orlando · 2020. 3. 19. · kışın adımlarını takip eder bahar patikaları görmezden gelerek...
TRANSCRIPT
1
ORLANDO
İKİ AYLIK ŞİİR SANAT DERGİSİ / TEMMUZ – AĞUSTOS 2019
ISSN: 2687-2218
Sahibi ve Yazı İşleri Sorumlusu:
Mustafa Furkan Öktem
Genel Yayın Yönetmeni ve Editör:
Nilgün Emre
Kapak Resmi:
Umut Yalım
Tasarım:
R. Yasin Çetin
Yusuf Can Süden
Yönetim Adresi ve İletişim:
Cedit Mah. Müftülük Sok. Bedesten İş Hanı B Blok Kat 2 No:202
Zile/ TOKAT
Basım: Temmuz 2019
Baskı ve Cilt:
Meba Basım Yayın Matbaacılık Ltd. Şti. Gümüşlü Mah. Arif Fazıl Sok.
No:12/A / MERKEZ / AMASYA
2
Sertifika No: 34916
İÇİNDEKİLER
NİHAT ÖZDAL, 39°46'55.3"N 30°30'46.8" 4
ERDEM ZAMAN, TÜRKÜBESK 5
ECE APAYDIN, HOBİ BAHÇESİ 6
YİĞİT KERİM ARSLAN, MATEMATİK, KIZLAR VÜ BEN 7
UMUT YALIM, ORLANDO’NUN İKİNCİ SAYISINDA ÇIKACAK OLAN ŞİİRİN ŞİİRİ 8
RUHSAN İSKİFOĞLU, YIRTIK EYLEMLER 9
MELİH ELHAN, FİLM ÇOKTAN BİTTİ 10
AHU NEDA, SEN 12
HAKAN UNUTMAZ, YUVARLAMALARI 14
GÜLTEN YALMANBAŞ, İSİMSİZ 62 15
ERKAN KARAKİRAZ, japon yıldız anasonu: 16
YİĞİT ERGÜN, TÜRBÜLANS ALABANDA 18
ELİF KARIK, AVURTLAR VE FİYORDLAR 19
HARUN ATAK, KAYBOLUŞ AKŞAMLARI 20
AYTAÇ ARS, BURUŞUK PAPAZ 22
MUSTAFA ATAPAY, BİR TAKIM KUŞLAR 24
TARIK GÜNERSEL, DENEY/SEL/Cİ/LİK 26
TURGAY KANTÜRK, DİL 30
HÜSEYİN BAHCA, KOZMİK İBADET 31
TAN DOĞAN, KÖSE 32
KEMAL DORUK, İNSANLIĞIN ARKA MERDİVENİ: TRAGEDYA 33
SEDA SUNA UÇAKAN, PAY SUSUŞLARI 35
ERKUT TOKMAN, YAŞANMAMIŞ BİR GÜNDEN KESİT 36
YAĞMUR SUNAR, YENİ’Yİ GEVİŞ GETİRMEK 38
ALİ ÇİFTÇİ, AH MUHSİN ÜNLÜ’YE ÖYKÜNME PROBLEMİ 41
İLHAN DURUSEL, SIKILGAN VE TÜBERKÜLOZ 42
İLHAN DURUSEL, TUPTURUNCU ALFABE GÖLÜ 43
FERİDE BERFU, DİPSİZ 44
BİLLY COLLİNS, ÖLÜLER 45
BİLLY COLLİNS, BUDAPEŞTE 46
EMRE ŞAHİNLER, İYİ HUYLU GANGSTER 47
PETEK SİNEM DULUN, ANADOLU BEAT 48
MUSTAFA FURKAN ÖKTEM, PREMATÜRE SURE 50
ERSUN ÇIPLAK, Z RAPORU 52
FERGUN ÖZELLİ, KAÇAK 54
YILDIRIM TALAY, MAKRO POETA 55
AFRÂ KUTLUĞ, MOR REGL 56
SENA ÇELİK, ÖZÇEKİM 58
DİDEM GÖRKAY, BETÜL TARIMAN İLE SÖYLEŞİ 60
3
4
NİHAT ÖZDAL
39°46'55.3"N 30°30'46.8"E
Beni affet, soğuk bir nehirde ada sanarak büyüdüm mezarlığın,
incirden gemiler yüzdürdüm, belli ki biçimini alacağım bir bardak
yoktu.
Kesin bir mesafeye, gezegen olmak için ne kadar yaklaşmalı?
Sürekli olarak devam eden açığa vurur. Yeni bir tecrübe sandığım
yolculuklarda bile korkularımı yanımda taşırım.
Bana bir hayat seçmiş gibi getirdi derelerin, gözünde evet felaket.
Bağlandığım ipleri ona sordum, pamuğa. Gece yürüyüşümü takip
etti, yanıldı. Seni taşıyan şeyleri yitirdikçe, tepelere çıkacaksın.
Sağdığım teri silebilirim. Atlılara masal anlatan ay düğümlerinde
büyüdüm. Etrafında oturmana gerek yok ateşin, beni dinlerken.
Mühürlü olanı gördün, açtın, okudun!
5
6
ECE APAYDIN
HOBİ BAHÇESİ
Süs kovanları.binlerce kırılgan arı
benim yaratıcı demansımın balı eziyet!
güzellik eziyet.iğne yapraklı. tüller
kesin ölçüleriyle okyanusta kaybolmuş
asma katlar.peteklenmiş odalar-öğle sonları
bal ve çiçek eziyet!
Böyle olmayacak-
müşkülpesent ve bezgin
arıcılık beni de öldürecek.
7
YİĞİT KERİM ARSLAN
MATEMATİK, KIZLAR VÜ BEN
fırtına. bismike rabbi. çelişik bir mantıkla
üzerime geliyor duvarlar
yanıyorlar
duru değil ve meczup. Mecnun falan
I. bizim duvarlarımız (ki Biz, dediğim bir
çoklu kişilik olabilir ancak.): uyarıcı etkilidir.
II. salak bir çocuğa dönmüşüzdür. Hiçlik diye diye
III. (içimde matematik çalışan herhangi bir ben yok
sınıfta ve kendi odasında kalmış olarak geçeceğim kayıtlara
IV. yoklama defterinde adım niye var)
derimi yüzdünüz diyorum
od, umman, şem gibi şeyler ekliyorum ardına
derin yüzüldü, diyor o kızlar ‘Biz yapmadık’
ve eklediğim şeylerin anlamını soruyorlar
8
UMUT YALIM
ORLANDO’NUN İKİNCİ SAYISINDA ÇIKACAK OLAN
ŞİİRİN ŞİİRİ
Asuman adlı bir kadını konu alan bir şiir bu
Asumanın tinsel yolla bulaşan hastalıkları var Bu koyu kısım asıl başlığı şiirin bu hastalık
Âşık olma yoluyla geçiyor tedavisi yok henüz Ne yazık ki Kemâl adlı bir genç âşık oluyor Asumana
Bu âşık olma sırasında tuz kaburga koltuk yeşil sıvı Kol kirpik milkshake 1965 the kinks abajur ruj bordo
Uzuv yanak atmak tır org minibüs emirgan bakır radyo Gibi sözcükler geçiyor sonra bu sözcükler kendi
Aralarında kelimelere dönüşüyorlar şiirin elli Altıncı dizesinde Kemâl frengi kapan kâlbinden
Eflâtun bir sıvı gelerek ölüyor Asuman da peşi sıra İntihâr ediyor ancak bu intihar intihâl bir intihâr
İntihârını Sylvia Plath’tan çaldığı için ölemiyor Asuman Çünkü hakkını veremiyor ölümün şiirde bir başına
Yalnız kalıyor yetmişinci dizede Yetmişikinci dizede yalnız kalmamak için şiire yeni bir
Adam alıyor Asuman adama hastalığını söylemiyor Ama adam da âşık olmuyor Asumana ve diyor ki:: seni sevmek
İçin kâlp değil yürek gerekir Ben de ikisi de yok şu ân
Asuman bitmesine karar verir şiirin sekseninci ve son dizesinde
Der ki:: Kâlbime bir glory hole açtım anonim sevdalar için
Şiirdeki bazı eksiklikler: 1) sonu güzel ama genel olarak yavan Örneğin Adamın dizesi fazla fena kötü 2) Çok mekân adı yok 3) popüler kültüre çok
gönderme yok 4) yeterince Istanbul yok 5) tinsel yolla bulaşan hastalıklar yeterince işlenmemiş 6) biçime özen gösterilip içeriğe gösterilmemiş
7) her ne kadar son dizeyi beğensem de aslı şu olmalıydı::
Zaten her aşk anonimdi
9
RUHSAN İSKİFOĞLU
YIRTIK EYLEMLER
inadına diri göstermek eylemi şaşırmak aralığında
anlamak, kulak deliklerini tıkadığında
ağzıma batan silkelenen sonsuzluk
düşerken oradan söz gelimi çıkışlara doğru
göğü izleyecek yerin unutmak istediği
dizlerim ve tatlı demirleri bağlantı yerlerinin
pas güler elma şekeri kemiklerin
düşüncenin önceki vuruş yeri eksik görüntüler
az önce birleşmişti şimdi yok durur
şu ses: direngen uğultu
kum dolar ceplerim rüzgârın gözünde ben geniş zaman
uçuşan günleri gökkuşağının
bir meleğin dövdüğü kanatları çiçeğin çökkün köşesinde
isimsiz su, yanıklar sızdırır çepeçevre
kucakladım halbuki onu devrilmiş fiillerle
10
MELİH ELHAN
FİLM ÇOKTAN BİTTİ
film çoktan bitti
makara boşa sarıyor şimdi
kadife bir sesi var baharın
hırıltılı bir kışın ardından
değişen bir şey yok
yazlık sinemalar kasabasıymış hâlâ,
ilk orda öpüşenlerin anılarında.
sokaklarında saçına takılı kalmış
yasemin kokusu
belli belirsiz duyulan şarkılar
boşa dönen bir plaktan
birilerinin günlüğünde yazılmış mıdır her şey?
taşınmalarda kaybolmadan kalabilmiş,
bir balkonda rüzgârın sayfalarını çevireceği
havada bir bırakma isteği
çekip gitme dahası kaybolma isteği
11
değişen bir şey yok
değişen bir şey olmalı
değişen bir şey yok:
kışın adımlarını takip eder bahar
patikaları görmezden gelerek
kokusu kalmamış bir yağmur
camlardan çıkarır öfkesin
kerrat cetveli, fiil çekimleri,
öznesini arayan yüklem bir başına
okulun harap bahçesinde
jeneriği es geçiyor makinist
oysa her şey orada saklı
12
AHU NEDA
SEN
Ziya Kürküt'e
İki çakıl sesi etmiyor sarılmak,
Ben şairden öte, neyim?
Görüşmüş olmak ne güzel, pazartesiyi beklemek
Ardıç mı konar kiler kuşu mu bilemem
Ama farkın yoktur, pır pır kanatlarınla,
bir ben mi duyuyorum sesini?
Üfle geçsin ağlamaklı gözlerim
Tanımaz kimseler bizi neşemizi silersek.
Heyelandan kaçar neyimiz varsa
İstersen saçlarını yıka bahçede güneşiyle
Ne olur, deniz kapımın önüne gelsin, bir sen duyarsın.
13
II
NEREYE bakınsam beklerim gelmeyi
Bir anda değişin hep olacaktır
Gerdanımın inci takısı.
Pek hayal, koklasın yarını habersiz tenler
Bahçesi olsun dilerdim yalnızlığımıza, bu elimde sevgimiz.
Kimi düşlemeli hayatın devamında
Bir şiirden başkasına razı olmayandan başka.
III
Yalnızca yaş değilsin uzaklarınla
Sarp kayalık, en sevdiğin üzüm bağında
Söylemiş olmuyor mu hayat
Seni yalnız bırakınca bittiğini her sesin.
Önünde duranı da götürüyor rüzgâr
Sen de öyleyse gel benimle,
Ne kadar da güzel ay, bu okşadığın akşam,
İyidir ay iyidir,
Kimse görmeyecek
Nasıl da ağarmış olduğunu saçlarının.
14
HAKAN UNUTMAZ
YUVARLAMALARI
tüm gıda stoklarının sebebi aslında bizim çekirgelerin kanadından
varoluşçuluğumuz – siyasal bir fırıncı olabilseydik düşmancalardan
daha rahat kurtulabileceğimize inanıyoruz – seyirlik ada notlarında
ispinoz dediğinin kuş olduğunu yüzyıl süregelen anlayış bulucusu
kermit – es – kaz – a - yağından sütunlarca kolye yapılabileceğini
mülteciler bilir –
-
-
-
derine derine inebilecek soslu aşklarımız kalmadı
kalmadı hamal sırtı yağmalayan kuşaklık yelkenler
korkumtırak canavarlar bırakıyorum gölgene dolaba koy
sanrın acıktığında sızlanmadan yersin
-
-
cenaze sahibinin pavyon güvercinini boğazladığı sahne var mı
15
GÜLTEN YALMANBAŞ
İSİMSİZ 62
tek kanatlı kuşları kaderlerine terk ettiler
buz tutmuş göl adasında
o seyrelti göl kuruduğundan beri
iğne dilli tüyleri
silkinip atıyorum
tebeşir tozlarımı
uzun sürmüş çocukluğumun kışına
karlı bir manzaraya dönüşüyor geçmiş
çekinmeden oturuyor
insan özelliği gösteren bir his
ağaç dalına kurulu salıncağa
götürüp işaret parmağını ağzına
yarasıyla oynuyor
Nasıl kapatsın kendini yara
Suyu dutla tat bulmuş bir dudakta
kanayan dudağından öpüyorum geçmişi
kanat sesleri, kanat sesleri
16
ERKAN KARAKİRAZ
japon yıldız anasonu: -luyorum. boğuluyorum.
boğuluyorum. boğul. boğ. boğuluşu bir. kıyıya vuruyorum sonra.
dile gelene bulaşmış sevme boyunca ruh yorulur mu. yarılır mı
uygunsuzca. hiddetle gösterince kendini körleşme. baş aşağı. ve
nokta yukarıda. ünlem aşağıda. suda ve dahi kâğıtta
mürekkebim. biteviye dalışım. değişime kapalı kelerin dikenleri
karşısında. can yakar savunması. ömür çürütür. sesi. çağıran.
eşyalara çarpan. inorganik ve amorf. sırçanın arzusuyum
neliğinden aşkın kum tanesinin. törpüler sırasını beklemez.
güneşin saklambacı yamacın sağırlığına. üfler. nesneler salar
biçimsizlikten. reddeder hakikati arzulanan. koşulsuz korur
gücünü. sıfır. bir. bir. bir. sıfır. sıfır. sıfır. bir. bir. sıfır. sıfır. sıfır.
bir. bir. bir. sıfır. gücünü korur koşulsuz. arzulanan hakikati
reddeder. biçimsizlikten salar nesneler. üfler. sağırlığına yamacın
saklambacı güneşin. beklemez sırasını törpüler. tanesinin kum
aşkın neliğinden arzusuyum sırçanın. amorf ve inorganik. çarpan
eşyalara. çağıran. sesi. çürütür ömür. savunması yakar can.
karşısında dikenleri kelerin kapalı değişime. dalışım biteviye.
mürekkebim kâğıtta dahi ve suda. aşağıda ünlem. yukarıda nokta
ve. aşağı baş. körleşme kendini gösterince hiddetle. uygunsuzca
mı yarılır. mu yorulur ruh boyunca sevme bulaşmış gelene dil.
sonra vuruyorum kıyıya. bir boğuluşu. boğ. boğul. boğuluyorum.
boğuluyorum. -luyorum. boğu-
17
ERKAN KARAKİRAZ
18
YİĞİT ERGÜN
TÜRBÜLANS ALABANDA
kayıyorum çoklu gerildiğim ambiyansta
hayat yara-t diyor, duvar itaat et
valizim kargış dolu, yolum çıplak ve serin
usturanın teklemesi, usumun kaba eti
ömür yiyen tumturak: yaşa-mak
kalemimdeki salgın libido ve erken boşalma önlemleri
telefon ekranından öğrenilen hayat…
çatı katı manzarası değil, yeraltı duvarları kur bana
tanrı’m
-tanrılarım, onun işine karışmayın
beni bir tuvale boz
vincent bir fırçanın kan toplamış uçlarından
reenkarne olayım
sativa düşler ve indica düşüşler gibi
talebimin arzıma mütemadi tecavüzü
gemim hoyrat, ‘romantik özne’ özgür
uzağım sana, belki bu yol
bilimsel sosyalizmcilerle aramdaki mesafe kadar
kendimden kaçıp kıyına yordam
sırça betiklere yaz beni
bu akıntı artık çıksın ayinlikten
b i r ş i i r i n a k ı n t ı s ı k a l s ı n
19
ELİF KARIK
AVURTLAR VE FİYORDLAR
Hindistan’da bir tanıdığa
denk geliyorum rüyamda
sırları paketli
gömülü ve kusursuz
ağız gardiyanları harıl
ünlem ve kestik
Kulağımda çınla koşuyorum şehri
yarım ay dolana kadar
en iyi mahvolma yöntemi
sürekli merhaba
Bir tanıdığa denk geldiğim
yerler artıyor fiyordlar
Herkes tanıdık
bir yasta üç dakikalık
Yağmur bekleyen kabile
Kaleydoskopa hapsolmuş hayvan
Oyun arkadaşı dijital avurtlar
Soğuk nefesliler
İstençdışı tanıklığı
‘herkes tanıdık rüyası’nın
Uçurumlaşmış sabahla arası
sessizlik ve kestik
20
HARUN ATAK
KAYBOLUŞ AKŞAMLARI
VII.
Haydar Ergülen’e
Ey yüce orman
Ey ormanın iyesi
Ve ey ağaçların hanı
O kutlu şaire aşk olsun ki
İnsan hevesten olmadır
Ey kurdun kuşun meskeni
Sessizce fısıldadım içimdekini
İzin ver, geçeyim, koynunda uyuyan
Dağ aslanları, yaban domuzları ve kartalları
Uyanmasın, uyusunlar isteğin renkli rüyasını
Yıldızsız kanatların altında — Geçeyim geceni
21
Ey kardeşim... Ve ey insandan önceki tohum
Gökgillerden ulu kayın... Görün bana
Her isteğim ak ve paktır
Benim soluduğum sensin, senin soluduğun ben
Ellerin ellerim olsun, ellerinle ağsın
Talihimin hevesli oğlağı
Göklere, yıldızlara, yağmurlarla
Tuzsuz çörek pişirdim
Şekerşiz helva kavurdum
Döndüm dokuz kez seni ve
Saldım göğsümün oğlağını
Helvayla, çörekle, sütlerle
Adağımdır o bası yangın, kınalı oğlak
Kaybolsun sonsuzunda
Şiirim, sözüm, şarkım ışıltılarla
Tılsımınla —
Değil mi, bir tırtılın imkânıyla...
22
AYTAÇ ARS
BURUŞUK PAPAZ
37 saniye süren videonun ardından açılıyor kilise
Açılıyor rimele
Açılıyor günaha
Açılıyor bulutların mobbinginden yakaları kararmış başrahiplere
Yalnız şöyle bir şey var deyip lekelerini tamir ediyor artık pek
de kutsal bulunmayan turuncu, gri ve mor kadife
Terzileri öldürmek için bahane sipariş etmeye gerek kalmıyor
Bir avcı, ıskalayarak göğün canını
Kırıntılar, doyup kalkarak sofranın
İştahını
Acıtıyor
Günümüzde en çok Senegal papağanları ve tarih tekrara
düşüyor
Piskoposların pis Kopenhag’ının
Deltalara yedirilen haşarı Avrupa’sı
Hey Lars! Bana oradan birkaç von Trier
Birkaç dogma İsa’sı
-------
23
İlk çiviyi en Tetanos aşısız olanınız çaksın
Buruşmayı nitelikli kılmak için de birtakım makineler satın alın
Fiyat teklifleri, erken rezervasyon daha erken boşalma
Bize gelişi bu
Peki ya size kaçışı?
Bakalım başımıza daha ne Orta Çağlar ne iyi orta goller gelecek
36 saniye süren bir boğulmanın hemen ardından
Gelincik zehri içmişim
Çay kaşıkları makinedeymiş, parmağımla karıştıramamışım
Zehir mideye ulaşmamış
Akciğerlerde kalmış
Doktor gözlüklü ve gri önlüklüymüş
Acelesi varmış çünkü hayattaymış
Her şey bir rüya, her şey iki gerçek
Her şey üç tavşan, her şey dört avcı
İşte abaküslerin sayı bilmeyen huzurlu bilinci
35 mi 34 saniye mi sürdüğü yetkililere bırakılan bir sinir krizinde
Yanlış doğranmanın en kasap Meryem’i
Zangoçların grevini yayımlamıyor ana ve ara ve sıkışık akım medya
Bir isim tamlamasından nasıl korkulur?
İşte çocuğun nehre boğdurduğu defter
İşte -giyotin cam sistemleri-
24
MUSTAFA ATAPAY
BİR TAKIM KUŞLAR
gülibrişim ve leylak kokusu alnında yıldız çakılı indirse yağmuru
gökten çıkarsa bulutlardan gülüşünde karanlık bir fiyaka bakire
atların koştuğu şimşekler çiçekleniyor gökte göğün karnı ağır kurşun
gibi akrebin bir saati var ve gelecek ve akrebin boğum boğum
kuyruğu ensesine vurarak devirecek o kadınların arasındaki ölümcül
ve doymak bilmeyen kuytuyu derin yıldızlarımı çıkarıp göğe
çakacağım alınlarını hırpalayıp göğüsleri tarçın kokan kadınlar ve
toynakları gümüş kıvılcımlar saçıyor düşümün içinden sessizce geçip
geceleri kadın kalçaları küstah davandılar bana bakışlarını çevirip
aparttılar içimdeki balın ağusunu yol kenarlarında zaten gönüllü
değillerdi akılları bana takılı kalçaları başkalarının yürüdüler
birtakım kadınlar içimden deh dedim bindim yeşil atıma oysa
bilmiyorlardı benim olan sadece benimdi
gül bahçelerinde ağlayan sarışın çocuk gülü ezberliyor çocuklar ve
gül bahçeleri büyüktür gülün kalbi geceden hapsolmuş düşlerin
gecelerinde cehennemin tüm kırgın eşiklerinden geçip dudağımda
bir tuzlu ıslık çalıyorum gülümü verin bana ey karanlıklar ve doğan
güneş ve su inadı bir kırmızı şafakta yeşil atlar koşuyor göğün
haberleriyle ılgıt ılgıt esen rüzgârın çocuksu ferahlığında alı al moru
mor kadınların kıvrık dudaklarını
25
araladığı o boşlukta asılı düşüme baykuşlar mı dadandı laf
sobeleyenler ağzımdaki barutu kurşun gibi sözle gümüş bir ok gibi
saplayacağım karanlığın sularına
kalbi kırık bir atım ben ve kedilerin gözleriyle bakarım bu pasaklı
dünyaya ve açacak altın çiçeklerim yaban çiçekleri ve tren sirenleri
ve meteor yağmurları kemireceğim baldırlarındaki o ağulu balın
kristal kadehini kanacağım ak pınarlarından taze fesleğenler gümüş
kuşları göğün yerin bakire düşlerin tedirgin kalçaların göğe yaydığı
koku ve emdiğim suratlarından bildim ey görkemli diriliş
tırtıllar uçuyor göğe kalbimden ve çok özlüyorum kendi yıldızımın
gördüğü düşün sarışın yeşil tarlaları mutlu bir deniz feneri gibi yeni
düşler diziyorum tanrının ipine ve Allah' a dua ediyorum o beni
bilirzamanınkemikleri kemikleri ve leğen kemikleri insancıkların bir
sürü dolap var bir biberon dişliyor çocuk dişliyor zamanın
kemiklerini
aşkı karanlık bir tokatla aşk ediyorum kadın denilen gülün
tımarlandığı bahçelerin avlusunda çiçeklerin tomurcukları esmer
kadınların akşamların ve tutuşkan kalçaların esrarengiz dönüşü
sarışın aklından kızıllığını çalarım gül kokan bir bakışla...
ıssız tenhalığında kıyı köylerinin sessiz bitişlerinde gelebilecek olanın
gelişinin kusursuzluğun tamamlanışı ayağındaki gümüş halhal ve
benim işçilerim ve benim göklerim benim kalbim ve ben yabanıl bir
çobanım...
26
TARIK GÜNERSEL
DENEY/SEL/Cİ/LİK
1
Denemek
milyarlarca yıldır önem taşıyor.
Deney/ci/lik, deney/sel/lik ve
deneyselcilik ise
son binyıllarda, hele son
yüzyıllarda oluşup
değer kazanan kavramlar.
27
2
Pek çok şiirsever
alışmadığı şiir tarzına
deneysel der.
Ayrıca herkesin ilk şiirleri
kendi açısından deneyseldir.
Kişi macera ve sarsıntılara açıksa
şiiri çeşitlilik kazanabilir,
tabii kendisine izin verirse.
Kimse şu ya da bu verimi
sevmek zorunda değildir.
"Böyle şiir olmaz!" demek
"Böyle macera olmaz," demektir
ki had bilmezlik olur.
Her insan ara sıra saçmalar,
kötü bulunan şeyler de yapar.
Kötü yazmak riske girmekle olur.
Edison iki bin kez başarısız
olduğu yorumuna
şöyle karşılık vermiş:
"Başarıya iki bin hamlede vardım."
Herkes farklıdır.
Yolda rastladığınız biri size
"İstediğim gibi olmalısın!"
derse ne dersiniz?
28
Kaldı ki bir düşünür şöyle demiş:
"Sanat ya deneyseldir,
ya da sanat değildir."
İyi zanaatkâr ile sanatçı arasındaki
temel fark ikincinin
-ilkinin hünerlerini edinmiş olarak-
yetinmeyi reddetmesidir.
3
Kyoto’daki eski bir bey konağında
yürürken bülbül şakıması duyulur.
Kulağıma inanamadım 2010’da.
Bey gelen olduğunu anlasın diye
ahşap döşeme ile bağlantılı
ses düzeneği yapılmış.
O dönemin mimar-mühendisleri
kim bilir nasıl emek verdiler.
Bu yıl Bangladeş’te bir üniversite
grubunun Macbeth yorumunu
izledim, opera tadındaydı.
Gezegende neler yapılıyor?
Keşke binde birini bilsem!
Hayatiyet varsa
deneysellik olur;
Baskıcı yönetimler ise
kalıp dışı hamlelerden hoşlanmaz.
29
4
Çocukken Karagöz oynatmaya
yeltendim, geliştirici oldu.
Daha çocukken deneyselcilik
önem kazandı. Dikkat:
Hayat ile sanat özdeş değil.
“Yaşama sanatı” kavramı hoş
ama riskli. Sanattaki
deneyselcilik alışkanlığı
“gerçek hayat” denen alanda
istemeden kırıp dökmeye
yol açabilir. Amaç dışı etkiler olur.
Okunup izlenebilen verimlerimi ise
o yaklaşıma borçluyum.
Yanlış değerlendirmelere karşı not:
Deneysellik ile minimalizm
postmodernlik ile sınırlı değil;
öncesinde de vardı,
aynı zaman diliminde de var;
sanırım ve umarım
yaratıcılık sürdükçe de olur.
Üretkenlik ile yaratkanlık
arasındaki farklardan biri
sürpriz faktörü, kanımca.
Ne dersiniz?
30
TURGAY KANTÜRK
DİL
Ben seni kendimden çok unuttum
Anımsadım da sana başladım; sona başladım
Yeniden öğrendim bu dili, unuttuğum dili; yuttuğum o dili
Dilini yeniden, dilimi yeniden kana buladım,
Sana buladım.
Ah! Ben ne çok anlam biriktirdim,
Damla damla sana damladım, anladım ilktin
Yoktu zaten yıktığım yapı da, geçtiğim kapı da
Hepi topu seni bana akladım, sözü karaladım,
Özü araladım.
Her yan dikendi, seni yaraladım
Yolu yarıladım erkenden, kendimi karaladım
Az yazı öz yazı derken, ben bana çok ben kiraladım
Bitti sandım, hep ve her gün yeniden başladım
Susmadı kalp; şiirlere kandım…
Bir bir yıkıldı geçtiğim köprüler,
Topa tuttum kendi surlarımı
–ne galiptim, ne mağlup bu yolda–,
Ah! o sözcüklerce kuşatıldım,
Yanlışım yalandı, yalanım yanlış,
Akkâğıda;
Baka kaldım,
Aka kaldım,
Çoka kaldım,
Yoka kaldım…
31
HÜSEYİN BAHCA
KOZMİK İBADET
G’a
üstümdesin. gülümsüyorsun. süt-bulutları kadar doygun
içime işleyen gamzelerin
benine ve benliğine dokunuyorum ellerimle; gözeneklerinde
zamanı ve yeryüzünü güzelleştiren aykırı bir bilgelik
saf bir geçitten geçiyoruz yaşananları sırlaştırarak
sır ilk kez üstüne çeken beklentisiz bir gizem
hiçbir yere gömülmemeli biz birbirimize gömülmüşken
ten uyumundan ziyade ruh uyumudur varlığın, parfümün
deniz-tuz-yosun! esmerce konuşuyor karşı konulamaz dehan
yükseliyorum, yaz yağmurları yağıyor memelerime
çatlak dudaklarından
üstümdesin – gözlerin kapalı – gülümsüyorsun. yanaklarından yayılıyor sertleşme
hızlanıyor ve ıslanıyoruz, evet; kendi ritmini belirliyor her sevişme – dünyaya
az-biraz tahammül edebiliyoruz böylece
32
TAN DOĞAN
KÖSE
uçurumda dala tutunmaz oğlak
ot sevdası kanın tarihi
acâyip harflerim var her kadîm dile inât
kuyucunun huyu suyu sâf bulmak
damla gibi kum gibi gerçeğimiz yok
yokluğunu seviyor herkes
siste kaybolmuş sefîl türüz biz
bulut öpecek ömrüm ölene dek
aynada kırık cam kanlı can tuz buz
gün morundan beter gece siyâhı
çıkmaz yolda adres sorulmaz
ay sevdası tan’ın tâlihi
acâyip hislerim var her zâlim dinde günâh
kıblesi ‘aşk’ olanın kutbu ‘yâr’
ölü tohum çiçeklenemez
unutun umudu her zaman
‘ân’dan gayri hayat yok
nice güzel kuş kondu-göçtü uzağa
tuzağa düşürülmüşe kurtuluş olmaz
uçurumda dala tutunmaz oğlak
sakalım yok silin beni
33
KEMAL DORUK
İNSANLIĞIN ARKA MERDİVENİ : TRAGEDYA
Tutkuların göz önünde ezilmesinin ürperticiliğinin sunumu olan
tragedyaya, günümüz insanının geçmişe kıyasla çok daha fazla
ihtiyacı vardır. Güç imgesinin önünde sonunda yok olacağına
dair felsefi bir anlatısı olan bu eserler, gücün ötekisine yani
modern insanın gücü arzulayıp peşinde koşmasına ve bunu
yaparken ıskaladığı hayatın kendi hayatı olduğunun farkına
varmasına bir nebze trajedi tanımıyla vurgu yapabilir. Argos kralı
Agemenno’nun, karısı Klytaimnestra ile âşığı tarafından
öldürülmesi, Klytaimnestra’nın kızı Elektra’nın intikam almaması
ve âşığıyla elde ettiği gücün dağılmaması için, Elektra’yı fakir
biriyle evlendirmesi ve nihayetinde kardeşi Orestes ile beraber
Elektra’nın, anneleri Klytaimnestra’yı öldürmeleri hazindir fakat
daha hazin olan bu ölümde kardeşiyle beraber Elektra’nın üzüntü
ve pişmanlık duymalarıdır. Sophokles’in işlediği bu trajedi, ateşli
bir tutkuya karşılık gelen bir başka tutku olan intikam tutkusunu
gözler önüne sermiştir. Tragedya, içinde bulunulan hayatın
ıskalanacak biçimde görmezden gelinerek tutkusal bir bağ ile bir
duygusamanın peşinde olan insanın gerçek yaşamını değil yapay
fakat kendine içkin ama bir o kadar uzak hayatını temsil eder.
Mistik öğretilerde ve kutsal metinlerde yer alan tutkularımız bize
içkin birer lanet midir yoksa bizi biz yapan bir çeşit kader midir
sorusu insanlık için önemlidir. Oidipus’un daha doğmadan önce
babasını öldürüp annesiyle evleneceği ve ondan çocuk yapacağı
kehanet edilmiştir.
34
Oidipus’un annesi ve babası onu, bu kehanet yüzünden bir
çobana verip ölmesini isterler. Oidipus çobanın vicdanı ile ölmez,
bir başka kralın yanında büyür, evlatlık olduğunu öğrenince
yaşadığı kızgınlıkla bulunduğu yeri terk eder, kentin çıkışında
gerçek babası olan Laios ile karşılaşır ve onu öldürür, artık
kehanet doğrulanmış olur ve annesi Kraliçe Iocaste ile evlenir ve
çocukları olur. Thebai kenti lanetin etkisiyle savrulur, Oidipus’un
kim olduğu kehanetle açığa çıktığında ise Iocaste kendini asarak
hayatına son verir ve Oidipus ise sonunda yaşananlara
dayanamayarak kendini kör eder. İnsanın, yaşamda
sürüklenişinin kırılma noktalarında etkili olan bu duygularının
derecesi insanın yaşamının sınırlarını da çizmektedir. Oidipus’un
kendini kör etmesi bu sürüklenişin acı bir pişmanlığını ifade eder.
İnsanlar tarih boyunca bu sürükleniş içinde güç imgeleri ile öteki
konumunda gidip geldiler. Gücün peşinde koşmanın çarpık bir
gerçeklikle bizi sürüklediğinin en güzel örneklerinden tragedyalar
bu çarpıklığı bize çağlar öncesinden anlatma gayretindeydiler.
35
SEDA SUNA UÇAKAN
PAY SUSUŞLARI
iç ses!
durdur bu tepeden tırnağa, geceden gündüze
yüzyılların aynı gelen bitip gitmelerini…
sustur içimizdeki bu canavarı -arzın gürzü-
bilimine aldırmadan dişleyen türü
bulmak üzere her deliliğin o incelikle bezenmiş özünü
emek emek eriyip gidişlerimizin çığlığını sustur!
-mümkününü yoklarken ezeli aklın gemlerini elde tutmak,
altında büsbütün ezildiğimiz zekâ cevherinden kaçmak cüretinin
ilkel gücümüzün her bir sinirine
tutku ve şehvetten yaratılmış bir ordu gibi aczi öğretmeyi bırak!-
körpeliğinden köküne meydan okuyan bahar dalları yaralarım
yaralarım kendi bilgeliğinde
ölü şairlerin
tökezleyip öylece kaldıkları o,----------- bu evrenden olmayan köprünün ayaklarında
doğumunu dejavu zanneden bebekleri
alıp
öylece kaldığı yerden düşürmeyi bırak!
36
ERKUT TOKMAN
YAŞANMAMIŞ BİR GÜNDEN KESİT
Size kimsenin olmadığı bir evden sesleniyordum
Kimseye ait olmayan bir evden; hatırladınız mı?
Yalanlar üstüne bir hikâye anlatmıştınız
Hani çok satanlar listesindeki bir kitap da okumuştunuz
Uzaklık dediniz sonra, iki şey arasındaki hiçlik
Hiçbir şey düzelemez çünkü pimi çekilmiş piçliklerinize pislik
bulaşmış
Bir zamanlar Ay’’ a yolculuk varmış ayyy Ay Dede çocuklukta
kalmış
Denize ve firtınaya ait ne varsa bir durgunlukta hatırlanmış
Güneş batarken kıyıda sportif bir köpek sulara kendini atmış
Milano haritada sadece bir şehir ismi
Leonardo sıradan bir adam
Yazdan geriye bunlar kalmış
Mayfa’ nın bize ettikleri
Aşkta her şey kazanmış
37
Birimiz gökyüzünden düşerken kendini Tanrı sanmış
Yeryüzü ihanet içinde
İsa” nın Son Yemeği tablosuna bakmış
Dünya”nın hafızasına bir aydınlık kazınmış
Biri kimsenin olmayan bir evin içinden çıkmış
Sonra bir başkası
Sonra bir diğeri sonra herkes
Güneş hiç batmamış
Çünkü yalanlar üstüne hiçbir hikâye yazılmamış
Kimse Best Seller olmamış
Kendini satanlar listesinde,
Bir zamanlar bir anı iki şey arasındaki
Uzaklıkta hiç kapanmamış bir yara
Hiçbir daha olmamış o ȃnda
Yaz kadar sıcak bir aşkta iki âşık arasında
Denize koşan köpeğin arkasından
İki çift göz baka kalmış…
Susmuş dilin de tarihi aşk da
Şiir gibi bir daha hiç yazılmamış
O gün bir daha sanki hiç yaşanmamış
İnsan bir daha sanki hiç hatırlamamış
Sonrasında ve öncesinde
Bir ȃnı bile bir anı kadar
Bir nokta kadar bile
Çünkü o anda “var” olan hiç olmamış
12|6|2019, Milano
38
YAĞMUR SUNAR
YENİ’Yİ GEVİŞ GETİRMEK
ağız ile diploma kabarığı dekor bilgiler şart
amerika kumaşı kazanç için izm’li kelimeler dersin
yoksa-sı dikkat!
ağdalı konuşmalarının yüksek fiyatı
neye yarar?
retro stil modalar, klasikler, eşyalardan dış ilişkiler
burun uzatmalı ki anlaşılmasın dudağında kütlettiğin
yaşamı bakiyenin
toplu taşıma, sanal alışveriş kart hakkındır
sektörel karakterin birikip puanlarından
harfler yenilgide rakamlar yükseliştedir,
öğleüstlerinin asfalt sürtünmeleriyle güneşime yanılmalar
gün’e gün iştahların
pazar’dan pazar’a soyçekimin
tecrübe eder elbiseleri
bacağı kolu işlevsiz, ten askılarda yavan
kalıtını tüketmeden
karnını açıp pantolonunu yükseltmelisin
valörüsün uygarlığın sokaklarda
39
tıpkıları azı dişlerine depola
doğurulmamış sandığın geviş getirdiğindir
zamanı kusturan genzinden tekrarlar ünsüzlerin
tanışığım, perdesine sesinin
cinnetime davullar çaldırır
başın ters şaşı şaşı dolanıp
var olmanın cimriliğiyle Foucault’yu yinelemeyen kafadan
gibilerdedir her şeyi bilmelerin,
yetinememekler eylemlerini ortaya saçarken
faizini çalıştırmayı unutma
hesabına geçen miktarla
duru saçlarını emekliye ver lüks rastlara
Bob Marley gözce anlamışlığınla öznesiz kabullerin
unutma! unutma!
valörüsün uygarlığın sokaklarda
ezberlerden ezberlere ihtilal ararken kendiliğine
sakalları kıvırcık uzat otostopların tek parmağına
ilerlemelerin başka aynılığa buyruklarını selamla
iş etmez ellerin tozlarla kırılır
bak! yürüyüşün bel altı vuruşlar toprağa
yapısı kemikten kırılmış çenelerinde
gerekmez! yeni kulluğunun çığırı;
40
insancıllığın akrebe denk gelişidir
ateşin korkusu krampları algının
sıcaklığından intihar eder,
otoimmün hastalığında geçmişin
bardağa kıstırılmışçasına
çekirdeğini dolduramayan geleceğin
kıtlıklarını bastıramadıkça Afrika’yı bulamaz dünyam
öykülerinin türlüsü yalanlara müşteri yoklar
-bekle!
korunaklarımı çürütüp
kayboluşlarımı büyüteceksin
vazgeçişlerin biricikliği olmadım bu kadar
41
ALİ ÇİFTÇİ
AH MUHSİN ÜNLÜ’YE ÖYKÜNME
PROBLEMİ
Bir musluk bir havuzu iki saatte boşaltıyor.
Aynı musluk istenirse aynı havuzu bir saatte
dolduruyormuşçasına akabilir.
Havuz aslında hep sızdırıyormuş özellikle su yosunluyken.
Ve suyun sürtünme kuvvetini sıfır saymalıyız.
Pi’yi lütfen üç almayınız.
Pi: 3.141818….
Ah Fibonacci canın çıksın
Çünkü hav-zlar hep doludur.
Dolarken boşalır içindeki diğeri.
Sen de girersen boşluklar artar.
O da girerse havuzlaşmak fiili işteşe dâhil olur.
Edebiyatçılar bilmeyebilir ama konu aslında Matematik’le ilgili.
42
İLHAN DURUSEL
SIKILGAN VE TÜBERKÜLOZ
Kül rengi ve yatay bir yıldız uzatıyorum size: seyyare!
Yedi kandilli Süreyya’yı hatırla lise iki edebiyattan.
Bilinmeyen bir cennette orman yangını seyreden huri.
Ateşi icat ediyorum sizin için.
Bu Merih, bu Zühre diyorum,
Çolpan deriz, Erendiz de. Arkada Ülker.
Oraların öyle masumdur suları ateş söndüremezler.
Üzülür ateş suya, kendi söner,
Erir iskeleti akşam ebesinin ama ölümsüzdür akrep, çıyan.
Hakkında en çok konuşulan: Ebe olur.
En kırılgan: Tanrı’mızdır.
Canı sıkkın ve tüberkülozdur kendisi
Baylar bayanlar: Dispanserde kuyruktadır sırtı terli
İlaç parası yok cebinde, ganyan kuponu ve eski yazı reçete.
Kendi adıyla başlıyor kitabının her cümlesi.
43
TUPTURUNCU ALFABE GÖLÜ
Mermer avlular gibi yıkandık, demirden bir damla kan aktı.
Hatırla bizi hatıralarda kalan nokta.
nokta. iki nokta.
Balkon korkuluklarından seyrediyorlar sunakta
Diz dayanmış, inmiş gırtlağa kasatura –
öyle ağlamışlar göl [d]olmuş
Uyusun uzun sudan âşık çıkan Oğuz beyleri gibi
bir ırmaktan bir şarkı çıkardık biz de,
bir noktadan bir merkez, gölgesi gölde yitmişler ülkesi
turuncu bir gece, alaca bir masa, kara yazımız, burada, ilk
cümlede, ilk kelimeyle, ilk harfle başladı.
Elif lam mim.
bize yağmur ver / sel olsun / yani göl
ağlat bizi / göller bölgesi / geceye geçit ol /
Gök Tengri’ye geçit ver
44
FERİDE BERFU
DİPSİZ
Serinledim sadece görgü istemez
Kanım çekilirken yılgın bir savaştan
Küstahsın diyor körkütük susuyor sokakta
Sonra avuçluyor geçmişten başlayıp
Bir geç kalış yolculuğu kimseyi dinlemiyor
Püsküllü bir resmin boynundan öpmeye başlayıp
Sıcacık yatağında fesleğen besliyor
Herkes gitti gizlice bir ses dahi bırakmadan içimde
Her şey gider gibi bir şarkıdan bir yatak gürültüsüne
Bir çığlık sesine banyo musluğundan gebe kalma
İhtimali dahil herkes beni ayrı yerde bırakıp gitti
İnsansız bir Pazartesi ipimi geriyor
Resimsiz bir çerçeve dipsiz bir alın teri
Buğusunu siliyor gökyüzü küstahsınız deyip…
Sevinmedim sadece serindi sevişmek istemedim
Camlar ve pencere gösterişli bir bekleme resmi
45
BİLLY COLLİNS
İngilizceden Türkçeye çev: Ruhsan İskifoğlu
ÖLÜLER
Ölüler bize bakar her zaman, derler ki,
ayakkabılarımızı giyerken veya bir sandviç yaparken,
yavaş yavaş sonsuzlukta kürek çekerken
dibi cam teknelerine bakıyorlar cennetin.
Başımızın üstünü yeryüzündeki hareketlerini izliyorlar
ve bir tarlada ya da kanepede uzanırken,
belki uyuşuk sıcak bir öğle sonrası,
onlara baktığımızı düşünüyorlar,
bu da onların küreklerini kaldırmalarını ve sessiz kalmalarını
sağlar
ve beklerler, ebeveyn gibi, kapatmamız için gözlerimizi.
46
BİLLY COLLİNS
İngilizceden Türkçeye çev: Ruhsan İskifoğlu
BUDAPEŞTE
Kalemim garip bir hayvanın burnu gibi
hareket eder sayfa boyunca
İnsan kolu şeklinde
ve gevşek yeşil kazak kolu içine giyilmiş.
Kâğıdın durmaksızın koklanmasını izliyorum
hiçbir şeye sahip olmayan bir avcı olarak,
ama aklında kurtçuklar ve böcekler
bir başka gün izin verecek yaşamaya.
Sadece yarın burada olmak istiyor,
belki ekose gömlekler kol giyinir,
Sayfaya karşı bastırır koku
birkaç saygılı satır daha yazmak
Pencereden dışarı bakıp Budapeşte’yi hayal ederken
ya da daha önce hiç gitmediğim başka bir şehri.
47
EMRE ŞAHİNLER
İYİ HUYLU GANGSTER
Sahar Saber’e…
şimdi elini tutan şehla bir yıldızdır
biz yine kendi lehçemize dönelim
kasıklarından dem vuralım
ben kaldıramam bu yükü bir nehirde yıkanalım
bir süt nuru değer V iyi huylu gangsterler
ne farkı var buğday başakları da tüylüdür
bir uzuv sağrısında kanamalı V terli nisyan
biz yine kendi lehçemize dönelim
ağzının yamaçlarından bir çukur bulalım
bir koyaktır göğüslerin nicedir militansız V susuz
her sabah mızıkacı çocuğun söylediğidir
ben bu imparatorluğun kasidesiyim
şenlikli şarkılar söylemeliyim sana
gömülmeliyim, etinden ayrılmalı tırnağım
bir cesede bürünmeliyim
dünya çok kısacık
48
PETEK SİNEM DULUN
ANADOLU BEAT
Aralık kapı. Bekliyor. Önünde
koridorun sessizliğini
açık televizyondan yansıyan
görüntü ve sesler
odayı dolduruyor
balkondan esintiyle içeri sızan
askıdaki çamaşırların kokusu
ucu açık bırakılan çarşafın
kıvrılıp yere düşen parçası içerliyor
huşu içinde uykudaki komşulara.
Ahizenin yerdeki izi
maktulün ahizedeki
hafif sıcaklığı
nefesten uçan buğu.
tanık yok.
özgürlük yolcusu sırt çantasıyla kapıda
aralık kapı. Kimse girmiyor içeri.
49
Kanıt yok.
Birkaç saat sonra. Hava iyiden iyiye aydınlandığında, güneş tepede
parladığında. İnsanlar. Uyanıp kıpırdanıp gündelik hareketlerine
başladığında. Aralık kapı. Merak. Ve bir çığlıkla henüz
uyanamayanların uykuları yarım. Tedirginlik. Gürültü. Alo 155. Polis
İmdat! Bir ölü var yatakta. Hızla inilen merdivendeki ayak seslerini
duyan tüm komşular tetikte. Ölünün ceset olduğunu anlamak tam
zamanlı bir uzmanlık: Önce cesaret adımları. Nabız kontrol, nefes
kontrol ve bedenin soğukluğu üzerine birkaç vurucu cümle! Artan ayak
sesleri, soluk sesleri, uyanan meraklı bakışların odayı zapt edişi. Yersiz.
Açılan telefonlar, patlayan flaşlar ve olay yeri ilk bildirim vatandaş
muhabirlerle birlikte olayın tazeliği. İnceleme ekiplerinin insan yığınını
delerek içeri girişi ve ölüyü bekleyen kararsız nöbetçileri defetme
girişimleri. Üniformalıların sınırları belirlemek için çektikleri. Kırmızı-
beyaz şeritler, GİRİLMEZ! Ölünün bir sıfatı; maktul: İnsanlığından
arındı. Kimlik arayışı, cesedin kundaklanışı, apartmanın sorgusu ve
cenazenin adli tıbba yolculuğu…
Sonuç yok.
50
MUSTAFA FURKAN ÖKTEM
PREMATÜRE SURE
İ. İns ü Münacat
İ.i Albatros, üç melek, iki narin dudak ve şer;
Küt bir a
-ğaç sudan ge
-be: Mercan, bu
-dak ve şer.
ay getir.
-bun, ayet ve
uç melek! Sa
İ.i.i Albatros,
Doğduysa ellerim suya, Tanrı’m, neden şiir?
İlahî Şaşaa
Serden geçen uçurtmalar esritti rüzgârı.
Islık döver kovanda, tütün dölleyen arı.
{Sol: #ab-do-men. #men-ab-re. #si-men-ab.}
51
Cemal* ve Miiiiii
Üç aç melek doyur. *Beni öp, sonra boğ beni!
52
ERSUN ÇIPLAK
Z RAPORU
hayat kısa
tamamdır anlaşıldı
uçun o halde kuşlar
hemen bitiriyorum
giydiğim giymediğim
gardıroptaki tüm pantolon
gömlek ceket kemer şapka
abim memedali’nin
arşivde kalanlarsa
yazılı defter
bilgisayar taslakları
cuma duymaz’a verin
satır arasındaki çizgi
el yordamı notlar
metinlerde söz dizimi
senindir tahiroğlu
53
nemli bez toz aldıkça
dağılan cilt şişen yapraklar
hatır bilir bir sahaf
belki jilete tutar
koşun koşun
başladı satı bazar
burnum dik
saçlarım çilekeş
gözlerim kızımda
bir avuç su dökersen
dilim dilim oyy dilim
yahu azrail n’olur söyle
bunu kime bırakıyım
54
FERGUN ÖZELLİ
KAÇAK
Otogardayım; omzumda çantam, bıyığımda buz.
Duvarlarda, ıslak ve üşümüş, “aranıyor!” afişleri.
“Yolcu kalmasın! Yolcu kalmasın!”
Dünya nasıl da üzgün yırtılıp atılan düşlerimden. Ana
damarını bile tanımayan yapay yürek, nasıl engeller zorunlu
göçümü!
“Biletiniz lütfen.”
Ben: sahtelikler ülkesindeki sahte kimlik; harflerin üzerinde
çocukça el sallayan anı defteri.
“Çay mı, kahve mi?”
Çoktan seçtim yıldızımı; gökyüzünde yok! Zamanın, zaman
olmadığını gösterecek yeni bir zaman olmalı!
55
YILDIRIM TALAY
MAKRO POETA
anlık canları yaşama duyarlığının
iç içeliğin eşyayla koordinatları var
hangi karesinde F. Percy Smith’in Özel Dünyası’nın
düşünürsün ilk mavi örümceği
görme ve sevme sığanı.
sporlar böceksiler doldu polenleşme bozunma taştı
dağarcığım, “Şeyler Kitabı” sevgiyle aştı dağları
nehirleri su çiçekleriyle duyar kat
konumu var ücra yerlerin nadir makamı görünenlerin
Tanrı’m! desinler beyaz faresi sırt çantasında.
enginar yaprağı bir baykuşa benzetilir
sonra ecelerse mikro ece.
56
AFRÂ KUTLUĞ
MOR REGL
sıva çekiyorum yeniden
delinmiş reklam panolarına
üzerimde dantelalı bir afiş
hoş elbise
saçsız kadınlara
kirpiksiz kadınlara
özel.
mor reglini üretmemişler
otobüs beklenir
çocuklar nesquik içer
kutular otlardan çok biter
tabanı zifti çeker
bana yer veriyor ihtiyar
âmâ nefesimden
sağır dudaklarımdan mıdır
çok mu yaşlıyım
ya da kamburum aşikâr
izmaritin bıraktığı delikten görünür mü
beynim
oyulmuş babam
çekmeceli annem
bu vanistas vanistastan içre
57
kuşçunun önündeki durakta indim
sararmış kâğıtlarla reklamını yapan
küflenmiş yün kokan mekandan
mor ip, iki tığ.
dantela modeli
üretim ritüelinin izleri
küresel kalıcı reglleri
artık izlenebilir oldu
kırk iki numaralı daireden
iç içe var/olmuş ilişkilerde
her ilmeği benimseyerek
morlarla griler ellerimde ürüyor
alanlara hükmetmek isteyen
haroşa desenler
ucuz kondomun yapışkanlığında
tütün sarısı dokunuşlarda
taş toprak harç atölye binadan
uzaklaştırarak
ışıkları, kokuları, bir ters bir düz ilmeğe
küfrederek yerleştirdi
bense bunaklığımın çıplaklığıyla
koşturdum, ağzından çıkan
mavilerin görünürlüğünde
ters, düz, düz, ters
58
SENA ÇELİK
ÖZÇEKİM
bir bildirimlik canım kalmıştı
altta kalmamıştım oysaki
canım çıkmayacaktı
altta kalan herkes üsttekini bıçaklayınca
canımızın çıkmayışını kutlamak için
biz hepimiz bu kalabalıkta
gülümseyişteki açısı yakalanan özçekim
benim
bana
bize
yaptıklarımız
acı çekiyoruz şimdi burada
hey hepimizler
suyu sıkılan meyve suyunu luklukluk
aşkım heştekleri bas #yüreğimiziferahlatanportakalsuyu
ben onu kemirgen o beni likegen
tüm bunlar sosyogen üçgen beşgen
Her bir çıkıntıda insandan uzaklaşma
yakınlaşma sayı doğrusunun solundan atla
burası yediler kızlar bilir erkekler paça arası
ip atlaması adam asmacadan kadın asmaca
59
dalların tazeliği ile tutunduğundan bir çıtırt
yere kapaklanınca hatıralar
ben beş yaşındaydım dizime batan çivi izi
ütü izi -izci sözü izi- sizi kandırmak isterdim izi
düştüm izi var üzüldüm izi çok
gözüme bak sevince bal kahverengisi
üzülünce bal kahvesi
hani şu bozkır rengi
kimse üzülmesin diye üzerine üç beş yeşillik kondurulan
ışıkları kapatabilir miyiz mumlar rahatsız oluyor
aşkım flash var seni çekip çekip
atıp atıp seni seni
en çok seni sevdiğimi uçsuz bucaksız
herkes bilmeli
ben bilmiyorum seni seviyordum belki
bilmiyorum sen kimsin adın ne
sen o değilsin git
ışıkları yakın mumlar gittiler
fotoğraf boğuldu sevgiye
git sen o değilsin gözün ne renk
sen o değilsin gözün parlamış photoshop getirin
kan kaybediyorum azalıyor beğeniler
Senin gözün ne renk bakamıyorum
-bal kahverengisi en çok sevince-
60
DİDEM GÖRKAY
BETÜL TARIMAN İLE SÖYLEŞİ
1.İlk şiiriniz olan Son Eylül’ün Kıyı dergisinde yayımlandığı 1992
yılından bu yana uzun bir yol geldiniz. Geriye dönüp
baktığınızda kendinizi ve geldiğiniz yeri nasıl
değerlendiriyorsunuz?
İlk şiirim Son Eylül Kıyı dergisinde yayımlandığında
heyecanlanmış adeta kabıma sığamamıştım. Bugün bile
yaşadığım o anı unutamam. Güzel yıllardı o yıllar. Heyecanlı bir
o kadar da telaşlı. O günden bu yana çok zaman geçti. Hiç ara
vermeden çalışmalarımı sürdürdüm. Şiiri hep sevdim ama çocuk
edebiyatı da zaman içerisinde ilgi alanıma girdi. Kadınlarla
çocuklarla atölye çalışmaları yaptım. Buna zaman içerisinde iki
belgesel film projesi eklendi. Kendimi, geldiğim yeri nasıl mı
değerlendiriyorum? Bu soruya cevap vermek gerçekten güç.
Bırakalım da zaman söylesin.
2. Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü’nün kurucususunuz. Ödüller, özellikle
genç yazarları ve şairleri çok heyecanlandırıyor. Siz ödüller
konusunda ne düşünüyorsunuz? Ödül, iyi bir şair veya yazar
olmanın ölçütü müdür?
Behçet Necatigil Ödülü’nü 2005 yılında Akif Kurtuluş ile
paylaştığımda 40’lı yaşlarımı sürüyordum. Ödülü aldığımda
bundan mutluluk ve onur duymuştum.
61
Bu nedenle bu ödülün bendeki yeri ayrıdır. Bir de Rıfat Ilgaz Şiir Ödülü
var tabii. Daha önce de Rıfat Ilgaz adına bir şiir yarışması düzenlenmişti.
Bizimkisi farklı. Ben o sıralarda Kastamonu’da Dünya Yerel Yönetim ve
Demokrasi Akademisi (Wald) tarafından Mahalleleri ve Muhtarlıkları
Güçlendirme Projesi kapsamında başlatılan bir projede gönüllü olarak
çalışıyordum. Arkadaşlarımla görüşmüş yaş sınırı olan bir yarışmaya ev
sahipliği yapıp yapamayacağımızı tartışmaya açmıştım. Kabul de
gördü. Sevgili Aydın Ilgaz’ın destekleri ile 25 yaş sınırı olan bu yarışma
beş yıl kadar sürdü. Beş yıl kadar devam eden yarışmadan ödül alan
genç arkadaşlarımın bugün hâlâ çoğu şiir yayımlamayı sürdürüyorlar.
Fakat ödül, iyi şair olmanın ölçütü değil. Sevgili Haydar’ın söylediği
gibi ‘Şiir, bir ihtiyaçtır ama ödül ihtiyaç değildir.’
3.Sebastian isimli şiirinizde “dünya bozulup yapılan bir şeydir, insan
bozulup yapılan” dizelerinden yola çıkarak sormak istiyorum. Bu kısır
döngü bizlere zarar veriyor mu? Hayatı nasıl etkiliyor?
Evet, tamı tamına dünyanın ve insanın bozulup yapılan bir şey
olduğunu düşünüyorum. İnsan bozulup yapılıyor, dünya da öyle.
Kırılıp dökülüyoruz adeta. Parçalarımız oraya buraya savruluyor. Bu
kısır döngü elbette bizlere zarar veriyor, ruhumuza şiddet uyguluyor.
Ama dün de böyleydi, dünden önceki gün de. Binlerce yıl önce
kurulmuş sonra birileri tarafından yerle bir edilmiş medeniyetleri
düşündüğümde aklımda konuya ilişkin pek çok soru geziniyor.
İnsanların yaşadıkları, insanlara yaşatılanlar, dayatılanlar...
Bu yüzden belki de bazen hiçbir şey düşünmek istemiyor, zaman
zaman doğaya kaçıyorum. Çünkü doğanın insana iyi gelen bir
tarafı var.
62
4. Son şiir kitabınız Maksatlı Makastar’da şöyle bir dizeniz var: “Hafıza
insana ceza olarak verilmiştir.” Oysaki yüzyıllardır geçmişin insan için
bir tecrübe olduğu söylendi. Bu ikilemi açıklar mısınız?
Geçmiş, elbette ki insan için bir tecrübe kaynağı. İnsan deneye deneye,
acı çeke çeke öğreniyor. Bu binlerce yıldan bu yana böyle. Ayrıca
hepimizin bildiği gibi bu coğrafyada ya da dünyanın pek çok yerinde
acısı tarifsiz olaylar oldu, oluyor. İnsanlık zahmetli bir süreçten geçti,
geçiyor. Ben de gördüklerim karşısında hayrete düşüyor, insanlığın,
yeryüzünde şiddete maruz kalan diğer canlıların yaşadıklarına tanık
oldukça kahroluyorum. Her şeyi tamı tamına unutmak mümkün mü?
Değil elbette. İnsan ne yapsa etse unutamıyor. 12 Eylül ve benzeri
olayların izleri hafızalardan silinemiyor. Hatırlamak, bilmek insanı
üzüyor. Benim demek istediğim işte bu türden bir ceza. Ayrıca unutmak
da gerekmiyor.
5. Betül Tarıman şiirlerinde her zaman hüzünlü kadınlar yer alıyor.
“Dünya başka bir şey içinde cennet cehennem var” dizeniz sanki en çok
kadınlara söylenmiş gibi. Özellikle kadınlar bu dünyada cehennemi
yaşıyor. Hem şair hem de eğitimci olarak ülkemizde kadının yerini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
“dünya başka bir şey içinde cennet cehennem var” dizelerinin daha çok
genele söylenmiş olduğunu söylemeliyim. Kötü politikalar nedeniyle
yeryüzünde tüm canlıların acı çektiğini düşünüyorum. Yüzü doğaya
dönük biri olarak çoğu zaman doğanın insan eliyle tahrip edildiğine
ilişkin bir haberle irkiliyor, kaygılanıyorum.
63
Yeterli olmamakla birlikte bir şeyler yapılmıyor da değil. Özellikle
aktivistlerin çalışmalarını oldukça anlamlı buluyorum.
Sürdürülebilir yaşam film festivallerini ilgi ile izliyorum. Maksatlı
Makastar adlı kitabımda yer alan
“biz onlara tarlaları ağzından bal damlayan konuşkan martılar sazlıklar
açıp okusunlar diye telaşlı bir gök verdik. onlar işlek elleriyle ağaçları
çiçekleri çiçeklerin gürültüsünü yağmur bulutlarını böceklerin
hayallerini
sinsice yok ettiler. şimdi yakarıp dururlar. olacağı buydu.
1. ricacıyım hangi rengi giyineyim?
2. bir resme bakar dururuz artık. – demiştik –
3. dilimiz sevecen değil çürütüyor okaliptüsleri.
dizeleriyle anlatmaya çalıştığım buydu. Yaşadığımız dünyayı,
ruhumuza uygulanan şiddeti, içinde cennet cehennem olan bir dünyayı
anlatmaya çalıştım bu kitapta. Dünyanın, insan eliyle yok edildiğine
dikkat çekmek istedim. Dikkatli bir okumayla buna ilişkin pek çok
dizeye rastlanabilir.
Evet, şiirlerimde hüzünlü kadınlar yer alıyor. Üzerinde yaşadığımız,
adına Anadolu dediğimiz coğrafyada kadın mutlu değil. Şiddet
görüyor, tacize uğruyor, hakları gasp ediliyor. Ayrıca şiddet uygulayan
erkeklerin çoğu eğitimli. Bu da garip bir çelişki. Öyle değil mi? Bu
nedenle bir an evvel kadına yönelik politikaların geliştirilmesi,
uygulamaya koyulması gerekiyor. Ben yine de her iki cinsin huzur
içinde yaşayacağı günlerin uzak olmadığına dair inancımı kaybetmek
istemiyorum.
64
6.Kitabınızın kapağında okuyucuya şöyle sesleniyorsunuz: “Kimsenin
kimsesi yoktu”, Sait Faik’in “yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek”
tespitini de ele alırsak yaşadığımız çağda bizi yalnızlaştıran etkenler
nedir?
Yalnızlık, yalnızlık korkusu, bir şeylere tutunma çabası, tutunduğunu
sanıp yanlış yapanlar… Yapayalnızız. Evler, evlerin içinde insanlar
yalnız. Kalabalıklar içinde yalnız… Ayrıca kendisi ile vakit geçiremeyen,
bunalımın eşiğine gelmiş o kadar çok insan var ki çevremizde. Eskiden
böyle miydi? Bu kadar değildi elbette. En azından çocukluk yıllarıma
dönüp baktığımda bunun böyle olmadığını görebiliyorum. Çünkü
bizler mektupların postacı eliyle dağıtıldığı, telefonun henüz pek çok
eve girmediği, yazdığımız şiirleri, öyküleri zarflayıp postaya verdiğimiz
günlerden geliyoruz.
Özellikle çocukluk yıllarıma dönüp baktığımda, evde bir radyonun
başına toplanıp, radyo tiyatrosunu dinlediğimiz günleri bugün bile hâlâ
gülümseyerek hatırlıyorum. Ayrıca buna ailecek yaratılan sohbet
ortamları, ev gezmelerini de eklediğimde mutluluğum iki kat artıyor.
Fakat şimdi öyle değil. Sistemin çarkları arasına sıkışmış insan sahip
olduğu onca şeye rağmen mutlu değil. Bir telaşı var sanki insanın, bir
şeylere yetişmek arzusunda. Oradan oraya koşturup duruyor. İnsan
ilişkileri oldukça zayıf ve insan ilişkileri gibi her şey çabucak tüketiliyor.
Önlenemez halde ruhsal yorgunluk, doyumsuzluk çevremizi saran. Bir
suçlu arayacaksak eğer tüm bunların sorumlusu olarak kapitalist sistemi
gösterebiliriz. İşte bu nedenle araba, ev ve para gibi ölü nesnelere
odaklı, üretken olmayan insan mutlu değil.