıların dini olan Hristiyanlık devlet dini haline gelince in-
sanlık alemini Orta Çağ karanlıklarına itecek derecede despot olmuş
:
tur . IV. yüzyı ldan Bi iyük Fransız Devr imine kadar feodal yapıdaki
Hristiyan devletleri, 13 yüzyıl 'dinsel esaslara dayalı bir biçimde in-
Augustiıı -Aziz Augustin- (354-430) laiklik açısından genel felsefeyi
kesin ve açık bir biçimde ortaya koyar. Ona göre iki türlü devlet var-
dır: dünya devleti
:
sitesi (civitate terrana) ve.Tanrı Devleti-sitesi (civa-
tate dei). Dünya devleti acımasız, gaddar, işkenceci, savaşçı, baskıcı
ve entrikacıdır. Tanrı devletinde ise ebedi sükun, huzur, mutluluk, ah-
lak ve adalet vardır. Hz. İsa'nın amacı bu tür bir yaşam tarzıdır. Bizim
de görevimiz bu anlayışa uygun bir devleti kurmak için çaba göster-
mektedir.
Yönterh ne olmalıdır? Aziz Augustin Hz. İsa'nın "bir yanağınıza
tokat atana, öteki yanağınızı uzatın" sözünü gaddar dünya devleti kar-
şısında geçerli bir yöntem olarak görmez. Dosluk ve sevginin eğmene
olduğu "civitate dei" de kuşkusuz böyle davranılacaktır . Ama "civita-
te terrane" da böyle davranırsanız yanılırsınız; şer güçleri sosyal ve
politik yaşama egemen olur. O halde siz de zorunlu olarak "dünya
devletinin" yöntemini benimseyeceksiniz. Siz de gerektiğinde savaşa-
caksınız, mücadele edeceksiniz, hatta işkence yapacaksınız. Amacınız
bu evrende "civitate dei"yi kurmak olduğundan, kutsal bir göreve hiz-
met vermektesiniz. Başka türlü başarıya ulaşamazsınız. Amaç için bu
yol mübahtır .
Görülüyor ki, Aziz Augustin "civitate dei"yi bu dünyada kurmak
istemektedir ve kurmak uğruna her tür lü yolu t ıpkı Makyavel gibi
•
mübalı görmektedir. Nitekim bu anlayışa bağlı olarak Haçlı Seferleri
yapı lmış ve enkizisyon mahkemeler inde Hr ist iyan devlet in esenl iği
için her türlü işkence gerçekleştirilmiştir . Bu yorumuyla Hristiyanlı-
ğın laikliğe elverişli bir din olduğunu ileri sürmek ağır bir yanılgıdır.
Hristiyanlığın Augustin'ci yorumu protestanlıkla Orta Çağ sonra-
sında yeniden gündeme gelmiştir . Bugün ABD de değişik versiyon ve
sapmalarıyla en yaygın bir biçimde yer alan protestanlık temelde Lut-
her ve Calvin teolojisine dayanmaktadır.
•
• . ,
Her iki teoloji de katı bir determinizmden yanadır. Her iki teoloji-
nin temel felsefesi ant i - laik bi r yapı iç indedir . Bu 'nedenledir ki ,
ABD'de bağnaz Hristiyan kiliseler baskı grubu olarak sosyal yaşamda
büyük işlevler yüklenmişlerdir. Dine dayalı baskı grupları büyük poli-
tik atılımlar yaparak, zaman zaman illegal işlere dahi girmektedirler.
Küçük aile yaşamı ABD'de kilise etrafında biçimlenmekte; toplantı-
lar, okullar, üniversitelerde rahiplerin duasıyla açılmakta; ayinlerle
les'in izinden giderek insan aklını yüceltmiş ve aklın rehberliğinde de-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 55/111
devlet okullarında diploma törenleri yapılmakta, futbol maçlarında bi-
le tarafları piskoposlar kutsamaktadır.
"Presbyteryan" ailesi denilen yaygın protestan eğilim Calvin'in te-
oloj isine sıkı sıkıya bağl ıdı r . Calvin bu evrende kayı tsız koşulsuz
Tann egemenliğinde söz etmektedir. İnsan günahkardır. Onun güna-
hın kafaretihi İsa ödemiştir . Şimdi sıra ondadır. İbadet ve kiliseye ba-
ğımlı bir yaşamla tevekkül içinde kaderi beklemek gerekir. Calvin dü-
şüncesi merkantilist bir yaklaşımla ticareti mübah görürken; ticarette
işlenen günahlann affının Kilise'ye bağlı püriten bir yaşamdan geçti-
ğini belirtir . Luther, Calvin'e nazaran daha özgürlükçüdür. Ancak, on-
da da "özgür irade" kavramı yoktur. Ona göre insan kendi iradesine
bağlı olarak değil, Allah'ın mazhariyetiyle esenliğe kavuşabilir .
"Methodist" deni len yaygın protestan ai le de aynı teoloj ik yapı .
içindedir. Bilindiği gibi bu aile o denli güçlüdür ki, sağlık alanındaki
örgüt lenmesiyle dünya çapında hizmet vermektedir . Sayın Cumhur-
başkanımız Turgut Özal 'da tüm sağlık kontrollerini ve ameliyatlarını
Huston'daki Methodist Hastanede yaptırmaktadır.
, Koyu bağnaz yaklaşımlar , Luther -Calvin sentezinden yol alan
Baptist ve Church of Christ ailesi içindedir. Bunlar bitmek tükenmek
misyonerlik faaliyetleriyle dünya çapında örgütlenmişlerdir.' Bu eği-
limlere göre kendi anlayışlarını benimsemeyen herkes "deccale" hiz-
met etmektedir. ABD'nin güney bağnaz eyaletlerinde "egemenlik ka-
yıtsız koşulsuz bu tür akımlarındır." Bu akımlar sosyal yapıyı biçim-
lendirdikleri kadar, politik karar mekanizmalarını da etkilemektedir-
ler.
ABD'de protestan mezhepler kadar protestan sapmalar olarak nite-
lendirilen Mormonluk, Yehova Şahitleri, Moon'culuk gibi eğilimler
devlet-din birliğini açıkça savunmakta ve çok güçlü konumlar içinde
ekonomi, pol i t ik
ye
sosyal yaşamı etki lemektedir ler (Amer ikadaki
dinler için bknz. The Encyclopedia of American Religions, Second
Edi t ion, J . GORDON MELTON).
Özgürlük ve laiklik açısından Hristiyanlık Saint Thomas d'Aquin
(Akinolu, Thomas) (1225-I274)le ilginç bir değişim içine girmiştir .
Bir tür Hristiyan demokrasisini savunan Akinolu Thomas, Aristote-
mokrasiden ve di renme hakkından söz etmişt i r . Birey yönet iminde
söz sahibi olmalıdır. O kendi kendini yönetebilir . Ancak, devlet ikti-
darının temeli Tann'dadır. Tann iktidarı halk aracılığıyla yönetenlere
ve r i r . Gör ü lüyor k i , Aqu ino ' l u T homas b i r t ü r demokr as iy i Or t a
Çağ'da savunmaktadır. Bunun nedeni Kilise'nin yavaş yavaş gücünü
kaybetmesiydi. Yeniden güçlenebilmesi için halkın desteği gerekmek-
teydi. Halk aracılığıyla iktidan alan yöneticiler lEbedi Yasalann
(Lex
Aeterna) bu dünyaya yansımaları olan İlahi Yasalar (Lex Divinâ) ve
Doğal Yasalar 'a
(Lex Natural is )
sadık bi r şeki lde İnsan Yasalannı
(Lex Humana)
kamu yararına uygun bir anlayışla yürürlüğe sokmalı-
dırlar. Aksi takdirde- halk aracılığıyla aldıkları iktidar gücü-zedelenir
ve di renme m eşrulaşı r.
Lex humana
eğer
lex divina
'ya aykmysa ak-
tif direnme; yok eğer
lex naturalis
'e aykırı bir görünüm içindeyse pa-
sif direnme gündeme gelir .
Aktif direnme düpedüz devrimdir. Bir kilise papazı halkı ihtilale
yöneltmektedir. Anlaşılması bir hayli güç olan bu mantığın arkasında
ilginç bir anti-laik siyasal artniyet vardır.
Lex divina
'yı sadece Kilise
babaları, ruhb an, pap az, p apa'an layıp ka vrayabilir .. Siy asal iktidar
lex
d iv ina 'y ı tanımazsa halk elbet te zor la devlet i devirecekt i r ; çünkü
Tanrı iradesi, yöneticisi iradesinden üstündür. Halkın sesi, Hakkın se-
sidir (Vox populi, Vox dei). (Saint Thomas için Bknz: Okandan, Re-
cai Gal ip: Umum i Am me Hukuku, İ st . 1976,-s. 206-208; Göze, Ayfe-
ri: Siyasal Düşünce Tarihi, İstanbul 1982, s. 90 ve Öktem Niyazi: Hu-
kuk Felsefesi ve Sosyolojisi, İstanbul 1988, s. 123-126), /
Bugün tüm katolik ülkelerde faaliyet gösteren Hristiyan Demokrat
Par t i ler i şte bu teoloj inin temsi lcisidi r . Kuşkusuz bur juva sını f ıyla
"barış içinde birarada yaşama" stratejisiyle laik anlayışı benimsemiş
görünmektedirler. Aslında olay bir zamanların Avrupa Komünistleri
gibi burjua kurallarına uygun bir seçim platformuna girmekten ibaret-
tir . Bir kez iktidar ele geçirildiğinde, biri marksist ideolojiye göre di-
ğeri Hristiyan teolojiye uygun bir rejimi tedrici olarak gerçekleştirme-
yi ana hedef olarak bilmektedirler. Hristiyan Demokrat Partililerin
Vatikan'la organik bağı olduğu gibi, Adenauer Vakfı gibi kuruluşlar
aracılığıyla da yoğun bir kültür faaliyeti içindedirler.
Ortodoks ve Anglikan kiliseler de laiklik sorununu aynı bağlam
içinde ele almaktadırlar. Zaten her ikisi de özde aynı teolojide kayna-
ğını bulur Hristiyan teolojide özgürlüğe uygun yorum aslında mü slü-
Yahudi ler le iç içe olmaya götürmüştür . Kudüs' te doktor olarak cüz-
zamlı kral Hr ist iyan Bedouin ' i tedavi etmiş, Selahat t in Eyyubi 'n in
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 56/111
manlığa nazaran daha da azdır . ABD'de Uni teryan Ki l ise Anadolu
Aleviliği, mutezile gibi özgür iradeden söz eden akımlar din dışı bur-
juva felsefesi içinde yer almaktadır (Uniterian Kilise için Bknz. Cum-
huriyet gazetesi 26 Ocak 1992, Dinde Yobazlıkla Mücadele, Niyazi
Öktem.)
MUSEVİLİK VE LAİKLİK-ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK
Tek tanrılı dinlerin en eskisi olan musevilik genelde tarih boyunca
irk-dfevlet-din içiçeliğini benim semiştir . Tarih bo yunca yahudi ırkı, İs-
railoğulları ırkı ile musevilik dini hep birarada mütalaa edilmiştir . Ya-
hudi devletlerinde din devamlı devlet çatısı içinde yer almış, resmi ta-
tillerden devletin her türlü kuruluşunda dinsel motifler ön plana geç-
miştir . Zaten "vaadedilen toprakta", Kenan ülkesinde Tann buyruğu-,
na uygun bir site kurmak bir dinin ana hedefini oluşturmaktadır.
Dias-
pora
döneminde de daima dinsel bir lider yahudi cemaatin tüm sosyal
ve hatta hukuksal sorunlarını çözümlemiştir .
Dias pora
'da yalhudiler
yaşadıkları Hristiyan devletlerin hukuk düzenlerine uysalar da, kendi
hukuk sorunlarını kendi aralarında çözümlemeyi yeğlemişlerdir.
Özgür lük konusunda yahud i l e r i n ün lü düşünür ü Maimon ides
(M.S. 1135-1204) akılcı bir yaklaşımla Aristo geleneğini sürdürmüş-
tür. Ona göre aklın dışına çıkanlar yolunu şaşuanlardır. Evreni akıl
dışı yollarla açıklama şemaları yabancılaşma anlamına gelir ve insa-
nın özgürlüğünü ortadan kaldırır , gerçeklerden saptırır (Seans-Badil-
los, Angel: Maimonide L'hıımaniste, in le Courrıer, Septembre 1986,
s. 31) Maimmonides Endülüs Emevi Devleti sınırları içinde yaşayarak
felsefesini geliştirmiştir . Akılcı İbni Rüşt 'le çağdaştır . Her ikisine göre
de Tanrı 'ya akılla ulaşmak gerekir. Kör inanca sarılmak gövdesi sağ-
lam ama kökü zayıf bir ağaca benzer (İbid. 31). Maimonides felsefe-
sinde insan tüm eylemlerinde tam bir özgürlük içindedir. Birey özgür
ve özerktir . Bu olgu onun doğasıdır; hukıik düzenleri de doğal olanı
tanımak zorundadır . Vicdan- inanç ve düşünce özgür lükler i bi reysel
özgürlüklerin en yüce görünümleridir. Birey Tanrı nezdinde de özgür-
dür; kör ve kara yazgı onu belirlemez.
Maimanides'in özgürlükçü yapısı ona laik denilebilecek bir iliti-
şim ortamına sürüklemiştir . Tüm yaşamı onu Hristiyan, Müslüman ve
dostu ve doktoru olmuş, El Ehzer 'de dersler vermiştir: Dinler arasında
diyalogu gerçekleştirmiş olması ve özgürlükçü tutumu elinde hoşgörü-
yü getirir ki, buda laik bir zihniyete düzlem hazırlar.
SONUÇ , ' '
Dinlerde laiklikten söz edebilmek için dinleri konum, amaç ve de-
ğişen sosyal koşullar içinde ele alarak değerlendirmemiz gerekmekte-
dir. Bu değerlendirmede temel ölçüt ve rehber bilim ve çağdaş kültür-
le donatık akıldır. Dindeki yorumlarda felsefenin büyük önem ve yeri
vardır. Teoloji zaten din felsefesidir.
Felsefenin bilgi sevgisi anlamına geldiği bilinmektedir. Bilen, bil-
giye yönelen kişi hakikat peşinde koşan insandır. Tüm boyutlarıyla
varlığı ve var oluşu kavramak isteyen inşan, din olgusunu da derinli-
ğine ve tümel olarak anlamlandırmak isteyecektir .
Batı dillerinde din (religion) Latince "religio" sözcüğünden gel-
mektedir. İznikli Hristiyan filozof Lactantius, sözcüğün kökenini "re-
ligare" olduğunu söyler, bunun da "bağlamak" anlamına geldiğini ifa-
de eder. İnsanların din yoluyla Tanrı 'ya ve birbirlerine bağlanmalarını
deyimleyen "reğiligio" St. Augustin'e göre saygı ve korku ile bağlılığı
anlatır .
Arapçada din sözcüğü özde usul, adet ve tutulan yol anlamına ge-
lir . İslam kela mınd a din, Tanrı 'nın koydu ğu, mensu plarını diinya ve
ahirette kurtuluşa götüren inanış ve davranışlarından oluşan bir ku-
rumdur .
İslam Ansiklopedisi 'ne göre dinin üç anlamı vardır: İslamın beş
koşulu, iman ve ihsan (sözde ve işte doğruluk).
Görülüyor ki, din Tanrı ile bağı kuran yol olarak, insanlararası
ilişkileri de kapsamaktadır. İnsanlararası ilişkiler de bilimsel açıdan
felsefi ve sosyolojik bir görünüm sunar.
Din doktriner açıdan ele alındığında genel hakikatler sistemi ola-
rak karşımıza çıkar: İçtenlikle bağlı olunan bu sistem, insanın iç dün-
yasına değişik bir boyut getirir .
Bu boyutun oluşumunda yaşanılan çevre ve o çevrenin yorumları-
nın önemli e tkileri mevcuttur. Dem ek ki,- sosyal yaşam la din arasında
karşılıklı,etkileşim söz konusudur. Bu etkileşim din olgusunun .çağlar
boyu aldığı değişik görünümlerde olduğu kadar,'aynı dinin tarihsel
süreç içinde geçirdiği aşamalarda da belirgin biçimde ortaya çıkar.
insanlar, kendilerini tevekküle bırakınca, İslam toplumları gerilemiş-
tir . Oysa akılcılığı benimseyen Endülüs Emevileri güçlerini ve ileri
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 57/111
Hiçbir din, hiçbir düşünce ve felsefe çağın değişik sosyal koşullarının
etkisinden uzak kalamaz.
Dinlerin temel ilkeleri kitap ve peygamberin davranış ve sözleri-
dir. Bu doğrudur; ancak yeni keşifler, yeni buluşlar, yeni maddi ve
manevi sorunların tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkışında; peygam-
ber olmayan "basi t insanlar ın", yani bizler in yorumu gerekecekt i r .
Yorumu yapan insan aklıdır. Aklın saf, berrak, önyargısız, bilgiyle
donatık olması gerekir ki, hakikate ulaşabilsin. Bu da felsefe ile uğ-
raşmakla lOİanaklıdır.
Dinlerde akla, mantığa uygun yorumla birlikte amaca göre yoru-
mu (teleolojik yorum) da benimsemek gerekir. Dinlerin temel amacı
değerlerin gerçekleştirilmesidir. Doğruluğu, dürüstlüğü, ahlakı, iyiyi, '
güzeli yaşama sokmak isteyen dinlerde bu amaçlan hiçbir zaman göz-
den uzak tutmamak gerekir. Dinler içerisindeki biçimler, kurallar bu
amaçlann gerçekleşmesine yöneliktir .
Ö halde biçim ve kurallar amacın gerçekleştirilmesine araç olmak-
tadırlar. Bazen araçla amaç birbirine ters düşebilir , bu durumda amacı
yeğlemek zorunludur.
Öte yandan artık amaca götürmeyen araçlan, sırf biçime uyacağım
diye sürdürmek akılcılıktan uzaklaşmak demektir . Akıl ancak felsefe
ile zenginleşir ve doğruya yönelir .
Bütün dinlerin yorumlarında biçim-amaç ikilemi her zaman gün-
cel l iğini sürdürmüştür . Fi lozof lann bi r bölümü biçimin içinde gizl i
amaç vardır düşüncesiyle katı bir "şekilperestliği" savunmuştur; bir
başka bölümü ise aklın, mantığın bilimin sesini dinlemiştir .
Aklın sesini dinlendiği dönemlerde o dine bağlı toplumlar tarih
sahnesinde ilerlemeler kaydetmiştir . Bunun en tipik örneğini Müslü-
man ve Hristiyan toplumlar yaşamıştır . Hz. Muhammet'ten itibaren X.
yüzyıla kadar yoğun bir düşünsel tartışma ortamı içinde yaşayan Müs-
lümanlar bu dönemde akılcılığın gereği olarak bilim, fen, matematik,
kültür ve sanatta büyük ilerlemeler kaydetmiştir . X. ve XI. yüzyıldan
itibaren aklın rolü ikinci plana atılmış ye .tepeden inm e do ğma larla
yaşam biçimleri çizilmiştir . Aklı bir yana bırakan, sadece resmi devlet
filozoflarının, şeyhülislamların fetvalarıyla salt boyun eğmeye itilen
uygar l ıklar ını XIV ve XV. yüzyı la kadar sürdürmüşlerdir . Endülüs
Emevi Devlet i içer isinde yet işen İbni Rüşt (1126-1198) Ar isto 'nun
akılcılığım İslam felsefesine getirerek bireyin güç ve yüceliğini sa-
vunmuştur. Kaderci İslam felsefesi karşısında bireyi yücelten, irade
özgürlüğünü savunan İbni Rüşt tüm akıldışı (irrîasyonel), metafizik
açıklama şemalar ım reddetmiş ve bu bağlamda Hr ist iyan f i lozof ve
din adamlar ını etki lemişt i r . O ve Yahudi f i lozof Maimonides olma-
saydı Saint Thomas d'Aquin felsefesinin ortaya çıkmayacağı söylenir.
Saint Thomas d'Aquin'in de Hristiyan felsefe içine akılcılığı getirmek-
le bu dini kurtardığı bizzat Hristiyan din adamlan tanndan belirtil-
mekted ir. Hristiyan dini Batı uygarlığının man evi yanıdır. O halde
İbni Rüşt ve Maimonides'in akılcılığı bugünkü Batı uygarlığının belki
de temelini oluşturmaktadır. Akıl bireyin öne çıkmasına, gücünü his-
setmesine ve böylel ikle doğanın keşf inde çabalar sar fetmesine yol
açar. İnsanlık ve uyga rlık bu çabalarla ilerler.
Benzer durum Hristiyanlık için de söz konusudur. Din adamları-
nın, kilise babalarının buyruklarına salt boyun eğme dönemi olan Or-
taçağ'da Hristiyanlar geri kalmış toplum modeli içindeydiler. St. Tho-
mas d'Aquin'in ve diğer Aristo kökenli akılcıların, İnsana güven getir-
meleri, akli yöntem olarak'benimsemeleri, akılcılığı ileri sürmeleriyle
birlikte Hristiyan toplumlan uygarlık alanında büyük gelişmeler kay-
detmiştir .
Akılcılığın benimsenmesi Museviler için de büyük önem taşımak-
tadır. Y-ukanda sözünü ettiğimiz Yahudi Endülüslü filozof Maimoni-
des (İbni Mem'un) Endülüs Emevi Devleti 'nin sanat, kültür edebiyat
ve felsefeye verdiği önem ortamı içinde büyük yapıtlar vererek biçi-
me körü körüne bağlı bağnaz dindarlann görüş ufkunu akılcılık yo-
luyla genişletmeye çalışmıştır . Akılcı, özgürlükçü tutumu onun Müs-
lümanlar tarafından da sevilmesine yol açmıştır .
Akı lcı l ık sorunu Osmanl ı devlet i iç inde de önemli bi r görünüm
sunmaktadır. "Osmanlı kültüründe egemen düşünce tarzı akılcılık de-
ğildir."
Osmanl ı lar inanç insanlanydı . Şeyhül islamlann, imam ve hocala-
rın söylediklerine körü körüne inanma ve boyun eğme, Osmanli teba-
sının belirgin özelliği idi. Ona aktarılan bilgi ve davranış modellerini
akıl sözgeçişinden geçirmeden benimserdi.
rın,-safsatanın, nefretin, horlama duygusunun, küçümsenmenin tutsağı
olursak akıldışı tutumumuzla olumsuzluklar evreninde boğulup gide-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 58/111
:
Bilgi aktırımını yapan hocaların İslamın özgürlükçü ve ilerici yo-
rumlarını pek benimsemedikleri bilinmektedir. İbni Sina, İbni Rüşt,
Farabi gibi alamlardan yol alarak din ilkelerinin önem ve yüceliğini
kanıtlamay a çalışan İslam filozoflarını Osm anlı "uleması" pek tutma-
mıştır . Bunların yerine kayıtsız koşulsuz iman, inanç ve teslimiyeti
salık vererek, aklın önemini ikinci plana atan düşünürler ön plana çı-
karılmıştır . Necm eddin Neşe fi (XII yy,), ve Sadettin Taftazani (X V.
yy.) gibi Osmanlı olmayan iki düşünür, Osmanlı medreselerinin temel
başvuru kaynağı olmuştur. Bu iki düşünür ve özellikli Taftazani, in-
sanların aklını kurcalamaları yerine anlatılanlara iman ve itaat etmele-
ri gerektiğini savunmuştur.
Söylenenler, aktarılanlar halifenin şeyhülislamı ve hocaları aracılı-
ğıyla olunca dini doğm aların, siyasal ilkeler haline dörtüşeceği açıktır .
Tabanın din duygularına böylelikle felsefi gerekçeler getirilmiş, öz-
gürlük bilinci ve akıl öğesi ustalıkla unutturulmuş; düşünmeyen, sade-
ce boyun eğen halk olgusu yaratılarak kitleler tevekküle iletilmiştir .
Bu yöntem, devlet bütünlüğünün sağlanmasında belki savunulur bir
tutumu be lirleyebilir. Anca k "İslam alemi "nin uygarlık yarışında bay-
rağı kaptırmasının nedenlerinden biri de yöneticilerin insanların öz-
gürlük bilincini yok etmeleridir. Özgiir insan üreten insandır. Değer
üretme, özgür ortamlarda gerçekleşir . Akıl ve özgürlükle yeni değer-
ler yaratan uluslar uy garlık yarışında ön s aflarda olurlar.
Osmanlı döneminde dinin etkisi çok güçlüydü. Manevi boyutun
tatmininin yollarından en önemlisi dindir. Ancak akılcı yaklaşımlar-
dan uzaklaşınca karanlık güçler din duygusunu sömürür. Bu nedenle
dinle felsefe yan yana yürümelidir. Akıl sahibi olan insanın dine iliş-
kin yorumları bizzat kendisinin yapması gerekir. Belli bir kültür düze-
yine ulaşmış insanların kulaktan dolma bilgiler, gelişi güzel okunan
kitaplarla yapılammahalle ve köy imamının yorumlarına itibar etmesi,
geleneksel Osmanlı tebasının tutumunu sürdürmek anlamına gelir .
"Laiklik" Batı demokrasilerinin, dolayısıyla bizim de temel ilkele-
rimizin başında gelmektedir, ama unutmayalım ki, kökeni rasyonaliz-
me, akılcılığa dayanmaktadır. Rasyonel tutum, bireysel plandan top-
lamsal boyuta kadar her alanda yaşam ilkesidir. Duyguların, tutküla-
riz. Laikliğin uygulanmasında da rasyonel olmamız gerekmektedir.
Rasyonal ist Bat ı , akl ı devlet yönet imine get i r i rken başlangıçta
sosyolojik açıdan akıldışı (irrasyonel) bir tutum izlemiş, sosyal ve fel-
sefi kimliğini unutarak din karşısında olumsuz bir tutum almıştır . Bü-
yük Fransız Devrimi'nden sonra bir çok din adamı giyotine yollanmış
manastırlar kapatılmıştır . III . Cumhuriyet döneminde Fransa'da ma-
nastırların kapısına sürgü çekilmiş, din adamları Hollanda'ya kaçmak
zorunda kalmıştır . Daha.sonra gizli bir şekilde yavaş yavaş manastır-
lar açılmış ve nilinayet devlet yasa değişikliği yaparak, sosyal ve fiili
bir durum yasallaştırmıştır . Fransa gibi .düşünce ve anlatım özgürlü-
ğünün geniş olduğu bir ülkede, sosyal etkileşim ve dengeler özgür bir
ortamı gerektiriyordu.
Bu durumun farkına vararak, özgürlükçü bir ortama geçmek, akıl-
cı bir yaklaşımdır. Laiklik uğruna verilen mücadelede manastır veya
tekke ve zaviyelere seçenek sosyal kurumlar getirilmeli, felsefe ve din
felsefesi üzerinde çalışmalar yapılmalıdır. Ülkemizde tıpkı bir zaman-
lar Fransa'da olduğu gibi "taassubun" üzerine sadece yasak ve yasak-
larla gidilmiştir . İşe yaramadığı açıktır . Hala bazı k esimler belli bir ta-
rikata men sup olm akla Övünürler, tekkelerde ayinler ya pılır .. Sosyal
ortam dikkate alınmadan yapılan yasalar tepki doğurur. Ülkemizde bu
tür yasalar ya da düzenlemeler "irticanın" güçlenmesine yardımcı ol-
muştur . Sorunu büyütmek ise dev boyut lara ulaşan "cuma namazı
sonrası" gösterilerininin çoğalmasına, çarşafın artmasına yol açmıştır .
Dinin "biçim" kısmı ile mücadele, öz ve içerik açısından önemli
sonuçlar getirmez. Biçimin üzerinde fazla durmadan öze ilişkin felsefi
çalışmaları devlet ve tüm ilerici güçlerin desteklemesi gerekir.
ir Yapı K redi Yayınları 'nm '. 'Laiklik" kitabına verilen m akale.
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 59/111
C E M v e N E F E S
Y A Z I L A R I . . .
DİN v SOSYAL KOŞULLAR
Batı dinler inde de ( rel igion) lat ince "rel igio" sözcüğünden gel-
mektedir. İznikli Hristiyan filozof Lactantius sözcüğün kökenini "reli-
gare" olduğunu, bunun da "bağlanmak" anlamına geldiğini ifade eder.
İnsanların din yoluyla Tanrıya bağlanmalarını deyimleyen "religio"
aynı zamanda insanların birbirlerine bağlanmalarını da kapsar. İslam
Ansiklopedisine göre din, İslamın beş koşulunu, imanı, sözde ve dav-
ranışta doğruluğu içermektedir. Görüldüğü gibi dinde sosyolojik öğe
büyük önem taşımaktadır. İnsanların birbirleriyle.olan ilişkisi dinin
konu alanı içindedir. Durum böyle olunca tarihsel temellere dayalı örf
ve adetler, gelenekler, daha önceki dinin alışkanlıkları her yeni doğan
dini etkilemektedir.
Başka bir anlatımla hiçbir din saf değildir, çıktığı dönemdeki ta-
rihsel kökenli sosyal olguların etkisinde kaldığı gibi, geliştiği ve ya-
yıldığı dönemlerde de karşılaştığı gelenek, görenek ye oradaki daha
önceki dinin birçok davranış modeliyle etkileşim içindedir. Özde de-
ğişim olmadığı söylenebilir ama, gelenek, görenekte ve değiş koşul-
lardan kayna klanan b içim de farklılıklar .çıkabilir . Bu ned enledir ki,
Siyah Afr ika 'daki müslüman kadın ör tünmeye o kadar önem vermez;
Süryani ibadet yaparken namaz kılar gibi secdeye varır; "çaput bağla-
ma", fala baktırma İslamda caiz olmadığı halde, Şarhanizmin etkisiyle
evliyalardan medet umulur, adaklar yapılır; tasavvuf müziğinde Bi-
zans Ortodoks ilahilerinin makamı duyulur vs. vs.
Dinlerde f i lozof ik ve sosyoloj ik öğeler gözönünde bulundurulma-
dan yapılan değerlendirmeler tamamiyle yanlıştır . Bu nedenledir ki,
falanca din katıdıdır, f ilanca din daha özgürlükçüdür tarzındaki yakla-
şımlar gerçeği yansıtmaz. Hangi yorumu? Hangi sosyal koşullar için-
deki durumu? diye sormak gerekir.
Aslında tüm dinler mahiyet itibariyle aynıdır. Hepsi "iyiyi", "gü-
zeli", "doğruyu'.' , "adaleti", "dürüstlüğü" bu dünya içindeki yaşamda
temel davranış kuralları olarak belirlemektedir. Allah' insanları bu ku-
rallara uygun davranmaları ölçütüne göre mahşer gününde yargılaya-
caktır . Allah'ın birliğine ve peygamberlere inanan her "teslim olmuş",
Yapacağı tek şey ibadet ederek günahlarından annmaktır . İnsanı de-
politize eden Cebriye her ne kadar tarih sahnesinden resmen silinmiş
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 60/111
kişinin önce dürüstlüğü Tann nezdinde ön plandadır. İbadet, namaz,
niyaz ikinci derecede önem taşımaktadır. Yiice Tanrı; namaz ve niya-
zı yer ine get i rmeyeni af fedebi leceğini buyurmuş, ancak kul hakkını
yiyenin yani dürüst davranm ayanın affe dilme sinde bu harekete maruz
' kalanın iradesinin önem taşıdığını belirtmiştir . Görülüyor ki, m üslü-
manlıkta önce ahlak gelmektedir. Diğer dinler için de aynı şey söz ko-
nusudur. Hz. İsa iyilik ve ahlak simgesi olarak İncil 'de ve Kuran'da
yer almaktadır. Hz. Musa'ya gelen 10 Emir temelde ahlak kuralı biçi-
mindeki kesin buyruklardır. Geriye ibadete ilişkin değişik biçimler,
haram ve mekruh yiyecekler gibi konular kalmaktadır. Kuşkusuz Hz.
İsa'nın Allah'ın oğlu kabul edilmesi ve üçlem anlayışı Hristiyanlıkla
Müslümanlık arasında önemli bir farklılık gibi görünmektedir. Ancak
unutmayal ım ki Kuran 'a göre Al lah Hz. İ sa 'ya ruhum Hz. M uham-
med'e habibim demektedir. Üçlemi ve Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olma-
dığını kabul eden Nesturilik gibi Hristiyan mezhepleri de mevcuttur.
Hristiyanlıkta Hz. İsa'yı Oğul kabul etmek enkarnasyon (güncelleşme)
olayının' yanlış bir yorumu olabilir; ama iki dinin özdeki iletişim düz-
lemi açısından büyük önem taşımamaktadır.
Farklı yorumlar farklı ibadet biçim ve davranışları aynı din içinde
de ortaya çıkmaktadır. Özde aynı olmakla birlikte Sünni dört mezhe-
bin ibadet anlayışında farklılıklar vardır. Keza Alevi gelenekle Sünni
gelenek objektif bir bakış açısı içinde ele alındığında bir hayli farklı-
lıklar göstermektedir. Alevi eğilimin kendi içinde de çok değişik yo-
rumlarını gözlemlemekteyiz. Özgürlükçü Anadolu Aleviliğiyle, tutu-
cu Şiiliği bil ' kefeye koyamayız. Irak'ta Suriye'ye Alevilik başkadır.
Arnavutluk'ta başka... Bunların nedeni farklı sosyal ve tarihsel temel-
ler ve değişik felsefi yorumlarıdır.
Geleneksel İslam felsefesi içinde 3 temel eğilim vardır.; Cebriye,
Mutez ile, Ehli Sünnet. .
Bunlardan Cebr iye insana değer vermeyen, i rade özgür lüğünü ka-
bul etmeyen, halife ve yönetenler karşısında mutlak itaati öngören bir
anlayıştır . Muaviye ve Yezid'in yandaşları tarafından ortaya atılan bu
felsefe , kuşku suz İslamı katı, biçimci kalıplara sokar. Cebriye'ye göre
insan günah ın eseridir. Alın y.azısı onu belirler; iradesi özgü r değildir.
gibi görünse de kanımızca, tüm despot müslüman yöneticileri ve gü-
nümüzün yoba zlan cebr iyecidi r.
Buna mukabil insanın iradesinin özgür olduğunu belirten mutezile
pek revaçta değildir. Manevi baskılarını sürdürmek isteyenler insana
özgür irade verilmesinden yana değildirler. Onlar insanlan yazgılan-
nın esiri olarak görmek isterler. Öyle olsun ki, ellerine düşsünler, on-
ları efsunlasınlar, okuyup üflensinler, şunu yap, bunu yapma diyerek
sözde hikmetlerinin boyunduruğu altına koyabilsinler. Büyük İslam
filozoflannın İslamın altın çağında geliştirdiği özgürlükçü mutezile
felsefesi bir ölçüde yok edilmişse de XIX. yüzyılda Cemalettin Afga-
ni ve Muham med Abduh taraf ından yeniden incelenerek gündeme ge-
tirilmiştir . Özgür irade açısından belki Anadolu Aleviliği mutezileye
yaklaşmaktadır.
Ehli Sünnet Cebriye ile Mutezile arasında bir yol izlemiştir . İbn
Rüşt gibi Mutezi leye yaklaşan akı lcı
Sünniler
olduğu gibi , İmamı
Gazzali gibi Cebriyeye yakın sünni filozoflar vardır. Türkiye açısın-
dan bu konuda söylenebilecek tek şey ve örnek İmamı Gazali 'nin tüm
yapıtlarının Türkçeye çevrildiği, buna mukabil İbni Rüşt 'ün bir veya
iki eser inin Türkçeleşt i r i lmesidi r . Oysa Ehl i Sünnet felsefesi İbni
Rüşt 'çü akılcılık temeline dayandığı takdirde pınl pırıl bir özgür or-
tam yaratır . İbni Rüşt 'ün Endülüsü, zaman zaman baskıcı yönetimleri
yâşasa da akılcı "Emirlerle" bir özgürlük ülkesiydi.
Bütün bunlar göstermektedir ki, Osmanlı her ne kadar resmen sün-
ni ise de güç ve iktidarı sağlamlaştırmak için Cebriye'ye yakın bir yol
izlemiştir . Cebriye'ye yakın Şehülislamlar fetvalar verip kendi düşün-
celerinde olmayanların katlinin vacip olduğunu söylemişler; biçim ve
biçime dayal ı doğmalar ı ön plana çıkararak İslamın özünü gözden
ırak tutmuşlardır. Böylelikle resmi din, tutucu bir görünüme bürüne-
rek günümüze kadar gelmişt i r . Günümüzde de egemen din anlayışı
aynı doğrultudadır. Özellikle siyasal iktidara yakın tekke şeyhleri yaz-
gıcılığı telkin ederek fanatik insanlar yetiştirip, biçimle insanın her
zaman affa mazhar olabileceğini öne sürerek günlük yaşam ve ticaret-,
teki "üç kâğıtçılıklara" bir tür sosyal zorunluluktan kaynaklandığını
örtülü olarak kabul edip, tıpkı Max Weber'in deyimiyle "Protestan ah-
lakı" benzeri bir tutumu ortaya koymaktadırlar.
. Görülüy or ki, din yorumd ur Sosyal, ekonom ik, tarihsel politik ko-
şullardeğişik yorumlar getirilebilir . Başka bir yaşam tarzı içinde olan
AKDENİZİN DİYALOG
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 61/111
Anadolu Alevileri de İslam'da değişik yorum getirmişlerdir.
Anadolu Alevileri Orta Asya'dan Anadolu'ya gelirken şaman kö-
kenli bazı gelenekleri korumuşlarda-. Hacı Bektaş Veli 'nin Hallac-ı
Mansur 'dan etkilenmesi onlarca diğer din ve eğilimlere karşı sevecen
bakışı getirmiştir . Bilindiği gibi
Enel Hak diyen Hallac-ı Mansur
'un
amacı üç tek Tanrılı dini birleştirmekti. Kendini Tanrı 'nın bir parçası
olarak gören Halac için Hz. İsa'nın da aynı konumda olması yadırga-
nacak bi r şey deği ldi r . Alevi l ikteki 'Al lah-Muhammed
J
Ali üçlemi ,
Tanrı-İsa-Kutsal Ruh üçlemine benzetilmektedir. Yorumuna girmeye-
lim, ama hoşgörünün temellerinden biri bu olabilir . Keza Alevi-Bek-
taşilik Yeniçeriler arasında bir hayli yaygındır. Yeniçerilerin Hristi-
yan köken ağırlıklı devşirmeler olduğunu düşünürsek, Bektaşiliği bi-
linçaltı bir nostaljinin ürünü olarak değerlendirebiliriz. Öte yandan
Anadolu'nun kırlarında yaşayan Alevilerde özgürlük bilincinin geliş-
mesinde İstanbul'daki hanedan yönetimine katılmamaları, bu nedenle
baskıya maruz kalmaları önemli bir etmendir. Alevilikte Şamanizm-
den kalan ataya, dede saygı, bilgeliği saygıya dönüşmüştür. Bü ne-
denle Aleviler arasından ozanlar, düşünürler çıkmıştır . Ama, bilgeli-
ğin içine giremiyenler de katı bir hiyerarşinin içinde kalmışlar ve hat-
ta köşeyi dönme felsefesinin çarkına kendilerini kaptırıp yeni "hane-
danlar" kurmuşlar veya onların yanında yer almışlardır.
Din yorumlarının gerçeği uygun incelenmesi de özgürlükçü bir or-
tam içinde olur. diğer mezhep ve dinlerle diyalog kurmak, onları anla-
yışla karşı lamak da bar ışın gereğidi r ki , ancak özgür lük or tamında
gerçekleştirilebilir . Sosyal koşullan özgürleştirip, her türlü ön yargı
ve saplantılardan kurtulmak dinleri ve bizi esenliğe ulaştırır .
Cem D ergisi - Temm uz 1991
DÜŞÜNÜRLERİ
Akdeniz yöresi üç tek tanrılı dinin doğuş ve gelişim bölgesidir.
Akdenizde Hr ist iyanlar, Mü slümanlar ve M usevi ler bi rarada yaşaya-
rak bir kültür, din, eğilim
ve
mezhep mozayiği oluşturmasını bi l -
mişlerdir. Birarada yaşama olgusu dinler arasında etkileşimi geliştir-
miş ve diyalog olgusunu zorunlu kı lmışt ı r . Özgür lükçü, hoşgörülü
Akdeniz Kül türü belki de bu diyalogun ürünüdür . Diyalog zonMuk-
tan kaynaklandığı kadar, düşünsel
1
temellere de dayalıdır. Zaten olgu
ve düşünce arasında karşılıklı etkileşim mevcuttur.
Haçlı Seferlerine kadar gerçekten üç tek tannlı dinin mensupları
hoşgörü or tamı içinde bi rarada yaşamasını bi lmişlerdi r . Kuşkusuz
sürtüşmeler, savaşlar olmuştur. Bugün de aynı sürtüşmeler söz konu-
sudur. Ancak sağduyu sahibi insanlar inanç ve eğilim farklılıklarının
zenginliğinin öneminin bilinci içindedirler.
Haçl ı Sefer ler ine kadar , inanca saygı o denl i yüce bi r görünüm
içindeydi ki, Batı 'daki bazı katedrallerin ön cephelerindeki üç kapıdan
sağdakinde İslam Peygamber i Hz. Muhammed ve Endülüslü İsİam
düşünürlerinin tasvirleri yer almakta, ortada İsa Peygamber, solda ile
Yahudi peygamber ler in heykelci ler i bulunmaktaydı (Bknz. DUMAS,
F.R.: Le Triple Porche de Gloire des catedrales, Historia, Mayıs 1986,
No. 473, s. 59-63). Ne yazık ki, bir Papa fetvasıyla, daha sonra İslami
tasvirler yıkılmış yerine Hristiyan azizleri konmuştur.
Sosyo-politik açıdan Haçlı Seferleri büyük uçurumlar yaratmışsa
da gene de dinler arasında diyalogu sürdürmek isteyen düşünürler Ak-
deniz'i bugünlere getirmiştir . Akdeniz bugün artık bir özgürlük hoşgö-
rü ve plüralizm denizi olma eşiğindedir.
Üç tek tanrılı dinin bu ortamı hazırlayan düşünürlerine tarihsel sü-
reç içerisinde bir göz atalım...
HRİSTİYANLIK
VIII. yüzyılda yaşamış Şamlı Jean hristiyan olarak bu diyalogun
öncüsüdür. Aziz mertebesine ulaştınlan Jean, Halife danışmanlığı da
yapmıştır .
Uluslararas ı bar ış ın önemli önder ler inden bir i olarak kabul edilen
Aziz Fransuva (XII-XİII yüzyıl) din farkı gözetmeksizin tüm insanla-
Aris to
-ve
Akinolu Aziz Thomas ' ın akılcı geleneğini sürdürmüş ancak
sezginin önemini de savsaklamam ış t ır . ,
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 62/111
r ın kardeş olduğunu belir tmekle Haçlı Sefer ler i ger i l imi içinde dahi
diyalog or tamı yaratmaya çal ışmış t ır . Kendis i Mıs ır Sultanı Malik E l
Kamil ' i ziyaret etmiş ve dos tane bir söyleş i sonunda Kudüs 'e gidiş iz-
nini almıştır.
Akinolu Aziz Thomas (XIII . yüzyıl) tüm yapıt lar ını bir musevi ,
Maimonides ve bir müslüman, İbni Rüşt 'ün etkis i al t ında yazmış t ır .
T üm H r i s t iyan l ığ ın bugün en büyük düş ünürü o la r ak kabu l ed i l en
Akinolu Aziz Thomas sayes inde Hris t iyanlık Ortaçağ karanlıklar ın-
dan kur tulabilmiş t ir . O halde Hris t iyanlık kur tuluşunu belki de bir
museviyle bir müslümana borçlu. . Akinolu Thomas, Aris to 'nun akılcı-
l ığını Maimonides ve İbni Rüşt aracı l ığıyla Hris t iyan alemine . tanı t-
mıştır.
Yüzyıl lar geçmiş , birçok neden diyalogu askıya almış t ır . XX. yüz-
yıl ın baş lar ında, inançs ız ama sonradan Hallac ' ı Mansur 'un etkis iyle
kendi dinini tanıyan Mass iğnon, diyalogun yeniden doğuşunun öncü-
sü olmuştur . Genç bir arkeolog olan Louis Mass iğnon XX. yüzyıl ın
baş ında Osmanlı Ülkes ine gel ip kazılar yapmak is terken inançs ızl ığa
yakın bir ruh hal i içindeydi . Arapças ını gel iş t i r ip Hallac ' ı okuyunca
genç bilginin dünyası değişti. Sevgi ve sezgi yoluyla Tanrı'ya ulaşan
"Enel Hak" diyen Hallaç, Hz. İsa 'ya yakın bir yolu yeğlemiş t ir . Müs-
lümanlığın inançtaki sağlamlığı , . İsa 'nın sevgi gücü Hallac- ı Mansur 'u
coş ku ve güze l l ik i ç inde A l lah ' a kavuş tu rm uş tu . Mas s iğnon s evg i -
inanç, sezgi-akıl sentezler inin kur tuluş yolu olduğunu Hallaç sayes in-
de anlamış t ı . Art ık onun görevi Hallac ' ı tüm dünyaya tanıtmaktı . Di-
ğer dinlere karş ı hoşgörüyle bakılmasını , başka d inler le diyalog lcurul
r
masını öngören, diğer dinler in de kur tuluşa götürebileceğini kabul
eden İkinci Vatikan Konsil ' i b ir anlamda Mass ignon'un düşünceler i-
nin ürünüdür .
Mass ignon'un izinden giden birçok düşünür mevcuttur . Bunlardan
en önemlis i kanımızca Jacques Mari tain 'dir . UNESCO'nun kuruluşun-
da büyük emeği geçen, diplomat, düşünür Mari tain, gençliğinde tüm
felsefe okullar ıyla i lgi lenmiş , bir dönem tanr ı tanımaz bi le olmuş ve
objektif bir yaklaş ım içinde bar ış
(
uğruna değer l i yapıt lar vermiş t ir .
Tüm Hris t iyan Demokrat Par t i ler in düşünsel mimarı olan Mari tain,
Bugün merkezi Roma'da bulunan Jacques Mari tain Ensti tüsü diya-
log ve bar ış or tamını güçlendirmek için sürekli yoğun çal ışmalar yap-
maktadır .
Hris t iyan kanatta diyalog or tamını sürdürenler bir hayli yoğundur .
Mıs ır l ı Anawati , Borrmans (Hris t iyanlar la Müslümanlar Aras ında Bir
Diyalo ga Yöne liş ler yapıt ı Türkç eye Çevri lm iş t ir , Der Yayınlar ı) ,
Ary Roes t Croll ius , Gardet (1988 de öldü) diyalog or tamının değer l i
is imler idir . Diyalogu somut olarak gerçekleş t iren bir başka Hris t iyan
din adamından söz etmeden geçemeyeceğim. Türkiye 'de 54 yı l yaşa-
dıktan sonra 1989 yı l ında 84 yaş ındayken ölen Pierre.Dubois , Vati-
kan ' ın uzun süre Türkiye temsilci l iği görevini sürdürmüş, Dame de
Sion ve Galatasaray Liseler i 'nde Felsefe, Frans ızca, Latince öğret-
menliği yapmış t ır . Hilmi Z iya Ülken ' in İs lam Düşünces i adl ı ki tabını
Frans ızcaya çeviren Dubois için Hz. Muhammed i lahi nefes i yans ı t-
maktaydı . (Düşünce ve yaşamı için Bknz: Öktem, Niyazi: Galatasa-
raylı Monseııyör , U ygarl ık Yayın lar ı , İs tanbul , 1989) ,
MUSEVİLİK
İbn- i Rüşt ' le dos t olduğu i ler i sürülen, Endülüs Emevi devlet inin
kültür güneş i olan musevi Maimonides , belki de dinler aras ı diyalo-
gun en önemli s imges idir . Yaşamı ve yapıt lar ıyla müslüman, hr is t iyan
herkes le i let iş im kuran, herkes in derdine çare arayan Maimonides ta-
bip, f i lozof , din adamı ve hukukçu idi . 1135 yı l ında Kurtuba'da doğan
ünlü düşünür , özgürlükçü Emir ler al t ında Müslüman Devlet lere hiz-
met vermiş t ir . Despot müslüman ve hr is t iyan yönetimlerden kaçmak
mecburiyet inde kalan Maimonides bir i har iç tüm yapıt lar ını ibranice
değil , arapça yazmış t ır . İbni Rüşt ' le bir l ikte özgürlükçü Endülüs te ya-
şarken, hanedan değiş ince önce Fas 'a daha sonra Kudüs 'e geçen Ma-
imonides ( İbni Me'mun veya İbni Meymun) esenliği Mıs ır 'da Sela-
haddin- i Eyyübi ' yanında bulunmuştur . Hukukçuluk ve doktor luğunu
Kahire 'de sürdüren f i lozof Kudüs 'ü yöneten Hris t iyan Kral Cüzzamlı
Bedüen' i tedavi için çal ışmış . Saray ' ın özel doktoru olmuş ve Yahudi
Cemaatin l ider l iğini yürütmüştür . En önemli yapıt ı olan "Yolunu Şa-
ş ıranlara Rehber" Aris to ve akılcı İs lam mütefekkir ler inin izler ini ta-
ş ımaktadır . Bugünkü İs rai l Hukuk s is temi Maimonides felsefes inden
önemli kavram ve kurumlan almışt ı r . Maimonides ' in doğduğu kent
Kurtuba'da heykeli, İsrail paralan üzerinde resmi vardır. Ve yukarıda
belirttiğimiz gibi tüm eserlerini müslümanların dilinde yazıldığı gibi,
des'e benzer bir yazgı içine düştü; sürgünde kendi kabuğuna çekilerek
küskün bir biçimde yaşamını sürdürdü. Özgürlük ortamının, diyalo-
gun siyasal iktidarlarca sağlanmadığı yerlerde çalışmak ve ürün ver-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 63/111
Hristiyanlık kurtuluşunu İbni Rüşt 'le Maimonides'e borçludur.
MÜSLÜMANLIK
Kanımızca müslümanlıkta ilk diyalog düşünürleri Mutezile men-
suplandır. Akü ve insan iradesinin özgür olduğunu, savunmaları onlan
hoşgörü ve diyalog ortamına götürmüştür. Mutezile içinde diğer din-
leri horlayanlar olmuşsa da genelde onlar sevgi ve barıştan yana idi-
ler. Mutezile anlayışın önderlerinden Abbasi halifesi El Memun (IX.
yüzyıl) Cuma öğle namazından Sarayda üç tek tanrılı dine mensup gi-,
lozof ve din adamlarını toplayıp çeşitli konularda tartışmalar yaptır-
maktaydı. Harun Reşit ve El Memün'un kurduğu Üniversite'de muse-
vi, müslüman, hristiyan öğretim üyeleri dersler vermiştir .
Din farkı gözetmeden insani yaklaşımlar içinde herkesi sevecen
bakışla kabullenenler kuşkusuz sufilerdir, tasavvuf erbabıdır. "Enel
Hak" diyen Hallaç için tek bir din sözkonusu idi. Mevcut dinler bu
tek dinin değişik kollanydı. Aralarındaki farklılıklar tamamiyle yü-
zeysel olup temel aynı kökten gelmekteydi. Hallac'ın etkilerini tüm
mistiklerde görmek olanaklıdır. Muhhiddin-i Arabi, Simavna Kadısı
Şeyh Bedrettin, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre hep Hallac'ın izinden
gitmişlerdir. Hacı Bektaş Veli ve Bektaşilik değişik eğilimleri içinde
toplamakla tam bir diyalog düzenidir. Hoşgörünün, sevginin saygının
temel feslefe yapıldığı Bektaşilik tüm Anadoluyu ve özellikle Anado -
lu Alevilerini etkilemiştir . Bir başka tür Alevilik olan Şiiliğin, Anado-
lu Aleviliği gibi özgürlükçü olmamasının nedeni kanımızca onlarda
Hacı Bektaş Vel i 'n in bulunmamasından kaynaklanmaktadır .
Tasavvuf dışında akı lcı müslüman f i lozof lardan da diyalog sür -
dürmek isteyenler önemli bi r yer tutmaktaydı . Farabi ve İbni Rüşt
akılcı felsefeleriyle Aristo geleneğini izlemişler ve tüm insanların akıl
sahibi olmalan nedeniyle eşit ve özgür olduklarını belirtmişlerdir.
Hukukçu; matematikçi, bilim adamı olan büyük filozof İbni Rüşt
(XX, yüzyıl) tüm yapıtlarıyla üç tek tanrılı dine mensup düşünürlerin
büyük çoğunluğunu etki lemişt i r . Endülüste yaşadığı dönemde zaten
önceleri diyalog ortamı mevcuttur. Daha sonra savaşçı Muvahhitler
iktidarı ele geçirince o da çağının Endülüslü yahudi filozofi Maimoni-
mek olanaksızdır. İslamın güneşi olan İbni Rüşt 'ün yapıtları ne yazık
ki, yeni yeni Türkçeye çevrilmeye başlamıştır . Egemen İslam anlayışı
özgürlükçü ve akılcı İslam düşünürleri tanıtmaktan devamlı çekinmiş-
tir . Umarız İbni Rüşt çevirileri arttıkça diyalog ve hoşgörü ortamı da
genişler.
Bir başka diyalog düşünürü de İbni Haldun'dur (XIV. yüzyıl) Sos-
yolojinin bizce kurucusu olan, genelde, yakın habercisi olarak kabul
edilen Kuzey Afrikalı düşünür realist ve akılcı analizleriyle toplumla-
rı incelemiş ve
hurafelere
daya lr önyargılı yaklaşımları reddetmiştir .
Böylelikle gerçeği dile getiren ünlü düşünür, oradan yolalarak diyalog
ortamına ulaşmıştır . Kendisi ayrıca döneminin büyük liderlerinin da-
nışmanlığını yapmıştır . İspanya Kralı Alfonsö, Timurlenk gibi liderle-
rin yanında.bulunan İbni Haldun, değişik dinlere mensup veya inanç-
sız tüm sosyologları etkilemiştir .
Son yüzyıllarda da akılcı ve özgürlükçü yaklaşımlar içinde diya-
log yanlısı müslüman düşünürler görmekteyiz. Bunlann en önemlileri
Cemalet t in Afgani ve Muhammed Abduh'dur . XIX. yüzyı l sonunda
yaşıyan ve düşünürlerden Afgani üç tek tanrılı .dini birleştirici çabalar
içine bile girmiştir . Onlan Türkiye'de, İsmail Hakkı İzmirli , Şemsed-
din Günal tay, Ömer Rıza Doğrul gibi büyük Türk düşünür ler i iz le-
miştir .
Dünya barışının kurulmasında özgürlük ve hoşgörü temel ilkeler-
dir. İnsanların biribirlerinin inanç ve düşüncelerine saygı göstermesi
böyle bir ortamın ön koşulu olarak karşımıza çıkar. Ekonomik etmen-
ler ne denli önemli olursa olsun biliyoruz ki; savaşlan doğuran neden-
ler içinde inanç ve görüş farklılıkları da büyük bir \ îr tutmaktadır.
Oysa tüm tek tanrılı dinler aynı kökenden gelmektedir. Belki çok tan-
rılı , dinlerin temelind e aynı olgu yatma ktadır. Bunu n farkına varma-
dan "sen benden değilsin" diyerek kavga etmek cehaletin yansımasın-
dan başka bir şey değildir. Dinler ve mezhepler, değişik eğilimler ara-
sında diyalog kurmak suretiyle adım adım ilerlemek kanımızca insan-
lığı daha kökle bir barış ortamına götürecektir .
NOT: Bu makale yazarın 4-6 Ağustos 1991 tarihinde Trieste/İtal-
ya'da katıldığı ve COPEMCİ (Uluslararası İşbirliği için Sürekli Akde-
niz Konferanslar ı ) taraf ından düzenlenen Akdeniz Uygar l ıklar ında
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 64/111
Diyalog Düşüncesi konulu seminerde vereceği bildinin özetidir.
Cem Dergisi - Ağu stos 1991
AQUILEIA, AKDENİZ VE BARIŞ:
Çağımızın en önemli tar ihçi ler inden bi r i o lan Fernand Braudel
"Akdeniz ve Akdeniz Dünyası" kitabında (Çeviren; Mehmet Ali Kı-
l ıçbay Eren Yayınlar ı 1990) Aqui lei 'a kent ini Roma İmparator lu-
ğu'nun Doğu-Batı sınırı olarak tanıtır . Bu sınır aslında kültür karşılaş-
masının odağıdır . Doğu'nun gizemli duyguya ve mist isizme dayal ı
dünya görüşü, Bat i 'n ın rasyonal ist , yararcı , real ist yaşam biçimi . . .
Sentezlerdir insanı doğruya, güzele, sevgiye götüren yol...
Cem Dprgisi 'nin Ağustos 1991, 3 nolu sayısında "Akdenizin Diya-
log Düşünür ler i" başl ıkl ı yazımızda 4-6 Ağustos 1991 tar ihler inde
Trieste'nin Aquileia (İtalya) kentinden COPEMCİ (Uluslararası İşbir-
liği İçin Akdeniz Konferansları) tarafından düzenlenen "Akdeniz Uy-
garlıklarında Diyalog Düşün cesi-Aqu ileia ve' Barış" konulu sem inerde
sunduğ umu z bildirinin özetini vermiştik. ^
Akdeniz'in barıştan yana olan dostları biraraya gelerek değişik ko-
nular ı "Akdeniz Kül tür" sentezi yapısı iç inde i rdeledi ler . Akdeniz
Kültürü Antik Yunan, Roma, Hristiyan, Musevi, Latin, İslam kültür-
lerinin altın halkalarından oluşan bir zincirdir. Kongre'nin Aquileia'da
düzenlenmesi bilinçli bir seçimdi. Aquileia Doğu'ya giden yolun baş-
langıcı olduu ka dar, -Doğu'nun kültür yapısını B atı 'ya getiren kenttir .
Venedik'i kuranlar eski Aquileia'lılardır. Bizans mozaiklerinin İtal-
ya'ya geçişi Aquileia'lılar tarafından gerçekleştirilmiştir . Venedik, Rr.-
venna gibi Doğu etkisiyle gelişen kentler hep aynı yörededir.
Kongrenin açış konuşmasını yapan COPEM Cİ 'nin başkanı Âry,
AR. Crolliüs yukarıdaki olguları vurgulayarak dünya barışının kurul-
masında kültür ve dinler arasındaki hoşgörü ve karşılıklı anlayış orta-
mının önemine değindi . Bir cizvi t papazı olan Crol l iüs Româ'daki
Universita Gregoriana di Roma'da İslamoloji profesörüdür.
Özgür Brüksel Üniversi tesi 'nde Anayasa Hukuku profesörü olan
Türk asıllı Ruşen Ergeç "Avrupa Kimliği ve Avrupa'da İnsan Haklan"
konulu bildirisinde artık Avrupa'da insan haklarının çiğnenmesi döne-
minin aşıldığını Portekiz'den,
(
İ r landa 'dan Türkiye 'ye or tak bi r düz-
lemde buluşulduğunu belirtti . Bölgesel farklılıkların sorunlar doğur-
este Üniversi tesi profesörü V. Faenza Akdeniz Ülkeler i arasındaki
ekonomik işbirliğinin önemini ortaya koydu.
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 65/111
duğunu, hala işkencenin mevcut olduğunu ifade eden Ergeç zamanla
bunların da aşılacağını inandığını söyledi.
Siena Üniversitesi Roma Hukuku profesörü O. Bucci, İ talyan ve
Hristiyan önyargılık izlenimlerini veren bir konuşma yaptı. İslam kar-
şısında objektif olmayan değerlendirmelere giden Bucci 'ye yönelttiği-
miz tek soru "Hangi İslam?" oldu. Biçime dayalı, özü unutan tutucu
İslam yorumlar ı mı? Yoksa Türk Alevi l iği 'nde olduğu gibi biçime
önem vermeyen sevgi ve saygıya dayalı özgürlükçü, ilerici yorumlar
mı? Aynı soru Hristiyanlık içinde söz konusudur. Dinler dönem, sos-
yolojik yapı ve coğrafi bölgelere göre çok değişik yorumlar içine gir-
mişlerdi r . Örneğin Şia içinde olan İsmal iye köken i t ibar iyle Hasan
Sabbah'ın yolundan gelmiştir . Batı dillerine "assassin-katil" sözcüğü
Hasan Sabbah'ın fedaileri "haşaşin"lerden geçmiştir . Oysa bugün on-
ların lideri olan Ağa Han dünya barışı için bitmez tükenmez çabalar
içindedir. Bugün demokrasiyi yeğleyen Katolik Kilise'si Orta Çağ'da
enkizisyon mah keme leriyle despotik bir yapı içindeydi. -
K. Adenauer Vakfı 'nın İtalya'daki başkanı B. Lamers "Avrupa'da
Hristiyan Demokratların Barışa Bakışı" konulu konuşmasında dinler
arasındaki diyalogun barıştaki rol ve önemini dile getirdi. Gerçekten
de dinler temelde aynı değerleri savunmaktadır. Hepsinin amacı bu
dünyada ahlak, adalet, güzellik ve hakikati güncelleştirmektir . Ancak
tarihsel ve sosyolojik kökenli faktörler değişik yaklaşımları ğetirmiş-
tir.
Tel-Aviv Üniversitesi profesörlerinden bayan N.V. Goldfeld "İb-
rani Geleneğinde Bar ışa Dayal ı Değer ler" konulu konuşmasında, bi -
z im de b i l d i r imizde değ ind iğ imiz ün lü musev i f i l ozo f Mâimon i -
des'den söz etti . Evet Maimonides bir barış ve özgürlük filozofudur.
Ancak bugünkü İsrail devleti Akdeniz'de ne denli barışçı, orası tartış-
ma götürebilir . Bir dönemin ezilen, işkence gören yahudileri bugün
acaba aynı durumda mı? Yoksa ezenlerle yer mi değiştirdiler? Tekrar-
lamakta yarar görüyoruz, her zaman dinlerin "hangi dönemdeki, hangi
yorumu?" diye sormak ge rekir . .
Konferansın son konuşmasında F.A.O. 'nm danışmanlar ından Tr i -
İki gün süren kongerede ilginç bir görünümde Sloven ve Hırvat te-
levizyoncuların konuşmaları izlemesi ve röportajlar yapmasıydı. Aqu-
ileia Belediye Başkanı'na sorulan Yugoslavya'daki bağımsızlık hare-
ketleri ile.ilgili sorunun yanıtı dikkate değerdi. Belediye Başkanı Yu-
goslavya'da çeşitli mezhep, ve ırkların varlığından söz ederek aynı du-
rumun bir gün İtalya içinde söz konusu olabileceğini belirtti .
İnsanlar acaba komiinizm serüveninden ulusçuluk serüvenine mi
gidiyor? Bir yandan barış diyoruz. Akdeniz uygarlıklarım yüceltiyo-
ruz, öte yandan ayrılıkçı hareketler destekleniyor. Ufak Ufak uluslar
acaba ayrılsalar, büyük devletler onlan yutmaz mı? Bu ülkemiz için
de söz konusu, ayrılıkçı hareketleri yürütenler acaba büyük devletler-
ce yutulacaklarının farkında değiller mi?
En güzeli değişik ırk, mezhep, inanç, eğilim, düşünce, felsefe, din
ve kültürlerin oluşturduğu bir insanlık mozaikinin çerçevesinde barış
içinde birarada yaşamak; çok renklilik, mutluluk ve yaşam coşkusu
get i r i r . Akdeniz 'deki plüral izm, renk cümbüşü zengin Akdeniz kül-
türünün ifadesidir. J
Cem Dergisi - Eylül 1991
dayandırmaktadırlar. Böylelikle Hristiyanlığın laikliğe elverişli bir
din olduğunu iddia ederler. İncil bütünlüğü içinde ele alındığında Hz.
İsa'nın bu sözü dünyevi iktidarı küçümsemek için söylendiğini anla-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 66/111
DEVLET v DİN
Taıihin ilk devletlerinden bu yana, yöneticiler her zaman için din-
sel gücü. elde bulundurma k istemişlerdir. B urjuva Devrimlerine kadar
Batı 'da dinle devlet içiçe olmuştur. Bu içiçelik ülkemizde Kemalist
devrime kadar sürmüş daha sonra laik bir düzen' benimsenmiştir . An-
cak benimsenen bu laik düzende tüm dinsel grup, eğilim veya mez-
hepler aynı oranda inanç ve vicdan özgürlüğünden çağdaş boyutta ya-
rarlanamamaktadır. Laiklik kavramı da değişik yorum ve görünümler-
le günümüze gelmiştir . Bu yazımızda dünyadaki din- devlet ilişkileri-
nin değişik yapısal ve hukuksal yorum ve görünümlerine değinmek
istiyoruz.
I. Hristiyan Batı Dü nyası:
• Büyük Fransız Devr imi 'ne kadar ar istokrasiyle ruhban kol kola
devleti idare etmekteydi. Laiklik söz konusu değildi, güçlü bir katolik
baskı tüm halkı ezdiği kadar, diğer din ve mezheplere de yaşam hakkı
tanımıyordu.
Devrimden sonra Fransa'da Kilisenin ayrıcalıklı konumu kaldırıl-
mış ve 1905'den itibaren ele keskin bir laisizm uygulanmıştır . Bu ta-
rihte Devletle Kilise ipleri tamamiyle koparmış, Devletin bütçede din
işlerine ayırdığı paraya artık yer verilmemiştir . Daha sonra Kiliseye
bütçeden pay ayrılmış ve Kilise böylelikle bir anlamda özerk bir ku-
ruluş olarak cemaatin de yardımlarıyla varlığını sürdürmüştür.
Diğer Batı Devletleri 'nde de benzer bir görünüm vardır; hiçbir din
veya mezhep ayrıcalıklı bir statüyle devlet tarafından konulmamak-
t ad ı r . Her mezhep veya d in kend i cemaa t in in gücüy le va r l ı ğ ın ı
sü r dü r mek ted i r . Dev le t ve r g i ge i i r l e r i n i i r b i r b lümünü ( % 8 - 10
civar ında) nüfus ölçütünün oranını gözönün de bulundurarak dağı t -
maktadır. ' '
Din ve Devlet işlerinin Burjuva Devrimlerinden soma böyle ayrıl-
masını burjuva düşünürleri Hz. İsa'nın "Tanrı 'ya ait olanı Tanrı 'ya,
Sezar 'a ai t o lanı sezar 'a ver iniz ." (Mathieu İnci l i 21, 22) sözüne
man ız o l anak l ıd ı r . Hr i s t i yan l ığ ın l a ik b i r dev l e t an l ay ı ş ın ı ben -
imsediğini söyleyemeyiz. İnci l ' in bi rçok yer inde dünyasal ikt idar
küçümsenir ve ortadan kalkması gerektiği ifade edilir . "Tanrısal" halk
ve ilişkilerin, "Sezarcı" ilişkiler alanına, nazaran üstünlük taşıdığı her
ye r de vu r gu l anmış t ı r . Hz . İ sa Dünyasa l dev l e t i n y ık ı lmas ından
yanadır, çünkü "Civitatae Terrana" da (Dünya Devleti) baskı, gut,..
gaddar l ık" vardır . Bu bakış açısı iç inde i lk Hr ist iyâ nlar yaşam ını
sü r dür müşl e r d i r . Ancak güç lü b i r "pa i en" Roma İ mpar a to r luğu
karşısında" boy un eğmekte n" başka çareleri : o lmad ığından dünya
işlerine karışmamışlar, kendi kabuklarına çekilmişlerdir. Devlet de
onlar ı ezmişt i r . M.S. 313 yı l ında Büyük Konstant in ' in yayınladığı
Milano Fermani ve M.S. 380'de Theodosius fermanıyla Hristiyanlık
İmparatorluğun resmi dini olmuştu. Bundan böyle Burjuva devrimler-
ine kadar devlet dinin hegemonyası altına, onun hizmetine girmiştir .
Ünlü din savaşlarından sonra dinle devlet özdeşleşm iştir . ı
Burjuva Devrimleriyle birlikte Batı 'da kilise burjuva devleti ile
"bar ış iç inde bi rarada yaşamak" mecbur iyet inde kaldığı iç in lâik
devleti benimsemiştir . Bugün Katolik Kiliste "Din özgürlüğü" ile ilgili
olarak aşağıdaki temel ilkeleri kabullenir;
- Din özgürlüğü tıpkı diğer hak ve özgürlükler gibi mutlaktır . Bu
bağlamda yapılacak her ttir lü politik ve sosyal baskı insan haklarına
aykırıdır, din, ve mezhe p seçme ve değiştirme hakkı üzerinde ma ddi
ve manevi baskılar ortadan kalkmalıdır,
- Din ve Devlet bi rbi r inden bağımsız olmal ıdı r . Ancak kamu
yararına gerektiren konularda işbirliğine gidilebilir .
- Özerkl iğini koruyabi lmek için Ki l ise ,devlet in sağlayabi leceği
ayrıcalıklan reddetmelidir.
- Yöneticiler çoğunluğun din veya mezhebine bâğlıysalar; azınlık-
ta kalanların inanç özgürlüğüne daha özenli bir dikkat göstermeleri
.gerekir.
Protestan Devlet lere gel ince, Din-Devlet ayır ımı , la ik düşünce
protestan aleme daha XVI. yüzyılda girmiştir . ABD.mezhep çokluğu-
nun cennetidir ve her mezhep özerktir . ABD Anayasası 'nda 1787 tari-
hinde yapılan değişiklikte inanç ve ibadet özgürlüğünü tüm boyut-
larıyla tanımıştır. Böylelikle protestanlığın güçlü olduğu ABD'de de
değişik eğilimler özerk kuruluşlar halinde sosyal yapı içinde yerlerini
uzmansınız" dediği söylenir (Entüm Alamü bi emri dünya-ktim).
Dünya işlerinin dinsel esaslara bağlı düzenlenmesi Ömer zamanında
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 67/111
almaktadırlar. Benzer durum protestanlarm çoğunlukta olduğu diğer
ülkelerde de söz konusudur.
Ortodoks Yunanistan'da da özerk kilise esastır. Ancak diyebiliriz
ki, bu özerklikte Kilise devlet üzerinde büyük baskılar yapabilmekte-
dir.
Demek ki, Hristiyan Ülkelerde din - devlet işlerinde özerkliğe
dayalı gerçek bir laiklik söz konusudur. Kuşkusuz sosyolojik açıdan
azınlıkta olan din ve mezhepler güçsüz olmaları nedeniyle zaman
zaman mağdur duruma düşmektedir; ancak ülkemizde olduğu gibi tek
'çatı altında birleşerek çoğunluğun eğilimi içinde kaybolması kanımız-
ca daha sakıncalıdır.
I I- M Ü S L Ü M A N L I K :
Kur 'an da İnc i l g ib i he r şeyden önce d inse l b i r mesa jd ı r .
Hristiyanlıkta dünya devletini küçümseyip, yerine "Tanrı Devleti"ni
geçirmek
nasıl
varsa; müslümanlıkta da aynı amaç mevcuttur. Ancak
dünya devleti İslamda küçümsenmez. Çünkü, ilk vahiyden 10 yıl
sonra Hz. Muhammed tarafından Allah'ın iradesine uygun bir dünya
devleti kurulmuştur. Amaç onu sürdürebilmektir. İki dinin değişik tar-
ihsel, koşullar içinde ortaya çıkm ası sanki laiklik anlayışlarında fark-
lılık varmış gibi bir yorumu gündeme getirmektedir. Oysa her iki
dinin laiklik açısınan da özü ve esası aynıdır.
Kur'an'm amacı inananlar topluluğunu kurmaktır, ancak bu toplu-
luğun yapısına ilişkin ayrıntılı düzenleme yoktur. Birkaç genel ilke
sayılmıştır ki, bunlarda temelde adalet değerini deyimlemektedir.
Hukuksal nitelikteki ayetler 6236 ayet içinde yoruma göre 2080 ile
500 arasındadır. Bunların hepsi de belli olaylara bağlı olarak inmiştir.
Tarihsel süreç içinde her olay aynı olamayacağından bunlar sadece
örnek teşkil eder. Yeni yorumlar insan tarafından her yeni olayın
ortaya çıkışında, o olaya göre yapılacaktır. Dünya işlerine ilişkin bir
ayırımın olması.gerektiği hususu bazı ylorumcular için önem taşımak-
tadır. Şöyle ki, "Ulül Emre" (dünyevi gücü elinde bulunduranlar) Hz.
Muhammed'in Medine 'de "Siz bu dünya iş lerinde benden fazla
başlamıştır . Örneğin Hz. Muhammed zamanında düzenlenen bazı
kurumları değiştirdiği de rivayet olunur. Başka bir anlatımla laikliğe
elverişli bir yoruma gitmek olanaklıyken, tam tersi benimsenmiştir.
Özellikle Emeviler Döneminde Muaviye ve ondan sonrakiler Devlete
kayıtsız koşulsuz bağlılığı içeren Cebriyeci yorumlarla fanatizmi
özde özgürlükçü olan İslama sokmuşlardır.
Abbasiler döneminde, bir din bilgini olan Halife Me'mun değişik
yorumlar iç inde özgürlükçü Mutezile 'y i benimsemiştir . Bunu din
alemine empoze etmeye kalkınca bir grup alim reaksiyon göstermiş;
böylelikle devlet karşısında ulema düşünsel bir başkaldırı gerçek-
leştirmiştir. Abbasi İmparatorluğu'nun gerileme döneminde "dünya
devletini" Selçuklular ele geçirmiş ve keıidi dinsel yorumlarıyla din-
devlet içiçeliğine bağlı bir yönetim uygulamışlardır. Daha sonra hal-
ifelik Eyyubiler tarafından Kahire'ye götürülmüş ve 1517'ye kadar
orada kalmıştır. Yavuz Sultan Selim'in Memluk Devleti'ni yıkmasın-
dan sonra Halifelik kurumunu ele geçiren O smanlı sultanları bu sıfatı
1774'e kadar kullanmamışlardır. Din ve Devlet işlerinin tam olarak
birleşmesini bu tarihe götürmek kanımızca yerinde olur. Bu tarihten
önce Osmanlı sultanları Kureyş kabilesinden veya Arap olmamaların-
dan dolayı "halife" sıfatını kullanmaktan çekinmişlerdir. Öte yandan
din ve devletin içiçelik ortamına girişi "yumuşak bir füzyon" içinde
zaman almıştır. Osmanlıdaki din -devlet birleşmesi ne Kur'an'm rie de
hadislerin buyruğudur. Tarihsel zorunluluk Osmanlıyı bu yola götür-
müştür. Özellikle Anadolu A levileri üzerinde hegemonya kurmak için
devletin kendi dinsel yorumunu devlet doktirini olarak öne sürmesi ve
"Tanrı da böyle istiyor" zihniyetini yayması gtiç ilişkileri açısından
zorunluydu... Bu anlayıştır ki, "Halife Tanrı'nın bu dünyadaki ğölge-
sidir" ilkesini empoze edilmiştir.
Geliştirilen hukuk sistemi içinde diiısel nitelikten fazla dünyevi
kaygılar daha ağırlıkİıdır. 1925'de Halifeliğin Mustafa Kemal tarafın-
dan kaldırılması yalnız Türkiye'de değil tüm İslam dünyasında büyük
çalkantılara yol açmış tık ' '
Bugün İslam nüfusunun ağır l ık ta olduğu ülkelerde din-devlet
ilişkileri açısından 3 eğilim vardır:
- Şeriatın uygulanmasını isteyen radikal miislümanlar
- Katı. jakoben laikler
gerekir. Devletle-din içiçe olduğunda kim kime "dur" diyecektir?
3- Din eğit imi, "Kur'an Kurs ları" gibi konularda da devlet
tamamiyle tarafsız olacaktır.
Cemaatler kendi din eğitimi biçim ve
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 68/111
- Balı da olduğu gibi her din, eğilim ve mezhebin kendi özerk
'örgütlerinin kurulmasını isteyenler.
Kanımızca Batı 'nın getirdiği sistem daha sağlıklı ve çağdaş görün-
mektedir . Böylel ikle çeşi t l i mezhep ve dinler daha özgür lükçü bi r
ortam içiıule gelişebilirler ve diğer mezhepler karşısında güç dengesi-
ni sağlarlar. Bir ayrıca çoğunluğun elinde bulunan din örgütüne , azın-
lıkta olan mezhep veya dinin vergileriyle destek vermesi gibi mantık-
sız bir .olayı da ortadan kaldırır . Bu tür bir yaklaşım ancak jakoben
laikler le , fanat ik dinci ler in işine gelmez, çi inkt i onlar sosyal ve
hukuksal baskılarla herkesi kendileri gibi düşünmeye ve inanmaya
'zorlamaktadırlar. Böyle bir düze nlem ede şu aııa ilkeleri benim semek
gerekir;. . '
1- Plüralizmc saygı: Her tiir lii din ve mezhebin inanç, ibadet ve
örgütlenme ö zgürlüğünü güvence altına almak, saygı göstermek .. Bu
sadece din alanında değil, kültür ve ideoloji açısından da zorunlu bir
demokrasi ilkesidir.
Sosyal Devlet anlayışı ' içinde bu .saygıyı-daha da ileri götürmek
zorunludur. So.şval Devlet iııaııç. ibadet, kiiltiir ve ideolojik farklılık-
ları içinde olan tüm eğilimlere ve özellikle gücsü/. olanlara destek
vermek mecburiyetindedir.
2 - Dev le t i n Din ; D in in Dev ie t Ka r ş ı s ı nd a Öze r k l i ğ i : T a r ih
göstermiştir ki. Devlet dini her zaman için kendi politik çıkarlarına
alet etmiştir . Öte yandan resmi din her zaman için tutucudur. Resmi
dinin yanında olan eğilim ve tarikatlar da tutucu olur. Ülkemizde de
resmi din yandaşı olan tarikatlar tutucuyken;' resmi din dışında kalan-
lar daha özgürlükçüdür. Bu nedenle din ve devletin birbirinden ayrıl-
mas ı ge r ek i r . Dev le t öne r d iğ imiz a l t e r na t i f i ç i nde kamu ya r a r ı
anlayışıyla tüm özerk kuruluşları denetlemeli., ( ilke kültürüne aykırı
hareketle.karşılaştığında yasai önlemleri almalıdır. Tüm özerk kuru-
luşları denetleyen, onların üstünde olan bir devlet öbjektiviteyi de
sağlar. Devlet din işlerinin uzmanı değildir, o bu dünyayla ilgilenir.
Din "bu dünya" işlerine karışmaya kalkarsa devletin "dur" demesi-
sistemini kendi ler i düzenlemel idi r . Devlet ancak bi r denet im gücü
olmalıdır.
4- Devlet okullarında din dersleri seçimlik ders haline getir-
ilmeli ve içeriklerinde karşılaştırmalı din ve mezhep görüşlerine
yer verilmelidir.
Din-deVlet işleri, laik çağlar boyunca toplumların temel sorun-
larından biri olmuştur. Her din tarihsel süreç içinde bu ilişkiyi sosyal
ve kültürel koşullara göre değişik şekilde ele almıştır . Dinler siyasal
iktidarları etkilemeyi ve yönetmeyi pek sevmişlerdir. Oysa iktidar-
ların dinsel esaslara dayanması özgür ve demokratik ortamı ortadan
kaldırır . Dünyasal iktiar, "gökyüzünü" de yanına destek alırsa itiraz
ve eleştiri yok olur.
(
Batı, özerk sistemle sorunu çözümlemiştir. Orada ordu, basın,
sendikalar gibi Kilise de bir baskı grubudur. O da belli bir siyasal
part iyi destekler, sosyopol i t ik yaşamda tavrını ortaya koyar.
Ancak ülkemizde olduğu gibi devlet çatısı içinde değildir. Devlet
çatısı altında olan Diyanet İşleri laik devlet anlayışına aykırıdır.
Cem De rgisi- Ekim 1991
açıyorsa belki de sevap kazandırır. Allah'la kul arasındaki ilişkidir, bi-
zi i lgilendirmez. '
Din ve mezhepler aras ındaki sür tüşmenin kaynağı yönetici ler in ik-
t idar ve güçler ini sürdürmek için kendiler ine yakın din adamlar ı tara-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 69/111
DİN VE MEZHEPLER
ARASINDA DİYALOG
Taıihin oluşum süres inde din ve mezhepler aras ında süregelen sa-
vaş ve mücadeleler in önemi yads ını lması olanaks ız 'bir gerçektir . Bazı
katı marks is t ler hala tar ihin akış ında tek etmen (faktör) olarak ekono-
mi ve s ınıf lar aras ı mücadeleyi görmektedir ler . Ekonomi ve s ınıf mü-
cadeles i kuşkusuz etki l idir , ama tek bel ir leyici etmen değildir . înanç
ve ina nç biçimi insanlar ı , toplumlar ı büyük savaş lara i tmiş t ir ve i tme-
ye de devam etmektedir .
Descar tes ' in deyimiyle "dünyada en adil dağıtı lan şey akıldır;
çünkü herkes kendi akl ından memnundur."
Yüreği ve aklıyla bi l-
diği , inandığı şey için insanoğlunun sürüklenmeyeceği serüven yok-
tur . Bireysel yaşamımızı ele alal ım, akıl satmaya bayıl ı r ız . Başkalar ı-
nın aklına küçümseriz, onlara kolaylıkla "geri zekalı" -damgasını vu-
ruruz. İ ı ıanç için de aynı şey söz konusudur . Dünyada oransal olarak
ç o ğ u n l u k p a i e n i n a n ç l a r a s a h i p t i r a m a b i z h a l a B r a h m a n i z m i , ,
Budizmi kavnyamıyoruz, anlayamayız; hat ta onlan küçümseriz. Bağ-
naz Hris t iyan için müslüman olmak anlaş ı lması olanaks ız bir sapma-
dır . Bağnaz dindar , Yahudiler düşmandır . Bağnaz Musevi için Hz. İsa
şaı t lananlar diğer dinler in mensuplar ı i f lah olmaz sapkınlardır . "Vel-
hası l en büyük benim dinim ve mezhebim başka büyük yok. . ."
Neden diyaloglar kurulmuyor? Oysa bütün dinler in amacı aynıdır .
İyiyi , güzeli , doğruyu, hakikati tanımak, bulmak ve sevgiye, saygıya
dayalı bir yaşam sürdürmek. . . Farklı lar kanımızca ayr ınt ıdan ibaret t i r .
Bir inin bir yiyeceği yememiş i , diğer inin içki içmemesi , başkas ının
ibadetini başka tarzda gerçekleş t irmesi biçime i l işkin ayr ınt ıdan iba-
ret t i r . Eğer içki kötülüğe yol açıyorsa günahla sonuçlanır ; yok eğer
sevgi ve muhabbet doğurursa, doğru ve güzel edim ve eylemlere yol
f ından üret i len düşünceler in ki t lelere aktar ı lmasıdır . Kit le bir süre
sonra üret i len inanç biçiminin kendi öz düşünces i olduğunu sanar ,
onun kör savunuc usu haline gel ir . Denir ki ,
"mülkiyet en güç lü hırs-
ların başında gelir." Doğrudur , düşünce ve inanca i l işkin mülkiyet
hırs ı kanımızca heps inden güçlü olanıdır . İnsan herşeyden ödün vere-
bilir, ama
"düşünce ve inanç mülkiyetini"
korumak için ölüme bile
gidebil i r . Oysa iş in traj ik yanı o düşünce ve inanç biçimi as l ında ken-
di öz düşünces i bi le olm ayabil ir .
Bu yar ı bi l inçl i serüvende insanlar birbir ini kesmiş , kır ıp geçir -
miş t ir . İs lam'daki mezhep farkl ı l ıklar ının i lk kıvı lcımı ikt idar hırs ın-
dan çıkmış t ır ; Haçlı Sefer ler i 'n in baş langıcı da para ve ün kazanma
tu tkus una dayanm ak tad ı r . H ı r s ve tu tku la r f a rk l ı inanç b iç im le r in i
kullanmış lardır .
Hz. M.uhammed' in kar ıs ı Ayşe, Mervan, Yezid ve Muaviye i le iş -
bir l iği yaparak Hz. Ali ve onun oğullar ıyla mücadeleye girer . Amaç
iktidan ele geçirmektir . Çıkar mücadeles inden başka bir anlamı olma- .
yan bu savaşa, inanca dayalı pek çok gerekçe bulunmuştur . İs lam'da
katı yazgıcı l ığı savunan Cebriye Felsefe okulu bu mücadelenin ürünü-
dür.
Y obaz H r i s t iyan la r H aç l ı S e fe r l e r ine ge rekçe haz ı r l a rken , K u-
düs 'ün, kutsal kentin "deccaf ' a tapanlann el inde olduğunu ve kur tar ı l -
ması gerektiği düşünces ini iş lemiş lerdir . Oysa onlar ın "deccalin ço-
cuklar ı" dediği müslümanlar ın Kutsal Kitabı Kur 'an 'da Hz. İsa
'ya
çok
önemli bir yer ve değer ver i lmektedir . Kur 'an Hz. İsa 'yı Mesih olarak
kabul etmektedir ' . Ktır ' an "Ona ruhumuzu gönderdik. Ruh ona tam bir
insan şeklinde göründü" (Kur'an 19, 17-21), (. . . .) "Bakire kalana ruhu-
muzdan üf ledik. Onu da oğlunu da cihana ibret yaptık" (Enbiya Sure-
si 21, 91) demektedir. Hz, İsa'ya bu denli önem verilirken, hatta bir
anlamda yukar ıda Kur 'an 'dan al ınan surelere göre "kutsal ruh" olduğu
kabuk edil i rken b unca savaş lar ın anlamı nedir? Ç ıkar ve ikt idar hırs ı
bu apaçık hakikatler i bi lmeyen zavall ı ki t leler i kandırarak Kudüs yol-
lar ına gönder ip bugün de mevcut olan düşmanlık tohumlar ını serp-
miştir.
Yobaz müslüman da kuşkusuz Hz. İsa'nın Kur'an da yukaııda be-
l i r t t iğ imiz konumunu bi lmemekte veya bi lmek istememektedir . Bu
Eğer farklılıkların temelinde kişisel hırs ve ihtirasların yattığını;
yaşam tarzı, gelenek ve göreneklerden kaynaklandığını anlarsak diya-
log kurabiliriz.
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 70/111
nedenledir ki, onun için Hz. İsa'nın doğumunu kutlamak gâvurluktur.
Yobaz insan her zaman için bir düşman, karalayacak bir konu bulma
ihtiyacı içindedir.
Alevi-Sünni , Protestan-Katol ik , Katol ik-Or todoks, Angl ikan-Ka-
tolik mezhep, sürtüşme ve çekişmelerinde ihtiras, tutku ve hırsların
çok büyük yeri vardır. Örneğin Anglikan Kilisesi 'nin doğumu tama-
miyle
N
"uçkur" sorununa dayalıdır. Kadınlara çok düşkün olan İngiliz
Kralı VIII. Henry, Katolik Kilise kurullarına göre karısını boşayama-
ymca "Vatikanı" boşayıp yeiıi bir mezhep kurmuştur. 1054'de Doğu-
Batı Kiliselerinin Katolik-Ortodoks olarak ikiye ayrılmasının nedeni
Doğu Roma İmparatorluğu'nuıı, Bizarısın "cismani güce ruhani güç"
desteği getirmek istemesidir. Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılma-
sından sonra Vatikan'ın yeni konumu Bizans'ı rahatsız etmişti. Ayrıca
Doğu ile Batı arasında sosyo-kültürel farklılıklar vardı. Bu ayrılma-
dan sonra çıkar çatışmaları o boyuta ulaşmıştır ki, Katolik Batılılar;
•
Haçlı Seferleri sırasında Bizansı işgal ederek yağmalamalardır. Müs-
lümanları ezm e bahanesi içinde işte hristiyan'ın hristiyan'a yaptığı...
Alevi-Sünni ayrılmasından da kanımızca başlangıçta iktidar mü-
cadelesi önemli bir olgudur. İktidar mücadelesine, biçime ilişkin bazı
ayrıntılar getirilmiş ve kitleler tahrik edilmiştir . Tarihte önce işi kimin
başlattığı sorulmaz, çünkü yorumlar farklıdır; yanlış sonuçlara ulaşı-
labilir . Kaldı ki
;
yararı da yoktur. Namaz, niyaz, oruç abdest gibi ko-
nularda ayrı bakış açıları öz ve esasa ilişkin değildir. Önemli olan Al-
lah'ın birliğine inanmak, kul hakkı yememek, birbirini sevmek ve say-
mak; sevgi birliği içinde Tanrı 'ya ulaşmaktır . Birbirinin inanç biçim
ve anlayışını saygıyla karşılamak, anlaşılmasında güçlük çekilen ko-
nularda uygarca tartışmak, karşılıklı suçlamalara girmemek yeğlen-
mesi gereken yoldur. Tarihte olanların muhasebesini sürdürmek an-
lamsızdır, kin ortamı doğurmaktan başka bir yararı yoktur. Tarihteki
olayların öcünü alrçıa psikozu yanlıştır . Artık bugüne bakmalı, diyalog
Ortamı kurmalıyız. Dostça ve uygarca diyalog ortamı içinde yaşamak
ülke birliği için de gereklidir . '
Sünni ve Alevi elele verip İslam'da özgürlükçü yorumları birlikte
geliştirebilirsek barış ortamını gerçekleştirdiğimiz kadar İslam uygar-
lıkların "Orta Çağ" karanlıklardan kurtarıp akılcı aydınlık ufuklara
yönlendirebiliriz.
Cem Dergisi - Mart 1992
Yezid yandaşlannca geliştirilen totaliter Cebriye felsefesine yakın bir
sünni yorumunu benimsemişlerdir.
İ slamın özgür lükçü yorumlar ından bi r i o lan "islam rönesansı -
nahîda" Batı 'nııı etkisiyle XIX. yüzyılda gündeme gelir . 1798'de Mı-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 71/111
AKIL-SEVGİ SENTEZİ
İslam diniyle Hristiyanlık karşılaştırıldığında yüzeysel bir yakla-
şımla, Hristiyanlığın gelişmelere olanak sağlayan, laikliğe elverişli ,
insan haklarının güvenceye alınmasında engeller getirmeyen bir din
olduğu öne sürülür. XX. yüzyılın Hristiyanlığı için, belli kesim ve
yaklaşımlar açısından bu yargı doğrudur. Aristoteles, Akinolu Aziz
Thomas, Descartes felsefesini izleyerek aklı, irdelenmemiş inanç ve
imanın önüne çıkarak Hristiyanlığa demokrasi getiren çağımızın ras-
yonalist f ilozofları "güleryüzlü Hristiyanlık" imajını yaratmışlardır.
Ancak hiçbir zaman Orta Çağın ceberrut ve karanlık Hristayanlığını
unutmak kolay değildir. Hristiyanlık özgürlükçü aşamaya gelirken bir
hayli zorlanmıştır . .
İslam'ın da özgürlükçü, gelişmelere elverişli , insan haklarını ön
plana alan yorumlan vardır. Anadolu Aleviliği, mutezile, XIX. yüz-
yılda başlayan "İslam rönesansı. nahda" hareketini bu bağlamda ele
almak gerekir. Özgürlükçü İslam köktenci, bağnaz yaklaşım ve yom-
lardan çok farklı olup laikliğe uygun bir sosyal düzlemin oluşmasına
elverişli düşünsel ortamı hazırlayabilir . ,
Kuşkusuz genelde yaygın haliyle XX. yüzyılın İslamı köktencidir;
özgürlükçü eğilimler azınlıkta kalmaktadır. Sadece yüzyılımızın de-
ğil, "İçtihat kapısının" kapanması denilen dönemlerden, XI. ve XII..
yüzyıllardan bu yana "İslam Alemi" Orta Çağ karanlıklarına girmiştir .
Bunun böyle olmasının çeşitli nedenleri vardır. En başta geleni de en
güçlü İslam Devleti olup güç ve etkisini Batı Akdeniz'den Endonez-
ya'ya kadar yayan Osmanlı yöneticilerinin Eş'ari felsefesine bağlı tari-
katlara mensup oİmalanydı. Osmanlı Devletini yönetenler ve onlara
bağlı beyler, ayan Eş'ari geleneğe sadık tekke ve zaviyelerin üyeleriy-
di. Fıkıhta sünni-hanefi; kelamda Eş'ari Osmanlı Medresesi özgürlük-
çü İslam yorumlar ının gel işmesine olanak sağlayamamışt ı r . Asker i
devlet düzeni de ilerici, özgürlükçü, liberal felsefeye zaten pek olum-
lu bakmaz. Sünni olmalarına rağmen, Osmanlı yöneticileri Muaviye-
sı r 'a çıkan N apoleon B onapar te Ordusu. İ slam Alemini düşüncelere
sokarak düşünmeye itmiştir . Her şeyden önce güçlü bir Hristiyan uy-
garlığına tanık olan müslümanlar, İslam topluluklarının derinlemesine
bir reform ihtiyaç duyduğunun bilincine varmışlardır. Sosyal, kültü-
rel, askeri tüm kurum ve yapılarda köklü değişiklikler gerekmekteydi.
Değişikliklerin yapılabilmesi inanç, düşünce ve
felsefeye,
yeni bir ba-
kış açısının getirilmesine bağlıydı. Tapkı Hristiyanlıkta olduğu gibi,
İslama "akıl çağı" getirilmeliydi. '
Napoleon burjuva devriminin felsefesini yaymaktaydı. Ordusuyla
birlikte bir grup bilim adamı, mülhendis, doktor ve hatta tiyatro toplu-
luğu dahi getirmişti. Aydınlanma Çağı'nın ilkeleri akılcılık, özgürlük,
tevekkül içinde düşünced en uzak yaş ayan mü slümanlar için. kurtarıcı
değerlerdi.
Daha sonra Kavalalı Mehmed Ali Paşa Fransa'dan güçlü eğitim
kadrosu getirterek okullar kurdurmuştur. Okullann başında bulunan-
ların çoğu çeşitli katolik düzenlere bağlı din adamlarıydı. Akıl çağına
geçmiş Hr ist iyanl ık deneyimler ini İ slama aktarmaktaydı Bu arada
protestan anglo-saksçnlar da Kahire Amer ikan Üniversi tesini kur-
maktaydılar.
Mehmet Ali Avrupa'ya öğrenciler göndermişti. Bu öğrenciler ve
ülkede yaratılan eğitim seferberliği "İslam rönesansının" temellerini
atmışt ı r . Örneğin ElTahtawi (1801-1873) Vol tai re , Rousseau, Con-
dillac, Montesqueu gibi filozofları Mısır 'a tanıtmıştır . Tahtawi Batılı
Ülkelerinin hukuk yapısının Şeriata girebilmesi hususunda çalışmalar
yapmıştır . XIX. ve XX .. yüzyılda birçok felsefi akım M ısır 'a gelmiş ve
bu arada El-Ezher 'e rakip, olarak kurulan Özgür Kahire Üniversite-
sinde Batılı din adamları ve filozoflar rasyonalist temelli eğitim ver-
mişlerdir.
Dine yeni bakış sadece Mısır 'da değil XIX. yüzyılda Magrib'deki
ülkelerde de gündem e gelmiştir . Oysa 'merkez deki B atı etkisi katı Os-
manlı Uleması 'nı hiçbir şekilde yumuşatamamıştır , Osmanlı Ülkesin-
de kuşkusu z idari, hukuksal, hatta ekono mik reformlara tanık olmak -
tayız. Tanzimat Fermanı, İslahat Fermanı, 1876 Anayasası, 1909 de-
ğişikl ikler i kuşkusuz önemi yadsmamayacak gel işmelerdir . Ancak
halkın kültür yapısını etkileyecek, aydınlanmaya düzlem oluşturabile-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 72/111
cek düşünce, inanç ve felsefeye ilişkin yeni atılımlara rastlamak bu
dönem için olanaksızdır. Hatta diyebiliriz ki, bugün dahi kimse, dü-
şünce dinde yeni yorum, akılcılık gibi konuların işlenmesiyle ilgili ça-
lışmalara girmemekte, işin kolayına kaçarak (hatta militarist bir zihni-
yetle) tepeden inme kural, norm ve yasaklarla toplumun sosyal yapısı-
nı değiştirebileceğini sanmaktadır. Osmanlıdan gelen yazgıcı Eş'ari
tutuma çağdaş bakış açısını içeren akılcı dinsel yaklaşımlar getirilme-
diği taktirde dinde yobazlık sürüp gidecektir .
Akılcılıkla birlik bu toprakların hamurunda bulunan ve Anadolu
Aleviliği 'nin benimsenip sanat, kültür ve edebiyatta işlediği sevgi do-
lu mistisizm pırıl pırıl bir sentez oluşturabilir . Orta Asya'nın şaman,
hindu gelenekleri, Ön Asya'nın panteist Tanrı anlayışıyla birleşince
Tanrı 'nın bir zerresi olan insan sevgide kutsallaşır . Tanrı 'yı severken
birbirimizi severiz. O Tanrı ki, aynı zamanda evrensel akıldır, logos-
tur. Biz de onun bir parçası olarak akılla donatık bulunmaktayız. Bizi
birbirimize bağlayan sevgide akıl zaten vardır. Sevgi insan aklının
öneminin bilincindedir. Akılcılığı savunan "nahda" hareketinin ileri
gelenler i Cemalet t in Afgani , Muhammed Abduh İslam mist isizmine
sıcak bakmışlardır. İslam mistisizmi kanımızca bugün Anadolu Alevi-
lerince temsil edilmektedir. Başka nerede sevgi bu denli ön plana çı-
kar ı lmaktadır? Hal lac- ı Mansur , Hacı Bektaş; Yunus Emre bugün
Anado lu Aleviliği içinde duyrulm akta, ezgilere konu olmaktadır. •
Ancak sevgi salt teslimiyite yönelirse bağnazlık doğabilir . Bu ne-
denle akılla sentezleştirmek gerekir. İmam Gazali de tasavvuf erbabı-
dır, ama o teslimiyitçi bir vahdet öngörerek tutucu yorum lar getirmiş-
tir . Tanımayan, bilmeyen sevgi kördür. Akılla bilinçli bir şekilde sev-
gili sevilirse daha kalıcı, daha güzel olur.
Uygarlığın beşiği Anadolu toprağı, İslamın özgürlükçü yorumları-
nın bu topraklardan gelen mutezile akımı, İbni,Rüşt, Farabi gibi fılo-
zoflarca benimsenen akılcılık, öte yandan sevgi dolu Anadolu misti-
sizmi er veya geç yeni bir sentez doğuracaktır .
NEDEN AKIL-SEVGI SENTEZİ
Bundan önceki yazımızda akı l - sevgi sentezinden söz etmişt ik .
Şimdi bunu biraz daha açmaya çalışalım. İşlam düşüncesinde Allah'a
ulaşma yolları kayıtsız koşulsuz iman, akıl ve,sevgi olarak üçe ayrıl-
mış gibi görülür..
Kimine göre doğmalara kayıtsız koşulsuz iman edeceksiniz, fazla
sorup sorgulamayacaksın, akıl seni yanıltır , iman et yeter. Bu tür,bir
yaklaşım isterse iyi niyetli olsun, çıkar peşinde koşan, siyasal etkisini
pekiştirmek isteyen güçlerin elinde halkı sömürmek için "kurnaz"
bir yönteme dönüşebi l i r . Ni tekim, İslamın bağnaz
Cebr iye
yandaşı
.yorumcuları Emev i halifelerinin yanında halkı bu anlayış içinde uyut-
masını bi lmişlerdi r . Osmanl ı 'da da, XV. yy. 'daı ı i t ibaren Ebusuut
Efendi türünden hacıhoca takımı herkesin hakikata ulaşamayacağını
söyleyerek kendi hegemonyalarını sürdürmüşlerdir. Böylelikle halkın
sesi kısılmış, padişah ve saray'mollaları dilediklerince toplumu yön-
lendirmişlerdir.
İkinci ğıup hakikat ve Allah'a ulaşmada temel yöntemi akıl olarak
görenlerdir. Bunlar
Mutezile
kökenli İslam rasyonalistleridir. Fahret-
tin Razi. İbni Rüşt. İbni Sina. Farabi ve XIX. yy.
"nahda İslam röne-
saıısının"
temsilcileri de akılcıdır. Akılcılık felsefe tarihine iinlii Yu-
nan Filozofu Aristoteles'le girmiştir . Akılcılara göre insanın doğrula-
ra. hakikate ve giderek Allah'a ulaşması objektif dış verilerin akıl süz-
gecinden geçirilip bir analize tabi tutmasıyla olanaklıdır. Doğayı, de-
ğerleri iyi bilip tanıyan insan giderek mutlak hakikate ulaşır. Allah'ı
kör iman yerine, aydınlık akılla tanımalmıyız. Bilim bizi salt hakikate
götürür. .
Allah'a sevgiyle ulaşanlar ise tasavvuf erbabıdır. Onlara göre Al-
lah aşktır; aşık olmasını bilmek gerekir. Sevgi, aşk hiçbir karşılık ve
çıkar beklemeden özver iyle sevgiyle bağlanmakt ı r . Kuşkusuz sevgi
olmadan Tanrı inancı olamaz. Ancak tanımadan sevilmez. Bilinme-
yen ııasil sevilebilsin ki? Bir meçhulu sevmek olanaksızdır. Kör sev-gi
yanıltabilir.
Kör sevginin yerini bilerek sevmek tasavvuf felsefesinin genel ça-
tısı içinde yer alabilir . Tasavvuf felsefesi bilindiği gibi bir panteizm-
Böylelikle ihtiraslarından tutkularından arınır,' güzelleşir , güzele ula-
şır , sever ve sevilir . İ lahi aşk mutlak hakikate:bilim ve bilgiye ulaşıl-
dığı oranda gündeme gelir ,
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 73/111
dir . Yani Tanr ı -Doğa içiçel iği tasavvufun özünü oluşturmaktadır .
"Enel Hak"
diyen Hallaç doğa içinde maddi ve manevi varlığıyla
Tanrı 'nın bir parçasıdır.
Doğanın bir parçası olan, doğayla bütünleşen insan cosmosu tanı-
maya mahkumdur. Vahdetin bir parçası olduğunun bilincine varılma-
dan, kendini ve bütünü tanımadan sevmek rüzgara kapılan bir yaprak
gibi oradan oraya sürüklenmektir .
Hz. Muhammed ve Hz. Ali 'nin bilim ve bilmeye ilişkin sözlerini
burada tekrarlamaya gerek yok. İnsanoğlu boyutları belirlenmiş bir sı-
nav alanına bırakılmıştır . Allah evrenin boyutlarını çizmiş ve insanı
buraya yollayarak iyiye, güzele, doğruya, hakikate, ahlaka, sevgiye
dayalı bir yaşam sürdürmesini buyurmuştur.
Evren adeta Allah tarafından kurulmuş bir sahnedir ve insanoğlu
bu sahne içinde yukarıda belirttiğimiz değerlere bağlı olarak bir oyun
oynayacaktır . İyiyi seçerse ödüllendirilecek, kötüyü yeğlerse cezalan-
dırılacaktır . İnsanoğlu iyi-kötü arasındaki seçimde özgürdür, iradesi
hürdür.
Ancak neyin iyi, neyin güzel, neyin doğru, neyin sevilir olduğunu
anlaması tanıma ve bilmeye bağlıdır. Bizi de bilgiye götüren yeti aklı-
mızdır. O halde sevebilmemiz için bilmemiz gerekmektedir.
Sanılmasın ki, tasavvuf erbabı kendi kabuğuna çekilmiş cahil der-
vişlerdir. Onlar hakikati dere tepe dolaşarak halka aktaran yüce bilgi-
lerdir. '
Onlar dünyanın çıkara dayalı ilişkilerinden kendilerini soyutlaya-
rak salt hakikat aşkıyla yanıp tutuşan ermişlerdir. Ermişlikleri bilge-
liklerinden kaynaklanır.
Herkesin sal t hakikate ulaşamayacağı "bat ı ı ı î" anlayamayacağı
söylenir. Doğrudur. Nesnelerin ve varoluşun özünü kavramak herkes.
için olanaksızdır.
Bilim için çaba. sarfeden öze yaklaşabilir . Tanrının bazılarını öze
ulaşır bir nitelikte yarattığı, onların
"batınî"
anlamları bilebileceği;
ancak onların ermiş kişi olabilecekleri anlayışı kanımızca doğru de-
ğildir, Herkes, bilim için gayret gösterdiği oranda, bildiği ölçüde erer.
Sevgi ve aşkın kaynağı yürekle, bilginin kaynağı akıl birlikte haki-
kati bulur.
Tekkelerde eza ve cefayla yoğrulan derviş bunu dünyanın günlük
çıkar ilişkilerinin psikozundan kendini arındırmak için yapar.
Böylelikle hakikatle kendi arasında engel oluşturan sisleri aralar,
bulutları kaldım. Bilgi ahlaksal değerlerin içinde ancak elde edilebi-
lir , Maddi çıkar aleminden kendini soyt)tlamayan salt hakikate ulaşa-
maz.
İlk sufiler, i lk tasavvuf erbabı da akıl-sevgi birliği içinde hakikate
ulaşabilineceğini belirtmiştirler. Antik Yunan Felsefesi içinde de Sok-
rates, Platon, Aristoles ve Stoacılar benzer yaklaşımlar getirmiştir .
Sevgi ve akıl birbirini tamamlarsa hakikate ulaşabiliriz. Kayıtsız ko-
şulsuz, irdelenmemiş kör iman yerine sevgi ve akılla Tanrı 'ya ulaş-
mak, bilinçle onu tanımak daha köklü bir iman olsa gerek.
Yazımızdan dünyadan kendimizi soyutlayarak dervişvari bir ya-
şam sürdürelim anlamı çıkmasın. Eğer tek başına "aşk" deseydik belki
bu yargı doğru olabilirdi.
Sevi-akıl sentezi tam tersine bu dünyanın da hakikatin bir parçası
olduğunun bilincindedir. Bu dünyanın önemini yadsımaz; salt güzele
ulaşmak için bu dünyanın toplumsal ilişkilerini de güzelleştirmeye ça-
lışır . Ahlakın egemen olduğu, sömürünün kalktığı insanın insana say-
gı gösterdiği, işkencenin olmadığı ortamda ancak doğrular bulunabi-
lir . O halde tann aşkı, akıl-sevgi sentezi ahlaka dayalı aktif bir yaşam
biçimini de içermekted ir. -
Cem Dergisi - Mayıs 1992
ALEVİ D ÜŞÜN CESİ
VE MASSİĞNON
göre İslamın Sünni yorumlan özden uzaklaşmıştır . Sufilik Hristiyan-
lık veya Hindu çilekeşliğinin etkisinden değil, bizzat Kur'an'm ruhun-
dan öz ve esasını almaktadır.
Massiğnon daha sonra en büyük ve en bilinen yapıtı olan
"İslam
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 74/111
Din ve mezhepler arasında, diyalogun sürdürülmesi ve Orta Do-
ğu'da barışın kurulması hususunda XX. yüzyılda büyük çaba göste-
renlerden biri de, Fransız bilim adamı Louis Massignon'dur. Massiğ-
non tüm ışığını bi r Müslümandan, tasavvuf erbabı Hal lac- ı Man-
sur 'dan almıştır . Kanımızca Hallaç, Anadolu Aleviliği 'nin de temel
felsefesini oluşturan, Tanrı-doğa içiçeliğinin en güzel örneğidir. Bilin-
diği gibi Alevi düşüncesinde Tanrı görünüm kazanmak ister ve fışkı-
rır; Evren adeta görünüm kazanan Tanrı 'nın aynasıdır. Bu tür bir atla-
yış Hallac'ta mevcuttur ki, ona "Enel Hak" dedirtmiştir . Anadolu Ale-
viliği 'nin özgürlükçü olmasının nedenlerinden biri de, bireyi Tanrı 'nın
bir parçası olarak algılamasıdır.
1883 doğumlu Louis Massiğnon Paris'de Sanskritçe, Arapça ve İs-
lam Sosyoloj isi öğrenimi görmüş ve genç yaşta 1906 'da Kahire 'de
Fransız Arkeoloj i Enst i tüsü 'nde çal ışmaya başlamışt ı r . Daha sonra
Bağdat 'a geçen Massiğnon burada Hallac'ı tanımış ve Kur'an üzerine
çalışmalar yapmıştır . Hallaç felsefesi, dervişlik onu derinden etkile-
miş ve üç tek tanrılı dinin özünün, özveri içinde doğrunun, güzelin,
iyinin peşinde koşan "abdal"lıkta olduğunu anlamıştır . 1908'de Bağ-
dat 'ta Osmanlı yönetiminde casusluk iddiasıyla tutuklandığında; ha-
piste ilk duasını Arapça yaptığını kendi ifade etmektedir. Arapça ve
İslam onu daha önceleri pek ilgisi olmadığı kendi peygamberi Hz.
.İsa'ya da ulaştırmıştır . Avrupa ve Osmanlı ülkesinde geziler yapan
Massiğnon çeşitli üniversitelerde dersler vermiş ve üç tek tanrılı dinin
"Abdallarım" tanımaya çalışmıştır . 1913 yılında İstanbul'da Hallac'ın
Kitab-ul Tavasin adlı kitabım yayına hazırlamış ve sufilikle birlikte
bu büyük tasavvuf erbabım Batı 'ya tanıtmıştır .
Massignon'a göre Müslümanlık da Hristiyanlık gibi Hz.-İbrahim
kökenl idi r : Oğul lar ından İsmai l ' in yolunu Arap gelenek izlemiş ve
Hz. Muhammed'le sonuçlanmış; diğer oğlu İshak'ın yolu ve sülbü Hz.
İsa ile noktalanmıştır . Ancak bunlar en son aşama değildir. Tanrısal
nefes her insanda mevcuttur. Gerçek İslam sufilik içinde yer alır; ona
Şehidi Hallac'ın Tutkusu-çilesi" kitabını yazmıştır . Bu kitapta Mas-
siğnon, Hz. İsa, Hallaç ve Âsiz'li Aziz Françoiş arasında bir paralellik
kurar. İnsanlığa kendini adayan, insanlık için acı çeken herkes kutsal-
dır. Massignon'a göre Hz. Fatma'da bir "abdaldır"; o da insanlar için
acı çekmiştir .
Massiğnon, 1928'den itibaren Filistin sorununun çözümü için Ya-
hudilerle Müslümanlar arasında arabuluculuk girişiminde bulunmuş-
tur . Ona göre
"vaadedilmiş toprak"
Hz. İbrahim'in çocukları için
söz konusudur. Bunlar da Hz. İshak'dan gelen Museviler ve Hristiyan-
lar; Hz. İsmail 'den gelen Müslümanlardır. Bu tür bir bakış açısı üç tek
tanrılı dinin "barış içinde birarada yaşaması" bağlamında akılcı bir
yaklaşımdır.
Massiğnon, 1947 yılında Papa Pius XII. ilegörüşme yaparak Hris-
t iyanlann, Müslümanl ığın di l i o lan Arapçayla ibadet yapabi lmeler i
için izin almıştır . Paris'de dinler ve özellikle İslam Sosyolojisi dersle-
rini sürdüren Massiğnon, Kanada'da, ABD'de. Kuzey Afrika
da konfe-
ranslar vermiştir . Yaşamın sonuna kadar Filistin ve Cezayir 'de Müslü-
manlara karşı yapılan haksızlıklarla mücadelesini sürdüren bu barış
adamı hümanist yapısını Hâllac'da bulurken, aslında belki de Anadolu
Alev iliğinin Felsefesini yaklaşıyordu. 1962 yılında ölen Massiğnon
sık sık Türkiye'ye gelip Efes ve Yedi uyuyanları ziyaret ederdi.
Görülüyor ki, barış ve diyalog, ancak anlayış ve hoşgörüyle ona-
laklıdır. Başka düşünceleri anlamak, başka insanları sevmek barışın
önkoşuludur. Sevgi, mistiklerde özveriye ve kendini kurban etmeye
kadar gitmiştir . Çağım ızda bir Mas siğnon, bir Gandi pasifist yöntem -
le büyük başarılar elde etmiştir . Gandi Hindistan'ı kurmuş, Massiğnon
dinler ve mezhepler arasında diyalogla Orta Doğu barışı için çaba
göstermiştir ' . Massignon'a bu yöntemi tanıtan, onu kendi dinine diğer
dinlerle birlikte sevgi ve hoşgörüyle bakmasını öğreten ise Hallacı
Mansur 'dur.
Cem D ergisi - Haziran 199 3
İmam İbni Hanbel 'i ı ı tutucu dinbilimi anlayışını eski bir mutezile
yaiıdaşı olan Abu El Hasan El Eş'ari (M. 873-935-H. 260-324) orta
yola getirmeye çalışmıştır . Osmanlı Medresesi de El Eş'ari 'niıı yolunu
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 75/111
AKIL, FELSEFE VE İSLAM
İslam'da felsefe Hicret 'ten 100 yıl sonra gündeme gelmiştir . Deği-
şik ulus ve kavimlerin hızla müslümanlaşmasıyla birlikte çeşitli so-
runlar gelmiştir . Hilafet kurumunun Emeviler tarafından gaspı da din
bilimi (teoloji) alanında değişik tartışmaların doğumuna yol açmıştır .
Bunlar ın başında
"kader-yazgı"
sorunu gelir . Öte yandan gene bu
dönemlerde Antik Yunan Felsefesi 'nin filoloflarının yapıtları Arap-
ça'ya'çevrilmeye başlanmıştır .
Denilebilir ki, Hicri II . yüzyılın sonları III . yüzyılın başları Arap
Alemi açısından düşüncenin, tefekkürün zi rveye ulaşt ığı çağdı . İ s-
lam'da akılcılığı savunan Mütezile akımı da bu dönemde gelişme ola-
nağı bulmuştur. Abbasi Halifesi El Memun ve kardeşi El Mutası irade
özgürlüğü ve akılcılığı savunan Müzetile Okulu'nun gelişmesine des-
tek vermişlerdir.
Ne yazık ki, onlardan hemen sonra tahta çıkan halifeler özgür dü-
şünce ve felsefeyi boğmuştur. Tüm dinbilimini doğmalara dayandıra-
rak Cebriyeye yakın bir sünni inanış yolunu benimseyen yöneticiler
felsefi tartışmaları yasaklamışlarda-.
Hanbeli mezhebinin kurucusu İmam İbni Hanbel kayıtsız koşulsuz
imanın akla yeğlenmesi gerektiğini savunarak tutucu bir anlayışla kit-
leleri yönlendirmişti. Kalıpçı, düşünce ve akıldan uzak, felsefenin ay-
dınlık ufuğunu yatsıyan bu tutum ne yazık ki, İslam uygarlıklarının
gerilemesinde önemli bir etmen oluşturmuştur. Zamanla İslam felse-
fesi olan "Kelam ilminin" yerini "taklit" almış; "İçtihat kapısı" kapa-
narak "akıl" yerine "nakiller"le uğraşan imamlar kitleleri düşünme ye-
rine kendilerini taklit etmeye çağırmışlardır.
Zengin Bizans, Yunan; Siryak, İran ve Hint kültürüyle daha önce
sentezleşen Arap kültürü Hicri IV. yüzyıldan (Miladi X. yüzyıl) itiba-
ren bu yapının yobazlar tarafından yıkılmasına seyirci kalıyordu. Mü-
tezile'nin yok edilmesi Müslümanlığın başına gelen acıların kanımız-
ca en derin olanıdır.
14(5
izlemiştir . Bu yol aslında tam özgürlükçü değildir; amaç cebriyeye
yaklaşan Hanbeli Sünni yoruma bir ölçüde rasyonalite getirmektedir.
Örneğin Eş'ari ne mutezile gibi aklın yaratıcı özelliğini kabul etmekte
ne de İmam Hanbel gibi kayıtsız koşulsuz "iman" demektedir. Ona
göre akıl aracılığıyla imanın kurallarına ulaşılabilir . Keza irade özgür-
lüğü alanında "kara yazgı" bireyi belirlememektedir. Allah insanı ya-
ratırken ana fiillerinde özgür davranma özelliğini de vermiştir . Ama
gene de istediği an bu dünyaya müdahale edebilir . Mutezile'de olduğu
gibi karışmayan Tanrı anlayışı yoktur.
Eş'ari felsefesi Abbasi halifeleri ve Selçuklu Türkleri tarafından
benimsenmiştir . Vezir Nizamülmülk bu doktrinin Bağdat ve Nişapur
üniversitelerinde okutulması hususunda emir vermiştir .
Eş'ari felsefesi Osmanlı Medreselerinde Necmeddin Nesefi ve Sa-
dettin Taftazani 'nin tutucu yorumlarıyla öğrencilere anlatılmış; '"orta ,
yol" iman ağulıklı hale getirilip akıl ikinci plana itmiştir .
Oysa El Kindi (M. IX. yy.), Farabli (M. IX-X.:yy.), İbni Sina (M.
X.-XI. yy.), Endülüslü İbni Rüşt (M. XII. yy.) akıl ve felsefeyi Antik
Yunan-İslam düşüncesi sentezi içinde sürdürmüşlerdir.
Felsefe ve akıl, Kuran'ın yorumlanmasında büyük önem taşır . Bi-
ribiriyle çelişkili gibi görünen ayet ve surelerde aklın muhakemesi an-
cak doğru yola götürebilir . Kuşkusuz yorumu yapan aklın bilgiyle do-
natık olması gerekir. Akla önem verilmesi insana da önem verilme-
mesi anlam ına gelir . İnsan, aklına güven ka lktığında da onu n yerini
nakil alır . Nakil aslında gene bir a kıldır.
Belli yorumcuların, belli tarzdaki Kur'an yorumları doğmalara dö-
nüşerek kitlelere "nakledilir ." O halde nakilden amaç aslında siyasal
iktidara yakın çevre ulemanın ürettiği düşüncenin benimsetilmesidir.
Akıl-nakiİ; akıl-iman tartışması bilindiği gibi İmamı Gazali ile İb-
ni Rüşt arasında zirveye' ulaşm ışta. Sünni alemd e bugün nakilden ya-
na olan İmamı Gazali teolojisinin egemen olduğu biliyoruz. Akılcılık
Sünni kesimde XIX. yüzyı lda Cemalet t in Afani ve Muhammed Ab-
duh tarafından yeniden gündeme getirilmiştir . Abduh'a göre gerçek
147
İslam akıl dinidir. Ona göre Musevilik insanlığın çocukluk dönemin-
de gelmiştir; bu nedenle yasaklar ve korkutmalarla doludur. Hristi-
yanlık insanlığın tam bilinçli olmadığı dönemlerin dini; biı nedenle
duyguların dinidir. İslam insanlığın olgunluk çağının dini olduğundan
sefi temellerini Hallac'a dayandırmak gerekir.
Bu durumda Alevi felsefesine göre bireydeki akıl zaten Tanrının
bir parçası olma özelliğine sahiptir . Tanrı 'nın parçası, bütünü anlaya-
bilir , kavrayabilir . Sorunları mutlaka akıl aracılığıyla çözümlememiz
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 76/111
akla, mantığa yöneliktir. İslam, iyinin kötüden ayırdedilmesinin akıl
yoluyla gerçekleşt i r i lmesinin dinidi r . Tüm yorumlarda temel kr i ter
akıl olacaktır . İslam'daki üç tür kuraldan "iman" ve "ibadete"' i l işkin
kurallar metne sadık yorumlanmalıdır; ama insanlararası ilişkileri dü-
zenleyen "muamelata" ilişkin kuralları çağın koşullarına göre sosyo-
lojik yoruma ve amaca uygun yoruma tabi tutacaktır . Çağı için adil ve
dönemin koşullarına uygun olan kural, bugün çağın adalet anlayışına
ve sosyal koşullara aykırıysa aklın rehberliğiyle günümüze göre yo-
rumlanmalıdır.
Ne yazık ki, Abduh'un bu reformcu görüşleri tutucu, bağnaz kesim
tarafından reaksiyonla karşılanmıştır .
Anadolu Aleviliği 'nin aklı algılayış biçimi kanımızca daha deği-
şiktir . "Yaratılış, Sünni teolojide Tanrı 'nın yoktan varetmesi (haşr) ile,
Alevi teolojisinde özünden fışkırma (sudur) ile meydana gelmiştir .
Bir başka anlatım da şudur, Tanrı özünün görünüş alanına çıkmasıdır.
Zuhura gelmektir" (Bkz. ÖZGÜNAY, Abidin: Cem Dergisi, Sayı: 11,
Sayfa: 3).
"Tecelli varlığa dönüşme, görünme şeklindedir ( ....) Beşer, Sünni
yorumda yoktan yaratılmıştır" ve akıl ona Tanrı tarafından verilmiştir;
bir verme, onurlandırma eylemi vardır. "Alevilikte ise beşer Tanrı 'da-
dır, ilişki sanatsal değil özseldir. Yaradılışın şekli (....), Alevilikle ul-
vidir" (ÖZGÜNAY, Abidin: age. s. 4).
Alevi l ikte Tanr ıyla insanın içiçel iği sözkonusudur ; yani bi rey
Tanrının tecelli biçimlerinden biridir.
Yukardaki anlatım bize Antik Yunan Felsefesi 'nin panteist koz-
mogoniJk dönemini ile Stoa Felsefesini anımsatmaktadır. (Bknz. ÖK-
TEM, Niyazi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi, Beta Yayıncılık 1988,
İstanbul, s. 84-86 ve 113-119) Tanrı evrensel bir akıldır (Logos). Ev-
ren, Tanrıyla elele tutuşan, ruhu olan mükemmel bir mantık, mükem-
mel bir akıldır. Tüm iyilik ve güzellik buradadır.
Alevi teolojinin Tanrı anlayışı da bu çizgiderir . Hallac
r
ı Mansur
da aynı şeyleri söylemektedir ki, kanımızca Anadolu Aleviliği 'nin fel-
gerekir. , .
Tanrı aklı herkese vermiştir . Eksiği, fazlalığı olmadan herkes bü-
tünü kavrayabilir . Çok okuyan, çok gören kişi kuşkusuz daha iyi bir
şekilde bütünü kavraya cak, öze inebilecektir . Kişi kendi aklıyla, yaz-
gısını kendi yönlendirir .
O halde akıl sorunsalı bağlamında Anadolu Aleviliği Antik Yu-
nan, Mutezile çizgisini izlemektedir. Teknik anlamda belki filozoflar
yetişmemiştir ama; sanat, müzik ve şiirle akıl ve özgürlüğün erdemi
kitlelere anlatılmıştır . Felsefe Anadolu'da sanat olarak ürününü ver-
miştir .
Anadolu Aleviliği 'nin özgürlükçü olmasının nedenini biz pante-
izm, Antik Yunan Felsefesi ve Mutezile.de bulmaktayız..
Sünni yorum yukar ıda bel i r t t iğ imiz ist i snalar dışında akı ldan
uzaklaşt ığı ölçüde tutucu olmuş; özgür lükten de, bi reyin bi r değer
olarak ele alınmasından da ayrılmıştır . Aynıişey bir başka Alevilik
olan Şiilik için de söz konusudur. Aklı bırakıp karizmalara, onların
fetvalarına sarılan Şiiler bağnaz "kara sesli" Sünni imamlarla işbirliği
içine girmişlerdir.
;
. "' •'
Akılcılık ve felsefe umarız tüm İslama bir gün tekrar egemen olur.
Cem Dergisi - Temm uz 199 2
ı
HOŞGÖRÜNÜN ÖTESİNDE
malıdır. Sünni, aleviye oruç tutmamasından dolayı zındık dememeli;
Alevi siyah çarşafı giyen Sünni kadına kızmamalıdır. Tüm bu tutum-
lar inanç özgürlüğünün uzantısıdır. Önce karşılıklı tahammül gerekir
ki, sonra hoşgörüye ve ötesine geçilebilsin.
;
Din ve inançlara hiçbir zaman aslına uygun bir biçimde ulaşama-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 77/111
Gandi "hoşgörü" sözcüğün ü sevme diğini , ancak dalıa iyisini d e '
bulamadığını söylemektedir . Hoşgörüde kendi düşünce ve inancına
olan sevgi diğerlerinindeıı fazladır. Ancak başkalarınkine de anlayışlı
bir yaklaşımla bakılır . Bu tutum tam bir yetkinlik değildir. Tam yet-
kinlik (mükemmeliyet) diğer inanç ve düşünceleri de en az kendininki
kadar değerli bulma olgunluğunda ortaya çıkar. Gandi'ye göre barış
olgusu bu tür ilişkiler düzleminde gündeme gelir . Barış ve mutluluk
"hoşgörünün ötesindedir."
Descartes "Dünyada en adil dağıtılan şeyin akıl olduğunu, çünkü
herkesin kendi aklından hoşnut olduğunu" söyler. Herkes kendi aklı-
nın en iyi olduğuna inanmaya devam ederse, bu ilginç adalet anlayı-
şından memnun kalmayı sürdürürse, insanlığın Gandi'nin ideallerine
ulaşması herhalde iyice olanaksızlaşacaktır .
Salt hakikati aramak, salt sevginin peşinde koşmak , "hoşgörünün
ötesine ulaşmak" kuşkusuz kolay değildir. Tüm tutku; çıkar ve küçük
hesap muhasebelerini bir kenara bırakmak bir anlamda "Tanrısallaş-
maktır ." Günlük kaygılar, yaşam mücadelesi bizleri bencilleştirmekte,
objektiviteden uzaklaştırmaktadır. Basit, geçici bazların verdiği mut-
luluklarla avunup gitmekteyiz. Basit, i lkel lıazları elde etmek için
vahşi leşmekte, gaddaı iaşmaktayız. Para-pul , ün-ünvan peşinde koş-
makta, "tefekkür boyutundan" uzaklaşarak işin aslını, özünü kavrama-
yı bir kenara bırakmaktayız. Sosyal ortamın günümüzde ve militarist
rejimler içinde ahlak erozyonu yarattığı dönemlerde sevgisizliğimiz
daha da sevimsizleşmektedir. Böyle bir konumda "hoşgörünün ötesi"
bir yana hoşgörüye dahi ulaşmak güçtür. Yetkinleştikçe, saflaştıkça,
berraklaştıkça "hoşgörünün ötesi" ufku bizlere açılabilir .
Hoşgörü ve hoşgörünün ötesi aşamalarının önkoşulu tüm inanç;
düşünce, mezhep, din ve anlayışın özgürce konuşulduğu, propaganda-
sının yapılabildiği bir hukuksal ve sosyal yapılanmadır. Tabular orta-
dan kalkmalı, kimse kimseyi düşünce ve inancıdan dolayı horlama-
mıştır . Belki de herkesin kendi yorumu işin aslıdır. Nasıl hoşgörünün
ötesine ulaşmamız psikososyal koşullan bağlı olarak çok güçse; aynı
nedenlere ve politik etmenlere bağlı olarak da din olgusu da aslından
uzaklaşarak insanlara ulaşmaktadır.
Hiç bir zaman, hiç bir din salt görünüm ve yetkinliğiyle bu dünya-
da güncelleşmemiştir , güncelleşemez de... Dinlerde salt hakikat, salt
sevgi, Tanrı 'dır . Dinlerin son amacı Tanrıyla bütünleşmektir . Tanrıyla
bütünleşebilmek için sevmeyi bilmek, doğruyu tanımak gerekir. An-
cak dinleri yorumlayanlar çoğu kez "biçim" kaygısıyla bu '"özü" in-
sanlara unutturmuşlardır. Biçime ağırlık verilmesinin nedeni aslında
siyasal iktidarın güç ve egemenlikleri sürdürmek için öze yönelik dü-
şünceyi silmiş olmalarıdır/Düşünce insanları eleştiriye ve başkaldır-
maya götürebilir . Düşünmeyen "koyun toplumlar" siyasal hegemon-
yanın ve sefahat düşkünü hanedanların ihtiraslarından sürdürülmesin-
den en uygun ortamdır. "Biçim" bahanesiyle kendi anlayışlarına uy-
. mayan kitlelere zındık, yabancı, düşman damgasını basmış, şeyhülis-
lamlar, papalar "katli vaciptir" fetvalarını vermişlerdir.
Oysa işin aslına bakılırsa "biçim" öze ulaştırmayı kolaylaştıran bir
yol ve yöntemden ibarettir . Bu yol ve yönteme gerek duymadan öze
ulaşabilenlere ne mutlu. Özü unutarak biçime
sarılanrlar
kendi kendi-
ni tatmin ve avunma ortamı içindedirler. Biçim öze ulaştıncı olduğu,
insanı dünyanın "hay ve huyundan" uzaklaştırdığı, Tannya, sevgiye,
hakikate ulaştırdıığ ölçüde değerlidir. Kul hakkını yiyip, teraziye hile
karıştırıp, her türlü düzenbazlığı yaptıktan sonra biçime uyarak kendi-
ni "teslim etmiş olanlar" safında kabul eden acaba gerçek müslüman
mıdır?
Dinde hoşgörüye ve ötesine ulaşmak başkalannın öz, sevgi, haki-
kat uğrunda yaptığı içten davranışları en az kendininki kadar değerli
saymaktan geçer.
Bütün inançlar özde Tanrının, sevginin, hakikatin peşindedir; ama
inanç yorum ve uygulamalarının çoğu psiko-sosyal, politik faktörlerin
etkisiyle tıpla birey, bizler gibi yetkin değildir.
Aslında bir tek din vardır. Hakikatin, sevginin, doğrunun dini. Bir
tek gövdesi olan ağaç vardır, ana dallar din, küçük dallar mezhepler,
diye bölünıhüştür. Hepsi aynı amacın peşindedir. Biri diğerine önce
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 78/111
tahamm ülle, sonra hoşgörüyle ve daha sonra 'hoşgörünün ötesinde
bakabilmelidir. Barış ve erinçin (refah) kurulmasında din ve mezhep-
ler arasındaki diyalog büyük önem taşımaktadır.
Tüm dinler özde hoşgörüden yanadır. İncil 'de, Eski Alıid'de "Ya-
bancıyı -yanıltmak, Tanrıyı yanıltmak g ibidir" denilmekted ir. Ku r'an'ı
Kerim 'in El Maide Su resinin 48. ayetind e aynen, şöyle den ilmekte -
dir... "Allah isteseydi sizden tek bir ümmet yapardı. Fakat size bağış-
ladığı muhtelif şeriatlarla sizi denemek istedi Biribirinizi iyi eserleri-
nizle aşmaya çalışınız. Hepinizin dönüşü Allah'a olacaktır ."
Hoşgörüsüzlüğün nedenlerinin başında politik çıkarların yer aldı-
ğını belirttik. Ne yazık ki, politika aynı zamanda bir "toplumsal hay-
van" olan insan için zorunluluk arzetmektedir. Durumun böyle oldu-
ğunu bilen Gandi'nin öyküsü ilginç değil mi? Gandi İıem politikadan
nefret etmekte, hem de büyük bir politik lider olarak ulusunun devlet,
kurmasında öncü olmaktadır. Kendisi durumu şöyle açıklamaktadır:
"Politika insan vücuduna sarılı bir yılan gibidir. Tüm gayretlere rağ-
men söküp atmak olanaksızdır. Tek arzum bu yılanla mücadele et-
mektir . Mücadelemi fizik gücü, konumu, durumu ne oltırs olsun her
insanın kendi saygınlığını koruyabileceği bir ortamın yaratılmasına
kadar sürdüreceğim."
Politika entrikalar, kişisel tutku ve çıkarların kol gezdiği bir or-
tamdır. Ancak ondan kaçmak olanaksızdır. Hoşgörünün ötesine geçiş-
te ilk adım kanımızca Gandi, Martin Luther Kiııg, Lech Walesa gibi
önder ler in or taya koyduğu örneklerde gündeme gelmektedir . Amaç
politikayla birlikte tahammül ve hoşgörüyü yerleştirmek, pasif diren-
me yöntemiyle, sabırla kitlelere doğruları aktarmaktır . Hoşgörünün
ötesi daha sonra galebilir .
Cem Dergisi Ağustos 1992
GANDİ'NİN İZİNDEN
Cem Dergisinin Ağustos 1992 tar ihl i nüshasında Mahatma (Bü-
yük Ruh) Gandi'nin bir sözünden yol alarak yazımızı kaleme almıştık:
Hoşgörünün ötesi...
Bu sayıda bağımsız Hindistan'ın kurucusu ünlü düşünür Gandi'nin
düşünce ve görüşlerini ele alalım.
Unutmayalım ki, tarihte sevilen, sayılan, büyük işler başaran ön-
derler, düşünmeyi bilen, felsefeyi seven insanlardır. Marcus Aurelius,
Büyük Freder ik , Mustafa Kemal bi l im, felsefe ve düşüncenin, yani
' EvrenselAkıFm yarattığı devlet adamlarıydı.
Gandi'nin felsefesinde Anadolu Alevileri 'nde olduğu gibi panteist
(Tanrı-Doğa İçiçeliği) bir yaklaşım vardır.
Bakın Gand i şöyle diyor: '
"Eğer hakikati tüm boyutlarıyla algılamayı başarmışsak, Tanrıyla
bütünleşmişiz, BİR olmuşuz demektir , çünkti Tanrı Salt Hakikattir .
Hala hakikat peşindeysek Tanrıyı arıyoruz demektir . Ve biz kuşkusuz
hala onun peşindeyiz."
Yukarıdaki sözlerle Anadolu Aleviliği 'ne egemen olan "Vehdet-i
Vücud" ilkesi tamamiyle aynı bakış açısını dile getirmektedir.
Tanrı. Gandi'de Salt Hakikat, yarii Salt Bilgi olarak kabul edil-
mektedir ki, bu da bir başka-Anadolu felsefesi ojarak Antik Felsefenin
İönya Ekolü'nü ve Stoa'ya anımsatmaktadır. Onlara göre Tanrı evren-
sel akıl olan."Logos"dur.
Gandi'de Tanrı aynı zamanda Salt Sevgidir. Sevginin özü ise Ha-
kikati sevmektir . O halde hakikat ve sevgi içiçedir. Hakikati aramak
aşk ile gerçekleşir . ,
Hırçınlık ve aşın heyecanla değil alçak gönülle, şiddeti yeğleme-
den aşk île hakikat peşinde koşulmalıdır. Başka bir anlatımla Makya-
vel 'in dediği gibi, "Amaç meşruysa, amaca ulaştırılan her yol meşru
ve mübahtır" lafı yanlıştır; hakikatin varlığına gölge düşürür. Gandi
bu nedenle p asifist bir tutum izlemiştir .
Hakikat amaçt ı r , pasi f ist tu tum amaca uygun bir araçt ı r . Araç
amaca uygun değilse, ona gölge düşer.
"Hakikat her insanın ytireğindedir. Onu aramak gerekir ( ...) kendi
yolumuzu benimseterek hakikati aramaları için başkalarına baskı yap-
İanya halkına özgürlük getirmiştir . _
Özgürlüklerin elde edilmesinde esas mücadelenin Hakikat müca-
delesi
o l d u ğ u n u n
farkına varmalıyız. İnanç ve sabırla, ahlaksal ilkele-
re bağlı olarak, Martin Luther King ve Gandi gibi kurban olma riskini
göze alarak sevgiyle ilerlemeliyiz. • | •
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 79/111
mak yanlış bir yöntemdir" diyor Gandi.
Başkalarını zorla kendi safhına çekmek yerine Gandi, bireysel pa-
sifist mücadele yöntemiyle örnek oluşturmayı yeğleyerek İngiliz em-
peryalizmiyle mücadele itmiştir . Bu bağlamda ona Sokrates ve Hz.
İsa yol göstermiştir .
Onun mücadelesi aslında politik değil ahlaksaldır. O, hakikat uğ-
runa yalan, entrika, üçkağıtçılıkla savaşmışın Saf olmayan kirli yolla-
rı temizleyip berrak sulara ulaşmak doğal olarak politik özgürlüğü de
getirir. "
Entrika, baskı ve ahlaksızlığın yaygın olduğu yerler; bu yöntemle-
ri yeğleyenler, sadece kendilerini değil tüm insanlığı aşağılamaktadır-
lar. Gandi'nin bu görüşleri güç ve egemenliklerini sürdürmek için her
iktidar değişiminde kend i adamlarım kilit noktalara getirmek için, kı-
yasıya mücadele eden siyasilerimizi anımsatmaktadır.
Gandi dünya işleriyle, politikaya uğraşmayı buna rağmen zorunlu
görmektedir. Politika tüm insan vücudunu saran bir yılandır. Yılanla
savaşmak gerekir.
"Her insan, fizik ve sosyal gücü ne olursa olsun kendi onur ve
haysiyetinin, özgürlüğün bekçisidir. Tek başına kalsa, tüm dünya ona
karşı çıksa dahi mücadelesini sürdürmelidir" diyen Gandi dünyadaki
tüm pasifist mücadelelere rehber olmuştur.
Amerikalı zencilerin pasifist mücadeleci lideri Martin Luther King
tüm yaşamında Gandi'yi örnek almıştır . Bunu bizzat kendisi "Sevme
Giicü" adlı yapıtında belirtir;
"Gandi'nin: satyagraha (Hakikat Çe mberi) felse fesi beni derinden
etkilemiştir , Gandi'nin düşüncelerini tüm boyutlarıyla inceledim. Ezi-
lenleri esenliğe götürecek tek yol ve yöntem şiddete başvurmadan ya-
pılan mücadeleden geçer."
Bu yöntemle Martin Luther King büyük başarılar elde etmiştir;
Keza aynı yöntemi benimseyerek Sovyet işgaline 1968'de karşı koyan
Çek halkı istediğini elde etmiştir . Leclı Walesa da aynı yöntemle Po-
Cem D ergisi - Evlül 1 992
düşünce olduğunu arap halkı İs lam sayes inde öğrenmiş t i . Hz. Mu-
hammed döneminde akıl , sevgi , alçak gönüllülük, evrenin manevi ya-
pıs ı üzer inde vahiylere bağlı olarak tar t ışmalar yapılmış , as ı l ibadetin
b i l im o lduğu düş ünces i iy ice ye r leş m iş t i . G erek onun , ge rek H z .
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 80/111
SUFİLİĞİN DOĞUŞU
Sufi l ikte biçim yer ine öz ön plandadır . Derviş kiş i için biçime da-
yalı bağlı l ık gös terges i yer ine iş in öz ve esas ını arama çabalar ı daha
değer l idir . Böylel ikle iç alem ayd.nlanır , uyanış baş lar , hakikate ulaş-
ma çabas ı saf laşmaya, bi l lur laşmaya götürür . Yüreğini ve aklını ma-
nevi değer lere bağlı olarak saf laş t ıran Abdal kendini vahdetin görünü-
mü ve cüz 'ü olan insanlara adar . Halka hizmet Hakka hizmet demek-
t ir . İs lamdaki suf i l iği başka dinlerde de görmek olanaklıdır . Örneğin
Hris t iyanlıkta "üniteryan eğil im" felsefes i boyutu engin, biçimcil iği
yads ıyan bir al t me zheptir .
îs lamda suf i l ik Hz. Muhammed'den takr iben iki yüz yı l sonra or ta-
ya çıkmış t ır . F i lozof E l Kindi 'ye göre Hicr i I I . yüzyılda İskender i-
ye 'de bir grup insan kendiler ini suf i olarak adlandırmakta ve tefekkür- '
le uğraşmaktaydılar . E l Mesudi 'ye göre i lk suf i ler Halife Me'mun dö-
neminde or taya çıkmış lardı .
Öz ve düşünceye yöneliş in iki yüz yı l sonra çıkış ının nedenini uy-
gulamadaki yozlaşmayla, sosyal , kültürel ve s iyasal etmenlere bağla-
mak olanaklıdır .
Cahil iye döneminde Arap Aleminde dağınık bir biçimde yaşayan
kabileler pagan-animis t külte bağlıydılar . Ş i ir dış ında düşünce boyu-
tunun geliş t iğini söylemek olanaks ızdır . Ancak t icaret le uğraşmalar ı
nedeniyle düşüncenin gel iş t iği tek tanr ı l ı d in uygar l ıklar ıyla i let iş im
halindeydiler . Ve birden bire bir ış ıkla karş ı laş ır lar , bu ış ık uzaktan
tanıdıklar ı , kendiler ine yabancı olan tek tanr ı l ı d in düşünces ini get ir -
mekteydi . Hz. Muhammed onlara bu dünyada insanın iş lev ve yaradı-
l ış ve onun kaynağını araş t ırmayla yükümlülük olduğunu bildirmek-
teydi . Pagan-animis t kült te öze iniş , felsefeyle uğraşma yoktur . Biçi-
me bağlı olarak taş ve tahta tanr ı lar memnun edil i r , sunaklar yapıl ı r
ve böylel ikle onlar ın gazabından kur tulma amaçlanır .
Hz. Muhammed onlara Musevi ve Hris t iyanlar 'dan kulaktan duy-
ma öğrendikler i konulara der inl ik get irmiş t i . Yaşamın esas anlamının
Ali 'n in bi l im ve tefekküre verdiği önemin değer i bi l inmektedir .
' Dört Halife dönem inde, Hz. Osman' la birlikte dinin öz ve anlamı
ağır l ıkl ı yaşam biçimine dünyevil ik olgusu da girmiş t ir . Peygamberin
eski muhalif ler i olan Ümeyye (Emevi) ai les ine mensup Osman, çok
sonralar ı müslüman olan ai lenin diğer üyeler inin iht iras , entr ika ve
oyunlar ına göz yumarak sess iz kalmış t ır . E tki l i görev ve ki l i t mevki-
lere yer leşen bu insanlar biçimin göz boyacıl ığıyla tefekkür , öz ve
esas ı bir kenar bırakmış lar para-pul , mevki iht iras ıyla insanın bu dün-
yadaki as ı l iş levini unutturmuşlardır .
Onıki yı l l ık Hz. Osman döneminde eski bat ı l inançlar , biçimsel
sunaklar , cehalet bir ölçüde görünüm değiş t irerek tekrar ger i gelmiş-
t i r . (Bu konularda bakınız. Shayk Fadhlal la Haer i , The Elements of
Sufism , 1990 London , s . 6-7) Hz. Ali gibi i lim ve ir fan sahibi bir hal i-
fenin 6 yı l l ık önder l iği aymazlığın or tadan kaldır ı lmasına yetmemiş-
t ir . Halkın bir bölümü nün. Mua viye-Yez id-Merva n yanın da yer alma-
s ı , Peygamberin torunlar ının, Hz. Ali 'n in oğullar ının baş ına gelenler ,
aymazlık ve cehalet olgusunun canlı del i l ler idir . Hz. Ali 'n in Sıff ın
Savaş ı 'nda hakeme başvuruyu kabul etmesi; İmam Hasan ' ın Muavi-
ye 'nin hal ifel iğine r ıza gös termesi müslüman kanının akmasını önle-
mek için yapılan as i l ve yüce davranış lar olduğu kadar halkın eğil im
ve düzeyinin bi l incinde olunmasının gös terges idir .
Kerbela kat l iamında Yezd ' in ordusunun asker ler inin sarhoş olduğu
söylenir . Yezid ' in döneminde Mekke de bi le zevk-ü sefa alemler inin
yapıldığı iddia edil i r (Bknz. İbid. . 8) . Kerbela.olay ı İs lam Alem iiıde
döntim noktas ıdır . İs lam, manevi l ider i İmam Hüseyin ' i y i t i rmiş , Bi-
zans Sarayını aratmayan bir hanedan iş baş ına gelmiş t ir . Emeviler dö-
neminde temel İs lam kültür ve inanç yapıs ı al t -üs t edi lmiş t ir . Bugün
İs lam Alemi 'nde mevcut eğil im, örf ve adet ve davranış modeller inin
bir çoğu, özellikle akıldışı ve biçim ağırlıklı olanların temeli Emevi
sal tanatında kaynağını bulmaktadır . Örneğin aynı ev içinde kadına ay-
r ı yer tahs is edilmesi bu dönemde Şam'da baş lat ı lmış t ır . Daha önce
böyle bir uygulama yoktu. Keza, daha önceler i ekonomik, poli t ik ,
sosyal, kültürel konuların konuşulduğu, tartışmaların yapıldığı cami,
bu dönemle birlikte ritüel ağırlıklı bir ibadethane haline getirilmiştir .
Oysa eski dönemlerde caminin toplumsal bir işlevi vardı. Bugün nasıl
Cem toplantılarım sosyal işlevi varsa İlk İslamda da camideki ibadetle
Şia 'dan farkl ı b i r Alevi l ik olması belki de buradan kaynaklanmak-
tadır. Şia da Halifelik kurumunu reddetmiş, ancak onun yerine İmam-
lık ve Mollalık kurumunu getirmiştir . Dinsel eğilimler politik kimliğe
büründükler i zaman tutucu ve bağnaz olmak kaçını lmazdır . Oysa
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 81/111
toplumsal sorunlar bir arada ele alınmaktaydı.
Yozlaşma düşünen beyinler i , gerçek müslümanlar ı kaygı landır -
maktaydı. Yürekten inanan müslümanları yozlaşan biçimine taham-
mül göstermesi zordu. Gerçek bir halk ayaklanması oldu. Emeviler
devr i ldi , yer ine Abbasi ler geldi ; Abbasi ler döneminde bi l im, sanat ,
felsefe, kültür ve edebiyat çok ileri bir düzeydeydi, ama hanedan lük-
sü ve entrikilar devam etmekteydi. ,
Yukar ıda özet lemeye çal ışt ığımız tar ihsel süreç, öz ve esastan
uzaklaşma olgusu, yozlaşma karşısında duyulan reaksiyon suf i l iği
gündeme getirir .
Sufiler zevk-.ü sefa içindeki hanedanlara tepki göstererek, politik
yaşamın efendisi olan sözde halifelere değil, yerin göğiin gerçek efen-
disi Allah'a kulluğu yeğlemişlerdi. Dünya işlerinin çirkinliği karşısın-
daki iç alemi saflatırmak, billurlaştırmak, insanı sevmek istemişlerdir.
Onlar için bu temizliğin tipik örneği İmam Zeynel Abidin'dir. Çirkin-
lik, entrika, yozlaşma, Zevk-ü sefaya karşı bir tepki olarak ortaya çı-
kan sufilik "tefekkür" boyutunu ön plana getirmiştir . Sufilik yahdet-i
vucud anlayışıyla da panteist bir tann benimsemektedir ki, bunun kö-
kenini A ntik Yunan felsefesinde .bulmak olanaklıdır. Bilindiği gibi İs-
lamda sufilik: dışında tanrı-doğa içiçeliği anlayışı yoktur. Bir reaksi-
yon olarak çıkan diğer Alevi kol Şia panteist değilidir . Ötke yandan
Şia aktif bir şekilde politikayla uğraşma yanlışıyken, sufilik politikayı
alaya almış ve iç alemin zenginleşmesiyle insanlığın esenliğe kavuşa-
cağı ilkesini benimsemiştir .
- Felse fe - İslam'a suf i l ikle gelmişt i r demek kuş kusuz tam olarak '
doğru değildi. Hz,. Muhammed ve Hz. Ali tefekkürün yüce zirveleriy-
di. ancak derin düüncenin yayılmsı, kitlelere aktarılması sufilerle ger-
çekleşmiştir . Zaten sufilerin amacı debdebeyi iterek, biçimi bir kenara
bırakarak Hz. Muhammed dönemindeki özgün İslama dönüştür. Hz.
Muhammed ve Hz. Ali 'nin yaşam tarzı sufilere örnek oluşturmuştur.
Kanımızca Anadolu Aleviliği 'nin kökeni Sufiliğe dayanmaktadır.
sufilikte politik tutku yoktur.
İ çe dönüşü s imge leyen su f i l i k f e l se f e ve a l çak gönü l lü lüğün
ışığıyla hümanist düzlemde Anadolu Aleviliğine kadar gelir . Anadolu
dervişleri, ozanları, sevgi, insan, vahdet-i
vücud,
alçakgönüllülük uy-
. gulama ve temalarıyla sufi geleneğin en ileri temsilcileri olmuşlardır.
Cem Dergisi - Ekim 19,92
Sufilik karşısında ortodoks İslam büyük tepki göstermiştir . 992 yı-
lında Hallac-ı Mansur 'un idamı, Yahya Sühıeverdinin Halep'te öldü-
rülmesi; Muhyiddin'i Arabi 'nin yaşamı tipik örneklerini teşkil etmek-
tedir.
Allah sevgisini anlatmaktan başka hiçbir kusuru bulunmayan Hal-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 82/111
SUFIUK VE İSLAM
Önceki yazımızda "Sufiliğin Doğuşu" konusunda değinmiştik. Bu
kez Suf i l ik karşısında or todoks İslam' ın tutumunu değer lendirmeye
çalışacağız. Bilindiği gibi ortodoks kelimesi iki anlamda ele alınmak-
tadır. Birincisi "bir dinin ilkeleri içinde kalan, doğru yolda olan" biçi-
minde algılanır; ikincisi ise "gelenekçi, geleneğe bağlılığı" deyimler.
Kanımızca göre her din değişik yorumlar la günümüze geldiğinden,
aynı din içinde hangi yormun or todoks olduğuna karar vermek bir
hayli zordur. Hangi eğilim aslına, özüne uygundur? sorusunun yanıt-
lanması güçtür.
Örneğin, Müslümanlıkta Şia, "asla ve öze uygun yorum ve tutu-
mun" kendilerinde olduğunu ileri sürer. Ehl-i Sünnet, adını da ortaya
koyarak ortodoks, yani sünni yorumun kendilerinde olduğunu söyler.
Keza Hr ist iyanl ıkta da Or todoks Hr ist iyaı ı lar dinin özüne en fazla
kendilerinin yakın olduğunu iddia etseler de diğer mezhep mensupları
aksini söyleyerek . Hz. İ sa düşünces inin en İyi kendi ler i taraf ından
gündeme getirildiğini savunurlar. Adı Ortodoks olduğu için gerçek
Hristiyanların mutlaka Ortodoks Hristiyanlar olduğunu söylememiz
doğru olmaz.
Önceki makalede de belirttiğimiz gibi, sünni (ortodoks) İslam'ın
biçimlenmesi, Emevi Hanedanı dönemindeki uygulamalara bağlı ola-
rak gelişmiştir . Emevi Hanedanı, kendi yoz yönetimi karşısında kitle-
lerin tepkisini ortadan kaldırmak için, biçimi esas alan tutumları des-
' teklemiştir . Bu tür bir yaklaşım siyasal iktidarların işine gelmiş ve fel-
sefe ve düşünce İslam Aleminden, özellikle 10. yy.'dan itibaren uzak-
laşmıştır .
Bazı Batıni eğilimleri bir kenara bırakırsak, Sufilik aslında felsefi
eğilimlerle birlikte gerçek İslamı temsil etmektedir. Basit yaşam tar-
zı, insana saygı, kul hakkı yememek, Allah'la bütünleşmek, İslam'ın
öz ve esası değil midir?
lac'ı dönemin yobaz müslümanları, sevgi yoluyla ibadetin anlam taşı-
madığım, ibadetin ritüele uymaktan başka birşey olmadığını söyleye-
rek suçlarlar. Hallaç vezirin zaptiyesi tarafından yakalanır. 8 yıl hapse
mahkum edilir . Gerek sorgulama, gerek hapsi sırasında türlü işkence-
lerden geçen Hallaç bir süre sonra hapisten çıkarılır . Ancak tekrar
suçlanarak halifenin saray zindanına kapatılır . Bu kez şarlatanlık, bü-
yücülükle suçlanmaktadır. Siyasal iktidara sadık kadılar onu hapse
mahkum ederler. Önce 1000 kırbaç darbesiyle kırbaçlanır, sonra el ve
ayakları kesilir ve nihnayet çarmıha gerilerek öldürülür.
Hallac'ın tek kusuru kurulu düzenin anladığı İslam yorumunu be-
nimsememiş olmasıydı . Oysa Suf i ler İ slam dininin yayı lmasında
önemli rol oynamışlardır. İspanya'ya fetihle birlikte gelen Sufiler İbe-
rik yarımadasının dört bir yanma dağılarak halkı İslama davet etmiş-
lerdir. Güçlerini perçinledikten sonra, emirler halkın müslüman olma-
sına pek önem vermiyor lardı , çünkü gayr i müsl im adedi azaldıkça
vergi geliri de azalmaktaydı.
Uzak Doğu'da müslümanl ığın yayı lmasında da Suf i ler etki l i o l -
muşlardır. Çoğu nluğun müslüm an. olmadığı bu yerlerde Sufilerin al-
çak gönüllü, ahlaklı yaşamları halka örnek teşkil etmiş ve müslüman-
lığın erdemine tanık olarak bü dine sempati duyulmasına yol açmıştır .
İslamın ilk dönemlerinde, Sufiler, halkın aydınlatılması bağlamın-
da da önemli işlevleri yerine getirmişlerdir. İnsanlara, gönül sultan-
lığı, kalp temizliği, alçak gönüllülük ilkelerinin dinin temeli olduğunu
anlatan Sufiler siyasal iktidarlar tarafından sevilmemişlerdir.
İlk Sufiler kendilerini hiçbir zaman toplumdan soyutlamamışlar-
dır. Bunlar özellikle Cuma günleri kenttin kalabalık yerlerine gelip
Sokrates, Diyojen misali gelene geçene laf atarak onları dinin özü
hakkında düşünceye davet ederlerdi.
Sufilerin bir bölümü dünyanın geçiciliğinden hareket ederek top-
lümsal yaşamd an el etek çekmişlerdir; ama bir çokları pasifist tutumu
reddederek aktif bir biçimde insanları aydınlatmaya çalışmışlardır.
Kanımızca Sufiliğin en güzel temsilcileri arasında Anadolu Alevi-
liği 'nin yetiştirdiği derviş ve ozanlar yer almaktdır. Saz ve sözleriyle
insanlara sevgi ve barışı anlatan Türk Sufileri Anadolu kültürünün te-
mel taşlarıdır. Yobazlıkla da mücadele eden bu insanların, kurulu dü-
zenin temsilcisi olan hacı, hoca ve şeyhülislamlar tarafından sevilme-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 83/111
mesi, baskıya reva görülmesi doğaldır. Bir tarafta düşüncenin uzantısı
sanat ve kültür, öte yanda tefekküre kapalı, dünyaya at gözlüğüyle ba-
kan "bekçiler"... Kaba güç her zaman için düşünceyi öldürmeye çalış-
mıştır .
Başka bir anlatımla, bugün de olduğu gibi o dönemlerde de felsefe
susturulmaya çalışılmıştır . Bu nedenledir ki, Anadolu'da Osmanlı dö-
neminde büyük felsef i sistemler kuran f i lozof görmek olanaksızdır .
Oysa Bat ı Descar tes, Erasmus, Spinoza gibi f i lozof lar la Aydınlanma-
yı müjdeliyordu. Gelişme ve uygarlığın temelinde düşünce yatmakta-
dır. Bugün Batı 'nın ileride olmasının nedeni düşünce zemininin geliş-
tirilmiş olmasıdır. Düşüncenin geliştiği dönemlerde Doğu da ileridey-
di.
Düşünc e Anado lu'da baskıyla susturulunca onun yerini halk ara-
sında şiir ve müzik almıştır . Anadolu Aleviler 'i çağların verdiği tefek-
kür boyutunu şarkı, şiir ve dansla ortaya dökmüşlerdir.
Yobaz, tutucu İslam kanadı buna tahammül gösterememiş, kültürü
yasaklama yoluna gitmiştir . Son dönemlere kadar yasak ozan, öykü-
cü, romancı sayısı bir hayli kabarıktı; hala da örneğin, Na'zım'ın gü fte-
lerine dayalı şarkılar devlet radyolarında söylenir ama kime ait olduğu
belirtilmez.
20. yy.'da şarkıdan, şiirden, öyküden, düşünceden korkan tek yer,
maalesef büyük düşünürler, ozanlar yetiştiren bu güzel topraklardır.
Cem Dergisi - Kasım 1992
1 6 2
SORUNLAR
Alevi l ik Türkiye 'nin gündemini yoğun bir şeki lde etki lemekte
iken sorunları duygusallıktan uzak, ciddi ve bilimsel bir biçimde irde-
lemenin zamanı gelmiştir .
Her şeyden önce sosyal ortam içinde bazı sorunlar ortaya çıkmak-
tadır. Kanımızca bunları aşağıdaki şekilde sıralamak olanaklıdır:
1- Aleviliğin sayısal, sosyal ve kültürel gücünden yararlanmak is-
teyen Marksist-materyalist eğilimlerin bu dinsel akıma destek verme
sürecine girdiklerini görmekteyiz. Böyle bir tutum lıer şeyden önce
samimi olamaz, çünkü Marksizm maddeci bi r düşüncenin ürünüdür
ve K. Marx'a göre "din toplumların afyonudur." Tanrı tanımaz eski
Marksistlerin birdenbire "vahdet-i vücud"a sarılmalarının inandırıcılı-
ğı bir hayli kuşkuludur. Bir an için içtenliklerini kabul edelim; evet...
doğrudur... sınıf mücadelesi açısından Aleviliği ele aldığımızda, tarih
boyunca Anadolu Alevileri kurulu düzen karşısında mücadele vermiş-
ler, ezilen ve horlanan grupların bayraktarlığını yapmışlardır. Ancak
başkaldırının nedeni dinsel ve sosyo-kültürel faktörlere bağlıda. Eko-
nomik faktör ikinci planda gelmektedir, sınıf olgusu Marksist anlam-
da hiç yoktur.
2- Anadolu Aleviliği 'nden İran Şiiliği 'nin destek alma çabalarıyla
karşılaşmaktayız. Özellikle yurt dışında Şia'nın Anadolu Alevilerine
el attığını gözlemekteyiz. Ortak çıkış noktası olan Hz. Ali ve Ehli-
beyt 'den yol alarak bu tür bir stratejiye yandaş olmak, Anadolu Alevi-
liği 'nin kimliğinin yitirilmesi demektir . Evet... ortak çıkış noktası ay-
nıdır. Klasik Şia'da da tıpkı Anadolu Aleviliği 'nde olduğu gibi özgür-
lükçü yorumlar gözlenmektedir. Ancak kanımızca Yeni Şia din felse-
fesinde Sünni Hambeli ve Şafi yorumlara yoklaşarak tutucu bir kimli-
ği yeğlemiştir . Şia teokratik devlet yandaşıdır, Anadolu Alevileri laik-
tir . Şia'da Tann-Doğa içiçeliğini deyimleyen panteizm çok zayıfken
Anadolu Alevileri Hallacı Mansur, Muhiddini Arabi, Yunus Emre, Pir
Sultan Abdal, Hacı Bektaş Veli ile panteist anlayışa sıkı sıkıya bağlı-
163 ^
dır. Şia Sünni biçimselliğe benzer ibadeti gerçekleştirirken, Anadolu
Alevileri için ibadet günd e 5 kez değil, her an yap ılmaktadır. .Oruç,
namaz, hac anlayışları her iki eğilimde tamamiyle değişik tutumları;
ortaya koymaktadır. Aynı kökten gelmelerine rağmen sosyal, kültürel,
t a r i h se l neden l e r Ş i a i l e Anado lu Alev i l e r i n i f a r k l ı konumlar a
Sosyal sorunlar ı yukar ıda özet lemeye çal ışt ık . Bi l imsel , felsef i
sosyolojik açıdan da önemi sorunlarla karşılaşmaktayız. Alevilik üze-
rinde yapılan araştırma ve çalışmaların çoğiı duygusal boyutu aşama-
mıştır. Kan ımıza göre, önyargı, "biz her şeyin gü zelini yaparız" anla-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 84/111
ulaşmıştır .
3- Anadolu Aleviliğini bölücü akımların kullanma gayretlerine ta-
n ık o lmak tay ı z . A lev i l i k h i çb i r- zaman ı r kç ı o lm amış t ı r . Kür t ' ü ,
Türk'ü, Müslümam, Hristiyanı Anadolu Alevileri açısından kardeştir .
Anadolu Alevileri Osmanlı döneminde değişik olmanın getirdiği bas-
kı ortamının acısını yaşamıştır ..Vahdet-i Vücud felsefesinde tüm in-
sanlar bütünün bir parçasıdır. Türk-Kürt ayırımı emperyalist güçlerin
Anadolu'yu bölmek için ortaya attığı bir tez ve uygulamadır. Bölücü-
ler arasında Alevi Kürtlere çok az rastlanmaktadır, Anadolu Alevileri
Alevi-Sünni kardeşliği içinde Anadolu halkının esenliğe kavuşacağı-
nın bilincindedirler.
4- Alevi-Sünni kardeşliği, karşılıklı anlayış ortamı, üzerinde has-
sasiyetle durulması gereken bir konudur. Alevilik ve Sünnilik İslam'ın
değişik iki yorumudur, dinlerle değişik yorumlar her zaman için gün-
deme gelir . Sosyal, kültürel farklılıklar, eski dinlerin alışkanlıkları,
değişik yorumlara yol açar. Alevilikte de, Sünnilikte de temel Allah'ın
birliğine inanmak, Hz. Muİıammed'in onun peygamberi olduğunu ka-
bul etmektir . Şiinnilerin fanatik olmayanları da Hz. Ali ve oğullarının
hakkının yendiğini kabul etmektedirler. Alevi de, Siinni de dinin özü-
nün doğruluk, dürüstlük, kul hakkının yenmemesi olduğunu bilmekte-
dir. Ayrılık şekildedir. Sünnilikte' dinin biçimsel yanına daha fazla
önem verilmektedir.
Kuşkusuz Sünnilik ve Aleviliğin felsefi-teolojik yanı değişik gö-
rünümler içindedir. Bunların felsefi sorunlar olduğunu düşünürsek fi-
ili kavganın anlamsızlığını daha iyi kavrarız. Düşünsel kavga zengin-
lik getirecektir . Bu nedenle Alevi ve Sünni din ve bilim adamlarının
bir araya gelerek felsefi ve sosyal sorunlân tartışmalarında büyük ya-
rar görmekteyiz. Halk arasında sürtüşmeler, yanlış anlamalar olabilir .
Önder din ve bilim adamlarının bir araya gelerek Sünni-Alevi diyalo-
gunu gerçekleştirmeleri gerekmektedir,
yışı, kin ve hırs duygularından arınarak rasyonel bir düzlemde Alevi-
liği incelemek zorunlu hale gelmiştir ,
1- Aleviliğin felsefi temellerini oluşturan, örneğin Hallacı Mansur.
Muhiddin- i Arabi hakkında ülkemizde ciddi bi r araşt ı rma yapı lma-
mıştır . Anadolu Aleviliği 'nin panteist kimliği bu düşünürlerde kayna- .
ğım bulmuştur. Onlar panteizmi nereden aldı? Antik Yunan Felsefe-
sinin panteist Tann anlayışı mı acaba onları etkiledi?
Anadolu Alevi lği a lanındaki araşt ı rmalar folklor , şi i r , edebiyat
ağırlıklıdır. Oysa tem elde fels efe yatmaktadır., Araştırmacıların artık
felsefe ye yönelmelerinin zama nı gelmiştir . .
2- Anadolu Aleviliği 'nin tarihsel ve sosyal kökenleri nedir?
Kimine göre Anadolu Almeviliği Şaman-İslam sentezidir. Bir baş-
kasına göre bu nedenden dolayı Alevilik bir Türk-İslam sentezidir.
Orta Asya şamanizminin Alevilik üzerindeki etkisi ne orandadır? Ka-
nımızca çok düşüktür. Anadolu halkı bir kültür ve ırk alaşımıdır, Ana-
dolu'da daha önce yaşayan uluslanri kültür ve zenginlikleri bugünkü
Anadolu halkını çok daha fazla etkilemiştir . Şamanlıkla kurulan para-
lellikler çok zayıftır . Yok eğer kuvvetliyse bilimsel olarak kanıtlan-
ması gereker. Bilim adamlarının bunu belgelemeleri şarttır .
Bize göre Antik kült gelenekleri, ' Antikitenin doğa-tanrı içiçeliği
anlayışı Anadolu Aleviliğini biçimlendiren faktörlerin başında gelir .
Anadolu Alevi l iği bi r Türk-Ant ik
Anadolu
- İslam-Arap-Acem-Kür t
kül tür sentezidi r , ama Anadolu kimliği ağır l ıktadır . Bu yargımızın
duygusal olduğunu bilmekteyiz, çünkü elimizde doğrudan kanıt oluş-
turabilecek herhangi bir veri yok. Tarih ve ırkların karışım, iletişimi
olgusu, Anadolu Alevileri 'ndeki dinsel eğilimler, uygulama ve belli
biçimler beni bu yargıya götürmektedir.
Bu tezi doğrulayan ya da yalanlayan ciddi bir araştırma yapmak
zorunludur.
3- Anadolu Aleviliği özgürlükçü iken, aynı kökten yol alan İran
Aleviliği, yani Şia nedeh tutucudur? Burada da gene benzer türde mü-
lahazaları önce sürebiliriz. İran'ın eski dini Mazdeizmin tutucu ve kast
SUFİLİK VE A NADO LU ALEVİLİĞİ
sistemine dayalı olduğunu, Şia'nın bundan etkilenerek Molla'lık siste-
mini benimsediğini söylemek mümkündür. O halde neden pekiyi şia
önceleri akılcıydı ve özgür yorumları benimsedi de, bugün Ehli Sün-
net 'in tutucu kanatlarının bağnaz yorumlarına yaklaştı? Anadolu Ale-
viliği neden özgürlükçülüğünü sürdürdü?
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 85/111
Sufilikte de ortodoks ve heterodoks ikilemi görmek olanaklıdır.
Ortodoks sufiler akıl aracılığıyla Salt Hakikat 'in anlaşılamayaçağını,
evrensel doğruların insan tarafından keşfedilemeyeceğini, deneylerin
getirdiği verilerle Tümel'in (külli) kavranamayacağım söyleyecek "te-
vekkül" içinde doğmalara bağlanmaktan başka bi r esenl ik yolunun
mevcut olmadığını ileri sürerler. Onlara göre insanoğlunun yazgısı
boyun eğmekten ibarettir; İnsanoğlunun aklı ve dili yetersizdir, ne an-
lar ne de ifade edebilir . Ahlaklı davranış ve ibadet bireyi Allah'la bü-
tünleştirir . İmamı Gazali ortodoks (Sünni) sufıliğin en önemli temsil-
cisidir. Ona göre Allah'la bütünleşme ahlaklı davranıp günahtan arına-
rak ibadetle .yoğrulmaktan geçer. Allah öteki dünyada ancak buyruk-
larına uygun davrananla bütünleşecektir . Bu tür Tanrı anlayışına din-
lerde aşkın (miiteal, transandan) Tanrı düşüncesi denmektedir. İki ev-
ren birbirinden ayrıdır, soyut "idealar", düşünceler evreni bu somut
maddi evreni aşmaktadır. Her şeyin özü ve esası oradadır; Tanrı 'nın
soyut, manevi katımladır.
Heterodoks sufilikte de ahlaklı davranış ön planda gelmektedir.
Hatta ve hatta yaşamın son ereği ahlaklı davranıştır; yetkinliğin (mü-
kemmel olma) zirvesi ahlaklı olmaktır . Ahlaklı insan dünyevi ihtiras-
lardan kurtulmasını bilen, ekstaz (vecd) aşamasına gelmeyi beceren
kişidir. Yetkinlikte ruh, Tanrı birliği içinde erir; yok olur. Tıpkı Bu-
dizm'deki "nirvana" hali gibi kişilik, bilinç ve ruh Tann katına ulaşır .
Yaşam ın her anında ahlaklı, davranış ibadetin en yücesidir. O ruç, na-
maz ve niyaz benliği kontrole, gemlemeye; iradeye hakim olmaya bi-
reyi zorlayan araçlardır. Amaç yetkinliktir . Yetkinliği, ahlaklılığı dav-
ranışıyla gerçekleştiren insan için biçimsel ibadet ikinci planda kal-
maktadır . Ahlaka götürmeyen biçimsel davranışlar ın değer i yoktur .
Muliiddini Arabi, Hallacı Mansur heterodoks sufiliğıin en önemli dü-
şünürleridir. Bunlara göre bu dünyada da Tanrı 'yla bütünleşilebilir .
Tanrı 'yı sadece bu evrenin yaratıcısı değil de, aynı zamanda bu evre-
nin içinde gören yaklaşıma yerleşik (mekni, immanan) Tann anlayışı
Acaba Anadolu Aleviliği siyasal iktidarı ele geçirmiş olsaydı öz-
gürlükçü kalabilirmiydi?
Bu bağlamda da ciddi çalışmalar zorunludur.
Görülüyor ki, sosyal ortam içinde bazı soru ve sorunlarla karşılaş-
tığımız kadar bilimsel eksiklikler de gündemdedir. Büyük bir atılım
olan Aleviliği kuşkusuz değişik güçler kullanmaya çalışacaktır . Ale-
vilik gazetelerin tiraj arttırıcı öğesi haline gelmiştir . Ağırbaşlı, ciddi,
sağlam temelli 'çalışmalarla ancak Alevilik Anadolu'da hakettiği yere
ulaşabilir . Aksi takdirde art niyetli güçlerin istismar çabası sürüp gi-
decektir .
7
Cem Dergisi - Aralık 1992
adını vermekteyiz..
Yerleşik Tanrı anlayışı Anadolu Alevileri 'nin de temel felsefesidir.
"Zatın" fışkırarak sıfatlarını ortaya koyması Alevi-Bektaşi felsefesinin
özüdür. O halde Salt Güzellik, Salt İyi, Salt Adil, Salt Hakikat 'İe bu
evrende iletişim kurmak, içiçe olmak olanaklıdır...
daha sonra Kayser i , Malatya, Sivas, Harran
ve
Diyarbakır 'a geçen
alim buralarda da düşüncelerini halka aktarır . Vahdeti Vücud felsefesi
bundan böyle Anadolu'ya yayılmıştır . Artık sazda sözte terennüm dö-
nemi başlar.
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 86/111
Heterodoks sufilik Antik Yunan'dan bu yana süregelen ve Akde-
niz 'e , özel l ikle Anadolu 'ya egemen olan bi r din felsefesidi r . Ant ik
Anadolu f i lozof lar ı Anaksimenes, Thales, Heraklei tos, Aneksimand-
ros Tanrı-doğa içiçeliğinde irade sahibi bir Tanrı 'yı aramışlardır. Sto-
acılar tamamıyla panteist Tanrı, felsefesini işlemişlerdir. Stoa Oku-
lu'na göre yaşamın amacı ahlaksal davranıştır . İnsanın ahlaklı davra-
nabilmesi için bilgi sahibi olması gerekir. Bilen insan doğruyu yanlış-
tan ayırarak hakikate ulaşır . Hakikati görkemliliği, bireye alçakgönül-
lük bilinci verir . Alçakgönüllü birey ahlaka yönelir .
Ünlü Y unan filozofu Aristoteles de yerleşik Tanrı an layışını .be-
nimsemiştir . O da doğada akıl ve ruhun olduğunu, madde ile mananın
iç içe bulunduğunu söylemiştir .
Sadel iği , a lçakgönül lüğü benimseyen Ki l ise 'nin debdebesinden
kaçan Hristiyan azizleri de ayin yaklaşım içindedirler. Bunların en ti-
pik örneği Saint François D'Assis'dir . Hz. İsa'nın yaşamını örnek alan
alçakgönüllük, fakirlik ve sevgiyle yoğrulan gerçek Hristiyanlar, Kili-
se Senyörlerinin "ortodoks" yolundan ayrılarak Hak'kın sesini dinle-
mişlerdir;
Anadolu Aleviliği işte böyle bir geleneğin ürünüdür. Anadolu'nun
sosyal koşullan, Hallacı Mansür ve Muhiddini Arabi 'nin sufi hetere-
doks yaklaşımı, ilk çağlardan bugüne Anadolu halklarının kültür mi-
rası Anadolu Alevi kültür ve din felsefesini doğurmuştur.
Anadolu halkı heteredoks, panteist (Tanrı-doğa içiçeliği) felsefeyi
şarkılarda, türkülerde, sazda, sözde terennüm etmiştir . Fikir hazinesi-
nin güneşler i f i lozof lardı r . Hal lacı Mansur 'dan sonra Endülüs ' ten
Anadolu'ya kadar gelen Muhiddini Arabi sufıliğin özünü halka anlat-
mıştır .
1200 yıllan başında Afrika, oradan da Mekke ve Mezapotamya'ya
geçen Muhiddini Arabi 1210 yılında Konya'ya gelir . Düşünürün ünü
o denli yayılmıştır ki, Sultan Keykavus onu yollarda karşılar. Uzun
süre bu kentte misafir edilen düşünür iki önemli yapıtını burada yazar.
Bilindiği gibi Babai İsyanları yozlaşan hanedan karşısında halkı
tepkisi idi. Şiddetle bastırılan bu isyanlardan sona düşünce de baskı
al tına al ınmışt ı r. Düşünce ve felsefe baskıya maruz kal ınca, şa rkı ve
şiir biçiminde fışkırır . İslam alimleri düşünce boyutunu oluşturmuş,
Anadolu bunu Vahdet i Vücud felsefesiyle ki t le lere aktarmışt ı r . Bu
dönemden sonradır ki, büyük ozanlar, dervişler, abdallar Anadolu'yu
kanş karış dolaşarak Allah sevgisini işlemişlerdir.
Anlat ı lan sevgi ve düşüncede tüm Anadolu kül t ler ini görmek
mümkündür . İ slam Ansiklopedisi bu düşünce için aynen şu i fadeyi
kullanmaktadır: "Bunlar muhtelif tabiat kültleri ve Gök Tanrı kültü
gibi eski Türk inançlan ile Şamanizm, Mazdeizm, Maniheizm, Hristi-
yanlık gibi çeşitli zaman ve mekanlarda Türk zümreleri arasında az
çok yer bulmuş dinlerin ve hatta kısmen Anadolu inançlarının kalıntı-
larıdır" (Bknz. İslam İnsiklopedisi s. 374 Ahmet Yaşar OCAK).
O halde Anadolu'da yaşayan tüm kavimlerin, Orta Asya'dan gelen
Türkler le kurduğu düşünce- inanç-sevgi-kül tür sentezi Anadolu Ale-
viliği 'nin altyapısını oluşturmaktadır. Üstyapı ise Hallacı Mansur 'dan,
Muhniddini Arabi 'den gelen Vahdet i Vücut felsefesidi r . Hz. Al i ve
Ehli Beyt'in İslam'ın özüne uygun debdebeden uzak alçakgönüllü ya-
şam tarzı da manevi ve ilahi boyutu ortaya koyar.
Cem Dergisi - Oca k 199 3
DÎN VE MEZHEPLER
nete girmesinin mümkün olacağını söylerken, "üçleme" inananlar açı-
sından tereddüt göstermişlerdir. Onlara göre üçlemde bir anlamda tan-
rı üçe bölünmektedir. Bu da özellikle üç öğeden biri olan "oğulun",
Hz. İsa'nın maddi bir tanrı (baba-oğul) olması demektir ki, bir anlam-
da "ortak koşma" anlamına gelir .
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 87/111
ARASI ANLAYIŞ ORTAMI
Dinler arası çatışma XX. yüzyılın sonuna doğru tüm dünyayı sars-
maya başlamışt ı r . Tar ihi sını f lar arası çat ışmaya dayandıran Marx
acaba haksız mı çıkmıştır? Veya Weber'in işaretlediği gibi din olgusu
ekonomik çıkar çatışmalarının, sınıflar arası mücadelelerin ikna edci,
inandırıcı manevi boyutu mu?
Dinin kitleleri savaş ve mücadelelere sürüklediği, zaman zaman
diğer dindekileri katliama kadar götürdüğü yadsınılması olanaksız bir
gerçektir . Bugün Bosna-Hersek'de yaşanılanların, Filistin-İsrail çatış-
malarının, her fırsatta cihad çağırılan yapılmalarının toplumbilim ve
siyaset açısından önemini görmezlikten gelemeyiz.
Acaba bu denli çatışmalara yol açan din olgusu, özellikle tek taıı-
nlı dinler açısından çok farklı şeyler mi söylemekte? Çatışma doktri-
ner açıdan birbirine "küfre" yol açacak, "kafir" dedirtecek kadar önem
mi taşımaktadır?
Üç tek tannlı din biribirirtin devamıdır. Hepsi Hz. İbrahim inan-
cında kaynağını bulur. Akdeniz yöresinin bu üç tek tanrılı dini ilke
olarak daha önce 7 ilkesi Hz. Nuha'a gelene, daha sonra Hz. Musa za-
manında 10 i lke olarak bel i r lenen "10 Emir"e ummayı benimser .
Adam öldürmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, hı rsızl ık yapmaya-
caksın, zalim davranmayacaksın, komşunu seveceksin, z ina yapmaya-
caksın gibi belirlenen bu buyruklar aynı zamanda insanların toplum
içinde birarada yaşamaları için gerekli olan kurallardır. Allah'a ortak
koşmamak, put lara tapmamak kuşkusuz bu buyruklahn ön koşul lar ı -
dır.
Doktr inde ayr ı l ıklar nereden kaynaklanmaktadır? Müslüman ve
Musevi din adamları Hristiyanlıktaki "üçlemi" (trinite, teslis) anlama-
maktadırlar. İ lk dönemlerden günümüze Hristiyan ve Müslüman din
adamlarının önemli bir çoğunluğu Kutsal Kitaplardan hareketle Al -
lah'a ortak koşmayan, puta tapmayan herkesin Allah'ın takdiriyle cen-
Hristiyan din adamlarının buna verdiği yanıtta da belli bir mantık
vardır. Onlara göre Tanrı yeryüzüne gökten soyut sözler indirmiştir ..
İnsanoğlu bu sözleri, soyutluğu nedeniyle bir süre sonra savsaklayıp
unutmuştur. Artık somut bir örneğin gökten inmesi gerekiyordu. Bu
Hz. İsa idi. O bir enkarnasyondur (güncelleşme); Tanrı 'nın somut son
mesajcısı, insanlığın somut kurtarıcısıdır. İsa hatta oğuldan öte Zat 'ın
ta kendisidir. Zat ete kemiğe bürünüp bu dünyaya gelseydi, Hz. İsa
gibi davranırdı. Yeni Ahid'in bir çok yerinde İsa hem insanlık, hem
ihsan, hem de Tanrı 'nın güncelleşen ruhudur. Hz. İsa'nın Kıyamet gü-
nünden önce insanlığı kurtarmak için gökten ineceğini İslam da kabul
etmektedir. Aşağıda tekrar ele alacağımız Enbiya Suresi 'niıı 91. aye-
tinde Hz. Meryem için, "Ruhumuzdan üfledik" denmesi Hristiyan din
adamlarının mülahazalanna çok da ters düşmüyor.
Gerek Hristiyanlık, gerek Müslümanlık çıkış dönemlerinde Muse-
vilerle çatışmıştır . ' Musevilerin şahitliğiyle Hz. İsa çarmığa gerilmiş;
Musevilerin karşı koymaları, nifak sokmalanyla ilk Müslümanlar zor
günler geçirmişlerdir. Ancak tarihin muhasebesini yapmak, kin güt-
mek her üç tek tanrılı din için de temel ilke olan "affediciliğe" aykırı
düşer.
Hristiyanlar bir kez Musevilerin inandığı kitaplan olduğu gibi ka-
bul etmekte ve tamamına "Eski Ahid" demektedirler.,İncil Hz. İsa'ya
kadar olan dönemi içeren "Eski Ahid" ve ondan sonraki dönemi yazan
"Yeni Ahid"in bi r leşmesinden oluşur . Mu sevi ler için İnci l sâdece
. "Eski Ahid"'dir; Eski Ahid'de sözü edilen Me sih henüz gelmem iştir .
Müslümanlar da hem Yeni hem de Eski Ahid'e inanırlar, onlar Hak
kitabıdır; fakat "tahrif" edilmişlerdir, yani değiştirilmişlerdir. Burada
sorulması gereken soru şudur : Acaba öze, 10 Emre, doğruluğa, dü-
rüstlüğe, ahlaka ayk ırı bir tahrifat var mıdır? Eğer yoksa' geri kalan kı-
sım ayr ınt ıdı r , tar t ı şı labi l i r . Tar t ışmanın kavgayla sonuçlanmasının
hiçbir anlamı yoktur. /
' Bilindiği gibi Müslümanlık açısından Önemli olan "kul hakkının
yenmemesi" , "Allah 'a or tak koşulmaması" ve "Putlara tapılmaması-
dır ." Allah bu konularda affetmeyeceğini bi ldirmiş t ir . . O halde doğru-
luk, dürüs t lük, ahlak gibi kavramlar ı içeren "kul hakkının yenilmeme-
s i"ne dikkat eden bir Hris t iyan veya Musevi neden İs lamın gözünde
küçüm s ens in? Z a ten gerçek İ s l am ' ın yaş and ığ ı H z . Muham m ed ve
rükleyerek insanlar ı kullanmış lar , onl an bir ibir ler ine kıTdırmış lardır .
Aslında teokrat ik devlet anlayış lar ı bu tür düşmanlıklar ı körükle-
m iş le rd i r . Ö rneğ in büyük ö lçüde E m ev i le r dönem inde b iç im a lan
Sünnil iği benimseyen hanedanlar dinin r i tüel yanına ağır l ık vermiş ler
ve kendi tarzlar ında ibadet etmeyenler i muhalif görerek onlar ın uygu-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 88/111
Hz. Ali dönemler inde ve önemli ölçüde 4 Halife Devrinde bu tür bir
küçüm s em e yok tu .
Müslüm anlar ın Hz. . İsa 'yı mesih olarak kabu l etmeler i de bir vakı-
adır . Enbiya sures i 'n in 91. ayeti a>nen şunu demektedir : "Bakire kala-
na ruhumuzdan üf ledik. Onu da oğlunu da cihana ibret yaptık ." ' - 'O
Kıyametin yaklaşmasında bir alamett ir" (Kur 'an 43. , 61.) "Ehli Kitap-
t a n , ö l m e d e n ö n c e İ s a ' y a i m a n e t m i y e c e k h i ç b i r k i m s e y o k t u r "
(Kur ' an 4. 159.) Görülüyor ki , o da t ıpkı Adem Peyga mber gibi doğ-
rudan Tann taraf ından yarat ı lmış t ır ; bir nefes olarak bakire Meryem'e
üf lenmiş t ir . E l Nisa Sures i 'n in 171. ayeti "O Allah taraf ından bir ruh-
tur . Art ık Allah 'a, peygamberler ine inanın da Allah üçtür demeyin"
denmektedir . Üçleme keş in bir şekilde karş ı çıkı l ı rken Hz. İsa 'nın Al-
lah' ın yolladığı bir ruh olduğu açıkça belirtilmiştir. Hal böyle iken Hz.
İsa 'nın yolundan gidenlere Müslümanlar ın kem gözle bakması yanlış -
t ı r . Üçlem reddedilmeli ama Hz. İsa 'nın Allah ' ın gönderdiği bir kutsal
ruh olduğunda tereddüt gös ter i lmemelidir . .
Üç tek tannlı din aras ında buderecede benzer l ik varken anlaşmaz-
l ıklar ın anlamsızl ığı açıkt ır . İş in daha vahimi aynı din içindeki mez-
hep çat ışmalar ıdır . Hris t iyanlıkta Ortodoksluk, Katolikl ik ve Protes-
tanlık olmak üzere üç ana mezhebe bağlı 200 'ü aşkın al t mezhep ve
düzen vardır . Müslümanlıkta da Sünni ve Şia gibi iki ana ayır ımdan
başka İsmail i , Alevi , Şaf i , Maliki , Hanbeli , Hanef i , Mutezi le, Cebri-
ye, Harici gibi al t ayır ımlar vardır . Dinler in birbir ler iyle yaptıklar ı
kanlı savaş lardan çok daha kanlı ve acımasızlar ı bu al t İs lam mezhep-
ler i aras ında geçmiş t ir . Aynı kentte veya beldede oturan bir Sünni,
Alevi 'ninkes t iği et i yememiş veya bir alevi Sünni evde yemek yemek-
ten kaçınmış t ır . Tüm bu sür tüşme ve anlaşmazlıklar sosyal kökenlidir ;
örf ve adette kaynağ ını bulur . Dinin özü aynıdır ve hiç bir din ayr ınt ı-
dan dolayı bir inin diğer ine düşmanlığını kabul etmez. Oysa onlar bir i-
bir ler ine sapık, sapkın, zındık gibi s ıfat lar ı yakış t ınr lar . S iyaset adam -
lar ı kendi çıkar lar ı için örf ve adetten kaynaklanan bu farkl ı l ıklar ı kö-
ladıkları değişik ritüelleri zındıklık olarak kabul etmişlerdir.
Burjuva devr imler iyle bir l ikte gerçek din ve inanç özgürlüğü tar ih
sahnes ine gelebilmiş t ir . John Locke İngil izce ve Latince Olarak 1689
yıl ında yayınladığı "Hoşgörüye İ l işkin Mektup" adlı yazımında " is ter
Pagan, is ter Mü slüman , is ter Hris t iyan, is ter Musevi olsun herk es s ivi l
haklardan ( insan haklar ından) eş i t bir biçimde yarar lanmalı , k imse
inançlar ından dolayı hor lanıp, eza, cefa görmememelidir" demektedir .
Keza George Washington 1790 yı l ında Rhode İs land-Newport Yahu-
d i Cem aa t ine gönderd iğ i m ek tup ta inanç ve düş ünce özgür lüğünün
kutsal l ığından söz etmekte; değiş ik ibadet biçimi ve davranış la giyim
farklı l ıklar ından dolayı insanlar ın kınanmamasının gerektiğini açıkça
belir tmektedir . Ona göre inanca saygı hoşörü ve bar ış içinde birarada
yaşaman ın önkoşuludu r . ,
Hris t iyan alemi bur juva devr imler iyle bir l ikte hoşgörü aşamasına
hukuksal boyutta gelmişken, İs lam as l ında bu tür bir hoşgörüyü çağ-
lar önces inde benimsemiş t i . Ama gene de Müslüman Müslümam kır-
mış , birbir ine eziyet etmiş t ir . Müslüman devlet Musevi ve Hris t iyana
kendi hukuk ve din kural lar ını uygulamakta serbes t bırakırken, kendi
d in inden o lan ö rneğ in A lev i l e r e bas k ı yapm ak tan kaç ınm am ış t ı r .
Hris t iyan ve M useviler i , ehl i haktan kabul etmiş , kendi gibi oruç tu-
tup, namaz kı lmadığı için Aleviye zındık demiş t ir . Daha da anlamsızı
Sünni gibi namaz kı lan, ancak secdede "kutsal toprak mühürü" al ın
süren Hz. Ali kökenli Şia bi le Anadolu Aleviler ine zaman zaman baş-
ka gözle bakmış t ır .
Köktencil iğin her tür lüsü kendinden olmayan din ve mezhepler i
hor lar , küçümser ve mil i tanca üs tüne gider . Köktencil ik (burada fon-
damantal izm karş ı l ığı olarak kullanıyoruz) cehalet in eser idir . Onlar
temelin aynı öldüğünün farkına varmayan, biçimcil iğin putperes t l iği-
ne kendiler ini kaptıranlardır . . Oysa dinler in gerçek yü zü, biçimi ö ze
ulaşmak için bir araç olarak görmektedir . Gerçek al im din adamlar ı
için ayr ınt ı önemli değildir , öz ön plandadır . Fondamantal is t ler i kış -
kırtanlar, tıpkı tarihin eski dönemlerinde olduğu gibi farklılıklarda çı-
kar arayan emperyalist güçlerdir.
Ülkemizde gerçek bir barış ortamı arzuluyorsak, yeni Kahraman-
maraş olayları istemiyorsak din ve mezhepler arası diyalog ortamına
yoğun bir biçimde yönelmemiz gerekmektedir . Alevi-Sünni , Hr ist i -
yan-Müslüman-Musevi diyalog toplant ı lar ı , seminer ler yapı lmal ı ,
ORTA ASYA V£ ALEVİLİK
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 89/111
yanlış anlamalar olabildiğince ortadan kaldırılmalıdır. Bu tür çalışma-
larla sadece ülkemizde değil, dünyada barışın kurulması için önemli
aşamalar kaydedilebilir .
Cem De rgisi - Şubat 199 3
Değerli araştırmacı İrene Melikoff, Türkçeye çevrilen "Uyur İdik
Uyardılar" adlı yapıtına (Bknz. MELİKOFF, irene: Uyur İdik Uyardı-
lar , Alevi-Bektaşi l ik Araşt ı rmalar ı , Cem Yayınevi , İ stanbul 1993)
ağırlıklı olarak Anadolu Alevliği 'nin temelini Orta Asya ve şamaniz-
me bağlamaktadır. Benzer bir yaklaşım daha önceleri de Türk-İslam
Sentezi kuramcılarından rahmetli Prof. Dr. Mehmet Eröz tarafından
da savunulmuştu (Bknz. ERÖZ, Mehmet : Eski Türk Dini-Gök Tanr ı
İnancı ve Alevilik Bektaşilik. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İs-
tanbul 1992, Üçüncü baskı).
Melikoffa göıe Alevilik Orta Asya'dan gelen göçebe şaman grup-
ların İslamla karşılaşarak yeni dini eski kültleriyle birlikte bir potada
eritmesi olayıdır. Bu bir senkretizmdir (bağdaşım). Senkretik tutum-
larda yeni dine geçen gruplar, eski din ve kültlerinin alışkanlıklarını
kolaylıkla atamadıklarından, yeni dinin ilke ve biçimsel yapılarıyla
bir bağdaşıma gitmektedirler.
Mel ikoffun bu yargısına kat ı lmamak olanaksızdır . Anadolu Ale-
vi l iği bi r müslüman, şaman, hindu, Anadolu kül t ler i , manikheizm,
hristiyanlık senkretizmidir; ancak islamî yapı ağırlıktadır/Ağırlıktan
öte bu bir müslümanlıktır . Hatta ve hatta öz bakımından müslümanlı-
ğın ruhuna en uygun yorumlardan biridir. Bunun başka türlü olması
söz konusu olamaz; çünkü sağlıklı olmasa da verilen rakamlara göre
Orta Asya'dan Anadolu'ya gelenlerin sayısı 1, 5-2 milyon arasında
iken, Anadolu'da yaşayan insanların adedi bundan çok daha fazladır
(Kiliselere bağlı kayıtlara göre 10-15 milyon; Orta Asya'cı milliyetçi-
lere göre 2-3 milyon). Anadolu bir soykırıma tanık olmamıştır . Uzak
Asya'dan gelenler Anadolu halkının önemli bi r bölümünü İslamın
bayraktarı oiarak müslümanlaştırmış; bir kısmı da göçmüştür. Irk, dil,
kültür ve din bağdaşımlarının bu denli yoğun olduğu bir başka ülke
belki de sadece Amerika Birleşik Devletleri 'dir .
.
Acaba Anadolu'da müslümanlaşan halk ne oranda eski din, kültür
ve kültürlerinin öğelerini korumuşlardır? Uzak Asya'dan gelenlerin
dinsel önderleri ne tür bir İslam yorumunu yaymışlardır? Sayın Meli-
koffa.göre Asya 'dan gelenler , şaman ve özel l ikle manikheendir . Bu
yargıya da katılmamak kuşkusuz olanaksızdır.
Ancak sorulması gereken soru şudur: Manikheizm Orta Asya kö-
kenli midir? Manikheizmin ilkeleri Anadolu'da yaşayan insanların ya-
yüzünün aydınlığıdır. Bu nedenle gökyüzü, güneş ve aydınlık kutsal-
dır. Orta Asya'dan geldiği iddia edilen Gök Tanrı kültürünün derinli-
ğinde bu tür biı- manikheen anlayışın varlığından söz etmek kanımızca
hiç de yanlış değildir.
' Mane s'e göre insanoğlu beden kafesi içinde tutsaktır . Ruhunu bu
kafesten kurtarması gerekmektedir. Beden onu karanlıklara, ihtilasla-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 90/111
şam tarzı ve dinleriyle benzerlik göstermekte midir? Manikheizm aca-
ba Anadolu dışında Batı 'da da var mıdır? Osmanlı Batı 'ya, Avrupa'ya
ilerlerken manikheen gruplarla karşılaşmış mıdır? Ve bunlar ne tür bir
İslamı inanç içine girmiştir?
Manikheizm M.S. III . yüzyılda Mezapotamyada ortaya çıkan bir
Mazdeizm-Hristiyanlık senkretizmidir. Kurucusu M.S. 216 veya 220
yılında doğan Manes veya Mani adlı bir şahıstır . Manes'in anası ve
babası Zerdüşt dinine bağlıdırlar. Babası daha sonra koyu bir hris-
t iyan mezhebe mensup olmuştur . Bi l indiği gibi Zerdüşt dini M.Ö.
VII. yüzyılda ortaya çıkmış ve ikili tanrı anlayışını benimseyen bir
yaklaşımdır. Zerdüşt dini daha sonraları mazdeizıiıe dönüşmüştür. Bu
dinlerde bir iyilik tanrısı bir de kötülük tanrısı vardır ve evrensel mü-
cadele bunların ikisi arasında geçer. Kötülük tanrısı gece ve karanlık-
lara, iyilik tanrısı ise gündüz ve aydınlıklara egem endir.
Mazdeizm ve Zerdüşt dini Hristiyanlığın çıkıp yayıldığı dönem-
lerde tüm Mezepotamya ve Gi iney-Doğa Anadolu 'da yaygın bi r bi -
çimde gücünü sürdürüyordu. Bu din Anadolu'daki mitolojik kişileridi-
rilmiş tanrılar kültleriyle.de bağdaşım içindeydi.
İyilik, barış ve sevgi dini olan Hristiyanlık II . ve III . yüzyılda
özellikle Roma İmparatorluğu içindeki ezilen ve horlanan, haskıya
maruz kalan halk arasında yayılmaya başlayınca, dinler mozaiki olan
bu bölgede kuşkusuz kaygıyla karşılandı. Dinsel öğreti iyilik ve doğ-
ruluk İlkelerini işlerken mazdeizmin "iyilik tanrısına" hiç de ters düş-
memekteydi. Sorun "kötülük tanrısına" bir kılıf bulmaktaydı.
Mane's, İsa'nın sesini kendine kitap ettiğini iddia ederek şu tür bir
bağdaşımı gündeme getirdi. Zerdüşt dinindeki kötülük tanrısı Ahri-
man, Şeytan ' ın ta kendisidi r ; iy i l ik tanr ısı Ahura-Mazda ise Hz.
İsa'dır . Eski kültlerdeki iyilik-kötülük ikilemi Manikheizmle birlikte
Hz. İsa - Şeytan haline dönüştü.
ıBu anlayışa göıe Hz. İsa'ya en yakın olan şeyler ışık, güneş, gök-
ra, kıskançlıklara götürür. Eza, cefa, çile ile beden kafesini ezmek, ru-
hu aydınlıklara götürmek gerekir. Bu yaklaşımla Anadolu dervişleari-
nin, Hallac-ı Mansur 'un tutumları arasındaki parelelliğe dikkati çek-
mek isteriz. Önemli olan insan içinin aydınlanmasıdır. Tanrı 'yla bü-
tünleşme ışığa kavuşmakla olanaklıdır.
Manes'e göre önemli olan "batını anlamaktır ." İsa'nın Tanrı 'nın
oğlu oluşu, Tanrı 'nın zaman zaman seçilmiş ruhları bu evrene gönde-
rişinin sebeb-i hikmetini anlamak güçtür. Bunu, yani "batını" ancak,
aydınlatıcılar (mürşitler), saflar (abdallar), seçilmiş kişiler anlar. Salt
hakikat bilgeliktir . Bilgelik "Saltlıkla" yekvücut olmaktır . Bu anlatım-
larda da Anadolu Aleviliği 'nin motiflerini görmek söz konusudur.
Manes'le Anadolu Aleviliği arasındaki farklılık, manikheizmin re-
inkarnasyona (yeniden bu dünyada diriliş) önemli bir yer vermesidir.
Anadolu Alevi l iği 'nde bi ldiğimiz kadar ıyla reinkarnasyon yaygın
değildir. Ancak seyitler ve dedeler olayrEhli Beyt'in günümüze kadar
gelişi ölmeyen bir ruh ve anlayışın sürdürülmesi olarak yorumlanabi-
lir.
Anadolu Aleviliği üzerinde manikheizmin etkisini haklı olarak be-
lirtmesine rağmen, sayın Melikoffun Manes'i Orta Asya'da araması-
nın nedeni bir türlmü anlaşılmamaktadır.
Manikheizm Mezepotamya'dan, Anadolu'dan Orta Asya'ya da göç
etmiştir . Sadece Orta Asya'da değil, Bulgaristan'a, Arnavutluk'a, Bos-
na'ya, Fransa'nın Albi bölgesine, Kuzey Afrika'ya kadar gitmiştir .
İşin en ilginç yanı Balkanlar 'da ve Avrupa'da Osmanlı seferleri sı-
rasında müslüman olanların hemen hemen hepsi manikheen kökenli-
dir. Manikheen kökenli bu yeni müslümanlar Alevi-Bektaşi geleneği-
ni benimsemişlerdir. Arnavutluğun Bektaşi merkezi olması bir rast-
lantı değildir. Alevi-Bektaşi Arnavutlarla Orta-Asya'nın hiçbir coğrafi
ve tarihi ilişkisi yokken onları da Türk-İslam sentezi içine sokmak
son derece yanlış olur. Keza Müslüman Boşnaklarla da Orta Asya'nın
hiçbir bağı yoktur.
Manikheizm her zaman için kurulu düzenlerle mücadele vermiştir .
Resmi teokrat ik yapı lar manikheizme ters düşmüştür . Bu nedenle
Hristiyanlık Bogomil denilen Balkan Manikheenlerini ezmiş; bağnaz
Fransız hanedanı Albi bölgesindeki Katar Manikheenleri üzerine Haç-
lı Seferleri düzenlemiş ve katliamlar yaparak çoluk-çocuk demeden
tizmdir. Anadolu ağırlıklı evrensel kültür zinciriyle İslam dininin yü-
ce değerleri yeni bir sentez oluşturmu ştur. O: din ki, "kul hakkının
yenmemesini" temel alarak insan haklarına saygıyı bir tür amentü ola-
rak kabul etmiştir .
Düşünce, akıl, sevgi, adalet, eşitlik, Allah'ı bizzzat Salt Akıl, Salt
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 91/111
hepsini öldürtmüştür.
Manikheizm'i ortadan kaldırmak için büyük teolojik çalışmalar da
yapılmıştır . Hristiyan dininin en önemli doktrinerlerinden biri olan
Kuzey Afrikalı. Magribli
Saint.
Augustin (M .S. 354-430). tüm y apıtla-
rında maniklıeizmi eleştirmiş, sapıklık olarak nitelendirmiştir . Oysa
onun babası da bir manikheendir.
Kuşkusuz Anadolu Aleviliği 'nin bir manikheizm uzantısı olduğuni
iddia etmiyoruz. İddiamız şudur; Eğer Anadolu Aleviliği üzerinde İre-
ne Me likoff un belirttiği gibi manikheist izler varsa, bu Orta Asya de-
ğil Anadolu kökenlidir. Manikheizm Anadolu sayılabilecek bir bölge-
de doğmuştur; tüm Anadolu kült ve dinlerinin bağdaşımının mirasçı-
sıdir; sonunda gelişip güçlenen Hristiyanlıkla yeni bir bağdaşım kur-
muştur.
Dinler kitleler tarafından öyle hemen şıp diye benimsenmez. Eski
alışkanlıklar, örf ve adetler, eski dinlerle meçzetmek, bireyler açısın-
dan psikolojik bir zorunluluktur. Hristiyanlığın güçlenmesiyle mazde-
izm, manikheizm olmuştur.
Daha sonra müslümanlığın yayılmasıyla birlikte yeni bir bağdaşı-
ma geçmek zorunluydu. Mazdeizm ve Manikheizm X. yüzyıla kadar
var l ığını Or ta Doğu'da sürdürmüştür . Hal lac- ı Mansur döneminde
(Hicri III . yüzyıl) onun yaşadığı kentlerde yoğun olarak Mazdeist ve
Manikheenlerin olduğunu Hallac-ı Mansur uzmanı Louis Massiğnon
yazmaktadır (Bknz. MASSİĞNON, Louis: La Passion de Hallaj, Paris
1975, CI, s. 1 35-138).
Ancak unutmayalım ki, Anadolu Aleviliği bugünkü tefekkür bo-
yutuna Hallac-ı Mansur, Mulıiddin-i Arabi ve Horasan Erenlerinin İs-
lama dayalı felsefi ve teolojik çalışmasıyla gelm iştir .
Anadolu insanı müslümanlığı benimserken çağların getirdiği tüm
hümanist esasları, aydınlığı ışığı, güneşi, Tanrı-doğa içiçeliğini senk-
retizm içinde biraraya getirmiştir . Bu tür Alevilik özgün bir senkre-
Sevgi, Salt Hakikat olarak görmek; başka bir anlmatırîıla Vahdet-i
Vücud İslamın bu kültür ve anlayışa getirdiği özgün bir bakıştır .
Cem Dergisi - Mart 1993
HETEREDOKSI, MANİKHEİZM,
KATHARLAR, BOGOMİLLİK ve
H E T E R E D O K S M U H A L E F E T
Heteredoks muhalefet cephesinin toplumsal psikolojik yapısının
oluşumunda o yörenin coğrafi konumu, etnolojik etmenler, halkın
kültür biçimi, töreler, eski dinin ilkeleri ve sistemi, ozan, düşünür,
ulular ve karizmalar kitleleri yönlendirir.
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 92/111
ANADOLU ALEVİLİĞİ
D İ N v e M U H A L E F E T •
Yeni kabul edilen dinler, zorlama dışında kabul edilmiş olsalar da-
hi geleneklere, eski dinin alışkanlıkları ve kültürlerine bağlı olarak
bazı tepkilerle karşı karşıya kalırlar. O dini oraya getirenler, yıllar
içinde oluşan sistemi ortodoks (doğru yol, doğru inanç) diye tanımlar-
lar; reaksiyonları da lıeteredoks (karışık yol, yanlış inanç, sapma, sap-
kınlık) olarak nitelendirirler.
Sapma diye adlandırılan bu tutumlar resmi ideoloji-din karşısında
bir süre sonra muhalefet konumuna girer. Dinsel özümsememe diren-
ci zamanla politik dirence dönüşür.
Siyasal teokratik iktidar onları sindirir; üzerlerine ordular gön-
derir; engizisyon mahkemelerinin kararıyla işkenceyle çoluk çocuk
demeden öldürülür; veya kuyuları kendilerine kazdırılıp içine diri diri
gömdürülürler.
Siyasal ik tidarların kendi ideologları vardır . Bunlar düşünsel
gerekçeler bulup onların kutsal kitaplara ihanetini belgelerler ( ).
Hederedoksların idologları da, ezilmişliğin doğal sonucu olarak
sevgi, dostluk, kardeşlik, özgürlük düşüncesini işleyerek şiirlerde,
türkülerde, sazda-sözde kurulu din ve düzene karşı koyarlar. Baskılar
fazlaysa, mücadele olanaksızsa, düşünür ve ozanlar içe dönüp misti-
sizmi, tasavvufu yeğleyip, "bu dünyadan" bir anlamda vazgeçip Tanrı
aşkına layık olmayı düşlerler.
Tanrı'yla bütünleşme onlar için yüce erektir. "Bu dünya" boştur,
fanidir; önemli olan öteki dünyaya layık olabilmektir. Hatta ve hatta
acı, cefa ve eza çekerek, çile doldurarak bu dünyayı reddetmek çok
daha hayırlıdır.
Heteredoks hareketler tarihin önemli "dinamolarından" biridir.
Tarihin dinamosu ne Marx'ın dediği, gibi sadece sosyö-ekonomik
altyapı ilişkileri ve sınıflar arası mücadeledir; ne de tutucu düşünür-;
lerin iddialaıındaki gibi din ve mezhep mücadelesidir. Irklar mücade-
lesi gibi safsataları burada zikretmek dahi kuşkusuz yanlıştır. Çünkü,
dünyada saf ırk yok denecek kadar azdır.
Max Weber ' in vurguladığı gibi tar ihin dinamosu ekonomidir ,
dindir, İdeolojidir. Başka bir anlatımla din-ekonomi-ideoloji üçlemi
insanlık tarihinin yazgısının yazarıdır.
Heteredoks akımlarda yukarıda özetlemeye çalıştığımız etmenler
aynen geçirlidir. İşin ilginç, yanı aynı özelliklerin dünyanın birçok
değişik yerinde ortaya çıkan tüm heteredoks hareketlerde aynı
görünümlerle gündeme gelmesidir.
Birçok kimse farkında değil ama bugünkü sosyo-politik olayların
kökenlerinde aynı özellik ve yapı varlığını sürdürüyor. Heteredoks
din ve mezhepler XX. yüzyılın dünyasında muhalefet cephesi olarak
dünyayı sarsmaktadır. Boşnaklar ve Arnavutlar tarih boyunca hetere-
dokstur. Hrist iyanlığın en güçlü olduğu çağlarda onlar muhalif
Hristiyan olarak Bogomil, Manikheen senkretizmlerini (bağdaşım)
ben imsemiş le rd i r . Müs lüman Osman l ı ge ld iğ inde re smi Sünn i
mezhep yerine A levi-Bektaşi heteredoksisi yeylenmiştir. B ugün de en
büyük kargaşalar, gizemli yaklaşımlar, ağır muhalefet, savaşlar bu
bölgelerde geleneksel heteredoks etkilerle devam eünektedir.
Anadolu Alevileri de heteredokstur. Heteredoks olmalarında en
büyük faktör Orta Asya'dan Ön Asya'ya yüzyıllardan beri göç eden
Türk boylarının Şaman, Manikheen, Nestorien, Monofizit Hristiyan,
Paien, Ortodoks Hristiyan, Musevi değişik din ve mezheplerden sonra
Müslümanlığa geçmeleridir. Bu dinlerin kült ve kültür yapıları birbir-
lerine o derece karışmıştır ki, Gök Tanrı önce Ahura Mazda, sonra İsa
olmuştur. Soyut nitelikli, "Söz"e, "Kalem'a" dayalı İslam'dan sonra
yeni bir bağdaşım (senkretizm) kaçınılmazdı.
Z a t en Anado l i ı t op r ak l a r ı , B i zans İ mpar a to r luğu zaman ında
tümüyle h i ç b i r zaman t am o r todoks o lmamış t ı . T üm Anado lu
Kostantinopolis karşısında sürekli başkaldırı içindeydi. Başkaldırı hep
heteredoks nitelikte olmuştur. Özellikle Nesturi ve Monofizit herezi
(sapma) imparatorluk merkezini her zaman için sarsmıştır . Velhasıl
sap ık l ı k l a suç l am ak ta on l a r l a he r t ü r l ü i l işk i ku r m an ın günah
olduğunu söyleme saçmalığını gösterebilmektedirler.
Fransa
' d a da , 1950 ' l e r de b i l e "Haç l ı Se f e r l e r i ve Ki l i se ' n in
Katedrali" adlı yapıtında tarihçi Daniel Robs Fransa'daki Orta Çağ
heretik Hristiyan akımları "toplumu yok.edici,; sapık, ihtirasların yön-
l end i r d iğ i eğ i l im le r " o l a r ak n i t e l end i r mi ş t i r . Keza 1971 y ı l ı nda
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 93/111
Anadolu'da resmi din karşısında lıer türlii reaksiyon mevcuttu. (MAU-
RICE. Lombard: L ' İ slam Dans sa Premiere Grandeur , Par is 1971,
Flammarion, s. 17).
A n a d o l u S e l ç u k l u D e v l e t i iç i n d e v e O s m a n l ı ' d a , A n a d o l u
Alevileri, heteredoks yapılarıyla hanedanların başını bir .hayli ağrıt-
mıştır . Cumhuriyet döneaminde ve özellikle 1960 sonrasında radikal
Marksist muhalefet içinde Anadolu Alevileri ön plandadır. Son yıllar-
da f e l se f i b i r b i l i nç l enmey le Alev i l e r maddec i Mar ks i zmle bağ ı
kopar ıp; ideci , inanca dayal ı öz ve esaslar ına dönmektedir ler ama
gene de "eski tüfekler" onları yanlarına çekme çabası içindedirler.
D E Ğ İ Ş İK H E T E R E D O K S M U H A L E F E T L E R
A R A S I N D A K İ B E N Z E R L İ K L E R
İşin çok daha ilginç yanı aynı görünüm ve yapı Anadolu'dan 3000
km. uzak l ık t ak i F r ansa 'da da Or t a Çağ 'da yaşanmış t ı r . L angdok
(Languedoc) denilen Fransa'nın Albi-Katlıar bölgesinde yaşayan, albi-
ua diye adlandırılan, Hristiyan lıeteredokslarla Anadolu Alevileri 'nin
Balkan Sup, Boşnak bogomil heteredokslannın siyasal, sosyal, felse-
fi, kültürel açıdan büyiik benzerlikleri vardır. Bir başka heteredoksi de
Kuzey Afrika Berberleri arasında yayılmıştır . Manikheen Berberler
yay ı l an r e smi Hr i s t i yan l ık ka r ş ı s ı nda başka ld ı r mı ş l a r ve baş l a r ı
ezilmiştir . IV. yüzyılın ünlü düşünürü Berber kökenli, manikheizm-
deıı dönme Saint Augustin eski dinini, doktriner ve teolojik bağlamda
yermek ve yok etmek açısından görkemli bir filozofik sistem kurmuş-
tur. Kendisine boşuna "Aziz" sıfatı verilmemiştir . Bunların büyük bir
olasılıkla kökenleri de aynıdır. Albijuların üzerine Fransız hanedanı
tıpkı Yavuz'un Anadolu Alevileri 'nin üzerine sürdüğü gibi Haçlı ordu-
ları sürmüş, Ebussud Efendi benzeri kardinaller fetvalar vermiş ve
köklerini kazımışlardır.
Bugün de ülkemizde zaman zaman cahil din adamları Alevileri
Blanche de Castille "resmi evliliğe karşı olan, intiharla Tanrı 'ya ulaş-
may ı yüce i dea l kabu l eden , he r kes in d i l ed iğ iy l e b i r l e şmes ine
hoşgörüyle bakan bu insanlar yılan kadar tehlikeliydiler" demektey-
di.
Bugün ülkemizde "mum söndü ayinleri" imalarıyla Alevileri kar-
alayan cahi l imamlar la Blanche de Cast i l le ' ler le , Daniel Robs' lar
arasındaki düşünce paralelliğine dikkatinizi çekmek isteriz.
K A T H A R L A R , M A K İ N H E E N L E R
"Kathar" ant ik Yunanca 'da "catharos" (saf , temiz) sözcüğünden
gelmektedir . Böyle bi r anlama sahip sözcüğün XI. yüzyı lda bazı
evekler (üst düzey rahipler)
tarafından
"sapkınlık" olarak ele alınması
dikkat çekicidir. 1030 yılında Fransa'nın Albi bölgesinde kendilerini
"Kathar" diye adlandır ı lan bi r grup insan Ki l isesi 'n in kat l iamına
maruz kalmıştır . Zaten bu yüzyıllarda Batı Avrupa'da Roma dinsel
otor i tesine karşı mülalefet gösteren her akım ve bölge sapıkl ıkla
suç la nmış v e Clo v i s ' in g ücüy le y er le b ir ed i lmiş t i r .
XI. ve XII . yüzyı lda Kuzey Afr ikal ı Manikheeı ı ' ler le mücadele
edilmesi için Papalık
tarafından
emirnameler çıkarılmıştır . Bu yüzyıl-
larda Avrupa'da resmi Roma dinsel anlayışına en ufak itirazlar dahi
sapık Manikheizmle suçlanmış, birçok rahip, papaz, hatta evek dahi
afaroz edilmiştir . Onların tek suçu değişik yorumları ileri sürmeleriy-
d i . Bun la r ın b i r k ı smı d i r i d i r i yak ı l a r ak ö ldü r ü lmüş tü . Oysa
Manikheizmle suçlanan ,bu insanların
hepsi
"gerçek Hristiyanlığın"
kendi ler i taraf ından temsi l edi ldiğini iddia etmekteydi ler . Ruhban
sını f ı reddediyor lar ; herkesin aracı olmaksızın i lahi güçle i le t işim
kurabileceğini söylüyorlar: esas sorunun iyi-kötü ikileminde yattığını
belirtiyorlardı.
Aristokratik yapı içinde, tamamiyle teokratik ilkelere bağlı olarak
Papalığa dayalı politik pramit kuşkusuz ayrıcalıkla mücadele veren
böyle bir tutumu yok edecekti . Aracı ruhban s ınıf ı kaldırmak poli t ik
s is temi bozmak demekti .
Muhalefet cephes ine göre Kil ise düzeni as ı l Hris t iyanlığı bozmuş-
tu. Hris t iyanlık saf l ık , temizl ik , inanç, sadakat ve Hz. İsa 'ya bağlı l ık
d in id i r . İ lk H r i s t iyan la r a l çakgönü l lü lük i ç inde bu i lke le r e bağ l ı
olarak yaşamış lardı . Oysa Kil ise görkemli bir debdebe içindeydi . Hz.
sürdürmekteydi . Kendis i , dönemin Sasani Kral lar ı taraf ından korun-
muş 276 veya 277 tarihinde İran'da ölmüştür.;
Man i ' n in tüm am ac ı H r i s t iyan l ık ka r ş ı s ında d i r enen Mazde i s t
hanedan ve gruplar ı yumuşak yaklaş ımın get irdiği bir senkret izmle
Hz. İsa yoluna davet edilm ekti .
' Zerd üş t dinin kolu Ma zdeizm güneş i ölümsü z, iyi l ik gücü olan
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 94/111
İsa dininde lüks ve dünya nimetler ine kendini kaptırmak "kötü"ye,
günaha insanı götürür . Oysa insanın bü dünyadaki görevi iyi-kötü
iki lemi içinde " iyi"yi seçmek tir .
İ y i - k ö t ü i k i l e m i s o r u n u n a n a h t a r ı d ı r . . G e r e k d i n l e r d e , g e r e k
felsefede bu iki lem ana uğraş alanını oluş turmaktadır . Zerdüş t dini
gibi bazı dinler ise iyi-kötü iki lemi üzer inde o denli yoğ unlaşmış lardır
k i , T anr ı ' y ı da İy i l ik ve K ö tü lük T anr ı s ı d iye ik iye bö lm üş le rd i r .
Kathar izmin temelinde iş te bu anlayış yatmaktadır .
İki lemci Gnostik (Tanrının bi l inebil i r l iği , u laşabil i r l iği) Mazdeis t
( Z e r d ü ş t d i n i n i n b i r k o l u ) , M a n i k h e e n , B o g o m i l v e A n a d o l u
Alevil iği 'n in temel felsefe s i aynı çizgi içindedir .
Sorun şudur:
Eğer Tanrı Salt İyi, Salt Güzellik, Salt Doğru ise kötülük nereden
gelme ktedir ve neden bu kadar yayg ındır? .Sonsuz İyi l ik olan Ta n-
rı'yla kötülük nasıl bağdaşabilir?
Dinlerde bu konuya değiş ik yanıt lar get ir i lmiş t ir . Kimine göre iyi-
l ik ve kötülük ezelden ber i vardı . Diğer ine görü kötülük somut maddi
ev rende vard ı r; - s oyu t ruhs a l , " idea la r ev ren inde" kö tü lük o lam a z
(r ieo-Platoncü bir yaklaş ım.) Bir başkas ına göre ise, Tanrı 'n ın gözün-
den düşen, itibarını yitiren bir melek bu dünyada cinleri aracılığıyla
kötülük yaptırmaktadır .
Değiş ik izahlar , " iyi l ik" esas ını ağır l ıkl ı bir şekilde vurgulayan,
yaşamıyla adeta "Salt İyi" olan Hz. İsa'nın diniyle nasıl bir bağdaşım
getirecekti?
Bu bağdaş ımı M.S. I I I yüzyılda Mardin 'de yaşayan. 216 veya 220
tar ihinde doğduğu söylenen Meryem adlı bir anadan doğan Manes
veya Mani adlı şahıs gerçekleştirmiştir. Mani bir Hristiyan keşişidir.
A hvaz ve K huz i s tah ' a , o r adan H ind i s tan ' a kadar uzanarak Z erdüş t
d i n i v e o n u ı ı u z a n t ı s ı o l a n M a z d e i z m i t a n ı m ı ş t ı r . Z a t e n d o ğ u p
ye t i ş t iğ i yö rede Mazde izm , ge l i ş en H r i s t iyan l ığa r ağm en e tk i s in i
'Tanrı 'ya en yakın bir oluşum olarak görmekteydi . Aydınlık ve aşk
T a n r ı ' n ı n s ı f a t l a r ı n ı n b a ş ı n d a ' g e l m e k t e y d i . " İ y i ' n i n " a d ı " A h u r a
Mazda " ; "Küti i"nün adı ise "Arhiman "dı . Evren Arhiman' la , Ahura-
Maz daiım savaş ıyla sürüp gi tmekteydi . B ir gün İyi lik , saldıkla gal ip
gelecekti .
Maııes de (Mani) bu anlayış ı İnci l ' e adapte etmiş t ir . Ona göre
aydı nlık ve iyilik, İyilik Tanrısı'nın teza hürü (bir anla mda oğlu) olan
İsa 'dan gelmektedir ; kötülük ise karanlıklar Tann' s ı Şeytan ' ın eser idir .
Hatta bu maddi dünyayı yaratan şeytandır . İsa, bir gün galip gelecek
her şey Salt Güzell ik olan Hakikat ' e dön üşecektir .
Man ikhe izm A nado lu ' dan ç ıkan b i r m ezhep t i r . D oğu ' da İ r an , .
Hindis tan, T ibet , Çin ve Türkis tan 'a; Batı 'da Anadolu. Bulgar is tan,
Arnavutluk, Bosna ve Fransa 'ya kadar gi tmiş t ir .
Bu yolculuklar ı aras ında Manikheizm yerel geleneksel ve dinsel
özellikleri de o bölge içinde bir potada eritmiştir. Ancak ortak ilkeler
hep aynıdır . Örneğin güneş (gök tanr ı) kutsaldır ; gi ineş doğarken yal-
varıp yakarış önemli bir ritüeldir. İyilik ve İıoşgörü dinde ön planda
gelir . Biçimsell ik , biçime bağlı l ık ikinci derecede önem taş ımaktadır .
Ma dde geç ic i ve f an id i r , önem l i o lan ayd ın l ık i ç inde e r im ek t i r .
Aydınlık maneviyatın yans ımasıdır .
Manes ' e gö re in s an beden kafes i i ç inde tu t s ak t ı r . Ruhunu bu
kafes ten kur tarması , özgürleş t irmesi gerekir . Çile çekmek. Tanrı 'ya
yakar ış ; onu özgürleş t irecektir . Katl ıar lar , bu nedenle uzun s t iren oruç
ve ibadeti uygulamış lardır . Çileyle tutku, iht iras , kıskançlık duygu-
lar ından kendiler ini ar ındırabilenler "aydınlat ıcı" (mürş i t) aşamasına
gelirler ve diğerlerine yol gösterirler.-
Katl ıar lar reenkarnasyoııa da inanmaktadır lar . İnsanlar ın kötülük-
le rden a r ınab i lm ele r i i ç in b i rkaç ke z dünyaya ge lm ele r i ge rek i r .
"Aydınlatıcı"
güçler de birkaç kez dünyay a gelip , değiş ik yer lerde
değiş ikinsanlara hi tabeder ler .
Kathar ve Manikheen r i tüel ler yukar ıda bel ir t t iğimiz gibi bas i t ve
s aded i r . E l e l e tu tuş u la r ak ruh b i r l iğ i s ağ lan ıp T anr ı ' ya yakar ı l ı r .
"Aydınlat ıcı lar ın" önünde, herkes in içinde cemaat mensuplar ı suç ve
hataların ı itiraf eder ler. ,
Kathar lar Roma kil ises inin benimsediği tüm kural lara karş ıdır lar .
Ü ç lem i r eddeder le r , d ins e l tö r en le r i s açm a bu lu r la r , " haç ' ı " ku t s a l
mezhep olan Polisyenizme göre ve maddi evreni önce şeytan kurmuş
ve egemenliğini sürdürmüştür . Dünyada.başar ıya ulaşanlar Şeytaı ı ' ın
ses ini dinleyip, entr ika çevirenler , yalan söyleye nler , kötüler ve ahlak-
s ı z l a r d ı r . A m a İ s a ' n ı n s e s i d o ğ r u y u , y a l a n s ö y l e m e y e c e ğ i n i ,
ö ldü rm eyeceğ in i , iy i o lacağ ın ı in s ana f ı s ı lda r . K ö tü lüğün ge t i rd iğ i
menfaate rağmen " İyi" bir gün galip gelecektir . Polisyen r i tüelde de
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 95/111
kabu l e tm en in İ s a ' ya ihane t o lduğunu s öy le r l e r . O n la ra gö re haç ,
" İyi"yi öldüren bir âlet t i r ; kutsanması kada r yanlış bir tutum olam az.
Kendiler ini " İyi İnsan" diye adlandıran Kathar lar uzun bir eği t im
s ürec inden geçerek bu aş am aya ge l ind iğ ine inanm ış la rd ı r . K üçük
yaş ta baş layan eğit imde haf tada 3 kez oruç tutulurdu. Oruçta akşam-,
lar ı seksüel i l işki de yasaktı . Noel 'de ve Paskalya 'da büyük perhiz
uygulanırdı . Cesaret öğret i l i r , adalet ve ahlak temel i lke kabul edil i r -
di . Asla ve as la yalan söylenmezdi. " İyi İnsan" bu aşamalardan geçen
insandı.
Madd i ve m anev i d i s ip l in a l t ında her an dua ed i l e r ek T anr ı
Sevgis ine ulaşma hed ef le nird i . Böylel ikle "zahirden" kur tulup "batı-
na" ulaş ı labil i rdi . Batına ulaşmak, manevi evrenin gizler ini öğrenmek
demekti .
Kathar lar ve Manikheenler gnos t ikt ir . Yani , Yüce Güce, Tanrı 'ya
ulaşmak, onu bi lmek olanaklıdır . Ancak bu, aşamalar içinde gerçek-
leş ir . Çeş i t l i derecedeki aşamalar la Tanrıyla özdeş leşmek, Anadolu
A lev i l iğ i ' n in dey im iy le " V ahde t - i -V ücud" m üm kündür . G erçek d in .
Tanrının, Bilginl iğin, Sevginin tanınmasıdır . Bunlar ı gerçekleş t ire-
meyen Kötü 'nün, Şeytanın kucağına düşen insanlar Kathar lara göre
"kayıp kiş i ler" değildir . Eninde sonunda onlarda doğru yola gelecek-
tir.
Çünkü iyi-kötü, aydınlık-karanlık savaş ının gal ibi mutlaka İsa ola-
caktır; o zaten Mes ih' tir, kurtar ıcıdır. -
-
B O G A M İ L L E R V E P O L İ S Y E N L E R
M a n i k h e e n k ö k t e n g e l e n b i r b a ş k a e ğ i l i m d e B o g o m i l l i k t i r ,
Bogom i l l ik ten önce A nado lu ve B izans top rak la r ın ı e tk i l eyen b i r
b a ş k a h e t e r e d o k s i v a r d ı r k i , o d a P a l i s y e n i z m d i . B o g o m i l l i k
Balkan la r ' a P o l i s yen izm a rac ı l ığ ıy la ge lm iş t i r , Man ikheen e tk iy le
A ntakya ' da P au l (P o l ) ad ında b i r za t ın V I . yüzy ı lda ku rduğu b i r
"Güneş in" ayr ı bir yer i vardır . Bizans ta IX. yüzyıla kadar etki l i o lan
Polisyenizmin 872 yı l ında kökü kazınmış t ır . Bu olaydan sonra büyük
Polisyen ki t leler Balkanlara kaçarak iki lemci kült ve mezhepler ini
Bogomil adı al t ında sürdürmüşlerdir . Bogomil , bi l indiği gibi Bulgarca
"Tanrı dos tu" demektir . Bogomiller in çoğunluğunun Ermeni kökenli
olduğu iddialar ı da mevcuttur .
B o g o m i l l i k X . v e X I . y ü z y ı l l a r d a B a l k a n l a r ' d a y a y ı l m ı ş ,
Arnavutluk ve Bosna'ya kadar gi tmiş t ir . Aynı yüzyıl larda güçlenen
Kathar hareketiyle Balkanlar ve Fransa aras ındaki paralel l ik de bir
hayli i lgi çekicidir . Zaten Kathar lar ın bir bölümüne Bulgar anlamına
gelen "bugr" (bougre) da denmekteydi . 1167 yı l ında Toulouse kenti
y a k ı n ı n d a b i r K a t h a r K o n s i l i ( d i n s e l t o p l a n t ı ) y a p ı l m ı ş ,
K o n s t a n t i n o p o l i s ' d e n N i s e t a s a d l ı b i r B o g o m i l e v e k t o p l a n t ı y a
Çatı larak başkanlık görevini yürütmüştür .
Bogom i l l e rde de ibade t b iç im le r i önem taş ım az . Y a lvar ı ş ve
yakar ı ş ın b iç im i yok tu r . O n la r da K i l i s e h iye ra r ş i s ine ka r ş ıd ı r l a r .
T ara f l a r ın ka r ş ı l ık l ı özgür i r adea ie r iy le boş anm aya Bogom i l l ik te
cevaz ver i lmiş t ir . Bogomiller otor i teye ve debdebeye dayalı zengin-
l iğe karş ı çıkm ış lardır .
Bogomill iğe göre önce baş langıçta Salt İyi vardı . Sal t İyi Tanrı
taraf ından yarat ı lan manevi bir evrendi . Ancak Tanrı 'n ın oğlu olan
Şeytan melekler in bir bölümünü kışkır tarak ayaklandırdı . Tanrı heps i-
ni Cennetten kovdu, onlar da gelerek dünyayı yarat t ı . Tanrı 'n ın diğer
oğlu İsa onlar la mücadele görevini üs t lenmiş t ir . Bogomiller Hris t iyan
olduklar ını söylemekteydiler ama Eski Alı id 'e inanmazlardı . Onlarda
da Kathaılarda olduğu gibi aydınlatan seçi lmiş kiş i ler (mürş i t) vardı;
ancak mürş i t ler ruhban s ınıf ı oluş turmamakta, sadece aydınlat ıcı bi l-
gi ler vermekteydiler . Seçilmiş bu yetkin kiş i ler çi le yaşamını yeğ-
leyip, vejeteryan bir yemek. tarzını benimser lerdi .
Daha sonra Osmanlı 'da XV. y.y.'da ortaya çıkan Şeyh Bedrettin
hareketi Bogomil bölgelerde gelişmiştir .
Hr i s t i yan l ığ ın t e s l i s ( t r i n i t e , üç l em) an l ay ı ş ına ka r ş ı ç ıka i ı
Bogomiller, t ıpkı Katharlarda olduğu gibi el ele tutuşarak dayanışma
bilinci içinde itiraflarını toplum içinde söyleyerek bir tür günah çıkar-
ma törenleri yaparlardı.
Buraya kadar anlattığımız özellikler Hristiyanlık içindeki hetere-
doks akımlarda da mevcuttur. Kökenlerinin ayııı olduğu, aynı yerden
geldikleri apaçık tarihsel bir gerçe ktir .
Ortak köken Hristiyan ağırlıklı bir bölgelerin daha sonra müslü-
manlar tarafından ele geçirişlerinden sonra da varlığını sürdürmüştür.
Bu kez müslüman olan o yörelerin halkı, . 'yönetenler tarafından sis-
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 96/111
XI I I . yüzy ı lda Bosna 'da 10 .000 Bogomi l mür ş id in Olduğu ,
Dalmaçya kıyıları ve İtalya'ya da yayıldıkları bilinmektedir.
T ü k l e r i n B a l k a n l a r v e S ı r b i s t a n ' a g i r m e l e r i n d e n s o n r a
M ü s l ü m a n l ı ğ ı k o l a y l ı k l a k a b u l e d e n l e r i n ç o ğ u B o g o m i l d i r .
Kendi ler ini "gerçek Hr ist iyan, yürekl i adam" diye de adlandıran
Bogomil ler in , özde doğruluk, ahlak ve "İyi"den yana olan; ruhban
sınıfını reddeden, teslisi kabul etmeyen İslam'ı benimsemeleri kolay
olmuştur. Bu demek d eğildir ki, hala eski inanç kült ve geleneklerini
sürdürmemektedir ler . Zaten sosyo-histor ik faktör lere bağl ı olarak
onlar Sünni değil Alevi-Bektaşi yorumu yeğlemişlerdir.
HETEREDOKS
MEZHEPLERİN
ORTAK ÖZELLİKLERİ
Çalışmamızın başında belirttiğimiz gibi kitlelerin bir dinden diğe-
rine geçişi insanların birdenbire yepyeni bir "Işığa" kavuşarak, eski
din, mezhep, töresel özelliklerini hemen "tabula rasa" haline getirme-
leriyle olmam aktadır. Sosyal, ekonom ik, töresel, iklimsel koşullardan '
kitle yapı ve psikolojisine kadar değişik etmenler yeni dine, yeni özel-
likler katmaktadır.
Yukarıda belirttiğimiz heteredoks akımların en ilginç yanı Uzak
Asya'dan, Avrupa'nın batısına kadar yayılan geniş coğrafi bölgede ba-
zı farklılıklara rağmen temelde aynı özellikleri taşımalarıdır.
Bunların hepsi Manikheizm kökenlidir. Manikheizm. Mazdeizm-
Hristiyanlık senkretizmi kendinden önceki tek Tanrılı dinlerin gizemli '
özelliklerini de içine almıştır . Örneğin musevi kabalizm ve esenyenlik
bu he teredoksitl eri etkilemiştir . Eseyenlerdeki çilecilik, vejeteryen tu-
tum, reenkarnasyon tüm heteredoksilerde mevcuttur. Işıkla insan ara-
sındaki gizemli (okült) ilişki; ışıktan, aydınlıktan, güneşten yardım di-
leme katharlarda, bogomillerde ve eseyeıılerde ortak özelliklerdir.
temleştirilen sünni müslümanlığa iltifat göstermemişlerdir. Toplumsal
bilinçaltının tepkisiyle değişik bir müslümanlıkta eski alışkanlıklar
birkaç ilke hariç aynen sürdürülmüştür.
Herşeyden önce bu topluluklar tıpkı kathar ve bogomillerdeki gibi
dinde önemli olanın "İyilik", "kul hakkının yenilmemesi" olduğunu
bel i r terek biçim ve r i tüel ler i b i r kenara bı rakmışlardı r . Onlar iç in
önemli olan Tanr ı 'y ı
anmak,
var l ığına inanmakt ı r . İbadet in biçimi
yoktur; herkes dilediği tarzda ibadet eder.
Alevilerde de kathar ve bogomillerde olduğu gibi cemaat biraraya
gelmekte ve bir tür yargılama şeklinde; mürşit, dede veya baba önün-
de itiraflarda bulunulmaktadır. Kathar ve bogomillerde olduğu gibi
Alevilerde de ruhban, imam, şehülislam yoktur. Salt Güzellik, Salt
Akıl, Salt Sevgiye yanaşıklığı oranda mürşit, dede, baba olunur. Se-
yitlik (Peygamberler sülalesinden gelme) şia etkisiyle mevcuttur; an-
cak aydın kesimde önem verilmemektedir.
Alevi l ikte .de güneşe, Gök Tanr ı 'ya dayal ı kül t ler in kal ınt ı lar ı
mevcut tur . Bu nedenledir ki , Or ta Asya türkologlar ı Alevi l iği bi r
Türk-İslam sentezi olarak nitelendirmektedirler. Horasın erenlerinin
Orta Asya, Maveraünnehir 'den gelerek Aleviliği yaymaları onların te-
zini güçlendirir gibi gözükmektedir. Oysa yukarıda belirttiğimiz gibi
heteredoks eğilimlerin kurucusu Manes'dir. O da Mardin'lidir; yani
Anadoluludur. Anadolu'dan Doğu ve Batı 'ya yayılan akım; önce Ana-
dolu'yu etkilemiş; daha sonra Uzak Asya'dan dönüşünde hinduizmin
etkileriyle yeni bir boyut getirmiştir . Eğer Alevilik Orta Asya köken-
liyse, aynı özellikleri gösteren katharlar, bogomiller, burglar ve Ku-
zey Afrikalı Berberlerin durumu nasıl açıklanabilir? O dönemlerde
dünyanın merkezi sayılabilecek Anadolu, Mezopotamya odak noktası
olup bir daire çizilirse görülür ki, Doğu ve Batı 'da aynı uzaklıkta hete-
redoks Hr ist iyan 'akımlar vardır ve bunlar kathar lar har iç sonradan
müslüman olmuşlardır.
Bogom i l ve ka t l ı a r dayan ı ş m a tö ren le r ine A lev i l ik le m üs lüm an
öğeler get ir i lmiş t ir . Kur 'an 'dan dualar okumaya baş lanmış ; kurbanlar
kes i lmiş t ir . Kurban olayına bogomil ve kathar larda ras t lanmamakta-
dır . Anadolu Aleviler i "Cem" dedikler i bu dayanışma ve yakar ış top-
lantı lar ına saz ve sözde katarak Anadolu kült ler inin törenler ini sür-
dü rm üş le rd i r . Cem o lay ı m üs lüm an l ığm özüne uygundur . B i l ind iğ i
olarak tanımlar . Yöredeki bazı dürüs t evek ve papazlar Papa' ıı ın emir-
ler ini tereddütle karş ı lar lar ama Saint Dominique gibi "aziz" mertebe-
s ine ulaşmış bir din adamının fetvalar ıyla da ordular kurulur çoluk,
çocuk demeden t i im kathar lar öldürülür . Kalanlar Saint Dominique'e
bağlı dominiken papazlar ı taraf ından kurulan 'eı ıkizisyon mahkemeler i
karar lar ıyla işkenrceler le öldürülür ler . O eı ıkizisyon mahkemeler i ki ,
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 97/111
gibi Hz. Muhammed döneminde cami; bir nevi cem yer iydi . Orada
sosyal , ekonomik konular konuşulur sorunlar di le get ir i l i r , ibadet de
yapıl ırdı . Cemaat cem olurdu, toplanırdı . Camiler in ibadet ağır l ıkl ı
yer ler hal ine gel iş i Emevi Hanedani dönemine ras t lar .
Kathar lar ve bogomiller kendiler ini "Tann İ ı ısam, İyi İnsan" diye
adlandır ır lar , "Enel Hak" diyen Alevil iğin büyük düşünürü Hallac- ı
Mansur 'da aynı şeyi söylemiyor mu? "Vahdet ' i Vücud" felsefes i Tan-
rıyla bütünleşme, "iyi insan", "Tanrı İnsanı" olmak değil mi?
Kathar ve hogomillerden Aleviler in bir farkl ı yanı Alevil ikte reen-
karnasyonun olmamasıdır . Kanımızca reenkar ı iasyon İs lam Felsefes i-
ne yabancıdır . Bu nedenle Alevil ik reenkanıasyonu benimsemez ama
açıkça da reddetmez. Tanrısal nefes in tüm nebi ve peygamberlerde çı
kış ı ; Hallac ' ı Mansur 'un, Muhiddin- i Arabi 'nin, Hacı Bektaş Veli 'n in,
Pir Sultan Abdal ' ın , Hatayi 'n in sözler i aynı ruhun değiş ik zaman ve
yer koşullar ında görünüm kazanması olarak ni telendir i lebi l i r .
A lev ' ıl ik te 'de ka tha r l ık ta da m add i gö rünüm ger i s indek i an lam
önemlidir . Başka bir anlat ımla kutsal ki taplar "zahir i" anlat ır ; ama ge-
r is inde bir anlam vardır . Anlam "batındır" ; içte olandır . Herkes onu
b i lem ez . Bu dünyan ın n im et le r inden vazgeçm ey i beceren , kend in i
eğiten, bilen kişi "batına", öze yaklaşır.
H E T E R E D O K S L A R I N B U G Ü N K Ü D U R U M U
Başta kathar lar olmak üzere tüm heteredoks akımlar resmi dinin
yönetici ler i taraf ından ezi lmiş lerdir . Kil ise i lk Haçlı Sefer ler ini kat-
harİar üzer inde u ygulamış t ır .
21 Nisan 1198 tar ihinde Papa I I I . İnnocent , Albi bölges inde yaş ı-
yan kathar lann üzer ine gidi lmesi için bir buyruk çıkar t ır . Rainier ve
Guy adındaki iki papazı oraya göndererek her tür lü heterodoks hare-
ket içinde olanlan, des tekleyenler i , onlar la i l işki dahi kuranlar ı ceza-
landırmakla görevlendir ir . Papa I I I . İnnocent , kathar lar ı "köpek, kör"
XIX. yüzyıla kadar var l ıklar ını sürdürmüşler ve resmi dine muhalefet
eden herkesi yok etmişlerdir.
Yıl lar süren kathar ka t l iamından kur tulan yok gibidir . Bugün o yö-
relerde kathar izan denilebilecek kl içük ve bas i t hareketlere ras t l ıyo-
ruz. Hatta ve hatta "Calıier d'Etudes Cathares" diye bir dergi de çıka-
r ı lmış t ı . Ancak bu gruplar reenkarnasyon ağır l ıkl ı çal ışmalar yapmak-
tadır lar . Folklor ik m ahiyet taş ıyan toplantı larda d insel motif lerden sö-
zetmek ş imdil ik olanaks ız görünmektedir .
Balkan bogomil kökenli heterodoks akımlardan yukar ıda söz et t ik
ve müslümanlıkla bir l ikte bunlar ın Alevi-Bektaş i yorumu yeğledikle-
r ini söyledik. Ancak son dönemlerde özell ikle Bosna'da Sünnil iğe
doğru bir kayış gözlenmektedir . Bunun nedenini dör t yanı Hris t iyan-
lar la çevr i l i b ir bölgede tehdit al t ında olan müslümanlar ın , güçlü Tür-
kiye 'den des tek alabilmeler inde Sünni ağır l ıkl ı yönetimle iyi geçinme
psikozunda aramak gerekir .
Bugün Boş nak la r öze l l ik le o r todoks H r i s t iyan la r ın bas k ı s ına
m aruz ka lm ak tad ı r l a r . K a to l ik H r i s t iyan la r ' da o r todoks la r ca kö tü
muameleye tabi tutulmakta ve müslümanlar la bir l ikte öldürülmekte-
dirler. Papalık çeşitli bildirilerle olayı gündeme getirmiştir. Tarihte de
Ortodokslar taraf ından baskıya uğrayan o dönemlerde bogomil olan
boşnaklan, Türkler gelmeden önce papalık korumuştu.
Bogomil kökenli Arnavutlar ın , baskıcı komünis t rej ime rağmen
bektaş i ler ini sürdürdükler ini bi l iyoruz. Hatta ve hat ta Enver Hoca'nın
gençliğinde Bektaş i olduğu da iddia edilmektedir . Bugün nispeten
serbes t leşen arnavutlukta Bektaş i heteredoksi var l ığını sürdürmekte,
bazılar ınca Bektaş i merkezi olarak kabul edilmektedir .
Anadolu Aleviler i 'n in ' sorumlar ına ve konumuna gelince. Her şey-
den önce Alevilik bir müslümanlıktır. Ehli Beyt sevgisi tüm sosyal,
ekonomik, tar ihnsel faktör lerden çok daha fazla önde gelmektedir .
Ancak manikheen ve Anadolu kült ve kültür ler inin etkis i yads ınamaz.
Köklü Anadolu Uygar l ıklar ı Alevi l iğe olumlu ve rasyonel öğeler
getirmiştir . Tefekkür ve sanat boyutunu güçlendiren Anadolu Kültürü.
Alevilik içinde din olgusuna "sevgi" öğesini ve Vahdet-i Viicud'u kat-
mıştır . Dünyanın hiçbir yerinde felsefenin bu denli ağırlık taşıdığı
folklor yoktur. İslam gibi yüce bir din, Anadolu'da Alevilikle birlikte
insanın bir değer olmasıyla sonuçlanıp özgürlükçü esasları getirmiş
bulunmaktadır. Yavuz Sultan Selim, Kuyucu Murat Paşa kıyımlarını
MARKSİZM VE ALEVİLİK
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 98/111
yeniden gündeme getirmenin hiçbir anlamı yoktur. Baskı ve kıyımlara
rağmen Anadolu Alevileri bir heteredoksi olarak varlıklarını sazla
sözle sürdürmektedirler. Politika alanında da parlementoda artık etkin
hale gelebildiler. Ancak bazı soru ve sorunlar onları beklemektedir.
Bu soru ve sorunların neler olduğuna Cem Dergisi 'nde bundan önce
yazdığımız tüm makalelerimizde değinmiştik.
Yararlanılan Kaynaklar:
- HISTORİA (SPECIAL) - LES CATH ARE S, No. 373 bıs, 1977.
- DE VOS MARCEL: Histoi re de la Yougoslavie PUF, Que-Sais-
ge Paris 1955
- L OMBARD, Maur i ce : L . ' i s l am dans Sa P r emie r e Gr andeur ,
Paris 1971, Flammarion
Cem D ergisi - Nisan. Mayıs. Haziran 199 3
Son dönemlerde marksizmle Alevi l ik arasında paralel l ik kurma
çabaları içinde olan eğilimlerle karşılaşmaktayız. Panellerde, açık otu-
rumlarda, bazı yayın organlannda marksizmle Aleviliğin benzer nok- .
talan olduğu belirtilmekte, iki düşünsel akımın birbirine "müsahip"
olduğu iddia edilmektedir.
İddianın temelinde devrimcilik, ilericilik, yoksulun yanında yer al-
ma gibi ortak olgu ve öğeler yatmaktadır.
Ortak özelliklerin yatsınması kuşkusuz olanaksızdır. Ama sadece
Marx değil, kendi bağlamları içinde ele alındığında burjuva filozofları
diye adlandırılan Jean Jaçques Rousseau, J. Locke; ütopist sosyalist
diye bilinen Proudhon, Saint-Simon, Robert Ovven, Fourier 'ler de dev-
rimci, ilerici, yoksuldan yana-idiler. Şimdi bunların hepsini birbirine
ve Aleviliğe "müsahip"mi kılalım?
Sorunu felsefe bağlamında, sistematik bir içerikle irdelememiz ge-
rekir. Her şeyden önce Alevilik İslam dini içinde yer alan bir koldur
ve her dinsel akım gibi felsefi açıdan idealisttir . Varlık ve varoluşun
özünü idealist akımlar bir düşünceye, bir "kelama", bir ideye, başka
bir anlatımla Tanrıya bağlarlar. Marksizm ise maddecidir; varlık ve
varoluş maddi temellere dayanmaktadır. Düşünce ve ide maddenin tü-
revidir.
Felsefede idealizm ve materyalizm temel çatışkıdır ve birbirleriyle
uyuşmasının çok güç olduğunu taraflar iddia etmektedirler. Başka bir
anlatımla bir materyaliste göre idealizm-materyalizm bağdaşımı ola-
naksızdır; bunu gerçekleştirmeye çalışanlar oportünist çabalar.içinde-
dirler.
Marx çok önemli bir düşünürdür. Felsefe, sosyoloji ve iktisata iliş-
kin konu ve sorunları bu denli geniş bir bakış açısl içinde, tarihsel ve-
rilere de dayanarak açıklayan böyle bir düşünür tüm insanlığın oniıru
:
dur. Marx adeta tüm Batı felsefesine anıtsal bir bütünlük getirmiştir .
Aristoteles 'den başlayan real ist düşünce çizgisi Marala duruğuna
ulaşmıştır. Her düşünül" gibi onun da eleştiriye açık yanları vardır. Ör-
neğin din olgusunun önemi üzerinde durmaması, dini "afyon" kabul
etmesi Marx'ın yanılgılarının başında gelir . İ leriye yönelik yaptığı
açıklamalar da tahminden ibarettir; devletsiz toplum öngörüsü ise ka-
nımızca ütopyadır. Dinin, ekonomiyle birlikte taşıdığı önemi saptayan
Max Weber'dir . Kanımızca sosyolojide Weber ve Marx'ı birlikte ala-
maddi doğanın üstü ve dışına çıkamaz; fizik ötesini algılaması söz ko-
nusu değildir. Fizik ötesiyle ilgili yapılan her türlü düşünsel eylem
"abesle iştigaldir", sonuç vermez. Metafizik, din v,e felsefe beyinleri
kargaşa ve muğlaklığa götürmekten başka bir işe yaramaz. Kendisi bu
nedenledir ki, Proudhon'a
cevaben
"Felsefenin Sefaleti" yapıtını yaz-
mıştır .
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 99/111
rak yapılacak analizler bizleri daha sağlıklı sonuçlara ulaştırır.
Evet Marx dine şiddet le cephe almışt ı r ve tüm dinsel , ideal ist
açıklama şemalarını da reddetmiştir . Ona göre idealizm bilim dışıdır,
insanları karanlıklara götürür.
Marx'a göre sosyo-ekönomik altyapı ilişkileri hukuk, ahlak ve din
gibi üstyapı kurumlarını oluşturur. Bir toplumun ekonomik yapısı, o
toplumu yönlendiren kural ve kanunları meydana getirir . Ekonomiyi'
ellerinde tutan güçler, sosyal sınıf, yöneticiler kendi çıkarları doğrul-
tusunda kural lar yapar lar . Sömürü düzenler ini sürdürebi lmek için
egemen'sınıflar kitleleri uyutucu dinsel normları da getirirler. Dinlerin
oluşumunda ekonomik çatışmalar, sınıflar arası mücadele en önemli
etmendir. Her din belli bir çıkar grubunun hegemonyasını sürdürür.
Tarih sınıflar arası savaşın sonucunda yazılu. Egemen güçler karşısın-
da, her zaman için tarih sahnesine yeni güçler gelir ve kendi çıkarları
doğrultusunda mü cadele verir; yeni bir din anlayışı onların m ücade -
lesinde ideolojik yapı oluşturur ve iktidarı ele geçirirler. Önceleri dev-
rimci olan yeni sınıf daha sonra tüm kurumlarıyla tutucu hale dönü-
şür . Bur juva sını f ının yazgısı da böyle olmuştur . Bur juvazi devr im
öncesi ilerici va atılımcıydı. Büyük Burjuva Devrimlerinden'sonra tu-
tucu ve sömürücü oldu, işçi sınıfını ezmeye başladı.
Özetle din olgusu Marx'da ekonomik temellere, sınıf çatışmasının
getirdiği öğelere bağlı olarak insanlık tarihine girmiştir . Dine dayalı
evren açıklamaları hatalıdır. İnsan aklı, bilimsel verilere bağlı olarak,
duyu organlarıyla algıladığı nesnellikte hakikati bulur. Doğa ve toplu-
mun kendine özgü yasaları vardır. Bu yasalar nesneldir, kendisel ola-
rak mevcuttur. Aklımızla onları algılar, anlar, insanlık lehine düzenle-
riz. Böylelikle doğa ve toplumun efendisi oluruz. Bu evrendeki insa-
nın işl.evi doğa ve toplumun efendisi olma mücadelesidir. Bunun dışı
ve ötesine insan aklının gitmesi olanaksızdır. İnsan aklı hiçbir zaman
Marx'ın evrenin özünü madde olarak kabul etmesinden başlayan
açıklamaları doğa ve toplum aşamasına gelene kadar tutarlı bir yol iz-
lemiştir ve o hiçbir zaman sisteminin içine dinsel inançları sokmamış-
t ı r . Tamamına kat ı lamamakla bi r l ikte görkemli sistemini , naçizane
saygıyla karşılamaktayız.
Alevi inanç sistemi ise yukarıda çok kısa olarak özetlemeye çalış- •
tığımız marksist materyalist sistemden çok farklıdır. Alevilik idealizm
içinde yer alır . Hak-Muhammed-Ali müslüman Alevi yorumunun te-
mel öğesidir. Alevi yeri göğü yaratan Allah'ın varlığına inanır ve
inanç sahibi olmayanı kendinden kabul etmez. Alevinin Allah anlayışı
sevgiye dayanır, korkuya değil., Alevilikte Tanrı-doğa içiçeliği anlayı-
şı da yer aldığından "erenler" kendinden olmayan inançsızı da sever,
saygı gösterir çünkü tüm evren Tanrı 'nın görünümüdür. Karşıtlıklar
olmasa hakikate ulaşılamaz.
Alevi l ik müslümanl ığın Anadolu yorumudur . Anadoludâki tüm
dinsel ina nçlarda ki örf ve adet, biçim e ilişkin özellikler İslam özii .
içinde erimiştir . İslam'ın kul hakkına saygı özü içinde erimiştir . İs-
lam'ın kul hakkına saygı özü, ibadet biçimlerinin bir bölümü sünni
resmi yorumdan farkl ı mot i f ler le Anadolu 'da görünüm kazanmışt ı r .
Devlet dini sünni yorum olunca, m uhalefe tin'y orumu A levilik şeklin-
de gelmiştir . Muhalefet olgusu zaman zaman başkaldırmalara kadar
gitmiştir; Alevilik bu nedenle, yani politik etmenlere bağlı olarak dev-
rimci olmuştur.
Devrimcilik içinde zaman zaman komütoner bir sistem de savu-
nulmuştur. Örneğin "yarin dudağından başka" her yerde ortak mülki-
yeti savunan Şeyh Bedrettin komünoter bir düzenden yanaydı. Şeyh
Bedrettin'in kimi desteklediğini unutmayalım. O da bir Osmanlı Şeh-
zadesini savunmuştu. Kaldı ki, bir tek Şeyh Bedrettin ortak mülkiyeti
savundu diye tüm Aleviliği "ortak mülkiyetçi saymak" kadar hatalı
tutum yoktur. Bu tutum öyle sonuçlar doğurur ki, "yarin dudağına ka-
dar" insanı götürür ve yüzyıllardır kötü niyetli insanların attığı çamur-
ları temizleme çabaları boşa gider. Şeyh Bedrettin ortak mülkiyeti sa-
vunurken yerin-göğün sahibi Allah'tır . Kul ancak yararlanmak için,
zilyet olarak toprağı işler. Marx ve Bedrettin ayrı gerekçelerle ortak
mülkiyeti savunmuşlardır.
Marx hümanisttir , Alevilik ve hümanisttir . Ama Batı burjuva fel-
SİVAS OLAYLARI
VE AKL-I SELİM
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 100/111
sefesi de hümanisttir . Batı felsefesi ayrıca doğal hukuk felsefesi deni-
len özgürlükçü, eşitlikçi, adaletçi bir felsefeye dayanmaktadır ki, bu
anlayış Batı devletlerinin ideolojik yapı ve çatışıdır. Tüm Batı Anaya-
saları doğal hukukçudur. Şimdi Batı ideolojisiyle Alevilik arasında
özdeşlik mi arayalım?
Hümanizm, devrimcilik, ilericilik müslüman Alevi yorumun özel-
likleri içindedir. Sünni yorumdan farklı olarak Anadolu inanç ve kül-
türünün çok renkliliği, muhalefette olma olgusu Anadolu Aleviliğine
olumlu öğeler getirmiştir . Bu tür olumlu öğeler başka dinlerin değişik
yorumlarında, ideolojilerde, ekonomik, sosyal ve siyasal sistemlerde
de bulunabilir . Din, felsefe, ideoloji ve politik sistemler arasında ortak
ö g e l e ı e h e r z a m a n i ç i n r a s t l a n m ı ş t ı r . A m a b u n l a r ı b . i r i b i r i n e
"müsahip" kılma anlayışı herhalde sadece ülkemize özgii olsa gerek.
Herkesi oportünist diye suçlayanlar galiba en ağdalı bir oportünizm
içine girdiler.
Cem Dergisi - Temmuz 1993
Tüm insanlarımız sanki "akl-ı selimi" yitirmişler. Hepimiz tütl
larin, kaprislerin, çıkarların, önyargıların tutsağı olmuşuz. Kimse :
ğukkanlılıkla, nesnel bir bakış açısı içinde olayları ele almamakta;
.
ğerlendirme ve yargılamada herkes akıl yerine duygusallığı ve kapı
yeğelemektedir. Para, güç, yönetme hırsı tüm gözleri kör, tüm kuk
lan sağır etmiş... Kimse nesnel-doğruların peşinde değil.. "Âkl
7
ı :
l im" hepimize yabancı...
Çılgın, vahşi, yobaz, gerçek İslamla ilgisi olmayan bir güruh N
dımak'ı kundaklıyor. Barbar, vadal, cahil, hayvan demeye bile dilin
varamadığı mahluklar Madımak'ı basıyor, kundaklıyor, yakıyor, yi
yor. Oysa Tanrı ve onun elçisi "dinde zorlaman ın olmayacağım " tk,
yürüyorlar. Dostluk, barış hoşgörü dini İslam asla ve asla vahşette
yâna olamaz. Bu adamlar sağduyudan uzak, kendi öz inançlarım bil
meyen zavallılar, caniler ve alçaklardır. Onlarda "akl-ı selim" olamaz
Vahşet Madımak'ııı önünde kıpır kıpır; patladı patlayacak. Asker
ler orada müdahale etmeyi bekliyorlar. Ne olduğu bilinmiyor, birdeı
bire asker geri çekiliyor. "Akl-ı selim" yok oluyor. Kim emir veriyor '
Nerede o emri veren-şahıs? Sorulmuyor mu ona "neden böyle bir emiı
verdin?".
Yöneticiler Ankara'da olayları öğrenmişler. Hiçbir şey yapmıyor-
lar. En büyük yönetici '"Ben askerle halkı karşı karşıya getirmem" di-
yor. Güruh Madımak'taki halkı ezdi ezecek, yaktı yakacak. Asker ara-
ya girse, bir iki kez havaya ateş etse güruh dağılacak, nitekim ertesi
gün karanfil koyma gösterisi yapanlar karşısında havaya ateş edilince
halk dağılmış. Neredesin ey "akl-ı selim?"
İkinci büyük yönetici milletvekillerinin önünde, ekranda halkının
karşısında Van'la Sivas'ı karıştırıyor. İnanamıyorsunuz dediklerine.
Acaba kendileri burada mı yaşıyorlar? "Akl-ı selim" güle güle... Geç-
dar" insanı götürür ve yüzyıllardır kötü niyetli insanların attığı çamur-
ları temizleme çabaları boşa gider. Şeyh Bedrettin ortak mülkiyeti sa-
vunurken yerin-göğün sahibi Allah'tır . Kul ancak yararlanmak için,
zilyet olarak toprağı işler. Marx ve Bedrettin ayrı gerekçelerle ortak
mülkiyeti savunmuşlardır.
Marx hümanisttir , Alevilik ve hümanisttir . Ama Batı burjuva fel-
SİVAS OLAYLARI
VE AKL-I SELİM
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 101/111
sefesi de hümanisttir . Batı felsefesi ayrıca doğal hukuk felsefesi deni-
len özgürlükçü, eşitlikçi, adaletçi bir felsefeye dayanmaktadır ki, bu
anlayış Batı devletlerinin ideolojik yapı ve çatışıdır. Tüm Batı Anaya-
saları doğal hukukçudur. Şimdi Batı ideolojisiyle Alevilik arasında
özdeşlik mi arayalım?
Hümanizm, devrimcilik, ilericilik müslüman Alevi yorumun özel-
likleri içindedir. Sünni yorumdan farklı olarak Anadolu inanç ve kül-
türünün çok renkliliği, muhalefette olma olgusu Anadolu Aleviliğine
olumlu öğeler getirmiştir . Bu tür olumlu öğeler başka dinlerin değişik
yorumlarında, ideolojilerde, ekonomik, sosyal ve siyasal sistemlerde
de bulunabilir . Din, felsefe, ideoloji ve politik sistemler arasında ortak
ö g e l e ı e h e r z a m a n i ç i n r a s t l a n m ı ş t ı r . A m a b u n l a r ı b . i r i b i r i n e
"müsahip" kılma anlayışı herhalde sadece ülkemize özgü olsa gerek.
Herkesi oportünist diye suçlayanlar galiba en ağdalı bir oportünizm
içine girdiler.
Cem Dergisi - Temmuz 1993
Tüm insanlarımız sanki "akl-ı selimi" yitirmişler. Hepimiz tütku-
larin, kaprislerin, çıkarların, önyargıların tutsağı olmuşuz. Kimse so-
ğukkanlılıkla, nesnel bir bak ış açısı içinde olay ları ele alma makta; , de-
ğerlendirme ve yargılamada herkes akıl yerine duygusallığı ve kaprisi
yeğelemektedir. Para, güç, yönetme hırsı tüm gözleri kör, tüm kulak-
ları sağır etmiş... Kims e nesnel- doğruların pe şinde de ğil.. "Akl-ı se-
lim" hepimize yabanc ı... .
Çılgın, vahşi, yobaz, gerçek İslamla ilgisi olmayan bir güruh Ma-
dlmak'ı kundaklıyor. Barbar, vadal, cahil, hayvan demeye bile dilimiz
varamadığı mahluklar Madımak' basıyor, kundaklıyor, yakıyor, yıkı-
yor. Oysa Tann ve onun elçisi "dinde zorlamanın olmaya cağını" bu-
yuruyorlar. Dostluk, barış hoşgörü dini İslam asla ve asla\ vahşetten
yâna olamaz. Bu adamlar sağduyudan uzak, kendi öz inançlarını bil-
meyen zavallılar, caniler ve alçaklardır. Onlarda "akl-ı selim" olamaz.
Vahşet Madımak'ın önünde kıpır kıpır; patladı patlayacak. Asker-
ler orada müdahale etmeyi bekliyorlar. Ne olduğu bilinmiyor, birden
bire asker geri çekiliyor. "Akl-ı selim" yok oluyor. Kim emir veriyor?
Nerede o emri veren-şahıs? Sorulmuyor mu ona "neden böyle bir emir
verdin?".
Yöneticiler Ankara'da olayları öğrenmişler. Hiçbir şey yapmıyor-
lar. En büyük yönetici '"Ben askerle halkı karşı karşıya getirmem" di-
yor. Güruh Madımak'taki halkı ezdi ezecek, yaktı yakacak. Asker ara-
ya girse, bir iki kez havaya ateş etse güruh dağılacak, nitekim ertesi
gün karanfil koyma gösterisi yapanlar karşısında havaya ateş edilince
halk dağılmış. Neredesin ey "akl-ı selim?"
İkinci büyük yönetici milletvekillerinin önünde, ekranda halkının
karşısında Van' la Sivas ' ı kar ışt ı r ıyor ; İnanamıyorsunuz dedikler ine.
Acaba kendileri burada mı yaşıyorlar? "Akl-ı selim" güle güle... Geç-
miş olsun san a... Allah selamet versin.
Aydın, ilerici kesimin bel bağladığı yönetici gelişmeler karşısında
hiçbir şey yapamıyor. Eli 'kolu bağlı sanki... Eğer öğleyse yazık ülke-
mize. Babası İkinci Adam, Tek Adam Anıt Kabir 'de, yattıkları yerde
kimbilir ne haldeler? "Akl-ı selim" de onlarda birlikte toprağa gömül-
müş.
Belediye Başkanı emir aldığını söyler, İçişleri -Bakanı "ben böyle
Her dör t lüğünde Al lah ' ı , Muhammed' i , Al i 'y i söyleyen, "inkar ,
edene karşı canları bir olmaya çağırıp onlara kılıç çalmayı" öneren Pir
Sultan Abdalı yüceltmek isteyen Ali 'nin izinden gidenler. Müslüman-
lığın bir yorumu olan Aleviliği benimseyenler nasıl oluyor da inanma-
yan birini, üstelik inanmamasıyla da ün yapmış bir yazarı, hangi ne-
denle oraya davet ediyor? "Akl-ı selim" lütfen bir açıklama getir . Sa-
dece o değil ki konuşmacıların önemli bir kısmı inançsız.
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 102/111
bir emir vermedim" der . Val i inandır ıcı sözler söylemez. Emniyet
güçleri yetersiz kalır . Kim doğru söylüyor? Hakikat nerede? "Ak l-ı
selim" sen hakikatin, doğrunun kaynağısın, Ne diyorsun? Diyeceğin
hiçbir şey yok, o Iıalde yok sun.
Nerelere götürülüyor bu ülke "akl-ı selim?"
Tahrik, vs. laflan tabii ki, komik... Gelişmiş ülkelerde herkes dile-
diğini dilediği şekilde söyler. Bundan da vahşete bahane oluşturul-
maz. Dinsizi de imansızı da, dindarı da, tutucusu da dilediği gibi ko-
nuşur. Batı devletlerinin varlık nedenleri arasında düşünce ve inanç
özgürlüğü başta gelen etmenlerden (faktörlerden) biridir. Rasyonaliz-
min, yani "akl-ı selim "in doğal gö rünüm üdür özgürlük...
Ancak oralarda inanç temeline dayalı bir dernek tutup inançsız bir
kişiyi, hatta inançsızlıktan öte inanmayı horlayan bir insanı gel "bizim
inancımızı eleştir , hatta aşağıla" diye davet etmez. "Akl-ı selim" ne
diyorsun?
Pir Sultan'ım bu bir sırdır
Sırrı saklayan erdir
(
Ay da sırdır gün de sırdır
Allah bir Muhammed Ali
....)
Bu dünyanın e vvelini sorarsan
Allah bir Muham med Ali'dir Ali
Şen biı yolun sahibini ararsan
Allah bir Muha mme d Ali'dir Ali
Sen ki. gerçekten XX. yüzyıl Türkiye'sinin en büyük yazarların-
dan birisin. İnançsız olabilirsin; "akl-ı selim" saygıyı gerektiriyor.
İnançsızlığını felsefi maddeci temellere de dayandırabilirsin. Sen de-
ğil koca Marx da böyle yapmış. Ama Marx hiçbir zaman kiliseye gi-
dip inançsızlık pıopogandası yapmamış. Veya ilahi sözleri yâzan bir
kilise babası ozanın kutlanması törenlerine katılmamıştır . Tutarlı ol-
mak aklın gereği değil mi yoksa ey "akl-ı selim?"
"Akl-ı selim" anlaşılan sen buraları terkettin. Sadece buraları değil
Bosna-Hersek'i de, Azerbaycanı da bırakıp gidiyorsun. Din ve mez-
hep savaşları Batı 'da yüzyıllar önce sona erdi. Bugün 200 kadar Hris-
tiyan mezhep ve alt mezhep ABD'de varlığını sürdürüyor. Bunlar çok
da güçlü baskı gruplarıdır. Avrupa kökenli bu mezhepler XVII. yüzyı-
la kadar kavga etmişler. Biz de XVI. ve XVII. yüzyıllarda dinsel kav-
galar yaptık. Onlar düşünce ve din sürdüşmelerini tarihe gömdü. Biz-
de ise" daha sürd ürülüy or. Onlar sadec e Hristiyan lık içinde diya log
kurmuş değiller. Vatikan;da "Pontificium Consiliumpro Diologo Inter
Religiones - Dinler Arası Papalık Diyalog Konsili" vardır. Bu kuruluş
diğer dinlerle diyalog ortamı hazırlar. Her yıl ülkemize de oradan pa-
paz hocalar gelip İlahiyat Fakültelerinde Hristiyan Teolojisini anlatır-
lar. Dinler arası seminerler, toplantılar düzenlenir. Evrensel barış için
bu gerekmiyor mu bu ülkede de "akl-ı selim?"
"Akl-ı selim çık artık ortalara, bu ülkede de bir Descartes yetiştir ,
Aristoteles'i canlandır, İbni Rüşt 'ü uyandır, gel aramıza. Git Kontr-ge-
rillayı, gladioyu, bölücü çeteleri, yobazları, aymazlık içinde olan her-
kesi yanına çağır. Söyle onlara bölünürse bu topraklar hiçbirimize ya-
rarı olmaz. De ki onlara Misak-ı Milli sınırlan içinde tüm sorunları-
mızı eşit ve özgür bir ortamda birlikte ç.özümleyelim. İnsan sevgiyle
yoğrulur, ne diyorsun ey "akl-ı selim"...
Cem D ergisi - Ağustos 1993
i •
YASAK HAYVAN
sinde tavşan yeni lmekteydi . Anadolu pagan inançlara göre tavşan
Eros'la Afıodit ' i biraraya getiren hayvandır. Aşk, seks ve güzellik tav-,
şanın "aracılığıyla" biraraya gelmekte, birleşmektedir. Tavşan etinin'
kadının ten ve bedenine parlaklık ve güzellik verdiğine inanılmaktay-
dı. Hristiyanlık Anadolu'ya gelince bu tür bir pagan inancın yıkılması
zorunluydu. Kilise VII. yüzyılda tavşan yenilmesini yasaklar. Cinsel-
liği "ilk günaha" dayandıran kilise
Babaları
böyle buyurmuştur . O
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 103/111
Bu yazımızda Anadolu Aleviliği 'ndeki bir yasaklamanın tarihsel
kökeninden hareketle, bu kültürün dayanaklarından biri olan "Anado-
luluk olgusunu" perçinlemeye çalışacağız.
Bilindiği gibi Anadolu Alevileri tavşan yememektedir. Bu yasak-
lama nereden gel iyor? Şimdiye dek "Cem Dergisi 'nde" yayımlanan
tüm yazılanınızda örf ve adet, kültür miraslarının din yorumlarındaki
etkisini vurgulamaya çalıştık. Dinlerin yüzlerce okul ve tarikatlara bö-
lünmesinin kökeninde politik, sosyal, kültürel etmenlerle önceki dinin
inanç biçimlerinin kalıntılan büyük önem taşımaktadır. Anadolu Ale-
viliği için de aynı olgular biçimde ve yorumd a etkili olmuştur.
. Değerli ve ciddi bir araştırmacı olan Je'an-Paul RO UX , "Les Tra-
ditions des Nomades de la Turquie Meridionale, Paris 1970 - Güney-
deki Göçebe Türklerde Örf ve'Adetler" adlı yapıtında "tavşan yeme-
mek" olgusunu da incelemiş ve bunun Anadolu kökenli bir dinsel ge-
leneğe bağlı öyküsünü dile getirmiştir .
Jean-Paul Roux 'nun. incelemesinden hareketle bu yazım ızı kaleme
almış,bulunuyoruz.
Bilindiği
gibi
sünni
müslümanlar arasında
tavşanın yenmemesi
s ö z
ko nuşu değ i ld ir .
H a t t a b a z ı
Sünniler için tavşan
a y a ğ ı
uğ ur g et i r -
mekted ir .
Tavşan İranlı Şiiler, Ermeniler, Kırım Tatarlan, Slavlar, Bektaşi
Arnavutlar tarafından da yenilmemekte, tiksinti duyulmaktadır. Başka
bir anlatımla tavşan yasağı Anadolu ve çevresinde söz konusudur.
Orta Asya'da ise tavşana neredeyse özel bir önem verilmiştir . Er-
keklere tavşan yedirilirek güçlenecekleri inancı Göktürk'lere egemen-
di. Vezir Tonyukuk, "tavşan ve geyik yiyerek hükümranlığımızı sür-
dürüyoruz" demektedir. Tavşanın cinsel gücü arttırdığı da iddia edil-
mekteydi. Ön Asya, Anadolu Antik çok tanrılı dinlerde tavşana mis-
tik, gizemli bir nitelik atfedilm iştir . Sekse dayalı gizemli ayinler önce-.
halde Anadolu Alevileri 'nin tavşan yememesi, kaynağını Anadolu kö-
kenli bir yasaklamadan almış olmaz mı? Paien, çok tanrılı dinin gi-
zemli, tanrısal görevle yükümlü bir hayvanının semavi bir din tarafın-
dan lanetlenmesi dinsel psikoloji ve din sosyolojisi bağlamında sık
rastlanan bir olaydır. Anadolu inanç yapısında bu yasaklamaya deği-
şik gerekçeler getirilmiştir . Bir anlatıma göre Yezid'in ruhu bir tavşa-
nın bedenine girmiştir . Anavut Bektaşilere göre tavşan et değil, kan-
dır. En yaygın anlatım tavşanın adet gören hayvan olmasıdır. Eski
İran'da tavşanın adı dahi, adet görmesi nedeniyle ağza alınmazdı. Oy-
sa tiim memeliler adet görmektedir ve tavşan da sırf kan değildir.
Reenkarnasyona (insanın bu dünyaya bir kaç keç gelmesi) inanan-
lara göre kötü ruhlu insanlar öldükten sonra tavşan bedenine girerek
yeniden dünyaya gelirler. Politeist (çok tanrılı) dinler tavşanı kut-
samakta iken, semavi dinlerin bazı yorumları
1
tepki olarak mekruh ve
lanetli kabul etmektedirler. Hassas bir konuya değinmiş olmamız bazı
okuyucularımızda belli bir "hassasiyet" doğurmuş olabilir . Ancak her
zaman için bilim ve akıldan yana olmamız gerekir. İ lerici ve çağdaş
o lman ın koşu l l a r ı n ın baş ında i nanç l a r ı dah i ob j ek t i f aç ıdan i r -
delemeye tabi tutmak gelir .
Cem D ergisi - Eylül 1993
HALLACI MANSUR
VE
İşin ilginç yanı bir sünni olarak Hallac'ın bu monizmi (tekçi) sa-
vunmuş olmasıdır. Hallac'ın monist Tanrı anlayışında Antik Anadolu
Felsefesi 'nin izlerini görmek olanaklıdır. Kendisinin Antik Yunan ve
Anadolu Felsefesini incelediği bi l inmektedir . Aneksimenes, Thales,
Aneksimandros gibi Anadolu düşünür ler i panteist Tanr ı anlayışını
gündeme getirmekle monizmin öncülüğünü yapmışlardır.
Panteist -monist Tekçi Tanr ı -Doğa içiçel iği felsefe sadece Ehl i
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 104/111
ANADOLU ALEVİLİĞİ
Hallac-ı Mansur üzerine yaptığımız çalışmayı yaz aylarında bitir-
me olanağı bulduk. Louis Massignon' ın "La Passsion de Hal laj -Ha-
lac'ın Tutkıısu-Çilesi" adlı tüm yaşamını adadığı ünlü yapıtı araştır-
mamızın temel kaynağıydı. Massignon'un 4 ciltlik, 2000 sayfayı bu-
lan kitabı bir an önce Türkçiye çevrilmelidir. Biz bir derleme yaptık
ve "Anadolu Aleviliği 'nin Felsefi Kökenleri-HALLAC-I MANSUR"
başlığı altında Ant Yayınları Koleksiyonu içinde yayınlamaya karar
verdik. Bu der leme sayesinde Alevi l iğin felsef i kökenler ine inme
mutluluğuna eriştik. Sadece felsefe değil diııbilimi; dönemin sosyolo-
jik yapısı; Türk-Kürt-Arap siyasal ilişkileri; İslam'ın yayılma evresin-
de mazdeist, manikheen, Hristiyan öğelerin yeni dini etkileşim boyut-
ları ilginç görünümler sunmaktaydı. Ne tür yanlış ve yalan tarih anla-
yışıyla kitlelerin koşullandırıldığını bu tiir çalışmalara girdikten sonra
anlayabiliyorsunuz.
"Anadolu Aleviliği 'nin Felsefi Kökenleri-HALLAC-1 MANSUR"
başlıklı denememizde Hallac'ın yaşamı, .yapıtları, kavgaları, mahke-
mesi ve idamı, Türkler açısından taşıdığı önemi, seyahatleri, "Enel
Hakk'ın" ne anlama geldiği gibi konulara yer vermiş bulunuyoruz
- Hallaç ın din ve Tanrı anlayışı tamamiyle Anadolu Alevileri 'nin
kini yansıtmaktadır. Sufi kökenli bu anlayış Allah'ı bir öz, cevher ola-
rak kabul eder. Bu ilahi güç fışkırarak kendini ortaya koyar, sıfatlarını
sergiler. Bir monizm, teklik söz konusudur. Yer ve gök. tüm evren
Tanrının görünüm vasatıdır. Ancak yaşanan bu evren sadece madde
değildir, akıl ve sevgi doludur. Oysa sünni anlayışta yaratan-yaratılan
ikilemi vardır. Tanrının niteliği (teodise) bağlamındaki bu ayırım kla-
siktir, bilinm ektedir.
Sünnet 'e değil, Ehli Beyt'çi Şia'ya da yabancı gelmiştir . Onlar da Tan-
rı-doğa içiçeliğini zındıklıkla suçlamışlardır. Hallac'ın idamında zaten
şii din adamları baş rolü oynamıştır .
- Hallaç sünnidir ama Ehli Beyt'e sonsuz saygısı vardır. Bilindiği
gibi Kur'an'da XII. İmam olarak Mehdi'nin geleceğine yer verilme-
miştir . Oysa" Hz. İsa'nın geri geleceği açıkça belir tilmiş tir . H allaç
Melıdüyle İsa'yı özdeşleştirerek önemli bir çelişkiyi bağdaştırmıştır .
Şii din adamlarının aşırıları olan İmamiyecilerin Hallac'a yüklen-
. meşinin nedeni "Enel Hakk" diyerek kendisini kutsal boyuta getirme-
sidir. Oysa Ehli Beyt dışında kutsal insan olamaz.
- Hallaç sünni gelenek içinde olmasına rağmen esaslı bir biçimde
sünni dinbiliminden uzaklaşmıştır . Her şeyden önce monist Tann an-
layışı Ehli Sünnet 'e ters düşmektedir. Öte yandan Tanrı 'ya sevgi, aşk
ile ulaşmak da klasik İslam'la pek bağdaşmamaktadır.
Sufi kökenli aşk d aha ziyade sevgi, dini diye adlandırılan Hristi-
yanlığa yakındır. İslam akıl ve kural dinidir. Dünyadan el ve eteğini
çekip çile, eza ve cefa ile Allah aşkı peşinde koşan Hristiyan mistikle-
ri Hz. İsa'nın yolunu izlediklerini iddia etmektedirler. H z İsa da insan
sevgisi için eza ve cefa çekmiştir . Hristiyan azizlerle, sufiler arasında
büyük paralellikler mevcuttur. Sufilerin Hristiyan azizlerden etkilen-
diği söylenm ektedir, .
İslam düşüncesinde Platon'cu yorumlarda sevgi ön plana geçmiş-
tir . Mutezili yorum akılla Allah'a ulaşmayı yeğleyerek Aristo'nun yo-
lunu seçmiştir . Ehli sünnet akıl ağırlıklı bir yolda Platonla, bağdaşım
kurmuştur. Akılcılara göre sevgi sübjektiftir , görecelidir, muğlaktır ,
keyfidir. Oysa akıl objektiftir , genel geçerliliği içerir . Hallac'ın ida-
mında etkili olan bir grup da mutezili alimlerdir.
Şia da akılı yeğler, oysa Anadolu Alevileri akıl-sevgi sentezinden
yarladırlar.
- Hallaç çarnıığa gerilerek öldürülmüştür. 1000 kırbaç darbesiyle
dövülmüş, daha sonra elleri ve ayaklan kesilmiştir . Ondan sonra da
çarmığa ger i lmişt i r . Çarmıktan indir i ldikten sonra, bağl ı olduğu
"haç"la birlikte yakılmış ve külleri Dicle nehrine atılmıştır (Miladi
922, Hicri 309). .
Ölümünden çok önce Hz. İsa gibi öleceğini söylediği rivayet olun-
Abdestte sadece bedeninin değil ruhunda temizlenmesi söz konu-
sudur. Örneğin buruna su çekmek kibir ve azameti atmak anlamına
gelir . İbadette rüku Allah ve İnsanlık karşısında boyun eğmeyi, alçak
gönüllülüğü belirtir . .
İnsanın bu dünyadaki temel işlevi nefsine'egemen olmak, zor du-
rumda kalanlara yardım elini uzatmaktır . Bu nedenledir ki, oruç tut-
mak, zekat vermek farzdır. Hallac'ın çoğu kez oruçlu olduğunu herkes
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 105/111
maktadır.
Bektaşiliğe girişte "Dare Mansur" denilen bir törenin olduğu söy-
lenir. Bu törende adayın boynuna bir kement geçirilerek allegorik ola-
rak Mansur 'un yoluna girdiği belirtilir . Hallac'ın yolu zordur, idama
götürür. Yukarıda belirttiğimiz gibi aslında Hallaç asılmamıştır çar-
mığa gerilmiştir . Çarmığa gerilme, "'haç"a mıhlanma Hz. İsa, dolayı-
sıyla Hr ist iyanl ıkta çağr ışım yapacağından müslümanlar Hal lac ' ın
idamını asılma olarak yorumlamışlar ve minyatürlerin çoğuna da böy-
le geçmiştir .
' İdam şekli nasıl olursa olsun, Hallac'ın ölümü Alevi-Bektaşi töre-
leri doğrudan etkilemiştir .
- Hallaç Anadolu Alevileri 'nin ibadet anlayışını da doğrudan etki-
lemiştir.
Hallaç İslam'ın 5 koşulunü kabul etmiştir , ancak hepsinde batini
(içsel) bir anlam aramıştır . İçsel anlamın bilincine varanlar açısından
biçim Hallac'a göıe ikinci planda kalmaktadır.
Hacca' gitmek farzd ır, ancak bu ziyaretin ama cı Allah katına yak-
laşabilmek için yüreğin saflaştırılması, berraklaştırılmasıdır. Kendisi
de birkaç kez Hacca gitmiştir . Bir keresinde iki yıl Kabe'nin yanında
yaşamıştır . Bununla birlikte o evde uygun bir yerde köşeye çekilerek
Allah aşkına dualar okumak, yüreğe temiz duyguları sokmak, kötü-
lüklerden arınmakla manevi Haccın gerçekleştirilebilineceğini söyle-
mektedir.
Abdest almada, ibadet etmede en önemli öge niyet etmektir . Dün-
yanın çıkar ilişkilerinden arınılabilinmesiııin, Allah yoluna gitmeye
karar verilmesinin ifadesidir niyette bulunmak. Niyet eden kişi "Cen-
net 'e Köşk" hülyaları dışında, saf Allah sevgisiyle ibadetle koyulur.
Niyet etmek ibadetin ön koşuludur.
söylemektedir.
Görülüyor ki, Hallaç ibadette öze inmiştir . Biçim onun nezdinde
öze götüren bir araçtır .
Gerçek Sünni ve gerçek Alevilerin, tümüyle gerçekten inananlara
başka türlü bir anlayış içinde olmaları düşünülemez.
t Hallaçla Türkler arasında çok güçlü bir iletişim ağı oluşmuştur.
Hallac'ın köken itibariyle Türklükle ahlakası yoktur. Büyük babası
Muhamma mazdeist bi r İ ranl ıdı r . Babası ve annesi müslümandır .
Kendisi o dönemlerde Orta Doğu'ya yoğun biçimde gelen Türkleri ya-
kından tanımıştır . Arap ülkelerine gelen
Türkler
önemli mevkiler elde
etmekteydiler.
Hal lac ' ın yaşamında uzun bi r dönem Türkler i müşlümanlaşt ıma
faal iyet iyle geçmişt i r . Hal laC Maveranunehir 'e gi tmiş ve buradaki
kentleri gezerek vaazlar vermiştir . Bu bölgede yaşayan ahalinin çoğu
Orta Asya'dan gelen türklerdi. Türklerin bir bölümü henüz müslüman
olmamış
mazdeist , manikheen, Budist ve Hr ist iyan gelenekler i sür -
dürmekteydi .
X. yüzyılda kitleler halinde müslümanlığa geçen Türkler, Göktan-
rı-Yertann kültlerini çoktan terketmişlerdi. Orta Asyacı tarihçiler her
nedense bu hakikati yazmamaktadır. VII. ve VIII. yüzyıldan itibaren
Türkler manikheizm, ağır l ıkta olmak üzere Ma zdeizm, Budizm ve
Hristiyanfığı kabul etmeye başlamışlardı. Örneğin Uygur Türkleri 762
tarihinden itibaren XIII. yüzyıla kadar manikheen kalmışlardır. Alp
Kutluy Kü lüg Bilge. (759-780) Iraklı manikheen misyonerlerin etki-
siyle Mani dillini yeğlemiş ve kendine "Mani'nin Ruhu" adı verilmiş-
tir (Manikheizmle ilgili olarak Cem dergisi 'nde daha önce çıkan ma-
kalelerimize bakılabilir .)
Hallaç henüz müslüman olmamış mazdeist, manikheen Türk top-
Iuluklarına lıitabetmiştir . Bunlar İslamı manikheen ve mazdeist gele-
nek ve töreler içinde algılamıştırlar. Horasan erenlerinin ataları Hal-
lac'ı manikheenken anlayış içinde tanımışlardır. Bu nedenle, Anadolu-
ya gelen Horasan Erenleri şaman olmaktan ziyade manikheen öğeleri
Önasya'ya taşımıştır .
Hallac'tan doğrudan etkilenen ilk Türk ozanı Ahmet Yesevi 'dir .
Yesevi 'niıı Hikemleri tamamiyle Hallac'ın etkisinde yazılmıştır . Hal-
1. DİN ŞURASI
1-5 Kasım 1993 tarihlerinde Ankara'da yapılan 1. Din Şurasına biz
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 106/111
lac'ın tüm görüşlerini, "Enel Hak" anlayışını benimseyen Ahmet Ye-,
sevi, onun cellatları olan katı mollaları eleştirmiştir .
Yesevi düşüncesinin Anadolu'ya gelişi ve halkı etkileyişini; ondan
Baba İshak, Baba İlyas ve Hacı Bektaş Veli 'ye geçişin öyküsü bilin-
mektedir.
Sonuç olarak görülüyor ki, Anadolu Aleviliği nefesini ve temelini
Hallac-ı Mansur 'dan almıştır . Bu temelde biçimi ikinci plana atmak
ve öze iniş, sevgi belirgin özellikler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öte yandan Anadolu Aleviliği 'nde şaman değil manikheen öğeler
ağır basmaktadır. Cem dergisi 'nde çıkan diğer makalelerimizde de bu
hususu vurgulamaya çalıştık.
Bir başka husus da Anadolu Aleviliği üzerinde Şii etkilerin sonra-
dan, bellki de Şalı İsmail ' le birlikte ortaya çıkmış olmasıdır. Kaldı ki,
bugünün Şia mollaları için Şah İsmail Hatayi hiçbir anlam taşıma-
maktadır. Bu etkide ortak payda Ehli Beyt sevgisidir. Ehli Beyt sevgi-
si tüm müslüman yorumlar için söz. konusudur , ancak bazı lar ında
ağırlıklıdır. Ağırlıklı Ehli Beyt sevgisi İsmailiye tarikatı ve Dürzilerde
de gö r ü lü r . Bu " tü r b i r benze r l i k t en do l ay ı An ado lu Alev i l i ğ in i ,
İsmailiyeyi, Dürziliği aynı kefeye koyamayız. Anadolu Aleviliği özde
onlardan farklıdır. Hallac-ı Mansur 'un yoludur, sevgi doludur.
(*) Bizi bu çalışmaya yönelten ve Massiğnon Külliyatını bize sağ-
layan Ant Yayınlarına teşekkür ederiz.
Cem Dergisi - Ekim 1993
de konuşmacı-davetli sıfatıyla katıldık.
Her şeyden önce böyle bir toplantının gerçekleştirilmesinin Cum-
huriyet tarihi açısından büyük bir önem taşıdığını vurgulamak isteriz.
Din sosyolojik boyutta çok önemli bir olguyken 70 yıllık "laik" sistem
içinde sorunları gündeme getiren bu tür ciddi bir toplantı yapılmamış-
tı . Demokrasimiz laiktir , ancak "din olgusu" Diyanet İşleri Başkanlı-
ğına yani Devlete bağlanmıştır . Cemaatler sistemi içinde olsaydık, her
cemaat veya dinsel grubun kendi içinde bu tür toplantılar düzenlen-
mesi söz konusu olabilirdi. Nitekim ABD ve diğer gerçek laik hukuk
sistemi içinde yer alan rejimlerde gerek kendi sorunlarım dile getiren,
gerekse diğer din ve mezheplerle diyalog bağlamında ulusal ve ulus-
lararası ciddi toplantılar sık sık gündeme getirilmektedir.
Bizim sistemimizde bu görev Diyanet İşleri Başkanlığına düşmek-
tedir; 70 yıllık gecikmeden sonra da olsa Şura'nın toplanması, din ve
bilim adamlarının biraraya getirilmesi taktire şayan bir çalışmadır.
Toplant ıda eksikl ikler yok mu? Kuşkusuz eleşt i r i lecek yanlar
mevcut... Her şeyden önce Alevilerin Şurada yeterince ve gereğince
temsil edilmediği kanısını taşımaktayız. Toplantıya Alevi-Bektaşi ge-
leneğine bağlı olarak sayın Doç. Dr. Fuat Bozkurt ve sayın Doç. Dr.
Bedri Noyan davet edilmişler. Sayın Noyan, eşinin rahatsızlığı nede-
niyle katılamam ıştır . Sayın.Bozku rt ise sadece dinleyici-davetli sıfa-
tıyla katıldığı toplantıya ani çıkan bir mazereti nedeniyle ilk gün terk
etti.
Alevilerle ilgili görüşler zaman zaman gündeme getirildi. Özellik-
' le sayın Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolây, sayın Prof. Dr. Yaşar Nuri
Öztürk ve sayın Rüştü Şardağ olumlu yaklaşımlarıyla konuya değin-
diler. Sayın Abdülkadir Sezgin'in tebliğinin başlığı ise "Anadolu Ale-
viliği 'nin Meseleleri İle İlgili Günümüzde Sunulabilecek Din Hizmet-
. leri" başlığını taşımaktadır. Deme k k i, doğrudan alevilikle ilgili tek
tebl iğ sayın Sezgin 'e ai t t i r . 50 civar ında sunulan tebliğlerden sadece
bir tanes inin alevil ikle i lgi l i o lması , Alevil iğin Şûrâ 'da gereğince tem-
s i l edi lmem esinden a çık kanıt ıdır . Türkiye 'de 20 m ilyon civar ında aler
vinin yaşadığı iddialar ı mecutke n, sadece 1 tebliğin mevcudiye ti dü-
şündürücüdür .
Bendenizin tebliği "Toplumun Dinsel Yönden Aydınlat ı lmasında
Felsefenin Rolü" baş l ığını taş ımaktadır . Konuşmamızda 2 sayfa Ana-
bağlı (teleoloj ik) yorum unun muam elata il işkin hüküm lerde gündeme
getir i lmesini savunduğumuz konuşma esnas ında baş ta Suudi delege-
ler olmak üzere, çoğu Arap kökenli delege salonu terkettiler. Onların
protes tosuna sözlü olarak tutucu Türk kes im de kat ı ldı . Değer l i ve ay-
dın bi l im adamlar ı hocalar ımızdan maddi ve manevi des teği almasay-
dık her halde bir hayli zor anlar geçirebil i rdik. Evrensel boyutta ken-
diler ini tanı tan sayın Prof . Dr . Hüseyin Atay, sayın Prof . Dr . E them
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 107/111
do lu A lev i l iğ ine değ inm iş bu lunm ak tay ız . Bu bö lüm ü aş ağ ıda ve r -
mekteyiz.
Toplantıda bir başka eks ikl ik de kadın koııuşmacı-davetl inin üç
kiş i olmasıdır . Değer l i ve aydın bi lgin Prof . Dr . Beyza Bilgin, bir ka-
diri olarak İs lam Dini içinde kadınlar aç ıs ından " içt ihat kapıs ının" ara-
lanmasını öngörmektedir .
Özeleş t ir iyle toplumlar , cemaatler , ulus lar , bireyler esenliğe ula-
ş ır lar . Belir tel im ki , gerek kadın ve gerek aleviler in temsil edi leme-
mesinin nedenler i içinde bu konularda yeter ince bizzat kadınlar ve
aleviler cephes inde evrensel boyutta araş t ırmalar ın olmamasıdır . Bu
nedenle s ık s ık tekrar ladığımız gibi bir kez daha "Alevi Araş t ırmalar
Merkezi veya Ensti tüsü" kurulması düşünces i kısa zamanda gündeme
getir i lmelidir . Sünni iş adamlar ı inançlar ı uğruna milyar lar ı harca-
maktan mutluluk duyarken, Alevi iş adamlar ı mâalesef dâvalar ı uğru-
na gereğini yapmamaktadır lar . Ens t i tünün kurulmasının onuru onlara
ait olma lıdır. 1 " , •
I . Din Şuras ı üç komisyon halinde çal ış t ı . Bu komisyonlar "Din
K onu la r ında T op lum u A yd ın la tm a K om is yonu" ; " D in H izm et le rin i
G e l i ş t i rm e K om is yonu" ; " D in i Y ay ın la r K om is yonu" ş ek l inde ay r ı
ayr ı salonlarda çal ış t ı lar . Benden iz i . Komisyo nun üye s iydim. Bu ne-
denlediğer salonlarda yapılan konuşmalar ı izleyemedim.
Gene lde, bir anlamda Şura " tutucu kanatla" , " i ler ici kan at" ın çe-
kişmesi biçiminde cereyan et t i . Bir yandan diğer din ve mezhepler le
diyaloga açık, onlar ın inanç ve kültür yapılar ına saygıl ı öğretim üyes i
ağır l ıkl ı din adamlar ı , ö te yandan katı , ödünsüz, biçime daha fazla
önem veren dinci grup aras ındaki açık ve ör tülü çekişme Şura 'nın ana
görünüm ünü sergilemekteyd i . Diğer müslüm an ülkelerden gelen de-
legeler in çoğu zihniyet olarak tutucu kes imin yanında yer almış t ı . Öy-
le ki , dinde içt ihat kapıs ının açı lması , Kuı ' an 'da sosyolojik ve amaca
Ruhi Fığlal ı , sayın Prof . Dr . Neşet Çağatay, sayın Prof . Dr . Mehmet
Aydın (Selçuk Ünivers i tes i) , Prof . Dr . İbrahim Agah Çubukçu gibi
hocalar ımızla ve önemli ' miktarda bi l im adamı, , din adamı ve değiş ik
kuruluş lar ın temsilci ler i " içt ihat kapıs ının açı lması" ve "diğer din ve
mezhe pler le diyalog" bağlam ında des tekleyici sözler et t i ler. • ;
Din Şuras ının olumlu yanlar ının baş ında aydın din-bil im adamla-
r ının ar t ık Türkiye 'nin gündeminde yer aldığını or taya koyması gel-
mektedir .
Konuşalar ı genel olarak ele aldığımızda, bir çok din ve bi l im ada-
mı cami va izler inin büyük bir çoğu nluğunun yeters iz; ve bi lgis iz oldu-
ğunu belir t i ler . Bunlar ın söz ve davranış lar ının olumsuz sonuçlar do-
ğurduğu ve zaman zaman kışkır tmalara yol açt ığı vurgulandı . Küçük
camilerde yapılan konuşmalar ın hopar lör le ver i lmesinin gürültüye yol
açt ığı , böylel ikle tepki doğurduğu hususu da gündeme getir i ldi . Sayın
Ahmet Kabaklı bu tür sakıncalar ın gider i lmesi için , "der in olmayan"
vaiz ve imamlar ın dinsel motif l i ş i i r ler ezber leyerek cemaate aktarma-
lar ının yeter l i olacağını , daha i ler iye gi tmemeler inin gerektiğini be-
l ir t t i . Aydınlatmada bi lgi l i o lmak hususu ve tüm kültür ler i tanımanın
önemine sayın Prof . Dr . Mehmet Aydın (9 Eylül Ünivers i tes i- İzmir)
değindi. '
Şura sonunda bir bi ldir i yayınlanarak sonuçlar bizzat Diyanet iş le-
r i Başkanı sayın Mehmet Nuri Yılmaz taraf ından açıklandı . Değiş ik
konularda 37 maddeden oluşan bi ldir ide bizim açımızdan en önemli
madde kanımızca 7. maddenin 2. paragraf ıdır . Bu paragraf aynen şöy-
ledir : " İs lamı asr ın idrakine söyletebilmek için günümüz iht iyaçlar ına
cevap verecek yeni yorum ve çözümler üretmeli ve bu maksatla bo-
dern i lmi araş t ırmalardan is t i fade edilmelidir ," Bundan sonra gene ay-
nı döneme haiz madde 11. maddenin 2. paragraf ıdır . Bu paragraf da
aynen şöyledir : " İ rşad görevini yapan kimseler ve bu görevi organi-
ze eden. Diyanet İşleri:Başkanlığı daha aktif bir yapıya sahip o lmalı:
dış çevreye açılmalı, farklı hizmet grupları, mezhep ve dinlerle temas
ve diyalog kurmalıdır."
Din Şurasında alman kararlar arasında yen bir Kur'am Kerim meal
ve tefsirinin hazırlanması öngörülmektedir. Bü meal ve tefsirin anlaşı-
lır olması üzerinde durulmuştur. Böyle bir meal ve tefsirin gerekliliği-
ne inanmaktayız, ancak dikkatli olunması da gerekmektedir, çünkü
böyle bir eserin Diyanet İşleri Başkanlığ tarafından yayınlanması res-
ANADOLU ALEVİLİĞİ'NİN
SOSYAL v ANLAMSAL
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 108/111
miyet unsuruna ağırlık kazandırarak bireysel özgür çalışmaları gölge-
de bırakab ilir .
Bildirinin diğer maddelerinin teker teker yorumu çok uzun olacak-
tır . Biz aynnülara girmiyoruz. Bazı maddelerine katılamadığımız bu
bildiri ve eksikliklerine rağmen gerçekleştirilen bu Şura Türk toplumu
için önemli bir aşamadır. Şura'da tabu gibi görünen konulara değinil-
miştir , aydın din ve bilim adamlarının tutucular karşısındaki geniş uf-
ku ortaya çıkmıştır . Bu fırsatı yaratan sayın Diyanet işleri Başkanı
Mehmet Nuri Yılmaz ve sayın genel sekreter Doç. Dr. İbrahim Çalış-
kan'a, kişisel olarak kutlarım. Bu kutlamaya Cem Dergisinin katılıp
katılmayacağı kuşkusuz benim iradem dışındadır.
Cem De rgis i- Aral ık 1993
GÖRÜNÜMÜ
Mezheplerin o luşumunda bir yandan sosyo-ekonomik faktörler ,
öte yandan din bil imci ve fi lozofların yorumları önemli rol ler oyna-
maktadır.
Anadolu Aleviliği 'nde de sosyal, ekonomik ve tarihsel koşullar di-
nin algılanması ve uygulama da maddi faktö r olarak belli etkiled orta-
ya koymuştur. Anlamsal-düşünsel faktör ise Hallac-ı Mansur 'a daya-
nan bir İslam yorumu dur. -
Anadolu Aleviliği İslam düşüncesi içerisinde özgün bir yer tut-
maktadır. IX. ve özellikle X. yüzyıllarda yoğun bir biçimde, genelde
kendi i stekler iyle müslümar i l ığı seçen Türk boylan eski dinler inin
alışkanlık ve törelerinin etkisi altında yeni dinlerine yeni renkler kat-,
mışlardır. Türkler 'in Orta Asya'dan sonra ilk vatanları Maveranune-.
hir 'dir; daha sonra Anado lu'ya geçmişlerdir. Maveranunehir 'e gelme-
den önce Türkler manikheen, mazdeist (Zerdüşt dininin bir kolu) ve
Hint dinleri kültlerinin etkisi altındaydılar. Maveranunehir 'e geçiş sü-
recinde bir bölümü hristiyan olmuştur. Çok tanrılı dinler dönemindeki
rahiplere "şaman" dendiğinde, bu dönemle ilgili olarak Türklerin "şa-
manist" olduğu söylenir. Uygu r Türkleri VIII. yüzyılda manikheen
olmuş ve 450 yıl bu inanca bağlı kalmışlardır. Bu dini benimseyen
Alp Kutluk Külüg Bilge'ye "Mani'nin Ruhu" adı verilmiştir . Bilindiği
gibi manikheizm M.S. III . yüzyılda Mardin doğumlu Mani veya Ma-
nes adında bir bilgenin ortaya attığı dindir. Amacı hristiyanlıkla zer-
düştlük arasında bir bağdaşım sağlamaktır/Ne hikmetse Orta Asya'cı
t a r i hç i l e r imiz bu konuya pek değ inmez le r . On la r a gö r e T ür k l e r
Göktanr ı Kül tü içinde moneteizm'e ( tektanr ıcı l ık) yakın bi r inanç
s ü r d ü r m e k t e y d i l e r ; , b u n d a n d o l a y ı d ı r k i , k o l a y c i m ü s l ü m a n
o l m u ş l a r d ı r . B a ş k a b i r d e y i ş l e o n l a r ' z a t e n " t e s l i m o l m u ş t u " ,
" b a ş l a n g ı ç t a n b e r i H a k k d i n i n e m e n s u p t u l a r . " O y s a G ö k t a n r ı -
Ye r t a n r ı , Ka ra n l ı k l a r -Ay d ı n l ı k l a r i k i l e mi ma z d e i s t Ah u ra ma z d a -
Ahıiman ve Manikheen İsa-Şeytan ikilemlerinden gelmekteydi.
İş te bu ina nç iç ind eki Tür k ler r i lüslümanlaşırken ma zde is t ,
manikheen ve hri s t iyan geleneklerden b i r bö lümünü yeni d in lerine
aktarmışlard ı r . Bu ak tarma özde b i r değiş ik l ik yara tmamış, sadece
b i ç i mse l ö ğ e l e r i e t k i l e mi ş t i r . On l a r Ha k k -M u h a mme d -Al i ü ç l e mi
güzel l iğ i karş ı s ında hayranl ık duyma duygusunun i fadesid i r . Hac.
farzdır ama, önemli olan gönül haccidır. Bir insan kendini dünyanın
"hayından, huyundan soyutlayıp" iyil ik ve güzelliği gerçekleştiriyor,
fak i r lere yard ım ediyorsa Kabe Haccı yapan kadar Al lah ind inde
makbul k iş id i r . Hal lac 'daki Vahdet - i Vücud, pante izm (Tanrı -doğa
iç içe l iğ i ) gerek Anadolu kül t le r ine , gerekse Eski Türk inançlarıy la
para lel l ik iç indedir . • • . * . .
Hallaç zaten ömrünün önemli bir bölümünü seyahatlere ayırmış ve
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 109/111
içinde İslam'ı algılamış, dinin özüne sadık kalmıştır. Eski dinlerine
bağlı yaşam, tarzları da yeni dinde zenginlik m otifi olarak va rlığını
sürdürmüştür. -
Halk kit leleri içinde bu tür müslümanlik Anadolu'ya kadar gelmiş
v e b u ra d a mü s l ü ma n l ı ğ ı k a b u l e d e n u l u s l a r , İ s l a m ' ı b u y o ru ml a
tan ımışlard ı r . Anadolu u lusları da değiş ik yeni mot i f ler le k lasik
yorum dışındaki bu eğilimi zenginleştirmişlerdir.
Türk yöneticileri Selçuklular, Osmanlılar ise İslam'ın Arap örf ve
a d e t l e r i n e d a y a l ı sü n n i y o ru mu y e ğ l e mi ş l e rd i r . Tu ğ ru l v e Ç a ğ r ı
Beyler XI. yüzyı lda Abbasi Hal i fesin in h izmet ine g ird ik lerinde ve
dalıa sonra yönetimi ele aldıklarında Emevi Abbasi geleneğine bağlı
teokra t ik b i r düzeni sürdürmüşlerd i r . Gördükleri ve b i ld ik leri bu
olduğu kadar, b iç im ağı r l ık l ı yorumlar sa l tanat ın sürdürü lmesine
elveri ş l i o rtam sağlamaktaydı . Sünni yorumların hepsin in tu tucu
olduğunu iddia etmiyoruz, ama siyasal iktidarların elinde tutucu ve
biçimci bir konu ma geldiği kuşku götürmeme ktedir. '
Anadolu Aleviliği 'nin tarihsel sosyo-ekonomik öyküsü yukarıdaki
görünümü sergilemektedir.
Anlamsal-düşünsel öykünün kökeninde ise, yukarıda belirt t iğimiz
gibi Hallac-ı Mahsur yatmaktadır. Ms. 856-922 (Hicri 244-309) tarih-
leri a rasında yaşayan müslüman-arap düşün adamı Hal lac-ı Mansur
An a d o l u Al e v i l i ğ i f e l se fe s i n i b i r h a y l i e t k i le mi ş t i r . B u g ü n d a h i
Bektaşi Dergahına girişte "Darı Mansur" denilen bir tören yapılmak-
tadır ki , burada Hallac'ın idamına allegorik olarak yer verilmektedir,
Hallaç inanmış bir müslümandır. İslam'ın tüm koşullarını yerine
getirmektedir.. Ancak bunların öze iniş bağlamında araçlardan ibaret
buldunduğunu söylemektedi r . Örneğin abdest a lmak ruh temizl iğ i
iç ind i r ; Namazda rüku ve secde evrenin ve insanın , yani Al lah ' ın
uzun süre Maveranunehi r bö lgesinde dolaşarak Türk leri mı js lüman-
laşt ı rma faa l iye t lerinde bulunmuştur. Oğul larından b i r in i Nişapur 'a
yerleştirerek bu misyonu sürdürmesini istemiştir.
Hallac'ın izinde giden en önemli düşünür Hoca Ahmet Yesevi 'dir.
Yesevi 'nin t i lmizleri ise Horasan Erenleridir. Bilindiği gibi Horasan
Erenleri Anadolu 'ya geçerek buradaki ha lk ları müslümanlaşt ı rrha
faa l iye t lerin i üst lenmişlerd i r . Baba İshak ye Baba İ lyas ' ın Ahmet
Yesevi geleneği sürdükleri bil inmektedir ki , bunlar da Hacı Bektaş
Veli 'nin pirleridir.
1
Görülüyor k i , Bektaşi -Alevi ge leneğin in kurucusu Hacı Bektaş
Veli dinsel yorum olarak Hallac'a bağlıdır.
Anlam sal yanın s i s temleşm esinde M ul i idd in-i Arabi 'n in , yerin i
unutmamak gerekir. Hallac-ı Mansur'u bu nedenle Anadolu Alevileri
ve son dönemlerde din olgusuna merak saran Türk Aydını iyi tanı-
malıdır. Ne yazık ki, Hallaç Türk geleneklerine sadece söylencesel
kişil iğiyle girmiştir. Aslında yüzeysel yaklaşımlar, simgesel bağlıl ık-
lar, özell ikle "köşeyi dönme" felsefesini benimsedikten sonra bu ülke
insanının yeğlediği yoldur. Kimse fels efeye , dinin özsel açıklamaları-
na i t ibar göstermemektedir.
Cem Dergisi - Oca k 1994
NOEL v YILBAŞI
Tik T oel ve Yılbaşı kutlamalanyla ilgili tartışmalar geçtiğimiz ay
/ W da sürdü. Tutucu kesim Noel ye yılbaşı kutlama larını her za-
idi."
Buradaki meleğin
Cebrai l
Aleiselam olduğu hususunda .görtiş
birliği vard ır. ,,
Diğer birçok ayette de Allah'ın ona Kitap ve Hikmeti, Tevrat
İncili
öğrettiği (Al-i İmran 48); haram kılınan bazı şeyleri helal kıl-
mak için geldiği (bir önceki ayet 49-57); mucizeler gösterdiği (Mer-
yem Suresi 24-29)
İs a
'ya göky üzünden kendisi Ve havarileri için sof-
ra indirdiği (Nisa Suresi 112-115) belirtilmiştir .
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 110/111
manki gibi
zındıklıkla
suçlama ya devam etti . ' •
Oysa gerçek bi r Müslüman bu tür bi r yargıda bulunmaz, çünkü
bizzat Allah'ın peygamberine gösterilen sevgi eleştirilmektedir. Nefes
dergisi konuya 3. sayısında gayet olumlu bir yaklaşım getirmiştir . De-
niliyor ki, "Öte yandan Noe l kutlamalarının diğer bir unsuru da Hz.
İsa'nın doğumu olarak kabul görmüş olmasıdır. Hz. İsa gayet iyi bi-
lindiği gibi Kuran tarafından da kabul edilen ve övülen bir peygam-
berdir. Yani İsa aynı zamanda bir İslam peygam beridir."
Kuranı Kerim
'e göre o sadece "sıradan" bir peygamber de değil-
dir. O, Âdem Peygamber, gibi babasız doğan biridir. Peygamberler
.tarihinde sadece ikisi babasız doğmuştur.
Enbiya Sures i
'nin 91. ayeti
aynen şöyledir: "Irzını iffetle korumuş olanı (Meryemi de an). Biz ona
ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu cümle âlem için ibret kıldık." Gö-
rülüyor ki, İsa peygamber in ana karnina düşmesinde "Tanrısal ruh"
devrededir .
Hz. İsa
bir anlamda
Kuran-ı Kerim
'e göre
"kutsal ruh"
kökenlidir.
Al-i İmran Suresi
'nin 36. ayeti "insanlığı şeytandan ko-
ruması için Hz. İsa'nın gönderildiğini" söylemektedir.
Meryem Sures i 'nin 17-21. ayetleri de aynen şöyledir: "Meryem,
onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, biz ona ruhumuzu
gönderdik de o, kendisine tastam am bir insan şeklinde göründü . Mer-
yem dedi ki: Senden çok esirgeyici Allah'a sığınırım. Eğer Allah'tan
sakınan bir kimse isen (bana dokunma). Melek: Ben, yalnızca, sana
tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi.
Meryem : Ban a bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde
benim nasıl çocuğum olabilir, dedi. Melek: Öyledir, dedi: (zira) Rab-
bin buyurdu ki: Bu bana kolaydır.
Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kıla-
cağız. Bu, hüküm ve karara bağlanmış (ezelden olup bitmiş) bir iş
Kuran'a göre
İs a
ölmemiştir ve kötülük yapmak isteyenlerin elin-
den kurtularak göğe yükselmiştir .
İsa Peygamber,
kıyamet günü tek-.
rar yeryüzü ne inecek ve insanları kurtaraca ktır . O Mesih' t ir .
"Ehli
Kitaptan, ölmeden önce İsa'ya iman etmeyecek hiçbir kimse yoktur.
Kıyamet günü o da onlara şalıit olacaktır"
(Nisa Suresi 159).
Hz.
İsa
özetle Müslümanlar açısından
"kutsallığın mühürüdiir."
İs a kurtarıcıdır, Mesih'tir . Tanrı 'nın hizmetkârı olarak gönderilmiş bir
peygamberdir. Saf, pak, Tanrı 'nın kutsadığı,'Tanrı 'ya yakın bir kişidir.
Tann, onu iyilik yapması için göndermiştir . O tıpkı
Adem Peygam-
5 ber
gibi doğrudan Tann tarafından yaratılmıştır . Tanrı 'nın nefesi, ru-,
hu, sözü olarak Meryem ' in karnına bırakılmıştır . Ruhun Meryem 'e
üflemiş olduğu bir varlıktır . ; . '
Görülüyor ki ,
Hz. İsa
'nın yeri,
Kuran-ı Kerim
'e göre hemen Hz.
Müh amm ed'ten sonra gelmektedir. -
Hal böyle iken Müslüman olduğunu iddia edenlerin onun doğum
günü kutlanmasını eleştirmeleri anlaşılamamaktadır. Oİsa olsa kutla-
ma şekli eleştirilebilir . İçki içilmesi, sarhoş olunması, zevk-ü sefa
i çi nd e k u tl am a nı n y ap ıl ma sı y a d ı r g a n i a M i ^ ^ ^ - S j ^
Bizce Hz. İsa'nın doğum günü kandil haline gkt'irilmelidir. Kandi-
le kim zarar verir bilemeyiz, ama böyle olursa herkes kendince kutla-
ma yapabilir . Kimi içkiyle kutlar, diğeri camiye gider namaz kılarak
kutlar.- "
Kanımızca
Mevli t
de okunabiltoböylelikle Allah-u Teâİa'ıiın biri-
ne "habibim", diğerine "ruhum ' ' ' 'dedıği |k ı
r
peygaınber birlikte anı-
lır.
Hoşgörü ve diyalog ortamına ancak böyle geçilebilir . Hoşgörü ve
diyalogla da evrensel barışın oluşumuna katkılar sağlanabilir;
Gerçek Müslüman kanımızca bunlarla değil ve yukarıda belirttiği-
miz
ayet lerden
hareketle
Hz. İsa
'nın niteliği üzerinde tartışmalara
girmelidir. Ruhundan üflenen bir kişinin acaba kutsallık boyutu ne-
dir? H z.
Meryem,
çocuğunu eğer Allah'ın nefesinden edinmişse onun
kutsallık boyutu ne olabilir? Kıyamet günü gelecek ve tüm insanları
kurtaracak
İsa,
Allah katında nerede olabilir?
Hr ist iyan âlemi bu konulan yüzyı l lar boyu tar t ı şmış ve bundan
dolayı da.bölünmeler olmuştur.. İslam buna çözüm getirmiştir , ama lü-
zumsuz şeylerle uğraşmaktan öze bir türlü inilmemektedir. Kuran-ı
8/19/2019 [Niyazi Öktem] Laiklik Din Ve Alevilik Yazıları
http://slidepdf.com/reader/full/niyazi-oektem-laiklik-din-ve-alevilik-yazilari 111/111
Kerim
yukarıdaki hususları kabul etmekle birlikte
üçlemi
(tirinite,
teslis) reddeder; Allah'la
İs a
'yı özdeşleştirme eğilimlerini şiddetle kı-
nar. . .
Akıl ve bilim, yukandaki verilerin ışığı altında ciddi bir bilimsel
tar t ı şma boyutunun gündeme get i r i lmesinden yanadır . İ slam âlemi
belli dönemlerde bu tür tartışmaları yapmaktan kaçmıyordu.
Bugün Hristiyan dinbilimi içinde İslam-Hristiyan diyâlogu bağla-
mında benzer tartışmalar yapılıyor.
Kimse kimseyi zındıklıkla, Hristiyanlığa
özenme
gibi sıfatlarla ka-
ralamıyor, I
Tabusüz, yakasız, suçlamalann olmadığı aydınlık ufuklar içerisin-
de olursak basit olaylar nedeniyle biribirimizi kırmayız, barışçı olu-
. ' ru z . • • • ' ' •
efes Dergisi - Şubat 1994