platon’da varlik ve yasa’ya gİrİŞ · platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini...

37
PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ İÇİNDEKİLER A. Antik Yunan Özeli 1. Tarih ve Tarih Yazımına Dair 2. Ana Hatları ile Antik Yunan Tarihi ve Kurumları a. Antik Yunan Tarihine Genel Bir Bakış b. Atina’nın Temel Kurumları 3. Antik Yunan’a Özgü Düşünce Biçimleri: Kelimeler ve Düşünce B. Platon Öncesi – Platon – Platonculuk 1. Platon Öncesi 2. Platon a. Hayatı: Bir Politikos Mu? b. Eserlerine Dair 3. Platonculuk C. Yunan Düşüncesini ve Platon’u Neden Anlamak Lazım

Upload: others

Post on 15-Oct-2019

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

PLATON’DA  VARLIK  VE  YASA’YA  GİRİŞ  

İÇİNDEKİLER  

A.  Antik  Yunan  Özeli  

         1.  Tarih  ve  Tarih  Yazımına  Dair    

         2.  Ana  Hatları  ile  Antik  Yunan  Tarihi  ve  Kurumları  

                   a.  Antik  Yunan  Tarihine  Genel  Bir  Bakış  

                   b.  Atina’nın  Temel  Kurumları  

     3.  Antik  Yunan’a  Özgü  Düşünce  Biçimleri:  Kelimeler  ve  Düşünce    

B.  Platon  Öncesi  –  Platon  –  Platonculuk    

     1.  Platon  Öncesi    

     2.  Platon  

               a.  Hayatı:  Bir  Politikos  Mu?    

               b.  Eserlerine  Dair    

     3.  Platonculuk    

C.  Yunan  Düşüncesini  ve  Platon’u  Neden  Anlamak  Lazım    

 

 

 

 

 

 

Page 2: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

PLATON  VE  ANTİK  YUNAN  

A.  Antik  Yunan  Özeli  

1.  Tarih  ve  Tarih  Yazımına  Dair  

Bu çalışma kendisine konu olarak bir kişiyi–Platon’u ki o da bir tarihtir-

seçtiği için ve bunu yaparken kişinin içinde bulunduğu toplumsallığa dair veriler

sunacağı için tarih ve tarih yazımı üzerine de bir açıklama getirmek durumundadır;

çünkü veriler kadar onların neden ve nasıl kullanıldığı da bir farkındalık değeri

taşımaktadır.

Hayvandan farklı olarak insanın hafızaya sahip olması, yaşarken geriye ve

ileriye bakması Nietzsche’ye göre insanın şimdide deneyimleyebileceği mutluluğunun

önünde engeldir. Bu anlamda hayvan tarihdışı yaşar, insanın da unutmayı bilmesi

gerekir mutluluk için. Unutan kişi Heraklitosçu oluşu deneyimler, her şey akıp

gitmesine karşın insanı etkiler ve kişi, kendini bu haline rağmen etkileyen oluşun

farkındayken eylemde bulunamaz. Çünkü her şey ve insanın kendisi de çözülür,

etkenlik bu akışa set çekecek bir sabit olma cesaretidir. Eylemde bulunan sadece

şimdiyi tanır, oluşa karşı bilinçsizdir, bu bağlamda hak tanımazdır. Oluşun bütünüyle

farkında olan parmağını bile kıpırdatamazken, kişi eylemini şimdide gördüğü

haklılığa dayanarak tarihdışılıkta gerçekleştirir.1 Tarih, geçmiş ile alakalı görünse de

bu algının içeriğinde gelecek de yer alır. Nietzsche’ye göre bu pratik bir fayda

sağlaması bakımından kayda değerdir, yaşamın işine yarar. Bilgelik ise eylemin

gerçekleştirildiği şimdidedir. İnsan, tarihdışı olanı sezinleyebilir ve bunun sayesinde

üzerinde yükselebilmesi mümkün olan köke erişir. 2 Hayatın sanat yoluyla

olumlanmasını arzulayan Nietzsche, tarihin de bir çeşit sanat güdüsüyle icra edilmesi

gerektiğine inanır; aksi, bir mumyalaştırma, decadence’dir.3 Kendisi de bir doğa

                                                                                                               1Fredrich Nietzsche, Tarih Üstüne, Çev. İ. Zeki Eyüboğlu, 2. Baskı, İstanbul, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1995, s.10-17. Bir tarih felsefesi yazıyor olsaydık ya da tarihin felsefesini yapmak ana gündemimiz olsaydı etraflı bir izah ile birlikte Nietzsche ve ileride başvuracağımız Hegel’in tercihlerinin de açıklanmasıyla mükellef olabilirdik. Fakat burada gayret ettiğimiz, bu iki zıt düşünür eliyle tarih denilen verileri neden ve nasıl kullandığımızı ifade etmekten ibarettir. Bu izahı herhangi bir başvuru yapmadan da icra edebilirdik lakin birini andıktan sonra diğerini hariç tutmak olmazdı. Bu nedenle anlamın taşıyıcısı olarak sanata işaret eden Nietzsche ile başlamayı tercih ettik. 2Nietzsche, Tarih Üstüne, s.15, 18. 3Nietzsche, Tarih Üstüne, s.72. Nietzsche bu düşüncesini Putların Alacakaranlığı’ında tekrarlar ve filozofların kavramlaştırma eğiliminin oluş düşüncesine karşı düşmanlıkla birlikte tarih anlayışındaki bir eksiklik olarak ifade eder. Bkz. Fredrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, Çev.: İsmet Zeki Eyüboğlu, 3. Baskı, Say Yayınları, 2009, s.29.

Page 3: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

filozofu olan Nietzsche, en gerçek bilim olarak siyasallaşmamış bu felsefeyi görür;

çünkü o polis için yapılmaz. Bireysel bir edim olarak tarif edilen felsefe, diğer

bilimlerin -bu noktada tarihin de- dayanacağı yer olmalıdır.4 Nietzsche’ye göre tarih

yazımı, geçmiş üzerine yorum yapmaktır ve bu yorumun amacı da bir gelecek

tasviridir. Başka bir ifade ile geçmişin gelecek için yargılanmasıdır. Açıktır ki

yargılama doğru önerme imkânı reddedildiğinde bir yorumdur. Bu ise insanlığı

anlamaktan ziyade, yeni bir insanlık inşasıyla ilgilenir.5

Hegel’e göre ise insan, düşünendir; hayvandan bu yönüyle ayrılır, bu

minvalde tarihin düşünme aracılığığyla ele alınması olarak tanımladığı tarih

felsefesine6 de tarih yazımını üçe ayırarak başlar: a) kökensel tarih, b) düşünsel tarih,

c) felsefi tarih.7 Tam bir tarih felsefesi değerlendirmesi kadar Hegel’in yaptığı bu

tasnifin tafsilatına girmek de bu çalışmanın sınırlarını zorlamak olur, bu nedenle

çalışmanın konumlandırılışı ile yetinmek durumundayız.

Hegel’in de belirttiği üzere, ilk olarak Anaksagoras’ta görülen, nous’un8

evreni yöneten pozisyonu Platon’a kadar ilke olarak işlenmekten uzak kalmıştır.9

Platon bu anlamda kurucudur ve çalışmanın teması da bu yöndedir: Ruhu -bu

doğrultuda aklı- ilke olarak alan düşünürü anlamak. İçinde bulunduğu verili durumu

değerlendirmeye almanın nedeni, bu veriler sanki bir perdeymişçesine onları aralayıp

altında yatanı görebilmek içindir. Bu tavır, eylem olarak belirlenip şimdiye

atfedilebilir; lakin o, evvela Sokratik bir daimon’dur: Eleştireldir. Bununla beraber bu

yönü asli de değildir, gözün güneşe alışmasına benzer, en fazla bir güneş gözlüğüdür

dolayısıyla kökensel tarih yazarının kendi tinini katıp oluşturduğu tasarımdan

uzaktır10. Bu çalışmanın öncelediği kurumların, kişilerin, öğretilerin-Nietzsche’nin

ifade edebileceği gibi şahsiyetlerin veya Hegel’in tercih edeceği şekliyle usun-

tarihsel görünümlerini sunmak da değildir. Böylesi, ilk elden tarihe ve tarihçiye

                                                                                                               4Nietzsche, Tarih Üstüne, s. 52, 53. 5Nietzsche, Tarih Üstüne, s. 69, 90. 6Hegel, Tarihte Akıl, Çev. Önay Sözer, 3. Basım, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2011, s. 31 7Kökensel/kaynaktan tarihten anlaşılan, Herodotos’un örneğini verdiği gibi yazarın anlattıklarını sonuna kadar yaşamış olduğu ve anlatımında verileri tinsel bir tasarıma dönüştürdüğü tarih yazımıdır. Düşünsel tarihte ise yazar, kendi zamanının ötesine geçer ve esas konuşan, anlattığı zamanın tinidir. Evrensel tarih ve pragmatik tarih bunun içerisinde yer alır. (Hegel, Tarihte Akıl, s.11,17,19.) 8İtalik yazdığımız Yunanca kelimelerin anlamları, Antik Yunan’a Özgü Düşünce Biçimleri başlığı altında verilmektedir. Aşağıda yer alacak olan Sokratik daimon ifadesi ise ilerleyen bölümlerde araştırmaya konu edilmiştir. 9Hegel, Tarih Felsefesi, Çev. Aziz Yardımlı, 2. Baskı, İstanbul, İdea Yayınevi, 2010, s.16. 10Hegel, Tarih Felsefesi, s.9.

Page 4: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

bırakılmalıdır. Düşünsel tarih, pragmatik tarih ve evrensel tarih türleri bu anlamda

çalışmadan uzaktır. Böylelikle, çalışmanın ne olmadığını ifade etmiş olduk. Kavram

tarihi başlığı altında değerlendirilen kurumlara ait veriler bu çalışma da doğallıkla

kullanılsa da bunların değerini ve doğruluğunu ortaya koyacak esaslı bir çalışmanın,

arkeolojik, soybilimsel veya felsefi bir incelemeyi gerektirdiğini de belirmek gerekir.

Bu çalışmadaki rolleri talidir ve şimdide oluşabilecek yanılsamaları önlemek içindir.

Bu bölümdeki tarihin basit amacı budur.

Örneğin Menon diyaloğunda Sokrates, bir köleye geometri problemi çözdürür.

Kanımızca buradaki köle tercihi edebi, bu anlamda sanatsal bir başarıdır. Evvela köle,

neredeyse tüm Atina yurttaşlarının fazlaca sahip olduğu eğitim olanaklarına sahip

değildir; yani görece daha az kültürlenmiştir. Bu haliyle problemi çözebilmesi, bilgiye

ulaşma imkânına her insanın insan olması -yani ruh, akıl taşıması- münasebetiyle

sahip olduğu anlamına gelir. Öte yandan köle, Sokrates’in yönlendirmeleri

neticesinde sonuca ulaşmıştır; lakin bu sonucu temellendirmekten uzaktır, yani nihai

olarak epistemeye erişebilmiş değildir ki bunu başarmak gerçekten özgür olmak,

kölelikten kurtulmak demektir. Dönemin verilerine yabancı olan bir okuyucu -

köleliğin kabul gördüğü bir toplumsallığı hesaba katmayarak ve belki maden mitinin11

de etkisinde kalarak- Platon’un bu kimliği seçiş ile köleliği olumlar bir tavır aldığı

şeklinde, hatalı bir yorum yapabilir. Bu pasajın mesajı, kimi insanlar ki onları köle

olarak tutarız, çağlar boyu da böyle olmalıdır çünkü doğuştan dezavantajlıdırlar,

değildir. Fakat şudur: Bilmediği halde bildiğini sanarak efendi olduğunu söyleyenler,

bu sebepten ötürü hiçbir zaman bilme isteği duyamayacaklardır ve onlar gerçek

kölelerdir; halbuki öğretmek körü görür kılmak değil, görebilenin bakışını doğru yere

çevirmektir ve insan olmak göz sahibi (ruh, akıl) olmak demektir, bu imkan

noktasında herkes eşittir.12

Anlamının aslında çok da kapalı olmadığı bu anlatı, hem sanat yoluyla sonsuz

şimdiye nasıl erişilebileceğini, hem de tarihsel verilerin (ileride göreceğimiz üzere

doğru-yanlış düzlemine geçişe imkân tanıyan başkadan, gündelik dildeki) hatadan

                                                                                                               11Platon, Devlet adlı eserinde (414d vd.), insanların ruhlarını üç farklı madene benzetir ve bundan hareketle toplumdaki üç farklı sınıfı anlatır. Kanımızca bu benzetmenin anlamı, mit kullanımı, soylu yalan ve aretê bahisleri üzerine getirilen açıklamalarla belirginleşir. Bunlar hesaba katılmadan varılan sınıflı toplum yargısı, kolaycılık olarak gözükmektedir. 12Problemi çözenin köle olması, sınıf mücadelesi açısından ayrıca anlamlıdır zira köle ne aristokrat ne de zengindir; deyim yerindeyse o polisin sınırları dışındandır ve hakikate komşudur.

Page 5: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

sakınmak için nasıl bir işlev sunabileceğini göstererek, çalışmanın bu verileri neden

değerlendirdiğine dair bir açıklama olarak anlaşılmalıdır.

2.  Ana  Hatları  ile  Antik  Yunan  Tarihi  ve  Kurumları  

a.  Antik  Yunan  Tarihine  Genel  Bir  Bakış  

İ.Ö. 12-10. yüzyıllar arası karanlık çağ, 9-8. yüzyıllar ise, Yunanlıların

Kahramanlık Çağı olarak anılır ve bu döneme ilişkin başvurular çoklukla Homeros’un

destanlarına yapılır.13 Bu destanlarda muhtelif şahısların kahramanlıkları konu edilir.

Muhtemeldir ki gerçeklikte söz konusu olan vatanseverlik değil, dönemin siyasal ve

ekonomik alışkanlıklarıdır14. Bu topraklar her daim göç almıştır, buradaki yerleşimler

sürekli olarak yağmalanmıştır 15 . O kadar ki Thukydides, onları korsanlar ve

yağmacılar olarak anmaktan geri durmamıştır:

Eski Hellenler deniz kıyısında yaşayan barbarların topraklarına yaklaşmaya başladıkları zaman korsanlık faaliyetlerine başladılar. Aslında böyle yapmalarında onursuz hiçbir şey görmüyorlardı, aksine yaptıklarının kendine ün kazandırdığı bile söylenebilirdi. Çünkü korsanlık yapmak onların zenginleşmeleri yönünde önemli bir adımdı. Surları ya da herhangi bir korunağı olmayan kentlere saldırıyor ve kolayca zenginleşiyorlardı16.

Yağma dönemi esnasında ticari etkinlik sıfıra yaklaşmıştır, örgütlenme büyük

ölçüde güvenlik ihtiyacına göre şekillenmiş, köyler savunmaya elverişli yüksek

tepelerde kurulmuştur17. İktidar tam olarak merkezileşmemiştir, siyasal örgütlenme

kabaca aileler federasyonu şeklindedir. Kral olarak adlandırılan aile-kabile reisleri,

feodal beyleri andırır; hiyerarşide en yukarıda bulunanı esas kraldır ve basileus sıfatı

ile anılır. Savaşlar, Yunan örgütlenmesi için zorlayıcı bir unsur olduğu kadar siyasal

evriminin de bir parçası olmuştur18.Talan döneminin dinginleşmesi ile kaynaklar

yeniden paylaşılmış ve bir geçim kaynağı olarak tarıma daha çok başvurulmuştur,

buna bağlı olarak da toplumda tabakalaşma başlamıştır. Savaşlar sonucunda esirler

                                                                                                               13Sadri Maksudi Arsal, Umumi Hukuk Tarihi, 3. Baskı, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1948, s.80.; Alaeddin Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, Ankara, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1968, s.7, 42. 14La Gorce, Çağlar Boyu Yunanlılar, Yay. Haz. Doğu Araştırma Merkezi-Ankara, İstanbul, Bilge Yayınları, 1986, s.22, 23. 15Thukydides, Peloponnessos Savaşları, Çev. Furkan Akderin, İstanbul, Belge Yayınları, 2010, s. 7. 16Thukydides, Peloponnessos Savaşları, s.8,9. 17Mehmet A. Ağaoğulları, Kent Devletinden İmparatorluğa, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları, 1994, s.12, 13. 18Savaşın toplumsal sınıfların oluşmasındaki rolüne dair bkz.: Robert, L. Carneiro, “Devletin Kökeni Üzerine Bir Teori”, Çev. Aslan Delice, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2006/2, s.257, 258.

Page 6: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

köleleştirilmiş, ücretli işçilerin –mülk sahibi olmayanların- sayısı artmıştır. Bu durum,

asillerin geçim amaçlı daha az iş görmelerine de imkân tanımıştır. Ayrıca servet

farklılığı, askeri materyal konusunda da asillere üstünlük sağlamış; ganimetler

neticesinde fark açılmıştır. Asiller tüm bu değişime paralel olarak, yönetimden

giderek daha fazla pay alır olmuşlardır19. Fakat imtiyazlı olmanın tek yolu asillik,

hısımlık yani kan bağı veya toprak sahipliği değildir; genel olarak servete

dayanmaktadır ve servet biriktirmenin tek yolu topraktan geçmez. Zaman içerisinde

denizcilik, bu yönde bir imkân olarak asillerin karşısına zenginleri çıkarmıştır20.

Akınlar krallığı yıktığı gibi toprak mülkiyeti ile kuvvetlenen asillerin düzenini de

ticaret bozmuştur ve demokrasi serüveni başlamıştır. Bu vakitten sonra dikkat

edilmesi lazım olan dört sınıf vardır: siyasal hakka sahip olanlar, yurttaşlar.

Neredeyse tamamı aristokratlardan ve zenginlerden oluşuyordu. Olmayanlar:

metoikos: genellikle zanaat ile uğraşan yerleşmiş yabancılar; köleler ki Atina’da

yurttaş başına kırk tane düşüyordu. Bu anlamda kölelerin ve yurttaşların dışındakiler

yabancı ya da düşmandı. Yurttaşlık başlangıçta toprak sahipliği, sonra silah kullanma

hakkı ile ilişkiliydi. Bu, Atina özelinde takribî 40.000/350.000’e karşılık geliyordu21.

Yurttaşların geçim sağlayan eylemleri arasında savaşa, meclis toplantısına,

mahkemeye ve bayramlara katılmayı saymak, Atina demokrasinin bir geçim kaynağı

ve de geniş kitlelerin katılımı sayesinde tiranlığın önüne çekilen bir set işlevi

görmesini anlamamıza yardımcı olur22.

İ.Ö. 6. yüzyılın Yunanistan’ındaki status quoyu savunan toprak sahibi asiller

ile denizlerin emperyal egemeni zenginler arasındaki mücadelenin siyasal düşünüşteki

yansıması, aristokrasi-demokrasi mücadelesi iken; hukuki düzlemdeki yansıması,

sözlü gelenekten yazılı hukuka geçiş ile birlikte hukukun kaynağına yönelik bir

tartışma olmuştur. Yargı, yasamadan ayrı değildir: Yazılı olmayan yasaları belirli bir

kesim bilmekte ve uygulamaktadır, yönetim erki zaten onlara tanrılardan mirastır.

Yasaların yazılı hale gelmesi yorum meselesinin önüne bir nebze geçebilmiş olsa da

zenginlerin serveti, aristokratların karşısında tutunamayacakları bir düzeye ulaştığı                                                                                                                19Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, s. 11-18, 43. 20Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, s. 47, 48. 21Ağaoğulları, Kent Devletinden İmparatorluğa, s.18, 19. 22La Gorce, Çağlar Boyu Yunanlılar, s.32, 33.; Yaşar Şahin Anıl, Sokrates Davası, İstanbul, Ara Yayıncılık, 1990, s.40.

Page 7: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

için yasaların bu sınıfı gözetecek yönde değiştirilmesi de gerekmiştir23. Artık, adalet

güçlünün dediğidir ve hukuk kuralları tanrısal, genel-geçer kurallar değil; uzlaşımsal,

insan ürünü yapıtlardır. Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı,

yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı ortam yavaş

yavaş oluşmaktadır.

Bu süreç ilk olarak yasaların yazılı hale getirilmesi ile başlamıştır: Yalnızca

tanrısal soydan gelenlerin bildiği ve yorumladığı yasalar (thesmoi), bu yolla

cismanileşmiştir (nomoi); kanuncular çağı diyebileceğimiz bu dönem, Drakon ile

başlayıp Solon ile devam etmiştir24. Bu dönemde yapılan düzenlemeler, her zaman

azınlık karşısında çoğunluğun itibar kazanmasına yönelik olmuştur zira kitlelere her

alanda ihtiyaç artmıştır. Bu düzenlemeler zaten kitlelerin öneminin arttığı,

çoğunluğun azın hizmetine koşulduğu, asillerin manevra kabiliyetlerini giderek

yitirdiği bir sürecin sonucunda zaruri olarak gerçekleştirilmiştir25. Bu süreci, aşağıda

aktardığımız halk meclisinin gelişiminde olduğu kadar askeri tekniklerin değişiminde

de izlemek mümkündür: Görece erken tarihlerde araba kullanabilecek maddi

imkânlara sahip olmak, savaşlarda belirgin bir üstünlük getiriyordu. Tunç Çağı’nda

bu imkâna oldukça az bir kesim sahiptir, fakat demirin bu alanda kullanılması ile daha

geniş kesimler bu araçlara sahip olabilmiş, bu durumda kitlelerin önemini artırmıştır.

Arabaların altınla güçlendirilmesi ile zenginler, itibarlarını geri almış; lakin zamanla

piyadelerin de donatılması mümkün olmuş ve atlılar karşısındaki üstünlükleri

sayesinde kitleler, yeniden önem kazanmıştır26.

Buna benzer süreçleri yaşayan diğer halklardan Helenleri ayıran herhalde,

sözün diğer iktidar aygıtları karşısındaki görülmemiş üstünlüğüdür27. Bahse konu

edilen İsa’dan önceki bir zaman diliminde kitap koleksiyoncularının, retor okullarının,

nutuk atarak politika yapan liderlerin olduğu, kölelerin küreğe değil de kitap

çoğaltımına sürüldüğü bir topluluktur28. Bunda hiç şüphesiz Yunan alfabesinin sesleri

                                                                                                               23Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, s.48, 49. 24Ağaoğulları, Kent Devletinden İmparatorluğa, s. 26, 27. 25Aristoteles, Atinalıların Devleti: Londra Papirüsü, Çev. yok, İstanbul Arya Yayıncılık, 2012, s.17. 26Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, s.28, 29. 27Jean-Pierre Vernant, Yunan Düşüncesinin Kaynakları, Çev. Hüseyin Portakal, İstanbul, Cem Yayınevi, 2002, s. 48. Sözün değeri ve yeri, hukuk ve siyaset düşüncesine özgülenmiş 3. Bölümde ayrıca ele alınmıştır. 28Danielle S. Allen, Platon Neden Yazdı?, Çev. Ayşe Batur, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s.22-26.; Uluğ Nutku,“Grekçe Felsefenin Mihenk Taşları ve Tarihsel Uzantıları”,Antik Yunanda Felsefe

Page 8: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

bir işaret sistemi olarak ortaya koyan ilk alfabe olmasının da etkisi vardır 29 .

Korkudan tırmanılan tepenin üzerinde kurulan kentin meydanında alış-verişle başlar

polisin, politikanın ve felsefenin hikayesi 30 . Bu meydandaki toplanmalar aynı

zamanda sözün aracı olduğu bir politik yaşamı besler, tanrısal liderlerin

kahramanlıklarını anlatan destanlar, aynı zamanda kanunnameler olarak da halkın

ezberindeyken; bilgelere yaptırılan yasalar yazılı verince tanrılara dair bilgi varlığa,

evrene dair oluverir. Polis sayesinde bu hikmetten pay alınır ve kanun önünde eşit

olunur31. Gerçekten de şairlerin yazıtları dini, hukuki hatta teknik konular hakkında

başvuru kaynağıdır, bir arabanın nasıl kullanılacağı dahi orada yazar:

...sağlam yapılı arabanla usulca eğil sola,/ bağır sağındaki atına, kışkırt atı,/dizginleri gevşek tut elinde,/ soldaki at sınırın öyle yakınından geçsin ki,/ dingil dönerken sıyırır gibi olsun sınırın ucunu./ Ama iyi bak değmeyesin taşa, istemezsen atlarını yaralamak, paramparça etmek arabanı,...32.

Aktardığımız gündelik bilgi içeren pasajdan önemlisi Homeros destanlarının davranış

örüntüleri için başvuru kaynağı niteliğinde olmasıdır, sözlü kültürün devamlılığını

sağlayan bu anlamda belleği sıcak tutan metinler sadece eğlendirmez daha önemlisi

eğitirdi33. Bu minvalde onların herşeyi bildiği ve tanrısal oldukları düşünülürdü.

Bugün dahi Homeros’un hayatı aydınlatılabilmiş değildir. O vakit için

Homerosoğulları herkesin gözünde tanrı soyluydu. Fakat yeni yasaları bir tanrı değil,

Solon yapmıştır ve sonra bir başka ‘insan’ değiştirmiştir. Buna tacirlerin zeytinyağı,

şarap ve köle taşıyan gemilerine karşın yalınayak rahiplerin uzak memleketlerden

getirdikleri batıni öğretileri de dâhil edersek Hellen mucizesini, eski dünyanın

birikimi ile aydınlatma imkânı buluruz. Nasıl ki Atina, diğer polislerden birlik adına

topladığı vergilerle yeniden kurmuştur çarşısını; tapınaklarını ve onarmıştır surlarını,

öyle oluşmuştur bu coğrafyanın köprü ağzı trafiğinde şu dillere destan medeniyet34.

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                             ve Günümüze Etkileri, Yay. Haz.: Tuncay Saygın, Ed.:Yavuz Kılıç, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2011, , s.17. 29Jan Assmann, Kültürel Bellek, Çev.: Ayşe Tekin, Yay. Haz.: Turgay Kurultay, Ayrıntı Yayınları, 2001, s.253 vd.  30Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, s.35. 31Vernant, Yunan Düşüncesinin Kaynakları, s.49 vd. 32Homeros, İlyada, Çev. Azra Erhat-A. Kadir, 29.Basım, Can Yayınevi, 2012, s.553. 33Assmann, Kültürel Bellek, s.269. Platon’da Homeros’a büyük saygı duyar ve onun destanlarının kültürel bellek için öneminin farkındadır. O kadar ki Devlet’in onuncu kitabında tekrar şiir sorununa dönülür ve burada Homeros Yunanlığın kurucusu olarak anılır (606e). Gelgelelim 3. Bölümde üzerinde duracağımız üzere Platon sıcak belleğe dahası bu bellekte muhafaza edilen Yunan ülkülerine sıcak bakmaz ki bu bağlamda ifade ettikleri onun toplumundan sanatçıları dışlayan düşünür olarak ün yapmasına vesile olur.  34Anıl, Sokrates Davası, s.15.

Page 9: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

Bir yanda rahiplerin odalarından şehir meydanlarına çıkan dinsel semboller kamu

kültü olurken, diğer yandan gizem dinleri krala özgü olan ölümsüzlüğü şart

koymaksızın dileyene sunar. Felsefe, agoranın politik etkinlik niteliğindeki

tartışmaları ile gizemcilerin dilsiz sözleri arasında bir zar gibi gerilerek Olympos’u

tutar ve polisin üzerini kaplar.35

Akha Akınlarının Yol Açtığı Düzen

Dor Akınlarının Yol Açtığı Düzen

Polisin Belirmesi Devri Düzen

Polisin Gelişmesi Devri Düzen

Polisin Çözülmesi Devri Düzen

Savaş

Teknolojisi

Tunç Savaş Arabaları

Demir Silahlar

Süvari Devrimi

Hoplitlerin

Phalanaksı

Deniz İmparatorluğu Filoları

Üretim

Teknolojisi

Yağma Ekonomisi

Tahıl Tarımı

Zeytinyağı Şarapta Uzmanlaşma

Denizaşırı Ticaret Sanayi

Emperyalist Sömürü

Egemen

Sınıf

Askeri Aristokratik Sınıf

Askeri Aristokratik Kast

Tarımsal Aristokratik Sınıf

Orta Sınıf Alt Sınıf

Siyasal

Düzen

Askeri Aristokrasi

Monarşi Tarımsal Aristokrasi

Sınırlı Demokrasi

Aşırı Demokrasi

Tablo I: Eski Yunan Toplumundaki Askeri Ekonomik Sosyal Gelişmeler36.

b.  Atina’nın  Temel  Kurumları  

Yunan düşünürleri -bu arada Platon- ideal bir tasarım için ya da eleştirel bir

tavır alarak olsun, siyasal örgütlenme üzerine düşünürken aslında, doğallıkla polisi

                                                                                                               35Nutku, “Grekçe Felsefenin Mihenk Taşları ve Tarihsel Uzantıları”, s.15 vd.; Vernant, Yunan Düşüncesinin Kaynakları, s.51-56. 36Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, s.79.

Page 10: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

düşünürler37. Onların düşüncelerinde sınır ihtiva eden polisi tanımak, bu anlamda

onları anlamaya yardımcıdır. Örneğin İÖ. 5. yüzyılın Yunan topraklarında

demokrasinin anlamı, siyasal katılım gösterebilecek olanların nüfusun geneline oranla

düşük olması münasebetiyle bugünün insanının anlam dağarcığına yabancıdır; isterse

bu hakka sahip olanların tamamı katılım göstersin38.

Polis, Yunan dünyasının siyasal birimidir ve sadece yerleşim yerini değil,

civarındaki ekim alanlarını da içerir. Yunanistan’ın coğrafyası ayrı ayrı yerleşim

birimleri kurulmasına müsaittir. Kaldı ki her medeniyetin bu süreci, merkezileşmeden

evvel geçirdiğini bugün biliyoruz. Fakat Yunan özeli, tarihi polislerle anılacak kadar

farklılık arz eder. Bu durumun muhtelif sebebi mevcuttur. Çatışmaların yoğunluğu,

bir güvenlik tedbiri olarak sıklıkla yerleşim yerlerinin etrafını surlarla çevirme

ihtiyacını doğurmuştur. Öte yandan Ege kıyıları ve adalar için deniz yolu, kara

yolundan daha tercihe şayandır. Isparta’nın kara hâkimiyetine ve kapalı tarım toplumu

oluşuna karşılık, Atina’nın denizlerdeki üstünlüğü ve emperyal eğilimi bu durumun

gözetilmesi ile izaha kabildir. Buna rağmen polisler genel olarak maddi kaynaklar

bakımından eşit şartlara sahiptir ve bu durum, aralarında sürekli bir gerilime ve

çatışmaya mahal vermiştir; birinin diğeri üzerinde kesin bir egemenlik kurması

mümkün olmamıştır39.

Paternal bir aile yapısı mevcuttur, ailelerin kökenleri antropomorfik tanrılara

dayandırılır40, her ailenin kendi tanrısı vardır. Bu itibarla aileler seçilmiş olduklarına

inanır. Her seçilmiş, birbirinden tanrısı ile diğerleri ile de kanlarındaki soyluluk ile

ayrılır. Bu anlamda polis, dinsel bir birlik olarak da telakki edilmiş; din, hukuk ve

devlet arasında nihai bir ayrım çokça görülmemiştir. O kadar ki dinin icaplarını icra

etmek, yurttaşlığın manevi koşuludur. Her ne kadar bu inanışların yukarısında bir

Olympos kurulmuş olsa da aileler, kendi tanrılarından vazgeçmiş değildir41. Tüm bu

etkenlerin birlikteliği, Yunan siyasal örgütlenmesinde polisin uzun ömürlü olmasını

sağlamıştır.

                                                                                                               37Recai G. Okandan, “Kadim Yunanda Siyasi Teşekkül”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.7, Sayı:4, 1941, s.310. 38Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, s.41. 39Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, s. 21-25. 40Liderlerin tanrı soylu oluşlarına ve tanrılarla olan yakınlıklarına ilişkin çokça referansı İlyada’da bulmak mümkün: Homeros, İlyada, s.91, 95. 41Okandan, “Kadim Yunanda Siyasi Teşekkül”, s. 307-309.

Page 11: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

Bu şartlar altında polis barınma, geçinme ve tapınma yeri olmanın ötesinde

yaşamın sürdürülebileceği yegâne alan, evren olarak görülmüştür. Polisin bireyler

üzerinde ailelerin geleceğinden, kişisel servetlere, çocukların eğitimine dek uzanan

nüfuzu vardır42. O kadar ki sürgün cezasının kuvveti idama denktir. Ne var ki

denizcilikteki ilerleme neticesinde ticari etkinliğin artışı ve diğer yerleşimlerle olan

iletişimin hızlanması, birey ile polisi karşı karşıya getirir43. Polis, her unsurun kendi

aretêsi nazarında yer tuttuğu bir armonidir. Sınıfsal gerilim ve kültür ithalatının

etkisiyle birey, polisin karşısına dikilecekken díkênin sunduğu orantısal eşitlik ile

geniş katılımlı bir politik ortam oluşur. Birey, artık polis uğruna feda edilemez zira

yasa yazılıdır ve herkes için aynıdır44. Duvarlara veya anıtlara yazılan yasalar,

okunmasından çok görünmesi için yazılmıştır, zira sergilenmeleri sayesinde hukuk

güvenliğinin sembolü olurlar45. Bir başka ifade ile tek evren polisten, evrensel olan

yasaya geçilir.

Polise dair sunduğumuz genel malumattan sonra, Atina’nın siyasi yapısını

anlayabilmek için kurumlarına dair kısa bilgiler vermeyi uygun buluyoruz. Burada

bizim için önemli olan, kurumlar üzerinden gerçekleşen siyasal katılım; başka bir

ifade ile sınıfların siyasal arenadaki pozisyonlarıdır.

Kahramanlık çağından da evvel Atina’da krallık esastı, daha sonra yönetimi,

on kişiyi geçmeyen, Arkhont ünvanlı yöneticilerin oluşturduğu meclis devraldı.

Basileus’un (kral) yetkileri giderek sınırlandı, kutsallığı sadece din adamlarını etkiler

oldu. Evvela ömür boyu bu göreve seçilen Arkhontlar, İ.Ö. 8. yüzyılda on senelik bir

süre ile seçilmeye başladılar ve yedinci yüzyılda bu süre bire indi46. Arkhontlar servet

sahipleri arasından seçiliyordu47.

Strategler adı verilen memurların adedi ondur ve halk meclisi tarafından,

askeri işlerle meşgul olmaları için seçilir; lakin İ. Ö. beşinci yüzyıldan itibaren sürekli

                                                                                                               42Okandan, “Kadim Yunanda Siyasi Teşekkül”, s. 310. 43Anıl, Sokrates Davası, s. 43; Vernant, Yunan Düşüncesinin Kaynakları, s.67 vd. 44Vernant, Yunan Düşüncesinin Kaynakları, s. 86. 45Michael Gagarin, Writing Greek Law, New York, Cambridge University Press, 2008, s.68. 46Vernant, Yunan Düşüncesinin Kaynakları, s.42.; Arsal, Umumi Hukuk Tarihi, s.90, 91. 47Aristoteles, Atinalıların Devleti: Londra Papirüsü, s.15.

Page 12: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

bir savaş halinin olmasının etkisiyle dışişleri siyasetinden başlayarak yetkileri

genişlemiştir48.

Areopag, Atina’nın teşkilat yapısında esaslı pozisyona sahip kurumlardandır.

Solon’dan evvel tamamı asillerden kurulu iken, sonradan genel olarak servet

sahiplerinden oluşturulmuştur. Memur atamanın da dâhil olduğu kimi yürütme işleri,

yetkileri dâhilindedir. Solondan sonra idari işleri azalsa da meclislerin kararlarını veto

etme hakkı gibi siyaseten etki kabiliyeti yüksek yetkilerle donatılmıştır49. Bir yargı

organı olarak da adam öldürme, yangın çıkarma gibi sınırlı sayıda suça da bakmıştır50.

Eklezia (Halk Meclisi): Bu meclis evvela yasama organıdır, askerlik yapma

hakkı olan herkes katılım gösterebilir. Yasa yapmak dışında, areopag’dan alınan

memurları atama gibi idari işlerin yanında, savaş ilanı gibi mühim kararlar almak da

bu meclisin yetkisindedir. 51 Kanunların tasarıları, beş yüzler (bule) tarafından

hazırlanır; yani kanunun yürürlüğe girmesi nihai olarak halkın iradesine bağlıdır,

diğer taraftan ise meclisin işlevi beş yüzleri sınırlandırmaktır52. Meclis genel olarak

halkın şikâyetlerini de inceler ve sonuca bağlar.

Bu noktada meclisin niteliğine dair aydınlatılması gereken bazı hususlar

mevcuttur. Askerlik bir yükümlülük değil, imtiyazdır: Belli bir servetin üzerinde

olmayanlar -kendi kendini silahlandıramayanlar-53, yabancılar ve köleler askerlik

yapamaz, ganimetlerden faydalanamazlar; ötesi siyasal katılımda bulunamazlar.

Yağmalar döneminin, kahramanlık çağı olarak anıla geldiği düşünülürse askerlik

yapmayanların onur ve haysiyet bakımından da aşağı görüldüğü anlaşılır. Bu meclisin

kudreti, demokrasi yanlılarının yükselişi ile paraleldir fakat Antik Yunanı düşünenler,

hatırlarında demokrasi ile birlikte, giderek muktedir olan zenginler sınıfını ve söylev

sanatını da canlandırmalıdırlar. Evvelce belirttiğimiz gibi demokrasi söylemi, hem

zengin sınıfın siyasal katılımını ve bu yolla çıkarlarını maksimize edişlerini hem de

demagog olarak anılan liderlerin yurtta ve Hellen topraklarının tamamında -yani bir

                                                                                                               48Recai G. Okandan, Umumi Amme Hukuku, Birinci Kitap: İlk Zamanlar, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1946, s. 139. 49Arsal, Umumi Hukuk Tarihi, s.110, 111; Okandan, Umumi Amme Hukuku, s.140. 50Anıl, Sokrates Davası, s.39. 51Okandan, Umumi Amme Hukuku, s.135. 52Arsal, Umumi Hukuk Tarihi, s. 103, 104. 53Aristoteles, Atinalıların Devleti: Londra Papirüsü, s.15.

Page 13: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

anlamda tüm dünyada- isteğe götüren her eylemi meşrulaştırdıkları sofizmi ve

emperyalizmi barındırır.

Kaldı ki halk meclisi bir karar alabilmek için kafi olan sayıdan çok uzakta,

kalabalık bir örgüttür ve bu durum diğer kurumların hukuki ve idari etkinliğini artırır.

Diğer kurumlarda görev alanlar, bu mecliste halkı ikna ederler54.

Otuz yaşını aşmış beş yüz kişinin, bir yıl için seçildiği bir diğer meclisin

(bule) başlıca görevi, kanun tasarısı hazırlamak ve bunların yürürlüğe girip

girmemesine karar verecek olan halk meclisinin toplantısına karar vermektir. Bir

anlamda soyluların, devleti idare ettikleri organdır55.

Yargı teşkilatı esas itibariyle, Solon’un kurduğu, her birinde otuz yaşını aşmış

ve kura ile seçilmiş 500 hâkimin görevli bulunduğu, on mahkemeden oluşmaktadır ve

halk mahkemesi adını almaktadır. Hem cezai hem de hukuki konulara bakan bu

mahkemeler, aynı zamanda meclislerin aldığı yargılama kararlarının konu

edilebileceği üst mahkeme mevkiindedirler56.

3.  Antik  Yunan’a  Özgü  Düşünce  Biçimleri:  Kelimeler  ve  Düşünce  

Bir  varlığın  bilgisini  elde  etmek  için  

 üç  şey  lazımdır:  Bilim  dördüncüsüdür...  Bir:  ad!  

Platon  

Dil ve düşüncenin birbirleri üzerindeki etkileri düşünüldüğünde, hem yabancı

hem de eski bir dilde yazılmış metinler üzerine çalışan kişilerin, o çağın zihniyetini

idrak edebilmeleri için kelimeler ve onların çağrışımları üzerine hassasiyet göstermesi

gerektiği anlaşılır57. Bunun bir örneğini polis bahsinde, demokrasi kelimesi özelinde

takip edilebilir. O dönemin kuramcılarının demokrasi dediğine, biz oligarşi

diyebiliriz. Dahası, durum her zaman bu kadar basit de değildir; zira bir Yunanın                                                                                                                54Ağaoğulları, Kent Devletinden İmparatorluğa, s.31, 43. 55Ağaoğulları, Kent Devletinden İmparatorluğa, s.32. 56Arsal, Umumi Hukuk Tarihi, s. 115, 116. 57W.K.C. Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Yay. Haz. Nurten Sıcakyüz- Nuran Demir, Çev.Dr. Ahmet Cevizci, 2. Basım, Ankara, 1999, s.10, 11.

Page 14: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

erdemden veya adaletten anladığı ile modern okuyucunun bu kelimeler üzerine

zihninde canlanan, bir değildir ve bunların yerine yukarıda olduğu gibi başka

kelimeler kullanmak da çoğu kez mümkün değildir. Hatta kimi zaman aynı metni

çevirenlerin çok başka çağrışımları olan farklı kelimeleri, tek bir Yunanca kelimenin

karşılığı olarak kullandığını görmek de mümkündür. Fakat Yunanca kelimeler

kullanmak veya her kelimenin tarihsel ya da soybilimsel bir okumasını yapmak da bu

çalışma için bir çözüm değildir. Bu noktada hiç değilse genel bir farkındalık adına,

bazı temel kavramların üzerinde durmanınve yeri geldikçe diğerleri için açıklamalar

getirmenin işlevsel olacağı kanaatindeyiz.

Örneğin Platon’un adalet (díkê ve dikaiosûnê) anlayışını öğrenmek için,

Devlet olarak Türkçe’ye çevrilen eserini temin eden bir kişi, kitapta bu kelimenin

kullanılmadığını görüp şaşıracaktır58. Okuyucunun itibar etmesinin beklenilmediği

açıkça ifade edilen önsözde, buna dair açıklama bulunabilir: Çevirenlere göre adalet

ya da adil demek, Tanrı katından konuşmaktır ve bu Platon’un gündelik dilden

konuşma gayretine terstir, buna karşılık doğru ve doğruluk daha yerindedir.“Bir

delinin eline silah vermek doğru mudur?” cümlesinde adil kelimesini, doğru kelimesi

yerine kullanmak uygun değildir. Onlara göre bu yol izlenince,“Adaletin kılıcı

keskindir.” dendiğinde padişahın kılıcı keskindir olarak anlaşılmaz; uygun olan da

budur çünkü Platon’a göre, adalet yöneticinin buyruğu değil, onun hizmet ettiği

şeydir59.

Bu kelimeyi (díkê) halk arasında veya literatürde ilk kullanan Platon değildir.

İlk olarak Anaksimandros’un, kozmostaki karşıt güçlerin birbirlerine yönelik ihlalleri

nedeniyle, örtük düzenin temini adına ödenen bedel anlamında kullandığı belirtilir60.

Díkê bu bağlamda işlerin normal seyri, usul, beklenilen edim, tazmin anlamında

görünür, özgün anlamı muhtemeldir ki yol, patikadır61. Díkê’nin etik anlamı nómos-

                                                                                                               58Türkiye’de bu eseri, çoğu okuyucunun muhtelif yayınevlerinden çıkan ödüllü, Eyüboğlu-Cimcoz çevirisinden okuduğunu varsayıyoruz. Gerek baskı sayısı gerekse diğer telifsiz çevirilerle karşılaştırılması göz önüne alındığında bu varsayımın yerinde olduğu anlaşılacaktır. Kaldı ki diğer çevirilerin de pek azında adalet kelimesi kullanılır. Bu durum, sadece bir kelime için geçerli değildir; kaldı ki bu kelime adalet olduktan sonra bu dahi yeterli olurdu. Aydoğan benzer durumun ruh, bilgi, bilgelik gibi kavramlar için de geçerli olduğunu tespit etmiştir ki bu kavramlar da en az adalet kadar merkezidir. (Ahmet Aydoğan, Siyaset ve Retorik, İstanbul, İz Yayıncılık, 2003, s.19.) 59Platon, Devlet: Önsöz Çev. Sabahaattin Eyüboğlu-M. Ali Cimcoz, 20. Baskı, İstanbul, İşbankası Kültür Yayınları, 2010, s.viii. 60Francis E. Petters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü: Tarihsel Bir Okuma, Çev. Hakkı Hünler, İstanbul, Paradigma Yayıncılık, 2004, s. 72. 61Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.13, 14.

Page 15: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

phûsis geriliminde ortaya çıkmıştır. Destanlarda, Anaksimandros’un kullanımına

benzer şekilde bir sınır ihlalini daha ziyade de aristokratik sınıf bilincine dair

örüntülerin ihlalini anlatan, âdet, işleri görüş biçimi olarak kullanılırken bilgelerce

hazırlanan kanunların -nómos - yürürlüğe girişine paralel olarak aristokratik algının

tesirinin azalışıyla, Zeus’un gözetiminde onun soyundan Díkê’nin tüm yurttaşlara

edimlerinin doğal karşılığını vermesine dönüşmüştür62. Bu bağlamda mitosta da yine

adaleti betimleyen fakat aristokratların tarafını tutmakla kınanan tanrıça Themis,

tanrıça Díkê’nin parlayan yıldızının gölgesinde kalmıştır63. Kişinin, insan olduğu için

yapması uygun olan işler ve toplum içerisinde diğer insanlara göre onun yapmasının

uygun olacağı işlerin mevcut olduğuna dikkat edildiğinde Platoncu anlamına varır.

Konumuzla doğrudan alakalı olan bir diğer kelime de aretê’dir, çünkü

cevaplanması gereken sorulardan biri, insanın insan olduğu için yapması gereken o

işin-yani insanın aretê’sinin- ne olduğudur. Aretê günümüz dillerine üstünlük, erdem,

fazilet (excellence, virtue) olarak çevrilir.64 Fakat Yunan için evveliyatla canlı, cansız

her şeyin bir aretêsi vardır ve bir şeyin önemli olmasını sağlayan şey olarak üç unsuru

barındırır: 1-bir şeyin iç yapısı, niteliği; 2-tanınmışlığı, 3-onu takdir edecek olan

öteki65. Nihayette, aretê bir şeyin münhasır olarak yetkinliğini ifade eder; tikel bir

beceridir. İnsanlar için ise toplum içerisinde, mesleki bir ehliyettir. Örneğin askerin

aretêsi, cesarettir. Sokratesçi literatürde insan, diğer canlılardan akıl sahibi olması

münasebetiyle ayrılır; o halde onun aretêsi bilgili olmaktır66.

Bu da bizi akıl, söz, yasa üçlemesine götürür zira Platon’da varlık, bilgi ve

hukuk bu çizgide ilişkilendirilir. Yunanca nous, dilimize zeka, akıl olarak çevrilir.

Yunan literatüründe Anaksagoras’ta evrene düzen veren akıl, Herakleitos’ta

düzenleyici lógos olarak betimlenir, Platon’da ise nous hem içkin hem de aşkındır,

aynı zamanda epistemolojik bir yetiye işaret etmektedir. Söz, açıklama, neden olarak

çevrilen lógosise episteme ile doksa arasındaki fark olarak kişinin bilgisini

                                                                                                               62Petters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü: Tarihsel Bir Okuma, s.72, 73. 63Şenel, Eski Yunanda Siyasal Düşünüş, s.19, 20. 64Petters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü: Tarihsel Bir Okuma, s.46. 65Platon, Sokrates’in Savunması, Çev. Erman Gören, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2006, s.114. 66Platon, Menon, Çeviren ve Yorumlayan: Ahmet Cevizci, 2. Baskı, Bursa, Sentez Yayıncılık, 2009, s. 26.

Page 16: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

temellendirebilmesi, aklı hedef alabilmesi noktasında duyulara yönelen (?) mythosun

bir ölçüde karşıtıdır67.

Platon, nous ile nómos arasında etimolojik olarak keyfi olsa da bir bağ kurar.

Nómos’un ilk anlamı yasa, ezgi demektir. Tarihsel olarak phûsis’un yani doğanın

karşısında konumlandırılan insan -özelde bilge kişi- ürünü –örneğin Solon’un

hazırladığı- yasaları ifade eder68. Platon esaslı yasaların tanrısal nousa dayandığını

ifade ederek evrendeki ezgi ile uyum içerisinde yasalar koyma gereğini vurgular. O

halde akıl dendiğinde hem evrendeki düzenin işaret edildiğini hem insanın bunu idrak

edebilme yetisini hem de kendi yaşayışını ve toplumun birlikteliğini

düzenleyebileceği dayanağı anlamak lazım gelir.

 

B.  Platon  Öncesi  –  Platon  –  Platonculuk  

1.  Platon  Öncesi  

Batı   felsefesini   anlamak   için   nasıl   Platon’u   anlamak   lazım   gelirse   Platon’u  

anlamak  için  de  ardıllarından  ziyade,  öncüllerine  bakmak  lazım  gelir,  zira  ardıllar  

ya  kendi  güdümleri  doğrultusunda  ya  da  farkında  olmaksızın  kendi  koşullarının  

rengini   katmışlardır,   fakat   öncüllerin   gelecekten   haberi   yoktur69.   Bu   bağlamda  

Sokrates  öncesi  dönemin  değerlendirilmesinin,  Platon’un  anlaşılması  için  gerekli  

bir  başlangıç  olduğu  kanaatindeyiz70.  

                                                                                                               67Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, gözden geçirilmiş 7. Baskı, İstanbul, Paradigma Yayıncılık, 2007, s. 1024, 1173, 1174.; Petters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü: Tarihsel Bir Okuma, 208-210, 245 v.d. Söz, yasa, akıl üçlemesinin ve mitos-lógos ilişkisi üzerinde yine esas olarak 3. Bölümde durulmuştur. 68Petters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü: Tarihsel Bir Okuma, s.242-245. 69Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s. 7, 8. 70Burada bizim için önemli olan, öncelikle dönemin karakteridir; yani felsefi söylemin oluşumu, dönüşümü. Sonrasında, düşünürlerin etkileri oranında öğretileri gelir. İlk olarak epik şiirlerle başlar sözün iz bırakan geçmişi, ardından lirik şiirler gelir: Yiğitlerin tanrılara baş kaldıran savaş maceraları insancıkların acılarına, sevinişlerine bırakır yerini. Sonra yedi bilgenin deyişlerinde iyice görünür bireyleşmenin kök salışları, lógos’un kıpırdanışları. (Eduard Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, Çev. Ahmet Aydoğan, İstanbul, İz Yayıncılık, 2001, s. 35 v.d.) Tüm bu arayış, görünüşteki kaosun ardındaki düzene duyulan inanca dairdir. Antropomorfik tanrılar, davranış biçimleri, yapış şekilleri ya da iradeleri ile insana özgü yalnızlığı paylaşabilmiş fakat izaha kabil olamamıştır. Bu imkân insan aklında görülmüştür, öteden beri insanların tanrılarla yarışa girmesine alışık olan Yunan kültürü/dini bu çabayı yadırgamamıştır. (W.K.C. Guthrie, Yunan Felsefesi Tarihi-I: Sokrates Öncesi İlk Filozoflar ve Pythagorasçılar, Çev. Ergün Akça, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2011, s.41-44.; J. Denis, “Kadim Yunanda Ahlaki ve Hukuki Fikirler”, Çev. Z. F. Fındıkoğlu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Page 17: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

 

Sokrates  (İ.Ö.  469-­‐399)  öncesi  dönem  kendi  içerisinde  ikiye  ayrılır.   İlkinde  (İ.Ö.  

600-­‐450)  makroevren,  ikincisinde  (İ.Ö.  450-­‐390)  ise  mikroevren  konu  edilmiştir.  

Başka   bir   ifade   ile   evvela   tabiat   üzerine   soruşturmalar   yapılmış,   sonrasında  

insanın   tabiatı   tartışılmıştır71.İlk   döneme   ilişkin   en   belirgin   özellik,   herhalde  

onların   evrene   yönelik   meraklarıdır.   Kabaca   iki   gelenekten   bahsetmek  

mümkündür:  Ege’nin  doğu  kısmındaki  İyonyalılar  ve  batısındaki  Pythagorasçılar.  

İyonyalıların   salt  merakına  karşılık72,  Pythagorasçılar’ın  güdümü  aynı   zamanda  

dinseldir.  Her  iki  geleneğin  de  bakışları,  görünür  dünyadaki  değişimin  ardındaki  

kalıcı  olana  yöneliktir.  Bu  da  muhtemeldir  ki  canlı  bir  şey  olarak  tasavvur  edilen  

evrenin  kendisinden  meydana  geldiği  maddedir73.  

Denilir  ki   ilk  nedeni  bilmek,  her  şeyi  bilmek  demektir  ve  bunu  araştıran  

bilim  de  felsefedir,  ilk  filozofların  çoğu  her  şeyin  ondan  meydana  geldiği  ve  yine  

ona   döndüğü,   görünüşteki   değişimin   ardında   duran   bir   şeyi   -­‐töz,   madde-­‐  

aramıştır74.  Bu  minvalde  başlangıç,  madde  üzerine  düşünmesi,  mitos  olmayan  bir  

ifadeye   sahip   olması   ve   “her   şeyin   birliği”     mesajını   taşıması   münasebetiyle  

Thales’e   atfedilir75.   Thales   (İ.Ö.   624-­‐546),   Solon’un   çağdaşıdır   ve   Doğu   Ege’nin  

servet   ve   kültür   bolluğu   içerisinde   yaşamıştır76.   İnsan   düşüncesinin   serpilme  

imkânı  için  elverişli  koşulların  olduğu  bir  vakit  diliminde,  yedi  bilgenin  en  eskisi  

olarak   arzın  meydanında   görülmüştür.   Güneş   tutulmasını   tahmin   etmek,   Nil’in  

taşkınlarına   derman   olmak   veya   nehirlerin   yönünü   değiştirmek   gibi   pratik   bir  

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                             Mecmuası, Cilt. 10, Sayı: 3-4, 1945, s.777.) Buyrulur ki: Başka ulusların azizleri vardır, Yunanların ise bilginleri. (FredrichNietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, Çev. Nusret Hızır, İstanbul, Bilim/Sanat/Felsefe Yayınları, 1985, s.27.) 71 WilhemCapelle, Sokrates’ten Önce Felsefe: Fragmanlar-Doksograflar, Çev. Oğuz Özügül, 3.Baskı, İstanbul, Pencere Yayınları, 2011, s.17; Kadir Çüçen, Melek Zeynep Zafer, Adnan Esenyel, Varlık Felsefesi, 2. Baskı, Bursa, Ezgi Kitabevi, 2011, s. 20. 72  Kingsley,   hiç   değilse   Parmenides   özelinde   bu   görüşe   karşı   çıkar.   Ona   göre   hakikat   arayışı  yasaşmsal   öğreti   ile   birlikte   düşünülmelidir.   B.a.   Peter Kingsley, Batı Hikmetinin Bilinmeyen Tarihi, Çev.: Onur Atalay, İstanbul, Etkileşim Yayınları, 2007.  73Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.29-31, 40; Zeller, Grek Felsefesi Tarihi s. 51. Bu noktada belirtmek gerekir ki her ne kadar Aristoteles, dönem düşünürlerinin ilke olarak bir ya da daha fazla maddeyi aldıklarını belirtse de (Aristoteles, Metafizik, Çev. Prof. Dr. Ahmet Arslan, 3. Baskı, İstanbul, Sosyal Yayınları, 2010, s. 94, 106) Guthrie, söze konu edilen dönemde madde-tin ayrımının yapılmamış olduğundan bahisle buradaki düşünürlerin maddeci olarak anılmaması gerektiğini ifade eder. (Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.38, 39.) 74Aristoteles, Metafizik, s. 86, 90, 91. 75Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, s.33. 76Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, s.52.; Aristoteles, Metafizik, s.90.

Page 18: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

birçok  sonuca  vakıf  olabilmiş  bilimsel  bir  yetkinliğe  sahiptir.  Bu  anlamda,  bilimin  

de  kurucusu  olarak  kabul  edilir77.    

Bilimsel   temellendirmenin   adımları   ağırlaştıran   garanticiliğine   rağmen,  

Yunan’ın   düş   kurma   becerisi   O’na,   soyutlamalar   yapma   yoluyla   yüksek  

düşüncelere  doğru  hızlı   bir   yönelim   imkânı   tanımıştır78.   Böyle  bir   ortamda  her  

şeyin   ilkesi  olan,   kendisinden  doğan  ve  yine  ona  dönen  bir  madde  olarak   suyu  

öne   sürmüştür,  Thales.  Aristoteles,  O’nu  bu   sonuca  götüren   şeyin,  muhtemelen  

suyun  üç  halini  -­‐su,  buhar,  buz-­‐  gözlemleme  imkânı  olduğunu  söyler79.    

Thales’in   yaşça   küçük   çağdaşı   olan   ilk   felsefe   yazarı   Anaximandros’un    

(İ.Ö.   611-­‐546)   düşüncesine   dair   daha   çok   veri   vardır80.   Anaximandros’a   göre  

evren,  karşıt  kuvvetlerin  çatışma  alanıdır  ve  ne  dışarıdan  bir  sınırlanmaya  tabii  

olan   ne   de   unsurları   arasında   bölünme   olan,   her   şeyi   içeren,   aynı   zamanda  

hareketin   de   nedeni   olan   bir   maddeden   meydana   gelmiştir81.   Çünkü   ne   ki   bir  

kere   olmuştur,   elbet   yok   olacaktır.   Özellikli   olmak,   sonradan   olmayı   ve   yok  

olmayı   -­‐yani   oluşu-­‐   deneyimlemeyi   gerektirir.   Aslında   esas   olan,   şeylerin  

kaynağının   niteliklerden   münezzeh   olmasıdır;   nitelikleri   bir   vakit   duyumsarız  

fakat   sonra  yiterler.  Bu  nedenledir  ki   şeylerin  kaynağı   -­‐yani  madde-­‐   sınırsız  ve  

belirsizdir,   bu   sayede   oluşun   devam   etmesi   mümkün   olur.   Çünkü   eğer   durum  

Thales’in  dediği  gibiyse  -­‐yani  evren  basit  bir  yapı,  yani  suyun  muhtelif  görünümü  

ise-­‐   bu   çokluk   nasıl   aşılacaktır?   Ona   göre   nitelik   -­‐yani   farklılık   ve   bu   anlamda  

belirginlik-­‐  zaten  gayri  meşru  bir  oluşu   ifade  eder  ve  şeyler  bu  sebeple,  sürekli  

bir   çatışma   içerisinde   yer   alarak   bu   ayrılığın   bedelini,   adalet   (díkê)   gereğince  

öder.  Adaletin  (díkê)  bu  olmaz  görüntüsüne,  yargılayan  ve  cezalandıran  tavrına  

cevabı  Herakleitos  verecektir82.  

Doğu  Yunan’da  hal  böyleyken,  İtalya’nın  güneyinde  ruhun  ölümsüzlüğüne  

ve   ruh   göçüne   duyulan   inanç   temelinde   Pythagorasçılık   yükselmekteydi.   Bu  

                                                                                                               77Capelle, Sokrates’ten Önce Felsefe: Fragmanlar-Doksograflar, s.51, 52. 78Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, s.34. 79Aristoteles, Metafizik, s.91. 80Capelle, Sokrates’ten Önce Felsefe: Fragmanlar-Doksograflar, s.55.; Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, s.38.; Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, s.54. 81Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s. 33, 38.; Anne Baudartv.d., Felsefe Tarihi: Kurucu Düşünceler, Çev. İsmail Yerguz, Cilt: I, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 26. 82Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, 39, 41-43.

Page 19: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

düşünüş   kapsamında,   ruh   göçü   insana   özgü   değildir   ve   bunun   bizi   götürdüğü  

doğal   sonuç,   bütün   canlıların   akraba   oluşudur.   Kaldı   ki   evrenin   ebediliği  

karşısında   fani   insan,   ruhunun  ölümsüzlüğü   ile   tutunur83.   Pythagorasçılığa  dair  

ikinci   karekteristik   özellik,   sınır   vurgusudur.   Limit   -­‐sınır   üzerine   yapılan   bir  

vurgu-­‐felsefi   araştırmanın   konusunu   form,   yapı   olarak   kurgular.   İyi   ve   güzel  

evren,   sınır   sayesinde   böyledir.   Sınır,   unsurların   ilişkilerine   düzen   getirir;   bu  

sayede  muktedir  bir  organizasyona  erişilir84.    

Bu  noktada   onlara   göre   şeylerin  mahiyeti   sayıdır.   Sayılar   tam  anlamıyla  

ilktir,   hem   ilk   hem  de   şeylerin  maddesi   ve   değişimlerindeki   nedendir85.   Sınırın  

üstün   gelişi,   maddeye   -­‐Pythagorasçıların   talip   olduğu-­‐   sükûnet   ve   dengeyi  

sunarken   sayıyı   meydana   getirir86.   Evren   (kósmos),   sınırsız   olana   sınırın   galip  

gelmesi  ile  ortaya  çıkan  -­‐yani  sayılara  dayanan-­‐  bir  güzelliktir  ve  iyi  olan  budur.  

Açıktır   ki   bu   fikir   sadece   metafizik   değil,   etik   ve   estetik   unsurlarıda   ihtiva  

etmektedir.   Kaldı   ki   Pythagoras’ın   (İ.Ö.   570-­‐495),   matematikin   etkisi   altında  

kaldığı,   en   yüksek   buluş   olarak   müzik   gamlarının   matematiksel   ifadesini  

bulgulamış  olması  aktarılır87.  Nihayetinde  kendini  unsurların  uyumu  anlamında  

harmonia  olarak   ifade   eden   biçim   ve   düzen   fikri,   matematik   ve   tıp   alanlarına  

yaptığı   güçlü   katkı   sayesinde,   Pythagorasçılığın   sözünü   Ortaçağ   boyunca   eski  

dünyada   dinlenir   kılmıştır88.   Bu   kültürdeki   en   Yunanca   tavır   sınır   düşüncesi  

olmuştur,   yoksa   Pythagorasçılık,   mistik   bir   kült   olarak   Yunan   düşünüşüne  

yabancı   bir   unsurdur89 .   Dünyevilik   reddiyesi   ile   dışlanan   beden   karşısında  

aklilik,  bu  öğretiden  kalan  bir  diğer  mirastır.  

 

Pythagorasçılığa   değindikten   sonra,   madde-­‐yapı   tartışmasının   yerini  

bıraktığı   devinime,   hareket  meselesine   geçmek   gerekir.   İlk   dönem   düşünürler,  

değişim  üzerinden  birçok  kurgu  ortaya  koydular;   lakin  hiçbiri   lógos  üzerine  bir  

                                                                                                               83Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.41; Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, s.58, 59. 84Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.42, 43. 85Aristoteles, Metafizik, s.100, 101. 86Anne Baudartv.d., Felsefe Tarihi: Kurucu Düşünceler, s.28; Capelle, Sokrates’ten Önce Felsefe: Fragmanlar-Doksograflar, s.74; Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, s.64. 87H. J. Ströring, İlkçağ Felsefesi: Hint, Çin, Yunan, Çev. Ömer Cemal Güngören, İstanbul, Yol Yayınları, 1994, s.197.; Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.44, 45. 88Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.46,47. 89Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, s.56, 57.

Page 20: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

açıklama  sunmadılar.  Herakleitos,  değişimin/oluşun  asıl  olduğunu  vurgulayarak,  

bu   meseleyi   izah   etmeyi   üstlenirken;   Parmenides   ve   ardından   yürüyenler,  

varlığın  kalıcılığını  vurguladılar90.  

Bununla   beraberdaha   önce,   díkê’nin   hüküm   sürdüğü   evrenin  

Anaximandros   tarafından   olumsuz   betimlenişinin   bir   sorun   olduğunu   ve   buna  

cevabı   Herakleitos’un   (İ.Ö.   535-­‐475)   vereceğini   belirtmiştik.   Buradan   devam  

edelim.  Karanlık  bir  kişilik  olarak  betimlenen  Herakleitos,  bunu  biraz  da  söyleyiş  

tarzındaki   üstü   kapalılığa   borçludur;   O’nun   ifadelerinde   hakikat   ne   açıktır   ne  

gizli,  sadece  işaret  edilmiştir  ki  bu  ona  göre,  hakikatin  yapısı  gereğidir.  O’na  göre  

Pythagorasçılar,   hakikati   yanlış   yerde   aramaktadır.   Bilgelik   için   doğaya   değil,  

insan  kendine  bakmalıdır91.    

Herakleitos,  yöntem  olarak  da  konu  olarak  da  diğerlerinden  farklıdır.  Her  

ne   kadar   bir   madde   fikri   (ateş)   O’nda   da   bulunsa   da   Ondan   miras   kalan   esas  

vurgu,  devinim/oluş  ve  lógos/düzen  düşüncesidir92.  Ona  göre  öncelikle,  duyulara  

bu   denli   güvenmeyi   bir   kenara   bırakmalıyız:   “Var   olan   her   şey   duman   haline  

dönüşseydi,   onları   burnumuzla  ayırt   edebilirdik”93.   Fakat   her   şeyi   lógos   ile   ayırt  

ettiğimize   göre   asıl   olan   odur,   her   zaman  mevcuttur   ve   her   şeye   egemendir94.  

Evren  karşıt  olanların    “güzel”  uyumudur95.  Ama  duyuların  dar  görüşünde  ısrar  

eden“Eşekler,   samanı   altına   tercih   eder.”96,yine   de“Her   sürüngen,   kırbaçlanarak  

otlağa  (nematai,  nómos:yasa)  güdülür.”97.Yani  ne  varsa  evrende,   lógostan  payına  

düşeni  yaşar;  hepsine  aynı   lógostan   farklı  pay  düşer.   “Aynı  ırmaklara  girenlerin  

üzerinden  farklı  sular  akar.98,  zaten  “Hiç  batmayacak  olandan  (lógos,  güneş,  ateş)  

nasıl  kaçıp  saklanılabilir?”.   O   halde,“Bakışlarını   lógosa  yöneltmeyenler,  dinlemeyi  

bilmediklerinden  konuşmayı  da  bilmiyorlar99”.  Karşıtların  güzel  uyumunu,  ceza  ve  

oluşu   ise   yargılama   olarak   telakki   ediyorlar;   hâlbuki   “Adaletin   (Díkê)   adı                                                                                                                  90Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, Çev. Nur Küçük; Yasemin Çevik, İstanbul, İdea Yayınevi, 2000, s. 38, 39. 91Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.49. 92Anne Baudartv.d., Felsefe Tarihi: Kurucu Düşünceler, s.27. 93Herakleitos, Fragmanlar, Çev. Cengiz Çakmak, Yay. Haz. Eyüp Çoraklı, 2. Baskı, Humanitas: Yunan ve Latin Klasikleri, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2009, s.43. 94Herakleitos, Fragmanlar, s. 29. 95Herakleitos, Fragmanlar, s. 45. 96Herakleitos, Fragmanlar, s. 41. 97Herakleitos, Fragmanlar, s. 51. 98Herakleitos, Fragmanlar, s. 53. 99Herakleitos, Fragmanlar, s. 67.

Page 21: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

bilinmezdi,  bu   şeyler  olmasaydı100.”.  Onun   (Díkê:   adalet   tanrıçası)   yaptığı   ölçüyü  

aşanlara   haddini   bildirmek   ve   güzel   uyumu   -­‐oluşu-­‐   korumaktır.   Ceza   sadece  

ikilik  gören  gözdedir,  her  şeyi  bir  gören  tanrısal  bakışın  manzarası  ise  karşıtların  

ahengidir101.  Bir  şeyin  ölümü,  başkasının  doğumudur;  nihayetinde  “İnen  ve  çıkan  

yol  bir  ve  aynıdır.102”.  

Böylece   Herakleitos,   değişmeyen   tek   şeyin   değişim   olduğu   yasasını  

koyarak   varlığı   reddeder   ve   sadece   oluşa   yer   verir.   Tabii   ki   bu   oluş   lógos’un  

düzenleyici   himayesi   altındadır103.     Ama   nasıl   olur   da   ateş   suya,   su   toprağa  

döner;   yani   bir   şey   nasıl   hem   olabilir   hem   de   olmayabilir?   Parmenides’in   (İ.Ö.  

515-­‐450)   sorduğu   soru   budur.104  Bir   şey   hem  olmuş   hem  olmamış   olamaz,   var  

olan   için   idi   veya   olacak   denemez.   O,   neyden   var   olabilir   ki?   Var   olmayandan-­‐

yani   yokluktan-­‐meydana   gelemeyeceğine   göre   o,   kendisidir;   yani   değişmeyen,  

hareket  etmeyendir105.  

Parmenides’e   göre   değişim/hareket,   yokluk   fikrinin   hesaba   katılmasını  

gerektirir;   şimdi   varolanın   sonra   olmaması   demektir   bir   yerde   değişim,   fakat  

yokluk  düşünülemez,  o  nedenle  böyle  bir   fikri   takibat  mümkün  değildir.  Açıktır  

ki   Parmenides’te   varlık   ve   düşünce,   aynı   şeydir106.   O,   varlığın   nedenini   veya  

nasılını  değil,  ne’liğini  tartışmıştır;  zaten  ele  alış  biçimi  bu  denli  bir  soruşturmaya  

da  izin  vermemektedir107.    

Parmenides’in   varlık   öğretisi,   Sokrates   öncesi   düşüncede   bir   virajdır.    

Değişimin   yadsınması,   her   şeyin   bir   maddeden   meydana   geldiğine   dayalı  

öğretilerin  önüne  geçmiştir.   Şey,  değişemeyeceği   için,   artık  hareket   ettirici   ayrı  

                                                                                                               100Herakleitos, Fragmanlar, s.75. 101Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, s. 51. 102Herakleitos, Fragmanlar, s.151. 103Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, s. 43. 104Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, s.43. 105Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, s.43, 44; Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, s.64. 106Banu Alan Sümer, “Parmenides’in Düşünme ve Varlık Aynı Şeydir Yargısına Heidegger’in Yorumu Açısından Bir Bakış”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 11, s. 142.; Cavit Sunar, “Parmenides ve Varlık Meselesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 19, 1953, s. 17-20. 107 Naciye Atış, “Parmenides Felsefesinin Varlığı Temellendirme Tarzının Kendinden Sonraki Felsefeye Etkileri”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı:7, 2009, s. 109 vd. Burada belirtmek gerekir ki Heidegger’in, Parmenides’in varlık felsefesinin Batı düşünürleri tarafından çarpıtıldığı, otantik bir okumanın bu sorunun önüne geçeceği yorumu dışarıda bırakılmıştır. Çünkü bu yorumu dâhil etmek bütün bir Yunan Felsefesi’nin bu bağlamda yeni bir okumasını gerektirir, fakat bu etkinlik, çalışmanın konusu değildir. Bununla birlikte elbette Yunan Felsefesi’ne çalışmanın konusu olan Platon da dâhildir ve bu konunun diğer açıklamalarımızda bir karşılık bulduğu inancındayız.

Page 22: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

bir   nedene   ihtiyaç   vardır;   çünkü   kimse   gözüyle   gördüğü   çokluğu   reddetmeye  

niyetli   değildir.   Zihin   ile   beden   arasında,   soyutlama   denen   bir   çatlak  

oluşmuştur108.  

Aslında   Parmenides   de   Herakleitos   gibi   duyulara   karşı   güvensizdir   ve  

aklın  yolunun  takip  edilmesi  gerektiğini  söyler,  önemi,  akla  yaptığı  bu  vurgudan  

kaynaklanır109;  fakat  Herakleitosçu  oluşun  yerine  koyduğu  donuk  varlık  kavramı  

bir  meseledir.  O  bir  totolojiden  (varlık  vardır,  yokluk  yoktur),  yani  doğrulanması  

ya  da  değillenmesi  mümkün  olmayan  bir  ifadeden  hareket  eder;  mamafih  mantık  

size  hakikati  söyleyemez  zira  o  bir  şekilden,  sınırdan  ibarettir  ve  sınırın  anlamı  

birşeylerin   dışarıda   kalmasıdır.     O   halde   o,   hakikati   kısıtlayarak   sunar   ve  

yapacağınız  montaj,   kurgu   hala   bir   tasarımdır.   Bu   tasarımlar   ebedi   bir   içerikle  

vasıflandırıldığında   varılan   yer   çelişkiler   yumağıdır.   Ve   aslında   bunu  

Parmenides’in  sadık  öğrencisi  Zenon  göstermiştir.  Hedefe  varabilmek  için  ok,  her  

daim   yolun   evvela   yarısını   gitmek   durumunda   kalacağından   hiçbir   zaman  

ulaşamayacaktır.   Hedefe   ulaşmak   için   doğrusal   bir   yol   izleyecek   olan   ok,  

doğrunun   noktalardan   oluştuğu   gözetildiğinde   bir   noktada   durur;   burada  

hareket   tekrarlanan   bir   durma   olarak   görünür,   hayır   öyle   değil   de“mutlak  

hareket  varsa,  mekan  yoktur;  mutlak  mekan  varsa,  hareket  yoktur;  mutlak  varlık  

varsa,   çokluk   yoktur;   mutlak   çokluk   varsa,   Parmenides’in   ısrar   ettiği   birlik  

yoktur.”110.  

Bunun  üzerine  Yunan,  görünüşü  kurtarma  çabasına  girer  ve  çoğulcuların  

çağı  başlar.  Önce  Empedokles  (İ.Ö.  490-­‐330),  o  mistik   ifadeleriyle  hem  artık  bir  

olması   mümkün   olmayan   özdeğin   sayısını   dörde   çıkardı111  (hava,   ateş,   toprak,  

su)  hem  de  ayrı  bir  devindirici  nedenden  bahsetti:  aşk  ve  nefret112.  Anaxagoras  

(İ.Ö.   500-­‐428)   ise   savaşı   Parmenides’in   sınırlarına   kadar   genişletip,   ayrı   bir  

                                                                                                               108Capelle, Sokrates’ten Önce Felsefe: Fragmanlar-Doksograflar, s. 17. Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s. 56.; Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, s. 57; Sümer, “Parmenides’in Düşünme ve Varlık Aynı Şeydir Yargısına Heidegger’in Yorumu Açısından Bir Bakış”, s.142. 109Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s. 55. 110Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, s. 65-70. 111Aristoteles, Metafizik, s.93. 112WilhemCapelle, Sokrates’ten Önce Felsefe: Fragmanlar-Doksograflar, s.147 v.d.

Page 23: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

devindirici  nedenle  birlikte  madde  olmayanın  zihin  olması  gerektiğini  söyleyerek  

soyutlamanın  açtığı  çatlağı  iyice  genişletti113.    

Evvelce  ifade  ettiğimiz  gibi  bizim  için  öncelikli  olan  dönemin  karakteridir:  

Genel   olarak   Parmenides’in   öğretisi   (Elea   Okulu)   ile  mücadele   edilirken   bu   iki  

düşünür,  Herakleitos  ile  Elea  Okulu’nu  uzlaştırmaya  çalışmıştır.  Her  ikisi  de  Elea  

Okulu’nun  yoktan  varlık  çıkmayacağı  tezini  kabul  ederken,  hareketin  reddi  tezini  

onaylamamıştır 114 .   Biri,   mistik   söyleme;   diğeri   ise   nous’a   yönelmiştir.  

Anaxagoras,   anlam   ve   hareket   kabiliyeti   tanıdığı   nous   düşüncesi   nedeniyle  

Platon’u  anlamada  kıymetlidir.  

Sonsuz  sayıda   ilke,  Anaxagoras’a  göre  birleşme  ve  ayrılma  yoluyla  ezeli-­‐

ebedi   bir   oluş   sergiler;   fakat   bu   oluş   rastlantısal   değildir:   Düzenin   ve   evrensel  

uyumun   nedeni   akıldır   (nous)115.   Nous   hiçbir   şeyden   etkilenmez,   fakat   onu  

içerenlerin   üzerinde   belirleyici   pozisyona   sahiptir,   hareketin   kaynağıdır.   Aklın  

bu   pozisyonu   ilk   defa   Anaxagoras   tarafından   sunulmuş   olsa   da   Platon   ve  

Aristoteles,   mekanik   açıklamaların   yetersiz   kaldığı   yerlerde   bir   nevi   deus   ex  

machina  olarak  sunulmasını  eleştirmişlerdir116.  

Platon  öncesi  dönemi,  onun  üzerinde  yapmış  olabileceği  muhtemel  etkiyi  

hesaba   katarak   değerlendirirken   bir   anlam   ve   adalet   arayışı   olan   felsefenin  

buraya  kadarki  serüvenini  özetledikten  sonra  son  olarak  Sofistlerden  bahsetmek  

uygun  olacaktır.    

Gerek   doğada   gerekse   insanlar   arasındaki   ilişkide   sürekli   bir   değişim,  

hareket   gözlemlenmektedir   ve   Olympos   mitolojisinin   bu   duruma   açıklama  

getirme  kabiliyetinin  azalmasıyla  felsefi  söylem  belirmeye  başlamıştır.  Önce  her  

şeyin  ilkesi  olarak  tasarlanan  madde  üzerine  gidilmiş,  bu  arada  yapı,  oran,  düzen  

tartışması  yapılmış;  sonradan  görüntüdeki  çokluk,  oluş  ve  hareket  düşüncesi  ile  

açıklanacakken   değişmeyen,   sabit   varlık   fikri   ortaya   atılmış   ve   görünüşün  

gerçekliği   reddedilmiştir.  Bundan  sonraki  dönemaslında   felsefi   söylem   için  pek  

                                                                                                               113Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s. 60. 114Richard McKirahan, “PresocraitcPhilosophy”, The Blackwell Guide to Ancient Philosophy, Ed. ChirstopherShields, 3. Baskı, Cornwall , Blackwell Publishing Ltd, 2006, s.21. 115Aristoteles, Metafizik, s.93, 95. 116BertrandRussel, Batı Felsefesi Tarihi, Çev. Muammer Sencer, Cilt: I, 4. Baskı, İstanbul, Say Yayınları, 1994, s. 156, 157.

Page 24: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

parlak   değildir.   Zira   bizim  burada   değerlendirmeye   aynı   sebepten   almadığımız  

atomcular,   görünüşü   kurtarmak   için   o   kadar   ileri   gitmiştirkiçokluk,   (yine   göze  

görünmeyen)  küçük  maddeciklerle  izah  edilme  noktasına  gelmiştir;  yani  felsefe,  

fiziğe   yönelik   ilgi   ve   detaylı   bir   açıklama   olma   noktasına   varmıştır.   Böyle   bir  

durumda  Guthrie’nin  haklı  olarak  belirttiği  gibi,  fizikçilerin  soyut  açıklamalarına  

Yunan   halkının   sırt   çevirme   imkânı,   modern   çağın   insanından   daha   olasıdır.  

Bizler   fiziğin  pratik   etkilerini   yaşamımızda  deneyimlemekteyiz,   fakat  onlar   için  

böyle  bir  tecrübe  söz  konusu  değildir  ve  kolaylıkla  göze  katı  gözüken  maddenin  

boşluklar   içeren   atomik   yapısına   itiraz   edebilmişler,   bu   söylemi   yok  

sayabilmişlerdir.   Öte   yandan   Atina’nın   içinde   bulunduğu   materyal   şartlar   da  

(savaşlar,   derin   siyasi  mücadeleler,   veba,  mübadele   ilişkilerinin   hızlanmasıvb.)  

bilgenin  toplumsal  rolü  üzerinde  etkide  bulunmuştur.  İçinde  yaşanılan  güvensiz  

ortam,   şüpheciliği   beslemiştir   ve   artık   halk   bilgelerden   hayatın   sırrını   değil,  

siyasal   ve   sosyal   yaşamda   pratik   sonuçları   olacak   öğretileri   duymayı   tercih  

etmektedir117.  

Nihayetindefelsefi   söylem,   anlam   ve   adalet   sunma   işlevini   yerine  

getirmekten   giderek   uzaklaşmıştır   ve   meydan   Sofistlere   kalmıştır.   İlk   olarak  

Protagoras   (İ.Ö.   490-­‐420),   özgün   bir   kişilik!   Neredeyse   tüm   Yunan’ı   dolaşmış  

veçoğu   yabancının   aksine,   gittiği   yerlerde   namına   uygun   karşılamalar   görmüş,  

hitabet   (retorik)   dersleri   vermiş,   bu   yolla   dönemin   siyasilerini   etkilemiş,  

kolonilerden   biri   için   yasa   hazırlaması   istenmiş,   örnek   bir   sofisttir118 .   Onu  

betimleyen   ifade,   Platon’un   bize   aktardığı   “İnsan   her   şeyin   ölçüsüdür.”  

cümlesidir.   Cümle,   muhtelif   yorumlara   tabi   tutulmuştur.   İlk   olarak   Olympos’a  

dayanılarak   gerçekleştirilen   açıklamaların   reddi,   yani   teolojik   düzene   karşı  

çıkıştır,   fakat   daha   önemlisi   bu   ifadenin   epistemolojik   içeriğidir   zira   bu   ifade,  

objektif   bilginin   imkânını   dışlar   ki   haliyle   bir   konuda   iki   farklı   tezin   de  

savunulabileceğini   içerir;   insan   ile   at   (ya   da   herhangi   iki   şey)   arasındaki   fark  

görülemez119.   Burada   insan   ile   ifade   edilen,   tür   değil   fakat   bireydir;   bu   da   bir  

kimsenin   diğerleri   için   vaaz   ettiği   iyi,   kötü   ya   da   adil   hükümlerinin   temelsiz  

                                                                                                               117Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s. 69-71. 118Ströring, İlkçağ Felsefesi: Hint, Çin, Yunan, s.227, 228.; Capelle, Sokrates’ten Önce Felsefe: Fragmanlar-Doksograflar, s.244.; Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.75. 119Klaus Adomeit, Hukuk ve Devlet Felsefesi, Çev. Halil Akkanat, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2004, s. 2, 3.; Aristoteles, Metafizik, s. 210.

Page 25: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

olduğu  yargısını  doğurur120.  Nihayetinde  bizi  galip  söylemin  karşılık  bulacağı  bir  

siyasaya,  daha  mühimi  “söylemin”  galip  olduğu  bir  toplumsallığa  vardırır:  

“...kelimelerin bile anlamları değişmişti... Kentlerde konuşanlar ya demokrasinin ya da aristokrasinin hüküm sürmesini istiyorlardı. Bunu yaparken de halkı güzel sözlerle yanlarına çekmeye çalışıyorlardı. Başta savundukları şey devletin çıkarlarıydı. Ama hiç de bunu gözeterek davranmadılar... İşlenen suçlar başka isimler altında adlandırılıyor ve suç olarak nitelendirilmiyordu121.

Bu   şartlar   içerisinde   halkı   ikna   etmek   önemlidir   ve   bunu   yapma   yeteneği  

sağlayacak  retorik  bilgisine  sahip  olmak  bir  ayrıcalıktır.  Protagoras’a  göre  her  ne  

kadar  Zeus  insanlara  diğerlerinden  utanabilmesi  ve  onlara  saygı  göstermesi  için  

aidos,   doğru   olanı   yapabilmesi   için   de   díkê‘yi   vermişse   de   bunlar,   sadece   bir  

arada   yaşama   potansiyeli   sağlamaktadır   ve   onların   polis   içerisinde   yetkin   bir  

yaşama  erebilmesi   için  politikayı  öğrenmesi   gerekir122.   Zaten  yasalar  bile   artık,  

bu  zanaatı  öğreten  Protagoras’a  yaptırılmaktadır.  Yasanın  kutsallığının  yittiği  bu  

durumda   Protagoras,   insanların   bir   arada   yaşama   mecburiyetlerinden   dem  

vurmuş;   bunun   insanların   uzlaşması   olan   hukuk   ile   mümkün   olduğunu   ifade  

ederek  toplumsal  sözleşme  fikrini  aşılamıştır123.  

Gorgias  (İ.Ö.  485-­‐380),  söylemin  kudretini  daha  da  ileri  taşır.  Daha  baştan  

doğa   üzerine   kitap   okumaya   alışkın   olan   Yunanların   karşısına   “Olmayan   ya   da  

Doğa  Üzerine”  başlıklı  bir  kitapla  çıkar.  İddiası  şudur:  Hiçbir  şey  var  olmamıştır,  

var   olsa   bile   kavranamaz,   bu   mümkün   ise   bile   başkasına   aktarmaya   kabil  

değildir124.    

Anlaşılacağı   üzere   Gorgias,   Elea   Okulu’nun   paradoksal   varlık   söylemini,  

retoriğe  eş  deyişle  iknaya  yer  açmak  için  kullanmaktadır.  Elea’nın  paradoksları,  

reddetmek   için,   yani   hiçbir   şey   olmamıştır   demek   için,   bir   temel   sunar;   bunu,  

peşi  sıra  duyuların  yanıltıcılığı  ve  düşüncenin  değillenmesinin  imkansızlığı   izler  

ve   insan   bilgiye   erişme   yolundaki   iki   imkanından   da   men   edilir.   Doğrunun  

                                                                                                               120Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, 6. Baskı, Ankara, Siyasal Kitabevi, 2003, s. 157, 158.; Yasemin Işıktaç, Hukuk Felsefesi, 3. Baskı, İstanbul, Filiz Kitabevi, 2010, s.45. 121Thukydides, Peloponnessos Savaşları, s. 150, 151. 122John Gibert, “The Sophists”, The Blackwell Guide to Ancient Philosophy, Ed. Chirstopher Shields, 3. Baskı, Cornwall, Blackwell Publishing Ltd, 2006, s.36. 123Guthrie, İlkçağ Felsefesi Tarihi, s.75. 124Gibert, “The Sophists”, s.35.

Page 26: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

mevcut  olmayışına,  erişilemeyişine  onu  aktarmada  kullanılacak  araçların  da  aynı  

sebepten  ekarte  edilmesi  ile  aktarılamayışı  da  eklenir.125  

İşte   bu   koşullar   içerisinde   Yunan,   Sokrates’i   ve   yazdıkları   ile   onun  

fikirlerinin   ve   onun   ölümsüz   olabileceği   bir   toplumsallığı   yaratmaya   çalışan  

Platon’u  ortaya  çıkardı.  Platon’da,  burada  bahsedilen  öncüllerin  öğretilerine  dair  

eleştirel  açıklamalarla  birlikte,  onların  bir  uzlaşmasını  bulmak  mümkündür.  

2.  Platon  

a.  Hayatı:  Bir  Politikos  Mu?  

Tüm  Yunan  düşünürlerinin  

 en  büyüğü  Platon’a  gelince...  

W.K.C.  Guthrie  

Bu çalışmanın Platon’un yaşam hikâyesini aktarma gibi bir amacı yoktur.

Bununla beraber hayat serüvenini dikkate almak, onun tercihlerini anlamakta,

nihayetinde onu anlamakta kıymetli bir yer işgal eder.

Platon’un hayatını aktarmanın iki yolu mevcuttur: Birincisi, politik edimlerini

yani toplumsallığını takip etmek; diğeri ise çeşitli öğretiler ile temaslarını izlemektir,

çünkü bu, bir arayış hikâyesidir. Tam bir yaşam hikâyesi, herhalde bu ikisinin ölçülü

                                                                                                               125Işıktaç, Hukuk Felsefesi, s.46, 47.

Page 27: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

bir sunumudur. Bu ölçü de yine tavır meselesi olarak görünmektedir. Biz ise bu

başlığın onun hayatına ilişkin olan kısmında, eksiksiz bir yaşam öyküsü sunmak

yerine, onun bir politikos olarak adlandırılması üzerinde durmayı tercih ettik. Çünkü

görülüyor ki araştırmacıların genel eğilimi, onun tüm edimlerini ki buna öğretisi de

dâhil, politik olarak vasıflandırmaktır. Platon’un, toplumsal ve siyasal yaşamı -belki

de ondan önceki hiçbir düşünürün yapmadığı kadar- kendi hikâyesinin önüne

koyduğu reddedilebilir görünmüyor; fakat mesele bunun, onun öğretisinin bir sonucu

mu olduğu, yoksa öğretisinin bu amaçla mı oluşturulduğudur126. Bunu, bakışımıza

getirilecek sınıra dair bir mesele olduğu için önemsiyoruz.

Platon M.Ö. 427 yılında, Atina’da doğmuştur ve seksen yıl kadar

yaşamıştır127 . Araştırmacıların soylu, aristokrat olarak betimleye geldikleri, eski

düzenin sürdürülmesi yanlısı üst sınıf bir ailenin mensubu olduğu yerleşmiş kanaattir.

Gerek çalışmalarında Platon’a yer ayıran yazarlar gerekse doğrudan Platon üzerine

yazan eser sahipleri, çalışmalarının onun hayatını anlatan kısmına, doğum tarihi ve

ailesinin varlıklı ve siyasi nüfuz sahibi olduğundan bahisle başlamaktadırlar.

Gerçekten de Atina’nın en nüfuzlu ailelerinden birine mensuptur. Baba tarafından son

Atina kralı Kodros, ana tarafından ünlü kanun koyucu Solon ile ve dahi Otuzlar

Hükümeti’nin mensuplarıyla ilişkilendirilir 128 . Ancak değerlendirmelere itiraz

edilebilir: Seçkin bir aileye mensup oluşu, tiranlığı da demokrasiyi eleştirdiği kadar

yerdiği gözetildiğinde, öğretisine dair psikolojik bir etmen olarak yorumlanma

imkânını yorumcuya tanımaz; kaldı ki zaman içerisinde, asillerden olup ama

demokrat partiden siyasete girenler de olmuştur. Dönemin Atina’sında yurttaş kabul                                                                                                                126  Platon’un   öğretisini   politik   amaçlarını   gözeterek   oluşturduğu   kanaatinde   olan   yazarların  başında   Karl   Poper   gelmektedir.   O   kadar   ki   Poper,   kendisinin   bu   politik   hedeflere   karşı   bir  mücadele   verdiğini   ve   eserinin   bu   bağlamda   bilimsel   olmaktan   ziyade   kişisel   görüşlerin   dile  getirilmesi   olduğunu,   ‘uygarlığımızın’   karşılaştığı   kimi   sorunlara   çözüm   getirme   amacıyla  yazıldığını   belirtmiştir.   (Karl Poper, Açık Toplum ve Düşmanları Cilt 1: Platon, Çev. Mete Tunçay, 4. Basım, İstanbul, Remi Kitabevi, 2000, s.17. 19,95)   Poper’ın   bu   tavrı   eser   boyunca  okuyucunun   zihninden   çıkmaz,   Poper   buna   müsaade   etmez.   Böyle   peşin   bir   hükmün  mevcudiyetine   ilaveten   ardılların   geçmiş   eserleri   kendi   gündemleri   doğrultusunda   yeniden  yazması   tehlikesi   Poper’ın   çalışmamızda   referans   alınmaması   için   tüm   yeter   şartları  sunmaktadır.  Gelgelelim   ‘Açık  Toplum  ve  Düşmanları’   içeriği   itibariyle  bir  düşünürün  bir  başka  düşünürü  kendisine  malzeme  ettiği  sıradan  bir  düşün  eseri  olduğu  kadar  aynı  zamanda  Platon’a  özgülenmiş   bir   inceleme   yazısıdır   ve   bu   münsebetle   de   okuyucuya   sundukları   vardır.   Bu  sebepten  ötürü  biz  Poper’ın  eserini  bir  bütün  olarak  red  veya  kabul  etmeyi  değil  bu  çalışmanın  gündemini  takiben  söz  konusu  eserin  sunacaklarını  dikkate  almayı  uygun  bulduk.  127R.M. Hare, Platon: Düşüncenin Ustaları, Çev. Işık Şimşek-Bediz Yılmaz, 2. Basım, İstanbul, Altın Kitapları Yayınevi, 2002. s.9; Jean Brun, Platon ve Akademia, Çev. İsmail Yerguz, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2007, s.7. 128Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, s.164.; Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi: Sofistlerden Platon’a Kadar, 2. Cilt, 3. Baskı, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, s.175.

Page 28: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

edilenler ve onların içinden politik etkisi kayda değer olanların neredeyse tamamı,

benzer maddi olanaklara sahiptir; fakat farklı olarak Otuzlar döneminde de

demokratlar döneminde de çeşitli sebeplerle, ailesinin ve dostlarının sağladığı imkana

rağmen, devlet işlerine bilinçli olarak dâhil olmamıştır. Bu durumun tahlili, dönemin

Yunanistan’ı ve Atina’nın şartları göz önüne alınarak yapılmalıdır. Platon’un

Meneksenos diyaloğunda eleştirdiği, Perikles’in meşhur söylevinden de takip

ettiğimiz haliyle Atina’da herkesin devlet işlerine katıldığı, katılmayana işe yaramaz

biri gözüyle bakıldığı bir doğrudan demokrasi uygulaması mevcuttu, modern okuyucu

için pek hoş olan bu ideallerin ve yaşayışın Platon için anlamı, sadece yurt içinde

değil kentler arası da bir başıboşluktu; çünkü Hare’nin de belirttiği gibi bu ideallerin

ayrılmaz parçası, kente bolluğu getiren emperyalizmdir. Sonu gelmez isteklerin,

arzuların idaresindeki kent ve bireyler arasında, kültürel gelişim olarak algılanan,

önünde durulamaz bir bilgiçlik mevcuttu. Politik liderler, ürettikleri eserlerle

festivallere katılıyor ve genel olarak kitleleri memnun etme mecburiyeti

münasebetiyle basiret sergilemekten uzak kalıyorlardı. Düşün ve yazın hayatı, bir

bakıma günümüzün ‘siyasal iletişim’ benzeri bir rolle, zihinlerin siyasal çıkarlar

ekseninde biçimlendirilmesine odaklanmıştı.129 Sofistlerin çekiçleri ile yıkılan Atina

medeniyetinde, refah perdesinin altında yatan çözülme ve anarşiyken;“...ülkeyi,

limanlar, tersaneler, surlar ve benzeri değersiz eşyalarla doldurmayı değil de adaleti

ve ölçülülüğü130” düşünen ve düşündüğü gibi yaşayan bir Sokrates vardı, Platon’u

çarpan.131

Platon’un Heraklitosçu bir eğitimden geçmiş olabileceği söylenmektedir, fakat

eğitimine dair emin olunan tek şey, asgari yirmili yaşlarında Sokrates ile tanıştığı ve

                                                                                                               129Hare, Platon: Düşüncenin Ustaları, s.10,13,14.; Copleston, Felsefe Tarihi: Platon, Çev. Aziz Yardımlı, Cilt I, Bölüm 1b, 4. Baskı, İdea Yayınevi, 1998, s.8. 130Platon, Gorgias, 518c-519a. Yararlanılan nüshalar: Platon, Gorgias, Yay. Haz.: Ahmet Cevizci, Çev. Furkan Akdemir, İstanbul, Say Yayınları, 2011., Platon, Diyaloglar: Gorgias, Yay. Haz. Mustafa Bayka, Çev. Melih Cevdat Anday, 8.Basım, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2011. Platon, Büyük Klasikler: Eflatun II: Gorgias, Çev. R. Güzelşen-Mehmet Rifat, İstanbul, Hürriyet Yayınları, 1975. Platon’un eserlerine atıf yapılırken sayfa numarası yerine paragraf numarasını kullanmayı tercih ediyoruz, zira bu suretle ulusal ve uluslararası geleneğe uymak ve okuyucunun herhangi bir nüshadan metni takip edebilmesini sağlamak mümkün olur. Kaldı ki biz de bu çalışmada Türkçe ya da İngilizce, birden fazla nüshayı bir arada ele aldık. Yine aynı sebepten kimi kaynaklarda rastlanabilecek Eflatun, Plato gibi isimler yerine her daim Platon’u kullandık, meğer ki bu eseri Platon kaleme almış olsun ya da bizim yararlandığımız nüshalar arasında Platon ismiyle yayınlanmış olsun. Bununla beraber Platon’un yazdığı bir esere ilk kez atıf yapıldığında, yararlanılan nüshaların her birine dair bilgiler eksiksiz olarak dipnotta belirtilmiştir. 131Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi: Sofistlerden Platon’a Kadar, s.178.

Page 29: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

onun öğretisini benimsediğidir 132 . Platon yazmaya “Sokrates’in Savunması” ile

başlayıp133, onun savunması esnasında muhakkak ki yürürlükte olmasını dileyeceği

“Yasalar”la bitirmiş, daha doğrusu bitirmek durumunda kalmıştır. Kaldı ki

yazdıklarında kendisinden ziyade, Sokrates’in düşüncelerini aktardığını

belirtmiştir134. Bunları söylememizin nedeni, onun yaşamı boyunca bir anlamda

Sokrates’i ölümsüz kılma uğraşı içerisinde olduğuna yönelik kanaatimizdir. Bu

anlamda o bir Sokratesçidir, fakat Sokrates, katıldığı savaşlar dışında Atina’dan

çıkmamıştır; lakin Platon çıkmıştır, hatta yaşlandıkça bunun teşvik edilmesi

gerektiğini de düşünmüştür135. Ayrıca Sokrates devlet işlerine de girmemiştir, fakat

Platon gerek ideallerine kavuşma umuduyla gerekse zorlamalar karşısında, bu işlere

kısmen de olsa karışmak zorunda kalmıştır136.

Her Atinalı genç gibi Platon da kendi kendine davranabileceği gün geldiğinde

devlet işlerine atılmaya karar vermiştir137 ama sonradan tecrübe ettikleri neticesinde

vardığı karar kendisinin dünyaya geç gelmiş olduğudur zira vakit geldiğinde Atina

atalardan kalma öğütlere çoktan sırt çevirmiştir ve Platon, uğraşının boşa gitmesinden

endişe ederek kendini alıkoymuştur138. Kendi çabalarının karşılıksız kalması bir yana

Atina’nın o dönemki yöneticileri ona, gençliğin dayanabilmesinin kabil olmadığı bir

tecrübe sunmuşlardır: Otuzlar, kendisinin tabiriyle, zamanın doğrulukta önde giden

insanı Sokrates’i bir siyasi cinayette pay sahibi olması için zorlamışdır fakat Sokrates

kabul etmemiştir, demokrasi döneminde ise Sokrates, dinsizlik ile suçlanmış ve

Platon’un nerdeyse tüm eserlerinde bir vesile ile eleştirdiği teatral karar alma

sürecinin sonunda idam edilmiştir. Sokrates’in idamından sonra Parmenides’in

                                                                                                               132A. E. Taylor, Plato: The Man And His Work, 8. Baskı, Londra, Methuen&Co. Ltd., 1955, s.8. 133Bunlardan evvel şiir ve tragedya yazdığı da belirtilir ki bunları yakışı Nietzsche’yi haklı çıkarır görünür. Bkz.: Hare, Platon: Düşüncenin Ustaları, s .16, Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, s.176. Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, s.165. Copleston, Felsefe Tarihi: Platon, 1998, s.8. Nietzsche’nin bu konudaki görüşleri için bkz.: Friedrich Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu, Çev. Mustafa Tüzel, Türkiye İşbankası Kültür Yayınları, 2010. 134Platon, 2.Mektup, 313c; Yararlanılan nüshalar: Platon, Mektuplar, Yay. Haz.: Ahmet Cevizci, Çev.: Furkan Akderin, İstanbul Say Yayınları, 2010. Platon, Mektuplar, Çev. İrfan Şahinbaş, Cumhuriyet, Çağdaş Matbaacılık Yayıncılık Ltd. Şti., 1999, s. 21. Mektupların, Platon tarafından kaleme alınıp alınmadığı tartışmalı bir konudur, lakin hiçbir yazar söz konusu bu yazıların en azından tanıklığına başvurulabilecek kaynaklar olduğu hususunda kayıt koymaz. 135Platon, Yasalar, 950e, 952. Yararlanılan nüshalar: Platon, Yasalar, Çev. Candan Şentuna-Saffet Babür, 3. Basım, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2007; Plato, The Laws of Plato, Çev.: Thomas L. Pangle, New York, Chicago Press, 1988. 1363.,4.,5.,6. ve 7. mektupta Platon bu deneyimlerini aktarır. 137Platon, Mektuplar, 324c. 138Platon, Mektuplar, 322b.

Page 30: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

öğretisi ile tanışıklık kurduğu Megara’ya oradan matematiğe ve kimi ezoterik

öğretilere dair bilgi edindiği Mısır’a yolculuk ettiği ifade edilmektedir139.

Her şeyin Sokrates’i dahi yutabilen bir akıntıya kapılıp gittiği bir dönemde

Platon, tek çare olarak felsefenin yolundan yürümeyi gördü: şayet felsefe ‘el’ verirse,

filozoflar yönetimi ‘el’e alırsa insan soyu, başına çöken bu beladan

kurtulabilecektir140. Bu doğrultuda Sokrates’in idamı ile politik faaliyetlerine ara

veren Platon birkaç kez İtalya’ya gitmiştir ve dönemin Sicilya tiranı Dionysios’a

danışmanlık yapmıştır. Onun Dionysios ile olan birlikteliği çoğu zaman Devlet’teki

ideal tasarımdan Yasalar’daki gerçekçi tasarıma geçişi bir bilgiçlikle bu başarısız

tecrübeye dayandırmak için anılır141.

Nihayetinde hayatı Akademi’de Yasalar adlı eserini yazarken sonlanmıştır.

Akademi, kadınlar da dahil herkese açık olan, İsokrates’in retorluk öğreten pratiğe

yönelik okulu gibi ya da Pythagorasçıların ezoterik tarikatlarının örgütlendiği okulları

gibi değil; müzik, matematik, gökbilim gibi konuların işlendiği, pek tabii bunların

yanında devlet adamı yetiştirmeye yönelik hukuk, retorik ve benzeri konuların da

görüldüğü ilk felsefe ve yüksek öğretim kurumudur142.

Büyük harflerle yazıldığında politik olmayan bir edim söz konusu değilse de

biliyoruz ki mesele temelde, olmak ya da olmamaktır. O, başka sebeplerle yazdığı

kadar elbette politik kaygılar ile de yazmıştır. İnsan hayatının nihai amacı olarak

mutluluğu işaret eden birinin bulunduğu kültürel koşulların içerisinde, elbette ki

devlet işleri ile ilgilenmek gündemi dâhilindedir. Kaldı ki mutlu insanın, mutlu

dostların arasında, mutlu insanların oluşturduğu yetkin bir kentte bulunacağını

düşünüyordu ve memleketinin içinde bulunduğu durumu nasıl düzelteceği sorusuyla

başlayan düşünce hayatı, giderek daha derin başka soruları onun önüne çıkardı. Ve

                                                                                                               139A. E. Taylor, Plato: The Man And His Work, 8. Baskı, Londra, Methuen&Co. Ltd., 1955, s.4. 140Platon, Mektuplar, 325-329. 141Ona göre ise bu buluşma tarihte bir çok örneği bulunan bilgelik (filozof) ile kuvvetin (kral) onları temsil eden kişilerin kendilerini aşan arayışlarından bir kesittir ve gelecekte bundan pek doğaldır ki söz edilecektir, Platon bu farkındalıkla Dionysios ile ilişki kurarken ona da bunu öğütlemiştir. Platon’a göre İtalya tecrübesinin umudundan ayrı düşmesi, başka kimselerin sandığı nedenlerden ötürü değil; bizatihi Dionysios’un, Platon’un ondan beklediği teslimiyeti sunmaktan çok ötede davranışlar sergilemesi, ona güvensizlik beslemesi, imkanlarını kullanarak ona sahip olmaya çalışmasıdır. Nitekim saraylara layık birçok entrikanın yer aldığı İtalya tecrübesi başarısızlıkla sonuçlanmış ve Platon’u insanlardan uzaklaştırmıştır. (Bknz.: 1. ve 2. mektup) 142Copleston, Felsefe Tarihi: Platon, s10., Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, s.181.

Page 31: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

belki de başlangıçta, Heraklitosçu eğitimden geçerken hiç ilgi göstermediği batıni

öğretilerle dahi meşgul oldu; çünkü diyaloglarında pek çok kez tekrarladığı gibi, bir

işe başlandığı vakit yılmamak gerekir. Son tahlilde, bizce onun isminin başında

politikosile birlikte ama önce filozof yazmak uygun düşer: O’nun anladığı şekliyle,

filozofun görevleri arasında mağaraya geri dönüp bu işlerle ilgilenmek de vardır; bu

sadece Devlet’te dile getirdiği bir öğreti değil, aynı zamanda onun hayatının

pratiğidir.143 O’nun, sadece politikos olarak vasıflandırılması, ona bir nevi Sofist

demek olur ki bu, bütün uğraşlarını inkâr etmek anlamına gelir. Kolonilerin

kuruluşlarında düşünürlerin rolü144 de itibara alındığında, O’nun önce kurucu ama

devlet işleri ile ilgilenmeyi felsefenin ona yüklediği bir sorumluluk olarak görmesi ve

felsefe uğraşına mani olmaması şartıyla bu sorumluluğu üstlenmesi ve dahi,

ütopyaların genel anlamda eleştirel nitelikli olması hesap edildiğinde eleştiricidir145,

halk için yazdığı ifade edilen diyalogların içerik olarak ağırlığı, dönemin

düşüncelerini çürütmek üzerinedir. Platon, varlığın tamamı ile, her görünüşüyle

meşgul olandır yani bir filozoftur.

b.  Eserlerine  Dair  

Platon üzerine yapılan bir çalışmanın tabiidir ki asli kaynakları, kendi

eserleridir. Platon’un eserleri konusunda karşılaştığımız ilk sıkıntı, yazılı ve yazısız

iki ayrı öğretisinin oluşudur146. İkinci mesele, İlkçağ düşünürlerinin genelinin aksine,

elimizde Platon’un tüm eserlerinin bulunuşu ve zamanla anlaşıldığı üzere Platon

ismiyle neşredilmiş fazlasının oluşu, son olarak da bu eserlerin hangi sırayla yazıldığı

konusundaki belirsizliktir147.

                                                                                                               143Taylor, Plato: The Man And His Work, s.2. 144Platon, Yasalar adlı eserinde de zaten temsili olarak böyle bir yerleşim için yasa hazırlama işine koyulmuştur. 145Allen, Platon Neden Yazdı?, s. 44, 59. 146 Bu malumatı, yedinci mektuptaki ifadelerden ve Aristoteles’ten ediniyoruz. Arslan, yedinci mektubun artık daha fazla tartışma konusu olmadığına binaen, orada Platon’un esaslı konular üzerine kendisinin yazılı bir eseri olmadığını ifade edişini ve akademide işlenen derslere dair hiçbir kaydın elimizde olmadığını hatırlatır. (Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, s.186-187) Öte yandan her ne kadar Aristoteles’in tam tersine Platon’un herkes için değil de uzmanlar için yazdıkları ya da yazmış olabilecekleri elimizde olmasa da onun öğretisini bambaşka bir yöne çekmek için de elimizde bir kanıt olmadığı ve diyaloglarında besbelli kendi düşüncesini açımlama çabalarının mevcudiyeti yollu argümana payını vermek lazım gelir. (Copleston, Felsefe Tarihi: Platon, s.13) 147Brun, Platon ve Akademia, s.10-12.

Page 32: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

Muhakkak ki Platon eserlerinin yazım sırasına ve kurgusuna ayrı bir önem

vermiş ve eserlerinin bu sıra ile okunmasını beklemiştir148. Ayrıca diyalogları yazım

sırasına göre okumak, araştırmacıya onun düşüncesinin gelişim çizgisini de takip

etme olanağı sağlamaktadır. Eserlerin hangilerinin Platon tarafından yazıldığı ve

hangi sırada yazıldığı konusunda, bugün araştırmacılar büyük ölçüde anlaşma

sağlamıştır. Muhtemeldir ki metot farklılıklarından kaynaklanan eserlerin yazım

sırasına dair anlaşmazlıklar, en azından bizim çalışmamızı etkileyecek boyutta

değildir.

Biz Copleston ve Arslan’ın sunduğu dört döneme ayrılmış olan listeyi takip ettik:149

Sokratik Dönem: Sokrates’in Savunması, Kriton, Euthyphron, Lakhes, İon,

Euthydemos, Protagoras, Kharmides, Lysis, Devlet I. Kitap.

Geçiş Dönemi: Gorgias, Menon, Kratylos, Hippias I ve II, Meneksenos.

Olgunluk Dönemi: Symposion (Şölen), Phaidon, Phaidros, Devlet (I. Kitap hariç).

Yaşlılık Dönemi: Theaitetos, Parmenides, Sofist, Devlet Adamı, Philebos, Yasalar.

Şunu yeri gelmişken belirtmek gerekir ki: Çeviriler arasında kimi zaman

hayati öneme sahip farklılıklar bulunabilmektedir. Yunan’a özgü düşünce biçimleri

başlığında, adalet bahsini açıklarken de ifade ettiğimiz üzere, bu asla basit bir çeviri

meselesi de değildir. Felsefe araştırmaları dil ve tarih araştırmaları ile ilişki

içerisindedir: Bundan kasıt, sadece dönem metinlerinin anlamlarının açığa çıkarılması

değil; düşünürlerin kendi fikirlerini de bu metinler aracılığı ile ortaya koymasıdır150.

Aynı durum yorumcular ve çevirmenler için de geçerlidir. Bu bahse Platonculuk

başlığı altında devam etmek daha uygundur, fakat yeri gelmişken belirtelim ki bu

                                                                                                               148F.M. Conford, Platon’un Bilgi Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, 2. Basım, Gündoğan Yayınları, 2010, s.1. 149Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, s.194.; Copleston, Felsefe Tarihi: Platon, s. 18-20. Bu listedeki eserlerin tamamından yararlanmamıza rağmen, içlerinden kimisine yeri geldikçe doğrudan atıf yaptık. 150Bkz.: HeleneWeiss, ‘The Greek Conceptions of Time and Being in The Light of Heidegger’s Philosophy’, Philosophy and Phenomenological Research, Sayı. 2, No. 2, International Phenomenological Society, 1941, s. 173.

Page 33: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

sebepten ötürü biz, Platon’un bütün eserleri Türkçeye çevrilmiş olmasına rağmen,

İngilizce çevirilerden de yararlanarak en doğru ifadelere ulaşmaya gayret ettik.

3.  Platonculuk  

Platon’un yaşadığı dönemde bırakın günümüzdeki gibi bilimlerin ayrı ayrı

uzmanlıklara bölünmüşlüğünü, bilim felsefeden ayrılmamış, felsefe kendi içinde

ayrımlara tabi tutulmamıştır. O’ndan öncekiler, ya doğa üzerine düşünceler söylemiş

ya da insana ve ürünlerine yönelmiştir. Platon ise her ikisi üzerine de çalışmıştır, bu

nedenle ondan ilk sistem filozofu olarak bahsedilmektedir151.

Platonculuk ise Batı düşünce tarihinin her aşamasında rastlanabilen, kaynağı

olarak Platon’un felsefesinin işaret edildiği, bedenin karşısına ruhu, görünüşün

karşısına gerçekliği, duyumun karşısına muhakemeyi, duygunun karşısına mantığı

koyan bir metafiziktir152. Platon duyusal olmayanı öncelemiştir, madde cinsinden

olanın sonralığı ya da düşüncenin evvelliği daha sonra gelir ki ruhçu-akılcı

Platonculuk ayrımı buradan doğar.153 Nihayetinde Platonculuk sınır çizen, mesafe

koyan bir metafiziktir.

Platonculuğun değerlendirilmesi, Platon’un Sofist diyaloğunda ifade ettiği

şekilde, tanrıların (idealizm taraftarları) ve devlerin (materyalizm taraftarları)

muharebesidir ve -her ne kadar Platon bu diyalogda kendi adına aralarında bir

uzlaşma kurmayı denemiş olsa da-Platonculuğun açtığı idealist mesafeyi tüketmek,

tüm Batı felsefesi tarihini ele almayı gerektirir. O’nun söyledikleri ile kendisinden

sonraki düşünürlerin öğretileri arasında birçok bağlantı göze çarpmaktadır, hatta bu

düşünürlerden kimisini, Platoncu olarak bile vasıflandırmak mümkün değildir; fakat

ondan sonraki düşünürlerin savları çoğunlukla Platon’da gelişmemiş olarak bulunur

ve araştırmacının, bunu ve Platon’un kendisinden önceki düşünürlerden aktardıklarını

da hesaba katması gerekir154.

                                                                                                               151Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, s.197, 198. 152Nicholas Bunnin, JıyuanYu, The Blackwell Dictionary of Western Philosophy, Oxford, Blackwell Publishing Ltd, 2004, s.532.  153Burada ruhtan ilk bahsedenin değil, maddi olmayan olarak betimleyenin ilk Platon olduğunu ve bir diğer farkının da aklı ruhun üst kısmına yerleştirmek suretiyle aralarında irtibat kurması olduğunu belirtelim. 154Hare, Platon: Düşüncenin Ustaları, s .42.

Page 34: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

Birer okul olarak telakki edebileceğimizPlatonculuklar, geçmişe doğru şu

şekildedir: Whitehead ile bugün adını duyuran modern Platonculuk, on yedinci

yüzyılda adada Platonculuğu canlandıran Cambridge Platonculuğu, on altıncı

yüzyılda More ile yükselen Hristiyan Platonculuğu ve on beşinci yüzyıl İtalya’sının

teolojik Platonculuğu. Mesafenin konumlandırılması noktasında ruhçu Platonculuk,

başta Plotinos ve Augustinus ile anılırken; Hegel, nesnel idealizm ile Husserl

fenomenolojisiyle akılcı Platonculuk içerisinde sayılır155. Son tahlilde Platonculuk,

varlık felsefesinde idealizm, bilgi felsefesinde rasyonalizm, ahlak felsefesinde

mutlulukçuluk ama hepsinden ötede ölümsüz bir ruhçuluktur156.

Gelgelelim Platonculuğu değil de Platon’u anlamaya çalışan çağdaş

okuyucunun işi hiç de kolay değildir, zira onun zihni, sadece kısa ömrü sırasında

değil; 2500 yıldır, Platoncular ve diğerleri tarafından şekillendirilmektedir. Örneğin

Antik Yunan Hukuku’nun Roma Hukuku’na etkileri tartışılırken Cicero ile Platon

karşılaştırılabiliyor, Platon’un St. Paul’ü etkilediği ileri sürülebiliyor, Roma

Hukuku’nu ve retoriği anlamada, Yunanları ve Platon’u anlamanın gereği

vurgulanabiliyor.157 Fakat bu çalışma, Platon’un kurduğu ontoloji ışığında yine sadece

onun hukuk anlayışını ortaya koyma hedefinde olduğu içindir ki Platon’u

ardıllarından ayırmak durumundadır. Belki de kutlu bir ironi: Araştırmacının bunu

başarmak için Sokrates’in daimonunu yardıma çağırmaktan başka şansı yoktur.

Bununla beraber ‘Antik Yunan’a Özgü Düşünme Biçimleri’ gibi bir başlığın

bulunmasından da anlaşılacağı üzere biz, Guthrie’nin çeviri faaliyetinin felsefeye

kurabileceği tuzaklara dikkat edilmesi yönündeki çağrısına uymayı makul bulduk.

Yine de bu sadece ilave bir destektir ve karamsar bir ifade ile denilebilir ki 2500

yıldır, bir o kadar Platon yorumu ortaya çıkmıştır ve bunların hepsi bir anlamda

kopyadır, o halde bizim için esas tedbir, asıl olana, Platon’un eserlerine sadakattir.

Kaldı ki bu çalışma da ister istemez yazarının yorumu olacaktır.

Öte yandan, Platon’un katmanlı anlatımı içerisinde öyle konular -örneğin

mağara anlatısı- vardır ki her ne kadar Hare, Platon’a yeterince açık olmama

özgürlüğü tanımak durumunda olduğumuzdan bahsetse de bunlara derinlikli nüfuz

etmek için, başka yazarlara değinmemek elde değildir.                                                                                                                155Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s.1263.; Copleston, Felsefe Tarihi: Platon, s.136. 156Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi, s.200. 157Bkz.: C. Bradford Welles, “RhetoricAnd The Law”, Seminar, Volume XIII 1955-1956, s.14-16. (Çevrimiçi) http://heinonline.org 26 Temmuz 2012.

Page 35: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

C.  Yunan  Düşüncesini  ve  Platon’u  Neden  Anlamak  Lazım  

Neredeyse yüzyıldır, bir köken krizi yaşanmakta ve yeniden temellendirmeye

yönelik gayretler sergilenmektedir 158 . Yunan felsefesi, Avrupa yazın ve düşün

geçmişinin önemli bir unsurudur ve belki daha önemlisi başlangıcıdır159. Eş deyişle

Batı felsefesini anlamak için, onun üzerinde yükseldiği temeli, yani Yunan felsefesini

anlamak lazım gelir. Bu, felsefe tarihinin her yönü için geçerli; ama en çok da

rasyonel düşüncenin başlangıcı adına önemlidir160, bugün felsefe olarak adlandırılan

mecra, akılcılık söz konusu olduğunda Antik Yunan’ın üründür161. Aynı şekilde

hukuk felsefesinde de hiç yoksa hukukun kaynağına ve ne’liğinedair tartışma, nómos-

phûsis geriliminde temellerini bulur162.

Yunan düşüncesinde ise Sokrates bir ayraçtır. Sayfalar ondan öncekiler ve

sonrakiler olarak okunur. Sokrates’ten sonra, yani Platon ile birlikte, yeni bir şeyler

başlar: karma karakterli düşünceler: evvelki düşünürlerin öğretilerinin reddiyle

birlikte, hem bir uzlaşımı hem de aşımı163. İster olumsuz anlamda O’nun eklektik bir

üretim sergilediği ister ilk büyük sistem filozofu olduğu söylensin, şurası aşikardır ki

bu kişiden sonra, meselelerin ele alınış biçimi değişmiştir. Platon, sadece Platonculuk

bahsinde saydığımız isimler aracılığıyla değil -ki bu kadarı bile yeterli görülebilirdi-;

Whitehead'e “Felsefe tarihi, Platon’a düşülmüş dipnotlardan ibarettir” dedirtecek

kadar Batı felsefesine etki etmiş bir düşünürdür. Bu noktada felsefe uğraşında

bulunan kişi, ya doğrudan Platon'u okuyacaktır ya da diğerlerinin Platon okuması ile

yetinecektir. Bu yönüyle Platon okuması, tarihsel bir ilgi olarak görülebilir ve binlerce

yıldır yapılan çalışmalar yeterli görülebilir. Böyle olsa bile zihnimizde yer

                                                                                                               158Baudartv.d., Felsefe Tarihi: Kurucu Düşünceler, s.7. 159Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, s. 29. 160Guthrie, Yunan Felsefesi Tarihi-I, s.19. 161Baudartv.d., Felsefe Tarihi: Kurucu Düşünceler, s.15. 162Niyazi Öktem, “Antik Yunan Felsefesi”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 39, Sayı: 1-4, Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar Hatıra Sayısı(1974), s.362. 163Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe, s.29.

Page 36: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

açmadığımız müddetçe, Platon’un çalışmaları atıl kalmak durumundadır, oysa

onlardaki potansiyel bizim üzerimizden etkinleşebilir164.

Platon’un güncelliğine dair de söylenebilecekler var: Heidegger gibi kimi

düşünürler, Nietzsche’nin, filozofun Platon’dan beri sürgünde olduğu ve vatana karşı

suikasta hazır olduğu ifadesini ciddiye almış, içinde bulunulan köken krizinin, Antik

Yunan metinlerinin yeniden yorumlanması ile aşma çabasına girmiştir. Bu çaba,

felsefeye, yitirmiş olduğu zemini geri kazandırma iddiasını içerir. Vaziyet şudur:

Kaba bir ifade ile günümüzün Sofistleri olarak anabileceğimiz post-modernler,

Platon’un kürsüsünden (Akademi’den) seslerini yükseltmektedir. Şayet söyledikleri

hakikatin ezgisiyse onları anlamanın yolu da Platon'u anlamaktan geçer. Eğer öyle

değilse ya da her halükarda, Antik Yunan kendi münhasır koşullarında bize gösterir ki

Sofistlerden sonra Sokrates'i beklemeye koyulmalıyız. Çünkü kimi sorular, her neslin

kendi başına cevaplamak zorunda olduğu türdendir. Biz bunlarla yalnız başımıza

hesaplaşıp, kendimizi inşa etmediğimiz sürece bu sorular, eskimeyen sorulardır165.

Bugün yapılacak bir okuma bu bağlamda, sorunlarımız kadar yeni olacaktır. İsterse

uzlaşımsallığın ötesinde bir değeri haiz olmasın, isterse hakikatin ahenkli bir

görünümü olsun, adalet bugün de kendisi ile çokça işimiz olan bir sorundur. Bu

minvalde sorular yeni olmayabilir lakin başka bir zamanda ve mekânda, farklı kişiler

tarafından sorulmakta, yeniden cevaplanmaktır. Cevapların da birer girdi olarak zihni

ve onun etkisiyle toplumsal olanı biçimlendireceği aşikârdır. Evet, bu anlamda biz, bu

nehre daha önce girmemiştik; giren de olmamıştı.

Yazı, Sokrates'in Sofistlerle karıştırılmasına neden olan muhteşem ve korkunç

sözlü ifadeden, bu anlamda retorikten ve iknadan farklı yapısal özelliklere sahiptir. Bu

mesele üzerinde, çalışmanın ilerleyen bölümlerinde duracağız; fakat şimdilik şunu

söyleyelim ki yazının tesiri daha yavaş ama kalıcıdır. Yazının karşıtı olarak söz,

muhatabını cismen karşısında bulur ve kendini ona uydurma imkânına sahiptir,

yazılmış olanda okuyucu yalnızdır ve yazardan bir ölçüde uzaklaşarak metne kendi

tasarımını katar. Öte yandan, genel olarak sözün sahibinden öte de aktarımı söz

konusu olduğunda, yazı kulaktan kulağa aktarılana göre daha az değişikliğe uğrar ve

                                                                                                               164Allen, Platon Neden Yazdı?, s. 19. 165Allen, Platon Neden Yazdı?, s.20.

Page 37: PLATON’DA VARLIK VE YASA’YA GİRİŞ · Platon’un doğal olanın güçlü olanın dilediğini yapması mı, yoksa her şeye düzen getiren aklın egemenliği mi olduğunu tartışacağı

Platon, yazılı geleneğin başat kişiliği olarak size tüm bunlar üzerine düşünme fırsatı

da sunar166.  

 

                                                                                                               166Allen, Platon Neden Yazdı?, s. 23, 24.