osmanli ÇaĞinda hat sanatidocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/...osmanli ÇaĞinda...

40

Upload: others

Post on 21-Jan-2020

57 views

Category:

Documents


3 download

TRANSCRIPT

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLARA DAİR YAPILAN ARAŞTIRMALAR

M.UĞUR DERMAN

İlmî seyrini ve sanat bakımından ilk mühim gelişmelerini Osmanlılardan evvel Abbasî, Memlûkî, Tîmûrî devirlerinde tamamlayan hüsn-i hat, XV. asır sonlarından başlayarak İstanbul'da Osmanlıların elinde zirveye ulaşmış, bu hal XX. yüzyıla kadar sürmüştür. İcrakârlıktaki bu olağanüstü faaliyete muk®bil, aynı zaman dilimi içinde hat nazariyâtı üzerine pek az, hat ve hattatlar tarihi üzerine de sayılı eserler bırakıldığını müşâhede etmekteyiz. Aşağıda tanıtılacak eserlerin hepsi yazma nüsha şekliyle kütüphânelerde kalmış; bu yakışıksız alışkanlığı ilk bozan kitap, te'lîfinden hemen sonra bastırılan Hatt u Hattâtân olmuştur (1305/1888). Daha önceki asırlarda te'lîf edilmiş eserlerin ehemmiyetli görülenleri, Cumhuriyet'i müteâkıp -bir kısmı eski, bir kısmı da yeni harflerin geçerli olduğu yıllarda- neşredilerek unutulmaktan kurtarılmışlardır.

Bu mak®le için inceleme sâhası olarak belirlediğimiz İstanbul kütüphanelerinde yer alan hat sanatıyla ilgili eserlerin bâzıları Osmanlılar tarafından te'lîf edilmiş olmayıp, daha önceden başka İslâm ülkelerinde Arapça veya Farsça yazılmış bulunan eserlerin birer istinsâhından ibârettir ve sayıları da fazla değildir. Böyle örnekleri araştırmamıza dâhil etmedik, bunların sadece Türkçeye tercüme edilenlerini aldık. Ancak, hangi dilde yazılırsa yazılsın, Osmanlı te'lîfi olan kitaplar göz önünde tutularak burada tanıtılacaktır1. Kütüphânelerde birden fazla yazma nüshası bulunduğu hâlde bu listeye dâhil edilmeyen Menâkıb-ı Hünerverân, Gülzâr-ı Savâb, Devhatü'l-Küttâb ve Tuhfe-i Hattâtîn isimli en mühim te'lîfler basım yoluyla çoğaltılıp umûmun istifâdesine sunuldukları için, onların yazma nüshalarını da daha sonra her bir kitabı matbû eser kimliğiyle incelerken ele alacağız.

Aşağıda verilen listede aynı eserin müteaddid nüshaları tek başlık altında toplanmıştır. Bu eserlerin bir kısmı müstakil risâle veya kitaptır. Kısa olan metinler ise başka risâlelerle bir araya getirilmiştir, ancak bunu belirtmek lüzumunu duymadan kütüphânedeki kayıt numarası ile yetindik.

* Ar®yisü'l-Hat, Derviş Ahmed Tokatî'nin (ö.1127/1715) okuyanları hüsn-i hatta teşvîk için yazmış olduğu bu risâle zamanımıza intik®l etmemiştir (Tuhfe, s.83).

* Derrü's-Sehâbe fî Fad®ili'l-Hat ve'l-Kitâbe, Süleymaniye K.-Esad Ef., 311. İb-rahim Hanîf'in (ö.1189/1775) müellif nüshasıdır. Kitâbetle ilgili kırk hadîs yazılmıştır (1181/1767, 6 varak).

1 Bu mak®lenin yazılmasında, eskiden başlanmış ve bitirilememiş şahsî çalışmalarımdan başka, Dr.

Abdülhamid Tüfekçioğlu tarafından hazırlanan şu yüksek lisans tezinden faydalandım: İstanbul Kü-tüphânelerinde Hat Sanatı ile İlgili Yazma Eserler ve Seyyid Ahmed el Vehbî'nin Risâle-i Esrâr-ı Hattı (Marmara Üniversitesi/İstanbul, 1994, XX+154 sayfa). Bu araştırma tezi elimin altında olmasaydı, matbû kaynaklar dışındaki eserlere dâir noksansız bir mak®leyi yazmak husûsunda daha çok vakit ayırmam gerekecekti. Tüfekçioğlu'dan bundan sonra da yeni araştırmalar beklemeliyiz.

2 M. UĞUR DERMAN

* Hat Risâlesi, Ahmed Fevrî (ö.978/1570) tarafından yazılan ve tarihi îtibâriyle hat hakkında Osmanlılardaki en eski te'lîf olduğunu zanneylediğimiz bu eserin âkıbeti meçhuldür (Tuhfe, s.98). Ancak bir sonraki sayfada İlm-i Hat Risâlesi adıyla yedi nüshası tanıtılan yazma eserin Köprülü K. II/361'de yer alanı için bu kütüphânenin yeni harfli kataloğunda Ahmed Fevrî'ye âit olduğuna dâir bir kayda rastlanmış, eski kayıtlarda görülmeyen bu mâlûmâtın nereden kaynaklandığı anlaşılamamıştı.

* Hat Risâlesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı (İ.B.B.A.K.), Muallim Cevdet K.,450. Hattat Abdullah Kırımî'nin (ö.999/1590) talebesi Taczâde Mehmed Efendi (ö.996/1588) tarafından Farsça asıllı bir hat risâlesinden tercüme edilip buna ilâvelerde bulunulmuştur (1080/1669, 23 varak). İstanbul'da Menâkıb-ı Hünerverân'la aynı yıllarda yazılan ve bu şehrin kütüphânelerinde farklı isimlerle istinsâhlarına rastlanan risâlenin diğer nüshaları Hacı Selim Ağa K.-Kemankeş,499; Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi (T.S.M.K.) -Revan, 1505; Millet K.-Ali Emîri, 804 ve 805; Arkeoloji K.- 473; Süleymaniye K.- Bağdadlı Vehbi, 1533 ve Esad Ef., 2547/3'dedir. Kalem hakkında temel bilgilerden sonra, harflerin yalnız ve birleşik olarak -noktayla ölçülendirilmiş- örneklerinin verildiği bu eserden 1278/1861'de Seyyid Mehmed Mecdi tarafından istinsâh edilen bir başka nüsha da 1970-80 yılları arasında Şam'da Sülüs Yazısı Rehberi adıyla “Medîne-i Münevvere'de mücâvir Erzurumlu Mustafa Necâtüddin" tarafından bastırılmıştır (tarihsiz,42 sayfa).

* Hüccetü'l-Hattı'l-Hasen, Arkeoloji Müzesi Kütüphânesi, 1631. Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin Efendi'nin (1131/1719-1202/1788) hat ve kitâbete dâir topladığı kırk hadîstir, Türkçe olup istinsâh tarihi yoktur (18 varak). Aynı hadîsler ileride tanıtılacak olan Tuhfe-i Hattâtîn kitabının mukaddimesinde de mevcuddur. Bu eserin diğer nüshaları Süleymaniye K.-Pertev Paşa, 614 ve 625; Fatih,5451; Esad Ef., 3740; T.S.M.K. -Emanet Hazînesi, 1719/3 ve Yeniler, 347'dedir.

* Hüsn-i Hatta Dâir Risâle,T.S.M.K.- Emanet Hazînesi, 1719/1, Eğrikapılı Râsim Efendi (ö.1169/1756) ile ilgili bir risâledir (10 varak). Bir başka nüshası İstanbul Üniversitesi (İ.Ü.) Merkez K.- T.3794/3'dedir.

* İlm-i Hat Risâlesi, Arkeoloji Müzesi Kütüphânesi, 472. Yâkûtü'l-Musta'sımî'ye (ö.698/1298) izâfe edilen Türkçeye çevrilmiş bir risâle olup istinsâh tarihi yoktur (38 varak). Diğer nüshaları Hacı Selim Ağa K.-Kemankeş, 500; İ.Ü. Merkez K.- A. 4281/1; Köprülü K., II / 361; Millet K., Ali Emîri, 807/2; Nuruosmaniye K.-791; Süleymaniye K.-İsmihan Sultan, 314'dedir (Bu sonuncu nüsha Risâle fî Beyâni'l-Hutût olarak isimlendirilmiştir).

* Mir'ât-i Hattâtîn, Bayezid Devlet Kütüphânesi, 10338. Eğinli Süleyman Efendi (ö.1342/1924) tarafından, daha sonra tanıtılacak matbû bir eser olan Hatt u Hattâtân'a zeyl mâhiyetinde hazırlanmış Türkçe bir kitaptır. Kaynakların kıt rastlandığı Tuhfe-i Hattâtîn sonrası devre için İbnülemin Mahmud Kemâl İnal'ın (1870-1957) Son Hattatlar'daki mehazlarından biridir (129 sayfa). Bir başka nüshası da T.S.M.K.-Yeniler, 591'de bulunan bu eserde, bir kısmı sadece isimleriyle anılan ve hâl tercümelerinde fazla tafsîlata girişilmeyen 850 hattat tanıtılmaktadır2.

2 Bu eser hakkında Mehmed Memiş (Marmara Üniversitesi/İstanbul, 1993) tarafından yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 3

3

* Mîzanü'l-Hat alâ Vaz'i'l-Üstâdi's-Selef, İ.B.B.A.K., Muallim Cevdet K.575/2. Kimin te'lîfi olduğu belirlenemeyen bu Türkçe eseri 1198/1784'te Kebecizâde Mehmed Vasfi (ö.1248/1832) istinsâh etmiştir. Bâzı yazı cinsleri uygulamalı olarak târif olunmaktadır (16 varak). T.S.M.K.-Hazîne, 2323 ve Yeniler, 1060'taki her iki nüshada harfler Hâfız Osman'ın (1052/1642-1110/1698) kaleminden çıkmış (1102/1691); metni ise 1103/1692'de Mustafa bin Yûsuf tarafından yazılmıştır. Millet K.-Ali Emîri, T.812/2'deki nüsha da Hakkâkzâde Mustafa Hilmi'nin (ö.1268/1852) istinsâhıdır ve 1266/1850 tarihlidir.

* Mîzan-ı Hat, Süleymaniye K.- Âşir Ef., 9-11. Bâlî Fîruz Efendi'nin (ö.984/1576'dan sonra) bu manzum eseri Fîruznâme adıyla bilinir (27 varak). Bu nüsha Eski Zühdi lakabıyla tanınan İsmail Zühdi (ö.1144/1731) eliyle 1138/1726'da istinsâh edilmiştir.

* Muhtasar Tezkire-i Hattâtîn, Millet K.- Ali Emîri, T. 814. Müellifi, müstensihi ve tarihi belli olmayan bu Türkçe risâle 11 varaktır, kısaca hattatlardan bahsediliyor.

* Risâle-i Esrâr-ı Hat, İ.Ü. Merkez K.- T.6696. Seyyid Ahmed Vehbi'nin te'lîfi olan 1262/1846 tarihli bir eserdir (43 varak). Daha önce yazılmış eserlerden faydalanılarak hazırlanmıştır3.

* Risâle fî Ahvâli'l-Hattâtîn, Nuruosmaniye K.-4949. Menâkıb-ı Hünerverân hulâsası, tarihsiz (3 varak).

* Risâle fî Hüsni'l-Hat ve'l-Kalem, Süleymaniye K.-Esad Ef., 3783. Hâfızoğlu tarafından 1061/1651'de te'lîf edilmiş olup hüsn-i hatta dâir Türkçe manzum risâledir (5 varak).

* Risâle-i Hendesetü'l-Hat, İ.B.B.A.K, Muallim Cevdet K. 573/3. Müellifi bi-linmeyen bu Türkçe eser 1199/1785 yılında Kebecizâde'nin istinsâhıdır (16 varak). İçinde hat târifleri yer almakta olup bir başka nüshası Millet K.- Ali Emîri, T.812/3'dedir.

* Risâle-i Kalem ve Kâğıd, İ.Ü.Merkez K.- T.9668. Müellifi Sa'di isimli bir zâttır; kalem ve kâğıddan bahseden 3 sayfalık tarihsiz bir mak®ledir.

* Risâle-i Mürekkeb ve Âhar, T.S.M.K.- Yeniler, 658. Müellifi, müstensihi ve tarihi belli olmayan bu Türkçe risâle mürekkeb ve âharden bahseder (5 varak).

* Riyâz-ı Belde-i Edirne, Bayezid Umumî Kütüphânesi, 10392, II, 342-409. Ahmed Bâdi Efendi'nin (1839-1910) te'lîfi olan büyük emek mahsûlü bu eserin “Hat ve Hattatlar" faslında -geçmiş asırlar için Tuhfe-i Hattâtîn'den faydanılmakla beraber- husûsiyle XIX. yüzyıl Edirne hattatlarına dâir mühim bilgiler bulunmaktadır.

* Rûhu't-ta'lîk,T.S.M.K.- Hazîne, 2325. Müellifi olan Mektubî İbrahim Edhem Efendi tarafından 1214/1799'da yazılmış nüsha (16 varak). Âlet ve malzemeden sonra ta'lîk hattını tatbîkî olarak târif etmektedir. Bir diğer nüshası da Türk Tarih Kurumu, Y.E. 264'dedir4.

3 Abdülhamid Tüfekçioğlu'nun (Marmara Üniversitesi/İstanbul, 1994) yüksek lisans tezinin bir bölümü bu eser üzerinedir.

4 Rûhu't-ta'lîk üzerine Aynur Erbaş (Dokuz Eylül Üniversitesi/İzmir,1995) yüksek lisans tezi hazırlamıştır.

4 M. UĞUR DERMAN

* Rusûmü'l-Hat, Arkeoloji Müzesi Kütüphânesi, 1244. Müellifi Abdülkerim Fâhir tarafından yazılmış, tarihsiz, Türkçe bir risâle olup hat malzemesi ve hatta dâirdir (40 varak).

* Silsile-i Hattâtîn, İ.B.B.A.K., Muallim Cevdet K., 575/6. Kebecizâde tarafından 1231/1815'de tertiplenen (12 varak) bu eserin Hakkâkzâde istinsâhı ve 1266/1850 tarihli olan bir başka nüshası Millet K.-Ali Emîri, T.812/6'dadır.

* Silsiletü'l-Hattâtîn, Süleymaniye K.-Esad Ef., 1684; 3453. Müstakîmzâde'nin Arapça eseridir (10 varak). Diğer nüshaları T.S.M.K.-Emanet Hazînesi, 1719/2; Yeniler, 725'dedir.

* Şeyh Hamdullah'ın Terceme-i Hâli, Süleymaniye K.-Hacı Mahmud, 3916 (3 varak). Müellifi, müstensihi ve tarihi belirsizdir.

* Şekl-i Hat, İ.B.B.A.K., Muallim Cevdet K., 575/5. Kebecizâde tarafından 1199/1785'de istinsâh edilen (6 varak) bu risâlenin Hakkâkzâde eliyle yazılmış 1266/1850 tarihli bir başka nüshası da Millet K.-Ali Emîri, T.812/5'tedir. İsmi az duyulmuş hat çeşitleriyle (Kınavî, Berbâvî, Harezmî, Sâmî, Bırehmî) rakamlar ve rumuzlar târif olunmaktadır.

* Tercüme-i Risâle fi'l-Hat, Süleymaniye K.-Âşir Ef., 289/2. Abdullah Sayrafi'nin (ö.745/1344'den sonra) Farsça eserinden Türkçeye çevrilmiştir. Tercüme ve istinsâh tarihi yoktur (30 varak).

* Tuhfetü'l-Küttâb ve Minhatü't-Tullâb, Süleymaniye K.-Âşir Ef., 450. Müellifi K®dızâde Ahmed tarafından 1181/1767 de yazılmış olup Gülzâr-ı Savâb'ın hulâsasıdır (12 varak).

Hüsn-i hatta ve hattatlara mahsus olarak Osmanlılarda te'lîf edilen ve bâzıları bir diğerinden aynen aktarılmış ifâdeler taşıyan bu eserlerden başka, muhtelif Osmanlı tarihlerinde de hattatlara dâir dikkate değer bilgilere rastlanır. Bir hattatın şâirlik tarafı da varsa -ki bunun bir hayli örneği bulunur- o şahısla şuarâ tezkirelerinde de karşılaşmak olağandır. Hattâ hattat tezkirelerinde rastlanmayan menkıbe veya vukuâtın buralarda yer aldığı da görülür. Aslında çok genişletilebilecek olan bir liste yerine, birkaç isim için buna örnek vermek gerekirse:

* Bîdest ü bîpâ Mehmed Efendi (XVII. yy.): Vek®yinâme-i Abdi Paşa, T.S.M.K.- Hazîne, 1363, v. 147; Râşid Tarihi, I, 256, İstanbul, 1282.

* Durmuşzâde Ahmed Efendi (ö.1129/1717): Râşid Tarihi, IV, 329, 338-341, İstanbul, 1282.

* Eğrikapılı Mehmed Râsim (1099/1688-1169/1756): Tezkire-i Sâlim, s. 277, İstanbul, 1315.

* K®dıasker Mustafa İzzet Efendi (1216/1801-1293/1876): Tarih-i Atâ, III, 16-23, İstanbul, 1291.

* Siyâhî Ahmed (ö.1099/1688): Tezkire-i Sâlim, s.367-368, İstanbul, 1315.

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 5

5

* Yesârî Es'ad Efendi (ö.1213/1798): Tarih-i Cevdet, VI, 314-315, İstanbul, 1309.

Bu vesîleyle açıklık getirmek istediğimiz bir konu daha vardır: Eskiden husûsiyle terceme-i hâl üzerine tertiplenmekte ve tabak®t yahud tezkire (tezâkir) adıyla anılmakta olan eserlerin yazılışı te'lîf yerine tasnîf kelimesiyle ifâde edilir; bu kabîl eserlerin müellifine de musannif denilirdi. Ancak zamanımız Türkçesinde tasnîf, sâdece “sınıflandırma" mânâsına alındığı cihetle, bunun yerine mecbûren te'lîf kelimesini kullanıyoruz. Esâsen, bundan sonra incelenecek eserlerin Devhatü'l-Küttâb ve Son Hattatlar dışında kalanları hem te'lîf, hem de tasnîf yoluyla yazılmış olmak vasfını bir arada taşımaktadır.

Osmanlı'nın son devirlerinde yazılıp neşredilen Mehmed Süreyya Bey'in Sicill-i Osmanî, İstanbul, 1308-1315; Şemseddin Sâmi Bey'in K®mûsü'l-âlâm, İstanbul, 1306-1316 ve bunların benzeri eserlerde de hattatların bir kısmının hâl tercümeleri yer almıştır.

Şimdi hüsn-i hat ve hattatlar hakkında basılmış olan eserleri baskı tarihi sırasıyla ele alıyoruz:

HATT U HATTÂTÂN

Hat sanatı ve hattatlara dâir Türk dilinde daha önceden yazılmış dört mühim yazma eser bulunmaktaysa da, bu konulara tahsîs edilerek neşri cihetine gidilen ilk kitap Hatt u Hattâtân (zamanımız deyişiyle: Hat ve Hattâtân) olmuştur. Aslındaki ifâdeyle Kostantîniyye'deki Matbaa-i Ebuzzıyâ'da 1305/1888 yılında bastırılan bu eserin müellifi “Encümen-i Maârif âzâsından" Habib Efendi'dir. Tek baskısı yapılmış olan Hatt u Hattâtân'ın Îran asıllı müellifi Habib Efendi 1835'te Isfahan yakınlarında doğmuş, memleketinde ve Bağdad'da tahsil görmüştür. İstanbul'a gelerek 1867'de Osmanlı tâbiiyetine geçen Habib Efendi Galatasaray Sultanîsi'nde ve Dârüşşafaka'da Farsça ve Arapça muallimliğinde bulunmuş, devlet kadrolarında muhtelif hizmetlerde çalıştıktan sonra Maarif Nezâreti Encümen-i Teftîş ve Muâyene âzâlığına getirilmiştir. 1 Mayıs 1894'te Bursa'da vefat ederek Pınarbaşı kabristanına defnolunan Habib Efendi'nin şiirleri, edebî ve ilmî eserleri, Fransızcadan Türkçeye tercümeleri hayli yekûn tutar5. Ancak, konusunun ilk matbû eseri olan 285 sayfa tutarındaki Hatt u Hattâtân, onun eserlerinin en önde gelenidir, denilebilir.

Habib Efendi, kitabının Mukaddimesinde (s.3-5) çoktan beri tertîbini kurmuş olduğu risâle-i hatt u hattâtîni Sultan II. Abdülhamid devrinde kuvveden fiile çıkarabildiğine şükrettikten sonra içindeki bahisleri kısaca îzah ediyor. Hattın oluşumu, değişimi ve yayılma yolları, çeşitleri, hattı güzelliğe eriştirenlerin hayatı ve eserleri; bunlara bağlı olarak tasvîr (minyatür), tezhîb ve teclîd sanatkârlarının da tanıtımı kitabın esasını teşkil etmektedir.

Bu kitapta hüsn-i hattın tafsîlatıyla anlatılması ve kadîm hattatlarla beraber Îran hattatlarının tanıtılması maksadıyla, eskiden yazılmış tezkire ve risâlelerden; kendi çalışmaları netîcesinde öğrendiklerinden ve hazırladıklarından faydalandığını kaydeden Habib Efendi, Osmanlı hattatları bölümü için Müstakîmzâde'nin Tuhfetü'l-Hattâtîn'inin -ondan daha önce yazılmış eserleri de (Gülzâr-ı Savâb, Menâkıb-ı Hünerverân..) ihâta

5 Habib Efendi'nin hayatı, eserleri ve hakkındaki kaynaklar için bkz.: Alparslan, Ali, "Habib Efendi (1835-1894)", T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, XIV, 370-371, İstanbul, 1996.

6 M. UĞUR DERMAN edişi dolayısıyla- kitabına kaynak olarak kâfi geldiğini belirtmektedir. Tuhfe'nin 1202/1788 yılına kadar eriştirdiği hattatlar tarihini, eserinin neşredildiği vakte dek getiren Habib Efendi, yine Müstakîmzâde'nin Silsiletü'l-Hattâtîn adındaki risâlesinde anılan 90 civarındaki meşhur hattatın isimlerinin, eserlerini görmüş olduğu 100'den fazla diğer hattat isimlerinden fark edilebilmesi için ayrı bir rakam silsilesiyle gösterildiğini belirtiyor. Böylece 1203/1789'dan sonra yetişen hattatların hayatı, tarih kaynaklarında henüz bulunmadığı cihetle, imkân nisbetinde araştırılıp onların kabir kitâbelerinden edi-nilen mâlûmâtla da tamamlanmıştır.

Hatt u Hattâtân'ın Îranlılar kısmında bu ülkenin husûsiyle nesta'lîk (ta'lîk) hattatları ele alınmış; Osmanlılarda ise sülüs-nesih yazanlara ağırlık verilmiştir. Türk hattatları bölümünde İbn Bevvâb'ın Kasîde-i Râiyye'si, kitabın sonuna Sincârî'nin Bid®a'tü'l-Mücevvid risâlesi, Îran hattatları bölümüne Sultan Ali Meşhedî'nin hat manzûmesi konulmuştur. Bu arada, memleketi belirtilmeyen Osmanlı hattatlarının "şehrî" (=İstanbul'un sur içinden) olduğunun anlaşılması gerektiğine de önceden dikkat çekilmektedir (Müstakîmzâde, Tuhfe-i Hattâtîn'de bu durumdaki her bir hattatı "şehrî" nisbesiyle belirtmiştir).

Mukaddime'den sonra gelen dîbâcedeki bahisler şunlardır: * Der-beyân-ı Keyfiyet-i İhdâs-ı Hat (=Hattın ortaya çıkış keyfiyeti hakkında, s.7-

12) * Hatt-ı Arabî'ye Dâir Mukaddime-i İbn Haldûn'dan Müstahrecdir (=İbn Haldûn'un

Mukaddime isimli eserinden Arap hattına dâir çıkarılanlardır, s.12-16) * Tahkîk-ı Beliğ (=Doğrunun gerçek araştırması, s.16-17) "Yine İbn Haldûn'un tahkîkıne göre, hamele-i ulûm-ı şer'iyye vü akliyye ve ashâb-ı

fünûn u bedâyi'-i sanâyi' -cümlesi değil ise- ekserîsi tâife-i Acem olup hazâret-i kadîmeleri sebebiyle kemâl ve teferrüd onlarda olduğu gibi, te'lîf ü tedvîn-i kütüb dahi onlarda idi. Ol vaktin müellifleri her ne kadar lisanları Arabî ise de, haseb ü nesebleri Acem ve terbiyeleri Acem terbiyesi idi. Arablar sâdelik ve bedâvetleri cihetiyle, bilâda münhasır sanâyi' ve fünundan bîbehre idiler. İlimde mehâretleri yalnız hıfza münhasır olmağla, hâfızlarına k®ri denilür idi.

Harûn Reşid zamanında nakl-i hadîs ve rivâyet-i hıfzî ba'de isnâd sebebiyle güçleşip vaz'-ı tefsîr ve tedvîn-i hadîse ve binâenaleyh birçok ilmin ta'lîmine ihtiyaç göründü. İlim ise, ta'lîme vâbeste olduğundan, sanâyi' hükmüne girdi. Sanâyi'in menba'ı ise ol vakit medenî bulunan Fâris ü Irak ve Horasan ve Mâverâünnehir olduğundan, Deyâlime ve Selâcıka vakitlerinde nahv ü lugat ve kelâm, Acemistan'da terakkî bulmuş ve mısd®k-ı "lev taallaka'l-ilmü bieknâfi's-Süreyyâ lenâlehu kavmün min ehl-i Fâris" zuhûr eylemiş idi.

Arablar, hazariyyetde ancak umûr-ı riyâset ü hükm ü tena'um ile uğraşır ve sanâyi' ve fünûn ile uğraşmasını diğerlerine bırakırlar idi. İlm-i hat ise, o dahi sanayi' kabîlinden sayılıp İbrâhim ve Yûsuf Segzî ve Üstâd Ahvel ve İbn Mukle ve İbn Bevvâb ve Veliy-yi Acemî gibi kalemzen ve nâkıl ve kâtib-i hatt-ı mensûb u bedî', tamamı aslen Acem'den olarak zuhûr eylediler.

Ba'dehû mürûr-ı zaman ile sanâyi' ve ulûm, Îran'dan Mısır'a nakl olunup orada dahi hadd-i nisâbını bulduktan sonra, memâlik-i Rûm'a teveccüh eyledi. Memâlik-i Rûm'da her ne kadar erbâb-ı himmet ibk®-yı ulûm-ı şarkıyye ve şarkî sanâyi'ine t®kat ve

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 7

7

tahammülün mâ-fevkı olarak cidd ü cehd ettiler ise de, iktizâ-yı iklîm ve mücâveret ü muhâlatat-ı efrenc ve ta'addüd-i milel ü akvâm ve kesret-i iştig®l ve i'mâl-i örfiyye ve evz®'-ı siyâsiyye sebebiyle ulûm ü fünûndan şarkîlik kokusu zâil ve ekser-i nâs, garb usûl ü kavâidine mâil oldular. Ve leni'me m®k•le".

Habib'in yazı üslûbuna örnek olarak alınan bu bölüm, zamanımızın Türkçesiyle meâlen şöyle ifâdelendirilebilir: "Yine İbn Haldûn'un gerçekliğini ortaya çıkarışına göre, şer'î ve aklî ilim sâhipleriyle sanatkârların -hepsi değilse bile- çoğu Arab olmayanlardandır. Eski hüner ve sanatları sebebiyle, yetkin ve benzersiz kalmak meziyeti onlarda olduğu gibi, yeni kitaplar yazmak da onların işiydi. O vaktin yazarlarının dili her ne kadar Arabça ise de soy îtibâriyle Arab değillerdi, terbiyeleri de Arab terbiyesi değildi. Arabların çöle alışkanlıkları dolayısıyla, şehirlere mahsus sanatlardan nasipleri yoktu. İlim sâhasındaki mehâretleri sâdece Kur'ân-ı Kerîm'in hıfzındaydı; hâfızlarına k®ri denilirdi.

Harûn Reşid zamanında hadîs naklini ve hıfz rivâyetini aslına kadar dayandırmak güçleşince, Kur'ân tefsîrine ve hadîslerin kitaplaştırılmasına, bundan dolayı birçok ilmin öğretimine ihtiyaç duyuldu. İlim, öğretilmeye bağlı bulunduğundan, sanat gibi kabul edildi. Sanatın kaynağı ise o zamanlar medenîleşmiş olan Îran, Irak, Horasan ve Mâveraünnehir sayıldığından, Deylemli ve Selçuklu devirlerinde gramer, lugat ve kelâm ilimleri işte bu diyarlarda ilerlemiş, ‘İlim Süreyyâ yıldızına asılı olsa bile, Îranlılar onu elde ederlerdi ' sözünün doğruluğu meydana çıkmıştır.

Arablar sulh ve güvende oldukları zamanlarda da ancak idârî ve hükmî işlerle uğraşarak rahatlığı yeğlerler, sanatı başkalarına bırakırlardı. Hat ilmi sanat sayıldığı için, İbrahim ve Yûsuf Segzî, Ahvel, İbn Mukle, İbn Bevvâb, Acem Veli gibi hüsn-i hatla uğraşanlar da Arab olmayanlar arasındadır.

Zaman geçtikçe sanat ve ilim dalları Îran'dan Mısır'a geçip orada da istenilen haddi bulduktan sonra, yüzünü Anadolu'ya çevirdi. Buradaki himmet sahipleri Doğu'dan gelen ilim ve sanatların kalabilmesi için her ne kadar tahammül gücünün üstünde çalıştılarsa da, ülkenin coğrafyası ve frenklerle kaynaşmanın yanı sıra, farklı kavimlerin getirdiği örf ve âdetler ve siyâsî konum sebebiyle, ilim ve sanatın Doğuya has kokusu yok oldu, halkın çoğu Batı usûl ve k®idelerine kaydılar. Söylenen ne güzel söylenmiştir".

Habib Efendi'nin yukardaki beyânında birkaç kere tekrarladığı "Acem" kelimesini -ırkî bir gayretle- "Îranlı" mânâsına kullandığı âşikârdır. Lâkin, hak ve nasafet îcâbı, bu kelime için biz gerçek mânâsı olan "Arab'ın dışındakileri" tercih ettik.

Kitabın mündericâtını ele almazdan önce -Müstakimzâde'nin yukarda anılan iki eseri dışında- Habib Efendi'nin metninde zaman zaman belirttiği kaynaklarını, müellifleriyle beraber şöyle sıralayacağız6:

* Devletşâh bin Bahtişâh-ı Semerkandî (ö. 900/1495), Tezkire-i Devletşâhî

6 Bu mak®lenin bütünü için eski kaynak eserlerin tespitinde başvurduğum kitap, Ramazan Şeşen tarafından hazırlanan Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı'dır (İstanbul, 1998). Ayrıca, bu kitabında yer almamış olan eserlerin ve müelliflerinin araştırılması için zaman ayırıp da mak®ledeki bilinmeyenleri asgarîye indirmesinden dolayı, aziz kardeşim Prof. Dr. Şeşen'e teşekkürlerim hadsizdir.

Eski kitaplarda faydalanılan kaynak eserlerin araştırılmasında çoğu kere sâdece yazma nüshanın veya müellifin, nâdir olarak da ikisinin birlikte zikredildiğine rastlanır. Bu mak®lede şâyed bir yazarın konuyla ilgili te'lîfi tesbit, yâhut tahmin edilebilmişse, o da sıralamamıza eklenmiş; aksi hâlde yalnız yazar ismi verilmiştir. Kime ait olduğu belirlenemeyen eserlerin sâdece adıyla yetinilmiştir.

8 M. UĞUR DERMAN

* Ebû Ömer Devvânî, et-Tenbîhu ale'n-Nakdi ve'l-Heykel 7

* El-Kindî, Muhammed bin Yûsuf (283/897-350/961), (eser adı verilmemiştir)

* İbn Haldun (734/1333-780/1378), Mukaddime

* İbn Hallikân (608/1211-681/1282), Vefeyâtü'l- A'yân ve Enb®u Ebnâe'z-Zaman

* İbn İshak (85/705-150/767), es-Sîretü'n-Nebeviyye

* İmâd Afîf (ö.736/1336), Risâle

* İmam Suyûtî (849/1445-911/1505), Reşfü'z-Zülâl mine's-Sihri'l-Helâl

* Mîrhond (837/1433-903/1498), Ravzatü's-Safâ

* Muhammed Ebherî Avfî, Risâle

* Sâm Mîrza (923/1517-974/1566), Tuhfe-i Sâmi

* Şeyh Sa'di (ö.691/1292), (eser adı verilmemiştir)

* Tabak®t-i Hükemâ (müellifi zikredilmiyor)

* Takıyyüddînü't-Temîmî (ö.1010/1601), et-Tabak®tü's-Seniyye fî Terâcimi'l- Hanefiyye (Temîmî Tarihi)

Şimdi ara başlıklarını belirterek eseri gözden geçirelim:

* Hat Üzerine Görülen Bâzı Diğer Fıkarât (s.18-19)

* Aklâm-ı Mütenevvia ve Hutût-ı Mevzûne-i Asliyye (s.19-22)

* Alâmât-ı Müteferrika (s.23)

* Usûl-i Hat Üzere Bir İki Harfin Ta'rîfi (s.23-24)

* Zikr-i İ'câm u İ'râb (s.24-25)

* İstitrâd (s.25-27)

* Şecere-i Ser-âmed-i Hattâtân-i Meşhûr alâ Tarîkı'l-icmâl (=Kısa yoldan, meşhur hattatların önde gelenlerinin şeceresi, s.28)

* Hulâsa-i Risâle-i Silsiletü'l-Hattâtîn (s.29-34). Bu bölüm, mukaddimede zikredilen Müstakîmzâde'nin eserinden kısaltılarak aktarılmıştır.

* Hatt-ı Kûfî (s.35-36)

* Kudemâ-yı Hattâtân (s.37-38, beş hattat)

* Nâkıl-i Hakîkî (s.38-44).Bu bahiste İbn Mukle tanıtıldıktan sonra onu ta'kîb eden 9 hattat anlatılmaktadır.

* İbn Bevvâb (s.44)

7 Gülzâr-ı Sâvab'ın kaynakları arasında da geçen bu eserin ve müellifinin doğru isimlerini, kitabı tashih eden Kilisli Rifat Bilge şöyle veriyor (s.36): Ebû Ömer Daldânî, Kitâbü't-tenbîhu ale'n- naktı ve'ş-şekl. Bu hâl, Habib Efendi'nin anılan eseri görmeden Hatt u Hattâtân kaynakları arasına aldığı zehâbını uyandırmaktadır.

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 9

9

* Kasîde-i Râiyye-i İbn Bevvâb ma'-şerh (s.45-47). Açıklamasıyla beraber İbn

Bevvâb'ın Râiyye Kasîdesi ve bunun devâmı olarak:

* İbn Bevvâb'dan sonra gelen 10 hattat (s.48-50)

* Yâkûtü'l-Musta'sımî (s.51-53) ve Yâkût'un 4 talebesi (s.54-57) tanıtılmaktadır.

* Îran'ın Meşhur Sülüs ve Nesih-nüvîsânı (s.58-78; 14 hattat)

* Esâtîz-i Seb'a-i Rûm (Anadolu'nun yedi üstâdı, s.79-86). Şeyh Hamdullah, Mustafa Dede, Abdullah Amâsî, Muhyîddîn Amâsî, İshak Cemâleddin, Ahmed Karahisârî, İbrâhim Bursevî anlatılmaktadır. Bu bölümün sonuna Karahisârî'nin müselsel hat ile yazdığı Besmele, o devrin imkânlarına göre lâcivert renkli çok temiz bir baskıyla konulmuştur.

* Silsile-i Kıbletü'l-Küttâb Şeyh Hamdullah (s.87)

* Meşâhîr-i Sülüs ve Nesih-nüvîsân-ı Memâlik-i Osmaniyye (s.87-161). Bu geniş bölümde - Tuhfe'nin kaynak olarak kullanıldığı- 218 Osmanlı sülüs-nesih hattatı ele alınmıştır.

* Binikiyüzüçten Sonra Gelen Meşhur Sülüs ve Nesih-nüvîsân (s.162-178). Bu kısımda kayıtlı olanlar, 1203/1789'dan sonra yetişen ve bu sebeple Tuhfe'ye giremeyen 53 Osmanlı hattatıdır.

* Müteahhirîn-i Hattâtândan Târîh-i Vefatları Ma'lûm Olmayanlar (s.179-181; 7 hattat). Son iki bölüm, İbnülemin Mahmud Kemâl İnal'ın Son Hattatlar isimli eseri için kaynak olarak kullanılmakla beraber, gerek Türkçe ifâde zâfiyeti, gerekse ihtivâ ettiği müphem ve yanlış bilgiler dolayısıyla, bu husus İbnülemin'in haklı yakınmalarına sebebiyet vermiştir.

* Ta'lîk ya Nesta'lîk-nüvîsân-ı Îran (s.182-234). Îran'da nesta'lîk adıyla bilinen yazı nev'ine Osmanlılarda ta'lîk denildiği için, Habib Efendi de buradaki 105 hattatı böyle bir başlık altında tanıtmaktadır. Kitabın bu bölümü dikkate değer. Son iki sayfasında nesta'lîk hattına XV.-XVI. yüzyıllarda yeni bir tavır vermek isteyen ve muharrifân-ı hat (=yazıyı bozanlar) olarak anılan 9 Îran hattatı için ayrı bir fasıl açılmıştır.

* Ta'lîk-nüvîsân-ı Memâlik-i Osmâniyye (=Osmanlı Devleti'nin ta'lîk yazıcıları, s.235-247; 53 hattat). Habib Efendi bu başlığı şu cümlesiyle îzah lüzûmunu duymuştur: " Burada ta'lîk dediğimiz, İstanbul ıstılâhınca olup, yoksa murad heman nesta'lîk hattıdır".

* 1302'den Sonra Memâlik-i Osmaniyye'de Gelen Hattâtân (s.248-250). Bu bahiste tertip hatâsı olarak 1203 yerine 1302 tarihi verilmekle, bir kargaşaya sebep olunmuştur. Oysa bu bölümde Tuhfe'den sonra Hatt u Hattâtân'ın yazılışına kadar geçen devrede yetişen 17 Osmanlı ta'lîk hattatı tanıtılmaktadır.

* Ta'lîk ve Dîvânî ve Çep-nüvîsân-ı Îran (s.251-255; 31 hattat). Habib Efendi Îran'da ta'lîk hattı olarak bilinen kadîm dîvan yazısını yazan münşîleri bu kısımda sıralamaktadır. Aynı bahsin sonundaki Gubâriyân-ı Îran'da gubârî hattını bu ülkede yazan 4 hattat kısaca ele alınıp hatt-ı şikeste denilen geç devir yazısı tanıtılıyor.

10 M. UĞUR DERMAN

* Çep ve Dîvânî-nüvîsân-ı Memâlik-i Osmaniyye (s.256-258). Daha evvel bahsedilen Osmanlı hattatları içinde adı geçen yazılarla uğraşan 33 hattat -sayfa numarası belirtilerek- bu kısma dercedilmiştir.

Teclîd ve tezhîb bahsine topluca çok kısa temas edildikten (s.258-259) sonra, Mücellidân-ı Îran (s.259) kısmında Osmanlı Devleti'ne gelerek bu sanatı öğreten 5 mücellidden bahsediliyor. Sanki gelmeseler, Osmanlılarda sanatkâr mücellid yetişmeyecekti! Bunların tamamını risâlesinin Farsça kısmında zikredeceğini belirttiğine göre, Habib Efendi Hatt u Hattâtân'ı ana diliyle de yazıp neşre niyet etmiş, ancak bunu kuvveden fiile çıkaramamıştır. Bu niyeti, Mirzâ Senglâh'ın İmtihânü'l-Fuzalâ (Tebriz,1288) isimli eseri dışında Îran'da da aynı konuları işleyen bir kitap olmayışına bağlanabilir.

Tarrâhân-ı Îran (s.259-261) bahsinde bu ülkenin desen çizen 13 sanatkârı ta-nıtıldıktan sonra, K®tı'®n-ı Îran'da da kâğıt veya deri keserek ince şekiller ve yazılar çıkartan 4 hüner sahibi ele alınıyor; bunlardan ayırt edilmeyerek, sonunda Osmanlı k®tı'larının en büyüklerinden Bursalı Fahri'ye de bir bölüm açılıyor (s.261). Habib Efendi, Musavvirân ü Nakk®şân-ı Îran (s.262-264), Müzehhibân-ı Îran (s.264-265) bölümlerinde bu ülkenin 26 minyatür ve nakış, 10 tezhîb sanatkârını tanıtırken, anılan konulardaki bilgi kırıntılarının "Her bir gûşeden (köşeden) bir tûşe (azıcık yiyecek) ve her bir harmandan bir hûşe (başak)" gibi toplandığını yazıyor. Bu sözün doğruluğunu kaynak azlığı çekilen konularda araştırma yapanlar elbette tasdik edeceklerdir. Nakk®şân ü Musavvirân ü Müzehhibân ü Tarr®hân-ı Memâlik-i Osmaniyye (s.266-268) bölümünde Menâkıb-ı Hünerverân ve Tuhfe-i Hattâtîn'den çıkardığı Osmanlı nakkaş, minyatür ressamı, müzehhib ve tarr®h (=desen çizen) sanatkârlarına kendi tesbit ettiklerini de ekleyerek 39 isim bulan Habib Efendi, eserin yazıldığı sırada hayatta olan sanatkârlardan sorulup araştırılan son devir üstadlarını da el-Yevm Berhayat Olan Müzehhib ve Mücellid Esnafından Tahkîk Olunan Müteahhirîn-i Esâtîz başlığı ile vermektedir (s.268-272; 35 sanatkâr). Bunu Memâlik-i Osmaniyye'de Yalnız Mücellidlik ile Şöhret-şiâr Olanlar (s.272-273; 15 mücellid) ve el-Yevm Berhayât Olan Mücellid ve Müzehhibler (s.273-274; 10 sanatkâr) takîb etmektedir.

Eskiden basım işlerinin ağır ilerlemesinin verdiği imkânla, kitâbın nihâyetine basım sonrası eklenebilen şu bölümler de dikkate değer: Ba'de't-tab' Hattâtân-ı Îran Üzerine Dest-res Olduğumuz Bazı Ittıl®'®t (=Basımdan sonra Îran hattatları üzerine elimize geçen bâzı bilgiler), Üstâdân-ı Sitte Şeceresinde Olmayanlar (s.275-277; 15 hattat) bölümü de eski Îran hattatlarıyla ilgilidir. Kitabın nihâyetinde Muhammed bin Hasanü's-Sincârî'nin hüsn-i hat hakkındaki Bid®a'tü'l-Mücevvid isimli Arapça kasîdesi yer almaktadır (s.278-285).

Habib Efendi henüz o güne kadar hat sanatına ve hattatlara dair bir matbû kaynağın bulunmadığı Osmanlı topraklarına Îran'dan gelerek -ilminin el verdiğince- bir eser kaleme almıştır. Yazma Osmanlı hat kaynaklarının dışında kalan -ve şahsen toparlamış olduğu mâlûmâtla yazılan- 1203/1789'dan sonraki devir, birçok hatâlar taşımasına rağmen fayda sağlamıştır. Zaman zaman -İbnülemin Mahmud Kemâl Bey'in deyişiyle- "cadde-i sehve saparak", üslûbuna örnek olması için verdiğimiz bölümde görüldüğü üzere, bu konularda hiçbir milletin Îran'la boy ölçüşemeyeceğini belirtmeye çalışan Habib Efendi'nin, kaynak olarak Tuhfe-i Hattatîn'in yazma nüshasından aktardığı cümlelerde -şâyet değiştirmediyse- ifâde hatâsı yoktur, denilebilir. Ancak, Osmanlı kültür muhîtlerinin ilgisizliği yüzünden bu kadar yıl basılamayıp, yenilmeye hazır lokma gibi kütüphâne

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 11

11

raflarında bir açıkgöz tarafından aynen kullanılmayı bekleyen Tuhfe'den aldığı mâlûmâtı bile, Habib Efendi'nin fırsat bulunca Îran lehine tahrîf edişi düşündürücüdür. Bir örnek istenirse: Kavmiyet hususunda hiç de taassubu bulunmayan Müstakîmzâde, tafsilâtiyle tanıttığı Osmanlı sülüs-nesih hattatı Hâfız Yûsuf'un "şark tarafından" İstanbul'a geldiğini ülke belirtmeden yazmaktadır (s.596-597). Habib Efendi ise bu beyânı -şark sanki Îran'dan ibaretmiş ve Anadolu'nun şark tarafı olmazmış gibi- Hatt u Hattâtân'a "Îrânî" nisbesiyle geçirmekte beis görmez (s.78) ve Hâfız Yûsuf'u Îran hattatları arasına yerleştirir! Buna muk®bil "Rûmiyyü'l-asl" (=Anadolu asıllı) olarak tanıttığı Hacı Maksud Türk isimli hattatı da Îranlı hattatlar meyânında mütalaa eder (s.77). Kısacası, hükümlerindeki ağırlık daima ülkesinden yanadır. 1203/1789'dan sonra yetişip de tanıtılışları ilk defa Habib Efendi'nin kaleminden olan Mustafa Râkım (ö.1241/1826), Yesârizâde Mustafa İzzet (ö.1265/1849), Abdülfettah (ö.1314/1896), Şevki (ö.1304/1887) ve Sâmi (ö.1330/1912) efendiler gibi -Osmanlı'nın olduğu kadar bütün İslâm âleminin yüz akı sayılan- üstadların sıradan cümlelerle anılması, Habib Efendi'nin sanatta kavmiyet ayrılığına düştüğünün hazin bir delîli olmalıdır. K®dıasker Mustafa İzzet (ö.1293/1876), talebeleri Abdullah Zühdi (ö.1296/1879) ve Mehmed Şevket Vahdeti (ö.1288/1871) efendiler bu alelâdelikten -herhâlde şahsî muârefeleri dolayısıyla- müstesnâ kalabilmişlerdir.

Kendi kaleminden dökülen bölümlerde -eskilerin za'f-ı te'lîf dedikleri- Türkçe ifâde zayıflığı göze batmasına rağmen, hat ve hattatlar tarihine bu ilk matbû katkılarından dolayı hem Habib Efendi'ye, hem de nâşiri Ebuzziya Tevfik Bey'e şükran borçluyuz.

MENÂKIB-I HÜNERVERÂN

XVI. yüzyılın dikkate değer Osmanlı münevverlerinden Gelibolulu Mustafa Âli Efendi'nin (948/1541-1008/1600) eseri olan Menâkıb-ı Hünerverân da 1926 yılına kadar neşredilmeyi beklemiş, aşağıda gösterilen muhtelif kütüphanelerdeki yazma nüshaları o güne kadar mahdud sayıdaki meraklının ihtiyacını gidermiştir. Edebiyat, tarih, ahlâk ve siyâset sâhalarında birçok esere imzâ koyan şâir ve nâsir Âli'nin8 Menâkıb-ı Hünerverân (=Hüner sahiplerinin menkıbeleri) isimli bu küçük kitabı, Osmanlılarda bu konunun -zamanımıza gelebilen- ilk te'lîfidir. 994/1586 yılında Hazîne Defterdarı olarak kısa bir müddet bulunduğu Bağdad'da, Iraklı hattatlardan Kutbeddin Muhammed Yezdî ile tanışınca, kendisine hattatlar hakkında bir eser yazmasını telkîn etmiş; Yezdî de Bağdad ve havâlisinde şöhret sâhibi olanlarından 50'si için bir risâle kaleme almıştır 9. Bu eserden edindiği bilgileri, ayrıca Yezdî'den dinlediklerini kısa bir müddet sonra İstanbul'a

8 Mustafa Âli Efendi'ye dâir geniş tedkîknâme (130 sayfa) Menâkıb-ı Hünerverân'ın neşri dolayısıyla İbnülemin Mahmud Kemâl Bey tarafından hazırlanmıştır: Mustafa Âli, Menâkıb-ı Hünerverân, İstanbul,1926, s.3-133. Âli'nin hayatı ve eserleri, ayrıca hakkındaki muhtelif kaynaklar için: Bekir Kütükoğlu, "Âli Mustafa Efendi", T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, II, 414-416; "Edebî Yönü", Ömer Faruk Akün, a.e, 416-421, İstanbul, 1989. Âli için en yeni araştırma, şu kapsamlı ve değerli kitaptır: Cornell H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Âli, Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı (trc.Ayla Ortaç), İstanbul,1996. Menâkıb-ı Hünerverân Dr.Müjgân Cunbur tarafından Hattatların ve Kitap Sanatçılarının Destanları adıyla zamanımız Türkçesine de uyarlanmıştır: Ankara, 1982 (164 sayfa). Anılan uyarlamanın merhum Orhan Şaik Gökyay tarafından yapılan tenkîdi için bkz. Osmanlı Araştırmaları III, İstanbul, 1982, s. 332-346.

9 Âli'nin nesirdeki üslûbuna örnek olarak metnin içinde Menâkıb-ı Hünerverân'dan aktarılan bölümde de görüleceği üzere, Mustafa Âli Efendi, Yezdî'nin hattatlar hakkındaki risâlesinin "bu fakîr ilk®siyle" yani kendisinin telkîniyle hazırlandığını belirtiyor. Ancak C. Fleischer, Yezdî'nin çok daha önceden (964/1557) Şah için bu risâleyi hazırladığını bildirmektedir (Tarihçi Mustafa Âli, s.127 ve 36. dipnotu).

12 M. UĞUR DERMAN döndüğünde, hattat Abdullah Kırımî'nin (ö.999/1591) Osmanlı meslekdaşları hakkında anlattıklarıyla genişletmiş, sâir ilâvelerle Menâkıb-ı Hünerverân 995/1587'de tamamlanmıştır. Habib Efendi Hatt u Hattâtan'ın Kutbeddin Yezdî bahsinde (s.216) yine kavmiyet hissine kapılıp bu hâdiseyi tahrif ederek yazmıştır: "Mevlânâ-yı mezbûr 994'de Kutbiyye nâmında elliiki nefer-i meşhur hattatın şerh-i hâlini mutazammın bir risâle yazmış ve Defterdâr-ı meşhur Âli Efendi, ânı Sultan Murad Hân emriyle Türkçeye tercüme ve bâzı ilâveler ederek nâmını Menâkıb-ı Hünerverân koymuştur. Fakat bu kitapta gerek isim ve gerek resimce artırdığı hoşnüvîsân hakkında Âli Efendi'nin yanlışları bîhadd ü bînihâyedir." (Aslında bu son cümlenin Hatt u Hattâtan ve Habib Efendi için söylenmesi gerekir!)

Ömrünü -çoğu yılları İstanbul dışında olmak üzere- yüksek seviyede kitâbet ve defterdarlık vazîfeleriyle geçiren; lâkin arkasında çok mühim eserler bırakan Âli Efendi 1008/1600'de Cidde'de vefat etmiştir. Kendisi, Şeyh Hamdullah'ın torunu ve Şükrullah Halîfe'nin hem oğlu, hem de talebesi olan Pîr Mehmed bin Şükrullah'tan (ö.988/1580) aklâm-ı sitteyi öğrendi. Fakat hat sanatında kalıcı örnekler vermiş değildir. Herhâlde bu konudaki müktesebâtını ileride yazacağı bir eser için (ki bu Menâkıb-ı Hünerverân olacaktır) kullanmayı tercih etmiştir. Son derece sanatlı bir ifâdeyle, özenerek kaleme alınan ve metindeki ifâdeden (s.6-7) Hoca Sadeddin Efendi'ye (943/1536-1008/1599) sunulduğu anlaşılan Menâkıb-ı Hünerverân 300'e yakın sanatkâr hakkında bâzan sâdece isimden ibâret kalan, zaman zaman da derinleşen mühim mâlûmât taşımaktadır. Mustafa Âli'nin, her üç dilden (Türkçe, Arapça, Farsça) konuyla uyumlu ve bir kısmı kendisine âit beyitler, kıt'alar ve daha uzun şiirlerle bahis aralarını süsleyerek kaleme aldığı Menâkıb-ı Hünerverân'ın ifâdesine nümûne olarak aşağıdaki satırları veriyoruz (s.7-8):

"Felâ-cerem bu hakîr-i Âlî-i şehîr Darü'l-Hılâfe-i Bağdad hazînesine defterdâr-ı sadâkat-semîr iken Mevlânâ Kutbüddîn Muhammed-i Yezdî ki ol asır nüvîsendelerinin ser-âmedi ve nâzik-nüvîsân-ı Ir®k'ın baht-ı sermedi idi, bu fakîr ilk®siyle nessâhân-ı cihân ve nesta'lîk-nüvîsân zümresinden elli nefer mıkdârı üstâdân hakkında yazdığı risâle-i muhtasara hâzır olup lâ-siyyemâ sülüs ve nesih kalemlerindeki Abdullah-ı Evvel gibi ekmel ve sânî denüldiği takdirce revh-ı sânî gibi mufazzal hattât-ı rûz-gâr Mevlânâ Abdullah-ı Kırımî ki Kâtib-i Tatar dimekle meşhurdur ve Atebe-i Aliyye'nin muvazzaf kâtiblerinden olup hat-şinâslık fennini tedkîkde ve ahvâl-i küttâb ü kitâbeti tahkîkde ızhâr-ı hakk ve insâfla ma'rûf ve mezkûrdur ve kendinin tefâsîl-i ahvâl ü rütbesi âtîde mestûrdur"

Bu tantanalı ifâdeden meâlen şu mânâ çıkarılmalıdır: "Âli diye tanınan bu değersiz kişi Hılâfet'in yurdu olan Bağdad'ın hazînesinde şüphesiz doğruluktan ayrılmayan defterdar iken, o asrın yazıcılarının başta geleni ve Irak'ın incelikle yazanlarının sürekli bahtı olan Yezdli Kutbeddin Muhammed, bu fakîrin telkîniyle dünyada değerli kitap istinsah edenler ve nesta'lîk yazanlar zümresinden elli üstad hakkında kısa bir risâle hazırlamıştı. Hele, sülüs-nesih yazılarında birinci Abdullah (Sayrafi kastediliyor) gibi kemâle ermiş olan ve kendisine "ikinci" denildiğinde ikinci bir gönül rahatlığı duyulan; zamanının üstün tutulan hattatı Kırımlı Abdullah -ki Tatar Kâtip diye tanınır- Yüce Eşik (Osmanlı Devleti)'de vazîfeli olup hem yazıdan anlamakta; hem de hattatların ahvâlini ve yazıcılığı araştırmakta doğruluk ve insaf göstermesi ile tanınır ve anılır. Kendisinin ayrıntılı hâli ve rütbesi daha sonra yazılacaktır."

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 13

13

Müellif nüshasına rastlanmayan Menâkıb-ı Hünerverân'ın İstanbul kütüphâ-nelerindeki şu nüshaları herhangi bir değişikliğe uğramadan, hep aynı isimle istinsâh edilmiştir:

Eserin adı Bulunduğu yer İstinsah tarihiMenâkıb-ı Hünerverân İ.Ü.Merkez K.,T.Y. 9757 996/1588 Menâkıb-ı Hünerverân Arkeoloji Müzesi K.- 1302 1009/1600 Menâkıb-ı Hünerverân Hacı Selim Ağa- 577 1040/1631 ? Menâkıb-ı Hünerverân Süleymaniye K.-Esad Ef.,2211 1042/1632 Menâkıb-ı Hünerverân T.S.M.K.-Emanet Hazînesi,1232/1 1148/1735 Menâkıb-ı Hünerverân Bayezid Devlet Ktp.-Bayezid,4987 1157/1744 Menâkıb-ı Hünerverân İ.Ü.Merkez K.,T.Y. 6201 1184/1770 Menâkıb-ı Hünerverân Millet K.-Ali Emîri,T.801 1335/1917 Menâkıb-ı Hünerverân İ.Ü.Merkez K.,T.Y.4098 ? Menâkıb-ı Hünerverân T.S.M.K.- Revan, 1504 ? Menâkıb-ı Hünerverân T.S.M.K.- Hazîne,1291 ?

İbnülemin Mahmud Kemâl Bey eserin Viyana'daki nüshasının fotoğraflarını kitabında belirttiği nüshalarla ve ayrıca iki hususî koleksiyon nüshasıyla karşılaştırarak neşre hazır hâle getirmiştir. 75 sayfa tutan kitap metninde nüsha farkları da belirtilmiş, hele sonuna ilâve edilen fihrist-i esâmî, coğrafî isimler, fihrist-i fusûlî (s.79-89) kitabı kolay faydalanılır hâle getirmiştir. O tarihlerde böyle müracaat eserlerinde pek rastlanmayan bu himmeti Âsâr-ı Atîka (Arkeoloji) Müzeleri hâfız-ı kütübü Âli Bey'in -hatâ ve savab cedvelini de hazırlayarak- gösterdiğini İbnülemin de belirtmek gereğini duymuştur (s.133). Daha sonraki yıllarda neşredilen Tuhfe-i Hattâtîn, Gülzâr-ı Savâb, Devhatü'l-Küttâb, Son Hattatlar gibi aynı konunun devamı niteliğinde olan kitaplardan istifâde etmek, sonlarında böyle bir çalışmanın yokluğu yüzünden hayli zahmetli olmaktadır.

Menâkıb-ı Hünerverân'ın matbu nüshasında fasıllar şu sayfalara yerleşmiştir:

Sayfa

3 İfâde-i Müellif 8 Kitabın Muhtevi Olduğu Fasıllar 8 Kitabın Lüzumu ve Hüsn-i Hattın Şerefi 9 Kalemin Envâı

10 Tedkîk-ı hakîk : Kat'-ı Kalem Hakkında 11 Tahkîk-ı hakîk: Kalem, Mürekkeb ve Kâğıdın Cinsi Hakkında 12 Tetimme: İlk Yazı Yazanlara Dâir 13 Fasl-ı evvel: Küttâb-ı Vahy 14 Tahkîk: Seyf ü Kalem Hakkında 16 Nükte: Seyf ü Kalem Hakkında 17 Fasl-ı sâni: Şeş Kalemde Mâhir Olan Nessâhlar ve Üstâdân-ı Seb'a 21 İbn Bevvâb ile Yâkût'a âit bir Fıkra 23 Üstâdân-ı Seb'a 24 Türkiye'de Üstâdân-ı Seb'a 27 Fasl-ı sâlis: Nesta'lîk Yazanlar

14 M. UĞUR DERMAN

45 Tenbih: Kıymetsiz Kıt'a ve Murakka'ları Tezhîb Ettirenler Hakkında 46 Mîr Ali'nin Şâkirdânı 56 Tezyîl: Hattatlardan Sultan Ali ve Mîr Ali'ye dâir. 60 Fasl-ı râbi' : Çep, Dîvânî ve Siyâkat Yazanlar 62 Fasl-ı hâmis: K®tı'lar, Musavvirler, Tarrahlar, Mücellidler, Zer-efşânlar,

Cedvel- keşler, Vassaller 63 K®tı'lar 63 Musavvirler 67 Müzehhibler 68 Türk Musavvirler 73 Mücellidler 74 Hâtime: Meşhur Hattatların Esâmisini Muhtevi 76 Zeyl: Vassal Kalender Çavuş

79-90 Fihrist

Yukarıda isimleri anılan iki sözlü kaynaktan (Yezdî, Kırımî) başka, kitabın yazılmasında mehaz alınan şu eserler metnin içinde belirtiliyor:

* Kutbeddin Muhammed Yezdî, Risâle-i Kutbiyye * Devletşâh bin Bahtişâh-ı Semerkandî (ö.900/1495), Tezkire-i Devletşâhî * Ali Şîr Nevâyî (844/1441-906/1501), Mecâlisü'n-Nefâis * Sâm Mîrza (923/1517-974/1566), Tuhfe-i Sâmi

En dikkatli müelliflerin eserlerinde bile görüleceği gibi, kaynak nakillerinde "te'lîf -i beyn" edememekten doğan bâzı hatâlara rastlanması olağandır. Meselâ Âli Efendi Abdullah Sayrafi'yi (ö.745/1344'ten sonra) Yâkut'un (ö.698/1298) şâkirdânı arasında zikredişini (s.18) müteâkıp, aradaki yüz yıldan fazla zamanı hesâba almadan Sultan Hüseyn-i Baykara devrinde hat hizmeti için Herat'ta bulunduğunu nakletmektedir (s.19). Esâsen Sayrafi, Yâkut'un değil, hattı ondan öğrenen Seyyid Haydar Gundenüvîs'in (ö.726/1326) talebesidir. Ancak, kesin olarak tarih belirlenemeyen eserlerde böyle sehivlerin tabiî karşılanması îcab eder.

Men®kıb-ı Hünerverân Osmanlı hat ve hattatları konusundaki ilk yerli eserdir. Bununla da kalmayıp, sair kitap sanatkârlarını da kısaca tanıtmasından dolayı bu "muhtasar-müfîd" vasıflı kitap, her zaman müracaat gereken kaynaklardan olacaktır.

TUHFE-İ HATTÂTÎN

Hüsn-i hat ve hattatlara dâir Menâkıb-ı Hünerverân, Gülzâr-ı Savâb, Devhatü'l-Küttâb olarak yazılış tarihlerine göre sıraladığımız Osmanlı devri eserlerine, bunların en mühimmi ve kapsamlısı sayılan Tuhfe-i Hattâtîn de katılınca bu takım tamamlanmış bulunuyor. Tuhfe'nin müellifi Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin Efendi (1131/1719-1202/1788), ömrünü tam mânâsıyla ilim ve irfana adamış dikkate değer bir şahsiyet olmasına muk®bil, neredeyse "hiç" mesâbesinde tanınmaktadır! Halbuki, kendisi Kâtip Çelebi'den (1017/1609 -1067/1657) sonra Osmanlı'da yetişen mütebahhir âlim tipinin unutulmayacak bir numûnesidir.

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 15

15

Recep 1131/Mayıs-Haziran 1719'da Fatih'te doğan Müstakîmzâde, "tedrîs" yoluna yönelmiş bir âilenin mensûbu olarak çocukluğundan beri bu havanın içinde bulunduğundan, kendisi de o yolda yetişmek arzûsunu duymuştur. Hayatına dâir Tuhfe-i Hattâtîn'deki satırlarda anlattığı vechile (s. 216-217) önce babası Mehmed Efendi'den, sonra orada ismi sayılan hocalardan ilmî tahsilini tamamlamış ve sülüs-nesih yazılarını Eğrikapılı Râsim Efendi'den (1099/1688-1169/1756), ta'lîk hattını da Fındıkzâde İbrâhim (ö.1165/1752), Kâtibzâde Mehmed Refî‘(ö.1182/1768) ve Dedezâde Mehmed (ö.1173/1759) efendilerden meşketmiştir. Kendi beyânına göre, geçimini yazma kitap istinsâhıyla sağladığından, ancak "okunabilir yazı yazmayı imkân nisbetinde" öğrenebilmiştir; zamanımıza kalmış bir hüsn-i hat örneği yoktur. 1164/1751'de babasını kaybettikten sonra, müderris olmak gâyesiyle girdiği ruus imtihânında -sakalının hafifliği bahâne edilerek!- başarılı sayılmayınca, kendi tâbiriyle "bıçaksız boğazlanmaya" mâruz bırakılmıştır. Müstakîmzâde, hayatının bundan sonraki yıllarını yazma kitap istinsâhıyla, bâzı mühim eserleri Arapça ve Farsçadan Türkçeye tercümeyle veya kendi te'lîf ettiği eserlerle değerlendirmiştir. Evlenip bir yuva kuramadan, nikris (gut) illetiyle boğuşarak yalnız başına fakîrâne bir inzivâ hayatı sürdüğü Fatih'teki evinde -İbnülemin'in tesbîtine göre- büyük veya küçük hacimde 136 esere imzâ koymuştur10.

Teklif edilmesine rağmen bir daha ruus imtihânına girmeyen Müstakîmzâde'nin, şâyet müderrisliği kazansaydı bildiklerini sözlü olarak sâdece öğrencilerine aktarmakla yetineceği, kederlenip evine kapandıktan sonra ise bu kadar eseri kaleme almakla "kahır yüzünden lutfa uğradığı" düşünülürse, bu herhâlde yanlış sayılmaz. Son yıllarında, aylık 50 kuruş tutarındaki Bolu'nun Çağa kazâsı maîşeti Müstakîmzâde'ye "te'bîd" edilmiştir (Aslında, bu maîşet, tedrîse yeni başlayan müderrislere bir maddî destek olarak ömür boyu verilir). 23 Şevval 1202 / 27 Temmuz 1788'de vefat ettiğinde, Zeyrek'te Soğukkuyu Câmii'nin yanındaki -hâlen bakımlı olarak tutulan- makbereye, şeyhi Mehmed Emin Tokatî'nin ayak ucuna sırlanan Müstakîmzâde, bağlı bulunduğu Nakşbendîlik gereği, tevâzuu yaşayışına rehber edinen; kendi beyânına göre, imtinân (=başa kakma) ve intizâr (=bekleme) fiillerinden hiç hoşlanmayan, izzet-i nefs sâhibi bir âlim kişiydi. Bâzı mühim eserlerini (Tuhfe-i Hattâtîn,Terceme-i Mektûbât-ı Hâcegân, Mecelletü'n-Nisâb, Devha-i Meşâyıh-ı İslâm, Kasîde-i Muzriyye, Seyyid Yahyâ Virdine Şerh,Terceme-i Lugat-i K®nûnü'l-Edeb ve Hz. Ali Dîvânı Şerhi) Tuhfe'ye bizzat yazdığı mütevâzı hayat hikâyesinde belirtirken, ifâdesinin sonunda yer alan "Geçmişteki âile büyüklerimin yolu olan müderrislikten ferâgat etmemin karşılığı olarak, geçimimi ölmeyecek kadar sağlayabilen bir ekmek parası Yüce Devlet tarafından ihsân buyurulmuştur" meâlindeki cümleyle "ilim için, vücûdunu ilme vakfetmiş" bulunan Müstakîmzâde, hayata bakış tavrını âdeta bir kara mizahla gözler önüne sermektedir.

Müstakîmzâde'nin en mühim eserleri arasında sayılan Tuhfe-i Hattâtîn (=Hattatların Armağanı) kitâbının ismi, aynı zamanda, yazılmaya başlandığı 1173 tarihini ebced hesâbıyla göstermektedir (1760). Esâsen müellifimizin en büyük husûsiyetlerinden birisi, eserinde yıl olarak tesbit edilen tarih rakamlarının önünde, ebcedle karşılıklarını da bulmasıdır. Bu, çoğu zaman verilen tarihin konusuna uygun bir veyâ birkaç kelimeden

10 Müstakîmzâde'nin hayatı ve eserleri hakkında en mufassal kaynak, Tuhfe-i Hattâtîn'in neşri (İstanbul,1928) münâsebetiyle, İbnülemin Mahmud Kemâl (İnal) Bey'in mezkûr kitâbın girişine yazdığı tedkîknâmedir (s.3-85). Ayrıca bkz. Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I, 168-169, İstanbul, 1333. Müstakîmzâde için İslâm Ansiklopedisi, Türk Ansiklopedisi gibi yeni nesillerin başvurabileceği ciddî müracaat kitaplarında bir bilgiye rastlanmamaktadır.

16 M. UĞUR DERMAN ibârettir. Bâzan hiç alâkası bulunmayan, lâkin sayı îtibâriyle ebcede uyması yeterli görülen bir kelime de olabilir. Düşürülen tarih, Müstakîmzâde'nin eserini kaleme alışından belki bir, belki de bin yıl öncesini tesbit için tertiplenmiştir. Meselâ, K®bus isimli bir hükümdârın ölüm tarihi (Tâc 404), Aliyyü'l-K®rî'ninki (Huzûr 1014)'dür. Abdullah Kırımî (Hattât-ı zîbâ Kırımî 999)'da vefat etmiştir. Müellifimiz bâzı hattatlar için başka birisi tarafından söylenilmiş tarih mısraını da -Hâfız Osman'ınkinde görüldüğü vechile- nakleder: (Mülk-i Bâkî özleyip Osman Efendi dedi Hû 1110). Bu minvâl üzere, Tuhfe-i Hattâtîn'de ebcedle tesbit edilmiş binlerce tarih karşılığı bulunmaktadır. Şunu da ekleyelim ki, tarih düşürme keyfiyeti sâdece ölüm vâkıasına münhasır değildir. Her türlü hâdise tarihlenmiştir, yeter ki yılı doğru olarak bilinsin.

Tuhfe'nin birinci kısmı, topluca aklâm-ı sitte (=altı kalem) adıyla anılan sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkî', rık®' yazılarının tamamı yâhut bir kısmıyla ve bu yazıların celî denilen iri şekliyle, ayrıca kûfî ve benzeri kadîm yazılarla meşgul olan 1697 hattatın hayatını ve eserlerini imkân nisbetinde tanıtmaktadır. Müellifin bahsi geldikçe Tuhfe-i Kübrâ (bir yerde de: Mecelle-i Erbâb-ı Sülüs, s.683) ismiyle andığı bu bölümdeki maddeler hurûf-ı hecâ tertîbi üzere sıralanmakta olup, haklarında fazla mâlûmât toplanabilmiş kimselere daha geniş yer verilmiştir. İkinci kısım, Osmanlılarda ta'lîk, Îran'da nesta'lîk olarak adlandırılan hattı yazan 1372 hattata mahsustur. Bu sebeple müellif eserinin bu bölümünü Cerîde-i Sugr®-yı Ta'lîkıy®n, Tuhfe-i Sugr®, Tuhfe-i Ta'lîkıyye isimleriyle anmaktadır. Şunu da belirtmeliyiz ki, birinci kısımda yazıldığı hâlde, ta'lîkteki başarısı dolayısıyla ikinci kısımda da ayrı bir madde ile tanıtılan hattatlar mevcuddur. Bütün kitapta -mükerrerleriyle birlikte- 2069 isim yer almaktadır. Buna, metin hâricindeki hâşiyelerde bahsedilen şahıslar eklenmemiştir. Müstakîmzâde, İslâm tarihi boyunca Endülüs'ten Herat'a, Bosna'dan Yemen'e kadar bütün İslâm coğrafyasında yetişmiş bulunan -kaynaklardan tesbit edebildiği- hattatları eserine almıştır. Tabiîdir ki, Osmanlı'nın hat sanatı cihetinden çok faal bir devresi olan -kendisinin de ömrünü sürdüğü- XVIII. yüzyıl, daha tafsilatlı yazılmıştır. Müstakîmzâde, kitabında müzehhiblere ayrı bahis açmamakla beraber, bir hattatın hâl tercümesini verirken onun eserlerinin tezhîbini işleyen sanatkârlara da temas etmektedir. Tuhfe, bu bakımdan tarandığında müzehhiblere dâir mâlûmâta da rastlanacaktır.

Tuhfe'nin İstanbul kütüphânelerinde mevcud bulunan yazma nüshaları şunlardır: Kitabın adı Bulunduğu yer İstinsah tarihi Tuhfe-i Hattâtîn Murad Molla K.-1448 1202/1788 Tuhfe-i Hattâtîn T.S.M.K.-Yeniler, 722 1279/1862 Tuhfe-i Hattâtîn Millet K.-Ali Emîrî,796-8 1335/1917 Tuhfe-i Hattâtîn İ.Ü.Merkez K., 6194 ?

İbnülemin Mahmud Kemâl Bey yukarıda kayıtlı eserlerin birinci, üçüncü ve dördüncü sırada olanlarını, ayrıca Muallim Bahaddin (Ersin,1878-1959) nüshasını karşılaştırarak Tuhfe-i Hattâtîn'i neşredilebilir hâle getirmiştir. Eserin müellif nüshası bulunmamakla beraber, Müstakîmzâde'nin vefat ettiği yıl, bundan Ebu'l-Muhtar İbrahim Tâhir eliyle istinsâh edildiği bilinen nüsha esas alınmıştır. Mutâd üzere olabildiğince lugatli, seci'li; zaman zaman da sâde veya nükteli bir üslupla, mahalline uygun Türkçe, Arapça, Farsça şiir ve güzel sözlerin refâkatiyle kaleme alınan eserin bâzı cümlelerinde anlaşılma güçlüğü veya ifâde zâfiyeti bulunuşu, kelimeler arasında bağ kurulamayışı, mânâ çıkarma zorluğu gibi hususlar, çok zahmetli geçmiş bir hayatın mahsûlü olan 756 sayfalık bir te'lîfte herhâlde tabiî karşılanmalıdır. İbnülemin de, bu gibi hatâların kendi

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 17

17

dikkatsizliğinden doğmadığını belirttikten sonra, müellifin ifâde tarzını, yazıştaki eksiklikleri, hattâ imlâsını değiştirmek veya düzeltmek hakkını kendisinde bulmadığını beyân ediyor (s.23).

Harf inkılâbının kabûlünü müteâkıp, eski harflerle basılan (Devlet Matbaası, İstanbul, 1928) en son kitap oluşunun da garip bir tecelli sayıldığı Tuhfe için, kendine ayrılan kısmı Mahmud Kemâl Bey şu ibret alınacak sözlerle bağlıyor: "Tuhfe-i Hattâtîn te'lîf edileli birbuçuk asır olup, bu uzun müddette binlerce hattat geldi, geçti. Bunların içinde yalnız yazar değil, okur yazar zevât bulunduğu hâlde -kendi mesleklerine ve meslekdaşlarına taalluk eden- böyle mühim ve nâfi' bir eseri istinsâha ve nüshalarını teksîre himmet etmemeleri şâyân-ı taaccübdür. Bu yolda ibrâz-ı himmet etmiş olsaydılar, o eser-i güzîni te'lîf etmişcesine nâil-i mesûbat ve kadr-şinâsan-ı ahlâf taraflarından da mazhar-ı teşekkürât olurlardı.

Birbuçuk asırdan beri nîce türrehâtnâme basıldığı hâlde Tuhfe-i Hattâtîn'in tab'ına hiçbir taraftan teşebbüs olunmaması da mahall-i hayrettir" (s.85).

Tuhfe-i Hattâtîn sadece hat ve hattatlar tarihi değildir. Zâhiren böyle görülse bile, okunup incelendiğinde konuyla ilgisi olabilecek başka hususların da "istitrad" kabîlinden satırların arasına sıkıştırılması, müellifinin birikimini yeri geldiğinde esirgemeden vermek temâlüyündendir. Müstakîmzâde bu cepheleriyle bâzan kültür veya iktisat tarihçisi, bâzan lugat âlimi yâhut mutasavvıf kimliğiyle karşımıza çıkar, hattâ hayvanlar âleminden bile bahis açar. Buna Tuhfe'den birkaç misâl vermek gerekirse:

* Es-Sadr İbrahim bin Lokman (s.38-39) bahsinin sonu: "Fâide: Bu devlet-i Türkiyye'de ve devlet-i sâirede ibtidâ kâtibü's-sır bunlardır.

Subhu'l-a'şâ sâhibi emsâli ehl-i târîh, kitâbet-i sırrın kıdemine zâhib oldular ve kâtibü'l-vahy mak®mındadır, dediler. Lâkin essah budur ki, kâtibü's-sır ta'yîni sultân-ı mezbûrun va'z u ihdâs u îcâdıdır. Vakt-i Hazret'de olanlar kâtibü'l-vahy idiler. Devlet-i Abbâsiyye zuhûrunda emr-i kitâbet erbâbı teferruk ve taaddüd edüb her memlekete ve her emre bir kâtib ta'yin olundu. Kâtibü'l-inşâ ve kâtibü'r-resâil dahî ta'bîr olunur. Devlet-i Osmaniyye (ak®mallahu bürhânehu)' de k®nûn-ı isâbet-nümûn olan hâcegân ve hulef®-yı aklâm andan neş'et-nümûn olmuştur ki, Defterdâr ve Reîsü'l-küttâb ve Mısır Defterdârı gibi"(=Faydalı not: Bu Türk devletinde ve diğer devletlerde ilk 'sır kâtibi' bu zattır. Subhü'l-a'şâ yazarı (İbn Nedim) ve benzeri tarihçiler sır kâtipliğinin eskiliği düşüncesine kapıldılar ve 'vahy kâtibi' mak®mında olduğunu söylediler. Lâkin en doğrusu budur ki, sır kâtibi tâyini anılan sultanın (Sultan Kâmil) buluşu ve başlatışıdır. Hz. Peygamber vaktindekiler vahy kâtibiydiler. Abbâsî Devleti'nin ortaya çıkışında kâtiplik işiyle uğraşanlar ayrılıp çoğalınca, her memlekete ve her işe bir kâtip tâyin olundu. İnşâ kâtibi veya risâleler kâtibi de denilir. Osmanlı Devleti'nde (Allah, delîlini yerinde bıraksın) isâbetli bir düzen olan dîvan ve kalem efendileri bundan çıkmıştır. Defterdar, Reisü'l-küttâb ve Mısır Defterdarı gibi).

* Sultan Süleyman bin İbrahim Han (s.209, Sultan II. Süleyman'ın sülüs-nesih yazılarını Tokatî Ahmed Efendi'den öğrendiğini belirttikten sonra halk arasında "mangır" denilen para cinsini tanıtıyor):

"Menkur ta'bîr olunan bakır sikke bunların zamanında birâderlerinin eyyâmının muzâyakası netâyicindendir ki, bir vukıyye nuhasdan sekizyüz menkur kat'olunup ikisi bir akçeye râyic olmuştur" (=Menkur denilen bakır sikke bunların zamanında, birâderinin

18 M. UĞUR DERMAN (Sultan IV. Mehmed) saltanat günlerinin sıkıntısı sonucu, bir okka bakırdan sekizyüz menkur kesilip, ikisi bir akçe karşılığı olmuştur.)

* Seyyid Feyzullah Sermed maddesinde (s.360) Sermed kelimesinin yanında yeralan [1] numaralı hâşiyenin sayfa dibinde açıklanması: "Lâfz-ı mezkûr istiğrâku'l-mâzî ve'l-muzârî içindir. Ebed kelimesinden farkı budur ki, ebed ancak zamân-ı müstakbelin istiğrâkı içindir ki, aks-i ezeldir. Ezel dahi zamân-ı mâzînin istiğrâkı içindir. Sermed lafzında bu iki mânâ cem'olmuştur. Ve tûl-i zamânda üçü dahi isti'mâl olunmuştur. İkisi cemi'lerine izâfetle ebedü'l-âbâd, ezelü'l-âzâl deyû müsta'mellerdir. Sermed lâfzı vaz'an âbirde zâhir ve mâzîde hafîdir. Veya müstakbelde mahsus ve mâzîde ma'nevî melhûzdur. Dediler ki, lâfz-ı Kur'ânî'dir " (=Anılan kelime geçmişi ve geniş zamanı içine alır. Bundan farklı olarak, ebed kelimesi ancak geleceği ve bunun zıddı olan ezel de geçmişi içine alır. Sermed kelimesindeyse her iki mânâ toplanmıştır ve çoğu zaman bu üç kelime de kullanılmıştır. İkisinin çokluk hâlindeki tamlaması "ebedlerin ebedi" ve "ezellerin ezeli" şeklindedir. Sermed kelimesi konumu îtibâriyle geçmek üzere olanda görünür, geçmişte gizlenmiştir; yahut gelecekte hissolunur ve geçmişte mânâ hâliyle düşünülebilir. Dediler ki, Kur'ân'da mevcud kelimelerdendir.)

* Hâtimetü'l hâtime faslında harfleri tanıtırken, ayn harfi bahsinde bunun kelime mânâlarından birinin "göz" olduğunu yazdıktan sonra (s.633), bazı hayvanların gözlerinin gece parladığını şu cümlesiyle belirtiyor: "Bu dahi fevâiddendir ki, bu dört hayvanın gözleri gecelerde ziyâdardır: Esed (arslan), nimr (kaplan), sinnevr (kedi), ef'î (yılan)."

Müstakîmzâde Tuhfe'yi hazırlarken pek çok mehazdan faydalanmış, bunları ya müellifin, yahut da kitabın adını veya her ikisini de yazarak satırlarında belirtmiştir. Bir kısmı artık bilinmeyen bu eserleri Tuhfe'de kullanmak üzere incelediği, hattâ Gülzâr-ı Savâb, Devhatü'l-Küttâb gibi bâzılarını kütüphânesi için önceden istinsâh ettiği anlaşılıyor. Zaman zaman mehazlarındaki hatâlara da işâret ederek onların tashîhi cihetine gitmiş ve bunu da satırlarında belirtmiştir (Aktardıkları bilgiler dolayısıyla s.512'de Suyolcuzâde'yi, s.593'te Nefeszâde'yi ve onu mehaz alan Kâtib Çelebi'yle Suyolcuzâde'yi tenkîd edişi buna misâldir). Tuhfe'yi kaynakları cihetinden tamamen taramak imkânını buldum ve Müstakîmzâde'nin kitap mütâlaasındaki azmine hayran oldum. Çünkü bu eser 170'i aşkın yazma nüsha incelenerek te'lîf ve tasnîf edilebilmiş, Osmanlı devri için şifâhî tesbitler de elbette ayrı bir gayret gerektirmiştir. Müelliflerin yaşadıkları çağı da isimlerinin sonuna imkân nisbetinde ekleyerek Tuhfe'nin mehazlarını sıralıyorum:

* Abdullah Cemâleddin (ö.851/1447 ?) Umde * Abdurrahmanü'l-Bistâmî (ö.858/1453), el-Fevâihü'l-miskiyye * Abdurrahmanü'l-Bistâmî, Şemsü'l-âf®k * Abdülb®kî Ârif (ö.1125/1713), Mak®le-i Hatt-ı Ta'lîk * Abdülhamîdü'l-Kâtib, (eser adı verilmiyor) * Abdülk®dir ibn Mugayzil eş-Şâzelî (ö.894/1489), Kevâkibü'z-Zâhire * Abdülk®dir Taberî (ö.894/1489), (eser adı belirtilmiyor) * Ahbârü'd-devle * Ahmed Fevrî (ö.978/1570), Hat Risâlesi * Bâharzî, Ali (ö.467/1076), Dümyetü'l-kasr * Bedâyi'ü'l-umûr * Bûrînî,Hasan (963/1556-1024/1615),Terâcimü'l-a'yân * Câmi, Nureddin Abdurrahman (817/1414-898/1492) Nefehâtü'l-üns * Cenâbî, Mustafa (ö.999/1591), Târîh-i Cenâbî (el-Aylemü'z-zâhir)

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 19

19

* Çelebizâde, Zeyl-i Naîmâ * Devletşâh bin Bahtişâh-ı Semerkandî (ö.900/1495),Tezkire-i Devletşâh * Dilâverağazâde Reisü'l-küttâb Ömer, Hadîkatü'l-vüzera Zeyli * Dürer-i Munazzama * Ebî Hayy®nü'l-Endelüsî (ö.744/1343), Nudâr * Ebû Saîd Muhammed ibn Hüseyn (ö.388/998), Ahbâr-ı Şuarâ * Ebû'l-Hasan Şâzelî, (eser adı belirtilmiyor) * Ebû's-Senâ İsbihânî, (eser adı belirtilmiyor) * Ebü'l-Fazl (958/1551-1011/1602), (eser adı belirtilmiyor) * Edebü'l-Kâtib Şerhi * Emîr Muiz Bâdis, Umdetü'l-Küttâb * el-Halil (ö.175/791), Kitâbü'l-ayn * Fîrûzâbâdî, Mecdeddin (ö.817/1415), Tahbîrü'l-Müveşşîn fi't-Ta'bîri bi's-Sîn ve'ş-

Şîn * Halîka * Hamîdîzâde Hasan, Mak®le * Harîrî, Sîniyye ve Şîniyye * Hâtımetü'l-Hâtıme * Hınnavîzâde (Kınalızâde) Hasan Çelebi (ö.1012/1604), Tezkiretü'ş-şuarâ * Hoca Pars®-yı Nakşbendî (ö.822/1420), Faslü'l-Hıtâb * İbn Abdüsselâmü'l-Menûfî (ö.931/1527), Bedrü't-t®li' * İbn Asâkir, Ali (499/1105-571/1175), Târîhü Medîneti Dımışk * İbn Ebî Usaybîa (ö.668/1270), Uyûnü'l-enbâ * İbn Ebi'l-Vefâ el Kuraşî (ö.775/1373), el-Cevâhirü'l-Mudiyye fî Tabak®ti'l-

Hanefiyye * İbn Habîb, Bedreddin (710/1310-779/1377), Dürretü'l-eslâk * İbn Hacar, Ahmed (773/1361-852/1449), ed-Dürerü'l-kâmine * İbn Hâcib (ö.646/1248), Şâfiye * İbn Haldûn (732/1332-808/1406), Kitâbü'l-İber * İbn Hallikân, Şemseddin (608/1211-681/1282), Vefeyâtü'l-a'yân * İbn Hamdân, (eser adı belirtilmiyor) * İbn Hemedânî, (eser adı belirtilmiyor) * İbn Hıccetü'l-Hamevî (ö.837/1434), Bedîiyye * İbn Hişâm Hadrâvî, İfs®h * İbn Kurre (ö.288/901), (eser adı belirtilmiyor) * İbn Me'mûn Ahmed (ö.586/1190), Esrâr-ı Hurûf * İbn Melek Abdüllatîf (ö.797/1395), (eser adı belirtilmiyor) * İbn Nedim, Muhammed (325/937?-400/1010?), Kitâbü'l-fihrist * İbn Seyyidü'n-nâs (ö.705/1305), İnsanü'l-uyûn * İbn Şıhne, Muhibbüddin (ö.815/1412), Ravzu'l-menâzır. * İbn Tagribirdî (812/1409-874/1470), Nücûm-ı Zâhire * İbn Tagribirdî, el-Menhelü's-sâfî * İbn Tûlun Sâlihî (ö.953/1546), Guraf-ı Aliyye * İbn Zeydûn (ö.463/1071), Risâle * İbnü'l-Bennâi'l-Sarakostî (IX./XV.y.y.), Mebâhis-i Asliyye * İcâre-i Lâkıtî * İmâdeddin bin Afîf (ö.736/1336), Risâle-i Afîfiyye

20 M. UĞUR DERMAN

* İmâdeddinü'l-Kâtib (519/1125-597/1201), Harîdetü'l-kasr * İmâdeddinü'l-Kâtib, Zeyl-i Harîde * İmam Buhârî (ö.256/870), el-Câmi'u's-Sahîh * İmam Evz®î, Abdurrahman ibn Amr (ö.157/774), (eser adı verilmiyor) * İmam Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniyye * İmam Münâvî, (eser adı belirtilmiyor) * İmam Nüveyrî (677/1279-732/1332), Nihâyetü'l-erab fî fünûni'l-edeb * İmam Seâlibî (350/961-429/1038), Yetîmetü'd-dehr * İmam Seâlibî, Tetimmetü'l-yetîme * İmam Sehâvî, Şemseddin (830/1427-902/1497), ed-Dav'ü'l-Lâmi' * İmam Suyûtî (849/1445-911/1505), Aynü'l-a'yân * İmam Suyûtî, Tabak®tü'n-nuhat * İmam Suyûtî, Hüsnü'l-muhâzara fî târîhi Mısr ve'l-K®hire * İmam Suyûtî, Reşfü'z-Zülâl mine's-Sihri'l-Helâl * İmam Suyûtî, Şerh-i Takrîb-i İmam Nevevî * İmam Sübkî, Tâceddin (727/1327-771/1370) Tabak®tü'ş-Şâfiiyye * İmam Zehebî, Muhammed b. Ahmed (673/1273-748/1347), Târîh-i İslâm * İmam Zehebî, Düvelü'l-İslâm * İshak bin Mirar (ö.206/821), Kitâbü'l-Cim * İshak ibn Ebîbekr (ö.710/1310), Fetâvâ-yı Velvâliciyye * el-Kalkaşendî (756/1355-821/1418), Subhü'l-a'şâ * K®dı İyaz (ö.544/1149), Şifâ-yı Şerîf (Kitâbü'ş-Şifâ fî Ta'rîfi Hukûkı'l-Mustafâ) * Kara Çelebizâde Abdülaziz Efendi (1000/1591-1068/1658), Süleymannâme * Kara Çelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü'l-Ebrâr * Karam®nî, Ahmed (ö.1019/1611), Târîh-i Karam®nî (Ahb®rü'd-düvel) * Kâtib Çelebi (1017/1609-1067/1657), Süllemü'l-Vusûl fî Tabak®ti'l-Fuhûl * Kâtib Çelebi, Keşfü'z-zünûn * Kâtib Çelebi,Takvîmü't-tevârîh * Kemâleddin Mehmed, Mevzûatü'l-ulûm (Mift®hü's-saâde tercümesi) * el-Kıftî, Cemâleddin (568/1172-646/1248), İhbârü'l-ulemâ biahbâri'l-hükemâ * Kutbeddin Nehrevâlî (917/1511-990/1582), Tabak®tü'l-Hanefiyye * Koca Râgıb Paşa (ö.1176/1765), Sefînetü'r-Râgıb ve Defînetü'l-Metâlib * La'lîzâde Abdülbâki Efendi (ö.1159/1746), Silsile-i Bayrâmiyye * el-Makrîzî (766/1365-845/1441), es-Sülûkü'l-mülûk * Mansur bin Selim (ö.673/1275), Târîh-i İskenderiye * Mecnun bin Mahmud Refîkî (ö. 945/1538), Risâle-i Hattıyye (T.S.M.K., Y.599) * Mehmed Râşid (ö.1148/1735), Târîh-i Râşid * Mevlânâ Celâleddin Rûmî (604/1207-672/1273), Mesnevî * Mîr Aliyyü'l-Kâtib (841/1437-926/1520), Manzum hat risâlesi * Molla İsâm, Kasîde-i Bür'e Şerhi * Muhammed Ebherîyü'l-Avfî, Risâle-i Avfiye * Muhammed bin Muhammedü'l-Edirnevî (ö.1050/1650), Nuhbetü't-tevârîh * Muhammed bin Mûsâü'l-Hâzim (ö.584/1188), Ucâletü'l-mübtedî * Muhammed Hazrecî, el-Kasîdetü'l-Hazreciyye * Muharrem Efendi (ö.1000/1592), Ziletü'l-k®rî Mesâilinde Zeyl * el-Muhibbî, Muhammed Emin (1061/1651-1111/1699), Hulâsatü'l-eser * Muhyiddin ibnü'l-Arabî (560/1165-638/1240), Muh®zar®tü'l-Ebrâr ve

Müs®mer®tü'l- Ahyâr

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 21

21

* Muhyiddinü'l-Kâfiyeci (ö.879/1474), el-Kâfî fî Beyâni Saffi't-Tavîl * Muslihüddinü'l-Lâri (ö.979/1571), Mir'âtü'l-edvâr * Mustafa Âli, Menâkıb-ı Hünerverân * Mustafa Âli, Fusûlü'l-hâl ve'l-akd * Mustafa bin Abdullah (Ö. 1067/1657), Sülllemü'l-Vusûl * Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin, Devhatü'l-meşâyıh * Nahhas (ö.338/949), (eser adı belirtilmiyor) * Naîmâ (1065/1655-1128/1716), Naîmâ Tarihi * Necmeddinü'l-Gazzî (977/1570-1061/1651), Latafü's-Semer * Nefeszâde İbrâhim, Gülzâr-ı Savâb * Nergisîzâde Mehmed (ö.1044/1635), İksîr-i Devlet * Nev'îzâde Atâyî (ö.1634), Zeyl-i Atâyî * Nisâburî, Târîh-i Nisâbur * Nûreddin Useylî, (eser adı verilmiyor) * Nûreddînü'l-Halebî (ö.1044/1654), İnsânü'l-Uyûn * Ramazan bin Sâlih (ö.1158/1745), Reşfü'z-Zülâl * Razîyü'l-Kazvînî (ö.1096/1685), Lisânü'l-Havas * Sa'd Verraku'l-Hazîrî (ö.567/1172), Zînetü'd-dehr (Dümyetü'l-kasr zeyli) * Sâdıkî-i Geylânî, Mecma'u'l-Havâs (Tezkire-i Sâdıkî) * Safâyî (ö.1196/1782), Nuhbetü'l-Âsâr min Fevâidi'l-Eş'âr (Safâyî Tezkiresi) * es-Safedî, Halil bin Aybek (696/1297-764/1363), el-Vâfî bi'l-vefeyât * es-Safedî, Halil bin Aybek, et-Tezkiretü's-Salâhiyye * Sâkıb Dede (ö.1148/1735), Sefîne-i Nefîse * Sâlim (ö.1152/1739), Tezkire-i Sâlimâ * Sâm Mîrza (923/1517-974/1566), Tuhfe-i Sâmi * Selânikî Mustafa (ö.1008/1600), Selânikî Tarihi * Seyrekzâde Mehmed Emrullahü'l-Hüseynî, Zeyl-i Şak®yık * Seyyid Alizâde, (eser adı belirtilmiyor) * Seyyid Âşık (ö.1572), Zeyl-i Şak®yık * Suyolcuzâde Mehmed Necîb, Devhatü'l-Küttâb * es-Sülemî, Ebû Abdurrahman Muhammed (325/936-412/1021),Tabak®tü's-

Sûfiyye * Şahabeddînü'l-Hafacî, (eser adı belirtilmiyor) * Şeyh Ahmed bin Muhammed Taglibî (ö.723/1323), Ravzu'l-münammak * Şeyh Ali Halvetî, Evveliyât * Şeyh Muhammed bin Hasan Sincârî, Bidâatü'l-mücevvid * Şeyh Sa'di (ö.691/1292), Bostan * Şeyhî Mehmed Efendi (1078/1668-1145/1732), Vak®yi'ü'l-fudalâ (Şak®yık Zeyli) * Şeyhulislâm Es'ad Efendi (ö.1166/1753), Atrabu'l-âsâr (Tezkire-i Hânendegân) * Şeylî, (eser adı belirtilmiyor) * Tabak®t-i Hükemâ * Tabak®t-i Nuhat * Tabak®tü'n-nisâ * Taberânî, Kebîr * et-Taberî (225/840-310/922), Târîhu'r-rusûl ve'l-mülûk * Tâc bin Mektum, (eser adı belirtilmiyor) * Takî-i Sübkî, (eser adı belirtilmiyor) * Takıyyüddinü't-Temîmî (ö.1010/1601), et-Tabak®tü's-Seniyye fî Terâcimi'l-

22 M. UĞUR DERMAN Hanefiyye (Temîmî Târihi)

* Takrîbü'l-Medârik * Tâlibî, (eser adı belirtilmiyor) * Târîh-i Mekkî * Târîh-i Tîmûr * Taşköprîzâde Ahmed(901/1495-968/1561), Şak®yıku'n-Nu'mâniye * et-Tenûhî, Nütefü'l-muhâzara * Terceme-i K®mûs-ı Bâbûs * Tezkiretü'l-hükemâ * Tîmûrnâme * Tuhfe-i Mahmûdî * Tuhfetü'l-mü'minîn * Ubeydullah Tercemesi * Vâdi'î, Yahyâ ibn Zekeriya (ö.183/799), Kitâbü'ş-Şurût ve's-Sicillât * Vek®yi-i Çelebizâde * Yahyâ ibn Abdüllatîfü'l-Kazvînî (ö.690/1291), Lübbü't-tevârîh * Yâkûtü'l-Hamevî (575/1179-626/1229), İrşâdü'l-Erîb * Yâkûtü'l-Hamevî, Mu'cemü'l-büldân * Yûsuf Belevî (ö.604/1210), Kitâb-ı Elifbâ * Zamîr * Zebîdî, (eser adı belirtilmiyor) * Zehebî, Nüzhetü'l-berrâre * Zerkeşî, Ukûd * Zeyl-i Necmeddin * Zeyli'î, Tahrîcü'l-keşşâf * Zeylü'z-Zeyl-i Şak®yık

Kendi yaşadığı yılların evvelinde kalan on bir asırlık İslâm tarihinde yetişmiş kalem ehlini bu mehazlardan dikkatle çıkartıp bulan Müstakîmzâde, "emsâlsiz bir hat-şinas" vasfıyla andığı Kirişcizâde Yahyâ'dan (ö.1173/1759), Tuhfe'deki mâlûmâtın toplanmasıyla ilgili olarak baştan sona gördüğü yardımı da belirtmeden geçmiyor (s.579). Müellifimiz eski hattatları yazarken hâliyle uygulayamadığı bir ilkeyi Osmanlı hattatları hakkında gerçekleştirmiş ve hiç olmazsa bir eserini görmediği kimseler için müstakil hâl tercümesi yazmamıştır. Bu husustaki ilmî haysiyetine örnek olarak kitaptaki şu hâşiye gösterilebilir (s.144): Elsiz ve ayaksız bir garîbin Bolu'dan İstanbul'a gelip Suyolcuzâde'den hat öğrendikten sonra, pâdişahın huzûrunda yazarak ihsanlara nâil olması keyfiyetine kendisinin Râşid Tarihi'nde rastladığını belirtmekle beraber, "Lâkin bir eser ibk®sı v®k•' olmamağla derc olunmadı" cümlesiyle, ender karşılaşılacak bir hattat örneğine ancak hâşiyede yer vermeği tercih etmiştir.

Tuhfe-i Hattatîn'de, Müstakîmzâde'nin faydalandığı mehazlardan veya şahsî dalgınlığından kaynaklanan bâzı bilgi hatâlarının bulunması tabiîdir. Kilisli Rifat Bilge, Mu'cemü'l-Büldân isimli mühim eserin, Yâkût-ı Hamevî'ye âid olduğu hâlde Tuhfe'de (s.577) nasılsa Yâkût-ı Mavsılî'ninmiş gibi gösterildiğini (Gülzâr-ı Savâb, 40), İbn Bevvab'ın İbn Sitrî olan diğer ismini Müstakîmzâde'nin (Tuhfe, s.331) yanlış bir kaynaktan İbn Şerî olarak tesbit ettiğini (Gülzâr-ı Savâb, s.43) yazıyor. Devhatü'l-Küttâb'ın 14.-15. sayfalarındaki hâşiyelerde de Tuhfe'nin 67. ve 124. sayfalarında gördüğü iki küçük hatâya işâret ediyor. Mühim sayılabilecek şu birkaç yanlışlığa da şahsen

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 23

23

rastlamıştım: 1) Süleymaniye'deki Mimar Sinan sebîli ve merkadinin hattı Ahmet Karahisârî'ye âit olamaz (s.94). Çünkü kendisi 963/1556'da vefat etmiştir, oysa bunlar 996/1588 tarihlidir. 2) Sultan II. Bayezid'in tahta çıkmazdan önce Hacc'a gittiği sâdece Karam®nî Tarihi'ne dayanılarak kabûl edilmektedir (s.140-141). 3) Kûfîden sülüse nâkıl-i hakîkînin Hasan Basri olduğu kan®ati (s.164) bugün artık geçerliliğini kaybetmiş, sülüsün müstedir yazıdan doğduğu anlaşılmıştır. 4) Abdurrahmanü's-S®bıg adı Abdurrahman İbnü's-S®'ig olacaktır (s.253). 5) "Ebrî tâbir olunan münakkaş, musanna' kâğıd" Ayasofya Hatîbi Mehmed Efendi'nin îcâdı (s.386) olmayıp yüzyıllar öncesinden beri yapılıyordu. Ancak bu zât "Hatîb Ebrîsi" tarzını bulmuştur. 6)Kasîde-i Râiyye İbn Mukle'nin değil (s.429), İbn Bevvâb'ındır. 7) Müstakîmzâde, Edirneli Yahya Sûfî (ö.882/1477)'yi, ondan yüz küsur yıl önce Îran sâhasında yaşayan bir başka Yahya Sûfî ile karıştırıp, bu sonuncuya kitabında hiç yer vermemiştir (s.583). Halbuki Gülzâr-ı Savâb'da her iki hattat da ayrı ayrı kayıtlıdır. 8) Osmanlılarda ta'lîk denilen nesta'lîk hattının Mîr Ali Tebrîzî tarafından vaz' olunduğu da, artık geçerliliğini kaybetmiş bir ifâdedir (s.688-689). 9) İmâdü'l-Hüseynî adı İmâdü'l-Hasenî olacaktır (s.695). Bu listenin dikkatli ve sabırlı bir çalışma ile daha da genişleyeceğine şüphe yoktur.

Müstakîmzâde'nin bir başka ifâde husûsiyeti de bâzan şahısların vefatını doğrudan yazmayıp da onların meslekine uygun bir tarzda anlatışıdır. Meselâ, bir hattat için "kalem-i cismini vaz'-ı kubur eyledi" denilmesi onun "kalem benzeri bedeninin kubur denilen kalem kutusuna konulması" dır. Kubur aynı zamanda kabir kelimesinin de çokluk şeklidir. Hattın yanı sıra okçuluk sporuyla uğraşan bir başkasının ölümü "tîr-i rûhu kemân-ı bedenden hedef-i âlem-i ervâha küşâd" bulmuş, yâni "ruh oku beden yayından ruhlar âlemini hedef alarak açılmış" cümlesiyle anlatılır. Bunun gibi daha birçok örnek çıkartılabilir. Sâir nüktelerine bir misâl gerekirse: İfâde tarzından hoşlanmadığı iyi bir hattatı "kalemi lisasından fasîh" cümlesiyle tanıtışı kayda değer.

Müstakîmzâde Tuhfe-i Hattatîn'in 1173/1760'da başladığı tesvîdini on yılı aşkın bir müddet içinde bitirdikten sonra, 1184/1770'te tebyîze geçtiğini belirten bir ifâdeye yer vermiş (s.6). Ancak tahmînimiz şudur ki, bu mühim te'lîfini tebyîzden sonra bir hayli zaman dinlendirmiş, buldukça yeni bilgilerin yanı sıra, bir hattat için ölüm v®kî' olduysa onu hemen kaydetmiştir. Çünkü 23 Şevval 1202 / 27 Temmuz 1788'de vukû bulan kendi vefatından evvel ölen hat erbâbının, 1202 yılı ilk ayı olan Muharrem'in sonlarına (Kasım 1787) kadar kitapta tesbit edildiği görülmektedir. Yaşadıkları tarih îtibâriyle Tuhfe'de bulunması gereken Abdülk®dir Şükri (ö. 1221/1806), İsmail Zühdi (ö.1221/1806) ve Mustafa Râkım (1171/1758-1241/1826) gibi -o sıralarda genç olan- üç k®biliyetin bu kitapta yer almayışı, her hâlde tebyiz esnâsında ilâve edilmelerinin unutulmasındandır.

Müstakîmzâde Tuhfe-i Kübrâ'ya yazdığı Mukaddime'ye Besmele'nin İslâmdaki mevkıini tahlil ederek başlayıp hüsn-i hat noktasından ele alıyor (s.1-6). Mûtad olduğu vechile hat hakkındaki kırk hadîsi kitabında sıralayıp izâh ettikten sonra (s.7-20, bu rivâyetlerin sıhhatini araştırmak, mak®lenin yazarını aşan bir husustur; esâsen Müstakîmzâde de bu babdaki ifâdesinde hüsn-i tevîle başvurmaktadır, s.20-21, zeyl ), Resûlullah Muhammed Mustafa Mahmud Ahmed başlığı ile İslâm Peygamberi'ni konu alan son bölümde ümmiyyet üstünde durulmakta (s.21-24) ve mukaddime faslı ebced'in izâhıyla bitmektedir (s.24-25). Ta'lîk dışındaki yazı nevileriyle meşgul olanların tanıtıldığı bölüm s.26-597 arasında devam etmektedir. Müellifimizin ifâde tarzına misâl olarak önce şu kısa hâl tercümesini naklediyorum:

24 M. UĞUR DERMAN

BEHRAM BİN ABDULLAH

"Âzâd-gerde-i Dâvud Paşa olmağla "gulâm-ı Dâvud Paşa" deyû ketebesinde kayd eder. Şeyh-i Kıbletü'l-Küttâb'ın me'zûn tâliblerinden ve Dergâh-ı Âli kâtiblerindendir. (Hatt-ı dilkeş 963) târihinde itmâm eylediği mushaf-ı şerîf, Süleymaniye Câmii'nde rahle-zîb-i tevkîfdir. Sadr-ı âlî Dâvud Paşa merhumun câmi-i şerîfi târihi kapusu üzerine Şeyh merhûmun tahrîrine bunlar sebeb-i sûrî olmuşlardır" (s.144).

Bu ifâdenin şimdiki Türkçeyle meâli şudur: "Dâvud Paşa'nın serbest bıraktığı kölelerinden olduğu için imzâsında 'Dâvud Paşa kölesi' diye yazar. 'Yazıcıların kıblesi' sayılan Şeyh Hamdullah'ın icâzetli talebesinden ve Saray'ın kâtiplerindendir. 963 tarihinde tamamladığı mushaf Süleymaniye Camii'ndeki bir rahleyi süslemektedir. Sadrâzam Dâvud Paşa merhumun camiinin kapısı üzerindeki tarih kitâbesini Şeyh merhumun yazmasının görünürdeki sebebi bu zât olmuştur."

Daha sâde bir ifâdeyle yazıldığı için bütünüyle açıklamadığımız bir başka hâl tercümesi:

YAHYÂ BİN MEHEMMED

"Niğde sancağında Bor nâm kasabada zuhûr ve hüsn-i hattı Ağakapılı İsmail Efendi'den esnâ-yı tahrîrinde (yazdığı sırada) ahbâbından biri, (Hâfız) Osman Efendi'nin kendinden farkını suâl eyledikde, (Ağakapılı) insâf ile cevâbında: "Biz bildik, anlar (onlar) yazdı" dedikleri mesmûu oldukda (dediğini duyduğunda) üstâdı izniyle onlardan dahi meşk alıp, resîde-i kemâl oldukda (kemâle erdiğinde) ikisi berâber icâzet vermişlerdir. Beldesinde sâkin iken takrîben (temşît 1150) tarihinde azm-i cennet eyledi (cennete gitmeye karar verdi). Ya'kûb Hindi gibi şâkirdi (öğrencisi) vardır." (s.582).

"Ânî" mahlaslı hanım hattatın aşağıya naklettiğim hâl tercümesinde de "Nesc yerine" yle başlayan cümlede, hele Osmanlı imlâsıyla yazılırsa, yapılan kelime oyunları hemen göze çarpmaktadır:

FÂTIMA ÂNÎ

"İstanbul'dandır. Beyne'n-nisvân (kadınlar arasında) Hâce-i Zenân (Kadınlar hocası) demekle şühre-i âlemiyân idi (tanınmıştı). Âl-i Hasancan'dandır (Hasancan soyundandır). Mahlas-ı mezbûr (Ânî) ile dîvânı ve hüsn-i hatt-ı vaktde şühret ü şânı var idi. Hattâ tezkirede Sâlimâ ifâde eder (bkz.Ânî Kadın, Tezkire-i Sâlim, İstanbul, 1315, s.152-156). Akrabâsından Îsâzâde -mezkûr- Mehemmed Aziz Efendi'den izn almıştır. Oğlu Emîr Ağazâde Seyyid Mehemmed Efendi Yenişehr-i Fenâr k®dısı iken, kendi, anda (Nahl-i L®hût 1122) târîhinde müşâare-i hasm-ı gâlib-i ecelden (hep gâlip gelen 'ecel' adlı düşmanla yaptığı şiir yarışmasından) selb-i şuûr ile sükût ve sandûka-i kabri lihâf-ı lâhut eyledi (şuûru giderek sustu ve kabrine ilâhi bir örtü sanduka oldu). Nesc yerine merdâne hatt-ı nesh yazar ve gazlden bedel şâirâne gazel söylerdi (Dokumayla uğraşmak yerine erkekler derecesinde nesih hattı yazar; iplik eğirmektense şâirâne gazel söylerdi).

Şiir:

Ve lev kâne'n-nisâü kemen zekernâ

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 25

25

Lefazzaltü'n-nisâe ale'r-ricâli (= Kadınlar zikrettiğimiz gibi olsalardı, onları erkeklerden üstün tutardık)

Bu güftâr-ı âbdâr ol bânû-yı pâk-gûy-ı dürer-bârındır (Bu hoş ifâde, pâk sözleriyle inci yağdıran o hanımındır):

Hayâl-i ârızınla dîde sahn-ı gülsitânımdır Açılmış şerhalerle sîne nahl-i erguvânımdır Ümîd-i vuslatın ey kaşları yâ, sîneden çıkmaz Hayâl-i tîr-i gamzen, Âniyâ, hâtır-nişânımdır." (s.363-364)

Tuhfe'nin kübrâ (=büyük) ve sugra (=küçük) bölümleri arasına yerleştirilmiş çok değerli bir nazariyat faslı mevcuttur. Bunun Hâtimetü'l-kitâb (=kitâbın bitişi, s.598-636) başlığıyla verilmesinden, aslında kitabın kübrâ kısmıyla tamamlandığı, Tuhfe-i Sugrâ'nın ise birincinin devamı olarak sonradan tasarlandığı anlaşılmaktadır. Müstakîmzâde, Hâtimetü'l-kitâb'ı şöyle tanıtıyor: "Fenn-i kitâbetle meşgûl ve talebe-i hattı terbiyetle mecbûl olan ricâle düstûrü'l-amel olmak dâiyyesiyle ba'zı mak®lât-i sevânih intihâb ve bu cerîde-i ferîde-i ehl-i hatta hâtimetü'l-kitâb kılındı ki (bal 33) adedi üzeredir"

Müellifin her birisini sâniha (=akla gelen) olarak adlandırdığı bu bâzısı uzun, bâzısı kısa mak®lelerin sayısına ebcedle (bal 33) karşılığını bulması da mânidardır; çünkü verilen bilgiler hakikaten bal kadar faydalı ve güzeldir. Aynı kelimeyi Farsçadaki "kanat" karşılığıyla alırsanız, "hattatların sanat ufkunda uçuşlarını temin için gerekli bilgiler" verişiyle, bu da münâsip düşer. Hattâ Arapçadaki "kalp, gönül" mânâsıyla da, "bâl" kelimesi bu sanatın gönülsüz gerçekleştirilemeyeceğine delâlet eder. Mündericâtı hakkında fikir sâhibi olunması için bâzı sânihalara dâir notlar verelim:

* 2. sâniha : Hattatlıkta kullanılan âlet ve edevâta dâir pek mühim mâlûmât taşımaktadır, her biri kadîm adlarıyla verilmiştir.

* 6.-7.- 8. sâniha : Kalem hakkındadır. * 10.-11. sâniha : Harflerin hat nevilerine göre tahlîli. * 14. sâniha : Harflerin noktalarına dâir. * 15. sâniha : Ta'lîk ve nesta'lîk yazıları üzerine. * 16. sâniha : Kadîm hat çeşitleri. * 17. sâniha : Kâtiplerin sınıflandırılması. * 18. sâniha : Kalemin mecâzî mânâları. * 20. sâniha : Hat hakkında mülâhazalar. * 21. sâniha : Rıh dökme ve mushaf yazmaya dâir.

Bu sânihada geçen dikkate değer bir mâlûmât şudur: Hâfız Osman (1642-1698) ve onun yolundan gelen hattatlar, Kur'ân-ı Kerîm yazarken imlâ hatâsını önlemek için, harflerin gerekli nokta ve harekelerini koymadan, cüz'ün tamamını (20 sayfa) bitirir, önce nokta ve harekelerini, sonra da kırmızı mürekkeble secâvend işaretlerini koymak vesîlesiyle yazdıklarını böylelikle iki kere elden geçirirlermiş (s.624-625).

* 23. sâniha : Hat tâliminde hocanın iyilikle davranması üzerine. * 24. sâniha : Üstâd elinin öpülmesi hakkında.

26 M. UĞUR DERMAN

* 28. sâniha : Dûde (is) ve mürekkebe dâir. * 28.-32. sâniha : Yazmakla ilgili bâzı tecrübeler.

* 33. sâniha : Şeyh Hamdullah'tan (ö.926/1520) Müstakîmzâde'nin devrine kadar hattatlar silsilesinin manzûm olarak sıralanışı.

Bunların sonuna eklenen 8 sayfalık hâtimetü'l-hâtime, harfleri muhtelif bakış açılarından ele alan mühim bir bölümü hâvidir. Daha sonra yukarıda tanıtılan Tuhfe-i sugra başlamaktadır.

Batı'da hat ve sâir kitap sanatlarıyla sanatkârları üzerine hâlâ en geniş kaynak sayılan Les Calligraphes et les Miniaturistes de l'Orient Musulman (Paris, 1908) kitabının müellifi Cl.Huart (1854-1926) bu eserinin te'lîfinde Tuhfe-i Hattatîn'in yazma nüshasından çok faydalanmıştır.

Kanaatimizce, Tuhfe-i Hattâtîn, üç doğu dilini (Türkçe, Arapça, Farsça) klâsik vechesiyle bilen, hattı da ilim ve sanat cephesiyle tanıyan bir ilmî hey'etin himmetiyle yeniden ele alınması gereken çok mühim bir kaynaktır. Çünkü yalnız hat sanatı değil, Osmanlı içtimâî hayatı ve kültürüyle ilgili birçok konu da burada incelenmiştir.

GÜLZÂR-I SAVÂB Gülzâr-ı Savâb (=Doğruluk bahçesi) isimli eser, yazılışından takrîben üç yüzyıl

geçtikten sonra, ancak Cumhuriyet devrinde yeni harflerle basılabilmiştir. Kaynaklarda bâzan Gülzâr-ı Sevâb (=İlâhî mükâfat bahçesi) adıyla da anılan kitabın müellifi Nefeszâde Seyyid İbrahim Efendi11 hat sanatının yanı sıra, şiir ve inşâ ile de meşgul olmuş bir zâttır. Şükrullah Halîfe'nin (ö.950/1543'ten sonra) talebesi olan babası Nefeszâde Mustafa Efendi'den12 öğrenmeye başladığı aklâm-ı sitteyi Demircikulu Yusuf Efendi'den (920/1514-1020/1611) tamamladı. Hayatı hakkında fazla mâlûmât yoktur. 1060/1650 yılında vefat etti, kabrinin yeri de bilinmemektedir. Burada bahse konu olan Gülzâr-ı Savâb'ın müellif nüshası bulunmadığı gibi, Nefeszâde Seyyid İbrahim Efendi'nin hüsn-ı hat eserlerine de rastlanmamıştır. "Şeyh Hamdullah tavrı" nın unutulmaz isimlerinden Nefeszâde Seyyid İsmail Efendi de (öl.1090/1679) bu âilenin akrabâsındandır13.

Aşağıda görüleceği vechile, farklı olarak adlandırılmış istinsâhları bulunan Gülzâr-ı Savâb'ın İstanbul kütüphânelerindeki nüshaları şunlardır:

Kitabın adı Bulunduğu yer İstinsah tarihi Risâle-i Hutût Millet K.-Ali Emîrî,T.808 1067/1657 Gülzâr-ı Savâb T.S.M.K.-Hazîne,1292 1090/1679 Gülzâr-ı Savâb T.S.M.K.-Hazîne,1293 1110/1698 Kitâb-ı Küttâb,Gülzâr-ı Savâb T.S.M.K.-Emanet Hazînesi,1232 / 2 1151/1738

11 Habib, Hatt u Hattâtân, İstanbul, 1305, s.88-89; Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin, Tuhfe-i Hattâtîn,

İstanbul, 1928, s. 42; Suyolcuzâde Mehmed Necib, Devhatü'l-Küttâb, İstanbul, 1942, s.10 12 Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul, 1928, s. 545; M.Uğur Derman, "Kanunî

Devrinde Yazı Sanatımız", Kanunî Armağanı, Ankara, 1970, s.285. 13 Habib, Hatt u Hattâtân, İstanbul, 1305, s.102-103; Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin, Tuhfe-i

Hattâtîn, İstanbul, 1928, s.129; Suyolcuzâde Mehmed Necib, Devhatü'l-Küttâb, İstanbul, 1942, s.132.

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 27

27

Gülzâr-ı Savâb T.S.M.K.-Yeniler,656 1156/1743 Kitâbü'l-Küttâbiyye İ.Ü.Merkez K.,3794/2 1181/1767 ve Risâletü'l-Midâdiyye Tezkiretü'l-Hattâtîn Süleymaniye K.-Esad Ef.,2547/1 1188/1774 Gülzâr-ı Savâb Millet K.-Ali Emîrî,T.806 1225/1810 Risâle-i Küttâbiyye Millet K.-Ali Emîrî,T.812/4 1268/1852 ve'l-Kırtâsiyye Mîzânü'l-Hat,Gülzâr-ı Savâb Millet K.-Ali Emîrî,T.807/1 ? Tabak®tü'l-Hattâtîn Süleymaniye K.-Bağdadlı Vehbi,1232 ? Tezkiretü'l-Hattâtîn Süleymaniye K.-Bağdadlı Vehbi,1234 ? Hat ve Kitâbete Dâir Bir Eser Süleymaniye K.-Hacı Mahmud,5267 ? Kitâb fî Fez®ili'l-Hat ve'l-Kitâbe Süleymaniye K.-Hafîd Efendi,292 ? Kitâb fî Fez®ili'l-Hat ve'l-Kitâbe Süleymaniye K.-Hafîd Efendi,293 ? Tezkiretü'l-Hattâtîn Süleymaniye K.-Âşir Efendi,289/1 ? Gülzâr-ı Savâb Murad Molla K.,1535 ? Hüsn-i Hattın Fezâili Âtıf Efendi K.,2853 ? Risâle-i Hat Arkeoloji Müzesi K.,1243 ?

"Güzel Sanatlar Akademisi neşriyatından" olarak 1938 (kapaktaki baskı tarihi: 1939) yılında İstanbul'da yayımlanan Gülzâr-ı Savâb, TSMK-Emanet Hazînesi, 1232/2 de kayıdlı yazma nüsha esas alınıp Kilisli Muallim Rifat Bilge (1873-1953) tarafından tertip ve tashih olunmuştur. İleride Tuhfe-i Hattâtîn'i te'lîf edecek olan Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin Efendi'nin genç yaşlarındayken istinsâh ettiği bu nüshada hayli hatâlar bulunduğundan, Rifat Bilge yukarıda sıralanan diğer nüshalarla karşılaştırmanın yanı sıra Mevzû'®tü'l-Ulûm, Subhü'l-Â'ş® gibi Arapça temel kaynaklardan da faydalanarak Gülzâr-ı Savâb'ı neşre hazırlamıştır. Klâsik kültürümüzle ilgili birçok mühim eserin sâhibi bulunan Kilisli Rifat Bey'i Gülzâr-ı Savâb'a olan emekleri dolayısıyla müellifiyle beraber rahmet ve minnetle anmak gerekir. Zîra Kilisli merhum, ikinci kısmı da olduğu gibi bırakmayıp, kütüphânelerdeki tetkîkleri sırasında muhtelif yazma eserlerde aynı bahislere dair rastladıklarını hâşiye (dipnotu), yâhut lâhika (ek) olarak ve kaynağını da belirterek kitaba ilâve etmiştir. Yine ikinci bölüm, neşrinden önce Reisü'l-hattâtîn Kâmil Akdik (1861-1941), Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946) ve Hezârfen Necmeddin Okyay (1883-1976) gibi Akademi'nin Türk Tezyînî Sanatlar Şûbesi üstadlarına okutularak muhtemel hatâların veya müphemiyetin önlenmesine çalışılmıştır.

Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki müdürlüğü sırasında (1936-1948), buradaki Türk Tezyînî Sanatlar Şûbesi'nin muallimlerine ve onların faaliyetlerine pek de sıcak bakmayan Burhan Toprak'ın (1906-1967), bu şûbeye ve dolayısıyla Türk klâsik sanatlarına dâir en müsbet hizmeti, Gülzâr-ı Savâb ve arkasından -ayrıca tanıtılacak olan- Devhatü'l-Küttâb isimli iki eserin neşredilmesine vesîle olmasıdır, denilebilir14. 119 sayfa tutan bu kitaba yazdığı önsözde (s.3-6) Toprak, birinci kısmın fazla ehemmiyet taşımadığını, ikinci kısmın ise kâğıd âharlenmesi, mürekkeb, kalem, kalemtıraş gibi konuları topluca tanıtan tek Türkçe kaynak olduğunu belirtiyor. Şu cümle oradan aktarılmıştır: "Kullanıldığı kitaplarda, üzerinden asırlar geçtiği hâlde rengini atmayan, güzelliğini, parlaklığını kaybetmeyen, yazma kitaplarda sayfaların yapışmasına meydan vermeyen, hattâ rutûbet-

14 M.Uğur Derman, "Cumhuriyet Devrindeki Türk Hat Sanatı",Yeni Türkiye, Cumhuriyet Özel Sayısı, sayı: 23-24, IV, s.3173-3176, Ankara, 1998.

28 M. UĞUR DERMAN

ten bile müteessir olmayan Türk mürekkebinin nasıl yapıldığını bilen, Türkiye'de bugün belki birkaç kişi kalmıştır. Eğer bu kitap da olmasaydı, bir müddet sonra Türk mürekkebi denilen şey hepimiz için unutulmuş bir sır olacaktı."

Kitabın mukaddimesinde devrin hükümdarı Sultan IV.Murad'a dair kaleme alınan medihkâr cümle -o yılların resmî tarih ve kültür siyasetine uyularak- neşre hazırlanırken çıkartılmıştır. Halbuki Tuhfe'nin nakline göre (s.739), Nefeszâde "bu padişahın ta'lîk hattındaki kalem tecrübesini vesîle bilerek Gülzâr-ı Savâb'ın girişini onun yüce adıyla bezemiştir". Hem kitabın üslûbu, hem de metinden çıkartılan medhiyenin şumûlü hakkında bir fikir vermek için bu kısımdan uzun bir cümleyi aynen alıyoruz: "Der ta'rîf-i maârif-i Hümâyûn: Tab'-ı hümâ-yı Hümâyunları her kemâl-i maârife sâil ve nîçe maârif-i ârife nâil olup fehm ü ferâset ve kuvvet-i dikkat-i Hılâfet ile zamân-ı kalîlde galebe-i hünerverân-ı devran ve galebe-i debîran-ı zaman ol zât-ı sütûde-hisâl ve cemâl-i pesendîde-i pür-kemâllerine müyesser olup ale'l-husûs hutût-ı kâmiletü'l-eknâf rukûm-ı şâmiletü'l-esnâflarından hatt-ı ta'lîkde cereyân-ı midâd-ı Mîr İmâd yed-i beyzâ-i cevdet-ârâlarından cârî olmağın..."

Mukaddimenin kalan kısmı önce Kilisli Rifat Bey'in akıcı ve anlaşılır sadeleş-tirmesiyle hulâsa olarak verilmiş (s.7-24), sonra da aynı bölümün çetrefil ifâdeler taşıyan aslı aktarılmıştır (s.27-70). Rifat Bilge, metinde geçen Arapça, Farsça şiir ve sözleri hâşiyelerde Türkçeleştirdikten başka, bilgi ve ifâde aksaklıklarını fevkalâde müktesebâtiyle izâle etmesini bilmiştir.

Birinci fasıl Osmanlı kitâbet geleneğinde mûtad olan duâ cümleleriyle başladıktan sonra, eserin te'lîf sebebi -sıradan bir iş yapılıyormuşcasına- şöyle beyân edilmektedir (s.28-29): Fazîlet sâhibi bir zât, Nefeszâde'ye hattatların hâl tercümeleriyle âhar, mürekkeb, boya, kâğıd, kalem, kalemtıraş gibi konularda bir eser yazılsa iyi olacağını hatırlatmış. Cevâben, küçük yaşından beri bu konularla uğraştığını, böyle bir eseri yazmak istemesine rağmen zaman bulamadığını söyleyen Nefeszâde de, Gülzâr-ı Savâb'ı bu hatırlatma üzerine kaleme almış. Müellifin kullandığı mehazların, kitaptaki Birinci Fasıl için -sözlü rivâyetler dışında- şu eserlerden oluştuğunu tesbît edebiliyoruz:

* Cevherî * Ebû Ömer Daldânî, Kitâbü't-tenbîhu ale'n-naktı ve'ş-şekl * İbn Hilâl, Risâle * İmâm Süheylî, Kitâbü't-ta'rîf * el-Kalkaşendi, Subhü'l-a'şâ * Taşköprîzâde, Mevzû'atü'l-ulûm

İkinci Fasıl için kaynak verilmediği cihetle, bunun te'lîfinde rivâyetin yanı sıra amelî tecrübelere dayanıldığı anlaşılmaktadır15.

Müellifin Kitâb-ı Küttâb (=Yazıcılar kitabı) adını verdiği birinci fasılda Mukaddime (s.30-31), Fezâil-i Kalem (=Kalemin faziletleri, s.31-33), Evvel-i Vâzı'-ı Hat (=Yazıyı ilk ortaya çıkaran, s.33-36), Besmele-i Şerîfe'yi Güzel Yazmak (s.36-37), Sahâbe-i Kirâm İçinde Güzel Yazanlar (s.37-38), Oniki Kalem ve Aklâm-ı Sitte (s.39) yeralmaktadır. 40.

15 Şahsî kütüphânemizde bulunan 1017/1608 tarihli Tertîb-i Risâle-i Ebrî isimli -müellifi belirsiz- eserin ebrî bölümünden sonrası, cümleleri bakımından Gülzâr-ı Savâb ile bâriz bir ayniyet göstermektedir. Bu metnin tamamı için bkz. M.Uğur Derman, "Gecikmiş bir Vaad", Prof. Dr. Nihad M.Çetin'e Armağan, İstanbul, 1999, s.371-405.

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 29

29

sayfada başlayan Tabak®t-i Küttâb (=Hattatların hâl tercümeleri) bölümünde 11 eski hattattan sonra (s.40-47), sayıları 20'yi bulan Osmanlı hattatı yer almaktadır (s.47-63). Osmanlı'yla birlikte Îran'ın 15 civarında Nesta'lîk (ta'lîk) hattatının tanıtıldığı (s.63-70) bölümle Birinci Fasıl nihâyete ermektedir. Fakat münhasıran bu hâliyle kitap daha sonraki yüzyılda yazılan kaynak eserlerin (Devha, Tuhfe ) çok gerisinde kalmaktadır.

Nefeszâde, İkinci Fasıl'ın (s.73-105) Der-beyân-ı Terbiye-gerden-i Kırâtîs ve Esbâb-ı Kitâbet-i Küttâb-ı Kitâbet-enîs (=Kâğıdları terbiye etmek ve yazmaya ünsiyeti olan kâtiplere yazı için gerekli şeyler beyânındadır) başlığını verdiği birinci bâbında (s.73-90) hüsn-i hatta dâir umumî bir girişten sonra (s.73-74), terbiye maksadıyla kâğıdın üzerine sürülen âhar maddesinin 17 çeşidini ve bunların âharleme denilen farklı tatbîk®tını naklediyor (s.75-82). Âharin başka bir tarzı sayılabilecek olan tılânın da iki târifinden sonra (s.83-84), kâğıdın istenilen renge boyanabilmesi için 14 değişik tertip sıralanıyor (s.85-90). İkinci bâb ise Fî Ahvâli'l-Midâd ve'l-Kalemi'n-nuk®d (=Mürekkebin ve onu seçen kalemin ahvâlidir) olarak adlandırılmıştır (s.93-105). Mürekkeb için gerekli dûde (is) çıkartma târifinden sonra (s.93-94), üç çeşid midâd (mürekkeb) imâli (s.94-100) verilmiştir. Kalem (s.101-102), kalemtıraş (s.102-105) ve makta (s.105) bahisleriyle bu fasıl ve dolayısıyla Gülzâr-ı Savâb nihâyete eriyor. Bu faslın dikkati çeken bir tarafı da metni ikmâl ve itmâm eden hâşiyelerin çokluğu ve ehemmiyetidir. Ancak kitap bununla bitmiyor: Kilisli Rifat Bey isimli "bilge" şahsiyet, Gülzâr-ı Savâb çalışmasını vesîle kılarak Lâhika başlığıyla eklediği yeni bölümü de (s.107-119) şöyle tanıtmaktadır: "Muhtelif kütüphânelerde mevcut bulunan Gülzâr-ı Savâb nüshalarında veya ansiklopedik mecmûalarda mâruf veya gayrımâruf zevat tarafından yazılmış olup, mevzû'muzu alâkadar eden mâlûmât Akademi'nin Tezyînî Sanatlar Şûbesi muallimlerinden mürekkeb heyete arzedildikten sonra, bunların içinde kıymetlerinde şüphe olmayanlar bu kısma ilâve edilecektir. Bu ilâvelerin hangi kütüphânelerin hangi nüshalarından alındığının tasrihine imkân nisbetinde ça-lışılacaktır".

Lâhika'da 33 madde hâlinde âhar, is mürekkebi, muhtelif renkli mürekkebler, altın ezme gibi konular üzerine Rifat Bey'in İstanbul kütüphânelerindeki yazma eserlerde rastladığı -Gülzâr-ı Savâb'da bulunmayan- çok dikkate değer bilgiler verilmekte; merhum Kilisli esâsen tashih ve tertîbiyle kitaba kazandırdıklarını bu lâhikayla da taçlandırmaktadır. Kitabın ikinci faslı ve lâhikası îtibariyle araştırmacılar için dâima ehemmiyetini koruyacağı ve ilk kaynak olacağı kanaatindeyiz. Ancak, Cumhuriyet münevverlerinin pek çoğunun eski imlâdan haberdâr bulunduğu 1938 yılı için, XVII. asra âit ifâdelerde fazla kullanılan Arabî terkiplerdeki harf-i ta'rîfin, Fârisî terkiplerdeki "-i" ve "-ı" izâfet harflerinin gerektiği şekilde çizgiyle ayrılmasına henüz lüzum duyulmayışı, 1940 kuşağından başlayarak bu gibi metinleri okumada ve dolayısıyla anlamada güçlük getirmektedir.

DEVHATÜ'L-KÜTTÂB

30 M. UĞUR DERMAN

Hat sanatı ve hattatlar bakımından XVII. yüzyılın ilk mühim eseri olan Devhatü'l-Küttâb'ın müellifi Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi, eserine doğrusu çok ihâtalı bir isim bulmuştur: "Hattatlar ulu ağacı" mânâsına gelen bu isim, ister hattın Abbâsîler devrinde sanat hâline dönüşünden, ister İstanbul'un fethini müteâkıp Osmanlı Türklüğü için millî bir hüviyet kazandığı yıllardan başlatılsın; bir üstaddan yetişen birçoklarının zuhûru, ulu bir ağacın büyürken sayısız dallara ayrılmasını hatırlatmakta, hattatların şecere veya silsile olarak zaman içindeki devamlılığını çağrıştırmaktadır. 1150/1737 de te'lîf edilen (veya: te'lîfi bitirilen) bu eser, 1942 yılında Güzel Sanatlar Akademisi neşriyatının onaltıncı sırasında ve 160 sayfa hâlinde İstanbul'da neşredilmiştir. Gülzâr-ı Savâb gibi, bu mühim kaynak da Kilisli Rifat Bilge'nin tertip ve tashîhi neticesinde yeniden doğmuştur.

Kitabın müellifi Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi (ö.1171/1758), hat sanatıyla fiilen uğraşmasının dışında, XVII. yüzyılın büyük isimlerinden Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî'nin (1028/1619-1097/1686) torunu, hattat Ömer Efendi'nin (1034/1625-1097/1686) de oğludur. İstanbul'da hangi yıl doğduğu bilinmemekle beraber, dedesini ve babasını çocukluğunda aynı yıl kaybedişini esefle hatırladığına göre (Devha, s.84), 80 yıl kadar yaşamış olmalıdır. Ağakapılı İsmâil Efendi'den (ö.1118/1706) icâzet almış, sonra da Kurşuncuzâde Ahmed (ö.1120/1708) ve Yedikuleli Seyyid Abdullah (1081/1670-1144/1731) efendilerden çok faydalanmıştır.

Hurde ta'lîk hattında da üstad olduğundan, Surnâme-i Vehbi'nin yazılışında vazifelendirilen Necib Efendi şâir, bilhassa tarih düşürmekte mahâreti bulunan bir dîvan sahibidir, şahsen zarâfetiyle tanınmıştır. 27 Receb 1171/5 Nisan 1758'de vefat eden Suyolcuzâde'nin Eyüp Sultan semtindeki kabrinin yeri şimdilerde belli değildir16.

Suyolcuzâde Mehmed Necib Efendi, Gülzâr-ı Savâb'da kayıtlı olan eski hattatları nakletmekle beraber, asıl mühim hizmetini, ondan sonraki 90 yılda yetişen Osmanlı hattatlarını imkân çerçevesinde tafsîlatlı olarak eserinde tanıtmakla vermiştir. Şunu da belirtmeliyiz ki, bu eser gerçek mânâsıyla Osmanlılarda te'lîf edilen ilk müstakil hattatlar tezkiresidir, bunu Tuhfe-i Hattâtîn tâkib eder. Müellif nüshası bulunamayan Devha'nın İstanbul kütüphânelerindeki mevcud nüshaları şunlardır:

Eserin adı Bulunduğu yer İstinsah tarihi Devhatü'l-Küttâb T.S.M.K.-Emanet Hazînesi,1232/3 Tarihsiz(1151/1738) Devhatü'l-Küttâb Süleymaniye K.-Fatih,4359 1172/1759 Devhatü'l-Küttâb İ.Ü.Merkez K.,T. 9627 1335/1917 Devhatü'l-Küttâb T.S.M.K.-Hazîne,1294 ? Tezkiretü'l-Hattâtîn Millet K.-Ali Emîrî, T.800 ? Devhatü'l-Küttâb Tezkire-i Hattâtîn Arkeoloji K.- 406 1200/1786

16 Suyolcuzâde için bkz. Müstakimzâde Süleyman Sadeddin, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul, 1928, s.436-438,

537; Sâlim, Tezkire-i Sâlim, İstanbul, 1315, s.654-655.

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 31

31

Eserin tertîbi ve tashîhi için Kilisli Rifat Bey'in Topkapı Sarayı Müzesi Kü-tüphânesi'ndeki (bunlardan E.H.1232/3 nüshası Müstakîmzâde'nin istinsâhıdır) ve o zamanlar kendi binasında bulunan Fatih Kütüphânesi'ndeki nüshaları esas aldığı, neşrin Önsöz'ündeki beyandan anlaşılıyor. Yazma nüshaların bâzısında zahriye, bâzısında da ferağ sayfasında eserin bölümlerini tanıtan 16 beyitlik Suyolcuzâde'ye ait şu tarih manzûmesi yer almaktadır:

Gerçi Gülzâr-ı Savâb-• bî-bedel Nûr-ı şöhret •le âlem-tâbdır

Gördü erbâb-ı nefes ol nüshay• Cümle bir fasl •le îkî bâbdır.

Ben dahî bir sâha peydâ eyledim, Manzar-• pâk-• ulü'l-elbâbdır

İbtidâs• hamd-i Hak, na't-• Resûl, Vasf-ı zât-• âl ile ashâbdır.

Üç mak®le ba'd-ezîn tertîb olup Fihris-• ahbâr-ı şeyh u şâbdır.

B•ri şâhân-• ma'ârif-ittisâf, Merkez-• âlemdek• âftâbdır.

B•ris• hâl-• selef, hatt u kalem, Bağ-ı irfan semtine ebvâbdır.

Sâlisen harf-• elifden y®'ya dek Künyet û ismiyle hep küttâbdır.

Vardır elbet d®hi nîçe nahl-i ter, Hep kalem etdiklerim kemyâbdır.

Sû-be sû mâ'u'l-hayât eyler revân, Kilk-i ter bir çeşme-• pür-âbdır.

Zannım oldur rûh-ı eslâf-• kirâm B‚ eserden cümleten şâdâbdır.

Vere ahlâf® Hudâ ömr-• tavîl Zâti her b•r•sinin nâ-yâbdır.

K•mis• anberden a'lâ, k•minin, Reşha-• aklâmı müşg-• nâbdır.

Kadr u şân• cümlenin ma'lûm iken Hâsıl• etdiklerim ıtnâbdır.

Böyle inşâd eylemezdim, neyleyim, Edhem-• hâmem kat• bî-tâbdır.

Kat hesâb® kendin• târîh içün: "B‚, Necîbâ, Devhatü'l-Küttâbdır"

1150 (1737)

Son mısraında te'lîf tarihi olarak 1150'yi ebcedle veren bu manzûme meâlen şunları anlatıyor: "Gerçi, benzeri bulunmayan Gülzâr-ı Savâb, adının nûruyla dünyayı aydınlatmaktadır. Nefes sahipleri (insanlar) o nüshanın bir fasıl ve iki bâb üzere toplandığını gördü. Ben de temiz akıl sahiplerinin göründüğü yerde Cenâb-ı Hakk'a hamd ve Peygamber'e na'tle başlayıp onun âilesini ve ashâbını tanıtarak bir meydan oluşturdum. Bundan sonrası üç mak®le üzere tertiplenmiş olup ihtiyardan, gençten bütün haberler yer alır. Bir mak®le, maarif sâhibi pâdişahlara ayrılmıştır ki, onlar dünyâ merkezindeki güneş gibidir. İkinci mak®le, her biri irfan bağının kapıları olan geçmişteki hat ve kalem sahiplerinin hâlleridir. Üçüncü olarak, elif'ten ye harfine kadar bütün yazıcıların isimleri ve haklarındaki bilgilerdir. Bu konuda daha birçok genç varsa da, benim yazdıklarım az bulunanlarıdır. Her taraftan insana sonsuz hayat verir gibi akan leziz sular misâli, o genç kalemler de suya doygun çeşme gibidirler. Geçmişteki büyüklerin rûhu, zannımca bütünüyle bu eserden suya kanmış olmalıdır. Bizden sonra gelecek olan benzeri bulunmaz kişilere de Allah uzun ömür versin; onların kimisi anberden âlâ, kimisinin de kalemlerinden damlayan saf misktir. Hepsinin değeri ve şânı bilinirken, burada benim ettiğimse sözü uzatmaktan ibârettir. Ben böyle şiir söylemezdim ama, neyleyim ki kalemimin atı pek yorgundur. Tarih düşürmek için kendi ismini de hesâba kat: Ey Necîb! Bu, Devhatü'l-Küttâb'dır. 1150"

Suyolcuzâde, Bâbü's-Saade ağasının muhâsibi İsmail Efendi'nin, hattatlar hakkında bir kitap yazmasını kendisine teklif etmesi üzerine, Gülzâr-ı Savâb'ın bu hususta yeterli

32 M. UĞUR DERMAN olacağı cevabını verdiğini; muhâtabının Gülzâr-ı Savâb'dan sonra yetişen hattatları kaleme almasını hatırlatmasıyla da Devhatü'l-Küttâb'ın yazımına başladığını beyan ediyor. 496 şahsın yer aldığı bu kitapta, 400'den fazla tercüme-i hâl Suyolcuzâde'nin zamanında veya biraz öncesinde yaşayanlara âittir. Kendisi, k®dılık vazîfesiyle bir müddet Mısır'da da bulunduğu cihetle, orada yetişen veya yaşayan bâzı Osmanlı hattatlarını da tesbit edebilmiştir. Müstakîmzâde öncesi devir için mükemmel ve dolgun bir müracaat eseri olan Devhatü'l-Küttâb, 1942'deki neşri sırasında -yine devrin anlayışı îcâbı- azımsanmayacak kısıntı ve kesintilere mâruz kalmıştır. Yukarıda verilen tarih manzûmesinde zikrolunduğu gibi üç mak®leden oluşan kitapta, Sultan I. Mahmud'a kadar hat sanatıyla ilgilenen Osmanlı pâdişahlarının tanıtıldığı birinci mak®leyle; hat, kalem ve kitâbetin fazîletine dâir âyet, hadîs ve bâzı bilgilerin yer aldığı ikinci mak®le neşir hâri-cinde bırakılmıştır. Eserin ağırlıklı bölümü olan üçüncü mak®ledeki 496 hattat, aslındaki tertîbe uygun bir şekilde hurûf-ı hecâ (elifbâdaki harf sırası) gözetilerek ele alınmıştır. Bu bölümün tertip ve tashîhi sırasında Kilisli Rifat Bey aslî metni hiç vermeden "muhtevânın bu günkü Türkçeyle nasıl ifâde olunabileceğini" göz önünde tutmuş, şatafatlı cümlelerden ayıklanmış şekliyle yeniden kaleme almıştır. Bu neşir tarzıyla şimdiki nesillere elbette çok kolaylık getirilmiştir.

Tuhfe-i Hattâtîn gibi bu konuların en ihâtalı eserini te'lîf ederken Devhatü'l-Küttâb'ı yeri geldikçe hatırlatan Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin Efendi, bâzı hâdiseleri oradaki kadar tafsilâtıyla tekrarlamayıp -kendi kullandığı isimle- Devha-i Necîbâ'ya atıfta bulunmakta veya havâle etmektedir. Bu sebeple Devha, Tuhfe'nin her zaman için tamamlayıcısı olmak durumundadır. Eserin müellifini olduğu kadar, tertip ve tashih eden; -Gülzâr-ı Savâb'daki kadar olmamakla beraber- ayrıca koyduğu hâşiyelerle bu mâlûmâtı zenginleştiren Kilisli'yi de rahmet ve minnetle anarız.

SON HATTATLAR

Burada tanıtacağımız kitap Cumhuriyet devrinde yazılmış ve neşredilmiş (İstanbul, 1955) bulunmakla beraber, Tuhfe'nin bıraktığı tarih olan 1202/1788 yılından îtibâren yetişmiş Osmanlı hattatlarını incelediği ve daha önce ele alınan kitapların tamamlayıcısı mâhiyetinde sayıldığı, üstelik ifâde tarzıyla da "devr-i kadîm"i aratmadığı için -istisnâî olarak- bu araştırmaya dâhil edilmiştir.

Diğer kitaplardan en bâriz farkının, içinde mevcud hat ve hattat resimleri olduğunu belirttikten sonra, Son Hattatlar'ın müellifi İbnülemin Mahmud Kemâl İnal (1870-1957) merhumdan kısaca bahsetmeliyiz. Çalıştığı muhtelif konularda, tezkire geleneğini daha tafsilatlı biçimiyle yaşadığı çağa kadar getirmekle, kültür ve sanat tarihimize büyük katkılarda bulunan Mahmud Kemâl Bey, babası Mühürdar Mehmed Emin Paşa'nın (1837-1908) Mercan'daki konağında husûsi tahsil görerek yetişmiş, gençliğinden îtibâren kalem erbabı arasına girmiştir. Osmanlı devri Bâbıâli'sinin Eyâlât-ı Mümtâze müdürü, Beylikci ve Âmedci gibi yüksek makamlarında, Evk®f-ı İslâmiye Müzesi İdâre Meclisi riyâsetinde; Cumhuriyet devrindeyse Türk-İslâm Eserleri Müzesi ismini alan aynı müzenin müdürlüğünde bulunan (1927-1935) Mahmud Kemâl Bey'in bir kısmı basılmadan kalmış olan eserleri, hat koleksiyonu, kütüphânesi ve kıymetli bâzı eşyası -1953 yılında bağışlaması sebebiyle- hâlen İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphânesi'nin

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 33

33

ayrı bir salonunda muhâfaza edilmektedir. Geçirdiği prostat ameliyatı sonunda, 25 Mayıs 1957 gecesi vefat eden İbnülemin, Merkezefendi'deki âile makberesine defnolunmuştur17.

İbnülemin Mahmud Kemâl Bey de Müstakîmzâde gibi hiç evlenmeden, mücerred bir hayat sürmüş, belki bu sebeple arkasında birçok eser bırakabilmiştir. Son Asır Türk Şairleri (İstanbul,1930-1941), Osmanlı Devrinde Son Sadrâzamlar (İstanbul,1940-1953) gibi iki mufassal kaynak eserin yazımını bitirdikten sonra, haklarında uzun zamandır malzeme topladığı Son Hattatlar'ı kaleme almaya başlamıştır18. Kendi eserlerine, içinde isminin de geçtiği klâsik künyeler vermeyi îtiyad edinen merhum, Kemâlü'ş-şuarâ, Kemâlü's-sudûr'dan sonra Son Hattatlar'a da Kemâlü'l-hattâtîn künyesini uygun görmüştür. 833 sayfa metin ve resimler + 6 sayfa içindekiler bölümü olmak üzere tamamı 839 sayfa tutan Son Hattatlar'ın Mukaddimesinde hat sanatına dair umumî mâlûmat verilmekte (s.1-7) ve bunun sonunda, daha önceden hat ve hattatlara dair mevcud olan basılmış veya basılmamış eserler kısaca zikredilmektedir (s.7-14). Alfabe sırasıyla sunulan sülüs-nesih-celî hattatları bölümü 206 şahsı tanıtarak sona ermektedir (s.15-480). Kitabın 1970'te yapılan ikinci baskısı resim klişeleri bakımından çok başarısızdır.

Mahmud Kemâl Bey de Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin Efendi gibi ta'lîk hattatlarını ayrı bir fasılda toplamıştır ki, bu nevi hatla meşgul olanlar ekseriya ayrı kimseler oldukları için, bu şekildeki tasnif yerinde bir uygulama sayılmalıdır. Son Hattatlar'ın ta'lîk bölümü 56 hattat ihtivâ etmektedir (s.481-645).

Her ne kadar rık'a hattı sanat yazıları arasında mütalâa edilmezse de, Mahmud Kemâl Bey son devirde rık'ası düzgün olanları da Rık'a hattatları bölümünde ele almıştır (s.646-767). Anılan bölümde hattatlıktan ziyâde, Osmanlı idâresindeki resmî vazifeleri dolayısıyla hizmetleri geçmiş 29 zât tanıtılmakta; bu arada müellifin babası Mehmed Emin Paşa da kitapta yer alan hattatların hepsinden daha tafsilatlı olarak geleceğe yâdigâr bırakılmaktadır.

Son Hattatlar'ın 769. sayfadan sonrası müellif tarafından zeyl şeklinde eklenmiştir. İlk bölümlerde yazılması unutulan hattatlar, yine alfabe sırasıyla önce sülüs, nesih, celî (s.769-804, 27 hattat), sonra da ta'lîk (s.807-829, 10 hattat) ile uğraşanlar olmak üzere ele alınmışlardır. Kitabın bütününde 328 hattat tanıtılmaktadır. Daha önce yazıldıkları halde, ta'lîk hat örnekleri sonradan ele geçtiği için tekrarlanan birkaç hattat da bu sayıya dâhildir.

İbnülemin merhum, haklı olarak dâimâ "hariçten gazel okuyan" bir şahıs gibi telakkî ettiği Habib Efendi'nin Hatt u Hattâtân'ından -Tuhfe'nin bıraktığı-1202'den sonraki devir için -şüpheyle de olsa- istifâde mecburiyetinde kalmış, bu husustaki boşluğu kapayacak yegâne kaynağı oluşturan Fındıklılı İsmet Efendi'nin (1261/1845-1322/1904) te'lîf ettiği Tuhfe-i Hattâtîn Zeyli'nin -diğer eserleriyle beraber- Fındıklı yangınında kül olmasını dâima esefle hatırlamıştır (Son Asır Türk Şâirleri, s.4). Kütüphânelerde bulunan bâzı yazma nüshalara ve matbû eserlere müracaatla yetinen İbnülemin, daha gençliğinden

17 Kendisiyle bir defa görüşmek şerefine erdiğim, defin merâsimine de katıldığım merhum hakkında bugüne kadar yazılmış en mükemmel ve ihâtalı hâl tercümesiyle bibliyografya için bkz. Ömer Faruk Akün, "İbnülemin Mahmud Kemal", T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, XXI, 249-262.

18 İbnülemin, Tuhfe-i Hattâtîn'e bir zeyl yazmak niyetini ilk olarak Çınaraltı / 7 (20 Eylül 1941) mecmuasına "Hat ve Hattatlar" başlığıyla yazdığı makâlenin (s. 8-19) sonunda şu iğneli ifâdeyle açıklamaktadır: "İçimizde bunca sayın tarihçi ve engin bilgin, musannif, müellif ve kopist musannif mevcut iken, bu hususta da ben cür'et göstersem, bilmem ki had-nâşinaslık etmiş olur muyum?"

34 M. UĞUR DERMAN

îtibâren tercüme-i hâl ağırlıklı eserleri kaleme almak niyetinde olduğu için, bu gibi zevâta ya mektupla müracaat etmiş; yâhut ziyarete gittiğinde veya bir yerde karşılaştığında hem kendilerine, hem de geçmiştekilere dâir gerekli bilgileri toplamıştır. Eskiden fazlaca rastlanan kabir kitâbeleri bile Mahmud Kemâl Bey'in kaynakları arasındadır. Bu sebeple yazdıkları hep şahsî gayretlerinin mahsûlüdür. Son Hattatlar'ı gözden geçirmekle tesbit edebildiğimiz mehazları şunlardır:

* Abdurrahman Şeref (1853-1925), Tarih Musâhabeleri * Ahmed Atâ (1225/1810-1294/1877), Atâ Tarihi * Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895), Mâruzât * Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet * Ahmed Lutfî (1231/1815-1325/1907), Tarih-i Lutfî * Fatîn (1814-1866), Tezkire-i Fatîn * Fatma Âliye (1862-1936), Ahmed Cevdet Paşa ve Zamanı * Habîb Efendi, Hatt u Hattâtân * Hakkâkzâde Mustafa Hilmi (ö.1268/1852), Mîzanü'l-Hat * Hıdır İlyas (1801-1864), Vek®yi-i Letâif-i Enderûn * İsmail Hakkı (Uzunçarşılı,1888-1977), Karesi Meşâhiri * İslâm-Türk Ansiklopedisi * Kethudâzâde Ârif Efendi (1777-1849), Kethudâzâde Menâkıbı * Mehmed Münîb Ayntâbî, Devhatü'l-meşâyıh Zeyli * Mehmed Süreyya (1815-1909 ), Sicill-i Osmânî * Mir'ât-i Mühendishâne * Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin, Tuhfe-i Hattâtîn * Müstakîmzâde Süleyman Sadeddin, Devhatü'l-meşâyıh * Eğinli Süleyman Efendi (ö.1342/1924), Mir'ât-ı Hattâtîn * Sâlnâme-i Osmânî * Süleyman Fâik (1198/1783-1254/1838), Mecmûa * Şânizâde Ahmed Atâullah (ö.1242/1826), Şânizâde Tarihi * Hacı Zihni Efendi (1845-1913), Meşâhirü'n-nisâ * Ayrıca kitabında bâzılarının neşir tarihini de verdiği Basîret, Cerîde-i Havâdis,

Cumhuriyet, Güzel Sanatlar, İkdam, Osmanlı Ressamları Cemiyeti, Peyam, Tasvîr-i Efkâr, Takvîm-i Vek®yi, Tercemân-ı Hakîkat, Türk Mûsıkîsi isimli gazete veya mecmualardaki havâdis veya mak®leler.

Son Hattatlar'ın alışılmamış tarzdaki bir kaynağı da, eserin Mukaddime'sinin sonundaki (s.14) "Erbâb-ı tedkîk ve himmetden Nurullah Pertev Bey, risâle şeklinde bir muhtıra yazıp bana verdiğinden bilhassa teşekkür ederim" cümlesinde işâret edilen yazma eserdir. İbnülemin Mahmud Kemâl Bey'in dostlarından -Pertev Paşa'nın torunu- kitâbiyât mütehassısı Nurullah Pertevoğlu (1894-1956), Son Hattatlar'ı kaleme alırken Efendi'nin19 yollara düşüp zahmete uğramaması için, hattatlara ve eserlerine dâir ne kadar mâlûmât bulduysa onları muntazam bir şekilde derleyip, fevkalâde Türkçesiyle ve inci gibi rık'asıyla tebyiz ederek kendisine sunmuş. Kitapta "Nurullah Pertev Bey'den" izâfesiyle verilen nakiller işte hep bu risâledendir. Ancak şu da bir gerçektir ki,

19 İbnülemin'in yakın dostları, gıyâbında kendisinden bahsederken sâdece "Efendi" derlerdi.

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 35

35

İbnülemin'e kolaylık olsun diye yeni harflere göre tasnif edilmiş olan, 24+158 büyük sayfalık bu çalışma, risâle hacminin çok üstünde, mufassal bir kitap gibidir20.

Mahmud Kemâl Bey Türkçeyi tasarrufu îtibâriyle gelenekten kopmayan, klâsik tezkire yazarları gibi nesrini Türkçe, Arapça ve Farsça mısra yahut beyitlerle -hattâ, şahsına münhasır "yakası açılmadık" nükte ve hâtıralarla- süsleyerek yazan, "lisanın sadeleştirilmesi" cereyânına kavliyle de, fiiliyle de sıcak bakmayan son kalem sâhiplerindendi. İşte bundan dolayıdır ki, Yahya Kemâl (1884-1958) ve Süleyman Nazif (1870-1927) Beyler tarafından birer mısra söylenerek hakkında tanzîm edilen şu beyit İbnülemin'i pek mükemmel sûrette târif etmektedir:

"Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine21

Hâl böyle olunca, metinde tabiatiyle geçen birçok Arabî ve Fârisî tamlamanın dizilmesinde gerekli harf ayırımlarına uyulmayışı, bu dilin yabancısı olan yeni nesilleri büsbütün çıkmaza sürüklemektedir. Merhumun yeni harfler için bilhassa g ve k seslerindeki zâtına has imlâsı da şöyle bir kargaşa doğuruyor: Meselâ kendi kelimesinin gendi, güzelin de küzel şeklinde yazılmasına, birkaç kere gördükten sonra alışılabilir; lâkin ender kullanılan ve "yünden mâmûl kalın aba" mânâsına gelen kebe kelimesi gebe olunca (İşte örneği: Hattat Gebecizâde Mehmed Vasfi, s.447) işler hayli karışmaktadır!

Son Hattatlar'ın ifâde tarzına misâl olmak üzere, Medresetülhattâtîn'in kuruluş ve açılışını hikâye ettiği bölümü kitaptan aktarıyorum (s.4, hâşiye 1):

"Bâbıâli caddesinde mukaddemâ merhum Hoca Tahsin'in dershânesi ve bilâhare sıbyan mektebi olan eski binâ lâyıkıyle tâmir ve "Medresetülhattâtîn" ittihâz olunarak açılma merâsimi 6 Receb 1332 (1914)'de icrâ olundu. Nezâretin dâveti üzerine ben de hazır bulundum. Salonda meşîhat ve evk®f müsteşârları, teşrîfat müdîr-i umûmîsi, beylikçi ve sâir zâtlarla baş tarafa oturduk. Karşımızda hattatlar sıra ile oturdular. Diğer dâvetliler de kenarlara ve ortaya yerleştiler.

Müdîrliğe tâyin olunan hattat Ârif Bey, ortaya gelüp -başiyle ve elleriyle işâretler yaparak- habt ü halelden hâlî olmayan uzun bir nutuk îrâd etti. Sözünü bitirince Mısırlı bir hâfız aşr-ı şerîf okudu. Dârülfünûn hocalarından Şevket Efendi -müdîre nazîre yaparcasına- mufassal bir duâ okuyarak -kimin tertîbi olduğunu bilmiyorum- ayakda "âmin" denildi.

Bir tepsi üstünde âdî bir çakı ile kalem getirdiler. Bir kalemtıraş tedârük etmeyüp de çakı ile kalem açtırmak isteyen merd-i hünerver ! kim ise "merhabâ ey semt-i irfânın baîd-i ebteri" hitâbına lâyıktır. Meşîhat Müsteşârı Münir Bey, mürekkebi hokkaya koydu.

20 1953 yılından îtibâren, merhum sahhaf Ekrem Karadeniz'in (1904-1981) dükkânında mülâkî olmaya başladığım ve kendisinden çok istifâde ettiğim Nurullah Pertevoğlu Bey hakkında bkz.M.S.Ö. (M.Seyfeddin Özege), Türk Kütüphâneciler Derneği Bülteni, VI,4 (1957), s.89-96. Son Hattatlar'ın kaleme alınması bittikten sonra Nurullah Bey'e iâde edildiği anlaşılan ve onun metrûkâtı arasında kalan bu risâleyi, iştirâ olunan kitaplarıyla beraber gazeteci Niyazi Ahmed Banoğlu (1913-1992) ele geçirince 1982'de getirip bu satırların yazarına hediye etmişti, hâlen şahsî kütüphânemizdedir. Osmanlı Âdet, Merâsim ve Tâbirleri (I -II, İstanbul,1995) isimli mühim kitabın müellifi Abdülaziz Bey (1850-1918) de, Nurullah Bey'in pederidir, hepsini rahmetle anarım.

21 Bu beytin celî ta'lîkle Üstad Necmeddin Okyay (1883-1976) tarafından yazılmış örneği için bkz. Son Hattatlar, s. 600.

36 M. UĞUR DERMAN Diğer odada Reisülhattâtîn Hacı Kâmil Efendi, o mürekkeb ve kalem ile hind âbâdîsi bir kâğıda sülüs Besmele yazdı, haylı müddet beklendi. Çünkü kör çakının açtığı kalemle çabuk ve güzel yazı yazmak kolay şey değildir.

Besmele'nin altına umûmen imzâ koyduk. Merâsim bitti".

Mahmud Kemâl Bey, yazı sanatını günlük hayatında da yaşayan bir âileden gelmektedir. Hattâ, gençliğinde Hattat Tahsin Efendi'nin (1267/1851-1334/1915) kendisine yazı icâzetnâmesi verdiğini de belirtiyor (Son Hattatlar, s.427). Ancak, hüsn-i hattan anlayışı hat-şinâs bir hattat mertebesinde olmadığı için hükümlerinde de yanılma payı o nisbette fazladır.

Son Hattatlar'da dizgiden sonraki yetersiz tashihden doğan bir hayli tarih ve kelime hatâsı bulunmaktadır. Bu sebeple, araştırmacıların tarih karşılıklarının doğruluğunu Hîcrî Tarihleri Milâdî Tarihe Çevirme Kılavuzu'ndan teyid etmeleri yerinde olacaktır. Bunun dışında kitapta göze batan mühim bilgi hatâlarına da temâs etmeği vecîbe sayıyoruz:

* s.25'te bahsi geçen Abdülfettah Efendi'nin 1860/1277'de Viyana ve Paris'e gönderilişi "filifrat" değil, "filigran" îmalini öğrenmek içindir, bu hatâ yeni harflerle dizilirken mürettibin yanlış okumasından doğmuştur.

* s.45'teki Ali Efendi'nin vefâtı 1903 (Şevval 1324) değil, 7 Temmuz 1902 (30 Rebi'ulevvel 1320)'dir. Elimize geçen -taşa oyulmamış- mezar kitâbesinde böyle kayıtlıdır.

* s.49'da Çarşanbalı Ârif Bey'in K®dıasker Mustafa İzzet Efendi talebesi olduğu yazılıdır; halbuki onun hocası Hâşim Efendi'dir.

* s.92'de tanıtılan Fehmi Efendi, Şefîk Bey'in değil, Şevki Efendi'nin talebesidir.

* s.97'deki Hakkı Bey'in doğumu Kuruçeşme'de 10 Zilhicce 1289 (9 Şubat 1873) salı günü, sabah namazı vakti Kurban Bayramı topları atılırken vukû' bulmuştur.

* s.130'da bahsi geçen Hâşim, s.168-174'de tanıtılan Kâmil Efendi'dir. Zâten İbnülemin de bu konuya s.168'deki hâşiyede temâs ediyor.

* s.220'deki Nazif Bey, Şefik Bey'den de bir müddet hat öğrenmekle birlikte, kendisinden icâzet aldığı asıl hocası s.441'de bahsi geçen Abdülahad Vahdeti Bey'dir.

* s.300'ün sonundaki Eyyûbî Râşid Efendi'yle s.301'deki Mehmed Râşid Efendi aynı şahıslardır; kendisinin 1297/1880 tarihli yazısı görüldüğü cihetle vefatının da 1292/1875 yılında olmadığı anlaşılıyor.

* s.309-313'te tanıtılan Mehmed Şakir Recâi Efendi ile, s.779'da kaydedilen Halîfezâde aynı şahıs olduğu halde iki ayrı hattat gibi yazılmıştır.

* s.351'deki Salih Efendi bahsinde Hatt u Hattâtân'da bulunan hatâlı mâlûmât aktarılmıştır. Oysa, İbnülemin'in evvelce neşre hazırladığı Tuhfe-i Hattâtîn'de (s.233) bu zâtın sahih hâl tercümesi mevcuddur.

* s.363'teki Sâmi Efendi tuğrasının -üstten 3° sola yatırılarak- tabiî meyli sağ-lanacaktır.

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 37

37

* s.531'deki 1.dipnotunda ve s.536'daki Yesârî Es'ad Efendi bahsinde İbnülemin'in belirtilmeyişinden yakındığı mehaz da Tuhfe-i Hattâtîn, s.717'dedir.

* 566. sayfada resmi verilip de 569. sayfada bahsi geçen ta'lîk mushafın imzâsı:

"Mustafa İzzet'e tahrîre olunca tevfîk, Eyledi mushafı tâ arş-ı berîne ta'lîk"

şeklinde manzûmdur. Bunun izâhı kitapta: "Bu beyitteki İzzet mahlasının -o devirde yaşayan- iki Mustafa İzzet'ten Yesârizâde Mustafa İzzet Efendi'ye âit olduğu şüphesizdir. Ta'lîk'den ziyâde sülüs, nesh ve celî sülüs ile ma'rûf-ı enâm olan K®dıasker Mustafa İzzet Efendi'nin ta'lîk hat ile mushaf yazdığı işitilmemiştir" cümlesiyle yapılmaktadır. Halbuki İ.Ü.Merkez Kütüphânesi'nde bulunan (A.5559) ve hattı bu mushafınki ile aynı olan bir delâilde -ileride K®dıasker rütbesini alacak- Mustafa İzzet Efendi'nin imzâsı mevcuddur. Üstelik, Yesârizâde Mustafa İzzet'in önde gelen öğrencilerinden K®dıasker Mustafa İzzet'in celî ta'lîk kitâbelerinin de 20'yi bulması, onun ta'lîk yazısıyla yeteri kadar uğraştığını göstermektedir.

* s.568'de "Yesarîzâde'nin babasına tefevvuk edemediği" ileri sürülüyor ki, hattan anlayanlarca Yesârîzâde Türk tavrı ta'lîk hattının asıl vâzı'ı olarak kabul edilir. Ancak babasının ondan daha ziyâde İmad tarzına yakınlığı da bir gerçektir.

* s.597'deki Necmeddin Efendi'nin doğum tarihi 1883 (19 Rebi'ulevvel 1300) olacaktır.

* s.602'de "Râcih Efendi'nin ta'lîkle Hilye-i H®k®nî yazdığı" belirtiliyor. Halbuki onun ta'lîk harflerinden önce kalıplar hâkkolunmuş; bundan dökümü yapılan hurûfatla Hilye-i H®k®nî basılmıştır (1262/1846). T.S.M.K.- Koğuşlar kısmında böyle yazma bir nüsha yoktur.

* s.778'deki Ferid Bey'in sülüs-nesih hocası Şevki Efendi'dir, vefatı da 1930 ci-varındadır.

Maksadımız kimsenin hatâsını çıkarmak değil, "Bir hakîkat kalmasın âlemde, Allahım, nihan" sözünü gerçekleştirmektir. Çünkü gelecek nesillerden konuyla ilgilenen biri çıkarsa, yanlışlıkların farkında olmadan aynen kabul mecburiyetinde kalacaktır. Bu vesîle ile, Son Hattatlar'ın yazıldığı yıllarda berhayat olup da sonradan vefat eden ve kitapta bahsi geçen hattatlardan, ölüm tarihini ve gömüldükleri kabristanı belirleyebildiklerimizi -soyadlarını da ekleyerek- sayfa sırasıyla veriyoruz:

s. 32 : Abdülk®dir Efendi (Saynaç), 10 Nisan 1967, Edirnekapı. s. 73 : Bâhir Bey (Özok), 3 Mart 1959. s. 75 : Bahaüddin Bey (Ersin), 10 Temmuz 1959, Karacaahmed. s. 94 : Feyhaman Bey (Duran), 6 Mayıs 1970, Sakızağacı. s.104 : Halim Efendi (Özyazıcı), 30 Eylül 1964, Kozlu. s.111 : Hamdi Efendi (Yavuzvarnalı), 24 Mayıs 1959, Edirnekapı. s.117 : Hamdi Efendi (Tezcan), 3 Aralık 1954. s.119 : Hâmid Bey (Aytaç), 18 Mayıs 1982, Karacaahmed. s.175 : Kâmil Bey (Ülgen), 16 Ekim 1958. s.179 : Mâcid Bey (Ayral), 17 Mart 1961, Karacaahmed. s.200 : Mahmud Efendi (Yazır), 1 Aralık 1952, Sahrâ-yı Cedîd.

38 M. UĞUR DERMAN

s.216 : Murtazâ Bey (Elker), 9 Aralık 1969, Karacaahmed. s.407 : Şevket Efendi (Pektaş), Haziran 1969. s.572 : Kemâl Bey (Batanay), 22 Haziran 1981, Feriköy. s.597 : Necmeddin Efendi (Okyay), 5 Ocak 1976, Karacaahmed.

İbnülemin Mahmud Kemâl Bey'in şahıslar hakkındaki değerlendirmelerinde, kendisinin tanıştıkları için verdiği hükümlerin hissî olabileceği de unutulmamalıdır. Çünkü sanat vâdisindeki hüviyeti yeterli olmayan bir kimse, eğer İbnülemin'e, kendi tâbiriyle: "hürmet-i kâmile" veya "istihk®kının fevkınde hürmet" gösteriyorsa, bunu satırlarına aksettirmekten ayrıca haz duyan Hazret, o şahsa karşı daha müsâmahakârdır ve bu hâl müellifimizin belki farkında olmadığı tabiî zaafıdır. Lâkin muğber olduğu birinden bahsederken, hışmını ya ayrıntılı ifâdesinde belli eder, yâhut onu üstünkörü yazıp geçiştirir. Meselâ sanatı da ahlâkı kadar yüce olan, ta'lîk hattı denilince ilk hatırlanacak birkaç isimden biri sayılan Mehmed Hulûsi Yazgan (1869-1940), Son Hattatlar'da kimbilir hangi sâikle hakkında yarım sayfadan (s.551) az bir mâlûmât verilip sıradan bir eseri konularak tanıtılmıştır? Buna muk®bil, kendisinden hazzetmediği Ali Emîri Efen-di'nin (1858-1924) hatâlı bir davranışını aktararak, mûtâdı üzere onu iğnelemeğe vesîle bulabilmek uğruna22, henüz icâzetnâme alma seviyesinde olan Nizameddin (1892-1934) ismindeki k®biliyetli bir genç için Mahmud Kemâl Bey kitabında tam dört sayfa (s.236-239) ayırmıştır! Bu örnekleri artırmanın gereği yoksa da, bilinmesinde fayda vardır.

İbnülemin, diğer büyük eserleri gibi Son Hattatlar'da da Osmanlı hayatının ve İstanbul'un -yazılmasaydı unutulacağına şüphe bulunmayan- birçok husûsiyetini tesbit ederek, böylelikle yeni araştırmacılara gerekli malzemeyi sunmuştur. Sağlığında, tamâmını matbû hâliyle gördüğü son eseri olan Son Hattatlar'ın son sayfasına (s.832) kendisinin son yıllarına âit bir fotoğrafı koyarken Arapçadan tercüme ettiği şu beyti de eklemiş:

"Bizden evvel ektiler, ekl eyledik Şimdi biz ektik, gelenler ekl eder"

Beyitte söylenildiği gibi, biz de eskiden ekilmiş olanları yedikten sonra, şimdi yenilerini ekme gayreti içinde bu bahsi kapatıyoruz.

Osmanlı devrinin son yıllarındaki hüsn-i hat ve hattatlar hakkında ihâtalı üç makale yazan; 1332/1914 yılında "Medresetü'l-hattâtîn" tesis olunduğu vakit bu müessesenin tarih-i hutût ve hattâtîn muallimliğinde bulunan Şerif Abdülk®dirzâde Hüseyin Hâşim

22 Ali Emîri Efendi'nin de İbnülemin'e karşı aynı hisleri taşıdığına delîl olarak merhum üstâdım Hezârfen Hattat Necmeddin Okyay'ın şu hâtırasını kendisinin anlattığı şekilde naklediyorum: "Ali Emîri Efendi'ye Sahhaflar Çarşısı'nda kitaplara bakmakta iken rastladım ve o günlerde yeni duyduğum İbnülemin hakkındaki şu beytini işitebileceği bir sesle kulağına okudum:

İbnülemîn'e ta'n eden ehl-i hamiyyetin Her bir sözün kitâbe-i cân etmek isterim! Hemen arkasına döndü ve bana o tîz sesiyle: ‘Haklı değil miyim a efendim, haklı değil miyim?' cevabını

vererek hislerini sözleriyle de teyid etmiş oldu". Son Hattatlar'daki muhtelif hâl tercümelerinde Ali Emîri'ye dâir nakiller varsa da, en geniş mâlûmât için bkz. İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şâirleri, İstanbul, 1930-1941, s.298-312. Ayrıca merhumun fazîlet ve meziyetleri hakkında Ahmed Refik Bey'in Türk Tarih Encümeni Mecmûası'na (1 Kânûnisânî 1340, I, s. 47-51) yazdığı şu mak®le okunabilir: "Ali Emîri Efendi (1274-1343), Hayat ve Âsârı".

OSMANLI ÇAĞINDA HAT SANATI VE HATTATLAR 39

39

Bey'in (1277/1861-1339/1920) bu mevzûdaki birikimlerini bir kitap hâline getirmeyişi, sâhası için ciddî bir kayıptır23.

Türkiye Cumhuriyeti devrinde hat sanatı ve hattatlık üzerine birçok mak®le ve kitap te'lîf olunup neşredildiyse de, bunlar konumuzun kapsamı dışında kaldığı için bu araştırmaya dâhil edilmemiştir.

Osmanlı medeniyetinde hat sanatının mevkıi gerçekten müstesnâdır; devletin her hususta gerilediği yıllarda bile, bediî değerleri yüceltilerek sürdürülmüştür. Lâkin tarihimiz boyunca zâten mahdud sayıda kalan hat ve hattatlar hakkındaki derin araştırma ve inceleme mahsûlü eserlerin neşrini ihmâl etmekle, Osmanlı kültür ve sanat câmiası, gönüllerinde bulunması beklenilen hüsn-i hat sevgisiyle hiç de bağdaşmayan bir lâkaydî sergilemişlerdir, denilse yerinde olur.

23 Hüseyin Haşim Bey'in hayatı hakkında bkz. İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, Son Asır Türk Şairleri, İstanbul, 1930-1941, s.557-564; aynı müellif, Son Hattatlar, İstanbul, 1955, s.127-130. Bahsedilen mak®leler için bkz. Osmanlı Ressamları Cemiyeti Gazetesi, 2 (1326) "Hat"; 6 (1327) "Zamanımızdaki Hattâtîne Dâir"; 12 (1328) "Hutût-ı İslâmiye-İnkisâr".