İnsana İlham veren hİkayeler 3.bÖlÜmenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/insana...siz...

288
1

Upload: others

Post on 22-Jun-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

1

Page 2: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

2

Page 3: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

3

İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜM

İÇİNDEKİLER:

SAYFA HİKÂYE SAYISI

J- GET INSPIRED 5 - 287 143

TOPLAM Hikâye Sayısı 491

HİKÂYE LİSTESİ

1- Toplumdan almak 6 2- Muzu yalamış 6 3- Eğer / If 7 4- İnsan Olmak 8 5- Mavi Kurdele 8 6- Sevgi ile İlgi 10 7- Kurşun kalemin hikâyesi 10 8- Azim 11 9- Ayna 13 10- Değerler Bilmecesini çözelim 14 11- Pes etme 15 12- Indy, Mucize kedinin yorumu 16 13- Adım adım insan makinasının

içine sevgi yükleme rehberi 20 14- Dilenci kral 23 15- Yaşam bir oyundur, bu oyunu oynayın 24 16- Tatlı sözler yankı yaparlar 25 17- Sirk 27 18- Mesajı anlayabilmek için ipuçlarını

takip edin 28 19- Altın aramak 32 20- Mattie Stepanek 33 21- İlginç bir tartışma 38 22- Merhamet böyle bir şeydir 41 23- Sokak çocuklarının değişen kaderi 43 24- Siz Tanrı mısınız? 45 25- Masa Örtüsü 46 26- Nuh Peygamber’den öğrendiklerimiz 47 27- Ördek 48 28- Aç Kalın Akılsız Kalın 49 29- Vaazlar Faydalıdır 54 30- Tanrı var olan her şeyi yaratmış mıdır? 55 31- Bardağı aşağıya indirin 56 32- Amerika’nın ışıkları kapattığı gün

Thomas Alva Edison 57 33- Dünyaya bu hastalığı bulaştıralım lütfen 59 34- Tanrı’nın “biraz” yardımı ile 60 35- Marangozun evi 61

36- Kurumuş çamur topları 62 37- Sağırmış 64 38- Huzurun resmi 65 39- Baltanızı bileyin 66 40- 99’lar kulubü 67 41- Havuç, Yumurta ve Kahve Çekirdekleri 70 42- Senin değerin ne? 71 43- En sonunda özgür 72 44- Hediyeler 73 45- Kırmızı Işık 75 46- Aile ne demektir? 75 47- İmtihan 76 48- Kahve sohbeti 80 49- Ona Öğretin 82 50- Kutsal gölge 84 51- At Bakıcısı Vikram 86 52- Önce görevin sonra kendin 87 53- Sen yine de yap 89 54- Gerçek sevgiden bir parça 91 55- Bir yılbaşı/Noel gecesi 93 56- Lincoln’den öğrendiklerimiz 95 57- Baba gibi, güneş gibi 96 58- Doğru davranış doğru ödül 98 59- Çok güzel bir ilişki 100 60- Siz yanlış adrese geldiniz 102 61- Pişmanlık ve ödülü 103 62- Mükemmel çözüm 105 63- Elinde sevgi lambası taşıyan kadın

Hemşire Florence Nihtingale 107 64- Kutsal kitabı okumak ne fayda sağlar 109 65- Santral lütfen 110 66- Boşluktan neşe dolu bir empatiye

yolculuk 112 67- Cennete yaptığım ziyaret 117 68- Guru Nanak ve dükkan sahibi 119 69- Hayata geri çağrıldı 121 70- Eğer mükemmel olmak istiyorsanız 123 71- Önemli olan nasıl davrandığınızdır 127

Page 4: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

4

72- Hayatın acılığını eritmek 128 73- Kazanan gülümseme 129 74- Davranışlar ve ödüller 130 75- Keman hikayesi 132 76- Rahmetin işareti 133 77- Çöp kamyonu yasası 135 78- Kalplerimizdeki yara izleri 137 79- Bir sepet dolusu dert ve sıkıntı 138 80- Arka bahçedeki sürpriz 142 81- Ekmeye devam etti 144 82- Kiralık oda 147 83- Taksi ile son yolculuk 150 84- Kırmızı maun ağacından piyano 152 85- Dilek dilemeye cesaret eden kız 155 86- Paylaşılacak kadar güzel 157 87- “Ben yapamam” cenazesi 159 88- Ayran satıcısı 161 89- Sevgi zinciri 163 90- Cüzdandaki ceza 165 91- Hayatı öğretecekmiş 167 92- Havuç 169 93- “Daha onlar istemeden Ben

dualara cevap veririm 170 94- Annem 172 95- Jenny’nin kolyesi 174 96- Sevgi alkemisi/simyası 176 97- Tanrım, bu sen misin? 178 98- Yeni köprüler kurmak 180 99- İçimizdeki iki kurt 182 100- Sevgi yayınlamak 184 101- Nergis bahçesi prensibi 186 102- Sevgi unutmaktır 188 103- Tanınmayan kahraman 191 104- Anne babamızı sevmek 193 105- Anastasias – Müthiş Öğretmen 195 106- Sevgi kuralı 197 107- Bırakın “O” karar versin 199 108- Sevgi unundan yapılmış ekmek 200

109- Öfkemi nasıl yenebildim? 202 110- Çamur ve zihin 205 111- Karizmatik nezaket 206 112- Üçü bir arada 209 113- Bilge ve çocuk 212 114- Yalnızca bir elma değil 214 115- Her iki yarım da aynı olduğu zaman 216 116- Boş kitap 218 117- Onların üzüntüleri ile üzülmek 220 118- Kötü İyidir 224 119- Sevgiyi kim anlayabilir? 225 120- Güzel bir kalbi inşa etmek 227 121- Güçlükler, hastalıklar ve İlahi İrade 229 122- Mısır eken çiftçi 231 123- Tanrı nerededir? 233 124- Görünmeyen Eller 235 125- Jabbar’ın Hikâyesi 238 126- Mavi Top 240 127- Kalbimizi Eğitmek - 1 243 128- Kalbimizi Eğitmek – 2 245 129- İki deniz farklı “görmektedir” 247 130- Nerede sevgi varsa orada Tanrı vardır

Leo Tolstoy 249 131- O’nun varlığını hissetmek 258 132- Meraklı Bilgisayar 261 133- Sahildeki çamur topları 263 134- Tutumlu olmanın içindeki ders 264 135- İlahi Plan 268 136- Sıcak çikolatadaki bilgelik 270 137- Kralın ibadeti 272 138- Papazın Vaazları 274 139- Öfkeli iken bir şeye kalkışmayın 275 140- Yaşam adı verilen bedensel jimnastik 277 141- Hiçbir zaman hedefinizi

gözünüzden kaçırmayınız 281 142- Olimpiyat Ateşini Yeniden Yakmak 283

Page 5: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

5

Sevgili Öğrenciler,

Sizler yarınların en büyük umudusunuz. Bu dünyada ilham almış genç bir

zihinden daha büyük bir güç bulunmamaktadır. Böyle bir zihin bütün bir

ülkeyi ve hatta bütün dünyayı ateşleyebilir. Yaratıcı enerjiler ve yetenekler

gizli bir vaziyette sizin içinizde mevcuttur ve ortaya çıkmayı beklemektedir.

Günün birinde İlahi bir kıvılcım sizin kalbinize doğru yolunu bulur ve o

anda kalbinize bir ateş düşmüş olur.

O esin kaynağı sayesinde en güzel şiirler yazılır, en güzel konuşmalar

yapılır. Sizlerin hepinizin içinde o ateşi yakabilmek umudu ile.

Page 6: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

6

J- GET INSPIRED

1- 2003/01

TOPLUMDAN ALMAK

Nobel Ödülü sahibi Albert Einstein’a henüz genç bir

delikanlı iken gelecekte ne olmak istediği sorulduğunda

şöyle cevap verdi, “Ben başarılı bir insan değil, topluma

faydalı bir insan olmak istiyorum”

Kendisine ne kastettiği soruldu. Ünlü fizikçi şöyle cevapladı, “Başarılı bir

insan topluma verdiğinden daha çoğunu toplumdan alan kişidir, hâlbuki faydalı bir

insan toplumdan aldığından daha fazlasını topluma veren insandır.”

2- 2003/03

MUZU YALAMIŞ

1987 yılında genç bir gazete fotoğrafçısı meydana gelen depremden sonra yıkıma

uğramış ülkeyi fotoğraflamak üzere Ecuador’a (Ekvator’a) gönderilmişti. Gördüğü bir

sahne kendisini o kadar etkilemişti ki bir hikâye yazmaya karar verdi. Aşağıda bu hikâyeyi

bulacaksınız.

“Kuyruk çok uzundu ama oldukça hızlı ilerliyordu. Kuyruğun en sonunda 12

yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Küçük kız sırada bekleyenlere az miktarda pirinç, bir iki

konserve gıda ve bir iki meyva dağıtılmasını sabırlı bir şekilde bekledi. Yavaş yavaş

kuyruğun en başına doğru yaklaşıyordu. Kız yiyeceği dağıtmakta olan insanların

yüzlerindeki çaresizliği fark etmemişti. Dağıtılan yiyecekler hızla tükeniyordu. Kızın dikkati

yolun karşı tarafında biraz uzakta ayakta beklemekte olan üç küçük çocuğun üzerinde

yoğunlaşmıştı.

Uzun süren beklemeden sonra sıra nihayet kıza geldiğinde ona yalnızca bir adet muz

verebildiler. Kız sessizce verilen yiyeceği aldı ve teşekkürlerini sunanarak gülümsedi.

Sonra koşarak yolun karşısına geçti ve üç küçük çocuğun yanına gitti. Muzu özenle

soyduktan sonra üç eşit parçaya böldü ve çok aç oldukları belli olan çocukların eline birer

parça koydu. Sonra da yüzünde bir gülümseme ile kenara oturarak muzun kabuğunun iç

kısmını yalamaya başladı. Fotoğrafçı “O anda yemin ediyorum oturdum ve hıçkıra hıçkıra

ağladım. O kızın yüzü ve fedakarane davranışı gözümün önünden gitmiyor.” diye

hikâyesini bitirdi.

Page 7: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

7

3- 2003/08

EĞER / IF

Eğer herkes kaybettiği şeylerden ötürü seni suçladıkları zaman başını dik tutabiliyorsan,

Eğer herkes senden şüphe ederken sen kendine güvenmeye devam edebiliyorsan,

Bunu yaparken de onların şüphe etmesine izin verebiliyorsan,

Eğer bekleyebiliyorsan ve beklemekten yorulmuyorsan,

Eğer senin hakkında yalanlar söyleniyor ve sen buna yalan söyleyerek karşılık

vermiyorsan,

Eğer senden nefret edenlere nefret ile karşılık vermiyorsan,

Ve bunu yaparken de olduğundan daha iyi kalpli veya daha bilge görünmüyorsan,

Eğer hayal kurabiliyor ama o hayallerin seni yönetmesine izin vermiyorsan,

Eğer düşünüyorsan ve o düşüncelerin senin hedefin olmasına izin vermiyorsan,

Eğer zaferle ve yenilgi ile karşılaştığın zaman bu ikisine de aynı gözle bakabiliyorsan,

Eğer söylediğin bir hakikatin hilekârlar tarafından değiştirilerek saf insanların

kandırılmasında kullanılmasına katlanabiliyorsan,

Eğer uğrunda hayatını harcadığın şeyin yok olup gitmesine katlanabiliyorsan,

Ve sonra yere eğilip elinde kalanlarla aynısını yeniden inşa etmeye başlayabiliyorsan,

Eğer hayatın boyunca biriktirdiklerini bir yazı tura oyununda kaybetmeyi riske

edebiliyorsan,

Ve kaybettiğinde de en baştan başlayabiliyorsan,

Ve kaybettiğin şeyler hakkında tek bir söz bile etmiyor ve sızlanmıyorsan,

Eğer kalbindeki inanç gücünü, soğukkanlılığını ve fiziksel gücünü kaybettikten sonra bile

kendini zorlayarak hizmet etmeye devam edebiliyorsan,

İçinde sana “Dayan” diyen bir iradeden başka bir şey kalmadığı halde tutunmaya devam

edebiliyorsan,

Eğer kalabalıkların içinde yaşıyor ama buna rağmen erdemini koruyabiliyorsan,

Eğer krallarla birlikte yürürken bile toplumla olan bağını kaybetmiyorsan,

Eğer ne düşmanların ve ne de seni en çok sevenler sana bir zarar veremiyorlarsa,

Eğer tüm insanlar senin gözünde önemli ise, fakat hiçbiri çok önemli değil ise,

Eğer o acımasızca geçip giden zamanda bir dakikanın altmış saniyesini koşarak ve

gayret ederek geçiriyorsan,

O zaman bu dünya da, bu dünyanın üzerindeki her şey de senindir çocuğum!

Ve her şeyden daha önemli sen artık bir İNSAN olmuşsundur oğlum!

-Rudyard Kipling

Page 8: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

8

4- 2003/09

İNSAN OLMAK

Alkolik bir adam söylev vermekte olan bilgenin yanına giderek şöyle sordu, “Manevi

bir yaşantı bana ne kazandırabilir?” Bilge sakince cevap verdi, “Bedava sarhoşluk”

Şaşkın adam sormaya devam etti, “Ben nasıl sizin gibi büyük bir insan olabilirim?”

Bilgenin cevabı basitti, “Niye büyük bir insan olmak istiyorsun ki, bir insan olmak en

büyük başarıdır.”

5- 2003/17

MAVİ KURDELE

New York’ta bir lisede bir öğretmen bir sınıf projesi yapmaya karar vermişti.

Öğrencilerini birer birer ön tarafa çağırarak onlara kendisi üzerinde ve sınıfta meydana

getirdikleri olumlu değişiklikleri sıraladı ve her birinin boynuna mavi bir kurdele taktı.

Kurdelenin üzerinde “BEN BİR DEĞİŞİKLİK YARATTIM” diye yazıyordu. Daha sonra her

öğrenciye üçer mavi kurdele daha dağıttı ve şöyle dedi. “Şimdi sıra sizde! Siz de şimdi

toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir kişiye giderek bu

kurdeleden birisini onun boynuna takın ve diğer ikisini de aynısını yapması için ona teslim

edin. Sonra bir hafta sonra sınıfta edindiğiniz tecrübeleri bizimle paylaşacaksınız. Kim

kimi onurlandırdı ve sonucunda ne elde etti?”

Bunun üzerine sınıftaki öğrencilerden biri yakında bulunan bir şirkete gitti ve orada

çalışan bir alt düzey yöneticiye kendisine meslek ve kariyer seçiminde yardım ettiği için

teşekkür etti ve boynuna bir mavi kurdele taktı. Sonra ona iki mavi kurdele daha vererek

şöyle dedi,

“Biz toplumsal kabul ve onay konusunda bir proje yapıyoruz. Lütfen sen de

onurlandırmak istediğin bir kişiye giderek bu kurdelelerden birisini onun boynuna tak ve

diğer mavi kurdeleyi de onun teşekkür etmek istediği birisine vermesini söyle. Ve en

sonra da olup biten hakkında bana bilgi verebilirsen ben de gidip öğretmenime raporumu

verebilirim.”

Aynı gün daha geç bir saatte genç yönetici sürekli bir şeylerden şikâyet eden birisi

olan kendi patronunu görmeye gitti. Patronun odasında bir koltuğa oturdu ve yaratıcı bir

dahi olduğu için onu çok takdir ettiğini söyledi. Patron çok şaşırmıştı. Genç yönetici

patrondan kendisinin boynuna mavi bir kurdele takabilmek için izin istedi. Patron, “Tabii

Page 9: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

9

ki, neden olmasın?” diye cevap verdi. Genç yönetici mavi kurdeleyi çıkardı ve patronun

ceketinin göğüs kısmına iğne ile tutturdu.

Sonra patronuna bir mavi kurdele daha uzatarak şöyle rica etti, “Acaba bana bir

iyilik yapabilir misiniz? Lütfen siz de bu mavi kurdeleyi onurlandırmak ve teşekkür etmek

istediğiniz başka birisine verir misiniz? Bana bu kurdeleyi takan çocuk sınıfta bir proje

uygulamakta ve bizler de bu “Kabul Serenomisi”’ne katkıda bulunmak ve bu projenin

insanları nasıl etkilediğini öğrenmek istiyoruz.”

O gece patron eve geldi ve 14 yaşındaki oğlunun yanına oturarak ona şöyle dedi.

“Bugün inanılmaz bir şey oldu. Ben ofisimde otururken alt düzey yöneticilerden birisi beni

görmeye geldi ve bana hayran olduğunu söyleyerek bana mavi bir kurdele taktı. Ben çok

yaratıcı ve çok zeki bir insanmışım, beni çok takdir ediyormuş. Şuna bak! Benim yaratıcı

bir dahi olduğumu düşünüyor? Kurdelenin üzerinde “Ben Bir Değişiklik Yarattım” diye

yazıyor. Bana fazladan bir kurdele daha verdi ve benim başka bir kişiyi onurlandırmamı

istedi. Akşam eve gelirken bu mavi kurdeleyi kime verebileceğimi düşünmeye başladım.

Aklıma ilk gelen kişi sensin. Ben seni onurlandırmak istiyorum. Benim günlerim çok telaşlı

geçmekte ve ben eve geldiğim zaman seninle ilgilenecek zaman bulamıyorum. Bazen

imtihanlardan iyi not almadığın zaman ve odanı toplamadığın zaman sana bağırıyorum.

Bu akşam sana içimden geçeni söylemek istiyorum ki sen benim üzerimde büyük bir

değişiklik yarattın. Annen ve sen benim hayatımda en önemli kişilersiniz. Sen çok iyi bir

çocuksun ve ben seni çok seviyorum.”

Adamın oğlu afallamıştı. Birden gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Ağladı,

ağladı. Ağlamasını durduramıyordu. Bütün bedeni titreyerek sarsılıyordu. En sonunda

gözlerini babasına doğru çevirdi ve şöyle dedi, “Baba, ben bu akşam odamda sana ve

anneme bir mektup bırakmaya ve neden intihar ettiğimi açıklamaya karar vermiştim. Beni

affetmenizi yazacaktım. Sizler uykuya daldıktan sonra intihar edecektim. Beni

umursadığınızı ve bana önem verdiğinizi hiç bilmiyordum. Mektup şu anda odamda

duruyor. Artık o mektuba ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum.”

Adam ayağa kalktı ve oğlunun odasına giderek zarfının üzerinde “Anneme ve

Babama” yazılı iç parçalayıcı mektubu okudu.

Ertesi gün patron işe gittiğinde artık tamamen değişmiş birisi idi. Artık yanında

çalışanlarından sürekli şikâyet eden bir patron değil, onları sürekli olarak meydana

getirdikleri değişiklikleri överek onurlandıran bir adam olmuştu.

Alt seviyede çalışan genç yönetici ise başka gençlere de meslek ve kariyer

seçiminde bulunmaya devam etti. Onlara kendisinin yaşamında meydana getirdiği

değişiklikleri söylemeyi ihmal etmiyordu, bunlardan birisi de patronun oğlu idi.

Genç öğrenci ve sınıf arkadaşları bu projeden büyük bir şey öğrenmişlerdi. Siz

başkalarının hayatlarında “bir değişiklik” yaratan insansınız.

Page 10: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

10

6- 2004/26

SEVGİ VE İLGİ

Yaşlı bir adam New York’ta Brooklyn’da yolda yürürken düştü ve acele ile Kings

County Hastanesine kaldırıldı. Nöbetçi hemşire kendisine birkaç soru sorduktan sonra

adamın oğlunun North Carolina’da görevli bir denizci asker olduğunu öğrendi. Yetkili

subayı telefonla aradı ve adamın oğlunun hastaneye gönderilmesini söyledi.

Asker hastaneye geldiğinde hemen ölmekte olan yaşlı adamın yanına götürdü ve

adama şöyle dedi, “Oğlun senin yanına geldi” Yaşlı adam sakinleşmiş ve huzur bulmuştu.

Yavaşça elini uzatarak oğlunun elini tuttu. Denizci nazikçe kendisine uzatılan eli tuttu ve

dört saat boyunca bırakmadı. Hemşireler gelip gittiklerinde ona gidip biraz dinlenmesini

söylediler ama o onları dinlemedi ve yaşlı adamın başından ayrılmadı.

Yaşlı adam bir süre sonra son nefesini verdi. Denizci bir müddet daha

orada durduktan sonra ayağa kalktı ve hemşireye sordu, “Bu adam kimdi

acaba?” Hemşire şaşırmıştı, “Nasıl yani, o adam sizin babanız değil

miydi?” diye sordu.

“Hayır değildi” diye genç asker yanıtladı. ”Ben ölmek üzere olan ve oğluna çok

ihtiyacı olan bir adam gördüm ve kaldım”

Sevginin sınırları yoktur. Sevginin ve İlginin hiçbir akrabası yoktur. Sevgi ve İlgi

özel bir biçimde herkesi kucaklar. Acı çekenleri, kendilerine yardım edecek kimsesi

olmayanları, terk edilmiş olanları ve hatta bizim sevgimizi hak etmemiş olanları bile

kucaklar.

“Eğer siz yalnızca sizi seveni severseniz neye yarar ve elinize ne geçer?”

7- 2003/27

KURŞUN KALEMİN HİKÂYESİ

Kurşun kalemin imalatçısı onu kutuya koymadan önce kenara çekti ve şöyle dedi.

Ben seni dünyaya göndermeden önce 5 şeyi bilmeni istiyorum. Her zaman bu

söylediklerimi hatırla ve aklından hiç çıkarma. O zaman olabileceğin en iyi kurşun kalem

olacaksın.

BİR: Sen çok büyük işler başarabilirsin, ancak kendini başkasının eline teslim edebilirsen!

Page 11: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

11

İKİ: Zaman zaman acı verecek şekilde sivriltilmen gerekecek. Fakat o zaman daha iyi bir

kurşun kalem olacaksın.

ÜÇ: Yapmış olduğun hataların bazen düzeltilmesi gerekecek.

DÖRT: Hayatta sahip olduğun en değerli şey senin içinde bulunmaktadır.

BEŞ: Seni her nerede ve hangi yüzeyde kullanılırlarsa kullansınlar izini

bırakmalısın. Şartlar ne olursa olsun yazmaya devam etmelisin.

Kurşun kalem kendisine söylenenleri anlamıştı. Hatırlayacağına söz verdi. Verdiği

sözü aklında tutarak kutunun içine diğer kalemlerin yanına gitti.

Bu hikâyedeki kurşun kalemin yerine kendinizi koyun. Bu beş öğüdü hiç unutmayın

ve her zaman hatırlayın. Hayatta olabileceğiniz en iyi insan olacaksınız.

BİR: Birçok büyük işler başarabilirsiniz, ancak ve ancak kendinizi Tanrı’nın ellerine

bırakacak olursanız ve başka insanları sizin sahip olduğunuz hediyelerden

faydalanmalarına izin verecek olursanız.

İKİ: Arada bir sizin sivriltilmeniz gerekecektir. Çeşitli problemlerle karşılaşacaksınız. Fakat

şunu bilin bunların sonunda daha güçlü biri olacaksınız.

ÜÇ: Yapmış olduğunuz hataların düzeltilmesi gerekecektir.

DÖRT: Hayatta sahip olduğunuz en değerli şey sizin içinizdedir.

BEŞ: Her nerede yürürseniz yürüyün izinizi bırakmalısınız.

Durum ne olursa olsun görevimizi yapmaya devam etmeliyiz. Bunları anlayarak, idrak

ederek ve daima hatırlayarak bu dünyadaki yaşamımıza devam etmeliyiz.

8- 2003/29

AZİM

1960’larda ünlü bir müzisyen oğlunu radyoya götürdü ve yeteneği olup olmadığının tespit edilmesini istedi. Yapılan kayıtlardan sonra idari görevli oğlunun sesinin yayın için

Page 12: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

12

uygun olmadığını söyledi. Aradan yıllar geçti. O radyoda o çocuğun şarkılarının yayınlanmadığı tek bir gün olmuyordu. Bu çocuk K.J. Jesudas’tan başkası değildi.

1962 yılında dört genç müzisyen plak yapmak için Decca Şirketine gittiler. Yapılan kayıt sonrası şirket yöneticisi onları reddederek şöyle dedi, “Sizin gitar çalma şeklinizi beğenmedik.” Bu grubu herhalde hatırlarsınız, dünyaca dünlü “The Beatles”

1954 yılında Grand Ole Opry’nin menajeri olan Jimmy Denny bir gösteri sonrası şarkı söyleyen bir şarkıcıyı kovdu ve şöyle dedi, “Senden fazla bir şey olmaz, sevgili oğlum. Sen en iyisi gidip kamyon sürmeye devam et.” Bu kişi sonradan Amerikan’ın gelmiş geçmiş en büyük sanatçısı ve şarkıcısı olan Elvis Presley idi.

1876 yılında Alexander Graham Bell telefonu icat ettiği zaman hiç kimse bu icada destek olmak istemedi. O sırada Amerikan Başkanı olan Rutherford Hayes kendisine şöyle dedi, “Bu çok güzel bir icat ama bunu kim kullanacağını merak ediyorum.”

Thomas Edison ampülü icat etmeden önce 2.000’den fazla deneme yapmıştı. Genç bir gazeteci ona bu kadar başarısız deneme yaptıktan sonra kendisini nasıl hissettiğini sormuştu. Edison şöyle cevap verdi, “Ben bir kez bile başarısız olmadım. Ben ampülü keşfettim. Sadece bunu gerçekleştirmem 2.000 adımda gerçekleşti.”

1940’lı yıllarda Chester Carlson adlı bir mucit icadını 20’den fazla şirkete götürdü. Bunların içlerinde birkaç tane çok büyük şirket vardı. Hepsi de kendisini geri çevirdiler. 1947 yılında yedi yıl boyunca reddedildikten sonra New York, Rochester’da Haloid adında küçük bir şirket onun icadını ve imalatını destekledi. Bu şirketi bugün “Xerox” şirketi olarak tanıyorsunuz.

22 çocuktan 20.cisi idi. Prematüre, yani çok küçük olarak doğdu. Yaşamayacağı öngörülüyordu. 4 yaşında iken aynı anda hem zatürre ve hem de kızamık oldu. Bu yüzden sol ayağı felç oldu. 9 yaşında iken ayağının metal destek parçasını kırdı ve onsuz yürümeye başladı. 13 yaşında iken düzenli bir biçimde yürümeye başladı. Doktorlar “Bu bir mucize!” diyorlardı.

Aynı yıl bir koşu yarışına katılmaya karar verdi. Yarışta sonuncu oldu. Herkes koşmayı bırakmasını söyledi ama o koşmaya devam etti. Bir gün gerçekten de bir yarışı kazandı. Sonra bir başkasını! Hatta ondan sonra girdiği her yarışı kazandı. Bir daha asla yürüyemeyeceği söylenen bu kız olimpiyatlara gitti ve üç altın madalya birden kazandı. Bu kız Wilma Rudolph’dan başkası değildi.

Page 13: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

13

Anafikir:

Bir insanın karakteri kolaylıkla şekillenmez. Birçok denemeden ve acı dolu tecrübeden sonra insanın ruhu güçlenir, görüşü/vizyonu temizlenir, tutkuları dizginlenir ve başarı elde edilir. Siz durup korkunun yüzüne baktığınız ve gerçekten onunla yüzleştiğiniz zaman güçlenirsiniz, deneyim ve kendinize güven kazanırsınız. Korku sizden yapamayacağınız bir şeyi yapmanızın beklenmesidir. Şunu unutmayın ki dünyadaki en iyi ve en kaliteli çelik en sıcak fırının içine sokulup şekillendirilmiş olandır. Kazanan kişi hiç yenilmeyen ve hiç hata yapmayan kişi değildir. Kazanan kişi asla pes etmeyendir. Yaşamda bu yollardan yalnızca bir kez geçeceğinizi unutmayınız! Haydi, gelin yaşamı dolu dolu yaşayalım ve elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışalım!

9- 2003/31

AYNA

Başkalarının içinde gördüğünüz iyilik sizin içinizde bulunan iyiliktir

ve başkalarında gördüğünüz kusurlar ve hatalar aynı zamanda sizin

kendi kusurlarınızdır. Başkalarının yapabileceklerini zannettiğiniz

fırtsalar ve imkânlar aynı zamanda sizin için de geçerlidir. Etrafınızdaki

dünya size sizin nasıl bir insan olduğunuzu gösteren bir aynadır.

Çevrenizdeki dünyayı değiştirebilmeniz için önce kendinizi değiştirmeniz gerekmektedir.

Suçlamak ve şikâyet etmek işleri daha da zorlaştırmaktan başka bir

şeye yaramaz. Yapmanız gereken işler sizin sorumluluğunuzdur.

Başkalarının içinde gördüğünüz şey size kendinizi gösterir.

Başkalarının içinde olabilecek en iyiyi görün, o zaman siz de

olabileceğiniz en iyi insan olacaksınız. Başkalarına verdiğiniz

zaman kendinize vermiş olursunuz. Güzelliği takdir edin, siz

kendiniz güzelleşeceksiniz. Yaratıcılığı övüp ortaya çıkartın, siz kendiniz yaratıcı

olacaksınız.

Sevin, karşılığında siz de sevileceksiniz. Anlamaya çalışın, daha iyi anlaşılacaksınız.

Dinleyin, öğreneceksiniz. Aynaya yüzünüzün en güzel yönünü gösterin, size doğru bakan

yüze bakınca mutlu olacaksınız.

Page 14: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

14

10- 2003/32

DEĞERLER BİLMECESİNİ ÇÖZELİM

Aşağıdaki her cümlenin içinde bir değer saklıdır. Örneğin, sevgi, içtenlik, fedakarlık v.s..

Bu değerler cümle içinde bitişik olarak yazılmışlardır.

Örneğin, cümlede

- Bilgelerin şu sözünü unutmamamız gerekiyor, “İnsanı sev, girişimci ol!”

Gördüğünüz üzere bu cümlede gizli vaziyette sevgi sözcüğü yer almaktadır.

Aşağıdaki 14 cümlede de benzer şekilde İnsani Değerler gizli şekilde bir veya iki kelime

olarak yer almaktadır. Bu değerleri arayıp bulmanız gerekmektedir. Cümlenin içindeki

değerin harf sayısı cümlenin sonunda bir rakam olarak belirtilmiştir. Bir deneyin ve

değerleri ne kadar iyi bildiğinizi gösterin.

Değerler Bilmecesini Çözelim

1. Masayı istediğin şekilde yapabilirsin, ha mermer ha metalden yap, fark etmez!(8)

2. Yerin ancak 40 metre altına kadar kazman halinde su bulabilirsin.(5)

3. Al bakalım şu limonatayı arkadaş. Lıkır lıkır içebilirsin.(10)

4. Bu değişik bir heves. Aygırlar koşuyorlar, insanlar da onların üzerine kumar

oynuyorlar.(5)

5. İşe yaramazlar yine bir araya toplanmışlar. Bırak şu güruhu! Zurna çalıp oynamaktan

başka bir şey yapmıyorlar!(5)

6. İster misin şimdi oraya gidip Ayla şarkı söylesin?(5)

7. Herhalde bu adam deli! Açık havada üstünü çıkarmış öyle dolaşıyor!(7)

8. İstersen yap perhiz. Metin de yaptı ve zayıfladı.(6)

9. Benim en sevdiğim kasaba Gümüldür. Üst kısımlarında zeytin ağaçları var.(6)

10. Bana göre hava hoş. Görülebilecek yerlerin hepsine gittim.(7)

11. Bu çocuk çok insaflı. Karşısında kim olursa olsun yardım etti.(6)

12. Bu adam çok cömert. Likör ikram etti hepimize. Ama ben içmedim.(7)

Page 15: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

15

11- 2004//33

PES ETME!

İşler kötü gittiği zaman,

Yol yokuş yukarı olduğu zaman,

Kazancın az, borcun çok olduğu zaman,

Gülümsemek isteyip de bunun yerine of çektiğin zaman,

Üzüntü ve kaygı seni teslim aldığı zaman,

Biraz durup dinlenmen gerekiyorsa dinlen,

Fakat asla pes etme!

Yaşamın keskin dönüşleri ve virajları vardır

Hepimiz bunu zaman içinde öğreniriz.

Başarısız olanların çoğu vazgeçer ve mücadeleyi bırakır,

Hâlbuki biraz daha dayansa kazanacaktır.

İlerleme yavaş olsa da vazgeçme, devam et,

Belki de bir sonraki adımda kazanacaksın.

Zafer, yenilginin ters yüz edilmiş halidir,

Şüphe bulutlarının gümüş rengidir.

Galibiyete ne kadar yakın olduğunu bilemezsin,

Uzakta gibi görünse de belki de yakının da yakınındadır.

En şiddetli darbeyi alsan da mücadeleye devam et,

İşler daha kötüye gitse de asla pes etmemelisin!

Page 16: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

16

12- 2004/34

Indy, Mucize Kedinin Yorumu

BUDDHA’YI TANIMAK

Uzun zaman önce Kuzey Hindistan’da çok değişik bir deneyim

yaşadım. Sarayda yaşamayan, süslü püslü elbiseleri olmayan bir

prens tanıdım. Onu tanıdığımda üzerinde eski püskü paçavra bir

parça giysi ile bir ağacın altında oturuyordu. Onu görünce ben de bir

yere oturdum ve onu izlemeye başladım. Prens hiçbir şey

yapmıyordu, sadece oturuyordu. Rüzgâr esti, o oturdu. Yağmur

yağdı, o oturdu. Güneş tepeye çıktı, başını kavurdu, o oturdu. Günler

geçti, onu bir kere bile kıpırdarken görmedim. Oturdu, oturdu.

Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra tuhaf şeyler olmaya başladı. Tuhaf

sesler duyuluyordu. Ben kulaklarımı tıkamak zorunda kaldım, fakat prens oturmaya

devam etti. Sanki birisi eliyle tutup dünyayı sallıyormuş gibi yer sarsıldı, fakat o sadece

oturdu. Nereden çıktığı belli olmayan güzel kadınlar peydah oldular. Önünde dans ettiler

ve güzel şarkılar söyleyerek onu cezbetmeye çalıştılar. Sonra da şeytani varlıklar peydah

oldular. Kulakları yırtacak şekilde bağırıp çağırıyorlar, prensi aşağılayarak onun dikkatini

çekmeye çalışıyorlardı. Ben çok cesur bir kediyim ama inanın bana korkudan kaçmaya

çalıştım. Fakat o yalnızca oturdu. Hiçbir şey onu yerinden bir milim bile oynatamıyordu.

Sonra çok tuhaf bir şey oldu.

Prensin bedeninden her tarafa doğru tatlı ve yumuşak bir aydınlık yayılmaya

başladı. Buna rağmen o oturmaya devam etti. Işığın parlaklığı büyüdü büyüdü. Onun

bedenini tamamen sardı. O oturdu, oturdu. Aydınlık, güneş kadar parlak bir hale geldi,

artık ona doğru bakamıyordum. Fakat o oturdu ve oturdu. Neler oluyordu bilmiyordum.

Ben de yerimden kıpırdamadım.

Aydınlık en son haddine ulaştığında prensin dudaklarında hafif bir

gülümseme belirdi. Yavaşça gözlerini açtı. Gözlerinin içi bile ışık saçıyor

ve parlıyordu. Bana doğru baktı ve “Merhaba sevgili Indy” dedi. “Ben

Buddha’yım”

Neeeeee???!!! Benim orada o kadar uzun zamandan beri

oturduğumu nasıl biliyordu? Benim adımı nasıl biliyordu? Ben ona cevap

verdim, “Merhaba Mr.Buddha, sizinle tanıştığıma çok memnun oldum”

Page 17: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

17

“Sevgili Indy, bana yalnızca Buddha diyebilirsin” diye gülerek yanıt geldi. “Ben tabii

ki senin adını biliyorum. Ben yaşam dediğimiz o rüyadan, hepimizin Bir olduğu

Hakikatinin içine uyandım. Ben seni nasıl tanımam ve adını nasıl bilmem? Hepimiz İlahi

Varlığın bir parçasıyız. Aynı İlahi Öz hepimizin içinde var. Hepimiz biriz!"

Ben tabi hemen düşünmeye başladım. Ne demek “Hepimiz biriz, hepimiz Tanrı'nın

bir parçasıyız?” Ben anlayamıyordum ve bu adamın güneşin altında çok uzun süre

oturduğunu düşünmeye başladım. Anlayamadığım ikinci taraf ise ben ona yalnızca

merhaba demiştim, o benim ne düşündüğümü nereden biliyordu?

Benim bu düşüncelerime cevap gecikmedi, “Sevgili Indy” diye kıkırdadı. “Ben

aklımı yitirmedim. Yalnızca egomun beni ayrı olduğumu zannettiren kısmını yitirdim. Ben

Tanrı’dan ayrı değilim. Ben hiçbir şeyden ayrı değilim. Sen, ben, herşey Tanrı’nın ta

kendisi. Ben bunu biliyorum, aslında sen de bunu biliyorsun ama sadece gerçek kimliğini

unutmuş gibisin. İkinci söyleyeceğim şey de benim senin düşüncelerini çok açık bir

şekilde okuyabildiğim gerçeği.”

Vay canına! Bu Buddha benim düşüncelerimi okuyabiliyordu.

Çok dikkatli bir şekilde düşünmeliydim. Eğer bu kişi gerçekten

düşüncelerimi okuyabiliyorsa belki de deli filan değildi. Belki de benim

bilmediğim bir şey biliyordu.

Ben daha bir şey söyleyemeden “Pek değil” diye Buddha devam etti. “Dediğim gibi

sen kendi Hakiki Öz’ünü unutmuşsun. Ben ise kendi Öz’ümü tanımak üzere uykudan yeni

uyandım. Bu deneyim bana derin bir huzur ve sükûnet kazandırıyor. Ben kendi içimde ve

bütün çevremde Tanrı’nın varlığını hissediyorum. Her nereye bakarsam bakayım yalnızca

Tanrı’yı görüyorum. Sevgili Indy, benim böyle ışık saçmamın sebebi de tamamen budur.

Ben daha soruyu bile düşünmeden onun soruya cevap vermesi çok tuhaf

oluyordu. Çabucak şöyle dedim, “Sevgili Buddha, senin yaşadığın bu şey gerçekten de

çok müthiş bir deneyim gibi gözüküyor. Ne dersin, acaba ben de….”

Gözlerinde bir parıltı ile Buddha şöyle yanıtladı, “Tabii ki sen de bu deneyimi

yaşayabilirsin, Indy. Herkesin kaderinde eninde sonunda bunu yaşamak vardır. Tek

yapılması gereken doğru uygulama, azim ve sabırdır. Tabii ki Tanrı’nın lütfunu da

unutmamalıyız.”

Uygulama mı? Neyin uygulaması? Hemen soru sordum, ”Sevgili Buddha, bu

uygulama nasıl bir şey acaba? Bana öğretir misin? Ben bunu öğrenebilir miyim?

Öğrenmem ne kadar zaman sürer?”

Page 18: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

18

"Indy, Indy," diye Buddha yine güldü, "Yavaş ol, yavaş ol. Merak etme ben sana

öğreteceğim. Bunu öğrenmek çok çok kolaydır, ama bir o kadar da zordur. Bir dakika

içinde de öğrenilebilir, bir yaşam süresi içinde de. Bu, senin gayretine, uygulamana,

azmine ve sabrına olduğu kadar, Tanrı’nın lütfuna ve rahmetine bağlıdır”

Bu kadar güzel bir açıklama beklemiyordum. “Ne zaman başlayabilirim efendim?”

diye sordum. “Bir işe başlamak için en iyi zaman şimdidir” diye cevap aldım.

“Buraya benim yanıma otur, Indy. Bunu yapmak için çok sayıda yol vardır. Ben

sana en eski ve kadim öğretiyi öğreteceğim. Bunu öğrenmek çok kolaydır. Zamanın

başlangıcından bu yana büyük bilgeler tarafından öğretile gelmiştir ve aynı şekilde

devam etmektedir. Önce, rahat otur. Sonra yavaşça gözlerini kapat ve nefes alış verişinin

sesini dinlemeye başla!”

Bana söylediği gibi gözlerimi kapadım ve nefesimi dinlemeye başladım. “Buddha

şöyle devam etti, “Indy şimdi nefes alırken SO diye ve nefes verirken de HAM diye ses

çıktığını farz et! Yavaşça tüm dikkatini SO HAM seslerine vermeye çalış. Eğer başka

düşünceler gelirlerse gelsinler, hiç önemli değil. Onları kovmaya çalışma. Yavaş ve

yumuşak bir şekilde dikkatini tekrar SO HAM’a getirmeye çalış.”

Buddha’nın dediklerini yapmaya başladım. So Ham, So….Ham…So…Ham. Nefes

alış verişim yavaşladı ve içimi huzur doldurmaya başladı. Birdenbire, burnum kaşınmaya

başladı. Ne kadar aldırmamaya çalışsam da yapamadım. Tek düşündüğüm şey

burnumun kaşıntısı olmuştu. SO…HAM…burnum kaşınıyor, SO…HAM…burnum

kaşınıyor. Gerçekten de fena kaşınmıştı.

"Indy," diye Buddha gülmeye başladı, “Böyle mücadele

etmene gerek yok. Burnunu kaşı. Bunu zahmetsizce ve fazla gayret

harcamadan yapabilirsin. Sabır, azim ve uygulama seni zafere

götürecektir. Yapman gereken her ne ise yap. Sonra yavaşça ve hiç

gayret göstermeden dikkatini tekrar SO HAM’a getir.

Bunun üzerine burnumu kaşıdım. Çok iyi gelmişti. Tekrar başladım. SO HAM SO

HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM. O

sıcak duygu tekrar geri gelmişti.

Buddha bana şöyle öneride bulundu, “Giderek daha derinlere gitmene izin ver.”

Devam ettim. SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM

SO HAM SO HAM SO HAM. Kendimi havada süzülüyormuşum gibi hissetmeye

Page 19: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

19

başladım. Çok güzel bir duygu idi. Devam ettim. SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM

SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM. Aynı kedilere yiyecek verirken

atılan kedi mamalarının havada uçmalarına benziyordu. Kedi maması mı? Aha,

birdenbire tek düşünebildiğim şey kedilere nasıl kedi maması verildiği olmuştu. Zaten

karnım da çok acıkmıştı.

SO HAM Kedi Maması SO HAM Kedi Maması SO HAM Kedi Maması SO HAM

Kedi Maması SO HAM Kedi Maması. Ne yaparsam yapayım ‘Kedi maması’ düşüncesini

aklımdan çıkaramıyordum.

Buddha yine nazik ve yumuşak bir sesle araya girdi, “Düşüncelerine ve nasıl

hissettiğine dikkat et. Onları uzaklaştırmaya çalışma. Bırak onlar orada kalsınlar, sen

yalnızca onları kendi arzunla takip etme. Onları izle ama onların üzerinde yoğunlaşma.

Nerdeyse zahmetsizce nefesinin sesini takip etmeye geri dön. Bunu da zihnini kullanarak

ve nefesinin sesine yavaşça yaslanarak/dayanarak yapabilirsin.

SO HAM Kedi Maması SO HAM Kedi Maması SO HAM Kedi Maması SO HAM

Kedi Maması SO HAM Kedi Maması.

Buddha beni cesaretlendirdi, “O düşüncede kal!” Onu zorlukla duyabiliyordum.

SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM Bir yerlerden bir ışık parıldamaya

başlamıştı. SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM. Işık giderek daha çok parlıyordu. SO

HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM SO HAM ve sonra

birden…..hiçlik, bir şekilde bir yokluk hissi. Kadife gibi yumuşacık bir karanlık! O kadar

huzurlu bir yerdeyim ki, ses yok, düşünce yok, hiçbir şey yok.

Aradan bir süre geçtikten sonra yavaşça gözlerimi açtım. Bir baktım ki neredeyse

çevremdeki her şey, yani ağaçlar, çiçekler, kayalar, böcekler ve hatta toprağın ta kendisi

bile ışık saçarak parıldamakta. Gördüğüm her şey canlı idi ve parlamakta idi. Neredeyse

her şey saydamdı ama her birisi de eşsiz bir şekilde idi. Hepsi nadide ve biricik

görünüyordu. Gördüğüm her şey birbiri ile karışıyor ve sonra tekrar ayrılıyordu.

Karışıyorlar ve ayrılıyorlardı. Sanki yalnızca bir imişler gibi birleşiyorlar ve sonra

ayrılıyorlardı. İçimde hissettiğim şeyleri ve içimden yükselen duyguları tarif edecek kelime

bulamıyordum. Tek söyleyebileceğim şey ‘HARİKA, ÇOK GÜZEL’

oluyordu.

Kısa süre bu yaşadığım deneyim sona erdi ve etrafımdakiler

derin düşünceye oturmamdan önceki normal hallerine geri döndüler.

Ancak bir şekilde her şey daha farklı idi. Ben hepsinin bir olduklarını

Page 20: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

20

biliyordum, ancak artık bunu direk olarak algılayamıyordum. Kendimi hem çok mutlu ve

hem de çok üzgün hissediyordum. Kendimi hala harika hissediyordum ama işte o hissimi

kaybetmiştim.

“Sevgili Indy” diye Buddha seslendi. “Sen çok kutsamış bir varlıksın. Sen ve ben

bundan sonra birçok maceraya birlikte gireceğiz. Sen yapmış olduğun iyi davranışlar ve

tabii Tanrı’nın da Rahmeti sayesinde ‘Var Olmak Hakikatinin’ küçük bir damlasını tatmak

üzere nasiplendin. Sen direk olarak ‘Birliği’ yani ‘Bir Olma Hakikatini’ deneyimledin. Sen

şimdi bizim hepimizin İlahi Varlığın ta kendisi olduğumuzu, herkesin İlahi olduğunu

biliyorsun.

Ben ‘Acaba bunu tekrar deneyimleyebilir miyim?’ diye sormayı düşündüm. Fakat

daha bunu aklımda toparlayıp söze dökemeden kendi içimden gelen bir sesle cevabını

aldım. “Uygulama, azim ve sabır sayesinde hedefe ulaşacaksın. Ben eninde sonunda bir

gün hazır olduğumda bu ‘Birlik’ deneyimini tekrar yaşayacağımı biliyordum. Ben eninde

sonunda mutlaka bir gün herkesin bunu deneyimlemesinin kaderi olduğunu biliyordum.

Ben Buddha’ya gülümsedim. Buddha da bana gülümsedi. Sonra beni okşayarak

sevdi ve yavaşça ayağa kalkarak yürümeye başladı. Ben ağacın altında oturmaya devam

ettim. Biraz gittikten sonra “Oh Indy!” diyerek geri dönüp baktı, “Az daha unutuyordum”

Bana elini sallayarak doğru bir şey fırlattı. Gelen şeyi havada yakaladım. Bu altın

renginde ışık saçıp parıldayan bir kedi maması idi.

“Çok teşekkür ederim Buddha” diye seslendim. “Seni yine görmeyi çok istiyorum.”

Bununla birlikte tekrar kedi mamasına baktım. “Artık onunla bir olma zamanı geldi” diye

düşündüm ve onu hatur hutur yedim. Çok lezzetli idi. Aynı benim Buddha ile geçirdiğim

zaman gibi lezzetli idi.

13- 2003/37

ADIM ADIM İNSAN MAKİNASININ İÇİNE SEVGİ YÜKLEME REHBERİ

Müşteri: Ben teknolojik şeylerden çok fazla anlamıyorum. Fakat bunu

yapabileceğimi sanıyorum. İlk olarak ne yapmam gerekiyor?

Page 21: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

21

Teknik Destek Bölümü: İlk olarak bir klasörü açmanız gerekiyor, bunun adına KALP

deniyor. KALP klasörünü bulduğunuz mu acaba hanımefendi?

Müşteri: Evet buldum, fakat görebildiğim kadarı ile bu klasörü kullanan çok sayıda

program mevcut. Bu programlar çalışırken yüklemeye devam edebilir miyim?

Teknik Destek Bölümü: Hangi programlar çalışıyor?

Müşteri: Bakayım. Gecmisuzuntuler.exe, dusukitibar.exe, kiskanclik.exe, kin.exe,

kizginlik.exe, gucenme.exe, kuskunluk.exe ve darginlik.exe programları halen

çalışmaya devam ediyorlar.

Teknik Destek Bölümü: Tamam efendim, bu programlar sorun teşkil etmezler,

SEVGI adlı programı yüklediğiniz zaman bahsettiğiniz bu programlar otomatik

olarak silinecekler zaten. Ancak Sevgi’yi yüklemek için önce bu programların kısa

süreliğine kapatılmaları gerekmektedir. Bu programları kapatabilir misiniz acaba?

Müşteri: Ben bunları nasıl kapatabileceğimi bilmiyorum. Bana tarif edebilir misiniz?

Teknik Destek Bölümü: Tabii çok kolay! Start Menü’ye gidin ve

oradaki Affet.exe’yi çalıştırın. Bu program çalıştığında diğerleri

otomatik olarak kapatılacaktır.

Müşteri: Pekâlâ, yaptım. Sevgi otomatik olarak yüklenmeye başladı.

Bu normal bir durum mudur?

Teknik Destek Bölümü: Tabii ki çok normaldir. Sizin şimdi Sevgi’nin

tüm yaşam boyunca KALP’e yüklenildiğini söyleyen bir mesaj almanız lazım,

aldınız mı?

Müşteri: Evet aldım, görüyorum. SEVGI şimdi tamamen yüklendi mi?

Teknik Destek Bölümü: Evet, fakat şunu iyi bilmelisiniz ki şu anda sizin

yüklediğiniz program temel programdır ve diğer KALP’lerle bağlantıya girerek

programın sürekli olarak güncellenmesi gerekmektedir.

Müşteri: Haydaaaa, şimdiden bir hata mesajı aldım, neler oluyor? Ne yapacağım

şimdi?

Teknik Destek Bölümü: Mesaj ne diyor?

Page 22: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

22

Müşteri: HATA 412 diyor. “PROGRAM MAKINANIN IC BOLUMLERINDE

CALISMAMAKTADIR” diyor.

Teknik Destek Bölümü: Merak etmeyin hanımefendi, bu çok sık rastlanılan bir

problemdir. Bu mesaj SEVGI programının başka KALP’ler üzerinde çalışmak üzere

ayarlandığını, fakat daha henüz sizin KALP’inizde çalışamadığını söylemektedir. Bu

çok karışık programlama proseslerinden/süreçlerinden biridir ve basit sözlerle

ifade etmem gerekirse size şöyle ifade edebilirim. Siz önce kendi makinanıza

SEVGI uygulamalısınız, ancak ondan sonra başka KALP’lere SEVGI

uygulayabilirsiniz.

Müşteri: Yani şimdi ne yapmam gerekiyor?

Teknik Destek Bölümü: Bilgisayarınızda “KENDİNİ OLDUGU GIBI KABUL ETME”

klasörü olacak, onu bulabilir misiniz?

Müşteri: Evet, buldum.

Teknik Destek Bölümü: Mükemmel, siz bu işte ustasınız.

Müşteri: Teşekkür ederim.

Teknik Destek Bölümü: Bir şey değil. Lütfen şimdi şu dosyaların üzerine tıklayın ve

sonra onları “KALBIM” klasörüne kopyalayın. Kendiniaffet.doc, Kendinesaygi.txt,

Degerinibil.txt ve Iyilik.doc. Sistem otomatik olarak uyuşmayan ve bağdaşmayan

dosyaları silip üzerilerine yazacak ve kusurlu ve eksik programları onarıp

yamamaya başlayacaktır. Sizin şimdi Kendinielestir.exe adlı programı tüm

klasörlerden temizleyip silmeniz gerekmektedir. Bundan sonra lütfen gidip

makinanızdaki çöp kutusunu da tamamen temizlerseniz bu programın sistemden

tamamen temizlendiğinden ve bir daha geri gelmeyeceğinden emin olmalıyız.

Müşteri: Tamam, anladım. Benim KALP’im daha şimdiden çok güzel dosyalarla

dolmaya başladı. Gulumse.mp3 adlı dosya şimdi monütörde çalmakta ve

Ictenlik.com, Huzur.exe ve Memnuniyet.com adlı programlar kendileriniKALP’imin

her bir köşesine kopyalamaktalar.

Teknik Destek Bölümü: O zaman SEVGI adlı program tamamen yüklenmiş durumda

ve düzgün olarak çalışmaktadır. Bundan emin olabilirsiniz. Bu programı KALP’den

kontrol edebilir ve yönetebilirsiniz. Yalnız ayrılmadan önce size bir şey daha

söyleyeceğim.

Page 23: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

23

Müşteri: Buyrun söyleyin.

Teknik Destek Bölümü: SEVGI programı tamamen ücretsiz bir yazılım programıdır.

Karşılaştığınız herkese programın tamamını veya değişik modüllerini vermeye

gayret edin. O verdiğiniz kişiler de bunu başkaları ile paylaşacaklar ve sonunda

programın bazı çok değişik ve güzel modülleri size geri gelecektir.

Müşteri: Tamam yapacağım, yardımınız için çok teşekkür ederim.

14- 2004/38

DİLENCİ KRAL

Efsaneye göre bir zamanlar İrlanda’yı idare eden kralın oğlu olmuyordu. Kral

ülkenin dört bir tarafına haberciler gönderdi. Ülkede kendine güvenen gençler kralın

yanına çağrılıyor ve bir görüşme yapmaya davet ediliyorlardı. Kral içlerinden birini yeni

kral olarak ilan edecekti. Ancak adayların şu iki şartı yerine getirmeleri gerekiyordu.

(1) Tanrı’yı sevmeliler ve (2) dünyadaki tüm insanları sevmelilerdi.

Genç bir adam kralın dağıttığı el ilanlarından birini gördü ve kendisinin hem

Tanrı’yı ve hem de komşularını çok sevdiğini düşündü. Ancak bir konu vardı ki kendisi

çok fakirdi ve kralın önüne görüşmeye çıkacak düzgün bir elbisesi yoktu. Bir de tabi

saraya gidip gelecek kadar yol parası ve yiyecek parası da yoktu. Bu yüzden bu genç

adam biraz gece yarılarına kadar çalışarak, biraz da borç alarak gerekli elbiseleri ve yol

parasını tedarik etmeyi başardı.

Düzgün bir kıyafet giyerek ve bir ata binerek saraya doğru yola çıktı.

Tam saraya varmadan biraz önce yolun kenarında zavallı bir dilenci gördü.

Dilenci yolun kenarında soğuktan titreyerek oturuyordu ve üzerinde de

parçalanmış elbiseler vardı. Ellerini ileriye doğru uzatarak kendisinden yardım

istedi. Kısık ve çatlak bir sesle hırıldayarak şöyle dedi, “Çok açım ve çok

üşüyorum. Lütfen bana yardım eder misiniz?”

Genç adam dilencinin zor durumundan çok etkilenmişti. Atından aşağıya indi,

üzerindeki yeni elbiseleri çıkartarak dilenciye verdi ve onun paçavralarını da kendi

üzerine giydi. Hiç düşünmeden yanındaki tüm erzağı ve paralarını da dilenciye teslim etti.

Page 24: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

24

Sonra tereddüt içinde yolculuğuna devam etti, saraya zaten fazla bir mesafe kalmamıştı.

Perişan kıyafetler içindeydi ve geriye dönüş erzağını ve atını da dilenciye vermişti.

Saraya vardı. Giriş kapısının önünde muhafızlar duruyorlardı. Niye geldiğini

öğrendiklerinde onu sarayın Kabul Salonuna götürdüler. Kısa bir temizlenme faslından

sonra onu tahtında oturmakta olan kralın önüne götürdüler.

Genç adam huzura çıkar çıkmaz hemen kralın önünde yerlere kapandı. Sonra

başını kaldırıp krala doğru baktı. Bir de ne görsün. “Sen…” diye seslendi. “O sensin. Sen

yolun kenarındaki o dilencisin.”

Kral, “Evet” diye yanıtladı. “Ben o dilenciydim.”

“Fakat, fakat sen, …sen bir dilenci değilsin. Sen kral olmuşsun. Sen gerçek

kralsın. Bana bu oyunu niye oynadın?” diye genç adam soğukkanlı bir şekilde sordu.

“Çünkü gelen adayın Tanrı’yı ve insanları gerçekten sevip sevmediğinden emin

olmalıydım” diye kral cevap verdi. “Eğer senin önüne kraliyet elbisemle çıksaydım sen

ben ne istersem onu yapacaktın. Fakat o zaman ben senin kalbinin içindekileri gerçekten

bilemeyecektim. Bu yüzden bu küçük oyunu oynadım. Ben senin önüne senin kalbindeki

sevgiden başka bir şeye dayanmayan, sadece ve sadece senin kalbindeki sevgiye

seslenen bir dilenci olarak çıktım. Ve şunu keşfettim ki sen gerçekten Tanrı’yı ve onun

kullarını seviyorsun. Bu yüzden de ben seni benim halefim ve yeni kral olarak seçiyorum.

Bu krallığın yeni kralı sen olacaksın!”

15- 2004/39

YAŞAM BİR OYUNDUR, BU OYUNU OYNAYIN!

Aşağıda çok basit ama bir o kadar da etkileyici bir oyun sunuyoruz. Bu oyun iyi

niteliklerin ve bencil olmayan bir insan tabiatının ne kdar önemli olduğunu ortaya

koymaktadır. Kötü nitelikler bizi Tanrı’dan uzaklaştırırlar ve iyi nitelikler de bizi Tanrı’ya

yaklaştırırlar. Bu nitelikler bizim OYUNU BİTİRMEMİZİ sağlarlar. Bu oyun Kaliforniya’da

San Jose’de oturan Sona Rao tarafından hazırlanmıştır

Sona’ya çok teşekkür ediyoruz ve tebrik ediyoruz.

Page 25: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

25

Oyunun Oynanışı: Her oyuncu bir zar atarak oynar. Gelinen kutuda yazılı olan davranışa

göre ya ödül alarak hızlı ilerler veya ceza alarak geri gider. Yolun sonuna ilk varan

kazanır.

16- 2004/41

TATLI SÖZLER YANKI YAPARLAR

Eğer bana sorsalardı 3.sınıfta en az sevilen öğrencinin o olduğunu söylerdim. Robert bu yorumu tam anlamı ile hak ediyordu. Sınıfta sürekli olarak rahatsızlık yaratıyordu ve sınıftaki diğer çocukların kendisini sevmemesi için ne gerekiyorsa yapıyordu.

Yeni bir okula gelmiştim ve ilk senemde 3.sınıfı okuyordum. Ve bana sıra arkadaşı olarak kimi vermişlerdi, bir tahmin edin. Evet, yanılmadınız, Robert’i. İlk senemde okula ve sınıfa alışmak ve öğretmenin gözünde iyi bir intiba uyandırmak benim için çok önemliydi. Ama işte gör nasıl bir başlangıç yapmıştım.

Ben kendimi her zaman yumuşak ve arabulucu olarak nitelendirebilirim. Bana olumsuz ve düşmanca davranışlarda bulunanlara karşı kendi hakkımı savunmak için hiç zorluk çekmezdim. 17 yaşında bir ağabeyim vardı ve o bana topluluk içinde uyumlu olabilmek ve sorun çıkartmamak için gerekli ince noktaları öğretiyordu.

Page 26: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

26

Benim kendime örnek aldığım kişiler Marthin Luther King Jr., Mahatma Gandhi gibi büyük insanlardı. Fakat bütün bunlar işte benim Robert’i sevmek zorunda olduğum anlamına gelmiyordu. Onunla iyi geçinmek zorunda mıydım?

Karşı karşıya kaldığım meydan okuma böyle bir şeydi. Ailem bana benim Robert konusunda önyargılı olduğumu söylediler. Robert’in zor bir çocuk olduğunu ve onunla geçinmenin zor olduğunu da ilave ettiler. Eğer ben insanları yatıştırma ve barıştırma misyonuma devam etmek istiyorsam, onun hakkındaki olumsuz yargılarımı bir tarafa koyarak onun pozitif ve olumlu bir yönünü arayıp bulmaya çalışmalı ve bunun için de ona arada sırada iltifatlarda bulunmalıymışım. Ben denemeyi kabul ettim çünkü meydan okumaları severdim, verilen görevi yerine eksiksiz getirmek isterdim. Ben de Martin Luther King Jr. veya Gandhi gibi barıştırıcı olabilirdim.

Yavaşça misyonuma başladım. Kaybetmemeliydim. İlk gün tam tersine bir tartışma yaşadık, çünkü Robert sınıfa Pokemon kartlarını getirmişti. Ben ona öğretmenin bu tür şeyleri sınıfa getirmeyi kesinlikle yasakladığını ifade etmeme rağmen o böyle bir şey duymadığını iddia etti. Ben öğretmenin bunu bize defalarca söylediğini tekrarladım ve diğer arkadaşların da benim söylediklerimin doğru olduğu konusunda beni teyid etmelerini istedim. Bu kadar kolay kurtulamazdı.

İkinci gün bana Pokemon kartlarının hala sırasının altında olduğunu bana gösterdi ve eve götürmeyi unuttuğunu söyledi. Ona sessizce öğretmene söylemeyeceğimi ve ortadan kaldırmasını söyledim.

Üçüncü gün Robert’i övmeye karar vermiştim. Zihnimde bir ses bana bu işin hiç de kolay olmayacağını söylüyordu. Ben daha ona bir şey söylemeye fırsat bulamadan o bana öğretmenin hepimize birer tane dağıttığı gofreti yemek isteyip istemediğimi sordu. Onun bunu nezaketinden ve sevecenliğinden etkilenmiştim. O gün birbirimiz ile çok iyi geçindik.

Dördüncü gün Robert’a bir komplimanda bulundum. Hiç de o kadar zor olmamıştı. Ona el yazısının çok güzel olduğunu söyledim. Bana acele ile cevap verdi, “Hayır, hiç de değil!” Ben ona söylediğimin gerçek olduğunu söylediğimde de kabul etmeyi reddetti. İşin komik tarafı el yazısı gerçekten de çok düzgün ve güzeldi. Aynı gün daha sonra öğretmen bize yeni bir konuyu anlatmaya başladı. Robert dinlemiyordu ve o konuda kendisine soru sorulunca yanıt veremedi. Ben kendisine nasıl yapması gerektiğini anlatmaya kalkınca kendi içine kapandı ve şöyle demeye başladı, “Ben aptalın biriyim, ben gerçekten aptalın biriyim” O gün o anda Robert’in kendisini sevmediğini fark ettim. Kendimi onun yerine koydum ve sürekli olarak yanlış yapmanın nasıl bir his olduğunu anlamaya çalıştım. O iyi yaptığı şeyleri bile beğenemiyor ve kendisini hep eksik olarak görüyordu.

Beşinci gün ilginç bir şekilde ben kendi içimde bazı şeylerin değişmekte olduğunu fark ettim. Neredeyse Robert ile yan yana oturmak bana hiç zor gelmemeye başlamıştı ve hatta ilginç bir biçimde onun yanımda olmasını sevmeye başlamıştım. Onun bir baş belası olmadığını düşünüyordum. Ve hatta onun birçok konuda benden çok daha zeki olduğunu ve konuları benden daha hızlı kavrayabildiğini gözlemledim. Bir de kendisi bunu fark edebilse ne kadar iyi olacaktı. Diğer arkadaşlarımla konuştuğum gibi onunla konuşmaya çalıştım. Onun resim yapma yeteneğini çok beğendiğimi söyledim. Bu sefer en azından sustu ve itiraz etmedi.

Page 27: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

27

Haftalar ve sonra aylar geçtiğinde ben de, Robert da oldukça değişmiştik ve arkadaşlığımız çok ilerlemişti. O yıl okulda çok şey öğrenmiştim. Herkesin ve hatta çocukların bile başa çıkmaları gereken önyargıları olduğunu öğrendim. Önyargıların aslında bizim korkularımızın ürünü olduğunu ve gerçek bir arabulucunun korkuları ile yüzleşerek, yani ekşi limonları kullanarak tatlı limonata yapmanın bir yolunu bulması gerektiğini öğrendim. İşte ancak ondan gerçek bir fark yaratabilirdik!

Zach Pesavento, 11 yaşında. San Diego, CA

17- 2004/44

SİRK

Ben daha o zamanlar küçük bir çocuktum. Babamla ben beraber sirke girebilmek

için bilet kuyruğunda bekliyorduk. Uzun süre bekledikten sonra nihayet bilet gişesi ile

aramızda yalnızca bir aile kalmıştı. Bu ailenin 8 tane çocuğu vardı. Hepsi de 12 yaşın

altındalarmış gibi görünüyorlardı. Fakir bir aileydi. Elbiseleri yeni değildi, ama tertemizdi.

Hepsi ikişer ikişer elele tutuşmuşlar düzgün bir sıra oluşturarak anne ve babalarının

arkasında bekliyorlardı. Bütün çocuklar çok düzgün davranış içinde idiler.

Aralarında hızlı hızlı konuşuyorlar, palyaçoları, filleri ve

akrobatları görmek için sabırsızlanıyorlardı. Daha önce sirke

gitmemiş olduklarını söyleyebilirdiniz. Genç yaşamlarındaki sirke

gitmek en büyük olay olacak gibi duruyordu.

Anne ve baba gururlu bir şekilde onların önlerinde

duruyorlardı. Anne kocasının elini tutuyordu. Çok örnek bir ailelerdi.

Biletçi bayan adama kaç tane bilet istediklerini sordu. Adam 8 çocuk ve 2 tam bilet

istiyoruz efendim” dedi. Biletçi bayan toplam ücreti söyleyince adamın yüzü birden asıldı.

“Ne kadar dediniz?” diye tekrar sordu. Biletçi ücreti tekrarlayınca adam karısının elini

bıraktı, dudakları titremeye başlamıştı. O kadar parası olmadığı belli oluyordu.

Çocuklarına yeteri kadar parası olmadığını nasıl söyleyecekti. Bu arada babam

durumu fark ederek cebinden 20 USD çıkardı ve yere doğru attı. (Biz de aile olarak çok

kıt imkânlara sahip bir aile idik.) Sonra da yere doğru eğilerek parayı tekrar eline aldı ve

adamın omzuna vurarak şöyle dedi, “Özür dilerim beyefendi bu para sizin cebinizden

yere düştü, buyurun.”

Adam ne olup bittiğini anlamıştı. Kimseden para istememişti ama o anda o kadar

çaresiz ve utandırıcı bir durumdaydı ki parayı kabul edecekti. Babamın gözlerinin içine

Page 28: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

28

doğru baktı. Sonra babamın elini her iki elinin arasına alarak sıktı ve parayı alarak şöyle

dedi, “Çok teşekkür ederim efendim, size çok teşekkür ederim. Bu benim ailem için çok

şey ifade ediyor.”

Babam ve ben sonra geri dönerek arabaya bindik ve eve geri döndük. O gece

sirke gidememiştik ama eve elimiz boş dönmemiştik!

Dan Clark

18- 2004/47

MESAJI ANLAYABİLMEK İÇİN İPUÇLARINI TAKİP EDİN

İpucu: Lamba- kapı- dil- Tanrı’nın İsmi

Cevap: Bir evin kapısının önüne yerleştirilen bir lamba hem evin için ve hem de evin dışını aydınlatır. Benzer şekilde bedende giriş kapısı görevini gören dildir. Eğer dilinizde devamlı olarak Tanrı’nın İsmini zikrederseniz o İlahi İsmin verdiği ışık hem içinizdeki bilinciniz ve hem de dışarıdaki davranışlarınızı aydınlatacaktır. Hem içerideki ve hem de dışarıdaki karanlık bu sayede yok edilecektir.

Yukarıdaki örneğe benzer şekilde ipuçlarını okuyun ve verilen mesajı bulmaya

çalışın. Eğer 15 tane ipucundan 10 tanesini doğru tahmin edebilirseniz manevi

literatüre oldukça yakınsınız demektir. Ama eğer edemezseniz de üzülmeyin,

cevapları okuyun. Okuduktan sonra kendinizi çok daha bilge hissedeceksiniz.

Çevrenize aktarabileceğiniz çok sayıda benzerlik bilmecesi olacak. İşte ipuçlarınız:

1. Ayakkabı- ölçü –para- bilge

2. Kuşlar- kanatlar- dünya- güven

3. İlahi söylemek- çeltik tarlaları- bol ürün- Rahmet

4. Elektrik Santrali- elektrik direkleri- Tanrı’nın Rahmeti- Hatırlanma

5. Tanrı’nın Rahmeti- Elektrikli Pervane Rüzgârı- insan gayreti

6. Tanrı- mıknatıs- demir- pas

7. Sivrisinek- sinek teli- kutsal mekânlar- kusurlar

8. Balon- engel- ego- bilinç

9. Bir kâğıt parçası– Merkez Bankası damgası ve imzası- insan- bağlılık

10. Toprak Ağası- çok sayıda tarla- temiz bir kalp- sahibinin seçimi

11. Kalp- bakır kap- yiyecek- sevgi

12. Tohum- çok fazla toprak- günahkâr eylemler- hizmet

13. 10.000 adet bozuk para- 100 TL banknot- endişe- Rahmet

14. Toz- hava- kötü arkadaş- çöküş

15. Çivi- duvar- imtihanlar- başarı

Page 29: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

29

Cevaplar:

1. Ayakkabı- ölçü –para- bilge

Bir insan bir ayakkabı satın alacağı zaman kendisine seçtiği ayakkabı

kendi ayakkabı ölçüsündedir. Ne daha büyük, ne de daha küçük bir

ayakkabı ölçüsü istemez. Daha büyük bir ayakkabı ona rahatsızlık

verecek, daha sıkı bir ayakkabı da acı verecektir. İşte para da aynı

ayakkabıya benzer. Fazla bol para size endişe ve uykusuz geceler

verecektir. Az miktarda para da insanın yaşamını cehenneme çevirecektir.

Bir insanın yaşamı ancak ihtiyaçlarını tam olarak karşılayacak kadar ve

görevlerini tam olarak yerine getirecek kadar parası olması halinde

konforlu olacaktır. Bu yüzden insan ne açgözlü olmalıdır, ne de cimri

olmalıdır.

2. Kuşlar- kanatlar- dünya- güven

Kuşları sallanan dalların üzerinde otururken görürsünüz. Kuş, dalın

rüzgârda sallanmasından korkmaz, çünkü üzerinde durduğu daldan daha

çok kendi kanatlarına güvenmektedir. Kuş bir saniye içinde kanatlanıp ne

olacağı şüpheli ve güvenilmez dalı terk edip uçabilir. Kuşun kanatları

Tanrı’nın Rahmetine ve rüzgârda sallanan dallar da dünyaya

benzetilebilir. Eğer bir insan ‘Tanrı’nın rahmeti kanatlarına’ sahipse dünya

denilen bu dalın üzerinde oturarak hiç bir zarar görmeyecektir. Hiçbir

üzüntü, sıkıntı veya acı rüzgârı onun cesaretini kıramayacaktır.

3. İlahi söylemek- çeltik tarlaları- bol ürün- Rahmet

Dünyada çok sayıda insan İlahi söylemekle dalga geçerler. Değerli

zamanın harcandığını iddia ederler. Bu insanlar çeltik tarlalarına saçılan

tohumlarla da dalga geçerler mi? Değerli yiyeceğin boşa sarf edildiğini

söyleyebilirler mi? Toprak Ana birkaç hafta içinde ekilmiş olan ürünün 15

-20 katını iade edecektir. Benzer şekilde Tanrı ile birlikte geçirilmiş her bir

saniye biz o anda fark etmesek de hissetmesek de geri dönerek bize çok

büyük iyilikler ihsan edecektir. Tanrı’nın İsmini zikretmek toprağa ekilen

tohum gibidir, asla boşa gitmeyecektir.

4. Elektrik Santrali- elektrik direkleri- Tanrı’nın Rahmeti- Hatırlama

Evin içini aydınlatmak için insan elektrik santralinden evine kadar

belirli aralıklarla elektrik direkleri dikmelidir. Ve sonra evi elektrik

kabloları ile santrale bağlamalıdır. Benzer şekilde Tanrı’nın Rahmetini

kazanmak için insan belirli aralıklarla ibadet yapmalıdır ve Tanrı’yı

hatırlama kabloları ile kendisini sürekli olarak Tanrı’ya bağlamalıdır.

Page 30: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

30

5. Tanrı’nın Rahmeti- Elektrikli Pervane Rüzgârı- insan gayreti

Elektrikli bir pervane yalnızca elektrik kaynağına bağlı olduğunda

rüzgâr üfleyecek ve serinlik verecektir. Benzer şekilde bir insanın

sürura(serinliğe) kavuşabilmesi için hem Tanrı’nın Rahmet enerjisi ve

hem de insanın kendi gayreti olmalıdır.

6. Tanrı- mıknatıs- demir- pas

İnsan ve Tanrı aynı demir ve mıknatısa benzerler. Tanrı kendi tabiatı

gereği insanı sürekli olarak kendisine doğru çeker ve cezbeder, çünkü

insanın içinde İlahilik mevcuttur. Bir mıknatıs demiri çekmediğinde

mıknatısın gücünü yitirdiğini düşünmemiz doğru olmaz. Gerçek şudur ki

demir yani bu durumda insan cezbedilme yeteneğini ve gücünü

yitirmiştir, çünkü etrafı kalın bir pas ve kir tabakası ile kaplanmıştır.

Bunlar öfke, açgözlülük, kin, nefret, kıskançlık v.s.dir. İnsan kendisini bu

kötü niteliklerin pasından ve kirinden iyi insanlarla arkadaşlık ederek

koruyabilir.

7. Sivrisinek- sinek teli- kutsal mekânlar- kusurlar

İnsan sinek telinin iç kısmına bulunduğu müddetçe dışarıdaki

sineklerin varlığından rahatsız olmaz. Ancak sinekler telin iç kısmına

geçerlerse tehlikeli olurlar ve tel vazifesini görmemiş olur. Bu aynı kutsal

mekânları ziyaret etmeye, iyi insanlarla arkadaşlık etmeye, kutsal

eylemlerde bulunmaya ancak bunlara rağmen içindeki kusurları

temizlememeye benzer. Bu kusurlar insanın içindeki kötü eğilimlerdir. Bu

kötü nitelikler aynı sinek telinin iç kısmındaki sinekler gibidirler ve

insanın mahvına yol açarlar.

8. Balon- engel- ego- bilinç

Balonun içine şişirilecek hava balonun şekline ve büyüklüğüne

bağlıdır. Balon patlamadıkça balonun içindeki hava dışarı dünyadaki

havanın içine karışamaz. Benzer şekilde bir insan kendi Öz’ünü idrak

etmedikçe, yani ego duvarını(balon) yıkıp arkasına geçmedikçe, içinde

var olan İlahilik ile, yani her yerde var olan Bilinç ile karışıp yok

olamayacaktır.

Page 31: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

31

9. Bir kâğıt parçası– Merkez Bankası damgası ve imzası- insan- bağlılık ve

sevgi

Bir kâğıt parçası ne kadar çok kirlense, yıpransa ve buruşsa da

değerini korumaya devam eder, eğer üzerinde Merkez Bankasının itibarını

gösteren damgası ve imzaları bulunuyorsa! Çünkü bu damga ve imza onu

değerli bir para banknotu haline getirmektedir. İşte benzer şekilde kalpten

duyulan bağlılık hissi ve Tanrı’ya duyulan saf bir sevgi, en basit ve en

sıradan bir insanı bile çok özel ve değerli bir hale getirecektir.

10. Toprak Ağası- çok sayıda tarla- temiz bir kalp- sahibinin seçimi

Toprak ağası olan bir çiftçi ta ufka kadar geniş bir araziye sahip

olabilir. Ama bir yere oturmak istediğinde temiz ve düzgün bir yere ihtiyaç

duyacaktır. Benzer şekilde Tanrı’nın da sahip olduğu şeyler sonsuzdur,

ama eğer birisinin kalbine oturup ikamet etmek isterse temiz bir kalp

arayacaktır. Bu, diğer kalplerin O’na ait olmadığı manasına gelmez,

sadece diğer kalplerin temiz olmadığı manasına gelir, hepsi bu! İşte bu

yüzden insan kalbini sevinç gözyaşları ile yıkayarak O’na oturup

yerleşebileceği temiz bir yer hazırlamalıdır.

11. Kalp- bakır kap- yiyecek- sevgi

Pişirdiğiniz sebzeler bahçeden biraz önce toplanmış bile olsa eğer

yemeği pişirdiğiniz bakır kap ince bir kalay tabakası ile kaplanmamış ise

yemek zehirli olur. O kalay tabakası yiyeceği temiz, güvenli ve yenilebilir

tutacaktır. Bizim kalbimiz de aynı bakır tencereye benzer. Orada hem

başkaları ve hem de kendimiz için yemek pişiririz. Kalbimizin bakır

tenceresinin içini bir sevgi, yani kalay tabakası ile kaplamadığımız

takdirde hem başkalarına ve hem de kendimize büyük zararlar veririz.

12. Tohum- çok fazla toprak- günahkâr eylemler- hizmet

Bir tohumun üzerine çok fazla miktarda toprak atar ve onu çok derine

gömerseniz o tohum filiz vermeyecektir. Benzer şekilde eğer kötü

davranış tohumlarınızın kötü filizler vermesini istemiyorsanız onların

üzerlerini ‘insanlara sevgi dolu hizmet etme’ toprağı ile örtmelisiniz.

Bakıma, gıdaya, ilgiye, cesarete, sevgiye ve yardıma ihtiyacı olan kişilere

hizmet ederek bir yaşam sürerseniz geçmişinizde yapmış olduğunuz

günah dolu eylemlerin tohumlarının üzerilerini filiz vermeyecek şekilde

iyilik toprağı ile örtmüş olursunuz.

Page 32: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

32

13. 10.000 adet bozuk para- 100 TL banknot- endişe- Rahmet

Bir insan cebinde 10.000 kuruş taşıyacak olursa bu ona epey zahmet

ve rahatsızlık verecektir. Ama bu bozuk paraları bankaya götürüp verirse

ve onların yerine bir adet 100 TL banknotu alırsa hafifleyecek ve keyifli

olacaktır. Benzer şeklide endişelerimiz, üzüntülerimiz, sıkıntılarımız ve

acılarımız şeklinde bozuk paralarımızı Tanrı’ya teslim edecek olursak, O

bize karşılığında Kendi Rahmetini yepyeni ve gıpgıcır bir 100 TL banknotu

şeklinde verecek ve biz de o banknotu cebimizde taşıyarak hafifleyeceğiz,

mutlu ve özgür olacağız.

14. Toz- hava- kötü arkadaş- çöküş

Eğer toz havanın arkadaşlığını isterse havada süzülmeye başlar. Aynı

toz, su ile arkadaşlık kurarsa en derinlere çökecektir. Benzer şekilde bir

insan eğer iyi kişilerle arkadaşlık ederse asil yüksekliklere ulaşabilir.

Fakat kötü arkadaşlıklar aynı insanı insanlıktan bile çıkarabilir. Şöyle

güzel bir söz vardır, “Bana arkadaşını söyle, ben sana kim olduğunu

söyleyeyim”

15. Çivi- duvar- imtihanlar- başarı

Duvara bir resim asmak isterseniz duvara bir çivi çakmanız gerekir.

Ancak çiviyi çaktıktan sonra resmi asmadan önce o çakılan çiviyi

parmağınız ile sallayarak sağlamlığını kontrol edersiniz, öyle değil mi?

İşte benzer şekilde hayatta da her alanda imtihanlar gereklidir. Özellikle

manevi yaşamda elde edilen başarılar çok aldatıcı ve yanıltıcıdır.

İmtihanlar içtenlikle karşılanmalı ve kabul edilmelidir, çünkü ancak onlar

sayesinde biz kendimize güvenmeyi öğrenebiliriz.

19- 2004/49

ALTIN ARAMAK

Andrew Carnegie genç bir İskoçyalı olarak Amerika’ya geldi ve çeşitli işlerde

çalışmaya başladı. Yıllar sonra Amerika’nın en büyük çelik üreticisi olmuştu. Öyle bir zaman geldi ki 43 milyoner kişi onun emrinde çalışıyorlardı.

Bir gazeteci bir ropörtajda Mr.Carnegie’ye insanlarla nasıl başa çıkabildiğini sordu. Carnegie’nin cevabı şöyle idi, “İnsanlarla uğraşmak aynı altın aramak için toprağı kazmaya benziyor. Bir gram altın bulabilmek için bin kilogram toprağı kazmanız gerekiyor. Fakat kazı yaptığınızda siz çamuru ve pisliği değil, yalnızca altını arıyor, altını kenara ayırıyorsunuz. Geri kalanı da fırlatıp atıyorsunuz.”

Page 33: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

33

Bu hikâye bize nasıl bir ilham kaynağı oluyor ve nasıl bir ders vermeye çalışıyor? “Hepimiz altın arayıcısı olmalıyız. Eğer insanların içlerinde yanlış taraflar, hatalar

ve olumsuz yönler bulmak için bakarsanız çok sayıda bulacağınızdan kuşkunuz olmasın!” Sizin aradığınız şey nedir? Andrew Carnegie’nin cevabı içinde çok derin ve önemli bir mesaj bulunduruyor.

Her insanın içinde ve her olayın içinde pozitif ve olumlu bir taraf vardır. Bizim bazen o olumlu kısmı bulabilmek için çok derin kazmamız gerekecektir, çünkü dışarıdan gözükmemektedir. Ayrıca bundan başka başkalarının içindeki hataları, yanlış ve olumsuz yönleri arayıp bulmaya o kadar yoğunlaşıyoruz ki o kişinin olumlu ve pozitif tarafları görmüyoruz bile! Biliyorsunuz ünlü bir sözdür, “Bozuk bir saat bile bir günde iki kez doğruyu gösterir!”

Altın aramaya çıkarsanız şunu unutmayın, bir gram altın bulabilmeniz için tonlarca toprağı uzaklaştırmanız gerekecektir. Fakat aradığınız şey o bir gram altındır, tonlarca pislik değil!..

20- 2004/50

MATTIE STEPANEK

Dünya üzerinde bazen öyle bilge kişiler yaşayıp ölürler ki varlıklarını sıradan

insanlar bilmezler. Aşağıda geçenlerde 14 yaşında iken ölen Mattie Stepanek adında Amerikalı bir çocuğun yazdığı yazıyı bulacaksınız. Sizin de fark edeceğiniz üzere bu dünyayı kısa süreliğine ziyaret etmiş ve sevgi ve huzur mesajını kendi yumuşak tarzı ile tüm dünyaya duyurmuş olan bir bilgeydi.

Mattie’nin genetik bir hastalığı vardı. Bu hastalığın uzun bir ismi vardır ama yarattığı yarattığı rahatsızlık korkutucu seviyelerdedir. Normal insanlar yaşamlarını sürdürürlerken rahatsızlık korkutucu seviyelerdedir. Normal insanlar yaşamlarını sürdürürlerken ne kadar çok kutsanmış olduklarını maalesef hissedememekte ve küçük sıkıntıları büyüterek kendilerini sıkıntıya sokmaktadırlar. Örneğin Mattie normal olarak nefes alamıyordu. Nefes alması için özel bir gayret gerekiyordu. Bu da onun bu kısa yaşamını özellikle zorlaştıryordu. Ayrıca başka komplikasyonları da vardı. Ancak o bu sıkıntılarını bir kenara bırakarak kendisini herkese sevgi mesajını yaymaya adadı. Aşağıda Ted Henry’nin Mattie hakkında yazdığı yazıyı bulacaksınız.

“Mattie Stepanek bu dünyaya sevgi ve huzurun elçisi olarak doğmuştu, bu onun kaderi idi. Bu çocuk kısa yaşamı boyunca sevgi içinde yaşadı ve bu mesajı yaydı. Mattie 22 Haziran 2004 tarihinde Maryland, Rockville’de gözlerini kapadı. Öldüğünde 13 yaşını bitirmek üzereydi. Dysautonomic mitochondrial myopathy adı verilen nadir rastlanan bir genetik rahatsızlığı vardı. Nefes alış verişi, kalp atışları, tansiyonu ve sindirim sistemi bu hastalık yüzünden çok zarar görmüş ve zayıflamıştı. Ancak oksijen maskesi ile nefes alabiliyordu. Mattie’nin kendisinden daha büyük üç kardeşi de bu hastalık yüzünden hayatlarını kaybetmişlerdi.

Mattie ise bu dünyaya geliş amacının sevgi mesajını yaymak olduğunu hissetmişti. Hastalığının bu görevine engel olmasına izin vermedi. Mattie insanların dikkatini cesareti ve yazdığı şiirler sayesinde çekti.

Üç yaşından beri şiir yazıyordu. Önceleri annesi onun şiirlerini yazıya döküyordu ama sonra o okuyup yazmayı öğrendikten sonra kendisi yazmaya başladı. 2002 yılında şiirlerine beste yapmaya başlamıştı. Mattie söyledikleri ve söylediklerini söyleme şekli ile tüm dünyada meşhur olmuştu.

Page 34: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

34

Çok hasta olduğunu bilmesine ve hastalığın kendisine getirdiği birçok engele rağmen şiirlerini yayınlamak istiyordu. 2001 yılında rüyaları gerçek oldu ve ilk şiir kitabı yayınlandı, ‘Heartsongs(Kalp Şarkıları)’. ‘Heartsongs’ kısa zamanda en çok satan kitap oldu. Mattie sonradan dört şiir kitabı daha yazabildi. ‘Journey Through Heartsongs(Kalp Şarkıları vasıtası ile yolculuk), Hope Through Heartsongs(Kalp Şarkıları vasıtası ile umut), Celebrate Through Heartsongs(Kalp Şarkıları ile Kutlama) ve Loving Through Heartsongs(Kalp Şarkıları vasıtası ile sevmek)

Bu kitaplardan üçü New York Times’in best seller/en çok satanlar listesine girdi. Mattie Amerika’nın en popüler televizyon programlarına çıktı. Örneğin Larry

King’e, Oprah Winfrey Şov’a, Good Morning America’ya ve sıkı sık CNN’e çıktı ve şiirlerini okudu.

Bir seferinde bir TV programında eski Başkanlardan Jimmy Carter ile tanıştı. Sonradan Jimmy Carter onun hakkında şöyle diyecekti, “Ben 122 değişik ülkeye gittim, krallarla, kraliçelerle tanıştım, ama hayatta tanıdığım en olağanüstü insan Mattie oldu.”

Mattie bir keresinde şöyle demişti, “Ben ölüm gelene kadar yaşamayı seçiyorum, ölüm gelene kadar vakit geçirmeyi değil”

Yine bir seferinde kas hastalıkları için düzenlenen bir kampanyanın hazırlayıcısı olmuş ama tam program televizyonda yayınlanacağı sırada rahatsızlanmıştı. Televizyon şovu programına Mattie’nin katılamayacağı açıklanınca bu Mattie’nin zoruna gitmiş ve en hasta hali ile programa gitmişti. Sahneye çıktı ve konuşmaya çalıştı. Tek söyleyebildiği “Nefes alamıyorum, konuşamayacağım” oldu.

Sonradan en sevdiği elbise olan smokini giyince, “İşte şimdi oldu, smokinle konuşabilirim” dedi ve sahneye çıkıp şöyle konuştu, “Ben tüm insanlığın elçisi olmak ve sonra da baba olmak istiyorum” İlk yedi çocuğunun isimleri bile hazırdı. Geniş bir aile miras bırakmak istiyordu, ama şurası muhakkak ki Mattie’nin mirası çok daha büyük oldu.

Mattie dünyadaki olayların da farkındaydı ve bir seferinde yine yoğun bakımda iken Irak Savaşı çıktı. Mattie bunu duyunca hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ağlaması o kadar uzun sürdü ki annesi Jeni sonradan şöyle demişti, “İnanın bana ben onun bu kadar çok ağladığını hiç görmedim. Kendi problemlerine bile bu kadar çok üzülüp ağlamadı.”

Aşağıda onun yazdığı bazı şiirleri bulacaksınız.

1) Melekler hakkında Siz meleklerin üzerinde ne olduğunu biliyor musunuz? Onlar Melek Halesi ve Melek Kanadı takarlar Melek giysisi giyerler ve içlerinde Melek iç çamaşırları vardır Melek çorabı giyerler Ve başlarında Melek Saçı vardır Ancak bazılarının saçı yoktur Bazı çocuklar ve bazı büyükler saçsızdır Çünkü onlar saçlarını döken ilaç içmek zorundadırlar Ve bazen ilaçlar onları iyileştirmez Ve ölürler Öldüklerinde başlarında Melek saçları olmaz O zaman Tanrı ne yapar bilir misiniz? O onlara birer Melek Peruğu verir İşte melekler bunları giyerler

Page 35: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

35

2) Cennetteki Karşılama Sevgili Tanrım Uzun süre Sen beni Nasıl karşılayacaksın diye merak ettim Öldüğüm ve Cennete Senin yanına geldiğim zaman Ben gelenleri karşılamak ve evine davet etmek için Elini uzattığını duymuştum Ama sağ elini mi yoksa sol elini mi? Uzatıyorsun bilemedim Ben şimdi artık merak etmiyorum Anneme sordum Ve o bana dedi ki Sen bizi karşılamak için Kollarını sonuna kadar açıp Her iki elini de uzatıyormuşsun Ve bize kocaman sarılıyormuşsun Vay canına! Beni kucaklamanı dört gözle bekliyorum Sevgili Tanrım Ve Amin

3) Eğer Yapsalardı Ben Yapardım… Eğer onlar hastalığımın çaresini ben daha çocukken bulurlarsa Ben bisiklete binerim ve patenle kayarım Ayağımda patenlerimle dağ yollarında Ve kırlarda uzun yürüyüşlere çıkarım Eğer onlar benim hastalığımın çaresini ben gençken bulurlarsa Ehliyet alırım ve araba kullanırım Lise bitirme balosunda dans ederim Eğer onlar benim hastalığımın çaresini ben büyüdüğümde bulurlarsa Dünyanın çevresini dolanırım ve herkese barışı anlatırım Ve evlenebilirim ve belki de kendi çocuklarım olur Eğer onlar benim hastalığımın çaresini ben yaşlandığımda bulurlarsa Kutsal mekânları ziyaret ederim Her türlü kültürü onurlandırırım Ve belki de torunlarımın resimlerini gururla gösteririm Eğer onlar benim hastalığımın çaresini ben daha henüz yaşarken bulurlarsa Her gün acı çekmeden ve makinalara bağlı olmadan yaşardım Ve ben bugüne kadar dünyada söylenmemiş en büyük teşekkürle Şükranlarımı sunardım, kutlama yapardım. Eğer onlar benim hastalığımın çaresini ben cennette iken bulurlarsa Orada erkek ve kız kardeşlerimle bunu kutlardım Ve yine mutlu olurdum çünkü biliyorum ki Ben bunun bir parçasıydım

Page 36: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

36

4) Öldüğüm zaman (2.bölüm) Ben öldüğüm zaman Cennette bir çocuk olmak istiyorum Ben on yaşında bir melek olmak istiyorum Ben cennette Bir kahraman olmak istiyorum Ve bir arabulucu olmak istiyorum Aynı dünyadaki hedefim gibi Tanrı’ya soracağım Araf’taki insanlara yardım edebilir miyim diye Onlara düşünmeyi öğreteceğim Yaşamları hakkında Ruhları hakkında Gelecekleri hakkında Onlara yardım etmek istiyorum Belki bu sayede kendi kalplerinden Gelen şarkıları duyabilirler Belki bu sayede, En sonunda Tanrı’nın yüzünü görebilirler Öldüğüm zaman Ben aynı burada Dünyada iken olmak istediğim gibi olmak istiyorum. 5) BEN BENİM /I AM Ben siyahım Ben beyazım Ben bu ikisi arasında tüm diğer renklerim Ben gencim Ben yaşlıyım Ben olabilecek her türlü yaştayım Ben sıskayım ve yetersiz beslenmişim Ben şişmanım ve iyi beslenmişim Ben dikkat çekmek istiyorum Ben ünlüyüm Ben başörtülüyüm Ben sözü edilemeyecek kadar değersizim Ben kısa boyluyum Ben uzun boyluyum Ben olabilecek her türlü şekildeyim Ben akıllıyım Ben mücadeleye girmişim Ben bir gelecek istiyorum Ben yapabilirim Ben zayıfım yapamam

Page 37: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

37

Ben biraz kuvvetliyim Ben kuvvetsizim Ben varım Ben düşünceyim Ben var olan her şeyim Hep söylenen ve yapılan her şeyim Ben doğdum Ben ölüyorum Ben sıradan bir kökün tozuyum Ben Rahmet’im Ben Acı’yım. Ben yaptıklarının meyvasının peşinde koşan bir yorgun bir işçiyim Ben bir köleyim Ben özgürüm Ben yaşama bağlıyım Ben fakirim Ben kavgalar ve çekişmeler sonunda elde edilmiş servetim Ben gölgeyim Ben şan ve şerefim Ben utancımdan herkesten saklanıyorum Ben kahramanım Ben sürekli kaybedenim Ben bir ismim olsun diye yanıp tutuşuyorum Ben bomboşum Ben gururluyum Ben yarınımı arıyorum Ben büyüyorum Ben soluyorum Ben üzüntüler ve sıkıntılar arasında umudum Ben eminim Ben şüpheliyim Ben çözüm konusunda umutsuzum Ben liderim Ben öğrenciyim Ben kaderim, ben ölümüm ve ben yeniden başlangıcım Ben varlıkların içindeki canım Ben sesim Ben hatırlanmayan anıyım Ben şansım/fırsatım Ben sebebim Ben gayretim, engelim ve duvarım Ben o erkeğim Ben o kızım Ben kafiyesi olmayan şiirim, ben akılım Ben geçmişim Ben yaklaşıyorum Ben her zaman varım Ben çokum Ben hiç kimse değilim

Page 38: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

38

Ben her varlığın varlığı ile varım Ben benim Ben senim Ben hükmolunan bütün ruhlarım Ben Ben’im

Larry King’in televizyon programına çıktığında Mattie şunları söylemişti, “Biz hepimiz yalnızca bir tek şeyden yapılmışız. Bunun adına ne derlerse desinler! Bazı kimseler Tanrı, bazıları Allah, bazılar Yehova v.s. diyorlar. Bütün bu isimlerin hepsi de çok güzel ve eşsiz. Ben bunun Tanrı’nın istediği şey olduğunu düşünüyorum, yani böyle değişik isimlerle O’na seslenmemizi istiyor. Ama ben O’nun ne istemediğini size söyleyeyim, O bizim O’na ne şekilde sesleneceğimiz hususunda aramızda kavga etmemizi istemiyor, bunu kesin olarak söyleyebilirim.”

Mattie’nin son bir şiiri ile bitiriyoruz.

6) Kalbimin derinliklerinde bir şarkı var ve onu yalnızca ben duyuyorum Gözlerimi kapadığımda ve sakin oturduğumda Bu dünyada herkesin kendisine özel bir kalp şarkısı var Tabi eğer müzikli kalplere inanıyorsanız Ve mutlu olabileceğinize inanıyorsanız İşte o zaman siz de kendi özel kalp şarkınızı duyabilirsiniz Umarız Mattie şimdi İlahi Yaratıcı ile kavuşmuştur ve sonsuz sürurun içindedir.

21- 2004/52

İLGİNÇ BİR TARTIŞMA

Tanrı’ya inanmayan bir profesör bilimle Tanrı arasında problem hakkında sınıfta

konuşma yapıyordu. Öğrencilerinden birine doğru döndü ve şöyle sordu,

Prof: Sen Tanrı’nın bir saliğisin öyle değil mi?

Öğrenci: Evet efendim

Prof: Yani Tanrı’ya inanıyorsun öyle değil mi?

Öğrenci: Kesinlikle efendim

Prof: Tanrı iyi midir?

Öğrenci: Tabii ki iyidir.

Prof: Tanrı’nın her şeye gücü yeter mi?

Öğrenci: Evet.

Page 39: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

39

Prof: Benim kardeşim sürekli olarak Tanrı’ya kendisini iyileştirmesi için dua ettiği halde

kanserden öldü. Çoğumuz başkaları hasta olduğunda ona yardım etmek için gayret

ederiz,

öyle değil mi? Fakat işte Tanrı yardım etmedi. O zaman Tanrı nasıl iyi olabiliyor?

Öğrenci sessiz kalır.

Prof: Cevap veremiyorsun öyle değil mi? Pekâlâ baştan başlayalım. Tanrı iyi midir?

Öğrenci: Evet.

Prof: Şeytan iyi midir?

Öğrenci: Hayır.

Prof: Şeytan Tanrı’dan gelmiyor mu?

Öğrenci: Tanrı’dan geliyor.

Prof: Evet doğru! Söyle bana oğlum, bu dünyada kötülük var mı?

Öğrenci: Evet.

Prof: Kötülük her yerde öyle değil mi? Ve her şeyi de Tanrı yarattı, öyle değil mi?

Öğrenci: Evet.

Prof: Kötülüğü kim yarattı?

Öğrenci cevap vermez.

Prof: Hastalıklar dört bir tarafı sarmamış mı? Ahlaksızlık? Nefret? Çirkinlik? Dünyada bu

kadar korkunç şeyler var doğru değil mi?

Öğrenci: Evet efendim.

Prof: Peki bunları kim yarattı?

Öğrenci cevap vermez.

Prof: Söyle bana oğlum, sen Tanrı’ya inanıyor musun?

Öğrenci: Evet sayın profesör, inanıyorum.

Prof: Bilim diyor ki çevremizdeki dünyayı tanıyıp araştırabilmen için beş duyumuz var.

Peki sen hiç Tanrı’yı gördün mü?

Öğrenci: Hayır efendim.

Prof: Peki Tanrı’nın sesini duydun mu?

Öğrenci: Hayır efendim.

Prof: Tanrı’ya dokundun mu, tadını aldın mı, kokusunu aldın mı? Bu bağlamda Tanrı’yı

hiçbir kere duyularınla hissedebildin mi?

Öğrenci: Hayır efendim, korkarım hissedemedim.

Prof: Ama hala O’na inanmaya devam ediyorsun değil mi?

Öğrenci: Evet.

Prof: Bilim, deneysel olarak, uygulama olarak, sınanabilir, test edilebilir, çözümlenebilir

olarak, kontrol edilebilir olarak, kanıtlanabilir olarak, hakkında tutanak tutulabilir olarak

inceleme yaptığında Tanrı’nın var olmadığını söylüyor. Buna ne diyorsun sevgili oğlum?

Öğrenci: Hiçbir şey demiyorum, ben sadece inanıyorum.

Page 40: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

40

Prof: Ha evet inanç! Bilimin karşı karşıya olduğu problem bu işte!

Öğrenci: Sayın profesör, bana söyler misiniz dünyada sıcaklık var mı?

Prof: Evet var.

Öğrenci: Peki dünyada soğukluk var mı?

Prof: Evet.

Öğrenci: Hayır yok efendim.

(Dersin yapıldığı büyük salonda birden buz gibi bir hava esti. Herkes susmuş dinliyordu.)

Öğrenci: Efendim siz sıcaklık elde edebilirsiniz, hatta daha yüksek sıcaklık, süper

sıcaklık, mega sıcaklık, beyaz sıcaklık, az sıcaklık ve hatta sıfır sıcaklık elde edebiliriz.

Ama soğuk diye bir şey yoktur. Öyle değil mi? Sıfırın altında -273

dereceye ulaştığımızda sıcaklık yoktur, ama ondan daha ötesine

ulaşamıyoruz. Yani soğuk diye bir şey ile karşılaşamıyoruz. Soğukluk

sıcaklığın olmadığını ifade etmek için kullandığımız bir sözcük

yalnızca. Biz soğuğu ölçemiyoruz. Sıcaklık enerjidir. Soğuk ise

sıcaklığın tam karşıtı değil yalnızca onun yokluğudur.

Salonda yine büyük bir sessizlik oldu.

Öğrenci: Peki ya karanlık sayın hocam? Karanlık diye bir şey var mıdır?

Prof: Karanlık diye bir şey yoksa gece ne oluyor o zaman?

Öğrenci: Yine doğru değil efendim. Karanlık denilen şey ışığın yokluğudur. Siz az ışığa,

normal ışığa, parlak ışığa, flaş yapan yani yanıp sönen ışığa sahip olabilirsiniz… Fakat

sürekli yanan ışığınız olmadığı zaman buna karanlık diyorsunuz, öyle değil mi? Hakikatte

karanlık diye bir şey yoktur. Eğer olsaydı karanlığınız, daha karanlığınız, en fazla

karanlığınız olurdu.

Prof: Yani ne demek istiyorsun genç adam?

Öğrenci: Efendim, benim söylemek istediğim şey sizin felsefi/düşünsel olarak yaklaşım

şekliniz hatalıdır.

Prof: Hatalı mı, ne demek istiyorsun?

Öğrenci: Efendim sizin dayanak noktanız dualiteye, yani ikiliğe dayanıyor. Sizin

tartıştığınız şey önce yaşam var, sonra ölüm var. Tanrı iyi midir, yoksa kötü müdür? Sizin

düşünce şekliniz ve ortaya koyduğunuz kavram Tanrı’nın sonlu olduğu ve ölçülebilir bir

şey olduğu üzerine kurulu. Sayın hocam, bilim düşünceyi bile açıklayamıyor. Düşünce

elektriği ve manyetizmayı kullanıyor, fakat daha bugüne kadar daha kimse düşünceyi ne

görebildi ne de anlayabildi. Ölümün yaşamın tersi olduğu düşüncesi ise ölümün tek

başına var olamadığı gerçeğini bilinmediğini gösteren bir cehalet açıklamasıdır. Ölüm,

yaşamın tersi değildir, yalnızca yaşamın olmadığı durumdur. Lütfen bana söyler misiniz,

siz öğrencilerinize insanın maymundan geldiğini öğretmiyor musunuz?

Page 41: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

41

Prof: Eğer doğal seleksiyon ve evrimden söz ediyorsan evet doğru, öyle öğretiyorum.

Öğrenci: Siz bu evrim meselesini kendi gözlerinizle gözlemlediniz mi acaba?

Prof: Profesör hayır anlamında başını salladı, tartışmanın nereye gideceğini anlayarak

gülümsedi.

Öğrenci: Siz bu evrimi gözünüzle görmediğiniz halde aklınızla düşündünüz ve bunu

onayladınız öyleyse. Peki, bize aklınızı gösterebilir misiniz?

Prof: Hayır.

Öğrenci: (Sınıfa dönerek) Aranızda profesörün aklını gören var mı?

Sınıfta büyük bir kahkaha koptu.

Öğrenci: Aranızda sayın hocamın aklını gören, duyan, dokunan veya hatta koklayan

birisi yok mu? Bu deneyimi yaşayan hiç kimse yok gibi gözüküyor. O zaman bilim,

deneysel olarak, uygulama olarak, sınanabilir, test edilebilir, çözümlenebilir olarak,

kontrol edilebilir olarak, kanıtlanabilir olarak, hakkında tutanak tutalabilir olarak inceleme

yaptığında sizin hiç aklınızın olmadığını söylüyor. O zaman bütün saygımla size şunu

sorabilir miyim efendim. Acaba biz sizin verdiğiniz derslere nasıl inanabileceğiz?

Salonda büyük bir sessizlik oldu. Profesör anlamsız bir yüz ifadesi ile öğrencisine

bakıyordu.

Prof: Sanırım sizin hepinizin buna inanması gerekecek öyle değil mi?

Öğrenci: Evet çok doğru! İşte insan ile Tanrı arasındaki ilişki de inanca dayanmaktadır.

O inanç sayesinde herşey hareket etmekte ve yaşamlarını sürdürmektedir.

22- 2004/53

MERHAMET BÖYLE BİR ŞEYDİR

Tanrı bize bizim içimizde olduğunu söylemektedir. Tabi yalnızca birkaç kişiyi değil

Yaratılışın içinde yer alan tüm canlı varlıkları işaret etmektedir. Fakat

bu ifadeden şöyle şüpheli yargılara da varılmaz mı? Eğer öyleyse

Tanrı nasıl bir başka insanı öldüren katilin içinde olabilir? Bu soru

ayrıntılı bir şekilde başka yazıların konusu olmuştur. Burada ben size

sınıfaki öğrencilerimden birinden gelen aşağıdaki hikâyeyi aktarmak

istiyorum. Bu hikâye Tanrı’nın her bir canlının içinde ikamet etmekte

olduğunu gösteriyor.

Page 42: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

42

Hikâye Bangalore şehrinde Raja isminde bir adamın etrafında şekilleniyor. Raja

Rickshaw denilen üç tekerlekli küçük taksilerden birisinin şoförü idi. Peki şimdi ne yapıyor

acaba? Raja şu anda 38 yaşlarında.(Yıl 2004) On yıl önce Raja içki içer, kavgalara

karışır ve hatta kesici alet kullanarak küçük suçlara karışırdı. Anne ve babası onun bu

davranışlarından o kadar bıkmışlardı ki onun ölmesi için dua ediyorlardı. Sonra bir gün bu

kötü şöhretli Raja tanınmayacak kadar değişti. Biz hayatta bir hoca, efendi, mürşid v.s.

vasıtası ile dönüşen ve doğru yolu bulan ve hatta sonradan büyük bilge olan çok kişi

tanıyoruz. Aralarında geçmişinde haydut olanlar bile vardı. Ama bu Raja’nın kendisine yol

gösteren, doğru yolu telkin eden hiçbir öğretmeni olmamıştı. Bu dönüşüm yavaşça ve

içeriden gelerek olmuştu. Bildiğiniz üzere bir taksi şoförü olarak sürekli olarak sokaklarda

idi. Her gün fakirlik, sefalet, ıstırap, acı, vahşet, haksızlık, adaletsizlik v.s. görüyordu. Bu

görüntüler onu çok rahatsız ediyordu.

Sonradan kendisi şöyle anlatıyor, “Ben hiçbir zaman dindar bir insan olmamıştım.

Fakat bu insanların sefalet içindeki durumlarını gördükçe Tanrı’nın buna nasıl izin

verdiğini düşünmeye başladım.”

Raja bir gün böyle sefil bir durumda ve kimsesiz birisini evine götürdü. Ailesi buna

hiç hazırlıklı değillerdi ve şok olmuşlardı. Daha önce sürekli kötü davranışları ile

kendilerini rahatsız eden bu oğlanın bu sefer de ‘iyiliği’ ile rahatsız olmuşlardı. Raja

yaptığı işi şöyle anlatıyor, “Tek yaptığım şey onlara yıkanma fırsatı vermek, onları

temizleyerek temiz elbiseler vermek ve karınlarını doyurmaktan ibaretti. Bu sayede huzur

içinde son nefeslerini veriyorlardı.”

Raja onların ölümlerinden sonra cenaze törenlerini de hazırlıyordu.

Küçük başlangıçlarla işe girişti. Bir süre sonra “Umut Evi”ni (Home of Hope) açtı.

Yani çaresiz durumda olan insanların ihtiyaçlarını karşılayan bir yuva kurdu. Bugün bu

merkezde farklı yaşlardan 80 civarında kimsesiz insan kalmaktadır. Bunların arasında

mesela tekerlekli sandalyede yaşayan 23 yaşındaki Deepa vardır. O merkezde kalan

çocuklarla ilgileniyor. Dört yaşında olan Gracy sokaklarda bir gözünü kaybetmiş halde

bulunmuştur ve merkezde kalmaktadır. Yapılan bir ameliyat sayesinde camdan bir özü

vardır ve okula gimektedir. Bir enerji küpüne benzemektedir.

Raja büyük bir tutku ile şöyle konuşmaktadır, “Benim hayalim Bangalore’da günün

birinde hiçbir insanın sokaklarda evsiz bir şekilde yaşamamasıdır.” Tabi bu çok miktarda

para gerektirmektedir. Etrafta Raja’ya yardım eden çok sayıda nazik ruhlar vardır ve Raja

bu sayede yürüdüğü yolda devam etmektedir. Önüne çıkan zorlukları ve engelleri aşarak

Bangalore’un yoksul ve kimsesiz yaşlılarının temiz ve huzurlu bir ortamda rahatça ve

insanca son nefeslerini vermelerine yardım etmektedir.

Page 43: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

43

Raja hepimize çok büyük bir ders vermektedir. Kalbimizin içinde merhamet

bulundurmuyorsak o zaman kalbimiz olduğu nasıl iddia edebiliriz.

Tabi biz kendimizi şöyle haklı çıkarabiliriz. Biz Raja olamayız ki? Hepimizin

sorumlulukları var. Tabii ki var, ama en azından onun yaptığının yüzde birini yapamaz

mıyız? Gelin hesap yapalım, eğer dünyadaki insanların yüzde beşi onun yaptığının yüzde

beşini yapsaydı o zaman dünyada ne kadar büyük bir değişiklik meydana gelirdi, öyle

değil mi? Düşünün!

23- 2004/54

SOKAK ÇOCUKLARININ DEĞİŞEN KADERİ

Her büyük şehirde sokak çocukları vardır. Bu çocuklar New York’ta, Londra’da,

Bombay’da v.s. sokakta yaşarlar. Bu hikâye Fas’ta Casablanca şehrindeki sokak

çocukları üzerinedir. 1994 yılı Kasım Ayında bir doktor yolda durup bazıları ile konuştuğu

anda onların kaderleri değişmişti.

Doktor M’jid Najat Casablanca’da Sokak çocukları olduğunu

bilmiyordu. Yolda araba ile giderken birden yolun kenarında küçük

ve genç çocuklardan oluşan bir çete grubu gördü. Çöplerin

arasında pis bir halde yaşıyorlardı. Kadın doktor çok şaşırmış ve

çocukların hallerinden sarsılmıştı. Arabasını durdurdu ve

çocukların yanına gitti. Şöyle dedi, “Ben bir doktorum. Sizin için bir şey yapabilir miyim?”

Çocuklar onu ciddiye almadılar. Bir tanesi şöyle yanıtladı, “Tabii ki yapabilirsin, bana bir

paket sigara vermeye ne dersin?”

Onun bu cevabına diğer çocuklar gülerek katıldılar. Fakt Dr.Najat öyle kolay geri

çekileceğe benzemiyordu. Çocuklarla konuşmaya devam etti. Bu sırada havada süzülüp

gelen büyük bir çöp torbası tam çocukların üzerine düşüyordu. Yanlarındaki binanın üst

katlarından bir bayan çöp torbasını aşağıya doğru atmıştı. Dr.Najat daha önce hayatında

böyle bir şey görmemişti.

Bu araya rağmen konuşma devam etti ve çocuklar yavaşça anladılar ki bu bayan

doktorun kendilerie verebileceği şey sevgi ve merhametti. Onun merhmeti onların

kalplerini eritti ve çocukların onun yardımını kabul etmelerini sağladı. Dr.Najat arabaya

gidip çantasını getirdi. Çantasını açarak onlarn yaralarını önce temizledi, sonra tedavi

Page 44: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

44

etti, cerahatlarını çıkardı, ilaç sürdü ve sonra da bandajladı. Gitme vakti geldiğinde

çocuklar ona “Adieu”(Elveda) dediler. Çocuklar Dr.Najat’ı bir daha görebileceklerini

sanmıyorlardı. Ama yanılmışlardı.

Dr.Najat yaşadığı bu tecrübeden şoka uğramıştı. Kendi kendine şöyle diyordu,

“İnsanlar bu koşullarda nasıl yaşayabilirler?” Ayrıldıktan sonra çocukları düşünmeye

devam etti. Ertesi gün Dr.Najat yine o gecekondu mahallesindeydi. Çocukları alıp bir

hamama götürdü. Çocuklar uzun yıllardan beri ilk kez güzel bir banyo yapıyorlardı. Sonra

onları evine götürerek onlara kocasından ve onun arkadaşlarından aldığı kıyafetlerden

dağıttı. Birdenbire, çocuklar kot pantolonlar ve temiz T-şörtler içinde normal çocuklar gibi

görünmeye başlamışlardı.

Sonra işler birbirini kovaladı. Dr.Najat onlara terk edilmiş bir ev buldu. Yaptığı

araştırmada evin bir yetim yurduna ait olduğunu öğrendi. Yurdun yöneticileri ile bir

anlaşma yaptı ve tamiratları üstlenmek şartı ile onun ve çocukların evi kullanmalarına izin

verdiler. Tamiratlar ayarlandı ve şimdi çocukların artık bir evleri vardı. Sokağa ve sokakta

uyumaya mahkûm değillerdi. Yakınlardaki bir otel bunu işittiğinde çocuklara yatak

yardımında bulundu. Bu şekilde sevgi ve şefkat ağacı büyümeye devam etti.

Sonra bir gün bir eğitimci geldi ve Dr.Najat’ın yaptıklarına katkıda bulunmak istedi.

Başka yerlerden bağış alıp alamayacağını sordu. Bunun üzerine Dr. Najat uçakla ülkesi

Fransa’ya gitti. Orada yaptığı temaslarla Air France’dan, Fransız Hükümetinden ve diğer

değişik kaynaklardan 20.000 USD tutarında bağış topladı. Bu para ile küçük bir okul açtı

ve bir eğitim projesi başlattı.

Bu okulu bitiren ve artık Dr.Najat’ın bakımına ihtiyacı olmayan çocuklar saygıdeğer

vatandaşlar gibi hayata atılmakta ve onlardan boşalan yerlere de hemen başka çocuklar

alınmaktadır. Mumlar yakılmıştır, şimdi beklenen o yakılan mumların kendilerinin başka

mumları yakmalarını sağlamaktır.

Şöyle güzel bir söz vardır, “Herkesi sevin, Herkese hizmet edin!” Birçoğumuz

bu sözü birkaç kez değil, defalarca işitmişizdir. Ancak işte bu sözü yaşamlarımızı

değiştirmesi için kullanmıyoruz. İşte Dr.Najat bu sözü uygulamaya koyan insanlardan

biridir. Bu nasıl gerçekleşmiştir? Çünkü bizler dışarıdan gelen bu sözü kulaklarımız ile

işitiyoruz, halbuki Dr.Najat içinden gelen sese kulak vererek kalbi ile dinlemiştir. Tek fark

buradadır, bunu bir düşünün!

Page 45: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

45

24- 2004/55

SİZ TANRI MISINIZ?

Soğuk bir akşamda altı yaşlarında bir çocuk mağazanın vitrininden içeri bakıyordu.

Küçük çocuğun ayakkabıları yoktu ve kıyafetleri de parçalanmıştı. O sırada oradan

geçmekte olan bir bayan küçük çocuğu fark etti. Çocuğun yanına gitti ve elinden tutarak

onu dükkândan içeriye soktu. İçerde ona bir ayakkabı,

yeni kıyafetler, kazaklar ve güzel bir mont aldı. Dışarıya

çıktıklarında bayan çocuğa şöyle dedi, “Şimdi eve

gidebilir ve güzel bir Noel tatili geçirebilirsin.”

Küçük çocuk kadının yüzüne bakarak meraklı bir

şekilde sordu, “Afedersiniz, siz Tanrı mısınız Madam?”

Kadın gülümseyerek yanıtladı, “Hayır oğlum, ben

yalnızca O’nun çocuklarından biriyim.”

Çocuğun yüzü aydınlanmıştı, “Aha” dedi, “Ben bir akrabalığınız olduğunu

anlamıştım zaten.”

25- 2004/56

MASA ÖRTÜSÜ

Rob Reid yeni rahip olmuştu. Ekim ayının başlarında eşi ile beraber ilk görev yeri olan New York’un kenar mahallerindeki kiliseye doğru yola çıktılar. Kiliseye vardıklarında onları bir hayal kırıklığı bekliyordu. Atandığı kilisenin binası eski püskü, yıpranmış ve heryeri tamir isteyen bir bina idi. Karı koca kendilerine hedef olarak Aralık ayındaki Noel Törenine kadar kilisenin eksikliklerini tamamlamayı seçtiler.

Çok çalıştılar, oturma sıralarını teker teker elden geçirdiler. Tamir edip boyayıp cilaladılar. Duvarları tamir ettiler, boyadılar, süslediler.

Page 46: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

46

Aralığın 18’i geldiğinde yaptıkları planın önünde gidiyorlardı ve işi bitirmek üzereydiler. Ancak 19 Aralık’ta müthiş bir fırtına çıktı. Bölgeyi vuran büyük kasırga iki gün boyunca dinmedi.

Ayın 21.inde rahip kiliseye gitti. Gördüğü manzara karşısında üzüntüye kapıldı. Çatıdan içeriye su girmiş ve bu yüzden ön duvarda hasara yol açmıştı. Kürüsünün/mimberin tam arkasındaki duvardaki sıvaların baş hizasında takribi 2 metreye 6 metre ebadındaki bir bölümü düşmüştü.

Rahip ortalığı temizlemeye girişti. 3 gün sonraki Noel Törenini ertelemekten başka ne yapacağını bilemiyordu. Eve geri dönerken bir dükkânda kullanılmış eşyelar satıldığını görünce inip bir bakmak istedi. Bitpazarı gibi bir yerdi ve hayır olsun diye eşyalar oldukça ucuza satılıyordu. İçeriye girdiğinde gözüne çarpan şey bir masa örtüsü oldu. Bu örtü tığ ile elde işlenmiş, çok güzel süslenmiş fildişi renginde harika bir sanat eseriydi. Tam ortasında büyük bir haç resmi bulunuyordu. Rahip gözünde canlandırarak bu örtünün takriben kilisenin duvarındaki sıvası düşmüş bölümün büyüklüğünde olduğunu tahmin etti. Örtüyü satın aldı ve tekrar kiliseye geri gitti.

Bu sırada kar yağmaya başlamıştı. Yaşlı bir kadın koşarak duraktaki otobüsü yakalamaya çalışıyordu. Ancak otobüs onu fark etmedi ve uzaklaştı. Bunun üzerine rahip yaşlı kadını 45 dakika sonraki beklemek üzere kilisenin içine davet etti. Kadın sıralardan birine oturdu ve beklemeye başladı. Bu arada rahip bir merdiven getirdi. Satın aldığı örtüyü bir duvar halısı gibi sıvası dökülmüş bölüme asmaya niyetliydi. Rahip örtünün duvardaki hasarlı bölümü tamı tamına kapattığını görünce hayretler içinde kaldı. Örtü bulunduğu yere çok yakışmıştı ve çok güzel görünüyordu.

O sırada yaşlı kadın oturduğu sıradan kalkmış, aradaki koridordan kürsüye doğru yürümeye başlamıştı. Yüzü bembeyaz olmuştu. “Sayin rahip” diye seslendi, “Bu masa örtüsünü nereden buldunuz?” Rahip olanları anlattı. Kadın ona masa örtüsünün sağ alt köşesinde EBG harfleri bulunup bulunmadığına bakmasını istedi. Rahip merdivenle örtüye çıktı ve olduğunu söyledi. Bu harfler bu yaşlı bayanın isminin baş harfleriydi. Kendisi bu masa örtüsünü 35 yıl önce Avusturya’da iken dokumuştu. Kadın bunca yıl sonra rahibin örtüyü bulmasına çok şaşırmıştı, gözlerine inanamıyordu.

Rahibe savaştan önce kocası ile Avusturya’da oldukça iyi bir yaşamları olduğunu anlattı. Naziler geldiklerinde evini terk etmek zorunda kalmıştı. Kocasını almış götürmüşler, kendisini de bir esir kampına atmışlardı. Evini de kocasını da bu olaydan sonra bir daha görememişti.

Bunun üzerine rahip hemen masa örtüsünü aşağıya indirerek yaşlı kadına vermek istedi. Fakat yaşlı kadın masa örtüsünün yerinin kilise olduğunu, o örtüyü orada görmekten çok mutlu olacağını söyledi. Rahip kadının bu jesti üzerine onu evine kadar götürüp bırakmayı teklif etti. En azından bu kadarını yapabilirdi. Kadın şehrin diğer tarafında oturuyordu ve o mahalleye temizlik işi için gelmişti.

Noel Akşamı geldi ve kilisede çok güzel bir Noel Kutlaması yapıldı. Kilise tamamen dolmuştu. Dualar edildi, müzikler çalındı ve ilahiler söylendi. Törenin sonuna gelindiğinde rahip ve karısı kapıya giderek herkesi yolcu etmeye başladılar. Çok sayıda insan kiliseye tekrar geleceklerini söylediler. Rahibin mahalleden tanıdığı yaşlı bir adam sıralardan birine oturmuş, duvara asılmış olan masa örtüsüne bakıyordu. Rahip herkes gittiği halde

Page 47: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

47

adamın neden hala orada oturduğunu merak etti. Yaşlı adam rahibe duvarda asılı olan masa örtüsünü nereden bulduğunu sordu. Bu masa örtüsünün İkinci Dünya Savaşından önce Avusturya’da yaşarken karısının işlediği masa örtüsüne çok benzediğini söyledi. İki masa örtüsü birbirine nasıl bu kadar benziyebilirdi? Yaşlı adam rahibe Naziler geldiğinde karısının kaçmasına yardım ettiğini, kendisinin de onu takip etmek için plan yaptığını, ama sonra yakalanarak tutuklandığını ve hapsedildiğini anlattı. Ne karısını, ne de evini 35 yıldan beri görmüyordu.

Rahip, yaşlı adama kendisini ile kısa bir geziye çıkarmak istediğini söyledi. Beraber arabaya binerek Staten Island’a gittiler ve üç gün önce rahibin yaşlı kadını bıraktığı evin önüne geldiler. Rahip yaşlı adama evin önündeki merdivenleri tırmanması için yardım etti. Kapıyı çaldı ve düşünebileceği en güzel Noel Kutlamasına şahit oldu.

Rahip Rob Reid,

26- 2004/57

NUH PEYGAMBER’DEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

Ben Bilmem Gereken Herşeyi Nuh Peygamber’in Gemisinden Öğrendim

BİR: Sakın gemiyi kaçırma!

İKİ: Şunu sakın unutma, hepimiz aynı gemideyiz.

ÜÇ: Geleceği düşün ve planla, Nuh gemiyi yapmaya başladığında yağmur yağmıyordu.

DÖRT: Sağlıklı ve zinde ol! 60 yaşına geldiğinde birisi senden büyük bir şey inşa etmeni isteyebilir

BEŞ: Eleştirilere kulak asma, yalnızca yapman gereken görevini yerine getir.

Page 48: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

48

ALTI: Geleceğini yükseklere inşa et.

YEDİ: Emniyet ve güvenli kaçısından çiftler halinde yolculuk yap.

SEKİZ: Hızlı olmak her zaman avantaj getirmez. Salyangozlar da çitalarla aynı gemidelerdi.

DOKUZ: Gergin ve kızgın olduğun zamanlarda biraz denize açıl.

ON: Şunu unutma, Nuh'un Gemisini amatörler, Titanik’i de profesyoneller yaptı.

27- 2004/60

ÖRDEK

Küçük çocukken Johnny ve kızkardeşi Sally birlikte yaz tatilini geçirmek üzere dedesinin ve anneannesinin çiftliğine gitmişlerdi. Johnny’e ormanda talim yapması için bir sapan vermişlerdi. Oğlan ormanda uzun süre talim yapmasına rağmen hedefi vurmayı başaramıyordu. Cesareti kırılmış vaziyette öğle yemeği için eve doğru yöneldi.

Yolda yürürken Anneannesinin çok sevdiği ördeği gördü. İçinden gelen bir güdü ile sapanı doğrulttu ve ördeğe doğru nişan aldı. Ördeği direk olarak kafadan vurdu ve öldürdü. Bunun üzerine hem büyük korkuya kapıldı hem de çok üzüldü. Panik halinde ördeğin ölü bedenini odun yığınlarının arkasında gözükmeyen bir yere sakladı. Odunların arasından çıktığında kızkardeşi Sally’nin kendisini izlediğini fark etti. Onun ne yaptığını görmüştü. Kız kardeşi hiçbir şey söylemeden içeriye gitti.

Yemekten sonra anneanne Sally’e seslendi, “Sally haydi gel beraber bulaşıkları yıkayalım.” Sally şöyle yanıtladı, “Anneanne Johnny bana mutfakta yardım etmek istediğini söylemişti.” Johnny’e bakarak gözünü kırptı. Bunun üzerine Johhny

bulaşıkların hepsini yıkadı.

Ertesi gün dedeleri çocuklara balığa gitmek isteyip istemediklerini sordu, Ancak o sırada anneanne öne atıldı, “Özür dilerim ama Sally’nin bana yemek hazırlamakta yardım etmesi gerekiyor.” Sally yine gülümsedi ve şöyle dedi, “Anneanne Johnny benim yerime sana yardım etmek istediğini söylemişti. Yine Johnny’e bakarak işaret yaptı ve fısıldayarak “Ördeği hatırlıyor musun?” diye sordu. Bunun üzerine balık tutmaya Sally gitti, Johnny de yemek yapmaya yardım etmek üzere evde kaldı.

Page 49: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

49

Aradan birkaç gün geçti. Johnny hem kendi görevlerini ve hem de Sally’nin görevlerini yapmaya deavm ediyordu. Artık daha fazla dayanamadı. Anneannesine giderek ördeği kendisinin vurduğunu itiraf etti.

Anneannesi aşağıya doğru eğildi, Johnny’e sarıldı ve şöyle dedi, “Biliyorum sevgili oğlum. Ben o sırada pencereden dışarıya bakıyordum ve her şeyi gördüm. Ben seni affediyorum, çünkü seni çok seviyorum. Ben yalnızca Sally’nin seni köle olarak kullanmasına daha ne kadar süre dayanabileceğini merak ediyordum.”

Günün Sözü ve bundan sonraki her günün sözü:

Geçmişinizde ne yaşandı ise yaşandı bitti. Yalan, korku, öfke, nefret, kin, affetmeme, öç alma arzusu v.s. gibi düşmanlar yaptığınız şeyi sizin yüzünüze vurmaya devam ediyorlar.

O suçunuz her ne ise şunu gayet bilin ki o sırada Tanrı sizi pencereden izliyordu ve her şeyi gördü. O aslında sizin tüm hayatınızı en ufak noktasına kadar gayet iyi bilmektedir Sizin şunu iyi bilmenizi istiyor ki, O sizi çok sevmektedir ve sizi affetmiştir.

Tek merak ettiği şey de şu şeytanların sizi daha ne kadar süre ile kullanmalarına izin vereceğinizdir. Tanrı’dan af dilediğinizde O sizi yalnızca affetmekle kalmaz, ne yaptığınızı unutur da!

Haydi şimdi gidin ve birisinin yaşamında bir değişiklik yapın!

Page 50: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

50

28- 2004/65

STAY HUNGRY STAY FOOLISH (AÇ KALIN, AKILSIZ KALIN!)

SEVDİĞİNİZ ŞEYİ KEŞFEDİN

Apple Computer’in dünyaca ünlü CEO’su Steve Jobs 12 Haziran 2005 tarihinde Stanford Üniversitesi Mezunlarına hitap ederek bir konuşma yapmak üzere davet edilmişti. Onun konuşması 3 bölümden oluşmuştu ve ikinci ve üçüncü bölümleri tamamen sevgi, kaybetmek ve ölüm üzerine idi. Kendisi ölüm için ‘Yaşamın en büyük buluşu’ diyordu.

Aşağıda sizlere bu konuşmayı sunuyoruz:

“Bugün burada sizin dünyanın en iyi üniversitesini bitirdiğiniz Diploma Töreninde sizlerle birlikte olmaktan

dolayı onur duyuyorum ve çok mutluyum. Ben üniversiteden mezun olmadım, doğruyu söylemek gerekirse bir üniversite mezuniyetine en çok yaklaştığım an bu andır. Bugün ben size kendi yaşamımdan üç hikâye anlatmak istiyorum. Merak etmeyin uzun değil, yalnızca üç kısa hikâye.

Birinci hikâyem noktaları birleştirmekle ilgili;

“Reed College” üniversitesine başladıktan altı ay sonra zihnen okuldan ayrılmıştım. Fakat tamamen kaydımın silinmesine kadar daha bir 18 ay daha üniversitede varmışım gibi gözüktüm. Peki neden okumaktan vazgeçmiştim?

Bunun sebebi benim doğumumdan daha önceye uzanıyor. Benim biyolojik annem hamile kaldığında genç ve bekâr bir üniversite öğrencisi idi. Beni doğurmadan çok daha önce okuyabilmek için beni evlatlık vermeye karar vermişti. Herşey ayarlanmıştı ve doğumdan hemen sonra beni bir avukat ve eşi evlatlık olarak alacaklardı. Ancak ben doğduğum anda bu niyetlerinden vaz geçtiler çünkü bir kız çocuk bekliyorlardı. Bu yüzden bekleme listesinde olan şimdiki aileme geceyarısı bir telefon geldi. “Beklenmedik bir bebeğimiz oldu, onu ister misiniz?” diye soruldu. Şimdiki annem ve babam “Tabii ki” diye cevap verdiler. Ancak biyolojik annem şimdiki annemin üniversiteyi bitirmemiş olduğunu ve hatta babamın liseyi bile bitirmemiş olduğunu öğrenince evlatlık verme kâğıtlarını imzalamayı reddetti. Ancak birkaç ay sonra bizimkiler ona beni üniversiteye göndermek için söz verdikleri zaman razı olmuştu.

Gerçekten de 17 yıl sonra ben üniversiteye gittim. Fakat biraz tecrübesizliğim ve biraz da aptallığım ile neredeyse Stanford Üniversitesi kadar pahalı bir üniversiteyi seçmiştim. Ailemin tüm birikimleri benim üniversite okuma masrafına harcanıyordu. Altı ay sonra ben bunu çok anlamsız bulmaya başlamıştım. Ben yaşamımda ne olmak istediğimi ve ayrıca da üniversitenin buna nasıl yardımcı olacağını bilmiyordum. Bu

Page 51: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

51

yüzden üniversiteyi bırakmaya ve okumayı terk etmeye karar verdim. Bunun sonunda her şeyin iyi olacağına tüm gücümle inanıyordum. O zaman bu kararı vermek çok zordu, ama şu anda bu yaptığımı hatırladığımda vermiş olduğum en iyi kararlardan biri olduğunu görüyorum. Bırakmaya karar verdiğim anda beni hiç ilgilendirmeyen dersleri bırakabilir ve benim geçekten ilgi duyduğum dersleri almaya başlayabilirdim.

Ancak hiç de romatik değildi. Benim üniversitenin yurdunda bir odam yoktu ve bir arkadaşımın odasında yerde uyuyordum. İade edilmeyen Coca Cola şişelerini toplayarak şişe başına 5 cent depozitolarını alıyor ve bu para ile de yiyecek satın alıyordum. Doğru dürüst bir yiyecek yiyebilmek için her Pazar akşamı yürüyerek 12 km uzaktaki Hare Krishna Tapınağına kadar yürüyordum. Sonradan merakımın ve içgüdülerimin beni yönlendirdiği bu yolda pahası biçilmez tecrübeler edindinmiştim. Size bir örnek vereyim;

Reed College o zamanlar ülkedeki en iyi kaligrafi, yani el yazısı ve hattatlık dersleri veriyordu. Üniversitenin kampüsünde asılan her poster, çekmecelere yapıştırılan her etiket çok güzel bir şekilde el yazısı ile yapılıyordu. Okulu bıraktığım ve almam gereken dersleri almak zorunda olmadığım için el yazısı ve hattatlık dersi almaya karar verdim. Serif ve Sans Serif harf karakterlerini ve harflerin arasında çeşitli kombinasyonlara göre ne kadar mesafe bırakılması gerektiğini bu şekilde öğrendim. Daktilo ve tipografi(belirli tipte baskı yapma tekniği) en güzel şekilde nasıl yapılmalı idi, burada öğrendim. Bu çok güzeldi, tarihe dayanıyordu ve sanat içeriyordu. O kadar ince bir teknik idi ki bilim bunu kavrayamıyordu ve ben bunu büyüleyici buluyordum.

Bu öğrendiklerimin benim nerede işime yarayacağını ve gelecekte nasıl bir uygulama alanı bulacağını hiç bilmiyordum. Fakat 10 yıl sonra biz ilk Macintosh bilgisayarın tasarımını hazırlarken aldığım bu dersi hatırladım. Ve bu bilgileri ilk Mac’i yaparken kullandık. Güzel bir tipografisi olan ilk bilgisayarı üretniştik. Eğer ben üniversideki ilk yılımda almam gereken dersleri bırakıp bu el yazısı dersini almamış olsa idim, Mac bilgisayarı böyle güzel çok yüzlü yazım şekillerine ve orantısal olarak güzel ayarlanmış yazı formatlarına sahip olmayacaktı. Windows programı da tamamen Mac’i kopyalamış olduğundan dolayı dolayısıyla hiçbir kişisel bilgisayar bu güzelliğe sahip olamayacaktı. Eğer ben okulu bırakmamış olsaydım bu kaligrafi(el yazısı ve hattatlık) dersine girmeyecektim ve belki de kişisel bilgisayarların böyle güzel bir yazı şekilleri olmayacaktı. Tabi o zamanlar ben daha üniversitede iken noktaları böyle birleştiremiyordum. Fakat on yıl sonra geriye dönüp baktığımda bunu çok açık bir şekilde görüyorum.

Yani siz noktaları geleceğe bakarak birleştiremezsiniz, ancak geriye doğru baktığınızda birleştirebiliyorsunuz. Yani bir anlamda siz noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmayı sürdürmeniz lazım. Bir şeye inanmanız gerekiyor- buna içgüdü, yaşam, kader, karma ne derseniz deyin. Bu yaklaşım beni hiçbir zaman yolda bırakmadı ve yaşamımda değişiklikler yapmamı sağladı.

İkinci hikâyem sevgi ve kaybetmek üzerine;

Ben çok şanslıydım- Sevdiğim işi yapmayı çok genç yaşlarda keşfettim. Woz ve ben Apple şirketini bizim evin garajında yaptığımız çalışmalarla kurduk. O sıralar 20 yaşındaydım. Biz çok çalıştık ve 10 yıl içinde Apple şirketi iki kişiden 400 çalışanı olan 2

Page 52: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

52

Milyar Dolarlık bir şirket haline gelmişti. O sırada o güne kadar yaptığımız en iyi ürünü Macintosh’u çıkarmıştık ve ben de 30 yaşıma basmıştım. Ve o sırada kovuldum. İnsan kendi kurduğu şirketten nasıl kovulabilir? Yani şöyle oldu. Biz Apple çok büyüyünce şirketi bizimle birlikte yönetmesi için birisini işe almıştık. Benim kanıma göre çok yetenekli idi. İlk yıl işler yolunda gitti. Fakat daha sonra geleceğe dair bakış açılarımız birbiri ile tamamen çakışmaya başladı. Ve tabi en sonunda yollarımız ayrıldı. O sırada Yönetim Kurulu Başkanımız onunla aynı fikirde olduğu için ben 30 yaşımda dışarıda kaldım. Tüm yaşamım boyunca yapmak istediğim şey, yaşam hedefim elimden alınmıştı. Hayatım mahvolmuştu.

Birkaç ay ne yapacağımı bilemedim. Sopayı elimden yere düşürmüşüm ve bayrak yarışında benden önce koşanları hayal kırıklığına uğratmışım gibi geliyordu. David Packard ve Bob Noyce ile buluştum ve işleri mahvettiğim için özür diledim. Ben tam bir başarısızlık simgesiydim. Her şeyi bırakıp bir yerlere gidip saklanmayı bile düşünüyordum. Fakat yavaş yavaş içimde bir şeyler uyanmaya başladı. Ben yaptığım işi çok seviyordum. Apple şirketinde olup bitenler ve yaşadıklarım bunu azıcık olsun değiştirmemişti. Ben kovulmuştum, uzaklaştırılmıştım, fakat işte hala yaptığım işe aşıktım. Bu yüzden tekrar en baştan başlamaya karar verdim.

O zamanlar maalesef farkında değildim, ama ondan sonraki olaylar bana Apple’dan kovulmamın hayatımda başıma gelen en iyi şey olduğunu gösterdi. Başarılı olmanın verdiği ağırlık duygusu yerini yeni bir başlangıç yapmanın verdiği hafifliğe bırakmıştı. Yaşamım boyunca bu süreçteki kadar yaratıcı olmamıştım.

Bundan sonraki beş yıl boyunca NeXT adında yeni bir şirket kurdum. Ayrıca Pixar diye başka bir şirket kurdum. Pixar dünyanın ilk animasyon filmini üretti, adı Toy Story idi. Pixar bütün dünyada en iyi animasyon stüdyosu idi. Sonra ilginç bir olaylar silsilesi ile Apple Şirketi NeXT firmasını satın aldı ve ben Apple’a geri döndüm. O sıralar bizim NeXT firmasında geliştirdiğimiz teknoloji şimdi Apple’ın yeni ürünlerinin kalbi olmuştu. Apple şirketi rönasansı yaşıyordu. Sonra Laurene ve ben birlikte çok güzel bir aile kurduk.

Ben şuna eminim ki ben Apple’dan kovulmasaydım bunların hiçbirisi başarılamayacaktı. Bu çok acı bir ilaçtı, fakat sanıyorum hastanın buna ihtiyacı vardı. Bazen yaşam sizin başınıza bir tuğla ile vurur. İnancınızı kaybetmeyin. Ben şuna inanıyorum ki benim yola devam etmemi sağlayan şey benim yaptığım işi sevmemdi. Sizler de sevdiğiniz şeyi arayıp bulmalısınız. Bu işiniz de olabilir, etrafınızdaki insanlar da! İşiniz yaşamınızın büyük bir bölümünü oluşturacağı için tam anlamı ile tatmin olabilmeniz için yaptığınız işin büyüklüğüne tamamen inanmanız gerekmektedir. Ve başarılı bir iş yapabilmek için gerekli olan şey de yapmak durumunda olduğunuz işi sevmenizdir. Eğer henüz onu arayıp bulamadınız ise aramaya devam edin. Bir yerde oturup kalmayın! Aynı kalple ilgili olan işlerde olduğu gibi, onu bulduğunuzda anlayacaksınız. Ve herhangi bir ilişkide olduğu gibi yıllar geçtikçe daha da güzelleşecek ve iyileşecektir. Bu yüzden bulana kadar aramaya devam edin. Yerleşmeyin!

Page 53: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

53

Üçüncü hikâyem ölüm üzerine,

Ben 17 yaşında iken şuna benzer bir şey okudum, “Eğer her günü yaşamınıdaki son gününüz gibi yaşarsanız, günün birinde mutlaka haklı çıkacaksınız.” Bunu okuduğumda benim üzerimde büyük bir etki bıraktı. O günden bugüne kadar 33 yıl geçti. Ben her sabah aynanın karşısına geçtim ve kendime şöyle sordum, “Eğer bugün yaşamının en son günü olsaydı şimdi yapmak üzere olduğun şeyi yapar mıydın?” Ve cevabın “Hayır” olduğu üst üste birkaç gün olduğunda ben yaşamımda bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anlıyordum.

Yaşamımda büyük seçimler yapmamı sağlayan şey her zaman yakın zamanda öleceğimi hatırlamam oldu. Çünkü herşey yani, beklentiler, gurur, yenilgiye uğrama korkusu, utanma korkusu v.s. ölümün karşısında önemlerini yitiriyor. Geriye gerçekten bizim için önemli olan şeyler kalıyor. Günün birinde ve hatta görece kısa bir süre sonra öleceğinizi hatırlamak, kaybedeceğiniz şeyleri hatırlama tuzağından bizi kurtarıyor. Siz zaten çıplaksınız, yani sahip olduğunuz hiçbirşey yok. Bu yüzden kalbinizin gösterdiği yoldan gitmemek için en ufak bir sebep yok.

Takriben bir yıl kadar önce bana kanser teşhisi konuldu. Sabahleyin tomografim çekildi ve pankreasımda bir tümör olduğu ortaya çıktı. Ben o zamana kadar pankreas nedir onu bile bilmiyordum. Doktorlar bana bu hastalığın neredeyse tedavisinin olmadığını söylediler. Altı ay kadar bir ömrüm kaldığını söylediler. Doktorum bana eve giderek işleri yoluna koymamı söyledi, bu onların ölüme hazırlanma kuralları imiş. Bu eve gidip önünüzdeki 10 yıl boyunca çocuklarınıza söyleyeceğiniz şeyleri bir iki ayda söylemeye benziyordu. Tandıklarınıza ve sevdiklerinize elveda diyebilecektiniz.

O teşhis ile bütün gün yaşadıktan sonra akşama doğru bana biyopsi yaptılar. Boğazımdan içeri bir endoskop soktular, midemden geçip bağırsaklarımda kadar ulaştı. Pankreasıma bir iğne sokarak tümörden parça aldılar. Ben ilaçla uyutulmuştum, fakat eşim endoskopi sırasında doktorların yanında imiş ve alınan hücreleri mikroskopun altında incelediklerinde doktorlar bunun çok ender rastlanan bir pankreas kanseri olduğunu söylemişler. Sevinç içinde ameliyat olarak kurtulabileceğimi söylemişler. Ben ameliyatı oldum ve şimdi iyiyim.

Bu benim ölümle en çok yakınlaştığım bir zamandı ve umarım daha onyıllar boyunca bir daha karşılaşmam. Bunu yaşamış bir kişi olarak size şunu daha kesin olarak söyleyebilirim ki ölüm çok faydalı fakat bir o kadar da yalnızca entelektüel bir kavramdır.

Hiç kimse ölmek istemez. Hatta cennete gitmek isteyen insanlar bile oraya gitmek uğruna ölmeyi istememektedirler. Ancak işte ölüm bizim hepimizin paylaştığı bir sondur. Hiç kimse bu sondan kaçmayı başaramamıştır. Ve bu böyle olmak zorundadır, çünkü Ölüm ‘Yaşamın’ en büyük icadıdır. Yaşamın kendisini değiştirme vasıtası ve aracıdır. Yaşlıyı yok ederek ortalığı temizlemekte ve yenisi için yer açmaktadır. Şu anda siz

Page 54: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

54

yenisiniz, fakat şu andan çok uzak olmayan bir gelecekte yaşlı olan siz olacaksınız ve temizleneceksiniz. Bu kadar dramatik olduğum için kusura bakmayın ama bu tamamen bir Hakikat’tır.

Önünüzdeki zaman sınırlıdır, bu kısa süreyi başka bir insanın yaşamını yaşayarak boşa harcamayın. ‘Başka insanlar ne der?’ dogmasının/boş inanışının sizi tuzağa düşürmesine izin vermeyin. Ve her şeyden önemlisi kalbinizin sesini ve içgüdülerinizi takip etme cesaretine sahip olun. Bunlar sizin gelecekte gerçekten ne olmak istediğinizi bir şekilde bilmektedirler. Başka herşey ikinci sırada gelmelidir.

Benim gençliğimde “Bütün Dünya” diye bir dergi vardı ve herkes bu dergiyi okur ve bilgi alırdı. Buraya çok uzak olmayan Menlo Park adlı bir yerde Steward Brand isminde birisi tarafından yayımlanıyordu. O şiirsel anlatımı ile bu dergiyi yaşama geçirmişti. O zamanlar 1960’lı yılların sonundaydık ve daha henüz bilgisayarlar keşfedilmemişti. Bu yüzden dergiyi yayımlarken daktilolar, makas ve polaroid fotoğraf makinaları filan kullanılıyordu. Sizin anlayabileceğiniz şekilde anlatmam gerekirse Google’ın bir mecmua şeklinde basılmış şekli idi. Google doğmadan 35 yıl önce idealist bir düşünce ile, basit aletlerle ama büyük bir anlayış ve bakış açısı ile hazırlanıyordu.

Stewart ve ekibi beraberce “Bütün Dünya” nın birçok sayısını ortaya çıkardılar ve sonra artık dergi misyonunu tamamlayınca 1970’lerin ortasında son bir sayı daha bastılar. O zamanlar ben sizin şimdiki yaşınızdaydım. Son sayının en arka kapağında bir fotoğraf basmışlardı. Fotoğraf bir taşrada doğanın ortasındaki bir yol fotoğrafı idi. Fotoğrafa bakınca kendisinizi o yolda otostop yapmakta olan biri gibi hissediyordunuz. Fotoğrafın altında şu sözler yazılı idi, “Aç Kalın, Akılsız Kalın” Sanki dergi basımını bıraktıkları ve son sayıyı bastıkları için bir veda mesajı verir gibiydiler. Ben her zaman bu mesajı kendim için almak ve yaşamıma uygulamak istemiştim. Ve şimdi siz mezun olup yeni bir hayata başlamak üzere olduğunu için aynı dileği sizler için de diliyorum. Lütfen “Aç Kalın, Akılsız Kalın” Hepinize çok teşekkür ederim.

29- 2004/66

VAAZLAR FAYDALIDIR

Kilise müdavimi olan bir adam bir gün bir gazete editörünün okuyucu mektupları bölümüne bir mektup yazarak her Pazar sabahı kiliseye gitmenin hiçbir faydası olmadığını söyledi.

“Ben 30 yıldan beri kiliseye gidiyorum” diye yazdı, “Bugüne kadar 30.000’den fazla vaaz konuşması(Rahiplerin dua öncesi yaptığı konuşma) dinledim. Fakat bana sorsanız şu anda bir tanesini bile hatırlamıyorum. Bu yüzden zamanımı boşa harcadığımı ve hatta rahiplerin de

Page 55: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

55

vaaz vererek kendi zamanlarını boşa harcadıklarını düşünüyorum.”

Bu yazı doğal olarak bir tartışma başlattı. “Editöre Mektuplar” köşesine bu konuda mektuplar yağmaya başladı. Tabi bu durum editörün çok hoşuna gidiyordu. Bu tartışma haftalar boyunca devam etti, ta ki günün birinde bir adam şu yazıyı arabulucu yazıyı yazana kadar.

“Ben 30 yıllık evliyim. Bu arada eşim bana 32.000’den daha fazla yemek hazırladı. Ne kadar düşünürsem düşüneyim o yemeklerdeki menüleri hiç hatırlayamıyorum. Fakat şunu gayet iyi biliyorum: bütün o yemekler beni besledi ve bana güç verdi. Bu şekilde hayatımı devam ettirebildim ve işime gidebildim. Eğer ben o yemekleri yemeseydim bugün yaşamıyordum.”

Bu yazıdan sonra okuyucu köşesine bu konuda başka yorum yapılmadı.

Courtesy: East and West Series, Feb 2004

30- 2004/67

TANRI VAR OLAN HERŞEYİ YARATMIŞ MIDIR?

Üniversitede bir profesör öğrencilerine şu soruyu sordu ve tartışma yarattı: Tanrı Var Olan her şeyi yaratmış mıdır?

Genç bir öğrenci cesaretle ileri atıldı ve “Evet, yaratmıştır” diye cevap verdi. Bunun üzerine profesör devam etti, “Eğer Tanrı her şeyi yarattıysa o zaman kötülüğü de yarattı, yani o zaman Tanrı da kötü demektir.” Öğrenci profesörün bu sözlerine cevap vermedi. Kendisi güya Tanrı’ya inanmanın boş olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

Bu sırada başka bir öğrenci parmağını kaldırdı ve “Bir soru sorabilir miyim?” diye sordu. “Tabii ki” diye profesör izin verdi.

Genç öğrenci ayağa kalktı ve “Efendim acaba soğuk diye bir şey var mıdır?” diye sordu. Profesör cevap verdi, “Nasıl bir soru bu böyle? Elbetteki soğuk vardır. Sen hiç üşütüp hasta olmadın mı?”

Genç öğrenci devam etti, “Aslında efendim, soğuk yoktur. Fizik kanunlarına göre soğuk olarak nitelediğimiz durum yalnızca sıcaklığın olmadığı durumdur. Her cisim enerji, yani ısı yayar ve yaydığı ısı ölçülebilir. Soğuk ölçülebilen bir şey değildir. “Mutlak Sıfır” diye nitelendirdiğimiz seviye sıcaklığın hiç olmadığı durumdur, fakat soğukluk diye bir şey yoktur. Bizim yaptığımız şey, bedenimizi sıcak hissetmediğimizde durumu anlatmak için bir terim yaratmaktan ibarettir.” Öğrenci devam etti, “Sayın hocam, peki karanlık var mıdır?”

Page 56: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

56

Profesör cevapladı, “Tabii vardır.” Genç öğrenci yine aynı şekilde karşılık verdi, “Efendim yine yanıldınız. Karanlık da yoktur. “Karanlık da ışığın olmadığı durumdur. Işık üzerinde işlem yapabilirsiniz, karanlık üzerinde deney de işlem de yapamazsınız. Karanlığı bükemezsiniz. Küçük bir ışık huzmesi karanlığı delip geçer ve üzerine düştüğü cismi aydınlatır. Bizler ışığın hiç olmadığı bir durumu tarif edebilmek için “karanlık” diye bir terim yaratmışızdır.”

En sonunda öğrenci şöyle bir soru sordu, “Hocam kötülük var mıdır?” Profesör hemen cevapladı,” Tabii ki var. Biraz önce söylediğim gibi dünyanın her tarafında şiddet, zulüm, suç ve zorbalık görüyoruz. Bunların hepsi kötüdür.”

Öğrenci devam etti, “Efendim, kötülük de yoktur. Kötülük diye bir şey yoktur. Biraz önceki örneklerde gördüğümüz gibi kötülük bir insanın kalbinde Tanrı’nın olmadığının sonucunda ortaya çıkan durumu tarif etmek için insanın icat ettiği bir tabirdir.

Bunun üzerine profesör boynunu eğdi, cevap vermedi ve sustu. Genç öğrencinin ismi “ALBERT EINSTEIN” idi.

31- 2004/69

BARDAĞI AŞAĞIYA İNDİRİN

Bir üniversitede bir profesör bir gün derse içinde su dolu bir bardağı elinde tutarak başladı. Bardağı herkesin görmesi amacı ile yukarıya doğru kaldırarak öğrencilerine sordu, “Sizce bu bardağın ağırlığı ne kadardır?”

Öğrenciler çeşitli cevaplar verdiler, “50 gram, 100 gram, 125 gram v.s.” “Bardağı tartmadıkça ne kadar ağırlıkta olduğunu bilemem” diye profesör devam etti. “Fakat benim asıl sorum şudur: Sizce ben bu bardağı böyle birkaç dakika havada tutmaya devam edersem ne olur?” “Hiçbir şey olmaz” diye öğrenciler cevap verdiler. “Pekâlâ, ben bu bardağı bir saat boyunca böyle havada tutsam ne olur?” diye profesör devam etti. Kolunuz ağrımaya başlar” diye bir öğrenci yanıtladı.

“Çok haklısın, pekala ben bu bardağı böyle bir gün boyunca havada tutsam ne olur?”

Page 57: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

57

“Kolunuz uyuşur, büyük ihtimalle koldaki kaslara kramp girer ve hatta kolunuz felç bile olabilir. Kesin hastaneye gidip tedavi olmanız gerekir” diye bir öğrenci cevapladı. Tüm öğrenciler beraberce gülmeye başladılar.

“Çok güzel. Şimdi bana söyler misiniz tüm bu işlem sırasında bu bardağın ağırlığı değişti mi?” diye profesör sordu. Öğrenciler “Hayır” diye bağırdılar.

“O zaman kolumun ağrımasına ve kramp girmesine sebep olan şey nedir peki? Ne yapmam

gerekiyor?”

Öğrenciler şaşırmışlardı. İçlerinden birisi,

“Madem öyle siz de bardağı aşağıya indirin” diye seslendi.

“Çok haklısın” dedi profesör. “İşte hayatta karşılaştığımız problemler de aynı buna benzerler. Onları aklınızda bir müddet tutarsanız fazla sıkıntı olmaz. Uzun bir süre o konuda düşünürseniz ağrı hissetmeye başlarsınız. Eğer onları orada çok uzun bir süre tutarsanız felç olursunuz, hiçbir şey yapamaz hale gelirsiniz. Hayatta karşılaştığımız sorunlar hakkında düşünmek oldukça önemli bir şeydir, ancak her gece uykuya dalmadan önce onları “aşağıya indirmek” çok daha önemlidir. Bu şekilde strese girmez ve her sabah tekrar tazelenmiş, yeni bir başlangıca hazır ve güçlenmiş olarak uyanırsınız ve her hangi bir işe koyulabilir, karşınıza çıkabilecek her türlü sıkıntı ile yüzleşmeye hazır olursunuz.”

Sevgili okuyucu, lütfen “BUGÜN BARDAĞI AŞAĞIYA İNDİRİN!”

Yaşam budur, yaşamak böyle bir şeydir.

Page 58: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

58

32- 2004/70

AMERIKA’NIN IŞIKLARI KAPATTIĞI GÜN

Thomas Alva Edison

8 yaşında, hasta ve işitme duyusu zayıf olan Thomas okulda derslerde arkadaşlarından oldukça geri idi. Öğretmenleri ondan hiç memnun değillerdi çünkü dersleri kavramakta çok yavaş kalıyordu. Arkadaşları da kendisi ile alay ediyorlardı.

Thomas hiç de adil olmayan bir dünyada yaşıyordu. Fakat ona inanan ve onu çok seven bir annesi vardı. Annesi her gün onu okuldan geldiğinde karşılıyor ve onun okulda ne kadar kötü bir gün geçirdiğini anlatmasını sabırla dinliyordu.

Bir gün Thomas eve elinde okulun müdürünün annesine yazdığı bir mektupla geldi. Öğrenme yeteneği çok az

olduğu için okuldan atılmıştı. Ancak annesi mektubu fazla dert etmedi. Thomas’ın diğer öğrencilerden daha yavaş olduğunu biliyordu. Eğer dersler kendisine sevgi ile anlatılırsa Thomas öğrenebiliyordu.

Annesi Thomas’a evde kendisi ders vermeye başladı. İşe yaramıştı. Kısa zaman sonra Thomas dersleri öğrenmekle kalmadı, merak ettiği konularda bazı icatlarda bile bulundu. Bunlar başlangıçta pek işe yaramıyorlardı.

Thomas öldüğü gün bütün Amerikalılar evlerdeki ve işyerlerindeki lambaları bir dakikalığına olsun söndürerek Thomas’ı onurlandırdılar. Bu Thomas ilkokul müdürünün beyni yavaş çalıştığı için okuldan attığı ve sınıf arkadaşlarının kendisine gülerek alay

ettikleri Thomas idi. Bu Thomas, elektrik ampülünün, gramofonun mucidi Thomas idi.

Bu Thomas, Thomas Alva Edison idi. Aslında bu Thomas 20.ci yüzyılın tanıdığı en büyük mucit idi. Kendi adına 1.093 tane patent kaydı bulunmaktadır. Kendisi ile alay eden okul arkadaşları sonradan Thomas’ın ölümünde onu onurlandırmak ve anmak amacı ile lambalarını söndürdüler.

Page 59: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

59

Tanrı’nın yaratılışındaki her türlü varlık başka bir şekilde güzeldir, özellikle de her bir insan güzeldir. Biz kimiz ki Tanrı’nın isteyerek ve beğenerek yarattığı bir insanı eleştirebiliyoruz? Herkesin içindeki güzelliği keşfetmeyi öğrenmeliyiz.

33- 2004/71

DÜNYAYA BU HASTALIĞI BULAŞTIRALIM LÜTFEN

Gülümsemek bulaşıcıdır.

Nezle olur gibi bu hastalığı kapabilirsiniz.

Bugün birisi bana güldüğünde,

Ben de gülmeye başladım.

Sonra köşeyi döndüm,

Orada başka birisi yüzümdeki gülümsemeyi fark etti.

Bana doğru gülümsediğinde ben

Bu hastalığı ona da geçirdiğimi hissettim.

Ben gülümsemeyi düşündüm

Ve onun önemini anladım.

Benim ki gibi basit bir gülümseme

Dünyanın etrafını dolaşabilirdi.

Page 60: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

60

Eğer gülümsemeye başlayacağınızı hissediyorsanız.

Bunun başkaları tarafından keşfedilmesini sağlayın.

Haydi gelin bir salgın başlatalım

Ve dünyaya bulaştıralım!

34- 2004/72

TANRI’NIN ‘BİRAZ’ YARDIMI İLE

Bir trenin içinde oturuyor ve kalkmasını bekliyordum. Karşımda annesinin kucağında küçük bir çocuk oturuyor ve annesine sürekli olarak sorular soruyordu. “Anne tren ne zaman kalkacak?” Ben tam fırsatını bulduğumu düşündüm ve atıldım, “Biz treni itmeye başladığımızda kalkacak” diye yanıtladım. Çocuk gözlerini kocaman açtı ve şaırarak sordu, ”Gerçekten mi?” “Tabii ki” diye devam ettim. “Biz itmediğimiz müddetçe kalkmayacak.”

O zaman haydi itelim!” diye küçük oğlan. “Dur bir dakika” diye ben araya girdim. “Bütün yolcular daha henüz binmediler. Ben sana ne zaman itmeye başlayacağını söylerim.”

Ben istasyondaki sinyal lambasını kontrol ettim ve istasyon memurunun çalacağını düdüğü bekledim. Sonra tam sırası geldiğinde çocuğa seslendim, “Haydi şimdi bütün gücünle it bakalım.”

O ve ben trenin duvarına yüklenerek lokomotife doğru itmeye başladık.

Duvarı ittik ve ittik. Biraz sonra çocuğun yüzünde bir gülümseme yayılmaya başladı.

Page 61: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

61

Tren hareket etmişti. Başlangıçta çok yavaş yavaş ama sonra giderek hızlandı. Onu kutlamak için “Başardık, başardık!” diye seslendim.

“Çok güzeldi ama öyle değil mi?” diye sordu. Çok mutlu gözüküyordu ve kendisini kutluyordu. Bir trenin kalkmasına yardım etmişti.

Ona ön taraftaki o büyük ve çok güçlü lokomotiften bahsetmeye cesaret bulamadım. Eninde sonunda kendisi bunu öğrenecekti.Bu hikâye bize bizim herşeyi ‘kendimiz yaptığımız’ yanılgısını hatırlatıyor. Biz genellikle kendi yaptığımız davranışlara büyük başarı addederiz ve bunların arkasında görünmeyen ve en büyük güce sahip Tanrı’nın olduğunu unuturuz. O bizim olduğumuzdan daha güçlü olduğumuzu düşünmemizi sağlar. Ancak herşey O’nun tarafından yaratılmıştır, herşey O’na aittir ve herşey O’nun tarafından gerçekleştirilmektedir.

35- 2004/75

MARANGOZUN EVİ

Yaşlı bir marangoz emekliliğe hazırlanıyordu. İşverenine artık bu ev yapma işinden ayrılacağını söyledi. Emekli olmak ve biraz sakin bir yaşam sürmek ve ailesi ile vakit

geçirmek istiyordu.

İşvereni ise iyi bir elemanını kaybetmekten ötürü üzgündü ve kendisinden emekli olmadan önce son bir ev daha yapmasını istedi. Marangoz bunu mecburen kabul etti ama yüzünden bunu hiç de yapmak istemediği belli oluyordu. İsteksizce çalıştı ve baştansavma işler yaptı. Eski yaptığı işlere

göre çok daha kalitesiz bir işçilikle ve kalitesiz malzemeler kullanarak evi yapmaya başladı.

Kariyerini bitirmek için hiç de uygun olmayan bir şekilde çalışarak evi bitirdi.

Marangoz işini bitirdiğinde işverene haber verdi. İşveren evi denetlemeye geldiğinde elinde evin anahtarını tutuyordu ve anahtarı marangoza vererek şöyle dedi, “Bu ev senindir. Bu ev benim sana emeklilik hediyem olsun.

Ne kadar büyük bir şaşkınlık ve büyük bir utanç! Eğer o evde kendisi oturacağını bilse idi o evi böyle uydurma yapmaz, çok daha güzel bir şekilde yapardı?

Şimdi kalitesiz bir evde oturmak zorunda kalacaktı.

Page 62: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

62

Bu hikâye bizim kendi durumumuza ne kadar çok benziyor değil mi? Bizler yaşamlarımızı baştan savma inşa ediyoruz. En iyiyi yapmaya gayret etmiyoruz. Hayatın en önemli anlarında görevimizi yaparken en büyük gayretimizi sarf etmiyoruz. Sonra bir gün yaratmış olduğumuz duruma dönüp bir baktığımızda şoke oluyoruz. Ama maalesef şimdi o inşa etmiş olduğumuz evde yaşamak zorundayız. Eğer sonunda bununla karşılaşacağımızı bilseydik yaşamımızı daha en başından

itibaren çok daha farklı yaşardık.

Siz de kendinizi bu marangozun yerine koyun. Kendi inşa ettiğiniz evi düşünün. Her geçen gün bir çivi çakıyorsunuz, bir tahta parçasını yerine yerleştiriyorsunuz veya bir duvar örüyorsunuz. Bu inşa edip edebileceğiniz tek bir evdir, yani kendi yaşamınızdır. Eğer bir gün daha fazla yaşayacaksınız, o gün bile daha büyük bir ciddiyetle, saygı ile ve ağırbaşlılıkla yaşanmalıdır.

Evin duvarında şöyle bir levha asılı olmalıdır, “Yaşam bir ‘kendin yap’ projesidir” Senin yarınki yaşamın bugün yaptığın davranışlarının ve seçimlerinin sonucu olacaktır.

36- 2004/78

KURUMUŞ ÇAMUR TOPLARI

Adamın biri deniz kıyısındaki mağaraları geziyordu.

Bir mağarada çadır bezinden yapılma bir çuval buldu. Çuvalın içinde kurumuş çamur topları vardı. Sanki birisi çamurdan yuvarlak şekilli toplar yapmış ve bunları güneşte pişmeye bırakmış gibiydi.

Pek bir şeye benzemiyorlardı ama bir şekilde adamın ilgisini çektiler ve onları yanına aldı. Kumsalda gezinmeye başladığında içinden gelen bir istekle bu kurumuş çamur toplarını birer birer denize atmaya başladı. Mümkün olduğu kadar uzağa fırlatmaya çalışıyordu.

Page 63: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

63

Az sonra fırlattığı bir çamur toplarından birisi bir kayaya çarptı ve yarılarak içi açıldı. İçinden çok değerli kocaman bir taş çıkmıştı.

Adam heyecanlanarak elinde kalmış olan birkaç topu kırarak açtı. Vay canına…her birisinin içinde aynı mücevherlerden vardı! Elinde tuttuğu o birkaç tane mücevher binlerce dolar ediyordu.

Adam birdenbire uyandı, belki de 50-60 tane çamur topunu böyle okyanustaki dalgaların içine doğru fırlatmıştı. Binlerce dolar yerine onbinlerce dolar sahibi olabilirdi…fakat işte hepsini denize atmıştı.

İşte biz insanlarla da durum aynıdır. Karşımızdaki insana baktığımızda tek gördüğümüz şey o dışarıdaki çamurdan kap oluyor. Dışarıdan fazla bir şeye benzemiyor ve güzel bir şekilde parlamıyor olabilir; bu yüzden onu görmezden geliyoruz ve hiç önem vermiyoruz.

Gördüğümüz kişinin, yüzü güzel olan, fiziği güzel olan, daha uzun boylu olan, daha güzel elbiseler giymiş olan, daha bakımlı, daha meşhur veya daha zengin kişilere nazaran daha önemsiz olduğunu düşünüyoruz. Fakat o kişinin içine Tanrı tarafından yerletirilmiş olan hazineyi bulmaya gayret etmiyoruz.

Eğer o kişiyi biraz tanımak için vakit ayırsak ve Tanrı’nın o kişiyi gördüğü gibi görebilmemiz için Tanrı’dan yardım istesek o çamur tabaka tabaka soyulacak ve içinden çok parlak ve görkemli bir mücevher çıkıp ışık saçmaya başlayacaktır.

Her birimizin içinde çok değerli bir hazine mevcuttur, her birimiz özeliz.

“Tanrım lütfen daha henüz hayatlarımızın sonuna yaklaşmamış ve arkadaş şeklindeki hazinelerimizin hepsini fırlatıp atmamış olalım. Bu dünyadaki insanları Sen nasıl görüyorsan biz de öyle görebilelim!”

Page 64: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

64

37- 2004/79

SAĞIRMIŞ

Bir grup kurbağa bir gün aralarında en hızlı ve en güçlü olanı bulmak için bir

yarışma düzenlediler. Yarışma dik bir tepenin yamacında başlayacak ve en tepede sona

erecekti. Yarışmaya katılan 100 kurbağa yan yana dizildiler. Diğer tüm kurbağalar da

toplanmış heyecanla yarışmayı seyrediyorlardı. Yarış başladı, ama zaman geçtikçe daha

zayıf kurbağalar yorulmaya başladılar. Bazıları yarışı bıraktı. Onları desteklemek için

toplanan seyirci kurbağalar da bunun üzerine alay edip dalga geçmeye başladılar.

“Hiçbiriniz başaramayacaksınız! Kimse en tepeye ulaşamayacak! Bu imkânsız bir

şey!” diyerek bağırmaya başladılar.

Bu bağırışlar üzerine daha fazla sayıda kurbağa yarışı bırakmaya başladı. Bunun üzerine alaycılar daha da şiddetlendiler. Yüksek sesle ve el hareketleri ile bağırıyorlardı, “Yapamayacaksınız işte! Hepiniz zayıfsınız! Kendinizi mahvetmeden yarışı bırakın. Kimse tepeye tırmanamaz!”

Onların sözlerini doğru çıkarırcasına yarışmacıların çoğunun cesareti kırıldı ve onlar da yarışı bıraktılar. Ancak bir küçük kurbağa yarışı bırakacağına daha da büyük bir gayrete geldi ve en tepeye ulaştı. Yarışmanın galibi aşağıya inince tüm kurbağalar onun etrafına toplaşarak soru yağmuruna tuttular. Ancak sorulan sorulara cevap veremeyişinden ortaya çıktı ki bizim küçük kahramanımız sağırmış.

Kendisinin vazgeçmesini söyleyen sözleri işitmediği gibi herkesin el hareketleri ile bağırış çağırış yapmaları ile kendisini desteklemek için tezahürat yapıldığını zannediyormuş.

Page 65: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

65

38- 2004/82

HUZURUN RESMİ

Bir zamanlar bir kral resim yarışması düzenledi ve Huzur'un en güzel resmini yapana büyük bir ödül vereceğini söyledi. Birçok ressam yarışmaya katıldılar ve “Huzur’un” resmini yaptılar. Kral en iyi resmi seçmek üzere resimlerin arasında dolaşmaya başladı. Birçoğunda sakin bir göl resmi vardı. Göl dümdüzdü ve arka planda da büyük bir dağ sırası uzanıyordu. Kırlar, çiçekler, kuşlar, bulutlar v.s. hep aynı idi.

İçlerinde bir resim farklı idi. Bu resimde de dağlar vardı ama burada dağlar çıplak, kaba ve ağaçsızdı. Yukarıda fırtınalı bir hava çizilmişti. Yağmur damlaları aşağıya düşüyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde deli gibi akan bir şelale köpürdeyerek akıyordu. Bu resimde hiç de huzurlu bir ortam yokmuş gibi gözüküyordu. Ancak kral resme biraz daha dikkati baktığında şelalenin alt kısımlarında çatlamış bir kayanın içinden şıkarak büyümüş olan küçük bir çalı gördü. Çalının dalları üzerine bir anne kuş yuvasını yapmış korkunç şelale gürültüsü altında yuvada sakince oturuyordu. Tam bir huzur içinde idi!

Kral bu resmi birinci olarak seçti ve şöyle açıkladı.

“Huzur sesin, gürültünün ve karışıklığın olmadığı bir ortamda bulunmak değildir. Huzur, bütün bu kargaşanın içinde olmak ama buna rağmen kalbinde huzuru ve sukuneti bulmak demektir. Huzur’un gerçek anlamı budur.”

Büyük bir bilge şöyle demiştir:

“İç huzur olmadan mutluluk sahibi olamazsınız. Bu huzura kavuşabilmek için ve sonra da sarsılmadan bu huzurun içinde oturabilmek için insan sürekli olarak uygulama yaparak bağlılıktan tam olarak kurtulmalıdır. Doğumdan ölüme kadar insan alışkanlıklarının ve bağlılıklarının esiri olur. Bu yüzden insan bu alışkanlıklarını ve bağlılıklarını gözden geçirmeli ve kendisini Öz’e ait mutluluğa götüren alışkanlıkları korumalı, dışsal zevklere götüren zevklere ait alışkanlıkları ise terk etmelidir. Öz’e ait mutluluk evin içindeki uyum ile, aile ve toplumdaki bireyler arasındaki karşılıklı dayanışma ile, başkalarına yapılan hizmet ile ve insanın içinde yaşadığı toplumun iyiliği ve refahı için duyduğu ilgi sayesinde elde edilebilir.”

Page 66: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

66

39- 2004/83

BALTANIZI BİLEYİN

Genç bir adam bir orman işletmesine başvurup iş istedi. Ustabaşı ‘Şu ağacı kes bir görelim bakalım’ dedi. Genç adam öne doğru çıktı ve baltasının birkaç darbesi ile koca bir ağacı kısa sürede devirdi. Ustabaşı onun yaptığı işi beğendi ve Pazartesi günü işe başlamasını söyledi. Adam Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günü çalıştı. Perşembe günü akşamüzeri ustabaşı adamın yanına geldi ve kendisine, “Bugün akşam muhasebeye giderek maaş çekini alabilirsin” dedi.

Genç adam şaşırmıştı, “Ben cuma günleri ödeme yaptğınızı zannediyordum” dedi. Ustabaşı, “Evet nomalde öyle fakat seni bugün işten çıkartıyoruz, çünkü diğer ağaç kesenlerin kestikleri ağaç sayısının çok gerisinde kaldın. Günlük ağaç kesme cetvelimiz seni Pazartesi ve Salı günü en çok kesen olarak

gösteriyor, ama bugün diğerlerinin yarısına bile ulaşamadın ve sonuncu oldun”

Genç adam itiraz etti, “Ama ben gerçekten çok çalışıyorum. İşe ilk ben geliyorum, en son ben çıkıyorum. Herkesin çay molası verdiği ve dinlendiği sıralarda bile ben çalışmaya devam ediyorum.

Ustabaşı genç adamın konuşma tarzından dürüstlüğünü ve doğruyu söylediğini hissetmişti. Kısa bir süre düşündü ve ve şöyle sordu, “Peki sen baltanı

kaç defa biledin?”

Genç şöyle cevapladı, “Efendim ben o kadar çok çalışıyordum ki baltamı bileyecek bile fırsatım olmadı.”

Bizlerin yaşamları da aynı bu örneğe benzemektedir. Bazen o kadar meşgul oluruz ki ”baltayı bilemeye” fırsatımız olmaz. Günümüzde herkes eskisinden çok daha fazla meşgul gözükmektedir. Neden bu böyledir? ‘Keskin’ kalmayı unuttuğumuzdan olabilir mi?

Page 67: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

67

Çok çalışmanın ve çok iş yapmanın hiçbir yanlış tarafı yoktur. Fakat Tanrı bizim yaşamızdaki temel öğeleri ve gerçek görevlerimizi unutacak kadar çok meşgul omamızı ve kendimizi işe kaptırmamızı doğru bulmamaktadır. Örneğin dua etmek, kutsal metinleri okumak ve sessiz oturuş yapmak çok önemlidir. Hepimiz gevşeyip dinlenmek, derin düşünceye dalmak, öğrenmek ve bilgi açısından kendimizi geliştirmek ihtiyacı hissederiz.

Eğer baltayı bilemek için zaman ayırmaz isek aynı baltanın körleştiği gibi körleşiriz ve yararlılığımızı kaybederiz.

40- 2004/84

99’LAR KULÜBÜ

Bir kral yaşamında sahip olunabilecek her şeye

sahipti ama buna rağmen bir türlü tatmin ve mutlu

olamıyordu. Gittiği yerlerde insanlar yemek yiyorlar,

gülüşüyorlar ve kahkahalar atarak eğleniyorlardı, fakat

kendisi içinden bir şeyin eksik olduğunu hissediyordu.

Günün birinde kral sarayda dolaşırken koridorlarda

bir hizmetkârın mutlu bir biçimde şarkı söylediğini işitti.

Yüzünde hoşnut ve memnun bir ifade vardı.

Bu durum kralı çok etkiledi ve adamı kendi çalışma salonuna çağırdı. Kral adama

neden bu kadar mutlu olduğunu sordu. Hizmetkâr şöyle cevapladı, “Efendimiz ben bir

hizmetkârım. Ailemi ve çocuklarımı mutlu yaşatacak kadar bir para kazanıyorum. Bizim

çok fazla bir şeye ihtiyacımız yok. Başımızın üzerinde

bir çatımız var, karnımızı doyuracak kadar da sıcak

yemeğimiz var. Eşim ve çocuklarım ben eve ne kadar

bir şey götürürsem

onunla kanaat

etmeyi biliyorlar.

Ailem mutlu olduğu

için ben de mutluyum.”

Kral bu cevabı işitince hizmetkârı gönderdi ve

başdanışmanını huzura çağırdı. Kral danışmanına

içinde bulunduğu çıkmazı ve sonra da yaşadığı bu olayı

anlattı. Neden her şeye sahip olan kendisi mutlu ve

huzurlu olamıyordu da bu hizmetkâr çok az şeye sahip

olmasına rağmen böyle mutlu idi?

Page 68: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

68

Başdanışman dikkatle dinledikten sonra şu sonuca vardı. “Sayın Majesteleri, bu

hizmetkârın 99'lar kulübüne üye olmadığı çok açık!

“99 kulübü mü? Bu nasıl bir şey?” diye kral sordu.

Başdanışman hemen yanıtladı, “Efendim ben size bunu

örnekle göstereyim. Bir torbanın içine 99 tane altın para

koyun ve bu adamın kapısının önüne bırakın, o zaman

bu 99 kulübünün nasıl bir şey olduğunu anlayacaksınız.”

O akşam kral 99 tane altın buldurarak bir torbanın

içine koydurdu ve ertesi sabah erken saatte hizmetkârın

evinin önüne yere koydurdu.

Sabah erken saatte hizmetkâr evinden dışarıya

çıkarken kapısının önündeki torbayı fark etti. Merak edip

eline aldı ve evin içine götürerek içindekilere bakmak

istedi. İçinde altın paralar vardı. Hem de bir

sürü!…Gözlerine inanamıyordu. Hemen karısına seslendi

ve altınları gösterdi. Beraberce altınları masanın üzerine

döktüler ve saymaya başladılar. 99 tane vardı. Tabi

hemen yanlış saydığını düşündü, tekrar saydı. Ama bu

tek bir sayıydı ve çok tuhaftı. Neden 100 değildi ki? Bir

daha saydı, sonra bir kez daha. Ama hep aynı sayıyı

buluyordu, 99 altın para.

O son altın paraya ne olduğunu merak etmeye

başladı. Hiç kimse bir yere 99 tane altın para koymazdı

ki? Dışarıya çıkıp evin etrafına baktı, belki bir yerlerde

düşmüş olabilirdi. Evin içini bile aradı. Ama yoktu işte!

En sonunda aramaktan yoruldu ve vazgeçti. Her

zamankinden çok daha fazla çalışarak o sonuncu altın

parayı kazanmaya ve 100’e tamamlamaya karar verdi.

Gece sürekli

bunu düşündüğünden

uykusunu tam alamadı

ve sabah geç kalktı. İşe geç kalmasından ötürü eşini

ve çocuklarını suçladı ve onlara bağırmaya başladı. İşe

gittiğinde o her zamanki mutlu ve neşeli hali yoktu.

Yüzü asık ve somurtkan bir şekilde günlük işlerini yapmaya çalıştı.

Page 69: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

69

Kral ise adamdaki bu ani değişikliği görmekten şaşkınlığa uğramıştı. Hemen

danışmanını çağırttı ve daha düne kadar mutlu bir şekilde şarkılar söyleyerek çalışan bu

hizmetkârının nasıl böyle değiştiğini sordu. Tam tersine şimdi çok sayıda altını olduğu için

daha mutlu olması gerekmiyor muydu?

Danışman şöyle yanıtladı, “Ah efendim, sizin hizmetkârınız şu anda 99’lar

kulübüne katıldı. Bu 99’lar kulübü adını her şeye sahip olan ama buna rağmen tatmin

olmayan ve daha fazlasını isteyen insanların kulübüdür.

Biz aslında yaşamlarımızda o kadar az şeyle yetinebiliriz ki sahip olduğumuz her

şeye şükretmeyi bilmiyoruz. Sahip olduğumuzdan biraz daha fazlasını kazandığımız

anda hemen biraz daha fazlasına sahip olabilmek için yanıp

tutuşuyoruz. Eskisinden daha fazlasına sahip olmak için

nasıl bir bedel ödeyeceğimizi düşünmüyoruz. Uykumuzdan

feda ediyoruz, mutluluğumuzu kaybediyoruz, çevremizdeki

insanları kırıyoruz. Bunlar bizim artan ihtiyaçlarımızın ve

arzularımızın karşılanması için gereken bedel oluyor. İşte

99’lar kulübüne katılmak böyle bir şey oluyor.”

Kral hakikate dayalı bu açıklamayı duyunca kendi

yaptığı hatanın farkına vardı ve o günden itibaren küçük

şeylerden bile mutlu olmaya ve sahip olduklarına şükretmeye başladı.

Daha fazlasını elde etmek için gayret etmenin ve bunun için çalışmanın yanlış bir

tarafı yoktur. Ancak bunun için hayatta sahip olduğumuz değerli şeyleri yitirmenin manası

yoktur. Her zaman şu bilge sözleri hatırlayalım,

“Mutluluk, arzular tatmin edildiğinde elde edilmez, arzular kontrol edildiğinde

elde edilir.”

Page 70: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

70

41- 2004/85

HAVUÇ, YUMURTA VE KAHVE ÇEKİRDEKLERİ

Jane babası Harris’e yaşamın kendisi için artık dayanılmaz hale geldiğini söyledi. Bir problem çözüldüğünde hemen başka birçok problem ortaya çıkıyordu.

Harris onu alıp mutfağa götürdü ve üç küçük tencerenin içine su koyarak altlarını yaktı. Biraz sonra tencerelerin içindeki sular kaynamaya başlayınca birinci tencerenin içine birkaç tane havuç, ikinci tencerenin içine birkaç tane yumurta ve üçüncü tencereye de kahve çekirdeği koydu. Hiçbir şey söylemeden bunların bir süre suyun içinde kaynamalarını seyretti.

Jane babasının kendisine ne göstereceğini merak ederek bekliyordu. 10 dakika sonra Harris kaynayan havuçları tencerenin içinden alarak bir tabağın içine koydu. Sonra yumurtaları alarak başka bir tabağa koydu. Sonra da kahveyi kulplu bardaklara doldurdu. Sonra Jane’e dönerek sordu. “Ne görüyorsun?” “Havuçlar, yumurtalar ve kahve

görüyorum, baba” diye Jane cevap verdi.

Harris bunun üzerine bir kahve fincanını Jane'e verdi ve diğer fincanı da kendisi aldı. Beraberce yudumlamaya başladılar. “Bu ne anlama geliyor, baba?” diye Jane sordu bu kez. Bunun üzerine Harris şunları söyledi, “

“Güzel kızım, gördüğün gibi havuçlar, yumurtalar ve kahve çekirdekleri aynı zorlukla, yani kaynayan su ile karşılaştı. Havuçlar yumuşadı ve güçlerini kaybederek zayıfladılar. İçinde

sıvı taşıyan yumurtaların içleri katılaştı. Kahve çekirdekleri ise kaynayan suyu değiştirdiler ona tadlarını ve mis gibi kokularını verdiler. Sen bunlardan hangisisin? Acı ile, sıkıntılar, problemler ve üzüntüler ile karşılaştığında bunlardan hangisi gibi davranıyorsun?

Page 71: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

71

Güçlükler ve sıkıntılar sırasında aynı kaynayan suyun içerisindeki havuçlar gibi mi davranıyorsun? Güçlü ve dayanıklı gözüküyorsun, fakat acı ve üzüntüler yumuşayıp gücünü kaybediyor musun?

Yoksa bir yumurta mısın? İçinde yumuşak ve merhametli bir kalp taşıyorsun, ama aile içinde bir ölümle, bir trajedi ile bir ayrılık ile karşılaştığında kalbin katılaşıyor ve acımasız mı oluyorsun? Dışarıdan bakıldığında dış tarafın, yani kabuk kısmın aynı gözüküyor da içeride kalbin sertleşiyor ve haşin bir tabiata mı bürünüyorsun?

Yoksa yoksa yaşamın suyu ısındığında sana zorluk verenleri, acı çektirenleri, üzüntü verenleri değiştiriyor ve onlarla yüzleşerek yaşamda daha büyük seviyelere ulaşabilmek için problemleri bir fırsata mı çeviriyorsun? Sen bunlardan hangisi gibi davranıyorsun?

42- 2004/89

SENİN DEĞERİN NE?

İyi tanınmış bir konuşmacı seminerdeki konuşmasına elinde 20 USD değerinde bir kâğıt para tutarak başladı. “Kim bu paranın sahibi olmak ister?” Sınıfta herkesin eli

havaya kalktı, bu tuhaf teklifi komik bularak gülmeye başladılar.

Ancak konuşmacı çok ciddi görünüyordu. Bu sefer elindeki parayı buruşturdu ve kırış kırış yaptı. Sonra gülen kalabalığa dönerek tekrar sordu, “Hala bu parayı isteyen var mı?” Yine bütün eller yine havaya kalktı.

“Peki” diye devam etti, “Ya bu sefer şöyle yapsam?” Buruşuk parayı yere attı ve

ayağı ile basarak ezdi. Buruşuk, ezilmiş ve pislenmiş parayı yerden aldı ve “Bu parayı bu şekilde halen kim almak istiyor?” Yine bütün eller havada idi.

Page 72: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

72

Sıra mesajı vermeye gelmişti, “Arkadaşlar bugün burada çok önemli bir şey öğrendiniz. Ben paraya ne yaparsam yapayım siz onu istemeye devam ettiniz çünkü 20 Dolarlık Banknot değerinden hiçbir şey kaybetmemişti. Benzer şekilde bizler de yaşamlarımızda verdiğimiz kararlar ve başımıza gelen olaylar yüzünden bazen yerlere yuvarlanırız, kirleniriz ve yıpranırız. Böyle zamanlarda kendimizi değersizmiş gibi hissederiz. Fakat başınıza ne gelirse gelsin değeriniz hiç azalmaz. Siz özelsiniz, bunu sakın unutmayın!” Eğer aklınıza negatif düşünceler gelecek olursa onlara inanmamak çok önemlidir. Bunun yerine kendi Öz’ünüze inanın.”

Ünlü bir bilge sözü şöyledir:

“Yaşam ekininin en iyi gübreleri cesaret ve kendine güven’dir. Manevi yaşamda aynı bir aslan gibi olmalısınız. Duyular ormanında hüküm sürün ve zafere olan inancınızla korkusuzca kükreyin. Bir kahraman olun, sıfır olmayın.”(Be a hero, not a zero)

43- 2004/92

EN SONUNDA ÖZGÜR

Rüzgârlı bir bahar günü uçurtma uçurarak eğlenen insanları gözlemliyordum. Çeşitli şekillerde ve büyüklüklerde ve çok çeşitli renklerde uçurtmalar güzel kuşlar gibi havada süzülüyor ve adeta havada dans ediyorlardı. Kuvvetli rüzgârlar uçurtmaları havada uçururken kuvvetli bir ip onları yere bağlı tutuyordu.

Rüzgârlar uçurtmaları havada uçurmaya çalışıyor, ama yere bağlı olan ipleri yüzünden uçurtmaları sürükleyemiyor, tam tersine onların yükseklere çıkmalarını sağlıyordu. Aşağıdaki insanlar ipi sallıyorlar ve çekiyorlardı, ama uçurtmayı zaptedip dizginleyen sicim ve o biçimsiz uçurtma kuyruğu uçurtmanın düzgün durmasını ve yüzünü rüzgâra doğru dönerek rüzgâra karşı havada uçmasını sağlıyordu.

Uçurtmalar kendilerini dizginleyen sicime kızarak ona karşı savaşıyor ve şöyle diyor gibiydiler, “Bırak beni! Bırak beni gideyim! Ben özgür olmak istiyorum.” Ama bir yandan ipin kendileri için yük oluşturan sınırlamasına karşı koymalarına rağmen havada kuşlar gibi süzülüyorlardı.

En sonunda uçurtmalardan bir tanesi ipini koparmayı başardı. “En sonunda özgür kaldım” der gibiydi. “Şimdi rüzgârla birlikte özgür bir biçimde uçabileceğim”

Page 73: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

73

Ancak kendisini sınırlayan ipten kurtulduktan sonra şimdi hiç de dost olmayan sert rüzgârın insafına kalmış gibiydi. Hızla yere doğru süzüldü ve sert bir şekilde yerdeki yabani dikenlerin içine düştü.

“En sonunda özgür” kalmak en sonunda pis çamurun içinde güçsüz vaziyette yatmakla ve zehirli dikenlerin içinde dolaşmakla sonuçlanmıştı.

Bizler bu uçurtmalara ne kadar çok benziyoruz Tanrı bize bazı sıkıntılar veriyor ve bazı sınırlamalar ve uyulması gereken kurallar getiriyor. Bu sayede gelişebiliriz ve kuvvet kazanabiliriz. Sınırlama ve dizginleme, uçurtma örneğindeki ipe denk geliyor. Bazılarımız bu sınırlamalara o kadar kızıyor ve ipi o kadar hızlı çekiyor ki ulaşmamız ve havada süzülecek kadar yükseklere çıkmamız hiç mümkün olmuyor. Hâlbuki kızıp sinir olduğumuz o dizginleme olmasa yaşamda yükselemeyiz ve başarıya ulaşamayız.

Öyle bir sınır/limit vardır ki onu aşınca kendinizi yaralayabilirsiniz.

Bir bilge şöyle güzel bir söz söylemiştir:

“Hangi alanda olursa olsun, ister sosyal, ister ekonomik, ister eğitim alanda olsun bir insanın her türlü gayretinde başarıya ulaşabilmesi için gerekli en temel unsur ‘disiplin’dir. Manevi alanda başarıya ulaşmak için ise, disiplin bunların hepsinden çok daha fazla gerekli bir unsurdur.”

44- 2004/94

HEDİYELER

Aralıklarla diskur veren ve herkesi aydınlatan bir bilge vardı. Konuşmasının sonunda varolduğuna dair şükranlarını sunan bir dua söyledi. Aşağıda köşede bir dilenci oturuyordu. Diskurdan sonra bilgeyi görmeye ve onunla konuşmaya gitti. “Sevgili efendimiz, konuşmanız çok güzel idi. Ama bunların içinde bir tanesini ben

yapabileceğimi sanmıyorum. Sen konuşmanın sonunda var olduğuna dair insanın şükretmesi gerekir, çünkü bu ona kutsama ve rahmet kazandırır dedin” “Kusura

bakma ama var olmanın bana kazandırdığı hiçbir şey yok. Benim hiçbir şeyim yok! Ben her gün yiyecek bir kuru ekmeği bile zor buluyorum.” Bilge onu haklı bularak sözlerine başladı, “Çok haklısın, ben şimdi sana 100.000 Dolar vereceğim, o zaman şükredecek misin?”

Page 74: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

74

Dilenci heyecanlanmıştı, “Tabii ki şükrederim” diye cevapladı. “Ancak karşılığında senden bir şey isteyeceğim” diye bilge devam etti. Dilencinin aklı karışmıştı, “Ama benim hiçbir şeyim yok ki! Bunun karşılığında size ne verebilirim?” diye sordu. Bilge güldü ve “Söz, senin sahip olmadığın bir şey istemeyeceğim” diye garanti verdi. Dilenci bunun üzerine kabul etti. Bilge, “Sana 100.000 Dolar verilmesi için gerekli

ayarlamaları yaptırıyorum, bunun

karşılığında senden iki gözünü istiyorum” diye devam etti.

Dilenci afallamıştı, “Ben gözlerim olmadan 100.000 Doları ne yapayım?” diye itiraz etti. “Ben 100.000 Doları alacağıma gözlerim yerinde dursun çok daha iyi!”

“Biraz önce varolmanın sana hiçbir şey kazandırmadığını ve hiçbir şeyinin olmadığını söylüyordun ve lanet okuyordun” diye bilge sordu.

Bu hikâye ne kadar açıklayıcı öyle değil mi? Hiçbir şeyi olmadığını iddia eden dilenci paha biçilmez iki tane göze, iki tane ele, iki bacağa, bir mideye, akıla ve daha birçok şeye sahip olduğunu fark etti. Bu hediyelere sahip olduğunu göremiyordu. Ona göre önemli olan şey kendisinin sahip olmadığı şey yani para idi. Bilge ona kendisinin nelere sahip olduğunu göstermişti.

Görebilmek varolmanın getirdiği çok büyük bir hediyedir. Yalnız bu da değil’ Biz duyabiliyoruz, yürüyebiliyoruz, konuşabiliyoruz ve gülebiliyoruz. Bunlar da bize bahşedilmiş büyük hediyelerdir. Hiçbir şeye sahip olmadığınızı iddia etmek ve mutsuz olmak saçmalıktan başka bir şey değildir. Aslında bizler sahip olduğumuz bu mükemmel yetenekler ve nitelikler için sevinçten dans etmeli ve kutlama yapmalıyız. Bizler düşüncelerimizi sıklıkla yaşamımızda eksik olan şeyler üzerinde yoğunlaştırıyoruz. Sahip olmadıklarımız üzerinden yola çıktığımız zaman sahip olduklarımız akıldan çıkıyor ve unutuluyorlar. Hâlbuki sahip olduğunuz ve kutsandığınız şeyleri saymaya başlarsanız bu mükemmel hediyelerin bize ait olduklarını hatırlarız.

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Hoşnut olmaktan ve daima memnun olmaktan daha büyük bir zenginlik yoktur. Kendi hakkınıza düşeni yiyin, daha fazlasını değil. Kendinizi incitmeden ve yaralamadan aşamayacağınız bir sınır, bir limit vardır. Kendi ölçünüzü, kendi limitinizi, kendi sınırınızı kendiniz arayıp bulun ve buna göre hareket edin. Başkalarının ölçüleri daha büyük diyerek ve diğerlerinin sınırlamaları daha az diyerek onları kıskanmayın. Manevi yolculuğunuzda ulaştığınız adımlara ve seviyeye sıkı sıkı yapışın ve tüm dikkatinizi bundan sonraki adıma yoğunlaştırın. Hedefinizi daima göz önünde bulundurun ve o yolda durmadan yürüyün!”

Page 75: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

75

45- 2004/96

KIRMIZI IŞIK

İki arkadaş araba ile beraberce yolda giderken kırmızı ışıkta durdular. Direksiyondaki adam sessiz duruyor ve kendi dünyasına dalmış gibi gözüküyordu. Yanındaki adam uzun süre yanan kırmızı ışığa sinirlenerek kendi kendine söylendi, “Bu kırmızı ışıklarda bekleyerek ne kadar çok zaman kaybediyoruz. Yani hayatımızı tüketiyoruz desem yeridir.”

Şoför bu söze bir cevap vermeyince yandaki adam yine, “Ne dediğimi duymadın mı?” diye sordu. Şoför, “Hayır, duymadım valla” diye cevap verdi. “Nasıl olur, arabada biz ikimizden başka kimse yok ve yan yana oturuyoruz” diye yandaki adam devam etti. Cevap, “Ben biraz önce konuşuyordum” şeklinde oldu.

“Kimle konuşuyordun?”

“Tanrı ile konuşuyordum, ben bu uygulamayı her seferinde yapıyorum. Her kırmızı ışıkta durduğumda arkadaşlarımdan birisi için Tanrı’ya dua ediyorum. O kadar şanslıyım ki uzun bir dua listem var ve dua edebilecek de o kadar çok fırsatım var, çünkü her gün çok sayıda kırmızı ışıkta duruyorum.”

Bir gün 24 saattir, 1.440 dakikadır ve 86.400 saniyedir. İçimizden kaç tanesi bu süreyi kendisinin manevi gelişimi veya başkalarının faydasına kullanıyor?”

“Paranın yanlış şekilde kullanımı kötü bir şeydir. Bu yüzden parayı israf

etmeyin. Yiyeceği israf etmeyin, çünkü yiyecek Tanrı’nın nimetidir. Zamanı israf etmeyin, çünkü zamanı israf etmek demek, yaşamı boşa harcamak demektir. Enerjiyi israf etmeyin. Enerji boş konuşmalarla, manasız ve amacı olmayan dolaşmalarla boşa harcanmaktadır.”

46- 2006/104

AİLE (FAMILY) NE DEMEKTİR?

FAMILY = Father And Mother I Love You (Baba ve Anne Ben Sizi Seviyorum)

Page 76: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

76

47- 2006/105

İMTİHAN

Kral şehrin kenar mahallelerinin birinde çamurlu ve çöp dolu sokaklarda tek başına kılık değiştirerek dolaşıyordu. Ayakkabıları yırtık pırtık ve eski idi. Yağan yağmurdan korunmak için başına başlığını örtmüştü. Saraydan epey uzaklaşmıştı, ama bu akşam vakti yalnız olmak çok hoşuna gidiyordu, çünkü saraydaki resmi havadan, serenomilerden ve sıkıcı konuşmalardan kurtulmak ona çok iyi gelmişti. O akşam mutluluğun değerini öğretebileceği bir kişi aramaya çıkmıştı.

Bir evin pencere eşiğine geldi. İçeriye doğru baktığında eşyası olmayan bir oda, bir masa ve masanın

üzerinde bir mum yanarken gördü. Masanın üzerinde ayrıca bir bardak su ve bir parça ekmek bulunuyordu. Bir adam mumun ışığında yüzü ışıkla parlayarak masaya oturmuş dua ediyor ve kendisine böyle güzel bir yemek nasip ettiği için Tanrı’ya şükrediyordu.

Kral pencereden kendisine doğru, “Merhaba arkadaş” diye seslendi.

Adam başını kaldırarak gülümsedi, “Merhaba, size de merhaba. Ne kadar şanslıyım. Bir misafirim geldi. Haydi, gelin ve yemeği beraberce paylaşalım.”

Kral küçücük odaya girdi ve masanın yanındaki çürük sandalyenin birine oturdu ve “Bugün çok mutlu görünüyorsun, bunun sebebi nedir acaba?”

Adam, “Evet” diye cevap verdi. “Bugün çok iyi bir gündü.” Kral takıldı, “Bunu nasıl söylersin. Evinde fazla eşyan yok ve yemek için de yalnızca kuru ekmekten başka bir şeyin yok. Ve bugün senin için iyi bir gün oluyor?”

“Evet, gördüğünüz gibi ben bir ayakkabıcı tamircisiyim. Bugün kiramı ödeyecek, masraflarımı çıkaracak ve bu küçük ekmek parçasını alacak kadar para kazandım. Bugün benim için çok güzel bir gündü. Benim dünyaya bakış açım şudur, “Her geçen gün Tanrı’nın yardımı ile yaşamım daha iyiye doğru gidecektir.” “Kral, “Öyle mi?” diye dudak büktü ve alay etti.

Ayakkabı tamircisi ağlayarak cevap verdi, “Evet bu söylediğim söz benim yaşamımda her zaman gerçekleşmiştir. Bu benim mutluluğumun temel sebebidir. İşte bu yüzden ben daima Tanrı’ya teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.”

Page 77: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

77

Kral, “Çok teşekkür ederim arkadaş” dedi ve yemeği sessiz bir şekilde adamla paylaştıktan sonra saraya geri döndü. Bu adamın mutluluğun değerini öğretebileceği çok uygun bir kişi olduğunu düşünüyordu.

Ertesi sabah kral yeni bir ferman yayınladı. Kralın habercileri ve tellaklar sokak sokak şehri dolaştılar ve bundan sonra artık bir kişinin ayakkabısını bir başkasına tamir ettirmesinin yasak olduğunu ve cezaya tabi olduğunu söylediler. Kral gayet mutlu idi,

bakalım o günün akşamında bu adam hala mutlu olabilecek miydi?

Akşam olduğunda kral yine adamın evinin olduğu sokağa gitti. Evden eskisinden daha yüksek sesler geliyordu. Adam yüksek sesle Tanrı’ya dua ediyordu. Sesler sokağa kadar taşıyordu. Kral pencereden baktığında bir önceki akşamın aynısı görüntüyü gördü. Adam aynı masanın başında ağlayarak dua ediyordu. Masada aynı mum yanıyor, aynı bardak su ve ekmek duruyordu. Ancak bu sefer ekmeğin yanında bir parça peynir de vardı.

Adam şaşkın şaşkın bakakalan kralı görünce, “Haydi gel arkadaşım, sen de gel yemeği yine beraberce paylaşalım.”

Kral, “Öyle mi?” diye cevapladı. “Bugün nasılsın bakalım?”

Adam, “Çok iyiyim” dedi. “Bugün benim için çok güzel geçti. Kralın fermanını işittiğimde tam da dükkândan içeriye girmek üzereydim. Ne yapacağımı düşünmeye başladım. Tam o sırada yaşlı bir kadını evine su taşırken gördüm ve ona yardım teklif ettim. Kadıncağız bana yolu gösterdi, suyu o eve kadar taşıdım, o da bana teşekkür ederek bir bakır para verdi. Ben de madem ayakakbı tamir edemiyorum, öyleyse

insanlara su taşıyarak para kazanayım diye düşündüm. Bütün gün su taşıyarak ayakkabı tamirinden bile daha çok para kazandım. İşte bu yüzden Tanrı’ya dua ediyorum. Gördüğün gibi insan Tanrı’ya inandığı ve güvendiği müddetçe her geçen gün daha iyiye doğru gidiyor.”

Kral, “Senin adına çok sevindim” diyerek yine yemeği paylaştı ve hemen sonra yine saraya geri döndü.

Page 78: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

78

Ertesi sabah kral bir ferman daha yayınladı. Sokaklarda artık bundan sonra herkesin kendi suyunu kendisinin taşıyacağı, başkasına taşıtamayacağı bağırarak ilan edildi.

Kral o gün akşamı zor etti. Sabırsızlıkla adamın ne yapacağını merak ediyordu. Bu sefer daha adamın evine 100 metre uzaktayken yine onun yüksek sesle dua ettiğini duydu. Adam kralı görür görmez yine onu yemeğe davet etti. Bu sefer masada bir bardak da şarap vardı. Kral, “Galiba bugün yine çok iyi bir gün daha geçirmişsin” dedi. “Evet, Tanrı’ya şükürler olsun” diye adam cevap verdi. Kral devam etti, “Yanılmıyorsam kral su taşımayı

yasaklamıştı. Nasıl başardın?” Ayakkabı tamircisi şöyle yanıtladı, “Evet ben de kralın emrini işittim. Ne yapacağımı düşünüyordum ki bazı adamların ormandan sırtlarında odun taşıyarak şehre doğru gittiklerini gördüm. Ne yaptıklarını sordum. Bana kendilerinin ormancı olduklarını, ağaç kestiklerini ve şimdi de kestikleri odunları şehre götürdüklerini söylediler. Ben yardım edecek bir şey var mı diye sorduğumda bana odunları taşımak için birisini aradıklarını söylediler ve beni işe aldılar. Ben bugün çok güzel bir gün geçirdim. Ormanda temiz havada dolaştım. Orası çalışmak için çok güzel bir yer! Ben bugün hem daha kuvvetlendim ve hem de eskisinden daha fazla para kazandım. Gördüğün gibi sevgili arkadaşım Tanrı’nın rahmeti ve kutsamaları sayesinde her geçen gün yaşamım daha da gelişiyor.”

Kral sonuncu lokmasını da yedikten sonra veda edip yine saraya döndü. Bu adamı mutsuzluğa götürecek bir olay bulabilmek için bütün gece düşündü ve uykusuz kaldı. Aklına kurnaz bir plan geldi. Ertesi sabah yeni bir ferman yayınlatarak bütün odun kesicilerin saraya muhafız olmaları mecburiyeti getirdi. Kurnaz kral adamı köşeye sıkıştırdığını düşünüyordu, çünkü saray muhafızları ancak aybaşlarında maaş alıyorlardı ve daha aybaşına iki hafta vardı. Adamın iki hafta boyunca hiçbir geliri olmayacaktı. “Bakalım bu her geçen gün daha iyiye doğru gelişeceğim saçmalığı daha ne kadar devam edecek?” diye düşündü.

Ertesi sabah hava soğuktu ve sokakları sis kaplamıştı. Kralın fermanı ilan edilince adam sarayın kapısında belirdi. Yeni bir işi olduğuna sevinmiş ve isteyerek gidip yeni üniformalarını giymişti. Biraz sonra yeni üniformaları, parlayan kılıcı ve parlayan çizmeleri ile sarayın giriş kapısında görevine başladı.

Akşam olduğunda mutlu bir şekilde yüzbaşıya gitti ve bugün çok güzel bir gün geçirdiğini ve ücretini almak istediğini söyledi. Yüzbaşı, “Ücret mi, ne ücreti?” diye güldü. “Bilmiyor musun biz maaşımızı ayın sonunda alırız.”

Adam üzgün vaziyette kekelemeye başladı. “Aa, öyle mi, ben bunu bilmiyordum.” Sarayı terk etti ve yolda yürümeye başladı. Verdikleri parlak kılıç yanında parlıyordu. Yolda

Page 79: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

79

yürürken iki hafta boyunca ne yiyeceğini düşünüyordu. Aklına bir fikir geldi ve demirciye giderek elindeki kılıcı rehin verdi. Demirci kendisine onu iki hafta boyunca rahatça geçindirebilecek kadar para verdi.

Ancak sonradan silahı olmayan bir muhafızın görev yapamayacağını düşündü ve bir plan yaptı. Kılıcın kınının içine tam olarak uyacak tahtadan bir kılıç yapmaya ve kabzasını da parlak bir boya ile boyamaya karar verdi. Dışarıdan bakıldığında aynı bir kılıç gibi gözükecekti. Gerçekten de öyle oldu. Sahte kılıç mükemmel şekilde aslı gibi duruyordu. Eve gidince üniformasını ve kılıcını asarak gönül rahatlığı içinde akşam yemeğine oturdu. Yemeğini yerken karanlığın içinden kendisini hayretle seyreden bir çift göz gördü. Bu yine kılık değiştirmiş olan kraldı. Kralın gözleri faltaşı gibi açılmıştı çünkü masada kocaman bir ekmek, büyükçe bir peynir, bir bardak su ve çok güzel bir şarap şişesi vardı. Kekeleyerek sordu, “Me-me-mer-haba arkadaşım. Bugün de çok güzel bir gün geçirmişsin galiba?”

“Evet, lütfen gel ve bana katıl. Bugün yine Tanrı’nın sayesinde herşey daha iyiye gitti.” Adam o gün yaşadığı maceraları anlatmaya başladı ve nasıl saraya muhafız olduğunu söyledi. “Evet, üniformam işte orada asılı bakabilirsin” dedi ve safça krala sahte tahta kılıçla ilgili her şeyi bir bir anlattı.

Bunun üzerine kral adama bir tuzak kurmaya karar verdi. Muhafızların başı olan yüzbaşı kralın kendisine verdiği emirler doğrultusunda ertesi gün bir esiri sarayın önünde beklemekte olan muhafızların önüne getirdi. Sonra bakındı ve bizim ayakkabı tamircisine doğru bakarak emir verdi. “Hey sen!” dedi bağırarak, “Bu suçlu kral tarafından ölüme mahkûm edildi. Kral hemen bu adamın başının kesilmesi emrini verdi. Hemen kılıcını çıkar ve bu adamın kafasını kes!”

Kral uzaktaki balkonundan sahneyi seyrediyor ve tuzağın işe yaradığını görerek seviniyordu. Zavallı fakir adam önce yutkundu ve ne yapacağını bilemedi. Elini kılıcının kabzasına götürdü. Korku içindeki mahkûmun gözlerine bakmaktan çekiniyordu, ama bir

yandan da tüm saray eşrafının kendisine baktığını, bütün gözlerin kendisinin üzerine çevrildiğini görüyordu. Herkes kendisinden kılıcını kaldırarak mahkûmu idam etmesini bekliyordu. Saniyeler geçmesine rağmen durumu idare edebilmek için biraz bekleyerek düşünmeye başladı. Tahta kılıcın ölüm mahkûmunun başını kesmeyeceği çok aşikârdı. Bu berbat durumdan kurtulabilmek için bir çare aradı. Diğer muhafızlar sabırsızlanmaya, yüzbaşı söylenmeye ve kral da koltuğunda öne doğru eğilerek kıpırdanmaya başladı. Ölüm mahkûmunun yanaklarından aşağıya terler damlamaya başlamıştı.

Tam o sırada ayakkabı tamircisinin aklına müthiş bir fikir geldi. Kılıcın kabzasını sıkıca kavradı ve herkesin duyacağı şekilde bağırmaya başladı, “Tanrı benim şahidimdir, eğer bu adam suçlu ise kılıcım onun ensesini kessin, ama yok eğer bu adam suçsuz ise bu kılıcım tahtaya dönüşsün!”

Page 80: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

80

Bekleyen kalabalık büyük bir şaşkınlıkla dalgalandı, mahkûmun başı üzerinde havaya kalkan kılıç tahtaya dönüşmüştü. Çoğu, “Bu bir mucize, bu bir mucize..” diyerek dizlerinin üzerine çöktüler.

Bu sahneyi seyreden kral başını sallayarak ayakkabı tamiricisini kutladı ve böyle bir çözüm bulduğu için kendi içinden onu takdir etti. “Sevgili dostum, bugün imtihanını tamamladın.”

Eğer yaşamınızda bazı seçenekler ve çözümler peşinde koşuyorsanız ilk yapmanız gereken sakin olmak ve Tanrı’ya inanarak güvenmeye devam etmektir. O size bir çözüm yolu, bir çıkış yolu bulacaktır. Bizim zavallı adam zor bir duruma sokularak imtihan edildiği her seferinde durumu sakince karşıladı, ne yapabileceğini düşündü ve Tanrı’ya dua etti. Ve her seferinde önünde muhteşem bir çözüm belirdi ve yaşamı gelişmeye devam etti.

Ünlü bilge şöyle demiştir,

“Problemler yaşamın çok önemli bir parçasıdır ve onu yaşamaya değer hale getirirler. Bu yüzden de hoş karşılanmalıdırlar. Yaşam mücadelesinde karşınıza çıkan her insanı ve her durumu bir kahraman cesareti ile karşılayın ve sonunda zafere ulaşmış biri olarak gururla gülümseyin. Mutsuzluk, sefalet ve ıstırap çekmek çok iyi birer arkadaştır, çünkü sizin içinizde Tanrı’yı arama hissi uyandırırlar.”

48- 2006/107

KAHVE SOHBETİ

Bir grup üniversiteli arkadaş okuldan mezun olduktan uzun bir süre sonra buluşmaya karar verdiler. Hepsi işlerinde başarılı olmuş ve kariyerlerinde yüksek noktalara gelmişlerdi. Buluşmaya üniversitelerinde çok sevdikleri hocaları profesörü de davet ettiler. Çok mutlu bir buluşma oldu. O akşamüzeri ilk bir iki saat çok fazla güldüler, eğlendiler ve keyifli zaman geçirdiler. Geçmiş anılarını yâd ettiler, girdikleri sınavlardan, çektikleri sıkıntılardan ve dertlerden bahsettiler. Gençlik

maceralarını ve yaptıkları şakaları hatırladılar. Sonra sıra yaptıkları ahmaklıkları anlatmaya geldi. En sonunda da hayatta ulaştıkları seviyelerden ve yaptıkları kariyerlerden bahsettiler. Ancak eski günlerden konuşmaları sona erip konuşma günlük yaşama geldiğinde gülüşmeler azaldı ve

yerini giderek anlaşılmaz bir hüzne bıraktı. İşte yaşanan sıkıntılar ve şikâyetler, aile meseleleri, sağlık konuları, maddi sıkıntılar ve diğer problemler ana konuşma konusu olmuştu. Hele bir de politik anlaşmazlıklar ortaya çıkınca biraz önceki birlik ve arkadaşlık

Page 81: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

81

havası birden bozuldu. Bir kutlama şeklinde başlayan toplantı şimdi bozulmuş ve tatsız bir hal almıştı. O noktada profesör araya girerek daha fazla ileriye gitmelerini engelledi.

Ayağa kalkarak şaka yolu sordu, “Çocuklar, lütfen durun. Aranızdan kimler bir kahve molası vermek istiyor?” Oradakilerin hepsi ellerini kaldırdılar. Profesör mutfağa giderek kısa zaman sonra elinde üstünde dumanı tütmekte olan büyük bir kahve cezvesi ile geri geldi. Yanında da herkese yetecek kadar çeşitli fincanlar getirmişti. Her türlü finvan ve bardak vardı. Çin porseleninden yapılma, kristal kesimli, cam bardaklardan yapılma, el yapımı seramikten yapılma, plastikten yapılma ve basit topraktan yapılma kulplu bardaklar vardı. Herkesin istediği fincanı alarak kendisine kahve koymasını söyledi.

Herkes kalkıp kendisine bir fincan seçerek kahvesini aldı ve tekrar yerine oturdu. Sözü tekrar profesör aldı ve şöyle dedi, “Çocuklar, dikkat ettiyseniz kahve almaya gidenler ilk olarak süslü püslü güzel fincanları seçtiler, daha basit olanlar ve süssüz olanlar ise sona kaldı. Tabii ki insanın kendisi için en iyisini seçmek istemesi gayet normal bir şeydir. İşlerin normal gidişatı böyledir ama konuşmalarınızın başından beri söz ettiğiniz sıkıntıların ve problemlerin de ana sebebi budur. Sizin tek hedefiniz güzel bir kahvenin tadını çıkarmaktı. Bu iş için altı delik olmadığı sürece her türlü kap işe yarardı. Kabın ne şekilde olduğu önemli değildi. Ama işte kahve almak isteyen herkes kendisi için orada müsait bulunanların içinde en iyi fincanı seçmeye çalıştı. Sonra da gözucuyla bakarak gizli gizli kendi fincanını diğerlerinin fincanları ile karşılaştırdı.

Yaşlı profesör bir yere oturdu ve eline kendisi için seçtiği topraktan yapılma basit bir fincan aldı. Kahvesinden bir yudum içtikten sonra sözlerine devam etti, “Şimdi içtiğiniz kahveyi yaşadığımız yaşam yerine koyalım. Yaptığımız iş, kazandığımız para ve toplum içindeki pozisyonumuz da fincanlar olsun. Bu kadar önemli olarak gördüğümüz bunlar gerçekte nedirler? Yalnızca yaşamı içinde taşıyan birer alettirler. Fakat yaşamın kalitesi, yani içeride taşınan kahvenin kendisi hiç değişmez ve seçilen kap her ne olursa olsun aynı kalır. Bazen kabın kendisine gereğinden çok daha fazla konsantre oluruz ve yalnızca onu ve hatta diğerlerinin nasıl bir kaba sahip olduklarını düşünürüz. Ve bunu yaparak kahveden aldığımız yudumun tadını ve keyfini çıkarmayı unuturuz. Bu yüzden dış kabın sizi sürüklemesine ve tüm dikkatinizi çekmesine izin vermeyin, bunun yerine ne tür bir kabın içinde bulunursa bulunsun, kahvenin yani yaşamın tadını çıkarmaya gayret edin.”

Profesör bunları söyledikten sonra geriye doğru yaslandı ve kırk yıl önce ilk olarak öğretmenlik mesleğine başladığı yıllarda kullanılmış eşya satan bir dükkândan 5 cent’e satın almış olduğu basit fincanından kahvesini içmeye devam etti.

Bütün bilgelerin bize söylediği gibi “nicelik değil, nitelik önemlidir.” Bir insanın sahip olabileceği en büyük nitelik nedir? En başta Sevgi’dir. Sonra akıldır, yani bilgeliktir, dürüstlüktür ve Hakikat’tir. Bu çokluk ve çeşitlilik içinde gözüken dünyayı bir araya getirerek birleştirecek yegâne güç Sevgi’dir.

Page 82: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

82

49- 2006/106

ONA ÖĞRETİN!

Abraham Lincoln oğlunun okuduğu okulun

müdürüne aşağıdaki mektubu göndermişti. Abraham

Lincoln 1861 -1865 yılları arasında Amerika Birleşik

Devletlerinin Başkanlığını yaptı. Dünyanın en büyük

devlet adamlarından biriydi. Bu mektup hiç kimseye

karşı kin, nefret ve kötülük düşünmeyen, tam tersine

herkese hizmet etmek isteyen bir insanı apaçık

vaziyette ortaya koymaktadır. Mektup şöyledir,

Abraham Lincoln

Page 83: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

83

“Oğlum bazı şeyleri öğrenmek zorundadır. Biliyorum ki insanların hepsi adil ve hakikate bağlı değillerdir. Fakat siz ona her bir kötü insana karşılık olarak iyi bir kahraman bulunduğunu, her bir bencil politikacıya karşın kendisini ülkesine adamış olan bir lider bulunduğunu öğretin.

Ona her düşmana karşı bir dost olduğunu öğretin. Biliyorum, bu zaman alacaktır ama eğer yapabilirseniz alın teri ile kazanılan her bir doların, harcanılan 5 dolardan daha değerli olduğunu öğretin. Ona kaybetmeyi öğretin ve ona kazanmanın keyfini öğretin. Onu kıskançlıktan uzak tutun. Onu sessiz bir şekilde gülümsenin sırrını ve güzelliğini öğretin. Ona kabadayılardan korkmamayı, onları kolayca yenebileceğini gösterin. Eğer yapabilirseniz ona kitaplardaki mucizeyi öğretin. Fakat aynı zamanda ona kuşların havada uçmalarındaki gizemi, güneşte uçuşan arıların ahengini ve yeşil bir vadide uzanan çiçeklerin güzelliğini derin derin düşünecek şekilde sessiz oturmayı öğretin.

Ona okulda hile ve şike yaparak kazanmaktansa onurlu bir şekilde kaybetmeyi ve yenilmeyi öğretin.

Ona herkes onların yanlış olduğunu söylese de kendi ideallerine ve kendi düşüncelerine inanmayı ve onlardan vazgeçmemeyi öğretin.

Ona kibar insanların arasında kibar, kaba insanların arasında da kaba davranmayı öğretin. Lütfen oğluma herkes gibi sürüye uymamak ve kalabalıkları takip etmek yerine kendi düşüncesini söyleme cesaretini kazandırın. Ona herkesi dinlemeyi, fakat o duyduklarını hakikat süzgecinde süzerek yalnızca iyi olarak süzülenleri kendisine almayı öğretin.

Page 84: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

84

Eğer yapabilirseniz ona üzgün olduğu zamanlarda gülümsemeyi öğretin. Ona gözyaşlarının hiç utanılacak bir şey olmadığını öğretin. Ona kendisi ile alay edenlere bakıp gülmeyi ve tam tersine kendisine aşırı samimiyetle yalakalık yapanlara karşı da dikkatli olmayı öğretin. Ona beynini ve kas gücünü en yüksek fiyatı verene satmayı, ama kalbini ve ruhunu ise asla satmamayı öğretin. Ona uluyan serseri çetelerine kulaklarını tıkamayı ve ayağa kalkarak eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa onlarla savaşmayı öğretin.

Ona nazik davranın, fakat onu aşırı kucaklayarak onu şımartmayın, çünkü çeliği saflaştıran ve sertleştirip güçlendiren şey ateşin gücüdür. Ona her zaman kendisine tam olarak inanma cesaretine sahip olmayı öğretin, çünkü ancak o zaman o insanlığa tam olarak inanabilecektir.

Sizden istediğim bu şey büyük bir taleptir, fakat eminim ki siz bunu başaracaksınız. O çok iyi bir çocuktur, o benim oğlumdur.

50- 2006/108

KUTSAL GÖLGE

Bir zamanlar meleklerin bile kendisini gördükleri zaman çok sevindikleri bir adam yaşıyordu. Fakat adam kesinlikle kendisini büyük olarak görmüyordu. Yalnızca sıradan ve basit bir yaşantı sürdürüyor ve aynı çiçeklerin çevrelerine güzel kokularını ve sokak lambalarının ışıklarını saçtığı gibi etrafına iyilik saçıyordu.

Çevresinde gördüğü insanların geçmişlerine bakmıyor, herkesi suçsuz, kabahatsiz, masum ve günahsız olarak göz önüne alıyor ve insanların cahillikleri yüzünden ne yaptıklarını bilmediklerini düşünüyordu. Bu yüzden de kendisine kötü davransa da herkesi seviyor, affediyor ve hoş görüyordu. Ayrıca bu huyunu da gayet normal ve büyütülmeyecek bir şey olarak görüyordu, çünkü bu onun insanlara ve dünyaya bakış tarzı idi.

Page 85: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

85

Günün birinde aniden bir melek kendisinin önünde belirdi ve şöyle dedi, “Beni sana Tanrı gönderdi. Benden ne istersen isteyebilirsin, sana onu vereceğim. Sana insanların hastalıklarını iyileştirme gücü, yani şifa gücü vereyim mi?”

Adam, “Hayır” dedi ve istemedi. “Ben şifayı Tanrı'nın kendisinin yapmasını isterim”

Melek sormaya devam etti, “Günahkâr insanları tekrar Doğru Davranış ve Dürüstlük Yoluna getirmek ister misin?” Cevap aynı idi, “İnsanların kalplerine dokunmak ve onlara tesir etmek benim değil meleklerin görevidir.” Melek tekrar sordu, “Pekâlâ insanların seni kendilerine örnek alacakları bir erdem timsali olmak ister misin?” “Hayır, istemem” diye cevap verdi adam. “O zaman tüm dikkatler benim üzerime

çevrilir ve ben ilgi odağı olurum.” “O zaman sen ne istiyorsun?” diyerek melek

yeni bir soru sordu. Adam sakince cevapladı, “Benim tek arzu ettiğim şey Tanrı’nın bana olan kutsamaları ve Rahmeti’dir. Bunu bir elde edebilsem istediğim her şeye kavuşmuş olurum.”

Melek itiraz etti, “Ama bir mucize istemek zorundasın, eğer istemezsen bir tanesini mecburen ben sana zorla vermek zorunda kalacağım.” Adam istemeyerek şöyle dedi, “Peki o zaman. Benim kanalımla çevreme iyilikler yapılsın, ama ben bunun farkında bile olmayayım.”

Bunun üzerine gerekli ayarlamalar yapıldı. Bu kutsal adamın gölgesi kendisi yürürken arkasına

doğru düştüğü vakit değdiği yerlere şifa verme kabiliyeti bahşedildi. Bu şekilde adam yürürken kendi gölgesi arkasında olmak şartı ile her nereye düşerse oradaki hasta insanlar ve hayvanlar iyileşiyor, toprak bereketleniyor ve kayaların içinden çeşmeler fışkırıyordu. Yaşamın getirdiği üzüntüler ve sıkıntılar yüzünden başları öne eğik olan kişilerin yüzleri aydınlanıyor ve mutluluk içinde gülmeye başlıyorlardı.

Fakat bilgenin bunların hiçbirinden haberi olmuyordu çünkü gölgesi kendisinin arkasında kalıyordu. Ayrıca insanların dikkati kendisinin gölgesine yoğunlaştığından bilgenin kimse tarafından tanınmama arzusu da yerine getirilmiş oluyordu.

“İnsan yaptığı davranıştan ötürü ortaya çıkan meyvayı arzu etmediği takdirde

o kişinin elde edebileceği şeylerin ve ulaşabileceği yerlerin bir sınırı yoktur. Alçakgönüllülük ve kendini düşünmeyerek bencil olmama hali, bir insanın almış olduğu eğitimin hakiki göstergelerdir.”

Page 86: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

86

51- 2006/109

AT BAKICISI VIKRAM

Bir zamanlar Vikram isminde bir at bakıcısı vardı. Beş tane çok güzel ata bakıyordu. Günlük işleri arasında atları fırçalayıp tımar etmek, sularını, yulaflarını ve samanlarını zamanında ve yeterince vermek vardı. Ayrıca atların kaldığı ahırları temiz tutmak ve onları temiz havada dolaştırmak vardı. Vikram çok iyi bir çocuktu, fakat bazen zihni oradan oraya dolaşıyor ve dikkatsiz olabiliyordu.

Çiftliğe ait iki tane otlak, yani çayır vardı. Bir tanesi sürülmüş ve temiz tutulmakta iken, diğeri bakımsız bırakılmış ve her tarafını yabani otlar bürümüştü. Vikram’ın babası onu atları yabani otların olduğu çayıra salmaması konusunda birkaç kez uyarmıştı. Yabani otların zehirli kokuları atları çok olumsuz etkileyip onları kızdırabilr ve birbirleri ile kavga etmeye kışkırtabilirdi. Vikram da babasına atları yabani çayırda otlatmayacağına söz vermişti.

Uzun bir süre çocuk çok dikkatli idi ve sözünü tuttu. Ancak bir Pazar günü babasının uyarısını unutarak yanlış çayırın kapısını açtı ve atları yabani otların olduğu çayıra saldı. Sonuç çok kötü olmuştu. Atlar boğalar gibi kızgın kızgın solumaya ve birbirlerine çifte atmaya başladılar. Gözleri dönmüş, ağızları köpürmeye başlamıştı. Bağlarını kopartarak Vikram’ı kenara doğru fırlattılar ve kaçarak çayırın içine dağıldılar.

Orada birbirleri ile kavga etmeye başladılar. Vikram çaresizlik içinde onları seyrediyordu. Tek yapabildiği onlarda uzak durarak sakinleşmeleri için dua etmekti. Uzun zaman sonra en sonunda atlar koşuşturmaktan tamamen yorgun ve bitkin düştüler ahırlarına geri döndüler.

Birbirleri ile kavga etmekten ve tekme atmaktan her tarafları çürümüş ve yara bere içinde kalmışlardı. Tamamen iyileşmeleri aylar sürdü. Bu süre zarfında da huyları değişmiş tamamen aksi davranışlar içinde zaptedilmez olmuşlardı.

En sonunda atların fiziksel yaraları iyileşti ve davranışları değişerek eski normal hallerine döndüler. Vikram bu olaydan ders almış olması gerekiyordu ama maalesef üç ay sonra yine bir sıcak pazar günü gün babası çiftlikte yokken Vikram’ın canı sıkıldı ve kendisini yorgun hissederek biraz dinlenmek

Page 87: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

87

istedi. Atlar yine aynı şekilde vahşi otlağa giderek çıldırdılar. Birbirlerine üstünlük sağlama gayreti içinde kavga etmeye başladılar ve kontrolden çıktılar. Vikram yine dua etmeye başladı, fakat atları sakinleştirip kontrol altına alana kadar atlar geçen seferden çok daha kötü yaralanmışlardı. Atların huzur bulması ve yaralarının iyileşmesi eskisinden çok daha uzun sürdü. Vikram’ın babası oğlu ile hayal kırıklığına uğramıştı, ama Vikram da çok üzülmüştü.

Bizim zihinlerimiz de aynı bu şekilde davranmazlar mı? Zihnimizi olumlu düşüncelerle, pozitif bakış açıları ile beslersek, zihnimizi temiz bir ortamda tutar ve onu kontrol altında tutarsak zihnimiz gayet iyi davranacak, problem çıkarmayacak ve bizi utandırmayacaktır. Ancak zihnimizi sağlıksız düşünceler ve sağlıksız aktivitelerin zehirli çayırlarında serbest bıraktığımız anda bu tehlikeli “özgürlüğün” tadını alacak ve bundan vazgeçmek istemeyecektir. Aslında bu bir özgürlük değil kargaşalık, patırtı ve gürültüden

başka bir şey değildir. Böyle bir kuralsızlık ve disiplinsizlik, bir alışkanlık veya bağımlılık haline bile dönüşebilir. Ve aradan zaman geçtikten sonra artık bir daha zihne hâkim olmak ve onu zaptetmek imkânsız hale gelecektir.

Zihnimizi istediğini yapmak üzere vahşi atlar gibi serbest bırakarak böyle kötü bir duruma düşecek olursak “atlarımızı”(beş duyumuzu) kontrol altına almamız, yani beş duyuya hâkim olarak zihnimizi tekrar dizginlememiz ve ehlileştirmemiz çok zor olacaktır. Ancak uzun süren dualarla ve erdemli kişilerle yakın arkadaşlık ederek zihnimizi tekrar sakinleştirebilir ve yatıştırabiliriz. O zaman sağlıklı otlarla dolu yeşil çayırların keyfini sürebilir ve huzura ve mutuluğa kavuşabiliriz. Bu konuda kutsal metinler şöyle bir ifadede bulunmuşlardır.

Bu bilgeliğe ancak Tanrı’ya inanan, ciddi, kararlı, azimli, yolundan dönmeyen, sadık, kendini tam olarak adamış ve duyularını kontrol edebilen insanlar ulaşabileceklerdir. Bu bilgeliği elde ettikten sonra da kısa süre içinde o yüce huzura ve sürura ulaşacaklardır.”

52- 2006/110

ÖNCE GÖREVİN SONRA KENDİN

1968 yılında çıkan fırtına Orissa’nın fakir halkını çok olumsuz etkilemişti. Şiddetli fırtına, hortumlar ve şiddetli yağan yağmur kıyı bölgesinde yaşayan insaların evlerini yıkmış ve arkasında çok sayıda evsiz ve çaresiz insan bırakmıştı. Aralıksız yağan korkunç bir yağmurdan sonra bir sel oluşmuş ve insanların gözleri önünde evlerini, eşyalarını, mallarını, hayvanlarını ve bütün servetlerini önüne katarak sürükleyip götrümüştü. Tabiatın o korkunç ve ayırt etmeyen korkunç yüzüne tanık olmuşlardı.

Page 88: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

88

Her türlü haberleşme imkânları yok olmuştu. Fırtınadan sonra hükümet görevlileri bir helikoptere binerek bölge üzerinde uçuyorlar ve hasar tespiti yapıyorlardı. İnsanlar aşağıda çaresizce yardım bekliyorlar ve ellerini sallıyorlardı. Ülkenin dört bir tarafından gelen sosyal yardım kuruluşlarına ait birimler o hala yağan yağmur ve şiddetli esen rüzgârın altında yardımlarını ulaştırmaya çalışıyorlardı.

Bu görevlilerden oluşan bir grup şehrin kenar mahallerinden birine doğru yöneldiler. Araçlarında yiyecek, ilaç, elbiseler ve battaniyeler vardı. Köye vardıklarında öğlen olmuştu ve bütün köy suya batmış gibiydi. Hala yağmur yağıyordu. Köyün meydanında durdular ve o boş meydanda kendilerine yol gösterecek birilerini aramaya başladılar.

En sonunda bazı köylüler onları fark ettiler ve koşarak geldiler. Gönüllüler en sonunda kendilerine dağıtımda yardım edecek birileri geldiği için sevinmeye başladılar. Ama gelen köylüler yardım malzemelerini yağma etmeye ve kapıp kaçmaya başlamışlardı. Gönüllüler aptallaşmış vaziyette ne diyeceklerini, onları nasıl sakinleştireceklerini ve kontrol edeceklerini bilemeden onları seyrediyorlardı. Daha şimdiden yorulmuşlar ve sırıl sıklam olmuşlardı.

Tam o sırada küçük bir kız ortaya çıktı ve yardım kamyonlarına saldıran insanlarla tatlı tatlı konuşarak onları sakinleştirmek için konuşmaya başladı. Onlara bu işin bir disiplin içinde yapılması gerektiğini, sabırlı olmak gerektiğini ve en önce yardıma en çok ihtiyacı olanlara sağlık ve gıda yardımı yapılması gerektiğini söylemeye başladı. Yardım gönüllülerine yol göstererek en acil yardıma ihtiyacı olanların yardım almalarını sağlıyordu. Tüm yardım işini organize ediyordu. Bu sırada sabırsızlanan köylülerle yumuşak biçimde konuşuyor, onlara yiyecek ve içecek verip yatıştırıyor ve sağlık ekibinin

işini rahatça yapmasını sağlıyordu. Ekibin önüne düştü ve akşama kadar onları çamurlu yollardan ve tepelerden götürerek en çok yardıma ihtiyacı olanların evlerine ulaştırdı ve onların hizmet almasını sağladı. Asla yorulmuyor, tam tersine yüzü şükürle ve sevgi ile ışık içinde parlıyordu. Yardım ekibi işini bitirdiğinde yorgunluktan bitmiş ama he isteyenin yardım almasını sağlamıştı. Biraz dinlenmek üzere oturdular. Birden ekip içindeki

gönüllülerden birisi fark etti ki kendilerine ön ayak olarak ev ev dolaştıran ve yardım paketlerinin, yiyecek ve içeceğin dağıtılmasını sağlayan küçük kız kendisi ve ailesi için hiçbir şey almamıştı.

Page 89: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

89

Hemen kızın evine giderek kıza neden bir şey almadığını sordular. Kız utanarak ve biraz tereddüt ederek cevap verdi, “Benim bir İnsani Değerler Öğretmenim var ve o bana başkalarına karşı yapılan hizmetin ve görevin ilk önce gelmesi gerektiğini, eğer böyle yapılırsa Tanrı’nın kendisinin o hizmet eden kişinin ihtiyaçları ile ilgileneceğini söyledi.”

Bu kadar fakir ve muhtaç durumda olan kız böyle yüksek bir öğretiyi uygulamaya koyarak yardım ekibini hayretler içerisinde bırakmıştı. Küçük kıza hayran olmuşlardı.

Küçük kıza bu öğretmenin kim olduğunu sordular. Kız şöyle yanıtladı, “Ben o onu bugüne kadar hiç görmedim, ama İnsani Değerler kitabımda büyük bilgenin sözleri yazıyor. Ben bir İnsani Değerler Eğitimi öğrencisiyim.”

Ekip üyeleri bencilsizlik timsali olan bu küçük kızı gözyaşları içinde dinliyorlardı. O milyonlarca insanın yapmayı başaramadığı şeyi uygulamaya koymuştu ve herkese örnek teşkil ediyordu. Gerçektn yakın zamanda dünyayı bekleyen çok güzel bir çağın habercilerinden birisi idi.

“Bu dünyada sevgiden daha yüce bir nitelik yoktur. En büyük manevi uygulama bu sevgiyi hizmete dönüştürebilmektir.”

53- 2006/112

SEN YİNE DE YAP

Aşağıda ki şiir Hemşire Teresa’nın Kolkata’daki Çocuk Evinin duvarında asılıdır.

Page 90: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

90

İnsanlar çoğunlukla mantıksız davranırlar ve bencil olurlar, sen

onları yine de affet.

Sen iyi kalpli ve sevecen olduğun halde insanlar seni bencillikle veya gizli maksatların olduğun şekilde

suçlayabilirler, sen yine de vermeye ve iyi kalpli olmaya devam et.

Eğer başarılı isen bazı sahte

dostların ve gerçek düşmanların olacaktır: Sen yine de başarmaya

devam et.

Sen dürüst ve doğru sözlü olduğun zaman insanlar seni kandırmaya

çalışacakladır. Sen yine de Doğru Davranış’tan ayrılma ve samimi ol.

Senin yıllar boyunca inşa ettiğini birisi bir gecede yerle bir edebilir. Sen yine de baştan inşa etmeye

devam et.

Sen mutluluğu ve huzuru bulursan onlar seni kıskanacaklardır.

Sen yine de mutlu olmaya devam et.

Bugün yaptığın iyi davranışı insanlar yarın unutacaklardır. Sen yine de iyi

davranmaya devam et.

Bu dünyaya sahip olduğun ve elindekinin en iyisini ver. Bu belki

yeterli olmayacaktır ama sen yine de elinden gelenin en iyisini vermeye

devam et.

En sonunda fark edeceksin ki bu başından beri hep seninle Tanrı arasındaydı. Yine gördüğün gibi

hiçbir zaman seninle onlar arasında değildi.

Page 91: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

91

54- 2006/114

GERÇEK SEVGİDEN BİR PARÇA

Bir okulda engelli çocuklara yardım

toplama yemeği düzenlenmişti. Bu

öğrencilerden birisinin babası o yemeğe

katılanların hiç unutamayacakları bir

konuşma yaptı. Okulu ve öğretmenleri

övdükten sonra ortaya bir soru attı:

“Dışarıdaki bazı etkenler yoluna çıkmazsa

doğa her zaman mükemmel şekilde

işlemektedir. Ancak benim oğlum, Shay okulda derslerini diğer öğrenciler gibi hızlı ve iyi

öğrenemiyor. Diğerleri gibi anlayamıyor. Benim oğlumun durumunda tabiatın o

mükemmel işleyişi nerede peki?”

Bu soru üzerine herkes sessiz kaldı. Baba devam etti, “Ben şuna inanıyorum ki

benim oğlum Shay gibi fiziksel ve zihinsel olarak engelli bir çocuk dünyaya geldiği zaman

gerçek insan tabiatı kendisini ortaya koyabilmek için bir fırsat yakalamış oluyor. Bu da

başka insanların o çocuğa karşı olan davranışlarında ortaya çıkıyor. Baba sonra

aşağıdaki hikâyeyi orada bulunanlara anlattı.

Shay ve babası bir parkın yanından geçiyorlardı. Orada Shay’in de tanıdığı bazı

çocuklar bezbol oynuyorlardı. Shay sordu, “Ne dersin baba, benim de oynamama izin

verirler mi?”

Shay’ın babası çocuklardan hiçbirinin Shay gibi

birisini kendi takımlarında görmeyi istemediğini

biliyordu. Ama şunu da gayet iyi biliyordu ki eğer onun

da aralarında oynamasına izin verirlerse Shay bir yere

ait olma hissini tadacak ve sahip olduğu engellere

rağmen başkaları tarafından kabul edilmenin verdiği

hisle kendine güveni artacaktı.

Shay’in babası sahada oynamakta olan

çocuklardan birisinin yanına yaklaştı ve Shay’in de

onlarla birlikte oynayıp oynayamayacağını sordu. Ancak aslında fazla bir beklentisi yoktu.

Çocuk dönerek arkadaşlarına sordu. Diğer çocuklar başlarını sallayıp onayladılar,

“Neden olmasın ki?” Çocuk şöyle dedi, “Şu anda sekizinci oyundayız ve altı koşu

gerideyiz. En iyisi biz onu dokuzuncu oyunda oyuna alalım ve beyzbol sopasını onun

eline verelim.”

Page 92: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

92

Bunu kararlaştırdıktan sonra Shay üzerine bir takım forması giydi ve yüzünde bir

gülümseme ile birlikte yedek kulübesine oturarak sırasını beklemeye başladı. Babası ona

bakınca kalbinde güzel bir sıcaklık hissetti ve göz pınarlarında yaşlar belirdi. Diğer

çocuklar da Shay’i aralarına kabul ettikleri için babasının mutluluğunu gözlemlediler.

Sekizinci oyunda Shay’in takımı birkaç koşu

yaparak arayı kapadı, ama hala üç koşu geridelerdi.

Sıra dokuzuncu oyuna gelmişti. Shay eline eldivelerini

giydi ve sahaya doğru yürümeye başladı. Babası

seyircilerin arasından ona el sallıyor, o da bir yandan

heyecanlanıyor, bir yandan da ağzı kulaklarına vararak

gülümsüyordu. Ona doğru hiç top gelmeden dokuzuncu

oyunda bir iki puan daha kazandılar. O anda iki dış kapı

ve merkez dolu idi ve kazanmak için son vuruşun

yapılması ve vurucunun koşu yaparak bütün kapıları

geçerek tur atması gerekiyordu. Ve sırada Shay ve

Shay’in elindeki beyzbol sopası vardı. Acaba

arkadaşları Shay’e bu fırsatı verecekler miydi, yoksa bu

kritik anda son görevi başka bir oyuncuya mı

vereceklerdi. Bunu yaparlarsa oyunu kazanma ihtimalleri çok azalacaktı.

Sürpriz şekilde bu son görev, sopa ile topa vurma görevi Shay’e verildi. Herkes

Shay’in topa vurmasının nerede ise imkânsız olduğunu biliyordu, çünkü Shay beyzbol

sopasını bile doğru dürüst tutamıyordu.

Fakat Shay merkeze gelip tutucunun önünde elinde

sopası ile yerini aldığında topu fırlatacak olan oyuncu karşı

takımın kazanma şansını bir kenara bırakarak Shay’e

hayatındaki bu en önemli anda bu güzel tecrübeyi

yaşatmak istediğini anlayınca bir iki adım geri çekilerek

topu Shay’e doğru çok yumuşak bir şekilde attı. En zından

belki topa dokunabilecekti.

Shay gelen topa doğru sopa ile hamlesini yaptı ama

acemice ıskaladı. Bu sefer top fırlatıcı birkaç adım yakına

gelerek bu sefer topu daha da yavaş bir şekilde Shay’e

doğru sektirdi. Shay gelen topa sopası ile yavaşça vurdu ve

top yavaşça tekrar top fırlatıcının ellerine gitti. Bu durumda

fırlatıcı eline gelen topu en yakınındaki arkadaşına doğru

atabilirdi. Bu durumda da Shay oyun dışı kalırdı ve oyunu kaybederlerdi. Ancak top

fırlatıcı kendisine doğru yavaşça gelen topu tuttu ve ilk kapıda duran arkadaşının başının

çok üzerinden ilerilere doğru fırlattı. Tüm takım arkadaşları ve seyirciler ayağa fırladılar

ve Shay’e bağırmaya başladılar, “Koş, Shay koş! İlk kapıya doğru koş!”

Page 93: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

93

Ancak Shay hayatında o kadar uzun süre koşmamıştı bile. İlk kapıya zorlukla ve

şaşkınlıkla vardı. Bağırmaya devam ettiler, “Koş şimdi ikinci kapıya koş!” Nefes nefese

kalarak Shay üçüncü kapıya koşmaya başladı. O sırada karşı takımın en küçük oyuncusu

topu yakalamış ve ikinci kapıda duran arkadaşına atmaya

hazırlanmıştı. Topu arkadaşına fırlatarak oyunu kazanmalarını

sağlayabilir ve kendisi de oyunun kahramanı olabilirdi. Ancak

o da top fırlatıcının niyetini sezmişti. O da topu yükseğe doğru,

üçüncü kapıdaki arkadaşının başının çok üzerinden ilerilere

doğru fırlattı. Shay ikinci kapının etrafından dolanarak üçüncü

kapıya doğru çılgın gibi koştu. Herkes deli gibi bağırıyordu,

“Shay, Shay,Shay, en büyük Shay!” Shay üçüncü kapının

etrafından dolandığında her iki takımın oyuncuları da

beraberce bağırmaya başlamışlardı. “Koş Shay, merkeze

doğru koş!” Shay merkeze doğru koşarak yerdeki plakaya ayağı ile dokundu. Shay en

büyük vuruşu yapmış ve takımı oyunu kazanmıştı. O oyunun kahramanı ve en iyi

oyuncusu idi.

Sonradan babası bu güzel deneyim hakkında şunları söyledi, “O gün her iki

takımın oyuncuları beraberce bu dünyaya gerçek sevgi ve insanlık konusunda çok güzel

bir örnek sergilediler.”

Shay ondan sonraki yazı göremedi ve o kış hayata gözlerini kapadı. Hayatının son

gününe kadar o gün babasını mutlu edişini ve eve döndüğünde annesinin kendisini bir

kahraman gibi karşılamasını hiç unutmadı.

55- 2006/115

BİR YILBAŞI / NOEL GECESİ

Savaş giderek onlara doğru yaklaşıyordu. Silah sesleri ve top patlama sesleri küçük köyden duyulmaya başlamıştı. Alman anne çocuklarını korumak amacı ile onları ormanın derinliklerindeki kulübeye götürdü. Şöminede ateş yaktılar ve ailece kutsal gün

olan Noel akşamını kutlamaya hazırlandılar. Ancak yanan odun kokusu ormanda bulunan bazı kimseleri cezp etti ve biraz sonra evin kapısı çalınmaya başladı. Kadın, “Acaba bu kim olabilir?” diye düşündü. Cesaretle kapıyı açtı. Kapının önünde Amerikalı üç düşman askeri vardı, “Biz ormanda kaybolduk ve çok açız. Üstelik içimizden birisi yaralı! İçeri gelip biraz ısınabilir

miyiz?” diye sordular. Alman kadın bir an acaba

Page 94: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

94

düşmana yardım ettiği duyulursa kendisine ne gibi bir ceza verileceğini düşündü. Ama sonra karşısında soğuktan titreyen gençleri gördükten ve kendisini onların annelerinin yerine koyduktan sonra karar vermesi zor olmadı.

“Lütfen içeri gelin” diye kırık bir İngilizce ile seslendi. O sırada da omuzlarının yanlarından sarkan silahlarını fark etti. “Lütfen silahlarınızı odunluğa bırakın!” diye ekledi. “Çocukları korkutabilirsiniz.” Sonra onları ateşin yakınına oturtarak onları ısıttı ve onlara yemek vererek karınlarını doyurdu. Şöminenin başında oturan ve birbirleri ile işaret dili ile anlaşmaya çalışan alışılmamış bir topluluk olmuşlardı.

O sırada kapı sertçe bir kez daha çaldı. Dışarıdan biri almanca yüksek sesle bağırdı, “Kapıyı açın, burada soğuktan donmak üzereyiz.” Alman kadının benzi korkudan bembeyaz kesilmişti. “Şimdi ne yapacağım?” diye düşündü, “Bunlar Alman askerleri!”

Kapıya vurmalar devam edince kapıya doğru koştu ve tereddüt etmeden kapıyı açtı. Gelen askerlere içeride üç Amerikan askeri daha olduğunu söyledi. “Çok üşümüşlerdi ve birisi de yaralı idi. Üstelik bu gece Noel gecesi!” diye ekledi. “Bu gece kavga etmeye ve kan dökmeye hiç gerek yok, çünkü bu gece kutsal bir gece!”

İki Alman askeri botlarındaki karları silkelediler ve içeri girmeye hazırlandılar. Kadın onları da uyardı, “Lütfen siz de silahlarınızı odunluğa Amerikalıların silahlarının yanına koyun!” Bunun üzerine onlar da silahlarını çıkararak diğerlerinin yanına koydular. Alman ve Amerikan askerleri beraberce şöminenin yanında ısınmaya başladılar. Alman askelerinden birisi sıhhiyeden anlıyordu ve Amerikan askerinin yarasını temizleyerek sardı.

Geceyarısı olduğunda bütün grup “Silent night Holy night” Noel şarkısını yüksek sesle ve beraberce söylediler, Sonra da şöminenin karşısında yerde beraberce uyudular. Sabahleyin Alman anne Amerikalı askerlere yolu tarif ederek kendi birliklerine doğru yönlendirdi. Sonra da Alman subayları kucaklayarak onlara veda etti.

“Bu dünyayı bir arada tutan tek birleştirici güç, tek çimento arkadaşlıktır. İnsanoğlu birbiri ile kardeştir ve Tanrı’nın koruması altında bu dünya kalıcı barışa ve huzura kavuşacaktır.”

Page 95: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

95

56- 2007/125

LINCOLN’DEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

Abraham Lincoln 1861 yılında Amerika Birleşik Devletlerinin 16.cı başkanı olarak

seçildi. Lincoln başkan olmadan önce de bütün ülkede iyi kalpli ve nazik kalpli bir insan olarak tanınırdı. O hakikate ve adalate sıkı sıkıya bağlı bir insandı. Daha henüz bir çocukken bile muhtaç insanlara yardım elini uzatarak hizmet ederdi. Başkan olmadan önce Illinois şehrinde 20 yıl avukatlık yapmıştı. Ancak finansal yönden, yani para kazanma yönünden çok başarısızdı. Çünkü fakir insanlardan çok fazla para isteyemezdi.

Örneğin eski bir devrim askerinin yaşlı eşi ve çok fakir olan bir kadından 400 USD emekli maaşına hak kazanabilmesi için yalnızca 200 USD alınmıştı. Lincoln Sigorta Şirketini dava ederek yaşlı kadının için emekli maaşı almasını sağlamıştı. Lincoln kadının otel faturasını ödemiş ve hatta eve dönüş tren biletini bile almıştı. Müşterilerini davalı oldukları kişilerle mahkeme dışında kendi aralarında anlaşmalarını sağlamakla ve kendisi bu işten hiç para almamakla ünlü idi. Bu şekilde herkes mahkeme masraflarından kurtuluyor ve basit bir çözüm bulunmuş oluyordu.

Bir seferinde üçkâğıtçı bir adamın zihin engelli bir kıza ait araziyi kendi üzerine geçirmesini engellemişti. Mahkemedeki dava yalnızca onbeş dakika sürdü. Lincoln’ün asistanı aldıkları dava ücretini aralarında paylaşmak için Lincoln’e geldi. Lincoln onu azarladı. Yardımcı avukat kızın ağabeyinin davayı açmadan önce dava ücretini ödemeyi kabul ettiğini ve durumdan tamamen memnun olduğunu söyledi. Lincoln mutlu değildi, “Olabilir” diye devam etti, “Fakat bu para fakir ve zihin engelli bir kızın cebinden geliyor. Ben bu parayı alacağıma açlıktan ölürüm daha iyi. Sen bu paranın yarısını aldığın kişiye iade et. Ben kendi payım olan paranın bir centini dahi istemiyorum.”

Avukat olmadan önce Lincoln bir mağaza işletiyordu. Bir akşam dükkânı kapatmadan önce kasasındaki paraları sayarken bir müşterisinden birkaç cent daha fazla almış olduğunu fark etti. Hemen dükkânı kapattı ve aldığı fazla parayı müşterisine iade etmek için kilometrelerce yol yürüdü.

Yine başka bir seferinde bir kadına terazide tarttığı çayı vermiş, sonradan terazinin eksik ve hatalı ölçtüğünü öğrenince de eksik kalan miktar kadar çayı tartarak kadıncağızın evine kadar götürmüştü. Kadın şaşkınlıktan

afallamıştı. Lincoln bütün canlı varlıkları severdi. Bir gün avukat arkadaşları ile şehir dışında

arabada yolculuk yaparken rüzgârın yuvalarından aşağıya uçurduğu iki yavru kuşu fark etti. Hemen arabayı durdurdu ve o küçük yavruları yuvalarına götürüp koydu. Sonrada, “O yavru kuşları annelerine teslim etmese idim o gece uyku uyuyamazdım” diye bu olayı anlattı.

Page 96: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

96

Sonra başkan olduğunda bir seferinde arkadaşları ile birlikte günlük yürüyüşlerinden birini yapıp eve dönerken arkalarından gelmekte olan, üzerinde eğeri olan ama binicisi olmayan bir at gördüler. Lincoln arkadaşlarına atın sürücüsünün kim olduğunu bilip bilmediklerini sordu. Arkadaşları atın tanıdıkları birisine ait olduğunu söylediler. “O bir sarhoştur” dediler, “herhalde yolun kenarına düşmüş, sızıp kalmıştır.

Lincoln hemen gidip o adamı aramaları gerektiğini söyledi. Arkadaşları, “Neden gidelim ki?” diye itiraz ettiler. “Hava kararıyor ve biz zaten geç kaldık. Bırak o sarhoş bu işten dersini alsın!” Yürümeye devam ettiler. Fakat Lincoln geri döndü ve “Belki düşüp bir yerini yaralamıştır” diyerek adamı aramaya gitti.

Bir müddet yürüdükten sonra yolun kenarında baygın vaziyette yatan adamı gördü. Lincoln adama kendisine gelmesinde yardımcı oldu ve zorlukla onu kendi evine kadar taşıdı. Evde herkes Lincoln’e eve sarhoş bir adam getirdiği için kızdılar. Fakat Lincoln onların bu sert sözlerine hiç aldırmadı bile. Sakince şöyle dedi, “Bakın bu adam sarhoş olabilir, fakat o da bizim gibi bir insan. Ona yardım etmek bizim görevimizdir.” Sonra adam tamamen kendine geldiğinde de adama yemek verdi ve salimen evine gönderdi.

Lincoln insana karşı sevgi ile yapılan hizmetin Tanrı’ya yapılan hizmet olduğuna inanırdı. Köleleri gördüğü zaman çok üzülüyordu. Bu yüzden hayatı boyunca köleliğe karşı savaştı. Birçok insan sonradan onun için şöyle demişti, “Gökte Tanrı var, yerde de Lincoln var. Bizimle yalnızca bu ikisi ilgileniyorlar.”

Bu büyük ruhun ölüm yıldönümü 15 Nisan günüdür. Bizler o günde onu hatırlarız ve onun yaşamı boyunca yaptıklarından kendi yaşantılarımız için ilham alırız. İçimiz kendine güven ve merhamet ile dolar.

57- 2007/126

BABA GİBİ, GÜNEŞ GİBİ

Bazılarımız dışa dönüktür ve kolaylıkla

arkadaş edinirler. Böyle kişiler tanımadıkları

kişilerle çok rahatlıkla konuşurlar ve yabancılara

gülümsemekten çekinmezler. Vineet’in babası

da aynı böyle idi. Fakat Vineet babasından çok

farklı idi. Onbeş yaşına gelmişti, ama hiç

arkadaşı yoktu. Tatillerini en iyi arkadaşı olan

bilgisayarı ile birlikte geçiriyordu.

Arkadaşlarından kendisini arayan hiç birisi

yoktu. Ne dışarıya çıkp gezer ne de sinemaya

filan giderdi. Yalnızca okul ödevlerini yapar ve

Page 97: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

97

genellikle kendi başına ve yalnız olmayı isterdi.

Babası ise sık sık oğlunu dürter ve

kabuğundan dışarı çıkarak gezip tozmasını

söylerdi. Arkadaşları ile buluşmaya gitmesi için

cesaretlendirirdi. Fakat Vineet ağzını bile açmaz

yalnız kalmak isterdi. Okulda bile sınıf

arkadaşları ile yalnızca çok gerektiği zaman

konuşurdu. Bir akşam babası artık bu durumdan

sıkılmış olarak oğluna “Hadi oğlum gel okulda

jimnastik dersine gidelim ve antrenörle konuşalım” dedi. “Hayır, baba istemiyorum”

şeklinde kısa bir cevap aldı.

O sırada Vineet bilgisayarda araba yarışı oynuyordu. Onun babasına bu dikkatsiz

açıklamaları genellikle evde huzursuzluk konusu olurdu. Akşam olup da babası eve

gelince ona o gün kaç saat ders çalıştğını sorardı. Her gün “yap” ve “yapma” konusunda,

yaşamdaki öncelikler konusunda ve zamanın yönetilmesi konusunda geleneksel hale

gelmiş bir konuşma olurdu.

Fakat çocuk babasının kendisinin gelecek hayatı ile ilgili endişelerini anlamak

yerine sinirlenir ve ve aksileşirdi. Babası günlük uyarılarına başladığında “İşte yine

konferans başladı” der ve kulaklarını tıkamaya çalışırdı.

Bu şekilde günler ve aylar geçti. Her akşam aynı sahne tekrarlanıyordu. Fakat

çocuk her geçen zaman daha da kötüye gidiyordu. Büyük bir deha, çok zeki bir beyin

koltukta oturarak giderek verimsizleşiyordu. Bir gün babası bir bilge kişi ile karşılaştı.

Fırsatını bulduğu için sevinerek oğlunun durumunu ve ne yapabileceğini bilgeye sordu.

Bilge ona çok ilginç bir soru sordu. “Siz hiç güneşin hareketlerini gözlemlediniz mi?”

“Tabii ki biliyorum” dedi adam, fakat bilgenin

ne demek istediğini anlayamamıştı. Bilge şöyle

devam etti, “Güneş doğduğu zaman alçak bir

seviyeden kendini gösterir. Tam öğle vakti

olduğunda başımızın üstünde yükselir. Sonra da

giderek alçalmaya başlar. Güneş tam tepenizde

iken gölgeniz en kısadır. Güneş alçalmaya

başladığında ışığını daha uzak bir mesafeden

gönderir ve gölgeler de uzar. Güneş tepede uzun

bir süre kalmaz. Zamanın çoğunda uzak

mesafeden bizim üzerimizde parlamaya devam

eder.

Vineet’in babası “Çok doğru” dedi ama hala bir şey anlamıyordu. Bilge adam

söyledilerini açıklamaya başladı, “İşte siz de aynı bu güneş gibi olmalısınız. Oğlunuzun

üzerine çok fazla düşmeyin! Ona patronluk taslamayın! Onun başının üzerinde çok fazla

durursanız sıcaktan bunalacaktır. Onu uygun bir mesafeden takip edin. Onu korumanızı

Page 98: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

98

ve sıcaklığınızı makul bir mesafeden vermeye devam edin. O her ne zaman baksa sizin

onu seyrettiğinizi ve sevgi dolu sıcaklığınızı vererek parlamaya devam ettiğinizi bilmeli!

Bırakın o kendi zihni ile düşünsün, siz onun yerine düşünmeyin!”

Varlığınızın sıcaklığını çocuklarınıza vermelisiniz. Ancak çok fazla sıcaklık

verirseniz onları sıcaktan kurutur ve yakarsınız. Birçok insan çocuklarına baskı

yaparak onların kendilerinin bir şey düşünmesine ve kendi kendilerine bir karar

vermelerine engel olurlar ve onlara zarar verirler.

58- 2007/129

DOĞRU DAVRANIŞ, DOĞRU ÖDÜL

İnsana yapılan hizmetin Tanrı’ya yapılan hizmet olduğu söylenir. Çok zengin bir

adam bir tapınakta fakir insanlara yemek dağıtıyordu. Yemeği fakir ve kimsesiz insanların

alması bekleniyordu. Kapıda yüzlerce insan kuyruk oldular. Toprak ağası böyle bir hizmet

yaptığı için çok mutlu idi ve dağıtılacak çok sayıda da yemek vardı. Ağanın oğlu da

yemek dağıtım işinde yer almıştı. Ancak oğlan yemek

yiyenlerin sıraları arasında dolaşırken hiç de fakir

olmayan bazı insanların yemek aldıklarını ve yediklerini

fark etti. Hemen babasına giderek babasına anlattı,

“Baba şurada ikinci sıradaki üç adam oldukça

varlıklı gözüküyorlar. Neden onların gitmelerini

istemiyorsun? Biz yalnızca fakirlere yemek dağıtıyoruz.

Neden bu insanları besleyelim ki?” Babası oğlunu teskin

ederek şöyle dedi, “Biz yalnızca üzerimize düşen görevi yerine getiriyoruz. Bırak onlar

neyin doğru olduğuna kendileri karar versinler. Biz yalnızca doğru olduğunu

düşündüğümüz davranışı yerine getirmekle mükellefiz. Lütfen bu konuda tek bir kelime

daha söyleme!”

Adamın oğlu babasının söylediklerinden hoşlanmamıştı, fakat o adamlara hizmet edip yemek vermekten başka bir çaresi yoktu.

O gün akşam olmadan hemen önce zengin ağanın kapısı çalındı. Öğle vakti oğlunun yemek sırasında işaret ettiği adamlardan birisi kapıda durduğunu görünce şaşırdı. Adam şöyle dedi, “Sir,

Page 99: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

99

ben işsiz bir adamım. Çalışmayı sevmediğim için tembel bir adamım. Bu sabah Tanrı’ya şöyle seslendim, ‘Tanrım, eğer Sen bana bugün ben hiç çalışmadan bir yemek verecek olursan Sana söz veriyorum, ben de çalışmaya başlayacağım.’ Öğlen olduğunda tapınağın yanından geçerken sizin insanlara yemek verdiğinizi gördüm. Ne kadar güzel ve doyurucu bir yemekti. Şimdi benim de Tanrı’ya verdiğim sözü yerine getirmem lazım. Acaba bana verecek bir işiniz var mı?” Bu sözler zengin adamın çok hoşuna gitmişti ve hemen onu işe aldı.

Ertesi gün zengin ağa yine tapınağa gitti ve orada gördüğü manzara karşısında bir kez daha şaşırdı kaldı. Dünkü adamlardan ikincisi aynı kendisinin bir gün önce yaptığı gibi fakir insanlara yemek dağıtıyordu. Hemen adama doğru gitti ve sordu, “Sir, eğer yanılmıyorsam siz burada dün yemek yiyenlerin arasındaydınız. Nasıl oluyor da bugün burada siz yemek dağıtıyorsunuz, lütfen bana açıklayın!” Yemek dağıtan adam utangaç biçimde gülümsedi ve şöyle dedi, “Ben aslında zengin, ama çok cimri bir adamım. Ben nerede bedava yemek bulsam hemen oraya gider ve yerim. Dün burada sizin dağıttığınız yemeği yerken kendi kendime düşündüm ve yaptığım şeyden utandım. Zenginliğimi daha az şanslı insanlarla paylaşmam gerektiğini bana siz öğrettiniz ve bana örnek oldunuz.”

Zengin ağa bundan sonra tapınağın içerisine girdi. Orada üçüncü adamı yerlere kapanmış dua ederken görünce çok şaşırdı. Adam biraz sonra onun yanına gelip şöyle dedi, “Sir, sizi gördüğüme çok sevindim. Size şunu söylemeliyim ki ben düne kadar Tanrı’ya inanmıyordum ve bir ateist idim. Bana bir arkadaşım şöyle sormuştu, ’Tanrı’nın senin O’na inanmanı sağlaması için ne yapması gerekiyor?’ Ben de, ‘Yani bugün birisi bana bedava bir mango verecek olursa ben Tanrı’nın var olduğuna inanacağım.’ Dün tapınağın önündeki yemek sırasına girdim. Herkese oradaki meyvelerden bir tane veriliyordu. Sıra bana geldiğinde dağıtan kişi benim elime bir mango koydu. O an Tanrı’nın bana bir işaret gönderdiğine inanmıştım. Bu yüzden buraya geldim. Size teşekkür ederim.”

Zengin adam mutluluk gözyaşları içerisindeydi. Şöyle dedi, “Sevgili Allahım, sana sonsuz şükürler olsun ki ben dün oğlumun sözünü dinlemedim. Eğer dinlemiş olsaydım bu üç adam bugün yaptıklarını yapmayacaklardı.”

Büyük bir bilge şöyle demiştir, “İlahiliği elde etmek için saflığı geliştirmelisiniz.”

Yaptığımız işte ve niyetimizde saf olursak ve yaptığımız eylemin meyvasını Tanrı’ya adayacak olursak o zaman çıkan sonuç çok güzel ve tatmin edici olacaktır.

Page 100: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

100

59- 2007/132

ÇOK GÜZEL BİR İLİŞKİ

Genç anne yaşam adı verilen yola adımını attı ve sordu, Bu uzun bir yol mu?” Ona yol gösteren rehber, “Evet” dedi, “Ayrıca bu yol zor bir yoldur. Sonuna ulaşmadan önce yaşlanacaksın. Fakat yolun sonu başlangıcından daha iyi ve daha güzel olacaktır.”

Genç anne çok mutluydu ve hiçbir şeyin bu yaşadıklarından daha güzel olabileceğine inanmıyordu. Çocukları ile oynuyor, onlar için bahçeden çiçekler koparıyor, temiz su akıntılarında yüzüyor ve güneş onlar için parlıyordu. Anne seslendi, “Hayatta hiçbir şey bundan daha güzel

olamaz.”

Sonra gece oldu, fırtına çıktı. Yol karardı ve çocuklar soğuktan ve korkudan titremeye başladılar. Anne onları daha çok kendine doğru çekti ve onları kendi mantosu ile sarıp sarmaladı. Çocuklar, “Anne, biz korkmuyoruz, çünkü sen bizim yanımızdasın, bize hiçbir şey tehlike yaratamaz” dediler.

Sonra sabah oldu. İleride bir tepe gözüküyordu. Çocuklar tepeye tırmandılar ve yoruldular. Anne çocuklara, “Az daha gayret, neredeyse geldik!” diyordu. Çocuklar tırmanmaya devam ettiler ve en sonunda tepeye vardılar. Bir ağızdan şöyle diyorlardı, “Anne sen olmasa idin biz bunu başaramazdık.”

Anne tekrar gece olduğunda yere uzandı ve gözyüzünde yıldızlara bakarak şöyle dedi, “Bugün düne göre daha iyi bir gün oldu. Çocuklarım zorluklarla karşılaşarak cesareti ve sabırlı olmayı dayanıklılığı öğrendiler. Bugün ise ben onlara güçlü olmayı ve dayanıklılığı öğrettim.

Ancak ertesi gün karanlık bulutlar gökyüzünü kapladı. Bunlar savaş, nefret ve kötülüğün kara bulutları idi. Çocuklar korktular ve ne yapacaklarını bilemediler. Anneleri onlara seslendi ,”Yukarıya doğru bakın, ışığa doğru bakın!”

Çocuklar baktılar ve yukarıda bulutların üzerinde çok huzurlu ve çok güzel bir yer olduğunu gördüler. Bu ışık onlara karanlığın içinden çıkmalarında yardımcı oldu. Anne şöyle dedi, “Bugün, bugüne kadarki en güzel gün idi. Ben bugün çocuklarıma Tanrı’yı gösterdim.”

Page 101: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

101

Sonra yine günler geçti, haftalar, aylar ve yıllar geçti. Anne yaşlandı ve beli büküldü. Fakat çocuklar büyümüşlerdi ve çok güçlü idiler. Yolda cesaretle yürüyorlardı. Yol inişli çıkışlı ve engebeli olduğu zaman annelerini kucaklarına aldılar. Bir tüy kadar hafifti. En sonunda bir tepenin önüne geldiler. Tepenin arkasında parlayan bir ışıklı yol ve kanatları ardına kadar açık altından bir kapı gördüler. Anne şöyle dedi, “Ben yolculuğumun sonuna geldim. Ve şimdi mutlulukla görüyorum ki yolun sonu başına göre çok daha güzel. Çocuklarım kendi başlarına yolda yürüyebiliyorlar ve onların ardından da onların çocukları geliyorlar.”

Çocuklar annelerine şöyle seslendiler, “Sen o kapıların içinden geçip gittikten sonra bile her zaman bizimle birlikte yürüyeceksin, anne!” Çocuklar ayakta durup annelerinin tek başına kapıdan geçip gitmesini seyrettiler. Kapının kanatları o geçtikten sonra kapandılar. Çocuklar birbirlerine şöyle diyorlardı, “Biz onu göremiyoruz, ama her zaman bizimle birlikte. Bizim annemiz gibi bir anne bir hatıradan çok daha fazlasıdır. O biz yaşarken her an bizim yanımızda varlığını hissettecektir.”

Sizin anneniz her zaman sizinle birliktedir…,o Tanrı’nın sizi bakıp büyütmekle görevlendirdiği melektir. O siz hasta olduğunuzda ateşli alnınızda hissettiğiniz serin eldir. O, siz her güldüğünüzde güler ve mutlu olur. O sizin attığınız her adımı takip eder ve her zaman sizin yanınızda olmak için her şeyden feragat eder.

O sizin gelmekte olduğunuz ilk kaynaktır, sizin ilk evinizdir. O size Tanrı’ya gitmekte olan yolu gösterir. O sizin ilk aşkınızdır ve bu dünyada sizi ondan ve onun sevgisinden hiçbir şey ayıramaz. Ne zaman, ne uzay ve hatta ne de ölüm!

Bu konuda şöyle güzel bir söz söylenmiştir,

“Anne ve çocuk arasındaki sevgiyi tarif etmek imkânsızdır. Bir kez annenizin sevgisine sahip olduğunuzda her şeyi başarabilirsiniz. Bu dünya annelerin duaları sayesinde ayakta kalmaktadır. Bu dünya üzerinde bir kadının duası bin tane erkeğin duasından daha güçlüdür, çünkü kadınlar saftır ve yumuşak kalplidirler. Hiçbir zaman annenizi mutsuz edecek bir davranışta bulunmayın, işte o zaman Tanrı size her türlü işinizde yardım edecektir.”

Page 102: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

102

60- 2007/133

SİZ YANLIŞ ADRESE GELDİNİZ

Bir din öğretmeni birkaç Musevi öğrenciye kutsal metin Torah hakkında bilgiler veriyordu. Bir gün sıra bir ayete geldi. Şöyle diyordu, “En hakiki ve kendini en çok geliştirmiş olan insan, en büyük zorluklarla karşılaştığında bile gülümsemeye devam eden insandır.”

Genç öğrenciler bu beyanı kabul etmekte zorlanıyorlardı, “Biz bir sıkıntı, bir zorluk, bir üzüntü içinde olduğumuz zaman nasıl olur da gülümseyebiliriz?” diye sordular. Öğretmen gözlüklerini çıkardı ve düşünceli bir şekilde şöyle dedi, “Çocuklar işin doğrusu ben de bir sıkıntı, bir problem veya zorlukla karşılaştığım zaman hiç gülümseyemem ve bunu hoş karşılamam. Nedense bu anlarda gülümsemeyi unutuyoruz.” Sınıfta bir sessizlik oldu. Herkes konu üzerinde düşünüyordu. Öğretmen kısa bir duraklamadan sonra şöyle devam etti, “Ancak ben bize doğru cevabı verebilecek birisini tanıyorum. Burada bizim sinagogtan biraz uzakta bir adam yaşıyor. Bu adam küçük yaşlarda anne ve babasını kaybettiği için bir yetim olarak büyüdü. Çok genç yaşlarında bir trafik kazası geçirdi ve her iki bacağını da kaybetti. Yaşamı boyunca büyük mücadeleler verdi. Acı, ıstırap ve birçok üzüntü çekerek yaşadı. Ancak yüzünden hiç bir zaman gülümseme eksik olmazdı. Bence siz bu adama giderek sorunuzu sormalısınız.”

Çocuklar bu cesaret timsali adamı öğrendiklerinde çok şaşırmışlardı. Birleşerek bir grup halinde adamın evine gittiler ve kapıyı çaldılar. Kapıyı adamın kendisi açtı. Bir tekerlekli sandalyede oturuyordu. Çocukları içtenlikle karşıladı ve ziyaretlerinin sebebini sordu.

Çocuklar, “Efendim” dediler, “Biz sınıfta derste bir konuyu işlerken hayatta zorluklarla karşılaştığımızda nasıl gülümsemeye devam edebileceğimiz sorusu ile karşılaştık. Öğretmenimiz de bu konuda bize yol gösterebilecek en iyi kişinin siz olduğunuzu söyledi. Lütfen bize anlatın efendim! Hayatınızda karşılaştığınız sıkıntılara, acı ve ıstıraplara rağmen nasıl böyle gülümsemeye devam edebiliyorsunuz?” Yaşlı adam çok şaşırmıştı, “Çocuklar” dedi, “Korkarım siz yanlış adrese geldiniz. Ben 73 yaşındayım ve bugüne kadar hayatım boyunca hiçbir sıkıntı, hiçbir ıstırap veya hiçbir problemle karşılaşmadım. Tanrı bana her zaman o kadar iyi davrandı ve beni merhameti ile o kadar korudu ki? Ben size zorluklar ve sıkıntılar altında iken gülümseyebilmeyi nasıl öğretebilirim?”

Bu adam yaşamı boyunca Tanrı’ya yakın olarak yaşamış olan bir insandı.

Page 103: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

103

61- 2007/135

PİŞMANLIK VE ÖDÜLÜ

Bir zamanlar Doğu Hindistan’da Puri Kshetra adında bir hac merkezi olan şehirde Satvika adında bir kral vardı. Puri şehrinde ibadet edilen Lord Jaghannatha’nın bir müridi idi. Bu kral çok bilgili bir kral idi ve çeşitli felsefi tartışmalara girerek her zaman kazanması ile ünlü idi. Memleketi tam bir adalet ve dürüstlük içinde yönetiyordu. Fakat maalesef bir tane kötü huyu vardı. Zar oyunu oynamasını çok seviyordu. Ne kadar çabaladı ise de bu kötü huyundan kurtulamamıştı. Kral Satvika bir gün yanındaki saray görevlileri ile birlikte tapınağa Lord Jagannatha’ya ibadet etmeye gitmişti. O zamanlar tapınağın mabed dairesi bir perde ile örtülmüş bulunuyordu. Dışarıda koridorda beklemeye başladılar. O sırada kral hemen bakanlarından birisi ile zar oyunu oynamaya başladı.

Biraz sonra perde açıldı ve tapınağın rahipleri Kral Satvika’nın yanına giderek ritüel şeklindeki ibadet töreninin biraz sonra başlayacağını söylediler. Fakat kral hararetle zar oyunu oynamaya daldığı için onları iştimedi bile.

Rahipler bir süre kralı beklediler, ama sonra daha fazla beklemeyecekleri için ritüeli/töreni başlattılar. Biraz sonra kralı yine ritüelin başladığı konusunda uyardıkları halde o yine buna kulak asmadı ve keyif içinde zar atma oyununu oynamaya devam etti.

Ritüel ve ibadet töreni iyice ilerlediği halde kral oyun oynamaya devam ediyordu. Törenin sonunda katılanlara okunmuş yiyecek dağıtıldı. Kutsal kitapların anlattığı üzere okunmuş yiyecek tam bir alçak gönüllülük ve bağlılık ruhu ile ve sağ el ile alınıp yenilmeli idi. Halbuki kral kendisine uzatılan yiyeceği almak için zarları sağ elinde aldı ve yiyeceği almak için sol elini uzattı. Bunun üzerine rahipler krala yiyecek vermeden devam ettiler. Biraz sonra zar oyunu sona erdiğinde kral normal haline döndü ve dehşet içinde ibadet töreninin yapılmış olduğunu

ve kutsal yiyeceğin dağıtılmış olduğunu öğrendi.

Kral rahipleri sorguya çekerek neden perdenin açıldığı sırada kendisini uyarmadıklarını sordu. Rahiper krala şöyle dediler, “Efendim biz ritüelin her aşamasında sizi haberdar edip uyardık. Fakat siz gelmediniz ve zar oyunu oynamaya devam ettiniz. Dahası biz size okunmuş yiyeceği vermek için geldiğimizde siz sol elinizi uzattınız. Bu Jagannatha’ya büyük bir saygısızlık ve büyük bir günahtır." Kral yaptığı büyük hatanın farkına vararak rahiplere, “Siz doğru şekilde davranmışsınız” dedi.

Page 104: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

104

Kral tapınağın içinde oyun oynadığı ve Tanrı’ya yapılan ibadet törenine katılmadığı için çok pişman olmuştu. Üzüntüsünden ne yemek yiyebiliyor, ne de uyku uyuyabiliyordu. Halkına örnek olması gereken bir kişi olarak böyle bir günah işlediği için vicdan azabı çekiyordu. Kendisini cezalandırmak için bir elini kesmeyi düşündü. Zar oyununu birlikte oynadıkları için bakanını çağırdı ve ondan kendisinin elini kesmesini istedi. Bakan bunu

duyunca şok olmuştu, “Ama efendim eğer siz dua ederek içtenlikle Tanrı’dan af dilerseniz bu yeterli olacaktır” diye cevap verdi. Fakat kral onun bu sözünü dinlemek istemiyordu.

Aradan epey bir süre geçtikten sonra artık bakan bu meseleyi tamamen unutmuş iken kral yine ona meseleyi açtı, ”Sayın bakanım” dedi. “Uzunca bir süreden beri geceleri uyku uyuyamıyorum. Rüyamda pencereden içeriye bir el giriyor ve bana el sallıyor. Herhalde bir hortlak

içeriye girip dolaşıyor.” Bakan bir süre düşündü ve eğer kral isterse geceleri onun odasında kalabileceğini ve meseleyi tektik edebileceğini söyledi. Kral şöyle cevap verdi, “Eğer bu gece o eli görecek olursan o eli kes. O zaman bunun bir hortlak mı bir hırsız mı olduğunu anlayabiliriz.”

Bu öneriye katılan bakan eline bir kılıç alarak kralın odasında uyumadan hayaleti beklemeye başladı. Tam kralın anlattığı gibi pencereden içeriye bir el uzandı. Bakan hiç beklemeden uzanan eli kesip attı.

Bakan kesilen elin bir parmağının üzerinde kralın yüzüğü olduğunu görünce dehşete kapıldı. Hemen odanın diğer ucuna koştuğunda da kralın elini kanlar içinde gördü.

O anda bakan kralın kendisine bir oyun oynadığını anladı. Kral acı içinde kıvranmakta olduğu halde en sonunda yaptığı yanlış ve işlediği günah karşılığında cezalandırıldığı için çok mutlu idi.

Bu olayı öğrenen herkes kralın Tanrı’ya ve Doğru Davranış’a olan bağlılığına hayran oldu. Aradan tekrar bir süre geçtikten sonra kral ibadet etmek için tapınağa gitti.

O gün yine ritüel yapıldıktan sonra yine okunmuş kutsal yiyecek dağıtımı yapılırken sıra krala geldiğinde Kral Satvika yiyeceği her iki eli birlikte almak istedi. O sırada bir mucize oldu ve kralın sağ eli tekrar yerine geldi.

Tanrı’nın rahmetinden duygulanan ve gözyaşı döken kral şöyle dedi, “Ben bugün buraya hayatıma bir son vermeye gelmiştim. Çünkü işlediğim günahın bedeli yalnızca bir sağ el kaybı ile ödenemezdi. Ama Lord benim gibi kötü bir insan üzerine bile rahmetini gönderdi.” Ve tapınağın içinde yerlere kapandı.

O günden sonra Kral Satvika daima insanlara hizmet etti ve hep hayır işlerinde bulundu.

Page 105: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

105

62- 2007/136

MÜKEMMEL ÇÖZÜM

Çok uzun zaman önce Çin’de Li-Li adında bir kız vardı. Li-Li evlendi ve kocası ile

beraber yaşamak için kayınvalidesinin evine taşındı. Kısa zaman içinde de kayınvalidesi

ile geçinemediğini anladı.

Tabiatları, huy ve mizaçları tamamen farklı idi. Kayınvalidesinin bir çok davranışı

Li-Li’yi çok kızdırıyordu. Kadın sürekli olarak Li-Li’yi eleştiriyordu. Günler ve haftalar geçti,

ama Li-Li ve kayınvalidesi hala sürekli olarak kavga ediyorlardı.

Çin’de yaşayan insanların geleneklerine göre Li-Li kayınvalidesinin her sözüne

boyun eğmek ve onun emirlerini yerine getirmek zorunda idi. Evin içindeki öfkeve

huzursuzluk Li-Li’nin kocasını çok büyük üzüntü içine sokuyordu.

En sonunda Li-Li kayınvalidesinin kötü mizacına ve diktatörlüğüne dayanamayarak

bu konuda birşeyler yapmaya karar verdi. Bu iş için babasının en yakın arkadaşı

Mr.Huang’ı görmeye gitti. Mr.Huang ot ve baharat satan basit ama bilge bir insandı. Li-Li

ona durumu anlattı ve bu problemi çözmek için kendisine çok kuvvetli bir zehir vermesini

istedi.

Mr.Huang kısa bir süre düşündükten sonra şöyle

dedi, “Sevgili Li-Li, ben sana senin problemini çözmede

yardım edeceğim. Fakat önce beni iyi dinlemeli ve

dediklerime tamamen itaat etmelisin. Li-Li, “Peki efendim,

siz ne derseniz, onu yapacağım” diye cevap verdi.

Mr.Huang arka odaya giderek bir paket dolusu otla

birlikte geri döndü. Li-Li’ye şöyle dedi, “Bu zehiri

kayınvalidenin yemeğini zehirlemek için kullanacaksın.

Fakat çok miktarda verirsen hemen etkisini gösterir ve herkes senden şüphelenir. Bu

yüzden bu verdiğim zehirli bitki karışımını onun yemeğine azar azar karıştıracaksın. Zehir

yavaş yavaş birikerek etkisini gösterecek ve bu

durumda da kimse seni suçlayamayacaktır. Her gün

güzel yemekler yap ve bu bitkilerden azar azar içine

koy. Ancak öldüğü zaman kimsenin seni suçlamaması

için o zamana kadar da ona hep iyi davranman

gerekecek. Onunla tartışma, onun her emrini sorgu

sualsiz yerine getir ve ona bir kraliçe gibi davran

tamam mı? Sonunda sen kazanacaksın!”

Li-Li çok mutlu idi ve MrçHuang’a teşekkür

Page 106: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

106

ederek oradan ayrıldı ve acele ile eve koştu. Hemen kayınvalidesini öldürme planına

başladı.

Aradan aylar geçti. Li-Li her gün kayınvalidesinin yemeğini kendi eliyle götürüyor

ve ona hizmet ediyordu. Mr.Huang’ın söylediklerini düşünüyor ve şüpheleri gidermek için

gayet sakin davranıyor, kayınvaliadesi ile hiç tartışmaya girmiyordu. Ona kendi annesi

gibi davranmaya başlamıştı.

Aradan altı ay geçtikten sonra evde herşey değişmeye başlamıştı. Li-Li öfkesini

kontrol ede ede artık hiç sinirlenmemeye başladığını fark etti. Son altı ayda

kayınvaliadesi ile bir kez olsun hiç kavga etmemişlerdi. Her ikisi de birbirlerine çok iyi

davranıyorlardı. Hatta kayınvalidesi Li-Li’ye şimdi kendi kızı gibi davranmaya başlamıştı.

Arkadaşlarına ve akrabalara Li-Li’nin bulunabilecek en iyi gelin olduğunu anlatıyordu. Li-

Li’nin kocası da bu olup bitenden ve eşi ile annesinin aralarının düzelmesinden dolayı

çok mutlu idi.

Li-Li bir gün yine Mr.Huang’ın yanına gitti ve kendisinden yine yardım istedi. Şöyle

dedi, “Sevgili Mr.Huang, lütfen verdiğim zehir dolayısı ile kayınvalidemi ölümden kurtarın.

O bana karşı çok değişti ve ben onu kendi annem gibi seviyorum. Onun ölmesini

istemiyorum. Lütfen bana yardım edin, onu zehirden ve

ölümden kurtaralım!

Mr.Huang başını salladı ve gülmeye başladı, “Li-Li,

Li-Li!” dedi, “Endişelenecek hiçbir şey yok. Ben sana

yalnızca vitamin ve onun sağlığına iyi gelecek baharatlar

vermiştim. Ortadaki tek zehir senin zihninde ve senin

kayınvalidene karşı olan davranışlarında idi. Fakat bunların

hepsi senin ona verdiğin sevgi sayesinde yok olup gittiler.

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Eğer sevginizde bir kusur varsa bu yalnız ve

yalnızca yine sevgi yolu ile giderilebilir. Sevgi, sevgiyi doğurur! Sevgi sevgiye yol

açar! Sevgi veren sevgi alır! Sevgi yalnızca sevgi vasıtası ile anlaşılabilir. Tüm

yaşamınızı bir sevgi destanı haline getirin. O zaman sizi mutlu edecek hiçbir şeyin

yokluğunu hissetmeyeceksiniz. İhtiyacınız olan her şeye kavuşacaksınız, çünkü

Sevgi her şeyi ve herkesi fetheder!”

Page 107: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

107

63- 2007/136

ELİNDE SEVGİ LAMBASI TAŞIYAN KADIN –

HEMŞİRE FLORENCE NIGHTINGALE

13 Ağustos’ta hayata gözlerini kapamış olan Florence Nightingale (1820-1910)

İtalya’da Floransa’da zengin bir İngiliz ailenin kızı olarak

dünyaya geldi. Kıza doğduğu şehrin adı verilmişti. Florence

Nightingale’in hayattaki en büyük başarısı hemşirelik

mesleğine kazandırdığı saygınlıktır. O zamana kadar hiç

kimse hemşireliğe önem vermezdi.

Bir gün Florence daha küçük bir kız iken bir arkadaşı

ile birlikte ormanda dolaşıyordu. Küçük bir çiftlik evine

rastladılar. O evde bir çoban, köğeği Cap ile beraber

yaşıyordu. Cap, çobanın tüm ailesi idi. Florence çobanı

gördüğünde yanında köpeği yoktu. Onu tanıdığı için

merakla sordu, “Cap nerede?”

Çoban üzüntü ile cevap verdi, “Zavallı köpek, onu

öldürmek zorunda kalabilirim.”

“Cap’i öldürmek mi?” diye Florence haykırdı. “Neden bunu yapmak istiyorsun ki? Senin

onu çok sevdiğini biliyorum. O çok iyi bir köpek!”

“Bazı çocuklar ona büyük bir taş atmışlar ve ayağı kırılmış” diyerek çoban cevapladı.

Çok üzgün gözüküyordu. Cap’i kaybederse kimsesi kalmayacaktı. “Ben çok üzüldüm” diye

Florence söze devam etti. “Fakat istersen ben onu bizim eve götürüp onu iyileştirebilirim.

Bizim evde birçok hayvan var nasıl olsa! Köpeği görebilir miyim?”

Çoban, Florence ve arkadaşını köpeğin yanına götürdü. Florence biraz su bularak

köpeğin ayağını nazikçe yıkadı. Köpeğin ayağının kırılmadığını, fena halde yaralanmış

olduğunu gördü. Cap’i alıp eve götürdü ve ona çok iyi bakarak iyileşmesini sağladı. Cap

tekrar çobanın koyunlarını güdebilecek kadar iyileşti. Çoban köpeğine kavuştuğu için çok

mutlu idi. Hasta ve yardıma muhtaç insanlara yardımcı olmak, bu tarihten sonra Florence’in

hayatı boyunca yaptığı tek şey oldu.

17 yaşında iken manevi bir deneyimi oldu ve kendisini Tanrı’nın ve dolayısı ile

insanların hizmetine adadı.

Hemşirelik mesleğine adım attı ve 1850’li yıllarda

Almanya’da Hemşirelik Okulunda Hemşirelik eğitimi aldı.

1853-1856 yılları arasındaki Kırım Savaşında

İngilizler Osmanlı İmparatorluğu ile karşı karşıya

gelmişlerdi. Hava çok soğuktu ve askerler ısıran bir

soğukta savaşmak zorundalardı. Bu yüzden birçoğu

hastalanıyordu ve onlara bakıp ilgilenebilecek çok az

sayıda hemşire vardı, çünkü kimse oraya gitmek

istemiyordu. Florence ise tam aksine tayinini oraya istedi.

Askerlere yardımcı olmak istiyordu.

Page 108: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

108

Uzun süren bir yolculuktan sonra 38 başka hemşire ile birlikte savaş bölgesine ulaştı.

İlk izlenimi orada görev yapan sağlık personelinin yoğunluktan yaralı askerlere yeterince

hizmet veremediği oldu. İlaç azdı ve temizlik ihmal ediliyordu. Bu yüzden her yaralı askerde

enfeksiyonlar meydana geliyor ve çoğu ölüyordu. Askerlere temiz ve sağlıklı gıda

verebilmek bile mümkün olmuyordu.

Florence ve ekibi hastaneyi tam bir temizliğe tabi tuttular. Aletleri sterilize ettiler ve

hasta bakımını yeniden organize ettiler. Ancak bunlara rağmen onların zamanında ölüm

oranları azalmadı, tam tersine daha arttı. Bölgedeki tüm hastaneler içinde en yüksek ölüm

vakaları bu hastanede yaşanıyordu. İlk kışta 4.077 asker savaşta öldü. Ama bunun on katı

kadar asker tifo, tifüs, kolera ve dizanteri gibi bulaşıcı hastalıklar yüzünden hayatlarını

kaybettiler. Geçici baraka tipi hastanelerde koşullar o kadar kötü idi ki! Kanalizasyon yoktu,

havalandırma yoktu. Temiz hava alamıyorlardı. Ayrıca askerler koğuşlarda üst üste

yatıyorlardı.

Florence bölgeye gittikten 6 ay

sonra 1855 yılının Mart ayında İngiliz

Hükümeti bölgeye bir sağlık komisyonu

gönderdi. Komisyon hastanelere

kanalizasyon kurulmasını ve

havalandırma yapılarak hastalara temiz

hava verilmesini sağladı. Bunun sonucu

olarak da ölüm oranlarında büyük bir

düşüş meydana geldi.

Nightingale bu kadar askerin

ölmesinin yeterli gıda takviyesi

yapılmaması ve askerlerin çok çalıştırılması yüzünden meydana geldiğine inanıyordu. Bu

yüzden İngiltere’ye döndükten sonra Kraliyet Sağlık Komisyonunun önünde ifade vererek

yüksek ölüm oranlarının başlıca sebebinin temizlik ve hijyen eksikliği olduğunu söyledi ve

buna ilişkin delillerini sundu. Bu deneyim onun bundan sonraki yaşamını etkileyecek ve

onun temiz yaşam sürdürmenin önemini vurgulayan bir öncü olmasını sağlayacaktı. Bundan

sonra Ordu’da hastanelerde hem savaşta ve hem de barış zamanında ölümler azaldı ve

hastanelerde temizlik ve hijyen, en çok dikkat edilen şey olmaya başladı.

Kraliyet Sağlık Komisyyonuna verdiği

binlerce sayfa uzunluğundaki detaylı analiz ve

sağlık raporları sonucu bir Askeri Sağlık

Akademisi kurulmasına karar verildi. Bu tarihten

sonra sağlıkla ilgili kayıtlar çok daha titizlikle ve

detaylı şekilde tutulmaya başlandı.

1855 yılında Florence Nightingale’in

savaşta gösterdiği yararlılıklardan ötürü kendisi

adına bir vakıf kurulmasına ve vakfın

merkezinde yeni hemşireler yetiştirilmesi kararı

alındı. Bu vakfa o kadar cömert bağışlarda

bulunuldu ki 1859 yılında Nightingale Vakfın Fonundan 45.000 £ alarak ayrıldı ve

09.07.1860’da Nightingale Hemşire Okulunu açtı.

Page 109: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

109

Nightingale 1860 yılında ayrıca “Hemşirelik Mesleği Hakkında Notlar” adında bir kitap

yazdı. 136 sayfalık bu kitap Nightingale Hemşire Okulunun ve ayrıca diğer hemşire

okullarının müfredatını oluşturdu. Bu kitap ayrıca halka da satışa sunuldu ve hemşirelik

mesleğinin temel ve klasik kitaplarından birisi olarak kabul edilerek çok sayıda satıldı.

Nightingale hayatının kalanını modern hemşirelik mesleğinin kurulması ve organize

edilmesi çalışmalrında bulunarak geçirdi. Onun yaşamı bencilsiz hizmet konusunda herkese

büyük bir ilham kaynağı olmakta ve örnek oluşturmaktadır. Çünkü o ve onun gibi tanınan,

tanınmayan insanlar yüzünden bu dünya hala güzel ve yaşanası bir yer olmaktadır. Hepimiz

onun yaşamından kendimize örnek alarak her şeyin ben ve benimden ibaret olmadığını

anlamalı ve yaşamın sonucunda görevimizi hakkıyla tamamlayabilmek için çevremizdeki

insanlara sevgi ve neşe içinde hizmet etmemiz gerektiğini öğrenmeliyiz.

64- 2007/138

KUTSAL KİTABI OKUMAK NE FAYDA SAĞLAR?

Yaşlı bir çiftçi torunu ile birlikte dağlardaki çiftlik evinde yaşıyordu. Yaşlı dede her sabah erkenden kalkar ve mutfaktaki masada oturarak kutsal kitaptan bir bölüm okurdu. Torunu dedesini çok seviyor, aynı onun gibi olmak ve her konuda dedesini taklit etmek istiyordu.

Bir gün torunu dedesine şöyle sordu, “Dedeciğim, ben de senin gibi her gün Kutsal Kitabı okumaya çalışıyorum, fakat fazla anlamıyorum. Bazen anlayabildiğim birkaç şey oluyor, ama onları da kısa süre sonra unutuyorum. O zaman Kutsal Kitabı okumak bana ne kazandırabilir ki?”

Çocuğun dedesi o sırada sobaya kömür atıyordu. Torununa şöyle cevap verdi, “Sen şimdi şu kömür kovasını al ve nehirden bana bir kova dolusu su getir bakalım.”

Çocuk dedesinin dediğini yaptı ama kömür kovasının deliklerinden dışarıya sızan su yüzünden kuyudan eve geri dönene kadar kuyunun içinde su kalmamıştı.v

Dedesine çocuğa güldü ve “Bir dahaki sefer eve gelene kadar biraz daha acele etmelisin!” dedi. Onu tekrar nehirden su getirmeye gönderdi. Çocuk bu sefer nehirden suyu doldurduktan sonra eve koşarak geldi ama yine kovada su kalmamıştı.

Çocuk nefes nefese kalmıştı, ama hiç işe yaramamıştı. Dedesi yeteri kadar gayret etmediğini

Page 110: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

110

söyleyerek tekrar su almaya gönderdi. Çocuk artık bu işin imkânsız olduğunu biliyordu, fakat dedesine ne kadar hızlı koşarsa koşsun eve gidene kadar suyun akıp gideceğini ispat etmek için kovayı nehre daldırıp doldurduktan sonra bütün hızıyla eve doğru koştu. Ancak dedesinin yanına geldiğinde kova yine boşalmıştı.

Nefes nefese bir vaziyette, “Gördün mü büyükbaba, yine işe yaramadı. Ne yaparsam yapayım olmuyor” dedi. Yaşlı adam sakince, “Sen hiç işe yaramadığını mı zannediyorsun?” diye sordu. “Şu kovaya bir bakar mısın?”

Çocuk kovaya baktı ve kovanın eline ilk aldığına göre farklı olduğunu gördü. O kirli ve pis kömür kovasının hem içi ve hem de dışı tertemiz olmuştu.

“Dedesi fırsatını bulmuştu, “Sevgili oğlum, işte Kutsal Kitabı okuduğun zaman da bunun aynısı oluyor. Sen belki okuduğunu fazla anlayamabilirsin ve hatta okuduğunu hatırlayamayabilirsin ama sen onu okuduğun zaman hem için ve hem de dışın temizlenir. Değişir, başka bir insan olursun!” dedi.

65- 2007/140

SANTRAL LÜTFEN

Ben daha henüz küçük bir çocukken babam eve telefon aldı. Mahallemizdeki ilk telefonlu ev olmuştuk. Duvara asılı o parlatılmış kahverengi gövdeli telefonu çok iyi hatırlıyorum. Parlak ahizesi telefonun yanında asılıydı.

Ben telefona uzanabilmek için yeteri kadar uzun değildim, fakat annem telefon ile konuşurken büyülenmiş gibi dinlediğimi hatırlıyorum. Sonra zamanla o mükemmel cihazın içerisinde “Santral/information” adında birisinin yaşadığını öğrendim. Telefon edecek olan kişi “Santral, lütfen” diyordu ve o santral bize istediğimiz yeri bağlıyordu.

Bu “cin” ile ilk kişisel deneyimim annemin komşuyu ziyaret ettiği bir gün olmuştu. Evin bodrumunda oradaki tamir aletleri ile oynarken yanlışlıkla elime çekiçle vurmuştum. Parmağım çok acıyordu ve evde bana yardım edebilecek hiç kimse yoktu. Parmağımı eme eme evin içinde dolaştım. En sonunda merdivenin yanına geldim ve orada telefonu gördüm. Çabucak tabureyi telefonun önüne doğru çektim ve ahizeyi kaldırarak kulağıma götürdüm. “Santral lütfen” diye seslendim.

Bir iki kez klik ettikten sonra bir ses,” Santral buyurun” dedi. “Ben parmağıma çekiçle vurdum” diye ağlamaya başladım. Acıdan gözlerimden yaşlar boşanıyordu.

“Annen evde değil mi*” diye telefondaki ses sordu. “Evde benden başka kimse yok” diye cevap verdim. “Ses yine “Kanaman var mı?” diye sordu. “Hayır” diye cevap verdim. “Ben elime çekiçle vurdum ve parmağım çok acıyor!” Telefondaki ses, “Buzdolabını açıp buz alabilir misin?” diye sordu. Ben yapabileceğimi söyledim. “O zaman bir parça buz al ve parmağının üzerine tut” dedi.

Page 111: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

111

Bu olaydan sonra ben herşey için telefonu elime alıp aramaya başladım. “Santral lütfen” dediğimde telefondaki bayana ulaşıyor ve ona her şeyi soruyordum. Coğrafya ödevimde bana Philadelphia’nın nerede olduğunu anlattı. Matematik dersimde takıldığım zaman yardımcı oldu. Bir süre önce parkta oynarken yakaladığım küçük sincabımı meyva ve fındık fıstık ile beslememi söyledi.

Sonra bir gün evdeki kanarya kuşumuz Petey öldü. Ben yine “Santral lütfen” diye aradım ve ona üzücü hikâyeyi anlattım. O bayan dinledi ve büyüklerin bir çocuğu teselli ederken söyledikleri sözlerden söyledi. Ama ben avunmamıştım ve ağlamaya devam ediyordum. Ona tekrar sordum, “Neden kuşlar böyle güzel sesler çıkarıyorlar, şarkılar söylüyorlar, herkesi mutlu ediyorlar, ama sonunda kafesin içinde ölüp böyle yerde yatıyorlar?”

Kadın benim derin üzüntümü sezmişti, bana sessizce şöyle dedi. “Sevgili Paul, şunu daima hatırla, şarkı

söyleyecek başka dünyalar var, oralara gidiyorlar.” Bu söz bana kendimi iyi hissettirmişti.

Başka bir gün yine telefonu kaldırıp Santral’a “fix” adlı kelimenin nasıl yazıldığını sordum.

Bütün bunlar Küzey Batı Pasifik’te küçük bir şehirde olmuştu. Sonra bir gün ben dokuz yaşında iken ailem ve ben Boston şehrine taşındık ve ben telefondaki arkadaşımı çok özledim.

Yeni evimizde salonda masanın üzerinde yeni parlak telefonumuz duruyordu ama ben bir kere bile telefonu kaldırıp Santralı aramaya çalışmadım.

Buluğ çağıma yani 13 yaşlarıma geldiğimde çocukluğumdaki o konuşmalara dair hatıralar aklımdan hiç çıkmamıştı. Bazen şüpheye ve şaşkınlığa uğradığımda o küçüklük yaşlarımda telefonu açarak hissettiğim emniyet hissini hatırlarım. Telefondaki o bayan benim gibi küçük bir çocukla zaman geçirmiş ve nasıl anlayışlı ve sabırlı bir şekilde ilgilenmişti.

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra batıda bir üniversiteye yazıldım. Uçağım Seattle’da indi bir sonraki uçağıma 1 saatten fazla zaman vardı. Merak içinde telefonu

kaldırdım ve “Santral lütfen” diyerek bekledim. Mucizevî bir şekilde o tanıdık ses yine cevap verdi ve “Santral buyrun” dedi.

Kendimi buna hazırlamamıştım ama birden santraldeki bayana “Bana lütfen “fix” kelimesinin yazılışını söyleyebilir misiniz?” diye sordum. Telefondaki ses uzun bir süre sustu ama sonra yumuşak bir ses, “Sanırım parmağın artık iyileşmiştir, Paul!” diye cevap verdi. Ben güldüm ve “Gerçekten de bu sensin” dedim. “Bana o kadar uzun süre ne kadar çok yardımcı olduğunu bilemezsin.”

Page 112: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

112

O da aynı şekilde cevap verdi, “Sen de senin beni arayışların benim için ne anlam ifade ediyordu, tahayyül edemezsin. Benim çocuğum olmadı, senin beni aramanı nasıl bekliyordum anlatamam!” dedi. Ben ona bu şehirde kızkardeşimin yaşadığını ve onu ziyaret için bu şehre geldiğimde kendisini tekrar arayıp arayamayacağımı sordum. “Lütfen ara” dedi, “Benim adım Sally. Sally’i iste olur mu?”

Aradan üç ay geçtikten sonra tekrar Seattle’a geldim ve aradım. Farklı bir ses “Santral” diye cevap verdi. Ben ona Sally’i sordum. “Siz onun bir arkadaşı mısınız?” diye sordu. Ben “Evet ben çok eski bir arkadaşıyım. Benim adım Paul” dedim.

“Size bunu söylediğim için çok üzgünüm, ama Sally son yıllarda çok hasta olduğu için part-time çalışıyordu. Kendisi beş hafta önce vefat etti” diye telefondaki ses açıkladı. Ben telefonu kapatacaktım ki telefondaki bayan şöyle sordu, “Bir dakika siz adınızın Paul olduğunu mu söylediniz?” Ben “Evet” dedim.

“Sally siizn için bana bir mesaj bıraktı. Siz ararsanız size söylemem için şunları yazdırdı. Size o notu okuyacağım. Notta şöyle diyor: Lütfen Paul’e söyleyin, şarkı söylemek için başka dünyalar da var. O benim ne demek istediğimi anlayacaktır.”

Santraldaki memureye teşekkür ederek telefonu kapattım. Sally’nin ne demek istediğini anlamıştım.

Hiçbir zaman başka insanların üzerinde bıraktığınız etkiyi küçümsemeyin. Acaba bugün kimin yaşamına dokundunuz?

66- 2007/146

BOŞLUKTAN NEŞE DOLU BİR EMPATİYE YOLCULUK

Los Angeles’tan Chicago’ya kalkan uçağın

kapısı tam kapanmadan uçağa yetiştim. Elimde

çantam ve Notebook bilgisayarımın çantasını

sürükleye sürükleye kendimi uçağa attım. Bu uçuş

tam noel öncesi yaptığım uzun bir iş yolculuğunun

ilk etabı idi ve ben geç kalmıştım. Uçuş sırasında

bilgisayarda çalışarak toparlamam gereken o kadar

çok işim vardı ki? Dua ederek yalvardım, “Lütfen

Tanrım, yanımdaki koltuk boş olsun. Beni rahatsız edebilecek birisini yanımda

istemiyorum.”

Page 113: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

113

İki koltuklu sıranın koridor tarafında oturuyordum. Çaprazımda bir iş kadını bir

gazeteye gömülmüş okuyordu. Benim için sorun yoktu! Fakat benim koltuğumun yanında

ve pencere kenarındaki koltukta boynunda kırmızı bir levha asılı bir çocuk oturuyordu.

Levhada “Yanında Refakatçısı Olmayan Küçük Çocuk” diye yazıyordu.

Çocuk elleri kucağında gayet sakin bir şekilde oturuyordu. Gözleri direk ileriye

doğru bakıyordu. Muhtemelen kendisine yabancılarla konuşmaması gerektiğini tembih

etmişlerdi. Ben “Aman çok iyi” diye düşündüm. Biraz sonra kabin görevlisi hosteslerden

birisi yanıma geldi ve çocuğa seslendi, “Michael, ben şimdi oturmak zorundayım çünkü

biraz sonra kalkıyoruz. Bu beyefendi soracak bir şeyin olursa sana yardım edecek, olur

mu?”

Yani sanki benim başka bir şansım varmış gibi? Ben elimi uzattım ve Michael elimi

sıkarak iki kez salladı, “Merhaba, benim adım Jerry” diye cevap verdim. “Sen herhalde

yedi yaşlarında filan olmalısın?”

Cevap manidardı, “Sizin hiç çocuğunuz yok galiba?” “Neden böyle düşündün?

Tabii ki çocuğum var.” Cüzdanıma uzanıp çocukların resimlerini göstermeye yeltendim.

Devam etti, ben altı yaşındayım. Ohooo, benim yedi yaşıma daha çok var!”

O sırada kaptan pilotun sesi hoparlörlerden duyuldu, “

“Kabin görevlileri, lütfen kalkışa hazır olun!” Michael bel kemerini biraz daha

sıkıştırdı ve koltuğun kenarlarını daha sıkı kavramaya başladı. Ona doğru eğilerek şöyle

dedim, “Tam şu anda ben bir dua ederim ve Tanrı’dan uçağı korumasını ve bizi kollamak

için meleklerini göndermesini isterim.”Amin” diye cevap verdi, ama sonra devam etti,

“Ama ben ölmekten korkmuyorum. Benim annem zaten cennette!”

Ben, “Çok üzüldüm” diye cevap verdim. “Neden üzülüyorsun ki?” dedi ve

pencereden dışarı bakmaya devam etti. O sırada ayaklarımın altındaki çantam ayağıma

değdi ve ben çalışmam gerektiğini hatırladım.

Michael uçak Pasifik Okyanusunun üzerine doğru geldiğinde heyecanla sordu, “Şu

aşağıdaki teknelere bak! Nereye gidiyorlar acaba?” “Herhalde biraz yelkenle gezip keyifli

vakit geçirmeye gidiyorlardır. Veya içinde senin ve benim gibi insanlar olan balıkçı

tekneleri de olabilir!” diye cevapladım.

“Peki, ne yapıyorlardır?” diye Michael devam etti. “Yalnızca balık avlıyorlardır. Ya

levrek, ya da orkinos avına çıkmışlardır” dedim. “Senin baban seni balığa götürdü mü

hiç?”

Page 114: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

114

Cevap yine can acıtan şekilde geldi, “Benim babam yok!” Yalnızca altı yaşındaydı

ama babası yoktu ve kısa zaman önce de annesi ölmüştü. Ve tek başına binlerce

kilometrelik uçak yolculuğu yapıyordu. Benim en azından onun iyi bir uçuş yapmasını

sağlamam gerekir diye düşündüm ve ayağımın ucuyla evrak çantamı koltuğumun altına

doğru ittirdim.

“Burada tuvalet var mı?” diye sordu. Acelesi olduğu belli oluyordu. “Tabii ki var”

dedim. “İstersen seni oraya götürebilirim.” Ona kapıdaki meşgul yazısını gösterdim ve

içeriye girdiğinde hangi düğmeye basması gerektiğini öğrettim. Dışarıya çıktığında üstü

başı ıslanmıştı ama gülüyordu. “Gösterdiğin o musluk her yere doğru su fışkırtıyor” dedi.

Hosteslerin hepsi gülmeye başladılar.

Yemek zamanı geldiğinde Michael kabin görevlilerinden VIP muamelesi

görüyordu. Ben dizüstü bilgisayarımı çıkararak indiğimde yapmam gereken konuşma

üzerinde çalışmaya başladım. Fakat zihnim Michael ile ilgilenmeye devam ediyordu.

Gözümü onun koltuğunun altında duran market torbasından alamıyordum, zavallı çocuk

bana hayatta sahip olduğu her şeyin o torba içerisinde olduğunu söylemişti.

Michael sonra hostesle birlikte uçağın pilot kabinini gezmeye gitti. O sırada hostes

bana Michael’i Chicago’da anneannesinin karşılayacağını söyledi. Koltuğunun önündeki

koltuğun arka cebinde büyük ve kalınca bir zarfın içerisinde velayetini, yani kendisine

bakmakla görevlendirilen kişileri gösteren bir belge vardı. Geri geldiğinde neşe ile

bağırıyordu, “benim kanatlarım var! Benim oyun kartlarım var! Benim fındıklarım var!

Pilotun yanına gittim ve bana ne zaman istersem

tekrar onun yanına gidebileceğimi söyledi.”

Sonra bir müddet kalın kahverengi zarfa

baktı. Ben, “Ne düşünüyorsun?” diye sordum.

Bana cevap vermedi. Yüzünü ellerinin arasına aldı

ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Uzun

yıllardan beri böyle üzgün bir vaziyette ağlayan bir

çocuk görmemiştim. Benim çocuklarım artık

büyümüşlerdi, ama ben onların bile böyle ağladıklarını hatırlamıyordum. Üzgün vaziyette

onun sırtını okşadım ve hostesin nerede olduğunu aramaya başladım.

“Ne oldu ahbap?” diye sordum. Boğuk boğuk cevap verdi, “Ben anneannemi hiç

tanımıyorum. Annem onun bizi ziyaret etmesini istemiyordu. Ya anneannem beni hiç

istemezse? Ben nereye giderim?”

Page 115: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

115

“Michael, sen Noel hikâyesini bilmiyor musun? Mary, Joseph ve bebekleri

Jesus’un hikâyesini? Onlar Jesus doğmadan hemen önce Bethlehem’e geldiler. Gece

geç vakitti ve hava çok soğuktu. Nerede kalacaklarını bilmiyorlardı. Tanıdıkları hiç kimse

yoktu. Ne bir otel, ne bir hastane ne bir konukevi v.s. mevcuttu. Fakat Tanrı onları

gözlüyordu. Onlara gece kalabilecekleri bir hayvan ahırı buldu.

Michael kolumu çekiştirerek hemen araya girdi, “Bekle, bekle. Ben şimdi

hatırladım.” Sonra gözlerini kapadı, başını yukarı kaldırdı ve şarkı söylemeye başladı. O

küçük bedenden beklenmeyecek derecede yüksek ve gür bir sesle söylüyordu. "Jeeesus

looooves me--thiiiiiis I knowwwwwww. For the Biiiiiible tells meeeeee sooooo....."(Tanrı

beni seviyor ben bunu biliyorum. Çünkü kutsal kitap böyle anlatıyor…)

Uçaktaki tüm yolcular dönüp yüksek sesle ilahi söyleyen bu küçük çocuğa baktılar.

Michael bunun farkına varmamıştı. Gözleri sımsıkı kapalı vaziyette yüksek sesle

bağırarak kendisini kesinlikle başka bir yerde hissediyordu. Bitince, “Çok güzel bir sesin

var” dedim, “Ben daha önce böyle güzel şarkı söylendiğini işitmemiştim.”

“Annemin bana dediğine göre Tanrı bana aynı anneannem gibi bana da güzel bir

ses vermiş” diye devam etti, “Anneannem şarkı söylemeyi çok seviyor, kendisi kilise

korosunda!”

“İyi o zaman! İddiaya girerim sen de o kilisede şarkı söyleyeceksin. Siz ikiniz o

koroyu beraber idare edeceksiniz.”

Tam o sırada emniyet kemerlerinizi bağlayınız sinyali yandı. O’Hare’ye

yaklaşıyorduk. Kabin görevlisi hostes yanımıza geldi ve birkaç dakika sonra ineceğimizi

ve Michael’in kemerini bağlaması gerektiğini hatırlattı. Biraz sonra başarılı bir inişten

sonra ‘Emniyet Kemeri Lambası’ söndü ve uçaktaki yolcuların hepsi koridorlara akın

ettiler. Acele ile dışarıya çıkmaya çalışıyorlardı. Sanki okulda son zil çaldıktan sonra eve

akın eden öğrencilere benziyorlardı. Michael ve ben ise koltuklarımızda oturmaya devam

ediyorduk.

“Sen de benimle birlikte mi geleceksin?” diye sordu.

“Ben bunu hayatta kaçırmam arkadaşım!” diyerek ona güven verdim. Bir eline

torbasını ve o kahverengi kalın zarfı aldı, diğer eliyle de benim elimi tuttu. İkimiz hostesi

takip ederek uçaktan dışarıya çıktık. Havaalanı koridorları çok kalabalık ve çok gürültülü

idi. Michael birden durdu ve elini elimden çekerek dizlerinin üzerine yere çöktü. Dudakları

titriyordu. Gözleri dolu dolu olmuştu, ağlamak üzereydi.

Page 116: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

116

“Ne oldu Michael? Eğer istiyorsan seni kucağımda taşıyabilirim” diye seslendim.

Ağzını açtı, dudaklarını hareket ettirdi ama sesi

çıkmıyordu. Onun yanına diz çöktüğümde

boynuma sarıldı. Onun sıcaklığını ve yanağının

ıslaklığını hissettim. Kulağıma yavaşça kısık

sesle “Ben annemi istiyorum” diye fısıldadı. Ben

ayağa kalkmaya yeltendim, ama Michael

boynuma daha sıkı sarıldı. O sırada koridorun

metal zemininde koşuşturan bir ayak sesi işittim.

“Bu sen misin bebeğim?” diye sıcak bir ses Michael’a seslendi. Benim arkam

dönük olduğu için kadını göremiyordum ama sesindeki o sıcaklığı hissettim. “Oh

bebeğim” diye ağlamaya başladı. “Buraya gel! Anneanne seni çok seviyor. Gel bana bir

sarıl! Bu nazik beyefendiye teşekkür et ve kucağıma gel bakalım!” Michael’in

annenannesi yanımıza yere çöktü ve Michael’in kolunu okşamaya başladı. Kadından

portakal çiçeği kokusu aldım.

“Michael dışarıya seni bekleyen o kadar çok insan var ki! Biliyor musun senin

teyzelerin, amcaların, yengelerin ve çok sayıda kuzenlerin var.” Çocuğun zayıf omuzlarını

sevip okşuyordu. Yavaş yavaş bir şarkı mırıldanıyordu. Sonra başını yukarıya kaldırdı ve

şarkıyı söylemeye başladı. Hangi şarkıyı

söyleyeceğini acaba kendisine hostes mi söyledi

diye hemen dönüp hostese doğru baktım. Güçlü

ve tertemiz bir ses havalanı koridorlarını

doldurdu, “Jesus loves me - this I know. For the

Biiiiiible tells meeeeee sooooo.."

Michael’in bana sarılması biraz gevşedi.

Onu kucağımda tutarak ayağa kalktım ve

annennneye başımı sallayarak merhaba dedim. Onun yerden market torbasını almasını

izledim. Terminal binasının kapısından dışarıya doğru çıkarken Michael boynuma

sarıldığı kollarını iyice gevşetti ve ananesine doğru uzandı.

Michael kucağında olduğu halde çıkış kapısının eşiğinden geçerken dışarıdan

büyük bir alkış ve bağırış koptu.

Oradaki kalabalığın büyüklüğünden Michael’in ailesinin ne kadar büyük olduğunu

anlayabilirdiniz. Büyükler, akrabalar, amcalar, halalar, kuzenler, arkadaşlar, kilisenin

papazı, kilise rahipleri ve çalışanları ve hatta çok sayıda komşu Michael’i karşılamaya

Page 117: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

117

gelmişti. Uzun boylu bir adam uzanarak Michael’in boynundaki kırmızı levhayı çıkardı.

Üzerinde yazanlar artık geçerli değildi. Onun bir ailesi vardı.

Onlardan ayrıldıktan sonra havalanı kordorlarında yürüyerek yeni uçuşuma

hazırlanmaya başladığım zaman artık omzumdaki evrak çantamın ve bilgisayar

çantasının ağırlıklarını hissetmiyordum. Bir sonraki uçuşumda yanımda bu sefer kimin

oturacağını merak ederek düşündüm ve gülümsedim.

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Üç çeşit sevgi vardır. Birincisi kendisine dönük sevgidir. Bu sevgi yalnızca bir odayı aydınlatan bir ampule benzer. İkinci tür sevgi karşılıklıdır ve ay ışığına benzer. Daha uzaklara kadar aydınlatır ancak yeteri kadar parlak ve aydınlatıcı değildir. Herşeyi ve her yeri kapsayan üçüncü tür sevgi ise güneş ışığı gibidir ve parlaktır.

Sizi kurtaracak olan üçüncü tür sevgiyi geliştirin. Sevgi duyarak başkalarına yapmış olduğunuz hizmet aslında sizin kendinize yapmış olduğunuz hizmettir. Başkalarına hizmet ederek aslında başkalarına değil, kendi kendinize yardım etmiş olursunuz.”

67- 2007/144

CENNETE YAPTIĞIM ZİYARET

Gece uykumda gördüğüm bir rüyada cennete gittim ve

orada bir melek bana etrafı gezdiriyordu. Beraberce içinde

çok sayıda meleğin çalıştığı büyük bir odaya girdik. Bana

rehberlik eden melek birinci bölümün önünde durarak bana

“Burası birinci bölümdür” dedi. “Burada Tanrı’ya dua şeklinde

yapılan tüm yakarışlar kabul edilirler.”

Bölümde çalışanlara baktığımda burasının son derece

meşgul olduğunu gördüm. Çok sayıda melek deli gibi

çalışarak dünyadanın dört bir tarafındaki insanlardan gelmiş

olan dua yazılı kâğıtları tasnif etmeye ve sınıflara ayırmaya

çalışıyorlardı.

Page 118: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

118

Sonra uzun bir koridordan ilerleyerek ikinci bölüme ulaştık. Burada rehber melek

bana dönerek, “Burası da ikinci bölümdür. Burada paketleme ve gönderi yapılır. Bu

bölümde insanların talep ettikleri veya başkaları için istedikleri lütuflar ve hayırduaları

işlemden geçirilerek onları talep eden yaşayan insanlara gönderilir.

Yine burasının da çok kalabalık ve meşgul

olduğunu gördüm. Bu bölümde de çok sayıda melek

deli gibi çalışıyorlardı. O kadar çok sayıda takdis

edilme ve hayırduası talebi ve bunların dünyaya geri

gönderilmesi işi vardı ki burada çalışanlar da

başlarını bile kaşıyamıyorlardı.

En sonunda da koridorun en sonunda ve en

uzak odada küçük bir istasyona geldik. Bu odada yalnızca bir tane melek bulunuyordu ve

neredeyse hiçbir iş yapmadan aylak aylak oturuyordu. Ben buna çok şaşırmıştım.

Melek arkadaşım bana, “Burası da onay ve tastik odasıdır” dedi. Ben, “Nasıl oluyor

da burada hiçbir iş yapılmıyor?” diye sordum. Arkadaşım utanmış görünüyordu. “Çok

üzücü bir durum” dedi. “İnsanlar ettikleri duanın karşılığını aldıkları zaman içlerinden pek

azı aldığına dair bir onay/tastik/teyid v.s. gönderiyorlar.”

“Peki, bir insan Tanrı’nın kutsamasını aldığını zaman bunu nasıl teyid edebilir ki?”

diye sordum. “Çok basit” diye melek cevapladı, “Sadece söylenmesi gereken şey,

‘Teşekkür Ederim’dir.”

“Hangi kutsamaları onaylamamız gerekir?” diye sormaya devam ettim. Şöyle

cevapladı,

“Eğer buzdolabınızda yiyeceğiniz varsa, sırtınızda

elbiseniz, başınızın üzerinde bir çatınız varsa ve uyuyacak bir

yatağınız varsa…siz o zaman dünyadaki % 75 insandan daha

zenginsiniz demektir. Eğer bankada paranız varsa,

cüzdanınızda paranız varsa ve içerisinde bozuk paralarınızı

biriktirdiğiniz küçük bir kutunuz varsa…dünyadaki servet

sıralamasında ilk %8 içerisindeniz demektir. Eğer bu yazıyı

kendi bilgisayarınızda okuyorsanız dünyada bu olanağa sahip %1 insandan birisisiniz

demektir. Ayrıca sabah yatağınızda hastalıktan çok sağlıkla uyanıyorsanız…o günü

çıkaramayacak olan binlerce kişiden daha fazla kutsanmışsınız demektir. Eğer savaşta,

cephede ölüm korkusu çekmediyseniz, hapishanede yalnız bırakılmadıysanız, işkence

acısını hiç çekmediyseniz veya açlıktan karnınız hiç ağrımadı ise o zaman bu dünyadaki

Page 119: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

119

700 milyon insandan daha iyisiniz demektir. Eğer dinsel ibadetinizi tutuklanma, işkence

ve hatta ölüm korkusu olmadan yerine getirebiliyorsanız bu dünyadaki 3 milyar insandan

çok daha iyi durumdasınız demektir. Eğer bu yazıyı okuyabiliyorsanız bu dünyada okuma

yazma bilmeyen 2 milyar insandan daha iyisiniz demektir. Bugün iyi bir gün geçirin ve

sahip olduğunuz kutsamaların sayısını düşünün!”

68- 2007/148

GURU NANAK VE DÜKKÂN SAHİBİ

24 Kasım ünlü bilge Guru Nanak’ın doğumgünüdür. Aşağıda onun yaşamından ilham verici bir hikâye bulabilirsiniz.

Pasrur yakınlarındaki Sialkat’a giderken Guru Nanak yolda bir ağacın altında

dinleniyordu. Bu caper ağacı bugün hala orada bulunmaktadır. Yol arkadaşı Mardana

ona, “Neden bu vahşi ortamı şehrin konforuna tercih ediyorsunuz?” diye sordu.

“Hakikat’in olmadığı hiçbir yerde konfor da, rahat da, huzur da olamaz” diye bilge

cevap verdi. “Şehrin havası yalan dolanla dolu. Hiç kimse emniyet içinde o havayı

soluyamıyor”

Mardana, “Efendim ben çok acıktım” dedi. “Ben sizin gibi yalnızca hava ile

beslenemiyorum.”

Bilge ona, “Sen şehre git ve dükkânlara giderek şöyle de bakalım” dedi. “Benim

efendim yarım kuruşluk hakikat ve yarım kuruşluk da

yalan istiyor. Bu soruya cevap veren kişi seni

doyuracaktır.”

Bu Mardana’nın çok hoşuna gitmişti. Şehre

giderek yiyecek satan dükkânlara girip bu soruyu

sormaya başladı. Bazıları onu deli zannediyor, bazıları

da onunla dalga geçiyordu. Ancak bir dükkâna

geldiğinde dükkân sahibi ona şöyle dedi, “Sen efendine

söyle, ‘Yaşam bir yalandır ve ölüm de hakikattir’, de!”

Ve aynen Guru Nanak’ın söylediği gibi dükkân

Page 120: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

120

sahibi Mardana’ya yiyecek ikram etti. Sonra adam Mardana’ya kendisini efendisine

götürmesini istedi. Onu görmek ve tanımak istiyordu. Ağacın altında istirahat etmekte

olan bilgenin yanına geldiklerinde dükkân sahibi onun büyüklüğünü hemen anladı ve

önünde eğilerek şöyle sordu, “Efendim lütfen bana doğru yolu gösterir misiniz?”

Bilge, adama, “Onu ara, bulacaksın!” diye cevap verdi. “Ararsan bulursun,

konuşursan kaybedersin.”

Dükkân sahibi adam bilgeden o kadar etkilenmişti günlerce onun peşinden

ayrılmadı, hatta Kabul şehrine kadar onunla gitti. En sonunda bilge ona geri dönmesini ve

karısına ve ailesine gitmesini söyledi.

Adam, “Ben bir zaviye olmak istiyorum” dedi.

“Dünyevi işleri terk etmek ve ben de kutsal bir insan

olmak istiyorum.”

“Biz hiçbirimiz yapmamız gereken vazifeden

kaçarak bilge olamayız. Ancak günlük yaşamdaki

sorumluluklarımızı nasıl yerine getirdiğimize bağlı

olarak kutsallaşırız” diye Guru Nanak cevap verdi.

O zaman neden insanlar evlerini terk ederek Tanrı’yı aramaya gidiyorlar?” diye

adam sordu.

Cevap çok anlamlıydı, “Birinci olarak gerçekten hakikati arayan insanlar var ve bir

de sorumluluklarından kaçmak isteyen insanlar var. Ben günlük dünyevi işleri yaparken

bir yandan daTanrı’ya hizmet edilebileceğini anlatan yolu insanlara göstermeye geldim.

Zihnimizde ve dudaklarımızda sürekli olarak Tanrı’nın isimlerini tutarak yaşayabiliriz,

yaşamalıyız. Yapmamız gereken işlerden kaçmak ve her şeyden feragat etmek bizi

içimizdeki doğruluğa götürmez. Sözler eyleme dökülmedikleri müddetçe anlamsızdırlar.”

Bilge adama bir dua öğretti ve sürekli tekrarlamasını söyledi. Bunun üzerine adam

evine, yani bir aile reisi olarak yaşamaya geri döndü. Bilgenin söylediklerini kalbine

yerleştirmişti.

Sonradan Nanak ve Mardana, Sialkot şehrine gittiler. Bilge öğrencisini görmek

istedi. Mardana adamı aramak için onun evine gittiğinde adamın karısı kocasının yine

onlarla gideceğini düşündü ve kocasının ormanda yaşamayacağını, belki de ölebileceğini

söyledi. Bunun üzerine dükkân sahibi de Mardana’dan saklandı ve ortaya çıkmadı.

Page 121: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

121

Bu olay kendisine anlatıldığı zaman bilge şöyle dedi, “Bu adam yaşamın bir yalan,

ölümün de gerçek olduğunu söyleyen adamdı. Fakat şimdi yalana sarılmış gibi

gözüküyor. Öyle olsun! Fakat kim ölümden kaçabilir ki? Ölüm herkesi nerede yaşarsa

yaşasın bulacaktır.”

69- 2007/150

HAYATA GERİ ÇAĞRILDI

Bütün dünyada mucizeler meydana

gelmektedir ve bunlar Tanrı’nın Rahmeti’nin

işaretlerdir. Çoğu zaman bu mucizeleri

işitmeyiz. Hatta o Rahmet’e kavuşanların

çoğunluğu Tanrı’nın onları mesela kazadan,

beladan, sakatlanmaktan koruduğunu;

hırsızlardan ve soygunculardan sakındığını,

onlara iyi bir iş bulduğunu ve yaşamlarını

değiştirecek parlak fikirleri zihinlerinde nasıl meydana gelmesini sağladığını bilmezler.

Fakat bazen de kaçınılmaz olandan kurtulamayız. Şunu hatırlamayız ki o zaman

da ilahi gücün araya girmesi ile ileride bir mucize oluşması için daha iyiye yönelik adımlar

atılmakta, planlama yapılmaktadır.

Aşağıda okuyacağınız hikâye Amerikan Ordusunda binbaşı olan David Shublak’ın

hikâyesidir.

Eşi Linda ile evleneli daha henüz altı hafta olmuştu. Çok mutlu bir çiftlerdi ve

David’i ordu içinde çok başarılı bir kariyer bekliyordu. David her sabah erkenden kalkarak

antreman yapar ve koşuya çıkardı. Fakat bu hobisi neredeyse kendisinin yaşamına mal

oluyordu. Bir sabahleyin çok feci bir trafik kazası geçirdi.

Kocası dışarıya gittiğinde Linda evde iş yapıyordu. Dışarıdan gelen sirenleri ve

ambulansın sesini işittiğinde birisinin yaralandığını anladı ve kim olduğunu bilmeden

onun için dua etti. O yaralının kendi kocası olduğunu sonradan öğrenecekti.

Çok hızlı giden bir araba David’e şiddetle

vurmuş ve onu havada 20 metre uçurmuştu.

David yere düştüğünde başını beton yere çarptı.

Tüyler ürpertici bir sahne idi. Olayın olduğu yere

çok çabuk bir şekilde yetişen ambulans ve sağlık

görevlileri onu hemen hastaneye götürdüler.

Page 122: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

122

Hastanede David’i tedaviye aldıklarında bacaklarının ve bir kolunun çok ciddi bir

şekilde kırık olduğunu tespit ettiler. Aynı zamanda yüzünde ve kafatasında da kırıklar

mevcuttu. Hemen beyin ameliyatına alındı. Ameliyat başlayalı 20 dakika olmuştu ki beyni

normal büyüklüğünün beş misline doğru şişmeye başaldı. Bu anda dışarıya çıkan baş

cerrah Linda’ya David’in ölümünün çok muhtemel olduğunu söyledi.

Çok umutsuz bir durumdaydılar ki, o sırada doktorlardan bir felaket haberi daha

geldi. David’in beyni hiç çalışmıyordu.

Linda’ya David’in beyninin klinik olarak ölü olduğu söylendiğinde Linda’nın kalbi

paramparça olmuştu. O andan sonra arkadaşları ve ordu görevlileri David’in cenaze

hazırlıklarına başladılar. Ulusal Arlington Mezarlığına defnedilecekti. Bazı kimseler

Linda’ya David’in organlarını bağışlamasını önerdiler. Shublak’ın kilise rahibi bile David’in

beyin dalgaları monitöründen gelen raporları gördükten sonra kendisini en kötüye

hazırlamıştı. David’in yaşadığına dair beyin dalgaları

maalesef gözükmüyordu.

Ancak Linda umudunu yitirmemişti. Kocasının

kendisinden bu kadar çabuk ve acımasız bir şekilde

alınmasını kabullenemiyordu. Kocasını koruması için

Tanrı’ya dua etmeye başladı. Tanrı’ya inanan birisi

olduğundan Tanrı’ya David’e nasıl yardımcı

olabileceğine dair dua etti.

Diğer insanlar David’in hayatta kalabileceğine inanmıyorlardı ve büyük şüphe

içinde idiler. Bu yüzden Linda Tanrı’ya “Tanrım ne yapmam gerektiğine dair bir yol

göster!” diye yalvardı.

Birden şaşkınlık yaratacak şekilde Linda’nın gözü önünde okuğuduğu İncil’deki

John 11:25 bölümü dikkatini çekti. Şöyle diyordu, “Ben yaşamın ta kendisiyim ve

hayata yeniden döndürmek Bana bağlıdır. Bana her kim inanırsa, ölmüş olsa bile

yeniden yaşayacaktır”

Linda şöyle diyor, “Herkes bana David’in beyin ölümü gerçekleştiğini söylese bile

Tanrı bana David’in yaşayacağını söylüyordu. Ben tıp ilmine değil Tanrı’ya inanıyordum

ve O’na güveniyordum”

Linda sürekli olarak İncil okumaya ve dua etmeye devam etti. Kocasının yatağının

başucunda sayısız saatler geçirdi. Başucunda kilise müziği çaldı, kocasının göğsüne

Kutsal İncil’i koydu ve hastane odasının dört bir tarafını Kutsal Kitaptan alıntılarla

doldurdu. Linda bir mucize olmasını umarak beklerken, çevresindekiler onun hakkında

endişelenmeye başladılar. Gerçeklikle bağını kopardığını düşünüyorlardı. Linda’nın bu

şekilde inançlı bekleyişi çok sayıda insanı rahatsız etti. Linda çevresindeki gerçek

dünyadan ayrı bir şekilde yaşıyordu. Tanrı’ya ve O’nun iyileştirici gücüne tamamen

inanıyordu.

Page 123: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

123

Umudunu kesen insanların düşüncelerine ve yorumlarına katılmıyor ve David için

sürekli olarak dua etmeye devam ediyordu. Bir çok kişi artık David’in ölmüş olduğuna

inanmasını ve eve giderek en azından dinlenmesini istiyorlardı.

Ve bütün olumsuz beklentilere rağmen tam altıncı gün David ışığa reaksiyon

vermeye başladı. Linda onun kulağına fısıldayarak onu cesaretlendiriyor, onun doktorlara

içinde hala yaşam olduğunu göstermesini söylüyordu. David herkesin şaşkın bakışları

altında yavaş yavaş bacaklarını hareket ettirmeye başladı.

Ondan sonraki birkaç haftada David herkesi şaşırtmaya devam etti. Yavaş yavaş

David’in hafızası geri geldi. İki aylık bir yoğun bakımdan sonra evine geri döndü. Tüm

nörologlar David’in iyileşmesini ve hayata geri dönmesini bir mucize olarak adlandırdılar.

David’in iradesi eşinin inancı kadar güçlü idi. David artık kendisini çok iyi

hissediyor ve maraton koşmak istediğini söylüyordu. Bir müddet geçtikten sonra da

Silahlı Kuvvetlerdeki işine geri döndü.

70-2007/151

EĞER MÜKEMMEL OLMAK İSTİYORSANIZ...

Bir gün kendilerini kutsamaları için Hazreti İsa’nın önüne küçük çocuklar

getirilmişti. Fakat Hz.İsa’nın yanındaki salikler çocukları getirenleri azarlayarak kenara

çekilmelerini söyledi. Fakat Hz.İsa araya girerek şöyle dedi, “Bırakınız küçük çocuklar

bana gelsinler. Onları engellemeyin, cennet bu çocuklar gibi olanlara aittir.” Sonra da elini

teker teker çocukların başlarının üzerine koyarak onları kutsadı.

Peki, küçük çocuklara cennetin kapısını

otomatik olarak açan bu özellik ne olabilir sizce?

Kendinize bir zaman ayırın ve küçük bir çocuğun

yaşamın neşesi içinde kendisini nasıl kaybettiğini

izleyin. Ne görürsünüz? Tam bir bencilsizlik

göreceksiniz, yani kendini düşünmemeyi ve egoist

olmamayı gözlemleyeceksiniz!

Bir müddet sonra genç ve zengin bir adam Hz.İsa’ya gelerek şöyle sordu, “Sevgili

Öğretmenim, sonsuz yaşamı elde edebilmek için ne gibi iyi bir davranışta bulunmalıyım?”

Hz.İsa, “Bana neyin iyi olduğunu niye soruyorsun?” diye soruyla cevap verdi.

“Yalnızca Tanrı iyidir!”

Page 124: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

124

Çok şaşırtıcı öyle değil mi? Fakat bu cevap Hakikat’tir, çünkü yalnızca Tanrı iyidir.

Biz yalnızca Tanrı ile Bir Olma’yı deneyimlediğimiz zaman mutlak iyi olabiliriz. Hz.İsa

sonra genç adama şöyle dedi, “Eğer yaşamın içine girmek, yaşamaya başlamak

istiyorsan, o zaman “On Emir”’e tam anlamı ile uymalısın.

“Bu emirler hangileridir” diye genç adam sorunca Hz.İsa şöyle yanıtladı, “1- Asla

öldürmeyeceksin! 2- Asla zina yapmayacaksın! 3- Asla çalmayacaksın! 3- Hiçbir zaman

yalan tanıklık yapmayacaksın! 4 Her zaman anneni ve babanı onurlandıracaksın! 5-

Komşunu kendini sevdiğin gibi seveceksin! v.s.”

“Ama ben bu söylediklerinizi zaten

çocukluğumdan beri uyguluyorum” diye genç adam

cevap verdi. “O zaman hala eksik olduğum taraf

hangisi olabilir?”

Durun bir dakika! İçimizden hangimiz Kutsal

Kitapların dediklerini çocukluğundan beri uyguladığını

iddaa edebilir? Bu genç adam mutlaka çok büyük bir ruh olmalı idi?

Hz.İsa bu genç adamı çok sevmişti. Genç adama doğru sevgi ile baktı ve Tanrı’nın

onu kutsaması için dua etti. Bu arada genç adamın bir eksiği olduğunu fark etti. Doğru

Davranışa tam olarak bağlı olmasına ve sahip olduğu bütün erdemlere rağmen içinde

tam olarak Huzur yoktu.

Bunun üzerine Hz.İsa genç adamı bir davette bulundu. “Eğer mükemmel olmak

istiyorsan tüm malını mülkünü fakir fukaraya ver ve dağıt. O zaman cennette

servete kavuşacaksın. Bunu yaptığın zaman gelip beni takip et!”

Adam şoka girmişti. Zihni bir anda sahip olduğu altınlara, gayrımenkullere,

karısına, çocuklarına, toplum içindeki itibarına ve sosyal statüsüne gidip geldi. Sahip

olduğu konfor ve rahatlıklar o kadar fazla idi ki! Bütün bunlardan vaz geçmek ve gelip bu

evi barkı olmayan yalnız başına yaşayan münzevinin peşine takılmak nasıl yapılabilirdi?

Kararsız kalarak başını aşağıya eğdi. Kalbi hızlı atmaya başlamıştı. Çok kritik bir andı.

Bu arada Hz.İsa sabırlı bir şekilde adamın karar vermesini bekliyordu. “Evet”

diyeceğini düşünüyordu, ama adam üzgün bir vaziyette başını çevirerek yürüyüp

uzaklaştı. Kim böyle bir çağrıya kararlılıkla çabucak cevap verebilir ki?

“Git… her şeyini sat…onları fakirlere ver…ve gel beni takip et.” Bize “git”

denildiğinde söylenmek istenen “Gitmesine izin ver, yani vazgeç”’tir. Kendini idrake ve

Page 125: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

125

Teslimiyete giden yolun en başında her şeyden vazgeçmek, gitmesine izin vermek, yani

feragat vardır. Eğer feragat edebiliyorsak herşeyden vazgeçebiliriz, her şeyimiz satıp

savurabiliriz, her şeyimizi başkalarına verebilir ve sonra da Tanrı’nın önünde secde

ederek kendimizi O’na teslim edebiliriz. O da bizi bu yaşam okyanusundan geçirerek

doğum ve ölüm döngüsünün ötesine geçirebilir.

Genç adam uzaklaşıp gittiği zaman Hz.İsa saliklerine dönerek şöyle dedi,

“Ben size Hakikat’i söylüyorum, zengin bir insan için cennete gitmek hiç de kolay

bir iş değildir. Zengin bir insanın Tanrı’nın huzuruna ulaşması bir devenin bir iğnenin

deliğinden geçmesinden daha zordur.”

Bu söz salikler için büyük bir şok olmuştu. Şöyle sordular, “O zaman içimizden

hangimiz kurtuluşa ulaşabilir ki?” O zamanlar orada yaşayan Yahudiler servete ve para

sahibi olmaya Tanrı’nın bir hediyesi gözü ile bakıyorlardı. Bu, iyi ve iyi kalpli olmanın,

O’nun özel kutsamasına sahip olmanın bir göstergesi idi!

Saliklerin ve diğer herkesin inanışına göre kurtuluş için en ön sırada olması

gereken insanlar, bu zengin insanlardı. Eğer zengin bir insan kurtulamayacaksa o zaman

bu dünyada başka kim kurtuluşa ulaşabilirdi ki? Hz.İsa onlara doğru gülerek döndü ve

şöyle cevap verdi, “Dünyevi bakış açısından bu imkânsızdır. Fakat Tanrı için her şey

mümkündür.”

Hakikat’te ise zorlukla karşılaşanlar yalnızca zengin insanlar değildirler. Çünkü

insanoğlunun bakış açısı ile hiç kimse mükemmel değildir. Fakat Tanrı’nın bakış açısı ile

herşey mümkündür. Bu yüzden mükemmellik bizim Gerçekliğe baktığımız ve onu

seyrettiğimiz gözlükle alakalıdır. Biz insan gözlükleri ile baktığımız zaman ‘ben’, ‘benim’,

‘sen’, ‘senin’, ‘erkek’, ‘kadın’, ‘zengin’ ve ‘fakir’ görürüz. İkilik duygusu bağlılık düğümünü

oluşturup yaratan yanılgıdan başka bir şey değildir. Aynı bu genç adam gibi bizim de bir

çok bağlılıklarımız vardır. Bu genç adam muhtemelen sahip olduğu servete ne derece

derinden bağlı olduğunun farkında bile değildi. Bu aynı bizim de sahip olduğumuz

bağlılıklara benzemektedir. Sizi yokluğu rahatsız edene dek nelere bağlı olduğunuzun

farkına bile varmazsınız.

Bazen İlahi Varlık bizim sahip olduğumuz bu bağlılıkları sarsarak bizim onların

farkına varmamızı ve onlardan feragat ederek doğru yolu bulmamıza fırsat vermektedir.

Fakat aslında bizim böyle bir sarsılmaya ihtiyacımız olmaması gerekir. Zihnimizde öyle

bir davranış şekli edinmeliyiz ki her zaman bir şeylerden vaz geçmeye hazırlıklı olmalıyız.

Bu davranış şekli nedir? Bu ‘Ben’ ve ‘Benim’ duygusudur. Vazgeçmemiz gereken duygu

budur.

Page 126: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

126

Bazı insanlar bağlılıktan uzak olmanın maddi varlıkları ona buna dağıtıp onlardan

kurtulmak olduğunu zannetmektedirler. Bu, bağlılıktan kurtulmak demek değildir. Her

halükarda dünyevi nesnelerden kurtulmak mümkün değildir. Çünkü eşyaların bizlerden

ayrı bağımsız bir varlıkları yoktur. Onlardan kurtulmak için nereye gidebiliriz ki? Şehirde

de olsak, ormanın derinliğinde de olsak onlar oradadır. Kutsal tapınağın ve huzur

mabedinin içine gidin orada bile onlardan kurtulamazsınız. Onlardan kurtulmak için bir

yere gidebilir miyiz? Hayır gidemeyiz! Kurtulunması ve vazgeçilmesi gereken şey sahip

olduğumuz eşyalar değil onlara sahip olduğumuzu zannetme duygusudur, bu eşyaların

bize ait olduğu düşüncesidir.

Eğer ‘Ben’ ve ‘Benim’ elbiselerini çıkartıp atabilirseniz Mükemmeliği göreceksiniz

ve Mükemmel olacaksınız, çünkü o zaman her şeyi Tanrı’nın bakış açısı göreceksiniz.

Her şeyin Bir olduğunu fark edeceksiniz. Bir başkası olmadığını göreceksiniz, ne sahip

olan, ne sahip olunan olacaktır, ne sen ne de ben olacaktır.

“Her şey Bir’dir sevgili oğlum, herkese aynı davran!” İşte kurtuluşu bize

bahşeden söz budur!

Hz.İsa bize şöyle demektedir:

Yapmaktan değil…

“Ben yapıyorum” dan kurtulun;

Yapmaktan, başarmaktan

vazgeçin.

Servetten değil,

“Ben sahibim” den vazgeçin

Sahip olma duygusundan

vazgeçin.

Eşyalardan değil..

“Bu benim” den vazgeçin

“Ben” ve “Benim” duygusundan

vazgeçin.

Bu bizi mükemmeliğe götüren yegâne yoldur!

Page 127: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

127

71- 2007/152

ÖNEMLİ OLAN NASIL DAVRANDIĞINIZDIR

Büyük filozof Dr.S.Radhakrishnan Hindistan’ın daha önceki başkanlarından birisi idi. Radhakrishnan Amerika’ya ilk gezisini John F. Kennedy başkan iken gerçekleştirmişti. Radhakrishnan uçaktan indiği sırada Washington’da hava kapalı ve fırtınalı idi. Karşılama töreni yapılırken sağanak halinde yağmur yağmaya başladı.

Genç Amerikan Başkanı Hintli meslekdaşını sıcak bir el sıkışı ve gülümseme ile karşıladı, “Sizin ziyaretiniz böyle kötü bir hava koşullarına rastladığı için özür dilerim, Sayın Başkan!” Filozof devlet adamı gülümseyerek nazikçe, “Biz kötü şeyleri değiştiremeyiz Sayın Başkan, öyle değil mi?” dedi ve devam etti. “Birkaç yıl önce ben Delhi’de iken bir gazeteye çağrılmıştım. Orada mükemmel bir insanla tanıştım. Her iki kolunu bir trafik kazasında kaybetmişti. Ama çok pozitif bir insandı. Ayaklarını kullanarak gazetede dizgi yapıyordu. Yüzünde sürekli bir gülümseme vardı ve daima mutlu idi. Bana şöyle demişti, “Bir ayda 500 Rupee(takriben 10 USD) kazanıyorum. Ama çok mutluyum, çünkü hiç kimseye yük olmuyorum.”

“Sonra Pune şehrinde başka birisini tanıdım. Yol kenarında oturuyordu ve bacakları yoktu. Kalçalarının altında yalnızca tahta bacaklar vardı. Ona ‘Bacaklarına ne oldu?” diye sordum. ‘Hiçbir şey olmadı’ diye cevap verdi. ‘Ben böyle doğdum.’ ‘Peki sevgili arkadaşım sana kim bakıyor ve seninle kim ilgileniyor?’ diye sormaya devam ettim. Bana ‘Önce annem ve sonra tabii ki en başta Allah yardım ediyor’ diye cevap verdi. ‘Bu şekilde hareket etmekte zorluk çekmiyor musun?’

diye sordum. O da ‘Peki ya siz kanatlarınız olmadığı için hareket etmekte zorluk çekiyor musunuz?’ diye soru ile cevap verdi. ‘Bir yerden yere uçabilmek için uçağa ihtiyacınız olmadan kendi kendinize uçabilseydiniz daha iyi olurdu diye düşünmüyor musunuz? ‘Yaşam alışkanlıklardan ibarettir, eğer şikâyet etmeye başlarsanız, şikâyet edeceğiniz o kadar çok şey bulursunuz ki? Halbuki burada önemli olan şey bu zorluklara karşı nasıl davrandığınızdır.”

Page 128: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

128

72- 2007/153

HAYATIN ACILIĞINI ERİTMEK

Bir adam yaşamından çok mutsuzdu ve

bundan kurtuluş çareleri arıyordu. Göl kenarında

bir ağacın altında oturmakta olan bir bilgeye

yanaştı ve mutsuzluğunun çaresini sordu. Bilge

adama bir bardak su almasını ve içine bir avuç tuz

atarak hepsini bir dikişte içmesini söyledi. Ziyaretçi

adam suyu içtikten sonra bilge, “Tadı nasıldı?” diye

sordu. Adam “Çok kötü!” diye cevapladı ve

ağzında kalan suyu büyük bir tiksinti ile dışarı

tükürdü. Bilge öğretmen hafifçe gülerek adama

kendisini takip etmesini söyledi. Beraberce göle kadar yürüdüler. Bilge adama eline yine

bir avuç tuz almasını ve göle atmasını söyledi. Adam bir avuç tuzu göle fırlattı. Bilge ona

“Şimdi gölden bir bardak su alarak iç bakalım!” dedi. Adam içince de, “Şimdi nasıl

bakalım?” diye sordu. Adam, “Çok güzel!” diye cevap verdi. Bilge, “Ağzına tuz tadı geldi

mi?” diye devam etti. Adam, “Hayır” dedi, Bunun üzerine bilge ziyaretçinin yanına oturdu,

onun ellerini kendi avuçlarının içine aldı ve şöyle dedi, “

“Yaşamımızdaki acılar işte bu tuza benzerler. Acının miktarı aynı olduğu halde o

acıyı içine koyduğumuz kabın büyüklüğüne bağlı olarak bizim acıyı hissettiğimiz seviye

de değişir. Bu yüzden sen acı çektiğin zaman yapabileceğin tek şey hislerini ve

duygularını genişletmen ve büyütmendir. Bir bardak olmaktan vazgeç, bir göl olmaya

çalış! Eğer yalnızca kendinle ve kendi ıstıraplarınla

ilgilenmekten vazgeçer ve dışarıya bakışını

genişletebilirsen bir göl olabilirsin. Yaşamı bir bütün olarak

görmeye çalış. Arkadaşlarını, aileni, alışkanlıklarını ve

çevrendeki tabiatı yani seni sen yapan şeylerin hepsini bir

arada değerlendirmeye çalış. Bir sorunla karşılaştığın

zaman sen yalnızca problemi görüyorsun ve sürekli olarak

o problem üzerinde düşünüp tabiri yerinde ise geviş

getirdiğin için durumu çok daha fazla trajik hale

getiriyorsun. Her şeyin çok daha iyi olduğu eski zamanları

düşün. Tanrı’nın seni yaşamını Rahmeti ile doldurduğu ve

senin üzerlerinde hiç durup düşünmediğin kutsamaları düşün. Hiçbir zaman kendini

başkaları ile negatif şekilde karşılaştırma. Sen eşsiz bir insansın ve eğer tam olarak

inancın varsa, Tanrı sana ihtiyacın ne ise verecektir. Yaşamında bir ıstırap olduğu zaman

o acıyı, o sıkıntıyı Tanrı’nın önüne koy! Mutlaka azalacaktır. Asla o problemi kendi önüne

koyma, sen o acının ötesini göremezsin. Tanrı sonsuz bir kaynaktır, güvenle bu

kaynaktan dilediğin kadar su içebilirsin.”

Page 129: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

129

Genç adam artık tamamen değişmiş bir insan olarak yoluna yürüyüp gitti. Artık

yaşamındaki problemlere tamamen farklı şekilde bakıyordu.

Bu konuda şöyle güzel bir atasözü bulunmaktadır,

“Tanrı’ya ne kadar büyük bir fırtına ile karşı karşıya olduğunuzu söylemeyin,

fırtınaya ne kadar büyük bir Tanrı’nızın olduğunu söyleyin!”

73- 2007/154

KAZANAN GÜLÜMSEME

Bu hikâye büyük bir efsane olan ünlü bile

Mulla Nasruddin(Nasrettin Hoca) ile ilgilidir. Onunla

ilgili bu gülünç hikâyeler ve masallar dünyadaki

birçok kültürlere ve toplumlara esin kaynağı olmuş

ve asırları aşan bilgelikleri ile insanlara ışık

tutmuştur. Aşağıdaki fıkradaki gibi Nasruddin her

zaman bir şekilde galip gelmeyi ve gülümsemeyi

başarmış bir bilgedir. Arabistan’dan bir sultan

Nasruddin’i çok seviyor ve çıktığı uzun yolculuklarda onu da beraber yanına alıyordu. Bir

seferinde yine böyle beraber yolculuk yapıyorlarken kraliyet karavanı çölün ortasında

küçük bir kasabaya geldi.

Genç sultan Nasruddin’e dönerek kibirli bir

şekilde, “Acaba bu kasabada beni tanıyorlar mıdır?

Haydi, gel kervanı burada durduralım ve ikimiz

kasabaya beraber yürüyerek halkın beni tanıyıp

tanıyamayacağına bakalım!”

Bunun üzerine ikisi arabadan aşağıya indiler ve

ana yoldan yürüyerek kasabaya gittiler. Yolda gördükleri herkes Nasruddin’e bakıp

gülüyor, hiç kimse kendisine aldırış etmiyordu.

Kızan ve çok sinirlenen sultan şöyle dedi, “Şuraya bak, buradaki herkes seni

tanıyor, ama beni hiç kimse tanımıyor!” Mulla Nasruddin, “Efendim burada beni de hiç

kimse tanımıyor, merak etmeyin” diye cevap verdi. “Peki, o zaman neden yalnızca sana

Page 130: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

130

gülümsüyorlar?” diye sultan sordu. Nasruddin sakin bir şekilde gülerek cevapladı, “Çünkü

efendim, ben onlara doğru gülümsüyordum.”

Bu basit hikâye bize bir çocuk gibi basitçe gülümsemenin süslü püslü laflar

söylemekten veya dünyanın en büyük otoritesinden bile daha fazla şey anlattığını açıkça

göstermektedir. Bizler çoğunlukla zekâlarımıza güveniriz ve çıkan bir tartışmada kendi

bakış açımızı karşı tarafa kabul ettirebilmek için gayret sarf ederiz. Fakat bunun yerine

insani değerleri uygular ve sevgi ile davranırsak karşımızdaki insanların kalplerinden

bunun yansımasını göreceğzive hatta bazı sevi mucizelerine tanıklık edeceğiz. Bazen

içimizde saklı olan o sessiz güç basit bir gülümseme ile kendisini bir çiçek açması

şeklinde ifade edecek ve herkese gösterecektir, bir kere deneyin!

74- 2007/155

DAVRANIŞLAR VE ÖDÜLLER

Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın Adı İle,

Adamın biri erkenden kalkarak Sabah

Namazını camide kılmak için hazırlık yapıyordu.

Abdest aldı, elbiselerini giydi ve camiye gitmek

üzere yola çıktı. Ancak yolda yürürken

tökezleyerek yere düştü ve elbiseleri kirlendi.

Adam ayağa kalkarak üstünü silkeledi ve elbisesini

değiştirmek üzere eve geri döndü.

Evde üzerini

çıkardı, yeniden abdest alıp temizlendi ve yeni elbiseler

giyerek tekrar camiye yöneldi. Ancak sabah karanlığında

yürürken aksilik bu ya, aynı noktaya geldiğinde tekrar yere

tökezlendi. Tekrar ayağa kalkarak üstünü başını silkeledi

ve tekrar temiz giysiler giymek üzere eve doğru yürüdü.

Evde bir kez daha elini ve ayaklarını yıkayarak abdest aldı

ve elbiselerini değiştirdi. Sonra üçüncü defa camiye gitmek

üzere yola çıktı. Artık yeni yeni gün ışımaya başlamıştı

ama yollar halen karanlık idi.

Yolda az ileride elinde bir lamba ile bekleyen başka

bir adam gördü. Adam ona “Siz kimsiniz?” diye sordu.

Page 131: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

131

Elinde lamba tutan adam, “Ben sizin yolda iki defa düştüğünüzü gördüm ve yolunuzu

aydınlatmak için size bir lamba getirdim” dedi.

Adam ona teşekkür etti ve bir yandan

konuşarak bir yandan da camiye doğru

yürümeye başladılar. Kutsal mabed’e

geldiklerinde adam hemen içeriye girmeye

yeltendi ama lambayı tutan adamın içeriye

girmeye niyeti yoktu, dışarıda durdu. Adam ona

niye içeriye girmediğini sorunca gelmeyeceğini

söyledi. Adam yineledi, ama cevap aynı idi,

kesinlikle içeriye girmek istemiyordu. Adam

anlayamamıştı, bu tuhaf davranışın sebebini

öğrenmek için ısrar etti. Bunun üzerine lambayı tutan adam şöyle cevap verdi, “Ben

şeytanım”

Adam bunu duyunca dehşete kapıldı. Şeytan açıklamaya devam etti, “Seni yolda

camiye giderken gördüm ve senin düşmene ben sebep oldum.

Eve gidip üzerini değiştirip tekrar duaya gitmek üzere yola çıktığında Allah senin

bütün günahlarını affetti.

Bunun üzerine ben ikinci kez senin düşmene

sebep oldum, ama bu bile senin ikinci kez üstünü

değiştirip duaya gitmene mani olmadı. Evde kalmak

yerine tekrar geri geldin ve aynı kararlılıkla ve kendine

hâkimiyetle dua etmek için camiye yöneldin. Bunun

üzerine Allah senin bütün ailenin günahlarını affetti.

Bunun üzerine ben çok korktum. Eğer sen bir kez daha

düşüp geri gelseydin Allah bütün köyün günahlarını

affedecekti. Bunun yüzden senin salimen camiye

ulaşmanı sağlamaya çalıştım.”

Bizim şimdiki zamanda yaptığımız davranışlarımızın ve düşüncelerimizin hemen

fark edemesek de gelecekte bize yansımaları olacaktır. Bu yüzden yapmayı

düşündüğünüz iyi davranışlarınızı asla ertelemeyiniz, çünkü o iyiye ulaşmak için

katlanmak zorunda olduğunuz sıkıntıların size nasıl bir ödülle geri döndüğünü siz hiçbir

zaman bilemezsiniz. Özellikle başka bir insana mutluluk verebilecek hiçbir davranışınızı

ertelemeyiniz. Şeytanın kazanmasına izin vermeyiniz.

Page 132: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

132

75- 2007/157

KEMAN HİKÂYESİ

Yaşlı bir adam hayatında ilk kez bir şehre gidiyordu. Küçük bir köyde dünyaya

gelmiş ve çocuklarını büyütmek için hayatı boyunca çabalamıştı. Şimdi ise çocuklarını

ziyaret etmek için hayatı boyunca ilk kez modern bir şehre

gidiyordu.

Kendisine şehri gezdirirlerken adam kulaklarını

rahatsız eden cızırtılı bir ses duydu. Sessiz bir köyde

yaşadığından hayatı boyunca böyle korkunç bir ses

işitmemişti. Gıcırtı sesini takip ederek büyük bir binaya

girdi ve bir odada küçük bir çocuğun keman çalmaya

çalıştığını gördü.

İnleyen kemandan “Screech! Screetch!” şeklinde uyumsuz ve çirkin sesler

geliyordu. Kendisine bu aletin keman olduğu söylendiği zaman bir daha bu aletin sesini

duymak istemediğini düşündü.

Ertesi gün şehri gezmeye devam ederken başka bir

bölgede adam bu sefer çok güzel ve çok ahenkli bir ses

işitti. Yaşlı adamın kulaklarını okşuyor gibiydi. Dağdaki

yaşamı boyunca hiç böyle tatlı ve büyüleyici bir ses

işitmemişti. Sesin nereden geldiğini araştırarak yürüdü ve

büyük bir binaya girerek bir odaya geldi. Odada yaşlı ve

üstat bir bayan kemanıyla bir sonat çalıyordu.

Adam birden hatasını fark etti. Bir önceki gün

duyduğu korkunç ses kemanın değil, çalan çocuğun kabahatı idi. Bu korkunç sesin

sebebi o genç çocuğun daha henüz kemanı çalmayı yeni öğreniyor olması idi.

Adam o anda birden aynı şeyin dinler için de geçerli olduğunu fark etti. Bir dine

inanan bir kişinin inançları ile çelişen bir davranışına rastladığımız zaman olaya bakarak

dinin kendisini suçlamanın anlamsız olduğunu anladı.

Bunun sebebi daha bu acemi kişinin dininin gereklerini yerine getirmeyi henüz tam

anlamı ile öğrenememesindendir. Biz bir bilgeye, bir dine ait ilahiyat profesörüne

rastladığımız zaman inançları ne olurlarsa olsunlar bizi etkilerler ve bu bizim için çok

mutluluk verci bir tesadüf olmuş olur. Fakat tabii ki bizim hikâyemiz burada sona

ermiyor…

Page 133: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

133

Üçüncü gün adam şehrin başka bir bölgesine gitti. Orada adam başka bir ses

daha duydu. Bu ses bir önceki gün işittiği keman sesinden bile çok daha güzeldi. Sizce

bu ses neyin sesi olabilir?

Bu ses dağlarda yükseklerden aşağıya dökülen şelalerin sesinden, çağlaya

çağlaya akan büyük bir nehrin sesinden, ormanda ağaçların arasından esen sonbahar

rüzgârının sesinden, şiddetli bir yağmurun ardından dağlardaki kuşların öterek şarkı

söylemelerinden bile çok daha güzeldi. Hatta bu ses sessiz ve karlı bir kış gecesinde

dağlardaki o muhteşem sessizlik dolu sürurdan bile çok daha güzeldi. Yaşlı adamın yaşlı

kalbini daha önce hiç bu kadar heyecanlandırmamış ve onu etkilememiş olan ses nasıl

bir ses idi?

Bu ses bir senfoni çalan bir orkestranın sesi idi

tabii ki! Yaşlı adam hayatında ilk kez bu kadar güzel

bir müzik dinliyordu. Çünkü müzik aletlerini çalanların

her birisi o alet konusunda uzmandı ve bunun daha

da ötesi hepsi birbirleri ile müthiş bir uyum içinde

çalmayı öğrenmişlerdi.

Yaşlı adam “Keşke dinler konusunda da aynı

böyle olsa!” diye düşündü. “Keşke her birimiz

yaşamda aldığımız dersler aracılığı ile inançlarımızın

arkasındaki o yumuşak kalbe ulaşmayı öğrenebilsek! Hepimiz kendi dinimiz içerisinde bir

büyük sevgi üstadı olabilsek! Kendi dinimizi iyice öğrendikten sonra daha ileriye gitsek ve

aynı bir orkestranın üyeleri gibi diğer dinlerle uyum ve ahenk içinde beraber çalmayı

öğrensek!”

O zaman bu bu, dünyada çalınmış en güzel melodi olacaktır.”

76- 2007/158

RAHMETİN İŞARETİ

Yelkenli gemiler zamanında okyanusta yolculuk yapmak çok riskli idi. Okyanus

akıntıları ve çıkan fırtınalar yüzünden çok sayıda gemi suların dibini boylamıştı. Yine

böyle bir kazada geminin içindekilerden kurtulan yalnızca bir kişi olmuş ve adam uzun

çabalardan sonra küçücük bir adaya sığınmıştı. Adada hiç kimse yaşamıyordu.

Adam ayak bastığı anda kendisini kurtardığı için Tanrı’ya dua ederek teşekkür etti.

Ada sıcak ve yaşanabilir bir ada idi. Kendisini rahatsız edebilecek vahşi hayvan yoktu. İlk

işi yiyecek aramak oldu. Adada meyva ağaçları ve Hindistan cevizi ağaçları boldu.

Page 134: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

134

Zaman içinde kendisine bambulardan ve Hindistan cevizi ağacının dallarından küçük bir

kulübe inşa etti. Kulübe giderek büyüdü, bir sandalye yaptı, bir masa ve içinde yaşamayı

kolaylaştıracak birçok eşya yaptı.

Adam çok inançlı birisi idi ve her gün Tanrı’ya kendisini bu adadan kurtarması için

dua ediyordu. Saatlerce ufka bakarak kendisini kurtarabilecek bir gemi gözlüyordu.

“Acaba Tanrı ne zaman benim dualarıma cevap verecek?” diye merak ediyordu.

Bir gün yine yiyecek aramak için adanın içlerine doğru gidip döndüğünde yaptığı

kulübeyi ateşler içinde yanarken buldu. Alevler gökyüzüne kadar yükseliyordu. Başına

gelebilecek en kötü meydana gelmiş her şeyini

kaybetmişti. Adam büyük bir üzüntü içinde

dizlerinin üzerine çöktü kaldı.

“Tanrım, bunun olmasına nasıl izin

verdin?” diye yakarmaya ve ağlamaya başladı.

Uzun zamandan beri çabalayıp yaptığı herşey

yanıp kül olmuştu. Adalet bunu neresinde idi?

Tanrı’nın merhameti nerede idi?

Geceyi kumsala yakın bir Hindistan Cevizi ağacının dibinde ağlayarak geçirdi.

Sabah erkenden perişan bir vaziyette uyandı. Denize doğru bakınca gözlerine

inanamadı. Adaya doğru bir gemi yaklaşıyordu. Havalara sıçrayıp ellerini sallamaya ve

“İmdat, yardım edin. Ben buradayım” diye yüksek sesle bağırmaya başladı.

Gemi adaya doğru yaklaşarak demir attı ve az sonra bir kayık adaya doğru

gelmeye başladı. Artık kurtulmuş sayılırdı. O anda duyduğu mutluluk tarif edilemezdi.

Kayıktan inerek kendisini kurtarmaya gelenleri gözyaşları içinde kucakladı. Çektiği çileler

ve yalnız geçirdiği günler son bulmuştu.

Gelen tayfalar adamı gemiye götürdüler ve

kaptanın karşısına çıkardılar. Adam

kendisini kurtardıkları için kaptana

şükranlarını sundu. “Benim bu adada

olduğumu nereden bildiniz?” diye sordu.

Kaptan şaşırmıştı, “Nasıl yani?” dedi. “Siz

bize dumanla işaret gönderdiniz ya.”

Page 135: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

135

Adam bir anda Tanrı’nın tam bir gemi

geçerken görebileceği anda kulübenin

yanmasına sebep olduğunu anladı. Herşeyi bilen

Yüce Varlığın kendisine gönderdiği rahmet

üzerine söyleyecek söz bulamadı ve sessizliğe

gömüldü. Şüphe ettiği için kendisinden utanmaya

başladı.

Bizim yaşamlarımızda da beklenmedik zamanlarda başımıza bazı felaketler veya

şansızlıklar gelebilir. Ancak sonra biz bunların kıyafet değiştirmiş rahmet olduğunun

farkına varırız.

Büyük bir bir bilge bize şöyle demiştir,

“Başınıza gelen sıkıntılar çoğunlukla kendi hatalarınız sonucu meydana

gelmektedir. Eğer Tanrı’ya tam bir inanç besler ve O’nun iradesine teslim olursanız

O sizi yolda bırakmayacak ve yardım elini uzatacaktır. İşte teslimiyet düşüncesi

böyle bir şeydir. Bu teslimiyetten meydana gelen sürur başka hiçbir yoldan elde

edilemez. Başınıza her ne gelirse gelsin bunu sizin kendi iyiliğiniz için size

gönderilen bir şey olarak görmeye çalışın.”

Şunu iyi hatırlayın; bir dahaki sefer “kulübeniz” yanıp tutuştuğu zaman bu,

Tanrı’nın Rahmetini davet eden bir “duman işareti” olabilir.

77- 2007/159

ÇÖP KAMYONU YASASI

Başka insanların sizin gününüzü mahvetmelerine izin veriyor musunuz? Saygısız

ve kaba bir sürücünün sinirinizi bozmasına izin veriyor musunuz?

Manevi yönden gelişmek isteyen bir öğrencinin çabuk bir vaziyette neyin daha

önemli olduğunu kavraması ve hislerine geri dönmesi gerekmektedir. Bir adam bunu New

York’ta taksi yolculuğu yaparken öğrendi. Aşağıda bunu nasıl öğrendiğini anlatan

hikâyeyi bulacaksınız.

Adam New York’ta Grand Central Station’a gitmek üzere bir taksiye binmişti. Yolda

giderlerken sağ şeritte park etmiş olan bir araç aniden önlerine çıktı. Taksi şoförü hemen

Page 136: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

136

frenlere asıldı ve sol yaptı. Araba kaydı ve birkaç santimetre ile önlerine çıkan araba ile

çarpışmaktan kurtuldular.

Bu yetmezmiş gibi diğer arabanın sürücüsü başını dışarıya çıkararak taksi

şoförüne bağırmaya ve hakaret etmeye başladı. Fakat taksi şoförü fazla etkilenmişe

benzemiyordu. Gülümseyerek diğer sürücüye el salladı. Takside oturan yolcu adam çok

şaşırmıştı. Şoföre sordu, “Neden böyle yaptın? Öbür adam neredeyse bir kazaya sebep

oluyordu ve ikimiz belki de şimdi hastanelik olmuştuk.” Taksi şoförü güldü ve sebebini

şöyle açıkladı, “Buna Çöp Kamyonu Yasası diyorlar. Etrafımızda birçok insan çöp

kamyonlarına benzerler. Arabalarının içi çöple dolu olduğu halde, yani hayal

kırıklığı ile dolu, öfke ile yanarak ve sinirleri bozuk bir şekilde oradan oraya

giderler. Çöp arabaları dolduğu zaman çöplerini dökecek bir yer ararlar. Eğer sen

buna izin verirsen çöplerini, yani öfkelerini ve tüm sinirlerini senin üzerine boca

ederler. Birisi senin üzerine “çöp” dökmek istediği zaman bunu kişisel olarak alma.

Sadece gülümse, ona el salla, iyi günler dile ve yoluna git. Bunu yaptığına sonra

çok sevineceksin, bana inan!”

Taksideki yolcu adam hemen kaç tane çöp kamyonunun kendi üzerine çöp

dökmesine izin verdiğini düşünmeye başladı. Ayrıca kendi çöp kamyonunu ne kadar

sıklıkla başkalarının üzerine boşalttığını da hesapladı. Evde, işte, sokakta, işe giderken?

İşte o gün adam kendi kendine bir söz verdi, “Ben bunu bir daha yapmayacağım”

Zaman içinde hangi kamyonun Çöp

Kamyonu olduğunu ve çöpünü kendisinin üzerine

dökmek istediğini ayırt etmeye başladı.

Taşıdıkları ıvır zıvır şeyleri ve çöpleri dikkatle

inceleyerek onları kendisinin üzerine

boşaltmamaları için kendisini hazırlamaya

başladı. Aynı taksi şoförü gibi işi kişisel olarak ele

almamaya başladı, sadece gülümseyerek el

salladı ve iyi günler diyerek kendi yoluna gitti.

Büyük bir bilge kendi yolu ile bize şunu

öğütlemektedir.

Page 137: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

137

“Her zaman sevgi ile dolu olun. Hiçbir zaman karşınızdakine sert ve acımasız

sözler söylemeyin, çünkü sözler atılan oklardan çok fazla acıtırlar ve can yakarlar.

Tatlı dille ve yumuşak biçimde konuşun. Acı içinde olanların acısını paylaşın ve

onlara karşı sarsılmaz bir inançla ve merhametle davranın”

78- 2007/160

KALPLERİMİZDEKİ YARA İZLERİ

Florida’da sıcak bir yaz günü küçük bir çocuk

evlerinin arkasındaki göle girerek serinlemek istedi.

Acele ile koşarak evin arka kapısından fırladı ve bir

yandan da telaş içinde ayakkabılarını çoraplarını ve

gömleğini çıkardı. Şortu ile havada uçarak serin

sulara doğru atladı.

Ancak farkında olmadan gölün ortasına doğru

yüzdü. O sırada çocuğu fark eden bir timsah hemen

kıyıya doğru gelmeye başladı. O anda evde mutfak

penceresinden oğlunu seyretmekte olan annesi

çocuğun timsaha doğru yüzmekte olduğunu gördü. Dehşete kapılmış vaziyette evden

dışarı fırladı ve göle doğru koşmaya ve bir yandan da oğluna avazı çıktığı kadar

bağırarak sesleniyordu.

Çocuk annesini sesini işitip bakınca tehlikenin farkına vardı ve hızlı bir u-dönüşü

yaparak kıyıya doğru yüzmeye başladı. Tam kıyıya ulaşıp annesinin elinden tuttuğunda

timsah da arkasından kendisine yetişmişti. Annesi çocuğun ellerinden tuttuğu anda

timsah da çocuğun ayaklarını ısırmıştı. İkisi arasında şiddetli bir çekme yarışı başladı.

Timsah anneye göre çok daha güçlü idi, fakat anne oğlunu bırakmaya hiç niyetli değildi.

Tüm gücü ile ve ilahi bir kuvvetle asılmaya devam etti.

Bu çekişme devam ederken bağırış çağırış seslerini işiten bir komşu hemen

silahını alarak göle doğru koştu ve ateş ederek timsahı vurdu.

Hayret edici şekilde birkaç hafta hastanede geçirdikten sonra çocuk iyileşti.

Bacaklarında ve ayaklarında timsahın ısırmasından derin izler oluşmuştu. Ayrıca

kollarında da annesinin tüm sevgisi ile kendisini kurtarmak isterken yaptığı derin tırnak

izleri vardı.

Yaralanmadan sonra çocukla ropörtaj yapan gazeteci çocuktan kendisine

yaralarını göstermesini istedi. Çocuk gazeteciye önce bacaklarındaki yaraları gösterdi ve

sonra da büyük bir gururla gazeteciye şöyle dedi, “Kollarımda da derin tırnak izleri var,

onlara da bakar mısınız? Bunlar da annem beni bırakmadığı için oluştular.”

Page 138: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

138

Biz hepimiz kendimizi bu hikâyedeki küçük

çocuğun yerine koyabiliriz. Bizlerin hepimizin de

yaralarımız var. Bunlar bir timsahın ısırışından

gelmiyorlar; acı dolu geçmişimizden gelen

yaralarımız var. Bu yaralardan bazıları dışarıdan

görünmeyen yaralardır ve bizde meydana gelmiş

olan büyük üzüntülerin izleridir. Fakat sevgili

arkadaşlar, bazı yaralarımız da Tanrı bizi

bırakmadığı için oluşmuşlardır. Bu büyük kavganın

ve kargaşanın ortasında O bizi sımsıkı tutmuş ve

kaybolmamıza asla izin vermemiştir.

Tanrı her zaman ve her şekilde bizi korumak

ve kollamak arzusundadır. Fakat biz bazen arkasında ne olduğunu bilmeden kendimizi

aptalca bir şekilde tehlikeli durumlara sokarız. Yaşamın yüzme havuzu tehlikelerle

doludur ve içimizdeki düşmanlar da saldırmak için fırsatını kollamaktadırlar. Ve çekişme

savaşı başladığında siz kollarınızda sevginin yara izlerini taşıyorsanız buna teşekkür

etmelisiniz. O, sizden vazgeçmemiştir ve asla vazgeçmeyecektir.

Tanrı bize kutsal metinlerden şu şekilde seslenmektedir.

“Her nasıl olursanız olun, siz Bana aitsiniz: Ben sizden asla

vazgeçmeyeceğim. Her nerede olursanız olun Bana en yakındasınız. Benim

ulaşamayacağım bir yere gidemezsiniz. Nereye giderseniz hiç fark etmez, şunu iyi

bilin ki Ben de orada olacağım, sizin içinde olacağım ve atacağınız her adımda size

yol göstereceğim. Siz Bana aitsiniz, siz Bana yakından da yakınsınız. Ben sizi göz

kapaklarının gözü koruduğu gibi her zaman koruyacağım.”

79- 2008/161

BİR SEPET DOLUSU DERT VE SIKINTI

Bir grup arkadaş her yıl yaptıkları olağan bir araya gelme toplantısını o sene bir

dağdaki kayak merkezinde yapmaya karar verdiler. Şehrin biraz dışındaki otelde kalmaya

başladılar. Yaşamda eğitim ve kariyer yönünden farklı olmalarına rağmen benzer ilgi

alanları yüzünden çok iyi arkadaş olmuşlardı. Bir iki gün boyunca lobideki şöminenin

önünde yapılan tatlı sohbetlerden sonra bir akşam konuşulan konu epey ciddi bir hal aldı.

20’li yaşlarının ortalarında olan Mike arkadaşlarına doktorların kendisine kanser teşhisi

koyduklarından söz etmeye başlayınca gülüşmeler kesildi. Hastalığı tedavi edilebilir bir

cins imiş ve tedavi olasılığı da oldukça yüksekmiş diye anlattı. Buna rağmen morali

bozulmuş ve dikkati dağılmış bir vaziyette idi.

Page 139: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

139

Bundan sonra sözü orta yaşlı çift Tam ve Cheryl aldı. Kısa süre önce kendilerine

çocuklarının bir böbrek yetmezliği olduğu ve böbrek nakline ihtiyacı olduğu söylenmişti.

Haber aileyi perişan etmeye yetmişti. Sonra başka bir kadın kısa süre önce kocasını bir

trafik kazasında kaybettiğini anlattı. Başka biri de işini kaybettiğini ve moralinin çok bozuk

olduğunu anlattı. Güzel başlayan akşam başkalarının da kendilerinin veya sevdiklerinin

‘normal’ hayatlarında başlarından geçen korkunç olayları anlatmaya başlaması ile çok

üzücü bir hal almıştı. Depresyondan uyuşturucu

alışkanlığına, yeme bozukluklarından ailevi problemlere

kadar o kadar çok çeşitli problemler anlatıldı ki hiç

kimse zorluklardan muaf gözükmüyordu.

Sıkıntıların anlatılmasından sonra Mr.Hayes

konuşmaya dahil oldu. Tatlı bir sesle konuşmaya

başladı, bu da gruptaki herkeste güven oluşturdu.

Geldiğinden beri fazla konuşmamış, ama herkeste

büyük bir saygınlık uyandırmıştı.

Herkesin problemlerini ve sıkıntılarını dinledikten sonra Mr. Hayes otel

görevlisinden birkaç kâğıt ve kalem istedi. Kâğıt kalemler geldikten sonra Mr. Hayes

gruba dönerek şöyle dedi, “Şimdi sizden hepinizden bir şey rica ediyorum. Bir deney

yapmak istiyorum ve hepinizin yardımına ihtiyacım var. Hepiniz lütfen size verilen

kâğıtlara şu anda yaşamınızda karşı karşıya olduğunuz en büyük üç problemi yazabilir

misiniz? Lütfen kâğıda isminizi yazmayınız. Herkesin ismi gizli kalacaktır.”

Herkes problemlerini kâğıtlara yazdıktan sonra Mr. Hayes herkesten ellerindeki

kâğıtları katlamalarını şöminenin önüne yerleştirilmiş olan sepetin içine atmalarını istedi.

Herkes hayretler içerisinde birbirlerine bakarak ne olacağını merak ediyordu. Sonra Mr.

Hayes sepeti eline aldı ve sallayarak iyice karıştırdı. Mr. Hayes sonra sepeti birer birer

insanların önüne götürerek sepetin içindeki kâğıtlardan rastgele bir tanesini çekmesini

istedi.

Bu da yapıldıktan sonra yerine oturarak gruba baktı ve şöyle dedi, “Sevgili

arkadaşlar, şimdi lütfen elinize aldığınız kâğıdı açınız ve seçmiş olduğunuz problemleri

ve sıkıntıları okuyunuz. Mümkün olduğu kadar dürüst olmaya çalışınız.”

Bu yapıldıktan sonra Mr. Hayes kendisinin

hemen solunda oturmakta olan kadına dönerek

şöyle sordu, “Sevgili Lisa, kendi problemlerini ve

sıkıntılarını seçtiğin kâğıtta okuduğun

problemlerle ve sıkıntılarla değiş tokuş yapmak

ister miydin?” Lisa çok çabuk cevap verdi, “Hayır,

kesinlikle istemem.”

Mr. Hayes bu sefer aynı soruyu Lisa’nın

yanında oturmakta olan adama sordu. “Kendi

problemlerini ve sıkıntılarını seçtiğin kâğıtta okuduğun problemlerle ve sıkıntılarla değiş

Page 140: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

140

tokuş yapmak ister miydin?” Cevap yine “Hayır” olarak geldi. Mr. Hayes oradaki herkese

aynı soruyu sormaya devam etti. Herkesin sıra kendisine gelene kadar yeteri kadar

düşünme fırsatı oldu. Ama cevap hep aynı geliyordu – hayır, hayır, hayır, hayır, hayır…

Şöyle yorumlar yapılıyordu, “Ben kendi problemlerimle başa çıkabilirim, fakat

sepetin içinden seçtiğim bu problemlerle başa çıkabileceğimi hiç sanmıyorum” “Bu

seçtiğim problemler yanında benim kendi problemlerim hiçbir şey değil gibi gözüküyor.”

Mr. Hayes koltuğunda geriye doğru yaslanarak konuşmaya başladı, “Başkalarının

nelere katlanmak zorunda olduğunuzu gördüğünüzde kendi problemleriniz o kadar da

çok zor gözükmüyor öyle değil mi? Çoğumuz başka birisinin yerinde olmak isteriz, ama

kendi sıkıntılarımızla onunkileri değiştirmemiz istendiğinde hiçbiriniz buna istekli

gözükmüyor. Görüyor musunuz?”

“Bu akşam burada kendi itiraflarınızla şunu öğrendiniz ki, karşı karşıya olduğunuz

zorluklara rağmen, sizi derin üzüntülere sevk eden ve geceleri uykusuz kalmanıza

sebebiyet veren acılara rağmen kendi problemlerinizin ve sıkıntılarınızın

başkalarınınkilerin yanında hiçbir şey olduğunu anladınız ve açık yüreklilikle kabul ettiniz.

Başka birisinin problemleri yanında sizinkiler daha başa çıkılabilir gibi gözüküyor.

Yalnızca bu bile şükretmek için yeterli sebep doğru değil

mi? Tabii biz şikâyet etmeyi seviyoruz. Bu bizim doğamızda

var. Kendi sıkıntılarımızı başkalarına anlatınca göğsümüzü

sıkıştıran o baskı hafifleyip azalıyor ve bunun iyileştirici bir

etkisi var. O zaman kendimizi daha iyi ve daha hafiflemiş

hissediyoruz. Bunda yanlış bir şey yok ve aslında bunu

yapmak çok sağlıklı bir şey. Bazı şeyleri dışarı atmamıza

yardımcı oluyor. Ancak şunu da unutmamalıyız, her zaman

bir şeylerden şikâyet etmek için yeterli sebebimiz var.”

“Arkadaşlar şunu daima aklınızda tutunuz ki her

birimizin karşılaştığı problemlerin belli bir sebebi vardır. Bu

problemler bizim daha iyi, daha güçlü ve daha anlayışlı

olmamıza sebep oluyorlar. Bazen ciddi bir problem bize hayatta neyin daha önemli

olduğunu gösteriyor. Gördüğünüz gibi aslında bizi zenginleştiren, mutluluğa ve huzura

götüren şey kendi problemlerimizi ele almak ve onlara aradığımız cevabı bulabileceğimiz

bir şans ve bir aracı olarak bakmaktır.”

“Derslerinize iyi çalışın ve sonra o sorunları ve bunlara bulduğunuz cevapları daha

iyi bir insan olmak için kullanın. Karşılaşacağınız zorlukları pek seveceğinizi söyleyemem.

Hiç kimse bu zorluklardan hoşlanmaz. Fakat bu meydan okumaları iyi bir şey yapmak ve

mesela başkalarına hizmet etmek için kullanabilirsiniz.”

Bazı insanlar karşılaştığı problemlerin ve sıkıntıların kendi yaşama tarzları ve

düşüncelerini etkilemelerine izin verirler. Ve evet bazı insanlar da mutsuzluk ve acı içinde

yuvarlanmaktan gizli bir biçimde hoşlanırlar. Fakat gerçekte Hakikat bilinebilse, bunun

tam tersi olabilir ve olmalıdır. Sizin içinizde kendinizi ve önceliklerinizi değiştirebilme ve

Page 141: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

141

problemlerinizi geride bırakarak ilerleyebilme gücü ve yeteneği mevcuttur. Ve bunu

yapabilme gücü çok enteresan ve hayret verici bir biçimde sizin problem veya başarısızlık

olarak gördüğünüz şeylerle birlikte size gelir.”

“İşte insanların çoğunun anlamadığı şey de

budur. Yaşadığınız ve deneyimlediğiniz her

başarısızlığın ve yenilginin karşılığında bunlara eşlik

eden eşit miktarda ve hatta çok daha fazla miktarda

kutsamalar vardır. Siz bunun farkında

olamayabilirsiniz, fakat sizin verdiğiniz mücadele ve

savaş, her geçen gün sizin daha iyi bir insan

olmanıza yol açacaktır. Tek yapmanız gereken şey

gözlerinizi açıp bunu görmektir. Bu kutsamalar çoğunlukla sıkıntıların ve mücadelenin

arkasında gizli olarak gelirler. Fakat geçen zaman içinde bu kutsamaları bulup

keşfettiğiniz ve bu kutsamaları sayarak, bir de sayılarının çokluğuna baktığınız zaman

çağlar boyunca saklanan bir sırrı keşfetmiş olacaksınız. Bu reddedilemez bir hakikattir ve

insanların çoğu bu gize ulaşamaz.

Bu sır çok basittir: Size verilen kutsamaları ne kadar çok sayarsanız, o kadar

kutsama daha sizin üzerinize eklenecektir. Eğer bana inanmıyorsanız, bunu deneyip

kendiniz deneyimleyebilirsiniz. Bakalım neler olacak?”

Mr. Hayes’in bu sözleri biraz önceki o üzüntülü havayı dağımış gibiydi. Mr. Hayes

izin isteyerek odasına çekildi. Grup kararını vermişti. Kanser olan genç adam bu

deneyimini erken teşhisin önemini başkalarına aktarmak için kullanacaktı. Böbrek nakli

gereken oğulları olan çift kendilerini organ bağışlama kampanyalarına adayacaklardı.

Kocasını kaybetmiş olan kadın onun anısını kocasının yapmış olduğu sosyal

çalışmalara devam ederek yaşatacaktı. İşini kaybetmiş olan adam da kendi kendisine bu

fırsatı her zaman yapmayı çok istediği şeye kullanmak için söz verdi. Yıllardan biriktirdiği

düşüncelerini anlatacağı bir kitap yazacaktı.

Kendi problemleri üzerinde geviş getirmek yerine herkes bu sorunları bir basamak

olarak kullanmayı ve hem kendilerini geliştirmeyi be

hem de başkalarına yardımcı olabilmeyi

öğrenmişlerdi. Kendine acımak ve ağlaşmak yerine

problemlerle baş edebilme ve onlara bir çözüm ve

cevap bulabime deneyimini çok değerli bir ders

olarak almışlardı. İçlerinden birisi şöyle yorumda

bulundu, “Ben uzun yıllardan beri bardağın yarısını

dolu olarak görmenin ne manaya geldiğini şimdi

anlıyorum.”

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

Page 142: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

142

“Zevk ve keyif, iki acı arasındaki bir mola gibidir. Siz büyük bir bilgiye, servete

ve şöhrete sahip olabilirsiniz. Fakat eğer kendinizi öfkenin, arzuların ve kibirin bir

kölesi haline getirirseniz bunun acısını çok kötü bir şekilde çekmek zorunda

kalacaksınız. Servetinizle, fiziksel gücünüzle ve aldığınız eğitim ile övünüp

kendinizi beğenmeyin. Bunun yerine sevgiyi geliştirmeye gayret edin. Sevgi, bir

düşmanı bile bir arkadaşa dönüştürebilir. Yalnızca sevgi yolu ile yaşamınız

kurtuluşa ulaşacaktır.”

80- 2008/163

ARKA BAHÇEDEKİ SÜRPRİZ

Silas Harper daha 12 yaşında iken bile büyüklerinin dikkatini çeken bir çocuktu.

Neşeli idi, hevesli, ilgili, meraklı, dikkatli, çalışkan ve herkese yardım eden bir çocuk idi.

Ailesinin şehrin merkezden uzak bir bölgesinde verimsiz bir toprağı olan bir arazisi

vardı. Bu küçük Arkansas çiftliğindeki toprak taşlık ve kayalık idi ve üstelik de buğday

veya mısır yetiştirmek için uygun değildi. Bu yüzden Harper ailesi üyeleri az miktarda

hayvan besliyorlar ve sürekli olmamak şartı ile şehirdeki diğer ailelerin uğraşmak

istemedikleri işleri yaparak para kazanmaya çalışıyorlardı. Silas da her zaman gündelik

işlere yardımcı oluyor ve hatta üzerine düşenden fazlasını yapıyordu.

Ergenlik ve hatta gençlik çağların geldiğinde Silas’ın hem tutkuları ve hem de

çevresini cezp etme kabiliyeti arttı. Bazıları onun bir bankacı veya avukat olabileceğini

söylüyordu. Fakat Silas’ın bunlardan daha büyük hayalleri vardı. “Babamın çiftliği güzel

bir yer, ama ben bu toprak parçasında fazla bir şey yapamam” diye arkadaşlarına

fikirlerini açıklıyordu.

Ailesinden kendisine fazla karşı çıkan olmadı. Çiftlik zor bela ekilip biçilebiliyordu

ve tüm iyi niyetli çırpınışlar fazla bir şeye yaramıyordu.

19 yaşına geldiğinde Silas trene binebilecek ve batıya doğru servete ve şöhrete

yelken açabilecek kadar para biriktirebilmişti. San Francisco’ya gitti ve orada bir ithalat

şirketi kurdu. Oradaki ticaret erbabı tarafından iyi karşılandı, desteklendi ve kısa

zamanda büyük başarılar elde etti.

Meslekdaşları onu beğenip seviyor ve ona güven duyuyorlardı. Şansı yaver gidiyor

gibi gözüküyordu. Ancak birkaç yıl sonra bir gün işyerine gittiğinde tüm binanın alevler

içinde olduğunu görünce sokakta dizlerinin üzerine çöktü ve hüngür hüngür ağlamaya

başladı. Yıllar boyunca kazanıp biriktirdiği herşey alevler ve yangın tarafından yok

edilmişti.

Page 143: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

143

Hayatımın En Kötü Günü

Silas sonradan bu olayı anlatırken “O gün benim hayatımın en kötü günü idi”

diyordu. “Fakat bu benim yaşadığım tek felaket ve yenilgi olmadı. Kaderim ve alın yazım

bana daha çok sürprizler hazırlayacaktı.” Silas bundan sonraki kırk yıl boyunca dünyanın

dört bir tarafını gezdi, egzotik yerlere gidip oralarda yaşadı ve çok çeşitli işler peşinde

koştu. Ancak maalesef çok kez tehlikeli hastalıklara yakalandı, birlikte iş ve ticaret yaptığı

ortakları tarafından kazıklandı ve daha birçok şansızlıklar yaşadı.

İyice yaşlandığında artık her şeye doymuş vaziyette tek istediği huzurlu bir

ortamdı. Kendisini babasının çiftliğinin yolunda buldu. Çiftlik evi uzun yıllardan beri

bakımsız kalmıştı ve çok miktarda tamirat gerektiyordu. Fakat Silas eski arkadaşlarının

yakın davranışları sayesinde kendine geldi ve çiftliği

onarmak için gerekli parayı harcamaya karar verdi.

Bir ilkbahar günü Silas eski çiftlik evinin

sundurmasındaki sallanan iskemlesine oturmuş etrafı

seyrediyordu. O gün çok güzel bir gündü.

O sırada bir güneş ışığı yansıması Silas’ın

gözüne çarptı. Meraklandı ve ayağa kalkarak araziyi

kontrol etmeye karar verdi. Tarlada ışık huzmesinin

geldiği yeri tespit etti. Sonra ayağa kalkarak gözlerini

kaçırmadan o noktaya doğru yürüdü ve yerde

parıldayan bir şey gördü. Yere doğru eğildi ve parlayan

cismi eline aldı. Gözleri artık pek iyi göremediği için yakın gözlüklerini çıkardı. Pek öyle

çiftlik işlerinden anlamadığı için bir taşı diğerinden ayırt edebilme yeteneği yoktu ama

gördüğü şeyi tanımlayabilecek kadar tecrübe sahibi idi.

Aradan bir hafta kadar geçtikten sonra gittiği bir devlet üniversitesindeki jeologlar

onun keşfini onayladılar. Silas’ın elindeki taş büyükçe bir elmas idi. Sonra jeologlar ve

uzmanlar gelerek araziyi incelediler ve arazinin her tarafında elmaslar olduğunu rapor

ettiler. Silas Kuzey Amerika’nın en büyük elmas madeninin

üzerinde oturuyormuş.

Değersiz kaya parçaları arazinin her tarafına

yayılmışlardı. Bu yüzden de Silas yıllar önce şansını başka

memleketlere giderek ve oralarda fırsatlar peşinde koşarak

denemeye karar vermişti. Meğerse o değersiz kayalar

içlerinde büyük bir hazine barındırıyorlarmış. Bu arazi,

olabilecek en değerli arazi imiş.

Silas arkadaşlarına şöyle diyordu, “Ben eğer

servetimin bana daha genç yaşta verilmiş olduğunu ve bunun

da burnumun dibinde olduğunu daha önceden bilseydim, yaşamımı çok daha farklı

yaşardım.”

Page 144: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

144

Anahtar Sizin Elinizde

Silas son yıllarını çok zengin ve şöhretli bir adam olarak yaşadı. Okullara gidiyor

ve orada öğrencilere öğrendiklerini anlatıyordu. Onlar da can kulakları ile dinliyorlardı.

“Bir an bile aradığınız şeyin şu aşağıdaki yolda veya şu karşıdaki tepenin ardında

olduğunu düşünmeyin. Sizin istediğiniz şeylere bir başkasının sahip olduğunu düşünerek

kendinizi kandırmayın. Evet, arzu ettiğiniz şeye ulaşmak için gayret etmeye devam edin.

İstediğiniz şey için çok çalışın ve dürüstçe çalışın. Size şimdi anlatacağım bu sırrı

keşfedebilmek için benim bir yaşam harcamam gerekti. Size arzu ettiğiniz şeyi elde

edebilmek için elinize bir kürek almayı ve dışarıya çıkarak toprağı kazmanızı

söylemiyorum. Hayır, benim söylediğim şeyi yapabilmek ve hazineye ulaşabilmek için

ellerinizi bile kirletmenize gerek yoktur.”

“Hazinenizi keşfedebilmenizin sırrı gözlerinizi ve kalplerinizi açmaktan

geçiyor. Gözlerinizi açın kendi içinize bakın. Kalbinizi sevgiye açın ve dünyadaki

tüm insanları ve canlıları kucaklayın. Bana inanın bu hayatta yapmaya deyecek tek

bir yolculuk vardır ve o da içimize doğru yapacağımız yolculuktur. Bu en güzel

yolculuktur. Ne yüksek derecede eğitim sahibi olmak, ne çok sayıda kitap okuyarak

bilgi bilgi sahibi olmak, ne servet, ne şöhret ve ne de akrabalar ve arkadaşlar bir

insanın huzuru bulmasına ve daima mutlu olmasına yardımcı olamazlar. İnsanı

gerçek huzura ve doygunluğa götüren şey, yaşamının gayesini yerine getirdiğini

hissetmesini sağlayan şey ve onu elde ettiği anda bu ana kadar boşa yaşamış

olduğunu hissettirip düşündüren şey kendi içine yapacağı yolculuk sayesinde

keşfedeceği içindeki o büyük hazinedir. Bizler yaşamlarımızı hazine peşinde

dışarıda orayı burayı araştırarak geçiriyoruz. Hâlbuki o hazine yakının da

yakınındadır, o hazine sizin içinizdedir. O sizsiniz, kendinizsiniz. Bizler hepimiz

kendimizin parlayan büyük bir mücevher olduğumuzu keşfettiğimizde hayalimizin

çok ötesinde bir zenginliğe kavuşacağız.”

81- 2008/165

EKMEYE DEVAM ETTİ

Paul Rokich, Utah eyaletinde bir bakır külçe rafinerisinin yani bakır külçe

fabrikasının yakınlarında yaşayan küçük bir çocuktu. Fabrikadan çıkan sülfürdioksit

atıkları bir zamanlar çok güzel bir orman olan bölgeye atılınca bölge kirlenmiş ve

üzerinde hiçbir canlı yaşamayan bir atık yığınına dönüşmüştü. Paul Rokish genç bir

oğlan olarak bir gün fabrikaya ve onun yanındaki bu atık bölgesine bakıyordu. O bölgede

hiçbir canlı yaşamıyordu. Hiçbir hayvan, hiçbir kuş, hiçbir ağaç, çalılık ve hatta çimen bile

yoktu. Sadece ve sadece 14.000 hektar boyunca siyah ve çorak bir arazi. Ve hatta bölge

zehirli ve kötü bir şekilde kokuyordu. Paul kirletilmiş ve zehirlenmiş toprağa bakarak şöyle

Page 145: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

145

dedi, “Burası çok iğrenç bir yer!” İçinde bir şeyler kıpırdamıştı ve o gün kendi kendine

şöyle bir söz verdi, “Ben buraya tekrar hayat getireceğim.”

Aradan bir süre geçtikten sonra bir gün Paul fabrikanın yönetimine giderek o

bölgeye ağaçları tekrar geri getirip getirmeyeceklerini sordu. Cevap “Hayır” idi. Fabrika

müdürlerine kendisinin o bölgeye ağaç ekmesine izin verip vermeyeceklerini sordu.

Cevap yine “Hayır” oldu. Onu kendi arazilerinde istemiyorlardı.

Birisinin kendisini dinlemesi için daha çok

şey öğrenmesi gerektiğini düşündü ve

üniversitede botanik bölümünü seçmeye ve ağaç

yetiştirme işini daha iyi öğrenmeye karar verdi.

Üniversitede Utah’ın ekolojisi hakkında

uzman olan bir profesör ile tanıştı. Ancak bu

profesör de Paul’ün tekrar canlandırmak istediği

bu atık bölgesinin maalesef umutsuz bir vaziyette

olduğunu ve bunu başarmanın mümkün olmadığını söyledi. Paul’e bu yapmak istediğinin

akılsız bir iş olduğunu söyledi. Çünkü eğer ağaç ektikten sonra ağaçlar tutsa bile ağaçlar

büyüdüklerinde rüzgâr her yıl tohumlarını yalnızca 5-10 metre uzağa götürecekti.

Tohumları taşıyıp dağıtacak kuşlar ve sincaplar

gibi hayvanlar olmayınca o tohumlar bir daha

ağaç haline dönüşebilmek için bir otuz yıl daha

süreye ihtiyaç duyacaklardı. Bu yüzden 10-20

kilometrekarelik bu büyük bölgenin üzerinde

tekrar yaşam oluşabilmesi ve ot yetişebilmesi

için tahminen 20.000 yıl kadar bir süreye ihtiyaç

olduğunu söylediler. Hocaları kendisine bunu

yapmaya çalışmanın boşa geçen bir zaman kaybı olduğunu anlattılar. Bu yapılamazdı.

Bu yüzden Paul yaşamına devam etmeye çalıştı. Ağır makinalar çalıştıran bir

operatörlük işi buldu, evlendi ve çoluk çocuk sahibi oldu. Fakat işte içindeki o rüya

ölmemişti. Konu hakkında düşünmeye ve çareler aramaya devam etti. Bir gece düşündü

ve harekete geçerek bir şeyler yapmaya karar verdi. Bu önemli bir dönüm noktası idi.

İnsanlar zihinlerini genellikle yakınlarında duran fırsatlara değil, uzak hayallere çevirirler.

Paul o gün uzak ve büyük hayaller peşinde koşmayı bıraktı ve elinde avucunda neler

olduğuna baktı.

Paul gece karanlığında dışarıya çıktı ve atık bölgesine giderek toprağa fide

ekmeye başladı. Yedi saat boyunca sabaha kadar fide ve tohum ekti.

Sonra aradan bir hafta geçtikten sonra aynı şeyi bir daha yaptı. Her hafta atık

bölgesine gizlice giriyor ve ağaçlar, çalılar, fundalıklar, otlar ve çimenler ekiyordu. Fakat

tabi ektiklerinin çoğu kısa zamanda ölüyordu.

Page 146: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

146

Onbeş yıl boyunca bunu yapmaya devam etti. Bir süre sonra bir vadide köknar

fideleri boy atmaya başladılar. Fakat dikkatsiz bir koyun çobanının yaktığı ateş yüzünden

ağaçlar tutuşup yok olunca Paul çöktü kaldı ve çaresizlikten ağlamaya başladı. Fakat

sonra kendisini toparladı, ayağa kalktı ve tekrar ekmeye başladı.

Dondurucu rüzgârlar ve aşırı sıcaklar,

toprak kaymaları, seller ve yangınlar yüzünden

zaman zaman yaptığı her şey yok oldu. Fakat o

her seferinde ekmeye devam etti. Bir gece yine

ekmeye gittiğinde bir otoyol inşaat ekibinin

bölgeye geldiğini ve yol inşaatında dolgu olarak

kullanmak üzere tonlarca atığı alıp götürdüklerini

ve kendisinin yıllar boyu özenle ektiği bölümün

tamamen mahvolduğunu gördü. Hiçbir şey

kalmamıştı.

Fakat Paul ekmeye devam etti. Haftalar boyunca, aylar boyunca, yıllar boyunca

ekmeye devam etti. Yöneticilerin itirazına rağmen, araziye girilmez yasalarına rağmen,

yol işçilerinin işini ara sıra mahvetmesine rağmen, rüzgâra, şiddetli yağmura ve hatta

toplumun ortak kanaatine ve herkesin beraberce karşı çıkmasına rağmen sadece

ekmeye devam etti.

Yavaşça ama çok yavaşça bitkiler kök

tutmaya ve boy atmaya başladılar. Sonra

toprağın içinde çukurlar kazarak yaşayan

kemirgenler belirdiler. Sonra sıra tavşanlara ve

sonra da kirpilere geldi.

Epey bir süre sonra Bakır Rafinerisinin

yöneticileri ona ağaç dikme izni verdiler. Zaman

ilerlemiş ve artık ülkede bu tür fabrikaların

atıklarına karşı çevre politikaları oluşmuş ve artık

insanlar hükümete ve politikacılara, onlar da sanayi yöneticilerine çevre kirliliği

konusunda baskılar yapmaya başlamışlardı. Bu yüzden bakır şirketi Paul ile anlaşmaya

vardı ve zaten yapmakta olduğu bu iş için kendisini istihdam etti, yani Paul’ü işe aldı.

Onun emrine iş için gerekli yardımcı işçiler, alet edevat ve iş makinaları verdiler. İş çok

hızlandı.

Şu anda o bölgede ondörtbin hektarlık bir orman var. Ağaçlar, otlar, çimenler,

çalılıklarla dolu, iri boynuzlu geyiklerle ve kartallarla dolu bir orman! Bu başarısı ile Utah

eyaletinin ülke çapında aldığı çevre ödüllerinin hepsini Paul Rokich kazanmıştı.

Paul şöyle demektedir, “Ben bu işe başladığımın zaman buranın tekrar orman

olacağını ve insanların burayı görmeye geleceği günün ben öldükten çok daha sonra

gerçekleşeceğini düşünmüştüm. Bu sonucu benim kendi gözlerimle göreceğim hiç aklıma

gelmemişti.”

Page 147: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

147

Bunu başarmak onun saçlarının beyazlaşmasına ve iyice yaşlanmasına kadar

zaman almıştı. Fakat o daha küçük bir çocukken kendi kendine verdiği sözü tutmuştu.

İmkânsız olduğunu zannettiğiniz bir işe kalkıştığınızda ne yapmak istersiniz?

Paul’ün yukarıdaki hikâyesi buna dair bir bakış açısı vermiştr öyle değil mi?

Bu dünyada başarmak istediğiniz bir iş için yapmanız gereken şey “ekmeye”

devam etmektir. Çalışmaya devam edin. Sizi kim eleştirirse eleştirsin, yapacağınız iş ne

kadar uzun sürerse sürsün, bu yolda yürürken kaç kez tökezleyip düşerseniz düşün ve

ne kadar başarısızlığa uğrarsanız uğrayın sürekli olarak çalışmaya devam edin. Ayağa

kalkın ve sadece “ekmeye” devam edin!

Büyük bir bilge şöyle diyor,

“Saflık, sabır ve azim gibi olumlu özellikler insani değerlerdir. Bu özelliklere

sahip olan kişi Tanrı’nın arzu ettiği insandır.”

“Dikkatli, çalışkan, gayretli, azimli ve kararlı bir insan için gökyüzü bile bir

sınır olamaz, çünkü bu kişi sonsuz bir düşünce ve enerji kaynağına giriş izni

kazanmıştır. Saf ülkülerimizde/ideallerimizde sebat edelim, o zaman yaşamımızda

yeni ufuklar açılacaktır ve bu da bize çok büyük mutluluk kazandıracaktır.”

82- 2008/166

KİRALIK ODA

Bizim evimiz Baltimore’da Johns Hopkins Hastanesininin sokağında, hastanenin

girişinin hemen tam karşısında bulunuyordu. Biz evin alt katlarında yaşıyorduk ve üst

katlardaki odaları da hastaneye başka şehirlerden gelen hastalara ve hasta yakınlarına

kiraya veriyorduk.

Bir yaz akşamı tam ben mutfakta akşam yemeğini pişiriyorken kapı çaldı. Kapıyı

açtığımda karşımda korkunç yüzlü bir adam duruyordu. Adamın büzüşük ve kambur

bedenine baktığımda adamın sekiz yaşındaki

çocuğumdan biraz daha uzun olduğunu fark ettim.

Fakat insanı korkutan ve irkilten şey adamın yüzü

idi. Yüzünün bir kısmı şişmiş ve aşağıya doğru

sarkmıştı; kıpkırmızı ve çok kötü bir vaziyette idi.

Ancak adamın sesi çok yumuşak ve

canayakın idi, şöyle dedi, “İyi akşamlar efendim.

Bir gece için odanız olup olmadığını soracaktım.

Ben doğu kıyısından bu sabah otobüsle

hastanede tedavi olmak için geldim ve maalesef yarın sabaha kadar bizim oraya kalkan

bir otobüs yok.”

Page 148: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

148

Adam bana öğlenden beri oda aradığını ve başarılı olamadığını söyledi. Hiç kimse

ona bir oda vermek istememiş. “Sanırım bunun sebebi benim yüzümün hali. Biliyorum

yüzüm korkunç görünüyor, fakat doktorum bana birkaç tedavi sonrası hiçbir şeyimin

kalmayacağını söyledi” dedi.

Ben bir an tereddüt ettim, fakat bir sonraki sözleri beni ikna etti. “Ben sundurmanın

altında bir koltukta da uyuyabilirim. Otobüsüm sabah erken saatte kalkıyor.”

Ben adama ona bir yatak verebileceğimizi ama sundurmada yatabileceğini

söyledim. Sonra içeriye girerek akşam yemeğini pişirmeye devam ettim. Yemek

piştiğinde adamı yemeğe davet ettim fakat o elinde kahverengi bir kese kâğıdı tutuyordu

ve bana teşekkür etti.

Ben de yemek yendikten ve bulaşıkları yıkadıktan sonra adamla birkaç dakika

sohbet etmek için sundurmaya çıktım. Adamın küçük bedenine sıkışmış kocaman bir

kalbi olduğunu fark etmem uzun sürmedi. Adam bana kızına ve kızının beş çocuğuna

yardımcı olabilmek için balık tuttuğunu anlattı. Kızının kocası bir kaza sonucu belinden

kötü şekilde sakatlanmış ve çalışamıyormuş.

Bunları bir şikâyet için anlatmıyordu. Aslında söylediği her cümlenin sonu şükranla

bitiyordu. Deri kanseri hastalığının yanında büyük bir acısı olmadığı için Tanrı’ya sürekli

olarak teşekkür ediyordu. Tanrı’ya kendisine devam edebilme gücü bahşettiği için

müteşekkirdi ve O’nun verdiği kutsamalara şükranlarını sunuyordu.

Yatma vakti geldiğinde onun için çocukların odasında portatif bir yatak açtık.

Sabah kalktığımda yatak çarşafları özenle katlanmış ve yatak toplanmış vaziyette idi.

Küçük adamı sundurmanın altında buldum. Kahvaltı teklifimi reddetti, fakat otobüse

gitmeden önce benden bir ricada bulunmak istedi. “Acaba

bir sonraki tedavimde de gelip burada kalabilir miyim? Size

yük olmam ve bir sandalyenin üzerinde uyuyabilirim. Sizin

çocuklarınız beni evimde hissettirdiler. Büyük insanlar

yüzüme bakıp rahatsız oluyorlar, fakat çocuklar pek

önemsemediler.” Ben de ona memnuniyetle gelip bizde

kalabileceğini söyledim.

Ve bir sonraki yolculuğunda sabah saat yediden

hemen sonra geldi. Bize bir hediye getirmişti. Çantasından

kocaman bir balık ve 1-2 kg kadar hayatımda gördüğüm en

büyük istiridyeleri çıkardı. Getirdiğinde balıklar ve istiridyeler

taze olsunlar diye onları sabah erken saatte avladıklarını

söyledi. Ben onun otobüsünün sabah 04.00’de buraya

gelmek için hareket ettiğini biliyordum. Yani acaba bunları yapabilmek için saat kaçta

kalkmış olmalıydı?

Bundan sonraki yıllarda yine bizde kalmaya geldi. Bize geldiği her seferinde elinde

balıklar, karidesler, istiridyeler veya kendi bahçesinde yetiştirdiği sebzeler olurdu.

Page 149: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

149

Şehre gelemediği zamanlarda da bize özel kargo ile balıklar, istiridyeler,

karidesler, taze ıspanak, lahana v.s. gönderirdi. Ispanakların tüm yaprakları özenle

yıkanmış olurdu. Bize bunları gönderebilmek için 5 km yürümek zorunda olduğunu ve ne

kadar az parası olduğunu biliyorduk. Bu yüzden bu hediyeler bizler için çok ama çok

değerliydi.

Bu güzel anıları hatırladığım zaman çoğunlukla bu güzel adamın bizde ilk kaldığı

akşamın sabahında bizim evden ayırlırken komşu evde oturan kadının bana söylediği

şeyleri de hatırlarım. Bana şöyle demişti, “Bu korkunç yüzlü adamın dün gece sizin evde

kalmasına izin mi verdin? Böyle insanları kabul ederek müşteri kaybedeceksin!”

Belki dediği gibi bir-iki müşteri kaybetmişizdir. Fakat onlar da bu güzel ve iyi kalpli

adamı tanısalardı belki de kendi hastalıklarına katlanabilme güçleri artacaktı. Bizim

ailemiz onu tanımaktan dolayı her zaman Allah’a şükredecek. Biz ondan, başımıza gelen

ve kötü gözüken şeyi şükrederek kabul etmeyi öğrendik.

Geçenlerde serası olan bir arkadaşımı ziyarete gittim. Kadın bana yetiştirdiği

çiçekleri gösterirken sıra bahçedeki en güzel çiçeğe gelmişti. Altın renkli krizantemin

üzerinde o kadar çok çiçeği vardı ki! Fakat benim hayretimi çekecek biçimde o güzel

çiçek krizantem paslı bir tenekenin içinde büyütülüyordu. Ben kendi kendime şöyle

düşündüm. “Eğer bu benim çiçeğim olsaydı ben onu en güzel saksının içine

yerleştirirdim!”

Fakat arkadaşım benim fikrimi değiştirdi. “Benim bu çiçeği ektiğim sırada yeteri

kadar saksım yoktu. Ben bu çiçeğin bu kadar güzel olacağını bildiğim için onu geçici

olarak bir kaba yerleştirmek istedim. Sadece kısa bir süre için bu tenekede kalacak,

sonra ben onu bahçemin en güzel yerine ekeceğim” dedi.

Arkadaşım onun bu sözlerine o kadar çok gülmeme şaşmış olmalı. O sırada gözlerimin önüne hayalimde canlandırdığım şöyle bir sahne geldi. Cennette Yüce Yaratıcı bu balıkçının ruhu önüne geldiği zaman şöyle demiş olmalı idi. “İşte burada çok güzel bir tane daha! Ben onu şimdi şu küçük bedende bir başlatayım. Sonra kısa süre sonra onu en güzel yere yerleştiririm!

Bu olay çok uzun zaman önce oldu. Bu güzel ruh şimdi Cennet Bahçesinin en

güzel yerini süslüyor olmalı!

Bu hikâyeyi Ashtavakra’nın hikâyesi ile karşılaştırabilirsiniz. Ashtavakra Kral

Janaka’nın Kabul Salonuna davet edildiği zaman oradaki bilginler tarafından fiziksel

özellikleri nedeni ile hakir görülmüştü.

Şunu daima aklınızdan hiç çıkarmayın ki bu dünyada en önemli şey derimiz ve

fiziksel özelliklerimiz değildir, en önemli şey kalbimizdir. Eğer kalbimiz geniş ise çevremiz

mutluluk ve sevgi ile kuşatılacak ve huzur bizim arkadaşımız olacaktır.

Şöyle denir;

Page 150: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

150

“Mutluluk peşinde koşmayın onu yakalayamazsınız. Siz başka insanları

mutlu edin, mutluluk koşarak size gelecektir.”

83- 2008/167

TAKSİ İLE SON YOLCULUK

Bir zamanlar taksi şoförlüğü yapıyordum. İlk zamanlar fark etmedim ama sonra bu

yaptığım işin rahiplerin ve papazların yaptıkları işe çok benzer bir iş olduğunu anladım.

Ben gece vardiyasında çalışıyor ve yolcu taşıyordum. Yolcular benim arabama biniyor,

arka koltuğa oturuyor ve ben kendilerini hiç tanımadığım halde bana kendi özel

yaşamlarını anlatıyorlardı. Beni hayrete düşüren, bana ilham veren, beni güldüren ve

ağlatan insanlar tanıdım. Fakat bir Ağustos gecesinde arabaya aldığım yaşlı bir kadın

kadar beni etkileyip duygulandıran olmadı. Bir gece şehrin sessiz ve uzak bir köşesindeki

bir evden bir çağrı aldım. Bir partiden çıkmakta olan bir grup insanı uçağa yetişmek

isteyen birilerini veya sabah vardiyasına yetişmek isteyen bir işçiyi almaya gittiğimi

zannediyordum. Eve vardığımda saat 02:30 idi. Bina karanlıktı, sadece en alt kattaki

pencereden küçük bir ışık yansıyordu.

Bu gibi durumlarda çoğu taksi şoförü

bir iki kez korna çalar, bir dakika bekler ve

sonra da basar giderdi. Fakat ben başka

araçlarla gidemeyen ve sadece taksiye

binebilen çok sayıda engelli kişi tanımıştım.

Tehlikeli bir durum sezmiyorsam kapıya doğu

yürüyordum.

Yolcu benim kendisine yardım

etmeme muhtaç birisi olabilirdi. Bu yüzden kapıya doğru yürüdüm ve zile bastım. Zayıf ve

yaşlı bir ses bana, “Bir dakika lütfen” diye seslendi. Kapının

arkasında yerde bir şeylerin sürüklenme sesini işitebiliyordum.

Kısa süre sonra kapı açıldı. 80 yaşlarında yaşlı bir kadın

önümde duruyordu. Basma kumaştan bir elbise giyiyor ve

önünde tülü olan kutu şeklinde bir şapka takıyordu. 1940’lı

yılların filmlerinden dışarıya fırlamış gibi gözüküyordu.

Yanında da küçük ve eski bir bavul duruyordu.

Apartman içinde yıllardan beri kimse yaşamıyor gibiydi.

Bütün eşyaların üzerileri beyaz çarşaflarla örtülmüş idi.

Duvarlarda saat yoktu, süs eşyaları veya başka eşyalar yoktu.

Köşede bir dolabın camlı bölmesinde resimler ve cam eşyalar

bulunuyordu.

Page 151: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

151

Kadın bana “Acaba çantamı arabaya taşıyabilir misiniz?” diye sordu. Ben bavulu

kaparak taksiye yerleştirdim ve sonra yaşlı kadına yardım etmek için geri döndüm. Kadın

benim koluma girdi ve beraberce yavaş yavaş kaldırıma doğru yürüdük. Sürekli olarak

bana teşekkür ediyordu. Ben, “Bir şey değil efendim” dedim. “Ben yolcularıma kendi

anneme davrandığım gibi davranmaya çalışıyorum” “Ah sen ne kadar tatlı bir çocuksun”

dedi.

Taksiye bindiğimizde bana üzerinde adres olan bir kâğıt parçası vererek sordu,

“Acaba şehrin içerisinden geçirerek götürebilir misiniz?” Ben, “Ama bu en kısa yol değil”

diye cevap verdim.

“Önemli değil” dedi. “Benim hiç acelem yok. Ben şimdi huzurevine gidiyorum.” Ben

aynadan arkaya doğru baktım. Gözleri sulanmıştı. “Benim bir ailem kalmadı” diye devam

etti. “Doktorlar benim de fazla zamanımın olmadığını söylüyorlar.”

Ben sessizce uzanıp taksimetreyi kapattım ve “Hangi yollardan geçerek gitmemizi

arzu ederseniz o yoldan gidelim” dedim.

İki saat boyunca şehrin sokaklarında dolaştık. Bir

caddeden geçerken, bana gençken asansör görevlisi olarak

çalıştığı şirket binasını gösterdi. Kocası ile yeni evlendikleri

zaman oturdukları mahalleden geçtik. Henüz genç bir kız iken

katılarak dans ettiği balo salonunun önünde bir süre durduk. Bina

şimdi bir mobilya deposu olmuştu.

Bazen beni bir köşede durduruyor ve bir binaya bakarak

hiçbir şey söylemeden duruyordu. Gün ağarmaya başladığı

zaman bana “Artık yoruldum. Haydi, şimdi gidelim” dedi.

Sessizce bana verdiği adresteki binanın önüne çektim.

Alçak bir bina idi. Bir nekahat, yani tedavi sonrası iyileşme evine benziyordu ve evin içine

doğru sütunlu bir giriş bölümü vardı. Biz yanaşır

yanaşmaz iki görevli çalışan hemen taksiye doğru

koşarak geldiler. İlgili, samimi ve iyi niyetli idiler.

Yaşlı kadının her hareketini dikkatle takip

ediyorlardı. Onu bekliyor olmalı idiler.

Ben taksinin bagajını açtım ve küçük valizi

çıkartarak kapıya götürdüm. Kadıncağızı bir

tekerlekli sandalyeye oturtmuşlardı bile.

Bana “Size bocum ne kadar*” diye sordu. Ben, “Borcunuz yok” diye cevapladım.

“Ama siz bu işle para kazanıyorsunuz” dedi. Ben de, “Başka müşteriler var” diye

cevapladım. Hiç düşünmeden eğilip onu kucakladım. O da bana sıkıca sarıldı. “Yaşlı bir

kadına mutlu bir an yaşattınız. Çok teşekkür ederim” dedi.

Page 152: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

152

Ben elini sıktım ve sonra alacakaranlığın içine doğru yürüdüm. Arkamdan bir kapı

kapandı. Bir yaşamın kapanma sesi gibiydi.

O gece vardiyamda başka yolcu almadım. Düşüncelere kapılıp gayesizce taksi ile

yollarda dolaştım.

Ertesi gün boyunca doğru dürüst konuşamıyordum. Kelimeler boğazımda

düğümleniyordu. Ya o yaşlı kadın öfkeli bir taksi şoförüne veya vardiyasının sonuna

gelmiş sabırsız bir taksi şoförüne rastlamış olsa idi? Ya ben evin önünde bir iki kez korna

çalıp sonra uzaklaşmış olsa idim?

Hayatımda yaşadığım günlere doğru şöyle kısa bir bakış attıktan sonra hayatım

boyunca bundan daha önemli bir iş yapmamış olduğumu düşündüm.

“Bizler yaşamlarımızı bazı önemli anlar için yaşadığımızı düşünürüz. Hâlbuki

o büyük anlar bizleri çoğunlukla hazırlıksız yakalarlar. Başkalarının

anlayamayacağı şekilde güzel bir ambalaj kâğıdına sarılmışlardır.”

84- 2008/168

KIRMIZI MAUN AĞACINDAN PİYANO

Uzun yıllar önce ben yirmili yaşlarımda iken St.Louis Piyano Şirketinde Satış

elemanı olarak çalışıyordum. Bütün ülkeye piyano satıyorduk ve bunun için de küçük

şehirlerde gazetelere ilanlar veriyorduk. Sonra o bölgeden yeteri kadar sipariş

aldığımızda piyanoları kamyonlara dolduruyor ve o bölgeye giderek satın alanlara teslim

ediyorduk.

Her ne zaman Güneydoğu Missouri bölgesine gazete

ilanı versek o bölgeden şöyle bir posta kartı alıyorduk.

“Lütfen bana küçük torunum için bir tane piyano getirin. Ben

yumurtalardan kazandığım para ile her ay 10 $ ödeyeceğim.

Kargacık burgacık yazılmış yazılarla kadın posta

kartını tamamen dolduruyor ve hatta sonra ön tarafını

çevirerek ön tarafını da yazı ile dolduruyordu. Adresi

yazmak için ancak yer kalıyordu.

Tabii ki biz ayda 10 $’a piyano satamazdık. Hiçbir banka bu kadar küçük taksitlerle

piyano alacak krediyi vermezdi, bu yüzden gelen bu posta kartlarını görmezden geldik.

Page 153: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

153

Ben bir gün o bölgeye başka piyanolar teslim etmek için gitmiştim. Merakımdan

posta kartlarını yollayan şu kadını görmek istedim. Eve gittiğimde aşağı yukarı tahmin

ettiğim manzara ile karşılaştım. Yaşlı kadın bir pamuk tarlasının ortasında tek odalı bir

tahta kulübede yaşıyordu. Kulübenin içini pislik götürüyordu ve evin içinde her yerde

tavuklar vardı.

Aşikâr bir şekilde kadının bankadan kredi alabilmek ve ipotek olarak verebilmek

için hiçbir malı mülkü yoktu. Arabası yoktu, telefonu yoktu, gerçek bir işi yoktu. Başının

üzerinde bir çatıdan başka hiçbir şeyi yoktu. Evinin içine girip yukarıya çatıya doğru

baktığınızda birçok delikten gün ışığını görebiliyordunuz. Küçük kız torunu 10 yaşlarında

idi. Ayakları çıplaktı, sırtında eski püskü bir elbise vardı ve boynunda bir yem torbası asılı

idi.

Yaşlı kadına bizim ayda 10 $’a piyano satmamızın mümkün olmadığını anlatmaya

çalıştım. Gazetede bizim ilanınımızı her gördüğünde posta kartı göndermeyi

durdurmasını da nezaketle rica ettim. Kalbim kırılmış vaziyette oradan ayrıldım. Fakat

benim tavsiyelerimin hiç faydası olmamıştı. Her altı haftada bir bize posta kartı

göndermeye devam etti. Her seferinde kırmızı maun renginde yeni bir piyano istiyordu.

Ve her ay 10 $ göndererek ödemeye söz veriyordu. Çok üzülüyordum.

Birkaç yıl sonra ben kendi piyano şirketimi kurdum. O bölgede ilan verdiğimde

posta kartları bu sefer bana gelmeye başladı. Aylar boyunca onları görmezden geldim.

Ne yapabilirdim ki?

Fakat sonra bir gün ben yine o bölgede iken içime birşeyler doğdu. Küçük

kamyonetimin arkasında satılmamış bir tane kırmızı maun piyano vardı. Çok kötü bir

ticari hata yaptığımı bilmeme rağmen gidip piyanoyu ona teslim ettim. Kendisinden faiz

almayacağımı ve bu şekilde her ay 10$ ödeyerek 52 ayda borcu kapatacağını söyledim.

Yepyeni piyanoyu eve götürerek odanın çatıdan su akmayacağını düşündüğüm

noktasına kurdum. Kadına ve torununa tavukların piyanonun üzerine çıkmalarına izin

vermemelerini söyledim ve oradan ayrıldım. Yepyeni ve çok güzel bir piyanoyu alıp çöpe

atmış olduğumdan tamamen emindim.

Fakat tüm ödemeler zamanında gelmeye devam etti. Mutabık kaldığımız gibi kadın

52 ödemeyi de tam zamanında bana gönderdi. Bazen bir kartın üzerine bantla

yapıştırılmış bozuk paralar şeklinde gönderiyordu. İnanılmazdı. Böylece aşağı yukarı 20

yıl kadar süre geçti. Ve ben bu olayı neredeyse tamamen unutmuştum.

Sonra bir gün bir iş için Memphis’e gitmiştim. Levee’de Holiday Inn Otelinde

yediğim akşam yemeğinden sonra otelin lobisine gittim. Barda akşam yemeği sonrası bir

şeyler içmeye niyetli idim. Arkamdan çok güzel bir piyano sesi geldi. Birisi nefis bir

şekilde piyano çalıyordu. Dönerek baktım. Genç ve güzel bir bayan, büyük ve güzel bir

piyano çalıyordu.

Kendim de az biraz piyano çalabildiğim için kızın parmaklarınındaki ustalığı hemen

fark etmiştim. Bu kız bir virtüözdü. Meyvasuyu bardağımı aldım ve kızı dinleyebilmek için

Page 154: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

154

piyanonun yanındaki masalardan birine doğru yöneldim. Bana gülümseyerek herhangi bir

istek şarkımın olup olmadığını sordu. Bir süre çaldıktan sonra benim masama gelerek bir

sandalyeye oturdu ve şöyle sordu, “Siz uzun zaman önce benim anneanneme piyano

satan kişi değil misiniz?”

Henüz jeton düşmemişti. Biraz açıklamasını istedim. Sonra bana anlatmaya

başladı. Birdenbire hatırladım. Aman Tanrım, bu kız o kız idi. Boynundan aşağıya yem

torbası asılı olan o çıplak ayaklı kız idi.

Bana adının Elise olduğunu ve piyano

öğrenebilmek için anneannesinin ders almaya

yetecek parası olmadığını, bu yüzden de radyo

dinleyerek çalmayı öğrendiğini söyledi. Sonra

pazarları beş kilometre yürüyerek kilisede

çalmaya başladığını anlattı. Sonra okulda

çalmaya başladığını ve bir müzik bursu

kazandığını anlattı. Memphis’de bir avukat ile

evlenmiş olduğunu ve kocasının kendisine

şimdi çaldığı bu çok güzel piyanoyu aldığını

anlattı.

Ortam çok aydınlık değildi ve tam göremiyordum. “Elise” diye sordum. “Bu çaldığın

piyano ne renk acaba, ben çok iyi göremiyorum da?” Elise şöyle cevapladı, “Kırmızı

maun renginde, neden sordunuz?”

Kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Acaba kırmızı maun renginin önemini biliyor

muydu? Anneannesinin o inanılmaz cesaretini ve girişkenliğini biliyor muydu? Hiç kimse

ona bu renkte güzel bir piyano satmayı düşünmezken anneannesinin sebat ederek bunu

gerçekleştirdiğinin farkında mı idi? Pek sanmıyordum.

Ve sonra boynunda yem torbası ve sırtında eski püskü elbise ile tüm sosyal

haklardan yoksun bu küçük kızın muhteşem başarısı! Sanırım bunun da pek o kadar

farkında değildi. Fakat ben biliyordum ve anlıyordum. Yaşlı kadının fedakârlığı ve

öngörüsünü düşünerek gözlerim doldu. Yutkunamıyordum. En sonunda bir iki şey

söylemeyi başardım. “Seninle gurur duyuyorum” dedim. “Fakat şimdi odama giderek

dinlenmem gerekiyor.”

Odama gitmek zorundaydım, çünkü erkekler herkesin ortasında ağlamaktan

hoşlanmazlar.

Joe Edwards, Springfield, Missouri)

Page 155: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

155

85- 2008/169

DİLEK DİLEMEYE CESARET EDEN KIZ

Amy Hagadorn sınıfına gitmek için koridorda köşeyi koşarak döndüğü anda karşı

istikametten gelmekte olan beşinci sınıftan büyük bir oğlanla çarpıştı. “Dikkat etsene, geri

zekâlı!” diye çocuk yüksek sesle bağırdı. Sonra yüzünde alaycı bir gülümseme ile Amy

yürürken topalladığı gibi topallayarak onun taklidini yaptı ve onunla dalga geçti.

Amy bir gözlerini kapattı. Kendi kendine, “Onu görmezden gel” diyerek sınıfına

doğru yürüdü.

Fakat gün sona erdiğinde Amy hala o büyük çocuğun kendisine sataşmasını ve

alay etmesini düşünüyordu. Kendisi ile alay eden yalnızca bu çocuk değildi ki! Amy

üçüncü sınıfa başladığından beri her gün en az bir kişi Amy ile dalga geçiyordu. Çocuklar

ya onunkonuşma şekli ile ya da yürürken topallaması ile alay ediyorlardı. Amy artık

bundan bıkmıştı. Bazen diğer çocuklarla birlikte sınıfta otururken bile alaycı bakışlar

kendisini yalnız hissetmesine sebep oluyordu.

Evde akşam yemeği sırasında Amy çok sessizdi.

Annesi okulda bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkında

idi. O akşam Patti Hagadorn’un kızı ile paylaşacağı çok

güzel bir haber vardı.

“Radyoda bir ‘Yılbaşı Dilek Yarışması’ var” diye

annesi Amy’e anlattı. “Noel Baba’ya mektup yazarak bir

dilekte bulun ve büyük ödülü kazan. Sanıyorum bu

masada kıvırcık sarı saçlı bir kız bu yarışmaya

katılabilir”

Amy kıkır kıkır güldü. Yarışma fikri eğlenceli

gelmişti. Yılbaşında kendisi için en çok ne istediğini

düşündü. Aklına bir fikir geldi ve yüzünde bir gülümseme belirdi. Bir kâğıt ve bir kalem

çıkardı ve Noel Baba’ya yazmaya başladı. “Sevgili Santa Claus(Noel Baba)!”

Amy mektubunu yazarken ailenin geri kalan kısmı onun Noel Baba’dan ne

isteyeceğini tahmin etmeye çalışıyordu. Amy’nin kızkardeşi Jamie ve Amy’nin annesi 90

cm uzunluğunda bir Barbie bebek isteyeceğini düşünüyorlardı. Amy’nin babası bir resim

kitabı isteyeceğini öngördü, çünkü Amy resim yapmayı çok seviyordu. Fakat Amy onlara

Noel Baba’dan hangi dilekte bulunduğunu söylemek istemiyor, bunu bir sır olarak

tutuyordu. Aşağıda Amy’nin o gece Noel Baba’ya yazdığı yazıyı bulabilirsiniz.

Page 156: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

156

Sevgili Santa Claus,

Benim adım Amy. Ben 9 yaşında bir kızım. Benim okulda büyük bir

problemim var. Sevgili Santa acaba bana yardım edebilir misin? Çocuklar okulda

benim konuşmamla ve yürürken topallamamla alay ediyorlar ve bana gülüyorlar.

Benim beynimde felç oluştuğu için fiziksel bir özürüm var. Ben sadece herkesin

bana gülmeyeceği ve alay etmeyeceği tek bir gün istiyorum. Acaba bunu

sağlayabilir misin?

Sevgiler,

Amy

Indiana’da Fort Wayne’de WJLT radyo istasyonunda Noel Dilek Yarışması için

gelen mektuplar bir kutuya doldurulmuşlardı. Çalışanlar gelen Noel hediyesi isteklerini

okudukça gülüyorlardı.

Amy’nin mektubu radyo yöneticisi ve müdürü olan Lee Tobin’in eline geldi. Lee

Tobin mektubu çabucak okudu. Beyin felcinin kasların kullanımını engellediğini ve bu

durumun Amy’nin arkadaşları tarafından anlaşılmadığını çok iyi anlamıştı. Fort Wayne’de

oturanların bu çok özel kızın yazdıklarını ve bu sıra dışı dileğini duymaları gerektiğini

düşündü. Mr.Tobin hemen gazeteyi aradı.

Ertesi gün Amy’nin bir fotoğrafı ve Santa’ya yazdığı mektup The News Sentinel

gazetesinin ilk sayfasında kocaman puntolarla yayınlandı. Hikâye büyük bir hızla şehirde

yayıldı. Indiana’daki bütün gazeteler, dergiler ve radyolar Fort Wayne’deki bu küçük kızın

istediği bu küçük ama dikkate değer ve olağanüstü dileği haber yaptılar. ‘Yılbaşı hediyesi

olarak tek bir alay edilmeyen gün!’

Birdenbire Hagadorn ailesinin kapısının önünden postacı eksik olmaz oldu. Her

türlü boyutta mektup zarfları ülkenin dört bir tarafından Amy’nin ailesinin evine yağıyordu.

Herkes Amy’nin Noelini kutluyor ve ona cesaret veriyorlardı.

O yıl bu unutulmayan Noel sırasında iki binden daha fazla kişi Amy’e mektup

gönderdi ve kendisinin arkadaşı olduklarını ve ona

desteklerini bildirdi. Amy ve ailesi her birini tek tek

okudular. Bazıları kendisi gibi engelli çocuklardı,

bazıları da kendileri ile de alay edilen çocuklardı.

Her mektup yazanın Amy için özel bir anlamı ve

mesajı vardı. Yabancılardan gelen bu kartlar ve

mektuplar sayesinde Amy kendisi ile ilgilenen ve

derdini paylaşan çok sayıda insan olduğu gerçeğini

fark etmişti. Bir daha kendisi ile ne zaman ve ne

şekilde alay edilirse edilsin kendisini asla yalnız

hissetmeyeceğini kavradı.

Page 157: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

157

Birçok insan Amy’i ayağa kalkıp kimsenin cesaret edemeyeceği şeyleri söylediği

için tebrik ettiler. Başkaları alay edenleri görmezden gelmesini söylediler ve başını

yukarıda tutması için cesaretlendirdiler. Teksas’tan altıncı sınıfa giden Lynn adında bir

kız şu satırları yazdı: “Ben senin arkadaşın olmak istiyorum. Ve eğer beni ziyaret etmek

istersen beraberce eğlenebiliriz. Bizimle hiç kimse dalga geçemez çünkü zaten yapmaya

kalkarlarsa biz onları duymayız bile!”

Amy, South Wayne İlkokulunda bir gün boyunca alay edilmeme dileğine

kavuşmakla kalmadı. Okulun öğretmenleri ve tüm öğrenciler hep birlikte başkaları ile alay

etmenin ne kadar kötü olduğunu ve karşıdaki insanı nasıl bir moral bozukluğuna

soktuğunu vurguladılar.

O yıl Fort Wayne şehri valisi bütün şehri 21 Aralık tarihini Amy Jo Hagadorn günü

olarak ilan etti. Vali böyle basit bir dilekte bulunmaya cesaret eden Amy’nin tüm dünyaya

bir ders verdiğini herkese ilan etti. “Herkes” dedi vali, “kendisine saygı ile, değer ile,

sıcaklıkla ve içtenlikle davranılmasını ister ve buna hakkı vardır.”

Alan D. Shultz

86- 2008/171

PAYLAŞILACAK KADAR GÜZEL

Genç bir kız olan Carie büyük bir havaalanında yapacağı uçuş için hazırlanıyordu. Yolcuların uçağa davet edildikleri kapıya yakın bir yerde oturarak beklemeye başladı. Kendisini çok yorgun ve yalnız hissediyordu.

Daha bir iki saat beklemesi gerektiği için zaman geçirmek amacı ile gidip bir kitap satın almayı düşündü. O sırada karnı da acıktığı için geçerken gördüğü bir kutu kurabiye de satın aldı.

Sonra havaalanındaki VIP odasına giderek bir koltuğa oturdu. Rahat bir şekilde oturmak ve kitabını okumak istiyordu. Oturduğu koltuğun yanındaki kurabiyelerin öbür tarafında da bir koltuk vardı ve orada bir adam oturuyordu. Adam da elindeki magazin dergisini açtı ve okumaya başladı.

Carie kitabını okurken kurabiyelerden bir tane yemek için uzandı. O aldıktan sonra adam da uzanıp kutudan bir tane kurabiye aldı. Genç kadın kızgınlıkla adama dönüp şöyle bir baktı, fakat adam hiç oralı gözükmüyordu. Magazin dergisine gömülmüş okumaya devam ediyordu. Kadın adamın yüzsüzlüğüne şaşırmıştı, “Bu ne terbiyesizlik!” diye düşündü. “Bugün böyle yorgun olmasaydım şu adama cevabını verirdim, ama neyse!”

Bir süre sonra Carie uzanıp bir tane daha kurabiye

Page 158: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

158

aldı ve adam da aynısını yaptı! Kadının aldığı her kurabiye için adam da bir tane aldı. Kadın için çok sinir bozucu bir durumdu. Ayağa kalkıp şu adama gününü göstermek ve bağırıp çağırmak istiyordu ama hayatı boyunca bu tür çatışmalardan kaçınmaya çalışmıştı. Bu yüzden susup oturdu. Kutuda bir tane kurabiye kalmıştı. Carie “Bu korkunç adam acaba şimdi ne yapacak?” diye düşündü. O sırada adam kutudaki son kurabiyeyi aldı, ikiye böldü ve yarısını Carie’ye uzattı.

Artık bu kadarı da fazla idi. Genç kız çok öfkelenmişti! Büyük bir tepki vererek kitabını ve çantasını toparlayarak ayağa kalktı ve yolcu alış kapısına doğru yöneldi. Arkasına doğru dönüp baktığında adamın elinde kalan yarım kurabiye ile kendisinin arkasından afallamış ve şaşırmış vaziyette bakakaldığını gördü. “Bazıları gerçekten başka bir dünyada yaşıyorlar!” diye düşündü.

Uçağa binerek koltuğuna oturdu ve biraz sakinleşmeye çalıştı. O acaip adamdan

uzaklaştığı için biraz rahatlamıştı. Şimdi artık

koltuğunda rahatça oturmak ve güzel kitabını

okumaya devam etmek istiyordu. Çantasını

açarak gözlüğünü çıkarmaya niyetlendi. Ancak

hayret verici bir şekilde satın aldığı kurabiyelerin

çantasının içinde olduğunu gördü. Kurabiyeler

açılmamış ve hiç dokunulmamış vaziyettelerdi.

Carie şok olmuştu, “Aman Tanrım” diye düşündü

ve kendinden utandı. Tabii ki satın aldığı

kurabiyeleri çantasından çıkarmamıştı. Yediği

kurabiyeler adamın kendi kurabiyeleri idi. Carie

adamı anlayışsızlıkla ve kabalıkla suçlarken ve

ona beddua ederken adam kendi kurabiyelerini kendisi ile en ufak bir tereddüt

göstermeden paylaşmıştı. Üstelik şimdi artık geri dönüp durumu açıklamak ve özür

dilemek de imkânsızdı.

Carie dersini zor yoldan ve biraz geç almıştı. Şimdi elinde dolu bir kutu kurabiye ve

düşünecek de bol bol zamanı vardı.

Eğer yakından incelerseniz günlük yaşamlarımızda hepimizin başına böyle benzer

olaylar geldiğini fark ederiz. Biz her zaman dikkatli ve tetikte olmalı ve zihnimizle

düşündüğümüz zaman kalbimizi asla görmezden gelmemeliyiz. Biz de bu hikâyedeki

adam gibi verici olabilir ve ‘ben’ ve ‘benim’den uzaklaşabilir miyiz?

Büyük bir bilge şöyle demektedir,

“İnsanların kendilerine yardım elini uzatan insanlara bile zarar vermeleri çok

talihsiz bir durumdur… Hâlbuki biz tam tersine bize zarar verenlere bile yardım

elimizi uzatmalıyız.”

Gelin başkalarının yaşamlarını aydınlatabilmek için en ufak bir fırsatı bile

harcamayalım, çünkü bu bizim kendi yaşamımızı aydınlatmamız için tek yoldur.

Page 159: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

159

87- 2008/172

“BEN YAPAMAM” CENAZESİ

Donna’nın ilkokul dördüncü sınıfı diğer

sınıflardan farklı gözükmüyordu. Öğrenciler her grupta

6 sıra olmak üzere 5 grupta oturuyorlardı. Öğretmenin

masası sıraların önünde idi. Fakat ben sınıfa ilk defa

girdiğimde sınıfta yine de farklı bir şey vardı. Sınıfta

kolayca fark edilen bir heyecan vardı.

Donna, Michigan eyaletinde deneyimli bir

öğretmendi ve emekliliğine 2 yıl kalmıştı. Müdür

olarak benim düzenlediğim bir gelişme projesinin

gönüllü ve aktif katılımcılarından birisi idi. Proje

kapsamında öğrencilerden kendilerini iyi hissetmeleri

ve başkalarının yaşamlarında sorumluluk almalarını

teşvik edilmekte idi. Donna’nın görevi eğitim için

oturumlar düzenlemek ve kavramların çocuklar tarafından iyice anlaşılmasını sağlamaktı.

Benim görevim de sınıfları ziyaret ederek teftiş etmek ve uygulamanın doğru yürüdüğünü

kontrol etmekti.

O gün Donna’nın sınıfına giderek arka tarafa geçtim ve boş sıralardan birisine

oturarak izlemeye başladım. Öğrencilerin hepsi bir işle meşgul oluyorlardı. Her birinin

önünde bir kâğıt parçası vardı ve kâğıda bir şeyler yazıyorlardı. Yanımdaki 10 yaşındaki

öğrenci kâğıdın üzerine “Ben yapamam” diye bir liste hazırlıyordu.

“Ben futbol topuna iyi vuramıyorum” “Üç rakamlı sayıların bölme işlemini

yapamıyorum” Kendimi Debbie’ye sevdiremiyorum” Kızın doldurduğu kâğıdın yarısı

dolmuştu ve hala devam ediyordu. Kararlılıkla ve sebatla kâğıdı dolduruyordu.

Ayağa kalkarak sıra boyunca yazı yazan çocukların kâğıtlarına bakarak ilerledim.

Herkes yapamadıkları şeyleri yazıyordu. “Ben on kez şnav çekemiyorum” “Sol elimle bir

şey atamıyorum” “Bir tane şeker yemekle doymuyorum”.

Bu etkinlik artık iyice dikkatimi çekmeye başlamıştı. Ne olup bittiğini öğretmene

sormaya karar verdim. Öğretmenin yanına gittiğimde onun da kendi önündeki kâğıda

harıl harıl bir şeyler karalamakta olduğunu gördüm. En iyisi rahatsız etmemek diye

düşündüm. “John’un annesini veli toplantısına getiremiyorum”, “Kızımın arabanın

deposuna benzin almasını sağlayamıyorum” “Alan’ın bir olayda hemen yumruklarını

kullanmak istemesine engel olamıyorum.”

Page 160: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

160

Öğrencilerin ve öğretmenlerinin neden böyle negatif şeyler yazdıklarını anlamakta

güçlük çekiyordum. Neden pozitif şeyler yazmıyorlardı? “Ben …yapabiliyorum” tarzında

şeyler daha iyi olmaz mıydı? Bunun üzerine oturduğum yere geri döndüm ve

gözlemlemeye devam ettim. Öğrenciler on dakika daha kâğıtlarına yazmaya devam

ettiler. Birçoğu ellerindeki kâğıdı doldurmuşlardı bile. Donna aktivitenin sona geldiğini

bildirdi, “Şu an yazmakta olduğunuz cümleyi bitirin ve daha fazla yazmadan kâğıdı kalemi

bırakın!” Öğrencilere sonra ellerindeki kâğıtları katlamalarını ve ön tarafa getirmelerini

söyledi. Öğretmen masasının önüne gelen her öğrenci elindeki “Ben yapamam” yazılı

kâğıdı boş bir ayakkabı kutusunun içine atıyordu.

Tüm kâğıtlar kutunun içine konulduğunda Donna kendi kâğıdını da kutuya

yerleştirdi. Sonra kutunun kapağını kapattı ve kutuyu kolunun altına alarak öğrencilere

kendisini takip etmelerini söyledi. Sınıf kapısından dışarı çıkarak koridordan ilerledi. Tüm

öğrenciler öğretmenlerini takip ediyorlardı. Ben de onları takip ediyordum. Konvoy bir

odanın kapısının önünde durdu. Donna okulun malzeme odasına girdi ve içeriyi epey

karıştırdıktan sonra elinde bir kürekle dışarıya çıktı. Sonra bir elinde kürek, diğer elinde

de kutu ile öğrenciler ile birlikte okul bahçesinin en uzak köşesine gittiler. Toprağı

kazmaya başladılar.

Ellerindeki “Ben yapamam” kâğıtlarını gömmeye hazırlanıyorlardı. Toprağı kazma

işini sıra ile aralarında işbirliği yaparak devam ettirdiler. Bir on dakika sonra delik 1 metre

derinliğe ulaştığında “Ben yapamam” kâğıtları ile dolu olan kutu deliğin dibine yerleştirildi

ve sonra üzeri toprakla örtüldü.

Otuzbir tane 10-11 yaşlarında çocuk yeni gömülmüş mezar yerinin etrafında

duruyorlardı.

Donna herkese şöyle seslendi, “Çocuklar lütfen

şimdi ellerinizi yanınızdaki ile birleştiriniz ve

başlarınızı eğiniz.” Öğrenciler denileni yaptılar. Bir

daire oluşturdular ve elele tutuştular. Başlarını eğdiler.

Donna merhumun arkasından yapılan defin

konuşmasını yapmaya başladı. “Sevgili arkadaşlar!

Burada “Ben yapamam”’ın cenaze töreni sebebi ile

toplanmış bulunuyoruz. O burada dünyada bizimle

birlikte iken hepimizin yaşamlarında değişiklikler

yarattı. Bazılarımızda daha az, bazılarımızda daha çok! Onun adı toplumda her yerde

konuşuldu. Okullarda, belediye binasında, devlet dairelerinde ve hatta Beyaz Saray’da!”

“Biz “Ben yapamam”’a rahat edeceği son bir mekân hazırladık ve başına da bir

mezar taşı layık gördük. O burada ikiz kardeşleri “Ben yapabilirim”, “Ben yapacağım” ve

“Ben yapıyorum” tarafından toprağa verildi. Bu kardeşler şu ana kadar “Ben yapamam”

kadar iyi tanınmıyorlardı, fakat umulur ki bundan sonra dünyada daha büyük bir iz

bırakacaklardır.”

Page 161: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

161

“Ben yapamam” huzur içinde yatsın ve burada bulunan herkes yaşamlarını onsuz

yaşamaya alışsınlar ve onun yokluğunda yollarına devam etsinler. Amin!”

Ben bu veda konuşmasını dinlediğimde buradaki çocukların bu olayı hayatları

boyunca unutmayacaklarını düşündüm. Bu cenaze töreni sembolikti ve yaşam için bir

mesaj taşıyordu. Bilinçaltlarına ve bilinçlere derinlemesine etki eden bir deneyim olduğu

kesindi.

Kâğıtlara “Ben yapamam” diye yazıp sonra da onu gömmek öğrencilere bir şey

öğretebilmek için çok etkili ve güzel bir yoldu. Büyük bir öğretmenlik başarısı idi. Ve daha

bitmemişti. Defin konuşması bittikten sonra öğretmen çocukları toparlayarak sınıfa

götürdü ve bir cenaze yemeği verdi. Ölen kişinin helvasını yemek amacı ile kurabiyeler,

patlamış mısırlar, pastalar yediler ve meyva suyu içtiler. Bir kutlama yapıyorlardı. Donna

büyük bir resim kâğıdının üzerine kocaman “Ben yapamam” diye yazdı ve sonra altına

kırmızı kalın bir kalemle kocaman R.I.P yazdı.(Rest in peace= Huzur içinde yatsın)

Mezar Yazısı Kâğıdının alt kısmına o günün tarihi yazıldı ve herkese mesajı

hatırlatmak amacı ile kâğıt sınıfın ortasına asıldı.

Her ne zaman sınıfta bir öğrenci “Ben yapamam” dese Donna hemen üzerinde

Huzur içinde yatsın yazılı kâğıdı gösteriyordu. Sonra öğrenci “Ben Yapamam”ın ölmüş

olduğunu hatırlıyor ve ifadesini değiştiriyordu.

Ben Donna’nın öğrencilerinden biri değildim. Tam tersine bir zamanlar o benim

öğrencimdi. Ancak o gün ben ondan kalıcı bir ders öğrenmiştim.

Şimdi aradan yıllar geçtikten sonra ben ne zaman birisinin “Ben yapamam”

deyişini işitsem gözümün önüne o dördüncü sınıf öğrencilerinin yaptığı cenaze töreni

geliyor. Ben de öğrenciler gibi “Ben yapamam”ın ölmüş olduğunu hatırlıyorum.

Phillip B. Childs

88- 2008/173

AYRAN SATICISI

Hindistan’ın Andhra Pradesh eyaletinde Nisan

Ayının son haftasında sıcak bir yaz günü idi. Biz de o

sıcakta ağır ağır giden uyuşuk bir trenin

kompartınanın içinde sıcaktan pişiyorduk. Tren

tekleye tekleye Andhra Pradesh ile Orissa arasında

bir yerde ilerlemeye çalışıyordu.

Page 162: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

162

Ben ailemi küçüklüğümü geçirdiğim Orissa’daki Cuttack şehrine götürüyordum.

Cuttack’da başka aile mensupları ile buluşacaktık. Yolun sonunda akşam yemeğini

yiyerek istirahate çekilmeyi dört gözle bekliyorduk.

Trende seyahat etmek zaten başlı başına enerjimizi tüketen bir şeydi. Fakat bir de

bu sıcakta seyahat etmek daha da felaket bir şeydi. Çektiğimiz çileyi daha da

artırırcasına trendeki vantilatörlere rağmen çok feci terliyor ve deli gibi susuyorduk. Tüm

su stokumuz tükenmişti ve umutsuz bir vaziyette soğuk bir içecek arayışında idik.

Küçük bir şehir olan Icchapuram’da tren mola verince başında büyük bir kap

bulunan bir bayan bizim yolcu vagonuna bindi. Bizim kompartıman da vagonun giriş

kısmında olduğundan başındaki kabı aşağıya indirdiğinde tam karşısında biz

bulunuyorduk.

O zaman kabın içinin buz gibi ayranla dolu olduğunu anladık. Hemen

uyuşukluğumuzdan uyandık, cennete düşmüştük! Bu bizim beklediğimizden çok daha

fazlaydı. Büyük bir keyifle bayanın bize verdiği bardaktan ardı ardına içmeye başladık. Bu

krallara layık ziyafeti çekerken bir yandan da kadınla konuşmaya başladık. Söylediğine

göre küçük bir köyde yaşıyormuş. 10 yaşında bir oğlu varmış ve kocası öldüğünden beri

oğluna yalnız başına bakıyormuş.

Ben kendisine “Yaşamını nasıl kazanıyorsun?” diye sordum. Şöyle yanıtladı, “Ben

akşamyemeği ve ertesi günün öğle yemeği için “ragi” pişiriyorum. Sabah erkenden

köyden süt satın alıyorum, sütü çalkalayarak yağını çıkartıyorum ve ayran yaparak

soğutuyorum. Saat 10 gibi evden çıkıyorum. Fakat önce oğlumu biraz ragi, chili ve tuz ile

doyuruyorum. Sonra Berhampur’dan trenlere binerek satmaya çalışıyorum. Sonra

akşamüzeri eve döndüğümde tekrar ragi yiyoruz.”

Ben “Her gün ragi ve chili mi yiyorsunuz?”

diye sordum. Hem öğlen hem de akşam her gün

aynı yemeği yediklerine inanamıyordum.

Şaşkınlığıma aldırmadan devam etti, “Bazen biraz

tereyağı satabildiğim zaman ragi’nin yanında

yemek için bir balık veya biraz sebze alıyorum.

Oğlum kuru balığı çok seviyor. Bardağını alarak

benim bir için bir bardak daha ayran doldurdu.

Ayranı yudumlarken bir kez daha sordum. “Oğlunun

gelecekte ne yapmasını istiyorsun? Senin mesleğine

devam etmesini mi düşünüyorsun?”

“Hayır babu(efendim), diye cevapladı. “Ben onun

okumasını istiyorum. O sizin gibi bir beyefendi olmalı. O

evlenecek ve bana bir torun verecek inşallah.” Ağzı

kulaklarında gülümsüyordu. Onun yaşam hakkındaki bu

basit hayalini duyunca düşünmeden edemedim. Yaşam

Page 163: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

163

onu yenememişti, fakirlik onun yüzünden gülümsemeyi silememişti. Yıllar boyunca hiç

hasta olmamıştı. Hiçbir şeyden ve hiç kimseden şikâyeti yoktu. Tek bir hayali vardı,

emekli olmak ve torunu ile oynamak! Hayat hakkında beklentiler nasıl böyle az olabiliyor.

Ben kendi yaşantımı gözden geçirdim. Bir anlık bir hoşnutluk duygusu için bir ton

saçmalık peşinde koşuyorduk. Ve itiraf edeyim hiç de hoşnut olduğum an bulamıyordum.

Tüm yaşamım boyunca bu bayanın içinde olduğu hoşnutluk duygusunu hissedebildiğim

an hiç olmadı.

Ayran içmemiz bitince ben kadının avunun içine 10 rupeelik kâğıt para koydum.

Onun bize verdiği ayranın ücretinden çok daha fazla idi. Parayı katlayıp bir metal kutunun

içine koydu. Sonra tekrar bardaklarımızı ayranla doldurmaya başladı. Biz artık

doyduğumuzu ve daha fazla içmek istemediğimizi söyledik. Kadın şaşkınlıkla yüzümüze

bakakaldı. “Eğer daha fazla içmeyecekseniz niye bana fazla para verdiniz?” diye sordu.

Ben de kendisine fazla parayı biraz pirinç ve sebze almak için kullanabileceğini ve oğlu

ile güzel bir akşam yemeği yemesini söyledim.

Aman Tanrım, o sırada kadıncağızın yüzündeki ifadeyi bir görmeliydiniz. Benim

onu kandırdığımı zannederek kendisini gururu kırılmış hissetti. Hakkı olandan daha fazla

para almak istemediğini söyledi ve cüzdanını çıkartarak verdiğimiz paranın üstünü bozuk

para olarak vermeye hazırlandı.

Söylemeye gerek yok, ben çok utanmıştım. Ne yapacağımı bilemiyordum.

Tam o sırada eşim araya girdi ve kendisine bizim iki üç gün sonra aynı trenle geri

döneceğimizi ve o zaman geri kalan alacağımız kadar ayran içeceğimizi kendisine

söyledi. Bu yaptığımız bir bağış değil, yalnızca bir ön ödeme idi. Kadıncağız ikna

olmamıştı. Bize sözümüzde duracağımıza dair yemin ettirdi.

O gittikten sonra birisinin bırakmış olduğu ve yanımda duran gazeteyi elime alarak

okumaya başladım. Sayfaları çevirdim ve boğazımda birşeyler düğümlendi. Her zaman

olduğu gibi gazete “yüksek seviyedeki insanların” ülkenin milyonlarca parasını çarparak

kendilerine menfaat sağladıklarını yazan haberlerle dolu idi. Büyük bir iğrenme ve tiksinti

duygusu ile gazeteyi trenin penceresinden dışarıya fırlatıp attım.

B. K. Misra

89- 2008/174

SEVGİ ZİNCİRİ

İngiltere kraliçesi Victoria, Helen Keller’a “Yaşamdaki

başarını neye borçlusun?” diye sordu.

Hellen Keller ve Ann Sullivan, Temmuz 1888

Page 164: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

164

“Hem kör ve hem de sağır olduğun halde nasıl böyle büyük bir başarı

gösterebildin?”

Mrs. Keller’in cevabı öğretmenine bir övgü idi. “Eğer Anne Sullivan olmasa idi

Helen Keller ismi kimse tarafından bilinmeyecekti.”

Annie Sullivan küçükken “Küçük Annie” diye çağrılırmış. Küçük bebekken geçirdiği

yüksek ateşli bir hastalık yüzünden neredeyse tamamen kördü ve ayrıca doktorlar

tarafından “deli” olarak teshiş konularak bir deliğe tıkılmıştı. Boston’un dış mahallerindeki

bir “Zihin Özürlüler Hastanesinin” bodrum katında kilitli tutuluyordu. Zaman zaman Annie

yakınına gelen kişilere saldırıyordu. Çoğunlukla da yakınında olan kişileri umursamadan

duruyordu.

Ancak hastanedeki yaşlı bir hemşire Annie’den ümidini kesmemişti. Her gün küçük

Annie’yi ziyaret etmeyi ve kendisine sevgi dolu sözler söylemeyi kendisine vazife edindi.

Çoğunlukla çocuk hemşirenin varlığını kabul etmiyordu. Fakat devam eden ziyaretler

boyunca hemşireye hiç kötü davranmadı.

Bu nazik kadın ona kurabiyeler getiriyor ve sevgi dolu sözler söyleyerek onu

cesaretlendiriyordu. Küçük Annie ile tatlı tatlı konuşulursa onun iyileşeceğine inanıyordu.

Zaman içinde doktorlar küçük kızda ilerleme gözlemlediler. Önceden öfke, nefret

ve düşmanlık dolu olan kız, yumuşaklık ve sevgi göstermeye başlamıştı. Onu hemen

yukarı katlara alarak gelişiminin devamını sağladılar. En sonunda günün birinde bu

“umutsuz vaka çocuk” hastaneden taburcu edildi.

Anne Sullivan başkalarına yardımcı olmak isteyen genç bir kadın olmuştu. Çok iyi

kalpli bir hemşire oldu. Helen Keller’in içindeki o büyük potansiyeli keşfeden o olmuştu.

Anne Sullivan onu sevdi, onu disipline etti, onunla birlikte oyunlar oynadı ve ona işaret

dilini öğretti ve onunla birlikte çalıştı. Helen Keller titreşerek yanan bir mum iken tüm

dünyayı aydınlatan bir ışık kaynağı, bir deniz feneri haline geldi.

Anne Sullivan, Helen Keller’in yaşamında mucizeler yarattı. Fakat asıl başarıyı

sağlayan Küçük Annie’ye inanan ve büyük bir gayretle bu iletişim kurulamayan çocuğu

merhametli bir öğretmene dönüştüren sevgi dolu

hemşire sağlamıştı.

“Eğer Anne Sullivan olmasaydı Helen Keller’i

kimse tanımayacaktı.” Doğru! Fakat o iyi kalpli ve

kendisini adamış hemşire olmasaydı da Anne Sullvan

ismini hiç kimse bilmeyecekti.

Bu üç büyük ruh kendi sevgi zincirlerini

oluşturdular. Peki, sizce bu geri ödeme zinciri ne kadar

geriye uzanmaktadır? Ve tabii geleceğe ve ileriye

doğru da ne kadar uzanacaktır? Biz başkalarına yardım ve hizmet elimizi uzattığımızda

Page 165: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

165

gelecek nesillere doğru uzanan bu sevgi zincirinin bir parçası haline geliyoruz.

Bu yüzden herhangi bir gün kahvaltımızı etmesek veya yemeğimizi yemesek veya

bir televiyon programını kaçırsak fazla bir şey fark etmez, fakat buna benzer bir sevgi

uygulamasını asla kaçırmamılıyız. Çünkü gösterdiğimiz en ufak bir merhamet

uygulamasının bile bir başkasının yaşamında nasıl bir etki bıraktığını bilmiyoruz ve onun

da çok sayıda başkalarının yaşamlarında.

Sevgi çok güçlüdür. Güzel bir ifade ile bu dünyadaki en güçlü, en büyük silah

sevgidir. İhtiyacı olan birisine bir bardak su vermek, kriz geçirmekte olan birisine tıbbi

yardım vermek veya basitçe derdi olan bir arkadaşının derdini dinlemek küçük bir eylem

gibi gözükebilir, fakat zincirleme etkileri bizim hayal gücümüzün bile çok çok üstünde

olabilir. Uygulamaya dökülen sevginin gücünü asla tahmin edemeyiz. Bu bir kez

yakıldığında sonsuza kadar yanmayan bir ateşe benzemektedir.

90- 2008/176

CÜZDANDAKİ YAZI

Bir trende bilet kontrolü yapan biletçi bir seferinde dolu bir vagonda yerde eski yüzlü bir cüzdan bulmuştu. Sahibini bulabilmek amacı ile cüzdanın içini karıştırdı. Ancak hiçbir ipucu yoktu. İçinde biraz para ve üzerinde Allah yazılı olan bir kâğıt parçası vardı. Cüzdanı havaya kaldırarak yolculara sordu, “Bu cüzdan kime ait acaba?”

Yaşlı bir adam ayağa kalkarak geldi ve “Bu benim cüzdanım, bana verir misiniz?” dedi. Biletçi adama “Ama önce size ait olduğunu kanıtlamalısınız efendim” dedi. Ağzında diş olmayan yaşlı adam gülümsedi ve “Cüzdanda üzerinde Allah yazılı olan resimli bir kâğıt var” dedi.

Biletçi, “Ama bu bir kanıt değil ki?” diye itiraz eti. “Herkes cüzdanında üzerinde Allah yazılı bir kâğıt bulundurabilir. Kâğıdın özelliği nedir ve neden sizin kendinizin cüzdanda bir fotoğrafınız yok?” Anlaşıldığı üzere biletçi öyle pek kolay anlaşılacak bir adama benzemiyordu.

Yaşlı adam derin bir nefes aldı ve şöyle cevap verdi, “Size içinde neden benim fotoğrafımın olmadığını söyleyeyim. Bu cüzdanı babam bana okula giderken almıştı. Bana arada harçlık verirdi. Ben ailemi çok severdim ve cüzdanımda onların fotoğraflarını taşırdım.

Sonradan onların resimlerin yerine kendi resmimi koydum. Çok yakışıklı bir adamın resmi idi. Bir süre sonra evlendim. Eşim çok güzel bir kadındı ve ben onu çok

Page 166: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

166

seviyordum. Kendi resmimi çıkartarak eşimin resmini cüzdana yerleştirdim. Saatlerce eşimin güzel yüzüne bakakalırdım.

İlk çocuğum doğduğu zaman yaşamımda başka bir bölüm başlamıştı. Oğlumla oynamak için çalışma saatlerimi kısalttım. İşe geç gidiyor ve eve erken geliyordum. Besbelli cüzdanımın başköşesine oğlumun resmini koydum.

Yaşlı adam devam ettikçe gözleri yaşarmaya başladı. “Uzun süre önce annem ve babam yaşamlarını yitirdiler. Geçen yıl eşimi de kaybettim. Oğlum artık sürekli olarak kendi ailesi ile meşgul oluyor. Bana ayıracak fazla zamanı yok. Zamanında severek bağlandığım herkes şimdi benden çok uzaklarda. Bu yüzden ben de bütün bu hayal kırıklıklarından sonra cüzdanıma üzerinde Allah’ın isminin yazılı olduğu kâğıdı koydum. Ben şu anda iyi anlıyorum ki, O benim ve hepimizin tek yoldaşıdır. O beni asla terk etmeyecek. Eyvahlar olsun ki ben bunu daha önce anlayamadım. Tanrı’yı daha önce ailemi sevdiğim kadar çok sevse idim bugün bu kadar yalnız olmayacaktım.”

Biletçi cüzdanı sessizce yaşlı adama geri verdi. Tren bir sonraki istasyonda durduğu zaman biletçi durakta bulunan kitapçıya giderek cüzdanına koymak üzere üzerinde Allah yazılı bir resim aradı.

Bize yaşamımız boyunca sayısız kez bizim tek gerçek arkadaşımızın, dostumuzun ve anne babamızın Tanrı olduğu söylenmiştir. O bizi asla yolda bırakmayacak, asla bizi terk etmeyecektir. Her ne olursa olsun daima bizim yanımızda olmaya devam edecektir. Yalnızca Tanrı kalıcıdır ve merhamet dolu Bakışını bizim üzerimizden çekmeyecektir.

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Dünyaya olan bağımlılığınızı mümkün olduğu kadar azaltmaya çalışın. Mutlu olun ve başkalarını da mutlu etmeye çalışın. Hiç kimseyi incitmeyin. Zorluklara geçip giden bulutlar gözü ile bakın. Ailevi ilişkiler kurduğunuzda beraberinde sıkıntıların ve üzüntülerin de gelmesi kaçınılmazdır. Fakat bu acıların ve dertlerin sizi kaygılandırmasına ve moralinizi bozmasına izin vermeyin. Geniş gökyüzüne baktığınız zaman çok sayıda bulut görürsünüz. Benzer şekilde kalbimizin içindeki gökyüzünde de bağlılık bulutları vardır. Bunlar gelirler ve geçip giderler. Bunlar sizi endişelendirmesin. Eşit görüşlülüğe ulaşın ve İlahiliği elde etmeye gayret edin!”

M:rajen Ghayal, USA

Page 167: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

167

91- 2008/177

HAYATI ÖĞRETECEKMİŞ

Çok lüks ve büyük bir yolcu gemisi küçük bir Meksika kasabasında limana yanaşmıştı. Yolcular dışarıya gezmeye çıktılar. Zengin bir Amerikalı turist de limanda dolaşmaya gitti. Limanda tekneler arasında yürürken saatlerce güneş altında oturmaktan yüzü siyaha yakın bronzlaşmış ve kırışmış orta yaşlı Meksikalı bir balıkçı gördü. Balıkçının önünde kocaman bir balık duruyordu.

Amerikalı turist balıkçıyı tuttuğu balık için tebrik etti ve balığı yakalamak için ne kadar zaman harcadığını sordu. Meksikalı sakin ve yumuşak bir sesle, “Çok uzun değil” diye cevap verdi.

Amerikalı sormaya devam etti, “Peki, o zaman neden daha fazla kalıp daha fazla balık yakalamadın?” Meksikalı tuttuğu balığın kendisinin ve ailesinin ihtiyaçları için yeterli olduğunu söyledi.

Amerikalı bir şey anlatmaya çalışıyor gibiydi, şöyle sordu. “Peki, kalan zamanında

neler yapıyorsun?”

Meksikalı balıkçı şöyle yanıtladı, “Sabah geç kalkıyorum, çocuklarla oyun

oynuyorum ve akşamları eşime yemek hazırlamada yardım ediyorum, köye inip

arkadaşlarımla görüşüyorum, gitar çalıp şarkı söylüyorum ve hayatı dolu dolu yaşamaya

çalışıyorum.”

Amerikalı araya girdi, “Ben Harvard Üniversitesinde ekonomi üzerine master

yaptım ve sana yardım edebilirim. Bir defa ilk iş her gün daha fazla balık tutmakla işe

başlamalısın. Sonra o avladığın ekstra balıkların parası ile daha büyük bir tekne

alabilirsin.”

“Peki ya sonra?” diye Meksikalı balıkçı hafif dalga geçerek sordu.

“O daha büyük tekne ile avladığın balıklar sayesinde ikinci bir tekne alabilirsin ve

sonra da üçüncü bir tekne daha alabilirsin. En sonunda bir tekne filosuna sahip olursun.

O zaman avladığın balıkları aracılara ve komisyonculara satmak yerine direk olarak balık

işleme fabrikalarına, restoranlara ve tüketicilere satabilirsin. Ve hatta belki de kendin bir

fabrika sahibi olursun. O zaman bu köyden taşınır ve Mexico City’de, Los Angeles’ta ve

hatta New York’ta yaşarsın. O yaşadığın yerden bütün fabrikalarını kontrol edersin” diye

Amerikalı heyecanlı bir şekilde anlattı.

Meksikalı balıkçı sordu, “Bu sizin söylediğiniz ne kadar süre alır?”

“Yirmi-yirmibeş yıl” diye Amerikalı yanıtladı.

Meksikalı, “Ya sonra?” diye sordu.

Page 168: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

168

Amerikalı “İşte o zaman işler çok

ilginçleşecek” diye gülerek cevap verdi. “Sen mal

alıp satarak stok yapacaksın ve bir milyoner

olacaksın.”

“Milyoner öyle mi?” diye balıkçı sormaya

devam etti. “Ya peki sonra?”

“O zaman da artık emekli olabilir ve sahil

kenarında küçük bir köye yerleşerek rahat

edebilirsin. Geç saatlere kadar uyuyabilir, çoluk

çocuğunla oynayabilir, keyif için balığa çıkabilir ve zamanını arkadaşlarınla muhabbet

ederek geçirebilirsin.

Amerikalı turistin yüzünde bir sırıtma belirmişti. Karşısındaki bu basit adama kendi düşünüş tarzını açıklayabildiği için kendinden memnun olmuştu. Ve adam da anlamışa benziyordu.

Meksikalı balıkçı gülerek hafifçe kıkırdadı ve Amerikalı adamın gözlerinin içine bakarak yavaşça şöyle dedi, “Sevgili arkadaşım sizin bu söylediklerinizi ben zaten şimdiden yapıyorum ya zaten!”

Amerikalı bir an duraksadı. Bir an içinde bu basit adamın kendisinin birkaç adım daha önünde olduğunu anlamıştı. Fakat tabii bunu karşısındakinin anlamasını istemediği için yüzünde zoraki bir gülümseme ile kendi kendine bazı şeyler mırıldanarak yolcu gemisine geri dönmek için yürümeye başladı.

Meksikalı balıkçı ise kıkırdamaya devam ediyordu.

Bize İnsani Değerleri anlatan bilgeler devamlı olarak şu o önemli noktayı vurgulamışlardır.

“Asla para peşinde, maddi varlıklar peşinde ve fiziksel rahatlıklar peşinde koşmak için hayatınızı kurmayın! Bunlar bizi hiçbir şekilde hoşnut etmeyecektir. Yalnızca içinizdeki Hakikat’e yani İlahi Öz’e ulaşabilmek için gayret edin. Bu sizin yapıp yapabileceğiniz en güzel yolculuktur.”

Bu hoşnutluk içinde huzuru ve mutluluğu bulacaksınız. Sizce dünyanın en zengin insanı kimdir? Dünyanın en zengin insanı en çok hoşnut olan insandır, eline geçenle tatmin olan insandır. Peki, dünyanın en fakir insanı kimdir? En çok arzusu olan insandır. Gelin bizler de arzularımıza bir sınır uygulayalım, isteklerimize bir tavan koyalım ve hayatımızda sonsuz mutluluğu tatmaya başlayalım.

Page 169: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

169

92- 2008/180

HAVUÇ

Chicago’da toplanan Dinler Parlemetosunda anlatılan en güzel hikâyelerden birisi Rus temsilci tarafından anlatılmıştı.

Hem hırsız ve hem de dolandırıcı olan kötü şöhretli yaşlı bir kadın artık ölüm döşeğinde yatıyordu. Sonu yaklaştığı için kendisini ölümden sonra bekleyen şeylerden korkmaya başlamıştı. Kötü düşüncelerle ve sürekli kötülük yaparak geçirdiği hayatında ne bir dine inanmış, ne de Tanrı’ya inanmıştı. Yüksek sesle ağlıyor ve bağırarak Tanrı’ya kendisine acıması için dua ediyordu. O kadar çok ağladı ki Melek Gabriel’in(Cebrail) dikkatini çekti. Meselenin ne olduğunu anlamak için kadının yanına geldi.

Kadın, “Aman efendim, ben şimdi ne yapacağım?” diye sordu. Melek, “Ne oldu ki?” diye soruyla cevap verdi.

Kadın anlatmaya başladı, “Efendim, ben yaşamım boyunca hiç iyi bir şey yapmadım ve şimdi artık ölmek üzereyim. Benim halim ne olacak?”

Melek şöyle sordu, “Yapmış olduğun ve hatırlayabildiğin bir tane iyilik var mı? Düşün bakalım!”

Kadıncağız uzunca bir süre düşündükten sonra daha henüz genç bir kızken yaşadığı bir olayı hatırladı. Bir gün çok acıkmıştı ve eline bir havuç geçmişti. İki günden beri yemek üzere olduğu tek şeydi. Tam havucu yemek üzereyken kendisi kadar yoksul olan başka bir kadın yalvararak kendisine gelmişti.

Aslında kadının kendi tabiatı olmamasına rağmen o gün havucun yarısını diğer kadına vererek paylaşmaya razı olmuştu. Ölmekte olan yaşlı kadın bu hikâyeyi meleğe anlatınca Melek Cebrail ona “Seni kurtarana kadar o havuca sıkı sıkı sarıl!” dedi.

Kadın bir süre sonra son nefesini verdi. Öldüğünde Cebrail’in kendisine söylediği gibi sıkıca o havuca tutundu. Havuç kendisini cennete doğru götürmeye başlamıştı. Ancak o sırada kendisi gibi kötü bir şekilde yaşayıp ölmüş olan başkaları da onun kurtuluşunu paylaşabilmek umudu ile ona sıkıca yapışmaya ve takılmaya başladılar.

Page 170: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

170

O sırada kadın bunu kıskanarak onları kovmak istedi. Onlara yüksek sesle bağırdı, “Defolun, bu havuç bana ait!” Ancak bu sözleri söyler söylemez havuç kırıldı ve o da onlar gibi işkenceye ve cehenneme doğru düşmeye baladı.

Onun bütün günahları tek bir küçük iyilik ile karşılanmak üzere idi, fakat işte kadının bencilliği daha önceki iyiliğini yok ederek onun mahvına yol açtı.

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Bir insanın karşı karşıya olabileceği en kötü hastalık bencilliktir. Yalnızca kendisini bu bencillik, yani ego hastalığından kurtarabilen kişiler yaşamın gerçek anlamını ve manasını anlamayı ve gerçek mutluluğu deneyimlemeyi başarabileceklerdir. Ancak fedakârlık ruhu ile hareket edenler kendilerini yücelteceklerdir.”

93- 2008/181

'DAHA ONLAR İSTEMEDEN BEN DUALARINA CEVAP VERİRİM'

Bu hikâye güney Afrika’da çalışmış olan Amerikalı bir doktor tarafından yazılmıştır.

Bir gece hastanede doğum yapmakta olan bir kadın zorluk çektiği için bütün gece boyunca ona yardım etmek için çalışmıştım. Fakat bizim bün gayretlerimize rağmen kadıncağız doğum yaptıktan hemen sonra son nefesini verdi. Geride prematüre bir bebek ve bir de sürekli ağlamakta olan iki yaşında ablasını bırakmıştı. Bebeği hayatta tutabilecek bir küvözümüz yoktu. Küvöz olsa bile onu çalıştıracak elektriğimiz yoktu. Özel besleme imkânlarımız da yoktu. Ayrıca ekvatora yakın olmamıza rağmen geceleri epey soğuk oluyor ve sert rüzgârlar esiyordu.

Öğrenci ebelerden biri bu tür bebekler için sakladığımız kutuyu getirmeye gitti. Kutuda bebeği sarmalamak için pamuk bulunuyordu. Başka birisi de gidip ateşi yaktı ve sıcak su torbasına koymak için su ısıtmaya çalıştı. Ancak biraz sonra benim yanıma geldi ve üzüntü içinde bana sıcak su torbasının yırtılmış ve patlamış olduğunu söyledi. Tropik iklimlerde lastik çok çabuk çürüyordu. “Bu bizim son sıcak su torbamızdı” dedi. Yapılabilecek bir şey yoktu. Oturup ağlamanın anlamı yoktu. Ormanın ortasında sıcak su torbası alabileceğiniz bir mağaza bulamazdınız.

“Pekâlâ” dedim, “Bebeği mümkün olduğu kadar ateşe yakın tut. Ve bir de cerayandan korumak için sen bebekle kapı arasında uyu ki bebek üşümesin. Senin vazifen bebeği sıcak tutmaktır.” Ertesi gün öğle vakti olduğunda etrafımda biriken çok sayıda yetim çocuklarla birlikte dua etmeye gittim.

Çocuklara küçük bebekten bahsettim ve duanın önemini anlattım. Bebeği sıcak tutabilmek için karşılaştığımız problemi söyledim ve sıcak su torbamızın da yırtılmış

Page 171: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

171

olduğunu ekledim. Bebeğin üşütürse ölebileceğini de söyledim. Ayrca çocuklara bebeğin iki yaşındaki ablası ile de ilgilenmelerini, onun da artık annesiz kaldığını belirttim.

Dua esnasında 10 yaşındaki kız Ruth’un Afrikalı çocuklara has bir şekilde kısa ve öz olarak dua ettiğini işittim. “Lütfen Tanrım” diyordu, “ Bize bir tane sıcak su torbası gönder. Yarın çok geç olabilir ve bebek ölebilir. Lütfen bu sıcak su torbasını bize bu akşamüzeri gönder!” Ayrıca bir de şöyle ekledi. “Lütfen Tanrım bir de küçük kız için bir tane oyuncak bebek gönderir misin? Bu şekilde Senin onu çok sevdiğini anlamış olur”

Açıkçası bu duaya “Âmin” diyemiyordum. Tanrı’nın bunu yapacağına inanmamıştım. Tabii O’nun isterse her şeyi yapabileceğini biliyordum. Bütün kutsal kitaplar bunu böyle söylüyorlar, fakat bazı şeyler de olmazdı, olamazdı.

Bu duanın gerçekleşmesinin tek çaresi bana evden bir paket gönderilmesi idi ve ben dört yıldan beri Afrika’da yaşadığım halde evden tek bir paket bile almamıştım. Ve birisi bana bir paket gönderecek bile olsa kim onun içine bir sıcak su torbası koyardı; düşünün ben Afrika’da ekvatorda yaşıyordum.”

Akşamüzerine doğru hemşirelere okulda ders verirken birisi gelip bana kapının önünde bir arabanın beni beklediğini söyledi. Eve gittiğimde araba çoktan gitmişti. Ancak verandada kocaman bir koli paketi duruyordu. Gözlerimden aşağıya yaşlar boşanmaya başlamıştı. Paketi tek başıma açamadım, yetim çocukları çağırdım. Beraberce paketin üzerindeki bantları çıkardık. Paketin sarılı olduğu kâğıdı başka bir işte kullanabilmek için yırtmadan dikkatlice açıp katladık. Heyecan tırmanıyordu. En az otuz kırk çift göz konsantre bir vaziyette büyük koli paketine bakıyordu. Paketin üstünden rengârenk birçok kazak çıktı. Gözler parıldamaya başlamıştı.

Sonra kazakların altından cüzzamlı hastalar için bandajlar çıktı. Sonra da içinde kuru üzüm bulunan bir paket elime geldi. Haftasonu ziyafet olacağı kesindi. Sonra elimi paketin içine bir daha soktum. Elime bir şey geldi. Olabilir miydi? Tuttum ve dışarı çıkardım. Evet bu yepyeni bir sıcak su torbası idi. Hüngür hüngür ağlamaya başladım. Ben Tanrı’nın bir sıcak su torbası göndereceğine inanmamıştım. Ruth çocukların arasında en ön sırada duruyordu. Elimde sıcak su torbasını görünce bana doğru fırladı ve bağırmaya

başladı. “Eğer Tanrı sıcak su torbasını gönderdi ise oyuncak bebeği de göndermiştir.” Kutunun içine elini daldırıp altüst etmeye başladı. Küçük ve çok güzel kıyafetli bir bebek çıkardı. Gözleri parlıyordu. Kız hiç şüphe etmemişti! Bana bakarak şöyle dedi, “Ben sizinle gelip bu bebeği o küçük kıza verebilir miyim? Tanrı’nın onu çok sevdiğini anlayacaktır.”

Gönderilen paket en az beş aydan beri yolda olmalıydı. Yani bu durumda daha yazdan önce birisi bu kutunun içine Tanrı’nın kendisini yönlendirmesi ile bir sıcak su torbası koymuş olmalıydı. Hem de ekvatora giden bir kutunun içine. Ve ayrıca çocuklardan bir tanesi de Afrikalı çocuklara verilmek üzere gönderilmek üzere yapılan duadan beş ay önce bir oyuncak bebek koymuştu. “O akşamüzeri” gelmesi istenilen bebek beş ay önceden duaya cevap olarak gönderilmişti.

Page 172: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

172

Tanrı’nın işleyiş yolları bazen çok gizemli olabiliyor. Duanın gücü insanın hayal edebileceğinin çok ötesine uzanabiliyor. Bu yüzden şöyle denmiştir, “Sizin hayal edebileceğinizden çok daha fazlası bu dünyada dualarla yerine getirilmektedir.” Gelin herşey Tanrı’ya bağlıymış gibi dua edelim, ama herşey bize bağlıymış gibi de çalışmamıza devam edelim. Çünkü kalplerimizde dua olduğu zaman biz dünyanın en zengin ve en kutsanmış kişisi olmaktayız.

94- 2008/183

ANNEM

Bu hikâye ben doğduğumda başladı. Biz çok fakir bir aile idik! Çoğu zaman yiyecek bir şeyimiz olmazdı. Ne zaman elimize biraz yiyecek geçse annem bana kendi pilav hissesini verirdi. “Bu pilavı ye oğlum, ben aç değilim” diyerek pilavı benim tabağıma geçirirdi. Bu benim annemin birinci yalanı idi.

Büyüdüğüm zaman annem evimizin yakınlarında küçük bir toprak parçasında sebze yetiştirmeye başladı. Sebzelerin büyümeme faydası olacağını düşünüyordu. Büyüttüğü sebzelerle nefis çorbalar yapıyordu.

Çorbamı içerken annem yanıma oturur, beni seyreder ve kâsenin içinde arta kalan çorbayı içerdi. Bu beni üzdüğü için çorbamın yarısını ona vermek isterdim ama o bana “Çorbayı sen iç oğlum, ben pek çorba sevmiyorum” derdi. Bu annemin ikinci yalanı idi!

Sonra okula gitmeye başladığımda annem bir kibrit fabrikasına giderek kullanılmış kibrit kutuları almaya ve içlerini yeni kibritlerle doldurarak satmaya başladı. Eğitimime destek olmak ve ihtiyaçlarımızı gidermek için üç beş kuruş kazanmaya çalışıyordu. Soğuk bir kış gecesi uyandığımda annemi mum ışığında kibrit kutularını doldururken gördüm. Ona şöyle dedim, “Anneciğim çok geç oldu. Haydi, gidip biraz uyu. Onları yapmaya yarın sabah devam edersin.” Annem gülümsedi ve şöyle cevap verdi, “Sevgili oğlum. Haydi, sen uykuna geri dön, ben hiç yorgun değilim.” Bu benim annemin üçüncü yalanı idi.

Okulda bitirme imtihanına girmek için gittiğimde annem de benimle birlikte geldi. Saatlerce dışarıda güneşin altında oturup beni bekledi. Zil çaldığında annemle buluşmak için dışarıya koştum. Annem beni kucakladı ve yanında getirdiği termostan bana bir bardak çay verdi. Annemi terlemiş görünce benimkini de içsin diye ona kendi bardağımı uzattım ama o bana “Sen iç güzel oğlum. Ben hiç susamadım” diye cevap verdi. Bu da annemin dördüncü yalanı idi!

Page 173: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

173

Babamın ölümünden sonra hem anne ve hem de baba olmaya çalıştı. Eski işini yapıyor ve bir şekilde bizi geçindirmeye çalışıyordu. Ailemizin hali vahim bir durumda idi ve çoğu zaman aç kalıyorduk. Ailemizin içinde bulunduğu zor durumu gören amcam bize bazı problemlerimizi çözmek için yardım önerdi. İçinde bulunduğumuz fakirliği gören yan komşularımız anneme tekrar evlenmesi için baskı yapıyorlardı. Fakat annem tekrar evlenme fikrini reddediyor ve şöyle diyordu, “Benim sevgiye ihtiyacım yok.” Bu beni m annemin beşinci yalanı idi.

Okulumu bitirerek Amerika’da bir Amerikan şirketinde iş buldum. Artık annemin iyice yaşlandığı ve emekli olması gereken bir dönemdi. Fakat o, her sabah birkaç sebze satabilmek için her sabah markete kadar sırtında sebze taşıyordu. Ben ona para gönderiyordum, ama o bu parayı bana geri gönderiyor ve “Benim yeteri kadar param var” diyordu. Bu annemin altıncı yalanı idi!

Ben hem çalışmaya ve hem de master yapabilmek için okula gitmeye devam ediyordum. Bütün çalışmalarımda başarılı oldum ve masteri de tamamladım. Gelirimde büyük bir sıçrama olmuştu.

Annemi Amerika’ya getirtmek için hazırlık yapmaya başladım. Fakat o bana “Ben konforlu bir yaşam istemiyorum” dedi. Bu onun yedinci yalanı idi.

İyice yaşlandığında annem kanser oldu ve hastaneye kaldırıldı. Geçirdiği ameliyattan sonra onu ziyaret edebilmek için okyanus ötesinden uçakla geldim. Annem gülümsemeye çalıştı ama ben onu böyle zayıf ve kuvvetsiz görünce çok üzülmüştüm. Fakat annem bana “Ağlama sevgili oğlum, benim hiç acım yok” dedi. Bu annemin sekizinci yalanı idi!

Bana bu sekizinci ve sonuncu yalanını söyledikten sonra son nefesini verdi. Evet, benim annem bir melek idi.

Bu yüzden annemi şöyle tanımlıyorum.

M - O - T - H - E – R (ANNE)

'M' (millions) harfi bana verdiği milyonlarca şeyi anlatır. 'O' (old/yaşlı) harfi benim için her şeyini verdiğini ve bu uğurda yaşlandığını gösterir. 'T' (tears/gözyaşları) harfi benim için döktüğü gözyaşlarıdır. 'H' (heart/kalp) harfi altın bir kalbi olduğunu ifade eder. 'E' (eyes/gözler) harfi içinde sevgi ışıkları parlayan gözlerini hatırlatır; ‘R' (righteous/dürüstlük) harfi de bunları yaparken doğruluktan ayrılmayan ve her zaman örnek olan yaşamını sembolize eder.

Bunları bir araya getirdiğinize “MOTHER” yani “ANNE” kelimesi ortaya çıkar. Bu kelime benim için dünyaları ifade etmektedir.

Page 174: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

174

Not: Bu yazının yazarı bilinmemektedir, fakat bu dünya üzerinde bir anne tarafından büyütülmüş herhangi bir kimse olabilir. Yaşamlarında bir annenin varlığı ile kutsanmış olanlar için bu hikâye muhakkak ki çok güzel bir hikâyedir. Fakat bu kadar şanslı olamayanlar için daha da güzel bir hikâyedir.

Büyük bir bilge her insana annelerini sevmelerini ve onu daima el üstünde tutmalarını söylemiştir. Şöyle güzel bir şiirle ifade edilmiştir.

En güzel kokan Yasemin çiçeğinden bile daha güzel kokan; Tereyağından bile çok daha yumuşak olan;

Tavuskuşundan daha güzel ve Aydan bile daha güzel olan şey;

Anne sevgisidir.

“Bu dünyada anne sevgisinden daha güzel, daha büyük bir sevgi yoktur. Bu sevgi çok büyük bir güce sahiptir. Annenizi seviniz, o zaman herkes tarafından sevileceksiniz. Annelerinin arzularını yerine getirmeye ve onu mutlu etmeye çalışmak çocukların birinci ve en önemli görevleridir.”

95- 2008/184

JENNY'NİN KOLYESİ

Jenny beş yaşında çok güzel bir kızdı. O ve annesi bir gün mahalledeki markette alışveriş yaparlarken Jenny 2,50 $ değerinde plastik basit bir kolye gördü. Jenny kolyeyi çok beğendi ve annesinden satın almasını istedi. Annesi şöyle cevap verdi, “”Evet bu güzel bir kolyeye benziyor ama fiyatı maalesef çok pahalı. Bak sana şöyle söyleyeyim, ben sana bu kolyeyi satın alırım, ama eve döndüğümüzde sen her gün yapacağın ufak tefek işlerle kolyenin karşılığını ödemeye başlarsın tamam mı? Ayrıca yakında doğum gününde anneannen de sana 1 $ verecektir. Anlaştık mı?”

Jenny kabul etti ve annesi ona kolyeyi satın aldı. Jenny her gün sıkı çalışıyor ve annesinin kendisine verdiği ev işlerini yapıyordu. Doğum gününde 1 $ da anneannesinden almıştı. Kısa zamanda Jenny kolyenin parasını ödemişti.

Jenny kolyesine bayılıyordu. Onu her gün her yere giderken boynuna takıyordu, oyun bahçesinde, parkta, yatakta ve hatta annesi ile birlikte gittiği alışverişte bile! Yalnızca banyo yaparken kolyesini çıkartıyordu, çünkü annesi kendisine kolyenin renk değiştirebileceğini ve yeşile dönebileceğini söylemişti.

Jenny’nin babası çok sevgi dolu bir insandı. Her akşam Jenny yatağa gittiğinde babası yatak ucuna oturup ona hikâye anlatıyordu. Bir gece uyumak üzere iken babası ona şöyle sordu. “Jenny beni seviyor musun?”

Page 175: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

175

“Evet baba ben seni çok seviyorum. Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun” diye küçük kız cevap verdi. Babası sormaya devam etti, “Peki o zaman bana kolyeni verir misin?”

Jenny hemen itiraz etti, “Ama baba! Ne olur kolyemi isteme. İstersen sana en sevdiğim oyuncak bebeğimi verebilirim. Ayrıca oyuncak bebeğin yemek tepsisini ve hatta makyaj takımını da alabilirsin. Olur mu?” Babası, “Tamam güzelim önemli değil” dedi. Kızının yanağına bir öpücük kondurdu ve “İyi geceler güzel kızım” dedi.

Aradan bir hafta geçtikten sonra babası yine gece hikâyesini anlattıktan sonra aynı soruyu sordu ve yine kızın kolyesini istedi. Kız yine itiraz etmeye başladı, “Ama baba ne olur kolyem olmaz. İstersen sana oyuncak atım Ribbons’ı verebilirim. O benim en sevdiğim oyuncağım. Yumuşacık saçları var. Sen onunla oynayabilirsin ve saçını örebilirsin. Ne diyorsun Ribbons’ı alıyor musun?” Babası yine, “Güzel kızım tamam, ben onu istemiyoum, hiç önemli değil” dedi ve onu yanağından öperek iyi geceler ve tatlı rüyalar diledi.

Aradan bir süre geçtikten sonra babası yine Jenny’nin yatağının ucuna geldiğinde Jenny yatağında oturuyordu ve dudakları titriyordu. “İşte baba” dedi elini uzatarak, “Onu alabilirsin” Avucunu açtığında içinde en sevdiği plastik inci kolyesi duruyordu. Kolyeyi babasının eline doğru uzattı. Babası kolyeyi almak için bir elini kullanırken diğer eli ile de pantolonunun arka cebinden çok güzel mavi kadife bir kutu çıkardı. Kutunun içinde gerçek inciden yapılma çok güzel bir kolye bulunuyordu.

Bütün bu süre boyunca meğerse gerçek kolyeyi yanında taşıyordu. Onu vermek için Jenny’nin o ucuz ve sahte kolyeden vazgeçmesini bekliyordu.

Tanrı da bize Jenny’nin babasının yaptığının aynısını yapmaktadır. Yaşamlarımızda ucuz ve basit şeylerden vaz geçmemizi beklemektedir ki bize kendisine ait o büyük hazineyi verebilsin.

Biz kendimize şu soruyu sorabiliriz. Biz Tanrı’nın bizim vaz geçmemizi istediği şeylere tutunmayı sürdürüyor muyuz? Gereksiz ve hatta bizim için zararlı arkadaşlıklara, alışkanlıklara ve aktivitelere tutunmayı sürdürüyor muyuz? Yoksa biz bunlara o kadar bağlandık ki bunlardan vaz geçmemiz ve bırakmamız artık imkânsız mı gözüküyor?

Bazen işte öbür elde ne olduğunu görmek çok zor oluyor. Fakat biz Tanrı’nın bize karşılığında daha güzel bir şey vermeden bizden bir şey almayacağına tüm kalbimizle inanmalıyız. Çünkü Tanrı bizim her birimizi çok ama çok sevmektedir.

Bu yüzden de şöyle denir,

“Tanrı bize biz ne istersek vermektedir ki, günün birinde biz O’ndan asıl O’nun bize vermek istediği şeyi isteyelim...”

Page 176: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

176

Haydi, hep birlikte her geçen zaman bir tutkumuzdan vaz geçelim ki, O bize onların yerine gerçekten paha biçilmez şeyler verebilsin…

96- 2008/185

SEVGİ ALKEMİSİ/SİMYASI

(Simya=Kurşunun Altına dönüştürülmesi)

Yaşamımızda deneyimleyip yaşadığımız her olayın arkasında biz bilelim veya bilmeyelim mutlaka Tanrı’nın bir dokunuşu vardır. İçimize dönüp gözlem yaptığımızda bize Tanrı’nın İradesinden başka bir şey gerçekleşmemektedir gibi gözükür. Bize gereken içimizde O’nunla bir anlık bir bağlantıdır. Ve sonra mucize geçekleşir.

Orta Doğu’da büyük bir bankada bir yıl kadar çalıştım. O süre zarfında çok sefer hükümet binalarına gitmem gerekmişti. Benim ve eşimin ikametgâh belgeleri, vizeler v.s. yüzünden gerekli memurluklara gittim geldim. Maalesef bu ziyaretlerimin pek tatlı geçtiği söylenemez. Daha önce birkaç ülkede değişik bankalarda çalıştığım halde memurların uyuşuk, umursamaz ve tembel tavırları yüzünden çok sıkıntı çekmiştim.

Buradaki beyefendi yabancıları hor görerek onlara yukarıdan bakıyor ve açık bir şekilde saygısızca davranıyordu. Onun yabancılara karşı bir önyargısı olduğunu düşünüyorduk. Bizim ülkeden birisi her ne zaman onun karşısına bir evrakı almak için çıksa sanki bakışları bizi delip geçercesine bize bakıyordu. Bizim gibi yabancı vatandaşlar için onun masasının önünde uzunca bir süre beklemek bir ritüel halini almıştı. Masasının başında bekleyince belki işimizi daha çabuk halleder diye düşünüyorduk.

Çok beklediğimiz zaman belki onun dikkatini çekebiliyorduk, fakat bu kadar beklemeden sonra bizi bekleyen şey yalnızca hayal kırıklığı oluyordu çünkü tek yaptığı şey mimik hareketleri ve sözleri ile bize hiç saygı duymadığını apaçık bir şekilde belli ediyordu. Ve artık bu hareketler bizi hiç şaşırtmamaya başlamıştı.

Yine bir seferinde ülkeden çıkabilmek için çıkış vizesi almam gerektiği için yine o memuru görmem gerekiyordu ve anlaşıldığı üzere daha gitmeden önce sinirlerim ayağa kalmıştı. Yalnızca onun masasının önünde geçireceğim uzun zamanı düşünmek bile sinirlerimi alt üst etmeye yetiyordu. Yine her zamanki davranışlarla karşılaşacağımı düşünerek o sabah memurun kapısını çaldım. Kapıyı açıp içeriye baktığımda telefonla konuşuyordu. Bir kez daha bekleme oyunu başlamak üzereydi.

Page 177: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

177

Bir yandan sabrım deneniyorken diğer yandan da aklıma radyoda bir iki gün önce dinlediğim bir hikâye geldi. Hikâyede bir öğrenci babası için postanede bir iş hallederken memurun herkese kaba ve anlayışsız davrandığını anlatıyordu. Öğrenci o sırada herkesin içinde iyi ve ilahi bir taraf aranması gerektiğini hatırlamıştı. Kendi kendisine karşısındaki bu memurun da içinde iyi bir taraf olduğu düşünmüş ve Tanrı’nın kendisine yardım etmesi için içinden dua etmişti. Beklemedik şekilde memur kendisine çok nazik davranmıştı. İşinin bir hafta süreceğini düşünmesine rağmen işi bir gün içinde bitmişti.

Bu deneyim beni düşünmeye itti. Kendi kendime şöyle dedim, “Ben de bu müdürün içinde İlahi bir taraf olduğunu düşüneyim bakalım işler nasıl gidecek?” Ancak şunu da itiraf etmeliyim ki daha önceki ziyaretlerimden edindiğim tecrübe ile bir yandan da yine bana üstten bakacağını ve beni hor göreceğini düşünüyordum. Kararlı bir şekilde müdüre çok sevdiğim biri gibi davranmaya ve kalbimi sevgi ile doldurmaya çalıştım. Ayrıca zihnimin gerilerinde o devlet memuru için beslemiş olduğum negatif düşüncelerin de dağılması için içimden sessizce dua ettim.

Zihnimde bütün bunlar olup biterken müdür telefon görüşmesini bitirdi ve ben odasına girerek ona iyi günler diledim. O da bana dönerek memnuniyetle iyi günler diledi. Ben hemen duanın işe yaradığını anlamıştım. Ancak beni daha fazla sürprizler bekliyordu. Bana masanın yanında duran sandalyeye oturmamı teklif etti. Geçtiğimiz bir yıl boyunca böyle bir davranışta bulunmamıştı. Ben o zaman kendim ve eşim için ülkeden dışarı çıkış için vizeye ihtiyacım olduğunu kendisine söyleyebildim. Benden bazı belgeler istedi, ben de hazırlamış olduğum kâğıtları ona uzattım.

O kâğıtları kontrol etti ve benden bir belge daha istedi. O ana kadar konuşmamız çok iyi gitmişti, ama o anda fark ettim ki yanımda o son istediği belgeyi getirmeyi unutmuştum. Nasıl tepki verebileceğini bilemediğim için biraz korku, biraz endişe ve biraz da heyecan içinde o istediği belgeyi getirmeyi unuttuğumu söyledim.

Bana verdiği cevabı rüyamda görsem inanmazdım. Bana nazik davranmaya devam ederek şöyle dedi, “Tamam önemli değil. Problem yok! Cumartesi vizeyi almaya geldiğinde o belgeyi getirip bana verebilirsin. Endişelenmene gerek yok!”

Bu benim bir başkasının içinde İlahi bir Öz olduğunu görmeye çalıştığım ilk deneyimimdi. Üstelik karşımdaki kişi de o ana kadar son derece aksi olduğunu düşündüğüm bir kişiydi. Ayrıca ben konuşma sırasında onu çok sevdiğim bir kişi gibi görmeyi de unutmuştum. Ben bana bu deneyimi yaşatanın ve senaryoyu yazanın Tanrı olduğunu kavramam birkaç dakikamı aldı. O hem benim ve hem de karşımdaki insanın yanında durmuş ve ters gidecek bir cansıkıcı bir iletişimi tatlı ve pozitif duygularla dolu bir etkileşime çevirmişti.

Bu yaşadığım olayı tekrar düşündüğümde öyle çok komplike ve uzun bir duaya, yani karmaşık bir pozitif düşünmeye hiç gerek olmadığına kanaat getiriyorum. Tam tersine tam bir inançla samimi bir şekilde içimizden dua edebileceğimiz yalnızca bir küçük anın bile yeterli olduğunu düşünüyorum. Biz Sevgi’nin ve Tanrı’nın bizlere olan Sevgisi’nin gücüne inanmalıyız ve o Sevgi’yi çevremizde gördüğümüz herkese yansıtmalı

Page 178: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

178

ve yaymalıyız. Tanrı’nın gücü ve Sevgi’nin gücü eşanlalıdır. Tanrı için imkânsız bir şey yoktur, aynı şey saf Sevgi için de geçerlidir.

Mr. S. Sivakumar

97- 2008/186

TANRIM, BU SEN MİSİN?

Bir genç adam İncil Okuma Dersine katılmıştı. Toplantılardan birinde papaz Tanrı’yı dinlemekten ve onun söylediklerine kulak asmaktan uzun uzadıya söz ediyordu. Genç adam şaşırmadan edemedi, “Nasıl yani? Tanrı insanlarla konuşuyor mu?”

Bu çok ilginç bir düşünce idi. Genç adam katıldığı dersten sonra arkadaşları ile buluşup bir yerde kahve içmeye gittiğinde bu konuyu aralarında konuşmaya başladılar. Arkadaşlar kendi yaşamlarında birçok olayda Tanrı’nın kendilerine yol gösterdiği çeşitli deneyimleri aktarmaya başladılar.

Genç adam arkadaşlarından ayrıldıktan sonra Saat: 22.00 civarında arabasıyla eve doğru yola çıktı. Tanrı’nın kendisi ile konuşup konuşmayacağını merak ediyordu. Bu mümkün olabilir miydi? Bir yandan araba sürüyor, bir yandan da Tanrı’ya dua ediyordu. “Sevgili Tanrım, eğer sen insanlarla konuşuyorsan, lütfen benimle de konuş. Ben, Sen ne dersen onu yapmak için elimden gelen tüm gayreti göstereceğim. Bundan emin olabilirsin.” Tekrar tekrar aynı duayı söylemeye devam ediyordu.

Ana caddeden aşağıya doğru araba ile giderken birden içinden süt almak üzere çok kuvvetli bir düşünce yükseldi. Arabayı durdurdu ve yüksek sesle, “Tanrım, bu sen misin?” diye sordu. Hiç cevap gelmedi.

Kendi kendine, “Tuhaf” diyerek omuz silkti ve yoluna devam etti. Biraz gitmişti ki içinden gelen “Üç litre süt al!” düşüncesi yine yükseldi. Zihninde bundan başka bir şey düşünemiyordu. Bu sefer düşünce daha güçlü idi!

“Pekâlâ Tanrım! Bu düşüncenin senden geldiğini farz ediyorum ve gidip süt alacağım.” Bu öyle yapması çok zor bir itaat testine benzemiyordu. Sonra sütü her zaman kendisi için kullanabilirdi. Genç adam arabayı durdurdu, markete giderek üç litrelik bir kutu süt aldı ve tekrar eve gitmek üzere yola çıktı.

Cadde üzerindeki bir sokağın önünden geçerken yine içinden ısrarcı bir ses ona “Şu sokağa sap” diye seslendi.

Page 179: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

179

“Bu delilik” diye düşündü ve kavşaktan dönmeden yola devam etmeye başlamıştı ki içinden gelen güçlü ve zorlayıcı bir dürtü kendisine o Yedinci sokağa dönmesi gerektiğini tekrar söyledi.

Genç adam, “Peki Tanrım, sağa sapıyorum” diye yüksek sesle söyleyerek sokağa saptı. “Bu bir şaka herhalde” diye düşünüyordu. Sokağa saptıktan sonra birkaç blok boyunca ilerledi. Sonra birden durması gerektiğini hissetti. Arabayı yolun kenarına çekerek durdu ve çevresine bakınmaya başladı. Şehrin tam gelişmemiş, biraz geri kalmış bölgelerinden birinde idi. Dükkânlar kapalı idi ve evlerin çoğunda da ışıklar yanmıyordu.

İçinden bir ses daha geldi, “Git ve sokağın karşısındaki evde oturan insanlara sütü ver!” Genç adam eve baktı, ama evde ışık filan yanmıyordu. Hava karanlıktı ve evde oturanlar ya uyumuşlardı, ya da evde yoktular.

Genç adam arabanın kapısını açmaya yeltendi ama sonra ani bir şekilde tekrar arabaya binip yerine oturdu ve kendi kendine “Ama Tanrım, bu bir delilik! Bu insanlar uykuya dalmışlardır ve eğer ben onları uyandırırsam bana çok kızacaklardır. Çok aptal gözükeceğim” diye konuştu. Fakat sütü götürüp o eve teslim etme dürtüsü kuvvetli bir şekilde kendisini zorlamaya devam ediyordu.

“Pekâlâ Tanrım! Teslim oluyorum” dedi genç adam. “Eğer bu Sen isen ben o eve gideceğim ve sütü teslim edeceğim. Ve eğer Sen benim bir geri zekâlı gibi gözükmemi istiyorsan ben buna da razıyım. Sana itaat ediyorum. Fakat evden kapıyı açan olmazsa buradan hemen giderim, haberin olsun!”

Genç adam sokağın karşısına geçti ve evin kapısını çaldı. İçeriden bir ayak sürüme sesi duyuluyordu. Kapının arkasında bir erkek sesi, “Kim o? Ne istiyorsun?” diye sordu. Sesteki dostane olmayan tonu sezen genç adam hemen dönüp gitmeye kalkıyordu ki, kapı açıldı.

Kapıda yırtık tişörtlü ve kot pantolonlu bir adam duruyordu. Biraz önce yataktan kalkmış gibiydi ve kapıda yabancı birisini görmekten hiç memnun değildi. “Ne var?” diye adam ters ters sordu.

Genç adam elindeki süt kutusunu adama doğru uzattı ve “Ben bu sütü size getirdim” dedi. Kapıdaki adam elini uzatarak sütü aldı ve içeriye doğru seslendi, “Tatlım, bir dakika bakar mısın?”

Kapıda hemen bir kadın belirdi. Kucağında ağlamakta olan bir bebek vardı. Kadın sütü getiren genç adamın yanına geldiğinde gözlerinden aşağıya yaşlar boşanmaya başladı. Ağlamaktan zorlukla konuşarak şöyle dedi, “Biz biraz önce dua ediyorduk. Bu ayki faturalarımız çok kabarıktı ve paramız bitti. Bebeğimize süt alacak bile paramız kalmamıştı. Biraz önce Tanrı’ya dua ediyorduk ve bize bir yol göstermesini istiyorduk.”

Kadıncağız titrek sesle devam etti. Sesi şükran hisleri ile dolu idi, “Biz Tanrı’dan bize bir melek göndermesini istemiştik. Afedersiniz, siz bir melek misiniz?”

Page 180: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

180

Genç adam cebinden cüzdanını çıkardı, içindeki bütün parayı çıkartarak adamın eline koydu. Sonra arkasını dönerek arabasına doğru yürüdü, gözlerinden yaşlar boşanıyordu.

Artık Tanrı’nın dualara cevap verdiğini biliyordu. Tanrı’nın sesine itaat etmenin olabilecek en güzel şey olduğunu kavramıştı. Sonuç her türlü hayal gücünün ötesindeydi.

Bazen Tanrı’nın bizden istediği şey çok basit bir şey olabilir. Eğer biz O’nun çağrısına kulak verirsek açık seçik bir şekilde O’nun sesini duyabiliriz.

Tanrı her zaman bizimle konuşmaktadır. Fakat bizim O’nun sesini duyabilmemiz için dış dünyanın seslerini kısmamız, egolarımızı bir kenara koymamız ve kalplerimizi saflaştırmamız gerekmektedir. Şöyle denir,

“Yalnızca sessizliğin derinliklerinde Tanrı’nın sesi duyulabilir!”

98- 2008/188

YENİ KÖPRÜLER KURMAK

Mart ve Pete adında iki kardeş birbirine bitişik iki çiftlikte yaşıyorlardı. Birbirleri ile araları açılmadan önce her ikisi de hayatı beraber paylaşmış ve sıkıntılara beraberce göğüs germişlerdi. Birbirlerine danışarak uyum ve huzur içinde yaşayıp gidiyorlardı. Makinaları paylaşıyorlar, birbirlerine işlerinde yardım ediyorlardı. 20 yıldan sonra aralarında ufak bir anlaşmazlık meydana geldi. Bu küçük sorun giderek bir düşmanlığa ve husumete dönüştü.

En sonunda her ikisi de birbirlerine kötü sözler söylediler ve haftalarca birbirleri ile konuşmadılar. İki kardeş arasında aşılmaz bir bariyer oluşmuş gibiydi. 20 yıl bir ilişkiyi kurmak ve sağlamlaştırmak için uzun bir süredir, ama işte bir anlaşmazlık sonucu yollar ayrılabiliyordu. Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı ve ikisinin arası bir türlü düzelmedi. Arayı düzeltecek hiçbir gayret de gözükmüyordu.

Günün birinde bir sabah John’un kapısı çalındı. Kapıyı açınca karşısında elinde marangoz çantasıyla duran bir adam gördü. "Ben birkaç günlük bir iş arıyorum " dedi adam. “Belki bana verecek ufak tefek bazı işleriniz vardır. Acaba size yardımcı olabilir miyim?"

"Evet," dedi büyük kardeş. "Sana göre bir işim var. Şu derenin karşısındaki çiftliğe bir bak. Oradaki benim komşum, daha doğrusu orada oturan benim erkek kardeşim. Geçen hafta aramızda bir otlak vardı, ama o buldozeriyle ırmağa bent yaptı ve şimdi aramızda bir dere var. O bunu bana acı vermek için yapmış olabilir, ama şimdi ben ondan daha iyisini yapacağım. Ahırın yanında yatan şu kütükleri görüyor musun? Senden bana bir çit yapmanı – 2 metrelik bir çit yapmanı istiyorum - ki ne onun yerini ne de yüzünü bir daha görmek zorunda kalmayayım. Ne yaparsan yap, şunu hallet."

Page 181: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

181

Marangoz "Sanırım durumu anladım. Bana çivilerin ve çukur açmak için gerekli kazma küreğin yerini göster ki beğenebileceğin bir iş çıkarayım" dedi. Büyük kardeşin öteberi almak için kasabaya gitmesi gerekiyordu; bu yüzden marangozun malzemelerini hazırlamasına yardım ettikten sonra akşam dönmek üzere ayrıldı.

Marangoz bütün gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir şekilde çalıştı. John güneşin batmasına yakın bir zamanda döndüğünde marangoz da işini ancak bitirebilmişti. Çiftçinin gözleri fal taşı gibi açılıp ağzı açık kaldı. Ortada çit falan yoktu. Derenin bir yakasından öbür yakasına uzanan bir köprü vardı!

Korkulukları ve diğer ayrıntılarıyla tam bir usta işi köprü olmuştu. Köprünün öbür tarafından küçük kardeşi kollarını iki yanına açmış bir vaziyette kendisine doğru geliyordu. "Onca yaptığıma ve söylediğim sözlere karşın yine de bu köprüyü

yaparak nasıl iyi bir insan olduğunu gösterdin!" dedi kardeşi. İki kardeş köprünün ortasında gözyaşları içinde el sıkıştılar ve kucaklaştılar. Geriye dönüp baktıklarında marangozun alet çantasını sırtlamakta olduğunu gördüler.

"Dur, bekle! Birkaç gün daha kal. Sana vermek istediğim daha birçok proje var" dedi büyük kardeş. "Kalmak isterdim" dedi marangoz, "Ama daha yapmam gereken çok sayıda köprü var."

Büyük bir bilge şöyle demektedir,

“Problemler, zorluklar ve sıkıntılar sizi çepeçevre sardığı zaman üzülmeyin. Moraliniz bozulmasın ve keyfiniz kaçmasın, bu bir zayıflık işaretidir. Böyle bir durumda tolerans ve affedicilik özelliklerinizi kullanın. Asla öfkeye kapılmayın, nefrete ve intikam duygularına yenik düşmeyin! Sizler gücün ve kuvvetin somutlaşmışlarısınız, zayıflık size yakışmaz. Bu yüzden umutsuzluk ve çaresizlik zamanlarında kendinizi merhamet ve şefkatle doldurmaya, affetmeye ve unutmaya hazırlanın.

Bizden huzurlu bir yaşam sürmemiz beklenmektedir. Bizi üzen kişileri affetmeli ve karşılığında da başkalarına zarar vermemeliyiz. Tanrı, araları güvensizlik ve öfke yüzünden açılmış olan insanlar arasında ‘marangoz’ rolünü oynamak için beklemektedir. Gelin biz de affetmenin verdiği neşe hissini tadalım ve bu hissi başkaları ile paylaşalım!

Page 182: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

182

99- 2009/190

İÇİMİZDEKİ İKİ KURT

Genç bir çocuk olan Robby arkadaşı olduğunu düşündüğü birisinin kendisine haksızlık yaptığını düşünüyordu. Çok kızmış ve kıpkırmızı olmuş vaziyette olayı dedesi Bob’a anlattı. Dünyadaki çoğu dedeler gibi Bob da bilge bir adamdı. Torununun öfkesinin geçmesini bekledi. Oğlanın konuşa konuşa söyleyecek daha fazla kelimesi kalmamıştı.

Bundan sonra yaşlı adam elini Robby’nin omzuna koydu ve şöyle dedi, “Ben sana bir hikâye anlatayım. Ben gençken yaptıkları kötü davranışlardan pişmanlık duymayan ve vicdan azabı çekmeyen insanlardan nefret ettiğimi sana söylemem gerekir. Fakat sonra zaman geçtikçe kalbimde bu insanlar için taşıdığım nefretin ve öfkenin beni yıprattığını ve yavaş yavaş bütün gücümü tükettiğini fark ettim. Bu hislerimin ve duygularımın bende bunları uyandıran insanlar üzerinde pek etkisi yoktu. Zamanla karşımdaki insanın ölmesini istemekle kendimi azar azar zehirlediğimi görmeye başladım. Hiç de kolay değildi sevgili oğlum!

Sonradan bu negatif düşüncelerin nereden kaynaklandığını anlamak için kendi kendime murakebe yaptım, yani kendi duygularımı ve düşüncelerimi inceledim. Ben kendimin iyi bir insan olduğunu zannediyordum, peki o zaman içimde bu nefreti ve öfkeyi nasıl taşıyabiliyordum. Ben bu durumu içimde iki tane kurt olmasına benzettim. Robby cankulağı ile kendimi tam anlamı ile vermiş vaziyette dedesini dinliyordu. Gittikçe ilginç olmaya başlamıştı.

Dedesi devam etti, “Birinci kurt tamamen zararsız idi. Her zaman çevresinde huzur ve uyum aramakta idi. Herkesin içindeki iyi tarafı görmeye çalışıyordu, kötü tarafları da görmezden geliyordu. Karşısındaki kişi kendisine kötü ve edepsiz bir şekilde davransa bile ona gücenmiyor ve darılmıyordu. Tam tersine yoluna çıkabilecek herkese söyleyebileceği iyi bir sözü vardı.”

Robby heyecanla, “Devam et dede, lütfen devam et!” diye yalvardı. Dedesi anlatmaya devam etti, “Diğer kurt ise tam bir canavar idi. Kendisinin bu dünyadaki en mükemmel şey olduğu yanılgısı içinde idi ve sürekli olarak çevresinde kim varsa onda veya davranışlarında hatalı bir taraf arıyordu. Çok sığ bir egosu vardı ve çok çabuk gururu kırılarak güceniyordu. Bu kurt içinde her zaman öfke ve nefret ile dolu idi. Bu nefret ve öfkenin kendisini hiçbir yere götürmediğinin farkında değildi.

Ben sana bu ikinci kurttan bahsederken onun tam bir akılsız ve hatta su katılmadık bir aptal olduğunu düşünüyor musun? Birinci kurtun yaptıklarını onaylıyorsun ve ikinci kurtun da hiç olmamasını diliyorsun öyle değil mi? Daha fazla bilmek istiyor musun?”

Robby hemen yanıt verdi ,”Evet büyükbaba, kesinlikle daha fazla öğrenmek istiyorum, lütfen devam et!”

Büyükbaba da devam etti, “İçimdeki bu iki kurt da dikkatimi çekmek amacı ile bağırıp dururlar. Her ikisi de sahneye tek başlarına çıkmak isterler ve bu sebeple birbirleri

Page 183: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

183

ile kavga edip dururlar. Bir gün birinci iyi kurt kazanırken herkes beni sever ve benden hoşlanır. Benim bir melek olduğumu düşünürler. Fakat ikinci kurt kabadayı ve zorba olarak ortaya çıktığında cehennemin zincirleri de boşalmış olur. Birinci kurt bir kenara fırlatılır ve bütün herkes benim vicdansız, acımasız, zalim ve gaddar yönümü görür. Benim akılsız ve mantıksız davranışlarımla zor bir insan olduğum zannedilir. Benim ruhumda bu yüzden sürekli bir çekişme, sürekli bir savaş hali sürmektedir. Bu da beni sürekli bir yorgunluk ve umutsuzluk haline sürüklemektedir.”

Genç çocuk dikkatli bir şekilde büyükbabasının gözlerinin içine doğru baktı ve şöyle sordu, “Peki büyükbaba, en sonunda bunlardan hangisi kazanıyor?” Büyükbaba bu soru üzerine gülümseyerek şöyle cevap verdi, “Tabii ki ben hangisini beslersem o kazanıyor, sevgili oğlum!”

Robby söyleyecek söz bulamıyordu. Bugün çok şey öğrenmişti. İçinden kızmış olduğu arkadaşına bu paha biçilmez dersi almasına vesile olduğu için teşekkür etti. Bu dersi hayatı boyunca hatırlayacak, hiç unutmayacaktı.

Öfke ve nefretin bir kez bile bize iyi bir şey kazandırdığını gördünüz mü? Tarih bizim için alınacak derslerle doludur. Gelin akıllı olalım, aklımızı çalıştıralım ve çevremizdeki insanları daha az yargılayalım! İçimizdeki iyiliğin ortaya çıkarak somutlaşmasını sağlayalım. Çünkü biz aslında buyuz, yani iyiyiz.

Büyük bir bilge 1972 yılında şöyle demiştir,

“Öfke, gurur, kendini beğenmişlik, kibir ve diğer ihtiraslar insanı bir deli seviyesine düşürürler ve bazen de onu bir hayvan seviyesine alçaltırlar. Bir insanın öfkesi, kendisinin en büyük düşmanıdır. Bunun tam tersine ise sukunet ve soğukkanlılık bir insanın en büyük korumasıdır. İnsan neşe ve mutluluk içinde ise cennette sayılır. Tam tersine acı, dert, sıkıntı ve üzüntü içindeki bir insan da cehennemdedir. Öfke içinde olan insan diğer insanlar tarafından hiç hoş karşılanmaz ve hatta ondan nefret edilir. Öfke, insanın birçok günah işlemesine de sebebiyet verir. Öfkenin sebebi bedenin zayıflığından değil, zihnimizin zayıf olmasından kaynaklanır. Zihnimize güç kazandırabilmek ve onu güçsüzlükten uzaklaştırabilmek için onu iyi düşüncelerle, iyi duygularla ve iyi ideallerle doldurmamız gerekmektedir.”

Page 184: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

184

100- 2009/191

SEVGİ YAYINLAMAK

Sevgi bu dünyada bir insanın sahip olabileceği en büyük ve en kuvvetli silahtır. Ben bu gücün farkında değildim. Bir gün işte bir müşterimle görüşürken bu gücün etkisini denemeye karar verdim.

Yeni Zellanda’da bir internet şirketinde Müşteri Danışma Masasında çalışıyordum. Bu da bana müşterilerle direk olarak ilişkiye girme fırsatı veriyordu. Müşteriler genellikle evlerindeki internet bağlantılarında yaşadıkları sorunlar hakkında arıyorlardı. Bu danışma bölümünde çalışan her eleman gibi ben de kızgın ve öfkeli müşterilerden payımı alıyordum. Çoğunlukla uzun zamandan beri çözülmemiş sorunları nedeni ile öfkeli oluyorlardı.

Bir gün böyle ‘zor’ bir müşterinin çağrısına cevap vermiştim. Danışma Bölümündeki diğer çalışan arkadaşlarım bu sinirli bayanın çağrısını birbirlerine aktarmışlardı. Tabi bütün bunların üzerine de anlaşıldığı gibi daha da çok sinirlenmişti. Fakat ben bu tür müşterilerle çok sayıda muhatap olmuş olduğum için bu konuda tecrübeli idim. Sukünetimi korudum ve sabırla onu dinledim. Fakat hanımefendi beni tabiri yerinde ise haşlamaya devam ediyordu. Anladığım kadarı ile benim yaptığım açıklamalar ve yardım etmek için denediğim yollar onu tatmin etmişe benzemiyordu. O sırada birden sevgi ve içtenlikle söylenmiş basit ve süssüz sözlerin karşımızdaki insanı nasıl olumlu bir biçimde etkileyebileceği aklıma geldi.

Böyle düşünerek kadını beklemeye aldım ve gidip müdürüme danıştım. Kadının sorununa bir çözüm arıyordum. Ama müdürüm de, diğer yetkililerde bana benim kadına uzun süredir anlatmaya çalıştığım çözümden başka bir şey söyleyemediler.

Geri dönüp telefon ahizesini elime aldım ve önce derin bir nefes aldım. Sonra kendimi sevgi ile doldurmaya çalışarak kadınla konuşmaya başladım. Ona bana anlattığı sorunun çözümü için maalesef yalnızca bir tek yol olduğunu söyledim. Bunları söylerken de içimden dua ediyor ve ona sevgimi gönderiyordum.

Kendisine benim de kısa süre önce başka bir konuda benzer bir problemle karşılaştığımı anlattım. Ona yardım edebilmek için elimden gelenin en iyisini yapacağıma ve sorununun kısa sürede sonuçlanacağına dair söz verdim. Bunun üzerine öfkesi birdenbire yatıştı ve benimle normal bir ses tonu ile konuşmaya başladı.

Sorununun çözümü için gayret ettiğimi aktardıktan sonra meydana gelen değişiklik çok dikkat çekici idi. Birkaç sevgi dolu cümlenin yaptığı dönüşüm hayret verici idi.

Page 185: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

185

Telefon görüşmemizin süresi normale göre oldukça daha uzun sürdü, ama Sevgi’nin o genişleyen ve her şeyi kapsayan gücü sayesinde kadıncağızın problemi bir çözüm yoluna girmişti. Kadın bana çok teşekkürler ediyor ve en sonunda sorununu hakkıyla dinleyen ve onunla ilgilenen birisi bulduğu için şükrediyordu.

Öfke ile başlayan telefon görüşmemiz kahkahalarla sona ermişti. Benim süssüz ve içten konuşmam ve onun sorununu halledebilmek için verdiğim gayret bir mucize yaratmıştı. Hem kadın ve hem ben mutlu bir şekilde ayrılmıştık. İşte Sevgi’nin gücü bu kadar büyük idi!

Bu vesile ile size bir hikâye daha anlatayım. Başka bir gün işten eve doğru yürürken yüzü bana aşina gelen bir adamla yolda rastlaştık. Karşıdan bana doğru gelirken beni gördüğü için pek mutlu olmadığına dair yüzünde bir ifade belirdiği için selam vermeden yanından geçip gittim. Adamın bende neden hoşlanmadığını bilmiyordum ama adamla aynı işyerinde çalıştığımızı hatırlamıştım. Bizden başka bir bölümde ve benden daha üst seviyede bir çalışan idi. Adamın o gün kötü bir gün geçirdiğini düşünerek omuz silktim.

Fakat ertesi gün aynı adamla yollarımız tekrar kesişti. Bu sefer de adamın yüzü beni gördüğüne pek memnun olmamış gibiydi. Bir dahaki sefer adamla yüzyüze gelirsek bu sefer adama doğru gülümsemeye karar verdim. Ondan sonraki gün şansa tekrar karşılaştık. Adam karşıdan yaklaşırken adama doğru sevecen bir şekilde gülümsedim. Fakat adam yine bana ciddi ve aksi bir şekilde baktı ve en ufak bir selam bile vermedi. Ancak bu benim cesaretimi kırmamıştı.

Her karşılaşmamızda kendisine gülümsemeye devam ettim. Sanki bunu yaşamımın misyonu haline getirmiş gibiydim. Aradan günler geçti, ama değişen hiçbir şey yoktu. Ben adamı görünce gülümsemeye devam ediyordum, o da bana aksi aksi somurtmaya devam ediyordu. Ancak ben olumlu olmaya ve bu adama karşı gülümseme ‘saldırıma’ devam ediyordum.

En sonunda uzun süren bir takipten sonra bu beyefendi karşılaştığımız zaman bana gülümseyerek selam verdi. Ben daha kendisine selam vermemiştim bile! Şunu söylemeliyim ki bu gülümseme benim kalbimi eritti. Bana gülümseyenin o adamın içindeki İlahi Varlık olduğunu biliyordum. Bize sevgi vermekte ısrar ettiğimiz zaman karşılığında sevginin bize geri geleceği öğretilmişti.

Her iki örnekte de basit bir sevgi tezahürü hem karşımdakileri hem de beni mutlu etmiş ve ruhlarımızı yükseltmişti. Bana verilen mesaj açık ve seçik idi; eğer biz sevgi yayınlarsak, bu gülerek, şarkı söyleyerek, v.s. olabilir, aynı sevginin on katı bize bir bumerang gibi geri gelecektir. En önemli şey bizim Tanrı’ya karşı olan sevgimiz ve bu gizli sevgiyi çevremizdeki herkesle nasıl paylaştığımızdır.

Ankit Narotam

Page 186: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

186

101- 2009/192

NERGİS BAHÇESİ PRENSİBİ

Kızım Carolyn her telefon konuşmamızda bana, “Anneciğim solup gitmeden önce mutlaka gelip nergisleri görmelisin” diyordu. Ben de istiyordum ama laguna’dan Lake Arrowhead’e gitmek iki saat sürüyordu ve ben artık yaşlı bir insandım.

Üçüncü arayışında ısrarlara dayanamayarak en sonunda biraz isteksizce de olsa, “Gelecek Salı günü sana geliyorum” dedim. Salı sabahı hava çok soğuk ve yağmurlu idi. Ancak söz vermiştim. Gönülsüz bir şekilde oraya kadar araba ile gittim. Carolyn’in evinden içeriye girdiğimde çocukların neşeli tezahüratları ve bağırışları ile karşılandım. Hepsi çok mutlu olmuşlardı. Torunlarıma sevgi ile sarıldım ve öptüm.

“Sevgili Carolyn, nergisleri boşver. Yol şimdi hem yağmurlu ve hem de sislidir. Ben zaten seni ve çocukları görmeye geldim, bir kilometre daha gidecek halim kalmadı” dedim.

Kızım sakince gülümsedi ve “Biz her zaman bu yola gidiyoruz anne, merak etme bir sorun olmaz” dedi.

“Tamam da sis dağılmadan önce yerimden kıpırdamam, zaten sonra da hemen eve döneceğim” diye cevap verdim.

Kızım tatlı bir şekilde, “Ama önce nergisleri görmeye gideriz değil mi?” dedi. “Yalnızca bir iki kilometre ötedeler. Merak etme anne, hem arabayı ben kullanırım. Sen yorulmazsın!”

Kısa zaman sonra yoğun sis içinde yolumuzu bulmaya çalışıyorduk. Issız ve sessiz yolda bir tane bile araba ile karşılaşmadan virajları dönmeye başladık. Yan gözle normal zamanda aklı başında ve mantıklı bir kzı olan Carolyn’a bakıyordum. Bu tehlikeli maceraya nasıl atıldığını anlayamıyordum.

“Carolyn lütfen dönelim artık, görmüyor musun yol hem ıslak ve hem de tehlikeli!” diye sertçe konuştum.

Carolyn, “Tamam anne merak etme, eğer bunu kaçırırsan çok üzüleceksin biliyor musun?”

Takriben yirmi dakika sonra dar bir çakıl yola saptık ve küçük bir kilise gördük. Kilisenin bahçesinin köşesinde bir levhada “Nergis Bahçesi” diye yazıyordu. Durduk ve arabadan indik. İkimiz de birer çocuğun elini tutarak yürümeye başladık. Dar yolda ilerleyen Carolyn’i takip ediyordum. Sonra bir köşeyi döndük ve ben gördüğüm manzara karşısında kalakaldım. Şaşkınlıktan nefesim kesilmişti. Önümde muhteşem bir manzara uzanıyordu.

Page 187: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

187

Sanki birisi eline içi sıvı altın dolu birçok fıçı almış ve dağın tepesinden aşağıya dökmüş ve dağın yamacını sarıya boyamış gibiydi. Çiçekler görkemli ve muhteşem bir şekilde girdap şeklinde bir resim oluştururcasına dikilmişlerdi. Koyu portakal renginden, kreme yakın beyaz rengine, limon sarısından somon rengine, safran sarısından tereyağı sarısına kadar muhteşem bir görüntü ile karşı karşıyaydım. Her değişik renkli çiçekler büyük kümeler halinde ekilmişti. Öyle ki her bir küme kendi renginde girdap gibi dönerek akan bir nehire benziyordu. Beş hektar büyüklüğünde büyük bir alan çiçeklerle dolu idi!

Carolyn’e, “Bunu kim yaptı?” diye sordum. Carolyn, “Yalnızca tek bir bayan yaptı. Bu kadın bu arazide yaşıyor ve burası onun evi” diye cevap verdi. Bütün bu güzelliğin ortasında ince ve narin küçük bir evi gösteriyordu. Biz de o eve doğru yürüdük.

Evin verandasında bir poster asılı olduğunu gördük. Posterde şöyle yazıyordu. “Sorduğunuzu Bildiğim Sorulara Cevaplar”

Cevaplar şöyle sıralanıyordu: Birinci cevap “50.000 çiçek soğanı” İkinci cevap “Her seferinde bir çiçek ve tek bir kadın tarafından, iki el, iki ayak ve bir beyin ile”

Üçüncü cevap şöyle idi, “1958 yılında başladı” Bu benim için yaşam değiştiren bir deneyim idi. Daha henüz hiç tanışmamış olduğum kadın kırk yıl önce başlayarak ve her seferinde bir çiçek soğanı ekerek güzellik ve mutluluk kavramlarına yeni bir boyut getirmişti. Her seferinde yalnızca bir çiçek ekerek yıllar süren bir çaba sonucunda bu bayan içinde yaşadığı dünyayı değiştirmişti. Her seferinde bir tane olmak üzere olağanüstü güzellikte ve görkemde bir başyapıt yaratmıştı. Büyük bir güzellik ve ilham kaynağı olarak görenleri şaşırtıyordu.

O gün o nergis bahçesi bana kutlama yapmanın en büyük prensibini öğretmişti. Bu da hedefe doğru yürümek ve her seferinde bir adım atmak idi. Bu tek adım bile bazen bebek adımı olabiliyordu. Yaptığın işi sevmeyi öğrenmek ve tabii zamanın bir araya toplanmasını kullanmayı öğrenmek” Biz o küçük gayretlerimizi zamanın küçük bölümleri ile çarpacak olursak muhteşem işler başarabiliriz ve hatta dünyayı bile değiştirebiliriz.

Carolyn’e şöyle dedim, “İtiraf etmek gerekirse bu gördüklerim beni bir anlamda çok üzdü. Çünkü otuz-otuzbeş yıl önce ben de ufak adımlarla böyle bir işe başlamış olsaydım kimbilir neler başarmış olurdum?”

Kızım bana günün mesajını kendi tarzında kısa ve öz olarak belirtti, “Bugün başlayabilirsin!” dedi.

Haklıydı! Dünün yetirilmiş saatlerini düşünüp üzülmenin hiçbir faydası yoktu. Bir kutlama öğrenmenin yolu pişmanlıkları dile getirmek ve geçmiş zaman üzülmek yerine şu soruyu sormakla başlıyordu, “Ben bugün nasıl bir faydalı iş yapabilirim? Nasıl bir uygulama yapabilirim?”

Sizler de “Nergis Bahçesi Prensibini” kullanın ve beklemekten vaz geçin…

Page 188: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

188

Arabanızın taksidinin bitmesini beklemeyin…

Yeni bir ev almayı beklemeyin…

Evinizin odalarını düzenlemeyi beklemeyin…

Çalışma masanızın üzüerindeki dağınıklığı toplamayı ve masanızı tekrar organize etmeyi beklemeyin…

Kilo vermeyi beklemeyin…

Yaza kadar, bahara kadar, kış başlayana kadar, sonbahar başlayana kadar beklemeyin…

Mutlu olabilmek için şu andan daha iyi bir zaman yoktur. Mutluluk varılacak bir hedef değildir, mutluluk bir yolculuktur!

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Geçmiş geçmişte kalmıştır, gelecek henüz belli değildir. Şu an yani şimdiki zaman “omnipresent” dir, yani her yerde ve her zaman hazır ve nazır olandır. Şimdiki zaman geçmişteki davranışlarımızın sonucu, geleceğin ise tohumudur. Şu anınızı iyi düşünceler geliştirerek ve asil/yüce davranışlarda bulunarak kutsallaştırın!”

102- 2009/193

SEVGİ UNUTMAKTIR

Bir ziyaret gününde Yatılı İlkokulunun bahçesinde oturup bekliyordum. Bütün okul bahçesi bir festival yeri gibi cıvıl cıvıldı. Bazı çocuklar anne babaları ile ve akrabaları ile buluştukları için çok sevinçlilerdi. Diğer bazıları ise hoplayıp zıplayarak bahçede çeşitli oyunlara dalmışlardı. Bazıları tahtıravellide sallanıyor, bazıları salıncaklarda sallanarak çığlıklar atıyor, bazıları da filin hortumu şeklindeki kaydıraktan kayarak bağırıyorlardı. Etraf

cıvıl cıvıldı. Bazı öğretmenlerin de ortalıkta dolaşarak çocuklara göz kulak olduklarını gözlemliyordum.

Birdenbire gözüme bir şey çarptı. Benden birkaç metre uzakta duran bir ikinci sınıf öğrencisi çocuk gözlerini ovalayarak hüngür hüngür ağlıyordu. Kendisinden biraz ileride olmakta olan bir olaya doğru bakıyor ve işaret ediyordu. Orada

Page 189: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

189

bir öğretmen birkaç çocuğu azarlıyor ve onlara bağırıyordu.

Daha büyük bir çocuk onun yanına gelerek kendisine, “Ne oldu, niye ağlıyorsun?” diye sordu.

Çocuk, “Öğretmen o çocukları azarlıyor ve onlara kızıyor” diye cevapladı.

Büyük çocuk soru sormaya devam etti, “Ne olmuş yani, öğretmen onlara bağırıyor sana değil! Sen niye ağlıyorsun ki?”

Küçük çocuk hıçkırıklar içinde yanıtladı, “Ama onlar benim sınıfımdan ve benim arkadaşlarım!”

Büyük sınıftan olan çocuk ne diyeceğini bilemedi. Biraz sonra ise sahne değişti. Öğretmen bahçede oynayan sevimli bir çocuğu kucağına aldı ve omzuna çıkardı. O ana kadar ağlamakta olan ikinci sınıf öğrencisi birden gülmeye ve sevinçten havalara sıçramaya başladı.

Yanındaki diğer büyük çocuk iyice şaşırmıştı, “Şimdi ne oldu? Neden şimdi sevinip böyle havalara zıplıyorsun?”

Küçük çocuk, “Görmüyor musun, öğretmenim arkadaşımı seviyor ve onu omzunda taşıyor!” şeklinde cevapladı ve birkaç kez zıpladıktan sonra koşarak oradan uzaklaştı.

Benim nutkum tutulmuştu, aptala dönmüş ne diyeceğimi bilemiyor vaziyetteydim! Başkalarının gözyaşları ile ve gülümsemesi ile kendisini böyle özdeşleştiren birisini daha önce görmemiştim. Bir müddet önce birisi Sevgi’nin unutmak olduğunu söylemişti. Gözlerimin önümde unutmanın nasıl bir şey olduğuna dair çok güzel bir örnek yaşanmıştı. İnsanın kendisini unutması, başkalarından ayrı olduğu düşüncesini unutması ve kendisini başkaları ile özdeşleştirerek sevgiyi deneyimlemesi bu olmalıydı. Bu küçük çocuk kendisini arkadaşlarının akıttığı

gözyaşlarını öyle bir şekilde içinden hissetmiş ve kendisini onlarla bir tutmuştu ki azarlanan çocuğun ve sonra da sevilip öpülen çocuğun kendisi olmadığını ‘unutmuştu’. Her iki deneyimi de içinden paylaşmıştı. İşte bu kendi benliğini ve bencilliğini yok etmenin ve ‘ego’ yu öldürmenin çok güzel bir tezahürü ve örneği idi.

Bilge bir insan şöyle demiştir,

“Sevgi bencilsizliktir/bencil olmamaktır ve bencillik ise sevgisizliktir” “Hakiki sevgi size sevgili

Page 190: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

190

olanlarla birlikte yaşamak ve onlarla yaşarken kendinizi unutmaktır. Bir nehir sıçrayarak denize karıştığı zaman kendi benliğini unutur ve denizin kimliğine kavuşur.”

Bana verilecek dersler bitmemişti. Yine başka bir gün büyük bir Toplantı Salonunda yerde oturuyordum. Uzun süre oturarak konuşmaları dinlemek durumunda idik. Konuşmalar ve tartışmalar süre giderken birden gözüme bir sahne ilişti. Bir adam üç yaşlarında bir kız çocuğu ile birlikte benim yanımda oturuyordu. Kız çok tatlı bir kızdı ve çok güzel gamzeli bir gülüşü vardı. Babası bir süre sonra kızı kucağında taşımaktan yoruldu ve kızın kendisinin yanında yerdeki minderin üzerinde oturmasını istedi. Fakat çocuk yerde oturmak istemiyordu. Bir eli babasının boynunda olmak üzere babasının kucağında oturmayı sürdürdü. Duvarlardaki resimlere bakıyor ve etrafı dikkatlice gözden geçiriyordu. Arada babasına da bir şeyler soruyordu.

Bütün toplantı boyunca kız kararlı bir şekilde babasının kucağında oturdu. İnatçı bir şekilde babasının boynuna sarılmaya devam ediyordu. Bu sahne benim çok hoşuma gitmişti. Gözlerimi o kız çocuğundan alamıyordum. Birkaç dakika sonra herhalde resimlere bakmaktan sıkıldı ve bu sefer iki kolu ile babasının boynuna sarıldı ve yüzünü de onun omuzlarına gömerek sakladı.

O sırada beynimde şimşek gibi bir düşünce çaktı. Daha önce almış olduğum dersin devamı bana öğretiliyordu. Ben de keşke Yüce Yaratıcı’ya bu şekilde sımsıkı sarılabilseydim. Büyük bir bilge öğrencilerine şöyle tavsiyede bulunuyordu, “İkiliksizlik gözlüğünü taktıktan sonra nereye giderseniz gidin emniyette olacaksınız.” Bu şu demektir, “Eğer insan kendisini ikilikten kurtaracak bilgiyi edinebilirse o zaman bu dünya onun üzerinde etki edemeyecek ve onu sıkıntıya sokamayacaktır. Ona gücü yetmeyecektir.”

Ben de dünyanın beni cezbeden taraflarından kendimi kurtararak aynı bu şekilde ’Babamın’ kucağında oturabilirsem tamamen emniyette olacağımı anlamıştım.

Bu dünyada ilginç bularak birçok resme bakabilirdim, fakat bir elim sıkıca babamın boynunda dolanmış vaziyette olmalı idi. Onun bana anlattıklarını can kulağı ile dinlemeli ve bir yerden sonra da iki elimle birlikte ona tamamen sarılmalı ve dikkatimi dünyadan kaçırarak kendimi onun içinde bir yerlerde saklamalı idim..O zaman benim tüm varlığım Babamın içinde merkezlenmiş olacak idi. “O”, bu dünyadaki bütün renklerden ve şekillerden daha gerçek ve daha güzel idi.

Tabi söylemeye gerek yok, çok duygulanmıştım ve gözyaşlarımı tutamıyordum.

Bana verilen tam bir teslimiyet dersi idi. Sevgi teslim olmak idi ve teslim olmak da sevginin ta kendisi idi. İnanç alanında ve tam korunma için insanın ne dünyayı suçlaması ne de ona çok bağlanması gerekir. Bir bilge bize “Dünyayı gölgelerden oluşan şekiller gibi düşünün, çünkü Tanrı güneş gibidir” demişti. Gerçekten de Tanrı canlı ve cansız bütün varlıkları aydınlatan güneş gibidir. Ve biz O’nu her bir insanın ve canlı varlığın içinde görmeye başladığımızda O’nun bencil olmayan, hiçbir koşula bağlı olmayan ve tüm hatalarımızı unutan Sevgisini tüm sıcaklığı ile hissedebiliriz. Bu sevgi hiçbir ödüle bağlı değildir, çünkü o Sevgi’nin kendisi en büyük ödüldür.”

B. K. Misra

Page 191: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

191

103- 2009/195

TANINMAYAN KAHRAMAN

Üniversitede 2004 yılında lisans eğitimimi tamamladıktan sonra Matematik ve Bilgisayar Bilimi dallarında master yapmaya karar vermiştim.

Master programımın ikinci yılında Dashrath Manjhi isminde bir adamla tanışmak şansına eriştim. Bu alçakgönüllü adam 22 yıldan beri yaptığı fedakârlık, cömertlik ve iyilik davranışları sebebi ile benim hayranlığımı kazanmıştı. Dashrath yevmiye ile çalışan bir günlük işçi idi ve yaptığı ile gurur duyuyordu. Kendisi Bihar eyaletinin Gahlar adındaki küçük bir köyünden geliyordu. Köye en yakın hastane 80 kilometre uzakta idi. Köyde su ve kanalizasyon sistemi yoktu. Köydeki okula okul demeye bin şahit isterdi. Başka bir deyişle bu köyde doğmuş olan bir çocuğun işi çok zordu.

Sağlık problemi olan hastalar bir doktora görünebilmek ve bir tablet ilaç alabilmek uğruna 80 kilometrelik çamurlu yoldan yürümek zorunda kalıyorlardı. Birçok kişi giderken hastane yolunda ölmüşlerdi. En yakın şehre yüksek bir tepeden geçerek giden bir de kestirme yol vardı, ama bu yol katetmesi çok zor bir yol idi. Bu yüzden de zaten pek işe yaramıyordu ve fazla kullananı yoktu. Dashrath’ın ailesi de tüm bu zorluklardan nasibini alıyordu. Yolun taşlı ve kaba olması yüzünden birçok insan tepeden geçerken düşüp kendilerini yaralamışlar ve sakatlanmışlardı.

Bir gün Dahrath’ın eşi Dashrath’a öğle yemeğini götürürken yolda düşmüş ve fena halde yaralanmıştı. Bunun üzerine Dashrath’ın aklına bir fikir geldi. Köy halkının tepeden geçmesini kolaylaştıracak bir geçit yapmaya karar verdi. Tabii köy halkı Dashrath’ın aklını yitirdiğini ve delirdiğini düşünmeye başladılar. Bir tepeyi yararak tünel şeklinde bir yol yapmayı nasıl düşünebilirdi? Bu ancak tatlı bir hayal olabilirdi. Yeni düşüncelere her zaman yer vardı, ama bu düşünce saçmasapan bir düşünce idi. İnsanlar ona güldüler ve kafayı oynattığını düşünmeye başladılar.

Ancak Dashrath kendisine söylenenlerden hiç etkilenmemişti. Dağda geçit açabilmek için kayaları kesmeye ve kırmaya başladı. Çocukları onu deli diye çağırmaya başladılar ve onu terk ettiler. Herkesin onu aynı isimle çağırması üzerine isim tuttu ve deli ismi onun lakabı haline geldi. Herkes artık onu deli lakabı ile çağırıyordu. Yaşamını kazanmak ve günlük yevmiyesini çıkarmak üzere birkaç işe gidiyor ama sonra hemen dağdaki görevinin başına dönüyordu. Bu meydan okumayı kazanmak için her gün kendisini bu fedakârlık işine veriyordu. Bu hayali kurduğu ve gerçekleştirmek için çalışmaya başladığı zaman yıl 1984 idi.

Page 192: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

192

22 uzun yıl geçti, ama o hayalinden vazgeçmedi. 8,5 metre çapında ve 1 kilometre uzunluğunda bir tünel kazdı. İçinden kamyonlar bile geçerek şehirden Dashrath’ın köyüne gidebiliyorlardı. Köy bir yaşam kaynağına kavuşmuştu. Köydeki insanlar en yakın hastaneye artık 10 dakika içinde ulaşabiliyorlardı.

Yol önünde uzanırken Dashrath’ın gözleri gururla parlıyordu. Bütün köy onun bu hizmetinden faydalandığı için kalbi büyük bir huzur içindeydi. Ünlü padişah Şah Jahan sevgili eşi için Taj Mahal’i 22 yılda inşa ettirmemiş miydi? Ancak tabi arada bir fark vardı. Şah Jahan’ın 20.000 kişilik bir işçi ordusu varken Dashrath'ın yalnızca bir tek keskisi ve çekici vardı. İşte insan ruhunun ve azminin gücü bu kadar kuvvetlidir. Bilindiği gibi söylemek yapmaktan çok çok daha kolaydır, ama işte Dashrath yaptı ve becerdi.

Ülkenin Cumhurbaşkanı Abdul Kalam, Dashrath'’ı yaptığı bu bencilsiz çalışma ve fedakârlık nedeni ile Padmashree ödülüne layık buldu. Hükümet Dashrath’a bir arazi ve bir ev tahsis ederek verdi. Ancak o bu araziyi kabul etmeyerek hükümetten kendisine ayrılan bu arazide köy halkı için bir hastane yaptırmasını istedi. Gözlerimizin önünde hayal edemeyeceğiniz bir bencilsizlik(kendini düşünmeme) örneği yaşanıyordu.

Arkadaşlarım ve ben bu büyük davranıştan çok etkilenmiştik. Merakımızı yenemeyerek ona bazı sorular yönelttik.

Soru: Sizin eğitim seviyeniz nedir acaba?

Cevap: Neden bir eğitim seviyesine ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorsunuz ki? Eğitimli insanlar yalnızca dört şey bilirler, ka, kha, gha ve ma.

ka: kaam karna, yani yaşamını idame ettirebilmek için bir iş

kha: khana, yani yemek yemek

gha: ghar banana, yani bir ev sahibi olmak

ma: marna, yani ölmek

Büyük bir bilgelikle konuşuyordu, şöyle dedi, “Eğitimli insanlar hep kendilerini düşünürler ve bencil sebeplerle hep kendileri için çalışırlar. Onlar büyük binalar inşa ederler, ama maalesef küçük kalpleri vardır. Modern eğitim sistemi insanı gittikçe artan bir oranda bencil olarak yetiştirmektedir.

Hepimizin bu noktada durup birkaç dakika da olsa kendi duygu ve düşüncelerimizi incelememiz, yani murakebe yapmamız gerekmektedir. Eğer vasıfsız bir işçi bile kendi köyü uğruna böyle büyük bir iş başarabiliyorsa bizim de yapabileceğimiz bir şey yok mudur? Belki küçük ama önemi ve anlamı olan bir şey?

Page 193: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

193

Yaşamımızı şu dört kelime etrafında tanımlayıp tanımlamamak bizim seçimimizdir, ka, kha, gha ve ma.

Dashrath Manjhi artık yaşamıyor, ancak onun mesajı ruhlarımızın tam ortasında yerini aldı bile! Bu yazı onun vefatından önce yaşadığı bu anlamlı hayat için onu onurlandırmak amacı ile yazılmıştır.

~ Mr. Sandip Pradhan Software Engineer in Dun & BradStreet TUADC, Chennai

104- 2009/198

ANNE BABAMIZI SEVMEK

Uçaktaki klimanın üflediği soğuk hava Surya için biraz fazla soğuktu. Fakat işte eve varmaya da şunun şurasında birkaç saat kalmıştı. Bu kadar uzun yıldan beri görmediği arkadaşları ile buluşmayı dört gözle bekliyordu. Daha şimdiden o gece için bir geceyarısı partisi düzenlenmişti. Sekreteri şehirdeki en iyi oteli arayıp gerekli ayarlamalar yaptırmıştı. Masalar çiçeklerle donatılacak, en iyi, en güzel yiyecekler getirtilecekti.

Ne de olsa Surya hayatında hiçbir zaman orta, vasat, kalitesiz bir şeye imza atmamıştı. O çok başarılı bir yatırım uzmanı bankacıydı ve yurtdışında ülkenin en iyi bankalarından birinde çalışıyordu. Yurtdışında neredeyse bütün arkadaşlarının kazandıklarının toplamından daha fazla kazanıyordu. Mükemmel ve gıpta edilebilecek bir hayatı vardı.

Evde ise annesi Gowri sevincinden yerinde duramıyordu. Üç uzun yıldan bu yana oğlu ilk kez eve geliyordu. Eve gelip ziyarette bulunacağını telefonda söyledikten sonra geceler boyu uyku uyuyamamıştı. Oğluna en sevdiği yemekleri hazırlamıştı.

Her şey onun istediği gibi hazırlanmıştı. Ev temizlenmiş, bahçe bakımı yapılmış ve hatta köpekler bile yıkanarak iyice temizlenmişti. Oğluna anlatacağı o kadar çok şey vardı ki! Kocası vefat ettikten sonra yalnız kalmıştı. Fakat şimdi oğlu onunla kalmaya geliyordu. Bir hafta kalacağına söz vermişti. O kadar heyecanlıydı ki!

Kapı zili çaldığında kapıya doğru koştu. Uzun boylu yakışıklı oğlu yüzünde bir gülücükle karşısında duruyordu. “Merhaba anne! Nasılsın?” diye Surya gülerek seslendi.

Page 194: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

194

Ancak konuşmaları biraz ilerleyince Gowri’nin kalbini büyük bir hüzün kapladı. “Senin buna üzüleceğini biliyordum, anne. Bu yüzden sana daha önce söylemedim. Ben iki gün sonra gitmek zorundayım. Ama altı ay sonra bir daha gelmeye çalışacağım. Merak etme her hafta seni aramaya çalışacağım” diye Surya annesinin gönlünü almaya çalıştı. Fakat Gowri gözyaşlarına hâkim olamıyordu. “Bu kadar yolu arkadaşlarını görmek için mi geldin? Beni yine yalnız mı bırakıyorsun?” diyerek ağladı ve oğluna sitem etti. Sonra da yukarıya kendi odasına çekildi. Fakat Surya etkilenmemişti. Üstelik acelesi vardı. Akşam yemeği için arkadaşları ile buluşacaktı. Acele ile eşyalarını toparladı, bir duş aldı ve arkadaşları ile buluşmak üzere dışarıya çıktı.

Gowri bundan önce de çok kereler yalnız kalmıştı, buna alışıktı. Ama bu sefer üstüne kalbi kırılmış, hayal kırıklığına uğramıştı. Sevgili oğlu için özenle hazırladığı yemekleri komşulara dağıttı. Artık aç değildi. Köpekleri Ramu ve Moti bile bugün ilginç bir şekilde sessizlerdi. “Belki de bu köpekler beni kendi oğlumdan daha iyi anlıyorlar” diye mırıldandı ve içeriye girdi.

Surya ise otele doğru giderken kendi kendine annesinin meseleyi neden bu kadar büyüttüğünü anlamadığını düşünüyordu. Zaten uzun yolculuktan ötürü yorgundu ve yıllardan beri de arkadaşlarını görmemişti. İşten bir süre ayrı kalarak küçük bir tatili hak etmemiş miydi? Neyse annesi ile ertesi sabah konuşup gönlünü almaya çalışırdı. Arkadaşları ile beraber güzel saatler geçirmeye hazırlanıyordu. “Belki de ona biraz sert davrandım!” diye düşündü. Annesini teselli edebilmek için ona bir buket çiçek göndermeye karar verdi. Çiçekçiye girdi ve siparişi verdi. Çiçekçi tam buketi hazırlamaya başlamıştı ki içeriye başka bir adam girdi ve ona şöyle seslendi, “Sevgili arkadaşım, benim çok acelem var, eğer izin verirsen acaba ben çiçeğimi senden önce alabilir miyim? Sıranı bana verir misin? Annem bekliyor da!” Surya sırasını verdi ama meraklanmıştı. “Kusura bakma arkadaşım ama sormadan edemedim. Acaba önemli olay nedir? Bugün annenizin doğum günü mü?”

Adam şöyle yanıtladı, “Hayır arkadaşım, bugün annemin aramızdan ayrılışının yıldönümü. Bugün kalplerimizde derin bir iz bırakarak aramızdan ayrılmıştı. Çiçeği ona götürmek üzere alıyorum.”

Surya’nın nutku tutulmuştu. Ağzını açıp bir şey söyleyemiyordu.

Karşısında artık ölmüş olan annesine çiçek yetiştirmeye çalışan bir adam vardı. Kendisi ise hayatta olan annesini yalnız bırakıp gidiyordu.

Surya düşüncelere dalmış vaziyette çiçeği alıp annesine geri gitmeye hazırlanıyordu ki, sırasını verdiği adamın sesi ile kendine geldi. “Teşekkür ederim kardeşim. Sana şükranlarımı sunuyorum. Sağol!”

Adamın annesine olan bağlılığı ve sevgisi Surya’nın kalbinde bir şeyleri harekete geçirmişti. Bu olayın kendisine bir ders verebilmek için başına geldiğini anlamıştı.

Daha fazla zaman kaybetmeden buket çiçeği alarak doğruca annesinin yanına gitti. O anne ki onun sevgisi kendisine zor zamanlarda daima destek olmuştu, o anne ki

Page 195: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

195

kendisinin bencilliği ile karşılaştığı zaman ona sadece sevgisini göndermişti, o anne ki uzun yıllar boyunca tek oğlunun kendisine geri döneceği günü beklemişti! Herhalde nasıl muhteşem bir geri dönüş olduğunu ve annesinin onu nasıl karşıladığını tahmin edersiniz!

“Bilge insanlar bize daima anne sevgisinin ve anneye saygı duymanın öneminden bahsederler. Bize hayat veren ve biz çocukken bizim her türlü ihtiyacımız ile kendisini hiç düşünmeden ilgilenen annemize her zaman ve her koşulda saygı göstermeliyiz. Onu el üstünde tutmalıyız. Çünkü onların bize karşı olan sonsuz sevgilerine karşı bizim onlara verebileceğimiz en güzel şey, bizim de onları aynı şekilde sevmemiz ve o sevgiyi onlara geri vermemizdir.”

105- 2009/199

ANASTASIAS – MÜTHİŞ ÖĞRETMEN

Anastasias 8.yüzyılda Mısır’da bir Hristiyan manastırında üst düzey yönetici bir keşiş idi. Anastasias zamanında çok iyi tanınan ve manevi yolda öğretmenlik yapan bir rahip idi. O kadar iyi değerlere sahipti ki ismi bugüne kadar bilinegelmiştir. Onun yönetimi altında manastır manevi bilgilerin öğretildiği dini bir merkez haline gelmişti. Büyük bir kitap koleksiyonu ve kütüphanesi vardı. Bu kitapların arasında bir tane hiçbir yerde bulunamayacak çok değerli bir kitap vardı. Bu kitap ayrıca çok da pahalı bir kaitap idi.

Bir gün kütüphaneyi ziyaret eden bir rahip bu değerli kitaba rast geldi. Davranışlarından çok kıyafeti ile kutsal bir kişi görünümünde idi. Rahip olurken maddi zenginliklere kapılmayacağına dair verdiği söze rağmen kitabı çantasına yerleştirerek manastırı sessizce terk etti. Hırsızlık aynı gün ilerleyen saatlerde fark edildi. Suçlunun kim olduğunu tahmin etmeleri çok uzun sürmedi, çünkü o gün o rahipten başka girip çıkan yabancı ziyaretçi olmamıştı. Fakat yaşlı ve bilge Anastasias o rahibin peşinden birisinin gönderilmesini istemedi. Hâlbuki yanındaki öğrenciler gidip o rahibi bulmaya çok istekli idiler. Anastasias öğrencilerine bu durumu şöyle izah etti ve anlattı.

“Sevgili çocuklar, eğer gidip o rahibi yakalarsanız ve onu suçunu itiraf etmeye zorlarsanız, o suçunu kabul etmeyecek ve yalanlar uydurmaya başlayacaktır. Bu durumda da daha öncekinden bile daha kötü bir duruma düşecektir. Hırsızlık günahının yanında bir de yalan söyleme günahı eklenecektir. Bu yüzden bence bu olayı Tanrı’nın İradesine bırakın! Ben eminim ki O’nun melekleri o rahibe doğru yolu göstereceklerdir ve kitabın başına kötü bir şey gelmesini engelleyeceklerdir.”

Anastasias çok akıllı ve sağduyulu bir insandı ve bu öngörüsünün nasıl doğru çıktığı gerçekten çok enteresan bir olaydı.

Page 196: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

196

Anastasias öğrencilerine bu konuşmayı yaparken kitabı çalan rahip yakınlardaki bir şehirde pazara giderek kitabı satmaya çalışıyordu. Alıcı olarak da kendisine zengin bir tüccar bulmuştu. Tüccar kitabın değerini ölçtürebilmesi için rahibin kitabı bir günlüğüne kendisine bırakmasını söylemişti.

Rahip kitabı bırakıp gidince zengin tüccar hemen manastıra koşarak kitabı göstermeye gitti. Anastasias kitabı görür görmez tanıdı, fakat bir şey söylemeden sessiz kaldı.

Tüccar ona ”Bir rahip bu kitabı bana satmak istiyor. Bu kitap için bir İngiliz altını istiyor. Siz kitapları iyi bilirsiniz. Bu kitap onun istediği kadar eder mi?”

Anastasias sakince şöyle cevapladı, “Bu kitap bir İngiliz altınından çok daha fazla eder. Çok daha pahalı ve değerli bir kitaptır.” Tüccar çok mutlu olmuştu.

Tüccar şehre geri döndü. Kitabın yakında kendisinin olacağına seviniyordu, çünkü Keşiş Anastasias’ın kendisi bu kitaba değer biçmişti. Ertesi gün kitabı çalan rahip geldiğinde kitabı satın alacağını ona söyledi ve parayı vermeye hazırlandı. Kitabı çok önemli bir bilirkişiye gösterdiğini de ekledi.

Kitabı çalan rahip çok sevinmişti. “Kitabı kime gösterdiniz?” diye sordu. Tüccar hemen yanıtladı, “Manastırdaki başrahip Anastasias’a gösterdim”

Rahip bunu duyunca bembeyaz kesildi, “Peki ne dedi?” diye sordu.

Tüccar, “Bu kitabın bir İngiliz altını değerinde olduğunu söyledi” diye yanıtladı.

“Peki, başka bir şey söyledi mi?”

“Hayır, başka bir şey demedi.”

Kitabı çalan rahip şoktaydı. Kendisini çok kötü hissediyordu. Etrafına bakarak bunun bir tuzak olup olmadığını anlamaya çalıştı. Acaba kendisini yakalamaya mı gelmişlerdi? Fakat etrafta hiç kimse yoktu. Başrahibin kitabın çalınmış olduğunu tüccara söylemediğini ve kitabı geri almak için de hiçbir şey yapmamış olduğunu anladı. Bütün bunları da kitabı çalan kişinin, yani kendisinin başının belaya girmemesi için yaptığını da kavradı. İyice afallamış, tam anlamı ile sersemlemişti. Bugüne kadar hiç kimse ona böyle bir sevgi gösterisinde bulunmamış, bugüne kadar hiç kimse ona böyle asil bir şekilde davranmamıştı.

Kekelemeye başladı, “Efendim, ben fikrimi değiştirdim. Kitabı satmak istemiyorum” dedi. Değerli kitabı şaşkın tüccarın elinden aldı.

Tüccar hemen bırakmaya niyetli değildi, “Sana iki altın veririm” diye teklif etti. “Sonra da teklifini üçe çıkardı. Israrını sürdürüyordu.

Fakat artık rahip iç dünyasında başka bir yerdeydi. İçinden gelen sese kulak veriyor, dışarıdan gelen hiçbir sesi duymuyordu. Kitabı alarak yürüyüp gitti. Bu olayın kendisine büyük bir ders verebilmek amacı ile Tanrı tarafından hazırlandığını hissediyordu. Anastasias’ın bu olayda bir enstrüman olarak rol aldığını fark etti. Şimdi bu

Page 197: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

197

kutsal adama giderek ondan af dilemesi ve onun merhametine sığınması gerekiyordu. Kendisine verilecek her türlü cezaya ve hatta meslekten atılmaya bile razıydı.

Doğrudan manastıra gitti ve kitabı başrahibin ellerine teslim etti. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu.

Anastasias ona “Kitap sende kalsın” dedi, “Ben senin kitabı ödünç aldığını duyduğumda zaten o kitabı sana vermeye karar vermiştim.”

Rahip yalvarmaya başlamıştı. Kekeleyerek konuştu, “Lütfen bu kitabı geri alın! Beni bu manastıra kabul ederseniz ben sizden bu Tanrısal Bilgeliği öğrenmek istiyorum.”

Anastasias onun isteğini kabul etti. Artık bambaşka bir insan olmuş olan rahip uzun yıllar boyunca manastırda kaldı. Aziz Anastasias’ın izinden giderek yaşamını şekillendirdi. Anastasias o kitabı da diğer başka kitapları da hiç önemsemiyordu. Onun zenginiği kendisinin bakımı ve koruması altındaki öğrencileri idi. Özellikle de yaşam şeklini ve kalbini dönüştürerek kendisini İlahi yola adayan eski savurgan öğrencisine çok değer veriyordu. Ve bu sayede de o pahalı kitabı kütüphanede eski yerinde tutmaya karar verdi. Kimbilir belki bir başkası da…..?

106- 2009/200

SEVGİ KURALI

Haşmetli kral büyük bir savaştan zaferle ayrılmış memleketine doğru geri yolculuğuna başlamıştı. Komşu krallığı mağlup etmiş, onların prensini de tutsak olarak ele geçirmişti.

Ordu dönüş yolunda çok sık ağaçlarla kaplı bir ormandan geçiyordu. Akşam olmak üzere olduğu için geceyi geçirmek üzere durdular ve askerler kamp yapmak üzere hazırlık yapmaya başladılar.

Ormanın içinde yakınlarda bir yerde bir inziva yeri vardı. İçinde çok ünlü bir bilge/aziz ve öğrencileri yaşıyorlardı. Kral, kutsal kişiye saygılarını sunmak üzere bakanını ve bazı askerleri azize gönderdi ve bir buluşma ayarlamalarını söyledi.

“Büyük kral, sayın haşmetbapları bilge ile görüşmek için buraya gelmek istiyor” diye haber götürdüler. Ancak bilgenin öğrencileri onlara, “Hocamız artık istirahata çekildi” dediler ve ertesi gün gelmelerini söylediler.

Ertesi sabah kral kraliyet tahtıravanı ve her türlü donatılarla beraber yanında bakanları ve hizmetçileri olduğu halde inziva yerine geldi. Bilge bir ağacın altında oturuyordu. Etrafındaki kuşlara darı tohumları serpiyordu. Çevresinde çok çeşitli cinsden yüzlerce kuş vardı ve her yer cıvıldama ve şakıma sesleri ile dolu idi.

Page 198: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

198

Kral bütün dikkatini kuşlara vermiş olan azize doğru yürüdü ve “Selamlar ederim sayın hocam!” dedi. Ama hiç cevap alamadı. Bunun üzerine kral sesini yükseltti. “Selamlar dedim!” Yine cevap yoktu. “Hoca efendi ben size selam verdim” diye kral yüksek sesle ve öfkeyle bağırmaya başladı. Bunun üzerine bilge krala doğru dönerek, “Sus bağırma, şimdi kuşları korkutacaksın!” dedi.

Bu sözler kralı daha da kızdırmıştı. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye yüksek sesle kükredi. Bilge sakin bir sesle, “Evet biliyorum tabi” dedi. “Sen güç elde etmek uğruna başkalarını öldüren kişisin. Sen gücün yalnızca geçici bir şey olduğunu bilmeyecek kadar cahil bir kişisin. Zaten senin o güç elde etme hırsın da senin yakında sonunu getirecek ve öleceksin”

Artık kralın sabrı taşmıştı, “Senin bu saygısızlığın sınırı aştı, şimdi seni buracıkta öldüreceğim” dedi ve kılıcını çekerek bilgeyi öldürmek üzere havaya kaldırdı. Tam o sırada yüzlerce kuş birden

havaya uçarak krala dört bir taraftan saldırmaya başladılar. Kanatlarını şiddetle çarparak kralın yüzüne vuruyorlar ve gagaları ile kollarına, bacaklarına ve vücüduna saldırarak gagalıyorlardı. Çaresiz kalan kral kollarını havaya kaldırarak sağa sola sallamaya başladı. Biraz önceki sakin kuşlar şimdi birer yırtıcı ve vahşi bir hayvan halini almışlardı. Hiçbir şeyden korkmuyorlardı. Ne yaparsa yapsın kuşlar onun peşini bırakmıyorlardı.

En sonunda bilge seslendi, “Bırakın onu. Buraya gelin bakalım, sevgili kuşlar!” Birden kuşlar kralın peşini bırakarak sakinleştiler ve uysal bir şekilde bilgenin ayakları dibine yere kondular. Bilge sonra ciddi ve ağır bir şekilde, otorite ve büyük bilgelik kokan bir şekilde konuştu, “Benim bu kuşlara verdiğim tek şey sevgi idi. Ey kral! Sevginin bu büyük gücünün farkına varmaya çalış. Sen bunun tam tersine sen güç peşinde koşuyorsun. Güç sahibi olmak arzusu senin gözlerini kör etmiş ve seni bir katil seviyesine kadar düşürmüş” “Senin kendi yaptığın yanlışların sonucu olarak bu kuşlar bana olan sevgileri yüzünden seni öldürebilirlerdi bile! Ben de bir anlamda onların kralı sayılırım, ama benim onlara tek verdiğim şey sevgidir ve sevgi bu dünyada sahip olunabilecek en büyük güçtür”

Bu hikâyenin anafikrini doğrularcasına bilge insanlar bizlere sayısız kez aynı şeyi söyleyegelmişlerdir,

“Tüm yaşamınızı bir Sevgi Destanı haline getiriniz! İşte o zaman mutlu olabilmeniz için size gerekli her şeye ama her şeye sahip olacaksınız. Hem servet ve hem de makam sahibi olacaksınız, çünkü Sevgi her şeyi ve herkesi fetheder!”

Bu bahsedilen sevgi nedir? Bu da şöyle izah edilmiştir,

“Her türlü canlı varlığa karşı saf, bencilsiz ve kendini düşünmeyen sevgi duymak, onları İlahi Varlığın birer somutlaşmışı olarak görmek ve bunun karşılığında da hiçbir karşılık, hiçbir ödül, hiçbir meyva beklememek; işte bu gerçek sevgidir. Siz Tanrı’yı ne kadar çok severseniz, mutluluk da aynı oranda size koşarak gelecektir.”

İnsani Değerler Eğitimi Hikâyelerinden adapte edilmiştir. Nisan 2009

Page 199: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

199

107- 2009/203

BIRAKIN “O” KARAR VERSİN

Küçük bir çocuk annesi ile birlikte bakkala gitmişti. Yaşlı bakkal sevimli küçük çocuğa baktı ve içinde en güzel şekerlerin bulunduğu kavanozu eline alarak ona doğru uzattı. Arkadaşça bir sesle “Küçük surat, bu kavanozun içine elini sokup avucunu doldurabildiğin kadar şeker alabilirsin” dedi.

Fakat çocuk hiç şeker almadı. Yalnızca yüzünde hüzünlü bir ifade ile bakkala doğru bakmaya başladı. Bakkal şaşırmıştı. Küçük bir çocuğun niye şeker almadığını anlayamıyordu. Tekrar onu ikna etmeye çalıştı. “İstediğin kadar şeker alabilirsin sevgili oğlum!” dedi.

O sırada annesi de karışarak çocuğu ikna etmeye çalıştı, “Hadi oğlum, amca sana şeker ikram ediyor, birkaç tane alsana!” Fakat çocuk yine de uzanıp bir tane bile şeker almadı.

Dükkân sahibi çocuğun utangaç olduğunu düşündü. Kendisi kavanozoun içinden bir avuç şeker alıp çocuğun ellerine koydu. Çocuğun yüzü gülmeye başladı. Çok mutlu olmuştu, “Çok teşekkür ederim efendim!” diye cevap verdi.

Eve dönmek üzere yola çıktıklarında annesi oğluna sordu, “Neden dükkânda beyefendinin sana ikram ettiği şekerleri almak istemedin? Bu kadar utangaç olmana hiç gerek yok!”

Çocuğun nasıl bir cevap verdiğini tahmin bile edemezsiniz.

“Anneciğim ben şekerleri almaya utanmadım. Görmüyor musun, benim ellerim küçücük. Eğer ben kavanozun içinden şeker almaya çalışsa idim sadece birkaç tane alabilecektim. Fakat bakkal amca bana iki koca eli ile kocaman bir miktar şeker verdi. Şimdi benim çok daha fazla şekerim oldu.”

Dünyadan bir şey istediğimiz zaman zihnimizle, kendi arzularımızla, kendi beklentilerimiz ve kendi hayallerimiz ile sınırlanırız. Fakat Tanrı’ya dua ederek ihtiyaçlarımızın ve arzularımızın “O”nun istediği şekilde karşılanmasını talep ettiğimiz zaman “O” bizim neye ihtiyacımız olduğunu en iyi bilen olduğu için bizim ihtiyacımız olan her şeyi bize tedarik edecektir.- düşündüğümüzden ve ihtiyacımız olduğundan bile daha fazla!

Page 200: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

200

Gelin her zaman “O”na güvenelim ve her şeyimizle “O”na bel bağlayalım. Eğer tam anlamı ile “O” na güvenirsek ve “O”’na teslim olursak hiçbir şeyimiz eksik olmayacaktır, çünkü “O” bu kâinatta yaşayan her varlığın Gerçek Sığınağı’dır. Sığınabileceği tek limandır. Ve “O”’nun sevgisi hayal edilebilenin çok ötesindedir.

Bir bilge şöyle demiştir,

“Tanrı’nın Rahmeti herkesin manevi bilincine bağlı olarak çeşitli seviyelerde bütün saliklere verilir. Okyanus çok büyük, muazzam ve sınırsızdır, fakat sizin o okyanustan alabileceğiniz su miktarı getirdiğiniz kabın büyüklüğü kadardır. Eğer taşıdığınız kap küçük ise alabileceğiniz su miktarı da o kadar az olur, çünkü daha fazlası taşarak dökülecektir. Benzer şekilde kalbiniz daraltılmış ise alabileceğiniz İlahi Rahmet de göreceli olarak az olacaktır. Kalbinizi genişletin, sevginizi genişletin ve herkese yaymaya çalışın. İşte o zaman Tanrı’nın Rahmetine ve Bereketine büyük miktarlarda kavuşacaksınız!”

23 Şubat 1990

‘East And West Series' hikâye serisinden adapte edilmiştir.

Haziran 2009

108- 2009/204

SEVGİ UNUNDAN YAPILMIŞ EKMEK

Yedi oğlu olan, ama buna mukabil bir tane bile kızı olmayan bir adam vardı. Karısı bu kadar sık çocuk sahibi olmaktan ve onları büyütmeye çalışmaktan çok yorulmuş ve tükenmişti. Ama adam karısının kendisine bir gün bir kız çocuğu vereceğine inanmayı sürdürüyordu.

Ancak karısı her gün bitmeyen işlerinden ve yedi çocuklu bir anne olmanın sorumluluklarından ötürü çaresiz ve bütün enerjisini yitirmiş bir durumdaydı. Kadıncağız en sonunda umutsuz ve çaresiz bir şekilde Tanrı’ya kendisine acıması ve kocasına akıl fikir ihsan etmesi için ve bir kız çocuğu sahip olması fikrinden vaz geçirmesi için dua etti.

O gece kadının kocası rüyasında uzun bir rüya gördü. Adam rüyasında Tanrı ile görüşmek ve O’ndan kendisine ve karısına bir kız çocuğu vermesini istemek için uzun bir yola çıkıyordu. Yolda yemesi için karısı kendisine ekmek pişirip veriyor ve kendisi de bu ekmeği yine karısının ördüğü bir havluya sarıyordu. Adam sabah gün doğmadan çıktığı yolda yürürken bir yandan gün ağarıyor, diğer yandan yeşil çim yapraklarının üzerlerine çiğler düşüyor, çiçek tomurcukları çıtırdayıp açıyor, kuşlar hafif hafif esmekte olan rüzgârda kanatlarını çırparak uykularından uyanıyorlar ve

Page 201: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

201

kumsalda yumuşak beyaz kumların üzerinden küçük dalgalar sahile vuruyorlardı. Adam cennetin kapısına ulaştığında rüyasında cennetin kapısında kocaman bir kilit olduğunu ve kapının kapalı olduğunu gördü. Cennetin kapısının önünde oturup beklemeye başladı. Etrafta kimsecikler yoktu ve tamamen terk edilmiş görünüyordu. Aradan zaman geçti hiç kimse gelmedi. Gece oldu, yine sabah oldu, gelen giden yoktu. Adam açlıktan kıvranmaya başladı. O sırada karısının kendisine yemesi için verdiği ekmeğin kokusu burnuna geldi. Hemen havlunun içinden ekmeği çıkartarak bir parça kopardı ve ağzına attı. Ekmek ağzında o kadar kolay eridi ve öyle nefis bir tad bıraktı ki adam keyiften dört köşe oldu. O sırada gözünün önüne güneşli ve yemyeşil bir vadi geldi. Vadinin ortasından tertemiz bir su akıyordu ve güzel bir kadın da bu ırmaktan bir testi ile su alıyordu. Bu sahne kendisinin karısını hayatında ilk defa gördüğü sahne idi!

Sonra evlendikleri günü gördü. Eşi ince, kibar ve çok nazik gözüküyordu. Eşinin elinin kendi eline dokunuşu adamın içinin titrediğini hatırlamasına yol açmıştı. Eşini kendisi hasta olduğu zaman yatağının başucunda gece gündüz otururken gördü. Eşinin o serin ve bembeyaz elini kendisinin alnına götürüşünü ve ateşini düşürmeye çalışmasını hatırladı.

Eşinin kendisine sevgi ve iyi niyetleri ile pişirdiği yemeklerin tadlarının güzelliğini hatırladı. Sonra aklına karısının oğullarını doğurduğu günler geldi. Karısı o büyük acı içinde nasıl da büyük bir vakurla sakin davranmaya devam etmişti.

Adam, karısı ile kendisinin mutlu olduğu ve gülüştükleri çok sayıda anıları hatırladı. Bu kadın kendisine Tanrı tarafından gönderilmiş büyük bir hediye idi.

Rüyasında gözlerinden aşağıya sevinç ve şükran gözyaşları boşanmaya başladı.

Tanrı’yı aramak için hiç de uzaklara gitmek zorunda olmadığını, Tanrı’nın bunca zamandır daima karısının yanında olduğunu fark etti. Birden ayağa fırladı ve eve doğru koşmaya başladı. Eve geldiğinde içeriye girdi ve karısını çay içip kek yerken gördü. Karısının yaşlanmış ve artık iyice çökmüş yüzünde çok ulvi bir ifade vardı. Adam hemen karısının ellerine sarıldı. Hüngür hüngür ağlıyor ve gerçeği göremeyecek kadar kör olduğu için karısından özür diliyordu. Karısına karşı çok anlayışsız ve duygusuz davranmıştı. Onun fedakârlığı ve hayır duaları sayesinde bugünlere kadar gelmişti. O sırada karısının o serin ve rahatlatıcı beyaz elini alnında hissetti ve sakinleşti. Tek hissetiği şey kalbini dolduran büyük bir huzur ve büyük bir sevgi idi. Gözlerini açtı ve karısının o güzel yüzünü ve gülümseyişini karşısında buldu. Şimdi gerçekten de ağlıyordu.

Karısının sevgi ve huzur unu ile pişirdiği ekmek kendisinin gözlerinin açılmasına yol açmıştı. Karısının kendisine Tanrı tarafından gönderilmiş büyük bir hediye, bir sevgi tezahürü olduğunu anlıyordu.

Bir bilge bu konuyu vurgulayan şöyle güzel bir söz söylemişti,

“Sevgi bencil olmamaktır, kendini düşünmemektir. Sevgi Tanrı’dır, daima sevgi içinde yaşayın!”

Page 202: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

202

Hepimiz yaşamlarımızı anne şeklinde, baba, kardeş, ağabey, abla, karı, koca, anneanne, babaanne v.s. şeklinde sahip olduğumuz sevgi içinde yaşadığımız için her zaman şükretmeliyiz. Onlar Tanrı’nın bizlere verdiği hediyelerdir ve biz bu hediyeleri ne kadar çok sever ve onların değerlerini bilirsek Tanrı da bizi giderek artan bir şekilde daha çok sevecektir.

Ms. Rita Ivanova, (Letonya)

109- 2009/205

ÖFKEMİ NASIL YENEBİLDİM

Dr. Ben Carson

Ben dokuzuncu sınıfta iken inanılmaz bir şey oldu. Kontrolumu kaybettim ve arkadaşım Bob’u bıçakla yaralamaya kalktım. Bob ve ben radyoda müzik dinlerken Bob dinlediğimiz müziği beğenmedi. “Buna da müzik mi diyorsun?” diyerek başka bir istasyon açmaya kalktı. Ben de “Senin dinlediğinden daha güzel” diye bağırarak cevap verdim ve istasyonu değiştirmesini engellemeye çalıştım. Bunun üzerine birbirimizle itişmeye başladık. Bu sırada o bana küfredince eski patolojik öfke hastalığım yine nüksetti, gözlerim karardı ve kendimi kaybettim. Arka cebimde kamp bıçağı taşıyordum. Bıçağı kavrayarak sustasını açtım ve arkadaşım olan çocuğa doğru saldırdım. Kollarımdaki kasların bütün gücüyle bıçağı karnına saplamaya çalıştım. Ancak bıçağın ucu arkadaşımın kemerindeki tokaya denk geldiği için kırıldı ve yere düştü. Bıçak kemerin tokasına takılıp kalmıştı. Bıçağın kırılan ucuna doğru bakınca kendime geldim. Neredeyse arkadaşımı öldürüyordum. Eğer kemerin tokası onu korumasa idi Bob şimdi ayaklarımın dibinde yerde ölü vaziyette yatıyor olacaktı. Bana hiçbir şey söylemedi, inanmayan bakışlarla bana bakıyordu. Ben, “Özür dilerim” diye mırıldandım ve elimi açarak bıçağı yere düşürdüm. Onun gözlerine bakamıyordum.

Tek bir söz daha söylemeden dönüp eve doğru koştum. Şansıma evde kimse yoktu. Yoksa kimseyle konuşmaya dayanamazdım. Banyoya gidip kapıyı kilitledim. Elimi yüzümü yıkayarak lavabonun köşesine çöküp oturdum ve düşünmeye başladım. Bob’u, yani en iyi arkadaşımı öldürmeye kalkmıştım. Gözlerimi ne kadar yumup sıkıca kapatsam da o sahne gözlerimin önünden gitmiyordu – elim, bıçak, kemerin tokası, bıçağın kırılan ucu ve tabi bir de Bob’un yüzünün hali!

“Bu delilik!” diye geveledim. “Ben herhalde deli olmalıyım. Aklı başında olan insanlar arkadaşlarını öldürmeye çalışmazlar.” Sonra devam ettim, “Okulda derslerim gayet iyi, herkesle gayet iyi geçiniyorum. Ben bunu nasıl yapabildim? Ben 8 yaşımdan beri doktor olma hayalini kuruyorum. Bu öfke ile bu mesleği nasıl seçebilirim? Tepem attığında kontroldan çıktım ve kendime hâkim olamadım. İçimde yanmakta olan bu öfkeye karşı keşke bir şey yapabilseydim?”

Page 203: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

203

Bu şekilde oturarak iki saat geçti. Karnım ağrıyor ve kendimden utanıyor ve kendimden iğreniyordum.

Yüksek sesle, “Bu öfkeden ve çabuk sinirlenmekten kurtulamazsam hiçbir şey yapamam. Eğer Bob bugün o büyük ve kalın tokalı kemerini takmasa idi şimdi hayatta olmayacaktı. Ben de şu anda hapiste olacaktım.”

Çok mutsuzdum ve ıstırap çekiyordum. Her tarafımdan terler akıyordu. Kendimden nefret ediyordum, fakat kendime de bir şey yapamıyordum. Bu yüzden de kendimden daha çok nefret ediyordum. Zihnimin derinliklerinden derin bir ses yükseldi, “Dua et!”

Annem bana nasıl dua edilir öğretmişti. Boston’daki okulda öğretmenlerim bize sık sık eğer Tanrı’ya dua eder ve O’ndan yardım istersek O’nun bize mutlaka yardım edeceğini söylemişlerdi. Daha önce de öfkeme yenik düştüğüm durumlar olmuştu ve ben öfkemi kendi başıma yenebileceğimi düşünmüştüm. Fakat işte o banyoda yerde otururken gerçeği tüm çıplaklığı ile görmek fırsatı yakalamıştım. Ben öfkemi yalnız başıma yenemeyecektim.

Kimse ile konuşmak, hatta karşılaşmak bile istemiyordum. Annemin yüzüne nasıl bakacaktım? O biliyor muydu? Bob ile bir daha nasıl karşılaşacaktım? Benden nefret ediyor olmalıydı? Bir daha bana asla güvenemezdi. “Tanrım” diye kendi kendime fısıldadım, “Senin bu kötü huyumu, yanİ öfkeyi benden alman gerekiyor. Eğer bana yardım etmezsen ben bundan

asla kurtulamam. Ayrıca en iyi arkadaşımı bıçaklamaktan daha kötü işler yapacağımdan korkuyorum!”

Zaten bir yandan psikolojik kitaplar okuduğum için öfkeli olmanın bir kişisel özellik olduğunu da biliyordum. İnsanların karakterlerini ve özelliklerini değiştirmelerinin imkânsız olmasa bile inanılmaz derecede zor olduğunu biliyordum. Bugün çok sayıda uzman bu konuda yapabileceğimiz en iyi şeyin kendi kendimize yapabileceklerimizin sınırlarını kabullenmek, kendimizi ona göre ayarlamak ve duruma uyum göstermek olduğunu söylemektedirler. Bunda bir yanlışlık olmalıydı.

Parmaklarımın arasından gözyaşları akarak konuştum, “Tanrım, uzmanlar ne derlerse desinler Sen benim kendimi değiştirebilmem için bana yardım edebilirsin. Beni bu yok edici kişisel özelliklerimden kurtarabilirsin! Sen bize biz Sana gelerek Senden yardım istediğimizde bunu asla geri çevirmeyeceğini söylemiştin. Bu yüzden bana yardım edeceğine bütün kalbimle inanıyorum.” Ayağa kalktım ve bir yandan Tanrı’ya dua ederken bir yandan da pencereden dışarıya bakmaya başladım. Yaptığım bu korkunç davranış için kendimden sonsuza kadar nefret edemezdim.

Zihnimin içinde bundan önceki öfke nöbetlerim canlanıyordu. Öfkeme karşı yumruklarımı sıkarak karşı koydum. Eğer değişemezsem hiç iyi bir şey başaramayacaktım. “Zavallı annem” diye düşündüm. “O bana inanıyor, ama benim ne kadar kötü olduğumu bilmiyor. Mutsuzluk beni kendi karanlığına çekmişti. “Tanrım eğer bana yardım etmezsen benim gerçekten gidecek hiçbir yerim yok!” dedim.

Page 204: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

204

Uzunca bir süre sonra banyodan dışarıya çıktım ve elime bir İncil aldım. Kutsal Kitabı açtım ve ayetleri okumaya başladım. Öfkeli insanların başlarını nasıl belaya soktuklarını anlatan ayetleri gördüm. Beni en çok 16:32 No’lu ayet etkiledi:

“Öfkeye kapılmayan insan dünyanın en güçlü insanından daha iyidir ve kendi iradesine hâkim olan bir kişi bir şehri yöneten kişiden daha iyidir.”

Okumaya devam ettim. Bu satırlar sanki benim için yazılmış gibiydi. Ayetlerdeki sözler beni mahkûm ediyorlar, ama bir yandan da bana umut veriyorlardı. Bir süre sonra zihnimi huzur kaplamaya başladı. Ellerimin sinirden titremesi sona erdi. Gözlerimden yaşlar akmaz oldu. Banyoda yalnız başıma geçirdiğim saatlerden sonra içimde bir şeyler olmaya, birşeyler değişmeye başlamıştı. Tanrı benim acı ve keder dolu haykırışlarımı duymuştu. Kendimi daha farklı hissediyordum. Değişmiştim

Gidip ellerimi ve yüzümü yıkadım. Ve sonra evden dışarıya tamamen değişmiş bir genç adam olarak çıktım. Kendi kendime şöyle diyordum,

“Bu öfke bir daha asla beni ele geçiremeyecek! Bir daha asla! Ben artık özgürüm!”

Ve o günden sonra, yani kendi kendimle yüzleşmemden ve Tanrı’ya dua ederek yardım istediğim günden bu güne kadar hiçbir zaman öfke ile bir sorunum olmadı. O gün akşamüzeri her gün Kutsal Kitabı okuyacağıma dair kendime bir söz vermiştim. Bu sözü günlük bir alışkanlık haline getirerek tuttum. Özellikle de İnsana İlham Veren Hikâyeleri çok seviyordum. Şimdi bile ne zaman fırsat bulsam bana ilham veren ve İnsani Değer aşılayan ibret verici hikâyeleri okumaya bayılıyorum.

Bazı psikolojik araştırma yapan kişiler bana içimde hala öfkeye karşı bir eğilim ve potansiyel olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Belki haklı oldukları taraf olabilir, am ben bu olaydan sonra şu ana kadar yirmi yıldan daha uzun bir süre yaşadım. Ne bir öfke nöbeti

geçirdim, ne de kendimi kaybedecek kadar sinirlendim. Büyük bir problemim asla olmadı.

Bana karşı yapılan aşağılayıcı ve sinirlerimi oynatıcı onlarca, yüzlerce deneyim yaşadım. Fakat Tanrı’nın Rahmeti sayesinde hepsinin üzerinden geldim. Artık beni irrite eden ve sabrımı zorlayan bir olayla da hiç karşılaşmıyorum. Tanrı o korkunç öfkemi tamamen yenmemde ve ondan kurtulmamda bana yardım etti.

Kendime dönerek geçirdiğim o birkaç saat boyunca ayrıca şu gerçeği de keşfetmiştim. Beni sinirlendiren insanlar beni çok kolay kontrol edebiliyorlardı. Bir başkasına kendi yaşamımı idare edebilecek gücü neden veriyordum?

Dr. Ben Carson’un “Gifted Hands” adlı kitabından

Page 205: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

205

Dr. Benjamin Carson bütün dünyada nörolojik ameliyatlarda yaptığı icatla tanınmıştı. Bu icat umudu kalmayan insanlara büyük umut aşılamıştı. “Gifted Hands” adlı kitabında Detroit’de yaşadığı çocukluğundan başlayan bu uzun serüveni anlatıyordu. En sonunda 33 yaşında iken Johns Hopkins Medikal Hastanesinde Pediatrik Nöroloji Ana Bilim Dalı Başkanlığına getirilmişti.

Bu hastanede 70 kişilik bir ekiple 17 saat süren bir ameliyat sonucunda 7 aylık Siyam ikizlerini birbirlerinden ayırmayı başarmıştı. O kariyeri boyunca Tanrı’ya ve insanların içinde temel olarak var olan iyiliğe inanmış ve bu sayede de tıp alanında birçok mucizeye imza atmıştı.

110- 2009/206

ÇAMUR VE ZİHİN

Buddha bilgeliği, merhameti ve hakikate bağlılığı sembolize etmektedir. İtidal, yani ılımlı olmak ne demek en iyi Buddha’nın davranışlarına ve olaylara yaklaşımına bakıldığında anlaşılabilir. Onun sergilediği merhamet saflığı ve basitliği ile bizi etkilemekte ve duygulandırmaktadır. Size şimdi Buddha’nın yaşamından bir günü anlatacağız.

Bir seferinde Buddha yanında öğrencileri ile beraber bir şehirden bir başka şehre doğru yol alıyordu. Bu bilge insanın gözlemleri ve nasihatları öğrencileri tarafından büyük bir dikkatle takip ediliyordu.

Yolculuk yapan bu grup epeyce bir yol aldıktan sonra bir gölün kenarına geldiler. Buddha öğrencilerinden kendisine biraz su getirmelerini rica etti. Bir öğrenci su almak için göle yaklaştığında gölün içinde sahile yakın bir öküz arabası olduğunu ve bu yüzden de suyun kahverengi ve pis olduğunu fark etti.

Hayal kırıklığı içerisinde bu pis ve çamurlu suyu Buddha’ya nasıl götüreceğini düşündü. Geri dönerek Buddha’ya suyun içilemeyecek kadar çamurlu olduğunu söyledi.

Buddha bunun üzerine yarım saat kadar beklemesini ve sonra tekrardan göle giderek su getirmesini rica etti. Fakat öğrenci bir önceki seferde olduğu gibi yine hayal kırıklığı ile geri döndü. Gölde hiçbir değişiklik olmamıştı, su hala kirli idi. Öğrenci kendisinin haklı olduğunu suyun rengini değiştirmesinin biraz zor olduğunu düşündü. Bu pis ve çamurlu suyu Buddha’ya götürmenin imkânı yoktu!

Hemen hocasına doğru koştu, ama yine aynı sakinlikle kendisine bir süre daha beklemesi söylendi. Bir süre sonra Buddha öğrenciye yine göle

Page 206: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

206

gitmesini söyledi. Öğrenci artık bu kadarını da biraz tuhaf bulmaya başlamıştı. Buddha'nın ne düşündüğünü anlayamıyordu.

Ancak bu sefer o gübre dolu ve çamurlu göl öküz arabasının gidişinden bir müddet sonra temizlenmiş ve berrak hale gelmişti. En ufak bir pis leke bile yoktu. Çamur yavaşça dibe çökmüş ve kabı temiz su ile doldurabilmek için en ufak bir engel bile kalmamıştı. Bi çok kez başarısızlığa uğradıktan sonra bu sefer başarmanın verdiği zafer duygusu ve huzur içinde suyu hocasına götürdü.

Buddha örnek alınacak bir sessiz ve dingin bakışla kendisine uzatılan suyu kabul etti ve öğrencisine dönerek şöyle dedi. “Biraz temiz su alabilmek için ne gerektiğini fark ettin mi? Kesinlikle hiçbirşey! Yalnızca beklemen ve oluruna bırakman yetti. Biraz zaman verdin ve karşılığında ne oldu? Çamur gölün dibine çöktü ve sen de temiz suya kavuşabildin.

Eğer dikkat edersen aynı şey bizim zihinlerimiz için de geçerlidir. Yalnızca oluruna bırak! Sana tek gereken şey biraz zamandır. Zihnin de kendi kendine sakinleşecektir. Onu yatıştırmak için senin herhangi bir şey yapman gerekmeyecektir. Yalnızca bir miktar zamanın yardımı ile herşey kendi kendine gerçekleşecektir. Hiçbir çaba ya da gayret gerekmemektedir!”

Bu basit ve kısa mesajın ne kadar büyük bir güç barındırdığına bakar mısınız? Öğrenci tam anlamı ile şaşkına dönmüştü. Bu dünyada hepimizin zihinlerindeki huzursuzluktan kurtulmak için çok basit bir yöntem bize sunuluyordu.

“Hiçbir çabaya ve gayrete gerek yok!” Aslında bu kaar basit! Çoğumuzun düşündüğü gibi yorucu egzesizlere hiç gerek yok!

Büyük bir bilge şöyle demektedir,

“Hem suda ve hem de karada yaşayabilen kaplumbağaya benzeyin! Yani ister yalnız olun, isterseniz de kalabalık içinde olun, Tanrı düşüncesinde kalmanızı sağlayacak olan iç sessizliği geliştirmeye çalışın! İç sessizlik, yani dönüp içteki Öz’e odaklanmak sizin etrafınızda kalabalık olduğunu fark etmemenizi sağlayacaktır. Başkaları tarafından rahatsız edilmeyecek hale geldiğinizde de tam bir iç sessizlik içinde olacaksınız!”

111- 2009/207

KARİZMATİK NEZAKET

Bilge bir kişinin şu sözlerini okuduğumda çok etkilenmiştim, “Karşınızdaki kişiyi sizin ona hizmet etmenizi hak edip etmediğine bakarak yargılamayın! Onların sizin yapacağınız hizmete gerçekten ihtiyacı

Page 207: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

207

olup olmadığına, acı ve ıstırap içinde olup olmadığına bakın! Gerekli ve yeterli kriter budur! Hizmet edeceğiniz kişi veya kişilerin başkalarına nasıl davradıkları sizi ilgilendirmesin, çünkü onlar da kesinlikle sevgi sayesinde dönüşüme uğrayabilirler. Hizmet kutsal bir yemin, bir ibadet, manevi bir uygulama olmalıdır. Bu insanın nefesine benzer. Yalnızca nefesiniz siz terk ettiğinde o da sizi terk edecektir.”

Babaannem hala arada sırada beni rüyalarımda ziyaret etmektedir. Bunun kesinlikle bir sebebi olmalıdır. Öbür âlemde meleklerle beraber iken nasıl oluyor da arada sırada beni hatırlamaktadır? Birkaç yıl önce kendisini kaybedene kadar o benim “Yaşayan Meleğim” idi. Şimdi ise yalnızca “Benim Meleğim”

Benim güzel babaannem 90’lı yaşlarının ortasında idi ve buna rağmen yaşlandıkça zekâsından ve aklından hiçbirşey yitirmemiş, hatta daha ileriye gitmişti. Espri ve şaka yaparak insanları güldürme yeteneği çok büyük idi. Bir gün çocuklarını çaya davet etti ve onlara kocasının ölümünden sonra kendisine kalan eşyalardan hangilerini almak istediklerini sordu. Benim dedem de çok mükemmel bir insandı, ama bu başka bir hikâye.

“Herkese mutluluk ve sevinç vermeye çalışın! Bencil olmayan ve kendisini düşünmeyen sevgi sizi bu ideale götürecek olan yoldur. Sevgi Tanrı'yı bile insanın yakınına getirebiliyorken nasıl olur da insanlar söz konusu olduğunda başarısız olabilir?”

Amcalarım kendi seçimlerini yaptılar. Babamın ise yalnızca bir tek isteği vardı. Babam babaannemin uzun yıllar boyunca sürekli olarak yazageldiği hatıra defterine sahip olmak istiyordu. Babaannem babama şöyle bir baktı. Babaannem babamı çok iyi tanıyordu, onun herhangi bir maddi eşya istemediğini yalnızca manevi şeylerle ilgilendiğini gayet iyi biliyordu.

Bir süre sonra babaannem vefat etti. Cenaze ve taziye işlemlerinden sonra eve döndük. Babamın babaannemin günlüklerini beraberinde getirmişti. Ben ve kızkardeşim babamın neye önem verdiğini görerek çok duygulanmıştık. Babamın iyiliğinin nereden kaynaklandığı çok aşikâr idi. Babam bize hatıra defterinin içinden bölümler okumaya başladı.

Ölmeden kısa süre kaleme aldığı bir hatıra bizi çok şaşırttı. Ben ve kızkardeşim gözyaşları içinde babamın ıslak gözlerle bize okuduğu bölümü dinledik.

Bir sayfa vardı ki bize babaannemin nasıl bir iyilik timsali olduğunu gösteriyordu. Herhalde yaşamım boyunca bir daha asla böyle bir şey göremeyecek ve duyamayacaktım.

Babaannemin sürekli ziyaretçileri olurdu. Birçoğunun paraya, işe veya nasihata ihtiyaçları oluyordu. Bazıları ise yalnızca onun sevgi dolu ve tatlı sohbeti için geliyorlardı.

İçlerinde bir bayan özellikle dikkat çekiyordu. Bu bayan babaannemin evini kendi evi gibi kullanıyordu. Bu kadını duyduğumuzda bizi çok şaşırttı, çünkü kendisi kaba,

Page 208: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

208

duygusuz ve insanları sürekli olarak kızdıran bir insandı. Ağzını açtığında her zaman insanlar için kötü ve hakaret içeren bir şekilde konuşurdu. Ayrıca çok saygısız bir insandı. Ama kendisine çay ya da yemek ikram edildiğinde de fırsatı hiç kaçırmazdı. Defteri okurken hepimiz babaannemin yıllar boyunca bu davetsiz misafir için tek bir olumsuz söz bile yazmadığını fark ettik. Anlayamadığımız şekilde babaannem bu kadın ne zaman kendisine gelse ona yemek ikram edermiş ve başkalarına nasıl güler yüzlü davranırsa bu kadına da aynı şekilde davranırmış. Açıkçası bu benim düşüncelerimle hiç örtüşmüyordu. İnsanların nankör olduklarına ve kendilerine iyi davranıldığı zaman karşılığını vermediklerine inanıyordum. Arada sırada insanlara nazik ve cömertçe davranmak iyi idi ama böyle hiç de hoş olmayan biri ile arkadaşlık etmek hiç de benim yapabileceğim bir şey değildi.

Babam hatıra defterinden şu güzel sözleri okudu, “İnsanlar uzun yıllar boyunca bana bu insana neden iyi davrandığımı ve güler yüz gösterdiğimi sordular. Ben de kendisinin pek sevimli ve canayakın birisi olmadığını ve çevresindekilere kendisinden uzak durmaları için birçok sebep verdiğini biliyorum. Bir gün bana kendisi şöyle itiraf etti. Kendisinin acınacak ve çok zavallı biri olduğunu biliyormuş. Bense onu yargılamak yerine onun ne kadar üzgün ve yalnız olduğunu düşünmeye ve kendimi onun yerine koymaya çalıştım. Şöyle düşündüm, “Ben bu kadına kapıyı gösterecek olsam, ki bu herhalde yapılabilecek en kolay şey olurdu, kim bu kadınla arkadaşlık edecek, kim ona yemek verecek ve kim onunla beş dakika olsun konuşacaktır?”

Babam bu satırları okurken ben ve kızkardeşim birbirimize baktık. Kulaklarımıza inanamıyorduk ve gözyaşlarımıza hâkim olamıyorduk. Babam bir dakika ara verdi, uzun bir soluk aldı ve okumaya devam etti.

“Ben onun ne zaman ihtiyacı olsa, her ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin benim evime gelebileceğini bilmesini istedim.

Ben artık şimdi neden babaannemi rüyalarımda gördüğümü çok iyi anlıyordum. O bana hiçbir zaman iyi davranıştan ayrılmamamı öğütlüyor. Aynı babamın bize söylediği gibi, “Büyük olmak iyidir, ama iyi olmak çok büyüktür/muazzamdır!”

Benim babaannem bir şeyi kalbine nakşetmişti ve mükemmel şekilde uyguluyordu, “Herkesi sevin, herkese hizmet edin! Her zaman yardım ediniz, hiçbir zaman incitmeyiniz!”

Benim babaannem 99 yıl yaşadı ve hiç şikâyet etmeden hep aynı iyi davranışlarını sürdürdü. Her gün çevresindeki kuşları ve hayvanları beslerdi. Kapısına gelen kişi ister misafir olsun, ister aileden ve arkadaşlarından birisi olsun herkese verecek bir kap yemeği olurdu. Ve bunu yaşamı boyunca her gün yaptığını düşünün. Bunu düşünmek beni çok etkiliyor ve alçakgönüllülüğe sürüklüyor. Ben babaannem ile gurur duyuyorum. Onun elimize koyduğu şekerler bile bir başka tatlı idi. Onun her karşılaştığı kişiye verdiği gülümseme bana yaşamım boyunca yol gösterdi ve ben de hep ona öykünmeye çalıştım.

Aklıma hep bir bilgenin sözleri geliyor,

“Karşılaştığınız herkese sevinç ve mutluluk vermeye çalışın! Bencil olmayan ve kendisini düşünmeyen sevgi sizi bu ideale götürecek olan yoldur. Sevgi Tanrı'yı bile insanın yakınına getirebiliyorken nasıl olur da insanlar söz konusu olduğunda

Page 209: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

209

başarısız olabilir? Tanrı saf bir kalpte ikamet eder; O zaman insan sahip olduğu bilgeliğin ışığı ile, sevginin ışığı ile pırıl pırıl parlayacaktır.”

“Güne sevgi ile başlayın. Günü sevgi ile sürdürün. Günü sevgi ile doldurun. Ve günü sevgi ile bitirin. Tanrı’ya giden yol budur!”

Mrs. Anisha Bordoloi

112- 2009/209

ÜÇÜ BİR ARADA

Güneşli bir gündü. Rüzgâr, ağaçlardan düşmüş olan yaprakları döndürerek oyun oynuyor, kuşlar da dalların üzerlerine tünemiş bu komik oyunu seyrediyorlardı. Bu mutluluk içinde park kuş cıvıltıları ve şarkıları ile dolu idi.

Park çok kalabalıktı. Bütün her yer büyüklerle, çocuklarla, kadınlarla ve erkeklerle dolu idi.

Gölün kenarındaki bir bankta genç bir kız oturuyordu. Yüzünde gülümseme vardı. Yaşlı bir adam da gelerek genç kızın yanına oturdu. Bir müddet ikisi beraber oturduktan sonra 15-16 yaşlarında bir oğlan da gelerek güleç yüzlü bu iki kişinin yanlarında oturmak için izin istedi. Bir süre bu üçü güzel manzaranın keyfini çıkardıktan sonra genç kız söze

başladı,

“Biliyor musunuz ben bugün çok mutluyum. Uzun zamandan beridir aradığım sorunun cevabını buldum. Ben insanlara hep haksızlık ediyordum. Onlar da karşılığında bana hep acı veriyorlardı. Öyle ki ben artık taşa dönmüştüm. Uzun yıllardan beri kendimi değiştirmeye çalışıyor ve insanlara nazik davranmaya çalışıyorum. Kalbimi açmaya ve insanlara yardım etmeye çalıştım, fakat iyi bir insan olabilmek için yeteri

kadar gayret gösterdiğimden emin değildim. Egomun hala çok yüksek olduğunu düşünüyordum. Sonra şehirde parkın yanındaki beyaz binada oturan bir bilge işittim. Bugün onu görmeye geldim ve kendisine, ‘Benim egom çok büyük, öyle değil mi?’ diye sordum. Bilge bana şöyle cevap verdi,

“Farz edelim ki senin egon 20 metrekarelik bir oda olsun. Eğer ben dört yaşında bir çocuk olsa idim bu oda bana çok büyük gözükecekti. Fakat ben sarayda yaşayan ve zamanının çoğunu büyük salonlarda geçiren bir adam olsaydım bu sefer de bu oda bana çok küçük gözükecekti. Hangisi haklı olacaktı?

Hem küçük çocuk hem de adam aynı odaya bakıyorlar, fakat acaba hangisi haklı? Aslında her ikisi de kendi düşüncelerinde haklılar, çünkü her ikisi de kendi tecrübeleri ile yanıt veriyorlar ve yargılarını kendi hayatlarına dayandırıyorlar.

Page 210: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

210

Bu yüzden sen kendinin yeterince iyi olup olmadığını başkalarına değil kendi kalbine sor. Kendi iç sesini dinle! Vicdanın sana hakikati söyleyecektir. Tanrı’ya kendi içindeki Öz’ü keşfetmek için dua edebilirsin, bu şekilde sevgi içinde yaşayacaksın.”

Söz genç oğlanındı. “Ben de bugün çok mutluyum” diye söze başladı. “Ben de bugün aynı bilge hocayı görmeye gittim. Benim kendimden fedakârlık yaparak insanlara hizmet etmek için büyük bir gayretim var. Fakat neye el atsam başarısızlığa uğruyorum. Yıllardan beri uğraşıyordum ve bunun sebebini öğrenmek istiyordum. Bugün ben de beyaz binada oturan bilge kişiyi görmeye ve bu durumu bir de ona sormaya gittim. Bilge beni dinledi ve şöyle dedi,

“Senin yaptığın şey bir treni yakalamaya benziyor. Eğer trenin arkasından koşarsan seni almadan gidebilir. Eğer trenin önünden koşarsan gelip seni ezebilir. Yani senin trenin içinde olman lazım! Ancak o zaman o tren seni emniyet içinde gideceğin yere ulaştıracaktır. Benzer şekilde senin durumunda da her şeyin yerli yerinde ve doğru zamanda yapılması gerekiyor ki davranışların olumlu sonuç verebilsin. Sen şimdi bana doğru yeri ve zamanı nasıl bilebileceğini soracaksın. Kalbine seslenmen ve içindeki Öz’e sorman gerekiyor. O Öz sana yol gösterecek ve yardım edecektir.

Sıra yaşlı adamda idi. “Ben de bugün çok mutluyum” diye söze başladı. “Ben de bugün uzun zamandan beri sorduğum soruya cevabımı aldım. Ben her gün uzun süreler boyunca dua eder ve tefekkür ederim. Ben bütün malımdan mülkümden vazgeçtim. Arkadaşlarımı, tanıdıklarımı ve hatta aileden yakınlarımı bile terk ettim.

Tüm vaktimi dua etmeye ve tefekkür etmeye ayırdım, fakat bir türlü kendimi manevi yolda gidiyor gibi hissedemiyordum. Az gayret ediyorum gibime geliyordu. Ama belki de Tanrı beni sevmiyor olabilirdi. Ben bu meseleyi bilgeye anlattığımda bana şöyle açıkladı. Bana güzel bir vazo hayal etmemi söyledi ve şöyle sordu,

“Sana daha henüz gonca halinde çok güzel bir çiçek versem ne yaparsın?”

Ben de onu hemen vazonun içine koyacağımı söyledim.

Bana hayalimde bunu yapmamı ve sonra çiçeğin tomurcuğuna bakmamı söyledi. Ben düşüncemde çiçeği vazonun içine yerleştirdim ve açmasını beklemeye başladım. Çiçek açmak istiyordu, fakat sanki gizli ve bilinmeyen bir güç onu engelliyor gibiydi. Sonra sanki düşüncelerimi okurcasına bilge bana şöyle sordu, “Senin çiçeğin açmasını hangi güç engelliyor acaba?”

Ben biraz endişeli ve üzgün idim, “Bilmiyorum” diye cevapladım. “Belki de sorun bendedir. Belki ben yeterince gayret göstermiyorumdur. Ben bu çiçeğin açmasını engelleyecek kadar kötü bir insan olabilirim.”

Page 211: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

211

Bilge bana şöyle dedi, “Hayır, vazoya baksana! Vazonun içinde hiç su yok!”

Ve gerçekten de vazoda su yoktu. Bilge şöyle devam etti, “Çiçeği vazonun içerisine yerleştirdin, fakat içerisine su koymayı unuttun. Çiçeğin goncası ancak sen içine su koyduğunda açabilecek. Biz çoğunlukla basit şeyleri çok karmaşık hale getiriyoruz. Yaşamı sevmemiz ve onun keyfini çıkarmamız gerektiğini unutuyoruz. Hayatta yollarınızın kesiştiği her insan, bu kişi bir arkadaşınız olabilir, işte meslekdaşınız olabilir, çocuklar, ebeveynler, komşular ve hatta yolda karşılaştığınız birisi bile olabilir, size İlahi Varlık tarafından verilmiş ve henüz açmamış bir çiçek gibidir. Sizin tek yapmanız gereken şey bu çiçeği alarak yaşamanıza, yani vazonun içine yerleştirmeniz ve içine bir miktar su, yani sevgi koymanızdır. İşte o zaman insanlarla olan tüm ilişkileriniz çiçek açacak ve Tanrı’nın varlığını yaşamınızın her anında hissedeceksiniz.”

“Bu bilge kişi gerçekten çok akıllı bir adammış” diyerek sözlerini tamamladı.

Genç kız hemen atıldı, “Adam mı? Hayır, bilge bir kadındı. Çok güzel bir gülümsemesi vardı ve uzun kahverengi saçları ile bana çok benziyordu.”

O sözünü bitirir bitirmez genç oğlan söze girdi, “Hayır canım, neden bahsediyorsunuz? Bizim bilge ancak benim yaşlarımda idi. Elbiseleri de benimkine çok benziyordu.”

Yaşlı adam itiraz etti, “Ben belki yaşlı bir adam olabilirim, fakat gözlerim hala iyi görüyorlar. Bu bilge tertipli ve düzenli yaşlı bir adamdı. Ortak birçok tarafımız vardı. Hatta onunla aynı kolonyayı bile kullanıyorduk.”

O gün bu üç insan da çok mutlu idiler. Her birisi bilgenin kendisine benzediğini iddia ediyordu. Peki sizce hangisi haklı idi? Bu soruya bilgenin vereceği cevap da herhalde şöyle olabilirdi,

“Kalbinizi açın ve içinizde var olan o İlahi Öz’e seslenin; o Öz size doğru cevabı verecektir. Kendi içinizdeki o Öz’ü bulabilmek için Tanrı’dan yardım isteyin, o zaman sevgi içinde yaşayacaksınız.”

Bize yol gösteren şöyle güzel bir söz vardır,

“Üstadı takip edin, Şeytanla yüzleşin ve bu Oyunu bitirin!” (‘Follow the Master, Face the Devil, Fight to the End, and finally Finish the Game.)

Bu yaşam denilen oyunda gerçek üstat/master bizim vicdanımızdır, yani içteki Öz’ümüzdür. Biz o içteki sese kulak verirsek içimizdeki şeytanlarla, yani öfke, nefret, kıskançlık, kibir, v.s. gibi negatif yönlerimizle çok kolaylıkla baş edebilir ve onları kesin bir şekilde yenerek bu oyunu sevinçli bir şekilde terk edebiliriz. Yaşam bir oyundur ve bizim bu oyundan zevk almamız ve mutlu olmamız gerekmektedir.

Page 212: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

212

113- 2009/210

BİLGE VE ÇOCUK

Bir dağ köyünde çok değerli bir bilge yaşıyordu. Ne karısı ne de çocukları vardı. Yalnız yaşıyordu ve tek yaptığı şey her gün sabah akşam dua etmek ve tefekkür etmekti. Bu bilge kendisini her şeyden ve herkesten izole etmiş ve kendisini yalnızca hedefine odaklamıştı. Tanrı’ya yaklaşmak ve deneyimlemek istiyordu. İnsanların onun evine yaklaşmaları yasaktı.

Köylüler bu aziz kimsenin Tanrı’ya ulaşması durumunda bütün köyün de bu sürur ve sevgiden payını alabileceğini düşünüyor ve bu yüzden O’nun işini kolaylaştırmak için onu mümkün olduğu kadar yalnız bırakıyorlar ve ona yardımcı oluyorlardı. Uzun yıllar boyunca böyle bir mucize olmasını beklediler, ama hiçbir şey gerçekleşmedi.

Köyün dış mahallelerinden birinde ailesi ile birlikte yaşayan bir çoban vardı. Sabah erkenden koyunlarını otlatmaya götürüyor, hele bazen eve birkaç gün sonra dönüyordu. Onun yokluğunda ev işleri ile ve çocuklarla eşi ilgileniyordu.

En küçük kızları o yıl ilkbaharda beş yaşına girecekti. Kız doğumgünün yaklaşmasını dört gözle bekliyordu. Ailesi uzun süreden beri ona doğumgününde vermek üzere şeker parası biriktiriyordu.

Beklenen gün geldi ve herkes çok seviniyordu. Hatta tabiat bile çok sevinçli idi. Güneş her zamankinden daha çok parlıyordu, havadaki çiçek kokuları her tarafı kaplıyordu. Dağlardaki kayalardan çıkan suyun tadı bile değişmiş daha tatlı akıyordu.

Küçük kız güneşin ilk ışıkları ile beraber yatağından fırladı ve köyün içinde koşuşturmaya ve herkese var oldukları için teşekkür etmeye başladı.

Koşarak çiçeklere dokunuyor, kuşlara fısıldıyor ve herkesi kendi doğumgününe davet ediyordu. Kızın neşesi tüm köyü sarmıştı. Herkes sessiz kalarak bilgeyi rahatsız etmemeleri gerektiğini unutmuş çocuklarla oyunlar oynamaya başlamışlardı. Bazıları ise tamamen yaygara koparıyor, ortalığı velveleye veriyorlardı. O gün köyün

çehresi tamamen değişmiş, heryeri mutluluk kaplamıştı.

Kız herkesi davet ederek en sonunda köyün öbür tarafına ulaştı. Köyün bu bölgesine daha önce gelmemişti. Artık biraz daha büyümüş olduğu için köyün daha önce gidilmedik yerlerine gidebilirdi. Herkesin kutsal saydığı bölgeye girdi ve bilgenin evine geldi.

Küçük kız ellerini çırptı ve “Hurray! Hurray!” diye

Page 213: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

213

bağırmaya başladı. Evde yaşayanları doğum günü kutlamasına davet edebilmek için kapıyı açarak içeriye girmeye çalıştı. Fakat kapının kulbu çok ağırdı ve açılmıyordu. Küçük kızın gücü yetmemişti. O sırada küçük kız bu evde oturanları zaten davet etmiş olabileceğini düşündü. Belki de bu evde oturanlar şu anda annesinin ve babasının yaşadığı eve gitmişlerdi. Bu şekilde düşünerek neşe içinde eve doğru yola çıktı. Eve yaklaştığında çok sayıda kimsenin evlerinin önünde toplandıklarını gördü. Çocuklar saklambaç oynuyorlar, büyükler de ondan bundan konuşarak gülüşüyorlardı.

Küçük kızın anne ve babası utanmış görünüyorlardı, çünkü bu kadar kalabalığa ikram edecekleri fazla bir şeyleri yoktu.

Küçük kız eve geldiğinde çocukları gıdıklamaya ve şaka yapmaya başladı. Büyüklere de geldikleri için teşekkür ediyordu. Evinin kenarında büyüyen yasemin çiçeğinin çalısını ve yapraklarını öptü. Bahçedeki köpeklerle, kedilerle ve babasının koyunları ile ilgilendi.

Herkese zaman ayırıyor ve herkesle yakından ilgileniyordu. Herkesi öperek geldikleri ve orada oldukları için teşekkür ediyordu. Herkesin içini sevinç ve mutluluk kaplamıştı. Bu sevinç dalgası köyün sokakları boyunca yayıldı ve her evin içini kaplamaya başladı. İlahi Aydınlanmayı bekleyen bilge kişinin evine gelerek onu da sarıp sarmaladı. Bilge mecburen ayağa kalktı. Bütün emeği boşa gitmişti. Bu kadar uzun yıllardan beri kutsanmak ve rahmete kavuşmak için beklemişti. Hedef bu kadar yakın iken birisi bunu bir anda bozuvermişti işte.

Bilge evden dışarıya fırlayarak neşeli kahkahaların ve sevinçli çığlıkların geldiği yere doğru seğirtti. Köylüleri ikaz ederek bu saçma sapan şamatayı durdurmalarını isteyecekti. Belki o zaman yine sessizliğe ve Tanrı’ya kavuşabilirdi. Köyün sokakları içinden geçerken hiçbir yeri tanıyamadığını fark etti. En son buralardan geçtiğinde yalnızca birkaç kulübe vardı. Her yerden mantar gibi evler bitmişti. Kahverengi, beyaz, kırmızı renkli evler! Evlerinin kenarlarında büyümekte olan çalılar vardı.

Pencerelerin kenarlarındaki saksılarda büyümekte olan envai çeşit çiçekler vardı.

Aziz kişi sevinç ve gürültünün kaynaklandığı yere ulaştığında çok şaşırdı. Bu köyde daha önce hiç görmediği kadar çok sayıda insan çoluk çocuk evin bahçesinde toplanmışlardı.

Daha yakına geldiğinde neşenin kaynağını buldu. Bahçenin ortasında saçları güneş içinde küçük bir kız herkese gülücükler atarak büyük bir mutluluk içinde dolaşıyordu. Küçük kız bilgeyi görünce ona doğru geldi ve onun elini tutmaya çalıştı. Bilge soğuk bir şekilde ona, “Buraya neden geldiğimi biliyor musun? Ben bu köyde yıllardan beri huzura kavuşmak ve süruru deneyimlemek için dua edip tefekkür yapıyorum ve sen gelerek bunu bir anda yok ediyorsun!”

Küçük kız bilgeye gülümseyerek cevap verdi, “Ama efendim sizin çabalarınız hiç boşuna gitmemiş ki! Bakın sizin yakınınızda olmak için gelip bu köye yerleşmiş ve mutlu olmuş o kadar çok insan var ki! Siz bu mucizenin koşullarını hazırlamışsınız. Ben yalnızca mucizenin gerçekleşmesini sağlayan en son tetiği çekmişim!”

Page 214: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

214

Bilge afallamıştı! Söyleyecek söz bulamadığı gibi ayakta durmakta zorlanıyordu. Yere oturdu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Küçük kız da onun yanına yere oturdu, ona sarılıp kucakladı ve ona bir şarkı mırıldanmaya başladı. Sonra bilgenin yüzünü o küçük avuçlarının içine aldı ve sessizce şöyle dedi, “Haydi gelin siz de eğlenceye katılın! Etrafınıza bakının! Siz yaşlı ve bilge bir kişi ve ben küçük bir kız! Biz beraber büyük bir mucize yarattık, beraberce herkese o kadar büyük mutluluk ve huzur verdik ki!”

O anda bilge İlahi Aydınlamaya kavuşabilmesi için kendisinde eksik olan şeyin ne olduğunu anladı. Onda eksik olan şey basit, saf ve çocuksu bir mutluluk idi!

Biz çoğunlukla huzur gibi, ilahilik gibi, mutluluk, hakikat ve sürur gibi şeyleri zekamız ile, zihnimiz ile anlayamaya ve kavramaya çalışıyoruz. Aslında işleri biraz oluruna bıraksak ve çevremizdeki iyi şeyleri kendimize doğru cezbederek onları içimize çeksek bunları deneyimlemek hiç de öyle zor olmayacaktır.

114- 2009/211

YALNIZCA BİR ELMA DEĞİL

Hepimiz yaşamlarımızda belirli dönemlerde hayal kırıklıkları ile karşılaşmadık mı? Yaşam sizin yüzünüze kapıyı kapadığı zaman hiç şaşkınlık yaşamadınız mı? Yaşam denilen bu yolculukta hiç “Neden ben?” diye sormadınız mı?

Teniste üç kez Grand Slam ödülünü kazanmış olan ünlü tenisçi Arthur Ashe aynı zamanda çok iyi bir insandı. Hiçbir suçu yokken kendisine AIDS hastalığını verdiği için Tanrı’yı hiç suçlamadı. Sabrı ile, alçakgönüllülüğü ile ve anlayışı sayesinde iyi şeylere olan inancı hiçbir zaman sarsılmadı. Bu konuda şöyle bir sözü vardı:

“Eğer ben başıma gelen kötü şeyler için ‘Tanrım, neden ben?’ diye sorsaydım, o zaman yaşamım boyunca başıma gelen bütün iyi şeyler için de Tanrı’ya dönerek ‘Tanrım, neden ben?’ diye sormak zorunda kalırdım.’

Aşağıda bu konuda güzel bir hikâye vardır.

Küçük kız mahallede çok sayıda insanın uzun bir kuyruk oluşturmuş olduğunu ve beklediklerini gördü. Mahalleye gelen koca bir tırdan bir çadırın içine sandık sandık elmalar indiriliyor ve sıraya girenlere çadırın içinden elma dağıtılıyordu. Katie de sıraya girdi ve beklemeye başladı. Elmadan bir kere olsun ısırarak tatmak istiyordu. Uzun süre bekledikten sonra kendisine kırmızı bir elma uzatıldı. Küçük avucunu uzatarak elmayı tutmaya çalıştı. Ancak elmayı tutamadan elinden kaydı ve

Page 215: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

215

yere düşerek parçalandı. Katie feryat ederek ağlamaya başladı. Ağlaması durmuyor ve teskin edilemiyordu. Herkese yalnızca bir elma verilmesi kararlaştırıldığı halde elmayı dağıtan kişi Katie’ye başka bir elma daha vermeye razı oldu, ancak sıraya yeniden girerek tekrar beklemesi gerekecekti. Ancak tabi bu arada da elma almak için sıraya girenlerin sayısı daha da artmış ve kuyruk iyice uzamıştı. Katie’nin ihtiyacı olan şey sabır ve çok miktarda sabır idi.

Bir süre daha beklemenin eve eli boş gitmekten daha iyi olduğunu düşünen küçük kız gidip tekrar sıranın en sonuna girdi. Saatlerce bekledi ve bu sefer fırsatı kaçırmak istemiyordu. Artık ayakları ağrımaya başlamıştı ama kız kararlıydı. Kuyrukta beklerken çevredekilerle arkadaşlıklar kurdu ve hatta birbirlerine telefon numaralarını bile verdiler.

En sonunda sıra tekrar Katie’ye geldi. Bu sefer elmayı daha sıkı kavrayacak ve yere düşmesine izin vermeyecekti. Kendisini o an için konsantre ederek avucunu açtı ve ikinci meyvanın kendisine verilmesini bekledi. Elmayı dağıtan bilge küçük kıza dönerek, “Sevgili küçük kız, ilk seferinde elma ellerinden kayıp yere nasıl düştü, biliyor musun?” diye sordu. “Çünkü ben öyle olmasını istedim ve mahsus ellerinden aşağıya kaymasını sağladım. Sen çok güzel bir kızsın, herkese yani arkadaşlarına ve ailene çok iyi davranıyorsun. Bu yüzden de şöyle sulu ve tadı çok güzel bir elmayı hak etmiştin. Benim sana vermek üzere elime aldığım elma ise içten çürümüş bir elma idi. Bu yüzden bu oyunu ben tezgâhladım. İşte burada tam sana göre güzel bir elma var! Bunu afiyetle ye ve mutlu ol! Biliyor musun, bu elma bizim çiftlikte yetiştirdiğimiz elmaların en güzelidir. Haydi, şimdi git ve güzel bir gün geçir bakalım!”

Bu hikâye bizim durumumuza ne kadar benziyor öyle değil mi? Biz ne beklersek Yüce Yaratıcı’dan bekliyoruz ve O’ndan istiyoruz. O’nun bizim adımıza en iyi seçimi yapması bizim için en güzeli ve en hayırlısı değil mi? O bize vermek için en uygun zamanı kolluyor. Bazen en iyisini, bazen kötü olanı ve bazen de çirkin olanını bize veriyor. Deneyimleyeceğimiz gecikmelere ve hayal kırıklıklarına O karar veriyor. Bu kâinat, O’nun kâinatı ve bizler O’nun sevgisinin ve İradesinin birer parçalarıyız. Bizim tek yapmamız gereken şey inancımızı muhafaza etmek, sabretmek ve azim sahibi olarak vaz geçmemektir.

Bir hasta hastaneye gidip tedavi olduğu zaman ona orada acı ilaç içirirler. Hasta acı ilacı içmek istemez ve orada verdikleri yemekleri tatsız tuzsuz bularak kendisine ziyarete gelenlerden lezzetli yiyecekler getirmelerini ister. Hâlbuki yapılan herşey kendi iyiliği içindir. Ancak o şekilde iyileşebilecektir. Yüce Varlık da bize en çok gerekli olan şeyi bizden çok daha iyi bilir ve bize gerekli olanı bize verir. Şöyle bir güzel benzetme yapılmıştır. Tanrı kendisine dua edenlere şöyle seslenmiştir, “Bana dua ederek Benden çok çeşitli şeyler istiyorsunuz. Benim kalbim tereyağı gibidir, sizin yaptığınız duanın sıcaklığı ile eriyevir. Ben siz Benden ne isterseniz vermek zorunda kalırım. Bakın dikkat edin sonra veririm ha!”

Büyük bir bilge bize şöyle güzel bir şekilde seslenmiştir.

”Sabır ve azim kitaplardan öğrenilemez, satın da alınamaz. Azimli olmayı öğrenmenin tek yolu, belirli koşullar altında iken yani zor bir durumda iken manevi uygulamalara sıkı sıkıya bağlı kalmaktır. Ancak siz bir şekilde imtihan edilirken, problemlerle, sıkıntılarla ve üzüntülerle boğuşurken sizin içinizde sabretmek ve azmetmek gibi özellikler gelişebilir.

Page 216: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

216

İnsanın içinde çok çeşitli zayıflıklar vardır ve belli koşullar altında bu zayıflıklar kendilerini öfke, korku, kibir/gurur/ kendini beğenme veya nefret olarak ortaya çıkarırlar. İşte bu koşullar altında azimli olmayı ve bu zayıflıklara karşı koymayı öğrenmeniz gerekmektedir. Eğer azimli olmayı beceremezsiniz o zaman yaşamanızda elde edeceğiniz şey huzursuzluk ve mutsuzluk olacaktır. Sabır ve azim sahibi olmazsanız yanlış ve hatta şeytani yollara bile sapabilirsiniz. İşte bu yüzden kendinizi yanlış ve kötü şeyleri yapmaktan alıkoymayı mutlaka öğrenmelisiniz.”

Katie çok şanslı idi ve biz de çok şanslıyız. Biz her zaman olabileceğin bizim için en iyisi ile karşılaşırız. Şunu her zaman aklınızda tutun ki Yüce Yaratıcı kendi mükemmel tarzı ile bize bazı olayları yaşatır veya yaşatmaz.

115- 2009/212

HER İKİ YARIM DA AYNI OLDUĞU ZAMAN

Bir zamanlar İsrail’de iyi kalpli karısı olan çok dürüst bir adam yaşıyordu. Adam bir gece rüyasında çok ilginç bir rüya gördü. Rüyasında bir melek kendisine bir teklifte bulunuyordu. Kendisine belli bir ömür süresinin bulunduğunu söyledi. Ama eğer isterse bu sürenin yarısını refah içinde başarılı olarak, diğer yarısını ise bazı zorluklarla ve sıkıntılarla fakirlik içinde yaşamayı seçme şansı olduğunu söyledi.

Kendisine hangi kısmı önce yaşamak istediği soruluyor ve seçim yapması isteniyordu. Adam rüyasında bu soruyu cevaplamak biraz zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. Karısına danışmak istiyordu. Önemli konularda hiç bir zaman eşine danışmadan karar vermezdi. Melek kendisine ertesi gece gelip cevabı alacağını söyledi.

Adam uyandığında rüyasını eşine anlattı. Karısı çok mantıklı ve zeki bir kadındı Kendisine refah ve başarı içindeki yarıyı önce yaşamak istemesini söyledi.

Ertesi gece yine melek adama rüyasında gözüktüğünde adamın kararı hazırdı. Refah sahibi olmak için birinci yarıyı tercih ettiğini söyledi. Melek kendisine dileğinin yerine getirileceğini söyleyerek ayrıldı.

Çok ilginç bir şekilde adamın yaşamı yavaş yavaş değişmeye başladı. İşleri epey yolunda

gitmeye başladı. Artık çok para kazanıyordu. Çok sayıda arkadaşı ve sağlıklı güzel bir yaşamı vardı. Karısı kendisine şöyle akıl verdi, “Artık senin akrabalarına ve çevrendeki yoksul insanlara yardım etmen gerekiyor. Onlara yapabildiğin kadar çok iyilik yapman lazım! Bu kadar çok mal mülkü ne yapacağız? Tanrı zor durumda olan insanlara yardım

Page 217: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

217

edenleri sever. Gel şu pahalı halıyı komşumuza verelim, şu altın kupaları da arkadaşlarına dağıtalım.”

Adam karısının sözünü dinleyerek cömert bağışlarda bulunmaya başladı. Maddi zenginliklerini ihtiyacı olanlara vermeye başladı. Verdikçe daha çok kazanıyordu. Karısının ve kendisinin sağlığı çok iyi durumdaydı ve bu şekilde çok rahat ve sıkıntısız bir yaşam sürüyorlardı. Bu şekilde yaşamlarının yarısını yaşamışlardı ki bir gece adam gece uykusunda yine o tuhaf rüyayı gördü.

Melek kendisine Allah’ın kendisinden çok hoşnut olduğunu söyledi. Adamın acı çekmekte olan insanlara karşı yaptığı cömertliği gördüğünü anlattı. Adama yardım istemek için yaklaşan hiç kimse eli boş dönmemişti. Adam bütün bunları duymaktan ötürü çok mutlu olmuştu ama biraz sonra ne geleceğini de çok merak ediyordu.

Melek adama şöyle dedi, “Yaptığın iyi davranışlardan dolayı ve Allah’ın sana verdiği hediyeleri başkaları ile paylaştığın için Allah seni yaşamının ikinci yarısını da refah içinde geçirmek üzere kutsadı.”

Eğer yaşamlarımızı dikkatle incelersek hepimize birçok şeyin bahşedildiğini gözlemleyebiliriz. Bunlar için Tanrı’ya daima şükretmeliyiz.

Serinletici bir rüzgâr sizce yeteri kadar büyük bir hediye değil midir? Ya insanı rahatlatıcı ay ışığı veya eşsiz bir gün doğuşu? Soğuk bir günde insanın içini ısıtan güneş ışığına ve kupkuru toprağa yağan rahmet şeklindeki yağmura ne dersiniz?

Uzun süren mutlu bir yaşamın sırrı Tanrı’nın bize verdiği bu mükemmel hediyeleri takdir etmek ve onlardan mümkün olduğu kadar iyi bir şekilde, O’nun bizden beklediği şekilde yararlanmaktır.

Şöyle güzel bir söz vardır,

“Geçmiş geçmişte kalmıştır. Geçmişi unutun! Gelecek ise belirsizdir. Siz şimdide yaşayın, çünkü şu an her zaman ve her yerde hazır ve nazır olandır.”

Bu sözün önemi şuradan bellidir, Yaşam ağacımızın gelecekte nasıl bir şekil alacağı şimdiye bağlıdır. Ve yaşadığımız şu an ise geçmişte ekilen tohumların sonucudur. Bu yüzden en önemli şey şu an ne yaptığımızdır.

Yaşadığımız anı fedakârlıklarla ve sevgi ile kutsallaştırırsak o zaman gelecek bizim için çok hoş ve güzel olacaktır.

East And West hikâyesinden uyarlanmıştır. Haziran 2009

Page 218: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

218

116- 2009/213

BOŞ KİTAP

Bir adam Tanrı ile ilgili bilgi almak ve O’nu daha iyi tanımak istiyordu. Kendisinin Hristiyan bir âlim olan bir tanıdığı vardı. Ona giderek dileğini anlattı. Âlim ona ertesi gün gelerek kendisini kiliseye götüreceğini ve orada kendisine Tanrı’yı anlatacağını ve hakkında bilgi vereceğini söyledi. Tanrı’yı kilisede bulabileceğine söz verdi.

Profesörün evinden çıkınca bu sefer yolda Müslüman bir arkadaşına rastladı. O da dini konularda çok bilgili idi. Aynı şeyi kendisine söyleyince Müslüman arkadaşı kendisine ertesi gün gelip kendisini camiye dua etmeye götüreceğini söyledi ve O da

orada Tanrı’yı bulacağına garanti verdi.

Evine doğru yaklaşırken ilerideki Hindu tapınağının başrahine rastladı. Aynı soruyu kendisine sorunca rahip de ertesi gün tapınağa gelmesini, kesinlikle orada Tanrı’yı bulacağını söyledi.

Adamın kafası iyice karışmıştı ama Tanrı’yı arayıp bulma arzusu da artmış, artık yanıp tutuşma boyutuna geçmişti.

“Yarın bu misafirler geldiğinde acaba hangisi ile gitmeliyim?” diye düşündü. Hangisini seçerse Tanrı’yı bulabileceğini merak ediyordu. Gece olduğunda yatağına yattı ama bir türlü uyku tutmadı. Yatakta sağa sola dönüp durdu ama kime inanacağını ve kimle gitmesi gerektiğini bir türlü bulamıyordu. Sabaha doğru yorgunluktan uykuya yenik düştü ve güzel bir rüya görmeye başladı.

Adam rüyasında yeşil bir çayırda yürüdüğünü gördü. Çocukluğunu geçirdiği yerde de böyle güzel bir çayır vardı ve orada otların ve çiçeklerin içinde yuvarlanırdı. Yürürken karşıdan kendisine doğru yaklaşmakta olan

birisini gördü. Bu bir melekti.

Aklını kurcalayan soruyu ona da sordu. “Ben Tanrı hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ben acaba O’nu nerede bulabilirim?” diye sordu.

Page 219: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

219

“Sen Tanrı’yı arayıp bulamazsın, çünkü O seni hiçbir zaman terk etmedi ki?” cevabını aldı. Adam itiraz etti, “Hayır, hayır ama benim O’nu bulmam lazım. Yarın önce kiliseye gidip O’nu orada aramaya çalışacağım.”

“Gidebilirsin tabi ama O’nu orada bulamayacaksın, çünkü ‘O’ daima seninle zaten! Sen de bunu biliyorsun” diye cevabını aldı.

Adam devam etti, “Pekâlâ madem kilisede bulamıyorum, o zaman yarın camiye gidip O’na yaklaşmaya çalışacağım.” Melek şöyle yanıtladı, “Sen ne Tanrı’ya yaklaşabilirsin, ne de Tanrı’dan uzaklaşabilirsin. Sen her dem O’nunla berabersin zaten!”

Adam itiraz etmeye devam ediyordu, “Ama bu nasıl mümkün olabilir? Ben O’nun hakkında hiçbir şey bilmiyorum.

Bari yarın Hindu tapınağına gideyim de O’nu orada arayayım. Belki orada O’na dua edip O’na ibadet edebilirim.

Melek gülümsedi ve şöyle dedi, “Sen aynı boş bir kitaba benziyorsun. Kitabında tek bir söz dahi yazmıyor. Kiliseye gidersen orada senin defterine Tanrı hakkında kendi hikâyelerini anlatacaklar. Camiye gidersen onlar da kendi hikâyelerini söyleyeceklerdir. Hinduların da defterine yazmak için çok şey bulacağına eminim.

Fakat inan bana bu kitabı sen kendin doldurabilirsin. Bu boş olan kitaba Tanrı hakkında kendi hikâyeni yazabilirsin. Şu anda boş sayfaları olan kalın bir kitabın var. Eğer bana izin verirsen senin bu kitabı yazmana yardımcı olabilirim.“

Adam, “Evet lütfen bana yol gösterir misin?” diye sordu.

Melek adama kalın ciltli bir boş kitap verdi. Adam sayfaları çevirince hepsinin en üst satırında aynı sözün yazılı olduğunu gördü. “Tanrı Bir’dir ve ‘O’ heryerde hazır ve nazırdır.”

Melek şöyle devam etti,

“Her zaman Tanrı’nın yardımını iste ve bu boş kitaba benzeyen yaşamının bundan sonraki her gününe bu şekilde başla. Bu sayfaları Sevgi ile, Hakikat ile, Dürüstlük ile, Huzur ve Şiddetten Kaçınma ile doldur. İşte o zaman O’nun hakkında yazdığın her hikâye doğru olacaktır. Bahsettiğin o âlimlerin sana söylediklerinin hepsi doğrudur ve hepsi aynı Yüce Varlığı tarif etmektedirler. Hepsinin O’nun hakkında söyledikleri şu ortak temel İnsani Değerlere dayanmaktadır. Hakikat, Doğru Davranış, İç Huzur, Sevgi ve Şiddetten Kaçınma! Bunu sakın unutma!”

Page 220: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

220

117- 2009/214

ONLARIN ÜZÜNTÜLERİ İLE ÜZÜLMEK

B. K. Misra

Ekilen Merhamet Tohumlarını Biçmek

Babaanne tabağından bir miktar pirinç pilavı aldı ve ona ikram ederek şöyle dedi, “Aha, sen de aynı bana benziyorsun.” Siyah bir karga bir ayağının üzerinde sekerek yakına geldi, gagasını uzatarak pirinç parçasını aldı ve uçarak uzaklaştı.

15 yaşındaki çocuk evin penceresinden bakarken bu sahneyi gördü. Güneşli bir öğle vakti idi. Bu olay onda belirgin bir fark yaratmadı. Ama bir kere tohum ekilmişti işte. Babaannesinin kargayı beslediğini gören torunu mesajı almış, tohum içerisinde büyümeye başlamıştı. Elli yıl sonra bu çocuğun kendisi dede olduğunda kendisi tohum ekiyordu.

Okuduğu İnsani Değerler Eğitimi Okulunda gördüğü eğitim sonrası dünyanın kurtuluşunu, gördüğü o görünüşte hiç de önemli olmayan sahnede bulmaya başlamıştı.

Bu gerçekten önemsiz bir olay mıydı?

Torun yıllar sonra şöyle anlatıyor, “Benim babaannem birkaç ay önce fena halde yere düşmüş ve sol bacağını sakatlamıştı. 70 yaşın üzerinde olduğu için bacağı bir daha iyileşmedi. Yaşamının geri kalanını sakat bir sol bacak ile yaşamaya mahkûmdu. Ayağı bükülmüyordu. Kendisine destek olmak için baston kullanıyor, yere oturduğunda da bacağını uzatarak oturmak zorunda kalıyordu. Ancak dudaklarından bir kez olsun şikâyet kelimeleri çıkmadı. Tanrı’ya dua ederek kendi acısının azaltılması için dua ettiğini asla işitmedim. Ama bir şeyler yemek için gelen o karganın ayağını iyileştirmesi için Tanrı’ya dua ettiğini çok kez duydum.

Başkasının Acısını Hissetmek

O sene kış bastırmıştı ve babaannem yaşlı ve zayıf olduğu için çok üşüyordu. Babam ona çok kalın ve güzel bir battaniye aldı. Babaannem çok sevinmişti. Bir sabah babaannem sabah erkenden kalktı ve ateşin yakılmasını rica etti. Soğuktan dişleri titriyordu. Annem ateşi yakınca babaannem hemen ateşin yanına oturarak ısınmaya çalıştı. Annem de onun yatağını yapmak için onun yattığı odaya gitti. Ancak yatağın üzerinde battaniye yoktu. Her yere bakındı, ama battaniyeyi bulamadı. Salona geri geldi ve babaanneme battaniyenin nerede olduğunu sordu.

Page 221: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

221

“Herhalde bir yerlere düşmüştür, bilmiyorum” şeklinde kayıtsızca babaannem yanıt verdi.

Annem devam ederek sordu, “Hayır, ben odanın her tarafına baktım. Siz o battaniyeyi dün gece kullanmadınız mı?”

Bir insan merhamet denizine bir kere battığı zaman, aynı denize kavuştuğunda kendi kişiliğini yitiren bir nehir gibi kendisini kaybeder. O artık başka bir insan olmuştur. Merhametli bir insan kendisini diğer yaşayan tüm canlılar ile aynı görür ve bir tutar. Merhamet insanı şiddetten kaçınmaya, anlayışlı olmaya, uzlaşmaya, sabırlı olmaya, hoşgörülü olmaya, sevgiye, maddi eşyalara bağlı olmamaya ve fedakârlığa götürür. Merhamet insanı, insan yapar, İlahi Niteliklere sahip bir insan!”

Babaannemin hikâyesi ortaya çıkmıştı. Bir önceki gün hava kararırken pencerenin önünde üzerinde doğru dürüst bir elbisesi bile olmayan dilenci bir kadın görmüştü. Kendi kendine şöyle düşündü, “Gece dışarıda uyurken kimbilir ne kadar çok üşüyordur? Benim üzerimde en azından bir çatı var. Ama onun hiçbir şeyi yok!”

Bundan sonra babaannem dilenciyi pencereye doğru çağırmış, ona battaniyeyi uzatmış ve kendisine ailesinden kimse görmeden hemen oradan uzaklaşmasını söylemişti. Kadıncağız sessiz bir şekilde göşyaşları dökerek oradan kaçıp gitmişti. Bunu anlatırken babaannemin de yüzünde sevinç gözyaşları vardı.

Sizce bu da önemsiz bir olay mı? Size şunu söyleyeyim, big bang(büyük patlama) sayesinde bu kâinat başlamış ve galaksiler kurulmuştur, bu sessiz gözyaşları sayesinde de bizim ruhlarımız inşa edilmektedir. Ve maalesef bizlerin kalplerimizde yeteri kadar merhamet olmadığı için de çok sayıda insan gözyaşları dökmektedirler.

Başkalarının Sevincini Paylaşmak

Yıllar önce şöyle bir söz duymuştum,

“Başkalarının üzüntüsünü hissetmeye çalışmak, onların mutlulukları ile mutlu olmaktan daha kolaydır. Ama insanların çoğu maalesef daha henüz ilk aşamayı bile beceremiyorlar.”

Bir seferinde köylere giderek çeşitli hizmet programlarına katılan gruptan bir öğrenciye nasıl bir deneyim yaşadığını sormuştum. Bana, “Ben başkalarına mutluluk vermenin beni de bu kadar çok mutlu edeceğini hiç düşünmemiştim. Biz, yiyecek, kıyafet, oyuncak, kitaplar, defter, kalem, ayakkabı, v.s. dağıtıyoruz. O basit insanların yüzlerinde aldıkları bu küçük şeylerden sonra gördüğüm şükran ve mutluluk duygusu içinde öğlenleyin yemek yemeyi bile unutuyorum” şeklinde cevap verdi.

O insanların kederleri ve üzüntüleri ile hüzünleniyor, ama aynı zamanda onlar sevindikleri zaman da mutlu oluyordu. Hatta bu arada kendi açlığını bile unutuyordu.

Page 222: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

222

Babaannemle bu 12.sınıf lise son öğrencisinin paylaştığı ortak bir duygu vardı. Kendilerini karşılarındaki kişilerle özdeşleştirebiliyorlardı. Bir seferinde bir karga ile, bir başkasında bir insan ile!

İşte bunun sebebi Merhamet’dir. Bir kargaya veya bir insana duyulan merhamet bu duyguyu hissesen insanın üzerinde aynı etkiyi bırakır – kendisini unutur. Bu durum da bize tüm yaşamın BİR olduğunu ve Yüce Yaratıcı’nın her şeyi BİR yarattığını göstermiyor mu?

Merhamet Yaratılıştaki BİR’liğin En Büyük Kanıtıdır

Bu yüzden bizi bu en güzel yolculuğa, yani içimizdeki saflığa doğru manevi bir yolculuğa çıkaran şey merhamet yolu değil midir?

Benim babaannem battaniyesini diğer kadına verdiği zaman şöyle düşünmedi, “Bu benim battaniyem, bunu bana benim oğlum ben üşümeyeyim diye aldı” Tam tersine olabildiği kadar basitçe şöyle düşündü, “Bu kadının soğuktan korunmak için bu battaniyeye benden daha çok ihtiyacı var. Bu yüzden ben bunu ona vermeliyim!” Merhamet bu şekilde “ben” duygusunu genişletir ve kendisine ne gelirse gelsin, o şeye kendisinden daha az sahip olanla o şeyi paylaşmaya götürür. Biyolojide osmosis(geçişim) olayı vardır. Nüfuz etmek, bir şeyin içinden geçerek bir yere nüfuz etmek/sızmak demektir. İşte merhamet de aynı şekilde manevi bir osmosis şeklinde kendisini gösterir ve her yere sızar.

Bizim okulda öğrendiğimiz bir şiir vardı.

Akşamları evde otururken babaannem okuma yazması olmadığı için bizlerden o şiiri okumamızı isterdi. Bu çok acıklı bir şiirdi ve ailesinin tek çocuğu olan bir kızın gelin olduktan sonra birlikte yaşamak üzere kocasının ailesinin evine giderken bindiği geminin denizde kaza geçirip batması sonucu ölümünü hüzünlü bir dille anlatıyordu. Babaannem bu şiiri gözleri kapalı vaziyette dinler ve her seferinde ağlardı. Wordswoth’un şu aşağıdaki şiirine ne dersiniz?

Solitary Reaper - “Yalnızlık Biçen”

Bana bu kadının hangi şarkıyı söylediğini anlatacak kimse yok mu? Belki hüzünlü bir olayı anlatmaktadır. Eskiden yaşanmış mutsuz bir olayı. Yoksa öyle sıradan bir şarkı mıdır? Günlük yaşamdan bir şeyi anlatan Basit bir derdi, kaybı veya acıyı, Yaşanmış veya tekrar yaşananak olan?

Page 223: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

223

Eğer bu şiiri beğendi iseniz Wordsworth’un size söylediğini yapınız,

“Ya bu noktada durunuz veya nazik bir şekilde devam ediniz!”

Paylaşmanın ve Vermenin İlahi Yolu

Fakat ne aldığım İnsani Değerler Eğitimi, ne de babaannem bize devam etmek için fırsat vermezdi. O, her akşam kendisine okumamızı istediği şiiri bir sefer olsun okumayı reddetsek bize hemen aldığımız eğitimin hiçbir şeye yaramadığını, boşuna okula gittiğimizi söylerdi. Bizim kalplerimize şu söz derin bir şekilde nakşedilmiştir. “Eğitilmiş bir insan mutlaka ama mutlaka merhamet ile dolu olmalıdır”

İnsanlara hizmet etmek için yapılmış bu program aslında bir “Merhameti Genişletme ve Büyütme” programı idi.

Bizler çevremizdeki insanların acılarına ve çektikleri zorluklara gözlerimizi kapatıyoruz. O kadar kibirli ve gururluyuz ki, onları görmezden geliyoruz. Nazikçe onların yanlarından geçip gidiyoruz. Hâlbuki bizlere vicdanımızın ve bu dünyadaki bütün bilge kişilerin yapmamızı söyledikleri şey o anda orada durmamız ve onların acılarını ve üzüntülerini hissetmeye çalışmamız ve onların döktükleri gözyaşlarını paylaşmamızdır. İnsanlara merhametin hatırlatılması ve nasıl merhametli olabileceğinin öğretilebilmesi için ihtiyacı olan başka insanlara hizmet edebilecekleri projeler ve programlar geliştirilmelidir.

Merhamet egomuzun keskin köşelerini köreltmemize yaradığı için daha iyi dua etmemizi sağlayabilir. Eğer empati geliştirebilirsek, yani kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyabilirsek, acıma ve şefkat duygularımız egonun kendilerini lekemesine izin vermeyecektir. Onların duygularını anlayabilecek ve sempati duyabileceğiz.

Yine babaannemin yaşamından başka bir anı hatırladım. O zamanlar yaşadığımız bölgede çok sayıda sinek vardı. Bu 50 yıldan daha uzun bir zaman önce idi ve en korkulan hastalıklardan biri de sıtma idi. Benim babam da sıtmaya yakalanarak hastalanmıştı. Ateşi 42 derecenin altına inmiyordu. Kendisine yüksek dozda kinin verildiği halde değişen bir şey olmamıştı. Bu durum bir hafta boyunca devam etti. Bir gün babamın ateşi artık 43oC’ye dayanınca babaannem işi ele aldı. Doğruca babamın yattığı odaya gitti, doktoru dışarıya çıkardı, babamın alnına ağaç köklerinden ve fesleğen yapraklarından hazırladığı bir miktar çamur koydu ve bir yandan dua ederek babamın başucunda oturmaya başladı. Babaannem sabaha karşı babamın yanından ayrılırken babamın ateşi 40’ın altına düşmüştü. Bir hafta içinde de iyice iyileşmişti.

Benim babaannem en ufak bir rahatsızlığı olmadan ‘nazik bir şekilde’ öldü. O yaşadığı sürece biz onun tatlılığını, canayakınlığını, güleryüzünü, Tulasi – Fesleğen

Page 224: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

224

nezaketini, yumuşaklığını, insanlığını ve ilahi merhametini yeteri kadar gözlemleyemedik, çünkü ‘zamanımız’ yoktu. Her çocuk ve genç gibi oyunlarla ve bize göre önemli ama aslında boş şeylerle meşgul oluyorduk. Tanrı bu adına yaşam denilen zamanı bize O’nun güzelliğini bir gülümsemede, güzel bir çiçekte, küçük bir çocukta, merhamet dolu bir davranışta v.s. bulalım diye vermiştir. Şöyle güzel bir söz vardır,

“Eğer ruhunu ve karakterini kaybedeceksen dünyalar senin olsa ne olur?”

118- 2009/215

KÖTÜ İYİDİR - BAD IS GOOD

Bir zamanlar çok değerli seçkin ve yüksek şahsiyetli bir adam yaşıyordu. Bu adam çok değerli birisi idi ve sakin mizacı ve karakteri ile tanınıyordu. Bu adamın kendisine hizmet eden bir yardımcısı vardı ve bu yardımcı da adamın tam tersi idi. Son derece ters davranıyordu. Adamın evde verdiği hizmet o kadar kötü ve şeytani hilelerle dolu idi ki, yardımcının bu aksi karakteri evdeki herkese sirayet etmekte idi. Bağlı olduğu efendisine yardımda ve hizmette hiç kusur etmiyordu ama birisini ölürken görse ona bir yudum su bile vermezdi.

Maalesef bu hizmetkârın bu kötü karakteri yıllar boyu daima aynı kalarak sürüp gitti. Ne telkinler ve nasihatlar, ne azarlamalar ve ne de kötek işe yaramıyor, hizmetkârın huylarını değiştiremiyor ve onu adam edemiyordu. Ünlü ve saygın adamın evi bu yüzden daima karışıklık, düzensizlik ve huzursuzluk içinde idi. Bazen hizmetkâr yollara çöpler döküyor, bazen de tavukları kuyuya atıyordu.

Adamın bu mutsuz huy ve mizacı adamın yüzünden belli oluyordu. Hiçbir işi doğru dürüst beceremiyordu. Saygın kişinin komşusu durumu fark ederek kendisine sordu, “Bu uşağı nesini beğeniyorsun da onu burada tutuyorsun? Adamın davranışları felaket, hiçbir konuda yeteneği yok ve üstelik bir de çok çirkin bir adam! Böyle kural tanımayan bir üçkâğıtçıyı/düzenbazı uşak olarak tutmanın ve kendini böyle sıkıntıya sokmanın sana hiçbir faydası yok. Eğer hizmetkârdan memnun değilsen sana mahalleden başka bir uşak bulabilirim. Yenisinin daha iyi bir karakteri ve daha iyi bir çalışması olacağını garanti edebilirim. Bu çalışan köleyi de hemen götürüp köle pazarında sat! Sana ne teklif ederlerse kaçırmadan sat, çünkü o ancak buna layıktır.”

İyi karakterli seçkin adam gülümsedi ve şöyle dedi, “

“Benim hizmetkâr kölemin karakterleri kötüdür doğru. Ancak benim uşağımın huyları kötü olduğu halde onun sayesinde benim karakterim değişti. Ben onun davranışlarına tahammül edebilmeyi öğrendiğim için

Page 225: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

225

herhangi bir başka kişinin de bana olan kötü ve kaba davranışlarına katlanabilir hale geldim. Ayrıva onun hatalarını başkalarına açık ederek onu rencide etmek hiç de insanlık ile bağdaşmaz. Ayrıca onun verdiği sıkıntılara benim katlanmam ve bir başkasını bu eziyetten kurtarmam daha iyi değil mi?

Bu seçkin ve yüksek karakterli adamın bu cevaba yansıyan dayanma gücü, azmi ve altın kalpliliği, herkese verilen bir ders niteliğindedir. Yaşam bizi birçok arzu edilmeyen durumların içine sokar. Fakat bu acı veren durumu hoş ve tatlı bir hale getirmek ve bu durumdan en büyük dersi çıkartabilmemiz için bu fırsatı kendi kusurlarımızı ve eksikliklerimizi ortadan kaldırmamız gereklidir.

Bu hiç de kolay bir yol değildir, fakat kesinlikle sıkıntıya girmenin sonu selamettir. Çünkü hoşgörü, sabır ve azim sahibi olmak en başta bize zehir gibi gözükse de eğer bu durum bizim mizacımıza ve davranışlarımıza yerleşirse sonu balözü gibi olacaktır.

Bize büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Sizin sahip olduğunuz sevgiyi saflaştırmanız gerekmektedir. Bunu yapabilmek için hoşgörü sahibi olmanız, büyük bir sabır sahibi olmanız ve her koşul altında kendinizi sınırlandırarak kendinize hâkim olmanız gerekmektedir. Bu da size zarar verse bile karşınızdaki kişiye iyi davranmanız ve iyilikleri onunla paylaşmanızı gerektirir. Bu dünyada edinip edinebileceğiniz en yüksek nitelik, en yüksek karakter bu hoşgörülü ve merhametli olma, müsamahalı davranma ve sabretme niteliğidir. Bu hoşgörülü olarak kendisini bir şey yapmaktan alıkoyma hali Hakikat’e eşdeğerdir ve Doğru Davranışın kalbidir. Hoşgörü, uygulamaya döküldüğünde Şiddetten Kaçınma olur. Sabır ve hoşgörü gerçek manası ile insanı kendi halinden hoşnutluğa ve merhamete götürür. Ayrıca dünyada herkesin içinde de mevcuttur ve dışarıya çıkarılmayı beklemektedir. Yalnızca siz sabır ve hoşgörüyü geliştirdiğiniz zaman Tanrı’nın sizden olmasını istediği bir insan olacaksınız.”

119- 2010/216

SEVGİYİ KİM ANLAYABİLİR?

Mutluluk, mutsuzluk, sevgi, v.s. gibi duygular

bir adada hep birlikte yaşıyorlardı. Bir gün adanın

okyanusta batacağı bilgisi geldi. Bütün duygular

daha emniyetli bir yere ulaşmak için sandallarına

binerek adadan ayrılmaya hazırlandılar.

Adada kalmaya devam eden yalnızca sevgi

Page 226: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

226

oldu. İçinde yaşadığı bu cennet gibi yeri son anına kadar korumak istiyordu. Ada artık

tam olarak sulara gömülmekte iken sevgi artık ayrılmanın vaktinin geldiğini düşündü.

Kendisini kurtarmaya gelecek birisini aradı. O sırada Zenginlik/Refah büyük bir

gemide geçiyordu. Sevgi sordu, “Sevgili Zenginlik ben gemiye senin yanına gelebilir

miyim?”

Zenginlik şöyle cevap verdi, “Çok üzgünüm, teknede çok sayıda altın ve gümüşüm

var ve maalesef gemide hiç kimseye yer yok!”

Sevgi bunun üzerine Kibir’den yardım istemeye karar verdi. Kibir o sırada çok

güzel bir gemide geçiyordu. Yüksek sesle seslendi, “Sevgili Kibir, lütfen bana yardım

eder misin?”

Kibir, “Ben sana yardım edemem” diye yanıtladı. “Sen çok ıslaksın ve benim bu

güzel teknemi kirletirsin!”

Sevgi bu sırada Mutsuzluk’u geçerken gördü ve sordu, “Sevgili Mutsuzluk, seninle

gelmeme izin verir misin?” Mutsuzluk hemen cevap verdi, “Sevgili Sevgi, çok üzgünüm

ama ben yalnız olmak istiyorum.”

Sonraki sesleniş Mutluluk’a idi. Sevgi bir umutla seslendi, “Sevgili Mutluluk, beni

de yanına alır mısın?” Fakat Mutluluk o kadar sevinç ve neşe içerisinde idi ki, onu

duymadı bile!

Bunun üzerine Sevgi artık umudunu yitirerek ağlamaya başladı. Tam o sırada bir

ses duydu, “Haydi gel Sevgi, benimle gelebilirisin!” Bu seslenen çok yaşlı biri idi. Sevgi

kurtulduğuna o kadar çok sevinmişti ki kendisini kurtaran bu yaşlı adamın kim olduğunu

sormayı unuttu. Karaya ulaştıklarında yaşlı adam kendi yoluna gitti. Sevgi bu yaşlı kişiye

ne kadar borçlu olduğunu düşünüyordu.

Sevgi sonra Bilgi’yi arayıp buldu ve ona bu yaşlı adamın kim olduğunu sordu. Bilgi,

“Onun adı Zaman’dır” dedi. Sevgi sordu, “Hiçkimse bana yardım etmezken neden

Zaman beni kurtarmaya geldi?” Bilgi gülümsedi ve büyük bir samimiyet ve bilgelikle

şöyle cevapladı, “Çünkü yalnızca Zaman, Sevgi’nin ne kadar büyük ve önemli

olduğunu anlayabilir?”

Bizim sahip olduğumuz sevgiyi gerçek anlamı ile Tanrı’dan başkası

anlayamayacaktır. Fakat bunun için de sabırlı olmamız gerekecektir. Çünkü Tanrı bizim

Page 227: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

227

Sevgimize karşılık vermek için en uygun zamanı bekleyecektir, çünkü Tanrı Sevgi’den

başka bir şey değildir.

120- 2010/217

GÜZEL BİR KALBİ İNŞA ETMEK

Genç bir adam gençliğin verdiği bütün ihtişam ile şehirde birçok insanın toplanmış

olduğu bir meydana gelerek onlara seslendi, “Benim kalbime bakar mısınız? Bu kalp bu

vadideki en güzel kalp değil mi?”

Kalabalık, genç adamın karizmasından, güzelliğinden ve cesur sözlerinden

etkilenmişti. Genç adamın kalbi gerçekten de hayran olunacak gibiydi. Kalbinde tek bir

leke bile yoktu. Aynı fikirde olduklarını beyan etmek için başlarını salladılar, bu kalp

hakikaten bugüne kadar gördükleri en güzel kalp idi.

Genç adam kendini beğenmişlik denizinde yüzüyordu. Herkes onun kişiliğini ve özellikle de kalbini övdüğü için çok heyecanlanmıştı. Sesini daha da yükselterek şöyle dedi, “Sevgili halkım! Siz bütün bu bölgedeki en güzel insana bakmaktasınız!” Kalabalık coşkulu bir biçimde onu alkışladı ve tezahürat yaptı. Yalnızca yaşlı bir adam alkışlamamıştı.

Bu yaşlı ve sırtı hafifçe kamburlaşmış beyefendi büyük bir dinginlik ve vakur ile genç adamın yanına geldi ve şöyle dedi, “Senin kalbin benim kalbim kadar güzel değil!”

Bunu söyleyince kalabalık kahkahalarla gülmeye başladılar, çünkü yaşlı adamın kalbi epey yaşlı gözüküyordu. Şüphesiz çok kuvvetli atıyordu, fakat her tarafı yara bere içerisinde idi. Bazı bölümleri kopmuş ve oralara başka şeyler yapıştırılmış gibiydi. Bu yamalar yerlerine uymuyorlardı ve kalbin dışarısında çok sayıda çentikli köşe vardı. Aslında kalbin bazı yerleri ıskarpelayla oyularak çıkartılmış gibi idi ve bazı yerleri eksikti. Bu görülmesi çok acınaklı olan bir sahne idi ve bu kalp genç adamın o güzel kalbinin yanında çok acınası duruyordu.

Kalabalık topluluğun içinden bazıları bu yaşlı adamın deli olabileceğini düşündüler, çünkü gerçekten bu genç ve güzel kalbi, yaşlı adamın kalbi ile karşılaştırmanın imkânı yoktu.

Page 228: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

228

Genç adam alaycı bir şekilde güldü ve şöyle dedi, “Sevgili Büyükbaba! Biliyorum sen şaka yapıyorsun! Şu benim kalbime bir baksana ne kadar mükemmel!”

Yaşlı adam nazikçe cevap verdi, “Evet sevgili oğlum, haklısın senin kalbin çok güzel bir kalp, fakat ben kalbimi asla seninki ile değiştirmem.” Etrafta bulunan herkes bu söz üzerine meraklanmış ve etraf sessizliğe bürünmüştü. Tam bir sessizlik olduğunda yaşlı adam yumuşak bir ses tonu ile sözlerine devam etti, “Görüyorsun işte benim kalbimdeki her yara izi, benim kendisine sevgimi vermiş olduğum birisini gösteriyor. Ben kalbimden bir parçayı onlara veriyorum. Onların bana kendi kalplerinden verdikleri parçalar da benim kalbimdeki o boş bölgeye oturuyor. Fakat değiştirilen parçalar birbirleri ile aynı olmadıkları için bazı çentikli köşeler meydana gelebiliyor. Fakat ben o yara izlerini seviyorum ve hatta onlarsız ne yapardım bilmiyorum, çünkü o izler bana paylaşmış olduğum sevgileri anımsatmaktalar.”

Yaşlı adam kısa bir süre durdu ve sonra gülümseyerek devam etti. “Biliyorsun, bazı zamanlarda da ben karşımdakine kalbimden bir parça verdiğim halde onlar bana geriye hiçbir şey vermediler. Bu yüzden oralar böyle boş ve çentikli kaldı. Sevgi vermek riske girmektir. Bazen karşılığında hiçbir şey alamayabilirsin. Bu derin oyuklar bana acı verecek şekilde açıktırlar ve bana daima bu insanlar için duyduğum sevgiyi hatırlatmaktalar. Umarım bir gün geri gelerek o boşluğu kapatırlar.”

Sonra genç adama bakışlarını çevirerek ciddi bir şekilde sordu, “Şimdi gerçek güzelliği, sevginin güzelliğini görebiliyor musun sevgili genç adam?”

O sırada genç adamın kibiri yanağından aşağıya süzülen yaşlarla birlikte akıp gidiyordu. Bu yaşlı ve bilge öğretmenin kendisine verdiği ders onun gururunu kırmış ve boynunu bükmüştü. Yaşlı adama doğru yürüdü ve onun önünde durdu. Sonra da o mükemmel kalbine doğru uzanarak ondan bir parça kopardı ve titreyen ellerle ve yaşlı gözlerle onu yaşlı adama doğru uzattı.

Yaşlı adam kendisine sunulan bağışı kabul etti ve onu kalbinin bir köşesine yerleştirdi. Ve sonra da kendi yaşlı ve yaralı kalbinden bir parça alarak genç adamın kalbindeki yaranın üzerine koydu. Mükemmel ve tam aynı şekilde olmasa da yerine oturdu.

Bundan sonra genç adam kalbine baktığında artık mükemmel olmadığını gördü. Fakat hiç de üzgün değildi. Daha önceki gibi mükemmel bir şekilde olmamasına rağmen kalbi şimdi çok daha güzeldi, çünkü şimdi yaşlı adamın sevgisi onun içine akmıştı. Kendisini daha bütün hissediyordu.

Sonra bu iki adam kucaklaştılar ve yolun kenarında beraberce yürümeye başladılar. Kalabalık sessizce kenara doğru çekilerek bu ikisine yol açtılar. Çok büyük ve derin anlamları olan bir ders almışlardı. Herkes kendi kalbinin durumunu düşünmeye ve onu nasıl daha güzel bir hale getirebileceğini düşünmeye başladı.

İnsanın kalbi ona kalp diyebilmek için merhamet ile dolu olmalıdır. Aslında bir kalp, bir merhamet denizi olmalıdır. Eğer kalbimiz var diyorsak bunu küçük büyük şefkat gösterileri ile sevecen davranışlar ile ispat etmeliyiz. Çünkü eğer bunu yaparsak o zaman verdiğimiz sevginin karşımızdakine faydası olup olmadığına bakmaksızın öyle mutlu olacağız ki bu mutluluk ve sevinç dünyada başka hiçbir şeyden elde edilemez.

Page 229: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

229

121- 2010/218

GÜÇLÜKLER, HASTALIKLAR VE İLAHİ İRADE

Küçük bir çiftlikte çok özel bir yeteneği olan bir adam yaşıyordu. Daha çocukken bile kendisinden yardım isteyen insanların hastalıklarını iyileştirebiliyordu.

Gençliğinde tıbba ve şifa veren bitkilere merak saldı. Özellikle eski kadim dönemlere uzanan çok sayıda tıp kitabı okudu ve bilgisini artırdı. Hem fiziksel ve hem de ruhsal/ psikolojik tedavileri öğrendi.

Günler geçtikçe şifa bulmak ve hastalıklardan kurtulmak için kendisine gelen insan sayısı çok arttı. Genç doktorun ünü tüm bölgeye yayıldı. Öyle bir gün geldi ki, insanlar ona gözükmek ve ondan tavsiye ve ilaç alabilmek için günlerce sırada beklemek durumunda kalıyorlardı. Hiç kimse en ufak bir şekilde şikâyet etmiyordu. Doktorun bahçesinde günler ve geceler boyu bekliyorlar, ama en ufak bir şekilde söylenmiyorlardı.

Doktor sabırla ve görev aşkı ile her gün hastalarını görüp onları tedavi etmeye devam ediyordu. Çocukları, yaşlıları, erkekleri, kadınları, her kesimden insanı tedavi ediyordu. Kendisine şifa için gelenleri tedavi etme aşkı o kadar güçlü idi ki her geçen gün kapısındaki kuyruğa giren insan sayısı daha da artıyordu.

Bu iyi kalpli doktor gelen herkese yardım etmek istiyordu ama evi çok küçüktü ve maalesef günler yalnızca 24 saatti. Kendi kendisine, “Bu zavallı insanların hepsine birden yardımcı olabilmem için bir çare olmalı?” diye düşündü ve dua etmeye başladı. Sevgili Tanrım, bana yaptığın yardımlara ve kutsamalarına binlerce kez teşekkür ediyorum. Bana yetenek verdin, beni bilgi ile donattın. Ancak bu dünyada acıdan, hastalıklardan ve talihsizliklerden muzdarip o kadar çok insan var ki! Bu insanların sayısı çok ve ben yalnızım. Ben bu hastalara daha iyi ve daha rahat bakabilmek ve onlarla ilgilenebilmek için bir hastaneye ihtiyacım var. Lütfen bana bir hastane yapmamda yardım eder misin?”

Ertesi gün doktor kendisine gelen bir ilhamla hastane inşaatına başladı. Günün yarısında hastane inşaatında çalışıyor, geriye kalan yarısında da insanları tedavi etmeye ve onlara şifa vermeye devam ediyordu. Geceleri ancak birkaç saat uyku uyuyabiliyor ve gün boyunca kendisi artık iyice yorulana dek hasta bakmaya devam ediyordu.

Böylece hem inşaat hem de tedavi hizmeti aynı anda ama yavaş ilerliyordu. Doktor bu kez tekrar yardım istemek için duaya başladı. “Allahım, bana verdiğin bilgilere ve her türlü kabiliyete sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Fakat her gün yapmam gereken o kadar önemli işler var ki! Hastalara bakmaktan hastane inşaatı ile yeteri kadar ilgilenemiyorum. Sen her şeye kadirsin! Lütfen bana ve bahçemde beklemekte olan bu kadar insana acı ve bu gece bu hastane inşaatının bu gece bitmiş olmasını sağla!”

Page 230: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

230

O gece doktor rüyasında büyük bir ışık gördü ve şu sesi işitti, “Sevgili Doktor, Ben seni çok seviyorum. Senin kalbin de, niyetlerin de çok temiz! Ben senin istediğini yerine getireceğim, fakat önce bir şey bilmen gerekiyor. Şu anda sana hastane inşaatında yardım etmek üzere 100 adam gönderiyorum. Şu anda yoldalar ve sabahleyin oraya ulaşacaklar. Bu yüz kişiden bir kısmı bu kutsal görevde yer aldıktan sonra ailelerinin yanına dönecekler ve baba olacaklar. Bunun için yıllardan beri yanıp tutuşuyorlar. Bunlardan diğer bir kısmı hayatlarında sürekli olarak itilip kakılmış, dövülmüş ve aşağılanmış olan insanlar. Bunlar evlerine döndükten sonra yeniden arkadaşlığa, birlikte çalışmanın güzelliğine ve biribirine güven duyma duygusuna kavuşacaklar.

Yine bu insanlardan bazıları bu inşaatta çalışırlarken müstakbel eşleri ile tanışacaklar. Bugüne kadar hep ailevi değerleri önemsemeden yaşadılar ve bu yüzden üstlerine aldıkları bu günahlar yüzünden uzun sürelerden beri kendilerine uygun bir eş bulamamışlardı.

Sana inşaatta yardım edecek kişilerden yine büyük bir kısmı da sahip oldukları amansız hastalıklardan kurtulacaklar. Bu hastalıklar onların kaderlerinde vardı ama şimdi onlardan tamamen kurtulup iyileşecekler.

Yine sana yardıma gelen bu insanlardan bir bölümü de hastanede seninle beraber çalışmaya başlayacak ve insan bedeni ve ruhu hakkında senden çok şeyler öğrenecekler. Bu şekilde hayatları değişecek ve senin güvenilir yardımcıların olacaklar.

Yani anlayacağın bu yüz kişi yalnızca kendi yaşamlarını değiştirmeyecek, aynı zamanda onların aileleri, arkadaşları ve hastaların da hayatları değişecek.

Ben seni çok seviyorum ve bana tek bir söz söylemen yeterli. Benden bu binayı bu gece içinde yapmamı istiyorsan yaparım. Yapayım mı?”

Adam bu rüyanın etkisi ile uykusundan uyandı ve ayağa fırladı. Başını öne eğerek oturdu ve kendi kendine şöyle dedi, “Bana verdiğin bu ders için Sana çok teşekkür ederim Allahım! Artık şunu çok iyi biliyorum ki insanları tedavi etmek için bir hastane değil, bir yaşam gerekiyor. Benim şimdi hemen işe koyulmam gerekiyor. Bana gönderdiğin 100 kişiyi karşılamam için hazırlık yapmam lazım!”

Doktor bu dünyada her şeyin bir yeri ve zamanı olduğunu anlamıştı. Başarıya ulaşmak isteyen kişiler uygun zamanı kararlı bir şekilde bekleyerek sabretmeli ve kendilerine fırsat verilecek ana hazırlanmalıdırlar. Herkesin zamanı gelecektir.

Büyük bir bilge bize şöyle söylemiştir,

“Mutlu olabilmek için en güzel yol, başınıza ne gelirse gelsin onun sizin başınıza gelebilecek için en iyi şey olduğuna inanmanızdır.”

Page 231: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

231

Her bir acının bir “Son Tüketim Tarihi” vardır ve aynı şey zevkler ve keyifli anlar için de geçerlidir. Fakat eğer biz yaşamımızın her bir anını Tanrı’ya teslim edersek ve yaşamımızda yaşadığımız her bir anı O’nun bize bahşettiği bir hediye olarak ele alırsak umutsuzluk, çaresizlik ve endişe duyguları bizim hiç tatmadığımız ve bu yüzden de hiç bilmediğimiz duygular olarak kalacaklardır. Her gün yaşamımızda meydana gelen mucizelere şahit olmaya başlayacağız, bazıları çok basit ve tatlı, bazıları da insanın aklını uçuracak ve ağzını açık bırakacak cinsten mucizeler. Haydi gelin hep beraber dizginleri O’na teslim edelim!

Rita Ivanova, Letonya

122- 2010/219

MISIR EKEN ÇİFTÇİ

Bu dünyanın güzelliği iyilikte yatar ve siz eğer o iyiliği ararsanız onu dünyanın her bir köşesinde bulabilirsiniz. Güzel hikâyeler ve masallar, bu güzel dünyanın her bir köşesinde güzel insanların yaptıkları güzel davranışları anlatırlar ve bizlere ilham vererek örnek oluştururlar.

Bir ülkede ülkenin en iyi ve en büyük mısırlarını yetiştirmekle ünlü bir şehir ve bu şehirde de girdiği her mısır yetiştirme yarışmasını kazanan Aleks adında bir çiftçi vardı. İnsanlar her yıl yapılan panayırda büyük ödülü onun kazanmasını en iyi tohumlara sahip olmasına bağlıyorlardı.

Panayıra katılan herkes onun başarısının sırrını merak ediyor, ama bir türlü ona sorma cesaretini bulamıyorlardı. Onun bunun cevabını kendilerine söylemeyeceğini, çünkü hiç kimsenin ülkenin en iyi çiftçisi olarak seçilme ve birinci olma şansını tehlikeye atmayacağını düşünüyorlardı.

Fakat ilginç olan şey Aleks çok sevecen bir insandı ve komşularına ve arkadaşlarına yardım etmeyi çok severdi. Herkes tarafından cömertliği ve yardımseverliği ile tanınırdı, bu konuda ün yapmıştı. Bu kadar çok başarılar kazanmasına rağmen diğer arkadaşlarına karşı soğuk, ilgisiz, kendini beğenmiş ve bencil bir çiftçi hiç değildi.

Bir sene panayıra bir gazeteci geldi. Gazeteci artık bu sene başka birisinin en iyi çiftçi seçileceğini umuyordu. Ama tabi hiç kimsenin şaşırmadığı şekilde Aleks o sene yine birinci seçildi.

Gazeteci gelip kendisi ile röportaj yaptı: “Efendim, artık bize bu en iyi mısırları nasıl yetiştirdiğinize ait sırrınızı anlatma zamanı geldi mi, ne dersiniz?”

Page 232: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

232

Aleks daha cevabı vermeden alçak gönüllü bir şekilde gülümsemeye başladı. Şöyle yanıtladı, “Bunun sırrı benim mısır tohumlarımı komşularım ile paylaşmış olmamdır.”

“Gerçekten mi? Şaka mı yapıyorsunuz efendim?” diye gazeteci sormaya devam etti.

Çiftçi şöyle yanıtladı, “Hayır tabii ki, neden şaka yapayım ki? Herhalde siz çapraz tohumlama diye bir şey biliyorsunuz. Rüzgâr iyi kaliteli mısır tohumlarının polenlerini benim komşularımın mısır tarlalarına doğru savurur ve tabii ki onların tohumlarını da benim mısır tarlama doğru savurur ve bu şekilde çapraz tohumlama denilen şey gerçekleşir. Düşünebiliyor musunuz ya eğer rüzgâr benim komşularımın tarlalarından benim tarlama doğru kötü kaliteli mısır tohum polenlerini getirmiş olsaydı, ben ne yapardım? Bütün gayretlerim ve bu kadar sıkı çalışmam boşa gitmez miydi? Paramı ve zamanımı boşa harcamış olmaz mıydım? Sonuç ne olurdu? Bütün şehirde kalitesiz mısır yetişmiş olurdu.

Benim komşularım ile paylaştığım kaliteli tohumlar hepimizin birbirimizden faydalanmamıza yol açmaktadır ve bu sayede ben en kaliteli ve en iyi mısırı yetirmiş oluyorum. Paylaşmanın sonucunda mucizevî şeyler gerçekleşebilir, sevgili arkadaşım. Umarım bugün çok faydalı bir şey öğrenmişsinizdir.”

Gazeteci çiftçiden böyle bir açıklama beklemiyordu.

Aleks devam etti, “Bir adadaki gibi yalnız yaşayarak başarılı olamazsınız. Siz uzanıp başkasına yardım edersiniz, desteklersiniz ve bunun size misli ile geri dönüşü olur.”

Eğer içimizden birisi bir insanın tek başına gayreti ile başarıya ulaşabileceğini düşünüyorsa çok yanılıyordur. En tepeye ulaşıldığı zaman genellikle bize yol boyunca bilerek veya bilmeden yardım etmiş ve başarımızda katkısı olan ailemizi, komşularımızı, arkadaşlarımızı, genel olarak toplumda beraber yaşadığımız kişileri unuturuz. Bize küçük, büyük her türlü başarımızda birçok yoldan yardımcı olan içinde yaşadığımız toplumdur.

Ancak yetenekli ve başarılı insanların çoğu bir koza içerisinde yaşamayı çok severler. Kesinlikle kendi kendilerine başardıklarını ve bu yüzden de topluma ve başkalarına karşı hiçbir yükümlülükleri ve sorumlulukları olmadıklarını düşünürler. İşte bu düşünce bugün modern toplumun karşı karşıya olduğu ve acı veren problemlerin hepsinin sebebidir.

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Bugün dünyadaki bütün problemlerin kökünde bencillik yatmaktadır. İnsanlar yalnızca kendilerinin ve kendi ailelerinin refahını düşünmekteler. Dünyanın geri kalanı kendilerini hiç ilgilendirmemektedir. Hâlbuki şu iyice idrak edilmelidir ki her bir bireyin refahı ve rahatı, toplumun, ülkenin ve hatta dünyanın refahına ve rahatına bağlıdır. Ancak maalesef ve ne yazık ki eğitilmiş insanların arasında

Page 233: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

233

bencillik ve dar görüşlülük, köylerde yaşayan insanlara göre çok daha fazla ve yaygındır.”

İşte bu yüzden bizler şöyle düşünmeliyiz. Biz şu anda olduğumuz yerde ve olduğumuz kişi isek bunu bir yerlerde bizim için fedakârlık yapmış ve hatta hayatlarını vermiş olan başkalarına borçluyuz. Bizler bunu bilerek alçakgönüllü olmalı ve önümüze çıkan her bir fırsatı başkalarının yaşamlarına mutluluk katmak için değerlendirmeliyiz. Bu da aynı duvara çarpan bir top gibi bize geri dönecek ve bizim yaşamlarımızı mutluluk ile dolduracaktır. Biz asla bu oyunun yenilen ve kaybeden tarafı değiliz, bu yaşam oyunu bir kazan-kazan senaryosu ile yazılmıştır.

“Mutluluğun peşinden koşmayın, mutluluğu yakalayamazsınız! Siz başka insanları mutlu etmeye çalışın, mutluluk koşarak size gelecektir.”

123- 2010/220

TANRI NEREDEDİR

Bu dünyadaki insanların hepsinin zihnini kurcalayan soru budur, “Tanrım

neredesin?” Seni aradığımız zaman nerede bulabiliriz?”

Bir köyde yaşayan bir adam Tanrı’yı nasıl ve

nerede bulabileceğini merak ediyordu. Okuduğu

hiçbir kitap, seyahat ettiği hiçbir yer, konuştuğu

hiçbir bilge kendisine bu konuda yardımcı

olamamıştı. Bu şekilde aradan yıllar geçti.

Soğuk bir kış sabahında adam, yaşlı bir

kadını ateş yakmaya çalışırken gördü. Kadın odun kütüklerini bir araya getiriyor ve ateşin

parlak ve sıcak olmasını sağlamaya çalışıyordu. Ancak ateşin olduğu yerde kül de vardı.

Bir yerden sonra kül ateşin parlaklığını yitirmesine ve sönmesine yol açıyordu. Kadın külü

karıştırarak kenara aldığı zaman ateş yine parlak bir şekilde yanmaya devam ediyordu.

Adam şöyle düşündü, “Hmm, ateş odunu küle dönüştürdüğü halde yine de canlı bir

şekilde yanmaya devam ediyor.”

Ertesi gün adam yürüyüşe çıktı ve epey bir mesafe gittikten sonra yoruldu ve bitkin

düştü. Bir ağacın altında oturup gölgede dinlenmeye başladı. Bu sırada Güneş tepede

olanca sıcaklığı ile parlamaya devam ediyordu. Adam güneşe hitap ederek sordu, “Ey

Güneş, sen bu dünyaya en tepeden bakıyorsun. Herhalde sen Tanrı’nın nerede olduğunu

biliyorsundur, bana da söyler misin?”

Page 234: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

234

Güneş çok oyunbazdı. Kısa süreliğine de olsa

oradan geçen bir bulutun arkasına saklandı ve

saklambaç oynamak istedi. Bulut geçip gidince güneş

olanca haşmetiyle ben buradayım dercesine yine

ortaya çıktı. Adam cevabını yine alamamıştı. Bir of

çekerek kısa bir dinlenmeden sonra ayağa kalktı ve

yoluna devam etti. Biraz yol aldıktan sonra bir gölün

kenarına geldi. Gölün üzeri yemyeşil ve kalın bir yosun tabakası ile kaplanmıştı. Köy

halkı gölün kenarına toplanmış beraberce çalışarak gölün yüzeyindeki su yosunlarını

temizlemeye çalışıyorlardı. Adam merak içinde onlara

seslenerek sordu, “Arkadaşlar gölün üzerine bu

yosun tabakasını kim koyuyor olabilir, biliyor musunuz

acaba?” Köylüler hep beraber cevap verdiler

,”Hiçkimse efendim! Gölün suyu bunu arada bir

kendisi yapıyor. Sebebini bilmiyoruz. Ama yosunları

temizleyince tekrar temiz suyu görebiliyorsun!”

Adamın kafasında bir şimşek çakmıştı. Düşünmeye başladı, “Bu yosun tabakası o

kadar kalın ki altında suyu göremiyorsun. Ama aynı şey biraz önce güneş için de geçerli

idi. Güneş, ısısı ile suyu buharlaştırıyor ve o su bulut oluşturarak güneşin önünü

kapatıyor ve onu görünmez hale getiriyor. Ayrıca aynı şey ateş için de geçerli. Sen ateşi

yakıyorsun ve kül elde ediyorsun. O kül de ateşin üzerini örterek onu görünmez hale

getiriyor. Külü kenara aldığın zaman ateşi tekrar görebiliyorsun. Su, ateş ve güneş; hepsi

de oradalar, yerlerinden ayrılmadılar, şekillerini değiştirmediler. Tek yapılması gereken

üstteki yosun tabakasını uzaklaştırmak, külü kenara almak ve bulutların geçmesini

beklemekten başka bir şey değil. Ee o zaman aynı şey Tanrı ile de geçerli olmalı! Tanrı

dünyayı yarattı ve dünya tarafından da üzeri bir battaniye gibi örtülmüş olmalı. Şimdi

anlıyorum, benim tek yapmam gereken şey battaniyeyi kaldırmak! İşte bu kadar basit!”

Tanrı’yı aramaya çalışmak samanlıkta iğne aramaktan bin kat daha zordur.

Tanrı yaratılmış olan her canlının içerisinde mevcuttur ve onu yaşatan da O’dur.

Tanrı bizim Öz’ümüzdür ve ruhumuzu bir güneş gibi, yani karanlık bir odaya dolan

güneş ışığının her bir noktayı aydınlatması gibi bizi aydınlatmak için beklemektedir.

İçimizdeki o İlahi Öz’ü keşfedebilirsek, O’nu aramaya gerek kalmayacaktır.

Yaşam, yani Life için ne derler biliyor musunuz, Life = Look Inside For

Everything. (Ne ararsanız içeride arayınız)

Page 235: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

235

124- 2010/222

GÖRÜNMEYEN ELLER

Bill çok iyi ve dikkatli bir çömlekçi idi. Bütün çevrede onun çamur ile yaptığı usta işi eserler konuşuluyordu.

Onun tarafından şekildirilen çömlekler çok kaliteli idi. İçlerinde pişirilen yemeklere çok özel bir aroma/koku veriyorlardı. O çömleklerin içlerinde saklanan yemekler çok uzun süre taze kalıyor, bozulmuyordu. Bill’in yaptığı çömleklerin içine ekilen çiçekler de daha sağlıklı ve daha güzel oluyorlardı.

Bu mucizeleri gözlemleyen insanlar damutlaka Bill’in yaptığı çömleklerden satın almak istiyorlardı.

Bill’e bu çömlekleri neyin bu kadar özel yaptığını, bunları nasıl bu kadar güzel yaptığı sorulunca da Bill omuz silkerek çömlekleri yapmada hiçbir sırrının olmadığını söylüyordu. Tek yaptığı şey kilden bir parça yapmaya başlamadan önce dua etmekti.

Bir çömlekçinin işi erken saatlerde başlar. O sırada çoğu insan hala yataklarındadır. Bill gülerek şöyle söylemektedir, “Ben çok erken saatlerde kalkıp işe başlıyorum ve dua ediyorum. O zamanlarda herkes yatakta olduğundan Tanrı’nın benimle ilgilenmek için daha çok zamanı oluyor!”

Bill’in beş yaşında bir oğlu vardı. Babası ona güne dua ile başlamayı ve günü dua ile bitirmeyi öğretmeye çalışıyordu. Çocuk öyle aşılanmıştı ki bir şey yapmaya başlamadan önce daima önce dua ediyordu. Bu şekilde yapacağı işte problem yaşamadan işin rahat bir şekilde sonuçlanacağına inanıyordu.

Bir sabah oğlan sabah erken saatte uyandı. Oğlan atelyenin kapısında belirdiğinde Bill çoktan tezgâhının başında çalışmaya başlamıştı bile. Oğlan uykulu ve yalınayak idi. Uzun ve beyaz bir gece elbisesi giyiyordu.

Babası ona, “Günaydın güzel oğlum!” diye seslendi. “Sabah duanı yaptın mı?”

Küçük oğlan gözlerini ovuşturarak “Hayır henüz yapmadım” dedi. “Neden her sabah kalkar kalkmaz ve her akşam yatarken ve bir işe başlarken dua etmek zorundayım?”

Bill tezgâhta çalışırken oğluna sakin bir sesle seslendi, “Gel bak buraya sana neden bunu yapman gerektiğini göstereceğim.” Oğlan koşarak gidip babasının kucağına oturdu. Babası bir parça çamur aldı ve tekerleğin üzerine koydu ve oğluna sordu, “Oğlum bak bu çamur parçasını görüyor musun?” Küçük çocuk, “Evet baba” diye cevapladı.

Page 236: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

236

Babası devam etti, “Çamur enerjidir. Tanrı’nın bize vermiş olduğu yaşama benzer. Doğduğumuz zaman herkesin eline bir parça çamur verildi ve herkese o çamur ile ne yapmak istiyorsa yapmakta özgür olduğu söylendi.” “Evet” diye oğlan cevap verdi.

Bir kişi bu çamurdan çok güzel bir vazo yapabilir. Bir başkası bir şarap testisi veya bir küllük yapmayı isteyebilir. Bu basit çamur parçasından binlerce değişik şey yapabilirsin. Sevgili oğlum, sen bu çamur parçası ile ne yapmayı düşünüyorsun?”

Küçük çocuk heyecanla yanıtladı, “Ben güzel bir vazo yapmak istiyorum.” Babası, “Peki o zaman al bu çamur parçasını ve bir vazo yap bakalım” dedi. Oğlan babasının yerine oturarak sağ ayağını uzattı ve üstteki tekerleği çevirmeye başladı. Tekerlek çok ağırdı ve ancak yavaş yavaş dönmeye başladı. Oğlan ellerini önce suya soktu ve sonra da çamura sokarak çamuru şekillendirmeye başladı. Babasının yaptığının aynısını yapmaya çalışıyordu. Fakat tekerlek olması gerekenden daha yavaş dönüyordu ve çamur parçası çocuğunun parmakları arasında sıkışıp kalıyordu. Vazoyu şekillendirememişti. Çocuk ikinci kez, üçüncü kez ve hatta dördüncü kez denedikten sonra umutsuzluğa kapıldı. Hayal kırıklığına uğrayarak babasına sarıldı ve ağlamaya başladı.

Ağlayıp sızlanıyordu, “Ne yaparsam yapayım olmuyor. Bir parça çamurdan bir vazo bile yapamıyorum. Yazıklar olsun!”

Babası çocuğun başını okşadı ve onu teselli etti, “Üzülme güzel oğlum! Eğer istersen ben sana yardım edebilirim!”

Çocuğun yüzü aydınlandı ve sabırsız bir şekilde,” Evet baba, lütfen bana yardım eder misin?” dedi.

Çocuğun babası ayağını uzatarak alt tekerleği çevirmeye ve döndürmeye başladı. Sonra oğlunun küçük ellerini kendi ellerinin içinde tutarak suyun içine batırdı ve dönmekte olan tekerleğin üzerindeki çamur parçasını tutturdu. Babsaı küçük çocuğun ellerini tutarak ve parmaklarını yönlendirerek çamuru şekillendirmeye başladı. Çamur yavaş yavaş bir vazo şeklini almaya başlamıştı. Tekerlek hızla dönmeye devam ettikçe ortaya küçük bir vazo çıkmaya başladı.

Hem baba ve hem de oğlu beraber çalışarak çok güzel bir resim oluşturuyorlardı. Çocuğun elleri tekerleğin üzerinde dönen çamurun üzerinde gezinirken babası da sürekli olarak onu yönlendiriyor ve çamura şekil vermesini sağlıyordu.

Yapılan iş tamamlandıktan sonra çocuk vazoyu eline aldı. Babasını sarılarak şöyle dedi, “Teşekkür ederim babacığım, çok teşekkür ederim. Ben çok sevinçliyim.”

Bill oğluna şöyle sordu, “Şimdi anladın mı sevgili oğlum, ben neden sana her sabah kalkınca ve akşam yatarken Tanrı’ya dua etmeni söylüyorum?”

Page 237: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

237

Çocuk babasının gözlerinin içine bakarken babası devam etti, “Sen O’ndan yardım istersen her zaman sana yardım edecektir, her zaman seni destekleyecektir ve zorlukların üstesinden gelmeni sağlayacaktır. O senin elini tutacak ve iş yaparken seni yönlendirecektir. O senin hayatta başarmak istediğin her şeyi başarmanı ve mutlu olmanı sağlayacaktır.” Sonra Bill şöyle ilave etti, “Ben çömleğimi yaparken bu çömleğin insanlara mutluluk getirmesi, sağlık getirmesi, iyilikler getirmesi ve huzur getirmesini diliyorum. İşte bu yüzden de işe başlamadan önce dua etmeyi ve O’nun yardımını istemeyi ihmal etmiyorum. Gayet iyi biliyorum ki ben bu duayı ettiğim zaman ben çömleği şekillendirirken O bana sürekli olarak yardım ediyor. Aynı benim bugün sana vazo yaparken yardım ettiğim gibi, O da bana yardım ediyor.”

Küçük çocuk tekrardan babasına sarıldı ve sonra acele ile babasının kucağından inerek vazosunu göstermek üzere annesine doğru koştu. Kapıda dönerek babasına, “Çok teşekkür ederim babacığım” dedi. “Benim şimdi bir şey yapmam gerekiyor. Sanırım gidip dua edeceğim.”

Bill oğlu gittikten sonra şöyle düşündü, “Tanrı’nın bana kendi çamurumu yani yaşamımı ‘güzel bir vazo’ şeklinde şekillendirmede yardım edeceğinden eminim ve bu yüzden de içim çok rahat!”

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Tanrı bir insanın en yakın, kendisini en çok seven ve en güvenilir arkadaşıdır/yoldaşıdır. Tanrı her yerde hazır ve nazırdır, her zaman her yerdedir. O bizim en büyük koruyucumuzdur, ama biz maalesef bunu görmezden geliyoruz ve O’nu ihmal ediyoruz. Tanrı buradadır, yanıbaşımızdadır, peki ya biz kendimizi O’na nasıl daha fazla yaklaştırabiliriz? O’nun adını sürekli olarak dilimizde tutarak ve kalbimizin en derinliklerinden O’na olan bağlılığımızı sürdürerek!

Rita Ivanova, Letonya

Page 238: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

238

125- 2010/224

JABBAR’IN HİKÂYESİ

Karşılıksız Hizmet’in ve İnancın Yaşam Hikâyesi

İnanç, sizin gözlerinizle görmediğiniz şeye inanmanızdır.

İnancın ödülü ise inandığınız şeyi görmenizdir.

St. Augustine

Eğer bir gün Maharashtra eyaletinin Nagpur şehrinde tren istasyonuna giderseniz binlerce insan arasında onu mutlaka fark edersiniz. Boş boş konuşarak kaybedeceği zamanı olmadığı için sürekli olarak işi ile meşguldür.

Kalabalıktaki koşuşturma ve seyyar satıcıların satış yapma telaşlarının arasında o oraya buraya gitmekte ve sürekli olarak birilerine yardımcı olmak için yardımcı olmaya çalışmaktadır. Yüzünden gülümseme hiç eksik olmaz. Özellikle çocuklara karşı daima sevecendir ve bagajı çok insanlara taşımada yardım eder.

Yağmurda, çamurda, rüzgârda daima işinin başındadır ve yüzünden gülümsemeyi eksik etmeden ne bir yorgunluk ne de asap bozukluğu göstermeden çalışır.

Herkes tarafından çok sevilen ve yaptığı iş takdir edilen bu adamın adı Jabbar’dır. O, Tren Yolu Şirketinin “Kişisel Yardımcı” elemanıdır. O ilgili olmanın ve şefkatli olmanın somutlaşmış bir halidir. Jabbar dinine çok bağlı bir Müslümandır. Beş vakit namaz kılmayı hiç aksatmaz ve düzenli olarak Kuran okur.

Bir gün beraber çalıştıkları bir arkadaşı kendisine nasıl işine bu kadar bağlı olabildiğini ve herkese nasıl güler yüzle hitap edebildiğini sordu. Jabbar bu soruya gülümseyerek cevap verdi ve ve kendisini ön plana koymamak için omzunu silkerek soruyu geçiştirmeye çalıştı.

Ancak arkadaşı öyle kolay vazgeçmeyecekti. “Bana söyler misin, herkese hizmet edebilmeyi nasıl başarıyorsun? Ve daha da önemlisi hem işine çok bağlısın ve hem de insanların saygısını kazanmayı nasıl yapabiliyorsun?” diye sormaya devam etti.

Jabbar arkadaşının sorusundaki içtenliği fark edince yaptığı işe kısa bir ara verdi ve arkadaşı ile beraber bir yere oturdular. Jabbar anlatmaya başladı,

Page 239: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

239

“Bu benim Tanrı'ya bağlılığımdan kaynaklanıyor. Ben bu Nagpur tren istasyonunda çalışmaya başlayalı epeyce bir süre oldu. Ben böyle bir iş bulabildiğim için çok şanslıyım. Ayrıca kendime çok iyi bir eş bulabildiğim için de çok şanslıyım. Eşim beni çok seviyor ve bana saygı duyuyor. Evlendiğimizden sonraki 4 yıl boyunca biz çok mutluyduk ve huzurluyduk.”

“Ancak zamanla eşim çocuk sahibi olamadığımız için endişenlenmeye başladı. Bu durum artık onun davranışlarına yansımıştı. Ben o kadar çok üzülmüyordum ve işleri oluruna bırakmayı düşünüyordum, ama giderek daha da huzursuzlanmaya başladı. Akşam eve geldiğimde onu yüzü asık ve gözleri ağlamaktan şişmiş halde buluyordum.

Geceleri yattıktan sonra uzun süre ağlamayı sürdürürdü. Bir doktora gözükmeyi düşündük. Her ikimiz de muayeneden geçtik. Bize eşimin rahminin küçük oluşundan ötürü çocuk sahibi olamayacağımız söylendi.

Doktorun söyledilerini dinledikten sonra eşimin tüm umutları yıkılmıştı. Artık gündüz gece ağlıyordu. Ben onun bu haline dayanamıyordum ve onu teselli etmeye çalışıyordum. Eşime Tanrı’nın bizim için hazırladığı kadere razı olmamız gerektiğini anlatmaya gayret ediyordum. Ona bir çocuğu evlat edinebileceğimizi bile söyledim.”

Bu sırada araya giren arkadaşı hayretle sordu, “Nasıl yani? Sizin çocuklarınız evlatlık mı alınmıştı? Hiç tahmin etmezdim!”

Jabbar bir kahkaha attı ve kıkırdayarak şöyle devam etti, “Hayır canım öyle değil, bırak da devam edeyim. Ailem benim durumumu öğrendiğinde benim yeniden evlenmemi önerdiler. Ama ben eşimi çok seviyordum ve onu incitmeye hiç niyetim yoktu. Zaten böyle bir sebeple insan eşinden boşanır mı hiç? Babama ne yapmam gerektiğini sordum. Babam manevi açıdan çok aydın bir kişi idi. Bana şöyle dedi, “Allah’a tam bir inancın olsun! Sürekli olarak Kuran oku. Namaz kılmaya özen göster ve daima aklında Tanrı ve Tanrı’nın ismi olsun! Bildiğin bir aziz kişi varsa onun dergâhına git ve dua et! Gerisini de Allah’a bırak!”

Babamın bu önerisinden güç alarak ben ve eşim günde beş vakit namaz kılmaya başladık. Her gün oturup Kuran okuyorduk. Hazrat Khwaja Muinuddin Chishti Ajmer adındaki bilge kişinin dergâhına yazları iki yıl üst üste gittik. Üçüncü yıl gidip döndüğümüzde eşim bir oğlan çocuk doğurdu. İkinci oğlum da hemen ertesi sene doğdu. Böylece hiç çocuk sahibi olamayacağımızı düşündüğümüz bir anda Allah kucağımıza iki tane birden koydu.”

Arkadaşı sordu, “Bu şekilde doktorlar da yanılmış oldular, öyle değil mi?”

“Tabii ki yanıldılar!” diye Jabbar devam etti. “Biz iki oğlumuzu alarak aynı doktora götürdük ve teşhislerinin yanlış olduğunun ispatlandığını söyledik. Doktorlar şaşkına döndüler ve bu mucize karşısında söyleyecek bir söz bulamadıklarını söylediler.”

Page 240: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

240

Bu sırada Jabbar’ın gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı, “Sevgili Arkadaşım, işte neden kendimi görevime tam olarak verdiğimi ve manevi açıdan kendimi geliştirmeye çalışarak Allah’a şükranlarımı sunmaya gayret ettiğimi şimdi anladın mı? Tanrı o büyük merhameti ile bize çocuklar, sağlıklı bir yaşam ve bir miktar varlık nasip etti. Bizim görevimiz O'nun insanlara verdiği sevgi mesajını küçük nezaket davranışları ile çevremizde gördüğümüz tüm insanlara yaymamız ve her an O’nun adını anmaya çalışmamızdır. Eğer bunu yapabilirsek o zaman Tanrı’nın Rahmetinin peşinde koşmamız, kutsanmak ve O’ndan bir şey istemek için dua etmemiz gerekmez. Tanrı kendiliğinden bize Rahmetini gönderecek ve bizi her türlü tehlikeden ve beladan kurtaracaktır. O’nun rahmeti evimizin içine aynı perdeyi açtığımız an güneş ışınlarının pencereyi geçerek evimizin içine dolması gibi dolacaktır.”

Arkadaşı Jabbar’ın sözlerinden onun alçakgönüllü bir insan olmakla beraber inancı ve sevgisi sayesinde manevi yaşamda yüksek mertebelere ulaşmış olduğunu anlamıştı.

Bu sözler aslıda hepimiz için bir ders niteliği taşımaktadır. Bu dünyada gerçekten de şükran duygusu, yani minnettarlık en kuvvetli pozitif güçlerden biridir. Bu duygu sayesinde her an O’nun elinin sizin etrafınızda olduğunun farkına varırsınız. Ünlü bir bilge şöyle söylemiştir,

“Bir insan nasıl bir kabiliyete ve yeteneğe sahip olursa olsun o yeteneğini topluma hizmet etmede kullanmalıdır. Bunu yaparsa kendisini tatmin olmuş hissedecek ve mutlu olacaktır. Tüm insanlar aynı İlahi Öz’den kalıba dökülerek yaratılmışlardır. İnsana hizmet, kişinin içinde İlahiliğin çiçek açmasını sağlayacaktır. İnsana hizmet, bu yaşadığımız hayatı yaşamaya değer hale getirecektir. İnsana hizmet, Tanrı’ya hizmettir. Çünkü Tanrı her bir insanın içinde, her bir canlının içinde mevcuttur. Kabiliyetinizi ve bilginizi Tanrı’ya sunun; bu şekilde her bir davranışınız bir çiçeğe dönüşecektir; kıskançlık ve egoizm şeklindeki kurtlardan kurtulmuş, sevgi ve fedakârlık kokuları ile mis gibi kokan bir çiçeğe!”

126- 2010/225

MAVİ TOP

Güneşli ve çok güzel bir gündü. Hava ılıktı ve herşey mükemmeldi. Gökteki bulutlar bile gülümsüyor gibiydiler.

Uzaklarda bir yerde bir adam büyük bir mısır tarlasının ortasındaki yolda yürüyordu. Adamın adı Michael idi ve sanki kilometrelerce yürüyüyerek gelmiş ve bir şey arıyor gibiydi. Gözlerinden çok üzgün olduğu anlaşılıyordu. Üstü başı toz içindeydi ve ayakkabıları da yürümekten eskimişti.

Page 241: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

241

Michael bu arayışı içinde günlerden beri hiç kimseyle karşılaşmamıştı. O sırada uzaktan bir gencin kendisine doğru yaklaşmakta olduğunu gördü. Genç çocuk sekiz dokuz yaşlarındaydı ve mısır çiçeği mavisi gözleri vardı. Ayakları çıplaktı ve yaşına göre beklenmeyecek kadar bembeyaz bir gömlek giyiyordu.

Çocuk çok mutlu gözüküyordu, çünkü dudaklarında sürekli bir gülümseme vardı ve şarkı söyleyerek sıçrayarak yürüyordu. Michael’a yaklaşınca sanki bir mısır tarlasının ortasında iki kişinin rastlaşması normalmiş gibi onu selamlamak için hazırlandı. “Merhaba efendim, nereden geliyorsunuz?” diye neşeyle sordu. Michael hemen, “Merhaba genç adam! Ben şey arıyorum…” diye mırıldandı. Michael’in tamamlanmamış cevabı çocuğu meraklandırmıştı, “Ne arıyorsunuz efendim?” diye sordu. “Günün bu saatinde ve bunun gibi bir yerde ne arıyorsunuz acaba?”

Adam yüzündeki terleri sildikten sonra cevap verdi, “Sevgili oğlum, sen nereden bileceksin! Benim aklımı yıllardan beri kurcalayan ve cevaplarını aradığım sorular var. Ben kimim? Ben niye buradayım? Bu dünyaya gelmemin sebebi nedir? Yaşam dediğimiz bu şey nedir?”

Çocuk bu soruları işittiği için çok eğlenmiş ve mutlu olmuş gibiydi, “Bütün bu soruların cevaplarını nerede bulabileğinizi biliyor musunuz peki?” Michael hemen yanıtladı, “Bu cevapları kendi yaşadığım yerde bulamadım. Bu sorulardan yakamı kurtarmak istedim. Bunların cevaplarını ancak yolun sonundaki ufukta bulabileceğimi düşündüm ve yola koyuldum. Ufka ulaşabilirsem daha bilge bir insan olacağimı düşünüyorum. Anlayacağın ufka doğru gidiyorum.” Ancak genç çocuk ikna olmamıştı. “Efendim siz ufka gidiyorum, dediniz öyle değil mi?”diye sorunca Michael,” Evet öyle” diye yanıtladı.

Çocuk, “O zaman sizin hemen yola çıktığınız yere geri dönmeniz gerekiyor efendim” dedi.

Michael merakla sordu, “Neden geri gidecekmişim ki?” Çocuk şöyle cevap verdi, “Efendim ben böyle küçük görünüyorum ama aslında ben büyüğüm ve okula gidiyorum. Öğretmenim bana bu dünyanın yuvarlak olduğunu söyledi. Ben ona tamamen inanıyorum.”

“Eğer dünya yuvarlak ise siz böyle yürüye yürüye eninde sonunda başladığınız noktaya evinize geri döneceksiniz. Belki o zaman aradığınız cevapları bulabileceksiniz, fakat o zaman da beyaz saçlı, zayıf ve yaşamaya öyle pek hevesli olmayan bir insan olacaksınız. O zaman yaşamınızın en uzun yolculuğunu yapmış olacaksınız ve burada var olduğunuzun sebebini idrak edebilecek kadar gücünüz de olmayacak.”

“Eve geri dönmeniz en iyisi efendim. Fakat size vereceğim bu mavi küreyi de yanınıza alın. Bu küre size dünyanın yuvarlak olduğunu hatırlatsın.”

Michael daha önce hiç olmadığı kadar etkilenmişti. Küçücük çocuğun bilgeliği karşısında şaşkına dönmiştü. Gözlerini kapatarak eve geri döndüğünü ve ailesi ile,

Page 242: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

242

arkadaşları ile bir araya geldiğini hayal etti. Bütün bunları birkaç sorunun cevabını bulabilmek için nasıl terk edebilmişti. Gözlerini açtığında karşısında hiç kimse yoktu. Aman Tanrım, yoksa bu bir düş mü idi?

Ancak avuçlarının içinde kristal mavi bir küre duruyordu. Bu küre olmasa çocuğun bir hayalet olduğunu düşünecekti. Son bir kere daha ufka doğru baktı. Kendisi için eve geri dönüş zamanının geldiğini biliyordu. Eve döndüğünde çocuğun kendisine söylediklerini hatırlayarak onlar üzerinde derin derin düşündü. Karşısına o kristal mavi küreyi alarak sürekli olarak küreye bakmaya başladı. Ve bir anda aradığı cevaplar zihnine doğru akmaya başladı. Çok derin ve büyük bir huzur hissetti. Gözlerini açtığında dünyaya saf ve temiz bir kalbin aradığı cevaplara ulaşmasının getirdiği bilgelik gözleri ile bakıyordu.

Bu küçük çocuk kimdi ve bu mavi top neyi simgeliyordu?

Religion kelimesi din veya başka bir anlamı ile inanç demektir. Bu kelime iki kelimenin kombinasyonu ile türetilmiştir. Biri ‘re’ diğeri ise ‘ligare’ kelimeleridir. ‘Re’ tekrar manasına gelir. ‘Ligare’ ise tekrar birleşmek, biribirine bağlanmak demektir. Yani religion kelimesi bizim içinden çıktığımız kaynağa tekrar geri dönmemiz anlamını taşımaktadır.

Mavi top, dairesel bir yolculukla içinden çıkılan bu kaynağa tekrar geri dönüşü sembolize etmektedir. Mavi top bize yaşamın bir aksiyonlar/davranışlar ve reaksiyonlar tarafından yönetildiğini açıkça gösterir. Bu davranışlar ve bunlara karşı aldığımız reaksiyonlar bizim içinden çıktığımız o Saf Kaynağa geri dönmemiz

sonucunda yok olurlar.

Bu Hakikati her unutuşumuzda hayatın labirentlerinde yolumuzu kaybederiz. O zaman Yüce Rab karşımıza içimizdeki çocuk gibi görünür. O çocuk saflığı ve masumiyeti sembolize etmektedir. İçimizdeki çocuk bize gülümseyerek konuşur ve geldiğimiz yere dönmemiz gerektiğini hatırlatır. Ruhumuzu rahatlatır ve bizi avutarak teselli eder.

İçinde olduğumuz problemlerin ve endişelerin çözümleri uzaklarda bir yerlerde aranarak bulunamaz. Bu çözümler “mavi top” un içindedirler. Bu mavi top sevginin, sevgiye inancın somut hale gelmiş bir sembolüdür. Çünkü mavi bir top şeklindeki bu dünyayı döndüren şey ‘Sevgi’ dir. Bizi içimizdeki Öz’e bağlayan şey Sevgi’dir. İçimizi neşe ile, mutluluk ile doldurarak her türlü sorumuza cevap bulmamızı sağlayan şey Sevgi’dir.

Page 243: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

243

127- 2011/226

KALBİMİZİ EĞİTMEK – 1

B. K. Misra

“En sonunda hedefe ulaşan kalptir, zihin değildir” diye güzel bir söz vardır. Kalp, ahlaksız duyguların ve heyecanların ikametgâhı değildir. Kalp, bireyin içgüdülerinin doğduğu ve ayırt etme kabiliyetinin geliştiği manevi merkezdir. Duyusal dürtüler burada saflaştırılır ve ego, yani bencillik, yani bütünden ayrı olduğunu zannetme duygusu burada üniversal/bütüncül hissiyat içerinde kalıba dökülürek yoğrulur. Bu yüzden eğitimin ilk amacı ve ilk hedefi kalbin eğitilmesidir. Bu da kalbin merhamet ile ve empati ile doldurulması demektir. Eğitim, okul binası içerisinde bir sınıfın dört duvarlarının içine sıkıştırılamaz, istekli ve öğrenmeye hazır bir öğrenci için tüm kâinat bir eğitim sınıfıdır.”

Gazeteler, televizyonlar, internet sayfaları sürekli olarak yaşamın içinde insanoğlunun hayvanları nasıl alt ettiğini anlatıyorlar. Ülkede her gün yeni yeni uluslar arası düzeyde okullar açılıyor. Harıl harıl yeni üniversiteler, hastaneler, fabrikalar, idari birimler, sanat merkezleri inşa ediliyor. Bunlar başlarını gururla yukarıya doğru kaldırıyorlar ve tüm ülkeye eğitimin inanılmaz ilerleyişini göstermeye çalışıyorlar. Hükümetler bu kuruluşlara destek veriyorlar ve yardım elini uzatıyorlar. Akademisyenler, üniversitelerdeki hocalar bilgi

patlamasının hızına yetişmek için koşturuyorlar. Yatırımcılar elde edecekleri gelirleri hesaplayarak kar maksimizasyonu yapmak peşindeler. İnşaatçılar nerede bir yeşil alan görseler hemen oraya bir gökdelen dikmek peşindeler. Herkes büyük bir hızla’mutluluğa’ doğru koşmakta. Felsefe şu, “Ben mutlu olayım da isterse benim komşum mutlu olmasın!”

Peki, bizim duygularımıza, duyarlıklarımıza/hassasiyetlerimize ne oldu? Bunların artık bu ‘müthiş toplum düzeninde/medeniyetimizde’ bir yerleri yok mu?

Bugün sözüm ona ‘eğitilmiş’ insanlar kadınların aşağılanmalarına ve küçük düşürülmelerine ses çıkarmıyorlar. Siyasi partilerin sağlam olmayan karakterlerde insanları aday göstermelerine ve onların güce ulaşmalarına ses çıkarmıyorlar.

Şöyle güzel bir söz vardır, “Bir insanın eğitilmiş olduğunun kanıtı kalbinde merhamet olmasıdır!”

Page 244: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

244

Bu yüzden eğitim, yalnızca insanın geçimini sağlayan şey değildir. Eğitim bizim yaşamayı arzu ettiğimiz yaşamı bize kazandırır, onu hak etmemizi sağlar. Geçim insanın yaşamını geliştirebilir, ama yaşam o yaşantıyı tanımlamak zorundadır.

Fakat maalesef bizim eğitim müfredatında kalp yalnızca kan pompalayan bir organ olarak tarif edilmektedir. Günümüzde eğitimin tüm amacı zihin ile ilgilidir, bu yüzden de tüm özgürlüğümüz bu zihin tarafından tutsak olarak tutulmaktadır. Ancak maalesef toplumun gelişmiş kesimi, yani kendisini elit olarak gören kesimi, bu kamufle olmuş kaplana hayranlık beslemektedir. Okullarımızda tüm eğitim programları çocukların zekalarının daha güçlü, daha keskin ve daha parlak olmalarını hedeflemektedir, çocukların kendilerini başkalarının yerine koyarak empati yapmalarını ise göz ardı etmektedir.

İnsani Değerler Eğitiminin verildiği bir okulda birinci sınıfta okuyan bir kızdan bahsediliyordu. Bu küçük kız öğleyin yemek saatlerinde yemeğini yemeden önce bir süre arkadaşlarını izliyormuş. Eğer birisi sandviç getirmeyi unuttu ise kendisinin sandviçini onunla paylaşıyormuş. Veya bir arkadaşının meyvası yok ise kendi meyvasını onunla paylaşıyormuş. Bu kızımızın daima mutlu olduğunu ve yüzünden gülümsemenin hiç eksik olmadığını söylüyorlar. Bana söyleyebilir misiniz, bizim eğitimimizde bu içgüdüsel ve doğal empatiye hiç rastladınız mı?

Aynı okulda başka bir çocuktan daha bahsettiler. Bu oğlan okula her gün normalden biraz daha erken gelir ve eşyalarını sınıfına koyarak giriş kapısında beklermiş. Birinci sınıf öğrencileri servisten indikten sonra veya okul kapısından girdikten sonra ağır çantalarını taşımakta zorlanıyorlarsa hemen gidip onların elinden alıp kendisi taşıyor ve o küçük çocuklara yardım ediyormuş. Bir gün çok şiddetli bir yağmur yağıyormuş. Okulun

kapısına gelen ve şemsiyesi olmayan öğrencileri birer birer kendi şemsiyesi altında beraberce okulun içerisine kadar taşımış. Yine başka bir gün okul çıkışında yağmur çiseliyormuş. Bu çocuk hemen mendilini çıkararak öğretmeninin kapının önünde duran bisikletinin oturma yerini kurulamaya başlamış. Kendisine ne yaptığını sorduklarında da öğretmeninin elbisesinin ıslanmasına gönlünün razı gelmediğini söylemiş. Bu olayların en ilginç kısmı nedir biliyor musunuz? Bunları yapmaları için bu küçük

suratlara hiçbir şey söylenmemiş, ima dahi edilmemişti.

Onlar bu hareketleri gayet doğal, içten gelerek ve ne yaptığının farkında olmadan yapıyorlardı.

Okullarımızda eğitimin en değerli yönü olan bu empatiyi öğrencilerimize yerleştirebilmek için gerekli programlar hazırlıyor muyuz? Biz, yüksek notlar alana madalyalar veriyoruz,

Page 245: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

245

keskin zekâlı olanları ödüllendiriyoruz. Ya peki merhamet dolu bir kalbi olana ne yapıyoruz? Onu onurlandırıyor muyuz? Bildiğimiz gibi eğitimin sonu karakter olmalıdır. Yani bir insanın eğitilmiş olup olmadığının tespiti için onun karakterine bakılır. Bilgi edinmenin sonunun da sevgi olması gerekir. İnsanın karakteri yalnızca merhamet ve sevgi toprağında yeşerebilir.

Şöyle güzel bir ifade vardır,

“Gerçek eğitim karanlıktan, hakikat olmayandan ve şiddetten uzak olmak demektir. Ne kadar yükseğe tırmanırsak görüşümüzü o kadar daha geniş bir alana ulaşacaktır. Duyarlıklarımız daha derine inecek ve yaratılmış olan bütün canlılara baktığımızda tüm varlıklara başka bir aydınlanma penceresinden bakabileceğiz. İşte bu duygunun, bu hissiyatın adına “Merhamet” denir.

128- 2011/227

KALBİMİZİ EĞİTMEK – 2

B. K. Misra

‘Yaşam farkında olmaktır’ diye güzel bir söz vardır. Eğitimin tüm amacı öğrencilerde bu farkında olma duygusunu oluşturmaktır. Bu olmadan insanlar kendilerini merkez alacak ve yalnız kendileri için yaşayacaklardır. Büyük bir bilge bize gerçek aydınlanmanın “gördüğümüz her şeyin içinde her şeyi görebilmemiz” olduğunu söylemiştir. Eğer Gördüğünüz her canlının içinde İlahi Varlığı görebiliyorsanız “görebiliyorsunuz” demektir. Eğitim, sevginin artması, genişmesi demektir, küçülmesi yok olması değildir.

Merhamet bizim eğitim sistemimizin bir parçası ve amacı değildir. Ancak 2002 yılında bir gazete haberinde bir annenin fakirliğe ve yoksulluğa dayanamayarak kendisini ve tüm çocuklarını öldürdüğünü yazdıktan sonra İnsani Değerler Okulu Müdürü çocuklara bir görev verdi ve bunu eğitim programının vazgeçilmez bir parçası haline getirdi. Bu görev o zamandan beri sürekli olarak yerine getirilmektedir. Gerçek eğitimin ilk harfleri çocuklara böyle öğretilmektedir. Köylere gidilmekte ve iki hafta orada kalınarak oradaki yoksul ve mahrum insanlara karşılıksız olarak yiyecek, giyecek ve sağlık hizmeti verilmektedir. Köylerdeki küçük çocuklara okuma yazma, ilk yardım, müzik, resim, tiyatro

v.s. eğitimleri verilmektedir. Dediğimiz gibi, kalp merhametin ikametgâhı olmalıdır ve hatta merhamet ile dolup taşmalıdır.

Ben Johnson şöyle yazmıştır, “Hayat küçük ölçeklerde mükemmel olabilir!”

Çok doğru, büyük bir ideale, büyük bir hedefe ulaşabilmek için büyük adımlarla yola başlamanız

Page 246: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

246

gerekmez, küçük küçük adımlar yeterlidir. Bilim insanları bu kâinatın büyük bir patlama ile oluştuğunu söylüyorlar, ama doğrusu şudur. Bu kâinat sevgi ile yaratılmıştır, onu Yaratan, aynı bir ressamın çok büyük bir tuvalin üzerine fırça darbelerini birer birer, yavaş yavaş atması gibi bu büyük kâinatı adım adım yaratmaktadır.

Merhametin sınırları yoktur, merhamet bir arkadaş ile bir düşmanı ayırt etmez. Bir dindar ile bir hırsızı aynı gözle görür. 70’li yıllarda eski bir evde oturuyorduk. Yıkadıktan sonra elbiselerimizi bahçede asıp kurutuyorduk. Bir gece bir hırsız bahçenin duvarını aşıp tüm elbiselerimizi çalmıştı. Eşim hem kokmuş ve hem de çok kızmıştı. Evi değiştirmemizi öneriyordu. Bir bilgeye giderek danıştık. Bilge eşime, “Neden bu kadar endişeleniyorsun ki?” diye sordu. “Sonuçta çok fazla bir şeyin çalınmamış. O çalan adam çok fakir ve çaresiz olmalı. Bu elbiselere gerçekten çok ihtiyacı varmış!” Bütün dünya hırsızdan nefret ediyor ama eğitimiş insan ise onu anlamaya ve onu sevmeye çalışıyor.

Bu yeni eğitim modeli düşünen dünyaya şunu göstermiştir ki biz çocuklara ne kadar çok ‘dünyevi eğitim’ verirsek onlar bu dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük tehdit haline geliyorlar. Topluma hizmet ettiğiniz zaman dışarılarda bir yerde büyük bir insanlık olduğunu ve onun sizin bir parçanız, bir uzantınız olduğunu idrak ediyorsunuz. Şimdiki eğitim akademisyenlerin insanlığın geri kalanı ile birleştirmek için tek bir adım atmamıştır, atmamaktadır. Bugünkü eğitim sistemi ve öğretmenler bize gerçek eğitimin

insanın kendisini genişletmesi öğretmemektedir. Bu yüzden bu tür eğitim insanın kendi kendisini yabancılaştıran ve herkesten uzaklaştırarak bencil ve egoist haline getiren bir hale gelmiştir. Çünkü bütün eğitim kurumlarımızda en çok önem verilen şey bu sakinleşmemiş zihindir ve tabi merhamet de kurbanlık bir koyundan ibarettir. Tanrı’nın insanlar arasında ayırım gözetmediği ve maalesef “akademik” olmadığı için üniversite kapılarından içeriye girmesi istenmemektedir.

Page 247: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

247

129- 2011/228

İKİ DENİZ FARKLI “GÖRMEKTEDİR” –

“Paylaşılan sevinç iki katına çıkar!”

- Goethe, ünlü Alman yazar

İki denizin hikâyesini anlatan çok güzel bir masal vardır. Akdeniz havzasında ünlü Ölü Deniz vardır. Her öğrenci Ölü Deniz’in aslında bir deniz olmadığını yalnızca bir göl olduğunu bilir. Bu Ölü Deniz adı verilen göl 67 km uzunluğunda, 18 km genişliğinde ve 400 m derinliğinde bir göldür. Bu göl dünyanın en tuzlu gölüdür. Okyanus suyuna göre 9 kez daha tuzludur. O kadar tuzludur ki, içinde ne bitki ne hayvan hiçbir canlının yaşayabilmesi mümkün değildir. Bu göl neden bu kadar tuzludur? Cevabı çok basit! Çünkü suyunu hiçbir yere vermemektedir. Suyunu Ürdün nehrinden almakta ve hepsini kendisine saklamaktadır. Gölün seviyesi deniz seviyesinden aşağıda olduğu için çıkışı yoktur. Tabii ki hava ısındığında içindeki su buharlaşmakta ve suyu tuzlu hale getirmektedir. Arkasında ölü, yaşanılmaz bir ortam bırakmaktadır.

Bu Ölü Deniz’in kuzeyinde ise Galilee Denizi vardır. Boyutu yalnızca 22 km’ye 13 km’dir. Öbür göle göre çok daha küçüktür, ama içindeki hazineler çok daha fazladır. En egzotik bitkiler, hayvanlar, balıklar bu denizdedir. İçinde 20’den fazla balık türü yaşamaktadır. Bu deniz içindeki hayvanlarla ve ayrıca verdiği sularla suladığı tarım arazileri sayesinde çevresinde yaşayan insanları iki bin yıldan beri beslemektedir. Bu deniz Ölü Deniz’den çok daha küçük olduğu halde neden yaşamla doludur? Bu çok basit bir sırdır, çünkü suyunu paylaşmaktadır. Aynı Ürdün Nehri bu denize de akmaktadır fakat bu Galilee Denizi kendisine akan suyun dışarıya akmasına izin vermektedir. Kendisinin bu kadar sağlıklı, canlı ve yaşam dolu olmasını sağlayan budur.

Paylaşırsak zenginleşiriz! Bu basit matematik işlemini anlayabilenler yaşamlarını zenginleştirmişlerdir. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Çevremize bakarsak çok sayıda ‘Galilee Denizi’ görebiliriz.

Kal Raman adında çocukluğunda çok fakir iken sonradan okuyup CEO olan ve eğitimde bağış kampanyaları başlatan çok zengin bir adam şöyle diyor. “Köyde yetim

Page 248: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

248

kalmış çocukların hepsine biz bakıyoruz, aralarında fiziksel engelli 2.000 çocuğa burs veriyoruz, hatta 100 öğrencinin üniversite eğitimini biz karşılıyoruz. Köye gidip sorun, köydeki bütün çocuklar şunu gayet iyi bilirler ki eğer okulda notları iyi ise, ama okul masrafını karşılayamıyorsa benim evime gelmesi yeterlidir. O andan itibaren tüm eğitim masrafları benim tarafımdan karşılanacaktır.”

Kal Raman’a bunu neden yaptığını sorduklarında şu cevabı verdi, “Ben bunu hayırseverlik olarak yapmıyorum. Bu benim topluma karşı sorumluluğum! Ben beni besleyen, beni eğiten, beni koruyup kollayan ve bana umut veren topluma bir şey geri vermeye çalışıyorum. Ben bu çocukları eğitebilirsem sonuçta toplumda bir farklılık, bir değişiklik meydana getirebilirim diye umuyorum.

Vereceğimiz bir başka örnek ise Mr.Narayanan Krishnan’dır. Bu adam hayatta kendilerine sevgi ve ilgi gösterilmeyen insanlarla ilgilenmektedir. Narayanan ödül kazanmış olan bir şef garsondu ve İsviçre’de beş yıldızlı bir otel tarafından işe alınmıştı. Fakat Avrupa’ya uçmak için havaalanına doğru giderken yolda gördüğü bir sahne kalbini paramparça etmişti.

Yolda çok aç bir adam gördü. Adam açlıktan eline ne geçirse kemirmeye çalışıyordu. En yakın lokantaya götürerek adama yemek ısmarladı. Adam önüne konulan yemeği o kadar büyük bir hızla yedi ki Narayanan’ın gözleri faltaşı gibi açıldı. Yaşlı adam bir yandan yemek yiyor, bir yandan da ağlıyordu. Bunlar mutluluk gözyaşları idi.

O anda Narayanan’ın hayatı komple değişti. İsviçre’ye gitmekten vaz geçti. Her sabah 04.00’de kalkarak basit bir yemek pişirmeye başladı. Bu yemeği bir minibüse koyarak 200 km boyunca evsizlere, zihin özürlülere ve yoksullara dağıtmaya başladı. Ayrıca zaman içinde saç kesmeyi öğrendi. Sekiz değişik şekilde saç kesebiliyordu. Traş yapıyor ve tırnak kesiyordu. Bunlar çok basit şeyler olarak görünebilir, ama bu küçük değişiklikler sonucu hizmet ettiği bu kişiler toplum içinde eleştirilmekten, aşağılanmaktan kurtuluyorlardı. Narayanan bu hizmetlerine devam ederken kendi parasını harcıyordu. Ancak parası azalacağına bir şekilde artmaya ve çoğalmaya devam etti. Onun bu azminden ve hizmet aşkından ilham alan çok sayıda insan ona yardıma koştu. Bu şekilde kar amacı gütmeyen Akshaya Vakfı 2003 yılında kurulmuş oldu. Narayanan İsviçredeki o elit iş teklifini reddetmekle bir şeyler kaybetti mi dersiniz? Mutluluk içinde başkaları ile paylaşılan şey çoğalır ve artar. Narayanan’a bu soru sorulunca şöyle cevap verdi, “Kendimi o kadar rahat, huzurlu ve mutlu hissediyorum ki! Benim bir amacım var, ben yaptığım işten büyük mutluluk ve büyük bir keyif duyuyorum. Ben kendi ülkemde kendi insanlarımla yaşamak ve onların dertlerini sıkıntılarını paylaşmak istiyorum.”

Page 249: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

249

Kuşkusuz ki o bu dünyadaki en mutlu insanlardan birisidir. Geçen yıl yani 2010’da CNN’in tüm dünya çapında yaptığı En iyi 10 Bağışçı Listesi içinde yer almıştır.

Bilge kişiler gayet iyi bilirler ki, yaşam almak değildir. Yaşam vermek demektir. Eğer neşeli olmak ve yaşamlarımıza canlı renkler katmak istiyorsak kendimizi Galilee Denizine dönüştürmeliyiz. Eğer sevetle, bilgi ile, sevgi ile veya başka bir şey ile Tanrı tarafından kutsanmış isek ama buna rağmen vermeyi bir türlü öğrenemiyorsak o zaman da sonumuz Ölü Deniz gibi olacaktır, yani tüm sevgi, saygı, bilgi servet v.s. buharlaşıp uçacaktır. Diğer yönden ne kadar küçük olursak olalım, katkımız ne kadar ufak olursa olsun, eğer biz içtenlikle elimizde var olanı başkaları ile paylaşırsak o zaman varlığımızı aynı Galilee Denizi gibi her an kutlayabiliriz. Ve işte o zaman Tanrı her zaman bizim işimizi rast getirecektir, en ufak bir sıkıntı ile bile karşılaşmayacağız.

130- 2011/229

NEREDE SEVGİ VARSA ORADA TANRI VARDIR

WHERE LOVE IS, GOD IS

Leo Tolstoy

Bu dünyada yaşama büyük bir sevgi ile bağlı olan yazarlardan biri Leo Tolstoy’dur. Tolstoy’un hikâyelerinde yarattığı dünya o kadar gerçektir ki, karakterler daha az fark edilirler. O bizi capcanlı bir şekilde karakterlerinin dünyasının içine çeker ve bizim günlük yaşamda yaşadıklarımıza derin bir bakış atmamızı sağlar. Onun yaşadığı yerden binlerce kilometre uzakta olmamıza ve onun yaşadığı zamandan bir yüzyıldan daha fazla uzakta olmamıza rağmen onun sanatı dünyada onu okuyan herkesin kalbine işlemiş durumdadır.

Tolstoy’un bu hikâyesi orijinal hikâyenin bir özetidir. Onun çoğu eserlerinde olduğu gibi bu hikâye de cesaret, merhamet ve içtenliği yüceltmekte ve göklere çıkarmaktadır. Bu hikâyede altı çizilen şeyler büyük jestler, abartılı davranışlar değil, tam tersine küçük hareketlerdir. Bizim çevremizle ilişkilerimizin seviyesini belirleyen şeyler bunlardır. Karşımızdaki insanın yaşamında bir değişiklik yaratan şey bizim küçük bir nezaket davranışımız, ona yaptığımız küçük bir iyiliktir.

Bir şehirde Martin adında bir ayakkabı tamircisi yaşıyordu. Martin’in içinde yaşadığı küçük bir oda vardı ve bu oda yer seviyesinin altında idi. Martin’in gelip geçenlerin yalnızca ayakkabılarını görüyordu. Ancak o buna rağmen herkesi ayakkabılarından tanıyabiliyordu. Mahallede onun elinden en az bir-iki kez geçmemiş, tamir olmamış ayakkabı yok gibiydi.

Page 250: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

250

Martin çok çalışıyor, iyi ve kaliteli malzeme kullanıyor ve işçiliğinin karşısında az bir ücret talep ediyordu. Martin’e her zaman güvenebilirdiniz. O iyi bir insandı. Ancak artık yaşlandığı için Tanrı’yı daha çok düşünmeye başlamış ve kendisini ahiret yaşamına hazırlamaya başlamıştı. Kısa zaman önce karısı vefat etmiş ve kendisine üç yaşında bir oğlan çocuğu bırakmıştı. Daha önceki çocukları daha çok daha küçükken ölmüşlerdi. Martin önce küçük çocuğu köyde kızkardeşinin yanına göndermeyi düşündü. Fakat sonra oğlu ile ayrılmaya gönlü razı olmadı ve onu bırakmadı.

Ancak bir insanın şansızlığı ve kötü talihi bu kadar olur, çocuk tam babasına yardım edebileceği ve ona destek olabileceği yaşa eriştiğinde hastalandı ve o da vefat etti. Martin oğlunu gömdükten sonra artık hayatta tutunabilecek bir dalı kalmadığından tamamen çaresiz ve ümitsiz bir durumda idi. O kadar çok sevdiği oğlunu aldığı için Tanrı’yı suçluyor ve sürekli olarak ağlıyordu. Kendisi de ölmek istiyor ve bunun için Tanrı’ya yakarıyordu. Nasıl olur da kendisi gibi yaşlı birisi yaşamaya devam ediyordu, ama küçücük çocuk son nefesini vermişti? Kısa süre sonra Martin kiliseye gitmekten vaz geçti.

Bir gün Troitsa Manastırından dönmekte olan yaşlı bir hacı Martin’e doğru seslendi. Martin onunla konuşurken ona kalbini açtı ve daha fazla yaşamak istemediğini, Tanrı’dan kendisini de alması için nasıl her gün dua ettiğini anlattı.

Yaşlı hacı ona böyle şeyler söylemeye hakkı olmadığını anlattı. “Biz Tanrı’yı yargılayamayız. O’nun gizemli yolları vardır. Ne olacağına karar veren şey bizim mantığımız ve muhakememiz değil Tanrı’nın İradesi’dir. Eğer Tanrı senin oğlunun ölmesini ve senin yaşamanı irade buyurdu ise olması gereken en iyi durum budur, inan bana! İnsan Tanrı için yaşamalıdır, çünkü bu hayatı bize veren O’ndan başkası değildir” diye hacı devam etti.

Martin bir süre sessiz kaldı ve sonra cevapladı, “Tanrı için yaşamak nasıl bir şeydir, bilmiyorum.”

Yaşlı adam devam etti, “Bir insanın Tanrı için nasıl yaşayacağı bize Hz.İsa tarafından örnekle gösterilmiştir. Sen okuma yazma biliyor musun? Eğer biliyorsan O’nun hakkındaki hikâyeleri okuyabilirsin. Orada Tanrı’nın seni yaşattığını görebilirsin. Tek yapman gereken onları okumak!”

Bunun üzerine Martin İncil’i okumaya başladı. Okudukça daha çok zevk almaya ve etkilenmeye başladı. Kalbi giderek hafiflemeye başlamıştı. Daha fazla okudukça Tanrı’nın kendisinden ne beklediğini ve Tanrı için yaşamanın nasıl bir şey olduğunu iyice kavradı. Daha önceden yatağa uyumaya gittiğinde kalbinde büyük bir ağırlık olurdu. Fakat şimdi tek yaptığı şey tekrar tekrar dua etmekti, “Sana zaferler olsun Yüce Rabbim, Sana zaferler olsun! Senin İraden hüküm sürsün, Senin dediğin olsun!”

O andan sonra Martin’in yaşamı daha iyiye doğru gitmeye başlamıştı. Günlük yapacağı işleri bitirdikten sonra hemen duvardaki lambayı aşağıya indirerek yakıyor ve İncil’i okumaya başlıyordu. Okudu, okudu, çok okudu. Okudukça daha çok anlamaya başladı. Artık daha berrak görebiliyordu ve kalbindeki ağırlık kaybolmuş gitmişti. Kendisini çok mutlu

Page 251: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

251

hissediyordu. Bir gün altıncı bölümde şu ayetlere denk geldi.

“Senin bir yanağına tokat atana diğer yanağını da çevir! Senin ceketini almaya çalışanın gömleğini de almasına engel olma! Senden ne isterlerse ver ve birisi senden bir şeyini istediği zaman tekrar geri isteme! Ve insanların sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de onlara aynı şekilde davran!”

Ayrıca şu ayetleri de okudu,

“Neden Bana "Tanrım, Tanrım” diye sesleniyorsunuz da Benim istediklerimi yerine getirmiyorsunuz? Sana, Bana gelerek benim sözlerimi işiten ve onları yerine getiren insanların nasıl insanlar olduklarını göstereceğim. Onlar aynı bir ev yapmak için toprağı derince kazan ve evin temelini sağlam bir kayaya dayayan insanlara benzerler. Sel geldiği zaman ve akıntı tüm şiddeti ile eve çarptığı zaman o evi sarsamaz, çünkü o ev bir kayanın üzerine inşa edilmiştir. Fakat Benim sözlerimi duyan ve buna rağmen onları yerine getirmeyi düşünmeyen insanlar da aynı toprağı azıcık kazan ve altında hiçbir temel olmadan ev inşa eden kişilere benzerler. Sel geldiği zaman deli gibi akan su akıntısı eve öyle büyük bir şiddetler çarpar ki ev o anda darmadağın olur. O evin enkazı da büyük olur!”

Martin bu sözleri okuduğu zaman kendisini huzurlu hissetti. Gözlüklerini çıkardı, onları kitabın üzerine koydu ve dirseklerini masanın üzerine koyarak çenesini ellerinin arasına aldı ve okuduklarını düşünüp taşınmaya başladı. Okuduklarının ışığı altında kendi yaşamını düşündü, ölçüp biçti ve kendisine şu soruyu sordu,

“Benim evim sağlam kaya üzerinde mi kurulu, yoksa oynak kumun üzerinde mi? Tanrı beni günahtan korusun!”

Okuduklarının içinde öyle kaybolmuştu ki kitabı elinden bırakmayı düşünmüyordu. Yatağa gidip uyuyacağı yerde Yedinci Bölümü okumaya başladı. 44. ayete geldiğinde şunları okudu,

“Ve kadına doğru dönerek Simon’a sordu, “Şu kadını görüyor musun? Ben senin evine geldim, ama sen bana ayaklarımı yıkamam için su vermedin. Fakat şu kadın benim ayaklarımı gözyaşları ile ıslattı, sonra da onları saçları ile silip temizledi. Sen beni bir kez bile öpmedin, fakat o kadın ben bu dünyaya geldiğimden beri devamlı olarak benim ayaklarımı öpüp durdu. Sen benim başıma bile yağ sürüp beni kutsamadın, ama o benim ayaklarımı merhem sürerek kutsadı.”

Bu ayetleri birkaç okuduktan sonra Martin düşünmeye başladı, “Adam onun ayaklarına dökmek için su vermemiş, onu hiç öpmemiş ve onun başını hiç yağla ovup kutsamamış.” Martin gözlüklerini çıkardı ve düşündü, “Bu ikiyüzlü adam aynı bana benziyor. O da benim gibi daima yalnızca kendisini düşünmüş. Bir bardak çay nasıl içerim, kendimi nasıl sıcak tutarım ve rahat ederim, diye düşünmüş, hiçbir zaman misafirini düşünmemiş. Kendi kendisine iyi bakmış, ama misafirinin hiçbir sorunu onu ilgilendirmemiş. Peki, misafir kimdi? Tanrı’nın kendisi idi! O bana gelse idi, ben de aynı şekilde mi davranırdım?”

Page 252: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

252

Martin sonra başını kollarının arasına aldı ve farkına bile varmadan uykuya daldı.

"Martin!" diye bir ses duyarak uykudan fırladı. Sanki birisi kulağının dibinde onun adını fısıldamıştı. “Kim var orada?” diye seslendi. Dönüp kapıya doğru baktı ama orada kimse yoktu. Sonra o sesi daha iyi duydu, “Martin, Martin! Yarın pencereden dışarıya bak, ben geleceğim.”

Martin kendisini toparladı, sandalyeden ayağa fırladı ve gözlerini oğuşturdu. Bu sözleri bir rüyada mı yoksa uyanıkken mi işittiğini bilmiyordu. Lambayı söndürdü ve yatağa yattı.

Ertesi sabah gün doğmadan uyandı ve ayağa kalktı. Pencerenin başında işini yapmaya koyuldu. Bir yandan da bir önceki gece olanları düşünüyordu. Bazen bunun bir rüya olduğunu düşünüyor, bazen de bu sesi gerçekten duyduğunu hissediyordu. Pencerenin önünde oturarak bir yandan biraz çalışıyor, çoğunlukla da dışarıya bakıyordu. Tanımadığı bir ayakkabı içerisinde birisi geçecek olsa hemen doğrularak geçen kişinin yüzünü görmeye çalışıyordu.

Bir apartman kapıcısı geçti, sonra bir su taşıyıcısı. Şimdi ise Nicholas’ın ordusundan yaşlı bir asker elinde bir kürekle geçiyordu. Martin bu adamı eski ve yıpranmış ayakkabılarından tanıyordu. Adamın adı Stepanitch idi. Komşulardan birisi ona bir oda ve yatak vermiş orada yatıp kalkıyordu. Onun görevi kapıcıya yardım etmekti. Elindeki kürekle Martin’in penceresinin önündeki karları küremeye başladı. Martin ona şöyle bir baktı, sonra da kendi işine döndü.

“Ben herhalde iyice yaşlanmış olmalıyım” diyerek Martin kendi hayal gücüne güldü, “Stepanitch karları temizlemeye geliyor ve ben onu Hz.İsa zannediyorum!“

Ancak beş altı dikiş attıktan sonra kendisini yine pencereye bakmaya zorunlu hissetti. Stepanitch küreğini duvara dayamış hem duvara dayanarak biraz dinleniyor ve hem de ısınmaya çalışıyordu. Adam hem yaşlı hem de yorgundu. Belli ki karları temizlemek için yeteri kadar gücü kuvveti yoktu.

“Onu çağırsam ve ona bir bardak çay ikram etsem ne olur?” diye Martin düşündü. “Çayın altı da daha yeni demlendi.”

Elindeki tığı yerine koydu ve parmaklarının ucu ile pencereye tıkladı. Sonra elleri ile işaret ederek Stepanitch’i içeriye davet etti ve sonra da kapıyı açmaya gitti.

“İçeri gel ve biraz ısın! Eminim üşümüsündür!” diye seslendi.

Page 253: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

253

“Tanrı seni korusun!” diye Stepanich cevap verdi. “Kemiklerim soğuktan öyle ağrıyorlar ki!” İçeriye girmeden önce üzerindeki karları silkeleyerek temizlenmeye çalıştı. Ayaklarının altındaki karları silmeye çalışırken de sendeledi ve neredeyse yere düşüyordu.

“Ayaklarını silmek için hiç zahmet etme” diye Martin seslendi. “Ben yerleri sonra süpürürüm. Gel arkadaşım otur ve bir bardak çay iç!” Sonra iki fincan çay koydu ve birisini misafirine uzattı. Çay fincanlarını altlıklara yerleştiren Martin elindeki çayın üzerini üflemeye başladı.

Stepanitch çayını içip bitirdi ve Martin’e teşekkürlerini sunmaya başladı. Sanki başka bir şeye daha çok sevinmiş gibiydi.

“Haydi bir fincan daha çay iç!” diye Martin ısrar etti. Hem kendi fincanını ve hem de misafirin fincanını tekrardan doldurdu. Fakat Martin bir yandan kendi çayını içiyor, bir yandan da sokaktan gelip geçenleri seyrediyordu.

Misafir sordu, “Birisini mi bekliyorsun?”

“Şey aslında belirli birisini beklemyiyorum. Dün gece bir şey işittim ve zihnimden dışarı çıkartamıyorum. Belki bir hayaldi, belki de bir düştü bilmiyorum. Sevgili arkadaşım dün gece ben kutsal İncil’i ve Hz.İsa’yı okuyordum. Onun çektiği acıları ve dünyada nereleri dolaştığını okudum. Bildiğin gibi Hz.İsa’nın o ikiyüzlü riyakârla karşılaştığı bölüme geldim. Bu kendini beğenmiş onu hiç de iyi karşılamıyordu. Sonra ben kendimi o riyakârın yerine koydum ve onun yerinde olsaydım Hz.İsa’yı nasıl ağırlardım diye düşündüm. Adam İsa’ya hiçbir şey vermedi. Tam ben bunları düşünürken birisinin bana fıslıdadığını hissettim, “Beni bekle, yarın sana geleceğim” dedi.

Bu iki kez oldu. Sana gerçeği söyleyeyim, ben bugün Hz.İsa’nın buraya beni ziyarete geleceği fikrine kendimi çok fena kaptırdım.”

Stepanitch başını sessizce sallayarak onayladı ve çayını bitirerek fincanını bir kenara koydu. Martin tekrar ayağa kalktı ve Stepanitch’in fincanına yine çay koydu.

“Al hadi bir bardak daha iç kardeşim. Tanrı seni korusun. Ben O’nun bu dünyada nasıl yürüdüğünü ve bizim gibi basit insanlarla nasıl konuştuğunu çok merak ediyorum. Bize benzeyen insanlar arasından saliklerini/havarilerini nasıl seçti? Şöyle demişti, ‘Kendisini yükselten kişinin gururu aşağıya indirilmelidir ve kendisini alçak gönüllü olarak gösteren kişi de yükseltilmelidir.’

‘Bana “Efendim” diyorsunuz ve Ben sizin ayaklarınızı yıkıyorum’ - ‘Aslında yoksul olanlar, alçak gönüllü olanlar, yumuşak huylu olanlar ve merhametli olanlar kutsanmış insanlardır.’

Stepanitch çayını unutmuştu bile. Yaşlı adam çok duygusal bir insandı ve hemen gözleri doluyordu. Şimdi de öyle olmuş hemen gözlerinden aşağıya yaşlar akmaya başlamıştı.

“Gel biraz daha çay iç!” dedi Martin. Fakat Stepanitch ona teşekkür ederek fincanı uzaklaştırdı ve ayağa kalktı.

Page 254: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

254

“Teşekkür ederim Martin Avdeitch” dedi, “Sen bana hem bedenime ve ruhuma gıda verdin."

“Bir şey değil tabii ki’ Başka bir zaman yine gel olur mu?” diye Martin cevapladı.

Stepanitch çıkıp gitti ve Martin son bardak çayı da bardağına koyarak içti. Sonra tabak çanağı bir kenara koyarak işinin başına oturdu. Bir botun arka dikişini dikiyordu. Bir yandan ayakkabıyı dikiyor, bir yandan da penceeden dışarıya bakarak Hz.İsa’yı bekliyordu. Onu ve O’nun yaşamı boyunca yaptıklarını düşünüyordu. Aklı fikri hep Hz.İsa’nın özdeyişleri ile dolu idi.

Sonra ayağında yünlü çoraplar ve köylü işi bir ayakkabı giymiş olan bir kadın geçti. Kadın pencerenin önünden geçtikten sonra duvarın dibinde durdu. Martin pencereden yukarıya kadına doğru bakınca onun yabancı, fakir elbiseli ve kucağında bir bebek olan bir kadın olduğunu gördü. Kadın rüzgârdan korunmak için sırtını rüzgâra doğru vererek duvarın kenarına durdu ve bebeğini soğuğa karşı biraz daha sarıp sarmalamaya çalıştı. Aslında elinde bebeği sarmak için fazla bir şey de yoktu. Kadının üzerinde neredeyse yazlık elbiseler vardı e onlar da eski püskü ve yıpranmış elbiselerdi.

Martin, pencereden bebeğin ağlamakta olduğunu görüyordu. Kadıncağız bebeği sakinleştirmeye ve susturmaya çalışıyor, fakat buna muaffak olamıyordu. Martin hemen ayağa kalktı ve kapıya giderek merdivenleri çıktı ve kadına doğru seslendi,

“Sayın bayan, neden orada bebekle beraber soğukta duruyorsunuz? Haydi içeriye gelin. Bebeği sıcak bir yerde çok daha kolay ısıtabilirsiniz. Bu taraftan gelin!”

Kadın önünde önlük, burnuna kadar inmiş gözlükleri olan yaşlı bir adamın kendisini çağırmasına şaşırmıştı, ama onu takip etti.

Merdivenlerden aşağıya inerek küçük odaya girdiler. Yaşlı adam kadının sobanın yanındaki yatağa oturmasını ve bebeği ısıtarak beslemesini söyledi.

Kadın, “Maalesef hiç sütüm gelmiyor. Sabah kalktığımdan beri hiçbir şey yemedim” dedi ama belki gelir diye de bebeği göğsüne doğru götürdü.

Martin başını salladı. Hemen bir kap ve biraz ekmek çıkardı. Fırının kapağını açarak içinde sıcak tuttuğu çorbadan bir kepçe ile kadının önündeki kaba koydu. Sonra Yulaf lapası çömleğini de çıkardı, ama yulaf daha henüz hazır değildi. Masanın üzerine örtüyü örterek çorbayı ve ekmeği ikram etti.

“Haydi oturup yiyin, ben bebekle ilgilenirim. Benim de çocuklarım vardı, onlara nasıl bakılacağını bilirim” dedi.

Page 255: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

255

Kadıncağız masanın başına oturarak çorbayı içmeye başladı. Bu sırada Martin bebeği yatağın üzerine koymuş ve yanına oturmuştu. Kadıncağız bir yandan yiyip içiyor, bir yandan da kim olduğunu ve nereden geldiğini anlatıyordu.

“Ben bir askerin karısıyım” diye söze başladı. “Benim kocamı sekiz ay önce uzak bir yerlere gönderdiler. Bugüne kadar ondan henüz bir haber almadım. Bir yerde aşçı olarak çalışıyor ve bir odada kalıyordum. Ama çocuğum doğduktan sonra beni oradan çıkardılar. Üç aydan beri hayatta kalmak için çabalıyorum. Neyim var neyim yoksa yiyecek satın almak için satmak zorunda kaldım. Bir hemşire olarak çalışmak istedim, fakat benim çok zayıf ve açlıktan ölüyormuş gibi göründüğümü söylediler. Şimdi bir tüccarın karısının evine doğru gidiyordum. O beni eve kabul edeceklerine söz vermişti. En sonunda her şeyin yoluna gireceğini düşünmüştüm ama şimdi bana gelecek haftaya kadar gelmememi söyledi. Gidip geldiğim mesafe çok uzak ve ben şimdiden çok yoruldum ve tükendim. Allahtan ev sahibem bize acıyor da bizi kısa süreliğine pansiyonunda para almadan kalmama izin veriyor. Yoksa gerçekten ne yapabileceğimi bilmiyorum.”

Martin iç çekti ve “Peki kendini ısıtacak daha kalın elbiselerin yok mu?” diye sordu.

“Maalesef yok, diye kadın cevap verdi, “Son şalımı dün altı pence’e satmak zorunda kaldım”

Sonra kadın gelerek çocuğu kucağına aldı. Martin ayağa kalktı ve duvrada asılı olan eşyaları karıştırarak içlerinden eski bir pelerin çıkardı.

“İşte” dedi, Bu pelerin eski gibi gözüküyor ama senin bebeğini sarıp sarmalamana yardım edecektir.”

Kadın bir pelerine baktı, sonra bir yaşlı adama! Sonra da hıçkırarak ağlamaya başladı. Martin geriye döndü ve el yordamı ile yatağın altından küçük bir sandık çıkardı. Yine el yordamı ile sandığın içinde bir şey aradı ve sonra kadının karşısında oturdu.

Kadın Martin’e şöyle dedi, “Tanrı sizi korusun efendim! Beni sizin kapınıza getirten mutlaka Hz.İsa olmalı. Yoksa bebğim bu soğuk havada donup ölecekti. Ben dışarıya çıktığımda hava ılıktı, fakat şimdi çıkan bu ayazda kimbilir ne yapardım? Sizi pencereden dışarıya bakıp benim gibi bir zavallıyı görmenizi sağlayan da Hz.İsa olmalı öyle değil mi?

Martin gülümsedi ve şöyle dedi, “Çok doğru bayan! Bana sizi gösteren kesinlikle O idi. Dışarıya bakıp sizi görmemi sağlayan şans değildi!”

Ve sonra kadına gece gördüğü o tuhaf rüyayı anlattı. Hz.İsa’nın kendisini ziyarete geleceğini söylediği rüyayı açıkladı.

Kadıncağız “Kimbilir? Herşey mümkün olabilir?” dedi. Sonra da ayağa kalkarak pelerini sırtına attı ve bebeği pelerine iyice sardı. Sonra eğilerek Martin’e bir kere daha teşekkür etti.

“Lütfen bunu İsa aşkına alın!” diye Martin yalvardı. Kadıncağızın şalını rehineciden alabilmesi için ona altı pence uzattı. Kadın hac işareti yaptı, Martin de aynısını yaptı ve sonra kadını uğurladı.

Page 256: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

256

Kadın gittikten sonra Martin biraz lahana çorbası içti, etrafı toparladı ve sonra yine işinin başına oturdu. İşinde çalışıyordu ama pencereden bakmayı da ihmal etmiyordu. Ne zaman bir gölge düşse gelip geçenin kim olduğuna bakıyordu. Tanıdığı insanlar ve yabancılar geçtiler. Fakat belirgin birisi dikkatini çekmedi.

Bir süre sonra Martin elma satan bir kadının kendisinin penceresinin önünde durduğunu fark etti. Elinde kocaman bir sepeti vardı ama içinde fazla elma yok gibiydi. Sırtında içi odun parçası dolu bir çuval taşıyor ve eve götürüyordu. Çuval sırtına battığı ve omzunu yorduğu için arada sırada durarak çuvalı bir omzundan diğerine alıyordu.

Bu yüzden pencerenin önündeki kaldırımda durmuş ve elindeki sepeti yere koyarak çuvalın içerindeki odun parçalarını iyice yerleşmeleri için sallamaya başlamıştı.

Kadın bunu yaparken başında eski püskü bir şapkası olan genç bir çocuk koşarak geldi, sepetin içinden bir elma alarak kaçmaya çalıştı. Fakat kadın son anda onu fark etti ve uzanarak oğlanı kolundan yakaladı. Çocuk çırpınmaya ve kendisini kurtarmaya çalıştı, fakat yaşlı kadın bu sefer onu saçlarından yakaladı. Çocuk ciyak ciyak bağırıyor kadın da onu azarlıyordu.

Martin hemen elindeki tığı bıraktı ve kapıya koştu. Merdivenleri koşarak çıktı ama tam o sırada tökezleyerek gözlüğünü yere düşürdü. Acele ile sokağa fırladı. Yaşlı kadın çocuğu saçlarından tutup bağırmaya devam ediyor ve onu polise vereceğini söylüyordu. Genç çocuk ise bir yandan kurtulmaya gayret ediyor diğer taraftan da itiraz ediyordu. “Ben bir şey almadım. Neden bana vuruyorsun? Bırak beni gideyim!” diyordu.

Martin hemen araya girip onları ayırdı. Genç oğlanı kolundan yakaladı ve yaşlı kadına “Bırak onu gitsin nine!” dedi. “Onu Hz.İsa’nın hatırına affet lütfen! Ben ona dersini veririm, bu dersi çok uzun süre unutmaz, hiç merak etme! Ben bu keratayı hemen şimdi polise götürüyorum!”

En sonunda yaşlı kadın çocuğun kolunu bıraktı. Çocuk hemen oradan kaçmaya yeltendi ama Martin öbür kolunu sıkı sıkı tutuyordu.

“Çabuk bu nineden özür dile!” diye Martin çocuğa çıkıştı. “Bir daha aynı şeyi yaparsan seni affetmem, çünkü ben seni elmayı alırken gördüm.”

Bunun üzerine çocuk ağlamaya ve af dilemeye başladı.

“Tamam, önemli değil!” diyerek Martin çocuğu sakinleştirmeye çalıştı. “Al sana bir elma!” Martin sepete uzanarak içinden bir elmayı çocuğa verdi ve “Ben size bunun bedelini hemen ödeyeceğim” diye yaşlı kadına da taahhüt verdi.

“İşte siz bu şekilde bu yaramaz çocukları şımartıyorsunuz!” dedi yaşlı kadın. “Aslında onun kıçbaçlanması gerekiyor, bu şekilde belki bir hafta onun acısını unutmaz!”

Page 257: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

257

“Ama sevgili nine!” diye Martin itiraz etti. “Bu sizin yönteminiz olabilir, ama kesinlikle Tanrı’nın yöntemi değil! Eğer bir çocuk bir elma çaldığı için kırbaçlanacaksa işlediğimiz günahlar yüzünden kimbilir bizim ne şekilde cezalandırılmamız gerekiyor?”

Yaşlı kadın sustu.

Bunun üzerine Martin kadına Hz.İsa’nın hizmetkârına verdiği büyük bir borcun karşılığında hizmetkârın nasıl gidip borçlunun boğazına sarıldığını anlattı. Bunları anlatırken yaşlı kadın da, o genç oğlan da durup dinlediler.

“Tanrı bize affetmemizi söylemekte ve beklemektedir” diye Martin devam etti, “Yoksa biz kendimiz affedilmeyiz. Herkesi affedin, düşüncesiz bir genci özellikle affedin!”

Yaşlı kadın başını salladı ve iç geçirerek, “Doğru ama bu çocuklar da çok çabuk şımarıyorlar” dedi.

“İşte bu yüzden biz yaşlıların onlara doğru yolu göstermemiz gerekiyor” diye Martin yanıtladı.

Bunun üzerine kadın, “Bu yalnızca onun çocukluğu idi, Tanrı ona yardımcı olsun!” diye belirtti.

Yaşlı kadın artık gitmeye hazırlanıyordu. Tam çuvalı sırtına doğru atmak üzereydi ki genç oğlan öne doğru fırlayarak, “Teyze bırak o çuvalı ben taşıyayım!” dedi. “Senin gideceğin yere kadar götürürüm.”

Yaşlı kadın bunun üzerine başını salladı ve çuvalı oğlanın sırtına koydu ve beraberce sokağın aşağısına doğru yürüdüler. Martin yaşlı kadına elmanın parasını vermeyi unutmuştu, kadın da ondan istemeye unutmuştu. Onlar birbirleri ile konuşarak uzaklaşırlarken Martin öylece durup onları izledi.

Artık gözden kaybolduklarında Martin tekrar eve geri döndü. Kısa süre sonra sokak lambalarını yakan adamın lambaları yakmak üzere yoldan geçtiğini gördü.

“Demek lambaları yakmanın vakti geldi!” diye düşündü. Böylece o da kendi lambasını çıkartarak fitilinin ucunu düzeltti ve masanın üzerine koydu. Sonra da okumak üzere tekrar İncil’i raftan aşağıya indirdi. Önceki gün kaldığı yerden okumaya devam etmeye niyetli idi ama kitap kendi kendisine başka bir sayfadan açıldı.

Martin tam kitaptaki sözleri okumaya hazırlanıyordu ki aklında bir önceki gece gördüğü rüya geldi. O sırada birkaç ayak sesi duyar gibi oldu. Arkasında birileri hareket ediyor gibiydi. Martin hemen arkasına dönerek baktı ve köşede karanlıkta ayakta durmakta olan bazı şekiller gördü. Ancak kim olduklarını göremiyordu. Bir ses kulağına “Martin, beni tanıyor musun?” diye sordu.

Martin “Kim o?” diye seslendi.

Page 258: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

258

Ses, “Benim” dedi. Ve karanlığın içinden Stepanitch dışarıya doğru çıktı. Sonra da gülümseyerek aniden bir bulut gibi ortadan kayboldu.

Başka bir ses daha “Benim” diyerek ortaya çıktı. Bu da kucağında bebek taşıyan genç kadındı. Kadın gülümsedi, bebek kahkaha attı ve her ikisi de beraberce ortadan kayboldular.

Bir ses daha “Benim” diye seslendi. Bu sefer gelenler yaşlı kadın ile elinde elma olan genç çocuktu. Onlar da gülümseyerek ortadan kayboldular.

Martin çok mutlu ve huzurlu idi. Eli ile haç işareti yaptıi gözlüklerini çıkardı ve açıldığı noktadan İncil’i okumaya başladı. En yukarıda şöyle yazıyordu.

“Ben açtım, sen bana yiyecek verdin. Ben susamıştım, sen buna su verdim. Ben bir yabancı idim, sen buna rağmen beni içeriye aldın.”

Ve sayfanın altında da şöyle yazıyordu.

“Bu küçük yardımları benim kardeşlerime yaparak bana yardım etmiş oldun!”

Martin rüyasının gerçek olduğunu anlamıştı. Kurtarıcı o gün gerçekten de Martin’in ziyaretine gelmiş, Martin de O’nu çok iyi karşılamış ve misafir etmişti.

(Uyarlanmıştır)

131- 2011/230

O’NUN VARLIĞINI HİSSETMEK

Ananda, Buddha’nın kuzeni idi. Buddha aydınlanmaya ulaştığı zaman Ananda tüm zamanını onunla birlikte geçirmeye adamıştı. Ancak derslere başlamadan önce kendisinden yaşça daha büyük olan kuzeni Buddha’nın kendisini diğer öğrencilerle bir tutmayacağına ve daha ayrıcalıklı bir staüsü olacağından emin olmak istedi.

Ananda şöyle sordu, “Sevgili Buddha, sen benim yaşça daha büyük kardeşim olduğun için, senin buyruklarına uymak benim görevimdir. Fakat derslere başladıktan sonra sen benim Öğretmenim olacaksın ve ben de senin öğrencin olacağım. Bundan sonra senden bir şey istemek veya sana bir şey söylemek benim için mümkün olmayacak. Bu yüzden sana şimdi sormak istediğim birkaç şey var!”

Buddha başını salladı ve “Nasıl istersen, devam et!” diye cevap verdi. Ananda devam etti, “Benim ilk isteğim daima seninle birlikte olmaktır. Hiç kimse ile benden gizli bir şey konuşmayacaksın. Beni hiçbir zaman yanından başka bir yere göndermeyeceksin. İkinci arzum gündüz veya gece ben senin bir başkası ile görüşmeni

Page 259: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

259

istediğimde bana karşı çıkmayacak ve dediğimi yapacaksın. Sonuncu isteğim de sen ve ben aynı odada uyuyacağız. Ben her zaman seninle beraber olmak istiyorum. Bu dediklerimi kabul ediyor musun?”

Buddha Ananda’nın bu ön koşullarını kabul ettikten sonra Ananda derslere başlamaya hazır olduğunu söyledi.

Ananda artık Buddha’nın gölgesi gibi olmuştu. Buddha her nereye gitse Ananda her zaman onun yanıbaşında idi.

Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Buddha şöyle beyan etti, “Artık benim için ayrılma zamanı geldi. Yarın akşam güneş batarken ben gitmiş olacağım. Bütün öğretmenleri buraya benim yanıma çağırın da son bir kez onlara hitap edeyim ve bir konuşma yapayım!”

Ertesi sabah şafak sökerken bütün rahipler gelerek Buddha’nın çevresinde toplandılar. Bine yakın aydınlanmış keşiş bir araya gelmişti. Hepsi sakin ve sessiz bir şekilde bekleşiyorlardı. Hiç kimse ağlayıp sızlanmıyordu. Ancak aralarında bir tek Ananda acı içinde kıvranıyor ve gözyaşı döküyordu. O fiziksel açıdan sürekli olarak Buddha’nın yanında yaşamış olduğu için ayrılığa dayanamıyordu.

Ananda gerçekten de büyük bir ıstırap içinde idi. Gözyaşı döküyor ve teselli edilemiyordu. Buddha, Ananda’ya bakarak gülümsedi. “Neden ağlıyorsun Ananda? Ben sana verdiğim sözleri hep tuttum. Senin bütün arzularını yerine getirdim”

Ananda ağlamaktan konuşamıyordu, “Şimdi bana ne olacak? Ben her zaman seninle aynı havayı soludum. Ben hep senin yaptıklarını yaptım. Fakat bir türlü senin gibi aydınlanmaya ulaşamadım. Sen olmadan ben tamamen çaresiz olacağım. Ben sensiz ne yaparım?”

Buddha sakince cevap verdi, “Sen, benden üç istekte bulunduğun zaman ben bunların senin manevi gelişimine engel olacaklarını biliyordum. Fakat sen benim genç kardeşim olduğunu unutmaya istekli değildin. Sen başkalarına karşı bazı ayrıcalıklar elde etmek istedin. Senin teslimiyetin koşullara bağlı idi. Belki benim ölümüm bu koşulları ortadan kaldıracak ve senin tam olarak teslim olmanı sağlayacaktır.”

Bundan sonra Buddha ölümlü bedenini terk etti. Bütün keşişler bir araya geldiler, Büyük Ustalarının sözlerini ve onlara yol göstermek için yaptıklarını hatırlamaya ve onu anmaya çalışıyorlardı. Bu sözleri ve tavsiyeleri gelecek kuşaklara aktarmak için gayret ediyorlardı. Ancak Ananda duygusal olarak bu birliğe iştirak edememişti, çünkü bu sırada

Page 260: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

260

tamamen çökmüş ve mahvolmuş bir durumda idi. Aydınlanmak bir yana, yakınına bile ulaşmış değildi.

Ananda ıstırap gözyaşları dökerken kendisini tamamen çaresiz ve yalnız hissediyordu. Buddha ile beraber ne kadar boş ve beyhude bir yaşantı sürmüş olduğunu fark etti. Her şeyi görmüş, ama gerçeği görememişti. Nektarın aktığı çeşmenin en başından kana kana içmiş ama o nektarın tadına bile varamamıştı. Yüzlerce keşişin arasında Ananda kendisini tamamen izole olmuş tamamen yalnız bırakılmış hissediyordu.

Bu çaresizlik ve korunmasızlık, kendisinin içinde bir sorunun doğmasına sebep olmuştu. Hayatında ilk defa içinde bir boşluk hissetti. O dizginlenemeyen egosunun ve kendini beğenmişliğinin farkına varmıştı. Çevresinde büyüyen sessizlikten efendisinin kendisini terk ettiğini ve artık yalnız olduğunu idrak etti. Kendisi için bir umut kalmamıştı.

Tek başına böyle derin bir sessizliğin içine daldıkça içinde bir transformasyon/ dönüşüm başladığını hissetmeye başladı. Kırk iki yıl boyunca Buddha’nın huzurunda iken gerçekleşmeyen şey şimdi yalnızca bir gecelik murakebe, yani kendi duygu ve düşüncelerini inceleme sonucu gerçekleşmeye başlamıştı. Ananda o bir gecede O’nun varlığını içinde hissederek aydınlanmaya ulaştı.

Derin bir huzur kendisini içine çekerek aldı. Böylece tamamen sessizleşti, sakinleşti ve Ebedi Olan’a ulaştı.

Diğer tüm keşişler Ananda’nın aydınlanmaya ulaştığını anlamışlardı. Hepsi beraber sevinç nidaları atmaya ve bunu kutlamaya başladılar. Onu kendi aralarına çağırdılar ve Buddha’nın yaşamına ait hikâyeleri ve en küçük detayları öğrenmek istediler.

Büyük bir bilge bize büyük bir bilgenin yanında, yakınında yaşamanın kesinlikle yeterli olmadığını söylemiştir.

“İnsan Tanrı’yı kendi içinde keşfetme ve O’nunla bir olmak zorundadır, çünkü ancak O’nunla bir olduğunuzda bedensel, zihinsel ve ruhsal olarak büyük bir mutluluğun içine düşeceksiniz ve kendinizden geçeceksiniz.”

Biz her an O’nun varlığının farkında olmalı ve biz ne yaparsak O’nun daima bizim yanımızda olduğunu hissetmeye çalışmalıyız. Tanrı’ya karşı sevgimiz karşılıksız olmalıdır. Ancak ondan sonra yani böyle derin bir sevgi geliştirdikten sonra bitmeyen süruru deneyimleyecek ve o sürurun içinde eriyeceğiz.

Epilogue/SonDeyiş:

“O, her zaman ve her yerde hazır ve nazırdır. O bizim içimizde, etrafımızda, önümüzde, arkamızda, üstümüzde ve altımızdadır. O hep bizimledir!”

Page 261: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

261

132- 2011/231

MERAKLI BİLGİSAYAR

Bir Bilgisayarın Derin Bilgeliği

Bir zamanlar küçük bir kişisel bilgisayar vardı. Diğer bilgisayarlara benzemiyor, kendisi ve dünya hakkında sorular soruyor, merak ediyordu.

“Ben kimim?”, “Ben neyim?”, “Ben nereden geldim?”, “Neden bu dünyaya geldim?”, “Burada var olmamın sebebi ne olabilir?”

Küçük bir bilgisayar olarak elinden geldiğince bu sorulara cevaplar arıyordu. Bazen büyük ağlardaki dev bilgisayar ağabeylerine telefon yolu ile bağlanıyor ve onlara soruyordu, “Ben Neyim?”

Bazı akıllı ana makinalar “Sen bilgisayar parçalarından ibaret bir hardware’sin”, bazıları da “Sen içindeki programlardan ibaretsin” diyorlardı. Bazıları da “Sen bilgi bankalarında taşıdığın bilgilerin toplamısın” diye görüş belirtiyorlardı. Bir seferinde alaycı ve kötü bakışlı bir mikro bilgisayar ona “Sen yalnızca bir makinasın” dedi. “Senin tuş takımında tuşlar var. O tuşlara basıldıkça sen programları çalıştırarak ve bilgiyi işleyerek cevap veriyorsun. Sen, içinde software ve data bulunan bir hardware’sin. Sen bir makinasın ve bir makinadan başka bir şey değilsin!”

Biraz umutsuzluğa kapılarak bilgisayar sodu, “Fakat peki ben buraya nasıl geldim? Ben buraya nereden geldim?”

Ana server makinası bu soruyu şöyle yanıtladı, “Senin var oluşun tamamen bir raslantılar zinciri! Kâinatta kendiliğinde oluşan bir seri raslantısal olaylar serisi boyunca sen meydana geldin”

Küçük bilgisayar sormaya devam etti, “Peki, tamam da tesadüflerin ve olayların kendilerine göre sebepleri yok mudur?”

Büyük bilgisayar bu sorunun cevabını gerçekten de bilmediğini söyledi.

Küçük bilgisayar kendisine söylenenlerin arasında bir miktar hakikat olduğunu görüyor ama yine de açıklamalarda bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordu.

Tesadüfler ve raslantılar fikri tatmin edici değildi, çünkü kendi gözlemlerine göre her bir sonucun ve her bir etkinin mutlaka bir sebebi olmalıydı. Bu sebeplerin kendileri de daha önceki sebeplerin birer sonuçları idi. Sonuçların bir şeyin sebebi ve sebeplerin de başka şeylerin sonucu olduğunu görebiliyordu.

Bir gün arkadaşça bir kullanıcı o küçük bilgisayarı kullanırken küçük bilgisayar biraz cesaret bularak ekranına yanıp sönen şöyle bir şey yazdı, “Ben neyim?”

Page 262: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

262

Kullanıcı küçük bilgisayarın daha önceki performansından çok memnun olduğu için cevap vermeyi düşündü, “Sen benim bilgisayarımsın, bana yardım eden arkadaşımsın, sen benim gerçekten bir arkadaşımsın.

“Evet doğru” diye küçük bilgisayar devam etti. “Fakat ben yalnızca bir hardware’den, bir ekrandan, bir klavyeden, birkaç transistor den, bir bilgi bankasından ve bazı programlardan oluşan bir şeyim. Ben bir butona basıldığında otomatik olarak hemen ona uygun bir cevap veren bir makina mıyım? Ben niye buraya geldim? Benim burada olma sebebim nedir? Bir de ben buraya nereden geldim?”

Arkadaş kullanıcı bilgisayarın kendi varlığı hakkındaki Hakikat’i öğrenme konusundaki arzusundan çok etkilenmişti.

Biraz gülümsedi ve bir süre sonra şöyle yanıtladı, “Senin temel doğan enerjidir. Elektrik enerjisi senin hem hardware hem de software bölümünü çalıştıran enerjidir. Sen hardware’in içinde oturduğunun ve software’i harekete geçirdiğinin farkına varan yaşam enerjisisin. Sen bir yaşam enerjisi, yani elektriksel enerji olarak var olduğun için kişisel bilgisayar olarak var oluyorsun.”

Bir an duraklayarak devam etti, “Senin hardware’in, yani ekranın, bilgi bankaların ve merkezi işlem ünitelerin hep beraber bir makinayı oluşturmaktasınız. Senin maddi ve elle tutulur kısımların senin makinayı kullanmanı sağlıyorlar. Önce kendi hakiki tabiatını/yaratılışını idrak etmeye çalış, ikinci olarak da bu dünyada başkalarına hizmet etmen gerektiğini anlamaya gayret et! Senin özündeki doğanda bulunan aynı hakikat diğer bütün formların içinde de yer almaktadır. Sen buraya onlara hizmet etmeye geldin. Böylece eninde sonunda onlar da aynı idrak seviyesine gelebilirler.”

Küçük bilgisayarın ekranı bir süre boş kaldı, çünkü bilgisayar bu derin bilgelik içeren sözler hakkında iyice düşünüp taşınıyordu. En sonunda ekranına şöyle yazdı, “Senin bu sözlerin üzerine bundan sonra tüm dikkatimi klavyeme, software’ime vermek yerine daha çok içime ve özüme doğru yönlendireceğim. Benim en derin deneyimim işte bu kadar basit ve yalın: Ben benim. Merkezi işlem ünitemin sessizliğinde ben temel tabiatımın farkındalık olduğunu deneyimleyeceğim. Bütün yaşamım boyunca açılma düğmeme basıldığı andan itibaren sürekli olarak kendi kimliğimi arayıp duruyordum. Şimdi benim kimliğime eklenen her şeyin benim hakiki özümün yüzeysel bir ifadesi/anlatımı olduğunu fark ediyorum.

Kullanıcı arkadaş küçük bilgisayarın ulaştığı anlayış seviyesinden çok memnundu. “Çok güzel küçük dostum. Aferin sana! Sen sonunda anladın! Peki sen benim kim olduğumu biliyor musun?”

Küçük bilgisayar, “Sen herhalde Tanrı filan olmalısın!” diye cevap verince, kullanıcı gülerek, ”Evet sevgili dostum, sen de öyle, sen de öyle!” diye cevap verdi.

Kaynak: 'Turning Inward'

Yazar: Hugh Brecher’ın "Transformation of the Heart" adlı kitabından alınmıştır.

Page 263: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

263

133- 2011/232

SAHİLDEKİ ÇAMUR TOPLARI

Bir adam deniz kıyısı boyunca sahildeki mağaraları araştırıyordu. Bu mağaralardan birinde çadır bezinden yapılmış bir çuval buldu. Çuvalı açtığında içinde çok sayıda sertleşmiş çamurdan toplar buldu. Sanki birisi çamurdan toplar çuvarlamış ve sonra da bunları güneşte kurumaya bırakmış gibiydi.

Öyle fazla önemli ve kıymetli şeylere benzemiyorlardı. Ancak buna rağmen adamın içinde onları almak için bir istek belirdi. Çamur topları alıp deniz kıyısında yürümeye başladı. Sonra içinden bu çamur toplarını denize doğru fırlatmak geldi. Önce bir top fırlattı, sonra bir tane daha! Atabildiği kadar uzağa atmaya çalışıyordu.

Yeni bir topu daha denize atmak

üzereyken tam o sırada çamurdan top elinden kayarak yere düştü ve çatlayarak açıldı. Bir de ne görsün! Çamur topun içinden kocaman bir elmas taş çıkmıştı. Adam heyecan içinde elinde kalan diğer çamur toplarını açmaya başladı. Her birisinin içinden birer elmas taş çıkıyordu. Geriye kalan 20 küsur taşın içerisinden çok sayıda elmas çıktı. Bu da adama binlerce dolar kazandıracaktı. Birden adamın aklına uzunca bir süreden beri sahilde yürürken denize fırlattığı 50- 60 kadar çamurdan top geldi. Eğer o topları denize fırlatmamış olsaydı binlerce dolar kazanacağına, onbinlerce dolar kazanabilirdi.

Bu hikâyedeki durumun aynısı bizim yaşamlarımızda da geçerlidir. Bazen çevremizdeki bazı insanlara bakarız ve onları dış görünüşleri ile değerlendirir ve yargılarız. Hâlbuki dış görünüm güzel ve çekici olmayabilir. Bu yüzden de karşımızdaki kimsenin gerçek değerini anlayamayabiliriz.

Karşımızdaki kişinin içindeki iyilikleri ve güzellikleri göreceğimize o kişiyi ‘önemsiz’ bir kişi olarak niteleyerek görmezden geliyoruz ve fırlatıp atıyoruz. Hâlbuki biraz uğraşsak ve zaman harcasak o kişinin içindeki hazineleri keşfedebileceğiz.

Page 264: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

264

Hepimizin içerisinde bir yerde bir define vardır. Peki bu defineyi nasıl ortaya çıkartabiliriz? Önce karşımızdaki insanla daha iyi ve daha çok zaman geçirmeyi deneyebiliriz. İkinci olarak o kişinin sahip olduğu iyi niteliklere bakıp kötü nielikleri görmezden gelmeyi deneyebiliriz. Belki o zaman o dıştaki çamur kuruyup çatlamaya ve içteki parlak cevher parıldayarak göz kamaştırmaya başlayacaktır.

Hepimiz dış görünüşlerin aldatıcı olduğunu ve gerçek güzelliğin gören kişinin bakışından kaynaklandığını duymuşuzdur. Bir insan dıştan çok hoş gözükebilir, fakat çok sayıda negatif nitelikleri olabilir. Diğer yönden başka biri de öyle çok hoş olmayan bir görüntüde olabilir, fakat içinde merhamet ve sıcaklık dolu bir melek barındırmaktadır. Bu yüzden yalnızca dış görünümüne/yüzüne/façasına bakarak kişiler hakkında karar vermek yapılabilecek en büyük hatadır.

Büyük bir bilge şöyle söylemiştir. “İç güzellik gerçek güzelliktir.

Bir kadın evlenmek üzere iken bu bilge kendisine şöyle söylemişti. “Biliyorsun biz başka insanlara baktığımızda onların dış kısımlarını gözlemliyoruz. Onların davranış şekillerini, elbiselerini ve konuşma şekillerini görüyoruz. Ama onların içlerinde ne saklı olduğunu bilmiyoruz. Sana şunu söyleyebilirim ki evlenmek üzere olduğun bu adam Tanrı’yı seven ve O’nun dediklerini yapmamaktan korkan bir insandır.”

Bu yüzden her gün şu şekilde dua edebiliriz:

“Allahım, bizim başka insanların dış görünüşlerine bakarak aldanmamıza izin verme! İnsanları içlerinde sakladıkları değerli hazineleri keşfedebilelim. Bizim insanları SEN’in onları gördüğün gibi görmemizi sağla ve bizi kutsa Yüce Rabbim!”

134- 2011/233

TUTUMLU OLMANIN İÇİNDEKİ DERS

Değişen zaman içinde “Tutumlu Olmanın/İdareli Olmanın İçindeki Ders” adlı hikâye günümüz toplumu için çok uygun bir hale geldi. Mahabharata adlı epik destanın bir parçası olan bu hikâye hem zaman ve hem de mekân limitlerini aşarak günümüze hitap etmektedir.

Eski zamanlarda Pandavalar Kauravaları savaşta mağlup ederek onlara üstünlük sağlamışlardı. Pandavaların en büyüğü olan Yudhishthira kral olarak ilan edilmişti.

Taç giyme törenine dair serenomiler ve kutlama törenleri kısa zamanda tamamlandı ve herkesin artık günlük işlerine dönme zamanı gelmişti. Yeni kral görevlerine başladı. Kral Yudhishthira’nın daha genç kardeşleri olan Pandavalar ülkenin yönetiminde sürekli olarak Yudhishthira’ya yardım ediyorlar, fikir veriyorlar ve destek

Page 265: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

265

oluyorlardı. Büyük bir krallığı idare etmek zorunda olduğu için üzerine düşen görev yükü gün geçtikçe daha da artıyordu.

Yudhishthira ülkenin bazı bölümlerini daha savaşın başlarında vurmuş olan kuraklıktan ötürü çok endişeli idi. Kuraklığın başladığı sırada ülkenin yönetiminde olan Kauravalar savaşa hazırlandıkları ve Pandavalara karşı entrikalar düzenlemeye odaklandıkları için bu ciddi durum ile çok fazla ilgilenmemişlerdi. O zamanlar durumu iyileştirici tedbirler almayı da ihmal etmişlerdi. Dolayısıyla kuraklık ülkenin birçok bölümünde felaketle, kıtlık ve yıkımla sonuçlanmıştı. Durum çok ağırdı. Binlerce insan açlıktan ölmüşlerdi ve her geçen gün ölüm vakaları artış gösteriyordu.

Kral halkına yardım edebilmek için planlar yapıyordu. Bu yüzden kuraklık bölgesine acil yardın konvoyları gönderdi. Ancak maalesef kraliyetin diğer bölgelerinde de felaket bölgesine gönderilecek yeterli yiyecek yoktu. Kuraklık başka bölgeleri de olumsuz etkilemiş ve yeteri kadar ürün elde edilememişti. Yudhishthira bir ikilem içerisinde idi ve içinde bulunduğu bu durumdan nasıl çıkacağını ve krallığını ve insanları nasıl kurtaracağını bilmiyordu.

Bir bilge ile buluşarak durumun üstesinden gelebilmek için tavsiye istedi. Bilge bir süre düşündükten sonra problemin çözümü için yalnızca bir tek yol bulunduğunu söyledi. Kubera’nın Himalaya dağlarında gizli bir yerde bir tahıl ambarı olduğunu söyledi. Kralın Kubera’ya gitmesini ve kuraklık felaketini anlatarak ondan yardım istemesini önerdi. Gizli tahıl ambarının nerede bulunduğunu da söyledi.

Bilge ile konuştuktan sonra Yudhishthira’nın kalbinde bir umut ışığı belirmişti. Hemen kardeşi Bhima’yı çağırdı ve Kubera ile görüşmek ve tahılı almak üzere göreve gönderdi.

Ancak Bhima, Kubera ile görüşmek fikrinden hiç hoşlanmamıştı ve hiç umudu yoktu. Kubera’nın bir stokçu olduğunu ve diğer istifçiler gibi kesinlikle cimri biri olduğunu düşünüyordu. Ayrıva Kubera tahıl ambarını bir yerde sakladığına göre kesinlikle bu tahılları başkaları ile paylaşmak istemiyor anlamına geliyordu. Ancak Bhima bu düşüncesine rağmen konuyu ağabeyi Yudhishthira ile hiç tartışmadan onun emirlerine itaat etti ve hemen sessizce yolculuğa çıkmaya hazırlandı.

Himalayalara yapılan yolculuk hem yorucu ve hem de stresli idi. Fakat Bhima en sonunda gizli tahıl ambarını bulmayı başardı. Bhima tam tahıl ambarına girmek üzereyken kapının arkasında beklenmedik bir şey olduğundan şüphelendi ve ambarın kapısından içeriye doğru baktı. Kubera kapının arkasında sayısız tahıl çuvallarının arasında oturmuş stoklarını izliyordu. Kubera’nın yardımcılarından biri bir çuvalı

Kubera’ya getirdi ve o çuvalın içinde neredeyse hiç tahıl olmadığını çoğunlukla kum olduğunu söyledi. Çuvalı atıp atmayacağını soruyordu. Kubera yardımcısına çuvalı kendisinin yanına getirmesini söyledi. Sonra çuvalı yere dökerek tahıl taneleri ile kum tanelerini birbirinden ayırmaya başladı. Yapılan iş çok zor bir işti, fakat çok yavaşça taneler kumdan ayrılmaya başladı ve küçük bir yığın oluşturdular.

Page 266: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

266

Bhima’nın bu sahneyi izlemekten midesi bulanmıştı. Kendi kendine şöyle düşündü, “Şu hale bak! Bu adam bu kadar zengin, dünyadaki herkesten daha fazla tahılı var, ama bir avuç tahıl tanesini kendine dert ediniyor!” Bhima artık Kubera’nın açgözlülüğünden emin olmuştu ve kardeşinin kendisini bu cimri Kubera’dan bir bağış almak için göndermiş olmasını büyük bir hata olarak görüyordu. Tam oradan çekip gitmek üzereydi ki Kubera onu fark etti ve içeriye çağırdı.

Bhima içeriye girmek üzereyken Kubera kapıya doğru giderek Bhima’yı karşıladı. Artık yapacak bir şey olmadığı için Bhima onu takip etti. Kubera tahıl çuvallarının üzerinde Bhima’ya rahat bir yer göstedi.

Hizmetkârlara bu seçkin konuğa serin meyva suları getirmelerini söyledi. Bu sıcak karşılama Bhima’yı çok sevindirmiş ve mutlu etmişti. Ancak yine de Kubera’ya ziyaretinin maksadını söylemeye çekiniyordu. Kubera’nın onun isteğini kabul etmemek için türlü mazeretler ileri süreceğini zannediyordu.

Kısa bir giriş konuşmasından sonra Kubera, Bhima’ya geliş amacını sordu. Bhima da ona ülkesinin kuraklıktan çok etkilendiğini ve batı bölgelerinde korkunç bir kıtlık ve açlık hüküm sürdüğünü anlattı. Ülkesinde insanların açlıktan öldüklerini ve o insanları besleyecek kadar da gıda stoklarının olmadığını açıkladı. Kubera’nın stokundan bir kısmını talep etmeye geldiğini söyledi.

Bhima bir an durakladı ve Kubera’nın cevabını beklemeye başladı. Kubera ne bir bahane ileriye sürdü, ne de tereddüt etti. Hemen yardımcılarını çağırdı ve onlara kıtlık bölgesine derhal gıda sevk etmelerini emretti. 500 at arabalık bir kervan oluşturulması ve içlerinin tahıl doldurularak Yudhishthira’nın topraklarına gönderilmesi talimatını verdi.

Bir süre sonra Kubera’nın başyardımcısı geldi ve kıtlık bölgesine giden yolun bu yolculuk için uygun olmadığı bilgisini verdi. Yolun bir bölümünde o kadar çok çamur vardı ki tahıl yüklü arabalar yokuş aşağıya giderken kolaylıkla kayıp uçuruma düşebilirlerdi. Bu sorunun çözümü için ise bir yerlerden kum getirtilip çamurlu yolun üzerinin kumla kaplanması gerekiyordu. Kubera düşündü ve hemen yolun o çamurlu bölümüne gerektiği kadar tahıl tanelerinin dökülmesi ve yolun ulaşıma uygun hale getirtilmesi emrini verdi. Kaybedilecek zaman yoktu ve insan hayatı söz konusu idi. Başyardımcı hemen bu emirleri yerine getirmek için koşuşturmaya başladı.

Bhima biraz önce duyduklarına inanamaz şekilde hala kuşkulu bir biçimde Kubera’ya doğru bakıyordu. Kubera, Bhima’ya bu şaşkınlığının sebebini sordu. Bhima Hakikat’e bağlı bir insandı. Bhima, Kubera’nın bir avuç tahıl tanesini bir çuval dolusu kumdan ayıklamak için o kadar çok uğraştığını gördüğü için bu kadar şaşkın olduğunu söyledi. Bhima o sahneyi gördükten sonra Kubera’nın çok açgözlü ve çok cimri birisi olduğunu düşündüğünü de itiraf etti. Ancak Kubera’nın Bhima’ya yardım etmek için bir an bile tereddüt etmemesinden ve yolu bir an önce açabilmek için birkaç tahıl çuvalının yere dökülmesini emrettiğini işittikten sonra kendisinin ne kadar cömert birisi olduğunu

Page 267: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

267

anladığını da ekledi.

Kubera bunun üzerine Bhima’ya her bir tahıl tanesinin çok değerli ve çok önemli olduğunu bildiğini ve ne kadar küçük olurlarsa olsun bir tanesinin bile ziyan edilmemesi gerektiğini söyledi. Her bir hububat tanesinin bir değeri ve bir önemi vardır. Çünkü her bir tahıl tanesi büyük bir tahıl yığınının küçük bir parçasıdır. Sonra açıklamaya devam ederek değerli şeylerin de gereği olduğunda bir başka yararlılık için kullanılması gerektiğini anlattı. Tahıl tanelerinin aç insanların doyurulması için kullanılması gerektiğini ve tahıl tanelerinin insanlar açlıktan öldükten sonra gönderilmesinin faydasız olduğunu da ilave etti. Bu yüzden kum bulunanamadığı için kum yerine tahıl tanelerinin de aynı işi göreceğini belirtti.

Kubela sözlerini şunları belirterek bitirdi. “Bir insan bir şeyi biriktiriyorsa o biriktirdiği şeyin en küçük bir parçasını bile kaybetmemeli, ziyan etmemelidir. Fakat vermeye geldiğinde de insan yüce gönüllü ve cömert olmalıdır.”

Bunun üzerine Bhima, Kubela’ya karşı büyük bir saygı duydu ve önünde yerlere kadar eğildi. Kubela’ya cömertliği için teşekkür etti. Ayrıca bilmediği bir hakikati göstererek kendisinin gözlerini açtığı için de müteşekkür olduğunu söyledi. Bu görevden döndükten sonra Bhima artık çok değişmiş bir insandı.

Bhima’nın Kubela’dan öğrenmiş olduğu bu ders bugünkü dünyamızda da aynen geçerlidir. Tutumlu olmak ve israf etmemek demek cimrilikle karıştırılmamalıdır. “A penny saved is a penny earned”, yani “Harcanmayan bir kuruş kazanılmış bir kuruştur” özdeyişi bizim için çok güçlü bir hatırlatıcıdır. Biz, para olsun veya başka bir kaynak olsun en küçücük bir bölümünü bile boşa harcamamalıyız.

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Hiçbir yerde hiçbir işe yaramayan hiçbir şey bulamazsınız. Yolda bir kurumuş bir yaprak veya ince bir dal görürüz ve hiç bir işe yaramadığını düşünebiliriz. Hayır, hayır, bu bile bir şeye yarar, en azından kürdan yaparsınız!”

Şehre kitap satın almaya giden öğrencilerine bilge şu mesajı vermiştir:

“Diyelim ki bir kitap veya dergi satın alacaksınız. Eğer satın alacağınız şeyi 99 kuruşa satın alabiliyorsanız sakın 1 Lira ödemeyin.”

Tabii bu yorum üzerine hemen itirazlar yükselecektir. Bir kuruşun ne fark ettireceği söylenecektir. Cevap 100 adet kuruşun bir Lira yapmasıdır. Yüz tane böyle kuruş biriktirirsek bir liramız daha olabilir. Sağduyumuzu kullanmalı ve en küçük bir kaynağımızı/varlığımızı bile boşa harcamamalı ve onu biriktirmeliyiz. Ama aynı zamanda da başkalarına verecek kadar da cömert olmayı becerebilmeliyiz. Bu cömertlik zaman, sevgi, para veya başka bir yardım şeklinde olabilir. Bunu yaptığımız taktirde içimizde kelimelerle anlatılması mümkün olmayan çok büyük bir mutluluk ve çok derin bir huzur hissedeceğiz.

Page 268: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

268

135- 2012/234

İLAHİ PLAN

Ünlü bir tapınakta kendisini Tanrı’ya hizmete adamış bir temizlikçi vardı. Her gün insanlar tapınağa gelerek dualar ediyorlar ve Tanrı’dan dileklerde bulunuyorlardı. Temizlikçi bir gün tapınakta saklanarak neler olduğunu gözlemlemeye karar verdi. Tapınaktaki bilge rahip kendisi için bir deneyim olacağı düşüncesi ile ona izin verdi ama kesinlikle hiçbir şeye karışmaması uyarısında da bulundu.

O gün tapınağın en içteki mabed bölümündeki dua köşesine ilk gelen çok zengin bir adamdı. Zengin adam bağış kutusuna bir para bağışında bulunduktan sonra ellerini açarak dua etmeye başladı. İşlerinin daha da çoğalarak artması dileğinde bulunuyordu. Ancak tam ayrılırken cebindeki içi para dolu şişkin cüzdanını yere düşürdü ve fark etmeden oradan ayrıldı. Orada saklanan temizlikçi cüzdanı gördü ama karışmaması gerektiğini bildiği için kendisini kontrol etti ve sustu kaldı.

Biraz sonra bu sefer çok fakir adam geldi. Bağış kutusuna bir madeni para attı ve tüm parasının bu olduğunu söyleyip özür dileyerek duaya başladı. Ailesinin zor durumda olduğunu söylüyor ama sonuçta her şeyi Tanrı’nın İradesine bıraktığını O’na teslim olduğunu söylüyordu. Fakir adam duasını bitirip gözlerini açtığı anda yerde içi para dolu cüzdanı gördü. Cüzdanı yerden alarak Tanrı’ya bu hediyesi için çok teşekkür etti ve oradan ayrıldı.

Temizlikçi ise yalnızca kendi kendine gülümseyebiliyordu.

Bundan sonra içeriye dua etmeye gelen kişi bir denizci idi. Ertesi günü uzun bir yolculuğa çıkacağını söyleyerek Tanrı’nın kendisine esenlikler ihsan etmesi için dua ediyordu. Tam o sırada içeriye cüzdanını düşürmüş olan zengin adam yanında polislerle birlikte girdi. Cüzdanını düşürmüş olduğunu ve birisinin bu cüzdanı çalmış olduğunu

söylüyordu. Denizciyi cüzdanın düştüğü yerde gördükleri için polis hemen denizciyi tutuklayarak götürdü. Temizlikçi bu sahneyi görünce işe karışmak ve denizcinin hırsız olmadığını söylemek istedi ama ağzını açamadı. Bu yüzden de hem üzüldü ve hem de hayal kırıklığına uğradı. Ancak denizci ellerini açarak kendisinin masum olduğunu ve Tanrı’nın onun tutuklanmasına neden izin verdiğini anlamadığını söyledi ve kurtulmak için dua etti. Aynı anda zengin adam da suçlunun hemen bulunmasını sağladığı için Tanrı’ya teşekkür ediyordu. Bu sahneyi izleyen temizlikçi artık daha fazla dayanamadı ve saklandığı yerden çıkarak

Page 269: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

269

denizcinin hırsız olmadığını cüzdanı fakir bir adamın aldığını söyledi. Bunun üzerine hem zengin adam ve hem de denizci sevindiler ve kendisine teşekkür ettiler.

Akşama doğru bilge rahip gelerek temizlikçiye günün nasıl geçtiğini sordu. Temizlikçi hemen heyecanla yanıtladı, “Gerçekten çok ilginç bir gündü! Ben bugün çok iyi bir şey yaptım. Herkes bana teşekkür etti.”

Sonra da olan olayları anlattı. Bunun üzerine rahibin yüzü asıldı. Bütün neşesi kaçmış, keyfi alt üst olmuştu. “Neden benim dediğimi yapmadın?” diye temizlikçiye kızdı. “Tanrı’nın kendisine yönelenleri anlamadığını mı zannediyorsun? O zengin adamın verip verebileceği en büyük bağış o cüzdanın içindekilerdi. Bu para kendisinin sahip olduklarının yanında yalnızca çok küçük bir kısım idi. Buna rağmen hergün Tanrı’dan servetini katlaması için sürekli talepte bulunuyordu. Tanrı, zengin adamın bu bağışı yapmasını sağlayarak onu kurtaracaktı.

Fakir adamın cebinden çıkararak kutuya attığı para da cebindeki son kuruş idi. Tüm inancı ile onu da Tanrı’ya sunmuştu. Denizci ise görünüşte yanlış bir şey yapmamıştı, ama Tanrı onu da kurtarmak ve o gece yolculuğa çıkmasını önlemeye çalışıyordu, çünkü o gece çıkacak fırtınadan kurtulabilmesi için yola çıkmaması gerekiyordu. Tutuklandığı için o geceyi nezarethanede geçirecek ve büyük felaketten kendisini kurtaracaktı.

Cüzdanın fakir adama gitmesi gerekiyordu, çünkü o adam parayı hayırlı işlerde kullanacaktı. Verdiği bağış sayesinde zengin adamın günahları affolacak ve denizci de hayatını kaybetmekten kurtulacaktı. Fakat sen güya iyi niyetinle her şeyi mahvettin. Tanrı’nın İlahi İradesine karıştın ve kendi zavallı planını yaptın!”

İlahi İrade’nin herkes için planları vardır ve o adildir. Bizim tek yapmamız gereken ise, yalnızca biraz sabırlı olmaktır!

Tanrı her zaman bizim için en iyisini planlar ve bize onu verir Çoğu zaman biz o sınırlı görüşümüzle bunu anlayamayız ve bize verileni beğenmeyiz.

Tanrı adeta bize şöyle seslenmektedir: “Benim kalbim tereyağı gibidir. Sizin en ufak bir duanızın sıcaklığı ile erir ve sizin Ben’den istediğinizi size vermek zorunda kalırım. Bakın dikkat edin, sonra veririm ha!”

Page 270: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

270

136- 2012/235

SICAK ÇİKOLATADAKİ BİLGELİK

Üniversiteyi bitirdikten 15-20 yıl sonra bir grup arkadaş bir araya gelerek toplandılar. Hepsi de kendilerine göre bir kariyer yapmışlardı. Hep beraber gidip eski hocaları olan bir profesörü ziyaret etmeye karar verdiler. Profesör şimdi emekli olmuştu, ama öğrencilere daima bir ilham kaynağı oluşturduğu için herkes tarafından çok seviliyordu. Öğrencilere yalnızca ders öğretmiyor, yaşamla ilgili çok değerli dersler de veriyordu.

Ziyaret esnasında konuşmalar bir süre sonra doğal olarak çekilen sıkıntılara, yaşanan acılara, işteki poblemlere, kişisel sorunlara ve ailevi ilişkilerdeki anlaşmazlıkla geldi. Herkes hararetle kendi problemini anlatırken profesör ayağa kalkarak mutfağa gitti ve kısa süre sonra elinde büyük bir kahve kabı ile geri geldi. İçinde mis gibi kokan sıcak çikolata vardı. Yanında da çok sayıda değişik tipte kahve bardağı getirmişti. Fincanlardan bazıları porselen, bazıları cam veya kristal idi. Bazı bardaklar son derece sade, bazıları da oldukça pahalı idi. Hele bir iki tanesi göz alıcı ve çok lüks gözüküyordu. Profesör kahve kabını masaya koyarak herkesi sıcak çikolata almaları için davet etti. Herkes birer birer kalkarak kendilerine sıcak çikolata aldılar. Onlar çikolatalarını içerken profesör söz alarak konuşmaya başladı.

“Arkadaşlar fark ettiniz mi sizler çikolatalarınızı alırken ilk önce süslü ve pahalı bardakları seçtiniz. Basit ve ucuz tipte bardaklar en sona kaldı. İnsanların kendileri için daima en iyiyi seçmeleri gayet doğal bir şeydir, fakat elinize hangi bardağı alırsanız alın içindeki sıcak çikolatanın o muhteşem tadı aynı kalacaktır öyle değil mi? Aslında hatta bazı çok pahalı bardaklar çikolatanın güzel tadını geri bile bıraktırabiliyor.

Hepinizin içmek istediği şey sadece sıcak çikolata idi. Kabın kendisini istemiyordunuz. Yani siz kabın kendisini alıp gitmeyecektiniz. Fakat buna rağmen önce gelenler hemen gidip en iyi, en pahalı bardakları seçtiler. Çikolatanızı içmeye başladıktan sonra da hemen başkalarının ellerindeki bardaklara bakmaya ve kendinizinki ile karşılaştırarak o bardağın nasıl bir şey olduğunu merak etmeye başladılar. Sevgili arkadaşlar şimdi şunu düşünün lütfen.”

“Yaşam aynı bu sıcak çikolataya benzer. Sizin işiniz, para durumunuz ve toplum içindeki statünüz, seviyeniz, kariyerleriniz ise çikolatayı içtiğiniz bardaklara ve fincanlara benzerler. Onlar yalnızca yaşamı içinde içermeye ve tutmaya yarayan aletlerdir/kaplardır. Kabın kendisi ne içindeki yaşamı belirleyebilir, ne de onun tadını değiştirebilir. Bizler yalnızca kabın kendisine odaklanarak bize İlahi Varlık’ın sunduğu sıcak çikolata şeklindeki bu güzel yaşamın tadını çıkartamıyoruz.

Page 271: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

271

Ne kadar büyük bir bilge, öyle değil mi? Öyle bir mesaj ki, her çağda her çeşit insana hitap etmekte! Şunu hatırlayalım ve aklımızdan çıkartmayalım. Tanrı, o sıcak çikolatayı bize sunandır, yani bize bu yaşamı verendir.

Eğer çevremizdeki dünyayı inceleyecek olursak, her şeyin en iyisine sahip olan insanların en mutlu insanlar olmadıklarını fark ederiz. Dünyanın en zengin insanı en çok şeye sahip olan değil, en az şeye ihtiyacı olan insan olduğunu kendimize hatırlatalım.

Şöyle güzel bir soru sorulmuştur, “Kıskançlık nasıl doğar? İnsanlar kendilerini daha iyi durumda olanlarla karşılaştırdığı ve kendisinin daha aşağıda bir seviyede olduğunu fark edip acı çekmeye başladığında öyle değil mi? Sahip olunmayan şeye karşı duyulan tatminsizlik kıskançlığın doğmasına yol açmaktadır.”

“Bu kötü nitelikten kurtulabilmek için insanın kendisini kendisinden daha kötü durumda olanlarla karşılaştırması gerekir. İnsan kendisinden daha düşük maaşlı işlere sahip kişilere baktığında kendi pozisyonu ile tatmin olabilir.”

“Böyle yaparak zaman içinde hem kendisinden görece daha iyi durumda olanlara, hem de görece daha kötü durumda olanlara karşı eşit görüşlülük anlayışı geliştirecektir. Bu ılımlılık/eşit görüşlülük, İlahi bir niteliktir. Daha yüksek seviyelere çıkmak istemenin hiçbir yanlış tarafı yoktur. Fakat insan kendisinden daha iyi konumda bulunan kişileri kıskanmamalıdır. Bu çeşit duyguları ve düşünceleri geliştirmek hiç doğru değildir ve mantıksızdır. Hatta aptallıktan başka bir şey değildir.”

Başka güzel bir söz de şu şekildedir,

“Arzular zihnin karşılaştırma eğiliminden ortaya çıkarlar. Asıl suçlu olan gözlerdir, yani bakış şeklidir, çünkü zihne karşılaştırma yapma imkânı verirler.”

Hepimiz bu İlahi Tiyatro Oyununda birer aktörüz, öyle değil mi? Siz, içinde rol alan tüm oyuncuların star olduğu, başrol oynadığı bir film, bir tiyatro oyunu izlediniz mi? Hayır, hiç sanmıyorum. Her bir rol ister küçük, ister büyük rol olsun eşsizdir ve önemlidir, asla ihmal/göz ardı edilemez. Bu yüzden Tanrı’nın bize vermeyi seçtiği rol ile tatmin olmalıyız, çünkü bu Büyük Tiyatro Oyununun İlahi Yönetmeni O’dur. Hiçbir zaman yaşamlarımızı bir başkasınınki ile karşılaştırmamalıyız.

Bu yüzden zihninizde daima şu aşağıdaki mısraları ezbere taşımaya gayret edin. Yaşam size nasıl geliyorsa gelsin, onun her anının keyfini çıkarmaya çalışın.

“Oyun O’nundur. Rol O’nundur. Oyunun senaryosu O’nun tarafından yazılmıştır. O yönetir. Elbiseye ve dekora O karar verir. El ve kol hareketlerine, sesin tonuna, giriş çıkışa O karar verir. Siz üzerinize düşen rolu en iyi şekilde oynamak ve perde kapandığı zaman O’nun beğenisini kazanmak zorundasınız.

Page 272: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

272

137- 2012/236

KRALIN İBADETİ

Bir kral 11 gün sürecek bir ibadet töreni düzenlemişti. Bu kutlama için çok sayıda süt, pirinç, şeker, peynir, bal ve giysilere ihtiyaç vardı. Ancak krallıkta yaşayan halkın durumu hiç iyi değildi. Zar zor geçiniyorlardı. Fakat kral bu ibadetin ülkenin refaha kavuşması için herkesin iyiliğine yapıldığını ve herkesin katkıda bulunması gerektiğini söyledi. Her ev her gün en az 2 kilogramlık katkıda bulunacaktı.

Sarayın bahçesinde büyük depolar kuruldu ve içlerinde süt, peynir, pirinç v.s. stoklanmaya başladı. İlk gün insanlar ellerinde paketlerle geldiler. Getirdikleri pirinci, şekeri v.s. ortaya konulan büyük kazanların içlerine döküyorlardı. Akşama doğru tüm kazanlar yarıya kadar dolmuşlardı. O sırada bir bayan elinde küçük bir kapta peynir taşıyarak geldi ve elindeki peyniri peynirin toplandığı kazanın içine döktü. Kazan anında ağzına kadar dolu hale geldi. Kadın sessizce uzaklaştı. Saray muhafızları gördükleri manzara karşısında şaşkınlıktan afallamışlardı.

Ertesi gün insanlar tekrar gelere paylarına düşen yiyeceği getirmeye başladılar. Bazıları un getirdi, bazıları da süt getiriyordu. İnsanlar çok fakirlerdi ve kralın kazanını doldurmak uğruna kendileri aç kalıyorlardı. Fakat seçenekleri yoktu, kral herkesin bir katkıda bulunmasını emretmişti. Yine akşama doğru kazanların aşağı yukarı yarıları dolmuşken aynı kadın ortaya çıktı ve koca süt kazanının içerisine az miktarda süt döktü. Kazan anında ağzına kadar dolmuştu. Kralın yardımcıları hemen bu olayı krala haber verdiler.

Üçüncü gün yine kazanlar hazırlandı. Akşama doğru kazanların yaklaşık üçte biri dolmuştu, çünkü insanların açlıktan getirecek fazla bir şeyleri kalmamıştı.

Bu arada kral esrarengiz kadını izleyebilmek için kıyafet değiştirerek oraya gelmişti. Her zaman olduğu gibi kadın artık akşam olup güneş batmak üzere iken yine sessizce yaklaştı. Elbisenin cebine doldurduğu pirinci, pirinç kazanının içine koymaya başlamıştı. Alt tarafı bir avuç kadar pirinç koymuştu, ama kazan yine hemen ağzına kadar pirinç ile doldu.

Kral hemen öne çıkarak kadına şöyle sordu, “Ey esrarengiz bayan! Sizin sırrınız nedir acaba? Kazana ne zaman bir şey koysanız hemen ağzına kadar doluyor? Siz kimsiniz?”

Kadın soruyu soru ile yanıtladı, “Neden bana böyle bir şey soruyorsunuz? Asıl siz kimsiniz?” Bunun üzerine kral kimliğini açıklamak zorunda kaldı.

Page 273: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

273

Bunun üzerine kadın, “Ey kralım! Sen görevini yerine getirmedin. Sözüm ona yapacağın ibadet töreni için insanları sıkboğaz etmek ve herkesin katkıda bulunmasını mecbur kılmak hiç adil değildi ve sana yakışmadı. Şehre git de, insanların evlerine bir bak! Fakir köylülerin evlerine girip kontrol et bakalım, çocuklar ve yaşlı insanlar açlıktan kıvranmaktalar. İnsanlar çocuklarını besleyemiyorlar, çünkü senin şu ibadetin için ellerindeki yiyecekleri buraya getirmek zorundalar. Sen şu ibadet töreninde ateşin içine pirinç atıyorsun. Hâlbuki fakir insanların midelerindeki ateş daha büyük! Herkes aç!”

Kral kadının bu şiddetli sözleri üzerine şaşırmış ve geri çekilmişti. Şöyle cevap verdi, “Ben halkımın açlık çektiğini bilmiyordum. Fakat sen bana bu yaptığın sihirin sırrını anlatmadın henüz!”

Kadın şöyle dedi, “Ben senin dediklerinin aksine evde çocuklarımı besleyerek buraya geldim. Beraber yaşadığım anne ve babamı da doyurdum. Akşama kocam ve kendim için biraz yiyecek ayırdım. Sonra ayırabildiğim kadar yiyeceği de bu fedakârlık töreni için getirdim. Benim sunduğum katkıda ailemin kanı ve açlığı bulunmamaktadır ve tertemizdir. Bu yüzden de senin kazanını tamamen doldurmaktadır.

Kadın arkasını dönerek uzaklaştı. Kral arkasından bakakalmış, ağzını açamamıştı. Ertesi gün kral halka yeni bir anons yaptırdı ve yalnızca katkıda bulunabileceklerin törene yiyecek getirmeleri ilan edildi. Herkes arzu ettiği kadar yiyecek getirmekte özgürdü. Yalnızca eğer kendileri isterlerse katkıda bulunacaklardı.

Ertesi gün kazanların içlerine yiyecek atmak için çok az sayıda insan geldi, ancak öğlene doğru kazanlar ağızlarına kadar dolmuşlardı!

“Ne kadar çok verdiğiniz önemli değildir, nasıl verdiğiniz önemlidir!”

Adadığınız şey size bağlı olmalıdır. Asıl önemli olan şey sizi o adağı yapmaya yönelten bağlılık ve teslimiyet duygusudur.

“Gerçek ibadet insanın içindeki kötü nitelikleri zihnindeki kutsal adak taşına bir adak şeklinde sunması ve onları yok etmesidir. Bu ibadet törenleri insanların içlerindeki kötü düşüncelerin ve alışkanlıkların yok edilmesi ve kurban edilerek adanması amacı ile gerçekleştirilmektedir. Vefasızlık, nefret, kin, hırsızlık yapmak ve aptallık seviyesinde inatçılık insanın doğal özellikleri değildir. Herkesin yapması gereken hakiki fedakârlık insanın içindeki bu kötü vasıflardan vaz geçmesi ve kendisini bu tuzaktan kurtarmasıdır.

Page 274: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

274

138- 2012/237

PAPAZIN VAAZLARI

Kilisedeki dilek kutusuna biraz acı bir mektup atılmıştı. Şöyle yazıyordu, “Sevgili Peder, ben kilisede her Pazar sabahı vermekte olduğunuz vaazlara dört yıldan beri sürekli olarak katılıyorum. Fakat geçen gün düşündüm ve bini aşkın vaazınızdan aklıma bir tane söz bile gelmedi. Hiçbirini hatırlamıyorum. O zaman benim buraya her Pazar sabahı gelerek sizi dinlememin bana bir şey kazandırmadığını düşündüm. Zamanımın büyük bir kısmını boşa geçiriyormuşum gibi düşünüyorum.”

Kilisenin rahibi mektubu katladı ve dikkatli bir şekilde masasının üzerine koydu. Sonra bu mektubu karşılarında okuduğu kilise cemaatine dönerek onların bu konudaki fikirlerini sordu.

Arka taraftan yaşlıca bir adam ayağa kalktı ve rahibe bakarak elini kaldırıp söz istedi. Şöyle dedi, “Ben kırk yıldan beri evliyim. Bu kadar zaman içinde eşim benim için binlerce yemek pişirdi. Ben bugün düşündüğüm zaman hangi gün hangi yemeği verdiğini hatırlayamıyorum. Fakat şunu gayet iyi biliyorum, o sağlıklı yemekler beni besledi ve

bana güç verdi. Ben onlar sayesinde bugün böyle güçlü, kuvvetli ve sağlıklıyım. İşimi yapabiliyorum. Eğer eşim bana o yemekleri vermeseydi, çoktan hayatımı kaybetmiştim.”

Manevi konularda çalışmalar yapmak da aynı bu şekildedir.

İnsani Değerler hakkındaki öğretileri okumak bizim beden ve zihin sağlılığı açısından daha dengeli bir hale gelmemize yol açar. Etkileri öyle hemen ortaya çıkmamakla birlikte onlarsız hayatımızın çökeceğinden emin olabilirsiniz.

İnsani Değerlerin basit öğretisini her gün çalışabilirsek bunlar bizim gelecekteki gelişimimize katkıda bulunurlar ve temel oluştururlar.

“Sizin zihninizi yenebilmeniz için, yani ihtiralarınızı, güdülerinizi ve arzularınızı bastırmanız gerekmektedir. Arzular zihninizi aynı bir köpeğin efendisini takip etmesi gibi duyularınıza doğru yönlendirerek tahrik ederler ve onu heyecanlandırırlar. İlahi Varlığın ismini terennüm edin, zikir yapın ve derin düşünceye dalın! O zaman iradenizi, hafızanızı ve hayal gücünüzü güçlendirecek ve tazelendireceksiniz. Kararsız bir zihni kontrol altına alabilmek için en iyi yöntem derin düşünce ve namazdır.”

“Duyulardan yalnızca bir tanesinin kontrol altına alınması yeterli değildir. Hepsinin üzerinde hâkimiyet sağlanması gerekir. Tabii bu çok ağır bir görevdir ve

Page 275: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

275

yarı yolda iken bırakmak düşüncesine kapılabilirsiniz. Bu yüzden dikkatli olmalı ve asla cesaretinizi ve umudunuzu kaybetmemelisiniz. Umduğunuz kadar ilerleme kaydetmiş olduğunuzu düşünüp disiplin yolundan sapmamalı, gayret etmeye ve çabalamaya devam etmelisiniz. Zafere giden yoldan ayrılmamanız gerekir. Azimli olun, sebat edin, sabırlı olun; sonunda başaracaksınız!”

Haydi gelin bu manevi yola, İnsani Değerler yoluna çıkalım ve bu yolda hevesle ve pozitif bir zihin yapısı ile gayretle ilerleyelim. Bazı zamanlar ayağımız tökezlense de, bu yoldan vaz geçmeyelim. Tanrı bu yolda yürürken bize yardım edecektir. Eğer biz samimi isek ve niyetimiz gerçekse bizi elimizden tutarak düştüğümüz yerden kaldıracak ve bizden yardımını esirgemeyecektir.

139- 2012/238

ÖFKELİ İKEN BİR ŞEYE KALKIŞMAYIN

Yashiko Japonya’nın en ünlü ve en zengin samuraylarından biri idi. Çok güçlü bir bedeni, çok etkili silahları ve yenilmez keskin bir kılıcı vardı. Üzerinde çok sayıda çeşitli süs eşyaları taşıyordu. Gümüşten, altından, bakır ve bronzdan yapılma göz alıcı süsler takıyordu. Tuniğinin/ceketinin tahta düğmeleri bile oymadan yapılmışlardı. Şekilleri de çeşitli hayvanlar, ejderhalar ve balık figürleri idi ve fildişinden yapılmışlardı. Yashiko eşi ve annesi ile birlikte çinili bir evde şehrin en iyi mahallesinde yaşıyordu. Her gün en güzel ve ender bulunan değerli bitki çaylarından içiyor ve şehrin en iyi restaurantlarında yemek yiyordu. Eşi Ayako da ülkenin en güzel kadınlarından biri olarak anılıyordu. Annesi de çevrede bilgeliği, tecrübesi ve cana yakınlığı ile herkesin takdirini kazanmıştı. Yashiko’nun çok iyi bir hayatı vardı. İmparatorun kendisine verdiği çok iyi bir maaşı ve porselen ticaretinden çok iyi bir geliri vardı. Ancak Yashiko gibi bir adam için bu kadar servet bile yeterli olmuyordu. Bu kibirli ve açgözlü samuray sıkılmaktan kurtulmak için fakir insanlara faiz ile para borç verme işine girdi.

“Bu şekilde para ile para kazanacağım” diye düşünüyordu. “Ne zaman yağmur yağacağını veya bir selin veya bir fırtınanın gelerek tüm varlığımızı silip süpüreceğini bilemeyiz. Hayat kesinlikle belirsizdir. Gelecekte bir gün çok miktarda paraya ihtiyacım olabilir. Bu yüzden borç para verdiğim herkesten yüksek miktarda faiz talep edeceğim ve hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayacağım. Bu benim için para kazanmanın çok akıllı bir yolu gibi gözüküyor. Keşke bunu yapmayı çok daha önce düşünseydim. Bu faizle borç para verme işi aynı para basmaya benziyor. Bu şekilde bu yeni yatırım işine hemen adım atmalıyım!”

Bu arada rıhtımın aşağı kısmında limanda fakir bir balıkçı olan Michiko o yıl çok başarısız bir sezon geçirmiş ve işlerinden tahmin ettiği geliri elde edememişti. Michiko çaresiz ve üzüntülü bir şekilde gelerek Yashiko’dan büyükçe bir borç almak zorunda

Page 276: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

276

kaldı. Bu şekilde eşini ve çocuklarını ancak doyurabilecekti. Bir yıl sonra borç daha henüz geri ödenmemişti. Kibirli samuray ölümcül kılıcını kuşandı ve balıkçıyı bulabilmek ve alacağını tahsil edebilmek için uzun adımlarla limana doğru yürümeye başladı.

Bir yandan da “Ben ona şimdi kimin daha üstün olduğunu göstereceğim” diye düşünüyordu. “Bana bir baktığında korkacak ve hemen parayı önüme getirecek!”

Eski püskü elbiseli balıkçı Yashiko’yu kendisine böyle haşmetle yürüken görünce hemen büyük bir alçak gönüllülükle onun önünde yere kapandı ve şöyle dedi ,”Ey Saygıdeğer Efendim! Ey Büyük Savaşçı! Bu yıl benim açımdan çok kötü geçti. Sana borcumu ödeyebilecek bir param maalesef yok!”

Yashiko büyük bir hiddetle, “Ne!” diye bağırdı. “Bu kadar zaman sonra ve ben sana bu kadar sabırlı davrandıktan sonra bana tek bir yen bile geri ödeyemiyorsun öyle mi? Seni alçak adam! Ben şimdi senin hayatını sona erdireceğim!” diyerek kılıcını çekerek tehditkâr bir şekilde havaya kaldırdı.

Hayatını kaybede ceğinden korkan balıkçı yüksek sesle hayıkırdı, “Saygıdeğer Efendim! Ben kısa süre önce bir bilge kişiyi savaşa sanatları ile ilgili bir konuşma yaparken işittim. Bu konuşmada bilge kişi öfkeli iken hiçbir şey yapılmaması gerektiğini anlatıyordu. Siz de şu anda öfkelisiniz, lütfen şu an bir şey yapmayınız!”

“Hımmmm” diye Yashiko düşündü, “Bu çok akıllı bir adam galiba!” Ve kılıcını aşağıya indirdi.

“Senin bu bilgen çok akıllı imiş!” diye Yashiko fikrini belirtti. “Ben savaş sanatının bir öğrencisi olarak bu dersi çok kereler işitmiştim. Ey balıkçı seninle dürüst olmam gerekirse ben çabuk öfkeleniyorum ve hiç düşünmeden hareket ediyorum. Ben şimdi sana ne yapacağımı söyleyeyim. Ben sana borcunu ödemen için bir yıl daha veriyorum. Eğer bana borcunu bir yıl sonra da ödemezsen ben o zaman gelip senin canını alacağım!”

Michiko, “Çok teşekkür ederim Efendim!” diye tekrar yere eğilerek mırıldandı.

Yashiko kendisini sakinleştirerek yürüyerek oradan uzaklaştı. Sevdiği lokantada yemeğini yedi ve ondan sonra eve doğru yola çıktı. Hava oldukça karanlık olmuştu. Evde hiç ışık görmeyince içeriye sessizce girdi. Ne hizmetçileri, ne de eşi ile annesini rahatsız etmek istemiyordu. Eve girdiğinde girişteki bronz yağ lambasını yaktı. O sırada az ileride karısını yabancı bir adamla koridorun sonundaki oturma odasında fısıldaşırken gördü.

Yashiko “Bu ne rezalet!” diye bağırarak kılıcını çekti ve saldırıya geçerek karısını ve meçhul adamı öldürmeye kalktı. Tam o sırada balıkçının gündüz söylediği söyler kulağında çınladı. “Öfkeli iken sakın bir şey yapma, hiçbir harekette bulunma!”

Yashiko o anda duraksadı ve derin bir nefes almak için durdu. O sırada büyük bir şaşkınlık içinde lambanın ışığı altında karşısında karısını ve bir erkek kılığına girmiş olan kendi annesini gördü.

Page 277: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

277

“Bu nedir böyle? Siz delirdiniz mi? Ben az daha ikinizi de öldürecektim. Hemen bana bunun sebebini açıklayın!”

“Sevgili Eşim!” diye karısı Ayako yavaşça konuştu. “Sen bu evin hamisisin/koruyanısın! Sen hava kararıp da eve gelmeyince hem seni çok merak ettik ve hem de çok korktuk. Bunun üzerine davetsiz misafirleri uzak tutmak ve caydırmak için annenin erkek kıyafeti giymesini kararlaştırdık.”

“Aman Tanrım!” diyerek Yashiko ağlamaya başladı. Öfkeden gözü karararak dünyada en çok sevdiği iki kişiyi yanlışlıkla öldürecek olduğu düşüncesi ile ürpererek titriyordu.

Bir yıl sonra Yashiko tekrar balıkçının yanına gitti. Michiko samurayın kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce yine alçak gönüllülükle onun önünde yere eğildi ve şöyle dedi, “Saygıdeğer efendim, bu sene benim için çok iyi bir yıl oldu. İşte burada size olan borcumun tamamını faiziyle birlikte sunuyorum. Lütfen kabul edin!”

Yashiko balıkçıya, “Paran sende kalsın, sevgili adam!” diye seslendi, “Senin bana olan borcun uzun süre önce ödendi!”

Öfke konusunda büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Bir insanın öfkesi onun en büyük düşmanıdır. Bir insan sevindiği zaman cennettedir, sıkıntı ve dert içinde olduğu zaman da cehennemdedir. Eğer içiniz öfke ile dolup taşıyorsa öfke sizi ele geçirmiş demektir. O zaman sessiz kalmanız ve Tanrı’nın İsmini hatırlamanız gerekmektedir. İçinizdeki öfkeyi daha da çok artıracak şeyleri daha fazla düşünmemeye çalışmalısınız. Yoksa bu çok büyük zararlar oluşturulacaktır. Öfke tarafından ele geçirilmiş bir insan kendisini mutsuzluğun ve ıstırabın pençesinden kurtaramaz! Bugün İnsani Değerlerin düşüşte olmalarının en büyük sebepleri kibir ve öfkeden başka bir şey değildir.”

140- 2013/239

YAŞAM ADI VERİLEN BEDENSEL CİMNASTİK

Peter’ın yaşamında her şey ters gidiyordu. Doktora yapmak üzere üniversitede geçirdiği bu dördüncü senesiydi ama daha ortada henüz elle tutulur bir sonuç gözükmüyordu. Okula başladığında kendine olan güveni zaman geçtikçe azalmaya başlamıştı. Kendisinden daha kolay doktora konuları seçmiş olan arkadaşları tezlerini vererek ünvanlarını almışlar ve okuldan ayrılmışlardı. Kendisi hala daha çok uğraşmak zorunda idi!

Page 278: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

278

Peter yapısı itibarı ile çok çalışkandı ve çok çalışmanın gerekli olduğuna inananlardandı. Fakat şu son birkaç ayın getirdiği stres ve baskı onun kendi prensiplerini sorgulamasına yol açmıştı.

O sabah morali normal zamandan bile daha bozuktu. Üstüne bir de tartılmak için üzerine çıktığı tartıda gördüğü rakama inanamıştı. Gözüken o ki zihninde taşıdığı endişeler yüzünden 4 kilo almıştı. “Aman Allahım” diye şaşkınlıkla haykırdı. “Bir insan için hayat bundan daha kötü gidemez! Hemen spor yapmaya başlamalıyım. Hemen salona gidip cimnastik yapmaya geri dönmeliyim.”

Sonra laboratuara doğru yola çıktığında mahalledeki cimnastik salonuna uğradı ve üyeliğini yeniledi. Eski çalıştırıcısı ayrılmıştı ve kendisine yeni bir antrenör ile çalışacağı söylendi.

Böylece her gün laboratuarda çalıştıktan sonra iş çıkış spor salonuna gitmeye başladı. Deneylerinin başarısız sonuçlar vermesi kendisini her geçen gün daha fazla endişelendiriyordu. Artık iş, kariyer yapmaktan ve akademik ünvan almaktan çıkmış, bir yaşam sorunu haline gelmişti.

Bir insan ihtiraslarının ve tutkularının peşinden ne kadar süre koşmalıdır? Eğer yolunuzda engeller, sıkıntılar ve ıstırap varsa, bunlar yaşamın size yolununuzdan vaz geçmeniz ve başka bir yol seçmeniz için koyduğu sinyaller midir? Peşinden koştuğunuz şeyin uğruna göstermiş olduğunuz pozitif duygular olan sebat, azim ve sabır ne zaman aptalca bir inatçılığa dönüşmektedir?

Zihninde bu tür sorularla boğuşurken atletik fiziksel yapısı da üzücü bir şekilde bozulmuş deforme olmuştu. Ama ona kendisini kötü hissettiren asıl şey ise kendisini çalıştıracak olan yeni antrenörün heykel gibi bir vücuda sahip olmasıydı. Antrenör çok neşeli ve güleryüzlü bir adamdı, ama Peter onunla birlikte aynanın karşında yan yana durduğunda dehşete kapılıyordu.

Akademik yaşamında da fazla bir gelişme olmadığı için spor yapmaya daha çok zaman ayırır olmuştu.

Yine bir gün salonda ağırlık kaldırmış ve nefes nefese kalmıştı. Ağrıyan omuzlarını ovarak masaj yapmaya başlamıştı. O sırada antrenörü kendisinin yanına geldi ve şöyle sordu, “Çok ağrın var mı Peter? O acının arkasında büyük bir zevk olduğunu fark ettin mi?”

Evet, gerçekten de doğru idi. Bedende hissettiği acıların arka planında bedeninin forma girmeye başlamasının verdiği büyük bir haz bulunuyordu. Antrenörü devam etti, “Biz acının kendisinden sakınılması gereken bir şey olduğunu düşünüyoruz. Fakat derinlerde bir yerde o acının duyduğumuz hazzın ve neşenin de kaynağı olduğunun farkındayız. Yoksa sana acıdan başka bir şey vermeyecek olan bu halter salonuna gelmek için bu kadar çok para vermeni ve zaman harcamanı nasıl açıklayabilirsin?

Page 279: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

279

Antrenör bunları söyledikten sonra paralel barda yardıma ihtiyacı olan başka birisine yardım edebilmek için oradan ayrıldı.

Peter kendi kendine şöyle düşündü, “Biz acıları ve sıkıntıları memnuniyetle karşılıyoruz, çünkü onların bize hoş ve güzel bir gelecek vereceklerini biliyoruz. Eğer acı çekmenin kötü bir şey olduğunu düşünüyorsanız, bir kadının doğum yaparken çektiği acıları nasıl izah edeceksiniz? O kadın anneliğe giden yolda çocuk doğurma işlemi ve kaçınılmaz bir acı olduğunu çok iyi bilmektedir. O zaman acı nasıl kötü olabiliyor?”

Peter düşünceli vaziyette etrafına bakındı ve etrafında gördüğü her aletin aslında kendisine engeller oluşturan şekiller olduğunu kavradı.

Bazı ağırlıklar aşağıya doğru inmeye çalıştıkları için aşağıdan yukarıya doğru itilmeli ve kaldırılmalı, bazı ağırlıklar da tam tersine yukarıya doğru çıkmaya çalıştıkları için aşağıya doğru çekilmeli idi. Biz bedenin her iki işlemden de faydalandığını biliyoruz. Peki, o zaman yaşamda zihinsel acı ile veya yaşamda engellerle karşılaştığımız zaman neden surat asıp küsüyoruz? Peter’ın bu soruya bir cevabı yoktu. Tekrar yerde yatarak halter kaldırmak olan “bench pres” yapmaya ve kolları ile omuzlarını güçlendirmeye geri döndü.

Bir sebepten ötürü zihninde koşuşturan bu düşünceler kendisini daha iyi ve hafiflemiş hissettirdi. Bu yüzden de o gün normalden de daha fazla çalıştı. “Bench pres”te son bir raund yapmayı ve halter kaldırmayı planlıyordu. Her zaman yaptığı gibi onbeş kaldırıştan sonra antrenörüne yüksek sesle, “Tamam!” diye seslendi ve onun kendisine halteri yerine koymakta yardım etmesini bekledi. Fakat antrenör yardım etmedi.

“Bitirdiğine emin misin?” diye antrenörü sordu. “Eeeeeveeettt!” diye ağırlıkların altında ezilen Peter zorlukla konuştu. “Birkaç tane daha kaldırış yapamayacağına emin misin?” diye tekrar antrenörü sordu. Artık Peter’ın kolları titremeye, sallanmaya ve yüzü kıpkırmızı olmaya başlamıştı. Kızgınlıkla, “Bir tane bile daha yapamam” dedi.

“O zaman iki tane daha yapıver” diye antrenörü ısrar etti.

Peter, “Bu adam deli, herhalde beni öldürmeye çalışıyor!” diye düşündü. Fakat seçim şansı yoktu. Kollarında kalan son gücü kullanarak iki kaldırış daha yaptı. Bundan sonra da antrenörü kendisine yardım etti ve halterin barını yerine yerleştirdiler.

Peter oturdu ve ağrıyan pazularını ovmaya başladı. Antrenörü de arkadaşça kendisinin yanına oturdu ve kolunu onun omzuna koydu. “Bugün çok iyi iş yaptın Peter!” dedi.

Peter yüzünde acı bir sırıtma ile cevap verdi, “Yaa, ne demezsin!

“Her zaman şunu hatırla Peter! Daha fazla yapamayacağını hissettiğin anda biraz daha dene ve en azından bir veya iki tane daha yap! Sana garanti veriyorum senin için o son yaptığın iki tane kaldırış, daha önce yaptığın otuz taneden çok

Page 280: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

280

daha faydalıdır. Biraz daha dayanabilirsen kazanacağın şey çok daha fazla olacaktır.”

“Kasın gelişimini sağlayan şey o son üç dört kaldırıştır. Bu acı seviyesine dayanabilme gücü, bir şampiyonu diğerlerinden ayırır. Çok sayıda insanda olmayan şey budur. Ne olursa olsun bırakmayacaklarını söylerler, ama devam etmelerini sağlayacak azimleri yoktur.” - Arnold Schwarzenegger

Antrenörünün bu sözleri yavaş yavaş süzülerek içine akıyordu. Peter yaşamda çok kereler artık bu benim gücümün son damlası diyecek ve vaz geçecek duruma geldiğini düşündü. İçinden bir ses kendisine şu ana kadarki tüm uğraşılarının daha henüz bir ısınma dönemi olduğunu ve gayretlerinin meyvasını almak üzere olduğunu söylüyordu. Salonda biraz egzersiz yapıp çalıştıktan sonra dolabından eşyalarını aldı ve düşünceli bir şekilde yürüyüp gitti.

İdman yaptıktan sonra yaşamı öyle hemen değişmeyecekti, fakat artık engellerden, acıdan veya gecikmeden korkmuyordu. Çektiği acıları en yakın arkadaşlarıymış gibi kucaklamak istiyordu.

Çok zamanlar yaşamda zorluklarla karşılaştığımızda kendimize şu soruyu sorarız, “Ben bu sıkıntıları hak etmek için ne yaptım? Bu bana yapılan reva mı? Ben bunları hak etmedim?” Bu sorunun cevabı bugüne kadar hiç kimse tarafından bulunamamıştır. Bu yüzden de bize haksızlık yapıldığını düşünmeye başlarız. Aslında olan şey şudur; sıkıntılar, dertler, sorunlar ve önümüze çıkan engeller hiç de bizi cezalandırmak amacı ile gönderilmemişlerdir.

Yokuş yukarıya doğru çıkarsanız sıkıntıya girersiniz ve yorulursunuz, ama yolun sonunda şüphesiz daha yüksek bir seviyeye ulaşmış olacaksınız.

Biz yaşamı ve onun bize getirdiği meydan okumaları bu şekilde karşılarsak her türlü dert ve sıkıntı bir kutsamaya dönüşecektir.

“Zorluklarla karşılaştığınızda bir yere kaçıp saklanmayınız, o sıkıntıları cesaretle ve tam bir dürüstükle karşılayınız. Güçlükler kaçınılmazdır. Ve bu güçlükler bazen üst üste yaşamın her alanında üzerimize doğru yağarlar, kişisel alanda, finansal konularda, akademik meselelerde, profesyonel yaşantıda ve hatta manevi yaşamımızda. Siz bunların hepsi ile cesaretle yüzleşin!”

Büyük bir bilge 1997 yılında verdiği bir söylevde zorlukları kollarımızı açarak kabul etmemizi söyleyerek şöyle demiştir,

“Zevk ve acı birlikte giderler. Acı, Tanrı’nın insanları imtihan ettiği bir araçtır. İnsanlar bu imtihanları hoş karşılamalıdırlar, çünkü bu sıkıntılar ve zorluklar insanın manevi açıdan gelişim sağlamasına yardım ederler.”

Page 281: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

281

Öğrenciler testleri ve imtihanları neden içtenlikle kabul etmek durumundadırlar, çünkü o imtihanlar ve testler sayesinde bir sınıftan daha üst bir sınıfa yükselmektedirler. Bu çağda yaşayan öğrenciler ve salikler imtihanlardan hiç hoşlanmazlar. Onlar şunu gözden kaçırıyorlar ve unutuyorlar, imtihanların üstesinden gelmezlerse, gelemezlerse oldukları seviyede kalmaya devam ederler.

Bu yüzden imtihanlar ve zorluklar içtenlikle karşılanmalıdır. Ancak bu zorluklar aşıldıktan sonra sizlerin içinizdeki Öz meydana çıkacak ve tüm haşmeti ile gözükecektir.”

Bu yüzden yaşamın meydan okumaları ile savaşırken artık daha fazla ileriye gidemeyeceğimizi düşündüğünüz anda şunu hatırlayın, o noktadan sonraki her itiş, her kaldırış sizi daha da güçlendirecektir. Şunu da sakın unutmayın, “İlahi Varlığa” doğru atılacak her bir adımınız sizi O’na on bir adım yaklaştıracaktır, çünkü sizin atacağınız her bir adıma karşılık O da size doğru on adım atacaktır.

“Zevk/keyif yalnızca ıstırap yolu ile elde edebilir.”

141- 2013/240

HİÇBİR ZAMAN HEDEFİNİZİ GÖZÜNÜZDEN KAÇIRMAYINIZ

Dağ tırmanıcı Bobby yüksek karlı dağlara tırmanma denemeleri ile meşhur olmuştu. En az 30 kez deneme yapmış ve her seferinde başarısız olmuştu. Tırmanmaya hızlı bir yürüyüşle başlıyor, gözlerini dağlı karlı zirvesinden ayırmıyor ve bir yandan muhteşem manzarayı zevkle izlerken, diğer yanden da özgürlük hissinin doya doya keyfine varmaya çalışıyordu.

Fakat devam ettikçe gücü kuvveti azalmaya başlıyor, görüşü bulanıklaşıyor ve başı daha çok yere doğru düşüyordu.

Daha da yükseldikçe etrafını bulutlar kaplamaya başlıyor ve zirveyi o gün göremeyeceğini anlayınca da oturup dinlenmeye başlıyordu. Hatta gözünün ucu ile aşağıya iniş yoluna bakmaya başlıyordu. İnsanların aşağıya inişinde kendisi ile yine alay edeceklerini bile bile yine de tekrar geri dönüş yoluna çıkıyor ve köye geri dönüyordu.

Bir seferinde zirveye tırmanırken yanında kasabada gözlükçülük yapan eski arkadaşı Peeper vardı. O, kendisinin bu hatasını fark etmişti. Peeper, Bobby’i başarıya ulaşması için destekliyordu. Bir gün Bobby’ye özel bir güneş gözlüğü verdi ve şöyle dedi, “Eğer her taraf bulut olursa ve sis bastırırsa bu gözlükleri gözüne tak. Yorulmaya ve ayakların ağrımaya başladığında da bu gözlükleri takabilirsin. Bunlar sana yardım edecektir.”

Page 282: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

282

Bobby fazla düşünmeden hediyeyi kabul etti. Bir sonraki tırmanışında ayakları ağrımaya başladığında arkadaşı Peeper’ın sözleri aklına geldi ve onun verdiği gözlükleri gözüne taktı. Bacakları çok ağrıyordu, ama şimdi bu yeni gözlükler sayesinde karlarla kaplı zirveyi görmeye devam ediyordu. Bu yüzden yürümeye devam etti.

Daha önceki seferlerde şanssızlık eseri hep çok fazla sis oluyordu, ama bu sefer bulutların arasından zirveyi görebilecek kadar şanslı idi. Bu şekilde Bobby tırmanmaya devam etti. Ağrısını unutarak çabaladı, çabaladı ve sonunda zirveye ulaştı.

Ve sonuç gerçekten de her şeye değerdi. Hissettiği bu zafere ulaşmış olma hissi, hiçbir şeyle karşılaştırılamazdı. Bu his, en az tepeden aşağıya doğru bakarken görülen manzara kadar muhteşemdi. Bobby bulutların bu kadar yoğun olduklarının farkında değildi. Sonra gözlükleri eline alıp yakından inceleyince her şeyi anladı.

Peeper gözlüğün camının içine dağın karlı zirvesinin bir resmini yapmıştı. Öyle ki bu resim yalnızca yukarıya doğru bakıldığında görülebiliyordu. Peeper arkadaşının hedefi gözünden kaçırdığı zaman devam etme gücünü kaybettiğini anlamıştı.

Bobby bunun üzerine bundan önceki seferlerde zirveye ulaşamamasının sebebinin kendi kötümserliği olduğunu anlamıştı. Zirveyi gözden kaçırmak durumunda olduğu zamanlar kendisini yorgun hissetmiş ve vaz geçmeyi seçmişti. İçinden arkadaşı Peeper’a teşekkür etti. Bu küçük oyunuyla ona hedefe ulaşmanın imkânsız olmadığını görmesine yardım etmişti. Hedef bir yere gitmemişti, oradaydı ve her zaman orada olmuştu.

Eğer kendimize ana hedef olarak aldığımız şeyi gözden kaybedersek en ufak bir zorluk çıktığında hemen çabalamayı bırakıyor ve vaz geçiveriyoruz.

Büyük bir bilge 1970 yılında şöyle demiştir.

“Sürekli olarak ilerlemeye devam edin. Bugün iki adım atarak yarın aynı adımları tekrar etmeyin. Karıncalar birbiri ardınca bir sırada yürürler ve yollarına hangi engel çıkarsa çıksın onları aşarak vazgeçmeden yollarına devam ederler.”

“Herkes yaptığı işte veya mesleğinde başarıya ulaşmak için bu tek bir

noktaya yoğunlaşma yapmak zorundadır.”

“En önemsiz işleri dahi yapabilmek için konsantrasyon gereklidir. Ve en zor

problem dahi amacından sapmadan sürekli olarak gayret etmeye devam etmenin

önünde diz çökecek ve teslim olacaktır.”

Ford Şirketinin kurucusu Henry Ford bir seferinde şöyle demiştir,

“Engeller siz amacınızı ve hedefinizi gözünüzden kaçırdığınızda gördüğünüz korkunç şeylerdir.”

Page 283: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

283

142- Cover Story Archive 24 – 15.08.2004

OLİMPİYAT ATEŞİNİ YENİDEN YAKMAK

“Rekindling the olympic spirit “

13 Ağustos 2004 tarihinde dünya üzerindeki en büyük Sportif Organizasyon olan

Olimpiyat Oyunları başlayacaktır. Modern Olimpiyatların başlangıç tarihi olan 1896

yılından beri ilk kez Olimpiyatlar yuvasına yani Yunanistan’a geri dönmektedir.

Bir aya yakın bir süre çok çeşitli ülkelerden gelmekte olan sporcular ve atletler

birbirleri ile centilmence ve sportif “fair play” anlayışı içinde mücadele edeceklerdir.

Birbirleri ile yardımlaşma, birlik ve adil yarışma ruhu içinde yarışacaklar. Dünyanın savaş

ve terörizmin pençesinde acı çektiği bu son yıllarda Olimpiyat Oyunlarının yol gösterici bir

umut ışığı olduğunu kavramamız gerekmektedir. İnsanlığın içinde en azından birazcık

akıl ve vicdanın kaldığının göstergesi bu tür oyunlardır.

Olimpiyatlar hepimize tekrardan biraz umut verecektir, kabul!

Dünyadaki tüm ülkelerden insanları biraraya getirecektir, kabul! İnsan

olarak var olmayı cesaretlendirecektir, kabul! Fakat tüm dünya üzerindeki

insanların bu oyunlardan gerçekten faydalanabilmeleri için bu oyunların

başlangıcına ve hangi amaçla başladıklarına geri dönmeleri ve hatırlamaları

gerekmektedir. Modern Olimpiyatlar 1896 yılında başlamış olmakla birlikte gerçek

Olimpiyatların başladığı tarih Milattan Önce 776 yıllarına uzanmaktadır. Şimdi size

Olimpiyatların taşıdığı manevi açıdan büyük o önemi anlatmaya çalışacağız.

‘Olimpiyat’ kelimesi Yunanistan’daki Olimpia şehrinden kaynaklanmaktadır. Tarih

bize Olimpiyatların M.Ö 776 yılında başladığını söylemektedir, ama efsaneler bize

oyunların çok daha önceleri başladığını söylemektedir. Yunanlıların inandıkları Tanrılar

vardı ve bu oyunları o Tanrıların başlattıklarına inanıyorlardı. Sonradan da Hercules gibi

bazı kahramanların da oyunların ruhunu sürdürdüklerini ileri sürüyorlardı.

Ancak kadim Mycenaean Kültürünün/Mikonos Uygarlığının

çöküşünden sonra korkunç bir yıkım yaşandı. Savaşlar, iç savaşlar,

felaketler, kuraklıklar, veba gibi hastalıklar ve doğal afetler üsüste gelerek

tüm uygarlığı yok etti. İşte o yıllarda Olimpiyat Oyunları sekteye uğradı ve

yapılamadı. İnsanların uğradıkları ıstıraplardan etkilenen Peloponnesus kralı Ifitos, Apollo

Tanrısının bulunduğu tapınağa giderek dua etti ve ne yapmaları gerektiği konusunda

yardım diledi. Tapınaktaki medyum Pythia, Apollo’nun şu sözlerini aktardı. “Derhal

Olimpiyat Oyunlarını başlatın!”

Peloponnesus’un yöneticileri afallamışlardı. Onlar kıtlıkla, afetlerle başa çıkmak için

öneri ve yardım bekliyorlardı, ama Tanrı çoktan beri unutulmuş olan Olimpiyat

Oyunlarının başlatılmasını nasihat ediyordu. Herkes verilen mesajda bir yanlışlık

olduğunu düşündü. Bu yüzden tekrardan medyum Pythia’ya gidildi ve soru tekrar soruldu.

Cevap aynı idi, “Derhal Olimpiyat Oyunlarını başlatın!” Kral böyle bir emirin nedenini

anlayamıyordu, fakat Tanrı’ya bağlılığı ve inancı o kadar güçlü idi ki, Olimpiyat

Page 284: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

284

Oyunlarının başlatılması talimatını verdi. Onun bu inancı sonunda haklı çıktı ve

Yunanistan gerileme devrinden ve yok olma sürecinden kurtuldu.

Peki, Olimpiyat Oyunları koca bir ulusu yok olmaktan nasıl kurtarmıştı? Bunun nasıl

olduğunu anlatmadan önce tüm felaketlerin, kıtlıkların, sefalet ve ıstırabın önce insanların

zihninde başladıklarını ve sonra fizksel olarak somut hale geldiklerini not etmemiz

gerekmektedir.

İnsanın zihnini huzur dolu bir yer haline getirin, bütün dünya huzur ve barış içinde

olacaktır. Eski Yunanistan’da Olimpiyat Oyunlarının gerçekleştirdiği şey işte bu idi.

Oyunlar insanların dikkatlerini manevi değerlere ve karakter oluşumuna çevirerek

davranışlarında bir dönüşüm meydana getirdiler. Oyunların kazancı kin ve düşmanlıkların

sona ermesi oldu. Olimpiyatlar yıkımı pozitif enerjiye çeviren mücadele ortaya koydu ve

bu sayede ne kan döküldü, ne insanların mahvolması gibi felaketler

yaşandı. Dıştaki düşmanla yapılan bir savaş yerini içteki düşmanlarla

yapılan savaşa bırakmıştı.

Olimpiyat Oyunlarının temeli maneviyata dayanır. Oyunlar yalnızca

atletik hareketlerin yapıldığı yerler değildir. Aynı zamanda Tanrı’yı yücelten bir ritüeldir.

Oyunların buluşma yeri olan Olimpia, Kadim Yunanistan’da çok kutsal bir ibadet ve

toplanma yeri idi. Oyunlar yalnızca bir eğlence olarak görülmez, Tanrı’nın insanların

yapmasını arzu ettiği görevler olarak addedilirdi. Her atletin zihninde Tanrı olurdu ve

herkes sonuçta aynı Tanrı’ya inanmakta idi.

Kadim Yunanlılar ister oyunlarda ve ister savaşta olsun zaferin

İlahi İrade tarafından bahşedildiğine inanırlardı. Olimpia’da Tanrıça

Hera’nın ve Tanrı Zeus’un tapınakları vardı. Zeus insanların kaderlerine

karar verirdi. Bu inanç, zafere ulaştıklarında kendilerini beğenerek

kibirlenmelerini ve yenilgiye uğrayanların da acı çekmelerini önlüyordu,

çünkü sonuçta nasıl olması gerektiğine karar veren Tanrı idi.

Her ne zaman Olimpiyat Oyunları düzenlense Yunanlılar ateşkes ilan ederek iki ay

boyunca savaşmayı durduruyorlardı. Yapılan ateşkes Yunan Mitolojisine göre her şeyin

nasıl olması gerektiğine karar veren Yüce Zeus’u onurlandırmak için yapılıyordu.

Düşmanlıkların ve savaşın ertelenmesi şu şekilde yapılıyordu. Olimpia’dan başlayan bir

tören alayı Yunan şehirlerini birer birer dolaşarak Olimpiyatların başladığını ilan ediyordu.

O sırada her nerede savaş varsa herkes savaşmayı durduruyor ve barış antlaşması

imzalıyorlardı. Bu şekilde herkes düşman topraklardan geçmekte, Olimpia şehrine

gitmekte ve Olimpiyat Şölenlerine katılmakta özgür oluyordu. Bu sayede birbirleri ile

savaşan insanlar kısa bir süre sonra Olimpia şehrindeki tapınakta aynı Tanrı’ya

ibadetlerini sunuyorlar, birlik içinde dua ediyorlar ve ortak bir hedef için yarışıyorlardı.

Oyunlar hakkındaki ilginç bir gerçek de Temmuz ayında dolunayın olduğu günlerde

yapılmaları idi. Dolunay zamanında gezegenimizin almakta olduğu enerjinin daha çok

olduğuna inanılıyordu, çünkü o sırada Güneş, dünya ve ay bir sırada dizilmiş oluyorlardı.

Page 285: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

285

Temmuz ve Ağustos aylarında ay dünyaya en yakın olduğu konuma gelmektedir. Bu

yüzden bu sıralarda yapılmakta olan her faaliyet misli ile çarpılarak kuvvetlenmektedir.

Olimpiyat Oyunları sırasında her sabah ve her akşam dualar ve Tanrı’ya adaklar

yapılmakta idi. Oyunların ilk açılış gününde Zeus heykelinin ve mimberin(altar)önünde

büyük bir ibadet ritüeli düzenleniyor ve büyük kutsal bir ateş yakılıyordu. Heykel 13 metre

yüksekliğinde idi ve fildişi ve altın yontularak inşa edilmişti. Eski zamanlarda dünyanın

yedi harikasından biri sayılıyordu.

Plato/Eflatun’un öğretisine göre eğitim iki elementten oluşuyordu. Ruh için müzik

ve beden için Cimnastik. Müzik hem ritm ve melodi anlamına geliyor ve hem de manevi

ve ahlaki eğitimde bir araç olarak kullanılıyordu.

Sokrates şöyle söylemişti, “Her kim ki Cimnastiği ve müziği birleştirerek

insan ruhu üzerinde doğru oranlarda uygularsa, o kişi uyum ve ahenk

sanatının gerçek bir üstadıdır. Böyle kişiler ülkenin yöneticisi olmalıdırlar.”

Olimpiyatlar hem karakter ve hem de sportif yetenekler üzerindeki etkisi ile

katılanların üzerinde bir uyum ve birlik duygusu uyandırmaktadır. Yaşantılarına büyük bir

denge getirmektedir.

Olimpiyatların en önemli yönü erdeme verdiği önemdir. Bu o kadar önemli şeydir ki

atletler ilk açılış günü Zeus Altarının önünde şu yemini ederler.

“Ben Atletik kurallara ve yasalara uygun olarak yarışacağım.

Diğer atletlerle hiçbir düşmanlık gözetmeden tam bir dürüstlük içinde yarışacağım.

Hedefim kazanmak değil, dürüst bir şekilde, fair play ruhu içinde yarışmaktır.

Hakikat benim içinde parlasın!

Bu yarış herhangi bir maddi kazanç için değildir, onur ve zeytin yaprağı tacı

kazanmak içindir!”

Bu şekilde Olimpiyatlara katılan bir kişi kendi evine geri döndüğü zaman şehirdeki

insanlar şehin duvarlarının bir kısmını yıkarlar ve şöyle derlermiş,

“İçinde böyle onurlu insanlar bulunan bir şehrin korunmak için

duvarlara ihtiyacı yoktur.”

İşte bu şekilde erdemin, cesaretin ve ruhsal enerjinin önemini, silahlara ve maddi

zenginliklere karşı ortaya koyarlarmış.

Page 286: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

286

Büyük bir bilge şöyle demiştir,

“Bir ülke atom bombalarının varlığı ile değil, Hakikate ve Doğru

Davranışa olan bağlılığın gelişmesi ile korunur.”

Olimpiyatlarda bu düşüncenin üstünlüğünden ötürü kazanan kişi kazandığı zeytin

yaprağı tacını tapınaktaki Zeus heykelinin önüne koyardı. Bu şekilde de “Ben

başardım!” şeklindeki ego ve bencillik anlayışının önüne geçilmiş oluyordu.

Apollo’nun verdiği talimat sonucu Olimpik Oyunlar başlatıldıktan sonra yarışmayı

kazanan sporculara ne gibi bir ödül verileceği sorusu ortaya atıldı. Kral Ifitos tekrardan

kâhine danışmaya karar verdi. Kâhin ödülün ‘Kotinos’, yani zeytin ağacının

yapraklarından yapılmış bir taç olması gerektiğini söyledi. Yunanlı bir atlet için bu en

büyük onuru temsil ediyordu. Tüm insanların Tanrısı olan Zeus’un tapınağında altarın

önünde başında ‘Kotinos’ taşımak, olabilecek en büyük onur kaynağı idi. Size Kotinos’un

ne kadar önemli olduğu ile ilgili iki hikâye anlatalım.

1.Hikâye:

Rhodes(Rodos) adasından gelen Diagoras Olimpiyat Oyunlarında boks

dalında birçok kez şampiyon olmuş olan bir atlet idi. Kendisi yaşlandığında iki

oğlu babalarının mirasını devam ettirdiler. O yıl katıldıkları Oyunlarda her iki

oğlan da şampiyon oldular ve Kotinos’larını başlarına taktılar. Babalarına

şükranlaını göstermek için iki oğul beraberce babalarını omuzlarına aldılar ve

stadyumda sahanın etrafında tur atmaya başladılar. Seyirciler çılgınca alkışlıyorlardı.

Tribünde onları alkışlayanların arasında Diagoras’ın bir arkadaşı vardı. Arkadaşı

Diagoras’a baktı ve ona doğru seslendi, “Şimdi artık ölmelisin Diagoras! Senin için

bundan daha onurlu bir an olamaz!”

Dakikalar sonra yanaklarından sevinç gözyaşları akmakta olan Diagoras başını öne

eğdi ve bu dünyadan göçtü.

2.Hikâye:

Milattan önce 480 yılında Pers ordusu Yunanistan’a saldırmak için harekete geçti.

Ancak tam o sırada Olimpiyat Oyunları düzenlenmek üzere idi ve çeşitli şehirlerden

insanlar bu kutsal faaliyette yer almak veya seyretmek için Olimpia’ya doğru sıralar

halinde yola çıkmışlardı.

Pers ordusunun askerleri Yunan topraklarına yaklaştıkları zaman kendilerini hiçbir

ordunun karşılamadığını görünce şaşkına döndüler. Oyunlara katılmak üzere giden

birkaç kişiyi durdurarak Kralları Xerexes’e götürdüler. Kral Xerexes sordu:

Page 287: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

287

Nereye gidiyorsunuz?

Olimpia’ya!

Benimki gibi haşmetli bir ordunun gelişini karşılamayacak kadar önemli ne

olabilir?

Bir müddet sonra Olimpiyat Oyunları başlayacak!

Bu Olimpiyat Oyunları da nedir?

Zeus’un onuruna düzenlenen kutsal oyunlardır.

Peki, kazananlar ne elde ediyorlar? Altın mı, mücevherler mi?

Ne altın, ne de mücevher alıyorlar. Kotinos, yani zeytin ağacı yapraklarından hazırlanmış

olan bir taç alıyorlar. Bu, erdemin ve faziletli olmanın bir sembolüdür.

Xerexes şaşkınlıktan afallamış ve hayranlıktan nefesi kesilmişti. Perslerin

konakladıkları yerde uzun bir sessizlik oldu. Pers Generallerinden biri şöyle bağırdı:

“Savaşmaya geldiğimiz şu insanlara bir bakın! Bunlar altın için

savaşmıyorlar, erdem için savaşıyorlar!”

Bunun üzerine Pers Ordusu savaşmaktan vazgeçti ve gerisin geriye döndü!

Kotinos kelimesi antik Yunan kelimesi ‘Kotos’tan türetilmiştir. Bu da öfke ve

kıskançlık manasına gelir. ‘Kotos’ kelimesi Olimpiyat Oyunlarının sporcuların içindeki

çekişmeyi ve saldırma eğilimini, dürüst ve ahlaklı bir şekilde rekabet etmeye

dönüştürdüğü için zaman içinde ‘Kotinos’ kelimesine dönüşmüştür. Bu oyunlar insanların

ihtiraslarına gem vurarak onları fethetmeyi ve kendi seviyelerinin üzerine çıkmayı

sağlıyorlardı.

“Kendi kendini fethetmek elde edilebilecek en büyük zaferdir. Ancak kendi

kendine yenilmek de olabilecek küçük düşürücü bir utançdır.”

–Plato

“Kendi arzularının üzerine çıkarak ihtiraslarının efendisi olmak, düşmanları

yenmekten çok daha önemli ve kutsaldır.”

– Alexander, the Great. (Büyük İskender)

Page 288: İNSANA İLHAM VEREN HİKAYELER 3.BÖLÜMenguzelyolculuk.com/wp-content/uploads/2016/02/Insana...Siz de şimdi toplumun içinde teşekkür etmek ve onurlandırmak istediğiniz bir

288

Eski Olimpiyatların önemli bir anlam taşıyan ritüeli yakılan kutsal ateş

idi. Kutsal ateş, Müzik ve Işık’ın Tanrısı Apollo ile ilgili idi. Güneşin ışıkları

her yere girdikleri ve karanlığı yok ettikleri gibi, Apollo için yakılan ateşin saçtığı ışıklar da

sembolik olarak insanın zihninin içerilerine nüfuz ederek oradaki cehalet karanlığını yok

ediyordu. Bu şekilde antik Yunan’da çok sayıda pozitif anlamlı semboller kullanılmıştır.

Artık şimdi çağımıza dönebiliriz.

Bugün Olimpiyatlar kendi orijinlerine, yani çıktıkları yere geri döndükleri için

prensipler açısından da eski durumlarına geri dönmelidirler. Modern Olimpiyatların

başlamasından bu yana 100 yıldan fazla zaman geçti. Oyunların düzenleniş şeklinde çok

büyük gelişmeler oldu. Çok güzel spor tesisleri yapılmakta, sporcular için çok güzel

konaklama imkânları hazırlanmakta, kazananlar için büyük para ödülleri verilmekte ve

nefes kesen açılış ve kapanış törenleri düzenlenmektedir. Atletler de bu sayede

geçmişteki rekorları birer birer kırmakta ve yenilemektedir. Fakat insan şunu merak

etmekten geri kalmıyor; acaba bu sayede Olimpiyat ruhu giderek daha da azalmakta

mıdır? Olimpiyat Açılış töreninde edilen yeminlere katılanların hepsi içten inanmaya

devam etmekte midirler? Olimpiyat Oyunlarına katılan kişiler döndükten sonra daha iyi

birer insan olmakta mıdır? Bu kişiler ülkelerine ve evlerine geri döndükten sonra bu

Olimpiyat Ruhunu arkadaşları ve çevreleri ile yaşamın diğer alanlarında da paylaşmakta

mıdırlar? Dünya sonuçta 100 yıldan beridir devam ede gelen bu oyunlardan bir nebze

olsun yararlanmış mıdır?

Bizim bu yazıdaki amacımız bir yargıda ve eleştiride bulunmak değildir. Bizim ilgi

alanımız o Büyük Olimpiyat Ruhunun tekrar hatırlanması, canlandırılması ve o ruhun

ateşinin tekrar yakılmasıdır. O ruhun arada sırada hatırlatılarak tazelenmesi ve eski

kadim temeline tekrar dayandırılması gerekmektedir, öyle değil mi? Bu tazeleme bizi

hakiki yolumuzu hatırlamamıza ve yoldan çıkmamızı önlemeye yarayacaktır.

Kimbilir belki Olimpiyat katılımcılarından birisi bu yazıyı okur ve kendisi ile

arasında bir bağ kurar?

Biz bu yazıyı Olimpiyat yemini anımsatarak bitiriyoruz. Bu yemini 1896 yılında

Yunanlı şair Kostis Palams yazmıştır.

Ey Antik ve Ölümsüz Ruh!

Sen ki Hakikatin, İyiliğin ve Güzelliğin Babasısın

Buraya gel ve İlahi Parlaklığını bizlere göster ki

O ateş hem ülkemizi ve hem de dünyayı yüceltsin ve kutsasın!