osmanli-tÜrk kÜltÜrÜnÜn...

24

Upload: others

Post on 18-Sep-2019

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel
Page 2: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARİSTAN'DAKİ İZLERİ VE ETKİLERİ

M. TÜRKER ACAROĞLU

Üsküplü büyük Türk ozanı ve yazarı Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958), 1921 yı-lında Bulgaristan'a yaptığı bir gezinin notlarında şunları söyler: "Bir Türk gönlünde nehir varsa Tuna'dır, dağ varsa Balkan'dır. Türklük Avrupa'ya doğru cezir ve medd'i biten bir deniz gibi o dağlardan çekilmiş, lâkin tuzunu bırakmış. Bütün o toprak Türklük kokuyor. Bu tuz, Bulgar vatanının toprağında mı kalmamış? Kanında mı? Meşrebinde mi? Yaşayışında mı? Lisanın sarf ve nahvinde mi kalmamış? Daha nerelerinde, Yarabbi! O toprakta gezdiğim müddetçe hep bunu hissettim...."

Gerçekten öyle. Osmanlı Türkleri XIV. yüzyılda Balkanları fethettikten sonra, bu toprakların yerli halkları Türk kültüründen, Türk uygarlığından, özellikle Türk dilinden, Türk halkbiliminden, Türk etnografyasından pek çok şey almış, yeni pek çok şey öğrenmiştir.

Osmanlı Türkleri tam 500 yıl boyunca Balkanlarda, özellikle Bulgaristan'da kalıp yerleştiler, o toprakları tam bir Türk yurdu yaptılar: Taşıyla, toprağı ile, her şeyiyle... Rumeli toprakları Batı Anadolu'dan ayırt edilemez bir duruma gelmişti. Örneğin, Rumeli'nin, İzmir, Balıkesir, Bursa ve başka Anadolu illerinden bir farkı yoktu.

Bu durum, etnik yönden Bulgar halkı üzerinde gerçek bir değişiklik yaptı. Rodop dağları bölgesinde yaşayan halk, kendi rızasıyla Müslüman oldu; bunlara Pomaklar (Yardımcılar) denildi. Hele XVII. yüzyıl sonlarında artık Rumeli topraklarındaki halkın yerleşim haritası, tümüyle değişmiş bulunuyordu. Bütün Trakya ve Dobruca ovaları, Tuna ovası, Deliorman yöresi ve Rodop dağlarının kolayca erişilebilen her yere, kimi başkaca bölgelere de Türkler Anadolu'dan gelip yerleşmiş bulunuyordu. Kimi Bulgar bilimcilerinin iddia edegeldikleri gibi, Osmanlı Türkleri Bulgarlara "köleliğin ağır koşulları"nı yüklemediler, onları zorla İslâmlaştırıp Türkleştirmediler, bunun için hiçbir baskıya başvurmadılar, kısaca Bulgar halkını "assimile" etmeye çalışmadılar. Aslında bu, kutsal kitapları olan "Kuran"ın Bakara suresinin bir buyruğu idi :"Dinde zorlama yoktur" (2/256).

Osmanlı'da eşsiz bir mimarlık vardı, bu alanda ortaya konan yapılar, yapıtlar, uygarlık tarihinde görkemli bir yer tutar. Aslına bakılırsa, mimarlığın Anadolu'da çok eski bir tarihi, bir geleneği vardır. Osmanlı Türkleri, bilindiği üzere, fethettikleri ülkelerde konut ve mimarlık olarak ev, konak, hükümet konağı, cami, tekke, medrese, mektep, han, hamam, saray, kütüphane, köprü, yol, çeşme, bedesten, mescit, türbe, saat kulesi, kervansaray vb. gibi yapılar, yapıtlar inşa etmişlerdir. Bu anıtların birçoğu hâlâ daha Bulgaristan'da varlıklarını korumakta, görevlerini yapmakta, dipdiri ayakta durmaktadırlar. Bu da gösteriyor ki, Osmanlılar o ülkelere gelip geçici olarak değil, yerleşip kalmak üzere gelmişlerdir. Nitekim, uzun yüzyılları boyunca oralarda kalmışlardır.

Page 3: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

2 M. TÜRKER ACAROĞLU

Uzun bir Osmanlı-Türk egemenliğinden sonra, Bulgaristan'da bıraktığımız bu değerli bayındırlık, mimarlık, kültür ve sanat yapılarını, yapıtlarını araştırıp incelemek, onarımlarıyla ilgilenmek, Türk uygarlık ve kültür tarihi bakımından çok önemli bir görevdir. Ancak, bu konular üzerinde çalışan Prof. Semavi Eyice gibi bilim ve sanat adamlarımızın, dikkat çekecek denli azlığı çok düşündürücüdür. Hollandalı mimar Machiel Kiel'in 1970'lerden sonra Bulgaristan'da yaptığı, Amerika Birleşik Devletleri'nde yayımladığı Hezar-grad (Razgrad), Yeni-Zağara vb. yerlerdeki sanat tarihi çalışmaları bize örnek olmalıdır.

Balkan ülkelerine giden herkes, şu ya da bu biçimde "Türk mirası" ile karşılaşır. Balkanlar'daki Türk ve Müslüman azınlıklar, Türk-İslâm kültürünün yapıları, yapıtları bugün de varlıklarını koruyorsa, Balkanlar'daki kültürel yaşamın çeşitliliğini, Osmanlı Türklerinden soyutlayarak anlamak olanaksız. Balkanlar üzerinde çalışanlar, aslında Türkiye'nin bu bölge için din, dil ve kültür açısından hâlâ merkezi bir konumda olduğunu kolayca anlar.

93 savaşı diye ünlü Türk-Rus savaşı (1877-78) sırasında ve sonrasında pek çok cami ve mescit gibi Türk-İslâm yapıtı yıkılmış ya da yıktırılmıştır. Kaynaklara geçen bir örneği anmadan geçemeyeceğim: Savaş sonucu Sofya'yı işgal eden Rus generali Prens Aleksandr Mihayloviç Dondukov Korsakov (1820-1893) emir vererek kentteki tam 44 caminin minarelerini bomba ile yıktırmıştır. Sabahleyin bu olaya "Gece düşen yıldırımların isabeti sonucu yıkılmış" denilmiştir. Bu general, Rus çarının yüksek komiseri olarak, Aleksandr Batenberg'in Nisan 1879 tarihinde Bulgaristan Prensi ilân olununcaya dek Bulgaristan'ın sivil ve askeri yönetimini üstlenmişti.

Doğduğum yer olan Hezar-grad (Razgrad) kentinde 1930'larda her mahallede bir cami, yani yedi cami vardı. Oysa, yaklaşık 40 yıl sonra, 1978'deki ziyaretim sırasında yalnızca iki cami kalmış olduğunu gördüm. Bunlardan biri, Ahmet Bey camisi Varna savaşı sırasında, yani 1444 yılında yapılmış, ötekisi, Büyük Cami dediğimiz İbrahim Paşa Camisi de 1616 yılında inşa olunmuştur. Herhalde, tarihsel değerleri yüzünden bu iki anıt ayakta kalabilmiş.

Oysa, Osmanlı Türkleri, Bulgaristan'daki manastır ve kiliseleri yıkmak, tahrip etmek şöyle dursun, tam tersine, Bulgarların bunları onarmasına, yeniden inşasına izin vermişlerdi. Bulgar mimarlık tarihine geçmiş ünlü iki manastırdan, kendi kendilerini yetiştirmiş ünlü iki inşaat ustasından örnekler vererek bunları ispatlamak pek kolaydır.

Rodoplardaki Baçkova manastırı (Baçkovski manastir) ve kilisesi, Bulgaristan'ın en eski dinsel yapılarından biridir. Bunun en önemli yapıları Osmanlı döneminde, XVII-XIX. yüzyıllarda inşa edilmiştir: "Meryem Ana" kilisesi 1604 yılında, renkli freskleri 1643 ve 1850 yıllarında, renkli freskleri 1643 ve 1850 yıllarında, yemekhanesi 1623 yılında, duvar resimleri 1643 yılında yapılmıştır. Yine bu manastırdaki "Ermiş Nikola" kilisesi, 1834-37 yılları arasında inşa edilmiş, duvar resimleri 1840 yılında ünlü kilise ressamı Zahari Zograf tarafından yapılmıştır. 1981 yılında ziyaretimiz sırasında, müzesinde çok değerli altın eşya, ikonlar, belgeler vb. bulunduğunu gördük.

Rila manastırına (Rilski manastır) gelince, Bulgarların uyanış dönemi (Vızrajdane) dedikleri Osmanlı'nın son döneminin Bulgar anıtsal mimarisinin en tepesinde yer alır. Aydın yetiştiren eğitim-öğretim okuluyla da pek ünlüdür, bir ulusal kültür merkezi olarak görev yapmıştır. İşte bu manastırın "Meryem Ana" kilisesinin duvar resimleri 1795 yılında yapılmış, buradaki "Ermiş Luka" kilisesi 1799 yılında inşa olunmuş, başka bir

Page 4: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 3 "Meryem Ana" kilisesi 1805 yılında yapılmış (bunun duvar resimleri 1811 yılında çizilmiş), manastırın doğu, batı ve kuzey bölümleri de Aleksi Rilets tarafından 1816-19 yılları arasında inşa olunmuştur. Bir yangında kısmen harap olan kilise yerine 1834-60 yılları arasında şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel Yovanoviç adında bir usta tarafından yapılmıştır; 1840-72 yılları arasında Toma Vişanov, Dimitr ve Zahari Zograf vb. gibi tanınmış ustalarca duvar resimleri çizilmiştir. 1978 yılında bu manastırın pek zengin olan müzesini de gezmiştik.

Yine Bulgar mimarlık tarihinde (Usta Genço) ve (Usta Kolü Fişeto) diye takma adlarıyla ünlü iki halk mimarı vardır. Osmanlı'nın son dönem usta ve mimarlarından biri olan Usta Kolü Fişeto, Nikola İvanoviç Fiçev'in takma adıdır (1800-1881). Çoğu kilise olmak üzere anıtsal binalar yapmış: Manastırlarda, Ziştovi ve Tırnova kentlerinde. Yine Tırnova'da Hacı Nikola hanı ve konağını inşa etmiş. Lofça ve Belene köprülerini de yapan odur.

Usta Genço'ya gelince, asıl adı Genço Kınev (1829-1890). Gabrova'da 1865-66 yıllarında, Ziştovi ve Lofça'nın Gorna-studena kasabasında ve başka yerlerde hep yeni kiliseler inşa etmiş. Odesa'daki benzerine göre, Gabrova kentinde bir Bulgar lise binası yapmıştır.

Peki, Bulgar bağımsızlığından 120 yıl sonra XX. yüzyılın sonunda Bulgaristan Türkleri için durum nedir? Yeni cami, medrese, okul vb. yapmak şöyle dursun, mevcut tarihsel yapılarını onarabiliyorlar mı?

Gerçi eski sosyalist yönetim, Samakov'daki Bayraklı Cami gibi kimi dinsel yapıları güzelce onarmıştı, buna teşekkür etmeli. Ama daha birçok yapı ve yapıt hâlâ onarım bekliyor, bunların keresteden yapılan iskeletleri olduğu gibi duruyor, yıllardan beri. Bulgar makamlarının bu konuya duyarlı olmaları beklenir.

Bulgar halkbilimi (folkloru) ve etnografyası, Slav ağırlıklı değil, Osmanlı-Türk ağırlıklıdır. Bu durum, her şeyden önce, kültürel ilişkilerin mantıklı bir sonucu ve ürünüdür. Bu ilişkiler, başlıca halkbilimde, özellikle Bulgar halk yazınında, etnog-rafyasında kendini göstermektedir. Pek doğal olarak, burada Osmanlı Türklerinin Bulgar halk kültürü üzerindeki büyük ve derin izlerine, etkilerine değinmeden geçmek doğru olmaz.

Sofya Üniversitesi'nde etnografya profesörlüğü yapmış olan "müteveffa" Hristo T. Vakarelski'ye Bulgar hükümeti 1965 yılında "devlet bilgini" unvanını vermişti; çünkü o yıl "Etnografrafiya na Bılgariya" (Bulgaristan Etnografyası) adlı kitabı Polonya'da Lehçe olarak çıkmıştı. 1969'da kitabın Almanca çevirisi de yayımlandı. En sonunda, gözden geçirilmiş, genişletilmiş, birçok bölümü yeniden yazılmış olarak, 1977'de Bulgarcası da Sofya'da (Nauka i İzkustvo) yayınevince bastırıldı. Yazar, folkloru da etnografya içinde düşündüğünden, dört bölümde gruplandırdığı halk kültürünün çeşitli konuları üzerinde ayrı ayrı durur: I. Maddesel kültür, II. Ruhsal kültür, III.Toplumsal kültür, IV. Halk sanatı ve estetiği. Bütün bölümlerde Osmanlı Türklerinin derin izleri ve etkileri açıkça görülmekte, yazar da bunları, iyi bir bilim adamına yaraşır bir tarafsızlıkla, itiraf etmektedir. İşte, biz, 1986 yılında İzmir'de toplanmış olan III. Uluslararası Türk Folklor Kongresi'nde sunduğumuz "Bulgaristan etnografyası" mı, yoksa Türk etnografya mı?" konulu ve başlıklı bir bildiride, "Bulgaristan etnografyası" diye bir şeyin olmadığını, aslında bunun bir Osmanlı-Türk etnografyasından ibaret bulunduğunu, başlıca bu yapıta

Page 5: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

4 M. TÜRKER ACAROĞLU

dayanarak ispatlamaya çalışmıştık; daha sonra bildirinin ayrı basımı da yapıldı (1986, 12 s.).

Bu değerli profesör, kitabının bir yerinde diyor ki: "Bir zanaat ya da sanatın terimleri hangi dilden gelirse, onu başkalarına öğreten o halktır. "O halde, yalnızca çiftçilik (tarım) terimlerine bir göz atalım: Tırpan, kazma, zahire, burçak, çapa, tırmık, kafes, hergele, çardak, sopa, harman, yaba, ambar, teneke, sebzelerden fasulye, biber, domates, patlıcan, dolap, mısır, tütün, aşılama, denk, sırık, pirinç, çeltik, bel, çamur, çiftlik vb. Bu terimlerden hiçbirinin Bulgarcası yoktur. 500 yıllık Osmanlı döneminde Türkçe olarak kullanıldığı gibi, Bulgaristan bağımsız olduktan 120 yıl sonra, bugün de Türkçe olarak kullanılmaktadır. Sonsuza dke kullanılacakları da anlaşılıyor. O kitabın sonuna konulan halk terimleri dizininden, Türkçeden Bulgarcaya geçmiş terimleri üç sayfa içinde göstermiştik.

Yalnız tarımda da değil, hayvancılıkta, avcılıkta, giyim ve kuşamda, besin ve yi-yeceklerde vb. alanlarda Osmanlı Türklerinin Bulgaristan'daki izleri ve etkileri o denli açık, belirgin, gözle görülür, elle tutulur bir durum gösterir ki, örneğin, "Türk mutfağı ve yemeklerinin Bulgaristan'daki etkileri"ni 19 sayfalık bir bildiri olarak, Eylül 1992 tarihinde İstanbul'da toplanan IV. Uluslararası Yemek Kongresi'nde sunmuştuk (bildiriler kitabı, ss. 18-36). Bildirinin sonunda, İ. Gürdağ Kayaoğlu'nun hazırladığı "Türkçeden Bulgarcaya geçen mutfak terimleri, bitkisel besin ve yemek adları" ile "Bulgarcaya Türkçeden geçen bakırcılık terimleri ve bakır kap-kacak adları"nı iki liste biçiminde, başka bir kaynaktan aktarmıştık.

Bakır ve demirden yapılmış âletlerin, süs nesnelerinin adları Türkçeden Bulgarcaya geçmiş, çoğunun Bulgarca karşılıkları yoktur. Örneğin: Balta, kazan, tava, tencere, kalaylama âletleri, çakmak, kopça vb. gibi.

Tarım ve madencilik terimleri, bütün Türk lehçelerinde aynıdır. Bu, Türklerin, dünyaya yayılmadan önce de, bütün Türklerin aynı alanda (Orta Asya'da) yaşadıkları zaman dahi tarımla uğraşmış, maden işlemesini bilmiş olduklarını ispatlar ("Türk Tarihinin Ana Hatları", 2. basım, İst., 1996, s. 325).

Tarih boyunca, bütün uluslar, birbirlerinin etkisi altında kalarak düşüncelerine, çalışmalarına, yaşamlarına yön vermişlerdir. Bulgarlar da, öteki Balkan ulusları gibi, uzun süre egemenliği altında yaşadıkları Osmanlı Türklerinin yaşam biçimine, kılık-kıyafetine, zanaat ve sanat dallarına karşı hayranlık duyarak bunları benimsemişlerdir. Örneğin, çömlekçilik, uzun yüzyıllar Türk egemenliğinde kalan Balkan ülkelerinde yaygın olarak yapılmış, bugün de bu zanaat bir meslek olarak sürüp gitmektedir. Türk halı ve kilimleri, ipeklileri, giysileri, süsleme gereçleri, oymacılık, işlemecilik vb. el sanatları, güzel sanatlar Bulgar kentlerine girdi, taklit edildi, çok üstün örnekler verdi.

Nakışlar, dokumalar Türk halk sanatı ve estediğinin etkisi altında gelişmiştir. Çinicilik, taşçılık vb. sanatlar ve zanaatların hemen hemen hepsi Türk izleri ve etkileri taşımaktadır.

Bütün Balkan halk giysilerinde olduğu gibi, Bulgar giyim-kuşamında da Türk motif ve etkileri açıkça görülebilmektedir. 1878'den, yani Bulgar bağımsızlığından sonra, o zamana değin, Müslüman Türklerden başkasına yasak olan "yeşil" renk, Bulgar giyim-

Page 6: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 5 kuşamında da görülmeye başlıyor. Bulgarlar pembe, mor gibi Türklere özgü diye bilinen renkleri kullanıyorlar artık.

İlkin "kelâm: söz" vardı, derler. Biz de şimdi artık sözcüklere geçelim.

S Ö Z C Ü K L E R Kolayca kestirilebileceği gibi, yüzyıllar boyunca bir arada yaşamış olan Balkan

ulusları birbirlerinden pek çok sözcük almış. Bir hesaba göre, Bulgarcaya geçen Türkçe sözcüklerin sayısı, tıpkı Fransızcadan İngilizceye geçenler gibi, onbini aşkın. Geçen yüzyılda yaşamış Bulgar halkı ve yazarları, kuşkusuz, şimdikinden daha çok Türkçe söz kullanmışlar. XX. yüzyılda yaşayan Bulgar halkı ile yazarları ise, daha az Türkçe sözcük kullanıyorlar. Çağdaş Bulgar yazınında kullanılan Türkçe sözcükler gitgide azalmakta. Ancak, eski Bulgar yazarlarının yapıtlarında olduğu gibi, Diçev, Dimov, Haytov, Talev vb. gibi çağdaş Bulgar yazarlarının yapıtlarında da pek çok Türkçe sözcüğe rastlanabiliyor. Şimdi Bulgaristan'da da, bizdeki gibi, bir dil yalınlaştırılması akımı var. Bulgar ozanları ile yazarları, artık Bulgarcası bulunan hiçbir yabancı sözcüğü kullanmak istemiyorlar. Devlet de bu akımı destekliyor. Ama, Bulgar halkı, alıştığı yabancı sözcükleri, özellikle Türkçe sözleri konuşma dilinden atamıyor. Bir örnek: "Kibrit" sözcüğünün Bulgarcası bulunmuş, yazıya geçirilmiş, ama Bulgar halkı Türkçe "kibrit" sözcüğünü kullanmaktan bir türlü vazgeçmediği için, şimdi gene eksiye dönülerek kibrit kutularının üstüne "kibrit" diye yazmışlar! Eski sözlükler daha çok Türkçe sözcük içerirken, yeni sözlükler daha az Türkçe sözcüğe yer veriyor. Bilimsel-popüler yapıtlardaki gibi, günlük basında, medyada, özellikle güldürü (mizah) dergilerinde Türkçe sözcükler daha çok kullanılır. Denilebilir ki, Bulgar yazarları Türkçe sözcük kullanmadan güldürü yazısı yazamamaktadır: Zevzek, geveze, Nasrettin Hoca vb. gibi sözcük ve adları sık sık kullanırlar.

Çağdaş Bulgarcada ilk Türk-Bulgar (Proto-Bulgar) dil kalıntıları, genel olarak varlık adları olan sözcüklerden oluşur. Bunlarda Türkçedeki -cı, -ci, -cu, -cü (-çı, -çi-çu, -çü) yapım ekleri bulunmuştur.

Daha sonra gelen Osmanlı Türkleri, Bulgarcayı derinden etkilemiştir. Türkçeden Bulgarcaya geçen birçok sözcük iki biçimde yazılır: Boaz-boğaz, arzuhal-arzoval, acaba-aceba vb. gibi. Ses değişmeleri, Türkçe sözcüklerin Bulgarcaya hem ağızdan (diyalekt biçiminde), hem de yazılı olarak geçtiğini göstermektedir. En çok kullanılan sözcükler cins adları ve sıfatlar, en az fiillerdir. Türkçeden Bulgarcaya geçerken kimi sözcükler âdeta kimlik değiştirmiş, törpülenmiş, anlam kaydırmasıyla kendi öz anlamından apayrı bir yerlere oturmuştur.

Türkçe -lık, -lik ekiyle Bulgarca adlardan ad yapılır: Maystorlık: ustalık vb. gibi.

Ulusumuzun şu ya da bu yollarla başka dillerden devşirdiği, dil değirmeninde öğüttüğü, ulusal zevk süzgecinden geçirdiği bütün sözcük ve deyimleri Türkçe saymak zorundayız.

"Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü"nü hazırlamış olan İsmet Zeki Eyüboğlu'ya göre, "Anadolu'da konuşulan Rumcada Fransız kökenli sözcüklerin sayısı az değildir. İstanbul'a, Avrupa'ya gidip-gelen Rum alışverişçiler kimi Fransızca sözcükleri de öğrenir, günlük dile sokarlardı. "Manca" bunlardan biridir" diyor (2. basım, Şubat 1991, s. 473).

Page 7: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

6 M. TÜRKER ACAROĞLU

"Manca" sözcüğünü Bulgarlar da "yiyecek, aş" anlamında kullanırlar: "Tazi manca e mnogo vkusna" (Bu yemek pek lezzetli) gibi.

Bulgarlar, örneğin "mengene" gibi Rumcadan dilimize geçmiş sözcükleri Türkçe olarak göstermektedir. Demek oluyor ki, kimi Rumca sözcükler de Türkçe yoluyla Bulgarcaya geçmiş bulunmaktadır.

"Mermer", "liman" gibi Rumca kökenli kimi sözcükleri Bulgarlar Türkçe olarak gösterir. Böylece, bunların Bulgar diline Türkçe yoluyla geçtiği anlaşılmaktadır.

Ermenice olan "mertek", "moruk" gibi sözcükleri de Türkçe olarak gösteriyorlar. Demek oluyor ki, kimi Ermenice sözcükleri de Bulgarlar Türklerden almıştır.

"Lokanta" İtalyanca olduğu halde, Bulgarcaya Türkçe yoluyla geçmiş. Nitekim "Lokamtaci" sözcüğü de Türkçeden gelir. Kökeni İtalyanca olan "pranga" gibi sözcükleri Bulgarlar Türkçe olarak gösterir. Anlaşılan, bu gibi yabancı sözcükler de ancak Türkçe yoluyla Bulgarcaya geçebilmiş.

Bulgar dilbiliminin kurucularından biri sayılan Prof. Benö S. Tsonev (1863-1926) "İstoriya na bılgarskiya ezik" (Bulgar Dili Tarihi, 3 cilt, 1919-37; 2 cilt, 1984) adlı önemli yapıtında, Türkçenin Bulgarca üzerindeki etkilerinden söz eder. Bunların yalnızca tek tek sözcüklerden oluşmadığını, Bulgarcada pek çok Türkçe deyim, atasözü ve özlü sözler bulunduğunu, bunların halkça bugün de kullanıldığını ileri sürerek birçok örnek gösterir. Bu değerli dilbilim profesörü, Bulgar dilindeki yabancı kökenli sözcükler arasında Türkçe kökenlilerin en yüksek sayıda olduğunu saptamıştır. Daha sonra bu konuda yapılan incelemelere yolgösteren bu araştırma, bugün de önemini koruduğu için yeniden basılmıştır.

Prof. Tsonev'in ayrıca Sofya Üniversitesi Dil-Tarih Fakültesi Yıllığı'nda (Annuaire de l'Université de Sofia, Faculté historico-philologique , tome XXV/4, 1929) yayınlanmış olan "Turski dumi v bılgarskiy ezik' (Türkische Wörter im Bulgarischen/ Bulgarcadaki Türkçe Sözcükler) başlıklı araştırmasında, Türkçe sözcükler, 13 bölümde incelenir: I. Doğa, madenler, bitkiler, hayvanlar; II. Ekonomi, ev idaresi, taşınır eşya, aile; III. Zanaat, ticaret, para, uzunluk ve ağırlık ölçüleri; IV. İnşaat ve bölümleri; V. Giyim-kuşam, süs vb.; VI. Yiyip içme, tat, zevk; VII. Oyunlar, çalgılar, eğlenceler; VIII. Vücut, hastalıklar, ilâçlar; IX. Birey, toplum, din, milliyet; X. Yönetim, adliye; XI. Askerlik; XII. Azarlayıcı ve ayıplayıcı sözler; XIII. Çeşitli sözcükler (cins adları, sıfatlar, fiiller, türlü kavramlar vb.).

Türkçeden Bulgarcaya geçen yemek adlarından bir kaçı: Bürek (börek), çorba, dolma, kebap, kıtma (akıtma), küfte (köfte), musaka (musakka), sarma, yahniya (yahnı) vb.

Tatlı çeşitlerinden örnekler: Aşure, baklava, halva (helva), muallebiya (muhallebi), revane (revani), sarayliya (saraylı), sutlâç (sütlâç).

Yemeklerde kullanılan malzeme ve baharat çeşitleri de Türkçedir: Arpacık, badem, bulgur, fastık (fıstık), karamfil (karanfil), limontuzu, nane, salep, soya, tahan, leblebiya (leblebi), zehtin (zeytin) vb.

Mutfak eşyasından bir kaçı: Cezve, kofa (kova), kazan, legen (leğen), sahan, siniya (sini), tas, tava, tencera (tencere), tepsiya (tepsi) vb.

Page 8: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 7

XV. yüzyıldan sonra Arapça-Farsçanın etkisinde kalan Osmanlıca, aynı yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan bugünkü Bulgaristan'ın diline de Arapça-Farsça sözcükler getirmiştir. Binleri bulan bu sözcüklerden örnekler vermeye gerek yoktur. Ancak, Tahran Üniversitesi Rektörü Sait Nafizi 1955 yılında Sofya'yı ziyareti sırasında birkaç gün içinde yaptığı küçük bir araştırma sonucunda Bulgarcaya Osmanlıca aracılığıyla geçmiş 950 kadar Farsça sözcük saptadığını, yapılacak daha derin bir incelemeyle bu sayının 3.500-4.000'e dek çıkabileceğini söylemiştir. Bizim araştırmalarımız da bu yargıyı doğrular niteliktedir.

Değerli dilbilimci Hayriye Süleymanoğlu Yenisoy, Sofya Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalıştığı sırada yaptığı bir araştırmada, geçen yüzyılda yaşayan Bulgar gazeteci-yazarı Zahari Stoyanov'un yazılarında Türkçe olarak 1.019 yer adı, 1.000 soyadı ve takma ad, 4.010 başka türden sözcük bulmuştur. Bunların kullanılan sözcüklere oranı ise, % 66.5'tur. Sayın Yenisoy'un Türk-Bulgar dil ilişkileri üzerine başkaca araştırmaları da vardır, bunlar çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır.

Bulgarcaya geçen yabancı sözcükler alanında son çıkan bir sözlüğün adını verelim: Bir kurulca hazırlanan "Reçnik na çujdite dumi v bılgarskiya ezik", 1996'da Sofya'da MAG-77 yayınevince ciltli olarak çıkarıldı (1.248 s.). Daha önce de Milev, Bratkov, Nikolov'un ortaklaşa hazırladıkları, aynı adı taşıyan bir sözlük, 1970 yılında Sofya'da Nauka i İzkustvo yayınevince 3. kez bastırılmıştı (880 s., ciltli). Bu tür sözlüklerde Türkçe yoluyla Bulgarcaya geçen Arapça-Farsça sözcükler de işaretlenmiş, vurguları da gösterilmiştir. Bunların kökenbilimsel bir özyapısı da vardır.

Bir ulusun dilini, kültürünü onun tarihsel geçmişi belirler. Başka ulusların dilinden, kültüründen etkilenmeyen hiçbir ulusal dil ve kültür yoktur. Ne var ki, bu etkileşim, kültür ve uygarlık düzeyi yüksek olan bir ulusun dili ise, olmayana akar. Bu, kendiliğinden, bileşik kaplar gibi olur.

1970'lerde Varna'da düzenlenen Bulgarca Çevirmenleri Sempozyumu'nda yanıma gelen kadınlı-erkekli Macar çevirmenler bana: "Bulgarcada o denli çok Türkçe sözcük var ki, biz Bulgarcanın yanında Türkçeyi de öğrenmek zorunda kalıyoruz" demişlerdi.

Son zamanda Bulgar dilbilimcileri, Osmanlı Türkçesinin Bulgarcadaki büyük etkisini küçümsemek amacı güderek, çok yanlış kökenbilim (etimoloji) sonuçları çıkarmaya uğraşmaktadır. Örneğin: Kazan, kula, kalpak, kebe, çepik, çepken vb. gibi sözcüklerin Osmanlı Türkçesiyle bir ilişkisi bulunmadığını ileri sürmek, çok yanlıştır. Bu incelemelerde, Rumeli Türk ağızları arasında Bulgaristan Türk ağızları da unutulmamalı, küçümsenmemelidir.

Bosnalı Abdullah Şkaljiç'in hazırladığı, Sırp-Hırvat dillerine geçmiş 6.878 Türkçe sözcük ve deyimi kapsayan sözlük 1985'te Saray-Bosna'da 5. kez basıldı (664 s., ciltli). Bulgarcaya geçen sözcükler için henüz böyle kapsamlı bir sözlük yok. Ancak, biz bir deneme niteliğinde olarak, buna benzer bir hazırlık çalışmalarına başlamış bulunmaktayız.

ATASÖZLERİ VE DEYİMLER

Kimi Türk atasözü ve deyimlerinin Bulgarcada ya da öteki Balkan dillerinde aynen kullanıldıkları, çeşitli Balkanbilimcilerce söylenip yazıldı.

Tanınmış Bulgar ozanı, gazeteci-yazarı, halkbilimcisi Petko Raçev Slaveykov (1827-1895) İstanbul'da Bulgarca olarak yayınladığı bir derginin Nisan 1854 tarihli sayısında

Page 9: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

8 M. TÜRKER ACAROĞLU

çıkan "Bılgarski narodni pritçi" (Bulgar atasözleri) başlıklı yazısında "Köy dükkân ve kahvehanelerinde Bulgar erkekler daha çok Türkçe konuşurdu" diyor. Türkçeyi de pek iyi konuşmasını bilen Bulgar halkı, atasözlerimizle deyimlerimizin binlercesini kendi diline çevirmiş. Yalnız Slaveykov, 2.000'i aşkın Türk atasözü derleyip yayınlamıştır. Bunların, genellikle, yerli Türk halkının ağzından sözlü olark Bulgarcaya geçtiği saptanmıştır.

Şinasi'nin ilk Türk atasözleri kitabı olarak kabul edilen Durub-i emsal-i Osma-niye'sinin ancak 1863 yılında basılabildiği düşünülürse, Slaveykov'un ondan dokuz yıl önce 2.000'i aşkın Türk atasözünü halktan derleyip yayımlamış olmasının, atasözleri kaynakçamızın tarihi yönünden önemi vardır.

Stoyan Çilingirov, Bulgaristan Türklerinin atasözleri ve deyimlerini içeren "Turski poslovitsi i pogovorki i harakterni izrazi" başlıklı araştırmalarını, Sofya'da 1922-23 yıllarında yayınlamıştır.

Nikolay İkonomov adında, benim hemşerim olan Hezargradlı (Razgradlı) bir Bulgar halkbilimcisi, Bulgaristan'da yaşayan Türk ve Bulgar halk ağızlarından derlediği yaklaşık 7.500 atasözünün hemen hemen tüm Balkan uluslarınca da kullanılmakta olduğunu ispatladı, "Balkanska narodna mıdrost" (Balkan Halk Hikmeti, Sofya , 1968, 364 s.) adlı yapıtında....

1989 yılında İstanbul'da yayımlanan "Dünya atasözleri" adlı kitabımızda, dünya ulusları ve dillerinden derlediğimiz 16.175 atasözü arasında 688 Bulgar, 550 Bulgaristan Türk atasözü de vardı. Dikkati çeken nokta, Türk atasözü benzerlerinin aynen Bulgarcada da bulunmasıdır.

Şumnulu dostumuz Salih Baklacı, bu konu üzerinde 35 yıldan beri çalışmalar yapar. "Bulgarların yaşam ve kültüründe Türk atasözleri" başlıklı bir yazısı, Ankara'da çıkan "Folklor/edebiyat" dergisinde yayınlanmıştır (Sayı 10, Temmuz-Ağustos 1997, ss. 108-111). Onun büyük bir çalışma ürünü olan "Hani derler ya, Bulgaristan Türklerinin atasözleri" adlı yapıtı, yakında Türk Dil Kurumu yayınları arasında basılacaktır.

Arap, Fars, Ermeni kökenli atasözlerinin birçoğu Balkanlara Türklerle birlikte gelmiş. Çin, hattâ Japonya gibi Uzak-Doğu ülkeleri halkbiliminden kimi atasözlerini de Balkan ülkelerinde bulabiliyoruz. Bizce bunlar da Türk göç yollarıyla bu yöreye gelmiştir, başka türlü olamaz.

Türkçeden Bulgarcaya geçen birkaç atasözüyle bu konuyu kapatalım: Aç ayı oyun oynamaz.-Balık baştan kokar.-Çuvaldızı kendine, iğneyi başkasına. -Kendi düşen ağlamaz.-Taş, olduğu yerde ağırdır. -Tatsız-tutsuz konuşuyor.-Vakit, insana her şeyi öğretir. -Veresiye, boş kese.-Vur demişsem, öldür demedim.-Yardım aradım, maraz buldum (Merhametten maraz doğar).-Yoksulluk, kusur (ayıp) değil.-Zaman, saman satar vb.

Page 10: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 9

MASAL VE FIKRALAR (ÖZELLİKLE NASREDDİN HOCA FIKRALARI)

Tanınmış Bulgar yazın tarihçisi ve halkbilimcisi İvan Dimitrov Şişmanov (1862-1928), Bulgar etnografya ve halkbilim sorunlarını incelediği yapıtlarında, Bulgar masal motiflerinde Türk etkisi bulunduğunu yazmıştır. Tam 100 yaşında iken 1978 yılında Sofya'da ölen, Türkçeyi de çok iyi bilen ünlü halkbilimci Rusçuklu Prof. Mihail Arnaudov ise, masal türünün Türk halkbilimi sayesinde Bulgar halkbilimine girdiğini belirterek pek çok örnek vermiştir.

Bulgarlar arasında Nasreddin Hoca fıkralarına ilgi, XIX. yüzyıl ortalarından beri süregelmektedir. O çağın Bulgar yazarlarından Lüben Karavelov, Petko R. Slaveykov, daha sonra İliya R. Blıskov, Osmanlı yönetimindeyken ve daha sonraları- özellikle İstanbul'da -çıkardıkları gazete ve dergilerde Nasreddin Hoca fıkralarına da yer verdiler. Dimitr Mutev'in 1858-62 yılları arasında İstanbul'da yayınladığı "Bılgarski knijnitsi" adıl derginin 9. sayısında "Türk masalları" başlığı altında kimi masallarımız çıkmıştır. Mutev şöyle der:"İleride de yayınlamayı sürdüreceğimiz Türk masalları müteveffa Elena Muteva tarafından derlenip korunmuştur. Elena Muteva, Bulgar basınında "Bulgar Kraliçesi Rayna" diye ün yapmıştır."

Türkçeden Bulgarcaya çevrilmiş olan bu masalların önsözünde şöyle denmektedir: "Masallar, her şeyden önce Doğu ülkelerinde doğmuş, Doğu'nun paha biçilmez bir malıdır. Masallar orada çiçek açmış, bugüne dek geniş topluluklar üzerinde etkisini sürdürmüş halk yapıtlarıdır. Bunlar, insanı yakan bir güneşin altında yetişmiş, bol bol meyve veren bir bitkiden farksızdır. Bu halk yapıtları, gerçek yaşamını ancak Doğu koşullarında sürdürebilir...Batılılar kendi masallarını Doğu'dan aldı, onları anlatıp dinlemekten büyük bir zevk almaya başladı, kendi eğlence ve sohbetlerinde masalları bir tür güzellik gerdanlığı olarak nitelendirdiler. Masalları bir görkem olarak benimsediler. Daha sonra masalların arkasını tahta kerevetlerde, sedirlerde, büyük bir keyifle kullandıkları uzun çubuklarda, geniş enli, ağı çok bol giysilerde, renk renk şallarda görmekteyiz. Öylesine ki, masalı kabul edince, onun biçimini de saptadılar, içeriğine de Doğu özelliğini koruyacak bir güzellik verdiler...."

XIX. yüzyıl sonlarında Hristo D. Maksimov (1867-1907) adlı bir Bulgar eğitimcisi, gazeteci -yazarı, Nasreddin Hoca fıkralarını Rusçuk'ta beş kez, "Ferhat ile Şirin" masalını tam 11 kez bastırdı. "Ferhat ile Şirin" kitabı, Bulgar masalcıları üzerinde son derece etkili oldu; hattâ kimileri yeni basımlarında kitabın bir bölümünü Bulgarlaştırdı, içeriğine yeni yeni eklemeler yaptı, yeni yeni olaylar kattı. "Ferhat ile Şirin" okuma-yazma bilmeyenler için o dönemde en yararlı, en beğenilen kitap olmuştur. İnsanlar onu tertemiz duygular ve düşüncelerle okumuş, kuşaktan kuşağa anlatarak yaşatmıştır.

Daha çok masallara yönelik bir mesleği olan Bn. Elena Ognyanova'nın saptamasına göre, Bulgar halk masallarındaki kahramanlar arasında, özellikle töre ve geleneklerle, yaşamla ilgili masallarda bir Bulgarla bir Türk sık sık yan yana gelir. Aralarındaki ilişki dostçadır, sıcak ve içtendir. Sokakta, ticarette, dağda, bayırda, kır işlerinde hep birliktedir. Koyunu, keçiyi beraber güderler. Bu masallar, onların birlik ve beraberlik içinde geçen yaşamının bir kanıtıdır.

XIV. yüzyılda Osmanlılarca kurulmuş olan Avrat-alan (bugün oraya Bulgarlar "Koprivştitsa" diyorlar) köyünde doğmuş olan Lüben Karavelov (1834-1879) adındaki Bulgar yazarı, 1861 yılında, yani Osmanlı'nın son döneminde yazdığı "Pametnitsi na

Page 11: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

10 M. TÜRKER ACAROĞLU

naroden bit na Bılgarite" (Bulgarların ulusal yaşamının eski yapıtları) başlıklı kitabında, kahramanları Türk ve Bulgar olan kısa bir kaç fıkra yayımlamıştır.

Türk masalları Bulgarcaya çevrilirken, kahramanları pek çok değişikliğe uğramıştır. Örneğin, elektrik işçisi Murat Mehmedov'un Sofya'da evine işçi olarak gittiği Elena Ognyanova'ya anlattığı yedi-sekiz Türk masalının hemen hepsinin Bulgarcada karşılığı varmış. Bunların konuları kısaca şöyle:

Çocuğu olmayan bir kadın, büyü yaparak, kocasının bir cariyeden olan çocuğunu bir inek kılığına sokar. Sonra güzeller güzeli bir kız, onu yeniden kim insan kılığına sokarsa, onunla evleneceğine söz verir. İkinci masalda, iki kardeş köpek kılığına girer. Bir başka masala göre, havuzda boğulmakta olan bir papaz, kurtulmak için "Ver elini" diyen ahaliye elini uzatmaz. Tam o sırada, papazın karısı yetişir, neredense. "Al elimi" diye seslenince, uzatılan eli tutup kurtulur. Türk masalında ise, boğulmakta olan bir zengin adamdır. Olay tıpatıp aynıdır. Hoca gelip onu aynı biçimde kurtarır.

Bir başka masal, son derece ibret verici: Zenginin biri, işçilerine öğle yemeğini hemen hemen akşam üstü götürerek bir öğün kazanmak istermiş. Ot biçmekte olan işçilerin artık canına tak demiş. İşçilerin elebaşı bir gün: "Çorbacı, demiş, getir şu yemeği yiyelim de sonra ot biçmeye başlayınca vakit yitirmeyelim." Çorbacı getirmiş, yemeği yemişler. Elebaşı: "Şimdi de biraz yatalım da içimizdeki yemek de dinlensin, yerleşsin" demiş. Uykudan kalkınca da :"Hadi, çorbacı, getir öteki öğün yemeğini de işe girişelim, vakit yitirmeyelim" demiş. Öyle de yapmıştır. Böylece, zengin adamı düzene alıştırmışlar. O da işçilerinden yemeği kıskanmaz olmuş.

Burada dikkat çekici bir şey var: Bulgar masallarında ad filân geçmezken, Türk masallarında her kahramanın bir adı, bir sanı vardır. Bu da onların ulusal özelliğini kanıtlayan bir şeydir.

Özellikle analık ile üvey kız arasındaki ilişkilerle ilgili masallardaki benzerlikler, aynı olayların bir öyküsü gibidir. Analık, üvey kızı sahneden çekip kendi tembel, çirkin kızını başkalarına tanıtmak çabası içindedir. Ama er-geç adalet yerini bulur. Namuslu üvey kız, ya sultanın oğluna yar olur ya da -Bulgar varyantında olduğu gibi- kralın oğluna varır. Türkler kendi törelerince kırk gün, kırk gece düğün dernek yapmayı unutmaz. Kırk birinci gün cuma günüdür. O gece üvey kız, göz kamaştırıcı giysiler giyerek gerdeğe girer, sevdiğine kavuşur.

Türk masallarının sonu hep ulusal özelliklerle biter. Bulgar masallarında ise, bu özellik pek göze çarpmaz. Böylece masallar sürüp gider. Kimileri hemen hemen birbirinin yinelenmesidir, kimileri de birbirine çok yakın ya da son derece benzer. Elena Ognyanova'nın devlerle savaş masallarında annesinden dinlediği varyant 158 daktilo sayfası iken, Murat'tan dinlediği varyant ise tam 338 sayfa tutmuş. Bulgarcasındaki tutum başka, Türkçesindeki tutum daha bir başka imiş. Bulgar masalı, insanın yapabileceği işlerden uzak kalmaz, insan adam gibi betimlenir. Türkçesinde ise, mitolojik, efsanevi öğelere rastlanır. Zayıf, güçsüz gibi görünen o kısa boylu kahramanın yapamayacağı şey yoktur. Doğa-üstü varlıklarla görüşüp konuşur, onlarla dostluk kurar, başkalarının yardımına koşar, sonunda keramet üstüne keramet gösterir.

Nasreddin Hoca fıkraları Bulgar halkbiliminde çok önemli bir yer tutar. Bulgarlar ayrıca Hoca benzeri düşsel bir kahraman yaratmışlardır. "Bizim de bir Nasreddin Hocamız olmalı" diyerek Hitr Petr (Kurnaz Peter) adlı bir güldürü kahramanı vücuda

Page 12: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 11 getirmişlerdir. Oysa, böyle bir adam hiç yaşamamıştır, ama Nasreddin Hoca fıkralarının çoğu ona mal edilir. Bulgarcada Nasreddin Hoca fıkralarından atasözleri de türetilmiştir: "Ben ona iyilik yapmamışsam, o bana kötülük yapamaz" vb. gibi. Kimi fıkralar: "Bir adam, bir ihtiyar..." diye başlar. Kurnaz Peter fıkralarında Peter, Nasreddin Hoca'dan daha akıllı, daha kurnaz, daha nükteli gibi tanıtılır.

Bu bölümde, Bulgarların "Hitr Petr" dediği Kurnaz Peter ile Akşehirli Nasreddin Hoca'nın akraba, ikiz kardeş olduğunu önemle belirtmeliyiz. Bu iki komik simayı, Bulgar halk fıkrası tarihini incelerken, tanınmış Bulgar halkbilimcisi Veliçko Vılçev (doğ. 1914) "Hitr Petr i Nastradin Hoca" (Artful Peter and Nasreddin Hodja, Sofya, Bulgar Bilimler Akademisi, 1975, 354 s.) adlı yapıtında en güzel biçimde araştırıp tanıtmıştır. Birçok Batı diline çevrilmiş bulunan bu değerli yapıt, ne yazık ki, henüz Türkçeye çevrilmemiştir.

Vılçev'in belirttiğine göre, Bulgarlar, Nasrettin Hoca'yı ayrı bir dinden, yabancı bir ulustan komik bir sima olarak değil de Burgaz köylerinden birinde doğmuş yerli bir kahraman olarak görürler.

Türk fıkraları, konu ve tür bakımından, tek cinsten (mütecanis) sayılır. Kurnaz Peter'le ilgili Bulgar fıkralarında ise, arada bir, bir kaç fıkra konusu ve motifinin tek başlık altında birleştirildiği olur.

Birçok fıkrada, Nasrettin Hoca ile Kurnaz Peter, aldatma ustalığı konusunda eşit durumda gösterilir. Ancak, Nasrettin Hoca siması, Kurnaz Peter simasından, kimi olumlu öğelerle, daha zengindir. Bu nokta, her şeyden önce, birçok ulusun Nasrettin Hoca simasını model alma çabalarıyla açıklanabilir.

1978 yılında sayın Vılçev'le Sofya'da tanışıp kitabını bana imzalamasından beri bu yapıtı Türkiye'de tanıtmak için pek çok yazı yazdım. Ondan yararlanarak hazırladığım Kurnaz Peter ve Nasrettin Hoca ile ilgili bildiri ve araştırmaları, çeşitli sempozyum ve toplantılarda sundum. Bunlardan yalnızca birkaçının başlıklarını anmaya izninizi rica ederim: "Nasrettin Hoca'nın ikiz kardeşleri, bunlar arasındaki benzerlikler ve ayrılıklar" (I. Milletlerarası Nasrettin Hoca Sempozyumu bildirileri, Mayıs 1989, Ankara, basılışı ve ayrı basımı 1990); "Nasrettin Hoca Balkanlar'da" (III. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri bildirilerinden ayrı basım, Eskişehir, 1989); "Avrupa'da, Balkanlar'da, özellikle Romanya'da Nasrettin Hoca" (V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, Nasrettin Hoca seksiyon bildirilerinden ayrı basım, Ankara, 1996); "Nasreddin Hoca-Kurnaz Peter" ("Tarih ve toplum" dergisi, İst., XXVI/151, Temmuz 1996); "Nasreddin Hoca ile Kurnaz Peter üzerine kapsamlı bir araştırma" ("Nasreddin Hoca'ya armağan" kitabının baş tarafında, İst., Oğlak yayınevi, 1996) vb. Bu değerli kaynağın Türkçeye kazandırılması gerekir.

Y E R A D L A R I

Bulgaristan'da sayısız denilecek kadar çok (aşağı-yukarı 5.000-10.000 arasında) Türkçe yer adının bulunduğu sanılmaktadır. Yörelerin ağız özelliklerini taşıyan kimi yer adlarının doğuşu söylentilere dayanmakta, kimileri de o yerin coğrafi özelliklerine bağlı bulunmaktadır.

Osmanı-Türk yönetimi, köy ve kasabaların eski adlarını korumuştur. Ancak, yeni Türk köyleri ve kasabaları oluşturulduktan, Türk halkı gelip yerleştikten sonradır ki, Türkçe yer adları da verilmeye başlamıştır. Pek doğal olarak, Osmanlı Türkü eski yer

Page 13: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

12 M. TÜRKER ACAROĞLU

adlarını kendi hançeresine (gırtlak) göre değiştirmiştir. Biz bunları artık Türkçe yer adı olarak kabul edebiliriz.

Yaklaşık 5.000 Türkçe yer adını içeren "Bulgaristan'da Türkçe Yer Adları Kılavuzu" adlı kitabımızı Kültür ve Turizm Bakanlığı 1988 yılında Ankara'da bastırmıştı (400 s.). Yalnızca 2.500 sayı basılabilen, 2.800 lira gibi pek ucuz bir fiyatla satılan kitap az zamanda tükendi. Bir kat ilâveli 2. basımı ise, ödeneksizlikten çıkarılamadı. Şimdi kitap, ilâveleriyle birlikte, Türk Tarih Kurumu'nca incelenmektedir. İnşallah, yakın zamanda basılır.

KİŞİ ADLARI VE SOYADLARI

Hıristiyan öz Bulgarlar, Osmanlı döneminde pek çok Türkçe küçük ad, takma ad ve soyadı almıştır. Bugün de bu Türkçe adlarını korumakta, Bulgarcaya çevirmemekte ya da Bulgarca adlarla değiştirmemektedirler.

"Bulgarların aldığı Türkçe adlar ve soyadları üzerine" başlıklı bir araştırmamız, Bursa'da çıkan "Balkanlar'da Türk Kültürü" dergisinde 1993 yılında yayınlanmıştı (III/7, Nisan-Haziran 1993, ss. 28-31). Daha önce bir Türkoloji Kongresi'ne sunulan "Tarih boyunca Türkçe lâkap, ad ve soyadı alan Bulgar ünlüleri" konulu bildirimiz, Ankara'da "Türk Kültürü Araştırmaları, Prof. Dr. Şerif Baştav'a armağan" kitabından ayrı basım olarak çıkmıştı (ss. 45-89). Son olarak, "Türkçe ad ve soyadı alan Sofyalı Bulgarlar" başlıklı incelememiz, İstanbul'da çıkan "Türk Dünyası Araştırmaları" dergisinden ayrı basım biçiminde 1993'te yayınlandı (sayı 84, Haziran 1993, ss. l21-182). 3.410'u aşkın adı içerir. Şimdi hazırladığımız, bütün Bulgarların aldığı Türkçe adlar ve soyadlarını kapsayan sözlük - ki içinde 10.000'e yakın ad vardır-Kültür Bakanlığı'nca yakında kitap biçiminde yayımlanacaktır. (Not: Bu kitap 1999 yılında Ankara'da basılmıştır, 273 s.)

MÜZİK İLİŞKİLERİ Balkanlarla tarihsel ilişkilerimizi düşününce, öyle çok benzeşiyoruz ki....Dilimiz,

atasözlerimiz, deyimlerimiz, masallarımız, fıkralarımız, mutfağımız, yemeklerimiz, dansımız ve müziğimizle....Daha da nelerle...

Bugünkü Bulgaristan'ın her yaşam kesitinde, Osmanlı Türkleriyle ilgili izlere rastlıyoruz. Toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel etmenler ışığında yapılacak tarihsel bir değerlendirme, doğruları genel boyutları içinde yakalamamıza yardımcı olur.

Yüzyıllar boyunca ortak bir yaşam sürdükleri için, iki ulusun ortak yanları pek çok. Evleri, yaşayış içimleri bile aynı. Pek doğal olarak, müzikleri de benzerlik gösterir.

Bulgar ezgileri, türküleri, şarkıları üzerinde inceleme ve araştırma yapan müzik uzmanları, Türk etkilerinden söz etmişlerdir. Kimileri Slav halklarının halk müziğinde Türk etkilerini ele almıştır. XIX. yüzyılda kimi Bulgar kentlerinde çağın modası olarak birçok Türk şarkısı benimsenmiş, bunların kimisi Türkçe olarak, kimisi de Bulgarca çevirisiyle söylenmiştir. Bulgar şarkılarına da Türk ezgileri verildiği durumlar olmuştur.

Daha 1941-42 yıllarında biz "Bulgar halk edebiyatında Türk motifleri" konulu ve başlıklı bir araştırmamızı, İstanbul'da çıkan "Yücel" dergisinde üç yazı biçiminde yayınlamıştık. Daha sonra bu konuyu genişleterek "Bulgar halk yazısınında (özellikle halk türkülerinde) Türk motifleri" adıyla Mayıs 1979'da İstanbul'da toplanan I. Balkan Ülkeleri Yazar Örgütleri Toplantısı'nda Türkiye adına bir bildiri olarak sunmuş, 1983

Page 14: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 13 yılında gene İstanbul'da çıkan "Güney-doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi"nde yayınlamıştık.

Ayrı ayrı güfteli iki Türk melodisi, bütün Balkan yarımadasında yaygın bir du-rumdadır. Arnavutluk'ta "O Manco Begu", Bulgaristan'da Hacı Minço ile ilgili türkü, Yugoslavya'da "O, kako je Baljaluka postala" adlı türküden başka, "Üsküdar'a gider iken" türküsü de apayrı bir güfteyle yine Balkanlar'da pek yaygındır. Bu iki melodi, XIX. yüzyıl sonu kent halkbiliminin bir bölümünü oluşturur. Bulgar araştırmacı Bn. Rayna Katsarova, 1973'te "Balkanski varianti na dve turski pesni/ İki Türk türküsünün Balkan varyantları" adlı araştırmasında bunları inceler ("İzvestiya na Etnografskiya İnstitut s Muzey", Sofya, 1973, XVI/115-133, İngilizce ve Rusça özetli).

Buna karşılık, Bulgaristan Türklerinden rahmetli Rıza Molla dostumuz, "Parallèle entre une chanson populaire bulgare et une chanson populaire turque/ Bir Bulgar halk türküsü ile bir Türk halk türküsü arasında paralellik" adlı araştırmasında ("Etudes Balkaniques", Sofya, 1976, II/86-96) şunları söyler: "Bir güzele âşık oldum" diye başlayan Bulgar halk türküsü Dobruca, Tuzluk bölgesi, Tuna ovası ve Doğu Rodop dağları bölgesinde oturan Türkler arasında Türkçe olarak tanınıp okunmaktadır."Rıza Molla, bu türkünün konusu ve Türk-Bulgar varyantları üzerinde durur.

"Türk Musikisi Ansiklopedisi" (1969-76), "Türk Musikisi Tarihi" (1977) gibi değerli yapıtların yazarı, tarihçi Yılmaz Öztuna da (doğ. 1930, İst.) Bulgar müziğinde, sazlarında, halk oyunlarında Türk etkileri üzerine pek çok şey yazmıştır ("Türk Dünyası Elkitabı", 2.cilt: Türk Musikisi, Ankara, 1992).

Bulgaristan Türklerinin tanınmış yazırı ve halkbilimcisi sayın dostumuz Salih Baklacı'nın Ekim 1998'de Edirne'de kaleme aldığı "XIX. yüzyılın sonlarında ve XX. yüzyılın başlarında Bulgar-Türk folkloru arasında ilişki" başlıklı bir bildiriye göre, "Bulgar ve Türkte folklorun türkü türünde ortak elemanların var olduğu bilinmektedir. Örneğin, Elenka Yankova ve Georgi Yankov, bu iki kardeşin annelerinden yazmış oldukları 90 kadar türkünün nakaratı Türkçedir. Bunların çvirisi çizgi altında verilmiştir. Slaveykov da bir hayli Türkçe aşkı türküyü Bulgarcaya çevirmiştir. Fakat, ne yazık ki, bunların sadece başlıklarını vermiş, Türkçe asıllarını korumamış"tır. Örneğin, "Sabah, gün doğarken kalkma!", "Sahat üçte çıkma yola!", "Gel, âşıkım, gel!", "Ne küçücüksün", "Bir yürüyüşte" gibi. Bu birkaç örnekten, çeviride aslına sadık kalınmadığı, türkü başlıklarının serbest çevirisi yapıldığı görülmektedir. Bunların hangi türküler olduğu, Slaveykov'un bunları nasıl çevirdiği, aslına sadık kalarak mı, yoksa adapte ederek mi çevirisini yaptığı araştırılıp incelenmemiştir."

"Pesnopoyka" (Şarkı mecmuası, 1852) adlı kitabında, başka türküler arasında, "Sabah olsun ben şu (y)erden" türküsünün de çevirisi vardır. Slaveykov, bütün türkülerde, türkünün Türkçe ifade ve teşpihlerini Bulgarcaya çevirirken, türkünün ses tonunu, Doğu ezgisini, zengin söz deyişini koruyarak, ince bir sanat anlayışıyla yapmıştır.

Slaveykov, bir hayli Türkçe maniyi de Bulgarcaya çevirmiştir. Sayın Baklacı, bunlardan altı örneği bildirisinde verir.

Bn. Sonya Baeva'nın Türk şiiri çevirmeni olarak Slaveykov'u incelediği kitabında (Sofya, 1970) belirttiği gibi, Bulgarlar, Türk halkbiliminden özdeyişler, atasözleri, fıkralar, sevda ve duygu türkü ve şarkıları almışlardır. Slaveykov, yalnızca halkbilim metinlerinin hikmetinden, esprisinden, güzelliğinden bir şeyler almakla kalmaz, aynı

Page 15: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

14 M. TÜRKER ACAROĞLU

zamanda Bulgar kadınlarının bu sözleri kendi ana diline çevirmesinden bir şeyler de öğrenir.

* * *

Bulgaristan Türklerinin otantik halkbilimi üzerinde çalışan Musevi kökenli Bulgar bilim adamı Prof. Dr. Nikolay Kaufman, 13-15 Kasım 1998 tarihlerinde Şumnu'da düzenlenen "Bulgaristan Türk Halk Kültürü Sempozyumu"nda sunduğu bildiride, Bulgarların Türk halkbiliminden çok şey aldıklarını söyleyerek, Bulgar kent türküleri üzerinde yaptığı araştırmalara göre, XIX. yüzyılda yaşayan, popüler yurt türküleriyle tanınan Bulgar ozanlarından Dobri Çintulov (1822-1886) ile Türkçe türküleri, halk şiirlerini, atasözlerini Bulgarcalaştırmış olan Petko R. Slaveykov (1827-1895) gibi Bulgar yazarlarından örnekler vermiştir. Bu tanınmış kişiler, Türkçe söylenen melodilerden Bulgarca kent türküleri düzenlemekten çekinmemişlerdir; hattâ, altına kendi el yazılarıyla "Filân Türkçe şarkı gibi söylenir" diye yazıp imzalamışlardır. Onlar bunu "Bulgarlar Türkleşmesin" diye yaparlardı. Gerçi Bulgar ezgilerini benimseyen Rumeli Türkleri de vardı, ama bunların sayısı pek azdır. Bütün bu türkü ve şarkılarımızı, tanınmış Bulgar besteci ve müzikolog Dobri Hristov (1875-1941), "Halk Türkülerimizin Ritmik Kökenleri"(1913), "Bulgar Halk Müziğinin Teknik Yapısı" (1928) gibi yapıtlarında kayıt ve tescil etmiştir.

Balkan ülkelerinde müzik alanında karşılıklı etkileşimler, kaçınılmaz bir gerçektir. Kaufman'ın bildirisi, Türk kent müziği ile Bulgar ve Yahudi kent müziği arasındaki ilişkiler üzerineydi. Bu üç halk, yüzyıllar boyunca birlik ve beraberlik, yakın dostluk ilişkileri içinde yaşam sürmüşlerdir. Bu yüzden aralarında sıkı kültür bağları oluşmuştur. Özellikle kentlerde bu ilişkiler son kerte güçlüdür. Her halk öteki halkın kültürüne saygı göstermiştir. Kaufman bildirisinde, XIX. yüzyıl ortalarında ve ikinci yarısındaki ilişkilere değinmiştir. Söz konusu dönem, Bulgar kent halkbiliminin biçimlenmeye başladığı bir dönemdir. Bu dönemde ortaya çıkan, dilden dile geçen şarkı ve türküler, yeni tip şarkı ve türkülerdir. Bu yeni şarkı ve türkülerin temelini atanlardan Slaveykov'da Türk etkisinin son kerte güçlü olduğu söylenebilir. Çünkü o, lirik ve aşki Türk şarkılarından pek çoğunu Bulgarcaya çevirmiştir. Bunların kimisi bugüne dek Bulgar halkı arasında söylenegelmiştir.

İlginç olan nokta şu: "Savaş ânı geldi" tipinden kimi devrimci şarkılarda bugün bile bu etkilenme göze çarpar. Bu şarkı, Türk kent şarkılarından alınmıştır. Ancak, buna karşın, Bulgar halkı onu kendi şarkısıymış gibi benimsemiş, bugün de söyleyip durmaktadır. Bu türden daha nice devrimci türküler var! Bunlar Türk şarkılarının biraz farklı biçimlerinden başka bir şey değil. Müzik alanındaki bu karşılıklı etki ve ilişkiler, çok uzun zaman sürüp gitmiştir.

Bu uğurda, Balkanlar'da, özellikle Bulgaristan'da yaşayan Yahudilerin katkısından da söz eden Kaufman, onların da Türklerden bir hayli melodi aldığını söyler. Şarkı ve türkülerin ezgileri aynı, ama güfteleri ayrıdır. Bu alandaki gerçek araştırma ve çalışmaların yeni yeni başladığı anlaşılıyor. Karşılıklı ilişkiler, sazlarda da görülmektedir.

Yine Kaufman'ın bildirisinde belirtildiğine göre, daha yeni dönemde çıkan "Lâle misin, sümbül müsün?", "Hacı Ganço İstanbul'da birlik satıyor, Hacı Minço Tırnova'da satın alıyor" gibi ezgiler tümüyle Türk halkbiliminden alınmıştır. O güzelim Türk melodilerinin etkisi, bunlarda apaçık görülür. Ancak, bunlar, yeni ortaya çıkan kent-köy halkbilimi yapıtlarıdır.

Page 16: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 15

Bulgar ve Türk şarkılarında, geleneklerin dışında kalan kimi değişik ritmik ölçülere de rastlanıyor. Bulgar müzik uzmanları, bunun Türkçe yapıtlarda, Türk halkı arasında seyrek olarak görüldüğünü ileri sürerler. Bu özelliği, Türkiye'de yapılacak inceleme ve araştırmalar en iyi biçimde ispatlayacaktır.

Bugün iş ve emek konusunda pek az türkü var. Gelenek ve göreneklerle ilgili türkülerin sayısı da azalmış. Sofra, sohbet, geleneksel toplantı türküleri üstünlük kazanmış. Raks ya da dans ezgileri de seyrek, oyun havaları da sınırlı (Bulgaristan'da). Törenlerde, bayram ve seyranlarda çalgıcılar, genellikle Kıptilerden oluşuyor. Türklerin kendi çalgıcıları yok denecek denli az.

Bulgaristan'da Dimitr Dinev, Türk halk türkülerinden yararlanmasını iyi bilen bir besteciydi. Onun etkisiyle Kaufman da kimi Türkçe türküleri notaya almış, başarılı da olmuş; çünkü bunlar halkça olumlu karşılanmış, Türk amatör topluluklarınca icra edilmiştir.

Görüldüğü üzere, müzik konusunda da Balkanlılarla Türkler arasında karşılıklı etkileşimlerden söz edilebilir.

OSMANLILAR BULGARLARI ZORLA İSLAMLAŞTIRIP TÜRKLEŞTİRMEDİLER

Osmanlı Türkleri, azınlıkların toplumsal yaşamına hiçbir zaman karışmamıştır. Ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Ocak 1999'da yazdığı bir makalede şunu söyler: "Osmanlılar, Hititler gibi, egemenlikleri altındaki krallıkları hoşgörülü bir davranışla yönettiler, onların insanlık haklarına, dillerine, dinlerine, törelerine, kültür ve sanatlarına saygılı davranıyorlardı. Bu nedenle, güçlü ve uzun ömürlü bir imparatorluk kurdular."

Hıristiyanları 500 yıl buyruğunda tutan Osmanlı, din ve mezhep baskısı yapmıyordu, onun tek derdi cizye vergisi toplamaktı. Burada tarihin garip, ama gerçek olaylarından birini anmadan geçemeyeceğim: Marmara adasının Kılazak (bugünkü adıyla: Topağaç) köyü tarihinde ilginç bir olay var: Arnavutça konuşan Hıristiyan Ortodoks mezhebindeki köy halkı -belki de cizye vergisi vermekten kurtulmak için -Hıristiyan dinini bırakıp Müslüman olmuş. Oysa, bunun emsal olmasından, sonuçta cizye gelirinden yoksun kalmaktan korkan Babıâli, Kılazaklılara iki kat cizye vergisi cezası yüklemiş! Hani, nerde kaldı Osmanlının Hıristiyanı zorla Müslüman yapması? Gönül rızasıyla Müslüman olanları bile kabul etmiyor! Marmara takım adalarındaki Hıristiyanlar, ancak 1922 yılında düşman donanmasının korumasında Yunanistan'a sığınmıştır.

Osmanlı yönetimi döneminde, öteki azınlıklar gibi, Bulgarlara da sevgi, saygı ve hoşgörüyle "muamele" edilmiş; din, mezhep, dil ve kültürlerini korumalarına izin verilmiştir. Bugün, Bulgarların öteki Slav uluslarından ayrı bir dile, yazına, kültüre "sahip" olabilmesi, Osmanlı Türklerinin bu hoşgörüsüne çok şey borçludur, kanısındayız.

Ünlü Bulgar yazarı Emiliyan Stanev (1907-1979) demiştir ki: "Beş yüzyıllık Os-manlı yönetiminde dilimizi ve milliyetçilik bilincimizi koruyabilmişsek, bu, Türklerin bizi eritme gibi bir amaç gütmemiş olması yüzündedir."

Osmanlıların Bulgaristan'a getirdiği uygarlığı, başka bir Bulgar yazarı şöyle belirtir: "Osmanlılar gelince, yorgan ve döşeğin bile ne olduğunu bilmeyen, hayvanlarla aynı kulübede yatıp kalkan Bulgar halkının yeni bir ortamla yüzyüze gelince, nasıl bir gelişim gösterdiğini bütün dünya bilir. "Nitekim, "yorgan" ve "döşek" sözcüklerinin Bulgarcada

Page 17: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

16 M. TÜRKER ACAROĞLU

karşılığı yoktur, bu sözcükler bugün bile Türkçe olarak kullanılır: yurgan: yorgan, yurganciya: yorgancı; düşek: döşek, düşeçe: küçük döşek, döşeklik: döşeklik (döşek için bir tür kaba kumaş).

Osmanlı döneminde, Bulgarların tam bir din ve mezhep özgürlüğü vardı. Diledikleri gibi kârlı işlerle uğraşıyorlardı, özellikle Avrupa'ya gülyağı satıyorlardı. Okulları, kitaplıkları, gazete ve dergileri, spor klüpleri, sosyal ve kültürel dernekleri, hastaneleri, hayır cemiyetleri, her şeyleri vardı. (Bugün oradaki 2.5 milyonluk Türk azınlığı -uluslararası ve ikili Türk-Bulgar anlaşmalarına karşın- bu haklardan hiçbirine sahip değildir.) Sözün kısası, yönetimden yana şikâyet için ortada hiçbir neden yoktu. O halde , 1877-78'de Osmanlı-Rus savaşı niçin oldu? Sorulmaya değmez mi?

Ünlü Osmanlı tarihçisi Robert Mantran'ın editörlüğünde uzman bir ekibin yazdığı, Server Tanilli'nin bu yıl dilimize çevirdiği "Osmanlı İmparatorluğu Tarihi" (2 cilt, İst., Adam yayınları, 1999) adlı önemli ve nesnel yapıtta, Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasal olduğu denli ekonomik, toplumsal, kültürel ve kurumsal tarihi anlatılır. Örneğin, yükselme dönemine ışık tutan bir saptama şöyle:"Dönemin Osmanlı dünyasının kimi görünümleri, modern devletin habercileridir; çünkü sultan, yetkilerini kullanmada, yalnız şeriatça değil, boyun eğdirdiği halkların örf ve âdet hukukunca da sınırlı bir hükümdardır." (s.170). Balkanlar'daki Osmanlı mirası konusunda, bu yapıtta, Balkan dillerinde çok sayıdaki Türkçe sözcüklere dikkat çekilerek deniliyor ki: "Doğu Avrupa halkları üzerindeki bu derin etki, Türklerin oynadıkları rolü iyi gösteriyor ve yeni bir kent uygarlığının temellerini ilk atanlar Türkler olmuştur, orada. Denilebilir ki, Almanların Avrupa'da Slavlar ve Macarlar üzerinde oynadıkları rolü, Babıâli, Balkan kent uygarlığının yapılanmasında oynadı." (s.169). Bu yapıtta, şeriat ve örf-âdet hukukuyla sınırlandığı için, Osmanlı rejimine "despotizm" denilemeyeceği de anlatılıyor (ss. 208-214). Osmanlı fetihleri Balkanlar'da "düzen ve gönenci (refahı) olabildiğince sağlamaya" çalışmış, halk üzerindeki eski feodal yükleri hafifletmiş, "keyfiliğin yerine devlet yasası"nı koymuştur.

Gazeteci-yazar Murat Bardakçı'nın 25 Temmuz 1999 tarihli "Hürriyet" gazetesinde (s. 14) çıkan "Kilisedeki müthiş ferman" başlıklı yazısında belirttiğine göre, Bosna-Hersek'te görev yapan Türk birliği, Fojnica kentindeki Katolik manastırında Türk tarihi bakımından son yılların en önemli keşiflerinden birini yapmış. Bir rahibin restorasyon isteği üzerine manastıra giden Türk komutanlar, Fatih Sultan Mehmed'in bilinmeyen bir fermanıyla, bir kaftanla, yaklaşık 4.000 Türkçe el yazmasıyla karşılaşmışlar. Fatih, Bosna'yı 1463'te fethetmesinden hemen sonra, 28 Mayıs 1463 tarihinde Milodraz'da verdiği fermanda: "Allah, peygamber ve taşıdığım kılıç üzerine yemin ederim ki, Hıristiyanlar dinlerinde serbest olacaklar, bu kişilerin yaşadıkları yerlere ve kiliselerin kimse mani olmayacak, sıkıntı vermeyecek ve herkes yerinde kalacaktır... Kullarımdan ve halkımdan hiç kimse bu kişilere, canlarına, mallarına ve kiliselerine taarruz etmeyecek, onları incitmeyecek; yabancıların buraya yerleşmek üzere gelmelerine karşı çıkılmayacaktır...." diye buyurmaktadır. Mehmetçik, fermanın bulunduğu bu kiliseyi derhal koruma altına almıştır. Fatih, böylece 536 yıl öncesinden bugünün dünyasına bir insanlık ve hoşgörü dersi vermektedir.

Bundan birkaç yıl önce, Sofya'da Bulgarca olarak "Biz niçin böyleyiz?" diye bir kitap yayımlandı. İvan Elenkov ile Rumen Daskalov'un ortaklaşa hazırladığı bu önemli kitap deneme, eleştiri, söyleşi türünden yazıları bir araya getiriyor. XX. yüzyıl başından

Page 18: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 17 1940'lı yıllara uzanan bir zaman kesiminde yazılmış bu yazılar, tarihsel kimi gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor. Bulgar kültür tarihine bir giriş denemesi sayılabilir.

Rumen Daskalov önsözde konuyu şöyle özetler: "Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşanmış olan acıklı sahnelerden hainlikler, alçaklıklar bir yana bırakılarak, direnişin en belirgin anları seçilip bizim ders kitaplarına alınmaktadır. İslâm dinini zorla benimsetme, etnik asimilasyon mitolojimizde dev boyutlara ulaşmıştır. Tarih biliminin de itiraf ettiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun dinler arası hoşgörüyü koruması, birçok Bulgar'ın da "Hak din"den olanlara verilen kimi ayrıcalıklara kapılarak İslâm dinine geçmek için âdeta aralarında yarışırcasına koştukları bir durum vardır. Sanki Osmanlı yönetiminde insanlar inim inim inlemiş, tek düşünceleri de bir an önce kurtuluş çaresi bulmak imiş... Bizde tarihsel olaylar tabulaştırılmaktadır."(s. 31).

Osmanlı döneminde Bulgaristan'da doğmuş (1866), İtalya'da sürgündeyken ölmüş (1912) olan ünlü Bulgar ozanı ve yazarı Penço P. Slaveykov, 1904 yılında şunları yazar: "Bulgarlar, 500 yıllık Osmanlı köleliği döneminde birçok şey için Türklere teşekkürü borç bilmeli. Her şeyden önce, Bulgar olarak kaldıkları için.... Türkler onları kendi haline bırakmışlar, kendilerini düşünmek için, yaşamın koşullarına göre ihtiyaçların gerektirdiği düzeni kurmak üzere onlara yeterince zaman ve olanak sağlamışlardır." Bunu söylerken, o, din değiştirme konusunda Osmanlı döneminde Türklerin kaba kuvvete başvurmadıklarını anlatmış oluyordu.

İngiliz tarihçisi Geofrey Lewis demiştir ki: "Araplar gibi, Türkler de Hıristiyanları din değiştirmeye zorlamadı. Devşirme uygulaması dışında Hıristiyanlar, dince yarı-özerk yaşadılar."

Dünyaca ünlü tarihçimiz Prof. Halil İnalcık da: "Devlete sadık kalmaları, vergi ödemeleri karşılığında, Hıristiyan ve Musevi vatandaşların can ve mal güvenliği garanti altına alındı" diye yazmıştır.

Sofya'da Balkanoloji Enstitüsü'nden Doçent Antonina Jelâzkova, 1989 Haziranı'nda yabancı bir radyo aracılığıyla, Bulgaristan'dan sınır dışı edilen Türklerden özür dilemiş, totaliter rejimden bu zoraki göçü durdurmasını istemişti. Bir söyleşisinde şunları anlattı:

"Bana göre, totaliter rejimin en büyük cinayetlerinden biri "soya dönüş" sürecidir. 1970'li yılların sonbaharından beri Balkanlar'da İslâmlığın yayılması konusu ile uğraşırım. XV.-XIX. yüzyıllar arasındaki dönemde Balkan ahalisinin İslâmlığa geçmek için teke tek, topluca verdikleri dilekçeleri ilk duyuran Osmanlıca uzmanı benim. Belki benden önceki meslektaşlarım da arşivlerde bu belgeleri görmüşler, ama şu ya da bu nedenle bunları görmezden gelmişler, hattâ yok saymışlardır. Bunlar ise o denli çok ki, yüzlerce, binlerce....O sırada bu belgeler, benim başıma bir sürü sorun açmıştı. Bulmuş olduğum, üzerinde çalışma yaptığım bu belgelerin tezimde kalabilmesini, güçlükle sağlayabildim. Çünkü elde ettiğim sonuçlar, "İslâmlık Bulgaristan'da yalnız silâh ve kılıçla, yani zorla kabul ettirilmiştir" gibi geleneksel görüşle taban tabana zıttı. Hele Anadolu'dan gelip Bulgaristan topraklarında yerleşmeler sorununu ele alarak işlemem, bu yerleşmelerin miktarı ve boyutları resmi kurumları çıldırtıyordu. Çünkü bütün kuşakların İslâmlaştırılmış Bulgarlardan olduğu propagandasını çürütüyordu."

Ünlü Bulgar ozanı ve yazarı Stoyan Mihaylovski (1856-1927) demiştir ki: "Okul-larımızda yalnızca 500 yıllık Türk köleliğinden söz edilir. Oysa, Bulgar halkı 1.000 yılı aşkın bir süre köle olarak yaşamıştır."

Page 19: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

18 M. TÜRKER ACAROĞLU

Bulgar edebiyat tarihçisi ve felsefecisi Kristö Kristev (1866-1919) de şunları yazmıştır: "25 yıldır bizim tarihimiz ve kültürümüz, toplumun kültürsüz insanları, vicdanı kirli, kaba kuvvet sahipleri tarafından vücuda getirilmektedir...."

GENEL SONUÇ:

Görüldüğü üzere, Osmanlı-Türk kültürünün Balkanlar'da, özellikle Bulgaristan'daki izleri pek derin ve geniştir, dolayısıyla etkileri de çok yaygın ve kalıcı olmuştur, denilebilir. Toplum ve insan olarak, Balkanlılarla ne çok benzerliklerimiz olduğunu da yine anımsatalım!

Page 20: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 19

KAYNAKÇA

1. ACAROĞLU, M. Türker, "Avrupa'da, Balkanlar'da, özellikle Romanya'da Nasrettin Hoca", V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, Nasrettin Hoca seksiyon bildirilerinden ayrı basım, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1996, 24 s.

2. ACAROĞLU, M.Türker, "Balkan halkbiliminde Türk Etkileri", II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi bildirilerinden ayrı basım, I. cilt, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi, 1982, 25 s.

3. ACAROĞLU, M. Türker, "Balkan halkbiliminde Türk Etkileri", Balkan Türklerinin Sesi, İst., Yıl 2, Haziran-Temmuz 1990, ss. 45-46.

Bildiri özetidir.

4. ACAROĞLU, M. Türker, "Bulgar Halk Edebiyatında Türk Motifleri", Yücel, İst., XIV-XV/82, 84, 88-90, 1941-42, ss.170-175, 256-260, 48-51.

5. ACAROĞLU, M. Türker, "Bulgar halk yazınında (özellikle halk türkülerinde) Türk motifleri", Güney-doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, İst., 1983, sayı 10-11'den ayrı basım, ss. 167-188.

Özeti için bak: Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı, İst., 1980, ss. 500-510.

6. ACAROĞLU, M.Türker, "Bulgarcaya Geçen Türk Atasözleri", Ülkü, Ankara, 3. seri, II/14, Şubat 1948, ss. 24-25.

7. ACAROĞLU, M. Türker, "Bulgaristan Etnografyası mı, yoksa Türk etnografyası mı?", III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirilerinden ayrı basım, I.cilt, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1986, 12 s.

8. ACAROĞLU, M.Türker, Bulgaristan Türkleri Üzerine Araştırmalar, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1999, 8; XVI+ 655 s., resimli.

9. ACAROĞLU, M. Türker, "Bulgaristan Türklerinin Atasözleri Ve Deyimleri", Türk Halk Edebiyatında Yeni Görüşler adlı kitabın II. cildinde, Ankara, Konya Kültür ve Turizm Derneği yayını, 1985, ss. 105-128.

10. ACAROĞLU, M. Türker, Bulgaristan'da Türkçe Yer Adları Kılavuzu, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1988. 8°, 400 s., ayrıca 2 plan (harita), kaynakça.

(Milli Folklor Araştırma Dairesi yayınları: 89, Halk edebiyatı dizisi: 12, İlâveli ve gözden geçirilmiş 2. basımı Türk Tarih Kurumunca yapılacaktır.)

11. ACAROĞLU, M.Türker, "Bulgarlar Türkçe Ad ve Soyadlarını Nasıl Aldı?", Balkanlar'da Türk Kültürü, Bursa, III/7, Nisan-Haziran 1993, ss. 28-31.

12. ACAROĞLU, M.Türker, Bulgarların Aldığı Türkçe Adlar ve Soyadları Sözlüğü, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1999, 8, 273 s. HAGEM yayınları: 283, Halk edebiyatı dizisi: 57.

13. ACAROĞLU, M.Türker, "Dilimiz Eşsizdir: Macar ve Bulgar Dillerindeki Türkçe Sözler", Kaynak, Balıkesir, Ekim 1935.

14. ACAROĞLU, M. Türker, Dünya Atasözleri, İst., Kaya yayınları, (1989). 8°, 847 s., kaynakça.

Page 21: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

20 M. TÜRKER ACAROĞLU

Bulgar Atasözleri, ss. 119-161, Bulgaristan Türklerinin Atasözleri, ss. 162-197.

15. ACAROĞLU, M. Türker, "Eski Osmanlı Belgelerine Göre: XV. yy. Sonlarıyla XVI. yy. Başlarında Balkanlar'da Türkçe Yer Adları, 1490-91/ 1520-3"0, XI. Türk Tarih Kongresi. Kongreye Sunulan Bildirilerden ayrı basım, Ankara, Türk Tarih Kurumu, Eylül 1990, cilt III, ss. 1266-1300.

16. ACAROĞLU, M. Türker, "Nasreddin Hoca Balkanlar'da", III. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri Bildirilerinden ayrı basım, Eskişehir, 7-8 Mayıs 1987, basılışı 1989, ss. 15-39.

17. ACAROĞLU, M. Türker, "Nasreddin Hoca ile Kurnaz Peter Üzerine Kapsamlı Bir Araştırma", M. Sabri Koz'un hazırladığı Nasreddin Hoca'ya Armağan kitabının baş tarafında, İst., Oğlak yayınları, 1996, ss. 15-52, resimli.

18. ACAROĞLU, M.Türker, "Nasreddin Hoca -Kurnaz Peter", Tarih ve Toplum, İst., XXVI/151, Temmuz 1996, ss. 26-32, resimli.

19. ACAROĞLU, M. Türker, "Nasreddin Hoca'nın İkiz Kardeşleri, Bunlar Ara-sındaki Benzerlikler ve Ayrılıklar", I. Milletlerarası Nasreddin Hoca Sempozyumu Bildirilerinden ayrı basım, 15-17 Mayıs 1989, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1990, 21 s.

20. ACAROĞLU, M.Türker, Osmanlı Türkleri ve Bulgar Edebiyatı, Varlık, Ankara, sayı 183, 1942-43, s. 208.

21. ACAROĞLU, M. Türker, "Sofya'da", Varlık, Ankara, sayı 124, 1. IX. 1938.

Bulgarcadaki Türkçe sözcüklere de değinilmiştir.

22. ACAROĞLU, M.Türker, "Tarih Boyunca Türkçe Lâkap, Ad ve Soyadı Alan Bulgar Ünlüleri", Türk Kültürü Araştırmaları, Prof.Dr. Şerif Baştav'a Armağan ki-tabından ayrı basım, Ankara, 1988, ss. 45-89.

Türkoloji Kongresi'ne sunulan bildirinin ekleri için bak: Balkanların Sesi, Ankara, II/5, Ekim-Aralık 1989, ss. 24-25.

23. ACAROĞLU, M. Türker, "Türk Halkbiliminin Balkanlar'daki Etkileri", Balkanlar'da Türk Kültürü, Bursa, III/8, Temmuz-Eylül 1993, ss.31-33.

İstanbul Radyosu'nun "Ülkemizden-Yöremizden" programında 1987'de okunmuştur.

24. ACAROĞLU, M. Türker, "Türk Halkbiliminin Balkanlar'daki İzleri", Türk Folkloru, İst., sayı 90 ve 95, Ocak 1987/ Şubat 1999.

25. ACAROĞLU, M.Türker, "Türk Halkbiliminin Balkanlar'daki İzleri", Erciyes, Kayseri, XVI/185, Mayıs 1993, ss. 11-13.

26. ACAROĞLU M.Türker, "Türk Mutfağı ve Yemeklerinin Bulgaristan'daki Etkileri", IV. Milletlerarası Yemek Kongresi bildirilerinden ayrı basım, İst., 4-6 Eylül 1992, ss. 18-36.

Ayrıca bak: "Çağrı", Ankara, XXXVII/402-405, Mayıs-Ağustos 1993.

27. ACAROĞLU, M.Türker, "Türkçe Ad ve Soyadı Alan Sofyalı Bulgarlar", Türk Dünyası Araştırmaları, İst., sayı 84, Haziran 1993'ten ayrı basım, ss. 121-182.

Page 22: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 21

28. AKURGAL, Ekrem, "Batı Uygarlığının Beşiği Anadolu", Cumhuriyet Bilim-Teknik eki, İst., sayı 615, 2.I.1999, ss. 18-20.

29. BAKLACI, Salih, "Bulgarların Yaşam ve Kültüründe Türk Atasözleri", Folklor/edebiyat, Ankara, sayı 10, Temmuz-Ağustos 1997, ss. 108-111.

30. BAKLACI, Salih, Hani Derler Ya, Bulgaristan Türklerinin Atasözleri, Ankara, Türk Dil Kurumu, (basılacak).

35 yıllık bir çalışma ürünüdür.

31. BAKLACI, Salih, "19. Yüzyılın Sonlarında ve 20. Yüzyılın Başlarında Bulgar-Türk Folkloru Arasında İlişki", Edirne, 28.X.1998, bildiri metni, 4y.

32. (BEYATLI), Yahya Kemal, Balkan'a Seyahat, Gezi Notları, Rahova, Ahali matbaası, 1339/1923. 8°, 29 s..

Türkiye'de bilinmeyen bir kitapçıktır. Beyatlı'nın ilk basılan yapıtıdır.

33. Bir ayet: "Dinde zorlama yoktur", Milliyet, İst., 9.I.1999, s. 6.

34. CESUR, Kadriye, "Bulgar Edebiyatında Türkçe Kelimeler", Balkanlar'da Türk Kültürü, Bursa, III/8, Temmuz-Eylül 1993, ss. 12-13. Yordan Yovkov ile Dimiter Dimov'un yapıtlarındaki Türkçe sözcükler üzerine.

35. CESUR, Kadriye, "Rumeli Mutfağında Türk Yemekleri", Ümit, Sofya, IV/24, Mart-Nisan 1999, ss. 18-19.

Bursa'da çıkan Balkanlar'da Türk Kültürü dergisinden aktarılmıştır.

36. ÇİLİNGİROV, Stoyan, "urski poslovitsi i pogovorki i harakterni izrazi", İMNE, Sofya, II/1-2, 1922, ss. 144-151; III/1-2, 1923, ss. 59-65.

Türk atasözleri ve deyimlerini içerir.

37. ENÖN, Ahmet, Marmara Takım Adaları, Geçmişten Günümüze ve Geleceğe, İst., Mapsan, 1995. 8°, ss. 28-29.

38. Entsiklopediçen reçnik na çujdite dumi v bılgarskiya ezik, Sofya, Mag-77, 1996. 8°, 1.248 s., ciltli.

(II. bölüm: Silueti na vidnite obştestvenitsi i kulturni deytsi, Bulgar Dilindeki Yabancı Sözcüklerin Ansiklopedik Sözlüğü, Türkçe sözcükleri de içerir.

39. EYUBOĞLU, İsmet Zeki, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, 2. basım, İst, Soyyal yayınlar, 1991 (Şubat). 8°, XXXVI + 782 s.

40. FEHÉR, Géza ile Peter MİYATEV, Bulgaristan ve Macaristan'daki Türk Sanat Eserleri, Çev. Yaşar Yücel, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1991. 8°, 57 s., ayrıca kimisi renkli 74 + L resim.

40-a. (GAZİMİHAL), Mahmut Ragıp (1900-1961), Balkanlarda Musiki Hareketleri, İstanbul, Nümune basımevi, 1937. 8, 387 s., resimli. (Yazar, bu kitapta "Kösemihal" soyadını kullanmıştır.)

41. HRİSTOV, Dobri, Ritmiçnite osnovi na narodnata ni muzika, Sofya, 1913.

Page 23: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

22 M. TÜRKER ACAROĞLU

Halk müziğimizin ritmik kökenleri.

42. HRİSTOV, Dobri, Tehniçeskiyat stroej na bılgarska narodna muzika, Sofya, 1928.

Bulgar halk müziğinin teknik yapısı.

43. İKONOMOV, Nikolay, Balkanska narodna mıdrost, Sofya, Bulgar Bilimler Akademisi, 1968. 8°, 364 s., ciltli.

Balkan halk hikmeti. Bulgaristan Türklerinin atasözlerini de içerir.

44. KATSAROVA, Rayna, Balkanski varianti na dve turski pesni, İzvestiya na Etnografskiya İnstitut s Muzey, Sofya, 1973, XVI/ ss. 115-133, İngilizce ve Rusça özetli.

İki Türk halk türküsünün Balkan varyantları.

45. KAYAOĞLU, İ. Gündağ, "Balkan Dillerine Türkçeden Geçen Bakırcılık Terimleri ve Bakır Kap-Kacak Adları", III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi bil-dirilerinden ayrı basım, V. cilt: Maddi kültür, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987, ss. 213-214.

46. KURAT, Akdes Nimet, "Eski Slavcadaki Türkçe Sözlere Dair", Türkiyat Mecmuası, İst., IV, 1934, ss. 89-97.

47. MANTRAN, Robert (edit)., Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Çev. Server Tanilli. 2 cilt, İst., Adam yayınları, 1999. 8°, ss. 169-170, 208-214.

48. MOLLA, Rıza, "Parallèle entre une chanson populaire bulgare et une chanson populaire turque", Etudes Balkaniques, Sofya, 1976, II/ pp. 86-96.

Bir Bulgar halk türküsü ile bir Türk halk türküsü arasında paralellik. 49. OGNYANOVA, Elena, "Türk ve Bulgar Masal Dünyasından", Ümit, Sofya,

IV/24, Mart-Nisan 1999, ss. 12-13. 50. RUFİ İSMAİL, "Biz Niçin böyleyiz?", Ümit, Sofya, IV/24, Mart-Nisan 1999, ss.

10-11. 51. SLAVEYKOV, Petra Raçev, Bılgarski pritçi ili poslovitsi i harakterni dumi, 2

cilt, Filibe-Sofya, 1889-97; Sofya, 1954, 1972. Bulgar darbımeselleri ya da atasözleri ve özdeyişlerini kapsar.

52. ŞKALJİÇ, Abdullah, Turcizmi u srpsko-hrvatskom Jeziku, 5. basım, Sarajevo, Svjetlost yayınevi, 1985. 8°, 662 s., ciltli.

Sırp-Hırvat dillerindeki Türkçe öğeler. 53. TSONEV, B., İstoriya na bılgarskiya ezik, 3 cilt, Sofya, 1919-37; 2 cilt, 1984. Bulgar Dili Tarihi. 54. TSONEV, B., Turski dumi v bılgarskiy ezik. Türkische Wörter im Bulgarischen,

Annuaire de l'Université de Sofia, Facultê historico- philologique, tome XXV/4, 1929. Bulgarcadaki Türkçe sözcükleri 13 bölümde inceler.

Page 24: OSMANLI-TÜRK KÜLTÜRÜNÜN BULGARdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/Dergiler/1_Belletenler/1418.pdf · yılları arasnda ı şimdiki "Meryem Ana" kilisesi Pavel

BULGARİSTAN'DA OSMANLI-TÜRK İZLERİ 23

55. Türk Dünyası Elkitabı, 3 cilt. 2. basım, Ankara, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1992. 8°

2. cilt: Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi. 56. Türk Tarihinin Ana Hatları. Kemalist Yönetimin Resmi Tarih Tezi, 2. basım,

İst., Kaynak yayınları, 1996 (Mayıs). 8°, 467+ XI s. (Kaynak yayınları: 187. 57. VAKARELSKİ, Hristo, Etnografiya na Bılgariya, 2. basım, Sofya, Nauka i İz-

kustsvo yayınevi, 1977. 8°, 676 s., resimli, ciltli. Bulgaristan etnografyası. 58. VILÇEV, Veliçko, Hitr Petr i Nastradin Hoca. Artful Peter and Nasreddin

Hodja, Sofya, Bulgar Bilimler Akademisi, 1975. 8°, 354 s., ciltli. Kurnaz Peter ile Nasreddin Hoca. 59. YAKIN, Aziz, "Bulgar Dilinde Türkçe Kelimeler", Türk Kültürü, Ankara,

VII/79, ss. 477-480. 60. YENİSOY, Hayriye Süleymanoğlu, Çağdaş Bulgarcada Türkçe Kökenli De-

yimlerin Durumu, Ankara, 1992.

61. YENİSOY, Hayriye Süleymanoğlu, "Türk-Bulgar Dil İlişkilerinde Başlıca Dönemler", Balkanlar'da Türk Kültürü, Bursa, VIII/30, Ocak-Mart 1999, ss. 35-38, devamı var.

62. YENİSOY, Hayriye Süleymanoğlu, "Türk-Bulgar Dil İlişkilerine Toplu Bir Bakış", Türkiye'de Sosyal Bilimlerin Gelişmesi ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sempozyumu, bildiriler, 24-26 Nisan 1996'dan ayrı basım, Ankara, 1998, ss. 367-384.

63. YENİSOY, Hayriye Memova -Süleymanova, "Za turtsizmite v publikatsiyata na Zahari Stoyanov, Godişnik na Sofiyskiya Universitet", Fakultet po klasiçeski i novi filologii, Sofya, 1976, LXX/3, ss. 57-70. Gazeteci-yazar Z. Stoyanov'un (1851-1889) makalelerinde geçen Türkçe öğeleri inceler.

64. YÜCEL, Yaşar, "Bulgarcaya Türkçeden ve Türklerden Geçen Sözcükler", Belleten, Ankara, LV/213. ss. 529-562'den ayrı basım.

Ayrıca bak: Bulgarcaya Türkçeden ve Türklerden Geçen Sözcükler, Sofya, T.C. Sofya Büyükelçiliği, 1989, 4°, 3+ 73 s., çoğaltma.