s reÇanal z · 2016. 12. 1. · murat sofuolu tÜrkşye ve kÜrt realştesş & ı. bölÜm...

26
Hakikat Her Şeyi kuŞatır SoSyal Üretim ve eğitim Çalışmaları Derneği S REÇ ANAL Z Türkiye ve kürT realiTesi & I. Bölüm RAPOR MUraT sOFUOĞlU

Upload: others

Post on 05-Feb-2021

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • 1murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    Hakikat Her Şeyi kuŞatır

    SoSyal Üretim ve eğitim Çalışmaları Derneği

    S REÇANAL Z

    Türkiye ve kürT realiTesi

    & I. Bölüm

    RapoRMUraT sOFUOĞlU

  • 2murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    içindekiler

    GiriŞ, 04

    TAriH Ve kÜrT reAliTeSi, 05

    Birinci dÜnyA SAVAŞı Ve kÜrT reAliTeSi, 08

    TAriHSel BirlikTelik Ve “kArŞılAŞmA”, 09

    OSmAnlı SiyASASı, iTTiHAT Ve TerAkki Ve cumHuriyeT, 10

    iki dÜnyA ArASındA TÜrkiye, 13

    TÜrkiye Ve kÜrTler, 16

    muSul VilAyeTi Ve HAlep VilAyeTi, 18

    JeOpOliTik denklem Ve kÜrTler, 20

    TÜrk pOliTikASı Ve kÜrT reAliTeSi, 23

  • 3murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

  • 4murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    GiriŞ

    Türkiye kendi sınırları dışında ve içinde Kürt realitesinin güçlenmesine neden neden olmak-tadır?

    Dışarıdan hadiseleri takip eden herhangi bir gözlemci için I. Körfez Savaşı(1991)’ndan bu yana Türkiye –Irak düzleminde yaşananlar ve Arap Baharı ile beraber son 17 ay boyunca Türkiye-Suriye hattında gelişen hadiselerden çıkan genel ve basit bir sonuç var: Kürt reali-tesi asabiyesinden aldığı güçle yükselmektedir. İlginç olan 1991’den beri uygulamada olan Türk dış politikası Kürt realitesinin Türkiye sınırları dışında yükselmesine neden olurken iç politikası da Türkiye sınırları içinde Kürt realitesinin güçlenmesini sağlamıştır.

    Türkiye kendi sınırları dışında ve içinde Kürt realitesinin güçlenmesine neden neden ol-maktadır?

    İlk ihtimal Türkiye’nin bunu bilerek ve isteyerek yaptığı dolayısıyla Kürt realitesinin güç-lenmesini kendi menfaat-değer düzlemi dahilinde gördüğü için bu politikayı ürettiğidir.

    İkinci ihtimal Türkiye’nin jeopolitik dengeler çerçevesinde son 20 yılı aşkın süre boyunca doğru pozisyonlar alamaması ve üretememesi, doğru reaksiyonlar gösterememesi ve niha-

    yetinde varolan Kürt realitesinin yükselişini izlemek ve kabul etmek zorunda kalışı olabilir.

    Üçüncü ihtimal ikinci seçeneğin fer’i bir sonucu olarak Türkiye’nin soğuk savaş boyunca kendisinden daha güçlü süper güçlerin kendi aralarındaki mücade-leyi kendi menfaat-değer dengesi içinde diğer ülkeler gibi mümkün oldukça

    kullanma gayreti gibi Ortadoğu denklemindeki gelişmelerde de Berlin Duvarı ve Demir Perde’nin yıkılması ile tek süper güç kalan Amerika’nın yönlendirmeleri çerçevesinde Kürt realitesinin özellikle Irak’ta ortaya çıkma arzularını kabul etmek durumunda kalışı olabilir.

    Dördüncü ihtimal Kürt toplumunun yüzyıllar boyunca pek çok araştırmacının ve içerden ve dışardan gözlemcilerin de ifade ettiği zulümler, baskılar ve ihanetler çemberinde gelişen hazin ve trajik öyküsü sonucunda yeterli politik olgunluğa Ortadoğu’daki koşulların da elverşliliği sayesinde ulaşma noktasına yaklaştığı ve kendi kaderini tayin etme hattında olduğudur. Dolayısıyla bu hal süper güçler dahil bölgesel güçlerin dahi karşı koyamayacağı bir noktaya ulaştığı için Türkiye Kürt realitesinin güçlenmesi karşısında yapabileceği pek birşey yoktur veya yapmaya çalıştıkları Kürt realitesinin zayıflamasından çok güçlenme-sine hizmet etmekte ve Türkiye’nin pozisyon almasını güçleştirmekte ve durumunu zora sokmaktadır.

    Bu ihtimallerin hangisinin gerçeğe daha yakın olduğunu veya hakikatin bu ihtimallerin dereceli ve orantılı bir kombinasyonu olup olamayacağını tam olarak bilmemiz sosyal ha-diselerin yapısı icabı mümkün değildir.

  • 5murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    TAriH Ve kÜrT reAliTeSi

    TAriH BOyuncA Kürt realitesinin Ortadoğu’da temel ve belirleyici bir akım olmaktan çok temel ve belirleyici rol işgal edenlere yardımcı bir rolde genel olarak ortaya çıktığını söy-lemek sanırız yanlış olmaz. Kürt milliyetçileri Kürtlerin tarih içindeki rolünü ne kadar abartmaya çalışsa da –Türk, Arap ve Fars milliyetçilerinin Kürt realitesini yoksayma girişimlerinin doğal bir sonucu olarak- Kürtler Ortadoğu’da Kürt trajedisi-nin de psikolojik anlamda yansıttığı gerçeğin de genel olarak ifade ettiği gibi temel belirleyici olamamışlardır.1 Özellikle Kürtlerin Müslüman olmasından bu yana ve Türklerin de Müs-lümanlığı kabul etmeleri ile Orta Asya bozkırlarından Ortado-ğu’ya özellikle Maveraünnehir ve Horasan üzerinden girip Anadolu’ya ulaşmaları mecrası dahilinde Ortadoğu ve İslam tarihi yeniden şekillenmiş ve Hıristiyan Batı ile Müslüman Doğu arasındaki ilişkiler farklı bir çerçeveye ulaşmıştır.

    İslamiyetin yükselmesi ile eş zamanlı ve eş güdümlü yükselen Arap asabiyesi Fars asabi-yesinin gerilemesine yol açmış ve X. Yüzyıl başları itibariyle de Peygamberin sahabeleri arasındaki anlaşmazlıkların bir sonucu olarak ortaya çıkan mezhepsel ayrımların kendi kurdukları siyasi yapıları tüketmesi başta olmak üzere pek çok farklı sebebin birleşimi neticesinde gerileme trendine girmişti. II. İslam halifesi Hz. Ömer zamanında alınan ağır yenilginin (Kadisiye Savaşı) şokunu henüz atlatamayan Pers asabiyeti ise eski ihtişamına İslamiyet ile ulaşmaktan uzak bir görüntüdeydi. Turan’dan İran’a göç etmeye başlayan ve Müslümanlaşan Orta Asya Türkleri için tarihin uzak akrabaları ve komşuları Germenlere Batı’nın ve Avrupa’nın kapılarını açması gibi kendilerine de Doğu’nun ve Ortadoğu’nun kapılarını açabileceğini çok az kişi tahmin edebilirdi.

    Bu süreçte Kürtler açısından durum paradoksaldı. Farisilere çok benzeyen dillerinin imp-like ettiği gibi Farisilere kültür yakınlığı olan Kürtler genelde Kürdistan denilen dağlık bölgelerde yaşıyorlardı. Ancak belki de tarihsel olarak daha önemli sonuçlar üreten ayrım İslamiyet’in kendi içinde yaşadığı türbülansa Kürtler ile Farisilerin tarihin ileri safhaların-da gösterdiği farklı tercihlerde kendini gösterdi. Farisilerin vatanı İran’ın Şiileşmesi bü-yük ölçüde Aleviliği benimsemiş Türkler tarafından sağlansa da Sasani İmparatorluğu’nun yönetici halkı Farslar tedrici bir şekilde ve çoğunlukla ilk üç halifeye şiddetle muhalefet eden –ki bunlardan birinin zamanında Pers ülkesi fethedildi- İslamiyet’in Şii formunu kabul ederken Kürtler de keza tedrici bir şekilde ve çoğunlukla Sünni formu kabul ettiler. Bu durum Kürtleri kültürel yakınlığa sahip oldukları Farslarla uzak düşürürken keza aynı kültürel formlar da Ortadoğu’nun yerlisi Araplar ve sonradan gelenleri olan Türkler ile de belli bir mesafede tutuyordu.

    Kürtlerin nüfus kesafeti ve dinamizmi coğrafi yaşam alanlarının güçlükleri ile birleşince çok daha mobil hareket etme kabiliyetine sahip Türklerin Ortadoğu’daki yükselişini takip etme durumunda bırakmıştır. Ancak Kürt realitesinin, Türklerin Anadolu’nun kapılarının kendilerine açılması olarak gördükleri ve Emevi-Abbasi hattının Bizans İmparatorluğu ile mücadelesi sonucunda Hıristiyan Doğu ile Müslüman Batı arasında Toros dağları boyunca

    1 Bu vaziyet Kürtlerin günümüzde gitgide Ortadoğu’da anahtar ve belirleyici olacak bir toplum mertebesine gelişimi çerçevesinde düşünülürse tarihin adaletinin tecellisi olarak görülebilir.

  • 6murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    oluşmuş olan doğal sınırın Hıristiyan Batı aleyhine ama Müslüman Doğu lehine gelişme-si anlamına gelen Malazgirt Savaşı (1071)’nda, Türklerin zaferinde kritik rol oynadıkları gözlemlenmiştir. Bu rol Malazgirt savaşının sonucu olarak Anadolu’nun Müslümanlaşması karşısında Ortodoks Bizans İmparatorluğu’nu kaçınılmaz bir kader gibi gelişen hadiseler karşısında koruma ve yenileme çabaları içindeki dinamik hanedan Kommoneslerin çağrısı ile Katolik Avrupa’nın Ortadoğu’yu işgal çabalarının ismi olan Haçlı Seferleri sırasında da ortaya çıkmıştır.

    Gerileyen ve zayıflamış bir haldeki Pers ve Arap asabiyelerinden İslam ümmetinin sanca-ğını devralan Türkler Batı’ya kafa tutmanın ne kadar ağır bir bedel olduğunun ilk tecrü-besini Haçlı Seferleri marifetiyle görme imkanına kavuşmuşlardır. Zamanın Avrupa Birliği görüntüsünü veren ve Papa hazretleri tarafından motive ve mobilize edilen Haçlı güçleri karşısında Anadolu’da ve Ortadoğu’da Türkler Fabius bir strateji takip etmeyi tercih etmiş-ler ve varlıklarını sürdürmeyi ve kazanımlarını görece korumayı ağır bedelli Pirus zaferle-rine tercih etmişlerdir. Bu süreç boyunca Ortadoğu’da Avrupalıların tersine birleşmekten uzak vaziyette olan ve Papa’nın yaptıklarının çok küçük bir ölçeğini Müslüman dünyada yapmaktan uzak olan İslam halifeleri realiteleri altında olan Müslüman Arap, Fars, Kürt ve Türk asabiyeleri Kürt lider Selahaddin Eyyubi liderliğinde ancak Haçlılara karşı stratejik ve tarihi bir ittifaka gitmeleriyle savaşın ana nedeni kutsal şehir Kudüs’ü ele geçirmeye muvaffak olabilmişlerdir.

    Kürt realitesinin Ortadoğu’da ve dünya tarihinde süreklilik arzetmeyen mezkur çıkışlarının üçüncüsü Malazgirt ve Haçlı Seferleri sonrasında Ortadoğu’daki bir başka büyük karşılaşma sırasında ortaya çıktı. Bu seferki diğerlerinin aksine iki büyük Doğulu üstelik de kurucuları Orta Asya kökenli atalara sahip olan gücün Kürdistan ovalarında karşılaşması neticesinde ortaya çıktı. Bu iki güç kendini Şii (Oniki imamcı bir Alevilik) olarak tanımlayan Şah İs-mail liderliğindeki Safeviler ve onlar karşısında Sünniliğinin statüsünü resmileştirmek ve sertleştirmek zorunda kalan Osmanlılardı. İki gücün 1514’de karşılaştığı Çaldıran Ovası ise Kürdistan’ın kalbinde yer alan bir mevkiydi.

    Sünni Kürt alim ve lider İdris-i Bitlisi’nin olağanüstü çabaları ve vizyonu Yavuz Sultan Se-lim’in muazzam askeri ve siyasi kapasitesi ve kabiliyetleri ile birleşince Şii Safeviler ve İran realitesi karşısında Sünnileşen Osmanlı siyaseti Sünni Kürtlerin desteği ile tüm Kürdistan boyunca siyasi, askeri ve sosyolojik bir ‘bulwark’ oluşturmaya muvaffak olabilmişti. İdris-i Bitlisi’nin dizayn ettiği plana göre Kürt aşiretlerine verilen görece özerklik karşısında Kür-distan büyük ölçüde yönetimsel olarak Osmanlı İmparatorluk sınırları dahiline girmiş ve IV. Murad’ın Bağdat ve Revan (Erivan) seferleri sonucunda Şii Safevilerle yapılan Kasr-i Şirin anlaşması (1638) ile de İran sınırları modern zamanlara büyük ölçüde değişmeden ulaşmıştır.

    Sözkonusu süreç boyunca (Sünni) Kürt realitesi Şii Safeviler ve daha sonra Kaçar hane-danları tarafından yönetilen İran karşısında Sünniliği gitgide kat’i bir hal alan Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte hareket etmeyi tercih etmiş; siyasi otonomiye karşı kültürel manada aktif durumdaki Kürdistan medreselerinden tekkelerine kadar ister ortodoks ister heteredoks bazda olsun büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluk kültürel dünyasının ve ilişkiler ağının bir parçası haline gelmiştir. Bu süreçte Kürdistan’ın coğrafi manada da büyük ölçü-de Osmanlı İmparatorluk çatısı altında bütünlüğünü koruduğunu ve tarihsel sürekliliğini devam ettirdiğini gözlemliyoruz. Bu çerçevede Kürt realitesi Yavuz yönetimindeki Osmanlı

  • 7murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    yönetimi ile yapılan anlaşma ile beraber daha süreklilik arzeden bir siyasi varlığa kavuş-muş; bu kültürel ve ekonomik entegrasyon ve coğrafi birlik ile de tahkim edilince kendi içinde daha insicamlı ve istikrarlı yapılar oluşturmuştur.

    Bu nokta-i nazardan bakıldığında Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in aldığı siyasi kararlar ve jeopolitik pozisyonların İmparatorluğun Ortadoğu politikası açısından modern zamanlara kadar uzanan belirleyici etkilerinin olduğu gözlemlenebilecektir. Yavuz’un karar-larının harici belirleyiciliği kadar İmparatorluğun dahili politikaları bakımından da belir-leyici etkileri vardır. İmparatorluğun kendisinin saltanat devriyle başlayan Alevi meselesi tüm çabalara ve geçici mutabakatlara rağmen modern zamanlara intikal ederken İmpara-torluğun ana gövdesi ve merkezinde kurulan halef devletlerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne de miras kalmıştır. Diğer yandan Yavuz’un otonom Kürt politikası özellikle ulus-devlet yapılarının geliştiği modern zamanlarda Kürdistan’daki toprak düzeni (ağalar ve aşiret top-rakları) ve toplumsal yapı (şeyhler ve tarikatlar) bakımından kurulan halef devlet Türkiye Cumhuriyeti için çözülmesi güç muazzam sorunlar üretmiş ve geleceğin Kürt Sorunu’nun haberciliğini yapmıştır.

  • 8murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    Birinci dÜnyA SAVAŞı Ve

    kÜrT reAliTeSi

    OSmAnlı SiyASASı altında göreceli bir birliğe kavuşan ve daha insicamlı ve istikrarlı bir yapıya kavuşan Kürdistan coğrafyası –ki benzer şeyler daha sonra Ortadoğu denilen tüm Maşrık ve Mağrip için olduğu kadar kaotik bir halde Osmanlıların bulduğu Balkanlar ve Kafkasya için de geçerlidir- İmparatorluğun I. Dünya Savaşı’nda çöküşü ile parçalandı. Sykes-Picot anlaşması ile Ortadoğu’yu kendi aralarında paylaşan emperyalist Britanya ve İngiliz imparatorlukları Kürdistan’ı da bu paylaşıma doğal olarak tabi tuttular ve İran coğ-rafyası dışında kalan Kürtler Ortadoğu’da Türkiye ve yeni kurulan iki devlet Suriye ve Irak arasında coğrafyalarının parçalandığını ve aşiret bağlarının ve topraklarının sınır taşları ile bölündüğünü gördüler.

    Önceleri Osmanlı ile İran devletleri arasında bölünmüş olan Kürdistan coğrafyası bu son durum sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi neticesinde Batılı güçlerin nüfuzu al-tındaki Arap yönetimleri (Suriye ve Irak) ile yeni bir ulus-devlet kurma arzusunun hakim olduğu Türkiye Cumhuriyeti arasında bölünmüş oldu. Bu hal Osmanlı zamanında insicama

    ve istikrara kavuşan Kürdistan mukimlerinin coğraf-yalarında ortaya çıkan bölünme ve istikrarsızlık karşı-sında bir tepkinin ve politik mücadelenin oluşmasını sağlayacak şartları da üretmişti. Pax-Ottomana altında yaşadıkları sürece sorunları genelde sonuç alıcı politik mücadele kanallarına dökmeyen Kürtler İmparatorluğun dağılması ve Kürdistan’ın bölünmesi karşısında istikra-rın ve göreceli otonominin sağladığı siyasi imkanları kaybetmemek için mücadele etmeyi tercih etmeleri için yeterince nedene sahiptiler:

    (1) Dünyada Fransız Devrimi ile yayılan milliyetçi akımların Doğu’ya geç de olsa ulaşmasının tetiklediği ve toplumları bilinçlendirdiği bir ortamı teneffüs edi-yorlardı. (2) Osmanlı’dan daha zayıf ve mücadele edilmesi daha kolay rejimler ile karşı karşıyaydılar. (3) Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni statükoda ve or-taya çıkan bir sürü devlet yapısı karşısında kendilerinin de yer almasının eşyanın tabiatı olduğuna inananların sayısı gitgide artıyordu.

    Bu atmosfer Kürtlere Pax-Ottomana imkanlarını, mez-kur konsept sözkonusu olmadığı bir konjenktür altında, politik bir seçeneğe dönüştürme fikrini de verdi. Bu fikrin hangi Kürt yapısı içinde gelişeceği ve hangi liderlerin şahsında müşahhaslaşacağı hiç kuşkusuz Kürt hareketinin geleceğini belirleyecektir. Ancak bunun kadar önemli başka bir mesele de Kürt yapısında paralel bir tarzda varlığını sürdürmeye devam etti: Daha önce kullanabildikleri politik seçenekleri üstelik daha güçlü bir şekilde ve yaşadıkları zamanın imkanları ile orantılı bir çerçevede kendilerine tanıyacak yeni bir siyasi denklem mümkün müdür? Böyle bir teklif karşısında nasıl reaksiyon gösterirlerdi? Kuşkusuz ilk soru Kürtlerin tarih boyunca muhatap olduğu toplumları ilgilendirirken ikin-cisi kendilerini ilgilendirmektedir.

    Bu bağlamda bu çalışmada özellikle bu iki soruya Türkiye ve Kürtler arasındaki ilişkiler bakımından cevap aranmaya çalışılırken raporun başlangıcında ifade edilen ilk soruya da bu şekilde cevap verilebileceği tahmin edilmektedir.

  • 9murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    TAriHSel BirlikTelik Ve “kArŞılAŞmA”

    dAHA önce bahsedildiği gibi Türkler ile Kürtler arasındaki ilişkiler Malazgirt Savaşı za-manlarına kadar geri götürülebilecek bir boyuta sahiptir. İnişli çıkışlı ilişkiler Yavuz Sul-tan Selim-İdris-i Bitlisi (1515) işbirliği ile gerçek bir ittifak düzenine oturmuş ve Kürdistan’ın büyük ölçüde Osmanlı coğrafyasına Şii Türk tehdit karşısında katılma-sı ile istikrara kavuşmuştur. Ancak bu istikrar I. Dünya Savaşı sonunda Ortadoğu’daki emperyalist işgal ve so-nuç olarak Kürdistan’ın üçe bölünmesi ile yerini yeni bir türbülans devrine bırakmıştır. Bu noktada Osmanlı’nın hakim olduğu coğrafyada kurulan halef devletler reali-tesi ile Kürt realitesinin karşılaştığını görüyoruz. Diğer karşılaşmalarda olduğu gibi Türkiye ile Kürt realitesinin karşılaşmasına baktığımızda da önemli soru bu karşılaşmanın ne ifade ettiğidir.

    Esasında bütün mesele Osmanlı-Cumhuriyet çizgisinde Kürt realitesi ile birliktelikten bir karşılaşmaya ve nihayetinde hikayenin Kürt Sorunu’na nasıl dönüştüğüdür. Bunu anlamak için Osmanlı’nın en uzun ve son yüzyılındaki bazı gelişmelere ve ortaya çıkan hareketlere yakından göz atmakta fayda var.

  • 10murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    OSmAnlı impArATOrluğu belki II. Viyana Kuşatması’nı müteakip bozgundan beri sürekli politik-askeri bir gerileme halindeydi; ancak en azından göreceli olarak toplumsal insica-mını ‘millet sistemi’nin işlevselliğini koruması sayesinde sürdürebiliyordu. Bu insicam da Yunan İsyanı (1821)’nın patlak vermesiyle yara aldı. Kuşkusuz Osmanlı siyasi yapısının kurucu unsurlarından biri olan Yunanlıların Düvel-i Muazzama tarafından desteklenen İm-paratorluk’tan ayrılma talebi İmparatorluk için çanların çaldığını gösteriyordu. Bazılarının Fatih’in Konstantinople’ü fethi ve Osmanlı başkentine dönüştürmesiyle İmparatorluğun bir Türk-Yunan federasyonu hüviyetini kazandığını bile düşündükleri siyasi sistem Yunanlıla-rın bağımsızlık hareketinin başarıya kavuşmasını müteakip yabancı destekli Slav isyanları ile güçlenen bir süreklilik duygusu içinde parçalanma trendine girdi.

    Osmanlı siyasası modernleşme çabaları ile ‘millet sistemi’ni dönüştürmeye ve modern bir siyasi-ekonomik sisteme ve toplumsal yapıya geçmek için elinden geleni yapmaya ça-

    lıştı. Ancak gayrimüslimleri İmparatorluk içinde tut-maya ikna etmek için yapılan reformlar Osmanlı’nın Müslüman ahalisinde bir aldatılmışlık ve kullanılmışlık duygusu uyandırırken gayrimüslimler ise çabaların sa-hiciliğinden kuşku duydular. Toplamda her iki kesim bir konuda anlaşıyorlardı: Osmanlılar reformları dış güçler istediği için yapıyordu. Bu hissiyat Müslüman ahalide dış güçlere karşı yoğun bir paranayonun ve “öteki” de-ğerlendirmesinin genişletilmesine ve gitgide Osmanlı İmparatorluk çatısı altında beraber yaşadıkları gayri-müslimlere ve halklara da yaygınlaştırılmasına neden olurken gayrimüslimlerde de kendilerinin can ve mal güvenliği kadar huzurlu ve ‘modern’ bir hayatın ancak yabancı güçlerin etkisi altında mümkün olabileceğine dair bir inancın hakim olmasına neden oldu.

    Tanzimat’tan Meşrutiyete ve nihayet Cumhuriyet’in ku-rulmasına kadar yaşananlar ve söylenenler yabancı düş-manlığı ile yabancı hayranlığının ülkede nasıl bir kutup-laştırma oluşturduğunu görmek bakımından manidardır. II. Mahmud’a ‘Gavur Padişah’ diye ad takılmasından re-formları özet olarak ‘gavura gavur denmemesi” olarak gören sessiz çoğunluğun reaksiyonlarına kadar bu trend rahatça izlenebilir. Belki de bu reaksiyon günümüz AK Parti tabanının yapısını anlamak bakımından da aydın-latıcıdır. Diğer yandan Kurtuluş Savaşı başlarında man-dacılığın Türkiye’de güçlü bir akım neden olduğunu ve halihazırda ancak AB yoluyla Türklerin adam olabilece-

    ğine dair yaklaşımında köklerini bu kutuplaşmada bulmak mümkündür.

    Cumhuriyet bu kutuplaşmada yabancı medeniyeti kabul etme şartıyla yerli sessiz çoğun-luğu iktidara getirme sözü vererek kendine göre eklektik bir çözüm geliştirdi. CHP’den AK Parti’ye bu çözümün hala ne kadar etkili olduğu siyasi-toplumsal yapımızın genel bir etüdü ile kolaylıkla fark edilebilecek açıklıktadır. AK Parti tabanı büyük ölçüde bu sessiz çoğun-luğa dayanırken aynı partinin özellikle başlangıç politikalarını sanki Kemalist bir istilaya

    OSmAnlı SiyASASı, iTTiHAT

    Ve TerAkki Ve cumHuriyeT

  • 11murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    karşı yabancı himayesi temin etme arayışı içinde AB politikalarına ve reform taleplerine dayandırdığı ortadadır.

    Osmanlı parçalanma süreci içinde kendini koruma refleksi ile güçlenen bu biz ve ötekiler duygusu önce daha çok Osmanlı hükümranlığı uzağında yaşayanlar için geçerliyken uzak-taki tehdit algılamasının gitgide yakınlaşması ve özellikle Yunan isyanı sonrası “içimizdeki ötekiler” duygusunun güçlenmesine neden oldu. İmparatorluktan kopan her bir halk bu duygunun özellikle İmparatorluğun merkez coğrafyasında yaşayanlar ve ona derin bir sa-dakat duyanlar nezdinde daha da güçlenmesine neden oldu. Bu duygu dünyasında kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti baht-ı kara maderi kurtarmaya kendini adamış bir organizasyon olarak tarih sahnesine çıktı.

    Fransız Devrimi sloganları olan müsavat, hürriyet ve adalet ile modernleşme çabalarının İmparatorluğu ayakta tutma güdüleriyle karıştığı bir programa sahip olan İTC çok farklı et-nik kökenlerden gelen Osmanlı münevverlerinin kurduğu ve daha sonra da yine farklı etnik kökenlerden gelen askerlerin de dominant olduğu bir organizasyondu. Bir bakıma ülkeyi saltanatın mutlakiyetçi sınırlarından çıkartmak isteyen ve tüm toplumun mobilizasyonunu amaçlayan İTC daha önceki reformcular gibi örnek almaya çalıştıkları medeniyetin paradig-malarını üreten ülkelerle savaşmak zorunda kaldılar. Bu durum Osmanlı modernleşmesinin sahiciliğine her yandan darbe vururken yerli sessiz çoğunlukta da yönetici elitlerin amaç-ları ile ilgili şüphelere, tereddütlere ve homurdanmalara neden oluyordu.

    Modernleşmenin görece başarılı olabilmesi zafer kazanan bir Osmanlı paşasının iktidarı ele geçirip Cumhuriyet’i ilan etmesiyle mümkün olabi-lecektir.1 Ancak bu noktaya gelene kadar çok kayıp verildi. Balkan savaşları ile Osmanlı toplumunun öteki duygusu göçmenlerin anavatana kendileriyle beraber getirdikleri acıklı hikayelerle daha da güç-lenirken esasında büyük ölçüde tehlikenin geldiği coğrafyaya sınır bölgelerde doğmuş ve büyümüş olan Balkan kökenliler tarafından harekete geçi-rilen İttihatçılıkta da güçlü etkiler oluşturmuştu.

    Balkan Savaşları İttihatçı elitlerle sessiz çoğun-luk arasında derin bir duygudaşlığın oluşmasına da zemin hazırlamış ve bu zemin üzerinde mezkur duygunun hakimiyetinde İmparatorluk son sava-şı olan I. Dünya Savaşı’na girmiştir. Savaş Balkan muammasına dış desteğin güçlü olduğu Ermeni Meselesi’nin de eklenmesiyle Kafkas boyutunu da getirmiş ve Osmanlı’nın son neslinde oluşan trav-

    1 Bu noktada Kavalalı Mehmet Ali Paşa örneği düşündürücüdür. Arnavut kökenli Osmanlı’nın Mısır Valisi modernleşmenin önemini artık egemenliklerinin sonlarına geldiği kanısına sahip olduğu Osmanlı üstlerinden sanki daha iyi kavramış ve askeri-siyasi yetenekleri ile birleştirdiğinde kendine muazzam bir politik alanın açılabileceğini görmüştür. Osmanlı’ya ve diğer bölgesel güç unsurlarına karşı kazandığı zaferler ile modernleşme ve Mısır’ı imar ve yeniden kurma çabalarını birleştirebildiği ölçüde gücünü ve halk üzerindeki meşruiyetini artırabilmiştir.

  • 12murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    mayı daha da büyütmüştür. Ortadoğu’daki gene yabancı destekli “Arap İsyanı” meseleleri, İmparatorluk kontekstsi içinde içinden çıkılmaz hale getirirken soruna Ortadoğu boyutu da getirmiş ve bir ulus-devlet yapısının kurulması için karine teşkil edecek bir algılamaya dönüşmüş yada dönüştürülmüştür.

    Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı bakiyesi toplum ve İttihatçı liderlik bu haliyle Bal-kan-Kafkasya-Ortadoğu üçgeninde kurulan devletlerinin üç coğrafyada da ancak küçük tutamak noktaları dışında tesirlerinin sınırlandığını görmüş ve daha kötüsü de Kurtuluş Savaşı’nı eski büyük ortakları olan Yunanlılara ve Ermenilere karşı vermek zorunda kal-mışlardır ki bu Müslüman bir toplumun kafirlere karşı kendi ülkesini koruması olarak da kendini göstermiştir.

    Nihayetinde kurulan Cumhuriyet çok yönlü paranoyalar ve travmaların ürünüdür ve Cumhu-riyet’in kuruluşunda ve gelişiminde dış güçler paranoyası çok etkili olmuştur. Batılılar bir bakıma Osmanlı İmparatorluğu’nun başına bela ören ülkeler olarak baş düşmanlar safın-dadır; ancak Cumhuriyet aynı zamanda mezkur ülkelerin müttefiki olduğunu ilan etmiştir. Diğer yandan eski Osmanlı tebaası Hıristiyan halklar da onların işbirlikçileri olarak düşman başlığı altında yerlerini alırlar. Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Ermeniler ve diğerleri. Ama bu halklardan da Cumhuriyet çatısı altında yaşamak isteyenler –çoğu mübadele ile gitti- aynı ülkenin vatandaşları olabilecektir. Müslüman Araplar ise Müslüman olmalarına karşın emperyalist dış güçleri desteklediklerine göre – tarihen büyük bölümü böyle yapmasa da- onlar da dost mülahazası içinde değerlendirilemezdi. Ancak Arap kökenli olanlar da keza Cumhuriyet sınırları içinde vatandaşlık bağıyla yaşamaya devam edebilecektir. Sonuç olarak Türkün Türkten başka dostunun olmadığı sonucuna varılıyor ve tabi böylesi sürekli karışan ve değişen ve üstüne üstlük Batılıların egemenliği altındaki bir dünyada da Türk-lerin yapabileceği yegane şeyin “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” olduğu noktasına ulaşılıyordu.

    Ancak sorun yeni kurulan Cumhuriyet’te yalnızca Türklerin yaşamadığıdır. Dahası Cumhu-riyet’in yalnızca Türkler tarafından kurulmadığıdır.

  • 13murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    dÜnyA TAriHinde Pers-Yunan Savaşlarından beri Av-rupa ile Ortadoğu arasında global bir rekabet ve müca-delenin olduğu gözlemlenmektedir. Bu mücadele Make-donyalı Büyük İskender’in Pers egemenliğindeki Doğu dünyasını işgali ve Helenizasyonla yeni bir evreye gir-miş, daha sonra Roma (Bizans)-Sasani ve nihayet VII. Yüzyılda kendini gösteren İslamiyet’in etkisi altındaki kurulan Müslüman siyasi yapılarla (Emevi-Abbasi) Hıristiyan Bizans ve Müslüman Endü-lüs-Katolik Germen siyasi yapılar arasındaki bir mücadeleye dönüşmüştür.

    Bu mücadele Türklerin Müslümanlığı kabul etmesiyle Orta Asya’dan Horasan üzerinden Ortadoğu’ya göçleri ile yenilenmiş ve Türkler mücadeleyi Hıristiyanlığın yayıldığı ve ilk Hıristiyan halkların yaşadığı Mezopotamya-Anadolu hattından Balkanların içlerine ve Orta Avrupa’nın sınırlarına kadar taşımıştır. Diğer yandan Osmanlı ile Batı dünyası arasında yüz-yıllar boyunca süregelen mücadelede başat unsur Osmanlı’nın büyük bir global konsensüsü Balkan-Kafkas-Ortadoğu üçgeninde halkların barış içinde yaşamasını sağlayacak geniş bir toplumsal koalisyonu temin etmesi ile kendini göstermiştir.

    Ancak coğrafi keşifler ve reform hareketleri ile çalkalanan dünyada Batı mücadeleyi yeni keşiflerin vasıtasıyla ve reform-rönesans dinamiğinden aldığı güçle küresel bir ölçeğe yay-mıştır. Endüstri devrimi ile temel karakterine yavaş yavaş kavuşan modern Batı Avrupa ve Yeni Dünya’nın artan gücü karşısında Doğu’nun hemen hemen tüm başkentleri kendi halkına dahi “yasaklanmış şehir” olan Pekin’den Bombay’a Batı işgaline maruz kalmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında da Müslüman Ortadoğu başşehirleri Bağdat, Şam, Kudüs, Mekke ve Medine düşmüştür. İstanbul dahi işgal edilmiştir. Diğer yandan Kafkasya ve Orta Asya yükselen yeni bir Hıristiyan güç olan Rusya’nın tesir ve nüfuz bölgeleri olmak durumunda kalmıştır.

    Osmanlı’nın büyük çatısı çökerken Osmanlı’nın kurduğu ve Batılı halkları da içerme hu-susiyeti taşıyan yeni ve son global ölçekli Doğu kökenli koalisyon da dağılmıştır. Koa-lisyon ülkesi halkların büyük çoğunluğu ya Batı ittifakı1 çatısı altına girmişlerdir, ya Rus nüfuzunu2 kabul etmişlerdir ya da bağımsızlık mücadelelerine girişmişlerdir. Bu noktada Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun kritik ve bazı bakımlardan istis-nai bir karakteri olduğu gözlemlenmektedir. Mezkur zor denklem altında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Müslüman Doğu dünyasının son güçlü temsilcisi sayılabilecek Osmanlı’nın eski iddialarını böyle bir dünyaya karşı sürdüremeyeceğini bilmekte ancak bu iddiaları her koşulda sürdürme motivasyonu ile kurulmuş olan İTC kökenli büyük güç kalma içgüdüsünü de muhafaza etmek istemektedir.

    Bu çerçevede özellikle Ortadoğu’da bağımsızlıkçı eğilimlerin sonucu olarak Osmanlı İtti-hatçı son kuşağının yerini alan ve onların dürtülerine sahip paralel devletler ortaya çıktı. Bunlar İttihatçı ideolojinin halef ideolojileri olarak niteleyebileceğimiz ideolojilerin etkisi

    1 II. Dünya Savaşı’nı müteakip Batı ittifakı Amerika Birleşik Devletleri liderliğinde Atlantik (NATO) ittifakına dönüştü.

    2 Bolşevik Devrimi (1917) ile beraber Sovyetler Birliği’ne dönüşen Rusya Batı ittifakı karşısında yeni bir Doğu Bloku (Varşova Paktı) oluşturma çabasına girişti.

    iki dÜnyA ArASındA TÜrkiye

  • 14murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    altında yönetilen Ortadoğu devletleriydi. Kemalist Türkiye, Baasçılığın egemen olduğu Suriye ve Irak, Siyonist İsrail ve nihayet geleneksel Osmanlı yapısını kendi liderlik özel-likleri ile muhafaza etmeye çalışan Osmanlı Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Hidiv torunları soyundan gelen Kral Faruk’u Abdülhamit misali deviren İttihatçıları sanki takip eden Hür Subayların karizmatik liderlerinden Nasır’ın yolunu çizdiği Nasirizmin egemenli-ğine giren Mısır.

    Tüm bu ideolojiler bir yandan Batı emperyalizmine karşı çıkarken diğer yandan kendi ülke-lerini modernleştirerek bu emperyalizme paradoksal olarak karşı koyma durumunda kendi-lerini görmüşlerdir. Ancak yukarıda bahsi yapılan sessiz çoğunlukların karizmatik liderlik-le, dış güçlere karşı başarıların birleştiği toplumsal psikolojilerin hakim olduğu zamanlar dışında3 çoğu zaman bu modernleşme tarzını gavurun şapkasını giyme ya da işgalcinin yollarını benimseme gibi algıladıkları için alttan alta gelenekten alınan güçle direnişi sürdürmüşlerdir. Bu çerçevede Ortadoğu’da mezkur halef ideolojilere karşı gelişen muhalif hareketlerin çoğu geleneğin büyük bir kısmına damgasını vurmuş olan İslamiyet’in etkisi altında gelişen İslamcı hareketler oldu.

    Mezkur otokratik rejimlerin hakim olduğu bu ülkelerde çoğu zaman muhalif hareketler dış güçlerin etkisi altında olabilmekle suçlanabilmekte ve sessiz çoğunluklar bu şekilde mo-bilize edilerek güç sahipleri iktidarlarını sürdürebilmektedir. Tüm bu psikolojik vaziyetin büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluk yapısının yaşadığı sarsıntılar ve parçalanma devrinden sözkonusu halef ülke yöneticilerine miras kaldığı söylenebilir. Aynen Osmanlı tarihinde olduğu gibi bazen gayrimüslim olmak, bazen ana kütleyle farklı nedenlerden dolayı sorun-lar yaşayan Müslüman mezheplere ait olmak ya da farklı etnisiteye sahip olmak dış güç tesirinde olmayla özdeşleştirilebilmektedir.

    Bu noktada Türkiye örneğine tekrar geri dönersek karşılaşılan fenomen büyük güç olma dürtüsünü ve saikini koruma duygusuyla dış güç ilişkilerinin abartılı algılanması sonucun-da “öteki” kavramının sürekli yeni sahalara geliştirilmesidir. Burada bu geliştirme, ötekini oluşturma ve büyük olmayı engelleyen saik olarak algılama ve suçlama şeklinde bir çizgi izlemektedir. Öteki dış güçlerle ilişki kurmakta –her devlet dış güçle ilişki kurmaktadır; ancak ilişki kurma monopolü güç sahiplerine ve onların kullandığı devlet aracına aittir- ve onların desteğiyle sessiz ana kütleye karşı ayrılma planları yapmaktadır. Türkiye’de sessiz çoğunluk ile devlet arasındaki mutabakat Kurtuluş Savaşı ile başlamış ve Cumhuriyet’in ku-rulması ile resmileşmiştir. Bu noktada Kemalist yönetim altında ilk etapta sessiz çoğunluk gericiliğe, Kürt ve Alevi isyanlarına karşı mobilize edilmiştir.

    3 Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk, Mısır’da Nasır zamanları gibi.

  • 15murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    Türkiye’de sessiz çoğunluk ile devlet arasındaki ilişki Ortadoğu’daki İttihatçılığın halef se-küler ideolojilerine karşı muhalefet eden İslamcı hareketler gibi Türkiye’deki seküler rejime karşı muhalefet eden İslamın ihya hareketinin son yüzyıllardaki en güçlü kolu olan Nakşi-bendilik kökenli Milli Görüş hareketi taraftarlarınca kurulmuş olan AK Parti ile yenilenmiş ve daha güçlü bir forma kavuşmuştur. Bu haliyle Türkiye siyaset mekanizmasının geçmişte Osmanlı yönetimlerinin ve özellikle İTC hükümetlerinin yaptığı gibi sessiz çoğunluğu şüp-heli ötekilere karşı mobilize etme gücü muazzamdır.

    Diğer yandan Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte yaşanan tüm travmalar ve ayrıca Cum-huriyet’in kendi tarihi boyunca yaşanan Türk-Kürt, Sünni-Alevi ve dinci-laik gerilimleri ‘sessiz çoğunluk’ bilincinde yoğun propagandaların da etkisi altında temel bazı önyargılar oluşturmuştur. Bu önyargıların tarihsel kökenleri de olması Türkiye’nin farklı kesimlerinden insanlar arasındaki diyalog çabalarını zorlaştırmakta, ortak yarın muhayyilesinin gelişme-sini ve siyasi formüllerin üretilmesini engellemektedir. Bu durum siyasi sistemin 2009’da başlattığı “demokratik açılım” sürecinde olduğu gibi sessiz çoğunluğun toplumsal önyar-gıları nedeniyle siyasi sistemin politik sorunlara yeterli kamuoyu desteği bulmasını ve çözüm iradesi geliştirmesini güçleştirmektedir.

  • 16murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    TÜrkiye Ve kÜrTler arasındaki ilişkinin bir yandan Kürtlerin gelecek kurguları (Kürt Devleti ve Sorunu) açısından büyük önemi olduğu gibi diğer yandan Türkiye’yi kuran İtti-hatçı motivasyonun ana nüvesi olan tarihsel iddiaları (Büyük Türkiye) koruma ve gerçek-leştirme bakımından da büyük önemi vardır. Ve her şeyin ötesinde tarihsel beraberliğin bir karşılaşmaya ve ayrılığa mı yoksa daha derin bir birliğe mi dönüşeceğini de ilişkinin yapısını iyi kavrayabildiğimiz ölçüde çözme imkanlarımız olacaktır. Kuşkusuz sözkonusu meseleleri açığa çıkartmak Türkiye’nin nasıl kurulduğunu ve Kürtlerin kuruluşta oynadıkları rolü ve müteakip hadiseleri iyi anlamaktan geçiyor.

    Kürtler Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılının özetleyeceği ve yukarıda zikredilen örneklerde de görülebileceği gibi pek çok Balkan, Kafkas ve Ortadoğu halkıyla Düvel-i Muazzaa ile giriştiği acımasız ve dramatik savaş sonunda yol ayrımı yaşamış ve tüm bu yaşananları daha da olumsuz manada derinleştirecek travmatik bir psikoloji eşliğinde ve eşiğinde I. Dünya Savaşı’nı mağlup olarak bitirmiştir. Bu kuşkusuz 250 yıldır kendi postu-nu vermemek için mücadele eden ve kefenini yırtmaya çalışan bir zihinsel yapı ve duygu

    dünyası için olağanüstü bir hayal kırıklığı idi. Ancak İttihatçı yapı son ‘chapter’a savaşmadan girmemeye kararlıydı; daha özeti teslim olmayacaklardı.

    Kurtuluş Savaşı bu psikolojide yürütüldü ve görüldüğü kadarıyla tüm kayıplara rağmen İmparatorluğun “son bakiyesi” ile ittifakı sürdürmeye devam etme iradesi ve azmini göstermeye karar vermiş aktif tek halk kalmıştı: Kürtler. Günümüz Kürt hareketinin farklı

    önderlikleri ya da sokaktaki sıradan Kürt bunu şimdi bir ahmaklık ya da kulislerin ünlü ifadesiyle siyaset bilmemezlik veyahut yüzyıllardır farklı siyasi otoriteler altında sürekli aldatılan Kürt halkının bir başka saflığı olarak yorumlayabilirler.

    Siyasetçilerimizin sıkça ve özensizce dillerine doladıkları Türk-Kürt kardeşliği bir aldatma-cadan mı ibarettir? Yoksa Doğu ve özellikle Müslüman Doğu dünyasının Batı karşısında sü-regelen yenilgiler ve parçalanma sendromu karşısında oluşturmak istediği son geri çekilme perdesinde kurduğu son savunma hattının mı ismidir? Hangisinin doğru olduğunu zaman ve tarih bize yüksek ihtimal çok geçmeden gösterecektir.

    Kurtuluş Savaşı’nı vermeye karar vermiş İttihatçı liderlik tarafından Anadolu’ya geçip Milli Mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal’in başlangıçta Sünni Anadolu halkının desteği kadar Alevi ve Kürtlerin desteğini almak için de yoğun çalıştığını –özellikle Aleviler bakımından yoğun yaşadıkları şehirlerde düzenlenen Amasya Tamimi ve Sivas Kongresi açısından- göz-lemleyebiliriz. Mustafa Kemal’in işgale karşı örgütlenen yerel direniş örgütlerini Anadolu Müdafai Hukuk Cemiyetlerine dönüştürme ve İstanbul’da Misak-ı Milli kararı veren Son Meclis’i Mebusan’ın kapatılmasını müteakip Ankara’daki TBMM çatısı altında biraraya ge-tirebilmesinde Kürtlerin ve Alevilerin desteğini almayı başarabilmesinin psikolojik payı büyüktür. Kuşkusuz bu koalisyon ya da sentezleme çabası Milli Mücadele’yi ayakta tutan temel sosyolojik maya olmuştur.

    TÜrkiye Ve kÜrTler

  • 17murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    Talihsizlik odur ki yeni kurulan Cumhuriyet üstelik Mustafa Kemal görev başındayken her iki toplulukla daha sonraki yıllara da damgasını vuracak münefaretler üstelik askeri çaplı çatışmalar halinde yaşamıştır: Şeyh Sait (1925) ve Dersim (1938) İsyanları. Sözkonusu isyanlar sonrası kurucu mayanın yapısına işleyen bozulmalar olmuş ve maalesef köklü ve kuşatıcı çözümler Cumhuriyet tarihi boyunca geliştirilememiştir.

    Kurtuluş Savaşı sırasında Kürt ve Alevi topluluklarına bakıldığında durum aşağı yukarı şöyle tarif edilebilirdi: Aleviler 1638 Kasr-i Şirin Anlaşması itibariyle çizilen Osmanlı-İ-ran sınırı çerçevesinde yaşamak durumunda oldukları için zamanla azalan bir İran etkisi altında kalmışlar ve özellikle İran’da I. Dünya Savaşı sonrası Türk kökenli Kaçar hane-danının devrilip Farisi bir hanedanın da başa geçmesiyle yüzleri Anadolu’ya ve Osmanlı başkentine daha dönük bir hale gelmiştiler. Kürtler açısından durum çok daha kompli-keydi. Osmanlı Kürdistanı’nda yer alan Kürtler Osmanlı yönetim şemasında Musul Vilayeti (Kuzey Irak: Irak Kürdistanı + Musul + Kerkük), Halep Vilayeti (Güneydoğu Anadolu, Türkiye ve Kuzey Suriye: Halep + Suriye Kürdistanı), Diyar-i Bekir Vilayeti (Güneydoğu Anadolu, Türkiye), Bitlis Vilayeti (Doğu Anadolu, Türkiye & Siirt hariç) Mamuret’ül Aziz Vilayeti (DA, TR), Van Vilayeti (DA, TR) ve Erzurum Vilayeti (DA, TR) sınırları içinde ya-şamaktaydılar.

  • 18murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    Birinci dÜnyA SAVAŞı sırasında imzalanan Sykes-Picot anlaşmasına göre mezkur vi-layetlerin yapısı İngiliz-Fransız-Rus paylaşımına konu olmuştur. İlginç olan hem Halep Vilayeti’nin hem de Musul Vilayeti’nin anlaşmaya göre Fransız mandasına bırakılmasıdır. Ancak daha sonraki gelişmeler çerçevesinde I. Dünya Savaşı’nın sonunda ve Mondros müte-karesinden yalnızca üç gün sonra Musul Vilayeti İngiliz ordusu tarafından işgal edilmiştir. Bu haliyle Halep Vilayeti altında yaşayan Kürtler Fransız ve Musul Vilayeti’nde yaşayan Kürtler İngiliz yönetimi altına girmişlerdir. Ancak her iki vilayette yaşayan Kürtlerin Arap ve Türkmenlerin çoğunluğunun da desteği ile ve Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı önderlerinin de yardımlarıyla işgalcilere karşı savaştığını biliyoruz.

    Bunun ilk önemli örneği Musul Vilayeti’nde 1920li yıllarda gelişen Kuvayi Milliye güçlerinin bölgedeki şefi olarak bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından gönderilen Mısır Kölemenle-rinden Şefik Özdemir ile Süleymaniye’nin önde gelen Kürt liderlerinden Şeyh Mahmut Ber-zenci ittifakı ile kendini göstermiştir1. İttifak yalnızca bir Türkiye-Süleymaniye hattından ibaret olmayıp şimdiki Kuzey Irak’ın önde gelen Sürçi, Zebari ve Kerki gibi aşiretlerini ve Barzani ailesinin taraftarlarını da içine alıyordu.

    Gerçekten de ittifakın en önemli başarısı “Özdemir Bey liderliğindeki Kürt-Türk güçleri tarafından Derbent’te yazıldı. Musul Vilayeti’nde bulunan önemli Kürt aşiretlerinin nere-

    deyse tamamının desteğini alan Özdemir Bey 31 Ağus-tos 1922 sabah saat 04:00’te saldırıya geçti. Derbent yakınlarındaki İngiliz On beşinci Sih Öncü Birliği boz-guna uğrarken İngilizler aynı günün gecesinde kuv-vetlerini tekrar toparlayıp karşı bir saldırıya geçmeyi denediler. Ancak bu sefer de Kürt-Türk birleşik kuv-vetleri tarafından ağır bir yenilgiye uğradılar. Özdemir

    Bey Derbent’i ele geçirirken Köysancak’a kadar Musul Vilayeti’nin nerdeyse yarısı Kuvay-i Milliye güçlerinin kontrolü altına girdi.”2

    Mezkur muazzam gelişmelerden kısa bir zaman sonra Türkiye’nin Elazığ-Diyarbekir hattı içinde kaldığı durum ise meselenin nasıl çapraşık olduğunu göstermek için yeterlidir. “Tür-kiye Özdemir Bey’in Musul Vilayeti’nde imkansız koşullar altında gösterdiği “harikulade performansından” 2 yıl sonra tarihte karşılaşılmış en büyük iç isyanlarından ve Cumhuri-yet’i kuran liderleri politik bakımdan derinden etkileyen Şeyh Sait İsyanı ile karşılaştı. 2 yıl öncesinde Musul Vilayeti’ndeki Kürtlerle İngilizlere karşı mücadele edebilen Cumhuriyet’in kendi sınırları içinde eski Osmanlı ve daha sonra Kuvay-i Milliye güçleri safında savaşmış Kürt subayları tarafından kurulmuş Azadi örgütünün organize ettiği bir isyanla boğuşmak zorunda oluşu manidardır.”3

    Musul Vilayeti’nde yaşanan maceranın bir benzerinin Halep Vilayeti’nde yaşanması ise tesadüf değildir. İlginç bir şekilde gene Kuvayi Milliye güçlerinin desteği altında Halep doğumlu Kürt kökenli bir lider İbrahim Hananu’nun Fransız işgaline karşı Halep Vilaye-

    1 Murat Sofuoğlu, Musul Vilayeti ve Türkiye, http://www.surecanaliz.org/article/musul-vilayeti-ve-turkiye

    2 A.g.e.

    3 A.g.e.

    muSul VilAyeTi Ve HAlep VilAyeTi

  • 19murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    ti’nde muazzam bir mücadele başlattığını biliyoruz. Mücadelenin yapısı ve karakterinin ulaştığı nokta Fransızları yeterince ürkütmüş olmalı ki 1921’de Ankara hükümeti ile Ankara Anlaşması yaparak geleceğin Türkiyesinin Halep Vilayeti’ne bağlı olan İskenderun Sancağı dışındaki Kilikya ve Güneydoğu Anadolu’daki kazanımlarını kabul etmiştir.4 Hikayenin öte-ki yüzü ise Fransa’nın yalnızca İbrahim Hananu ile Halep Vilayeti’nde yaşadığı problemler yüzünden değil ama ayrıca Vilayet’in bir parçası olan ve Hananu’nun mücadelesiyle ilişkili olması çok muhtemel olan Antep, Urfa ve Maraş müdafaalarından çekindiği ve tüm Suri-ye’nin kontrolünü yitirme tehlikesini fark ettiğidir.

    Kuşkusuz her iki hadisede de Musul Vilayeti ve Halep Vilayeti’nin yeni kurulan Cumhuri-yet’in bir parçası olma ihtimalinin zımnen mevcut olduğudur5 ve böyle bir muhtemel geliş-meye de bölgenin Kürtlerinin öncülük etmede gönüllülük ve ustalık gösterdikleridir. Ancak buna karşılık Türkiye’nin varolan psikolojik atmosferi Kürtler bağlamında geliştirecek ve mühürleyecek türden bir siyaseti benimsediği ise söylenemez. Bu tavır her iki Vilayet’te emperyalistlere karşı süren mücadelenin akim kalmasına neden olmuş ve Türkiye’nin her iki vilayetten –Halep Vilayeti’nden 1921 Ankara Anlaşması koşulları ile Musul Vilayeti’nden de 1926 Ankara Anlaşması koşulları ile- çekilmesi ile sonuçlanmıştır. İbrahim Hananu Fransız-ların ve Şeyh Mahmut Berzenci İngilizlerin merhametine terkedilmiştir.

    4 http://www.hri.org/docs/FT1921/Franco-Turkish_Pact_1921.pdf Anlaşma Türkiye’de yeterince etüt edilmemiş olup varolan Halep Vilayeti’nin statüsü ile ilgili olarak nasıl bir çerçeve koyduğunun anlaşılması önemlidir. Anlaşma İskenderun Sancağı ile ilgili bir statü belirlediğine göre Halep ile ilgili olarak ne belirlediğinin anlaşılması Suriye’deki son gelişmeler de düşünülürse önemlidir.

    5 http://www.hri.org/docs/FT1921/Franco-Turkish_Pact_1921.pdf p. 6. Halep Vilayeti’nin bir parçası olan İskenderun Sancağı Türkiye’ye 1921 Ankara Anlaşması’nın 7. maddesinin uygulanması sonucunda 1938’de bağımsız Hatay devleti olduktan sonra 1939’da katılma kararı vermiştir.

  • 20murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    TÜrkiye’nin Bu kararları vermesinde içinde bulunduğu koşullar, ulus-devlet kurma arzu-ları kadar jeopolitik denklemin ve Sykos-Picot ekseninin gelecekte öngördüğü Arap dev-letleri müktesebatının Kürtler için sözkonusu olmadığına dair bir teminatın ya da politik denklemin mevcudiyetine olan inanç da büyük rol oynamıştır. “Türkiye bölge ülkeleri ile birlikte Kürt Sorunu bağlamında uzun zamandır yazılı olmayan bir anlaşmaya uygun hare-ket etmektedir. Bu anlaşmaya göre Kürtler yaşadıkları ülkelerin bir parçası olacaktır. Görü-nen o ki bu anlaşmaya zamanında Düvel-i Muazzama olduğu gibi şimdinin ‘major’ güçleri de zımni destek vermektedirler.

    “Anlaşma temelde şu şekilde özetlenebilir: Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları ülkeler olan Türkiye, İran ve Irak –hatta Suriye- Batılı güçlerle işbirliği yaptığı sürece Düvel-i Muaz-zama “Kürdistan” projesinin uygulamaya sokulmasına müsaade etmeyecektir. Söz konusu ülkelerde bu bağlamda kendi bildiklerini okuyabileceklerdir. Ancak ne zamanki mezkur ülkelerin ezeli çoğunluğu bölgesel dengeleri Düvel-i Muazzama aleyhine çevirebilecek bo-yutta Batı karşıtı bir politika takip ederlerse bu durumda esen karşı rüzgarları farklı bir istikamete yönlendirmek için Kürdistan projesi devreye sokulacaktır. Bu çerçeve içinde Kürt Sorunu Şark Meselesi’nin önemli parçalarından biridir.

    “Sykes-Picot anlaşması ile I. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’nun nasıl şekilleneceğine karar veren İtilaf devletleri bağımsız bir Kürdistan devletinin Ortadoğu üzerinde yüzyıllardır güç

    mücadelesi yapan Türk, Arap ve Pers yapıları için temel bir rahatsızlık noktası olduğunun bilincindeydi. Kürdistan proje-sinin uygulamaya sokulması demek üç kadim bölge devletinin parçalanma riskinin göze alınması demektir. Özellikle projeyi ilk defa dillendiren Büyük Britanya’nın Kürdistan’ı çok geç-meden rafa kaldırması manidardır. Kuşkusuz Britanya’nın pro-jeden vazgeçmesi Kürtlerin aşiret yapısı ve Anadolu’da süren anti-İngiliz Kuvay-i Milliye harekatına duydukları sempati ve verdikleri destek ile direkt ilişkili olduğu kadar Britanya’nın Ortadoğu Satranç Tahtası’ndaki güç dengelerini kollaması ile

    de doğrudan alakalıdır. Britanya “balance of power” politikasını I. Dünya Savaşı’nda çok etkili bir şekilde kullanmış olup söz konusu politika hali hazırda Anglo-Amerikan halefleri tarafından uygulanmaktadır.

    “İngilizler için İngiliz yanlısı bir İran rejimi, Batı ile direkt çatışmadan kaçınacak bir Türk devleti ve doğrudan kendi mandaları altındaki bir Irak üçgeni içinde Kürdistan devletinin kurulması manasızdır ve menfaatlerine aykırıdır. Çünkü böyle bir devlet bölgede istikrarı sağlama ihtimali daha yüksek olan ve İngiliz menfaatleri ile direkt çatışmayacak üç dev-letin iç insicamını ciddi bir şekilde bozacaktır ve böylesi büyük bir riski İngiliz politika-sının üstlenmesi için ortada temel bir rasyonel argüman mevcut değildir. Ortaya çıkması tartışılan Kürdistan projesinin hayatta kalabilirliği, devamlılığı ve bölgede istikrara katkı yapabileceği her şeyin ötesinde İngiliz menfaatleri için dayanıklılığı çok tartışmalıdır.

    “İngiliz sivil ve askeri liderleri Gerhtrude Bell, T.E. Lawrence gibi bölge uzmanlarının tavsi-yeleriyle söz konusu projeden kısa zamanda vazgeçmişler ve Kürtlere verdikleri sözlere sa-dakatsizlik yapmaktan kaçınmamışlardır. Bu perspektifte ilk etapta Fransa’ya verilmesinde anlaşılan Musul Vilayeti petrolün önemini de iyi kavrayan İngilizler tarafından klasikleşmiş bir politik manevra ile Pax Britannica’ya dahil edildi. Bu noktada nasıl Anadolu’da yaşayan

    JeOpOliTik denklem Ve

    kÜrTler

  • 21murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    Kürtler Türkiye ve İran’da yaşayanlar da Pers Pehlevi kontrolü çerçevesinde ise İngilizler Musul Vilayeti içinde yaşayan Kürtleri de Arap hakimiyeti altında tutmak için mandaları altına aldıkları Irak’a bağlamak istediler. Bu perspektifte Musul Vilayeti’nin Türkiye’ye bı-rakılması Türkiye’nin bölgedeki elini güçlendirecek ve kontrol edilmesini zorlaştıracaktır. Dolayısıyla Britanya mandası altındaki Irak’a Musul Vilayeti bağlanarak Kuzey Irak’taki Kürtler üzerinde Arap hakimiyeti sağlanmış oluyordu. Sözkonusu zımni anlaşma ancak bölge ülkeleri Anglo-Sakson ittifakın aleyhine döndüklerinde Kürdistan projesinin hayata geçirilmesini uygun görmektedir. Bu yapı İngiltere’nin yerini global bir güç olarak alan Pax-Americana ile yukarıdaki çerçevede varlığını sürdürmektedir.

    “Bu noktada neden son zamanlarda Kürdistan teriminin sıkça dolaşımda olduğunun kısa bir değerlendirmesinin yapılmasına ihtiyaç vardır. Öncelikle bölge aktörlerinde I. Dünya Savaşı sonrası yaşanan major değişikliklere bir göz atmakta fayda var.

    “Ortadoğu’daki ince ve hassas denge 1979 İran Devrimi ile ciddi bir türbülansla karşılaştı. Bu türbülans süreci ve onun ana faili Humeyni yönetimi kaosu daha da derinleştirmek yolu ile adam edilmek istendi. Yaklaşık on yıl süren Irak-İran savaşı kaosun hangi derinliklere ulaştığını göstermesi bakımından manidardır: Kendini Babil kralı Nabukadnazer zanneden Saddam Hüseyin’in Sünni azınlığının yönettiği çoğunluğu Şii olan Irak’a karşı Pers impa-ratorluğunu uyandırmaya çalışan Pehlevi hanedanını deviren Şii Ayetullahların yönettiği İran. Sözkonusu savaş biter bitmez Saddam bu sefer de Irak anayasasını yapan ve ordu-sunu kuran Cox’ın yarattığı Kuveyt Emirliğini işgal etti. Kuveyt’in işgali Anglo-Amerikan ittifaka Ortadoğu’ya daha doğrudan müdahale etme şansı verdi. Bu süreçte Saddam’ın Kuveyt’ten çıkarılmasından belki daha da dikkat çekici olan nokta Irak’ın kuzeyinde 36. paralel itibariyle uçuşa yasaklı bir Kürt bölgesinin oluşturulmasıydı.

    “1979 Devrimi ile İran’ı kaybeden Anglo-Amerikan ittifak (Atlantik ittifakı) Kuveyt işgali sonrası Irak ile problemli hale gelmiştir. Bu yapı içinde Türkiye güvenilir müttefik statü-sünü korumaktadır. Hatta bu bağlamda özellikle Turgut Özal yönetimi altındaki Türkiye’ye Kuzey Irak’ın bırakılmasının bile mümkün olduğu tartışılmıştır. Bu konunun Türkiye cephe-sinde hararetli tartışmaları alevlediği malumdur. Bu noktada üzerinde düşünülmesi gereken nokta Kuzey Irak’ta özerk bir Kürt yönetiminin oluşturulduğu zamanın Atlantik ittifakının

  • 22murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    iki önemli bölge ülkesini kaybettiği bir zamana denk gelişidir. Anlaşılan ittifak bölgede kendi aleyhine olabilecek bir gelişmeye karşı önlemlerini aldığının işaretini vermektedir.

    “Amerika’nın Anglo-Sakson misyonun I. Dünya Savaşı sonrası yaptığını Ortadoğu’da yeni-lemek ya da temerküz ettirmek için 1991 I. Körfez savaşı’nı müteakip 2003 Irak işgalini gerçekleştirmesi Kürdistan projesinin tekrar raflardan inmesini sağlayan birtakım gelişme-leri tetiklemiştir. Bu gelişmelerde TBMM’nin Amerikan Ordusu’na Türkiye üzerinden geçiş izni veren tezkereyi onaylamaması da önemli bir rol oynamıştır. Türkiye’nin Irak işgalinde iyi müttefik rolünü oynayamaması Irak-İran problematiğini aşmak konusunda Türkiye’yi devreye sokmak isteyen Atlantik ittifakını zora sokmuştur. Türkiye-İran-Irak üçgeninde kendine müttefik bulamayan ittifak yeni bir müttefiki eskilerin enkazları üstünde kurmak-tan eğer durum kötüye giderse çekinmeyecektir. Bu perspektifte Amerikan yönetiminin işgalden beri Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Hükümetini güçlendirmek için elinden geleni yaptığını not edelim. İttifak için Türkiye Kuzey Irak’ın yönetimi bakımından da idealdir; ancak Türkiye ittifak karşıtı bir resim verirse bu durumda Kuzey Irak yeni bir müttefikin neşvünema edeceği bir zemin olarak geliştirilebilir. Tezkere reddi sonrası Kuzey Irak’ta söz konusu gelişmelerin yaşandığı aşikardır.”1

    2008 başında yazılmış yukarıda alıntılanan makalede de ifade edildiği gibi jeopolitik denk-lem mevcut durumda –ki 2008 ile karşılaştırılırsa çok daha fazla olarak- sosyolojik geliş-melerle beraber Kürt realitesinin güçlenmesine neden olmaktadır. Garip olan ve anlaşılma-sı büyük önem taşıyan nokta Türkiye’nin burada özellikle 1991 I. Körfez Savaşı’ndan beri gerçekleştirdiği siyasi hamlelerle bu trendi güçlendiriyor oluşudur.

    1 Musul Vilayeti ve Türkiye

  • 23murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    TÜrkiye’nin Ve Ortadoğu’nun şekillendiği 1920li yıllarda Halep ve Musul Vilayetleri’nin mukadderatları ile ilgili verilen kararların şu an Türkiye’nin çevresinde özellikle Ortado-ğu’da oluşturduğu kuşağı belirlediği ortadadır. Mezkur kararlar Türkiye’yi dönüp dolaşıp bulmakta ve kafasını kurcalamaktadır. Türkiye’nin ulus-devlet olma kararlarının da mez-kur kararlarla ilişkisi ortadadır. Aynı paralellikte Kürtler yaşadıkları ülkelerde ya daha özerk ya da özerk olma yolunda statüler talep etmektedirler. Kürtler Kuzey Irak’ta bölgesel bir hükümet kurmuş olup Suriye’de son iç savaş çerçevesinde özerk olma yolundadırlar. Türkiye’de ise Kürt siyasasının ana akslarını belirleyen mekanizmalar “demokratik özerklik” olarak tanımlanan bir statüden bahis aç-maktadırlar. Türkiye’nin ulus-devlet oluşuna ve Ha-lep-Musul Vilayetleri ile ilgili bağlantılı kararlarına karşın Kürt realitesi hem Türkiye’de hem de mezkur vilayetlerin bulunduğu ülkelerde –Suriye ve Irak- neşvüneva etmektedir ve daha önemlisi bu ortaya çıkış sürekli olarak Türkiye’yi tedirgin etmektedir.

    Türkiye ise ulus-devlet oluşundan beri ve büyük öl-çüde bu realiteyi koruma uğruna Kürt realitesi ile mücadele etmektedir ve garip bir şekilde bu müca-dele (veya tarzı) kendi ülke topraklarında olduğu kadar komşu ülkelerde de Kürt realitesinin daha da güçlenmesine neden olmaktadır. Özellikle son 20 yıllık politikaların bu süreci daha da tetikle-diği gözlemlenmektedir. I. Körfez Savaşı sırasında Türkiye’de zamanın başbakanı Özal’ın “Musul ve Kerkük’e girelim” sözleriyle hatırlanan periyot Türkiye’de politik kanat ile askeri kanat arasında sürtüşmeye neden olmuş; nihayetinde bu retorik pratiğe geçmemiştir. Ancak burada kuşkusuz etkili olan amil Türkiye’nin bu bölgeye girdiğinde muazzam bir tepkiyle karşılaşacağı kaygısı mıdır yoksa ulus-devlet yapısı ile uyuşmayacak bir tercihin uygulana-mazlığı mıdır bu tam anlamıyla belli olmamıştır. Özal’ın Kuzey Irak ile bir federasyona gitme noktasında sıcak açıklamalar yaptığı bilinmektedir. Ayrıca Türkiye’nin Kürt Sorunu’nu çözme noktasında da benzer düşüncelere sahip olduğu Öcalan’la anlaşmak istediğine dair de bir takım iddialar dolaşımda mevcuttur.

    Bu yaklaşımın ülke establismentı tarafından kabul görmediği ortadadır. Ancak bu fikir be-nimsenmemesine karşın Türkiye federasyona gitmeye gönüllü olmadığı bir yapıyı, Kuzey Irak Kürt yapısını, koruma yükümlülüğünü ise kabul etmiştir.1 Türkiye Çekiç Güç’e evsahip-liği yaparak ve uçuşa yasaklı bölge (no-fly zone) uygulamasını enforce edilmesini sağlaya-rak günümüz bölgesel Kürt yönetiminin ortaya çıkmasını sağlayacak koşulların oluşmasını temin etmiştir. Günümüz Irak yönetimin dışişleri bakanı olan ve Mesut Barzani’nin dayısı olan Hoşyer Zebari zamanında2 bu durumu şu şekilde açıklamıştı: “Türkiye bizim Saddam

    1 Lokman I. Meho, The Kurdish Question in U.S. Foreign Policy, A Documentary Sourcebook, Praeger, Westport, Connecticut, London, 2004, p.5

    2 Mezkur zamanda Kürdistan Demokrat Partisi (KDP)’nin dış politika sözcüsüydü.

    TÜrk pOliTikASı Ve kÜrT reAliTeSi

  • 24murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi & I. Bölüm

    Hüseyin’e karşı mücadelemizde Batı’ya ve tüm dünyaya bağlayan hayat damarımızdır. Biz müttefik hava korumasını ve uluslar arası yardımı Türkiye’nin işbirliği ile temin edebiliyo-ruz. Eğer Çekiç Güç çekilirse Saddam’ın üniteleri bu bölgede hakim olacak ve biz her şeyi kaybedeceğiz.”3

    Görüldüğü üzere günümüzde de son derece etkili olan bir Kürt liderinin de ifade ettiği gibi Türkiye Kuzey Irak Kürt yapısı bakımından vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Türkiye içine gir-meyi reddetmekle beraber neden böyle bir yapının dış garantörü olmayı tercih etmektedir?

    Bu sorunun değişik cevapları olabilir. Ancak ilk akla gelen cevap Türkiye’nin Atlantik İttifa-kı ile birlikte hareket etme saiki ile PKK’ya karşı Barzani-Atlantik ittifakı hattının desteğini sağlamaya çalışması olabilir. Burada Türkiye’ye ya bir Kürt devletinin kurulmasına müsaade edilmeyeceği ya da kurulsa bile bunun kendi Kürtleri ile ilgili iddialara sahip olmayacağı sözünün verildiği düşünülebilir. Bu durumda Türkiye kendi iç insicamını korumak ve bölgede etkisini sürdürmek için Kuzey Irak Kürt yapısının dış garantörü olmayı kabul etmektedir. Ancak bu durum Kuzey Irak’taki Kürt realitesinin tanınması anlamına da gelmektedir. Bu kuşkusuz Türkiye için pek hoş olmayan bir durumdur.

    Diğer yandan Türkiye’nin PKK karşısında Barzani (ve Talabani) ile çalışmak noktasına nasıl geldiğinin de anlaşılmasına ihtiyaç vardır. Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğu sonrası Kürt realitesine kendi ülkesinde ve komşularda nasıl reaksiyon gösterdiği daha önceki bölümler-de belli bir ölçüde aktarılmaya çalışıldı. Bu reaksiyon Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarında Musul ve Halep Vilayetleri’nde sürdürülen politikalarla eşgüdümlü olarak Kürtlerle (ve diğer-leri ile) ortak bir vizyon arayışı ile asimilasyon politikaları arasında gidip gelmiştir. Musul ve Halep vilayetlerinden çekilmeyi müteakip Türkiye Kürt realitesinin genel manada kendi ülkesel sınırları içinde ortaya çıkmasına karşı çıktığı için komşulardaki Kürt realitesi ile olan ilişkisi de bu durumu korumaya dönük bir bağlamda gelişmiştir.

    Türkiye Kuzey Irak’ta gelişen Barzani ve daha sonraki Talabani hareketlerini dikkatle izlemiş ve özellikle Barzani’nin Türkiye’deki etkisinin sınırlanması ile ilgili genel bir kanaate sahip olmuştur. PKK’nın ortaya çıktığı ve yükseldiği yıllarla Barzani hareketinin etkili olduğu yıllar (1974-1975) arasında bir korelasyon olduğu düşünülebilir.4 Bu duruma Türkiye siyasi sisteminin dahli ne düzeydedir bu hale tartışmaya açıktır. PKK’nın Türkiye kökenli sosyalist bir hareket oluşu çerçevesinde Türkiye’deki Barzani etkisini sınırlayacak bir örgüt olarak siyasi sistem tarafından algılanıp algılanmadığı bu çerçevede keza tartışmaya açıktır.5

    İlginç olan eğer Türkiye PKK’yı başlangıç itibariyle Barzani hareketine karşı bu sebeplerle tolere etmişse kuşkusuz gelinen nokta bu yaklaşımın Kürt realitesini sınırlamak açısından her bakımdan başarısız olduğunu göstermektedir. PKK günümüzde hem sosyal hem siya-si manada Türkiye’de Barzani’nin sahip olabileceği etki alanının çok ötesine taşmışken PKK’nın panzehir olarak düşünüldüğü Barzani hareketi Irak Kürdistanı’nın en etkili politika yapıcısı haline gelmiş ve özellikle Türkiye bu sefer aynı hareketi kendi ülkesinde ve Kuzey Irak’ta yükselen PKK’ya karşı destekleyerek bu sonucun oluşumunda kritik bir rol üstlenmiş-

    3 A.g.e.

    4 Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh ve Devlet, 2004, İstanbul, s. 57-59

    5 Martin van Bruinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, İletişim Yayınları, 2010, İstanbul, s. 302-309, 318-319

  • 25murat sofuoğlu

    türkiye ve kürt realitesi &

    I. Bölüm

    tir. Bu hal ise hem Türkiye hem de Irak cephesinde Kürt realitesinin yükselişinin mühürlen-mesi anlamına gelmektedir.

    Daha ilginç bir sonuç ise Türkiye’nin Arap Baharı çerçevesinde tüm Ortadoğu’daki rejim de-ğişikliklerine gösterdiği reaksiyon çerçevesinde hususiyetle Suriye’de uyguladığı ve benim-sediği politika ile kendini göstermiştir. Suriye Türkiye’deki Kemalist yapılanmansın Ortado-ğu’daki bir başka versiyonunu andıran ve Ortadoğu’da başka ülkelerde de kendini gösteren modern seküler cuntacı bir ideolojik yapılanma olan Baas partisi tarafından yönetilmek-tedir.6 Bu ülke göz ardı edilemeyecek bir Kürt nüfusa sahip olup özellikle Kamışlı merkez olmak üzere ülkenin kuzeyi (Kuzey Suriye) tarihi Kürt yerleşim merkezlerine sahiptir. Dahası aynı ülkenin Baasçı rejiminin günümüzdeki liderinin babası zamanında daha başka örgütler gibi PKK’ya kucak açmış ve evsahipliği yapmıştır. PKK’nın ve Abdullah Öcalan’ın Suriye ra-bıtası her zaman örgüt için kritik bir evreye işaret etmektedir.7

    Bu özellikleri yanında Suriye Esad ailesi başta olmak üzere Arap Alevilerinin etkili olduğu bir rejim tarafından yönetilmektedir ve buna paralel Türkiye’nin güneyinde ve daha sonra (1938-1939) Suriye’den Türkiye’ye katılmış olan ve Hatay ismini alan İskenderun Sancağı başta olmak üzere Hatay-Mersin hattında ciddi bir Arap Alevisi nüfus yüzyıllar boyunca ya-şamaktadır. Türkiye Arap Baharı’nın gelişimi ve yukarıda sıralanan mevcut özelliklere sahip Suriye’deki temerküzü çerçevesinde mezkur ülkede ortaya çıkan çoğunluğu Sünni olan mu-halefeti -Batı ülkelerinin tercihlerine de paralel- desteklemeyi tercih etmiştir. Bu tercihin Türkiye’yi Öcalan’ın Suriye’den çıkartıldıktan sonra sığınmaya çalıştığı ülkelerden biri olan Rusya desteği altındaki İran’ın kurguladığı Şii bir blokla karşı karşıya getirdiği ortadadır. Burada Barzani yapısı Türkiye-Batı hattında yer alırken PKK’nın Şii Blok-Rusya hattında yer aldığı gözlemlenmektedir.

    Kürt realitesi açısından baktığımızda ise Türkiye’nin Suriye politikasının daha önce Esad rejimi tarafından yoğun bir baskı altında tutulan ve zamanında Türkiye’ye karşı bir leve-rage olarak düşünülen PKK etkisi altındaki Kürt nüfus kadar Irak Kürdistanı ile özellikle Barzani ile bağlara sahip olan Kürt nüfusa hareket kabiliyeti getirdiğidir. Toplamdaki etki hangi bakımdan bakılırsa Suriye’de Kürt realitesinin yükselişidir. Bu yükselişin Türkiye’nin Suriye politikası ile olan rabıtası kayda değerdir. Türkiye’nin bu yükselişe ilk etapta verdiği tepkiler de kendi Kürtleri için nahoş bir görüntü arzetmiştir. Tüm bu çerçevede Türkiye’nin Suriye tercihinin kendi içindeki politik-sosyal sonuçlarının da riski yüksek hem Alevi-Sünni hem de Türk-Kürt gerginliği olmak üzere çift yönlü gerginliklerin artışına katkı yaptığı da gözlemlenmektedir.

    Sonuç olarak günümüzde ulaştığımız inkar edilemeyecek realite, Türkiye’nin son 35 senede ifadesi garip olsa da kendi ülkesinde Güneydoğu Anadolu merkezli olmak üzere uyguladığı iç siyaset ve Irak (Kuzey Irak & Irak Kürdistanı)’ta ve Suriye (Kuzey Suriye)’de uyguladığı dış politikalarla Kürt realitesinin her bakımdan yükselişinin sağlanmasında kritik bir rol oynadığıdır.

    6 Murat Sofuoğlu, “Kemalizm, Baasçılık ve Mübarekizm Gölgesinde Ortadoğu Nereye? 27 Nisan mı? 28 Şubat mı?”, http://www.surecanaliz.org/article/misir-suriye-ve-irakta-kemalizmin-izini-surebilir-miyiz

    7 Yalnızca PKK Suriye rabıtasına sahip değildir. Celal Talabani de KDP ile anlaşmazlığa düştükten sonra Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)’ni Suriye’de kurdu. Martin van Bruinesen, Kürdistan Üzerine Yazılar, s. 168

  • Türkiye ve kürT realiTesi & I. Bölüm

    Hakikat Her Şeyi kuŞatır

    SoSyal Üretim ve eğitim Çalışmaları Derneği

    S REÇANAL Z

    SÜreç Araştırma merkezi

    Sinan Paşa Mah. Şehit Asım Cad. Koç Han No:2 Kat:4 Beşiktaş-İstanbulTel & Fax: (212) 259 20 45 e-posta:

    [email protected] www.surecanaliz.org