odtÜgeliştirmevakfıÖzellisesi - odtugvo.k12.tr · mayis 2013.iŞiyan sayfalar ata’m, sevgili...

26
ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Zümresi Yayını Yıl: 2013 -Sayı: 11 YAŞAMAYA DAiR Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.

Upload: vankien

Post on 08-Sep-2018

237 views

Category:

Documents


2 download

TRANSCRIPT

Page 1: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

ODTÜ Geliştirme Vakfı Özel Lisesi

Türk Dili ve Edebiyatı Zümresi YayınıYıl: 2013 -Sayı: 11

YAŞAMAYA DAiR

Yaşamak şakaya gelmez,büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.Yaşamayı ciddiye alacaksın,yani o derecede, öylesine ki,mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,yahut kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvardainsanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,hem de en güzel en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından.

Page 2: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

IŞIYAN SAYFALAR

ODTÜ GELİŞTİRME VAKFIEĞİTİM HİZMETLERİ A.Ş.

Adına SahibiDeniz Keskin

Kurucu Temsilcisi

Ankara OkullarıGenel MüdürüDr.Nevzat Adil

Okul MüdürüSema Aydın Keykan

Seçici KurulBasın Kulübü

İnceleme KuruluHayriye Topçuoğlu

DizgiEcem Şimşek

Sevinç Kübra ÇakmakYaren Aksuİpek Gülek

Berkay Çağlı

Grafik, Tasarım Basın Kulübü

Hayriye Topçuoğlu

BaskıElma Teknik Basım Matbaacılık

Tel: 312.229 92 65Fax: 312 231 67 06

[email protected]

Bu dergi 2140 sayılıTebliğler Dergisi’nde belirlenen

esaslara göre hazırlanmıştır.

İÇİNDEKİLER

Ece Göktayoğlu, “Atatürk’e Mektup”.................................1

Sinem Erkan, Hazal Cihaner, Cenk Er, Alânur Altıntaş, Can Şahin, Beyza Demirçalı, Görkem Tüzel, Ayça Kürkçü, Merve Erşahin, Baran Şimşek, Ilgaz Yakar, Ece Batur, “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim...”...................................2-3

Can Çakmur, İpek Lim, Oray Altınoğlu, Elif Aydoğan, Toprak Yal-çın, Erdem Evranos, “Türkçem Benim Ses Bayrağım”.................................... 4-5

Leyla Nur Duman, “Tıp ve Felsefe” ................................6-7

Emine Aybala Deniz, “En İyi Arkadaşım” ...........................8-9

İlayda Oymak, Zeynep İnanç, Mert Filiz, Gökhan D., Cemre Başkır, İdil Güzelküçük, İrem Akın, Taha Kavlakoğlu, Beliz Samlı, Oğuz Kaan Temel, Zeynep Kaysı, Batuhan Altun, Naz Karasu, Dağhan Edip Carlos, Zeynep Su Altınöz, Berkay Bucak, Emre Ergül, İlke Yılmaz, Naz Pelin İskit “Tanımanın ‘Harf’çesi”.............................................10-11

Arda Turhan, “Kafka’nın Gerçekliği”..................................12

Cem Anıl, “Beste”.......................................................13

Berk Uslu, “Carl Jung’ın 4’lü Yapısı ve Sinemada Karakter Gelişimi .............................................................14-17

Defne Akşit, Görkem Tüzel, Merve Erşahin, Uğuray Varlı, Eylül Tombakoğlu,“Karagöz-Hacivat” ....................................................18

Esra Balcı, “Martin Eden”.........................................19-21

Ceren Alganatay, “Yazar Diplomat Ergun Sav’la Röportaj”.....22-23

Hazırlık B Sınıfı, “Soğuk Bir Koku“ (Ortak Şiir).....................24

9-G Sınıfı, “Gün Doğmayacak” (Ortak Şiir) .........................24

Desenler: Ece Batur .................................................................3T.Atilla Maier.............................................................13

Page 3: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR

Ata’m, Sevgili Ata’m,

Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında anılar okur, o anılar içerisinde kendime bir rol verirdim. Hatta bir anında küçük bir kızın başını okşuyor, ona “Aferin!” diyordun. Kaç kez o kız olduğumu gördüm rüyamda, tahmin bile edemezsin. Kaç kez başımı okşadın, bana “Aferin!” dedin. Senden o “Aferin!” sözcüğünü duymak, duyabilmek dünyalara bedeldi o zamanlar, çünkü sen bize kahraman olarak tanıtılan, şu an okulda olmamızı sağlayan eşsiz bir adamdın. Mükemmellikle eş değerdin, hepimiz seni örnek alıyorduk. Sonra büyüdük, neyin doğru neyin yanlış olduğuna kendimiz karar vermeye başladık. Ancak değişmeyen bir doğru vardı o da sendin. Derslerimizi senin söylediklerinle, senin yaptıklarınla geçirdik. Konuşmalarımızda, davranışlarımızda sen ve ilkelerin vardı. Yani, hayatı seninle yaşadık... Seni hiç görmeden, sesini hiç duymadan sevdik. Seni, seninle hiç yaşamamış olmamıza rağmen her şeyden çok sevdik ve seni tanımadan her gün daha çok özledik.

Galiba ilkokul birinci sınıftaydım, günlerden de 10 Kasım, hatta saat dokuzu beş geçiyor. Bir siren sesi tüm salonu kapladı, kimse sesini çıkarmıyor. O sırada kimisinin gözleri dolmuştu, nedenini anlamamıştım. Onların aksine ben mutluydum; çünkü konumuz sendin. Senden bahsetmek beni mutlu ederken niçin bazıları üzgündü? Şimdi anlıyorum nedenini, büyüdükçe anlıyorum... Anlıyorum ki insanların neden “Saat dokuz olsun ama beş geçmesin!” dediklerini. Türkiye senin istediğin Türkiye değil artık veya insanlar senin olmasını istediğin gibi davranmıyorlar. Seni özlüyorum. Sen öyle müthiş adamsın ki kim tek başına koca bir devleti yıkıp yerine yönetim şekli cumhuriyet olan bir devlet kurma fikrini ortaya atar? Sen yaptın, sen bunu başardın. Bizim yapmamız gereken şey ise bunu koruyabilmek sadece, sadece koruyabilmek.

1881 yılında Selanik’te pembe panjurlu bir evde doğdun ve ölmedin, hiç ölmedin. Şu an 131 yaşındasın ve bizimlesin, düşüncelerinle hep yanımızdasın. Çoktan göklere yükselmiş olsan da senin yerin kalbimizde, sen o büyük sevginle kalbimizde, o büyük düşüncelerinle beynimizdesin. Sana herkes adına ve her şey için büyük bir teşekkür borçluyum. Senin yolundan ilerleyeceğim konusunda hem kendime, hem de sana en derinden bir söz veriyorum. Şimdi, tüm bunları yazarken, duygulanmamak elde değil. Hüngür hüngür ağlamaktan bahsetmiyorum, sadece gözlerin dolar, böyle konuşurken zorlanırsın, için yanar; işte ondan bahsediyorum. Hani 74 yıl önce bir 10 Kasım sabahı bizi bırakıp gittin ya işte o zamandan beri, yani 10 Kasım 1938 günü saat tam 09.06’da o özlem en derinlerde başladı, en içler yanmaya başladı. Günümüzde bu özlem artarak devam etmekte. Seni özledik, bir zaman makinesi yapıp seni görmeye gelmek istiyorum, galiba şu an en çok onu istiyorum. Hep o anılarında olmak isteyen küçük kızın büyümüş aklının sana seslenişidir bu, tüm küçük kızların düşünceleri. En içten sevgilerle Ata’m…

ECE GÖKTAYOĞLU

*9.sınıf öğrencimiz Ece Göktayoğlu’nun metni, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda Milliyet gazetesinde yayınlanmıştır. 1

Page 4: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varAnı yaşamalısın bu hayattaÇünkü bilirim ben,Keşkeler fayda etmez zamana

SİNEM ERKANYaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varNe olursa olsun bakmayacaksın geriyeUfkun açık, gözlerin ışık dolu olacak bu yoldaGözlerinin ışığı aydınlatacak karanlık yolları

HAZAL CİHANER

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varMutlu olmak için çalışmalısın başarılı olmak için değil

CENK ERYaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varSadece kendine güveneceksin.

ALÂNUR ALTINTAŞYaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varPlan yapmayacaksın!Çünkü hayat, aklındakilerden farklıVe hiçbir zaman bir nehir gibi akmıyorAksine, her an zikzaklar çiziyorVe yine seni düşündüğünü yapmamaya zorluyor.

CAN ŞAHİN

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varHer nefesini, nefesini kesmek isteyenlerin inadına alSevdiklerinle yaşayabileceklerini ertelemeGülmende katkısı ve ağlamanda yanında olanları kaybetmeMutluluk geçiciyse kullan da hayatın boyunca senle olsun.

BEYZA DEMİRÇALI

“İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüneDenize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğaYaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktırKopmaz kökler salmaktır oraya”

2

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim...

Page 5: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varYaşadın mı umursamadan yaşayacaksın, gelişigüzelNe yarını planlayacaksın ne de düne yanacaksınÇünkü dün geçti, yarın ise belki de ölüm kapıya geldi.

GÖRKEM TÜZEL

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varYalanmış deyip hayata teslim edeceksin kendiniYa da dünyaya bir kez geliyorum deyipHayatı yaşayacaksın.

AYÇA KÜRKÇÜ

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varHer fırtına çıktığında biraz daha büyüyeceksin.Ve büyüdüğünü anladığın zaman belki de senKendinden vazgeçeceksin.

MERVE ERŞAHİN

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varHiçbir şeyi yaşamadan öğrenemeyeceğim.

BARAN ŞİMŞEK

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varDeğerini bileceksin hayatınÖnüne çıkan her engele karşıYılmadan, pes etmeden...

ILGAZ YAKAR

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varOlumlu bakan mutlu yaşarBenim bir meyve sepetim var,İçinde çürük ve taze elmalarAsıl önemlisi, hangisidir fazla olan

ECE BATUR

“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına

Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandırVe hayat, sunulmuş bir armağandır insana”

Ataol Behramoğlu

3

Desen: ECE BATUR

Page 6: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

D

Dil ki toplum sesi, ifadesi, iradesi, bilinci ve hisleri... Toplumu bir arada tutabilen tek kuvvet... Fakat nedir dili diğer bütün kitlesel değerlerden ayıran? Nedir dili bütün toplardan ve tüfeklerden daha güçlü kılan? Ve neden bir toplum ancak dili var oldukça var olabilir? Dil hiçbir zaman sadece bir ifade aracı olmamıştır; ondan çok daha fazlasıdır. Dil, ona yüklenen fikri, yani bir toplumun umudunu, iradesini, hislerini ve varlığını koruyan; kurşundan, nefretten, kinden, intikam duygusundan etkilenip bozulmayan bir kalkandır. Bir dili konuşan tek bir kişi kalmış olsa bile dil ona tekrar özgürlük isteği aşılayan bir yoldaştır. İnsanlar ne zaman dillerinin temsil ettiklerinden uzaklaşırlar ise, o zaman dillerinin verdiği sarsılmaz koruma dağılır. Zaten o zaman o toplumun var olması için hiçbir sebep kalmamıştır. CAN ÇAKMUR Dil bir toplumun kendini ifade etme biçimini, kültürünü, ortak değerlerini içeren bir sistemdir. Ortak bir dili konuşan insanların birbirlerini anlaması beklenir. Bu anlaşma hem günlük konuşmalarda, hem edebiyatta, hem de bilimsel metinlerde eksiksiz sağlanabilmelidir. Karşılıklı anlaşmanın hayatı kolaylaştırdığı yadsınamaz bir gerçektir. Ne yazık ki bu anlaşma kimi zaman sekteye uğruyor. Okuduğunu anlayamayan ve kendini doğru şekilde ifade edemeyen birçok insan var. Dil bilincimiz yeterince gelişmiş değil. Kimileri konuşmalarında yabancı sözcükler kullanıyor ve bu durumu bir eğitimlilik göstergesi sayıyor. Eğitimli ve kültürlü bir insan doğru sözcükleri ana dilinden seçebilir. Dilimizin bir eksiği yok. Bize düşen onu doğru ve yalın kullanmayı öğrenmek. Bunun yolu da okumaktan, okuduğumuzu anlamaya çalışmaktan, sözlük kullanmaktan, okulda dil ile ilgili aldığımız dersleri dikkatli takip etmekten geçiyor. İnsan kendini ana dili konusunda geliştirdiğinde daha kolay anlaşarak hayatını da kolaylaştıracaktır.

İPEK LİM

Dilimize sahip çıkıyor muyuz? Dil bilinci nasıl gelişir? Veya bir dil neden bir toplum için çok önemlidir? Etrafıma baktığımda birçok yabancı dilde yazılmış tabela ve yabancı kelimeler kullanarak konuşan birçok insan görüyorum. Bu durum gerçekten çok kötü.Bir halk için dil onun en büyük hazinesidir ve atalarından kalan en büyük mirastır. Dilimiz de bizim sahip çıkmamız gereken en önemli değerlerimizden biridir. Bir insanda dil bilincinin gelişmiş olması o insan için çok büyük bir değerdir. Dil bilincinin gelişmesi çok küçük yaşta oluşmaya başlar. Bu yüzden ebeveyinlerimize ve öğretmenlerimize bu konuda çok büyük sorumluluklar düşer. Dil bilinci gelişmiş olan bir ülke çağdaş bir ülkedir ve gelişmeye çok açıktır bu yüzden dil bilincinin bir ülkede olması çok önemlidir. ORAY ALTINOĞLU

Dil toplumun kendisidir, dolayısıyla o topluma özgüdür. Toplumun birlik ve beraberliğini sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Dili olmayan ya da diline sahip çıkmayan toplum, temeli olmayan bir binaya benzer. İşte, bu noktada dil bilinci gelişmiş bir toplum, bir fanus gibidir,dışarıya dirençli ve toplumu bir arada tutan…Dil olmazsa fanusun koruyacağı bir toplum olmaz.Dil olmazsa o ülkenin milleti bir sömürge olmaya,yönlendirilmeye ve ezilmeye mahkumdur.Ben her zamanki gibi “Dilimize Sahip Çıkmalıyız! “ şeklinde öğütlerde bulunmayacağım. Sadece her aynaya baktığınızda, sizi Türk 4

Fazıl Hüsnü Dağlarca

“Türkçem benim

ses bayrağım”

Page 7: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

D

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

hissettirecek bir şeye ihanet etmemeniz gerektiğini düşünüyorum. Dil toplum, toplum ise hür bir hayat demektir.

ELİF AYDOĞAN

Dil, toplum için özgürlüktür.Bir toplumun kendine ait bir dilinin olmaması bir bakıma başka bir topluma bağlı olduğunu gösterir. Örneğin her yönden güçlü bir devletin kendine ait olmayan bir dili kullandığını düşünün.Bu devlet her ne kadar sağlam yapılı olsa bile bir süre sonra bütünlüğünü kaybeder çünkü bir ülkenin başka bir dili kullanması demek, o dilin kültürünün de yerleşmeye başlaması demektir. Dil kendi içinde bir kültüre sahiptir. Atasözü ve deyimler, bir toplumun geleneklerini ve manevi değerlerini yansıtır. Kısacası bir toplumda başka bir dilin kullanılması o toplumun önce kültürünü ardından temelini çökertir. TOPRAK YALÇIN

Tarih sahnesinde yapılmış olan ve günümüzde dahi farklı biçimler, adlar altında süregelen savaşlara ve iç karışıklıklara sebebiyet vermiş, bir toplumun bireylerini birbirine çivileyen en büyük değer yargılarından biridir belki de "dil”. Dünya üzerinde muhtelif olarak bulunan en yaygın gereçtir "dil".Barındığı her avuç toprağı ya yerin on kat dibine sokmuş ya da on kat göğe çıkarmıştır "o". Haritanın

her noktasını mesken tutmuştur kendine. Doğu, Batı...Fark etmez onun için. Böylece "evrensellik" apartmanının çatısı altında bir oda da bulmuştur kendisi için. Her ne kadar dünya üzerinde "ötekileştirme" ve "bölücülük" kavramlarını en faşist biçimde kullanma yetisine sahip olan değer yargısı olsa dahi. Bir heykeltıraş edası ile toplumların geçmişlerini yontmuş, geleceklerine vereceği şekilleri de çizmiştir çoktan eskiz defterine. Bireyin ve toplumun en yakın dostudur. Kendinden de yakın. Acı konuşur bundan ötürü. Ayna olur sayesinde hayat bulduğu her insana,topluluğa. Dünyaya bakış açısını değiştirerek gözlerini açar bireyin ve fısıldar kulaklarına naif bir ses tonu ile ne yüce bir varlık olduğunu. Bundan ötürü korunmak ister, korundukça yeniler kendini ve katlanarak büyür toplumun içinde. Aidiyet duyduğu toplumdan da ilgi bekler aldığı her nefes süresince.Nefes alır o,alır alır ve alır...İnfilak eder günün birinde üstüne basılmasını bekleyen bir sınır mayını gibi.Tek bir canı da koluna takıp götürmez öyle kendi bitikliği ve işe yaramazlığı ile birlikte. Çünkü bilir "o" yüceliğini, azizliğini. Nefes bulduğu toplumlara nasıl nefes olduğunu. Mutludur, huzurludur, sabırlıdır ve iyi niyetlidir en önemlisi de. ERDEM EVRANOS

5

Page 8: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

6

Tıp ve Felsefe… İlk görüşte birbirinden çok farklı gözüken, ilişkilerinin sadece hasta-doktor düzeyinde kalacağını düşündüğümüz iki alan. İnsan ve doğasını temel alan bu iki bilimin tarihsel süreçteki etkileşimlerine bakınca aralarındaki benzerlik bizleri şaşırtıyor.

Mısır papirüsleri ve Mezopotamya’da bulunan kil tabletlerinden öğrendiğimiz kadarıyla o yıllarda hastalıklar; kötü ruhların vücudu ele geçirmesi olarak görülüyor, bunun nedeninin de yapılan günahlar olduğu düşünülüyordu. Bu dönemde doktorlar hasta adına tanrılara yalvarabilme yetkisine sahip olan ruhban sınıfındaydı ve teknik(uygulama, hayatı kolaylaştırma adına bilgi) ön plandaydı. Fal, büyü, tılsımlar, muskalar ve bitki ilaçları tedavi amaçlı kullanılmaktaydı. Yunan anlayışına kadar tıbbın pratikte korkular, mitolojik kaygılar çerçevesinde geliştiğini söyleyebiliriz.

Bir yerde yaşam ve insan varsa orada tıbbın olmaması mümkün olamaz. Bunun farkında olan Yunanlılar, diğer tüm dallarda olduğu gibi tıpta da büyük gelişme göstermişlerdir. Bu dönemde sorulan soruların biçim değiştirmesi, insanları pratik kaygılardan arındırarak bilimin içine sevk eder. Teorik oluş, insanın düşünüp sorgulamasını, doğayı anlamasını ve problemlere çözümler bulmasını sağlamıştır. Doğayı keşifle ortaya çıkan bu merak arkelerin oluşmasını sağlamış ve bu

durum tıbba da ilham kaynağı olmuştur. Pisagor’un ‘’harmonia’’ tezinden yola çıkarak Alkmeon; sağlığın temel dayanağını yaş ile kurunun, sıcak ile soğuğun; acı ile tatlının arasındaki uyum olduğunu düşünüyordu. Empedokles ise kendisinden önce arke olarak belirtilen hava, ateş, su ve topraktan yola çıkarak sıcak kuru nemli soğuk dört özellikle bağdaştırır. Bu koşutla düşünen hekim, organizmada da kan, balgam, sarı safra, kara safra dört esanslı sıvı olduğunu ve bunların kalp, beyin, karaciğer ve dalaktan kaynaklandığını söylemiştir

Yunan tıbbı Roma’da varlık göstermeden önce sağlıktan birtakım tanrılar sorumlu bulunur; büyü ve sihre başvurulurdu. M.Ö. 1.yy da Asklepiodes ve Yunanlı hekimler Roma’da ün kazanarak cennetten bir elçi olarak kabul görmüştür. Asklepiodes’in otoriteleri bir kenara atması, teolojik açıklamalardan kaçması, dört salgı doktrinini reddederek vücudu daha materyalist bir yaklaşımla değerlendirmesi rasyonalizmin temelini attı. Antik Roma’nın en önemli hekimlerinden Galen 17. y.y a kadar gelmiş geçmiş en iyi tıp adamı olarak kabul edilmiş, düşünceleri bin yıl kadar rakipsiz bir otorite olarak kalmıştır. Aristo’nun “Doğa boşuna bir şey yapmaz.’’ sözünü ilke edinerek kemik, kaslar, sinirler ve damarlarla ilgili araştırmalarda bulunmuştur.

Ne yazık ki Roma’nın çöküş döneminde ortaya çıkan salgın hastalıklar karşısında doktorların çaresiz kalması sonucu, akılcı bilimsel çalışmaların tepki görmesi, çok tanrılı inancın yerine tek tanrılı inancın alması sonrası dinin yanlış yorumlanması; insanları ister istemez batıl inanca sürükledi. Büyü kökenli muayene yöntemleri geri döndü. Düşünme, araştırma arka plana itildi “Mutlak doğru ve bunu karşılayan mutlak varlık tanrı vardır. Doğru olan bir bilgi olarak vardır ve bundan kuşku duyulamaz.’’ temeliyle biçimlenen skolastik felsefe aslında inançla ve bilgiyi uzlaştırma amacı gütse de aralarında büyük farklar oluşmuştur. İçsel gereksinimleri karşılayan inanç, dışsal gereksinimleri de el atınca akıl, sorgulama bir hayli arka plana itilmiştir.

Batı, inançla akıl arasında çatışa dursun, Arap ve İslam dünyası Yunan geleneğinin koruyuculuğunu üstlenerek çevirilerle, çalışmalarla düşünce sistemini ilerletmiştir. O dönemin bilimadamları aynı zamanda değerli filozoflardı da. İbni Sina dönemin ünlü isimlerindendir ve El Kanuni adlı kitabı onu Delarus a rakip olabilecek kadar ünlü yapmıştır. Ishak Ibn Humeyn, El-Razi, Biruni de dönemin ünlü filozof doktorlarındandır. Gandişapur, Bağdat önemli bilim araştırma merkezleri olmuş ve hastaneler aktif çalışmaların yapıldığı yerler

Tıp ve

FelsefeLEYLA NUR DUMAN

Page 9: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

olarak ün kazanmış, örnek olmuşlardır. Sağlıkçı olmada sınav ve belgeyle kanıtlama sistemi getirilmiştir. Hastaya ve insanın kendisine merhamet Müslümanlık açısından gelişime açıktı ve hastaya yardım etme, ilgilenme üst boyuttaydı.

Avrupa’da karanlığa karşı ilk ses, MS.1000. yılda İtalya’nın Bologna şehrinden geldi. Bologna’da Öğrenci Derneği Loncası üniversitas ile bugünkü üniversitenin temelini attı. Batı en sonunda inanç-bilim ayrılışıyla Rönesans’a girdi. Rönesansla birlikte düşünce birliği ortadan kalkmış, herkesin farklı düşünebildiği yeni özgür görüşler ortaya çıkmıştır. Kendisine yüzyıllardır dayatılan mutluluğu öbür dünyada arama zorunluluğunu, bu dünyada da bulmak istemeye başlayınca, bilimsel düşünce başladı; felsefe saf değiştirerek inancın değil bilimin yanında yerini aldı. Niccola Macchiavelli’den Montaigne’e birçok düşünür her şeyden önce insan doğasını inceleme gereksinimi duymuş, insanın sorunları üzerine kafa yormuştur. Leonardo Da Vinci insan vücudu üzerine araştırmalar yaparak anatomi ve fizyolojiyi geliştirmiştir. Kanın vücutta dolaşımı, ışık konusu, göz fizyolojisi gibi birçok alanda çalışması olan çok yönlü bir kişiliktir.

Doruk noktası 18. yüzyılda yaşanan Aydınlanma sonrası gelişim bambaşka boyutlarla devam edecektir. 18. yüzyılda günümüze kadar gelen Modern Tıbbın temelleri atılacak ve hızlı bir şekilde gelişecektir. O dönemde insan kadar bilginin de çoğalışı; bilimi dallara ayırma, disiplinleri derinlemesine inceleme fırsatı sunmak, uzmanlaşmak zorunluluğunu gündeme getirmiştir. Tıbbın içeriği değiştiği gibi felsefe de değişmiştir. Metafizik söylemler ve felsefe sistemleri rafa kaldırılmış yerine daha bilimsel ve kültür ağırlıklı söylemler gelmiştir. İnsanın kendi ile ilgili düşünmeye başlamasıyla insani değerlerin önem kazanması (ki psikiyatrinin başlangıcını bu yüzyılda bulmamız rastlantı değildir.) hümanizm ve romantizm akımıyla birleşerek insan duyu ve duygu dünyasının önem kazanmasını sağlayacak, çalışmalar bu düşüncenin etkisiyle biçim ve içerik zenginliği kazanacaktır. Tıbbın geçmişte felsefeyle birlikte yol alması gelişimi açısından bir gereklilikti. Bir süre sonra insanın çok yönlülüğü ile paralel gelişen tıbbın, bugün ivmelenmek adına sadece felsefeden yardım alarak ya da filozofların söyledikleri ile ilerleyemeyeceği kesindir

19. yüzyıldan itibaren felsefe, bilim dünyasından yönlendirici olmak dışında, çözümleyici olan olarak geri çekilmiştir.

Bir süre geri çekilmiş gibi duran bilim ve felsefe ilişkisi bir başka anlam kazanarak yeniden günümüzde önem kazanmaktadır. Tüm bu gelişmelere arkasını dönemeyecek olan felsefe, tüm bilimlerdeki gelişmeleri yakından izlemek, haberdar olmak zorunda olan çok daha kapsamlı bir ödeve sahiptir. Birlikte çalışmak zarar değil, yarar getirecektir.

Çünkü tıp ve felsefe aynı anne babanın, uzun zamandır görüştürülmeyen evlatlarıdır…

Kaynakça:Sibel Öztürk Güntöre, Tıp ve Felsefe, Nobel Tıp Kitabevi, 2005

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

7

Page 10: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

Günlerden pazardı. Pazar günlerini bilirsiniz, genelde evde oturulur. Baba gazetesini okur, anne çamaşırları asar, çocuklar ya ders çalışır ya da hava güzelse dışarı çıkıp oyunlarının keyfini çıkarırlar. Neyse ki o gün hava güzeldi ve kardeşimle dışarı çıkmaya karar verdik. Yanımıza bisiklet anahtarlarımızı aldık ve bahçeye çıktık. Bahçenin iki yanındaki ortancalar bizi selamlıyordu. Kuşların ötüşü, çimenlerin nazlı nazlı sallanışı bizi kendimize getirmiş, baharın tazeliğini hissetmemizi sağlamıştı.

Bir süre bankta oturup kardeşimin bisikletini çıkarmasını izledim. Sonra arabaların arkasından gelen bir ses dikkatimi çekti. Acaba gidip ne olduğuna bakmalı mıydım? Biraz duraksadıktan sonra yavaş adımlarla arabaya yaklaştım. Olabildiğince sessiz bir şekilde kafamı uzattım. Manzara inanılmazdı. Bir köpek yanında üç tane yavruyla bitkin bir şekilde yatıyordu. Yavruların bir tanesi kıpırdıyor, yardım istercesine bana bakıyordu. Bir süre ağzım açık, yavrulara baktım. Sonra kendime geldim. Hemen babama haber vermeliydim. Ben hiç köpek bakmamıştım ama babamın bir sürü köpeği olmuştu. Herhalde ne yapması gerektiğini bilirdi.

Eve koştum. Babamı sürükleyerek bahçeye getirdim ve köpekleri gösterdim. Bir süre düşündükten sonra:

-Hemen bana bir battaniye getir, dedi.

Anneme olanları çabucak anlatıp battaniyeyi babama götürdüm. Yavruları yavaşça battaniyenin üstüne yerleştirip arabaya koyduk. Anne köpeği de onların yanına yatırdık. Ben anne köpeğin başını dizime özenle yerleştirip oturdum. Son anda annemle kardeşim de gelmek istediler ve onlar da ön koltuğa oturdular. Artık gitmeye hazırdık. On dakikalık bir yolculuktan sonra veterinere vardık. Babam anne köpeği kucakladı, biz de ellerimize birer yavru köpek alıp içeri girdik. Bekleme odasındaki sandalyelere oturup beklemeye başladık. Az sonra bir yardımcı hekim bize gelmemizi işaret etti. Muayenehaneye girdik. Köpekleri odanın ortasındaki uzun, metal masanın üstüne koyduk ve babam bana olanları anlatmamı söyledi. Ben de hiçbir ayrıntıyı atlamayarak, hikayeyi baştan sonra anlattım ve beklemeye başladım. Veteriner, tek tek hepsini muayene etti ve bize döndü. Yüzünde hayal kırıklığına uğramış gibi bir ifade vardı:

-Sanırım köpek doğumdan hemen önce bir kaza geçirmiş ve ciddi bir darbe almış. Onu kurtaramayız. Yavruların da ikisi ölmüş ama üçüncüsü hâlâ hayatta. Yine de onun da kurtulması çok zor görünüyor. Çok üzgünüm.

-Yapabileceğimiz hiçbir şey yok mu?

Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Veteriner biraz düşündü ve:

-Aslında üçüncü yavruyu kurtarmayı deneyebilirim. Ama yine de kurtarabileceğimi sanmıyorum.

*Özgür Pencere 2013 Genç Kalem Öykü Yarışması “Genç Yetenek Özel Ödülü”ne değer görülen öykü

EMİNE AYBALA DENİZ

8

EN İYİ ARKADAŞIM

Page 11: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

-Bence denemeye değer.

Bunun üzerine veteriner kafasını salladı ve biz de dışarı çıktık. Bekleme odasındaki sandalyelere oturup beklemeye başladık.

Aradan bir saat geçmişti ki, veteriner dışarı çıktı ve bize gülümsedi:

-Küçük hanım, yanılmadınız. Onu kurtardım.

Mutluktan uçuyordum. Köpecik yaşıyordu!

-Bu arada elimden geleni yapsam da, gözlerini kurtaramadım.

Bir anda her şey alt üst olmuştu:

-Nasıl yani? Zavallıcık kör mü oldu?-Ne yazık ki.

Önce kardeşlerini ve annesini kaybetmişti, şimdi de kördü. Hayat bazen gerçekten çok acımasızdı. Veteriner de en az bizim kadar üzgün görünüyordu:

-Bu haliyle onu kimse sahiplenmek istemeyecektir, dedi.

Birden babam:-Biz sahiplenmek istiyoruz, dedi.

Hepimiz şaşkınlıkla ona baktık. Sonra annem de başını salladı ve zavallı köpeciğin yeni evine doğru yola çıkma vakti geldi.

Bir köpeğim olursa adını “Badem” koymak istemişimdir hep. Koydum da. Badem, gözleri görmese de bizim sevgimizi anlıyor. Acınacak bir köpek değil o. Artık yetişkin, tecrübeli ve en az gözleri olan bir köpek kadar cesur.

Badem bana çok önemli bir şey öğretti. Şartlar ne kadar zor olursa olsun, dört elle hayata tutunmayı ve bırakmamayı. Annesinin ve kardeşlerinin ölmesi onun suçu değildi. Şartlar, onun aleyhine gelişti. Ama belki o sabah beni cılız sesiyle çağırmasaydı, bugün hayatta olamayacaktı.

Artık pazar günlerimiz o kadar sıkıcı değil. Yine bisiklet sürüyoruz ve Badem de bizim yanımızda koşuyor. Kedi sesi duyduğunda onları ağaca kadar kovalıyor. Mutfağın yerini biliyor ve çoğu zaman bizim çantalarımızı karıştırıyor. Bunları yapmaya devam et Badem ve unutma ki, hiçbir zaman yalnız olmayacaksın. Bize kattığın şeyler için sana minnettarız.

99

Page 12: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

Ayrılıklar da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili. Ben Attila İlhan’ın bu dizelerini çok seviyorum, kulağa çok hoş geliyor. Aslında ne kadar ironik görünse de doğru bir yanı var. İLAYDA OYMAK

Bence bulutlar insanların duyguları gibidir, sinirlenince şimşek çakar, üzülünce gözyaşı gibi yağmur yağar, dünya döndükçe değişen bulutlar da insanların değişken duygularını gösterir aşk, öfke gibi…Zeynep İnanç

Canımın yanması beni en çok korkutan şey. Canımın yanması derken fiziksel olarak değil, duygusal olarak yanması çünkü beni içten içe üzen, etkileyen bir acı benim bütün hayatımı düşüncelerimi, yaşam tarzımı değiştirir. Bu acıyı bana ancak bir dost, bir sevgili ya da aile bireyi yaşatabilir. Karşıdaki insana verdiğim değer veya olan olayın büyüklüğü beni gerçekten çok derinden etkileyebilecek kadar şiddetli olabilir.MERT FİLİZ

Çırılçıplaktı silahlarımızın gövdesi. Bir kerede dağıldı gökyüzü gözlerimizde Loş ışıklar kavradı yas tutan akşamı Ve ölmüştük, dedi Cemal Süreyya GÖKHAN TÜZÜN

“Dalgalar kıyıya usulca vururken, o uzaklara dalmıştı.”Ankara’ya taşınmadan önce Samsun’da yaşıyordum. Bir kıyı kenti olmasının verdiği en büyük avantaj, düşüncelerinize bazen uyan bazen de tam tersini yansıtan denizin olmasıydı. Denizin sonunu hiçbir zaman göremeyeceğiniz için, dalgalar denizi insanlara anlatmayı üstlenmiş gibiydi. Bazen durgun, bazen tam bir deli…CEMRE BAŞKIR

“Fırtınalar denizinde sürükleniyorum, hava bir açık, bir kapalı.” Bu dizeler benim hayata bakışım gibi; biz gerçekten fırtınalı bir denizdeyiz çünkü bütün zorluklara rağmen yaşıyoruz ama hayatımız bizim tavırlarımızla değil karşımızdaki insanların değişen tavırlarına göre şekilleniyor, onların etkilerinde kalıyoruz karar verirken. Bu bazen iyi bir şekilde sonuçlanırken, bazen de hayatımızda en çok korktuğumuz şeyleri başımıza getiriyor.İDİL GÜZELKÜÇÜK

Geçmis, hala üzüyorsa belki de o kadar geçmemiştir:Geçmişin gerçekten “geçmiş” olabilmesi için o zamanlara dönüp baktığında, insanın içinde hala pişmanlık, üzüntü, keşkeler veya belkiler olmamalıdır. Eğer varsa o zaman geçmiş denilemez hatırladıklarınıza, sadece sizin geleceğe doğru olan yolunuzda ayağınıza takılıp sizi düşüren bir taştan başka bir şey değildir.İREM AKIN

A

B

C

Ç

D

F

G

10

Tanımanın “Harf”çesi...

Öğretim yılının

başında, sınıfla

tanışma etkinliği olarak,

arkadaşlarımıza bir

harf verildi ve o harfle

başlayan bir nesne

veya kavram hakkında

yazmaları istendi.

Page 13: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

Isırmaktır bazen sevginin en güzel göstergesi. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum ve katılıyorum. Ne pahalı hediyeler isterdim ondan ne de başka bir şey. Tek yapmasını istediğim, bana sarılması ve

küçük bir ısırık. Çünkü beni ona bağlayan tek şey bu küçük ısırık. Alamut kalesi kitabında Meryem’in İbni Tahir’in kalbinin altından ısırması gibi. Onları belki de birbirine bağlayan tek şey o küçük yara ve diş izleri. Ben de öyle bağlanmak istiyorum o sevdiğim kişiye eskiden yaptıgı gibi gene sarılsın gene ısırsın beni istiyorum…TAHA KAVLAKOĞLU

ince bir çizgi çizmek kolay, zor olan üzerinde durabilmek. Aldığımız kolay ve önemsiz kararlar aslında onlara tutunması en zor olanlardır.BELİZ SAMLI

Okudugunuz şiirin son satırlarının edebi bakımdan anlamlı ve hüzünlü olmasından ötürü, son satırda “hiçbir vapur senin gözlerine gitmiyor” gibisinden laflar benim zihnimde böylesine yaman bir aşk acısı

çeken bir adamın, akşam üstüne yakın bir zamanda, Ayvalık-Şeytan sofrası gibi bir mekânda, tabiri caizse “güneşi batırırken” acısını bir nebze olsun hafifletmek için bir kadeh içkisini yudumlarkenki an canlandı.OĞUZ KAAN TEMEL

Özgürlük benim için her istediğini yapabilmek değil, insanın kendi kararlarını verebilmesi ve kendi istekleri doğrultusunda yaşamasıdır. Bir tüy kanattan ayrılmak için düşer, dalgalar denizden ayrılmak için

vurur sahile, bir millet bağımsızlığını kazandığında bir bayrağı hak eder ve özgürlüktür bir insanı kendi benliğine kavuşturan.Bu nedenle her insanın içinde bir ayrılma iç güdüsü vardır.ZEYNEP KAYSI

Portakalı sevmem, çünkü bana Ankara’nın soğuk kış günlerini hatırlatır. Kış, soğuk ve acımasız geçer başkentte. Soğukta ellerim çatlamış, boğazımda sürekli bir acı, grip

olur. Ne zaman portakalı tekrar görmeye başlasam o acımasız, soğuk rüzgarların yeniden geldiğini anlarım.BATUHAN ALTUN

Rakamlarla aram onları harflerle birlikte kullanmaya başlamadan önce çok iyiydi. Yani lise yıllarına kadar. Rakamlar benim için matematik demek, Matematik ise ilgimi

çekmeyen ama hayatımın her yerinde olan bir ders ve zorunluluk demek. Rakamlar beni korkutur çünkü; matematikle aram hiçbir zaman iyi olmadı.NAZ KARASU

Sokaklarda köpeklerin duvarlarda yankılanan havlamaları iyice duyulur, domuzların yaptıkları alemler, aç gözlülükleri iyice görülür, koyunlar ise daha çok, her zamankinden daha çok dolaşır olmuştur.DAĞHAN EDİP CARLOS

“Tilki var kafamda, bir sürü, hepsinin kuyruğu birbirine bağlı…” Bu sözü bir yakınımdan duyduğumda çok etkilenmiştim. Kafasında binlerce şüphe vardı; sadece

birinden kurtulsa diğerlerinden de kurtulacaktı elbette; Onu tilkilerle dolu bir odaya hapsetmeyi seçmişti. Bu sözü hayatım boyunca unutabileceğimi düşünmüyorum.ZEYNEP SU ALTINÖZ

Umut olmazsa insanı insan yapan ne kalır ki…Bir insanı kırmak çok kolaydır; ona umut verirsin; asla gerçekleştiremeyeceği bir umuttur bu, böylece o insan hayal kırıklığına

uğrar sonunda. İşte bu yüzden umut insanı hayata bağlayan bir şeydir. BERKAY BUCAK

Üsüdügümü hissettim sen yokken yokluğunda boğuldum sadece ve sadece seni umdum…EMRE ERGÜL

Yagmur: Bir damla yağmur, hayatımızdaki bir çirkinliği alıp götürür, bir karıncaya ya da bir arıya hayat verir ama en önemlisi şiirlerin kötü kahramanı yağmur, bize hayat verir. İLKE YILMAZ

Zaman biz farkında olmasak da bizi yönetirken bazı şeyleri yaşamamıza engel olur. Zamanı geri alabilseydik geçmişte söyleyemediğim sözleri söylemek için çok farklı olabilirdi şimdi. NAZ PELİN İSKİT

I

i

O

Ö

P

R

S

T

U

Ü

Y

Z

11

Page 14: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.” cümlesi ile başlar Kafka’nın dönüşümü. “Korku çağı” olarak adlandırılan XX. yy , Yahudi yazarın gözünde, özgürlüğü ve başkalarına duyduğu güveni azalmış olan insanlığın, bu duruma gözlerini kapayıp içten içe hayvanlara benzediği ve korkudan ötürü sürülerle hareket edip, başkalarına bağlandığı dönemdir.

Bana Kafka’yı anlattılar ben de anlatanları okudum.Onlar anlattıkça daha da çok okuyorum. Bana dediler ki: XX.yy. Kafka’nın ilk çeyreğinde bulunduğu korkuların çağıydı, özgürlük el altından kısıtlanmış, insanların haşerelerden böceklerden farkı kalmamıştı. Neyse, o çağın artık kapandı. Şimdi yirmi birinci yüzyıldayız, kimbilir ne haldeyiz? Bay K. tek bir dönemin kahramanı olmayıp her döneme ait olsa da Franza Kafka bu dönemin kahramanı değil, XXI.yy görmedi, göremeyecek.

Sabahları uyandığımda etrafa saçılmış gazeteler görüyorum.Üzerlerinde büyük, renkli harflerle bir şeyler yazıyor. Ne yazdığını bilmiyorum, pek gazete okumam. Yine de önemli şeyler olmalı,XXI.yüzyılın önemli şeyleri. Hani şu içinde yaşadığım dönemin. Aynı zamanda evde, yolda insanlar bana hikayeler anlatıyorlar, sanırım gazetedeki önemli şeyleri. Bazıları güzel hikayeler, çoğunlukla üzücü ama olsun. Bazen bu güzel hikayeleri arkadaşlarıma anlatıyorum. Doğru değilse ben evdeki, yoldaki insanın yalancısıyım.

Ben XXI.yy görmedim,yirmi biri anlayamam. Aynı zamanda XX. yy görmedim yani Kafka’yı da tanımadım. Varlığına dair hiçbir kanıt bulmuş da değilim. Belki Franz Kafka diye biri hiç yaşamadı ama bana yaşadı dediler. O yüzden söyleyeyim, ben elimdeki kitabın yalancısıyım. Bu arada sanırım uyarmalıyım, ilk paragrafta Kafka’nın insan görüşünü XX.yy. görmemiş kafamla kısaca anlatmıştım. Bilin ki, ben parmaklarım tarafından kavranmış biyografinin yalancısıyım.

Demek istediğim, ben şu yazıda adı geçen her şeyin yalancısıyım. Anlattıklarım gerçek mi, ben şahit olmadım. XX.yy. en büyük yazarlarından biri olan Kafka, hayatı korku içinde geçen ve bu korkuyu kalemıne anlatan Kafka, vasiyetinde kalemine anlattıklarının yok edilmesini isteyen Kafka yani bu XX.yy. öyküsünün kahramanı Franz Kafka, ne kadar gerçektir bilmiyorum. Ama bu yine de güzel bir öykü… *Bay K., Kafka’nın çoğu romanındaki kahramanın adı(lakabı)dır.

KAFKA’NIN GERÇEKLİĞİ

12

ARDA TURHAN

Page 15: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

BESTE

Notalar yağıyor zihnime bu akşamÜzerimde sonsuz yıldızın zifiri karanlığıruhum karanlık, renksiz, boşve bu boşlukta notalar sarhoş...

Bir bilsem... evrende bu kadar yıldız varken neden benim gecem karanlık?

Notalar zorluyor zihnimi bu akşamÖnümdeki dalgaların beyaz uğultusuKara porteye iki beyaz nokta,Notalarım hasta, hem de çok hasta...

Bir bilsem... dizekte bu kadar az nota varken nasıl bu kadar çok beste?

Haklısın garip kardeşimanlatmak zor iş rakı şişesindene yıldızım sonsuz, ne notalarım beste bu gecebari bırakın daağlayayım gönlümce.. CEM ANIL

“Eskiler alıyorum Alıp yıldız yapıyorum Musiki ruhun gıdasıdır Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum Şiir yazıp eskiler alıyorum Eskiler verip Musikiler alıyorum.

Bir de rakı şişesinde balık olsam” Orhan Veli KanıkT.ATİLLA MAİER

13

Page 16: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

Carl Gustav Jung, psikolojide insandaki nevrotik çatışmayı tanımlamak yolunda çığır açan bir psikolog ve düşünürdür. Dönemin ünlü ve en popüler kuramcısı Freud’un kuramlarından esinlense de bağlı kalmamıştır. Fakat yazışmalarında Freud, Jung’un bakış açısını ona tamamen bir başkaldırı olarak kabul etmiş ve ikisinin arasının düzelmeyecek şekilde açılması, Jung’un Freud’un engellemelerine takılmadan bağımsız ve tamamen özgün, insan ruhuna dair bir kuram yazmaya devam etmesini sağlamıştır.

Jung’ın insan ruhu tanımlamasını ve Freudien düşünceye aykırılığını belirtmek için, Freud’un kuramlarına ve onun psikoseksüel nevrotik çatışma analizine bakmakta fayda var. Freud, içten bir tanrıtanımaz olarak (Jung da özel bir tanrı iddiasında bulunmamıştır) insanın itkileri için biyolojik olmayan tüm temelleri reddetmiş, insanın tüm psikolojik yapısının bireysel deneyimlerine ve kendi kişisel yapısına bağlamıştır. İnsanın yaşamını piskoseksüel evrelere bölmüş, düşünsel gelişiminin ve oluşumunun bu evrelere göre oluştuğunu ve bunların da kişisel bilinçdışını oluşturduğunu öne sürmüştür. öne sürmüştür.

Jung ise Freud’un aksine analiz ve kuramlarında nevrotik çatışmanın nedeni için psikososyal bir yaklaşım izlemiştir. Freud’dan ayrıldığı temel nokta (özel bir tanrı kavramını iddia etmese de) bütün insanlığın metafizik boyutta bağlı olduğu ve bu ilişkinin insan kitlelerini aynı eğilime yönlendirebildiği tezidir. Freud ise tanrıtanımaz olarak bir insan topluluğu arasındaki bu bağ iddasını şiddetle reddetmiştir. Jung, insanlar arasındaki bu metafizik bağlantıya (herkeste karşılığı olan benzer imgeler olmasına) `kolektif bilinçdışı’ demiştir.

Jung’ın kolektif bilinçdışı modelinde Freud’daki (kişisel bilinçdışı) gibi kişisel anı ve duygulardan yararlanılmaz; ortak çağrışımlar ve arketipler gibi daha kitlesel ve ortak imgelerden oluşur. Arketipler, Jung’ın literatüründe, “ben” ya da “anne” kavramları gibi herkes için bir karşılığı olan herkesçe paylaşılan imgelerdir. Kitapta verilen bir örnekte dendiği gibi herkesin bir annesi vardır; kimi kültürlerde bu, “toprak ana” ile temsil edilirken, kimi kültürlerde onun yerini “madonna” ,”tabiat ana” alır; bazılarında aşk cisimleştirilirken başkaları içinse gelişimi ve verimi simgeler. Herkes için geçerli bu simge, sayısız insan ve açı tarafından yorumlanmakta da olsa, bu temsillerin hepsindeki temel düşünce anne arketipidir. Bilimsel olmayan kavramlardan hoşlanmayan Freud bu yaklaşımı ne kadar tinsel ve batıl olarak yorulmlamışsa da Jung’ın açıklamak istediği aslında sadece deneyimlerine bakılmazsızın bütün insanların evrensel insani ana başlıklarla birbirlerine bağlı olduklarıdır.Mitolojide de rastlanır. Filmlerdeki arketipler ise oyuncular ve temsil ettikleri temalardır.

14

CARL JUNG’IN DÖRTLÜ YAPISI

VE SİNEMADA

GELİŞİMİ

BERK USLU

KARAKTER

Page 17: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

Sanat, edebiyat yani genel olarak anlatım, insanı konu aldığı için kurguda arketiplere sık rastlanır. Filmlerde de sık rastlanan belli arketipler vardır, bunları çözümleyerek bir filmin ve karakterlerinin temel gelişimine dair büyük ölçüde bilgi sahibi olunabilir. Bir filmde karakterin gelişimi ve ana sorunun çözümünden bahsedebilmek için tüm arketiplerin bir araya gelebilmesi gerekir. Bu yazıda, sinemada karşılaşılan benlikten ve bunu oluşturan arketiplerin işlevlerinden bahsedeceğiz.

KAHRAMAN: Benliğin başlıca simgesidir. Herkeste ortak olan “ben” imgesidir. Yalnızca bir arketip değil, merkezi arketiptir. Diğer arketipler kahramanın çevresinde ona göre şekil alırlar. Diğerleri benliğin kısımlarını simgelerken kahraman benliğin kendisidir. Bir film, kahramanın hikayesidir ve binbir yüzlüdür.Devamlı değişimi ve gelişimi temsil eder aslında. Arketipler, karakter (kahraman) gelişiminin öğelerini oluşturur. Freudyen literatürde ego olarak geçer.

PERSONA: Bu sözcük, Yunan tiyatrosunda oyuncuların taktıkları ve kim olduklarını belirten maskelerden gelmektedir. Persona, kısaca biz, başkalarına gösterdiğimiz kişiliğimiz, maskemizdir. Başkalarının görmesine izin verdiğimiz parçamızdır ki bu da sinemada ana karakteri temsil eder. Fiziksel düzeyde bakıldığında oyuncular “persona”dırlar. Yüzleri sahnede karakterlerin kişilik ve hikayelerini anlatmaya yarar. Karakterlerin filmde gördüğümüz halleridir.

GÖLGE: Genelde simetrik yapıdaki arketiplerde güçler doğal bir denge içindedir. Jung’cu psikoloji benliğin her parçasının karşıt ya da birleştirici başka bir parçayla birbirini tamamlamasını, ikililiğini savunur. Kitapta örnek verildiği gibi Yin ve Yan, kadın ve erkek, iyi ve kötü’de olduğuna benzer şekilde her psikolojik gücün kendi karşı gücü vardır. Persona’nın karşıt gücü ise gölgedir. Tıpkı güneşin bizim gölgemizi yere yansıttığı gibi gölge de bilinç ışığında egomuzun gölgesini oluşturur. Bizim soluk yansımamız olan bu arketip öteki bendir, hep içimizde olan ama farkedilmeyen psikolojik çatışmaya neden olan karanlık yanımızdır. Filmlerde gölge; Dr. Jekyll ve Mr. Hyde örneğinde olduğu gibi, karakterin yüzleşmesi gereken sorunu yani kendisinin kötü, başa çıkması gereken yanı (öteki ben) ya da persona’nın düşmanı olan kötü karakter olarak ortaya çıkar. Kişisel gelişim ve simetrik bütünlük için, benliği oluşturan tüm arketiplerin bir arada olması gerekir, bu da bir filmde çözüme ulaşmak istiyorsak kahramanın (persona’nın) kötüyle (gölge) kişisel olarak karşılaşması ve onu kendisinin yenmesi gerekir. Bir senaryoda kötü galip gelir veya başka otoriteler onu durdurursa kahramanın gelişimi tamamlanamaz ve psikolojik çatışma çözümlenemez. Bu yenme kavramı, yüzleşmek, kabullenmek olarak da alınabilir.

15

Page 18: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

TANRIÇA / AKILLI YAŞLI ADAM: Bu kavram Freudyen terminolojide süperegoya karşılık gelir. Yol gösterici, iyilik figürü, yardım eden ve hedefi belirleyendir. Jung da Freud da ebeveynlerin çocukların ilerki yaşamları üstünde derin ve önemli bir imajı olduğunu kabul ediyorlardı. Fakat Jung, Freud’dan farklı olarak ebeveyn figürünün mitlerde ve düşlerde bir arketip olarak ortaya çıktığını düşünüyordu. Bu yüzden tüm kültürlerin ortaya çıkardaki eserlerde ilahi anne veya koruyucu baba figürüne çok sık rastlanır.

Robert Louis Stevenson, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde

Yıldız Savaşları/ Darth Vader - Obi Wan Kenobi16

Page 19: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

Günümüzde baş karakteri kadın ve erkek olan birçok film vardır .Tarihte şimdiye kadar resmedilmiş tüm tanrıça figürleri rahatlatıcı, besleyici ve kutsal anne figürleridir. Lord Of The Rings serisindeki Elf Galadriel veya Star Wars’taki Prenses Leia buna örnek gösterilebilir. Kahraman bu anne figürüyle filmde bir araya geldiğinde, duygusal, sezgisel ve akli olarak bütünlenir. Filmlerde baba figürüne karşılık olaraksa akıllı yaşlı adam kullanılır. Genelde ağabey, öğretmen, peder koç figürü olarak karşımıza çıkıp bilgeliğinden yararlandırır. Karakterin bu yol göstericiyle bütünleşmesi gerektiğini temsil eder akıllı yaşlı adam. Star Wars’ta Obi Wan Kenobi bir baba figürüdür. DarthVader ise onun gölge/karşıt/bütünler halini temsil eder. (Darth Vader gerçekten de “karanlık baba” demektir)

ANİMA/ANİMUS:Anima ya da animus karakterin bütünleşmesi gereken zıtlarından birisidir. Bütünleşmiş benlik hem kadınsı hem de erkeksi özelliği taşıyan dengeli bir benlik olmalıdır.Erkeklerde genelde duyarlılık, empati ve özen anlamına gelir. Bu da filmlerde bir aşk ilişkisiyle temsil edilir. Anima kelime anlamıyla harekete geçirici anlamındadır Kahraman dişi karakteri kurtarınca, uğruna kendisini ortaya koyunca ya da kavuşunca onu animasına, kadınsı tarafına dahil etmiş olur ve benliğinin temel bir parçasını bütünler. Filmi izleyen izleyici filmin bittiğinde karakterin tam olarak “tamamlandığını” ve geliştiğini görmek ister. Kızı nihayet elde etmek filmlerin en doyurucu anlarındandır. Kadın karakter içinse, animus benliğin erkeksi tarafını temsil eder ve onun da tamamlanması gerekir. Bu da genelde kadının sonunda kavuştuğu sevgilisi ile belli edilir.

DÖRTLÜ YAPI

Dörtlü yapı Jung’ın arketipik modelinde, dört parçadan oluşan iki karşıt ikiliği temsil eden tam bütünün temel şemasıdır. İnsan ruhunda dört ana arketipik yapının birleşmesi tam bir dörtlü yapıyı temisl eder. “Persona” ve “gölge” iç benliğin karşıt ikiliğidir. Erkekte anima ve akıllı yaşlı adam; kadınlardaysa animus ve tanrıça zıt cinsiyetin ebedi sembolleridirler. Eğer bunu sinemadaki arketipik karakterlere uyarlarsak kahraman, kötü, aşk ilişkisi ve yol göstericiye sahip oluruz.

Jung’cı modele göre, kahraman gelişimini tamamlayabilmek için (hikayenin tamamlanabilmesi ve doyurucu olabilmesi için) film boyunca arketiplerle karşılaşmalı ve bunları kendisine katmalıdır. Yani gölgesini tanımlamalı (zayıflıklarını, sorununu düşmanını) yol göstericisini bulmalı (varoluşsal aklı) ve sevdiğinin kalbini kazanmalıdır(tatmin, karşı cinsel bütünlük). Eğer bir film sürecinde tüm arketiplerle karşılaşılıyorsa bu filmde psikolojik bütünlük elde edilmiş demektir.

17

Page 20: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

18

DEFNE AKŞİT – GÖRKEM TÜZEL – MERVE ERŞAHİN UĞURAY VARLI - EYLÜL TOMBAKOĞLU

KARAGÖZ-HACiVAT

Hacivat: Yar bana bir eğlence!Karagöz: Bağırma ulan.Hacivat: Yar bana bir eğlencee!Karagöz: (Sahneye girer.) Bak beni buralara kadar getirdin. Ne var, ne söyleyeceksin seherin köründe.Hacivat: Vay Karagöz’üm sana bir müjdem var.Karagöz: Ne? Mücver mi var, hadi gidip yiyelim.Hacivat: Efendim, mücver değil. Müjde, müjde.Karagöz: Hay Allah müstahakını versin. Dökül bakalım.Hacivat: Sana uğraş buldum Karagöz’üm.Karagöz: Nereye ulaşacağız yahu?Hacivat:Uğraş diyorum, uğraş. İş yani.Karagöz:Diş mi? Ne varmış ki dişimde?Hacivat:Diş değil yahu. Sana çalışacak yer buldum. Gelirken Bebe Ruhi’ye rastgeldim de bizim buraya köye sirk geliyormuş.Karagöz: Ney? Sirke mi geliyormuş. Bizim evde vardı, söyleseydin getirirdim.Hacivat: Ah Karagöz’üm sana laf anlatmak da deveye hendek atlatmaktan daha zor.Karagöz: Sen anlatamıyorsan suç bende mi? (Vurur)Hacivat: Peki Karagöz’üm peki. Sen sirkin ne olduğunu bilir misin?Karagöz:Senin gibi canbazların can alıp sattığı yer değil mi?Hacivat: Yok Karagöz’üm, hayvanların oynadığı yerdir panayır, panayır.Karagöz:Haa, panayır dersin. Bilirim ben oraları, babamın götürmüşlüğü vardır.Hacivat: Evet efendim, iş buldum sana orada. Hayvan kafeslerini temizleyecek, ak pak edeceksin.Karagöz: Temizleyeceğim demek. Peki bir şey lazım mı?Hacivat: Pek tabii. Faraş almaya gidelim biz seninle.Karagöz: Ooo, Maraş’a mı gidiyoruz. Dondurma almadan dönmem vallaha.Hacivat: Of Karagöz’üm of!

Page 21: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

Martin Eden... Günlerini denizlerde ve meyhanelerde geçiren, işçi sınıfından, kaba, hantal bir adam... Sevdiği kız için aradaki statü farkını aşmak uğruna yaşamı bütün olarak algılamaktan uzaklaşıp bireyciliğe yönelmiş bir aşık... Geniş algı yelpazesiyle kısa zamanda azim ve çalışkanlığıyla asıl amacının ona sunduğu tümsekleri atlayarak başarıya (!) ulaşmış bir yazar... Ateşli bir Herbert Spencer savunucusu ve vefalı bir arkadaş...

Martin Eden alışık olduğu çete kavgalarından birinde zengin bir adamın hayatını kurtarır. Arthur adlı adam bu iyiliğine karşılık Martin'i evlerine yemeğe çağırır ve o gün Martin'in sanat tarihi öğrencisi güzel, kibar, alışık olmadığı bir hayattan olan Ruth'la, Arthur'un kız kardeşiyle tanışmasının başlangıcı olur. Ruth kültürüyle, güzelliğiyle, farklılığıyla alt sınıftaki birçok kızın gözdesi olan bu yakışıklı adamın üzerinde bir etki yaratmayı başarır.

Martin gemilerin kömür depolarında ve işten döndüğü zamanlarda ona barınacak yer olan kız kardeşi Gentrude'un kocası Bernard Higgingbotham'ın onun homurdanmalanyla bayağılaşmış ve kızkardeşinin ruhu gibi yıpranmış olan evin küçük odasında güzellikten bihaberdir. Martin Eden güzellik yolundaki arayışıyla, hoyratça, masumca Ruth'a aşık olur. Ancak Martin'in güzelliğe ulaşma yolundaki engeli Ruth'un ve onun ailesinin Martin'le aralarındaki statü farkıdır. Martin her zaman hayatın, denizciliğin ona getirdiği sertlikte ve kabalıkta bir adam olmuştur. Ruth'a farklı gelen hantal yürüyüşü, konuşma tarzı, konuşurken heyecanına hakim olamaması bu yüzdendir. (Aslında Martin'i Martin yapan bu özelliklerini ancak ne yazık ki yitirdikten sonra fark edecektir.)

Ruth'a ulaşma isteği gün geçtikçe Martin için dayanılmaz bir istek halini almaktadır. Martin bu güzel kadını etkilemenin yolunun bilgi, sanat

ve kültürden geçtiğine karar verir ye Ruth'dan bu konularda kendisini eğitmesi için yardım ister fakat Martin bilmiyordur ki bu onun güzeli, aşkı, sevgiyi arama yolunda sahip olduğu asıl değerleri yitirmesi demektir.

Ruth onu eğitmeye, Martin onun sevgisiyle eğitilmeye başlar. Gün içinde zamanın çoğu kütüphanede geçirip, Bay Higgingbotham'ın içki kokulu, köhne evinde ise hakkında hiç sahibi olmadığı konular hakkında (Psikoloji, Matematik, Nezaket Kuralları, Siyaset, Ekonomi vb.) ciltlerce kitap okur. Ruth'la Martin’in yine bir araya gelir. Onlar Swinburne'un ve Browning'in kitaplarından söz ederken, Ruth bu alışık olmadığı adama karşı acıma ve sevecenlikle yardım ederken aynı zamanda genç kızın aklını garip düşüncelerle sarıyor, nabzını heyecanlı duygularla ürpertiyordur.

Ruth’un verdiği eğitim olası sayılabilecek dilbilgisi düzeltmeleri ile sınırlıyken, Martin ufkunu, kişiliğini, kültürünü geliştirme ve kendini keşfetme yolunda sağlam ve emin adımlarla ilerler. Martin geliştikçe geride bıraktığını düşündüğü eski dünya, denizin, gemilerin ve karanın dünyası, aç gözlü ve basit kadınların, denizcilerin dünyası ona çok küçük bir dünya gibi görünür. Şimdi ise ihtiyacı olan şeyler güzellik, bilgi ve sevgidir.

Martin şiiri güzellik adına sevmiştir ama kızla tanıştığından beri aşk şiirlerinin uçsuz bucaksız geniş alanı içindedir. Çünkü Ruth’un aşkı onun için güzelliğin ta kendisidir. Martin’in aklında “Bir öpücüğe ölüyor Tanrı’nın çılgın aşığı...” dizeleri vardır ve bu dizedeki olağanüstülüğe ve gerçeğe hayran kalır. Ruth için ölebilir... O an kendisini Tanrı’nın çılgın aşığı olarak hisseder. Martin için Ruth öyle hayret uyandırıcı bir şeydir ki Martin yedikleri kirazın onun dudaklarında yapmış olduğu lekeyi

19

ESRA BALCI

Page 22: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

algıladığı an Ruth’un kutsallığı parçalanır. Martin’in tümevarımla ulaştığı sonuç Ruth’un diğer insanlar gibi, diğer kadınlar gibi bîr kadın oluşudur ki bu Martin için “güneşin gökten aşağıya düştüğünü görmek” gibi bir şeydir. Martin Ruth’u kendi kafasında tanrısallaştırmıştır. Onun da insani özelliklere sahip olması Ruth ile arasındaki mesafeyi azaltmıştır, en azından Martin böyle düşünüyordur.

Sekiz aydan sonra, Martin artık öğrenmiş olduğu doğru biçimde konuşma ve yüksek düşünceye ek olarak kendi kişiliği üzerine de çok şey öğrenir. Bütün bunlarla birlikte kendine olan inancı da artar ve aklına hayatını tümüyle değiştirecek olan o fikir gelir, yazmak. O gördüğü güzellikleri, duygularını, kendini anlatmak için yazmak ister. Yazma fikrinin bilinçaltında oluşturduğu para kazanma fikri Martin’i asıl amacı olan Ruth’a ulaştıracaktır. Martin Ruth’u bu düşünceyle ilk kez ve açık olarak mesafesiz görür! Onun yazma düşü Ruth için doğmuştur. Martin Eden bir ün avcısı değil, sadece Tanrı’nın çılgın aşıklarından biridir. Tüm diğer şeyler onun için aşktan sonra gelir. Düşünce serüveninden daha büyüğü aşk serüvenidir ve hayatı anlamlı yapan şey Ruth’un var oluşudur. Kendi adına “başarmak”, sevdiği kadının onunla gurur duyması, onu değerli sayması içindir. Martin’in edebiyata olan tutkusunu ve çalışma azmini bilmesine rağmen, ona inanmayan Ruth, düzenli ve normal bir iş bulması konusunda Martin’e baskı uygulamaktadır.

Martin, kütüphaneye giden yolda City Hail Park’ta nutuk atan sosyalistler ve işçi sınıfı filozofları kümesini keşfeder. Tartışan, heyecanlı adamlar Martin için geride kalmış kabalıklarına, küfürbazlıklarına rağmen içlerinde barındırdıkları canlılıkla onun ilgisini çekmiştir. Ateşli tartışma sonrasında satır aralannda sıkça geçen ve Martin’in belleğinde yer eden kişi Helbert Spencer’dır. Martin Spencer’ı okuyarak, anlayarak entelektüel yaşamın bir derecesinden diğerine yükselmiştir. Martin’in bütün yönlerini merak yönlendirmiştir ama Spencer ona öğretmiştir ki kopuk olayları gözlemleyerek varlıkları teğet geçmiştir.

Martin birikimini yazıya döker ancak yazdıklarının yayınlanmasını başaramaz. Yayınevleri onun yazarlığıyla ilgilenmez. Hayatı tüm koşullarda altüst olan Martin’in tek tesellisi içkici, sıkı bir sosyalist ve hasta bîr adam olan Brissenden ile dostluğudur. Brissenden Martin’i, üyesi olduğu arkadaş grubunun çoğunlukla felsefeden, kimi zaman siyasetten, hayattan, psikolojiden konuştukları sohbet ortamına davet etmiştir. Martin farkında olmasa da bu davet onun için gelecek yolunda attığı adımların temelini oluşturacaktır. Martin’in yeni tanıştığı bu adamlar sık sık çatışsalar da, görüş sahibi adamlardır.

Brissenden de Martin gibi yazmaktadır. Sıradan bir gün Brissenden Martin’in önüne bir yazı bırakır. Başlığı Efemerid olan bu yazı Martin’i bugüne kadar kazanmış bilgi düzeyi, sanat anlayışı ve yorumlama becerisine göre kendisine hayran bırakır. Bu, Martin’in hayatında gördüğü (Ruth’dan sonra) en hayranlık uyandırıcı şeydir ve Martin Brissenden’e bunu hemen yayıncılara postalamayı teklif eder. Brissenden teklifi 20

Page 23: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

reddetmiştir çünkü o, Martin gibi, para kazanmayı sevdiği yola giden bir araç olarak görmekten öte sadece kendi için yazıyordur.

Martin’in dergilere gönderdiği bütün el yazmaları masanın altında yatmaktadır. Yalnız bir el yazması yolculuğunu sürdürmüştür ve o da Brissenden’in “Efemerid’idir. Martin Brissenden’i görmek ve iyi haberi ona vermek için kaldığı otele gittiğindeyse Brissenden’in ölmüş olduğunu öğrenir. Martin “Gecikmiş”i bitirir ve postayla gönderir. Martin Brissenden’in ölmüş olmasından dolayı suçluluk duymaktadır. Brissenden yığınlardan ölesiye nefret etmiştir ve onun en iyi ve kutsal şeyi Martin nedeniyle yığınların önüne atılmıştır. Kitap satış rekorları

kırmaktadır. Martin Efemerid’in parasını alır ve tüm borçlarını kapatır. Paranın artık onun için bir önemi yoktur. O, haritasız ve dümensizdir, gidecek hiçbir limanı yoktur. Bu yüzden sürüklenmek onu yaşama daha çok karıştırmıştır. Tüm yaşamının doruğundaki aşk ile birlikte yıkılışı içinde dergiciliğik ve komuoyu da yıkılmıştır. Brissenden haklıdır, dergiler yığınların sözcüsüdür ve dergi yayıncıları da içlerinde başarısızlık öyküleri barındıran insan sürüsünden farklı değillerdir. Martin, Brissenden’in haklı olduğunu anlamak için boşuna çetin yıllar geçirmiştir.

Gecikmiş, kabulünden sonra satış rekorları kırar. Martin bir anda tüm sosyal sınıfların gündemi haline gelmiştir. Çok kazanır ve masa altındaki bütün eserleri yüklü miktarlara kabul edilir. Yeni sosyal statüsü içinde Martin elbette ki Ruth’un girişimiyle onunla karşı karşıya gelecektir. Kaldığı otelde Ruth’u kendisine onu affetmesi için yalvarır halde bulan Martin artık Ruth’a karşı hiçbir şey hissetmemektedir.

Martin kendisinin hiçkimse olduğu sonucuna varmaktadır. Sokak kabadayısı Martin Eden gerçekti rama ünlü yazar Martin Eden varolmamıştır. Bu düşüncelerin onda uyandırdığı tek istek vardır: denizlere dönmek. Ün sahibi Martin hastadır, çok hastadır. İşçi sınıfından Lizzie Collony’nin dediği gibi onunki bedenen değil ruhen hastalıktır.

Martin Mariposa’nın güvertesinde rıhtımdaki kalabalığı izlemektedir. Küçük bölmede uyumakta, kahvaltı etmektedir. Tek yaptığı şey dalgın, yorgun, ve mutsuz olmaktır. Martin aslında hiç varolmamış amacı uğruna burjuvazinin sahte dünyasına girmiş ve hayat onu boşa geçirdiği yıllarla cezalandırmıştır. Martin kendisine ayrılan küçük bölmede uzanırken kendisine iyi gelecek şeyi bulmuştur ansızın. Onu sadece eski Martin yapan tek şeyle karşı karşıyadır şimdi. Ayaklan o tanıdık tadı hissettikten sonra kendini benliğinin kollarına bırakır. Gerçek, kolarmı açmış onu sarmalamaktadır. Yavaşça derine, en derine ilerler, suyun derinliklerinden hava kabarcıkları su yüzeyine yükselmeyi durduruna dek...

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

21

Page 24: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

22

Arkadaşlarıma aktarmak üzere bana geçmişinizle ilgili bazı bilgiler verebilir misiniz?

İlk olarak kendi meslek hayatımla ilgili bir espriyle başlayayım. Ben hukukçuyum. Londra’da da tiyatro okudum. Ankara’ya döndüğümde elimde iki meslek vardı. Hukukçuluk ve tiyatroculuk. İkisini de çok seviyordum ve ikisini de birleştiren bir meslek bulup, diplomat oldum.

Tiyatroculuk yanı olan Ergun Sav, tiyatronun tanımını yapmış ve bu tanım daha sonra da pek çok kişi tarafından kullanılmıştır. Ergun Sav’a göre tiyatro; insanı insana veren sanattır.

Aşağıda Ergun Sav’a sorduğum sorulara verdiği cevapları bulacaksınız. Bu cevapları okurken, umarım siz de benim kadar keyif alırsınız.

Hayatınız boyunca birçok yazarla tanışmışsınız. Bugüne kadar tanışmayı istediğiniz fakat tanışamadığınız biri oldu mu?

Harold Pinter. Ben Londra’da London School Of Speech and Drama’ya gittim. Her okulun efsane mezunları vardır. Harold Pinter da onlardan biriydi. Büyük bir yazardı. Benim okuduğum okuldan mezun olmuş. Onu tanımayı isterdim.

İlk kitabınızı kendiniz mi bastınız?

Evet, ilk kitabı kendim bastım fakat çok büyük bir hataydı. 2.000 tane kopya bastırmıştım. Etrafımdaki insanlara, kitapevlerine birkaç kopya verdim ancak gerisi elimde kaldı. Ben de getirdim annemin evine yığdım kitapları. Evde yer kalmayınca da mecburen aşağı inip, kitapları yakmak zorunda kaldım. Bu şekilde de heralde kendi kitaplarını yakan ilk kişi oldum.

Daha sonra ilk kitabınızı Bilgi Yayınevi’ne basılması için tekrar verdiniz mi?

Hayır.

En sevdiğiniz hikayeniz hangisi? Neden?

İki tane en sevdiğim var. Birincisi “Diplomatura”. Zaten en çok satar kitabım da o oldu. Mizah olduğu ve içinde anektodlar bulunduğu için onu severim. Bir de “Halk Hikayeleri” vardır. 1970’de Nijerya’dan döndüm. Turgut Özakman bir stüdyo kurmuş radyoya reklamlar yapıyor. İş Bankası bir tanıtıcı reklam yapmak istiyor. Halk hikayelerini dramatize edip reklam olarak yayınlamaya karar veriyor Turgut. Bana: “Sen yazsana!” dedi. Bütün halk kikayesi kitaplarını topladım ve başladım yazmaya. Çok tutan bir etkinlik oldu. İş Bankası da bunu kitap yapmak istedi. Daha sonra bunu hikayeler olarak yazıp bastırdık.

CEREN ALGANATAY

Page 25: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

MAYIS 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

23

En sevdiğiniz yazar kim?

Çok zor bir soru oldu. En sevdiğim yazar demeyeyim, en sevdiğim insan ve bana çok yardımı dokunan bir ağabeyim, Haldun Taner. Bana çok katkısı olmuştur.

Hikaye yazarken konularınızı nerden buluyorsunuz? İlham kaynağınız var mı?

Hikayeler tamamen benim hayal gücümün ürünü. İlham kaynağım yok.

Yakın zamanlarda kitap çıkartmayı düşündünüz mü?

En son “Sözler Uçar Yazılar Kalır» adlı kitabı çıkarttım, yazarlığımın 50. yılı diye. Yeni bir kitap çıkartmayı düşünmüyorum.

Yazlığınızla ilgili bir kitabınız var. En sevdiğiniz ya da hiç unutamadığınız bir anınız var mı?

Erdem Yormuk, doktorluk yapıyor. Çok da güzel taklit yapar. Bir gün kağıt oynarken biri “Hoca sen nerelisin Allah aşkına?” diye sordu. Erdem cevap verdi: “Aslında bakarsan ben Karşıyakalıyım.” Bizim Şakir ordan atladı: “Uyy hocam desene hemşeriyuk o zaman.”

Hiç bir film senaryosu yazmayı düşündünüz mü?

Hayır.

Sizce bir hikaye nasıl yazılmalıdır? Bir hikayeyi güzel ve çekici kılan nedir?

Kolay okunmalı, ilginç olayları olmalı, ilginç tipler olmalı ve bir mesajı bulunmalı, uzun cümlelerden kaçınılmalı.

Genç yazarlara tavsiyeniz nedir?

Ben bir zamanlar meslek memuru sınavında başkanlık yaptım. Oradakilerin önüne bu “Diplomaturka” adlı kitabı koydum. İçinde sınava giren gençler için öğütler var. Bütün yazarlara tavsiyelerimi oradan bulabilirsiniz.

Günümüzdeki edebiyat eserleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben biraz demodeyim diyebiliriz. Bütün hayatım boyunca okudum ama son beş senedir çok okuduğumu söyleyemeyeceğim. Orhan Pamuk’u kesinlikle okuyamıyorum çünkü Türkçesine çok kızıyorum. Öbürlerini de çok okumadım, haksızlık etmeyeyim.

Bizden bir Dil ve Anlatım sınavında dostluk ve arkadaşlığı bir şeye benzetmemizi istemişlerdi. Bir yazar olarak, siz dostluk ve arkadaşlığı neye

benzetirdiniz?

Eğer soyut olarak düşünürsek, bence dostluğu, sevgiye; arkadaşlığı, aşka benzetebiliriz. Eğer somut olarak düşünürsek, dostluğu, motorsiklete; arkadaşlığı ise otomobile benzetebiliriz. Arkadaşlık çok daha sıkı ve yoğun bir şeydir. Dostluk, ahbaplık işte.

Sizce yaptığınız en değişik çeviri hangisiydi? Neden?

Ben Harold Pinter’ın çok büyük bir hayranıydım. Onun «The Dumb Waiter” adlı bir piyesini çevirdim. Türkiye’de de “Git Gel Dolap” olarak oynandı. Eskiden, çok katlı evlerde mutfak aşağıda, yemek salonu ise yukarıda olurdu. Arada bir boşluk bulunurdu. Bu boşluk dolaba benzerdi ama aslında yemek taşımaya yarayan küçük bir asansördü. Kapağı açılıp, içine tabak koyulup, düğmeye basılırdı. Asansör yukarı çıktığında, yukarıdaki garsonlar kapağı açıp tabağı alıp servis yaparlardı. İşte bu asansörün adı İngilizce’de “The Dumb Waiter”. Şimdi bunu sessiz uşak diye çevirsem, kimse bir şey anlamayacak. Araştırdım, soruşturdum, Tokat’daki konaklarda bu sistem varmış ve yukarı aşağı gidip geldiği için bu dolaplara “git gel dolap” denirmiş. Ben de bu şekilde çevirmeye karar verdim.

Tiyatro oyunu yazmak nerden aklınıza geldi?

Yanımda evrak işlerinden sorumlu Çiçek Hanım çalışırdı. Kızı tiyatro okulunda okuyordu. Okulda rol dağılımı yapmışlar ancak Çiçek Hanım’ın kızı ve dört arkadaşına rol kalmamış. Çiçek Hanım da gelip bana bildiğiniz beş kızın başrolde oynadığı bir oyun var mı diye sordu. Ben de bir oyun verdim ve bir hafta sonra ne oldu diye sordum. Oyunda dört kız, bir tane de erkek oyuncu varmış. Hocası da bu nedenle oyunu kabul etmemiş. Kızı çok üzülüyormuş bunu duyunca, oturup “Beş Arkadaş” adında bir oyun yazdım ve bu oyunu oynadılar.

Bu tiyatro oyununu ne kadar sürede yazdınız?

Bir ay.

Ergun Say bilgili olduğu kadar çok da esprili değerli bir yazar. Röportajımızı bitirirken şöyle dedi: “Biz okur-yazar bir aileyiz. O (Eşi Jale Hanım) okur ben yazarım.”

Page 26: ODTÜGeliştirmeVakfıÖzelLisesi - odtugvo.k12.tr · MAYIS 2013.IŞIYAN SAYFALAR Ata’m, Sevgili Ata’m, Seni hiç görmedim, senin sesini hiç işitmedim. Küçükken senin hakkında

NİSAN 2013 . IŞIYAN SAYFALAR

SOĞUK BİR KOKU

Puslu bir kış sabahı,

Göz gözü görmüyordu.

Renksiz duman sarmıştı etrafı.

Sislerin ardından doğan güneş…

Köy çocuklarının sevinç çığlıkları sarıyor etrafı.

Güneşin sıcaklığıydı ısıtan içimi.

Titreyen kollarım…

Ameliyat masasının soğukluğunu hissediyorum sırtımda.

Yalnızlığın sesiydi, fısıldayan kulağıma.

Soğuk bir koku…

HAZIRLIK B

GÜN DOĞMAYACAK

Hasretle bakan gözlerinin derinliklerinde,

Kaybederim kendimi istemsizce.

Gün doğumuna doğru,

Bilinmezliğin yolunda yürüyorum…

Sen neredesin?

Çanlar çalındığında fark ettim yokluğunu,

Zamanın seni karanlıklara boğduğunu,

Dökülen yapraklarda kalan mutluluğu…

Anladım ki gün bir daha doğmayacak.

Sen neredesin?

9-G

Kollektif Şiir Yazma(Tüm sınıfın katılımıyla, verilen bir sözcükten veya dizeden çağrışım yoluyla anlamlı bir şiir oluşturma)

24