ÜÇ boyutta yapilanma - wordpress.comkristaldeki atomik düzenlenme hakkında bilgi elde...
TRANSCRIPT
ÜÇ BOYUTTA YAPILANMA
Sanatta, mimarlıkta ve doğal dünyada dizi, düzenlil ik ve simetri
hayranlık çeker. Tabi düzensizl ik ve kaos bir çok f iziksel varlığı
karakterize eder. Termodinamiğin ikinci yasası tüm sistemlerin
ilerlemesini düzensizl iğin arttığı yönde doğru ve niceliksel
terimlerle formüle etmiştir . Fakat birçok doğal nesne düzenli ve
simetriktir . Kristaller bilim insanlarına ve meslekten olmayan
kiş ilere büyüleyici bir nesne olarak görünmüştür(ö zell ikle seyrek
bulunmaları ve kıymetli taş olarak). Tipik gerçek kristaller
düzenli şekiller, pürüzsüz yüz ve netl ik, yüzeyler arasında iyi
tanımlanmış açılar ile karakterize edil irler. Bizi çoğunlukla
kristalin optik özell ikleri ilgilendirir ve merakland ırır - onun rengi
(veya elmastaki gibi taşın ışığı kendi içinde yansıtması ve bunun
sonucu olarak parıldaması ve ışı ldaması gibi sonuçları olan yüksek
kırma indeksinin olması) ve mekaniksel davranışlar, elmasın
müstesna sertliği gibi bizim merakımızı uyaran başka şeyler. Bu
bölümde bizim araştırma noktamızın başlangıcı onların
düzenliliği ve s imetrisinin geometrik özellikleri. Özellikle
kristalin dışarıdan görünüşünün düzenliliği onun atomik yapısını
yansıt ıp yansıtmadığı hakkında araştırma yapacağız.
Bu pazıl ın i lk ipucu Davitson’un deneyinden gelmiştir . Elektronun
dalga benzeri özell iklerinden tekrar bahsedersek ince bir metal
folyoda elektron demetinin parıldadığı sonucunu görürüz.
Elektron demeti folyonun içinden geçerken kırılır , böylece demet
dalga g ibi davranır ve folyo içindeki atomların yerleşimi düzenli
olduğu için yavaşlar. Elektron maddeler ile kuvvetlice etkileşir :
maddelerin içinden geçebilir , mesela çok ince bir film den, ama
normal kristalin ana yapısı içine nüfuz edemeyebilir . Aksine
radyasyonun bir başka şekli, X -ray, (Röntgen tarafından 1895’te
bulundu ve elektro manyetik radyasyonun en basit şeklidir, ışığa
benzer fakat daha kısa boyludur) katıların yüzeylerinden içine
nüfuz edecektir. Kır istagrofi bil imi, kristaldeki atomların
düzenlenmesinin belir lenmesi, 1912’de Lawrens Bragg
tarafından bulunmuştur. O X -ray kırınım kristallerini
keşfetmiştir . Bu gözlemin sadece yorumu kırınım örneklerinin
analizi ve kırınım ağı olarak görev yapan atomların kristallerde
düzgün şekilde konumlanarak oluştur duğudur. Bu şekilde
kristaldeki atomik düzenlenme hakkında bilgi elde edebilir iz.
Bir kristal yapısı zorunlu olarak atomların düzenlenmesinden
(çoğunlukla bir im hücre olarak tercih edil ir) oluşur ve bunlar üç
boyutta düzenli olarak tekrarlanır ve özdeşti rler, solda gösterilen
resim gibi. Biçim düzeni aşırı basit olabil ir ve sınırl ı sayıda atomu
kapsayabil ir . Çoğu metalin kristal yapısında mesela iki atomu
içeren sodyum klorür (kaya tuzu) birbirini tekrarlayan biçim
düzenlenmelerinden oluşmuş bir yapıya sa hiptir. Solda
görülmektedir. (Şekil 4)
Bir diğer uç örnek virüs kristalleridir , atomların binlercesinin
yüzlercesini içeren virüsler bir birini tekrarlayan bir imle re sahiptir ler. Henüz şimdiki k ristografinin
çok dikkate değer başarısından biris i virüslerin kristal yapılarının belirlenmiş olmasıdır. Solda
görülen resim David Stuart ve yardımcıları tarafından belirlenmiş olan ayak ve ağız hastalığı
virüsünündür.
Şekil 2 Metal kıristal katılar.
Şekil 1 MgO Magnezyum oksitteki atomların dizilişi.
Şekil 3 Elmasın yapısı
Şekil 4 Sodyum klorür.
Bunun için yaşayan en basit şeyin kendi dış örtüsünün tüm
atomların pozisyonlarının gözle görülü r seviyede düzenli
olduğunu bil iyoruz.
ÜÇ BOYUTTA YAPILANMA
Kristal yapılarının çeşitl il iğini ve zengin içeriğini açıklamaya
devam etmeden önce çok temel bir soruya cevap vermeliyiz üç
boyutta atomlar neden düzenli yapıya sahiptir? Bu fevk alade
düzenlilik ve sistematik düzenlenmenin sürdürülmesini ne
sağlamaktadır? Cevap sürpriz şekilde basit ve açıktır ; atomların
düzenli dizil imleri düzensiz yapılarından daha düşük enerjiye
sahiptir. Metaller gibi en basit yapılar sezilecek kadar açıktır .
Her bir atom diğerini çektiği için maksimum yoğunluğu elde
etmede en uygun verimlilikteki yol bir arada bulunmaktır. Ve
görülen yapılar içinde üç boyutta paketlenmenin(en yüksek
yoğunlukta) en iyi yolu budur.(Benzer şekilde biliyoruz ki masa
üzerindeki bilardo toplarını bir araya getirmek istesek bunu en
etkil i yolu düzenli dizil imle sağlanır).
Daha kompleks yapılara baktığımızda düşük enerjiye yol açan düzenlenme daha az görülür. Bu
prensibin hala geçerli o lduğun bilgisayar deneylerinde göre bilir iz. Basit bir örnek yukarıda
gösterilmiştir . Deneyde önemli bir bileşik olan titanyum dioksit ile ilgilenilmiştir(bu beyaz boyaların
Şekil 5 Bir virüsün yapısı.
Şekil 2 Metal kıristal yapıları.
Şeki l 3 TiO2 modelinin örgü enerjis i m inimizasyonu doğrultusundaki
resmi.
temel bileşenidir ve güneş enerjis i sistemlerinde kullanılır). Deneye serbestçe dü zenlenmiş olan
oksijen ve titanyum atomlarının doğru yoğunluktaki bileşiği vermesi gereklil iği ile başlayalım. Sonra
bilgisayara enerji minimizasyonu tekniğini kullanarak atomlar arası kuvvetlerin rol oynamasıyla
sağlanan bilgiyi kullanarak atomların mümk ün
olan en düşük enerjili konfigürasyonunu
bulmasını söyleyelim. Resim en düşük enerjil i yapı
yoluyla elde edilen konfigürasyonları
göstermektedir . Görmekteyiz ki dikkat çekici
seviyede bu yapılar üst üste çakışmaktadır ve
sonunda minimum enerjiye ulaşıldı ğında
tamamıyla düzgün bir yapıya ulaşırız, bu örnekte
TiO2 ‘nin rutil kristal yapısı için mükemmel modeli
elde ederiz. Basitçe atomlar arasındaki
kuvvetlerin temel al ınmasından en düşük enerjil i
atomik düzenlenme bize kristal yapıları
göstermektedir.
Atomlar ve moleküller üç boyutta kutuya
konulduklarında düzene girerler çünkü düzenli
yapıların enerjileri daha uygun düzenlenmiştir .
Üstelik doğanın temel sürücü kuvvetlerinden olan düzensizliğin artması prensibi kristallerde de
vardır, bunu sonraki bölümd e göreceğiz. Düzensizlik doğrultusundaki i lerleme kristalin erimesi
sırasında sıcaklık ile artar, kristal fazın düzenlil iği bu şekilde kaybolur ama sıvıları n yapıları da aynı
şekilde etkileyicidir. Sonra göreceğimiz gibi düzensiz hareketl i sıvı yapıları do ndurma ile düzenli
atomik diziliş in korunduğu katılara çevrilebil ir . Burada camların atomik seviyedeki yapılarını da
açıklayacağız . Camsı maddelerin yapısı kristal yapılarının incelenmesi bizim bakış açımızı
genişlettikten sonra açıklanacaktır.
YAPILARI BİR ARADA TUTAN
BAĞLANTILAR
Kaya tuzu , rutil ve çoğu metalin paketler terimi
içinde anlaşılan basit kristal yapılarını görmüştük.
Her atom bir diğerini çeker ve çok verimli çerçevede
bir arada paket haline gelirler. Kristal yapılar
atomik büyüklükle bağılı olarak kontrol edilir ve
atom diğerlerinin çevreled iği bir paket içinde
bulunur. Gözlemler şunu göstermiştir ki eğer
atomlar benzer büyüklülerde olsalardı her bir atom
metal yapılarındaki gibi kendini çevreleyen on iki
atoma sahip olacaktı, fakat kaya tuzlarında
(sodyum klorür) klor iyonları daha büyük olduğu
için sodyum iyonu çevresinde sadece alt ı tane
klor bulunabil ir . Gerçekten bu gibi paketlenmeler
göz önüne alındığında etkin bir yol göstericidir
ve kristallerle oluşturulmuş yapıların çoğunun
gerçek resmini ortaya koyabilir , bu tarzdaki
atomlar metalik veya elektrostatik (iyonik)
kuvvetlerle bağlanmışlardır.
Daha kompleks ve düşük yoğunluklu yapılar
kristaller tarafından benimsenmiştir , bunlarda
Şekil 4 Lantanyum nikelat.
Şekil 5 Tetrahedral ve oktahedral.
Şekil 6 ReO3.
bağlar genell ik le kovalent bağ olduğu durumda
özel yönlerde bağlanmayı gerektir ir . Bu bağlar
çekirdekler arasındaki elektron yoğunluğuna
bağlıdır. Bu sistemler için şekillerin
paketlenmesi yerine bir alternatif yaklaşım
belirlenmesi ve bu yapıların öngörülmesi gerekir.
B ir polihedral bağlanmayı göz önüne alırsak
kristal yapıyı iyi tanımlanmış basit geometrik
şekiller halinde öngörebiliriz, mesela normal
olarak oktahedraller ve tetrahedraller köşeler ve
merkezler ile nitelendirilirle, bunlar üç boyutlu
yapıyı veren köşeler , kenarlar veya yüzeyler ile
birbirleri ile bağlantıdadırlar.
ReO 3 bu sınıf kristal yapının basit ama çok zarif bir
örneğidir. Seyrek metal renyumun oksit’ inin yapısı
merkezde renyum atomunun bulunduğu altı oksijen
atomu tarafından çevrelenen oktahedral i temel
alır, oktahedraller düzenli ve simetrik yapılar
veren buradaki köşelerle birbirine bağlantı kurar.
Yapının açık doğası daha sonra anlatacağımız;
büyük atomların girebileceği oktahedral ağlar
arasında boşluklar bulunduran şekildedir.
Gerçekten öğreneceğimiz gibi yapının önemli bir
tipi paylaşılan köşelerin bulunduğu oktahedral
ağın boşluklarına atomların yerleştir ilmesi
prensibine dayanır. MO 6 (burada M metal atomu)
oktahedralinin oluşumu soldaki periyodik tablonun
aynı bölgesinde gurup olarak bul unan titanyum,
vanadyum, niobyum, tantalyum, molibdenyum,
tungusten ve renyum gibi metallerin oksitlerinin yapısal
kimyasında baskındır.
Bu metalleri içeren oktahedral MO 6 solda görülen
TiO2 yapısında olduğu gibi köşeler kadar kenarları
da paylaşabil ir . Yüzeyin paylaşılması mümkündür
ama komşu oktahedraldeki sıkıca yerleşmiş metal
atomlarının pozitif yükleri arasında kuvvetl i itme
olduğu zaman sınırlı kapsamda
oluşur. Örneğin soldakine benzer
küçük guruplarda büyük sınırlamalar vardır.
Oktahedral MO 6 küçük topluluklarını temel alan
yapısal kimya gerçekten çok ilginç ve çeşitl idir.
Kristal yapılar oktahedral inşa edilmiş blokların
mümkün olan bütün olasılıklarını kullanır. Oksit
yapısındaki niobyum metali köşeleri paylaşılan NbO 6 oktahedraller içerir ve bunlar
görüldüğü gibi köşeler veya yüze ylerle birbirine bağlanır.
Şekil 7 MO6 elementleri.
Şekil 8 Oktahedral olarak kordine olmuş metal atomlarını temel alan polianyon kümeleri.
Şekil 9 Nb2O5.
Şekil 10 Ti4O9.
Dahası kimyasal bileşimdeki değişiklikler oktahedral
bağlantıların yeniden yapılmasını doğurabilir . TiO 2
(TiO 2 x bileşiği s itokiyometrik bir bileşik değildir)
maddesindeki gibi yapıda yaprak görünümündeki
yüzey değişime uğramıştır .
Tetrahedral bağlanmalar yapıda büyük aralıkların
oluşmasını sağlamaktadır, gerçi yapısal prensipler
bazı durumlarda bunu çok sınırlar. Tetrahedralin
normal olarak sadece köşeleri paylaşılır çünkü;
merkezi atomlar arası itme kenarların ve yüzeylerin
paylaşıldığı yapılarda çok yüksektir. Soldaki resim
bağlanmanın enerji olarak çok fazla masrafl ı olan
modunu içeren yapıların çok s ınırlı aralığının
örneklerini göstermektedir .
MO4 tetrahedral inin köşeleri paylaşılan
bağlanması genel ve önemli elementler olan
alüminyum, sil isyum ve fosfor oksitlerinin
yapısal kimyasını temel al ır . Bu gibi si lisyum
dioksit yapıları tüm köşeleri paylaşılan
tetrahedral SiO 4 ’ü temel alan yapıların
şaşırtıcı aralığındadır. Çok önemli olan
kuartz; doğal ve endüstriyel önemi olan bir
maddedir. Kristobalit ve tridimit gibi diğer
yapılar SiO 2 ’yi benimsemişlerdir ve solda
gösterilenin bir örneği olarak klatharis gibi
çok fazla açık bağlantıların büyük miktarını
oluştururlar.
Bunlar büyük organik moleküllerde bulunurlar
(gerçekten çoğu durumda bunların sentezi bu
gibi türlerin varlığını gerektir ir). Bu konunun
sonraki tartışması bunlara benzer mikro delikl i yapılarla i lgil i
olacaktır. Öyle görünüyor ki köşeleri paylaşılan tetrahedral temelli yapı ların benimsendiği
ortamlarda sınırlamalar olmasına karşın tetrahedron oktahedronun yaptığından daha fazla yapısal
çeşitl il iğe müsaitt ir .
KOMPLEKSLİĞİN BAŞARILMASI
Bizim düşünce merkezimiz büyük karmaşık yapıları başarmada basit geometrik ve topolojik
yöntemlerin doğasını kullanmakta ve faydalanmaktadır. Sonraki bölümde tartış ılan biyolojik
Şekil 11 Bir heliks yapısında yüzeyleri paylaşılan tetrahedral.
Şekil 12 SiO2 polimerleri.
Şekil 13 Solda SiO2’ kafes benzeri ara boşluklar oluşmuştur ve gaz hidrat yapısında su moleküllerinin içerdeki hidrojenle bağlanış yapısı (sağda).
moleküllerin mükemmel karmaşıklığı z incir ve halka oluşumlarını temel almaktadır. Bu moleküller
arasında ve benzer moleküller in farklı kıs ımları arasındaki etkileşimler yüksek düzeyde kompleks 3d
yapılarının oluşumuna öncülük eder.
İnorganik dünyada üç boyutlu yapıların nasıl çok etkin tarzlarda beraber paket oluşturan
atomlarla basitçe oluşturula bildiğini, ama 3d bağlantı yapısı ile beraber iç bağlantılara da sahip
olan polihedrall in basitl iğini de gördük. Kompleksliğin yüksek derecesinin nasıl bir şematik bakışta
yapıya giren veya eklenen atomlarla bu temel basit yapıya uyum sağlayabileceğini göreceğiz.
Bazı çok basit örnekler paladyum ve demir gibi metallerin karbon, bor ve hidrojen gibi küçük
atomları emmesi şeklindedir . Metal atomları arasındaki boşluklar aşağıda gösterildiği gibi işgal
edilmiş boş bölgelerdir. Bunlar ev sahibi metalik atomlarla kuvvetl i ki myasal bağ yapmışlarsa da
önceki karakterist ik metalik özelliklerini korumaktadırlar(oksijen veya klorun metallerle
oluşturduğu birleşikler bundan farklıdır). çok büyük yapılarla uğraşılırken atomların eklendiği
yerler yeni yapı tiplerinin oluşmasına yol açar. Mükemmel örnekler önceden tartışılmış oktahedral
ve tetrahedral köşeli bağlantılardaki temel yapılar olarak verilebil ir , gerçekten yapının büyüklüğü ve
çeşitl il iği için temel oluşumların nasıl olduğunu göreceğiz.
OKTA HEDRON YAPIYA ATOMLARIN YERLEŞİMİ
Büyük yarık veya boşluk içeren Rhenium
trioxit ’in kristal yapılarının oktahedral
bağlantılarının köşelerinin nasıl düzenli
paylaşıldığını yeniden söyleyelim. Bu uyumlu
atomlar için bell i bölgeler sağlar. Ve
tungusten tir ioksit gibi moleküller (WO 3), bu
yapıdaki kristallerde büyük boşluklara
potasyum ve sodyum gibi metal atomlarının
emilebilmesine izin verir (biraz önce
gördüğümüze benzer yolla çok küçük çatlak
yapılarında bir çok küçük atomu içeren
kapalı, paketli metal yapıları görmekteyiz).
Üstelik bu ara metal birleşiklerine
benzemeyen metal yüklenmiş tungsten
tirioksitin f iziksel özellikleri radikal olarak
değişmiştir , iç yapıda metal atomunun en
dıştaki elektronları katının benzer
özell iklerini verecek şekilde delokalize
olurlar. Gerçekten bu bileşikler de ‘tungsten
Şekil 14 Metal demirin(solda) ve paladyumun (sağda) yapısındaki boşluklar. Ara boş bölgeler açıkca gösterilmiş.
Şekil 15 BaTiO3.
bronzu’ olarak aranırlar, çünkü metaller gibi parlaktır. Bu bronzlar eklenen metallerden çok farklı
miktarlarda içerirler (boşluk bölgelerinin tam doldurulması için s ıfırdan it ibaren değişik
değerlerde). Bununla beraber metal eklenmi ş birleşikler olarak sadece WO 3 bileşiği değil sıcak
oksit ler gibi diğer metallerden de bu sınıfta vardır.
Burada benzer yapısal prensipler temel
al ınarak bileşik oldukça zengin bir sınıfa
konulmuştur. Örnek kalsiyum titanat
bileşiğinde (CaTiO3) , perovskite mineralinde,
bu yapı bağlantı köşelerinde TiO 3
gösterilebilir , ReO 3 yapısında boşluklar Ca
atomlarıyla tamamen dolmuştur; tabiî ki
TiO3 ’te varsayılan bileşik maksimum 4 valense
sahiptir (titanyun dioksit TiO 2 mineralinde saf
titanyum ve oksijen içeren bileşik için bu
bileşimi oluşturan en yüksek oksijeni
içermektedir). Bu sonuçlardan dolayı bu
mineralin fiziksel ve kimyasal özell ikleri önce
anlatılan bronzdan çok farklıdır. Fakat
yapısal temeller tam olarak benzer dir.
Katılarda (ve katı hal kimyası) bu basit
fikirlerin çoğunu uygular. Daha demin
öğrendiğimiz gibi kararlı MO 6 oktahedral yapısında büyük sayıda metal atomu oluşan büyük
boşluklarla da bulunan çok sayıdaki metal atomu ile kararlı hale gelirken köşeler de paylaşım yapar
şekildeki yapıları vermektedir. Farklı sayıdaki atom, boşlukları doldurucu ve bağlantı sağlayıcı
(oktahedral BO 6 yapısındaki gibi) olarak görev yapar. Bu iki tipin mümkün olan kombinasyonunun
çok büyük sayıda olduğu ve bu yapı ile bil inen bileşiğin birkaç yüz tene olduğu ve çoğunun da hiç
kuşkusuz sentez edilebileceği açıktır.
Perovskite yapısı kendi l iğinden çoğu yapısal çeşitli l ik
ve kopleksite için kristal kimyasına zemin sağlar. İ lk
olarak yapıyı bozabil iriz , bu oyunda basit yüksek
s imetri yapıları ile genel şekilde oynanır, ve perovskite
yapısı parçalanma için öz ell ikte uygundur. Bunun en
basit, genel ve çok önemli olanı baryum titanatla
verilir . Oktahedron TiO 6 ’nın küçük parçaları düşük
sıcaklıklarda oluşur. Bu kabaca Ti iyonlarının köşeler,
kenarlar veya oktahedronun yüzeyine doğru ilerlerken
ara yapını değişmesiyle açıklanabil ir . Bu yer
değiştirmeler müşterektir, tüm Ti iyonları benzer yönde
ilerlerler. Ve düşük sıcaklıkta görülen üç bozunmuş yapı
yer değiştirmenin üç yöne karşılık gelir .
Tüm iyonlar benzer yönlerde hareket ett iği için
kristaldeki elektrik yüklerinin net yer değişimi kalıcı
elektrik dipol momentine sahip kristallerde bell i olur.
Bu gibi maddelere ferroelektrikler denilir . Bunlar
elektronik endüstrisinde geniş olarak kullanılır . Çoğu
başka perovskite yapılı materyalleri düşük sıcaklıkta
ferroelektrik fazlar gösterirler ve bileşik aralığı
çoğunlukla mümkün olandan çok geniştir , maddenin
elektriksel özellikleri bir veya iki metal atomuyla değişir . Gerçekten katı hal b ilimcileri mükemmel
bir sanatı bu prosedürde yapmaktadırlar; kompleks karışmış metal s istemleri oktahdral ve boş
bölgelerin her ikisini dolduran birkaç farklı atom tipi ile sentezlenmektedir.
Şekil 16 K2MgF4.
Şekil 17 Yüksek sıcaklık süper iletkenliği.
Daha kompleks yapıları geliştirmede diğer
bir taktik başka yapısal tipin halinde ara
tabakalaşmadır. Özellikle eğer görüldüğü
gibi perovskite için de sodyum klorür
yapısının tek bir tabakasıyla ilgilenirsek
lantanyum bakır oksit i le benimsenmiş olan
meşhur kristal yapıları bize yeni maddeler
verir. Bunlara Ca veya Sr ‘dop’ edildiği
zaman önce ulaşılan sıcaklıklardan daha
yüksek sıcaklıkta(yaklaşık mutlak sıf ır
sıcaklığının üzerinde 40K) süper iletken
kavramını ortaya koyarlar. 1987’de Bednorz
ve Muller bu materyali keşfettiklerinde
madde sentezini amaçlayan araştırma ların
çılgınlığını yansıtmışladır ; yüksek ve daha
yüksek sıcaklıklarda süper iletkenliği
göstermişlerdir. Bednorz ve Muller’ in
sansasyonel keşfi dokuz ay içinde
duyulmuştur, ve itr iyum ,baryum, bakır ve
oksijen elementlerini içeren yeni bir madde yaklaşık 9 0K’de süper iletkenlik göstermiştir . Bundan
daha yüksek s ıcaklıklarda azot sıvı hale gelir( sıvı azot soğutucu olarak oluşturulan uygulamaların
olabil irl iğinin tercih nedeni ucuzluğudur). Bu olağan üstü maddenin yapısı görülmektedir ve hala
perovskite yapısının bir örneğini sergilemektedir.
Bu alanın nihai hedefi oda sıcaklığında süper iletkenlerdir ve ı lık süper i letkenlerin üretim yarış ı
durmak bilmeden sürecektir. Biz bunları yazarken yüksek kompleks yapıların ip uçlarına yenilenen
mayalar gibi alanlard a rastlanmaktadır( bakır ve oksijen atomlarını içeren çoğu tabaka normal
çevre s ıcaklığına yaklaşan sıcaklıklarda süper i letkenlik gösterebilmektedir).
Ve eğer oda sıcaklığında süper iletkenlik başarıl ırsa bu katı hal kimyasıyla olacaktır. Kristal
mühendisliği ön görülen f iziksel özellikler başarılana kadar kristal yapılarını kodif iye ve manipüle
etmeyi sürdüreceklerdir.
TETRAHEDRALLER ARASINA ATOMLARIN
YERLEŞİMİ
Bizim gezegenimizi oluşturan mineraller
silikon, oksijen, metalik ve met alik olmayan
diğer atomların çeşit li yapılarından
oluşmuştur. Bu yapılar SiO 4 tetrahedrondan
yapıl ırlar, daha önce gördüğümüz gibi
paylaşılan köşeler i le birbirlerine
bağlanmışlardır. Sil ikon dioksitte tüm
köşeler paylaşılmıştır . Bu bileşikler için
bil inen çok farklı yapılar tetrahedral
iskelette paylaşılmış köşelerin çeşit li
topolojileri işaret etmektedir.
Sil ikatlarda ekstra metal ve oksijen atomları
araya girmiştir . Eklenen oksijen üç boyutsal
iskelette dağılmıştır ; gösterildiği gibi SiO 4
tetrahedra l inin paylaşılmayan köşelerinde köprü yapmayan oksijen atomlarının oluşmasıyla bu
yerleşme sağlanabil ir . Oluşan kafes yapısının tipi ve boy utsall ığı köprü bağı yapmayan ok sijenlerin
sayısı veya (belki daha uygun olarak) paylaşılmış halde korunan köşelerin sayısına bağlıdır. Burada
eğer üç köşe paylaşılırsa tetrahedraller yaprak yapısında birbirine bağlanacaktır.
Şekil 18 Cıva bulunduran yüksek sıcaklık süper iletkeni.
Şekil 19Köprü bağı yapmayan oksijen türleri.
Oluşan kristal yapısındaki atom tabakaları
birbirleri üzerinde kolayca kaydırılabil ir . Sürpriz
olmayacak şekilde çoğu mineral, özellikle balçık
mineralleri bu yapıya sahiptir ve yumuşak
minerallerdir. Aşağıda daha iyi tartış ıldığı
şekilde, balçıklar normal olarak s il ikon kadar
alüminyum da içerir. Bunun klasik örneği temel
bileşeni beyaz kil , kaolinit dir.
Mineralleri oluşturan tabakalar ağ yapı sındaki
üçlü bağlantı köşeleril inin mümkün olan tüm
mimarisini kullanır. Bazı durumlarda köprü bağı
yapmayan oksijen atomları tabakanın tamamen
bir tarafında diğerlerine alternatif olarak
bulunur. Tabaka lar buruşuktur ve bazı
durumlarda rulo haline gelir ler. Metal
atomlarının farklı düzenlenmesine (yine burada
aşır ı oksijenin varlığını söyleyelim) ve
bağlantılarda alüminyum bulunmasının tercih
edilmesine göre daha kompleks yapılar oluşabil ir . Bu
ön görüleri daha sonra göreceğiz.
Tetrahedral bağlanmaların diğer bir yapısına geri
dönersek her bir SiO 4 tetrahedronun sadece iki
köşesini işgal ettiği zaman silikat zincirleri oluşur.
Silkat kimyası tetrahedron zincirlenme ile oluşan
yapısal olasıl ıkları araştırır , zincir yapıları
diopside gibi doğal olarak oluşmuş minerallerde
yoğun olarak bulunur. Tek bir köşe paylaşıldığı
zaman sadece iki tetrahedron bağlanabilir . Bu gibi
yapılar seyrek olarak bil inir ve bölümün sonunda
tartış ılacak olan Mg 2SiO4 ‘nin yüksek basınçlı fazı
buna bir örnektir. Madde yapılarına daha detaylı
baktığımızda dünyanın bunlardan yapıldığını görürüz.
Son olarak sil ikat tetrahedral köşeleri paylaşılmamış şekilde
olabil ir ve bunlar izole edilmiş SiO 4 ‘ü temel alan yapılardır.
Daha önemli bir örnek yoğun forsterite mineralidir, bu yapıda
gösterilmektedir. Bu bileşiğin bir değişiğini sonra
tartışacağımız dünyanın manto tabakasının en üst kısmını
temel bileşiği olan, gözle görülür bir şekilde demir içeren
olivine mineralidir.
Şekil 20 Üç köşesi paylaşılan tetrahedral ile oluşan bir katman.
Şekil 22Kaolinit mineralinin yapısı.
Şekil 21Tabakalaşmış minerallerin farklı tipleri.
Şekil 23 Bir tür silikat zinciri.
Şimdi metal atomlarıyla ne şekilde etkileşim olduğuna
bakal ım. Bu incelemede sil ikat tabakaları, zincirler ve izole
olmuş tetrahedraller arasındaki pozisyonları inceleyelim.
Tüm negatif yüklülerin en sonunda negatif olarak yüklenmiş
oksijen iyonları ile ilgileneceğiz. Pozitif olarak yüklenmiş
olan metaller kristalde iki bağ arasında elektrostatik
etkileşim ile durur. Tabaka yapılarının olduğu durumda
metal iyonları görüldüğü şekilde negatif olarak yüklenmiş
kabuklar arasındaki tabakalara kendiliğinden
yerleşmişlerdir. Ve bunlar sil ikat zincirleri arasındaki iyi
tan ımlanmış bölgeleri tam olarak kaplarlar. Örneğin
MgSiO 3 ve yukarıda başvurduğumuz forsterite
mineralindeki izole olmuş SiO 4 gurubu.
Daha sonraki bir değişikl ik, yapıda sil ikon kadar
alüminyumunda bulunabildiği sil ikat yapılı
kimyasalların inşasıdır , alüminyumun bulunduğu
durumda atomların doldurduğu boşluklar benzer
büyüklüktedir. Çoğu yapıda AlO 4 tetrahedrali basitçe
değişebilir veya basitçe bir numarayla SiO 4
tetrahedralinin yerini alabilir . Bu şekilde mümkün olan
bileşik aralığı muazzam şekilde genişler. Fakat sil ikona
benzemeyen şekilde alüminyum AlO 6 oktahedral yapıda
kararlıdır. Oktahedral olarak kordine olmuş yapılar
alümina sil ikat kimyasında bu şekilde mümkün hale
gelir . Buna örnek kil yapılarında bulunur, burada
alümina s il ikat tabakaları A lO 6 oktahedral ve SiO 4
tetrahedrallerden oluşmuştur.
Bunun doğada kullanılan şeklinin en basit olanı
tetrahedral yapıda paylaşılan köşelerde si lisyumun
yerini alüminyumun olmasıdır. Bunun sonucu i lk
resimde gösterilenden daha geniş bir değişim olmasıdır. Alüminyum atomunun çekirdeği s ilikondan
bir proton eksiktir ve bir değer daha düşük pozitif yüklüdür. Silikonla alüminyumu yer
değiştirdiğimiz zaman alümina sil ikat bağlantıları daha düşük pozitif olacaktır, yani daha negatif
yüklenmiş olacaklardır. Bu aşırı negatif yükü dengelemek için ek olarak pozitif yüklü metalik iyonlar
yapıya eklenmelidir. Bu basit prensibin çok açık sonucu tam olarak k öşeleri paylaşılmış olan alümina
silikat bağlantıları pozitif olarak yüklenmiş metalik iyonları içeren yapılar oluşt ururlar. Buna
Şekil 24 Diopside mineralinin yapısı.
Şekil 27 Forsterite yapısı.
Şekil 25 Muscovitenin tabakalaşmış yapısı, parlayanlar katyon noktaları.
Şekil 26 Muscovitenin tabakalaşmış yapıları.
karşılık eğer SiO 4 tetrahedral yapıları
korursak tüm köşelerdeki bağlantıların SiO 2
içermesi zorunludur ve gördüğümüz gibi SiO 2
yapılarının büyük değişimi mümkün dür.
Yapının bu safhasındaki alümina sil ikatla da
genişleme hala sürmektedir, negatif yüklü
iskelet ve pozit if olarak yüklenmiş metal
iyonları arasındaki çekim kuvvetleri i le tam
olarak köşeleri paylaşılmış ağın çok farklı
tipteki kararlı lığı görülmektedir.
Yoğun, tam olarak köşeleri paylaşılmış
alümina silikat bağlantıları mineral ler in en
dayanıklı ve en sertini sağlar. Granit ve
bazalt gibi sert kayalarda bulunan tipik
feldspar mineralinin yapısını gö rmekteyiz.
Diğer ekstrem bir uçta ise , düşük yoğunluklu
kompleks yapıların ilginç bir sınıf ı
bulunmaktadır, bunlar in organik dünyad a
bil inen en güzel ve güç yapıları sağlarlar.
MİKRODELİKLİ KATILAR; KAFESLER, KANALLAR VE BOŞLUKLAR
Önceki bölümde gördüğümüz feldspar
yapıları solda görüldüğü şekilde doğal bir
kafes oluşturur, volkanlar yüksek sıcaklık
şartlarında bu yoğun püskürük kayaların
oluşumunda temel etmendir.
Doğa mükemmel , değişik, sentezci kimyadır
ve nazik şartları kullanarak diğer narin
yapıları yapmayı öğrenir. Phill ipsite
minerali ; toprak sular alt ında iken
milyonlarca yıl evvel oluşmuştur. Tarih
öncesi okyanusların altında yüksek
konsantrasyonlu sil ikon ve alüminyum
sıkıştır ılmadan yoğun yapıda SiO 4 ve AlO 4
tetrahedral bağlanmaları ile yavaşça
kristallenir, ama açık yapılar atomik seviyede
delikler içerir,bular mikrodelikl i yapılardır.
Bu doğal sentez şartları labaratuarda
yeniden oluşturulabil ir , artırı labil ir ve
değiştirilebil ir . Bu şekilde ş imdi zeolit olarak
bil inen mikro delikl i alüminosil ikatlara hem
doğal olarak hem de sentetik olarak büyük
miktarda maddeye sahibiz . Bazı basit ve en
önemli yapılar tepesi kesilmiş oktahedron
olarak anlatılan yüksek simetrili cubo -
octahedral kafesler şeklinde inşa edilmiştir .
Bunlarda dört alüminyum veya sil ikat
atomunun halkası (bunlarda oksijenle bir
birlerine bağlanmışlardır) yüzeyi oluşturan
alt ı Sİ veya Al köşeleri ve halkaların birleşim
yerini al ır .
Bu kafesler doğal ve sentetik mineraller olan
sodalit in oluşum yapısındaki gibi karşılıkl ı
Şekil 28 Feldspar yapıları.
Şekil 29Feldispar yapıları.
Şekil 30 Phillipsite
dört halka kedil iğinden erimiş haldedir. Bu
yapılarda kullanılan alternatif ve akıll ı
prensip dört halkanın karşıl ıklı köp rü
oluşturmasıdır. Erimiş yapılarda dört halka
komşu kafesler arasında paylaşılmıştır ;
köprülü yapılarda bir kafesteki dörtlü halka
ikil i halkadaki atomların (Si veya Al)
tetrahedral bağlantısının olduğu oksijen
atomlarıyla komşu kafeslerdeki benzer
halkalara bağlanmışlardır . Sonuçta oluşan
yapı Zeolit A olarak bilinir ve deterjanlarda
geniş olarak kullanılır . Altıl ı halkanın
karşılıkl ı bağlanmasıyla bir başka yapı,
Zeolit Y üretilir ve ‘kraking katalizörü’
olarak petrokimya endüstrisinde büyük
miktarda ku llanıl ır . Ağır yağlardaki uzun
zincirl i moleküller bu yapılardaki deliklerin
içine difüze olabilirler ve bu geniş boşlukların
içinde petrol ve gaz yağı için uygun olan
uzunlukta daha kısa zincirli moleküllere indirgene
bil irler.
Diğer bir yapı solda gösterilmektedir. Zeolit ZSM-5
yukarda bahsedilen Zeolit A ve Zeolit Y’ye karşın beşl i
ve onlu halkalardan oluşmuştur. Ve kanal yapılarında
çok ilginç değişikl ikler görülmektedir. Bu ZSM -5
birbiri içine giren düz ve dalgalı ( s inüzoidal)
kanallara sahiptir. Mordenite sadece düz kanal
yapısına sahiptir. Gerçekten bu mikro delikli
yapıların doğasında köşeleri paylaşılmış tetrahedral
ağlarının mümkün olduğu kadar çok topolojik
olasılığı görülmektedir.
Zeolit ler alümina sil ikat oldukları için normal olarak
negatif yüklü alümina s ilikat iskeletini nötralize eden metal iyonları bulundurur bunlar genel olarak
kafes yapılarındaki halkalarda iyi tanımlanmış bölgelerde bulun urlar. Solda gösterilen resimde
Zeolit Y’deki katyonlarla doldurulmuş bölgeler parlak olarak g österilmiştir . Özellikle ilginç olan
Şekil 31 Zeolit yapıları.
Şekil 32 Hidrokarbon molekülleri ve zeolit Y.
Şekil 33 Zeolit ZSM-5 (solda) ve mordenite (solda) yapıları.
çoğu metal atomu için düşük enerji li bölge
sağlayan yapılardaki altıl ı halkalardaki
köprüler arasında prizma pozisyonunda
bulunmasıdır.
Buradaki önemli gerçek ; buradaki yapılar
çoğunlukla sentez sonrası yapıda ka lmış ve
sonra giderilmiş (genellikle ıs ıtmayla) fazla
su olması durumunda dihidratl ı maddelerde
görülür. Hidratl ı sistemdeki su molekülleri
boşluk veya kanallarda eğreti tanımlanmış
sonradan doldurulmuş bölgelerde metal
iyonlarına yapışmış ve onların etraf ını
çevrelemiş halde bulunurlar. Bu gevşekçe
hidratl ı metal iyonlarına bağlanmış olan su
molekülleri yapıdan kolayca ayrılabilir ve
başka bir metal iyonuna geçebil irler. ‘İyon
değişimi’ bu minerallerin bil inen en eski
uygulamasıdır. Örneğin Zeolit A kendin i
çevreleyen sudaki kalsiyum ve magnezyum
iyonları ile deliklerindeki hidratl ı sodyumu
değiştirmede etkil idir. Buradaki iyonlar
suyun tedarikinin zor olduğu ( İç Anadolu
gibi) yerlerde göze hoş görülmeyen kil
tabakalarını oluşturan, sabun ve
deterjanlardak i bazı özel maddelerle
çökelme yapan (çözünmez maddeler), suyun
sertliğinden sorumludur . İyon değişim
prosesi Zeolit A (ve diğer zeolitler) ile suyun
yumuşatılmasında etkindir ve zeolitler
deterjanlarda yumuşatıcı olarak y aygın
kullanıl ır , bunlar deterjan artıklarının
boşaltılması sonucu nehirlerdeki ve göllerdeki
ekolojik dengeyi buralardaki mikro
organizmaları beslemeyerek bozan alternatif
fosfat s istemlerinden daha çevrecidir.
Zeolit lerin yüksek iyon değiştirme
kapasitelerini kullanarak daha muazzam ve
yüksek teknolojil i uygulamalarda biri de
Three Mile Island nükleer kazasında 1982’den
sonra kirlenen suyun radyoaktif metallerden
temizlenmesinde doğal olarak oluşan
cl inoptilol ile kullanılması olmuştur. Bu zeolit
tehlikeli şekilde kirlenmiş atık sudan meta l
iyonlarının geniş ve çeşit l i bir aralığını tam
olarak çıkartabilmiştir .
Şekil 35 Klinoptilolite
Şekil 36 ZSM-5’in deliklerine hapsolmuş hidrokarbon molekülleri.
Şekil 34 ZSM-5 içine difüze olmuş küçük hidro karbonların yörüngesi.
İskeletin negatif yükünün katyonlarla oluşan
iskeletin nötralizasyonunun basit bir
alternatif i protonlarla (veya H + iyonları)
kaplamadır, oksijene köprü bağı i le
bağlanma olur ve yü ksek asidik guruplar
sağlanır. Bundan dolayı zeolitler deliklerinde
bulunan moleküllerde reaksiyonun
kendiliğinden başlamasına izin veren
kuvvetl i asit gibi davranırlar. Reaksiyonun
tipi delik mimarisiyle deliğe girebilen ve
delikten çıkabilen molekülün şe kli ile belirgin
olarak etkilenebilir ve bu t ip reaksiyon zeolit
içinde gerçekleşe bil ir . Asitl iğe sahip
zeolitler katalizlenmeyi kuvvetlendirir, ama
kataliz şekil seçici ise zeolitin delik ve boşluk
yapıları i le kontrol edil ir . Eşsiz katalitik
özell ikler in endüstride kullanımı yaygın
olarak sürdürülmektedir. Daha önce zeolizlerin
katalit ik kraking prosesi üzerinde etkili
olduğundan bahsetmiştik, burada asit
merkezleri uzun zincirl i hidro karbon
moleküllerine saldırırlar ve onları kısa
zincirl i türlere parçalarlar. Tersi bir proses
hidrokarbon sentezini katalizleyen ZSM -5
etkisinde görülür. İzomerizasyon (şekil
değiştirme) ve alkilasyon (karbon
atomlarına alkil ekleme) gibi diğer
reaksiyonlar büyük endüstriyel öneme
sahiptir. Gerçekten zeolitler inorganik
dünyada moleküler biyolojideki enzimler
gibidirler.
Bu maddelerin mimari mikro delikleri gaz
ayırımındaki uygulamaların üçüncü aralığını
oluşturur. Farklı şekillerdeki moleküller
farklı boyutlardaki bu yapılarda absorbe olur
veya difüze olur. Zeolit ler b unun için farklı
organik moleküllerin karışımını ayırmada ve
havada bulunan azot ve oksijen moleküllerini
ayırmada kullanılmaktadırlar.
Katalizörlüğün ve absobsiyonun detaylı
anlaşılması bu zeolitlerin deliklerinde tutunan
moleküllerin bil inmesini gerekt irir . Bilgisayar
metotları bu proseslerdeki olağan üstü işleyişi
ortaya koymaktadır.
Bilgisayar metotları üstelik zeolit biliminin ve
sentezinin büyük esrarını ortaya koymaktadır.
Bazı delik yapılarının sentezi uzun zamandır
bil inmektedir, organik temell i (azot içeren
organik moleküller) jel lerin sentezi için bu bilgi
zorunludur. Bilgisayar metotları görülen zeolit yapılarının
kararlı lığını ve içlerinde nasıl türleri tutabildiklerini göstermektedir.
Mikro delikli ler bilimi alümina sülfatları (AlO4 ve PO4 tetrahedralden oluşan) içeren s ınıflara
da genişleyerek çeşitlenmeyi sürdürmektedir. Bunlarda yeni delik yapılarına izin verilmektedir ve
Şekil 37 Bazı zeolit yapılarının oluşumu direk veya kabarık olabilir.
Şekil 38 VPI-5’in yapısı.
Şekil 39 Mesodelikli maddenin bir örneği.
Virginya politeknikteki Mark Devis tarafından keşfedilmiş olan 'VPI -5' olağan üstü geniş delikl i
materyal de bu şekildedir. Heyecan verici olan olay gösterilen mimarideki aşırı geniş delikler(makro
delikli materyaller olarak isimlendirilir) ile keşfedilen sil ikat sistemlerinin şuanda üretilebiliyor
olmasıdır. Hiç kuşkusuz bu maddelerin geniş aralıkta olması bir çok sürprizi hala saklı tutmaktadır.
Mikro delikl i materyaller inorganik kristal yapılarının (bunlar düzenlidir) çok sofist ike ve
karmaşığını göstermektedir. Bunların katalizör ve gaz ayrımındaki uygulamaları çağdaş kimyadaki
önemi kadar organik ve inorganik dünyanın geris indeki bağlantılar da göstermektedir.
1. DÜNYANIN YAPISI NEDİR?
Dünya beş milyon yıl önce tozların
sıkışması ile oluşmuştur. Tozun içeriği ise
özell ikle demir, nikel, si li kon, magnezyum
ve oksijence zengin geniş aralıktaki
kimyasal elementleri içermekte idi . Sonuç
olarak dünya ağırl ıklı olarak bir metalik
çekirdek ve sil ikat sisteminden oluşmuştur.
(Dünyanın merkezinde metalik
elementler olan demir ve nikelin
yoğunlaşması sonucu ağır lık etki kuvveti
olan yerçekimi oluşmuştur.)(Şuan bil im
adamları yerçekiminin nedeninin plazma
halindeki magmanın çevriminden
kaynaklandığını düşünmektedir) .
Gezegenin yapısının şematik bir yapısı
solda görülmektedir.
Bu üç temel bileşeni kapsar çekirdek, manto ve kabuk. Önceden anlatıldığı gibi metalik kıs ım bir
alaşımdır(Bir kristalsi madde iki veya daha fazla metal içerir, burada demir ve nikeldir). Manto üst
ve alt bölümlere ayrılabilir . Alt kısımlar çoğunlukla magnezy um sil ikat materyalinden(MgSiO 3)
oluşur ama dipte çok büyük basınç alt ında garip yapılar tercih edilmektedir. Burada sil ikon altıl ı
koordinat yapısına sahiptir ve materyal şekilde görüldüğü gibi perovskite yapısına benzer yapılar
benimsemiştir . Normal basınç altında yüksek yoğunluklu yapılar kararsızdır ve sil ikon tetrahedral
yapıya geri dönecektir. Üstteki mantoda düşük (ama hala büyük) basınçta Mg 2SiO 4 birleşiminin
tetrahedral koordinatlı yapısı baskındır. Bu i lginç birleşik farklı basınçlarda farklı yapı lar
göstermektedir, yüksek basınçta(yüksek
derinlikte) spinel yapı(Si 2O7 bir imlerinden
oluşan) tercih edil ir ve mantonun dış
kısmında düşük basınçta oliven yapısı. Tüm bu
manto mineralleri yüksek konsantrasyonda
demir içerir (magnezyumun demire oranı 10
da 1dir), demir magnezyumun yerini alarak
yapıda kolayca yer bulur.
Üzerinde yaşadığımız yer kabuğu
olabilecek kimyasallar bakımından zengindir
ve yine kompleks sil ikat minerallerinden
oluşur. Volkanlardan erozyona kadar jeolojik
süreç safhaları bil im adamlarının anlamaya
çalışt ıkları katı hal kimyasına geniş ve sürekli
deneyler sağlamaktadır. Benzer biçimde
manto minerallerinin f iziksel özelliklerinin
anlaşılması bütün olarak gezegeni çalışmasının
nasıl olduğunun anlaşılmasını sağlamaktadır.
İnorganik kimya ve kristalografi bize detaylıca anlamamızı sağlar çünkü bizim gezegenimizdeki
Şekil 40 Dünyanın mineral tabakaları
Şekil 41 MgSiO3 Perovskite.
minerallerin yapısı ve yine atomların düzenlenişi bunu sağlar. Benzer bir başka yolda bizim
vücutlarımız ve tüm yaşayan şeyleri oluşturan minerallerin organik kimya ve biy okimya ile atomik
seviyelerinin anlaşılmasıdır.
BOZUKLUKLAR
Mükemmel kristalin katı bütün dengeleri uç
noktada gösterir. Böyle bir yapı hipotetik olarak
mutlak sıf ır noktasıdır. Doğada yön düzensizlik -
yüksek entropi doğrultusundadır, bunun man ası
eğer enerji yüksekse düzensizlik elemanları
mutlaka düzenli kristalde görülecektir. Tabiî ki
yeterince yüksek sıcaklıkta düzen tamamıyla
kaybedil ir ve kristal erir. Ama kristal bu erime
noktasının altında her zaman bozukluklar olarak
bil inen bazı düzensiz yapılar içerir. Ve bu türler
sadece merak değildir.
Bunlar kristalin birçok önemli özell iğini kontrol eden etkilere tesir
edebilir . Mesela mekanik gerginlik ve kristalin içine difüze olmuş atomların oranı.
Bozuklukların en basit tipi bunların içindeki atomların normal yerleşime göre eksik
olması veya fazlada atom eklenmiş olmasıdır. Her ikisi de anlatılmakta olan atomik
göç özell iklerinin etkilenmesini sağlar. Boş bölgeler (vacancies) madde içinde komşu atoma
atlanmasına izin verirken ekstra ‘çatlağı ’ olan atomlar kristal içinde bu yüzden hareket edebil irler .
Neredeyse tüm kristallerde bozuklukların ana kaynağı kirli liklerdir. Saf kristallerin hazırlanması
için daha dikkatli metotlar kullanılmalıdır, kirli likl er kaçınılmaz şekilde olacaktır.
Bunlar genell ikle kristalin düzgün bölgelerini zapt ederler ve kristalim özell iklerinde dramatik ve
çok derin etkilere sahip olabil irler. Klasik örnek yarı iletken materyal s il ikondur; çok küçük miktarda
fosfor kirl i l iği yaratıldığı zaman fosfor atomları sil ikonla yer değiştirir ve komşu silikon atomlarıyla
dört kovalent bağ oluşturur. Fakat fosfor si likondan bir fazla elektron sunar ve ekstra elektronlar
fosfordan kolaylıkla taşınabilir (iyonize olur); elektronlar kr istal içinde taşına bil ir ve bu yüzden
elektrik iletkenliği artacaktır. Sil ikon bir yarı i letkendir ve fosfor kirl il ikleri materyal içine
katıldığı(dop edildiği) zaman madde n -tipi yarı iletkene dönüşür(‘n’ çünkü materyal içinde aşırı
negatif yüklü elektro nlar akımı iletir). Alternatif olarak sil ikona bora benzer elektron eksiği olan bir
element ekleye bilir iz. Yine bor atomları s il ikonun yerine geçer ama komşu atomlarla kovalent bağ
yaparken bir elektron alma ihtiyacı duyar. Çevredeki kristallerin birinden eksik olan elektronu çeker.
Bu kayıp elektron gerçek bir parçacık gibi davranır. Hem kristalin içinde hareket edebilir (bu gerçek
gibi, tabiî ki diğer elektronlarda hareket eder ama o boşlukta hareket ediyormuş gibi davranır) hem
de pozit if bir yüke sahip miş gibi davranır(negatif parçacığın yokluğunda pozitif bir türdür). Yine
yarı iletkenin elektrik i letkenliği artmıştır ama materyal şimdi p -tipi yarıi letkendir çünkü pozitif
yüklü boşluklar fazladır. Bu yüzden sil ikonun elektrik özell iklerini ona çok az s eviyede safs ızlık
Şekil 42 MgSiO3 lmenite
Şekil 43 Mg2SiO4
ekleyerek ayarlaya bilir iz(tipik olarak milyonda birden daha az s il ikon atomunu safsızl ıkla yer
değiştirerek). Ve mükemmel bir fenomen, sonra ‘p’ ve ‘n’ tipi materyaller üst üste konur. Böylece p/n
temas noktası dalgalı akımı doğru akıma çevirir . Bu maddeler akımın yalnızca bir yönde geçiş ine izin
verir ve elektrik devrelerinde hayati öneme sahiptir . Gerçektende Border ve Shockley’ in p/n temas
noktasının doğrultucu özelliğini keşf i modern elektronik çağının habercisi olmuştur. Son yıllarda
hayatımıza girmiş olan bilgisayar teknolojisi buradaki resimlerin yapımında kullanılmıştır , düşük
seviyedeki safsızl ık ile kristal sil ikonun elektrik özelliklerinin kontrolü gerçektende mümkündür.
Daha kompleks ama kadar da önemli düzensizlik t iple ri yerinden etme olarak bil ine satır
bozukluklarıdır, bunlar kristal paketinin modundaki hatalı bölgelerden oluşur, örneğin; atomun
ekstra tabakalarının tamamlanmadan araya girmesi gibi. Bu türler kristal büyürken ortaya çıkar ve
ısı veya mekanik bozunma i le başlar, dramatik olarak materyalin davranışını etkiler, bunlar
materyalin akmasına ve bükülmesine izin verirler ve bunlar yüksek konsantrasyonda olduğu zaman
materyalde hatalara da yol açabil irler.
Katılardaki bozuklukla ilgilenen bil im son k ırk yıldır ilerlemiştir . Gerçekten katılardaki düzen
ve düzensizliğin bütün alanı şimdi anlayışın i lginç seviyesine ulaşmıştır . İ lginç şekilde bazı katılar
çok yüksek seviyede düzensizl ikleri talere ederek kristal yapılarını korurken bazıları da çok az
miktarda safsızlık içerdiklerinde bu erime noktalarında görülmektedir. Ama yinede düzensizl iğin
oluşumuna gerekli olan enerji ve onun balans değeri arasında sabit değerleri ve onun konsantrasyon
gradyenti olan entropiyi anlaya bilmekteyiz.
ATOMLAR VEYA DÜNYANIN YAPILDIĞI ŞEYLER
Maddelerin son bileşeni nedir? Bu soru her zaman bil im hayalini ateşlemiştir; ve büyük ölçekli bilim
aktivitelerinin,yüksek enerji fiz iği arkasında entelektüel etki gücü olmayı sürdürmektedir. Yunanlıla r
maddenin görülmeyen atomların doğasında kurgulamışlardır, Newton için atomlar kütlel i, sert ve
bölünmez olmuştur. modern atomik teori Manchester erkek öğretmeni olan John Dalton tarafından
dahice bulunmuştur. O şunu önermiştir ; on dokuzuncu yüzyıl kim ya bilgilerinden farklı olarak
(gazlar ve katıların reaksiyonlarının ağırl ık ve hacimle bağlantısının olduğunu kabuk eden) farklı
kimyasal elementlere karşılık gelen atom tiplerinin farklı olacağı postulatıyla akılcı düşünmüş
olabil ir , farklı atomlar farklı kütlelere sahiptir ve verilen bileşikte basit oranlarla reaksiyon
yapmıştır . On dokuzuncu yüz yıl ilerlemeleri olurken molekül veya atomların toplanması fikri kök
salmıştı ve kimyasal analiz tekniklerindeki gelişmeler ile temel moleküllerin atomik bileş enleri
keşfedilmiştir . Moleküler şeklinin f ikri ortaya
çıkmaya başladı. Organik kimya biliminin dönüm
noktası benzen molekülü için alt ıgen halka
yapısını Loschmidt ve Kekule'nin keşfi olmuştur.
Burada kimyasal elementlerin artan sayılarının
özdeşleşmesi (farklı atom tipleri) ve bunarın
kütlelerinin belirlenmesi i le onların f iziksel ve
kimyasal özelliklerinde şematik eğil imler
görülmeye başlamıştır . Rus bil im adamı
Mendeliev atomik kütleleri temel alan tabloları
keşfetmiştir , ama buradaki elementler her biri
sekiz element bulunduran yatay periyotlarda
düzenleme yapmıştı ; sınıflandırmadaki
elementlerin gurupları veya yatay dizilmiş
kolanlarda ise atomların özelliklerinde önemli
benzerlikler ve sıradanlıklar görülmüştür.
Mendeliev fevkalade yaratıcı sı nıflandırma yapmıştır , tabiî
ki bu formülasyon zorunlu olarak boşluklar ve
tutarsızlıklar içermekteydi, çağdaş kimyanın köşe taşlarından bir i olan elementlerin modern
periyodik tablosu sonradan geliştir ilmiştir .
On dokuzuncu yüzyıl içinde kimyasal bilgi ler hızla geliş irken maddenin son görülmeyen bileşeni
olarak atom fikri olduğu yerde durarak geri kalmıştır , yüzyıl ın sonuna d oğru şaşırtıcı keşif lerin
Şekil 44Benzenin bilgisayarla yapılmış bir resmi gösterilmektedir.
ardı ardına gelmesiyle klasik fiziğin temelleri yıkıl ır hale gelmiştir . Parçacıklarda negatif yüklü
ELEKTRONUN keşfi , ışık atom altı parçacıklar J .J . Thompson'nun ve Becquerel'in radyoaktivitesi
yoluyla atomların altyapıları f ikri açıklığa kavuşmuştur. Aynı tarihlerde Röntgen'in X -ray ışınlarını
keşf iyle sonradan kullanacağımız sağlam bir yansımaya sahip olduk. Başka bir temel gelişme atomun
Rutherford çekirdek modelini sansasyonel bir şekilde keşf iyle olmuştur. tüm zamanların büyük bil im
deneylerinden biri Rutherford’un öğrencileri Geiger ve Marsden bir radyoaktif ışın kaynağından
çıkan parçacıkla ince al tın folyoyu bombardıman etmiştir ; dağılan parçacıklar flüoresans ekranla
belirlenmiştir . Sağda gösterildiği gibi sonuç beklenmedik ve fevkalade olmuştur; burada
parçacıkların çoğunluğu folyo içinden geçmiş, sadece çok küçük veya ihmal edilebilecek kadar kı smı
yansımıştır , küçük orandaki bu kıs ım büyük açıyla
yansımıştır . Bu gözlemler ancak atomun çoğunluğu
boştur, çekirdek pozit if elektrik yüklüdür ve neredeyse
atomun kütlesinin tamamına yakınını (santimin yüz
milyonda biri büyüklüğünde) barındırır, şeklin deki
model ile açıklanmıştır . Rutherfod’un deneyleri
çekirdeğin büyüklüğünü bundan on bin kat daha küçük
olduğunu göstermiştir . Bizim atomik yapıyı modern
anlayış ımızın temeli olan çekirdek modeli böylece
doğmuş oldu.
Hangi tür konular bu atom çekirdeğine girer? Bu güneş
sistemiyle çarpıcı benzerlikler göstermektedir, pozit if
yüklü çekirdeğin çevresinde negatif yüklü
parçacık(elektron) orbitalleri ışıkları temsil etmektedir.
bu gibi fikirler birkaç nedenden ötürü yetersizl ik gösterirler. Atomun modern anlayış ına hereket
etmeden önce yüz yıl önce ortaya çıkmış olan üç yeni fikri örenmeliyiz. İ lki kuantizasyondur. Bu fikir
ilk olarak Max Planck ‘ la güçlenmiştir , o siyah cis im elektromanyetik radyasyon yayımında
frekansların dağıl ımını açıklamıştır; öğreti s inde enerji sürekli değişmeyen ama ayrık miktarlardadır
ve kuant olarak bilinir. Bu fikir sonra Einstein i le gelişmiştir; aynı yıllarda rölativitenin özell iği
teoris ini yayınlamıştır , bu fotoelektrik olayın işleyişini göstermiştir . Gözlemleri katılarda
elektromanyetik radyasyonun ışımasında elektronlar bazı eşik frekanslarının üzerinde ış ık yayarlar -
öğretide bu zorunluydu, radyasyonun enerjisi ayrık kümeler veya kuantlar içinde paketlenmiştir ,
bunun miktarı radyasyonun frekansına balıydı. Bu
elektromanyetik radyasyon kuantı foton olarak
isimlendirildi. Atomun enerjisin in kuantizasyonuna
dair delil atomik spektroskopi biliminin keşfedilmesi
olmuştur, burada atomların elektromanyetik
radyasyonu absorpsiyonu ve emisyonu üzerinde
çalış ılmaktadır. Atomik spektrum iyi keşfedilmiş
sınırlarda yakınsanan paket frekansların bir
sıralamasından oluşur. Bu yüzden atomlar kuantize
olmuş ama sürekli biçimde olmayan radyasyonla
enerji alışverişi yaparlar. Atomların enerjisi bu
yüzden kuantize olmuştur.
İçinde kuantizasyonun da ulunduğu atomun
gezegen modeli Neils Bohr tarafından cesurca ortaya
atılmıştır . Orbitallenen elektronlar Bohr modelinde
sadece bazı enerj ilerde buluna bilirler. Bohr’un temel
amacı atomların en basit yapılıs ı olan çekirdeğinin
çevresinde dolaşan bir elektrona sahip hidrojen için gözlenen spektrumu açıklamak olmuştur.
Bohr’un modeli çoğu kompleks atom için başarıs ız olmuştur ve atomik ve atom içi seviyedeki
maddelerin dalga benzeri özell ikleri gibi daha acayip olgularla karşılaşıldığında olan aksız duruma
gelmiştir .
Bu acayip davranış için ilk açık kanıt ince alt ın folyosuna elektronların ışımasıyla ışık ede etmiş
olan Davidson’nun deneyinden gelmiştir(Rutherford ve öğrencileri bir parçacıkla alt ın folyoyu
bombardıman etmişlerdir). Sonuçlar yine dramatik olmuştur; folyonun geris inde belirlenen elektron
Şekil 45Periyodik tablo.
Şekil 46 Gayger Marsden deneyi: alfa parçacıkları altın folyodan geri yansımaktadır, ufak pozitif yüklü çekirdekler içeren altın atomu görülmektedir.
örnekleri ışığın kırınım ağından geçerken ki durumuna bezer sonuçlar oluşturmuşlardır , kır ınım
olmuştur. İkincisi düzenli iki boyutlu yapı oluşturmuş, mesela camda çizilen hatlardır. Işık dalga
hareketi yapısındadır; o bir ayır ıcı içinden geçtiği zaman ayır ıcının farklı kıs ımlarından geçen
radyasyonun alttan veya üstten geçi geçmediğine bağlı olarak yoğunluk sıralaması gösterir, solda
görüldüğü gibi eski durumda yoğunluk artmıştır , sonraki durumda azalmıştır . Şimdi Davidson’nun
elektronlarla deneyinden ne görüldüğüne bakalım. altın folyo beklenildiği gibi kırınım aracı görevi
görmüştür ama buna ek olarak atomun doğrusal s ıralanmaya sahip olduğunu da görmekteyiz. İzahat
açıktır :elektronlar dalga benzeri davranmaktadırlar ve filmde alt ın atomları vasıtasıyla kırınım
sağlanmıştır . Atomik seviyedeki maddelerin dalga benzeri özell ikleri için diğer bir kanıt ; de Broglie
vesilesiyle oltaya konulmuştur, bu bir parçacığın dalga boyu ve onun momentumu arasında iyi bir
bağlantı(ters) olduğunu keşfetmiştir .
Atomlar ve elektron benzeri atom altı parçacıkların ış ık saçma olayı anlaşılması zor olmuş
olan ama önemi çok büyük dalga ve parçacık özell iklerinin her ikis ine de sahiptir(mesela elektron
mikroskobunun modern tekniğin başında gelmesi gibi). Bu klasik fiziğin temel prensiplerinin
bazılarına zarar veren ilginç sonuçlar ortaya koymuştur. Bundan dolayı eğer bir elektron(veya başka
bir parçacık) iyi tanımlanmış bir dalga boyunda dalgaya benzer özell ik gösteriyorsa (ve de Brogle
hesabına göre iyi tanımlanmış bir momentuma sahip) , onun yeri hakkında çok az bilgiye sahibizdir.
Eğer parçacığın yerini doğru olarak bulursak onun dalga boyunu ve momentumunu değişmiş
bulacağız. Ve parçacık bunun dışına geldiği zaman her türlü deneyle doğru olarak bulabileceğimiz
parçacığın pozisyonu ve momentumunu aynı anda tam olarak bilemeyeceğimizdir. Bu meşhur
Heisenberg' in belirsizlik prensibinin bir formülasyonudur; bu klasik fiziğin determinizm ilkesinden
radikal bir ayrıl ıktır . Mikroskobik s istemlerde tüm değişkenlerin tam ve kesin bilinemeyeceği ve
herhangi bilgi edinme çabasında sisteme giren ölçüm etkileri sistemi değiştireceği için buna gir işmek
hatalı olur.
Atomun herhangi teori yada tanımı bu yüzyıldaki kuantizasyon ismiyle bil inen dalga parçacık
ikil iliği ve belirsizl iği i le ortaya çıkmış olan yeni fiziğin bu üç özelliğini hesaba katmalıdır.
1920'lerin teorik f izikçileri bu meydan okumaya karşı dura bilmişlerdir. Heisenberg, Schrödinger
Dirac ve diğerleri-kuantum veya dalga mekaniği - atom benzeri mikroskobik objelere uygun yeni bir
mekanizma formüle etmiştirler. Klasik meka niğe benzeyen (gerçekten herhangi bir bil imsel teori
gibi) mükemmel ve ispatlanamamış öğretilerde beklemektedir ; onun gerçekliğine gerçekleşen ve
tahmin edilen gözlemlerde sonuçlanan teorinin başarısıyla hüküm verilmektedir . Kuantum mekaniği
sahibi olduğumuz sistemi bir dalga fonksiyonu(çoğunlukla yunan alfabesindeki f harfiyle gösterilir)
ile vere bileceğimiz öğretisiyle başlar. f parçacığın pozisyonuna bağlıdır(ve daha genel bir
formülasyona sahiptir). Tabiî ki f 'nin fiziksel yorumunda bulmak zorundayız. Dalga fonksiyonunun(f)
karesi dalga fonksiyonunun kendisi değildir ve fiziksel bir manası vardır ; bu mana olasılık
fonksiyonu olarak yorumlanır. Özel bir noktada f' nin değeri bu noktada f'nin tercih ettiği
parçacığın (parçacıkların) bulunmasının olasılığıdır, örneğin hidrojen atomu için f çekirdekten farklı
uzaklıktaki elektronlar ın olasılık yoğunluğu olarak söyleriz. B elirs izlik ilkesiyle söylenen olasıl ık
yaklaşımı bu yüzden kuantum mekaniği içinde inşa edilmiştir .
' f 'nin hesaplanması için bir diğer adım eşitl iğin formüle edilmesidir. kuantum mekaniğinin
öncüleri çok zekilermiş. Klasik fiziğin temel eşitl iklerind en bir isi olan toplam enerjinin korunumunu
ele almışlardır, ve yeni bir mekaniğin gerektiği durumda tabi gözlemlerle çözümlerinde onu yeniden
düzenlemişlerdir. Onlar f 'nin türevinin(eğimi) klasik eşitl ikteki momentumun yerini aldığını
bulmuşlardır, bunlar klasikten kuantum mekaniğine geçiş in etkileri olabilir . Çözülen eşitl ikler için
(Schrödinger eşit liği) dalga benzeri çözümler yapılmakta dır . Serbest bir parçacık için(serbest
elektron benzeri) saf bir sinüs dalgasının çözümü elde edilmiştir . Dalga boyu sol da görüldüğü gibi de
Brogle postulatındaki enerj i ve mom entumun yüksekliğine bağlıdır. Hesaplanan bir parçacık için bir
elektron sabit boyutlardaki kutu içinde veya bir atomun içindeki elektron olarak hesaplama
yapıldığını görmekteyiz bur ada Schrödinger eşitliğinde sadece bazı dalga boylarında ve konumlarda
çözümüne izin verilmektedir;
BAĞLANMALAR VE ENGELL ER;YÜZEYLER VE ARAYÜZEY LER
Moleküller ve maddelerin davranışları bir çok örnekte
sadece onların kendi iç davranışl arıyla değil onların
yüzeylerinin davranışlarıyla da belirlenir. Kimyasal
reaksiyonlar çoğunlukla yüzeyde gerçekleşir ve yüzey
kimyasal endüstrinin çoğunda ve yaşamımıza faydaları
olan hidrojenin katalizlenmesi alanında olduğu gibi
kimyasal reaksiyonları h ızlandırabil ir . Enerjinin büyük
miktarını tüketen sürtünme yüzeyde gerçekleşir, her bir
yüzey diğerinin üzerinde kayar. Katalizin gelişmesi yüzeyde
olur ve eğer biz bunu önlemek istersek yüzeyleri
düzenlememiz gerekir. Bilgisayarlar yüzey yapıları ve
davranışlarının bil inmesi ve gözlenmesinde rehberlik eder.
Kristal yüzeylerinin enerji lerine ve yapılarının modellene bil irl iğine ilk
olarak bakacağız. Bunu şekil veya morfoloji modellemesi yoluyla
göstereceğiz. Farklı katı maddeler arasındaki ara yüzeylerin şaşırtıcı
problemlerine göz attıktan sonra yüzeydeki reaksiyonları ve katalizi
göz önüne alacağız.
Yüzeyde Atomik Düzenlenme
Atomik seviyede bakıldığında yüzey yapısında ne oluyor? Bu kolay bir soru gibi görünebil ir . İkincisi
basitçe yapıldığı gib i bir kristali dil imleyerek yüzeyi gözlemleyemez miyiz? Bu gibi durumlarda
yüzeyin yapısı kristallerdekine benzemez mi? Çoğu durumda bu t ip modellerin iyi çalışt ığı görülür.
Örneğin çoğu metalin yüzeyi iyi bir yaklaştırmada, kristal yapının sonlanması solda gösterilmiştir .
Fakat yaklaştırma çoğu durumda do ğru değildir ve bazı
durumlarda tamamen yanlıştır .
Çarpıcı bir şekilde başlamayacağız ama bu örnekte klasik
kristal yapıdaki sodyum klorür ile ortaya konan yapı
yüzeyinde önemli değişimler olmaktadır. Anl aşılan
maddenin yüzeyinde ince değişimler olmaktadır,
bilgisayar tekrar bizim yardımımıza gelmiştir . Yukarıdaki
resim NaCl’nin yüzey yapısını simülasyonunu
göstermektedir(burada gösterilen metot tipi enerj i
minimizasyonu dur).
Burada Na ve Cl iyonlarının her ikis inin de yüzeyde yer
aldıklarına dikkat edin: Na + hafifçe yüzeyin içine doğru ve
Cl - hafifçe yüzeyden dışarı doğru hareket etmiştir . Açıktır
ki yüzey tabakasındaki atomlar kristalin ana yapısından
farklı kuvvetlere maruz kal maktadır; ve bunlar küç ük ama
önemli değişmelerle yapılmaktadır.
Sonraki örnek daha sağlam bir yeniden düzenlenmeye sahiptir.
İlk korindonda,Al 2O 3 , ana kristalle karşılaştır ıldığında yüzeydeki atom tabakaları arasındaki
ayrımda çok önemli değişmeler görmekteyiz. Üçüncü örnek be lki daha ilginçtir. Onda kuartzın yüzey
yapısı gösterilmektedir(SiO 2 ’ in polimerlerinden bir i). Özel yüzeylerin kararlı olduğu bulunmuştur,
yüzeydeki oksijen atomlarının hidrojenasyonu zorunludur, burada hidrojen atomları bağda
silisyumun yerini alır ve yüz eyin oluşmasını önler. Fakat yüzey yüzeydeki OH gurubunun sağlam
düzenlenmesi (ve yüzey bölgesindeki diğer atomların esnemesi) ile kararlı hale gelir .
Şekil 48 Al2O3’ün yüzeyinin yeniden düzenlenmiş hali.
Şekil 47 Sodyum klorürün yüzeyi. Burada yüzey yeniden düzenlenmiştir. Sodyum iyonları yüzeyin içine doğru ve klor iyonları yüzeyin dışına doğru hareket etmiştir.
Belki sil ikon gibi yarıiletkenlerin yüzeylerinin yeniden düzenlenmesi ile çok çarpıcı farklı yüzsel
yap ıları bulunabil ir . Bağların kır ılmasından sonra oluşan yüzeyler şiddetli yeniden bağlanma
proseslerinin beraberinde çok i lginç, yeni, kompleks yüzey yapılarının oluşumunu tetikler; bunlardan
bazısı görülmektedir.
Yine bilgisayar metotları bu yapıların det aylıca açıklanmasına
yardımcı olmakta ve bunların kararlılığını kontrol eden faktörler gibi
yol gösterici verilerin edesinde en iyi değerin verilmesini sağlar.
Mükemmel yüzey yapılarının görülmesi burada idealize edilmiştir .
Gerçek yüzeyler düzensizl ikler içerir. Bazı sık olanları yukarıda
gösterilmiştir . Burada (teras diye isimlendirilen) mükemmel yüzeyin
ayrılan adım yüzeylerini görmekteyiz. Bu adımlar kendil iğinden
düzensizlikler içerirler -şekilde düğümler ve köşeler görülmektedir. Ek
olarak yüzeyde boz ukluklara ve düzensizl iklere sahip olabil iriz. Bu
gibi bölgeler yüzeydeki kimyasal reaksiyonlarda çok önemli bir rol
oynaya bilmektedir. Bunlar sonra tartışı lacak.
Gerçek yüzeylerin yapıları hakkında bir şeyler öğrenebil inmemiz için
son yıllarda keşfedilen yeni bir mikroskop tipi yeniden
yapılandırılmıştır . Bu çok ideal bir örneği temel alır , bir nesnenin
yapısı hakkında bilgi edinmek istediğimizde temel mantık çok sivri bir
ucu onun üzerinde yürütmektir. Solda gösterilen resimde yüzeyin
resimlenmesi için çok kullanılan bir tekniğin temel modda çalışması
görülmektedir.
Burada sivri uç otomatik olarak yüzeyi tarar.
Tekniğin bu versiyonu atomik kuvvet
mikroskobu olarak bil inir, bunda uç yüzeyi
tararken yüzey ile kuvvetin etkileşiminin
sabit olması için zorlama yapıl ır . Bunu
yaparken uç aşağı ve yukarı hareket eder, bu
hareketler yüzeyin yapısına karşıl ık yapılır ,
ve görüldüğü gibi sonuç yüzeyin şekline
çevrilebil ir .
Eğer bu resmi yorumlarsak yüzey ve uç arasındaki etkileşim modeline ihtiyaç duyarız. Alexande r
Shluger’ in şuan ki çalışmaları yüzey ve uç etkileşimini nasıl s imüle edebileceğimizi göstermektedir.
Soldaki resimde sabit uç -yüzey etkileşiminin korunduğu kaya tuzu (sodyum klorür ) yüzeyinde
Şekil 3 Silikom atomlarının ortaya koyduğu zicir silikon yüzeyi.
magnezyum oksit uç taramasının modeli görülmektedir. Uç yukar ı, aşağı hareket etmekte ve simü le
edilmiş resmi oluşturmada kullanıla bilmektedir.
Bu görülen simülasyonlarda bazen uç yüzeyi aşır ı şekilde karıştırmaktadır.
Burada uç bir kenar üzerinde tarama yaparken neler olduğunu görmekteyiz.
Uç kenar üzerinde ilerlerken temel bir düzenleme bulunamaz. Açıkça bu
çeşit bilgi eğer planlama yapıyorsak ve bu deneyleri önceden
yorumlayacaksak hayatidir.
ATOMLARIN BİRARAYA TOPLANMASI; DÜZEN VE DÜZENSİZLİK
Bizim gündelik yaşamımızı çevreleyen ne sneler mili metreden yüzlerce metreye kadar değişen
büyüklük aralığındadır. Fakat moleküller metrenin miyarda birinden daha küçüktürler. Bu yüzden
maddeler sayılması hayal edilemeyecek kadar fazla atomlardan oluşurlar (milyon, milyar, 10 2 4) bu
dev atom yığınlarının davranışlarını nasıl anlaya bil iriz? Kimyasal bağ yapmadıkları durumda
moleküllerin birbir lerini çekmek ve itmek gibi etkileşimlerini yeniden söyledikten sonra. Sonraki
bölümde moleküllerin iki boyutta ve üç boyutta sınırsız olarak nasıl uzaya b ildiklerini göreceğiz .
Ama atom ve molekül topluluklarının nasıl davrandığını anlamamızda bize yol gösterecek temel
prensiplerin olup olmadığına bakacağız.
Topluluklardaki cis imlerin davranışını bizim anlamamıza yardımcı olacak çok derin ve önemli
prensiplerden bir i termodinamik bil imiyle sağlanır. Bu bil im sıcak motor teknolojis inin gelişmesiyle,
bunlardaki verimi s ınırlayan faktörlerin çözülmesi için mühendisl iğe bağlı olarak on dokuzuncu
yüzyılda gelişmiştir . Bil im tarihinin büyüleyici özell iklerinden bi r i de çok derin ve sofistike bilim
alanlarında formülasyonlasın i lgili alanı karıştıracak şekilde kullanılabilmesidir. Gerçektende
termodinamiğin ikinci kanunu bizi çevreleyen atmosfere yöneliktir . Üstelik termodinamik teorinin
temel iddiası basitt ir .
İlk kanunun formülasyonu, enerj inin temelde çevrilebileceği ama yoktan var edilemeyeceği ve vardan
yok edilemeyeceğidir. Enerji tabiî ki termodinamik ile şimdiye kadar gelişen bilim kavramının bir
anahtarıdır. Enerji ; hareket (kinetik enerji), pozisyon (potans iyel enerj i), ıs ı , kimyasal ve elektrik
enerjis i gibi birçok yapıda açıklanır ve bunlar da bir birlerine dönüşe bil irler. Enerji kavramının
kullanışl ıl ığı çevrim prensibindendir. Bu prensip enerjinin değerini etkileyen basit bir durumdur
’sabit değişim oranları’ kanunun doğal olarak çalışması şu şekildedir : elektrik enerjisinin verilen
miktarı aynı miktarda ısı enerj isine veya bir başka türe dönüşecektir.
İkinci kanun daha çok göze çarpıcıdır ve daha geneldir, kullanışl ı formülasyonlar la bilimsel
araştırma kavramına daha yatkındır. Ka nunu anlatmaya başlamanın değişik yolları vardır, bunların
en geniş kullanılanı ve basiti şu şekildedir; ‘s istemler bütününde göze alındığında entropinin arttığı
tarafa doğru meyill idirler ’ . Entropi kesin olarak tanımlanabil ir ve ölçülebil ir bir miktardır ve
sistemdeki düzensizlik derecesinin miktarıyla açıklana bil ir , bu da aşağıda kısaca görebileceğimiz
matematiksel eşit lik ile yazılabilir . İkinci kanunun tüm diğer durumları bu formülasyona eşit lenebil ir
veya bundan çıkarılabi l ir . Örneğin iyi bi ldiğimiz (ve doğru) şey olan ‘entropinin zamanın oku’ olması
bizim zamanın ilerleyiş inden anladığımız manadaki ilerlemenin sadece değeridir .
Termodinamik ‘makroskobik gözlemler’ ile konulara bakar ama fiziğin çok önemli eşitl iklerinin
biriyle, atomlar ve moleküllerin mikroskobik dünyasıyla da bağlantıl ıdır.
𝑆 = 𝑘 𝑙𝑜𝑔𝑒 𝑊
Burada S sistemin entropisi, k bir sabit (Ludwig Boltzman’ın eşitl iğinin orijinal formülasyonun dan
sonra Boltzmann sabiti adını almıştır) W matematiksel durumlarda s istemin ‘Olabil irliği ’dir .
W sistemin bütün özellikleri i le tutarlı atom veya moleküllerin düzenlenme yollarının sayısıdır.
Sistem atomik seviyede yüksek olasıl ıkta düzensizl iğe ve bu yüzden yüksek oranda entropiy e sahiptir.
Boltzmann eşitl iği bundan dolayı düzensizl ik terimi içinde entropinin yorumlanmasına önem verir.
Bu eşit lik mikroskobik seviyedeki maddelerin statiksel davranışlarını açıklayan statiksel mekaniğin
mikroskobik konuları i le termodinamiğin makrosk abik bilimini bir noktada buluşturur.
İkinci kanun doğanın çoğu temel özell iğinden biri olan i lerlemenin düzensizliğin arttığı yönde
olmasının kanıtlanabilirl iğini ve tam anlatımını sağlamaktadır. Fakat düzenli yapılar da doğada
vardır. Gerçekten kristallerde bulunan düzenli ve kompleks yapılarda bunu açıklayacağız ,
kıristografi bil imi üç boyutta düzenli yapılarla ilgilenir. Yaşayan nesneler gözle görülecek derecede
organize olmuşlardır ve yüksek seviyedeki planlamalar onların fonksiyonu için zorunludur. He rhangi
bir vesileyle düzen ve entropi arasında il işki söz konusu olduğu zaman kristaller ve yaşayan
maddeler düşük entropil i sistemde olmalıdırlar. Yüksek entropili halde sabit olarak ilerleyen evrende
bu nesneler nasıl hayatta kalacak?
Bir çok karmaşıklığa neden olan bu problemin anahtarı ‘bütün sistemi’ göz önüne aldığımızı yeniden
söyleyerek bunu ikinci kanunun formülasyonunda bulabilir iz. Kristaller ve yaşayan maddeler toplam
sistemin sadece bir kısmıdır ve bunlarla ısı değişimi yapan çevreyle kuşatılmı şlardır. Bağlantı
termodinamikte açıkça formüle edilmiştir ,bizim ilgilendiğimiz toplam sistemin birleşenlerine (alt
sistemlere) odaklanırsak ve geri kalanını da sıcaklıkla karakterize ettiğimiz ısının emildiği yada
verildiği bir ısıtma banyosu gibi bir bileşen olduğunu kabul edersek . Şunu ortaya koymamız gerekir
ki düzenli haller düşük enerjilidirler. Ve bir düzenli sistemden düzensiz sisteme geçişte bizim ‘alt
sistemimiz’ çevreden enerji emmelidir. Fakat çevreden enerji emdiğimizde çevre düşük düzensizl iğ e
sahip olur, çevre entropi kaybeder. Ne olacağı alt sistem ve onun çevresinin entropi değişimleri
arasındaki dengeye bağlıdır. Yine termodinamik teorinin formülasyonu kompleks problemlerde bize
doğru yolu gösterir. Düzensizliğin yani entropinin kaybı, çe vreden alınan enerji i le çevredeki
enerj inin miktarını düşürür ve yapıdaki enerjinin en yüksek olduğu durum onun sıcaklığının en
yüksek olduğu durumdur. Yüksek sıcaklıklarda entropi kaybı düşük olur. Termodinamik kesin
matematiksel bağıntılarla beraber yür üyen bell i sezgilerin açıklanmasıdır, termodinamik şunu
söyler; herhangi bir sistemin (ısı banyosu gibi) veya alt sistemin entropisindeki değişim (burda bunu
∆S ile göstermekteyiz) ısı (burada Q ile gösterilmiştir) kazanma veya kaybına direkt olarak bağlıd ır,
fakat sıcaklığın tersiyle orantıl ıdır.
∆𝑆 = 𝑄/𝑇
Bu eşitlik bil imdeki bir başka faydalı, anahtar eşitliktir . Termodinamik kavramdaki sıcaklık doğru
bir denklemle tanımlanmıştır . Dahası sıcaklı ğın bu termodinamik tanımının sonucu sıcaklığın
‘mutlak sıf ır ’ noktası kavramı doğmuştur. Bu noktada s istemin enerjisi yoktur ve klasik f izik bu
noktada atomların tamamıyla hareketsiz olarak düzenlendiğini kabul eder. Üstelik kuantum
mekaniğinin çok garip sonuçlarından bir i bu klasik kavramın yanlışl ığıdır. Enerjiye sahip
olmadıklarında atomlar yinede hareketl i olacaklardır, bu noktada sıf ır noktası hareketlerine sahip
olacaklardır, eyer bu noktada bu şekilde davranış olmazsa belirsizl ik prensibi çel işkili hale
gelecektir. ‘mutlak sıf ır ’ hipotetik bir noktadır, hiç bir zaman başarılamaz, yinede düşük sıcaklık
fiziği bu düşük enerjil i halin bil bölü birkaç milyo n derece yakınına yaklaşmıştır .
Düzen ve düzensizliğe geri dönersek, düşük s ıcaklıklı s istemler düzenli hale adapte olma
eğilimindedirler. Yukarda gösterildiği gibi düzenli sistemler enerji verimliliğine sahiptir.
Düzensizliği başarmak için bir hal çevreden enerji emerken çevrenin düzensizl iğini azaltır . Sıcaklık
artarken çevreden kaynaklana düzensizl iğin kaybı düşük hale gelir ve kendisi için düzensizl iği
büyütme başarısı enerj ideki kazancı artıracaktır. Bu değişimin en i lginç ve dramatik örneği erime
prosesidir. Kristalin katılarda atomlar düzenli şekilde yerleş mişlerdir, sıvılar atomik seviyede
düzensizlikle karakterize edilmektedirl er. Erime prosesinde düzenli kristal halin düzensiz s ıvıya
çevrilmesi sırasında daha az enerji li düzensizleşen hal oluştuğu için bu enerji gir işini gerektirir
(erimenin gizli ısısı olarak bil inir). Kristalin eridiği sıcaklıkta erime i le entropideki artış sistemin
emdiği gizli ısı ile beraber gelen çevrenin entropisindeki kayıptan daha ağır basmaktadır.
Termodinamik teori ve istatiksel mekaniğin beraberindeki konuların gelişmesi modern bil imin büyük
entelektüel başarılarının bir başka sonucudur. Bunlar bizim çevremizdeki nesnelerin bulunduğu
makroskobik dünya i le mikroskobik dünya arasında köprü kuran, inanılmayacak sayıda atom ve
molekülün bir araya toplanma davranışını kontrol eden temel faktörleri anlamamıza izin verir. Ve
bunlar evrendeki düzen ve düzensizlik arasındaki dengeyi anlamamıza izin verir . Çoğu düzenli nesne
kıristal yapıdadır.
SIVILAR VE GAZLAR
Yüksak s ıcaklıkta düzensizlik baskındır. Sıc aklık arttığında bu entropideki kazancı karşılamak için
gerekli düzensizlik artış ı daha, daha düşük olur; çevreye kaybolan entropi sıcaklığın artması i le daha
düzensizleşmiş hale düşülmesi durumunda enerjinin geri emilmesi ile karşılanır . Çoğu katı bu yüzd en
sıvılardan yüksek s ıcaklıklarda erir( gerçi bazıları süblimleşir yani doğrudan gaz hale geçer). Sıvılar
daha yağundur ama üç boyutta atomların dizilimi düzensizdir.
Sıvıların yoğunluğu genellikle bu gibi katıların kinden düşüktür(bu öngörüyü sonra göreceğiz), fakat
çok az. Atomlar ve moleküller bu yüzden sıvılar ve katılarda kabaca benzer uzaklıktadırlar. Bunlar
nasıl düzenlenmiştir? Hakim olan üstünlük
düzensizlik midir? Son soruya cevap kesinlikle hayır
dır. Sıvıların X -ray taramalarından ve nötronlar la
taranmasından yapıları hakkında bilgiye sahi p
olmamıza rağmen yapı açısından sonuçların ön
görülmesi önceden bahsedilen kristalik katılardan
daha zordur. Deneyler göstermiştir ki sıvılardaki
atomlar veya moleküller iyi tanımlanmış sıralama
sayılarına sahiptirler ( örneğin onların çevreleri iyi
tanımlanmış bir gurup diğer atomlarla çevrilidirler)
ve s ıralanma sayıları kıristalik katılarla
karşılaştırı ldığında benzer sayıdadır. Daha uzun
soluklu koordinasyon kabukları çoğunlukla
tanımlana bilir . Sıvıları k ır istalik katılarla
karşılaştırdığımızda eksik olan şey uzun menzil li
düdenlenmedir. Sıvı yapıları periyodik değildir. Onları üç boyutta bir bir ini tekrarlayan bir im
hücreler olarak tanımlayamazsınız. Fakat kısa aralıkl ı düzenlenmeleri vardır. Eğer ‘Maxwel l’ in
şeytanı’ na benzetirsek bireysel atomları veya molekülleri makul bir şekilde iyi tanımlanmış
yapılarda bizim görüşümüzü ortaya koyabilir fakat sıvılarda daha ileri düzeye gittiğimizde düzeni ve
yapının öngörülebilirl iğinin gittikçe kaybolduğunu görmekteyiz fakat görüşümüzü kıristalik katılara
doğru yönlendirirsek düzenin devamı süresiz olarak sürmektedir. Uzun aralıktaki düzenin
kaybolması maddelerin X -ray taraması(veya nötron) ile oluşturulan erime noktalarındaki
modellerinin değişimi çarpıcı olarak görülmektedir . Kristallerin kırının s il itine benzediklerini
söylemiştik: X-ray’ler kesin belirlenmiş açılarda tararlar. Düzensiz s ıvılar kırınım sil iti gibi
davranmazlar sivri bir ucun yerine iyi tanılanmış tarama açılarında geniş ve dağınık pikler gözlen ir ,
sayfanın başında solda görüldüğü gibi. Fakat taramaların analizi yapılar hakkında bilgi edinmemizi
sağlaya bil ir , özell ikle sıvıların kısa aralık düzeyinde.
Yine sıvıların kompleks yapılarının modellerini gelişt irmek için
bilgisayardan yardım alırız . Tabiî ki sıvıların modellenmesinde
dinamik dönmelerin olduğunu hesaba katmalıyız. Atom ve
moleküller sabit hareket halindedirler - bulundukları noktaya
geri dönerler. Moleküler dinamik tekniği onların özell iklerini
izlemek için bu yüzden ideal tekniktir. Gerçekten bu teknik
sıvıların durumlarını anlamamızda fevkalade katkıya sahiptir.
Solda görülen bilgisayar modellerinin resimleri –tipik üç s ıvının
yapısının enstantane resimleridir. İlk sıvı argondur ve zayıf van
der Waals kuvvetlerinin etkisiyle oluşmuşt ur, ikincis i sıvı
azottur ayrık azot moleküllerinden oluşur, üçüncüsü erimiş
tuz(sodyum klorür)’dur iyonlardan oluşmuştur. Her bir
durumda kısa mesafede koordinasyon sayıları katılarda
karşılaşılan değerlere yaklaşmaktadır, fakat modelde uzun
Şekil 1Amorf ve kıristalik maddelerden X-ray saçilması.
Şekil 2 Azot (N2 molekülleri), argon(Ar atomları) ve sodyum klorür(NaCl erimiş iyonlar)
mesafelerde düzenin kaybolduğu görülmektedir.
Bilgisayar modelleri üstel ik sıvılardaki temel özell iklerden
biri olan moleküler hareketleri iz lememize izin verir. Atomlar
ve moleküller kristaldeki sabit hareketlerinde tabiî ki iyi
tanımlanmış sabit bölgelerde zorunlu o larak titreşim hareketi
yapmaktadırlar. Sıvılarda bu sabit bölgeler yoktur, ato mlar
ve moleküller sıvı içinde dağılabil irler. Geliş i güzel manada
hareketleri sıvı argondaki bir argon atomunun göçü için
soldaki resimde bilgisayarla oluşturulmuş yörüngesi
görülmektedir. Bu serbest, kaotik (veya Brownian) hareketler
kıristalik katılardakinin aksine s ıvıların f iziksel özelliklerinde
hayati bir rolü vardır, ki düzenli yapılar müşterek hareketlere
yol açar. Tabiî ki yayılma hızı sıcaklığa bağlıdır, sıcaklık
artarken hızl ıca artar, atomlar ve moleküller daha fazla enerji
kazanırlar. Bunlar beklediğimiz gibi molekülün şekline ve
moleküller arasında görev yapan kuvvetlere bağlıdır. Difüzyon her biri diğerinin etrafında
sarmallaşan durumda, uzun moleküllerde ve molek üller arası kuvvetler güçlü olan moleküllerde
yavaşlama eğil imindedir. Bununla beraber moleküler hareket daha yavaş hale gelir , s ıvı daha viskoz
hale gelir . Moleküler şeklin fiziksel davranışa etkisinin en basit ama iyi örneklerinden birisi
parafinlerle verilebil ir . Bunlarda hidrojenler basit karbon atomları zincir ine bağlıdır. Zincir daha
uzun hale geldikçe sabit s ıcaklık ve bası nçta; metan(CH 4), etan(C2H6) gibi gazlardan, cıvık s ıvılara
(petrol gazolin gibi C 6-C1 0 fraksiyonuna) ve uzun moleküller için C 1 2-C2 0 arasındaki tar (katılara
benzer viskozlukları vardır) gibi viskoz sıvılara değişim olur. Gerçekten difüzyonun oluştuğu atom ve
moleküllerin etkisiyle moleküler hareketler daha yavaş bir hale gelirse öyle bir sıvı madde elde
ederiz ki fiz iksel özell ik leri katılarınki gibidir. Mesela bir cama benzeyecektir.
AMORF YAPILAR – PERİYODİK ÖRNEKLER İÇERMEYEN KATILAR
Cam üretimi bil inen en eski teknolojidir. Eski
zamanlarda batı ve doğuda silikat camları üretilirdi,
camlar Roma’yla birlikte yedi yüzyıldan beri
Akdeniz ’de çokça kullanılan bir maddedir. Cam
yapımının modern metotları bu yakın yüzyılda
keşfedilmiş olan rafinasyon prosedürüdür. Silikon
dioksit hammaddesi (normalde kuartzın yüksek
oradaki kısmıdır) metalik oksit le karıştır ılır , mesela
soda(sodyum karbonat) veya kireç (kalsiyum oksit);
bunlardaki metal ve oksijen iyonları sil ikattaki
silikon dioksitle reaksiyona girerler. Reaksiyona
giren karışım ısıtıl ır ve erimiş si likata çevril ir . Eriyik
bastırıl ır , kolayca potadan boşaltı lır ve daha hızl ı
şekilde su içine dökülür. Çabucak soğur ve hemen
katıya dönüşür. Fakat katıdan kıristalik yapıya
dönüşmesi için farklı prosedürler vardır.
Öğrendiğimiz gibi atomların eriti lmesi onların
düzenliliklerini kaybetmelerini sağlarlar. Ve s ıvılar yoğundur, sabit ha reketteki atomlar düzenli
yapıdadırlar. Bastır ılma dur umunda sıvılardaki atomlar ve moleküller kristalin düzeni
gerçekleştirmek için gereken yeniden
düzenlenme ve yeniden yapılanma için yeterl i
zamanları yoktur. Donmuş katılarda atomlar
yavaşlamıştır , donmuş s ıvılar da düzensiz
yapılar halinde bulunurlar. Uzun soluklu düzen
kaybolmuştur.
Bu garip yapılar kendi güzell iklerine sahiptirler.
Soldaki resim bilgisayarla Behnam Vessal
tarafından oluşturulmuş cam sistemleri modelleridir. İlk görülen erimiş sil iko n dioksitindir, sonraki
Şekil 3 Sıvı argonda bir argon atomunun yörüngesi.
Şekil 4 SiO2 nin erimesinin simülasyonunda kıristalik yapıdan sıvı hale geçiş erime olurken gösterilmektedir.
Şekil 5 Silikat camlarının modelleri.
resim silikat camlarının modellerini göstermektedir. Bur ada metal iyonlarının s il ikat matrikste
homojen olarak dağıldığını görmekteyiz , bunun maddenin özell ikleri için çok derin sonuçları vardır.
YÜKSEK YAPILANMIŞ SIVILAR
Tüm sıvılarda kısa aralıkta atomlar, iyonlar veya moleküllerden
oluşan iyi tanımlanmış koordinasyon tabakaları görülmektedir.
Bazı sıvılarda bu düzenlenme ya moleküller arası görev yapan
güçlü kuvvetlerden dolayı yada moleküler şekilden dolayı özell ikle
artmış haldedir.
Öncekine örnek bizim çevremizdeki en fazla sıvı olan su verilebil ir .
Su molekülleri kuvvetl i hidrojen bağları oluştururlar. Bu bağda bir
molekülün pozitif yüklü hidrojen atomu diğerinin negatif yüklü
oksijen atomuna bağlanır. Bu hidrojen bağlanması su molekülü
çevresinde tetrahedral koordinasyonu destekler. Gerçekten bu gibi
yapılar buzun kompleks kristal kimyasının temelidir. Bu gibi çuğu
yapıdan biri solda gösterilmektedir. Bu yapılar buz erirken sıvıya
dönüşmeyi zorlaşmaktadır. Moleküler dinamik simülasyonu ile açığa
çıkarılan buzun erime noktası üzerindeyken su yapısı görülmektedir .
Sıvılarda hidrojen bağlı ağları, buzun yapısında çok açık kararlı
olan bağlar kısmi olarak çöker ve eriyen buzun yoğunluğundaki
dikkate değer artıştan sorumludur. Sıcaklık artarken hidrojen bağı
ağı daha kırılganlaşır, ama sıvının erime noktasında hala iş
görmektedirler.
Başka hidrojen bağlı s ıvılar sıvı amonyakta(NH 3) ve sıvı hidrojen
florürde(HF) kesin yapılarında görülmektedirler. Simülasyonda görülen yapılarında bu moleküllerin
kararlı doğrusal
sıralanmada hidrojen bağı
yapma eğil iminde oldukları
görülmektedir.
İkinci ve daha dikkate değer
sıvı yapıları sıvı
kristallerdir . Bunlar bir çok
‘küresel olmayan’
moleküllerden
oluşmuşlardır. Bunlar çok
uzun ve yatıktırlar. Önce uzun
moleküllere bakalım; molekül uzun olduğu kadar bükülmez ise her
biri diğerinin çevresinde hat halinde helezonlaşma eğil imindedir. Aşağıda şematik olarak
görülmektedir. Bu sıralanma yüzlerce veya daha fazla mole külü kapsayan geniş uzaklıklara
dağılmaktadır. Çubuk benzeri moleküllerin uzun eksenleri yönünde dikey düzenlenme elverişl i
olacaktır. Üstelik çubuğun düzlemine paralel yönde düzenlenme eğil imi çok düşük olacaktır. Ve bu
yönde sıvı kuvvetli şekilde düzensi zliği koruyacaktır. Biz öyle bir sisteme sahibiz ki düzen gösterme
eğiliminde ama bu eğil im sıvı kristallerde tüm yönlerde değil .
Şekil 6 Sıvı suyun yapısı.
Şekil 7 Buzun yapısı.
Şekil 8 Eriyen buz. Şekil 9 Sıvı hidrojen florit, HF.
KIRİSTAL ŞEKİLLERİ
Kırisyal yapılarının belki çok karakteristik özell iği kristalin
şeklinin veya morfolojis inin iyi tanımlanmış olmasıdır. Kristalin
morfolojisini ne belirler? Veya bunu ortaya koymak için başka
bir yol olarak, gerçek kristallerde hangi yüzeyler çok önemli
olur? Bu soruyu cevaplamak için birçok çaba sarf edilmiştir (ve
hala sürmektedir). Burada kısaca iki yaklaşıma bakacağız: i lki
yüzeylerin enerjis ini temel alır . Kristal yarıldığı zaman, bağlar
kırılırken oluşan yüzeyler aşır ı enerj i maliyeti doğurur, bu
enerjinin bir kısmı önceki bölümde bahsedildiği gibi kristal
yüzeyi gevşerken tekrar geri kazanıl ır . Yüzey yapılarını
modelleye bilmemiz için yüzey enerjilerini hesaplaya bilmemiz
gerekir. Yüksek enerji li yüzeyler enerji terimine daha fazla maliyet ekler, bunun düşük değerde
olması beklenir veya çevrime bir başka yolla eklenmesi beklenir, böylece gözlemlenen kristal
morfolojisinde düşük enerjili yüzeyler baskın olmalıdır. Bu f ikir nicel matematiksel sert katıların
ortaya konması ve kristal morfolojilerinin öngörülmesinde bize imkan tanımaktadır. Bir örnek solda
görülmektedir.
Alternatif (çoğunlukla daha gerçekçi) yaklaşım ‘bağlanma
enerjileri’ olarak isimlendirilen önceden oluşmuş bir yüzeye
atom tabakalarının eklenmesi ile düşen ener jilerin
belirlenmesidir. Bir yüzeye eklenecek atomların sayıs ı
artarken enerjinin de artmasını bekleriz. Ufak bir düşünce
gösterir ki bu yüzeylerin hızlı büyümesi sonuçtaki kristalin
morfoloj isi açısından önemli olmayacaktır, solda simetrik
olarak gösterildiği şekilde kristal büyürken diğer yüzeylerle
etkileşimdedir. Bu model gerçekten göstermektedir ki yüzeyin
genişlemesi bağlanma enerjisi ile tersine olarak il işkil idir.
Yine tekrar bağlanma enerjisi hesaplana bil ir ve teori nicel
hale getirilebil ir . Soldaki resim gerçek kuartzın yapısıyla
karşılaştırı labilecek şekilde kuartzın öngörülen morfoloj ik
yapısı sonucudur. Uyum seviyesi sevindiricidir.
Kristal büyümesi çok karışık bir kavramdır ve yukarıda
anlatılan iki yaklaşım, elde edilecek kristalin mümkün şeklinin
anlaşılmasında bize yardım edecek yaklaştırma bir kılavuzdur.
Bunun çalışması ve ilgil i prosesler çağdaş maddelerin bil imsel
araştırmalarında çok aktif bir alandır.
YÜZEYDEKİ MOLEKÜLLER VE KATALİZ
Moleküller yüzeye bağlanır çünkü onlar yüzey atomlarıyla etkileşirler. Bu etkileşimler zayıf olabil ir ,
molekülerle bağ yapmayan tipteki etkileşimlerde kendil iğinden yüzeye yapışma olur (veya absorbe
olur). Alternatif olarak yüzeye absorbe olmuş moleküllerin atomları i le yüzey arasında yeni kimyasal
bağları oluşumunu gerektirmektedir. Burada moleküllerdeki bağlanmaların yeniden düzenlenmesi
zorunludur, hidrojen (H 2) ve azot (N 2) gibi basit moleküller yüze ydeki bileşen atomlarına disosiasyon
olacaktır. Bu etkileşimin rea ktif tipi yüzeydeki moleküllerin zayıf reaktif olmayan bağlanmasını
tanımlamada kullanılan fizorpsiyon terimine karşın kemisorpsiyon olarak bilinir. Çok ilginç sorular
arasında absorpsiyon problemiyle karşı karşıya kalabil iriz. İlk olarak buna sorbe olan m oleküllerin
yapı ve enerjisiyle anlayabil iriz. İkinci olarak yüzeyde yakalanmış moleküller arasında ve içinde
oluşan reaksiyon çeşit leriyle anlatabilir iz. Üçüncüsü ve belkide en hafif sorulardan birisi maddelerin
özell iklerini yüzeyde sorbe olan moleküller le belirlenmesidir.
Son yıl larda yüzeydeki moleküllerin
özell iklerini belirlemek için çok sofist ike
deneysel teknikler geliştir ilmiştir . Zaten yeni
yüzey mikroskoplarını kul lanmaktayız. Bir çok
spektroskop ik metot difraksiyon tekniğine
sahip şekilde yüzey molekülleri üzerinde
çalış ılmasına uygun hale getir ilmiştir . Üstelik
bilgisayarlar, bu alanda müstesna araçlarla
görüntüleme yapmaktadırlar. Solda görünen
resim güncel ve önemli sistemler için
bilgisayar modellerinin örneğidir.
Üçüncü durumda difosfonat [C3H6(PO 4)2]
molekülünün baryum sülfat ( BaSO4) yüzeyine
nasıl bağlandığını göstermektedir. Etkileşim
modu özellikle ilginçti; difosfat (PO 4)
gurupları yüzeydeki sülfat (SO 4) guruplarıyla
yer değiştir irler ve materyalin yüzeyine
moleküllerin etkin kil itlenmesine izin verir.
İlginç şekilde molekül yağ endüstris inin temel
bir problemi olan yağ borularını t ıkayan
yüksek oranda çözünmez materyal olan
agregatların büyümesinde BaSO 4 inhibitör
olarak görev yapar. Kristallerin yüzeyindeki
difosfat örtüsü gibi inh ibitörler büyümeyi
önler ve büyük uygulama alanına sahiptir.
Burada gösterildiği gibi bilgisayar
hesaplamaları endüstriyel önemli proseslerin
yüzey kimyasının kalbindedir.
Molekül birkere yüzeye sorbe olduktan sonra
yeni kimyasal reaksiyon tiplerine mar uz
kalabil ir veya s ıvı ve gaz fazında çok zor yürüyen bir reaksiyon yüzeyde kolayca oluşabilir . Bu
olabil ir çünkü moleküller birbir ine daha yakın olurlar veya kemisorpsiyondaki birbirini izleyen
bağlanmada değişimin önemi olmalıdır. D iğer yönden yüzey kimyasal reaksiyonun katalizlenmesi
yönünden bir inci önceliğe sahiptir. Kataliz kimya ve biyokimyada anahtar bir prosestir . Katalizörler
diğer reaktanlar (kimyasal reaksiyonun başlangıç noktasında) veya ürünler (sonlanma noktasıda)
olmadan kimyasal reaksiyonu kolaylaştıran ajanlardır. Çalışma yolu solda genel olarak
gösterilmiştir .
Yeniden söyleyelim ki kimyasal reaksiyonlar
kendiliğinden ve hemen olmak yerine bir
enerji bariyeri ile engellenir ler, bu engel
reaktanlardan ürünlerin oluşması için
aşılmalıdır. Bu engel reaksiyona giren
moleküllerdeki bağların kırılması ve
ürünlerdeki yeni bağların oluşması ile
birl ikte gelir . Engelin yüksekliği genell ikle
kimyasal reaksiyon oranını kontrol eden
temel faktördür. Yüksek engel yavaş
reaksiyonu doğurur. Katalizörler bu engelin
yüksekliğini düşürürler. Bunlar
reaktanlarıın bağlarının kır ılmasına
yardımcı olurlar, farklı ama büyük oranda
eşit manalı tanımı reaksiyondaki ‘ara
halin’ kararlıl ığıdır, buradaki yüksek
enerjil i türler maksimum enerji engeline
karşılık gelir (buradaki iyi bir tanımlama
kısa ama belli bir yaşama ömrü olan,
kararsız kimyasal türlerdir). Metallerin ve
oksit lerin yüzeyleri zenginleşmeyi artırır
ve katalitik proseslerin çeşidini değiştirir ,
bunun ekonomik önemi kimya
endüstris indeki çoğu anahtar prosesin kötü
tahminle her yıl dünya çapında milyarlarca
dolarlık karına karşılık gelir . Burada
heterojen katalizden bahsedilir çünkü gaz
ve katı gibi iki faz arasındaki ara yüzde
gerçekleşen katalizdir ve tek bir fazda
gerçekleşen (gaz veya sıvı) homojen
katalizden farklıdır. Homojen katalizlerin endüstriyel önemi göz önüne getirilirse bu tip kataliz
yaşayan sistemlerin fonksiyonlarını sürdürmesi için zorunludur.
Bağ disosiyasyonu yüzeyde gerçekleşen katalizin enbasit i ama en etkin olanıdır. Burada iki örnek
göreceğiz. Hidrojenasyon (moleküle hidrojen atomları eklenmesi) geneldir ve endüstriyel önemi
büyüktür. Buna benzer çoğu reaksiyonda doymamış moleküllerdeki çift bağlara hidrojen eklenmesini
içerir. Bu iki atom arasındaki bağ ve hidrojenler arasında kuv vetli bağ vardır, eğer hidrojen
molekülü ve bir doymamış molekül birbir leriyle çarpışırlarsa çoğu zaman hidrojen molekülündeki
bağın kırılmasına izin verecek çarpışma için enerjis i yetersizdir. Buna rağmen molekül platin gibi bir
molekülün yüzeyine absorbe olursa hidrojen molekülü iki atoma parçalanır (disosiye olur) çünkü her
hidrojen atomu metal atomu yüzeyi i le yeni bağlar yaparlar. Bu yüzeydeki hidrojen atomları ş imdi
yüzey üzerine difüze olabilir ve soldaki şemada gösterildiği gibi doymamış moleküllere saldırır .
Belkide en basit örnek hidrojen ve oksijen arasındaki reaksiyon asl ında aldatıcıdır.
2H2 + O2 → 2H2O
Hidrojen ve oksijen gazları bir kavanozda
reaksiyon olmadan bir arada durabilir çünkü
yine hidrojen ve oksijen atomları kendi
aralarında kuvvetl i bağa sahiptir ve bunlar
saniyede milyarlarca kez birbirlerine çarparlar
ama yinede bunlar bağların kır ılması için gerekli
çarpışma enerjisi için yeterli değildir ( tabiî ki
normal çevre sıcaklığında). Buna karşın
kavanozumuza birkaç parça metalik platinyum
eklenirse karışım patlayacaktır ve yine hidrojen
ve oksijen molekülleri platinyumun yüzeyine
difüze olur ve sonra her bir i diğeri ile reaksiyona
girer.
Daha güncel bir örnek NO x giderilmesi
katalizidir. Azot oksit ler (özell ikle azot
monoksit) bir dizi kirleticilerdir ve araba
motorlarından ve güç istasyonlarından yanma sonucu oluşan korrozif gazlardır, asit oluştururlar.
Araba egzozlarından ve güç istasyonlarından atılan bu gazların giderilmesi için şuan ki çevrese l ve
ekonomik baskıyı karşılamada ucuz ve etkin bir yoldur. Paladyum ve platin gibi metaller bu
oksit lerin parçalanmasını katalizler ve anlaşılmaz mekanizmalar, gösterild iği gibi bilgisayar
hesaplamalarıyla ortaya konabilir . Şimdiki uğraşlar bu önemli reak siyon için ucuz, düşük s ıcaklıkta
ve daha etkin katalizörler tasarlamak üzerinedir.
Heterojen katalizin son bir örneği
kimya endüstrisinin gelişmesinde çok
büyük ve önemli reaksiyonlardan bir i
olan Ziegler-Natta polimerizasyon
reaksiyonudur. Bu yüzyılda ki kimya
endüstris iyle üretilen ilk ticari düşük
maliyetl i polimerin bizim yaşamımıza
önemli katkıları olmaktadır. Bir iyonik
bileşikten oluşan eteni polietilene
çeviren bu katalizde titanyum klorüre
magnezyum klorür eklenir ve moleküller
bağlanır. Bu moleküller katalizörün
aktif bölgelerini oluşturur. Aktif bölge
kavramı katalizör teoris inde önemli bir
rolü vardır. Yüzeydeki bölgenin sadece
çok küçük oranı katalit ik reaksiyonu
etkileyebil ir . Bunlar önce tartış ılmış
olan yüzey dengesizlikleri (kısımlar,
telsi yapılar, kusurlar) ile ilişkilidir
veya bu durumdaki gibi kimyasal
türlerin farklı tipleri bu bölgelerde
oluşmalıdır. Katalizörün içerdiği aktif
bölgelerin t ipi solda görülmektedir. Bu
gibi bölgelerin kararlıl ığı bilgisayar
çalışmalarında öngörüldüğü gibi
karşılaştırma yapıl ırsa t itanyuma klor
kadar karbonda bağlanmaktadır.
Etilen polimerizasyonu solda gösterilen
tipte genell ikle kompleks organo metalik
billeşikler olan homojen katalizörlerle
etkilenebilir . Yine etilen (veya başka
doymamış bir molekül) molekülünü
içeren mekanizma metal -karbon bağını
içerir.
Belkide heterojen katalizin çok ilginç sınıf ı zeolit lerdir. Gördüğümüz gibi bu maddeler ta mamen
yüzeye sahiptir, deliklerdeki metal iyonları ve iskeletlerindeki asidik bölgeler katalitik prosesin
büyük değişiminden sorumludur. Zeolit yapılarının delik geome tr ileri ve boyutsal boşlukları
katalizin seçiciliği yani ürünlerin çokluğundansa özel bir ürünün yüksek değerde oluşması için
gereken katalitik prosesi mümkün kıl mak için
etkindir. Düşük sıcakl ıklarda daha iyi kazanç
sağlanması kadar seçicil iğin artırılması d a
kataliz alanında ekonomik bas kıyı
karşılamaktadır. Yaşam için gerekli kimyasal
reaksiyonları kolaylaştıran enzimler katalitik
kimyanın gıpta ile baktığı bir alandır.
MOLEKÜLLER VE
MADDELERİN ARKA PLANI
Moleküller yüzeydeki atomlarla kimyasal
bağlanma oluşturduklarında onların kimyasal
yapısını değiştirmekle kalmaz yüzeydeki ve alt
tabakadaki kristalde de değişim yaparlar. Belki
çoğu ilginç etki maddelerin elektriksel
özell iklerinde ortaya çıkar. Moleküller yüzeye
absorbe olduklarında bunlar katının Şekil 49 SnO2
elektronlarını çekecek veya onu yüzeyde tutacaktır, bir diğer ifadeyle katının elektrik iletkenliğinde
bu görülecektir. Buna iyi bir örnek kalay oksit (S nO2) maddesiyle sağlanabilir , havayla madde
karşılaştığı zaman oksijen molekülleri katı yüzeyine absorbe edil ir . Oksijen molekülleri solda
gösterildiği gibi elektronları çeker (O - 2 iyonu yapar), maddenin elektriksel i letkenliği değişir .
Sanırım şimdi atmosferdeki metan gibi yanıcı gazla konuya başlamalıyız. Metan molekülü yüzeylere
absorbe edilebil ir , orada oksijenle hızlıca bir reaksiyon verir (onun yüzeyde yanmasından karbon
dioksit ve su oluşur). Katının yüzeyinde çekilebilecek olan oksijen molekülünd eki elektronlar geriye
döndürülebil ir ve iletkenlik geriye çevrile bil ir . Hemen görebilmekteyiz ki maddeye karşı bir voltaj
uygularsak akımı değiştiririz. Akımdaki bu hızl ı yanıt bu nedenlerden atmosferdeki yanıcı gazları
belirlemede kullanılabil ir ve kala y dioksit yanıcı gazlar için bir sensör olarak kullanıl ır . Toksik ve
yanıcı gazların belirlenmesi uygulamalı bil imlerin genişleyen bir alanıdır ve çevre ve güvenlik
konuları için artan şekilde önemli olmaktadırlar. Yüzey kimyası hareket belirlemede açıkça merkezi
rol oynamaktadır.
Ara yüzeyler
Bir önceki bölümde tartışılan tipteki yüzeyler
katı ve gazlar (veya mümkün olursa vakum)
arasındaki yüzeylerdir. Yüzeylerin diğer tipleri
iki katı, katı sıvı, sıvı sıvı ve sıvı gaz arasındaki
etkileşimler, doğada geniş bir aralıkta ve içinde
korozyon, kırılma ve kapiler hareketlerinin de
bulunduğu çalışmalarının çok farklı bilim
alanlarının bünyesinde bulunur. Bizim konumuz
olan atomik seviyede maddelerin anlaşılması ve
modern bilgisayar metotlarının ve rdiği
anlayışlarda bilgisayar metotlarıyla gelişt irilmiş
atomik skaladaki modeller için karmaşık ara
yüzey yapılarının üç örneğini aydınlatmak için
seçtik. İlki (SnO 2 ’nin alt ında görülen) katı ve sıvı arasındaki ara yüzeyin
örneğidir, katı ve s ıvı argon ar asındaki moleküler
dinamik s imülasyonu.
İkinci resim katı katı yüzeyini konu almaktadır,
şuan ki materyal bil iminin bir kaç alanında geniş
olarak kullanılmaktadır. Resim iki oksit minerali,
alüminyum oksit(Al 2O 3) ve seryum oksit(CeO 2)
arasındaki ara yüzeyin bilgisayarla geliştir ilmiş
modelini gösterir, bu otomobil egzozu katalizör
sistemlerinde CeO 2 ve Al 2O3 desteğini kullanımı
için önemli bir sistemdir. Model atomik seviyede bu
iki oksidin birbir ine yapıştırılmasındaki detayları
açığa çıkarır ve bu g ibi ara yüzlerdeki kararlı lığı
kontrol eden faktörleri anlamamıza izin verir. Son
örneğimiz bizi kataliz alanına geri götürür. Bu
katalizörlerin sınıflandırılmasında genişçe
kullanılan bir yüzeyde metal parçacıklarının
yapılarını konu alır . Resim silikon d ioksit in (SiO 2)
yüzeyinde metalik nikelin küçük parçacıklarının
yapısal hesaplamalarını göstermektedir.
Karşılaştırmanın yararı için bazı büyüklüklerdeki
‘serbest ’ nikel parçacıklarının yapılarını
Şekil 50 Argon kat--- sıvı
Şekil 51 Al2O3 ve CeO2
Şekil 52 SiO2 içinde Ni
görmekteyiz. Farklı lık dikkat çekicidir. Nikel parçacıkları yüzeye yerleştir ildiği zaman yüzey ıslaksa
parçacıkların dışa doğru yayıldığını göstermektedir. Parçacıkların yüzey yapılarındaki bu değişim
metalin katalitik aksiyonları için derin sonuçları olacaktır.
Buradaki birkaç resim modern bilgisayarların yardım ı ile yüksek derecede karmaşık atomik yapıların
modellerini detaylı şekilde inşa edebilir iz. Yüzey ve ara yüzey bilimi bilgisayar destekli f izik
bil iminin temel bileşenlerini sergilemektedir. Sonra iki yüzeyin birbirine çok yaklaştığı sistemlerin
büyüleyici s ınıfında oluşan ilişkili ama farklı yapıları gördük.
MEMBRANLAR VE FİLMLER
Suda bir sıvı deterjan damla haline gelir ve hızlıca yüzeyde ince bir film tabakası oluşturur.
Deterjanlar ve sabunlar polar ‘hidrofil ik gurup’ başları ile hidrokarbon zinciri (hidrofobik) içeren
özel moleküllerden yapılmışlardır. Su polar bir çözücüdür ve polar çözücülerde polar bit im noktaları
kendiliğinden bir araya topaklanır. Molekülün hidrofobik bit im noktala rı su ile temastan kurtulmak
için yukarı doğru çıkarlar, yüzeyde ince bir moleküler film tabakası oluşur.
Su yüzeyi hidrofobik moleküllerle temas ettiği için çok farklı davranır. Saf su yüksek yüzey geril imine
sahiptir, sanki bir şekle sahipmiş gibi davran ır (onun yüzeyine demirden bir iğne yerleştir ilse iğne
yüzey tarafından tutulacaktır fakat yüzmeyecektir, yüzeyin içine geçmeden ış ıldayacaktır). Bu yüksek
yüzey geril imi moleküller arası etkileşimin sonucudur, bu etkileşimlerin amacı mümkün olduğu kadar
s ıvı yüzeyini azaltmak yünündedir, çünkü moleküller yüzeyde oldukları zaman komşu moleküllerden
daha az çekime maruz kalırlar. Bundan dolayı saf suyun köpük oluşturmasını sağlayamayız , yüksek
yüzey geril imi onları hareketli halde tutacaktır. Fakat sabu nlu suda köpüklerinin oluşmasını sağlaya
bil iriz, çünkü yüzeyde bulunan sabun moleküllerinin fi lmi yüzey geril imini büyük oranda
düşürecektir. Hidrofobik moleküller su moleküllerinden daha az birbirleri i le etkileşimde bulunurlar.
Yüksek yüzey geril imli alanlar ile sabun benzer yapı formlarını kolayca oluşturabilirler. Bu sabun ve
deterjan molekülleri arasındaki moleküler kuvvetlerin büyüklüğüne bağlıdır ve bu su, sabun köpüğü
oluşturmamıza izin verir.
Bu iki şekilde sonlanma yapısına (amfil ik) sahip molekül lerin çözelti lerinde bir araya toplana
bileceklerdir, moleküllerin hidrofobik bileşenleri aynı noktaya; içe doğru hareket eder ve hidrofilik
kıs ımları dışa doğru hareket eder . Bu misellerin oluşması diğer molekülleri yakalanmasını sağlar
örneğin yağlar hidrofobiktir ve bunlar deterjanların fonksiyonlarında önemli rol oynarlar.
Hidrofobik etkileşimlerin diğer bir yolu çift tabaka oluşumuyla kendi liğinden ortaya çıkar,komşu
tabakalardaki amfil ik moleküllerin hidrofobik kıs ımları içe doğru yönlenir ama miselle rdeki gibi top
halinde yuvarlanmak yerine ardı ardına tabakalar haline gelirler. Bu gibi tabakaların çok önemli
olan kapsamı yaşayan maddelerde oluşmasıdır. Membranlar yaşayan organizmalar için hayati öneme
sahip yapılardır. Tüm karmaşık yaşam formlarında çok önemli yapısal varlıklar olan hücreler bir
birlerine kendi merkezlerindeki çekirdeklerde (tüm genetik materyalin içinde bulunduğu) olduğu gibi
membranlarla bağlanmışlardır. Bu membranlar zorunlu olarak çift tabakalıdırlar. Buradaki yapı taşı
amfilik mo leküler, l ipit ler olarak bil inirler. Membranlar yapısal rol oynadığı kadar onların içinden
geçen bazı moleküllere de izin verirler.
ÇÖZELTİLER
Erimede olduğu gibi çözünme prosesi de basitt ir . Önced en bildiğiniz katı kristalin durumunda suyla
kristal temas ettiği zaman kısa sürede gözle görülmez hale gelir . Kristal yapısı bozularak su içinde
dağılan atomlara dönüşür. Bu proses nasıl ve ne için olur? Ve atomlar çözünme sırasında nasıl
davranırlar? Çözünme ve çözelt ileri düşünmeye başlarken bunun pazıl oyununa benzediğini
söyleyebil iriz. Mesela tuz su içinde çözünür ama petrol içinde çözünmez, kafur da petrolde çözünür
ama suda çözünmez. Elmas ve silikon gibi kristaller ise herhangi bir sıvıda çözünmezl er katıların
çözünüp çözünmemesini kontrol eden şey nedir? Şimdi su içinde tuzun çözünmesine bakarsak şunu
yeniden söyleyebil iriz ; tuz ( sodyum klorür) basit bir kristal yapısına sahiptir ve bu yapıda pozitif
sodyum iyonları ve negatif klor iyonları muntaza man ist iflenmiş kristal bölgelerinde bulunurlar.
Kıristali parçalarken büyük miktarda enerji gerekir, veya iyonlar arasındaki etkileşim enerjisi
etkileşimlerin diğer formları ile karşılanır. Su içinde çözünme olduğunda ne olduğunu anlamamızda
sonraki anahtar nokta katıdaki iyonlar arasındaki etkileşimin çözelt ideki iyonların suda ve su
molekülleri arasındaki etkileşimle karşılanmasıdır. Su polar bir s ıvıdır, oksijen atomları negatif
yüklü iken hidrojen atomları pozitif yüke sahiptir. Sodyum iyonları sıvı su ya girdiğinde su
molekülleri onun etrafında kümelenir ve onun etrafında negatif oksijen atomundan sonra pozitif
sodyum atomu sıraya girer . Aynı şekilde su molekülleri klor iyonlarının çevresinde de guruplaşır ve
pozitif yüklü hidrojen atomları negatif yükl ü diğer atomlara doğru yönlenir ler. Çözelt ideki iyon -su
etkileşimi katıdaki iyon - iyon etkileşiminin yerini al ır . İyonlar kristaldeki partnerlerinden bu şekilde
ayrılabilir ler çünkü bunlar çoğunlukla çözelt ide kendisine uygun eşler bulabil irler. Bu davranı ş çok
geneldir. Yüksek çözünürlük; atomlar, iyonlar veya bu türdeki maddeler ile çözücü moleküller
arasındaki eşit etkileşimler yer değiştiren katı moleküllere ihtiyaç duyabilir (sıvı içinde çözünen katı
gibi). Normal olarak bu çözücüde çözünene katı için aynı enerji harcamasına denk gelir . Ama bu eğer
yeterinden küçükse onun etkis i katı ile çözelt i karşılaştırıldığında düzensizliğin arttığı yönde
ilerlediği görülebilir . Bu proses çözelt inin entropisiyle yürür.
Şimdi kimyanın eski bir ata sözünü öğreneceği z; ‘benzer benzeri çözer’ iyonlardan oluşan tuzlar gibi
katılar yüksek yüklü atomlar bulunduran su gibi polar çözücülerde çözünürler çünkü iyonlar ve
çözücü arasındaki elektriksel etkileşimler katılarda olanlarla yer değiştirmesi gerekir. Kafur gibi
moleküllerden inşa edilmiş kristallerde kuvvetler farklıdır ve moleküller kristalde zayıf wander Vaals
etkileşimleri i le birbir ine bağlanmıştır . Petrol gibi çözücülerde çözünene moleküller arasında bu
etkileşim öncelikli gelir . Katıdaki moleküller arasındaki etk ileşimler, moleküller ve çözücü
arasındaki ve petrolde çözünmüş kafur arasındaki bu etkileşimler uygun şekilde yer değiştirebil ir .
Sıvılarda gördüğümüz gibi düzensizlik çözelt i yapısının büyük veya küçük derecelerine bağlıdır.
Gerçekte bu özellik tartıştığımız çözelt ideki sodyum ve klor iyonlarının yapısında görülebil ir .
Çözeltideki iyonların yapısı da iyi tanımlanmış olmalıdır. Mesela demir ve nikel metalik
elementlerinde su iyonlarının metal çevresini saran iyi tanımlanmış oktahedrona sahiptir. Bu gibi
h idrat iyonları katılarda da bulunabil ir (gerçekten bakır sülfat gibi katılar kristal yapıda
atmosferden su çekmiş haldedirler). Bunlar metal iyonu ve küçük moleküllerden oluşan kompleks
iyon olarak bil inen kimyasal türlerin s ınıfına girmektedir. Şimdiye ka darki tartışmalarımızın
çoğunda çözücü olarak suyu kullandık. Su tabiî ki bizim dünyamızın yüzeyini kaplayan en yaygın
sıvıdır. Ve su polar katılar için mükemmel bir çözücüdür. Polar katılar sadece sodyum ve klor gibi
iyonlardan oluşmazlar üstelik OH ve CO gibi guruplarla da oluşurlar. Şekerde ise glikoz ve sukroz
molekülleri suda çözünür çünkü molekülün OH gurubu su molekülleri ile kuvvetli etkileşime
girebil irler. Tabiki burada temel rolü hidrojen bağı etkileşimleri üstlenir. Gerçekten moleküller ve
moleküllerin parçaları (atom gurupları) polar guruplar içerip içermediklerine göre hidrofobik (suyu
sevmeyen) ve hidrofil ik (suyu seven) olarak s ınıflandırıla bilir . Bu durumun sınırlarını belirleyen
molekül veya gurupların boyutu sulu çevrede bunların davranış larını kuvvetli şekilde etkiler. Bu
kapsamdaki önemli bir molekül sınıf ı hidrofobik ve hidrofil ik uçların her ikis ini de içerir. Bu
özell ikleri onların kullanım alanlarını gözle görülür derecede artır ır . Davranışın büyük önem taşıdığı
durumlarda biyolojik moleküllere uyum sağlamada özell ikle proteinlerin şekil ve fonksiyonları için
molekülün farklı kısımlarının bağıl hidrofobik olmasıyla büyük oranda kontrol edilir .
KATI ÇÖZELTİLERİ
Normal olarak bakır ve s ilikon benzeri katıları çözelti oluştura bilecekleri şekilde (çözünebilme
manasında) düşünmeyiz. Çünkü bunlar genelde sıvılardakine benzeyen şekilde katılarda
çözünebil irler (gerçi kuvvetli asitler demir gibi metalleri çözebilir ama bu bir kimyasal reaksi yonu
gerektirir). Unutmayın katıların çözünmesindeki gibi katı -katı çözeltilerinde atomun veya moleküller
arasındaki etkileşimler çözeltide bunları karşılayabilecek olanlarla yer değiştirir ve bunlar normal
sıcaklıktaki su gibi basit bir işlem değildir. At omlar veya moleküller demir veya sil ikonla başarılı
şekilde etkileşirler (kimyasal reaksiyon olmaksızın) .
Katı çözeltileri oluşturan katıların diğer katılar içinde çözünmesi mümkündür. Bakır çinko içinde
çözünerek pirinç olarak bilinene alaşımı oluşturur (basitçe bir metalin diğeri içinde çözeltis idir).
Çoğu alaşımda olduğu gibi pirinçte de kristalin yapı hakimdir. Burada metal bölgeleri sıralı çinko ve
bakır atomlarının yer aldığı hücrelere sahiptir. Alaşımın oluşumu kurşun -kalay ve demir-bakır
alaşımları gibi çok geneldir. Bir metal diğerinin içinde çok küçük miktarda çözünürken onun fiziksel
ve kimyasal özell iklerinde çok kuvvetli etkiye neden olabil irler, paslanmaz çelikte küçük miktarda
krom demir içinde çözünürken paslanma hızını gözle görülür dereced e düşürür (paslanma metallerin
havadaki oksijenle metal oksit oluşturmasıdır). Bronzda ise bakır içinde demir alaşımı çok sert düşük
kırılganlıkta maddeleri oluşturur.
Katı çözelt iler yaygındır. Gördüğümüz gibi si likon herhangi bir sıvıda çözünmez ama ger manyum
içinde çözünür. Çinko içinde bakırın çözünmesine benzer şekilde, benzer kıristal yapılarındadırlar.
Bu katılara alaşımlara baktığımız açıdan yeniden bakarsak küçük miktarda katının diğeri içinde
çözünmesi materyalin özelliklerinin değiştiri lmesinde hayati önemde bir yoldur. Ve bu maddeler
çağdaş teknolojide inanılmaz boyutta kullanılmaktadır. Klasik örnek yarı i letken sil ikonlarıdır;
fosforun milyarda bir miktarının silikon içinde çözünmesiyle onun elektrik i letkenliğinde şiddetl i
etkilere yol açar.(bu n-t ipi olarak bilinene yarı i letken maddelerinin yapımıdır). Yine benzer
miktarda arsenik eşit derecede büyük etkilere yol açar ama farklı elektriksel karakter oluşturur (p -
tipi yarı iletkeni oluşturur). Bu iki materyal bir noktada birbirine temas ettir i ldiğinde doğrultma
işlevine sahip olan p/n temas noktasını oluşturur. Bu noktada akım sadece bir yönde i lerler ve bu
elektrik devreleri için hayati bir özelliktir . Bilerek eklenen safsızlıkların çok az miktarları ile sil ikon
modern elektronik devrimin tem elinde olan teknolojinin ham maddesini oluşturur.
HAREKET HALİNDEKİ ATOMLAR
Modeller göstermiştir ki atomların ve moleküllerin donmuş
statik yapılardan oluşan mikroskobik dünyadan oluştuğunu
düşünmüşüzdür. Gerçek çok farklıdır. Atomlar ve moleküll er
düşük sıcaklık durumunda sabit hareketleri vardır ve madde
mikroskobik seviyelerde çok dinamiktir. Moleküller sabit olarak
döner ve titreşir ; bunlar (tümüyle) gazlar ve s ıvılara çevrilirler .
Bunların yaptığı hareketler katılarda çok daha yavaştır.
Şimdi moleküler hareketlerin genel yapılarına bakalım. Şunu
anlarız ki bilgisayarla hızlandırılmış hareketler bile bunu
anlamamıza yetmez. En basit hareket çevrilmedir.
Moleküllerin düşük yoğunluklu olarak bulunduğu gazlarda
moleküler hareketler dikkat çeke cek eğerde hızl ıdır.
Örneğin; çevresel şartlar altında haz halindeki bir
hidro jen molekülü ortalama 6.940 km/s i le hareket eder.
Tabiî ki sürekli diğer hidrojen molekülleri ve kabın
duvarları ile çarpışır .(ve sonraki çarpışmalarında kabın
duvarlarına gaz tarafından uygulanan basıncın artmasına
neden olur). Sıcaklık artarken moleküller daha fazla enerji
kazanır, 1000 santigrat derecede ortalama bizim hidrojen
molekülümüz 14.343 km/s ‘te hareket eder. Bu daha
enerjik olan moleküllerin çarpışmasıyla basınç dah a yüksek
değerlere karşıl ık gelecektir .
Yüksek yoğunluklu sıvılarda moleküler hareketler daha
yavaştır. Fakat moleküller sıvılarda sabit olarak hare ket
ederler; bunlar komşuları tarafından iti lip çekilirler.
Soldaki örnekte s ıvı su içindeki bir su molekülünün
saniyenin on bin milyonunda birindeki(10 - 1 0 sn) yörüngesi
görülmektedir. Biz sadece bu zaman skalasında nasıl
olabileceğini görmekteyiz , moleküler seviyede daha fazlası
olabil ir .
Katılardaki moleküller çoğunlukla özel bölgelerde
hapsedilmiştirler. K atılarda difüzyon bunun için yavaştır ve
genell ikle katılarda itişmelere sebep veren boşluklar veya eksiklikler gerekir. Örneğin bir atom veya
molekül s ıralı konumundan eksilirse ko mşu molekül o bölgede difüzyonun oluşmasına izin verecek
şekilde oraya atlar. Bu gibi prosesler içinde k orozyonun da bulunduğu katı hal reaksiyonlarında
anahtar rol oynarlar. Üstelik bunlar katıların önemli ve bir üst sınıfı olan katı fazda yer alan hızl ı
atomik migrasyon içinde yer alırlar. Gerçekten ‘hızlı iyon iletkenlerinin’ önemli bir sınıfı katılardaki
Şekil 54 H2O
Şekil 53 Bu resim peptit hormonundaki oksitosini göstermektedir.
Şekil 55 Li+
hızlarda hareket eder. Sıvılarda bunun görülme s i normaldir. Bilgisayar simülasyonu ile şekilde bir
iletken polimerde lityum iyonunun difüzyon yolu görülmektedir. 10 - 1 0 ışıma süresinde iyonların biri
çok farklı bölgeler arasın da hareket etmektedir(şekilde pembe ile gösterilmiş).
Gazlarda ve sıvılardaki moleküller onlar hareket ederken
sabit olarak dönerler. Oksijen(O 2) ve azot(N2) molekülleri
çevre şartlarında saniyede 10 1 0 kez civarında döneceklerdir.
Moleküller arasındaki b üyük etkileşim tabiî ki sıvı içinde
onların aktarımı kadar dönme hızlarını da düşürecektir.
Daha kompleks moleküller molekül çevrilmelerinin yalnızca
bir kısmı olan (veya gurup) iç çevrilmeler gösterirler.
Bu çevrilmeler genellikle engellenmiştir . Gurubun çevrilmesi
molekülün diğer kısımları i le etkileştiği için yasaklanmıştır .
Üçüncü olarak moleküller yayın t itreşmesine benzer
şekilde top gibi titreşirler. Bu şekilde oksijen molekülündeki
oksijen atomu saniyede 10 1 4 kez t itreşir(burada bağ kısalır ve uzar). Daha fazla
sayıda atomların bulunduğu kompleks moleküllerde titreşimin yapısı daha
komplekstir . Titreşimin frekansı atomda görev yapan kuvvetlere bağlıdır ve sabitt ir ,sıcaklıkla
değişmez. Bununla beraber yüksek sıcaklıkta atom daha fazla sıcaklığa sahipken, bunun genliği
artar, buda bağın daralıp genleşmesinin miktarını artmasıdır.
Katılarda atom ve moleküller titreşir. Gerçekten katılarda kıs ıtl ı çevre içinde çevrilme ve dönme
genell ikle mümkün değildir, sadece bu hareket tipi mümkündür. Yine t itreşimin genliği sıcaklıkla
artar. Bilgisayar simülasyonunda erime noktasındaki kapalı buzda titreşim hareketleri
görülmektedir.
Atomik seviyedeki maddelerin dinamiğinin, atomik hareketlerin çalışmaları f izikokimyanın çok geniş
araştırma alanıdır ve burad a gördüğümüz gibi bilgisayarlar bu alanda aşırı büyük rol
oynamaktadırlar. Diğer bölümde bunun nasıl olduğunu ve f izik ile kimyanın diğer alanlarını ,
bilgisayarın bir araç olarak büyüyen gücünü açıklayacağız .
MOLEKÜLLER VE BİLGİSAYARLAR
Çağdaş bilgi sayarların eşsiz model inşa
etme gücüne vurgu yapacağız. Atomlar ve
moleküllerin davranışları hakkında bilgi
edinirken bunu nasıl mükemmel şekilde
kullana bilir iz? İki geniş stratej i çağdaş
bil imi mevcut kı lmaktadır. Öncelikle
moleküldeki elektronların dağıl ımı ve
ener j iler hakkındaki detayları öğrenmek
için Shrödinger eşitl iğinin çözümüne
çalışmalıyız ve değişen geometriler için
molekül enerjilerini hesaplayarak en
düşük enerjili yapıyı öngörebilir iz.
Unutmayalım ki Schrödinger eşitliği tam
olarak sadece hidrojen atomları için
çözülebilmektedir ( ve diğer tek elektronlu
atom lar için) , daha karmaşık sisteler için
eşitl iğin çözümü yaklaştırma metotlarını
geniş bir aralıkta kullanır. Bunun iyi yanı
büyük ve kompleks moleküller için yüksek
doğrulukta öngörü yapabilmemizi mümkün
kılmasıdır.
Şekil 56 Buz erirken.
Şekil 57 Kafein molekülünün elektron yoğunluğu.
Doğada oluşmuş olan kafein molekülü ve
alttaki resimde gösterilen MgSiO 3 minerali
için hesaplamaların yoğunluğu
görülmektedir. Her iki durumda bilgisayar
moleküllerin veya maddelerin özell iklerini
belirleyen elektronların dağıl ımını detaylı
şekilde anlaşılmasına izin verir.
Gerçekten kafein moleküllerinin ve MgSiO 3
gibi kristallerin yapılan hesaplamaları
doğal moleküllerin ve dünyayı oluşturan
maddelerin davranışlarını anlamamızda
artan şekilde önemli rol oynamaktadır.
Bu metotlarla çok sayıda bilgi kazancı
sağlamamıza neden olur. Bunlar bize
moleküller atomlardan oluşurken kimyasal
bağlanmanın kalbinde yer alan, daha önce
gördüğümüz proseslerde elektron
yoğunluğunun nasıl yeniden dağıldığını
anlamamıza izin verir. Buna ek olarak
elektron yoğunluğunun bil inmesiyle
moleküllerin çevresindeki elektrostatik
potansiyel enerj iyi hesaplaya bil iriz. Bu
sonuçlar molekülün çevrelendiği diğer
moleküller ile etkileşimlerinin yollarını
kontrol eden önemli değerlerdir. Soldaki
resim su moleküllüleri(solda) içinde
metanol(sağda) molekülünün planlanan
elektrostatik potansiyelini göstermektedir.
Bilgisayar güçlerinin büyümesiyle
moleküldeki elektron dağlımı
hesaplamaları, moleküler yapılar ı ve
özell ikleri artan şekilde kompleks ve katı
moleküllere kadar uzanacaktır. Bu büyüme
ile daha sofistike bilgisayarlar bu gün ve
görülebilir gelecekte mümkündür. Bu gibi
metotlar çalışan sistem lerin büyüklüğü ile hızlıca
artan bilgisayarların güç ve haf ızalarıyla
sınırlanır. Ama yüksek derecedeki kompleks
moleküller veya maddelerden gelen problemlerin
çoğu için kimya ve f iziğin eski kavramlarını temel
alan ‘atomlar arası potansiyel ’ olarak bil inene
alternatif basit prosedürleri kullana bil iriz.
Soldaki d iyagramı referans alarak atom
çiftlerinin enerjilerinin bir birlerine
uzaklıklarına bağlı olarak nasıl değiştiğini
göstermektedir (daha doğrusu çekirdekler arası
uzaklık miktarıyla) . İki atom birbirlerine
yaklaştıklarında onların çekirdekleri ve çekirdek
elektronları bir birlerini iteceklerdir. Bu yüzden
enerji diyagramda görüldüğü gibi hızla
artacaktır. Tersi durumda ise atomlar bir
birlerinden uzaklaştıklarında ise her biri diğerini
çekecektir, bu şekilde kimyasal bağlanma veya
zayıf , bağ yapmayan etkileş im durumu ortaya
çıkar. Uzaklıkla enerjinin değişimi bu yüzden
Şekil 58 MgSiO3 ‘in elektron yoğunluğu.
Şekil 3 H2O ve CH3OH hakkındaki elektrostatik potansiyel.
Şekil 4 Atomlar arası potansiyelin şematik gösterimi. İki atomun ayrılması x yönünde gösterilmekte, atom çiftinin potansiyel enerjisi y yönünde yer almakta.
Ener
ji (E
)
Moleküller arası uzaklık
diyagramda görüldüğü gibi bir minimuma
sahip olması beklenir.
Son ell i ve sonraki yıllarda bil im insanları
çok değişik atom çiftleri için bu gibi
atomlar arası potansiyel değerlerini
detayl ı şekilde elde etmektedirler. Bundan
sonrasında bu kavram başka daha fazla
sayıda atom içeren türlere de
genişletilebil ir . Enerjinin nasıl değiştiğini
sadece iki atoma değil üç, dört veya daha
fazla atomun bağı pozisyonlarına bakarak
belirleyebilir iz (gerç i bunu diyagramsal
olarak izlemek çok zor olacaktır). Bu
bilginin elde edildiği kaynak öncelikle
deneylerdir. Moleküllerin ve atomların
büyük topluluklarının özell ikleri atomların
etkileşimindeki yollara bağlıdır ve deneysel
bilgi atomlar arası potansiyeli elde etmede kullanılırken bunun terside kullanılabilir . Yukarıda
anlatılan t ipte direkt hesaplama, tartışt ığımız gibi atomların etkileşimindeki yollarda verilen bilgi
giderek daha fazla artmaktadır. Bu yüzden atomlar arası potansiyel bilgis i giderek daha güvenil ir
olmaktadır.
İyi doğruluktaki atomlar arası potansiyellerin
temel bilgileri atomik seviyedeki maddelerin
bilgi havuzunu zenginleştirmektedir.
Bilgisayarlar la hesaplanan moleküller ve
maddelerin davranışları, bu bilgileri alarak
elde edilen maddelerin yapısıyla fevkalade
şekilde uyuşmaktadır. Doğanın temel
prensiplerini kullanarak basit ve çok ekonomik
ama kuvvetli prosedürle ; sistemlerin bu tepe
noktası enerjis i altında çalışmasıdır.
Geliştiri len sistemlerdeki yönleri kontrol eden
daha detaylı faktörleri tartışacağız. Fakat
molekülleri veya katılarını öngörmek istersek
atomların en düşük enerjil i düzenlenmeleri için
araştırma yapmak doğru prosedürdür.
Bu basit yaklaşım çoğunlukla enerji
minimizasyonunu tercih eder ( veya moleküler
mekanik teknikleri moleküller için özel olarak
kullanıl ır), bu solda diyagram sal olarak
gösterilmiştir . Tabiî ki tartışmamıza
moleküllerimiz için bir yapı öngörerek
başlamalıyız. Başlangıç noktamız ‘S’ olsun, bu
noktanın tanımlanmasının nasıl yapılacağını
sonra göreceğiz . Ama bir kere atomların
konfigürasyonlarını tanımladığımız zaman,
prosedür basitt ir . Atomlar moleküllerin
oluşumunda enerjilerini aşağı düşürecek yollarda
simetrik olarak hareket ettiril irler. Uygulamada
bu ‘minimizasyon’ bazı atomlar ve ya tümünün
küçük yer değişmelerini içeren hareket aralıkları
veya yeniden yerleştirmelerle sağlanır. Sistemin enerjisi
atomik uzaklıkların yönü ve büyüklüklerinin öngördüğü
Şekil 59 Peptit molekülünün konformasyonunda enerji minimizasyonu ve bunun etkisi.
Şekil 60 benzenin kıristal yapısının hesaplanan yapı ile uyuşumu.
Şekil 61 Şema moleküler mekanik zaman adımlarını göstermektedir.
yerde her atomdaki kuvvetlerden çıkarılan potansiyellerin toplam bilgisinden hesaplanır. Hesaplam a
sonucunda bir minimuma ulaşıldığı zaman, bu nokta en düşük enerjili noktayı gösterir( soldaki M’ye
benzer bir nokta) ve bu noktanın dışındaki herhangi bir yerde enerji artacaktır.
Bu basit ama kuvvetli metot gözle görülür şekilde iyi çalışır . Solda başarıl ı şekilde enerji
minimizasyonu sağlanmış olan peptitler ve kristal yapılarının yörüngelerini görmekteyiz. Her iki
durumda enerjis i minimize olmuş yapı gerçeğin en doğru modelidir ve her başlama noktası sonuçtaki
minimumdan uzaktadır.
Enerji minimizasyonu bilgisayar destekli
kimyanın şimdilerde standartlarından
biridir. Tabiî ki bu tekniğin sınırları
vardır. Kavramın temelinden gelen büyük
sınırlamalar vardır. Enerji minimizasyonu
moleküllerin yada kristallerin yapılarını
öngörmede çoğunlukla iyi bir yol
göstericidir. Ama termodinamik bil imi bize
atomik seviyedeki maddelerin
kararlı lığının detaylandırılmış teorisinde
görülebilecek değerde diğer faktörlerin
olduğunu söyler. İkinci sınırlama saf
olarak maddelerin ‘durgun halde’ kabul
edilmesinden gelir . Atomların sabit
hareket ettikleri hesaplara katılmaz, ama
moleküllerin dinamik davranışları onların
yapı ve kararlıl ıklarını etkiler. Burada
sıralanan çok önemli olabilecek olan
birkaç pratik sınırlama yüzey enerji şematiği üzerinde gösterilmiştir . ‘S’ n oktasından başlayan enerji
minimizasyonu ‘ML’ noktasında sonlanır. Bunun sonlanma noktası minimuma denk gelir , fakat bu en
düşük değer değildir. Eğer biraz tepe üzerinden dönersek ve B bariyeri üzerinden geçersek en düşük
minimum olan ‘M’ye varırız. Minimum ‘ML’ bölgesel minimum olarak bil inir ve bu minimum
çevrelediği vadide herhangi bir noktadan başlayan hesaplama yine bu noktada son bulacaktır.
Biyolojik sistemler gibi karmaşık moleküller veya katılarda yüzlerce bölgesel minimum olacaktır. En
düşük enerjinin veya global minimumun bulunması artan şekilde zor hale gelecektir. Çoğu farklı
başlangıç noktası denenmiştir ve bunları global minimumda olacağı garanti değildir. Minimizasyon
bu yüzden bilgisayar destekli bi limde geniş olarak kullanıl ır ve atomik seviye deki maddelerle yapılan
çalışmanın bilgisayar ilk safhasını oluşturur.
Kurnazlığın sonraki safhasında minimizasyon
hesaplamalarının temel eksikliklerinden birini
tedavi ederiz. Bu atomik seviyedeki maddelerin
dinamik doğalarını göstererek olur. Moleküle r
dinamik tekniğinin kavramsal temeli yine
basittir . Sistemde moleküller , molekül kümeleri
veya kristaller simüle edilebilir . Sadece tüm
atomların pozisyonlarını değil onların
hızlarını, düşünülen sıcaklıkta seçerek hedefleri
belirleyebilir iz. Sonra tüm atomlarda görev
yapan kuvvetlere bağlı katsayıların gelişt iği
sistemlere izin verir iz (bunlar atomlar arası
potansiyel kullanılarak hesaplanır). Normal
olarak klasik mekanik Newton’un ilk olarak formüle
ettiği hareket eşitl iklerinin atomlar dinamiğine
uygulanmasıdır. Bu klasik yaklaşım spriz şekilde bütün ama hafif ato mlar için iyi çalışır ve daha
sofist ike ‘kuantum metotları’ (mesela hidrojen atomlarının modellemesindeki gibi) da mümkündür.
Şekil 62 moleküler dinamik yoluyla oksitosin hormonunun için hesaplanan yörünge.
M__L
M
S
B
L
Molekülün potansiyel enerjisi
Şimdi simülasyon içindeki detaylara daha çok bakarsak buradaki çoğu yöntem film çekimine benzer.
Bunlar bir birine yakın anlık kareler gibidirler. Bu kareler birlikte hareket ettirildiklerinde sonuç
solda görüldüğü gibi dört atom vardır ve her bir inin hızı ve yeri birinci karede yer alır .
İkinci kareye küçük miktarda zamanı ilerleterek ulaşa bilir iz.(∆t) Atomların ne kadar ivmeli hareket
ettiğini bil irsek ileri doğru çalışt ırdığımızda yeni karede neler olduğunu kestirerek atomları yeni
yerlerine yerleştir iriz. Onların zamana göre hızl arının yardımıyla bunu kolayca yapabi lir iz. Ve
atomlarda görev alan kuvvetleri bil irsek atomlar arası potansiyel bilgimizden bunu çalışt ırabil iriz.
Ve eğer kuvveti bil irsek Newton’un ünlü kanunu bize şunu söyler; ivmeyi hesaplaya bilirsek zamanla
hızın nasıl değiştiğini görürüz yani yeni kare deki yeni hızı hesaplaya bil iriz. Sonra yeni kareye
ilerlediğimizde bir sonrakine ve ondan da bir sonrakine sürer. Sonunda karelerin binlercesi s istemin
dinamik bir kaydını oluşturmakta kullanıl ır .
Zaman adımlarının seçimi (∆t) tabiî ki önemlidir. Eğer çok uzun olursa eski sitil titrek bir f ilme
benzeyen bir s imülasyon elde ederiz . Zaman adımlarının seçimi için tercih edilen kriter fi lmlerdeki
kareler arası hızlandırma seçiminde kullanılana çok benzer. Bu sistemdeki her hangi önemli prosesin
zamanı ile karşılaştırılmalıdır. Fil imde bu bir topa tekme atma veya patlama veya bir silahın
patlama zamanıdır. Moleküler dünyada bu titreşim veya çevrilme ile al ınan zamandır. Bir topa
vurulmada alınan zaman saniyelerle ölçülebilir . Ve kareler arası zaman saniyenin b inde bir idir.
Moleküller için farklı farklı zaman skalası al ınır. Bunlarda titreşim veya dönme milyon kere milyonda
bir saniye periyodundadır(10 - 1 2) . Buradaki zaman adımları bundan yüz kere daha az olmalıdır(10 -
1 5) . Eğer bir milyon zaman karesi almışsak ( şuan ki hesaplama değerleri sınırında), bin milyon
saniyede bir olan (10 - 9) s istem simülasyonunun nasıl olduğunu izleyebil iriz. Bu periyot sırasında
moleküllerde ve maddelerde birçok şey olabil ir . Solda iki tipik yörünge göstermekteyiz, i lki biyolojik
molekül olan oksitosinden elde edilmiştir . İkincisi yüksek s ıcaklıkta bir katı elektrotta hareket eden
iyonun yörüngesini göstermektedir. Göç eden
iyonlar elektrik yükü taşır ve bu madde iyi bir
elektrik iletkenidir. Bu olgu avantajlı bataryaların
kullanımında ilgi uyandırmıştır .
Moleküler dinamik bilgisayar destekli kimya, f izi k
ve biyokimya için fevkalade üretken teknikleri
ortaya koyar. Metot proteinler, ilaçlar, endüstriyel
polimerler, kompleks kristaller , katılar ve sıvıların
büyük bir kısmı için sistemlerin büyük değişimini
sağlamıştır . Simülasyonlar simüle edilen sistemin
yapı ve dinamiğindeki zengin aralıkta bilgiyi elde
etmede kullanıl ır . Gerçekten moleküler dinamik
deneysel olarak yapılamayacak seviyedeki
maddelerin davranışlarının detaylı bilgilerini
sağlayarak bir ‘moleküler mikroskop’ olarak tercih
edilir . Yine bu metot da sınırl ıdır. Bunu zaman
skalasındaki güçlü modern bilgisayarların
kullanılmasıyla 10 - 9 saniyede bir s imülasyon zamanına sahip
olduğumuzu belirtirken tartışmıştık. Proseslerle ilgilendiğimiz
zaman artmaktadır. Ve yine bu zaman atomik zaman skalası söz
konusu olduğunda uzundur. İki tipik örnek polimerlerdeki
gevşeme ve yeniden düzenlenme prosesiyle i lgilidir. Bu zaman
sistemi dinamiğinde önemli bir etki sarf eder ve saniyenin 10 -
1 2 ’de bir aralığında zaman skalasına sahip olmalıdır. İkinci
olarak katılardaki difüzyon (solda görüldüğü gibi bazı
durumlarda bağıl olarak hızlandırılırlar) normal olarak yavaştır.
Katılarda farklı bölgeler arasında bulunan atom bantları
bulunur. Simüle edilen bir kaç sistem büyüklüğü için her ha ngi bir
atlama bir moleküler din amik s imülasyonunun zaman skalası üzerinde yer alacaktır.
Korozyon benzeri fenomenler katılardaki yavaş difüzyon proseslerine bağlıdır. Bu konuda bu teknikle
elveriş li bir araştırma yapılamaz. Basit metotlara geri dönersek enerji minimizayonu tekniğine
Şekil 63 Sıvı suyun simülasyonundan bir anlık kare .
Şekil 64 İletken polimer içerisinde lityum iyonunun moleküler dinamik yörüngesi.
benzer ama bunda sistemde ölçülen atomik dinamikler için etkin olan iki bölge arasında hareket
ediyormuş gibi göç eden atomların enerjilerindeki değişimi grafiğe geçirebil iriz. İlişkil i ama farklı
bir nokta, s imüle edilen sistemin büyüklüğü ile ilgil idir. En basit statik gözlemleme şunu
göstermiştir ; simülasyonda bulunan çok sayıda atom gözlemlene bilecek olan olayların olasılığını da
artır ır (yukarıda tartışı ldığı gibi bölgeler arasında atomlar s ıçrama yapar). Modern s imülasyonlar
binlerce atomu göz önüne al ır . (gerçi atomların milyonlarcasını hesaba eklemek artan şekilde yaygın
hale gelmektedir) . Simüle edilen katılarda, sınırsız üç boyutta uzanan yapılarda zekice bir strateji
kullanıl ır . Simüle edilen atom gurupları (hücre veya kutu simülasyonu olarak terci h edilir) solda
gösterildiği gibi (iki boyutta) sınır noktasında kendi görüntüsüyle çevrelenmiş gibi kabul edilir .
Parçacıkların s ınırl ı gurubu sınırsız bir sistemde bu yüzden gösterile bilmektedir. Kristallerin
periyodikliği durumunda bu prosedür tüm kutu ların aynı içerikte olmasını zorlar. Gerçekle
karşılaştırı ldığında atomik seviyedeki kristallerin belirlenen özellikleri atomların periyodikliğinin
düzenlendiği şekildedir. Sıvılar ve gazlar için bu periyodiklik sanatsaldır.
Diğer bilgisayar temell i metot lar sonraki uygun noktalarda tartışı lacaktır. Umarız yukarıdaki
tartışmalar atomik seviyedeki maddeler için inşa edilen modellerde eşsiz avantajları olan
bilgisayarların nasıl kullanıldığını göstermiştir . Maddelerin bilgisayar temell i çalışmalarının
yürütüldüğü alanın ufku son yıllarda hızla genişlemektedir. Donanım ve yazıl ımlardaki gelişmeler
konunun bu şekilde spektral büyümesinde rol oynamaktadır. Mikroskobik seviyede bilgisayarların
model inşa etme gücüne yoğunlaştık. Onların eşsiz kabil iyetleri mühend isl ik, global ve ekonomik
sistemlerin modellerini kullanabil ir . Atomların ve moleküllerin çok büyük sayılarının özell ikleri ve
davranışlarını keşfederek atomik seviyedeki maddeleri anlayış ımız genişlemektedir.
MOLEKÜLER
DEVRİM NOKTALARI
Rus bil im adamı Mendeliev atomik kütleyi
temel alan tablosal bir sınıflandırma
yapmıştır . Buradaki elementler yatay
periyotlara yerleştirilmiş ve her periyotta
sekiz element içerir. Şu bulunmuştur ki
sınıflandırmadaki yatay ko lonlar yada
guruplar büyük benzerlikler ve özelliklerinde
eğilimler vardır. Mendeliyev’ in muhteşem
sınıflandırma hayal gücü ile oluşturduğu
formülasyon sonradan geliştir il ip çağdaş
kimyanın köşe taşlarından biri olan bugünkü
haline gelmeden önce çelişkiler ve boşluklar
içermekteydi .
Rutherfor’un öğrencileri Geiger ve Marsden
radyoaktif bir kaynaktan gelen parçacık
demetiyle ince altın folyoyu bombardıman
etmişlerdir, saçılan parçacıklar f lüoresans
ekranıyla belirlenmiştir . Solda şematik olarak
gösterildiği gibi sonuçlar beklenmedik ve
olağan üstüdür; parçacıkların çok geniş miktarı
folyodan geçerken sadece küçük veya ihmal
edilebilecek kadar miktarı yolundan sapmış ve
küçük bir miktarı büyük bir açıyla ve geriye de
yansımıştır . Bu gözlemler atomun neredeys e
tüm kütlesini içeren pozit if elektrik yüklü bir
çekirdek ve atomun çoğunluğunun boşluktan
oluştuğu nu söyleyen bir varsayım ile
açıklanabilir . Çekirdek modeli modern atomik
yapı anlayışını doğurmuştur.
1869
1909
Lawrence Bragg kristal örgüsü içindeki atom
pozisyonlarını ortaya çıkarmak için kristallerin
kırınım modellerini analiz etmiştir . Çalış ılan ilk
kristaller NaCl (solda görülüyor), KCl ve ZnS
basit yapılarıdır. 1928’de teknikle mineral
yapıları gösterildi ve enzim yapılarının ve
binlerce atomdan oluşan diğer makro
moleküllerin
belirlenm
esinde
kullanıldı
.
Niels Bohr elektronlar için kuantize olmuş
orbitalleri temel alan atomik spektrumları kapsayan
bir açıklama öngörmüştür. Bu model kuantum
mekaniğinin habercisi olmuştur.
Schrödinger elektronları dalg a olarak ön gören
bir eşitl ikte kuantum mekaniğinin temellerini
keşfetmiştir . Kuantum mekaniği kimyasal
etkileşimler için basit bir mantık sağalmıştır
ama çok büyük bilgisayar kaynaklarına ihtiyaç
duymuştur. Kuantum mekaniksel metotların
rutin uygulaması bilgisayarların geniş
kullanımını beraberinde getirmiştir .
Watson ve Crick bazların çiftleşmesini temel
alan DNA yapısı için çift sarmal modelini
oluşturmuştur.
1912
1913
1926
1953
İlk enzim yapısı x -ray kırınımı kullanılarak
belirlenmiştir . Bu zaman içinde bir enzim
katalizl i reaksiyonun moleküler temelleri
gösterilmiştir .
YAŞAMIN MOLEKÜLLERİ
Cansız ve canlı maddeler arasında bir uçurum vardır. Bir granit türü bir bitkiden çok farklıdır. Bir
granit kaya parçası üç milyar yıl önce oluşmuştur. Onun bu günkü modif ikasyonlara uğramış halini
kazanması için büyük safhalar geçirmiş ve önemli derecede enerji harcanmıştır . Bir bitki karbon
dioksit, su ve güneş ış ığının birleşiminden oluşur ve bir kayaç madeninde onun izlerini bula bil iriz.
Cam kenarındaki kapta büyüyen bir bitki bir yıl içinde dramatik değişiklikler gösterir. Onun
yaprakları atmosfer ile büyük miktarda gaz değişimi yapabil ir ve bitki eğer temas edebilirse birkaç
galon su absorbe edebil ir . Granit parçaları oluşumlarından birkaç dakika sonrada aynı şekildedirler.
Kayaları sabit tutan bazı kuvvetler yaşayan maddelerin değişimine ve gelişmesine izin verir. Burada
ise yaşayan moleküllerin moleküler temelleri görmekteyiz.
Kimyanın doğumunun ilk ışıklarının ortaya çıktığı on sekizinci yüzyılda bitkiler, kemikler, kabuklar,
ağaçlar gibi yaşamı oluşturan doğal organik maddeler; kayalar, mineraller, metaller ve hava gibi
inorganik maddelerden tamamen
farklıdır. Sabit mineraller ve
değişebilen organik bileşikler
arasındaki farklar göstermektedir ki
bu maddelerin birleşimi onlara eşsiz
hayati özell ikler katmıştır .
Bilimin zorunlu rollerinden biri
aydınlatma, kesin oransal ve
gösterilebilir açıklamalarda
bulunma veya teori halinde mümkün
olduğu durumda belirsiz ve
doğrulanmamış bilgilerin
değiştirilmesidir. İnsanlığın evrensel
bilgiyi oluşturmasında kimya
bil iminin fevkalade katkılarından
biri yaşayan maddelerin davranış ve
doğalarının açıklamasını
yapmasıdır. Görmeliyiz ki yaşayan
maddeler inorganik maddeler gibi
benzer kimyasal prensipler dahilindeki kavramlarla
anlaşılabilmektedir. Atomlardan oluşmuş yaşayan maddeler asl ında atomların kısıtl ı bir kesiminden
ve bu atomları moleküler yapıda bir arada tutan bağlardan oluşmuşlardır. Yaşam şüphesi z karmaşık
ve çeşitl idir ama onun molekülleri , temelleri yeni ve farklı temel teoriler gerektirmez. Yaşamın
moleküllerini anlamamız için hayatsal bir kuvvet aramaya ihtiyacımız yoktur.
Şekil 65 lysozyme’un yapısı.
1965
Bu o kadar ileridir ki düşünürler yaşamsal bir kuvvet arayan kişilere a ptal yakıştırması
yapmaktadırlar. Gerçek yanıt yaşayan maddelerin inorganik minerallerden fevkalade ve oldukça açık
farklıl ıklarının olduğundur. Bu olgunun açıklanmasında gerekli derecede yaratıcıl ık ve zamanının
entelektüel araçları kullanılır . Yaşamın kimyasal kavramlarının alt ındaki ve yaşamın moleküllerinde
bulunması mümkün olan bilgi katalogunun fevkaladeliği gözlemler yapmayı gerektir ir .
Yaşamın molekülleri kendi hareket aksiyonlarını açığa vuran yeni yapısal keşiflerle önemi
vurgulanan yeni özell ikl eri barındırmaktadır. Başlangıçtaki açıklayıcı örneklerden birini al ırsak.
Eşsiz mimarideki lysozyem molekülü (yukarıda görülmekte). Bu kompleks molekül insan göz yaşında
bulunur. Onun eşsiz şekli ona mükemmel moleküler özell ikler bağışlar. Molekülün karma şıklığı onu
özel yapar. Asl ında o karmaşık işlemsel problemlerin çözümüdür.
Sabit gözler basit organizmalarda etkindir, ama hayvanlar için hayatta kalmada önemli derecede
zorluk olur. Yırtıcılar veya atik avların değişimi i le bu yarış başlamış olmalıdır . Gözlerin geliş imi
hareketin sürtünmesinin engellendiği ve hassas optik teçhizatların yıkana bilmesini sağla yan bir
yağlayıcı dönüş hareketinde önemli düzenlenme ve gereklilikleri yapa bilen bir göz çukuru içinde
gözlerin hareket edebilmesini sağlamaktadı r. Yağlayıcı kendil iğinden özel ihtiyaçlar gerektir ir ,
viskozitenin düşürülmesi entalpi düşüşünü de beraberinde getirir , düşük üretim maliyeti i le beraber
organizmanın yiyecek yemesi gibi çok tüketilmez, ve düşük matlık nedeniyle orij inal görüşü
gerçekleşt iren sistemle karmaşa yaratmaz. Gerekli liklerin listesinin büyüklüğü yağlayıcının
bakterileri barındırmamasını zorunlu kılmıştır . Göz yaşı bu yüzden bakteri hücrelerinin duvarlarını
bozan bir ajan içerir. Bu madde doğada bu amaç için geliştir ilmiş olan lys ozymedir. O gözün veya göz
çukurunun hassas membranını etkilemez. Onun yerine bakteri hücre duvarlarının moleküler
seviyedeki bileşenlerini tanır ve onun elemanları üzerinde kil itlenmiş hale gelir , yabancı
organizmanın duvarını parçalayıp yok eder.
Lysozyme zor işlevsel problemlerin zarif bir çözümüdür ve tipik memeli hücrelerinin kuru ağırl ığının
yarısını sağlayan 10,000 farklı
proteinin bir idir. Moleküllerin
oluşumuna baktığımızda bu özel
moleküler çözümlerin yaşamın asıl
moleküllerinden biri olduğunu
görürüz. Benzer tipteki moleküler
çözümler gazların aktarımında,
hücre ve mukusların yapısında ve
kan akışının düzenlenmesinde
problemlerin üstesinden gelir .
Lysozyme molekülünün şekline
yeniden bakarsak molekül
atomlarının tümü görülmekte,
moleküldeki ve (molekülün
çalışmasında var olan) su
molekü l ler indeki hidrojen
atomlarının sayıs ının benzer olduğu
görülmektedir. Yapı zor problemleri
çözmek için gelişt iri lmiş doğaya
sahip olan moleküler; problem
çözümünün çok karmaşık olduğunu
açığa çıkarmaktadır. Komplekslik bir sonuçtur ve milyonlarca yıll ık evrimin fevkalade başarıs ının
ürünü ve sonudur, ama bu kimyanın temel prensipleri içinde anlaşılabil ir . Yaşamın etkin molekülleri
yaşayan bir organizma içindeki çok geniş, zor aktivitelerin üstesinden etkin şekil de gelebil ir .
Lysozyme molekülünde gördüğümüz gibi büyüyen sayıdaki maddeleri modern yapısal keşiflerle
yapmak mümkündür. Yaşam molekülleri kompleks ve eşsiz moleküler mimariyi içerirken moleküller
bu etkileri gerçekleştir ir . Bu kompleksliği yaşamın molekü lleri nasıl başarır?
Şekil 66 lysozyme’un yapısı alfa heliks yapısını göstermektedir, kırmızı silindirler olarak görülmektedir.
En basit yaşayan maddeler olması durumunda,
anlaşılan fevkalade fonksiyonel çeşitl il ik hayat
gücü teoris i için bir kök sağlaya bilir . Yaşayan
moleküllerin içindeki elemanların sayısı küçüktür.
soldaki resimde periyodik tabloyu
gösterilmektedir ve burada gösterilen element
tiplerinin %99 yaşayan maddelerin yapısındadır.
Canlandırıcıların varlığı bu yüzden
düşünülmüştür. Bu komplekslik ekstra, esas
olmayan bileşenlerden gelmiş olmalıdır. Şunu
bil iyoruz ki doğa benzer verimlil ikle ka rmaşıklığı
başarır. Transistörlerin ve dirençlerin birleşerek
bilgisayarları, ekmek kızartma makinesi ve
arabaların ateşleme sistemlerini oluşturması gibi
yaşamın da temel inşa bloklarından
oluşturulması gerçekleştirilebil ir . Yaşamın
molekülleri çoğunlukla atom zincirleridir. Bir
kere zinciri oluşturmayı başlattınız mı çok
sayıda permutasyon veya mümkün olan
düzenlemeler gelişir , bu karmaşıklık doğal
olarak ortaya çıkar. Soldaki resim yaşayan
organizmaların içerdiği basit moleküllerin
bazılarını göstermekte dir, mesela yağlarda ve
hücre duvarlarında enerji tersinirdir. Bu
moleküller solda gösterilen amino asitler gibi
sınırl ı sayıdaki birleşenden oluşmuştur. Amino
asit ler aşağıda gösterilen tarzda bir araya
getiril irler. Bir su molekülü peptit köprüsü
olarak bil inene bağın oluşumunda iki sıralı
molekül arasında elemine edil ir (basit bir
reaksiyon olan naylonun yapılması gibi
molekül zincirlerinin oluşumu için
elveriş lidir).
İki peptit arasındaki reaksiyon zincir in
çevrilebilmesini veya çevrilememesini
mümkün kılacak kümeler yapılabilmektedir.
Yaşamın yüksek verimlilikteki molekülleri bu
sınıfını oluşturmaktadır. Bunlar bir özel
fonksiyonu gerçekleştirmek için bir araya
gelebilir ve sonra tamamıyla farklı moleküler
çözümlerin oluşturulmasında tüketil irler.
Ancak lysozyme’in olduğu durumda sapkın
bakterilerin etkin şekilde parçalanması gibi
önemli işlevleri başarmasında doğru zincir
toplanmamış olabil ir , ama moleküllerin çoğu
son ürünü oluştururken kendi çevresinde
dolanır ve sarmal oluşturur. Aslında yaşamın
moleküllerinin çoğunda ilk olarak kendi kendisi
ile etkileşime zorlanır. Çok yoğun moleküler
makineler oluşurken çalışabilir hale gelmeden önce bunu gerçekleştirmeye tahsis edilmişlerdir .
Yukarıdaki resimde kırmızı kümelenmiş aktif molekülün boyutlarını karşı laştırmada lysozyme
zincir inin uzatılmış uzunluğunu göstermektedir. Bunun dışında proteinler moleküler yardımlar
olmadan kendisi için gerekli kümelenme ve tutunmayı gerçekleştirebil ir . Bunu yapan oluşum nedir?
Şekil 67 sarmallaşmamış ve negatif lysozyme molekülleri. Negatif molekül kendisini çok yoğun paketlenmiş yapıdadır.
Tropikal organizmaların yüzde sekseni sodan oluşur,İlk
oluşmuş protein molekülü su i le temas ettiğinde, aslında,
protein yapısının farklı kıs ımları onu oluşturan destek olan
su ile etkileşir . Farklı amino asitler farklı moleküler
yapılara sahip oldukları için su ile farklı derecede
etkileşime girer . En önemli proseslerden biri hidrojen bağı
olarak bil inen özel bir bağlanma şeklidir. Buz kristalindeki
su moleküllerinin oksijen ve hidrojen molekülleri arasında
benzer bağlar oluşur. Buzdaki gibi protein yapılarının
sıkıca tutulmasını bu kıs ımlar oluştu rmaktadır. Bu
bağlanmanın bir örneği aşağıdaki resimde görüldüğü gibi
sağlana bil ir .
Burada Linus Pauling tarafından doğada görülmeden önce
teorik olarak öngörülen proteinin yapısal kimyasının önemli
bir elemanı olan alfa sarmalı görülmektedir. Gerçek proteinlerden oluşturulmuş örnekler oldukça
güzel ve karmaşık olabil ir . Solda görülen hemoglobin yapısı bir proteindir ve ciğerlerimizden
vücudumuza oksijen taşımaya uygundur, buda bizim kas ve hücreleriniz için gereklidir. Kompleks
protein fonksiyonlarını kontrol eden, şekli vermek için amino asitler bir birine geçerek bir araya
gelen farklı örneklerin bir düzenlemesini içerir. Çoğunlukla bir kaç ayrık protein standartları bir
nesneyi vermeyi başaran süper kompleksler oluşturmak için sarmallaşır .
Şekil 68 Hidrojen bağları buzdaki su moleküllerini bir arada tutar. Bu resimdeki su molekülleri arasındaki hidrojen bağları kırmızı oksijen atomları ve beyaz hidrojen atomları arasındaki parlak mavi silindirler ile betimlenmiştir.
Şekil 69 Solda alfa sarmal ve sağda beta sarmal peptit yapıları hidrojen bağlarıyla bir arada tutulur.
Şekil 70 Hemoglobinin yapısı proteindir ve hidrojen taşıması için uygundur.
PROTEİNLERİN KATLANMASI
Temelde protein katlanması atomların
kendi içinde etkileşimi olarak anlaşıla
bil ir . Eğer molekülün potansiyel enerjis ini
proteinin yapısal fonksiyonu olarak
hesaplarsak, bunun konformasyonları
çoğunlukla onun enerjisini düşürücü
olarak etki eder. Bu manada protein kendi
içinde paketlenir. Bu tercih edilen
etkileşimleri maksimize ederken ve tercih
edilmeyen etkileşimleri minimize ederken
küçük mıknatıs parçalarının toplanması
gibi güney ve kuzey kutuplar arasında bir
hat halinde bir araya gelme
eğilimindedirler. Bilgisayar simülasyon
metotları solda görüldüğü gibi paketlenme
prosesinin basit leştirilmiş modelinin
inşasıyla bu prosesin taklidini yapabil iriz.
Proteinler kendisini oluşturan atomlar
arasındaki kuvvetler ve bu atomlarla su
arasındaki kuvvetlerin etkisi altında kendi
çevresi etrafında dolana bilen molekül
zincirleri haline gelebil irler. Oluşan şekil
proteinin fonksiyonlarını kontrol eder ve
biz sonraki bölümde protein bil iminin bu
yüzüyle çalışacağız. Protein içindeki
atomların doğru sıralanmasına önem veren
şekilde doğanın düzenlediği yapıda
kompleks organizmaların ihtiyaç duyduğu
yönleri karşılayacak protein molekülleri nin
kopyalarını nasıl mükemmel şekilde
üretebiliriz? Bu sorunun cevabı yine
kimyasal etkileşimlerin önemine bizi
götürür ve yine hidrojen bağlarının ve
doğanın bilgiyi kopyalama ve aktarmadaki
kimyasal kuvvetler gibi atıl ımları
yapabilmesindeki öneme bizi yönlendirir .
Eğer bir bilgisayar kullanıyorsanız veya
elektronik uygulamaların her hangi birini kullanıyorsanız veya şu anda dünya ile teması olan
herhangi bir elektronik mikro çip kullanıyorsanız emirlerin uygun şekilde bir araya getirilmiş bir
yapısını kullanıyorsunuz demektir. Bu emirler elektronik uygulamaların ardı ardına gelen yollara
benzer şekilde verilen bir etkiye nasıl ulaşılabileceğini açıklar. Kelime iş lemciler veya tablolanmış
sayıların toplamında iş araçları içindeki veya büyüleyici oyunlard aki elektronik anahtarların hızl ı
şekilde toplanmasında farklı yollardaki değişimlerde kullanılan bilgisayar gibi bir alet de olabilir .
Kod terimi bilgisayarların klavye, maus veya kalem gibi dışarıdan uyarı sağlayan araçlara karşı
yanıt verebildiği emirlerin uygun şekilde bir araya getirilmiş topluluklarında kullanıl ır .
Jakuard 1800’lerde Fransız dokuma tezgahları için otomatikleştir ilmiş tezgahların karmaşık
örneklerinin üretimlerinde delikl i kartlarda sıralı emirlerin bulunduğu yapılar (bunlar daha sonr a
bilgisayar programlarıyla kullanılan ortamlarda uygulanmıştır) kullanılmıştır .
Bir kod sonra uygun işlemleri gerçekleştiren bi lgilerin bir kaynağıdır. Doğa ilk olarak uygun çevrede
oluşmuş olan protein dizileri için temel planları kullana bilecek kodlar a ihtiyaç duyar. Proteinlerin
kendisi için gereken üç boyutlu yapıyı bilgisel olarak gerektiği gibi içinde bulundurur. Fakat s ıralı
bilgiler bir yerden gelmelidir. Sadece bilgiyi verecek bir mekanizma geliştir ilmiş olmalıdır.
Şekil 71 Peptit moleküllerinin enerji minimizasyonu.
Dünyadaki yaşam 1953’te Fran cis Crick ve James Watson tarafından keşfedilen bil imin doruk noktası
olan, kod taşıma işlevli, yaşam formları arasında ilk bakışta göze muazzam görülen bağıntıyı
keşfetmiştir . Bunun basit bir modeli sadece replikasyonla açıklanarak sağlanamaz. Dünya üzeri ndeki
tüm yaşamın açıklanması yeniden üretimin ve genetik kalıtımın arkasında bulunan kimyasal
etkileşimlerle de desteklenir, oluşan olayların gerçekte ortaya çıktığı alanlara güç ve gözle görülür
bir temel sağlamıştır ve araştırmalara yeni alanlar açmıştı r. James Watson ve Francis Crick
tarafından bulunan çift sarmal bu amaç için baş arılı bir model göstermiştir .
Tüm geometrik bilgiyi taşıyan
moleküller aşağıdaki resimde
gösterilmektedir. Maket model
inşasında James Watson tarafından
keşfedilen özellikler bu moleküller
oluşturulurken bu molekülleri
oluşturan özel bağların zor algılanan
bir örneği i le bu yapıyı ortaya koymayı
gerçekleştirmiştir . Proteinlerde, buzda
ve suda görülen hidrojen bağları bu
molekülleri çok çeşitl i şekillerde bir
arada tutar. Bu tem ellerin tümleyici
çifti soldaki resimde görülmektedir. Bu
manada uygun koşullarda temel
molekül zincir i tamamlayıcı bir kıvrımı
oluşturan eşleştiği diğer temel zincire
tutunur. James ve Crick bunun
olabileceğini göstermişlerdir ve
Şekil 72 DNA moleküllerinin replikasyonunun şematik gösterimi. Mavi olarak gösterilen temel kıvrımın orijinal bir çiftinin bölünmesi ve temel dizilimin özdeş ikinci kopyasının oluşması.
bununla beraber kıristografiyle büyüyen difraksiyon deneylerinin örnekleriyle açıklana bilmekte olan
nükleoik asidin iki bileşen çiftinin nasıl sarmal şekilde düzenlenebileceğini göstermiştir . Dev sarmal
moleküllerin aşağıda gösterilene benzer şekilde olduğu keşfedilmiştir . Watson ve Click’ in iki zincir
molekülünün keşf i DNA sarmalında buluna n çok önemli gözlemleri de beraberinde getirmiştir .
Biyologlar hücre bileşeninin genetik bilgis inin moleküler büyüklüğünden bağımsız olduğunu
düşünmüşler ve kimyagerler bunun elementel bileşenlerinin mantığını belirlemişlerdir. 1953’te iki
bil imsel alan bir bir ine bağlanmıştır .
DNA molekülü kritik bilgi taşır ve bu merkezi önemde rol oynar. Çift sarmal hidrojen bağlarıyla bir
arada tutulur ve proteinlerdeki aminoasit lerin sıralanması için kod ların temel bir leşenlerini
kullanırlar. Böylece mesela DNA molekülünün temel dizis inde adenin, adenin, adenin temel dizisi bir
protein molekülünün özel bir bileşeni içindeki sıralaması olabil ir . Şimdiki proteinler çoklu görev
yapan katalizörlerdir ve molek üler iş gören araçlardır. Hayati, oksijen taşıyan ve kasların mekanik
gücünü sağlayan ve DNA ‘nın kendisine benzeyen proteinlerden oluşan molekül birleşenlerinin uzun
zincirleridir. Kompleks organizmalar tarafından ihtiyaç duyulan farklı protein moleküller inin geniş
aralığını inşa etmek için zorunlu olan sıralı kodları nükleoik asit ler taşır. Bilginin fevkalade şekilde
depolanması ve kullanımı için temelde bulunan sıralı adımlar ş imdi daha iyi anlaşılmaktadır.
Transkripsiyon DNA dizisinin dikkatli şekilde o kunmasını ve uygun bileşenlerin toplanmasını ve
protein molekülünü oluşturmak için bunların bir bir ine bağlanmasını sağlayan moleküler seviyedeki
bir prosestir . DNA molekülü sadece protein moleküllerinin inşası için gereken bilgiyi içermekle
kalmaz kendinin bir kopyasını da yapabilir . Bu hücre bölünmesi ve yaşamın moleküler olarak yeniden
oluşumunun anahtarıdır.
Basitçe bilgisayarla oluşturulmuş resim DNA’nın özünün sırlarını taşır. DNA’nın tek bir çift
sarmalında her bir sarmal uygun şekilde bir araya gel erek bir birini tamamlar. Helozonik bilgi
taşıyıcılar sonra mükemmel şekilde kopyalanır. Bu hücre bölünmesinde ve organizmanın
çoğalmasında temeldir. Farklı hücrelerden gelen DNA’nın sarmalları modif iye edilmiş çocuk sarmalı
evebeyn DNA moleküllerinin kara kteristik birleşimiyle oluşur. Bu kalıt ımın temelidir. Yaşamın gizemi
DNA’nın sarmalında bulunmuştur. Bilim adamları yaşayan organizmaların hücrelerinde kontrol
edilen DNA’nın karmaşık mekanizmalarının çoğunu öğrenmişlerdir. Ortaya çıkan resim karmaşık ve
zordur.
Yıllar öncesinin milyonlarca sert kimyasal aktivitelerinden ortaya çıkan moleküler bilginin
çoğalmada tek bir baskın etmen olarak ortaya çıkması mümkün müdür? Yaşamın keşfedilen çoğalma
mekanizmasının çeşitli liğindeki tek canlandırıcı olduğuna i nanılan tek bil inen şeydir. Bir ist isna
diğer türlerin hücrelerinin üretken iş leyişe el koyan çoğaltıcı olan ‘prion’ proteini oluşumunda
meydana gelir . Koyunlardaki sorapie hastalığı bir prionla sleep hücrelerinin soyulmasıyla oluşur. Bu
asalak proteinin prion molekülünü üreten taşıyıcı hücrenin nasıl olabileceğinin bilmiyoruz ama
bil iyoruz ki enfeksiyon DNA’nın taşıması olmaksızın aktarılamaz ve prionlar kendileri nükleoik asit
taşmazlar, enfeksiyona yol açarlar ve böylece çoğalırlar.
Bildiğimiz kadarıyla prion moleküler taşıyıcı yağmacıların izole edilmiş örnekleridir. Nükleoik
asit ler ve bunların bilgis i yaşamın diğer formlarının arkasında ilerletilir . Bu moleküler bilgi
başarıdan gözle görülür şekilde zevk alır . Bu neden olmaktadır? DNA etkin şekildeki bilgiyi gözle
görülür şekilde kaliteyle taşımaktadır, öyleki moleküler makineler veya proteinler sonraki
jenerasyona başarılı şeklide geçer. Evebeyn moleküllerinin genetik bilgis inin içinde bulunduğu
DNA’lar tek bir çocuk DNA molekülü yapmak üzere bir biri yle eşlenir. Bilgi kaynaklarından gelen
bilginin bu şekilde çift lenmesi, çevre ve durumların değişmesiyle yaşayan moleküllerin başarıl ı
şekilde yarışmasına izin verir.
Tüm yaşam formlarının bu yeteneği kullanmaya ihtiyacı yoktur, ama çoğu bunun avantajlar ının
dış ında kalır . Başarılı nesneler evebeyinlerinin güçlüklerinin ve güçsüzlüklerinin özdeş bir kopyası
değildir ler, bunun yerine iki evebeynin genetik kodlarının birleşenlerinden inşa edilmiş eşsiz
bireylerdir. Gözleri annesinin gözlerine benzeyen bir b ebeğe baktığımızda protein ve pigmentlerin
üretilmesi için emir veren genetik kod kopyalarının geniş bir sistemine bakmaktasınızdır. Herşey eşit
olabil ir , babanın kodu çocuğu oluşturan diğer alanlarda kendini gösterir.
MOLEKÜLER EVRİM
Genetik bilginin mükemmel bir kopyasını neden aktaramıyoruz? Bazı organizmalar bunu yapıyor ve
bunlar dünyada değişmeyen bir rol üstlenmişlerdir. Genetik bilginin değiştir ilmesi bir türün değişen
çevreye karşılık kendini ayarlamayı başarmasını sağlar. Eğer dikkate değer bir özell ik zorunlu
olarak korunmak istenirse muhtemelen özelleşmiş moleküler makine için bir örnek olarak yeni
nesillerin moleküler inşası gerçekleştiri lirken bu moleküllere dikkat edi lebil ir . 1850’de Chars Darvin
Türlerin Kökeni yayınında evrim geçiren moleküler değişimlerin yönünü belirleyen sert prensibi yani
doğal seçimi i leri sürmüştür. Bu özellikler va rlıkların olaylar ile baş edebilecek en iyi yaşayabilen
formlarının verimliliği organizmalar için hayatta kalma yönünde olacaktır ve organizmada sabit
olarak kalacaktır.
DNA makinesi bilginin aşırı derecede doğru olarak kopyalanmasını sağlar. Gerçekten organizmalar
özel moleküler makinelere sahiplerdir. Bu tür moleküler taslaklar oluş abilecek herhangi bir hayatın
tekrarı için dizayn edilmiştir . Bireyler arasında meydana gelen her hangi bir değişikl ik sonra nasıl
aktarılmaktadır? Bir mutasyon yada modif ikasyon çok seyrek olarak gerçekleşirse belirlenemeyen ve
tekrarlana merkezi bilgi il e birleştir ilecektir. Bu gibi mutasyonlar çoğunlukla dezavantajdı, hayatta
kalamazlar ve tekrarlanamayan bir organizmadaki sonuç olacaktır. Fakat bazen oluşan yeni
özell ikler türlerin hayatta kalmayı sürdürmelerinde hayati bir adım olmaktadır. Mesela hemog lobin
molekülünde bir dizi mutasyon olması anemi orak hücrelerini oluşturur ve kırmızı kan hücrelerinin
alg ılama etkinliğini azaltır . Bu mutasyonun olması durumunda sıtma enfeksiyonuna direnç sağlayan
kodonda yeterince bozunma olmuşsa bu i ler i safhalarda ortaya çıkacaktır. Doğa farklı reaksiyon
yollarının kabul edildiğinin veya edilmediğinin belirlenmesinde doğal seleksiyon ile kod değişiminin
mümkün olduğu seyrek serbest denemeler yapar. Bu prensip dü nya var oldukça gelişen organizmalar
için gereken moleküller ve bilginin korunmasında sürdürülecektir.
Aslında dört bin beş yüz milyon yıl önce dünyada yaşam yoktu, atmosferik oksijen de yoktu ve dünya
yüzeyindeki sıcaklık bu günkünden gözle görülür derecede yüksekti. Bu atmosfer bu gün diğer
gezegenlerin yüz eylerinde gördüğüz gibi yaşanılması imkansız bir yapıya sahipti. Kimyasal olarak
zengin şekilde değişim için hazır bir haldeydi. Güneşten gelen ultra viyole radyasyonlar ozon
tabakasıyla engellenmemekteydi, yıldırımlardan kaynaklanan elektriksel boşalmalar ve sabit
jeotermal ıs ınma çeşitl i aralıktaki organik maddeleri ve sabit oluşumları etkileyen gerekli uyarıcıları
içermekteydi . En sonunda moleküller kendilerinin kopyasını oluştura bilecekleri ilkel yollar
geliştirmişlerdir. Belki bu ilk yeniden üretilebi len molekül bir meteorla gelmiştir ve onun aktarımı
karbon içeren moleküllerle tohumlanma olmuştur. Kil ler gibi alternatif kır istalik minerallerin
düzenli tabakaları orijinal kalıplar olarak görev yapmışlardır ve moleküler yeniden oluşumu
katalizlemişlerdir. İlk yeniden üretilen molekülün detayları kaçınılmaz olarak zor anlaşılmaktadır ve
belki bunun oluşumunun detaylarından asla emin olamayacağız . Şunu biliyoruz ki; çevre kimyasal
olarak çok haşindi, evrimsel zorluklar bu yüzden kuvvetlidir ve karmaşık zam an skalası sadece
jeotermallerle ölçülebil ir . Biz moleküler evrim yollarını belirleyen moleküller hakkında sadece
öngörüde buluna bilir iz. İlk yeniden oluşturulan moleküller algılanabilecek fosil kalıntılarındaki
izleri görülemeyecek kadar küçüktür ve belk ide sonra evrim geçiren moleküller s istemlerin
birleşmesiyle tüketilmiştir . Aynı bu gün bizim çok uzak atalarımızdan kalan mirası kullandığımız
gibi erken hücresel sistemlerde depolanmış karbon dioksit in kullanımıyla oluşan oksijen ve korunan
fosil yataklarından alınan petrol gibi ilk oluşan moleküller için yapılan araştırmalar ikinci dünya
savaşında kullanılan ilk elektromanyetik kod kırıcılar ve on dokuzuncu yüzyıl ın kart kontrollü kumaş
dokuma makinelerinden son birkaç on yıldır arşı karşıya kaldığımız m odern bilgisayar teknolojis inin
kullanıldığı alanlara kadar bunun araştırı lmasında kullanılmıştır . Eğer evrimin ilk kanıtlarından
birini ispat etmek istersek bu günkü bilgisayarlar uzak soyların belirlenmesinde açıkça zor işler
üstlenmişlerdir. Bir alternatif bakış açısı evrimin yer aldığı şartları ihtiva eden deneysel bir model
oluşturulabilir . Tabiî ki milyarlarca yüz yıl süren bir prosesi simüle etmek istersek bu çok uzun
zaman alacaktır ama insan hayatı skalasıyla sınırlandırma yapıldığında bilim insanl arı bizim
dünyamızın doğmasında var olduğuna inanılan şartların taklidini hemen hemen
gerçekleştirmişlerdir. Deneyler göstermiştir ki karbon dioksit, H 2O ve basit moleküler protein
bloklarının inşasında zorunlu olan amino asitlerin oluşmasında uygun şekild e baskın şartlar bir
araya getirilebil ir . Bir önceki bölümde kimyasal bağın oluşumunun ardındaki nedenleri öğrenmiştik.
Kendinin kopyasını oluşturmak için düzenlenmiş basit moleküller i lk olarak nasıl oluşmuş olabil ir?
Moleküllerin kopyalanma sistemi bir meteorun etkisinin sonucunda meydana gelen dramatik çevresel
değişimlerin veya daha farklı bir neden bir araya gelerek dünya yüzeyinde moleküllerin artmasına
neden olmuş olabil ir . Yukarıda değinildiği gibi uygun bir teori ilk basit molekülün hassas şekilde
düzenlenmesinde ihtiyaç duyulan ve avantajlandırılmış kimyasal reaksiyonlara uygun katıların
kendini tekrarlayan atomlarından oluşan eğilimi birlikte gitmektedir. Bu hipotez doğrultusunda
katılar ve organik moleküller arasında sempatik bir ortaklık kurulmuştur, katı ve az düzenli
katalit ik ve kalıp fonksiyonlarını sağlar ve zincir benzeri moleküllerin oluşturulmasından önce katı
fazları bir arada tutan küçük moleküller bunu sağlar. Bu günkü dünyada görülen kil madenleri
moleküler yaşamın aşırı erken kimyasa l formların kalıntıları olabil ir . Yaşamın ilerleyiş inde her türlü
moleküler adımların oluşmasını bu anki dünyada yaşayan formlarda başarılı kimyasal kopyalama
mekanizmalarının varlığının arta kalanlarını görebilmekteyiz.
İnsanlar yaşayan moleküller için şuandaki bilinmeyen bilgileri keşfetmektedir. İlginç şekilde
mükemmel olarak taklit edilen uygun kodonlara sahip insanlar doğal proseslerin çoğunu anlaya
bilmeyi başarmakta ve sonra onu taklit etmektedir. Mesela matematikte bir matematik probleminin
çözümünde Darvin’in mücadele ettiği doğrultuda simüle edebilme araştırmal arında genetik
algoritma denen denklemler son zamanlarda bil indik ve şöhretl i hale gelmiştir . Burada çözümlerin
ilk popülasyonu değişen özell iklerle bilgisayara bağlı en uygun var olma değer inde diğerine göre
uygunsuzdur. Bireysel çözümler oluşan yavru hayvanda bir araya gelebilir ve zaman zaman meydana
gelen mutasyonlar önceden görülebilmektedir. Çevre çözülebilecek olan bir problemdir ve her
mümkün olan çözüm onun uygunsuzluğunu belirleyen bu ölçüme karşılık gelen matematiksel sonuçlar
vardır. Tek bir çözümün hesaplanmasının sonunda bilgisayarların ayarlandığı şekilde probleme
karşılık gelecek matematiksel varlığın en uygun sonucunu korur. Modern bilgisayar uzmanları yaşam
sistemlerini oluşt uran proseslerin oynadığı rolü överken zor problemlerin çözümünde yine doğayı
taklit eder.
On dokuzuncu yüz yıl bil im insanları yavaş yavaş yaşamın ihtiyaçlarını bil ir hale gelmektedir,
proteinler ve nükleotidleri içinde bulunduran temel besinlerle organizmaların kendilerinin sentez
yapmaları olanaksız olan bazı kimyasalların küçük miktarlarının eklenmesi zorunludur. ‘Vitamin’
kelimesinin tanımladığı şey vital (hayati) amino veya tamamen yabancı olduğumuz kimyaya sahip
azot içeren bileşikler manasındadır. Yaşamın hayati derecede eser elementlere de bağlı olduğu
keşfedilmiştir .
Vitaminler, eser elementler ve proteinler arasındaki özel bağlantı yaşamın bu moleküller ile
alakasını yapısal olarak araştıran kır istografi bil imiyle bunu incelemekteyiz. Çoğunlukl a enzimlerin
kalbinde proteinlerin aktivitelerinden sorumlu aktif metal atomları bulunur. Buna mükemmel bir
örnek soldaki hemoglobindir. Bu protein molekülü büyük bir diske benzeyen molekül içinde demir
atomları bulundurur. Bu konfigürasyonda tutulan demir oksijen moleküllerini tutabilir ve daha
sonraki moleküllerin sentezi veya kasların hareketini mümkün kılan enerjinin oluşmasında oksijen
moleküllerini tüketen merkezlerdeki organizmalara oksijeni ilet ir . Hemoglobin amacına mükemmel
şekilde adapte olmuştur . Bizim akan kanımızda hemoglobin dört moleküllü küme halinde
bulunmaktadır. Bu moleküller oksijen zengini ortamla karşılaştıklarında büyük orandaki oksijen
atomunu absorbe edebilmektedir. Bu kooparativite olarak bil inen bir prosesle başarılır . İlk
absorblanan oksijen molekülü diğer oksijen atomlarının absorblanmasında diğer hemoglobin
molekülü gurupları için protein yapısını hafifçe bozarak kolaylaştırır . Bağa eklenen bir öğe paket
dolana kadar bağı açık tutacaktır. Buradaki tüm paketlemeyi dizayn edebilir iz ve ama insan yaptığı
ile dünyada çoğunlukla tersi şeyler olur. Bu örnek yaşamın moleküler mekanizmasının nasıl yüksek
derecede evrimleştiğinin göstermektedir. Kimyagerler oksijeni taşınmasında demir temell i bazı
molekülleri sentez edebilmekteler, bunlar doğal hemoglobin molekülünden daha düşük değerde
etkindir ve bizim bil inen protein yapılarından fikir alabilme avantajımızda vardır. Doğa
geliştir ilmesi zor aşırı derecede etkin taşıma sistemleri ayarlayabil ir . Bir kere bu seviyedeki
mükemmeliyet idrak edil dimi cesaret kır ıcı olabilir , bunun görüldüğü durumlardaki gibi tüm gerçek
fikirler al ıntıdır. Daha iyimser bir bakışla meydana gelen problemin kompleksliği görülmektedir.
Şaşırtıcı problemleri taşıyan doğadaki yolları öğr enebilirsek sonra sahip olduğum uz daha zor
problemlere bakabil iriz, mesela antibiyotiklere bakterilerin di renci veya çevredeki ağır metal
kirleticilerin yarattığı sorun.
İnsanların kazandığı çoğu bil imsel avantaj eğer doğanın açık bir kopyası değilse dikkatli çalışmalar
ile elde edilmiştir . Farmakolojik olarak aktif moleküller çoğunlukla direkt doğadan alınır. Bunlar
doğal yapıdan i lk al ındıktan sonra bil im insanları moleküllerde modifikasyon yaparak aktivitelerini
artır ırlar ve hareket modları hakkında bilgiye sahip olmak isterler. Alko loidal ilaçlar hedef
modifikasyonlarla bunu takip eden kullanıma örnek vermek gerekirse; morfin doğal olarak elde
edilmiş bir üründür ve haşhaştan ekstrakte edil ir . Kodein ve herodin morfin molekülünün iyi bil inen
iki modifikasyonudur, kimyasal yapıdaki kü çük bir değişim aktarımla dah a iler iki safhalarda
görülebilir . Doğal ağrı kesicilerin bil inen en iyi örneği salis ilik asitt ir ve söğüt ağacı kabuğundan
ekstrakte edil ir . Salisil ik asit basit bir modif ikasyonla aspir in olarak bil inene asetil salis i l ik asit
oluşturulur. Çoğu bu türden molekül salisil ik as it molekülünden ve vücuttaki bazı proteinlere
bakılarak geliştir ilmiştir ve satılmaktadır. Kil itl i ve açık enzimlerdeki ilaç moleküllerinin etkileşim
fazlarını tartışmaktayız.
Yirmi birinci yüzyılda yaşayan moleküllerin bil imsel olarak bilinmesi ve uygulamalı kimyadaki
gelişmeler medikal uygulamalar ve farmakolojik ürünlere kuvvetli şekilde etki etmiştir . Alkoloidal
ilaçlar yüzyılına geri dönecek olursak ağrı kesici ilaçları etkinliği daha da iyi seviyeye get ir ilmiştir .
Etkin antibiyotik ilaçlar cıva, antimon, bizmut, arsenik gibi maddeleri içerir ve şiddetle toksik
bölgelere etki yaparlar. Zehirlerin veya farmositlerin doğasının incelenmesi yirmi birinci yüzyılda
mümkün olmuştur ve sentetik sülfür içeren anti biyotik bileşiklerin , sakinlik ve gevşeme sağlayan
ilaçların ve bu günlerde kullanıla anastezik ilaçların yararlı medikal özelliklerinin araştır ılması
gözle görülür hale gelmiştir . Bilimsel bilginin avantajına bakacak olursak farmakolojik üretici ler
araştırma ve gelişt irmeye kendilerini al ışkın hale getirmişlerdir. Kır istografi tekniği kullanılarak
protein yapılarının incelenmesi bunların açılması ve kilitlenmesi ile ilgil i olan özelleşmiş reseptörleri
ve aktif bölgeleri hedef alan ilaçların dizaynı için yo l göstermiştir . Bu yüzden ilaç şirketleri
moleküler kıristografi gurupları kurmuşlardır.
Yüksek teknoloji ürün leri dünyasında yüksek kaliteli araştırmaların sonucunda yüksek karlı
ürünlerin faydaları defalarca ispat edilmiştir . Bu günkü gelişen teknolojik araştırmalar yerine
geçmiş farmakolojide uzmanlaşan şirketler büyük riskler altındadır. Bu yüzyılda alkoloid i laçlarına
yoğunlaşan ilaç şirketlerin batması bu şekildedir. Bu bölümde yaşamın küçük sayıdaki moleküllerini
incelemekteydik. Bu yolda onların öze lliklerini ve özell iklerinin sonuçlarını anlamaktayız.
Bilgisayarla oluşturulmuş grafiksel gösterimler yapıların çoğunu aydınlatmada ve tarif etmede
kullanılmaktadır. Önemli deneysel bulguların anlaşılmasında hayati rol oynaması ve bunlardaki
önemli moleküllerin davranışlarını uzmanların modellemesine izin vermesi çok değerlidir. Doroty
Hoglein ve çalışma arkadaşları 1960’ta B12 vitamininin yapısını keşfederken bilgisayar işlemin
hayati bir kısmını oluşturmuştur. 1960’ta bilgisayarlar yaygın değildi ve öze l konuların üstesinden
gelmede bu günkü bilgisayarlardan daha fazla iş lem yapmaları gerekiyordu. Onlar özel görevleri için
kendi makine kodlarıyla programlanıyorlardı. Şimdiki bilgisayarlar deneylerin temel kıs ımlarını ve
sonuçların yorumlanmasında da büyü k görevler üstlenmişlerdir. Dünya çapında bil im adamlarının
kullandığı bilgisayarlar bir bilgi ağı olarak network haline gelmişlerdir. Bil im ve teknikte meydana
gelen değişim yaşamın moleküllerinin keşf inde bilme itici güç sağlamaktadır.
MOLEKÜLLER ARASI REAKSİYONLAR
Atomlar moleküler yapıda bağlı olarak bulunurlar çükü toplam olarak oluşan atomların enerjisi
yalıt ılmış haldeki atomların enerjisinden daha düşüktür. İki veya daha fazla molekül buluştuğu
zaman bağlandıkları partnerlerini yeniden düzenleyerek partnerlerini değiştirirler ve daha kararlı
yapıya geçerler. En basit ve temel kimyanın öğrenilmesinde bir inci olan örnek H ve H 2 arasındaki
reaksiyondur. Bu gibi reaksiyonlar seyrek olarak sürekli meydana ge lirler. Yeniden düzenlenmeye
karşı çoğunlukla dirençler vardır ve solda görüldüğü gibi moleküllerin reaksiyona girme eğrilerinde
bir enerj i engeli bulunur. Fakat bir molekül engelin tepesine geldiği zaman çabucak yeni kimyasal
bağ oluşturur. Kimyasal reaks iyonların çok önemli bazı tipleri aşağıdaki tabloda sıralanmıştır .
Şekil 1 A ve BC’nin AB ve C vermek üzere reaksiyonundaki temsili enerji tepesi.
Reaksiyon Tipi
Örnek Tanım
Elektrofi lik H+ + C2H4 → CH2CH3 + Etilen molekülüne proton eklenmesi Nüleofilik CH3Br + Cl - → CH3Cl + Br - Bir sübsütüsyon (yerini alma) reaksiyonu:
buradaki durumda klor iyonu (Cl - ) bromun (Br - ) yerine geçmiştir .
Serbest radikal
O . + O2 → .O3 Bir oksijen mo lekülüne (O 2) bir oksijen atomu (𝑂.) saldır ınca ozon radikali (𝑂3
. ) oluşuyor. Oksidasyon 2Fe(k) + 3/2O 2 (g)→ Fe2O 3(k) Demir oksidi (Fe 2O 3) oluşturmak üzere demir
(Fe) ve oksijen (O 2 ) birleşiyor. Bur adaki (k) ve (g) gösterimleri türlerin katı ve gaz hallerine karşılık gelmektedir.
İndirgenme 3C(k) +2Fe 2O 3(k) → 3CO 2(g) + 4Fe(k)
Karbon demir oksitle karbondioksit ve metalik demiri oluşturmak üzere reaksiyona girmekte.
Reaksiyonlar çoğunlukla dışarıya enerji verir (bazı durumlarda da dışarıdan enerji emerler), klasik
örnek yanmadır; enerj i zengini molekül düşük enerji li moleküller olan karbon dioksit ve su vermek
üzere oksijenle reaksiyona girer, modern yakıtların temeli budur. Çok ilginç bir reaksiyon sınıfı
fotokimya alanında ış ığın emisyonun un sonucunda reaksiyon olmasıdır. Kimyasal reaksiyonlar
elektrik akımı oluşturmak için de gerçekleşebilir . Gerçekten piller kimyasal enerj iyi elektrik
enerjis ine çeviren aletlerden daha fazla bir şey değildir. Ve tüm bu prosesler tersine de işleyebil ir .
Is ı , ışık ve elektrik; kimyasal uyarılma ve reaktiviteyi sürdürme için kullanılabilir . Gerçekten
kimyasal reaktivite ve f iziksel kavramlar arasındaki bağıntı son yüz yılda gelişen kimya bil imindeki
çoğu inanılmaz olanaktan biridir. Bizler sabit olarak kimyas al reaksiyonlarla çevrelenmişizdir. Bizim
vücut yapımız yaşamayı, hareket etmeyi, nefes almayı ve düşünmeyi gerçekleştiren sayılamayacak
kadar reaksiyona bağlıdır . Kimyasal reaksiyonlar endüstri tarafından yeni ürünler yapmak için
geliştir ilmiş ve avantajl andırılmıştır . Bu proseslerin kalbinde yeniden düzenlenen ve keşfedilen yeni
örneklerin olduğu atomlardan oluşan moleküller vardır. Biz şimdi atomlar arasındaki etkileşimler
için temel kuralları bil iyoruz. Ve neden birinin diğerine bağlanması gerektiğini d e bil iyoruz ve
oluşacak atomik birl iktel iklerin muhtemel yapılarını ve moleküller arası etkileşim yollarını kontrol
eden ve sınırlayan faktörlerin bazılarını öğrendik.
A...B...C
A+BC AB+C
MOLEKÜLLERİN UYGULAMALARI
Plastikler ve polimerler zincir molekülleridir. Onların
yapıları solda gösterilen zincir molekülünün binlerce
katına uzatılabilir . Polimerlerin moleküler zincir
yapıları naylona benzer fiberler ve güçlü kevla rlar
verir. Bu maddeler üretildikleri zaman bunların
özell ikleri bireysel polimer zincirler inin kontrollü
düzenlenmesi ile amaca uygun hale getirilmiştir .
Metaller açıkça tanımlanmış atomik yapılara
sahiptirler. Bunların özell ikleri bu yapıları bir
arada tutan delokalize olmuş bağların
etkisiyle baskın hale gelir .
Elmas gibi değerli taşlar büyük, etkin olarak devam
eden, moleküllerden oluşan kimyasal bağlarla bağ lanan
atomların düzenli yerleşmesinden oluşmuştur. Üç
boyutta genişlemiş kuvvetli kovalent bağlar bu
maddeleri kuvvetli yapar.
Düşük mantonun aşır ı basıncı
alt ında magnezyum sil ikat (MgSiO 3) sekiz katl ı
kordine silikonda beklenmedik yapılar
benimsenmiştir
ve materyalin
yapısı solda
görüldüğü gibi
perovskiteninkine benzerdir.
Çoğu bileşiğin aktif bileşenleri küçük moleküllerdir. Bu med ikal
olarak aktif moleküller yaşayan organizmaların özel moleküler
bölgelerinde çalışır ve görev yaparlar. İlaçlar sağlıksızlık yaratan
kolesterolün üretimi gibi düzensiz ve istenmeyen proseslerin
tedavisine imkan sağlar.
Plastikler
Metaller
Değerli taşlar
Mineraller
İlaçlar
DURDURMA VE ENGELLEM
Bilimdeki önemli fikirler kabullenilmek için zaman isterler.
Örneğin 1995’ten sonra kıristografinin tam resmi makro
moleküller arasındaki etkileşimin detaylarını ve bu moleküllerin
görevlerini açığa çıkardı. Ondan sonra bu etkileşimlerin
değerlendirilmesiyle bu günkü aşamaya gelindi . 1894’te sodyum
klorürü bulunduktan yirmi yıl sonra yapısı çözüldü ve herhangi
bir protein yapısı bulunduktan yarım yüz yıl sonra anlaşıldı.
Alman organik kimyacı Emil Fischer enzim ve substratı bir arada
tutan ‘anahtar kilit ’ il işkisini önermişti. Fischer’ in cesur teklifi
ve şeker üzerinde enzimlerin etkis i dikkatlice çalış ı ldı ve bazı
moleküler yapılarının ayna görüntüleri olduğu durumda bu ikis i arasındaki farkın enz imler
tarafından ayırt edile bildiği açıklandı.
Fisher’in hipotezi bil imsel araştırmanın temeli olmuştur, moleküler biyoloji oluşurken onun öncülük
ettiği model inşa şekli Linus Pauling’den esinlenmiştir , ve
şimdi ilaçların çevrimsel dizaynında merkezi bi r yere sahiptir.
Bilgisayar grafiklerindeki moleküller arasındaki
etkileşimlerin tam varlığını gözden geçirirsek kapsamının
yakınlaşmasının ilk olarak bir yüzyıl öncesinden anlaşıldığı
gerçeğini gözden kaçırmayalım. Moleküler tanımlamada
molekülün bir diğeri ile etkileşim detaylarının bil inmesi,
mikroskobik kimyasal bileşiklerin tüm formlarının bunlara
etkisinin yollarını göreceğiz.
Moleküller; şekilleri ve kendilerine karşıl ık gelen farklı özell ikleri ile bir birlerinden ayrıl ırlar.
Kimyasalların farkına varılması Le Bel ve van’t Hoff gibi f izikokimyacıların on dokuzuncu yüzyılda
açık düşüncelerini ortaya koyan üç boyutlu varlıklar ile olmuştur. Gerçekten vvan’t Hoff ’un başarı l ı
modelleri Fisherin’ in enzimlerin birbirinden ayrıla bil irliği, daha güç seviye lerdeki moleküler şekiller
arasında orijinal anahtar-kilit i lişkis inin varlıl ığını açıklamasında esinlenme kaynağı olmuştur.
Gerçi enzimlerin aktivitesi için bu iskelet yüz yıllık zaman içinde sezgisel anlaşılan yapıdan öncü
biyokimyayı detaylandıran birço k deney ve analizle bugünkü yerine gelmiştir .
Doğal olarak bu üç boyutlu kimyasallar fikri bu düşüncesinin yavaş
yavaş benimsenmesi için uygun bir kavrama şeklidir. Daha önemlis i
ayırıcı özell iklerin eşsiz şek lin temel alarak açıklana bileceğidir ve
uygun şekillerin direk kanıtının gözlenmesi zor olmuştur.
Moleküllerin çok küçük olan şekli ve zor yapıların belirlenmesini
mümkün kılar. Gerçekten moleküler yapıların çoğu durumda
belirlenmesi zordur ve geçmişte bu sınırlama daha yaygındı. Üç
boyutlu yapıda b ilgi vermenin avantajı moleküler biyoloji ve
yapısal kimyada daha fazla yapının belirlenmesine güç katarken
bunun önemi daha gözle görülür hale gelmiştir . Yapısal bilginin
daha anlaşıl ır , ilginç örneği Lysozyme enzimi araştır ılması
hikayesi ile verilebil ir . Bu örnek yine bilimsel araştırmanın farklı alanlar arasında etkileşimin
sonucunda uygun yararların ortaya çıkacağını yansıtmaktadır. İlaç, kimya ve kıristagrofi Fisher’in
moleküler ‘kil it ’ ine ilk gözlemi yapmak için bir araya gelmiştir .
Tıp zincir reaksiyonları oluşturan bakteriyolojik enfeksiyonlar için tedavi geliştirmeye ihtiyaç
duymuştur. Bakteriyel hastalıklar tarihimizin başından sonuna çoğunluğu insanlar için öldürücü
olmuştur. Bugün bu gibi enfeksiyonlar antibiyotiklerle rutin olarak tedavi edilme ktedir. Bizim
modern antibiyotiklerden faydalanmamız 1929 Alexander Fleming ile başlar, burada penisil ini
bulmuştur, bir bakteri kültürü kalıbına kazayla penesilyum bileşiği dökülmüştür. Antibiyotik
bileşikler için uzun zaman araştırmalar yapmıştır ve tedavi edici ilaçlara eklendiğinde enzim etkisi
gösterdiği keşfedilmiştir . 1922’de Dr.Flaming burun sıvıs ının bir enzim bileşeni olarak lysozyem’i
keşfetmiştir , bu madde bakteri kültürlerine karşı aktif bir maddedir. Lysozyem bu şekilde
isimlendirilmiştir çün kü çözünebilirl iğini veya lyse bakterisinin varlığında anti bakteriyel miktar
göze çarpıcıdır, bakterinin daha öldürücü formlarına karşı etkisizdir. Lysozyme bulunmuştu ama
gönüllü hastaların da içinde bulunduğu çoğu yaşayan dokuda etkisizdi. Sonunda enzi min özel uygun
bir kaynağı beyaz yumurta tavuğunda bulu ndu. Çoğu protein molekülünden farklı olarak Lysozyme
çıkarılması , temizlenmesi ve kristallendirilmesinin doğruluğu ortaya konulmuştu ve bu sonuçlar
makro moleküler kıristagrofi bil iminin ortaya çıkması için mükemmel bir aday sağladı. Dahası yapı
içindeki benzer pozisyonlardaki bileşiğin ağır atomların değiştirilmesi ile kristallerin hazırlanmasını
mümkün kılmıştır , bunun yapılması lysozyme moleküllerinin atomik elektron yoğunluğunun kır ınıma
uğrayan X-ray haritasının doğru yapılanmasıyla mümkün olmuştur.
1962’de Lysozyme bunun ardından belirlenen i lk enzim yapısı
olmuştur. Lysozyme molekülleri bu bölümde göreceğimiz
moleküllerden yaklaşık 1950 atomla çok büyüktür. X -ray
kırınım çizgilerinin yüzlercesinden onların elektron yoğunluğu
haritalarının belirlenmesi hayretle bakılan bir kahramanlık
olmuştur. Bu iş David Pil is ve çalışma arkadaşları tarafından
Büyük Bititanay Royal akademisinde yapılmıştır .
Soldaki resim lysozyme enziminin tek bir molekülün e aitt ir .
Molekül 1950 atomdan oluşmaktadır. En üstteki resim
lysozyme’un tümünün hidrojenlersiz halidir, fakat molekülün
mimari yapısı zorlayıcıdır . Yine soldaki resim lysozyme enziminin polipeptit omurgasının boru
şeklidir. Alttaki şekil lysozyme’ın alf a sarmal kıs ımlarını kırmızı sil indirlerle görünür yapan şekildir.
Son keşfedilen yapı enzim ve bağlı sakkarit substrat arasında
yapısal kompleks ile oluşturulmuştur. Lysozyme iki şeker
molekülü arasındaki kısmi bağlantıyı yararak bakteri hücre
duvarlarının parçalanmasını katalizler. Bu reaksiyonun
anlaşılması Fisher’in anahtar -kilit temel hipotezi ile doğru
şekilde gösterilmiştir ve enzimin nasıl verilen bir molekülün
doğal reaktif kısımlarını belirleyebildiğinin ve moleküle özel bir
etkiyi nasıl yapabildiğini göstermektedir. Enzimler doğal
katalizörlerdir. Modern arabalarda iç yanmanın istenmeyen
ürünlerini oksijen ve hidrojeni salığa az zararlı kimyasallar
haline bir araya getiren katalitik konvektörlerinde olduğu gibi yaşayan organizmalardaki yürütüle n
kimyasal değişimlerin hızını enzimler artırır . Lysozyme durumunda
ise bu reaksiyon hidrolizdir, eklenen suyun parçalanması veya şeker
molekül zincirindeki iki şeker molekülünün ayrılması gibi. Bu
reaksiyon istenirse kuvvetli asit eklenerek de katalizlenebil ir .
Gerçekten nişasta kullanışlı şeker moleküllerine endüstride bu
şekilde çevrilmektedir. Fakat derişik asit korrozift ir ve
laboratuarda taşırken dikkatli olunmalıdır ve yaşayan
organizmaların nükleoik asit , protein gibi moleküllerine atak
ederek hayat i riskler yaratabilir . Yaşayan organizmanın istediği
şey istediği hedefi veya substratı özel olarak katalizlemektir .
Lysozyme enziminin aktif bölgeleri kesin uyumlu şekilde
kendiliğinden mükemmel asit katalizli reaksiyonu ortaya
koyacaktır. Moleküller ki l itlenme olmadan güvenli şekilde
parçalanmış olacaklardır. Enzim sakkarit molekülleri
tarafından sıkıştırı ldığı durumda, moleküler yapıda, istenilen
parçalanmış ürünlerin oluşumunu sürdürecektir. DNA veya
hormonlar gibi diğer moleküller lysozyme’in aktif b ölgelerine
tutunmazlar ve böylece bakteri hücre duvarlarının belası olan
asit nedenli parçalanmadan korunurlar.
Lysozyme molekülünün ve bakteri sakkarit molekülünün tescili soldaki resimde gösterilmektedir. Bu
resim üstelik artıkları, özel amino saitleri , lysozyme aktivitesi için uygunluğu ortaya koymaktadır.
İlk aktif amino asit bir asidik guruptur, lysozym z incirinin otuz
beşinci amino asid i aspartam dır, sakkarit z inciri resimde sarı
ile gösterilmiştir .bu amino asit soldaki resimde sakkarit zincir i
ile bağlantıl ı boşluğa tutunmuş bir tarafta yer alır . Artakalan
otuz beş araştırmalarda inanılan amino asi din reaktif olmayan
kısmı ile çevrilmiş olduğudur, enzim için normal çalışma
şartlarında iki şeker molekülü arasındaki bağlantıyı kırması bu
asidite şartlarında bu amino asit için zor unludur. Enzim
çatlağının karşıt taraflarında negatif amino asit tarafı
zincirleri vardır(bunlar şekilde görülmektedir). Şekere asit
tarafından saldırma olunca pozitif yüklü hale gelir ve ikinci kısım zincir oluşan moleküler varlıkla
kararlı laşırken katalit ik reaksiyonun parçalanma ürünleri yeniden düzene girer. Enzimin kurnaz
moleküler mimarisi yüzünden enzim bakteri duvarları yarıklarına bozulmadan kararlı halde
geçebil ir ve yabancı hücrelerin yı kımını destekler.
Lysozyme molekülünün katalit ik özell iklerinin dikkatli deneysel incelemesi ve katalitik
mekanizmanın aralığının belirlenmesi emsalsiz modernleşmeye katkılı olmuştur. İlk zamanlarda
moleküler kıs ıtlamanın anlaşılması mümkün olmuştur ve yaklaşık denge sağlayan fonksiy onel
guruplar hücre ve organizmaların moleküler inşası ve parçalanmasında doğal olarak
kullanılmaktadır. Bir çok katalit ik mekanizma dikkatli deneysel araştırmalar ve atomik detayların
benzer seviyelerde çalışan kıristografi i le açıklanması yapılmaktadır. Fisher’ in anahtar ve kil it
hipotezinin aşırı şekilde doğruluğu gözlenmiştir . Göreceğimiz şekilde makro moleküllerdeki alıcı
bölgeler ile bir molekülün anahtar benzeri etkileşimi bu reseptörün gerçek yapısı hakkında direk bir
bilgi oluşturmazken çoğu molekü lün özell iklerinin anlaşılmasında aşır ı değerli bir yol ortaya
koymuştur.
Bugünkü deneysel tekniklerle açığa çıkarılan yapılar bir
çok molekülü yaklaşık olarak tasvir etmiş ve uzun zaman
zarfında bunları açığa çıkarmıştır . Üstelik varoluşun
durgun görünüşü fazla basit leştirmedir. Moleküller, su
moleküllerinin dinamik denizlerde taşınması gibi aktif
bölgelere ve oradan da başka yere difüze olabilirler.
Proteinler ve enzimatik reaksiyonların hızlarının dikkatli
ölçülmesi tam olarak oluşturulan enzim yapılar ında gözle
görülür bir esnekliğin varlığını göstermiştir . Gerçekten
bilgisayar simülasyonları onların kaplamaları ve onların
moleküler anahtarları uygun şekilde kucaklamaları
Fisher’in moleküler kil itlerinin esnekliğini göstermektedir.
Soldaki resim 10 - 1 2 saniye zaman periyodunda lysozyme
enziminin aktif bölgesindeki sub sutratın s imülasyonunu
göstermektedi
Şekil 74 Aspirin Şekil 75 Paracetamol
Şekil 73Buprofen
KİLİT VE ANAHTARLARIN BİNLERCESİ
Bir önceki bölümde gördüğümüz gibi yaşayan varlıklar makro moleküler düzen ve dü zensizliklerin
karışık bir sıralanmasıdır. Her bir protein bir organizmanın genetik kodunun planının kopyasından
inşa edil ir . Yiyecek moleküllerini enerjiye çeviren protein molekülleri organizmanın bütün bilgis inin
taşınmasında yardımcıdır ve isti lacı para zit hücrelerine karşı koruma sağlar. Yaşamı oluşturan
moleküler düzenlemeler yüksek derecede karmaşıktır ve birbir ine bağlıdır. Bu bileşen proseslerin
yönetimi yaygın kimyasal i letiş imi sağlayan zor bir iştir . Elektriksel sinir impulsları nerotransmiter
olarak bil inene küçük moleküllerin moleküler arabuluculuğu i le hareket ettir il ir . Düşük aciliyetteki
kimyasal mesajlar bir düşmandan kaçışta gerekli enerjinin aniden salınmasını ve büyümeyi kontrol
eden kan dolaşımındaki hormon moleküllerinin konsantrasyonun daki dalgalanma mesajlarını taşır.
İnsanların gelişt iği gibi şunları öğrenmişlerdir.
Yiyeceklerin sağlamasında bitkiler ve hayvanlar tarafından
yapılan moleküllerin bazıları büyümede önemli etkilere
sahiptir. Alkol mesela binlerce yıldır bilinir (biyoki mya
endüstris inin i lk ürünlerinden biridir) beyindeki sinir
impulslarının normal geçit leri i le etkileşir , onun bize etkis i
için değişen değerlerde ve küçümsenen bir yaklaşım
sergileriz . Organizmaya herhangi bir etki yapan kimyasala
ilaç deriz. Bazı ilaçlar çanlının ruh durumunu ve onun
alıcılarının davranışlarını etkiler ve diğer etkileşimler
organizmaların ist ilasında bakterilerin öldürülmesinde
mesela insan sağlığını korumada daha kuvvetli olur. İlaç
molekülleri enzimler ile etkileşir ve diğerleri özel bir yanıtı
kışkırtmak veya yatıştırmak için bir organizma ile
kavrayıcı moleküler bölgelerinden etkileşime girerler.
Gerekli olan yanıt antibiyotiklerin durumunda olduğu gibi
bakterinin yıkımı olabil ir veya yatışt ırıcılar durumundaki
gibi sinir aktarımını ya vaşlatmak olabil ir . Benzer etkileri
yapan farklı moleküller arasındaki benzerlikleri
anlayarak yeni ilaç olanaklarını keşfetmenin karlı
yollarını sağlayabilir iz.
Aspirin molekülünün yapısı ibuprofen ve parasetemolün
yapıları ile beraber solda görülmekted ir. Aspirin 1899’da
söğüt ağacının kabuğunda bulunan bir bileşikten
keşfedilmiştir . Onun acı azaltıcı kaynağının prostaglandin
molekülünün bir sınıfının sentezi ile bunu engelleye
bildiğini bil iyoruz , bu acıya yol açan değişik dokulardaki
tutuşma durumundan ortaya çıkarılmıştır . Yukarıdaki
resim uzaydaki gösterimde aspir in, ibuprofen ve
parasetomol moleküllerini ağrı kesici olarak
göstermektedir. Bu moleküllerin yapısal benzerliklerini
görebil iriz. Bunların her üçü alt ılı halka yapısına
sahiptir ve suyun polar çevresinden sakınma
eğilimindedir. Atomların oldukça küçük eklenmiş
gurupları bu reseptör moleküllerinin parçalarıyla bağ
yapabilmektedir. Bu moleküllerin yapılarındaki
benzerlikler açıkça görülmüştür ve onların
benzerliklerinden ağrı kesici hareket leri ortaya
çıkartabil iriz. Gerçekten belirlenmiş aktif bölgelerin
detaylarından önce bunları aktif bölgelerin benzerliği
içinde toplayabilir iz. Bu bilgi ilgil i bileşiklerin
aktivitelerini anlamamızda ve deneysel olarak analiz
edilen yeni bileşiklerin dizaynında kullanabilir iz.
Şekil 76 Arachis
Şekil 78 Prostaglandin H2 synthase-1
Şekil 77 Salvarsan
Gerçekten bu üç ağrı kesici molekülün reseptör bölgelerinin yapısı protein kıristografisi tekniği
kullanarak belirlenmiştir . Prostaglandin H2 sentez -1 bu yapıdaki gibi çok büyük moleküller olarak
bil inir. Bu beş bin civarında atom ve çevrilen uzun asit z incir leri , iki farklı aktif bölgesi bulunan
azdırıcı prostaglandin içinde arasiodonic asit içerir. Reseptörün kıristal yapısı hücre membranının
polar olmayan çevresinden molekülün aktif bölgelerine ulaşmada genel halkalı yapıya ihti yaç duyan
ağrıkesici ilaçlarda açığa çıkar . Ağrı kesicilerin aktif bölgeleri ağrı oluşturan moleküllerin aktif
bölgelere uzanan kanallarının amino asit yönündeki zincirleri ile etkileşimde bulunarak ağrı
oluşumunu inhibe etmeyi başarır.
Öncelikle gerçekleşen sentetik kimyasallar ilaç
numunelerinin boyanmasında yenice keşfedilmiş
moleküler boyaların kullanımının büyüyen medikal
uygulamalarında kullanılmıştır . Bu sentetik
organik boyalar tekstil endüstrisinde devrim
yapmıştır ve mikroskopta izlemek için ör nek
hazırlamada bir hücrenin farklı bölgelerinin
gösterilmesinde değerli hale gelmiştir . Boyalar
farklı biyolojik maddelerin farklı kıs ımlarına
bağlanırsa bazı boyalar ve ilişkili bileşikler bakteri
hücrelerini hedef al ır ve onları parçala r. Bakteri
öldürücü bileşiklerin araştırılmasındaki hız
Fischer’in anahtar kil it hipotezindeki
derin inançtan değil ama pragmatik
deneysel gözlemlerden gelir . Paul Ehrlich
1910’da araştırmaların bir çizgi üzerinde
başarılmasını amaçlayan ve yaygın
uygulamalı kimyada ve t est
prosedürlerinde bunu başaran ilk
kimyacıdır. Arsenik temell i bir ilaç o an
Salvarsan uyku hastalığı ve frengi gibi
hastalıklara karşı etkindir. Salvarsan
bakteri hastalıklarının tedavisinde
başarı ile kullanılan, temel bakteri
enfeksiyonları hala etkin şekilde tedavi
edilememektedir. 1920’lerde Alman boya
şirketi I .G. Farbenidustriel ’de (sonra
BAYER ve Hoechst oldu) çalışan Gerhard Domagk
medikal uygulamalarda boyaların kullanımının
mümkün olan kısımlarını kullanmak üzere
araştırmalar yapmıştır . 1932’de
Domagk özel bir boya keşfetti, Prontosil deri
boyaları arasında geliştir ildi streptokoksak
bakterisi i le enfekte olmuş farelerin tedavisinde
etkil i olmuştur ve özell ikle önceden denenen bir çok
bileşikte olduğu gibi hayvanda herhangi bir hasar
görülmemiştir . Domagk basit bir yaradan
streptokoksak enfeksiyonu ile hastalanan kendi
kızına ölmeye yaklaştığı sırada uyguladığı
araştırmayla tedavi etmiştir ve çalışmalarının
önemini kavramıştır . Prontosil in enfeksiyon
hastalıklarının tedavisinde etkil i olmuştur . Domagk
1935’te çalışmalarını rapor etmiştir ve Protosil gibi
bil inen sülfür temell i i laçlar yaygınca kullanılmıştır .
Ehrlich gibi Domagk anti bakteriyel ilaç araştırmalarında benzer boya molekülleri i le çalışmaya
karar vermiştir çünkü boyalar mikrosk opta rutin olarak kullanıma uygun ayırı edici boyama
Şekil 81 Prontosil
Şekil 79 Folic acid
Şekil 80 PABA
özell ikleri sergilemektedirler ve bu bir organizmanın bazı
bölgelerinin özell iklerini moleküler seviyede hedef alına
bileceği manasına gelir . Gerçekten Domagk kendil iğinden
kompleks yaşayan organizmalar içindeki özel hücreleri
öldürmede ve seçici olarak hedef almada özel si lahlar
geliştirmek için sentetik ilaçları tercih etmiştir . Bu i laçlar
gözle görülür etkileri başarmada nasıl çalışırlar?
Sülfonamit ilaçları bakteri hücrelerinin DNA’larını inhibe
eder ve bakterilerin çoğalmasını önlerler. Memelilere
benzemeyen bakteri hücreleri bulunduğu yede folik asit molekülleri sentez ederler ve bunu inşa
etmeye parabenzoik asit yaparak başlarlar(PABA). Prontosil ve PABA’nın karşılaştırmalı yapıları
temel kimyasal doğaya sahip olan ilaç moleküllerinin bir parçası olduğunu gösterir ve gerçekten
ilaçlar folik asit üretimini katalizleyen aktif bölgelere sürekli bağlanarak çalış ır . Folik asid in
bakterilerce sentezi bloke edilir ve sonuçta bakteri oluşumunun duraklatılması sağlanır. Folik asit
insan organizması için hayatidir, fol ik asit insan vücudu tarafından sentez edilemez bunun yerine
bir vitamin olarak bizim yiyeceklerimizin bir kısmını oluşturması zorunludur. Prontosil varlığında
bakteri folik asit sentez edemez ve onun bulunduğu sıcak ortamda buluna bilecek olan folik asit de
kullanılamaz çünkü bakteri hücre duva r larından folik asit moleküllerinin geçe bilmesi için bir
yöntem gelişt iremez. Böylece sülfür içeren ilaçlar bakteri hücrelerini öldürebilir ve medikal etki n
silahların altında yatan kimyasal etkileşimlerin doğru düzenlenmesiyle insanlar bu maddelerden
etkilenmez.
MOLEKÜLLERİN TATLANDIRICI ŞEKİLLERİ
Tadın olması besleyici moleküllerin ve zararlı olabilecek
olanların algılanmasında organizma için ihtiyaç duyulan bir
özell iktir . Daha önce tartışt ığımız gibi moleküllerin
yapısının belirlenmesi bilimsel araştırma takımları için zor
bir görevdir ve bu iş herkes için rutin hale gelmemiştir . Çoğu
zehirl i molekülün tadı acıdır ve çoğu besleyici yiyeceğin tadı
tatl ıdır. Tad moleküller arasında ayrım yapmak için etkin
bir mekanizmadır. Solda syklamat, aspartam ve sakkarinin
yapısı görülmektedir. Yine bunların yapısı birbirine
benzerdir. Gerçekten bil im insanları tadın moleküllerin
şeklinden ve yüzeylerindeki elektronik yük dağıl ımından
çıkabileceğini önermişlerdir. Şeker tadındaki bil leşiklerin
zorunlu bileşeni hidrokarbon iskelete tutunmuş iki oksijen
atomu gibi elektron çekici atomların yaklaşık ayrılmış
çiftlerinin merkezde bulunduğu yapılardır. Sukroz yapay
tatlandırıcı olarak iş gören maddelerdeki atomların çeşitl i
düzenlenmelerini yapısında bulundurur. Ama şu anda
gerçek yapısı bilinmeyen tat reseptörleri farklı tat
potansiyeline sahip moleküller arasında ayrım ya pmada
fevkalade başarılıdır. Tatlıl ığın algılanması basitçe tatlı
moleküllerin ayna görüntüsüne sahip moleküllerle
bombardıman edildiğinde bazen çağrış ım yaptırmaz.
Şekerli yiyecekleri tattığımızda buradaki yaklaşık
şekillendirilen moleküller çok ayırd edi ci olan tat
tomurcuklarındaki reseptörleri etkiler. Tatl ıl ığı algılayan
reseptörler tat molekülleri ile ilgili olarak tatları bir birine
çok yakın olan molekülleri de içeren genel yiyeceklerdeki çok
çeşitl i kimyasal yapılar arasındaki farkları algılayabili r ve yalnızca doğru şekildeki moleküller için
memnuniyet hiss i verirler . Bir diğer noktada tadını aldığımız tatlı moleküllerin reseptörlerin
lisanında atomların üç boyutta özel düzenlenmeleri ve onların elektron yapılarına verdiği yanıtları
unutmaması gelir . Bu şekilde bir molekülün şekli onun tadı olacaktır. İlginç şekilde yunan f ilozof
Demokritus 400 BC civarında maddelerin tadını onların bileşen parçalarının şeklini yansıtt ığını
Şekil 1 Siklamat
Şekil 2 Sakkarin
söylemiştir . Demokritus modeli hamdı ve şunu önermişti ‘asidik parçacıklar s erttir ve onlar saldırgan
olarak nitelendirilir ve şekerli maddeler yumuşaktır’ , ama
bu prensibin çalışması ilginç şekilde doğru olmuştur. Buna
karşın bu konuda yoğunlaşmış kimya algılanan tatlar
olarak yaklaşık şekerli gıdalara benzeyen ama kalori
açısından bir kaç kaloriye sahip moleküller sentezleye
bilmektedir. Bunlar insan me tabolizmasının işleyişinin
birinci kaynağında bulunan yapı için aldatıcıdır ve
çevrilebilecek bir enerjinin olası olmadığı bir durumu
yaratırlar.
Solda görülen resim soğuk algın lıklarında görülebilen bir
virüsün yapısını göstermektedir. Yapısı bil inene insan
gergedan virüsü genetik bilgi temelli nükleoik asidin tek
bir sarmalla çevrilen kümelenmiş protein molekülünden
oluşmuştur. Virüsün tam yapısı büyüktür, on binlerce
atom içer ir ve zırhlı yapısı çoğunlukla küreseldir. Virüs
yüzeyinin genetik materyali büyük nükleoik asit polimer
molekülünün aktarımı ve korunmasını da kapsayabilecek kat ı
koruyucu muhafazayı nasıl sağladığı bir problemdir. Bir
aminoasidin kodlanması dört bazı içerir. Bu bilgi taşımanın
tamamını muhafaza etmede yeterince büyük olan bir protein
için kod molekülleri olması imkansız gibi görünmektedir.
Bakteriler, büyük virüsler ve yüksek organizmalardaki bu
problem enzim katalizinin meyvesi olan membranı
kullanarak çözülmüştür, ama yine gergedan virüsü genetik
materyali bir enzim için bilgi taşımada çok küçük
kalmaktadır. Çözüm basit bir kurnazlıktır . Büyük kompozit
yapı içinde simetrik üç boyutsal bir pazıl gibi mükemmel
şekilde bir araya gelmek üzere dizayn edilmiş , kurban
hücrenin proteinden yapılmış araçlarını kullanarak kendi
proteinini oluşturur. Bu süper yapı bir
düzgün yirmi yüzlüdeki 60 protein
molekülünden oluşur. Düzgün yirmi yüzlü
bir küp gibi düzgün çokgendir ve yirmi eşit
üçgen içerir. Virüsün düzgün yir mi
yüzlünün her üçgensel birleşeni üç protein
molekülünden oluşur. Protein zırh
molekülleri bu genetik bilgi deposunu
korumada kilit ve anahtar topluluklarını
dengesiz olarak bir arada tutar. Yapının
her birine değme noktasında virüsü
oluşturan yapılar yakınındaki diğerleri ile
kuyruk oluşturur.
Virüslerin kendilerinin kopyalamasını
oluşturmada anahtar kilit uyuşumunu
kullanması gibi ev sahibi hücrenin
bağışıkl ık sistemini yenilgiye uğratma ve
hedef hücreye saldırmada da bu prensibi
kullanırlar. Yukarıdaki resimde açıkça görüldüğü gibi bu virüsün zırhının pürüzsüz olduğu manasına
gelmez. Burada bulunan moleküler seviyedeki çatlak bölgeleri tepeler ve vadiler gibidirler. Bunun
dış ına dönersek bireyin başarılı şekilde enfekte olduğu durumda virüs gelişimindek i gibi bunların
birleşimi hızlı şekilde değişen sınır alanlarında geliş ir . Bunun için şüphelenilen virüsün bağışıkl ık
sistemini yanıltmada bukalemun gibi renk değiştirebilmesine izin vermektedir. Aksi halde
organizmanın savunma sistemiyle karşılaşır.
Şekil 3 Aspartam
Şekil 82 Sukroz
Şekil 83 Bir virüs
Virüslere karşı anti-badilerin geliştir ilmesi ve özelde yüksek değişebilir bölgelere sahip virüsler
imzalarını büyük şekilde değiştirebilirler ve sürekli olarak tanınma giriş iminde bulunulurlar. Virüs
zırhının çeşitl i kısımları değişebil irken vadilerin aminoas it dizis i gözle görülür derecede sabitt ir .
Algılandığı şekilde yorumlarsak virüs konak hücrenin yüzeyine moleküler kilit lenme yaparak ilgili
bölgeye tutunurlar. Çoğu moleküler biyolog ve farmakolog bu anahtar ve kilit hedefini bulundura n
imha edici i laçlar üzerinde çalışmaktadır . Virüsün zırhını oluşturması, kurban hücreye yerleşmesi ve
yakalanmaktan kaçınması çoğu alandaki bilginin etkin şekilde açıklanması ve tam prensipler içinde
iyi şekilde denenmesi yapılmalıdır.
Yüksek derecede yırtıcı olan virüsler avlarının savunmalarına da adapte olabilmektedirler. Çoğu
virüsler s ıkl ıkla kendi dış organlarını değiştirmektedirler ve korunan bölgeleri bağlamında
hedeflerini ararken hatasız ve belirlenemeyebil irler. Bundan sonra sonuç çıkarırsak onl arın hedefleri
hücre membranın yüksek derecede korunan bazı bölgeleridir. Bir genden daha fazlasıyla kodlanan
bir yüzey bölgesi belki bir organizma geliş irken yavaşça bu yapıdaki aşır ılıklar değişir . Virüsler
korunan hastalıkları sömürebilmektedirler ve bazen yapısal bozuklukları avlayarak boşluğa
düşmekten sakınırlar. Virüs zırhının korunan bölgeleri tabiatta var olan zayıfl ıklarıdır. Bir anti viral
ilacın genell ikle soğuk algınlığında oluşan virüslerin bu zayıf alanlarına bağlandığı görülmektedir.
Bakteriye nazaran virüslerin basitl iği yaşamın ilk moleküler çoğalmasında yüksek yapılara adımlar
atarken bunların uzantılarına sebep olmuş olmalıdır. Hücrenin oluşumuna bağımlı olan virüsleri bu
şekilde özelleşmiş hale gelirler. Bir virüs ist ila etmek ve sömürmek için önceden olm uş bir hücreye
ihtiyaç duyar ve bu şekilde bir hücre olmaksızın çoğalamaz. Virüs basitt ir ve muhtemelen daha
gelişmiş yaşam formlarından önce ve onların civarında gelişmişlerdir.
MOLEKÜLLERİ YAPILANDIRAN
ZİNCİRLER VE BAĞLANTILAR
Bazı atomik birliktelikler basittir. Gördüğümüz gibi
hidrojen atomları moleküler yapıda (H2) diğerlerine
bağlanmıştır. Su molekülünde (H2O) hidrojen atomları oksijen
atomlarına bağlanmış şekildedir. Hidrojen amonyakta (NH3)
azota ve metanda (CH4) karbona solda görüldüğü şekilde
bağlanmıştır. Karbon monoksit (CO) ve karbondioksitte (CO2)
oksijen karbonlara bağlanmıştır, solda görülmekte. Bunlar ve
daha birçok küçük molekülleri temel alan başka bileşik gayet
önemlidir. Örneğin; su bizim vücut ağırlığımızın % 80’ini
sağlar ve metan yaygınca kullanılan bir yakıttır (doğal gazın
temel bileşenidir).
Çok küçük moleküllerdeki mimari özellikler zorunlu
olarak sınırlıdır. Kompleks yapıların elde edilmesi için bunlar
arasında basit oyunlar oynaya bilmekteyiz. İlki zincir
oluşturmaktır. Buradaki bağlanmada çok geniş olarak
kullanılan element karbondur. En basit karbon zincirli
bileşikler parafinlerdir. Karbona bağlı hidrojen atomları ve
karbon zincirleri aşağıda görülmektedir.
Zincir şekilde görüldüğü gibi düz veya dallı olabilir.
Şekil 1 H2, H2O, NH3 ve CH4
Şekil 2 CO and CO2
Dahası uzunluklarında kısıtlamalar yoktur ve oluşan
bileşiklerin özellikleri uzunlukla değişir. 2,3 veya 4 karbonlu
parafinler normal şartlarda gazdırlar(çoğunlukla yakıt olarak
kullanılırlar). 5’ten 8 karbon atomluya kadar olanlar uçucu
sıvılardır(petrol/gaz yağı bu aralığı kapsar).
Zincir uzunluğu arttıkça sıvı daha viskoz hale gelir ve en
uzun zincir (yaklaşık olarak 20 karbon atomludan fazlası) için
mumlaşma ve tarlar oluşur. Bu basit ve açık zincirli bileşikler
mat yapıdadırlar ve yinede modern toplumda önemli yerleri
vardır. Moleküllerde bulunan ve yakıt olarak kullanılmalarının
temelinde olan enerji havadaki oksijenle reaksiyona
girdiklerinde salınabilir.
Zincirli moleküller modern kimya endüstrisinde yaygınca
üretilir. Gerçekten bu gün çokça kullandığımız plastikler ve
fiberler polimerlerdir. Atomların küçük bir gurubu olan temel
birimleri içeren zincirler yüzlerce ve binlerce kez tekrarlanırlar.
Yine oluşan maddenin özellikleri zincir uzunluğuna bağlıdır.
Tipik önemli polimerler solda görülmektedir.
Polimer zincir molekülleri tabiî ki sıvılar ve katılarda bir
araya toplanmışlardır, bu konuya tekrar döneceğiz. Polimerler
arasındaki kimyasal etkileşimin ilgi çekici bir formu ‘çapraz
bağlanma’ dır, burada bir polimer zincirinden bir atom diğer
polimer zincirindeki atoma kimyasal bağla bağlanır. Bunun
tipik bir örneği burada görülmektedir.
Bu gibi prosesler polimerlerin fiziksel ve kimyasal
özelliklerini dikkat çekici şekilde etkilemektedir.
Çok karmaşık olmaktan öte, ilgi çekici ve önemli zincir
molekülleri yaşayan maddelerde de bulunmaktadır. Gerçekten
yaşayan maddeler tam ve özel kimyasal ve fiziksel görevler
için dizayn edilmiş zincir moleküllerinin mükemmel sanatıdır.
Dahası yaşayan maddelerde kullanılan atomların
halkalı yapılarını tekrar görmekteyiz. Örneğin hayvanlar ve
bitlilerin temel yakıtı olan şeker moleküllerinde gösterildiği
gibi karbon ve oksijen atomlarının halkalı şekilde oluşur.
Kompleks maddelerin elde edilmesinde bir başka
strateji iki ve üç boyutta uzatmaktır. Bu gibi yapılar atomik
seviyedeki mimaride göz önüne alınacaktır. Bu arda
moleküler mimarinin anlaşılmasının bazı kazançları da
vardır, bir başka önemli soru ‘moleküller bir birleriyle nasıl
etkileşime girerler’ dir.
Şekil 4 Tipik polimer yapıları.
Şekil 5 Çapraz bağlanma.
Şekil 6 Halkalı yapılar.
Şekil 7 Şeker yapıları.
Şekil 3 Parafin molekülleri.
MOLEKÜLLER ARASI KUVVETLER
İki veya daha fazla atom veya molekül bir araya geldiklerinde kimyasal bağ oluşturduklarını
görürüz, çünkü; elektron yük bulutları etkileşir ve çok dış pozisyondaki elektron yoğunluğu yeniden
yapılanır. Moleküller etkileştiği zaman ne olmaktadır? Tabiî ki önce reaksiyon yaptıklarını
görüyoruz, bağlanan komşular arasında elektron bulutunun yeniden düzenlendiğini ve atomların
yeni çiftler bulduğunu görürüz. Yeni moleküller oluşmuştur. Fakat yeni kimyasal ba ğlar
yapmadıklarında da moleküllerin birbirleri i le etkileşimde olduklarını görürüz. Bu bağ oluşturmayan
ve kimyasal bağlardan daha az heyecan verici etkileşimler eşit düzeyde önemlidir ve doğadaki çok
önemli kuralları düzenlemektedirler.
Şimdi bu etkileş imleri t ipine ve kökenine bakalım; bunların ilki ve basit i bağ yapmayan itmelerdir.
Eyer iki molekül bir bir ine çok yaklaşırsa her biri diğerini itecektir, her iki çekirdek ve elektron
birbiriyle karşı karşıya gelecek ve her biri diğerinin aynı kısmına bas kı yapacaktır. Asl ında bu itme
moleküller bazında tanımlanmıştır , çünkü; bunlar diğer atom ve moleküllerin dışar ıda tutulduğu bir
molekülün çevresini kapsayan boşluklar olarak tanımlanmışlardır.
Moleküller arasındaki bağ yapmayan çekimler iki temel çeşitt ir . İlki moleküldeki atomların genel
olarak önemli yüklere sahip olmasından çıkar. Bir moleküldeki pozit if yüklü atomlar ikinci
moleküldeki negatif yüklü atomları çekeceklerdir. Bu etkinin klasik bir örneği hidrojen i le
oksijen,azot ve flor gibi (yüksek el ektro negatif) atomlar arasında bağ bulunan moleküller söz
konusu olduğunda görülür . Kendilerine doğru yükleri çeken elektronegatif atomlar pozit if olarak
yüklenmiş hidrojen atomları ile polarize bir bağ verirler, bu hidrojen atomları farklı moleküllerin
negatif yüklü atomlarına doğru bir çekim duyacaklardır. Bu moleküller arası çekici etkileşim
hidrojen bağı olarak bil inir. Doğanın en önemli kuvvetlerinden biridir. Gerçekten hidrojen bağı
olmadan bizim bildiğimiz dünya ve yaşamımız mümkün olamazdı. Bu bağ su molekülleri arasında
görev yapan temel kuvvettir ve suyun gaz olmasındansa sıvı olmasındaki temel sebeptir, öyleki
hidrojen bağı olmadan okyanuslar da olmazdı. Sonra göreceğimiz şekilde bu kuvvet proteinlerin
kimyasının ve DNA’nın varlığında fevkalade b ir rol oynamaktadır, öyleki hidrojen bağı olmadan
yaşam olmayacaktı .
Diğer çekici etkileşim yapıları daha anlaşılması zordur ve elektronların hareketleri arasındaki
kolerasyon ve fazın özel bir çeşidinden ortaya çıkar. Eğer klasik f izik kapsamında kendimiz e atomları
ve molekülleri düşünme izni verirsek, çekirdek orbitallerindeki elektronları hayal edebil iriz. İki atom
veya molekül her bir i diğerine yaklaşırken bu adımdaki eğilimde hareketlerin bir faz içerisinde
toplanmasını bekleyebil iriz. Bu gibi fazlar v eya paralel hareketler bir başka atomdaki çekirdeğin
görüş alanında bulunan elektronların çekim yaratmasına müsait olur. Bu kuvvetler dağılımsal
etkileşimler olarak bilinirler ve tüm moleküller arasında görev yaparlar. Bu gibi dramatik olmayan
doğalara karşı yinede katıları bir arada tutan birçok temel etkileşim büyük öneme sahiptir.
KARMAŞIK ATOMLAR
Hidrojen en basit atomdur. Daha kompleks atomlar nasıl farklıdır? Bu soruya cevap v erir iken
çekirdeğin doğasına daha dikkatli bakmalıyız . Çekirdeğin kendisiyle karşılaştırıldığında çok küçük
parçacıklar olan proton ve nötron benzer kütleye sahiptirler. Protonların her biri pozitif elektriksel
yüke sahip olmalarına karşın nötronlar yüksü zdür. Protonun yükü tam olarak elektronun kine eşit
ama zıt işaretlidir (elbette doğada daha temel birimsel varlıkların ipuçları bulunmaktadır). Bir atom
doğal bir varlıktır ve bu yüzden çekirdekteki protonlar kadar negatif yüklü elektronlara sahip
olmalıdır. Farklı atomlar çekirdeklerindeki proton sayılarıyla s ınıflandırılırlar; hidrojen atomunun
çekirdeği bir protona sahiptir ve nötral atomu elde etmek için bir de elektrona sahiptir. Helyumun iki
proton ve iki elektrona sahiptir, l ityum üç proton ve üç el ektrona sahiptir. Uranyum doğal olarak
oluşmuş en ağır elementtir, 92 protonlu çekirdeğe sahiptir. Ağır elementler son 60 yılda nükleer
reaktörler ve parçacık hızlandırıcılarda üretilmektedir.
Kararlı çekirdekler genel olarak kabaca eşit sayıda proton ve n ötron içerirler ve ağır çekirdeklerdeki
nötron sayıları genell ikle daha yüksektir. Tersine benzer proton sayılarına sahip bilinen birkaç
çekirdekte nötron sayılarının farklılığı vardır. Bu şekilde oluşan atomlar aynı sayıda elektrona fakat
farklı kütlelere sahip olacaklardır. Bundan dolayı bunlar kimyasal olarak özdeş (elektronların
sayısına bağlı olduğunu göreceğiz) olacaklardır. Bu gibi elementler İZOTOP olarak bil inirler.
Elementel elektrostatik benzer yüklerin birbir ini iteceğini söyler. Bundan dolayı p rotonların
çekirdeğin sadece uçuşa müsait bölgesinde bulunmasını bekleriz. Ama protonlar ve nötronlar çok
güçlü çekici kuvvetlerle (güçlü etkileşimler olarak bilinir) bir arada tutulurlar (nükleonların toplu
şekilde bulunduğu düşünülmektedir) ve çok küçük bir uzaklıkta iş görürler (birkaç nükleon çapında).
Bu sonuçtan dolayı kararlı çekirdekte proton sayısı sı nırl ıdır. Yük oluşurken protonlar arasındaki
itici kuvvetler çekici kuvvetlerin etkileşimi sonucunda ortaya çıkandan çok daha az etkilidir.
Kararsız çekirdekler radyoaktiftir . Bunlar kararlıl ığa ulaşana kadar parçacık yayarlar, çoğu ağır
atomlar toplam yüklerini azaltmak için parçacık yayarlar (helyum çekirdeği iki proton ve iki nötron
içerir). Nükleer karars ızl ığın dramatik örnekleri uranyum -235 çekirdeklerini doğurmuştur(92 proton
ve 143 nötron toplamda 235) ve bu ikiye parçalana bilmektedir. Bu nükleer f isyon prosesi i le çok
büyük miktarda enerji açığa çıkar.
Çekirdeğin yükünü dengeleyen elektronlara geri dönersek, bunların çekirdek çevresinde ‘durgu n
dalga’ konumlarını (orbital) kapladıklarını göre bil iriz. Bu konumlar farklı enerj ilere sahiplerdir.
Normalde elektronların en düşük enerji li orbitalde olmalarını bekleriz. Bir kez daha bizim
tahminlerimize yabancı yeni f iziksel terimler eklenmektedir. E lektron benzeri parçacıkları bulmak
için birden fazla doldurulmuş olan benzer konumları tam olarak bulmak imkansızdır. Bu ilk defa
Pauli tarafından DIŞLAMA İLKESİ olarak telaffuz edilmiştir(çok parçacık içeren sistemlerin dalga
fonksiyonlarının ters simetr ilerinin beklenen sonucunu yansıtmaktadır). Üstelik çevrilme SPIN
olarak bilinen özell iğe sahip elektronlar olduğunda sağlanır(bu konu görelilik kuantum mekaniği
kapsar ve elektronun sahip olduğu manyetik momenti ortaya koyar). Manyetik moment iki değerde
olabil ir , yukarı ve aşağı. Biz hala pauli prensibini her orbitale iki elektron alınabileceği (ikiden fazla
olmaz) şekilde ifade ediyoruz; benzer konumlar için bu tam doğru değildir, biri yukarı ise diğeri
aşağı s ipinli olmalıdır.
Çekirdeğimizin yükünü or bitallere elektronları Schrdinger eşitl iğinin duran dalga çözümlerinden
dolayı en düşük enerjil i orbitalden başlayarak ikişer ikişer doldurarak dengeleriz. Oluşan atom
büyük ölçüde kompleks bir nesnedir. Atomda elektronik dalga durumlarının her biri diğeri i le
etkileşe bilir ama bunlar çekirdeğe bağlıdır.
Burada verilen hesaplama tabiî ki atomik yapının en basit çizilmiş kaba taslağıdır. İlgil i okycular
için daha fazla bilgi entelektüel seviyenizi yükseltmek isterseniz kuantum kimyası kitaplarında
bulabilirsiniz; modern atomik teori Dalton’un basit kimyasal gözlemleri ile yaratıcı görüşlerini ileri
sürmesiyle başlar. 130 yıl içinde garip şekilde atomik yapının ön görülen modeli yukarda
özetlediğimiz şekilde gelişmiştir . Bu dikkate değer başarı bil imin temel ini oluşturan fiziksel dünya
hakkında doğruları araştır ıp bir araya getiren insan aklının yaratıcı gücünü ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak şunu unutmayacağız ki atomik yapı için tartışmanın başlangıç noktası maddenin
bileşenlerinin en son noktasının araşt ır ılması olmuştur. Şunu görmekteyiz ki atomlar görülemezler,
alt yapıları vardır, çekirdekleri protonlar ve nötronlar gibi çok küçük parçacıklardan oluşur. Son ell i
yı l boyunca yüksek enerji f iziğinin büyük çabaları protonlar nötronlar ve elektronlara ek o larak çok
sayıda elemental parçacık açığa çıkarmıştır(bu parçacıkların bazısı hayal edilemeyecek kadar kısa
ömürlüdür). Şuan açık olan şey protonlar ve nötronların alt yapıları vardır ve en küçük parçacık
kuark olarak bil inir, kuarklar bu alt yapıdadırlar. Kuarkların görülemez olup olmadıklarını veya
onların alt yapılarının olup olmadığını zaman (epey çok para) söyleyecek.
YAPIŞKAN ATOMLAR
Atomlar elektriksel olarak nötraldır , negatif yüklü elektronlar pozitif yüklü çek irdekle dengelenir.
Ama neredeyse tüm atomlar benzer tipteki diğer atomlarla ve farklı atomlarla bağ yapar. (Bu
kuralın ist isnaları aşağıda tartış ılan özel konularda vardır). Kimya bil imi büyük oranda atom
kümeleri ile ilgilenir (Bunlar küçük miktarda atom iç erdiği zaman molekül olarak is imlendirildiğini
görmüştük). İlk bakışta bu elektriksel olarak nö tral varlıkların çok güçlü ve çok kapsamlı şekilde
diğerleriyle bağ yapabilmesini anlamak zordur. Gerçekten atomlar arasındaki bağlanmanın türü
kimyadaki temel problemlerdendir. Bu problemin çözümünde modern bilgisayar destekli metotların
katkıs ı zorunlu olmuştur
Benzen (solda) ve aspartil proteas inhibitörü kendi bağıl elektron yoğunlukları içinde çevre
çizgileriyle görülmektedir.
Kimyasal bağlanmadaki anahtar atomlar etkileştiği zaman atomik elektron bulutlarının kompleks
yeniden düzenlenmelerinin gerçekleştiği görülmüştür. Gördüğümüz gibi atomlar çok komplike
haldedirler ve biz onların en basit durumları olan hidrojen atomları için Schrödinger eşitl iğinin tam
matematiksel çözümüyle yazabiliriz . Diğer tüm atomlar için yaklaştırma çözümler kullanılmıştır (bu
şekilde yüksek seviyede doğruluğa ulaşır ız). Bunların türetilmesi bir bilgisayarla idealize edilen aşırı
sayısal işler gerektir ir . Moleküller yüksek düzeyde karmaşıklık içerirler ve bilgisayar destekli
metotlarla eğer Schrodinger eşitl iğini yüksek doğrulukta çözersek bu karmaşıklığı azaltabil iriz. Bu
şuanda başarıla bilmektedir ve detaylı şekilde tartışt ığımız gibi doğru dalga fonksiyonları atomların
büyük sayılarını kapsayan moleküller için geniş şekilde mümkündür. Mesela yukarıdaki resim benzen
molekülünde ve daha sonra döneceğimiz farmakolojik moleküllerde hesaplanmış elektron
yoğunlukları görülmektedir.
Atomik elektron bulutları atomlar etkileştiği zaman yeniden düzenlenir, çünkü atomlar birbirini
etkiler ve değiştir ir . Düzenlenme çoğunlukla yüksek enerjil i orbitallerde ve dış tabaka
elektronlarında oluşur. Düşük enerjil i haldeki elektronlar çekirdeğe çok kuvvetl i şekilde bağlanırlar.
Doğru söylemek gerekirse kimya; atomların sınırlarındaki gelişmelerin neler olduğu hakkındadır.
Düzenlenmenin üç geniş sınıfı KONSANTRASYON,
TRANSFER ve DELOKALİZASYON olarak
gösterebilir iz. Bunlar kimyasal bağlanmanın farklı
tiplerinden sorumludur. Konsantrasyon yeniden
dağılan elektronların çok yaygın bir yapısıdır. Bu
proseste elektron yoğunluğu atomların etkileşen dış
orbitallerinden akar ve çekirdekler arası bölgede
yoğunlaşır. Burada negatif yüklü elektronlar her iki
atomun pozitif yüklü çekirdeklerine yaklaşır ve bu
yüzden düşük enerjiye sahiptirler. (çünkü pozitif
negatif i çeker). Gerçekten bölgede artmış elektron
yoğunluğunu atomları bir arada tutan küçük bir
yapışkan olarak nitelendirile bilir .
Bu tip bağlanmanın bulunduğu en basit kümelenme
iki hidrojen atomunu bir araya getiren hidrojen
molekülünün yapısı (H 2) aşağıda gösterilmektedir.
Hesaplarla elektron yoğunluklarının sınır çizgilerini
görmekteyiz. İkinci olarak iki etkileşimde
bulunmayan elektronlar ile moleküldeki elektron
yoğunluğundaki farklar karşılaştırıld ığında görülen
farklı sınır çizgilerini açığa çıkarmanın daha zor
olduğu görülmektedir. Çekirdekler arasındaki
elektron yoğunluğunun artış ı ve atomları dış
hatlarındaki azalma açıkça görülmektedir. Renklerle
kodlanmış hatlar hidrojen molekülündeki (H 2) iki
hidrojen atomunun elektron yoğunlukları
arasındaki farkı göstermektedir. Bu şekildeki
bağlanmaya kimyagerler anlaşmalı şekilde yaygın
olarak kovalent terimini kullanmaktadırlar.
Karbon elementleri ile oluşmuş halkalı ve zincirl i
bileşiklerde karbon atomları arasındaki bağ,
endüstriyel önemi bulunan, bileşiklerdeki ve
yaşayan maddelerin ve bizim vücudumuzdaki
maddelerde kovalent bağ bulunur. Elektronik
devrimin kalbinde yer alan maddeler, kristalin
silikondaki sil isyum atomları aşağıda gösterildiği
gibi kovalent bağla bir arada tutunurlar. Gerçekten
kovalent bağlanma atomların s ınırından elektron
yoğunluğunun küçük miktarlarının dışarı aktarılabileceği ve bu atomlar arsında yapışkan olarak
bunların yoğunlaşması yaşam ve elektroniğin mümkün olmasını sağlar.
Düzenlenen yoğunlukların diğer bir modu farklı atomların arasındaki aktarım, anlaşılması en kolay
olan durumdur. Farklı atomlar farklı konumdaki elektronları için farklı ilgiye sahiptirler. Mesela
oksijen, flor ve klor gibi atomlar dış orbitallerindeki e lektronları çekme eğil imindedirler, oysa;
sodyum, potasyum ve magnezyum gibi atomlar bu orbitaldeki elektronlarını zayıf olarak tutarlar.
Tüm yirminci yüzyıl ın en büyük kimyacısı Linus Pauling atomların elektron çekici kuvvetlerinin
ölçümünü elektronegativite olarak önermiştir . Sodyum gibi düşük elektronegativiteli atomlar dış
tabakalarındaki elektronlarını kolayca kaybederler veya klor gibi yüksek elektronegativitel i
atomlara kolayca aktarırlar. Sodyum atomları bundan sonra pozitif yüklenmiş ve klor atomla rı
negatif yüklenmiş olurlar. İyon şekline gelen karşıt yüklü atomlar birbirlerini çekerler. Karşıt yüklü
iyonlar arasında oluşan elektrostatik bağlanma ile elektron yoğunluğunun aktarımı prosesinin en
basiti iyonik bağ olarak bil inir. So dyum klorürün durumu (NaCl) solda gösterildiği gibi iyonik
bileşiğe bir örnektir. Çoğu iyonik bağlı sistem kristal yapıda üç boyuttaki atomların sıralı
düzenlenmelerine sahiptir. Soldaki resim sodyumdan klora elektron yoğunluğunun aktarımını açıkça
gösteren farklı s ınır çiz gilerinin haritasını
göstermektedir. Daha zor bir örnek
kimyasal formülü SiO 2 olan, doğal olarak
oluşan ve önemli endüstriyel kullanımı olan
kuartzla sağlanır. Resim bu bileşikteki
yeniden dağılımın nasıl olduğunu
göstermektedir.
Açıkça burada yoğunluk s il isyumdan
oksijene doğru aktarıl ır , ama çekirdekler
arasındaki konsantrasyon yoğunluğunun bir kısmı
gösterilmektedir. Kuartzdaki bağlanma iyonik ve
kovalent arasındaki bir haldedir. Sil isyum ve
oksijenin her ikis i dünyadaki kabuk ve mantonun
geniş kısmını oluşturmaktadır. Metalik elementlerin
atomlarıyla beraber bunlar, sil ikat bileşiklerinin
gen iş aralıktaki bir kitlesi bu aralıkta toplanmıştır .
Kısmi olarak iyonik si lisyum -oksijen bağları organik ve Şekil 84 Sodyum klorür içindeki elektron yoğunluğu farklılıkları.
Şekil 85 Silikonun yapısındaki kovalent bağlanma.
biyokimyacılar için karbon -karbon bağının önemi kadar m ineraller için eşit miktarda önemlidir.
Elektron yoğunluk dağıl ımının üçüncü tipi DELOKALİZASYON dur. Birkaç atom üzerindeki elektron
yoğunluğunun dağıtı lması elektronik enerjide düşmeye yol açar. Bunun klasik örneği benzenin
alt ıgen halkalı moleküler yapısı aşağıda gösterilmiştir . (i lk olarak 1825’te Michael Faraday balina
yağından izole etmiştir) büyük derecede kararlıl ık gösteren molekül beklenenden oldukça düşük
reaktivite de dir. Bu kavramın anlaşılması teorik organik kimyanın gelişmesindeki temel a dımlardan
biri olmuştur. Şimdi bil iyoruz ki bu kararlılık halka üzerinde molekülün geniş alanına elektron
yoğunluğunu dağıtarak sağlanır. Delokalizayon metal atomları arasındaki bağlanmada da temeldir .
Mesela metalik kristal yapıdaki sodyum atomlarının dış orbitallerinden gelen elektronlar bütün
kristal üzerinde delokalize hale gelir . Bu oluşan delokalizasyon denizi içinde metal atomları yüksek
elektrik iletkenliğine sahip olurlar. İlginç şekilde karbon atomları zincirinden tek yönde metalik
madde üretimi mümkün olur. Bu poliasetilenler
metal gibi yüksek elektrik iletkenliğine sahiptir
ama mekanik özell ikleri daha çok plastiklere
benzer.
Tüm kimyasal bağlanmalar düşük enerjil i
atomları oluşturmak üzere dış orbitallerindeki
elektronları bağ yaparak kaybetme nin veya
dağıtmanın bir veya daha fazla seçeneğini
kullanır. Dahası bu prosesler bilgisayar destekli
metotlar kullanılarak çok detaylı ve yüksek
doğrulukta modellenebilmektedir. Kimyasal
bağlanma problemi çözüldü!
Şekil 86 Kuartz (SiO2) içindeki elektron yoğunluğu farklılıkları.
Şekil 4 Benzenin yapısı C6H6. Şekil 5 Benzendeki delokalize olmuş moleküler orbitaller.
Şekil 87 Metalik sodyumdaki sodyum atomları
Şekil 6 Poli asetilen moleküllerinin uygun şekilde paketlenmiş yapıları.
MOLEKÜLER ŞEKİLLENDİRME
Atomları bir arada tutan şeyin ne olduğunu
bil iyoruz ama onları bir leştirebilecek olan
şeylerin sınırlarını ve moleküler şekli kontrol
eden faktörler nelerdir? En temel ve basit
faktör farklı atomların farklı bağıl
büyüklüklerin ortaya çıkmasıdır. Atomik
büyüklük kavramı biraz muğlaktır ; bir atomun
büyüklüğü elektron yük bulutunun boyutuyla
kontrol edil ir ve atom çevresindeki elektron
yoğunluğu aniden sıfır değerine düşm ez,
kademeli olarak düşer . Yinede (solda
görüldüğü gibi) atomun yaklaşık çapının tayin
edilebilirl iği ispatlanmıştır . Sadece geometrik
faktörler atomları bir arada paketleye bilme
yollarımızı sınırlayıcı olacaktır. Bu faktörler
kristallerdeki paketlenme göz önüne
alındığında çok açık hale gelir . Kristal yapıların
içeriği mesela büyük sezyum iyonları söz konusu
olduğunda bir atomun çevresini sekiz atom çevirir , bunun yerine küçük lityum atomları olduğunda
sadece dört atom çevreler.
Bir sonraki nokta; atom lar kendi elektronik yapılarının spesif ik özell iklerinden gelen iyi tanımlanmış
birleşme gücüne sahip olmalarıdır (VALENS kimyasal kavramı). Özellikle elektronların toplam
sayısına bağlı olarak en dış tabakadaki elektronların sayısı dış kabukta görülebili r . Gerçekten teorik
kimyanın en eski ve en kuvvetl i fikirlerinden bir i elektron ortaklanılan bağın valens kavramından
gelir . Kimyasal bağlarda (H 2 molekülündeki iki hidrojen atomunda olduğu gibi) elektronlar birlikte
paylaşılırlar. Ortaklanılan elektronlar ın sayıs ı artarsa mesela dört veya alt ı gibi, çift yada üçlü bağ
tercih edilir (oksijen molekülünde çift ve azot molekülünde üçlü bağ vardır). Kimyasal bağlanmada
itici kuvvet en dış orbitallerin tam dolu, kararlı halde atomlara ulaşmak istenmesidir. Payla şım
yapılan bağdaki elektronlar tüm atomlar tarafından takım olarak kullanılırlar. Bu şekilde dış
tabakasında dört tane elektron bulunduran karbon atomu sekiz elektronluk yer bulundurur (metan
molekülündeki gibi,CH 4). Oksijenin altı tane elektronu vardır v e yine sekiz tanelik yeri vardır. Bu
yüzden suda oksijen iki valense sahiptir. Bu
yaklaşımın gerçek olduğu dış tabakaları tam
dolu olan atomların kimyasal olarak inaktif
olmasından görülebil ir . Bu yapıdaki ‘soy
gazlar’ ünlüdür. (çoğu yirminci yüzyılda
Londra Üniversitesinde Sir Willam Ramsay’in
çalışmalarıyla izole edilmişidir). Helyum ve
neon kimyasal olarak aktif değildir, ne
kendileriyle nede başka atomlarla bağ
yaparlar. Argon ve kripton çok s ınırlı
kimyasallık gösterir, çünkü en dış tabakadaki
elektron ların genişlemesi çok zor olacaktır.
1960’larda kimyanın gözle görülebil ir
gelişmelerinden biri Neil Batlet ve çalışma
arkadaşı Xenon tarafından bulunmuş olan dış
tabakalarının genişlemesi kolaylaştırı lmış
kimyasal türler bulmuşlardır. Bunlardan oluşan
baz ı bileşikler yukarıda görülmektedir.
Şekil 88 Elementlerin periyodik tablosu her element için tipik kimyasal çapı göstermektedir.
Şekil 89 ksenon bileşikleri; XeF2, XeF4 ve XeF6.
Valens ve ortaklanılan bağların daha
geleneksel kimyasal kavramları erken
evrelerde bulunmuş olan elektron
yoğunluğunun dağılması kavramını
içinde bulunduran kimyasal bağlanma
kavramıyla daha karmaşık bir yapı alır .
Önceki anlattıklarımız atomların neden
bağ yaptığını anlamamıza izin verir.
Sonraki kavramlar ise oluşa bilecek olan
moleküler yapının kısıtlamalarını
belirler. Kimyasal bağlanmanın ana
özell iklerine dönecek olursak; bunların
özel yönlerde olması zorunluluğu vardır.
Buradan karbon atomu bileşiklerinde bir
tetra hedronun köşelerini kaplayan dört
atoma bağlanmıştır . Bu durum
çoğunlukla bu şekilde olmasına karşın
farklı bağlanma örneklerinde bir
eşkenar üçgenin köşelerine üç atom
yerleştiği yapılar olabilir ve bazı gazlarda
doğrusal düzenlenme benimsenir. Bu özel
geometrik şekillenme atomların bir
araya gelmiş yapıları sonucunda
mümkün olan en az enerjiye sahip olması
gerekliliğidir. Daha özel olarak bunlar
atomik elektron yük bulutu
yoğunluğunun farklı şekil leri olması
kavramı içinde ve bunların etkileşimi
yoluyla oluşan şekiller kapsamında
anlaşılır . Kimyasal bağlanmalar
oluşurken atomik yük bulutları etkileşir
ve biri diğerinin üzerine biner. Yük
bulutlarının şekilleri bu şekilde değişir .
Farklı şekildeki atomik yük bulutları s ,p
ve d harfleriyle isimlendirilirler ve farklı
şekillerdeki moleküler elektron yük
bulutları sigma, pi ve d işaretleriyle
isimlendiril irler (çoğunlukla moleküler
orbital olarak bilinirler). Farklı t ipteki bağları
içeren molekül örnekl eri solda görülmektedir.
Bu farklı t ipteki bağlar farklı özell iklere sahiptirler, sigma bağlarında elektron yoğunluğu elektron
ve çekirdek arasındaki kuvvetl i etkileşim nedeniyle çekirdekler arasında toplanmıştır . Buna
benzemeyen pi bağlarının maksimum old uğu yer moleküller arası düzlem üzerindedir.
Sigma bağları bu nedenle daha kararlıdır ve pi bağlarının olduğu moleküller daha reaktift ir . Burda
olduğu gibi geometrik farklı lıklar zorluğu vardır. Aşağda gösterildiği gibi sigma bağı etrafında
dönme olabilmektedir ama pi bağında üst üste binen orbitallerin döne bilmesi için parçalanmaları
gerekir.
C2H4 gibi pi bağlı moleküller bunun için sigma bağlı iskelet taşıyan yapılardan daha serttir .
Şekil 90 Atomik orbitaller; 1s ve 2s (üstteki sıra), 2p (orta sıra) ve 3d orbitalleri (en alt sıra).
Şekil 91 Sırasıyla bütan, benzen, etilen ve asetilen.
Çift bağlar (aşağıdaki) pi orbitalleri etkileşimini b ozmadan dönemez.
BİLİMİN YAPISINDAKİ MODELLER
Bizim yaşamımızdaki kompleks dünyayı anlamada insanlık çoğunlukla modellere ihtiyaç duyar .
Modeller çok küçük ve çok büyük nesnelerin
kavranabilir ve bil indik hale getirir , resimdeki
gerçeği bizim anlamamıza izin verir. Modeller bunun
için f iziksel evrenin oransal olarak anlaşılması için
bil imsel soruların cevaplanmasında zorunludur.
Sanallaştırma bilimsel hayal gücüne çok büyük katkı
yapar ve bil imsel keşfin kalbindeki proses, kavram ve
olağan üstülük arasındaki ilişki ve bağıntıyı yeniden
ortaya koyar.
Modeller bil imsel düşüncenin oluşturulmasında bil imi
kullandığı, en önceki bil imsel modeller astronomik
gözlemlerde kullanılmıştır . Eski dünya za manında
kozmolojik evrenin Ptolemik sisteminde dünya
merkezde bulunur. Bu büyük kompleks ve mükemmel
yapı gezegen ve yıldızların gözlenen hareket büyüklüğünü açıklar. Ptolomik sistemlerden 16.yüz
yılda Koperniğin devrimiyle ileri adım atılmıştır , bu model güneş sistemi için en basit güneş merkezli
modeli oluşturur. Bu astronomik bilginin açıklanması yol
gösterici olmuştur ve sonra Newton’un yerçekimi
teoris iyle gerçekliğe kavuşmuştur. Astronomi ve
kozmolojideki büyük
bil imsel
karşılaştırmalarda
modeller büyük
öneme sahiptir.
Küresel modellemeler
dünyanın atmosferi,
okyanusları ve iç
karakterinin nasıl
oluştuğunun
anlaşılması için
geliştir ilen bilimlerde önemli roller üstlenirler. Mühendisl ik ve
uygulamalı bil imlerde yine bu rol büyüktür ama çağdaş
teknoloji bunlardaki gelişme ve kültürel büyüme aralığını
genişletmektedir. Örneğin havada uçan savaş uçaklarının
Şekil 92 Lizoziyom enzimi.
Şekil 94 Süper iletken maddeler.
Şekil 93 Buckminster Fullerene
üzerindeki hava basıncı dağıl ımını kompleks modeller içinde incelersek buradan elde edilen bilgiler
havacılık endüstrisinde dizaynlar için detaylı ve d oğru bilgi olması hayatidir. Bizim yoğunlaştığımız
alanlar ise atomlar ve moleküllerden oluşan dünyadaki mikroskobik nesneleri anlamamızda
modellerin rolü üzerinedir, muazzam moleküller veren bu maddelerin bir aray gelmedeki çok çeşitl i
yollarını modellerle açığa vururuz. Bu yapılardan bir i 1965’te Royal enstitüsünde ilk olarak
keşfedilen l izoziyom enziminin muazzam yapısı olmuştur.
Olağan üstü ve önemli teknolojik özell iklere yol açan yapılar mesela yüksek sıcaklıktaki süper
iletkenlerin kristal yapıları solda görülmektedir. Moleküler yapıların simetri ve zarafeti
Buckminister Fulleren maddesinin yapısal mimarisinde görülmektedir.
BİLGİSAYAR VE MODELLER
Bizim modelleme yapabilmemiz ve buna benzer kompleks üç boyutsal yapıları açıklayabilmemiz son
yıllardaki yeni bilgisayar teknolojileriyle gerçekleştirilen bir devrimdir. Bu modeller önceden
mümkün olmayan detaylı seviyelerde inşa, görüntü ve manipülasyon yapmamıza izin verir. Gerçekten
bilgisayar modellemeleri ve grafikler bil im ve teknolojinin tüm tür lerinin bakış açılarını
etkilemektedirler. Fakat çağdaş bil imde bilgisayarın rolü çok derindir. Son birkaç yüzyılda bil imin
dev geliş imi ile doğanın temel kuvvetlerini gitt ikçe artan doğrulukta bilgilerle bize verir. Bunu
başarmada gerçeği basitleştirmek i çin doğanın gerçeklerini ortaya koymak zorunludur. Basitleştirme
stratej isiyle gözlemlenen temel anlayışları açıklarsak, çevremizdeki dünyada gördüğümüz
kompleksliği keşfetmenin daha heyecanlı safhasına geçebil iriz . İşte burada bilgisayarlar merkezi rol
oynamaktadır. Modern bilgisayarların işlemci güçleri ve hafızalarındaki sürekli genişleme
gerçeklerin modellemesine temel bilgilerin aktarılmasında artan şekilde kullanmamıza izin verir.
Bilgisayar f iziksel kanunlara göre programlanır ve anlamlı bilgilerin v erilerini gireriz. Sonra bil im
ile uyumlu bir modeli araştırır , geliştirir ve gösterir.
Bilgisayarla uğraşan bil im insanları neredeyse patlayan şekilde sürekli kullandığımız teknolojinin
gücüyle sürekli imtiyazlı olmaktadırlar. Bunu yazdığımız sırada bilg isayarların gücü her ons ekiz
ayda harcanan maliyet için kabaca iki katına çıkmaktadır. Ayrıca çalışma istasyonlarının yüksek
performanslı ve yüksek çözünürlüklü grafikleri artan şekilde elde edilebil irl iği yüksek kalitede
resimler ile modellerimizi sanall aştıra bil ir .
Bilgisayarların gücünün sürekli olarak artması sonsuza kadar sürecek mi? Bu kesinlikle öngörülebilir
bir geleceğe kadar sürecektir. Bunun için bilgisayar endüstrisi basit ama etkin bir fikir benimser, bu
bir atasözünde özetlenmiştir; ’ ’çok el aydınlık iş yapar’’ . Modern bilgisayar donanımlarında bir
stratej i mütevazı (ve ucuz) işlemcilerin çok sayıda yaptığı komplike görevlerin büyüklüğünün
dağıtılması, paralelleştirme prensibinin kullanılmasıdır. Eyer bilgisayar bir zaman periyodu için
bağımsız olarak işlemci taraması yapabiliyorsa ve farklı iş lemcilerin her biri diğerine bu sonuçları
ilet irken hızl ıca bağlantı kurabil irse her bir işlemci için mütevazi bir teknolojiyle yüksek
performansı elde edebil ir iz. Bir kaç bilgisayar üreticis i ş imdi çok sayıda paralel işlemcileri
üretmektedir. Buradaki önemli merkez farklı işlemciler arasındaki iletkenliktir .
Bilgisayar donanımlarının ilginç alanlarının detaylı tartışması buradaki tartışmamızın dış ındadır.
Çağdaş bil imin açıklanmasında bilgisayarın eşsiz model inşasındaki gücünü nasıl kullandığımızı
göstereceğiz. Global veya kozmolojik modeller büyük öneme sahiptir ama en yüksek mevki yirminci
yüzyıl insanının büyük entelektüel başarıs ının mümkün olmasında atomik seviyede maddelerin
modellerini bize vermesidir .
BİZİM YAŞAMIMIZDAKİ MOLEKÜLLER
Moleküler yapılar bizim gündelik yaşamımız için merkezi öneme sahiptir. Moleküler yapıları
keşfetmeden önce, atomların doğasını ve yapılarını keşfederiz. Bilgisayarların yardımıyla bunun
nasıl olduğunu görürüz, kimyanın kalbindeki problemleri , moleküler oluşumları bir arada tutan bu
kompleks nesnelerin nasıl olduğunu
bilgisayarlarla anlaya bilir iz. Moleküller
kompleksliğin başarılmada zincir ve halka
oluşumlarındaki basit geometrik oyunları
kullanırız . Sonra moleküllerin bir araya
toplanmasını, atomik ve moleküler
seviyedeki düzen ve düzensizl ikler
arasındaki dengenin ilginçliğini göz önüne
alırız. Düzenin incelenmesi kristallerin
doğasındaki mükemmeliyetin ve üç boyuttaki
düzensiz yapıların nasıl olduğunu
tanımlayacak ve düzensizl iklerin sıvı ve cam
yapılarının doğasını kullanmalarını
gösterecektir. Kristaller gibi üç boyutsal
nesneler bir yüzeyler ile birbirlerine
bağlanırlar; yüzeyl er ve ara yüzeyler için
modeller bu bölümün konusudur. Üstelik
yüzeylerin gözlenmesi yaşayan maddelerde
ve teknolojide önemli rol oynayan f il imler ve
membranların doğasının tartış ılmasına yol açmaktadır. Moleküller ve diğer atom toplulukları her
yerde ve her zaman hazırdır. Kitap yazmada kullandığımız kalem ve yazıcıdaki kağıt moleküllerden
yapılmıştır . Zincir molekülleri solda gösterilen resimdeki gibidir.
Metal atomların üç boyutta düzenli yerleşimlere sahiptirler ve atomlar yukarda gösterildiği gibi
atomik seviyede diziler halinde yerleşmişlerdir.
Moleküller durağan nesneler değil lerdir; titreşim, dönme veya çevrilme gibi sabit harekete
sahiptirler. Yüzümüzde hafif bir meltem hissettiğimiz zaman hayal edemeyeceğimiz sayıda molekül
yüzümüze çarpar, ve b ir katı erirken moleküller katıda özel bölgelerde bulunurken sıvı içinde
serbestçe gezebilir ve hareket edebilirler.
Moleküller değişirler, atomlarını kaybeder ve kazanırlar, kır ıl ırlar ve iyileştirmeye de uğrayabilirler ,
enerj i kazanabilirler ve kaybedeb i lirler. Basit metan moleküllerinden oluşan doğalgaz yakıldığı
zaman havadan gelen oksijen atomlarıyla birleşerek yeni moleküller olan karbon dioksit ve suya
parçalanırlar, bu s ırada dışarı ısı ve ışık verilir . Metal paslandığı zaman, metal kristaller yapısından
Şekil 95 Polimer moleküllerinin zinciri.
havanın oksijenle birleşerek metalden fiziksel ve mekanik özell ikleri tamamen farklı olan yeni bir
oksit materyaline dönüşür.
Moleküller ve moleküler proseslerin keşif leri sürmektedir. Gördüğümüz gibi karbon dioksit molekülü
doğalgaz ve diğer karbon içeren yakıtların yanmasıyla oluşur. Metan gibi moleküllerde depolanmış
enerjinin açığa çıkarıldığı kimyasal reaksiyon olan yanmanın son ürünü karbon dioksittir . Karbon
dioksit atmosfere bırakıl ır . Ama o kendi özell iğine göre emdiği enerj iyi dünyanın yüze yine ıs ı taşıyan
infrared radyasyonu olarak geri yayar. Atmosferde ısıyı tutan bir örtü gibi davranır. Yanan
yakıtlarla oluşan karbon dioksit in oluşturduğu enerjinin artan şekilde üretimi insanlık için
hesaplanamaz sonuçlarla beraber atmosferin ısınmasına neden olmaktadır. İnfrared radyasyonun
absorbsiyonunda karbon dioksitin yetkinliği moleküler yapının bir sonucudur. Radyasyon
moleküldeki titreşimleri uyarır ve bunu yapan radyasyonun enerjisinin absorblanmasıdır. İçinde
metan ve suyun da olduğu çoğu molek ül bu tip radyasyonu soğurur. Bizim ilgimiz karbon dioksit
üzerine odaklanmıştır , çünkü modern endüstir iyel toplumlarda onun salınması görülmemiş
miktardadır. Bir diğer molekül olan ozon atmosferde radyasyonun çevrimini kontrolde büyük rol
oyar. Molekül üç oksijen atomundan oluşur (düz moleküle benzemeyen şekilde iki atom bir diğerine
yakınlaşıp uzaklaşır). Ozonun absorbladığı ıs ı taşıyan radyasyon CO 2 ’nin düşük enerjil i
absorbsiyonuna benzemez ve güneş ış ınlarında bulunan yüksek enerji li ultra viyole radya syonu
absorblarlar. Dünya atmosferinin en üst seviyesindeki ‘ozon tabakası ’ dünyanın yüzeyini bu zararlı
radyasyonları büyük oranını absorplayarak korur. Buna karşın ozon kolayca parçalanabilir ve
molekül düzgün oksijen molekülüne geri dönüşür. Bu parçalan maya klor gibi reaktif atomlar yardım
eder. Bu gibi reaktif atomlar doğal olarak dünya atmosferinde gözle görülür konsantrasyonda
bulunur. Bunlar düşük sıcaklıklarda uçucu sıvı yapısındadır ve buzdolaplarında yaygın olarak
kullanılan, CFC olarak bil inen kl orin molekülüne güneş ış ığının etkis iyle oluşan maddelerdir. Bu
molekülün yetkinliği dünya atmosferinde sızıntıya yol açar ve orta tabakadaki stratosfere ulaşır.
Burada bozunma oluşur ve serbest kalan klor atomları ozon tabakasını yok eder. Buna karşın kim ya
endüstir isi çevresel bozunmaya yol açan CFC’ler için bunların yerini alacak yeni dizaynlar
geliştirmiştir .
Moleküller ve moleküler prosesler bizim yaşamımızı kontrol eder, gerçekten bu kitabın sonunda
tartış ıldığı gibi yaşam bir moleküler prosestir . Fak at bunlar yaşayan moleküller hakkında esrarengiz
şeyler değil lerdir . Bunları tüm moleküler proseslerde uyguladığımız prensiplerle anlayabilir iz. Ve
bunların kesin fonksiyonlarını başarabilmesi için zorunlu olan yüksek seviyedeki komplekslik evrimin
milyarlarca yıl sürmesiyle değişime uğramışlardır.
Son sözü söylemeden önce John Tyndall’in dünyasından bahsedelim, Londradaki Royal enstitüsünde
bil imsel bilginin geliştirdiği kocaman bir adamdır bu. Diğer moleküller arasında yaşayan en büyük
dokunu bu olduğu görülmüştür. Ve şunlar söylenmiştir ;
‘Bizim sahip olduğumuz beyin bir madde ise baştan sona kadar bu proseslerin sıralanmasıyla
oluşabilmelidir. Yine bu her molekülde görüldüğü gibi bir molekül ve diğer molekül arasında görev
yapan itme ve çekme kuvvetleri molekülleri kendi yerinde tutar’ .
Buradaki prosesler ve bunların tamamlanması moleküler kuvvetler oyununun bir sonucudur.
Modern bilgisayarların fevkalade modelleme gücü i le Tyndll ’in görünüşünü gerçekleştirebilmekteyiz.