sayi 15-kapak:layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi15.pdfmış soner...
TRANSCRIPT
AydınlıkBU SAYIDA
40KİTAP
TANITILIYOR
8 Haziran 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 15
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP.
Toplam: 529
“Kurtuluş Savaşı Öyküleri”nin yazarı Zeki Sarıhan“Kurtuluş Savaşı Öyküleri”nin yazarı Zeki Sarıhan“Kurtuluş Savaşı Öyküleri”nin yazarı Zeki Sarıhan“Kurtuluş Savaşı Öyküleri”nin yazarı Zeki Sarıhan“Kurtuluş Savaşı Öyküleri”nin yazarı Zeki Sarıhan:
“Halk katmanlarınınçabasına vurgu yaptım”“Halk katmanlarınınçabasına vurgu yaptım”“Halk katmanlarınınçabasına vurgu yaptım”“Halk katmanlarınınçabasına vurgu yaptım”“Halk katmanlarınınçabasına vurgu yaptım”
Türkleri Anadolu’dan silme planı
Komünistama iyiadam!
Yaşamadannefes alanlar
Trajediknostalji
Tek ve büyükDoğu’nunmasalları
Geçen 30 May�s'ta 84 ya��ndayken yitirdi�imiz, yazar, çevirmen vesinema tarihçisi Rekin Teksoy, ülkemizde say�lar� ne yaz�k ki giderekazalan onurlu ve namuslu ayd�nlar�m�zdan birisiydi.
Son nefesine kadar bir kar�nca titizli�iyle çal��may� sürdüren(O�lak Yay�nlar� için bir “Ansiklopedik Sinema Sözlü�ü” haz�r-lam��t�) Teksoy, ölümünün ard�ndan genellikle vurguland��� gibi bir“�övalye”ydi. Bu ünvan�, “Decameron” çevirisinin mükemmelli�i ne-deniyle, �talya Cumhurba�kan� taraf�ndan Kültür �övalyesi ni�an�ylaödüllendirildi�inde alm��t�. Bunun d���nda da ya�ama ve sanata kar��tutumu nedeniyle tüm ya�am�n� bir �övalye gibi geçirmi�ti.
Saint Michel Frans�z Lisesi'nin ard�ndan �.Ü Hukuk Fakültesi'nibitiren, hukuk doktoras� yapmak için Roma'ya giden ancak hukukunde�il, sineman�n yolundan yürümeyi tercih eden Teksoy, gerçek an-lamda bugüne kadar Türkiye'de yaz�lan ve yay�mlanan en kapsaml�sinema kitab� olan “Rekin Teksoy'un Sinema Tarihi”nin (Kabalc�Yay.) ve “Rekin Teksoy'un Türk Sinemas�” gibi temel ba�vuru kay-naklar�n�n da yazar�yd�.
“�lahi Komedya”dan Buzzatti, Pavese, Calvino yap�tlar�na; Machi-avelli'nin “Prens”inden Pasoloni'den “Gramsci'nin Külleri”ne dek birdizi önemli çeviriye de imza atan Rekin Teksoy, ölümünün ard�ndan,onursal ba�kan� oldu�u Sinema Yazarlar� Derne�i'nin (S�YAD) aç�k-lamas�nda da vurguland��� üzere “entelektüel birikimi ve ayd�nl�kki�ili�iyle hepimize örnek olu�turmu�,
sineman�n salt bir e�lence arac� olmad���n�, ama bununla birliktebulutlar�n üstünde yer alan yüksek ve eri�ilmez bir sanat olarak dakabul edilemeyece�ini �srarla vurgulam��, çal��malar�nda yedincisanata sosyalist bir yorumla yakla�man�n örneklerini ortaya koy-mu�tu.
� � �20 Nisan tarihli 8. say�m�zda “Grimm Masallar�”n�n Pinhan Yay�n-
lar�'nca eksiksiz ve sansürsüz biçimde çevirilip yay�mlanms�dolay�s�yla yer verdi�imiz tan�t�m yaz�s�nda bu masallar�n Alman dilive Alman kültürü aç�s�ndan oynad��� önemli role dikkat çekmi�tik.“Hansel ile Gretel”, “Pamuk Prenses”, “K�rm�z� Ba�l�kl� K�z” gibiyediden yetmi�e herkesin dilindeki bu masal derlemesinin yay�mlan-mas�n�n 200. y�l� dolay�s�yla Türkiye'deki Goethe Ensititüleri, 2012Grimm Y�l� Edebiyat Çeviri Yar��mas� düzenliyor. Son ba�vuru 30Haziran... Yar��maya ba�vurmak isteyenler di�er ayr�nt�lar�www.goethe.de/grimmceviri adresinden ö�renebilir.
Haftaya görü�mek dile�iyle...
Bir kültürşövalyesinin ardından...
8 HAZ�RAN 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAPİÇİNDEKİLER SUNU
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat
Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
Editör: Pınar AkkoçYazıişleri: Damla YazıcıReklam Müdürü: Saynur OkuroğluSayfa Sekreteri: Yasin Sarı
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
adına sahibi:Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk
Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt
Aydınlık
KITAP.
Haftanın Portresi: Jorge Luis Borges s. 4
“Komünist ama iyi adam” s. 6
Keyfin bedeli cehalettir s. 7
Bir Dersim Hikayesi s. 8
Kılıç ve Gezegen s. 9
Karanfillerle yürüyen adam s. 10
ZEKİ SARIHAN'DAN, RESMİ TARİHTEN DE İN-
KÂRCILIKTAN DA FARKLI BİR YAKLAŞIM:
“KURTULUŞ SAVAŞI ÖYKÜLERİ” s. 12-13
Ateşin Ortasındaki Yengeç! s. 15
Çürümüş halde yaşarken ve ölürken s. 17
Yeni Çıkanlar s. 18-19
Çocuk s. 20
Alıntı Test-Bulmaca s. 21
Yaşamadan nefes alanlarındünyasına eleştirel bakış s. 5
Gericiliğe karşı “büyük koalisyon” çağrısı s. 16
ÖneriYorum1.) Nutuk, M.K. AtatürkTekrar tekrar okumamız gerekir. Onu yeterince
tanıyamamışız...2.) Samizdat, Soner YalçınSözümona Balyoz, Ergenekon gibi davaların ger-
çekte ne anlama geldiğini çok iyi anlatıyor.Bunların tamamen uydurmalardan yola çıkıla-rak hazırlanan davalar olduğunu çok iyi anlat-mış Soner Yalçın. Binlerce klasörün, sayfalarcadüzmece iddianamelerin özeti niteliğinde.
3.) İddianamem: Balyoz ve Gerçekler, ÇetinDoğan
4.) Abdullah Öcalan'ı Nasıl Sorguladım, H.Atilla Uğur
5.) Sızıntı, Barış Pehlivan/ Barış TerkoğluBu üç kitabı da aynı sebepten öneriyorum. Tür-
kiye'de olup bitenleri daha iyi anlamak içinokunması gereken kitaplardır. Silivri'de yazı-lan kitaplar sayesinde gerçekler gün yüzüneçıkıyor...
Suzan Aksoy
ERKAN ILDIZCaretta Yayınları, “100 Yılla Yüz-
leşme ‘Anlaşılır Tarih’ Dizisi” adı al-tında başlattığı yayımda, ilk olarakgazeteci Kerem Çalışkan’ın “100 YılınRövanşı” adlı önemli çalışmasını,yakın tarihe meraklı okuyucuların dik-katine sundu. Kerem Çalışkan kita-bında, "Ermeni soykırımı" söylemiçerçevesinde kopartılan yaygaranın ar-dındaki gerçekleri sade bir dille, pekçok kaynağa dağılmış tarihi bilgileribaşarıyla sentezleyerek, konunun an-laşılmasını kolaylaştıran bir kurguylaokuyucuya aktarıyor. Çalışkan, kitabınönsözünde, bu çalışmayı yapma ne-denlerini şöyle açıklıyor:
“2012 yılı, Balkan Savaşı ve Balkan-lar'da Türk- Müslüman soykırımının100. yıldönümü. 100 yıl önce, OsmanlıTürkleri 500 yıl hüküm sürdükleri atatopraklarından, Haçlı zihniyetine ben-zer bir vahşet ve düşmanlıkla 'kan vedehşet' içinde atıldılar. 600 bin Türkve Müslüman öldürüldü. 900 bini göç-men olarak İstanbul ve Anadolu'ya sı-ğındı. Avrupa kılını kıpırdatmadı.Tam tersi 'Hıristiyan' milletlere destekverdi. Bu olaydan hemen sonra 1.Dünya Savaşı içinde 1915'te ünlü 'Er-meni tehciri' (sürgün) olayı yaşandı.Bu olay sırasında da 1 milyona yakınErmeni, Anadolu topraklarını terketti. Ermeniler 100 yıldır bu olayı 'Er-meni soykırımı' olarak niteliyor ve 500bin ile 1 milyon arasında Ermeni'ninTürkler tarafından kasten soykırımauğratıldığını öne sürüyorlar.
Tüm bu olaylar 100 yıl sonra haklıolarak yoğun biçimde tartışılıyor.Daha da tartışılacak.
Bu kitabın ana tezi şudur: 1915 Er-meni tehciri, 1912 Balkanlar'daki Türkve Müslüman soykırımının Anado-lu'da Rus Çarlığı ve Ermeni milliyetçi-leri tarafından tekrarlanmakistenmesinin bir sonucudur. 1912-1915arasında sanılandan çok daha fazla birneden-sonuç ilişkisi vardır.
Bu kitap Ermeni tehcirine yol açan
olayların geniş bir panaromasını ver-meye çalışıyor. Okuru, 'büyük fotoğ-rafı' görmeye çağırıyor. Olayın birbütünlük içinde kavranmasına çabaharcıyor. Tarihi 'arka planı' gözlerönüne seriyor.
Çünkü Türkiye tarihinin hiçbir dö-neminde, olaylar ve tarih bu kadarçarpıtılmadı, bu kadar siyasi malzemeyapılmadı (...) Üstelik tıpkı 100 yıl ön-cesindeki gibi 'Büyük Devletler' bölge-mizi, Kafkaslar ve Ortadoğu'yuyeniden dizayn etme çabasındadır.Türkiye yine tıpkı 100 yıl önceki gibitüm bu hesap ve planların odak nokta-sındadır. Eğer gelecekte Türkiye üze-rine oynanan oyunları ve yapılanhesapları daha iyi anlamak istiyorsak,yani yarınımızı kendimiz şekillendir-mek istiyorsak, tarihimizi dahi iyi bil-mek zorundayız. Kısacası: Tarih artıkyarındır!”
Kerem Çalışkan kitabında, konuyailişkin bilgileri üç ana eksen etrafındaanlatıyor: Ermeni meselesini kullananemperyalist politikaların özü, bu poli-tikaların uzantısı olarak Türk ve Er-menilere karşı uygulanan kırım vetehcir.
1912 Balkan Savaşı ile başlayan ve1922'de Anadolu'da Kurtuluş Sava-şı'nın başarısıyla noktalanan 10 yıllıkdönemin, Avrupa ve Anadolu' da Os-manlı çökerken, Türk milletini ve var-lığını tümüyle “yok etme” planları vehesapları etrafında yaşandığını vurgu-layan Çalışkan, Balkanlar'daki “Türk-Müslüman soykırımının” bu çerçevedeRusya ve Batı desteğinde Balkan-lar'daki farklı milliyetler tarafındanbaşarıyla uygulandığının altını çiziyorve “Tarihiyle yüzleşmek isteyenlerönce bu olguyu tespit etmek zorunda-dır”lar diyor.
(100 Yılın Rövanşı, Kerem Çalışkan, Caretta Yay., 142 s.)
8 HAZ�RAN 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP
HAFTANIN PORTRES�
“Zaman beni sürükleyen birnehir; ama nehir benim. Beniparçalayan bir kaplan; ama kap-lan benim. Beni tüketen bir ateş;ama ateş benim. Evren ne yazıkki gerçek… Ben ne yazık ki Bor-ges’im” diyen, öykü ve denemeyazarı, şair ve çevirmen JorgeLuis Borges, 24 Ağustos 1899’daArjantin’in başkenti Buenos Ai-res’te doğdu. Babaannesinin İngi-liz olması nedeniyle, İspanyolcave İngilizce konuşulan bir evdebüyüdü. Çokkültürlülük ve çokküçük yaşta satranç paradokslarıöğrenmiş olması tüm yaşamını veyazarlık serüvenini etkiledi. Ay-rıca öykülerinin çoğunda başatyerler edinen “bahçe” ve “kütüp-hane” gibi olgularla da çocuklukyıllarında tanıştı.
Ailenin, Birinci Dünya Savaşıpatlak vermeden kısa süre önceCenevre’ye taşınmasıyla, Bor-ges’ın Fransızca, Almanca ve La-tince öğrenmesinin de yoluaçılmış oldu. Felsefi açıdan Scho-penhauer'u, edebi açıdan WaltWhitman'ı keşfetmesi de bu dö-neme denk geldi.
Savaştan sonra ailesiyle bir-likte İspanya'ya taşındı ve yazarolmaya karar verdi. Yazarlıktakipusulası “kuşkuculuk”tu. 1921'degene ailesiyle birlikte Arjantin'edöndü, 1923'te ilk kitabı “BuenosAires Tutkusu”nu çıkardı. Önce-den yayımlanmış bazı hikâyelereyeni karakterler katmak ve yeni-den boyutlandırmak şeklinde bir
edebiyat tarzı tutturan, 1955'te enbüyük tutkusu olan kitaplarladolu bir dünyada yaşamaya başla-yıp Arjantin Ulusal KütüphanesiMüdürlüğü'ne getirilen Borges,babasından miras kalan ileri de-recede göz bozukluğuyla da bu sı-ralarda tanıştı ve sonunda köroldu. “Körlük” onu, politik ola-rak da etkiledi ve Peron döne-minde sıkıntılar çeken bir aileninüyesi olmasına rağmen ülkesin-deki faşist diktatörlük döneminde“hiçbir şey görmedi”, olan biten-den tek satır söz etmedi. 1961'deSamuel Beckett'le birlikte Ulus-lararası Yayımcılar Ödülü'nü ka-zanınca dünya çapında tanınırlıkelde etti.
“İnsanoğlu yıllar boyu bir boş-luğu imgelerle, dağlarla, illerle,krallıklarla, körfezlerle, gemi-lerle, adalarla, balıklarla, oda-larla, aletlerle, yıldızlarla, atlarla,insanlarla doldurur. Ölümündenaz önce ise, usanmaz çizgi labi-rentinin kendi yüzünün imgesinioluşturduğunu anlar” diyen; Um-berto Eco'nun “Gülün Adı”ndakikör kütüphaneci karakterini oluş-tururken esinlendiği J. L. Borges,14 Haziran 1986'da Cenevre'dekanser tedavisi görürken yaşamaveda etti.
Türkçeye çevrilen kitaplarınınbazıları şöyledir: “Yolları Çatalla-nan Bahçe”, “Kum Kitabı”, “Al-çaklığın Evrensel Tarihi”,“Atlas”, “Brodie Raporu”, “Düş-ler Varlıklar Kitabı”.
Jorge Luis Borges(1899-1986)
KEREM ÇALI�KAN'DAN, “ERMEN� SOYKIRIMI” SÖYLEM�ÜZER�NE B�R ÇALI�MA: "100 YILIN RÖVAN�I
Türkleri Anadolu’dansilme planı
Kerem Çal��kan
Aydınlık KİTAP
MELİS YALÇ[email protected]
“Alexandre Eiffel 38 yaşında, Pa-ris’te yaşayan, Finlandiyalı güzel birkadınla evli, büyük bir işyeri sahibi-dir. Günün birinde, aniden, yetişkinbiri olduğunu, bir zamanki küçükAlexandre’dan kendi-sinde artık eser kalmadı-ğını hissederek dehşetedüşer. Dahası, yetişkin-lerin monoton, ölgün,yalancı dünyasında yaşa-dığı kafasına dank eder.Küçükken kendisineKüçük Vahşi dediklerinihatırlayıp hayatın ve ne-şenin damarlarında ak-tığı, her zamansürprizler peşindekoşan, delişmen, dik-katsiz, hayalperest ço-cuğun, yani KüçükVahşi’nin bir zamanlarsürdüğü hayata dönmeye kararverir.”*
Alexandre Jardin’in Nil Çayan tara-fından dilimize çevrilen ve Yapı KrediYayınları tarafından yayımlanan“Küçük Vahşi” adlı kitabı, arka kapa-ğında da kısaca bahsedildiği gibi, mo-dern yaşamın tekdüzeliğindensıyrılamayan, yazarın kelimeleriyle“yaşamadan nefes alan” yetişkinlerinkorkularını büyüteç altına alıyor. Jar-din bu romanında, Fransa’nın sem-bollü haline gelen Eyfel Kulesi'nitasarlayan ve Amerika Birleşik Dev-letleri’nin simgesi olan New York’takiÖzgürlük Anıtı’nın armatürünüyapan Gustave Eiffel’in torunu Ale-xandre Eiffel’i hikâyenin merkezinealıyor. Ve dedesinden daha muhafaza-kâr bir hayat seçmiş olan Eiffel’in ya-şadığı “yetişkin” hayatından sıkılıpdeli dolu çocukluk günlerine ve tabi kiçocukluk aşkına dönme hikâyesini an-latıyor.
“Bir gün dehşet içinde artık yetiş-kin bir insan, otuz sekiz yaşında birbudala olduğumun farkına vardım.Çocukluğum içimde yaşamıyorduartık. Uzun zamandır hiçbir şey bendeisyan duygusu uyandırmıyordu. Eski-den damarlarımda dolaşmakta olanhayat ve neşe uçup gitmişti. Artıksürprizsiz bir adam olarak, yerleşik birkonumdan zevk almadan faydalanı-yor, neredeyse hiç çiftleşmiyor ve yü-zümde sönük bir ifade taşıyordum.
Delişmen, dikkatsiz ve hayalci, herke-sin ‘Küçük Vahşi’ diye çağırdığı küçükçocuğa hiç de layık olmayan evcilleşti-rilmiş koca görüntüsü altında utanma-dan yan gelip yatıyordum.”
Alexandre Jardin’i belki, büyü-düğü evi anlattığı eğlenceli romanı“Jardinlerin Romanı”ndan bilirsiniz.
Ancak onu esas meşhureden üçüncü romanı,yirmi bir dile çevrilmiş veJardin’e yirmi beş ya-şında "dünya dillerineçevrilen en genç yazar"unvanını kazandırmışolan “FanFan”dır. Kitap-larını okumadıysanızbile, gösterim tarihi 1993olan, kendisinin yönettiğive kitabıyla aynı ismi taşı-yan “FanFan”ı duymuş-sunuzdur bir yerlerde.Başrollerini Sophie Mar-ceau ve Vincent Perez’inoynadığı film, aşka yeni
bir bakış açısı getirmeyi hedeflemişgibi görünüyor. “Ama yaşamın birparçasıdır kötülük de, tehlike de;onunla yüz yüze gelmezse insan,omurgasızlar sınıfına girer. Aşk, ba-şarısız olma tehlikesini de zorunlukılar. Her şeyin bedeli vardır.”
“Aşkı korumaya çalışan bir erkeğive aşkı bulmaya çalışan bir kızı anla-tan FanFan, kişiyi kendi dünyasındabir seyahate çıkartıyor. Esas oğlanyani Alexandre (Vincent Perez) veâşık olduğu kız Fanfan (Sophie Mar-ceau) arasında geçiyor film. Alexan-dre Fanfan’a âşık olur ve bunu daevlilik arifesinde yapması işleri kızış-tırır. Bir yanda Alexandre’nin evle-neceği kadın ve bir yanda Fanfan.Aslında çocuk her şeyi elinin tersiyleiter ve kıza sahip olabilir ama bakışaçısı cinsel değil tamamen duygusal-dır. Kendine söz verir. Hayatının so-nuna kadar flört edecektir ve aslakızı öpmeyecektir. Böylelikle aşkıngündelik sorumluklarından kurtula-cak ve kendilerini tüketmesini önle-yecektir fakat ortada bir sorunvardır. Kız buna dayanabilecekmidir?”**
*Kitabın arka kapağından alınmış-tır.
**Filmin internetteki tanıtım met-ninden alınmıştır.
(Küçük Vahşi, Alexandre Jardin, Yapı Kredi Yayınları,
Çev. Nil Çayan, 200 s.)
Yaşamadan nefes alanların dünyasına
eleştirel bir bakış
8 HAZ�RAN 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Murat HATUNOĞ[email protected]
Türkiye’de İncil’den söz açıldığındavazgeçilmez birkaç cümle duyulur: “As-lında İncil de Allah’ın kitabı, ama tahrifedildi, değiştirildi. Zaten bir sürü İncil var.Adamlar yeniden yazıyorlar...” Şayet or-tamda soru sorma yetisini kaybetmemişbir insan varsa, o da bir soru sorar: “Pekiya Kur’an?” Ve cevabı -büyük ihtimalle-“Kur’an Allah tarafından korunuyor.”olur, konu İslam üzerinden, -daha doğ-rusu- İslam’ın klişeleri üzerinden devameder.
Çokça kez böylesi konuşmalara şahitolmuşumdur. Dinler tarihi adına sahip ol-dukları bilgi, “Din Kültürü ve Ahlâk Bil-gisi” derslerinde verilen “bazı dinlereİslam’ın bir mezhebinden göz ucuyla birbakış” eğitiminden öte olmayan insanlarortaya dinler adına birtakım keskin laflarkoyar, sohbet genelde hemfikir olunaraksürer ve konular, “İslam sonuncu ve enmükemmel din” noktasında sona erer.Gençler arasındaki din konuşmalarınınçoğunun -birtakım cemaat ya da tarikat-lara mensup değillerse eğer- alkol alınanortamlarda, yarı vicdan azabıyla yapıldığıda malumdur. Cehaletin, aczin ve bağnaz-lığın harmanlandığı bu ucu kapalı sohbet-ler, birisinin, “aman, bu konular da hepiçerken konuşulur” diyerek yarı mahcupgülümseyişiyle son bulur.
Acaba İncil sahiden de Allah kelamımıdır, üzerinde oynanmış mıdır ya dazaten Allah’ın değil, adamın kelamımıdır? Bu sorularının cevabı, İncil’e yöne-lik herhangi bir ansiklopedik bilginin ilksatırlarında yazılıdır: İncil, -kaynağı tartış-malı olmakla birlikte- insan yazmasıdır.Ve yorumları, daha doğrusu, yorum fark-ları ortalığı tarih boyu karıştırmış, hemHıristiyanların hem de Hıristiyan olma-yanların hayatlarını kana bulamıştır.
Ortalığın karışıklığı yetmezmiş gibi,adamın biri, hem de komünist adamınbiri, hatta hem komünist hem ateist ada-mın biri çıktı, yeni bir İncil yazdı. Gerçi,kipi kişisi tipik bir din kitabı gibi karmaşıkolsa da, formatı diğer İncil’lerden fark-lıydı. O doğrudan İsa’nın hayatını konualdı, insan olan İsa’nın. Ve işleri gerçektençok karıştırdı.
EDEB�YATIN KURMACA YAKASIBahsettiğimiz adam, Portekizli yazar
José Saramago. Portekizce dışındaki dün-yanın çok geç tanıdığı, O’na yetmiş altı ya-şındayken bir Nobel Edebiyat Ödülü ve ikiuçlu görüşler sunduğu José Saramago. El-bette Nobel’in ve iki uçlu görüşlerin önce-sinde yatıyor asıl cevher.
Yaşamına 1922 Portekiz’inde bir kasa-bada fakirlik içinde başlayan yazar, tahsi-lini üniversiteye kadar devam ettirdi, amaüniversite eğitimini tamamlayamadı, zirametal işçiliğiyle üniversite hayatı birbirinitamamlayamadı. Ama o kaynak atölye-sinde çalışırken bile yazmaktan geri dur-madı, ilk romanı “Günah Ülkesi”(“Terrado Pecado”) daha yirmi beş yaşındaykenyayımlandı. Bu sayede hayatı atölyedenyazıhaneye taşınmaya başladı. Yaklaşıkyirmi yıl gazetecilik yapan Saramago, ge-nelde edebiyatın kurmaca yakasında yeraldı.
Kurmacalarının gerçekliğe olan bağıfevkalade kuvvetliydi ve bu bağ birçok in-sanı tutunduracak düğümlerle bezeliydi.Mesela; “Manastır Güncesi” ya da orijinal
adıyla “Memorial doConvento”, sol kolunusavaşta kaybeden Balta-sar ile gözleri sıradan in-sanların göremediğiderinlikleri görebilen,annesi cadı diye engizis-yon tarafından yakılanBlimunda’nın aşkındanbahsederken, aslındaengizisyonu, örgütlü din ile birey arasın-daki çekişmeyi anlatıyordu.
1995'te yayımlanan “Körlük” (“EnsaioSobre a Cegueira”) de kurmacadaki ger-çeği serdi halkların önüne. Halkların diyo-ruz, zira kitapları yirmiden fazla dileçevrildi yazarın. İnsandan insana bulaşanbir körlük salgınının karantinayla ya dabaşka bir yöntemle durdurulamayışını veherkesin kör olmaya başlayışını anlattı“Körlük”te, ama kör olmayan bir karakteryaratmayı ve mecazını onunla doldurmayıda bırakmadı. Tahmin edilebileceği üzere,bu körlük, vahşi sistemin yarattığı kör-lüktü. Nobel alışının üç yıl öncesinde çıkankitap, en bilindik eseri oldu yazarın. Bir defilmi çekildi, Fernando Meirelles yönet-menliğiyle. Galasında Saramago’nungözyaşlarını dökecek kadargerçekti film.
Eserlerinde vahşi düzen-den bahsettiği gibi, o düze-nin besleyicisi olan veneredeyse külliyatı ya-lanlarla dolan bir alan-dan, dinden de sözetmekten uzak durmadı.Hatta dine dokunan kitap-ları sansürlenmesine, engellen-mesine ve ülkesini terketmesine bile yol açtı. Bazende iyice garipleşiyordu ona yö-
neltilen “eleştiriler”. Me-sela; Vatikan, resmi yayınorganı L'Osservatore Ro-mano gazetesinde, “HaçlıSeferleri veya engizisyondüşüncesi bile uykularınınkaçmasına neden olan Sara-mago, kültürel ve dinsel kı-yımları, 'temizlik'girişimlerini görmezlikten
gelmeyi yeğlemişti” diyordu Saramagoiçin, Saramago’nun ölümünden sonra.Aynı yazıda şu sözlere de yer veriliyordu:“Saramago din karşıtlığının akıl hocaların-dandı. O, hiçbir metafizik inancı kabullen-meyen, hayatının son anına dek tarihselmateryalizme, bir başka deyişle Mark-sizme inatla bel bağlamış bir insandı'.”
�SRA�L’� DE KIZDIRDIGerçi, Saramago’ya koyu Katolikler açı-
sından bakıldığında çok da şaşırmamakgerek, zira, "İncil'i okuyan, inancını kaybe-der. Katoliklerin çoğunun bu kalın kitabıokuduğunu sanmıyorum" diyebilen biradamdı Saramago. Sadece bu da değil,“Kabil” (“Caim”) adlı yapıtında, İncil'in
tanrısını kötücül ve kinli bir tanrı ola-rak anlatmış, bazı çevreleri çok
kızdırmıştı.Sadece Katoliklerle değildiSaramago’nun derdi, Filis-
tinlilere uygulanan am-bargoyu
Auschwitz-Birkenau’ya,yani Nazi Almanyası tara-
fından II. Dünya Savaşı dö-neminde kurulmuş en büyük
toplama, zorunlu çalışma ve imha kampınabenzetecek kadar karşısındaydı İsrail’in de.
Düşünün işte, böyle bir adamın yaz-dığı İncil nasıl olur. Tahminden hiç de
uzaklaşılmadığı üzere, son derece ilginç,eleştirel ve ironi dolu bir kitap, “İsa’yaGöre İncil”. Okumaya başlar başlamaz,seksi bir Mecdelli Meryem betimiyle hafifşaşırtan roman, ikinci bölümde İsa’nın an-nesi olan Meryem ile Yusuf’un cinsel iliş-kiye girişini anlatmasıyla okuyucu şokauğratıyor. Yıllarca, “Meryem Ana“ ya da“Bakire Meryem” şeklinde anılan bir ha-nımı farklı bir yaklaşımdan okumak okurubaşta karmaşık duygulara itse de, bu anlatıkısa sürede okurun tabularını -en azındanokuma süreci için- yıkıyor. Ve okur kendininokta, virgül ve kesme işaretinden başkanoktalama imi olmayan bu kitabın kayganzeminine bırakıyor.
Kitabın zemini kaygan; zira noktalamaişaretsizliği, eylemlerdeki kip-kişi değişimi,diyalogların belirgince ayrılmayışı durumuile birleşen yazarın ince ince ettiği alaylar,derinlere döşediği ironiler okuru çabucakdüşürebiliyor. Tabii üsluba alışma süreci ta-mamlandığında bu kayganlık, koşar adımokumaya, okudukça hızlanmaya imkan ve-riyor. Kitabın kurguyla karılmış bilgileri ha-lihazırda var olan bilgilerle çarpıştıkçaartıyor merak. Ama, uyarmadan geçmeye-lim; Hıristiyanlık tarihine dair azdan birazfazla bilgi gerektiriyor kitap, yoksa kitabınattığı zihin yumrukları yumuşayıveriyor. Hı-ristiyanlık’ı çok bilenlerin de, kitabı okur-ken bazı bildiklerini unutması gerekiyor,yoksa kafa kavgası okunurluğu öldürebili-yor. Velhasıl, İsa’ya inanan da inanmayanda okumalı bu kitabı. Okumalı, okudukçafikirler çarpışmalı ve yeni fikirler, çarpışma-dan çıkan filizler yeşertmeli dünyayı. Çar-pışmadan.
(İsa'ya Göre İncil, José Saramago, Kırmızı Kedi Yayınevi,
Çev. E. Efe Çakmak, 388 s.)
“Komünist ama iyi adam”
Aydınlık KİTAP
SEYY�T NEZ�R
Egemen ideolojinin basıncını azaltmaya yönelik bir karşıdiloluşturmak, devrimci programın ana ilkelerinden biridir. Bununen çarpıcı ve benzersiz örneğini oluşturan Türk dil devrimi, aynızamanda tüm devrimci süreci üstlenen ve kalıcılaştıran bir olgu-dur. Oysa aynı dönemde Batı’da, faşizmin ideolojik saldırısınauğrayan dil, bütün bir 20. yy. boyunca insanı tarihsel köklerindenve bilinçlenme ediminden koparma girişiminin tecavüzlerine uğ-ratıldı.
Deleuze, Sade’ınçağrısını 200 yıl sonraalarak, “aklın bedenüzerindeki faşizmi”nisona erdirme savaşınıbaşlattığında, haz ilke-sine dayalı postmodernideolojik biçimlenmenincehaletle sağlanan tüke-tim silahlarını da oluş-turmaktaydı. Diyalektik aklın düşmanları, zorunlu ve duyusalbilgiyi içermekle yükümlü oluşunu yeterli bularak, onu, “vücu-dun özgürlüğü” adına, hurafenin buyruğuna veren Yeni Orta-çağ’ın taşlarını döşüyordu: Bu; zamanı tarihin ve geleceğinyüklerinden kurtararak an’a kilitlemek üzere, aklın uzağında,bildirisini tam da Orhan Veli’nin üç dizelik şiirinde bulan, ceha-letle örülü bir yaşam anlayışını egemen kılmakla olanaklıydı:
DüşünmeArzu et sade;Bak, böcekler de öyle yapıyor. Bedeni hurafeyle tutsak alan bağnazlığın yerini bu kez aklı
bedenden koparan ve arzuyu çıkardığı kafese aklı tıkan bir an-layışın savunulması alıyor. Böylece sanat da tarihsel işlevinin dı-şına düşerek boşalma aracı olmaya indirgeniyor. Oysa teşbihtehata olmaz koyutuna sığınarak kaba bir benzetmeyle söyleyecekolursak, vücuttaki mikropları, fazla yağ ve kiloları terlemeyle ata-rak sağlıklı yaşama kavuşmada spor neyse, Aristocu sanat anla-yışına göre, ruhsal çirkinliklerden, zihinsel çirkinlik ve atıklardanarınma, gövdeyle akıl arasındaki diyalektik tümlüğü yönündesanat da odur.
SANAT HAZ �LKES�NE �ND�RGENEMEZSanat ister arınma, ister büyü ya da aydınlanma, isterse dö-
nüşüm yöntemine yaslansın, her türlü süreçte asla keyif ve haz il-kesine indirgenemeyecek bir duyularve akıl bileşkesi, cehaleti pom-palamaktan kaçınması gere-ken bir etkinlik biçimidir.
Kapitalist tekellerinelinde her türlü tekno-lojik donanım, cehaletikeyif içinde koyulaş-tırma, insanı birörnekiçgüdüsel kalıplarakendi seçimiyle ve öz-gürlük adına sığdırmaamacının araçlarıdır.Nasıl ki işçi, işgücünü sat-mak üzere serflikten özgür-leşirken, tüm emeği ve yaşambiçimiyle kendinin sermaye köle-liğini oluşturan süreci yaratırsa, aklınegemenliğinden kaçarken de haz ilkesine ve keyif tutkusunaboyun eğdikçe, bilgisizliğe, akıldışı olana, içgüdülere yenik düşer.Elbette böylece egemen ideolojinin parçası ve egemen sınıfın rı-zaya dayalı kölesi olur.
MAYANIN TUTMASINDA ISRAR ETMEKPostmodern edebiyat ve felsefe, “kelimeler ve şeyler” arasın-
daki ilişkide özellikle geniş bir boş alan bırakarak, bu alanı ger-çekliğin geçici ve belirsiz olduğu yalanlarıyla doldurur, sözcüğükendi başına varlık olarak alır, sonra da ona boyun eğmektenkurtuluş niyetine sözcüğü yerleşik anlamından uğratarak, öncedile, ardından iletişim ihtiyacımıza karşı güvensizlik yaratır. Bunedenle, devrimci dünya görüşü, sözcüklerin anlamına sıkı sı-kıya sahip çıkmak, onlarda zamanla oluşacak ses ve anlam es-nemelerini, genişleme ya da daralmayı ideolojik içeriğiylekavramak zorundadır.
Şimdi bu çerçevede ortaya çıkan sonucu nokta hedefiyle sı-nırlı bir dar alana yönelerek vurgulayabiliriz elbette: Hazla gezi-len bir resim sergisi, doyurucu bir dinleti, “keyif alarak izlenmesigereken bir oyun” ya da film önerisi getiren sanat değerlendirmeyazıları yerine, insanda trajedisini yaşama ve aydınlanma coş-kusu, dönüşüm umudu ve estetik beğeniyle yüklü bir eylemlilikisteği uyandıran, okuru silkeleyen yazıların daha anlamlı ve iş-levsel olacağı açıktır.
Keyfin bedeli cehalettirARA KABLO
Devrimcidünya görü�ü,
sözcüklerinanlam�na s�k� s�k�ya
sahip ç�kmak, onlardazamanla olu�acak ses
ve anlam esnemelerini,geni�leme ya da
daralmay� ideolojikiçeri�iyle kavramak
zorundad�r
8 HAZ�RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP8
CENK ÖZDAĞ[email protected]
NOSTALJ�: GERÇEKTEN GEÇM��E KAÇI�
Nostalji, geçmişe öykünmek, yönel-mektir. Kökenini Yunanca nostos vealgos sözcüklerinin birleşmesinde bulu-yoruz. Nostos ''yuvaya dönüş'' anlamınagelirken, algos ise acı, ağrı anlamına gel-mektedir. Dolayısıyla, nostalji, geçmiş-ten, yuvadan uzakta kalanın çektiği acıanlamına gelmektedir. Yaşadığı güne tu-tunamayan ve geleceğe dair umudunuyitiren kişi geçmişi, geldiği yeri bir idealolarak kurgular. Bu bir kurgulamadır.Geçmiş sadece anımsanmaz, betimlen-mez ama bunlardan daha da fazla geç-miş yeniden ve yeniden ideal bir dünyaolarak kurgulanır.
NOSTALJ�, ROMANT�K VE SE�C�D�R
Kıta Avrupa felsefesine, Marksizme,psikanalize karşı tutum alan Karl Pop-per dahi bilimselliğe ilişkin bir makale-sinde bilimin, gözlemle sınanmak üzere,bir idea (bir düşünce) ile bir hipotezlebaşladığını işler. Seçilecek düşünce yada hipotez bir yana, Popper'ın öğrencile-rine vurguladığı gibi, ''gözle!'' buyruğualan bir öğrencinin ilk soracağı şey:''neyi'' olurdu. Bırakalım bilim yapmayı,algılayan, gören ve eyleyen herhangi birinsan, John Berger'in ''Görme Biçimleri''adlı eserinde ortaya koyduğu gibi, yaşa-dıklarının, dünya görüşünün, beklentile-rinin bir sonucu olarak gerçekliğialmada seçicidir. Geçmişe dair bir anıyazma ya da anılardan bir tarih kurmagirişimi de benzer şekilde seçici olacak-tır. Romantik bir eğilim ise geçmiştenkırptığı, dahası bugünkü duruşu nede-niyle büktüğü, anılarla idealize edilmişbir tarih, bir geçmiş yaratacaktır. Bunaparalel olarak da kendi kahramanlarını,kendi acılarını, kendi zaferlerini gizlen-miş bir tarihi açığa çıkarırmışcasına se-rimleyecektir.
Nostaljik tavırla, bugünden bakıldı-ğında ''seçilen'' anılar biraraya getirilir vebugünün (bugünün karanlığının) zıddıbir geçmiş yaratılır. Geçmişin, bu yeni-den yaradılışı romantizmdir. Kurgula-nan tarih ve imgeler ''eski iyi günleri'',''silahın icat olmadığı mertliğin bozulma-dığı'' geçmişi, feodal kahramanları yü-celtir, gerçek olmayan bireyleri birerefendi kılar. Gerçek insanları ise önem-
sizleştirir. İstenilenin tam tersine ulaşılır.Geçmişte katledilen insanlara ağıt yak-mak isteyenler onları bir Hollywood fil-mindeki gibi ölen figüranlara indirger.Kamera, ölü figüranlar tarlasının üs-tünde yükselen bir feodal ''kahraman''aodaklanır. Feodal kahramanla özdeşlikkuran modern insan kendisini yenidenyaratır.
''�ÖVALYEL���N D�YARI'' DERS�MŞair Kemal Burkay, Dersimle ilgili bir
şiirinde, ''Bir uçtan bir uca Dersim hırçınve güzel / Dersim, o benim şövalyeülkem'' diyor. Mertliğin, erdemin, kahra-manlığın kutsandığı bir çağ olarak feo-dal çağ ilgi çekici şüphesiz. Fakat budizelerde de nostaljiyi, feodale öykün-meyi, şövalyeliğe övgüyü görüyoruz. Bubir kınama değil, bir saptamadır. Şöval-yeliğin kanunu, metalden zırhı giymek-tir. O zırh ise egemenlerin donudur.Egemenlerin o donu nasıl giyebildikleri,nostaljik şairin gözünden kaçar, onunodaklandığı o donu giyenin kimekılıç salladığıdır, kılıcı nasılalabildiği değil.
Bu yazının konusunudoldurmasa da, ne-deni olan kitapMetis Yayınları ta-rafından basılan''Bir Dersim Hika-yesi'' adlı öyküseçkisidir. Herseçki gibi bu seçkide erekseldir, do-layısıyla bir ereğivardır. Bu erekDersim temalı öy-küleri toparlamakdeğildir. Seçkiyi yapanMurathan Mungan'ınsunuşunda da belirttiği gibi''… elinizdeki (Bir Dersim Hi-kâyesi) kitap 1938 Dersim katliamınıeksen alan, ''ortak bir tema üzerine çe-şitlemeler'' diye nitelendirilebilecek öy-külerden oluşmaktadır''. Bu öyküleroluşturulan bu seçki için kaleme alınmışve Murathan Mungan tarafından belirlibir sıraya dizilmiştir.
Bu kitapta da Kemal Burkay'ın şiirin-den küçük bir alıntıyla verdiğimiz örnek-teki gibi ve yukarıda nostaljiye dairanlatılanlardaki gibi geçmişin yenidenkurulması, geçmişten belirli anların bü-yütülmesi, bükülmesi (çarpıtılmasıdeğil) ve belirli bir sıra içerisinde yenibir gerçekliğin yaratılması söz konusu-
dur. Bütün bunlar Murathan Mungan'ınönsözünde farklı sözcüklerle dile getiril-mektedir: ''Anadolu, kanlı sahne. Oncauygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiş-tirdiği; onca dilin, dinin, inancın, kültü-rün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlubir coğrafya burası'' diyen MurathanMungan kültürel çoğulculuğu savunur-ken nedense bu kadar çok kültürün var-lığının ve iç içe geçişlerinin sonuçlarıylaarasındaki bağı kurmaktan kaçınıyor.Dersim'in dökülen kanı gerçeklik ala-nından mitosların alanına sürükleniyor,''katiller'' orada aranıyor.
''�Y�'' EDEB�YAT VE HAK�KATKitabın ana yönelimini ve kurgusunu
anlattığı önsözde, Mungan, tarihsel-po-litik alana girmektedir. Kitabın içeri-sinde gerçeklik öykülerden ziyade,Mungan'ın bu yazısıyla bükülmektedir.Hangi “an”ları seçip çıkardığı, Dersimharekatını, toplumsal bütünleşmeyi,ulus-devlet inşasını, Ortaçağ ile hesap-
laşmayı bir yana bırakıp hangikurguya ulaştığı görülmek-
tedir. Sözü kendisinebırakalım: ''4 Mayıs
1937'de başlatılıp1939'da sona erenve her ne kadardevlet tarafın-dan adına“Dersim Ha-rekatı” densede apaçık birsoykırım olanbu katliama
ilişkin son yıl-larda sayıları gi-
derek artanbiçimde belge, bilgi
gün yüzüne çıkmayabaşladı''. Dersim Hare-
katını salt bir katliam ola-rak görmenin de ötesinde bir
soykırım olarak gören Mungan'ın bu id-diasını, tarihsel-politik bir kanıtlama or-taya koymadığından burada elealmayacağız, değinmekle yetiniyoruz.
Mungan, komşusundan duyduğuDersim hikayesi ile okuyan herhangi birinsanın vicdanını titretecek evrensel biracıyı dile getiriyor. Acı, evrensel bir acıyıbetimlese de gerçekliğin bir noktasındanbütün bir gerçekliği kurgulamaya yetmi-yor. Denebilir ki edebiyatın gerçekliğiyakalama, hakikati ortaya çıkarmak gibibir derdi yoktur. Fakat Mungan, yazdığıönsözde iyi edebiyatı tanımladığı bö-lümde bunun aksini söylüyor: “Edebiyatkin tazelemek için değil, hafıza tazele-mek için yapılır. İyi edebiyat insanlaragerçekleri algılama, hakikatleri üst-lenme, sorumluluk alma, gerçeğe da-yanma gücü kazandırmak ister.”Gerçekliğe bu denli bağlı olmayı hedef-leyen edebiyatçının, hakikate uzanırkenolayların doğduğu toplumsal-tarihselkoşullardan soyut acılara odaklanmasışaşılası bir tutum. Faşist bir Nazi subayı-nın infazından acı çeken çocuğunaodaklanan bir edebiyatçı antifaşist mü-cadele veren bir militanı zorba olarakgösterebileceği gibi bağımsızlık savaşıveren bir halkın acılarına odaklanan bireseriyle de, dilerse, emperyalist kuvvet-
lerin haksız savaşını ortaya koyabilir.Her türlü yola açık olan bu tür seçimlerhakikati bükebileceği gibi hakikati du-yumsatmayı da başarabilir. Aslında buçok yönlülüğü deneyimli öykücü Mun-gan da ortaya koyuyor: ''Amacı ne olursaolsun edebiyat bir yanıyla çok kişiseldir.Elinizdeki seçki varlığını benim o zamandinlediğim bu ürpertici hikayeye borçlu-dur bir bakıma''.
GERÇEKL�K'TEN M�TOS'AGerçekten birden çok öyküden ''BİR''
hikaye yaratılmıştır. Kültürel çoğulculu-ğun ve post-modern tarih anlayışının ka-çınamadığı bir ''TEK''liğin içinedüştüğünü görüyoruz. Kitapta benimse-nen yaklaşımın haklılığı ve hakikatle iliş-kisi tarih bilimi ve Türkiye'nin yakıngeleceği tarafından ortaya çıkarılacaktır.Buradaki amacımız Mungan'ın ortayakoyduğu ''seçki''nin ideolojik-politik var-sayımını ortaya koymak ve nostaljik ro-mantizmin ideolojik duruşunubetimlemektir.
Gerçekliğin (gerçekleşen olayların)deneyimler (anılar) yoluyla yeniden kur-gulanması sonucunda bir mitos oluş-muştur. Söz gelimi tarih içerisindeDersim halkının ürettiği efsaneler(Pepuk Kuşu gibi) yeniden canlandırılıp,yeni bağlamlarda kurgulanmaktadır.Seyid Rıza, Düzgün Baba'yla birliktekurgulanmakta, Pepuk Kuşu zulümdenkaçan çocukların öykülerinde süs olarakkullanılırken (Pepuk Kuşu üzerinden acıçeken kardeşin ezgisi Dersim halkınınağıtlarıyla özdeşleştirilmektedir) efsane-den mitos üretilmekte, şövalyeler diyarıcanlandırılmaktadır. Dersim'in demo-grafik yapısı düşünülerek, Ermeni, Kürt,Zaza, Dımli, Türk ve diğer kavimlerinkardeşçe yaşadıkları savlanmaktadır.Dersim'in oluşumu, Dersim dağlarındakümelenen Alevi halkın tarihi, Der-sim'den çıkamayışı, çapulla geçinmekzorunda kalışı unutulduğunda anlatılan-lar efsanelerden mitoslar yaratmaya,çok kültürcülüğü savunmaya, devrim-lere karşı tutum almaya, ortaçağ ilişkile-rine övgüye ve mikromilliyetçiliklerinsavunulmasına yol açmaktadır. Sanırızbu sonuçların birçoğu söz konusu öykü-lerin yazarlarının ve Murathan Mun-gan'ın da arzu edeceği sonuçlar değildir.Etnik kimliklerden bağımsız, tarihsel ka-tılıklardan, kültürel baskılardan arınmışbir insancıllığa ulaşmak isteyenlerinolayların ortaya çıktığı gerçeğe duyarlıolmamaları insancıllıktan çok, etnikçi-liğe, mikromilliyetçiliğe ve cemaatleş-meye hizmet etmektedir.
(Bir Dersim Hikâyesi, Murathan Mungan, Metis Yayınları, 200 s.)
Bir Dersim Hikâyesi(ya da trajedik nostalji)
''...Bugündenbak�ld���nda
''seçilen'' an�lar birarayagetirilir ve bugünün
(bugünün karanl���n�n) z�dd� bir
geçmi� yarat�l�r. Geçmi�in, bu
yeniden yarad�l��� romantizmdir.
Kurgulanan tarih ve imgeler ''eski iyi
günleri'', ''silah�n icat olmad���
mertli�in bozulmad���'' geçmi�i,
feodal kahramanlar� yüceltir,
gerçek olmayan bireyleri birer
efendi k�lar. Gerçek insanlar�ise önemsizle�tirir.
�stenilenin tam tersineula��l�r''
MurathanMungan
8 HAZ�RAN 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI
M. SALİH [email protected]
“Uygar insanlar, barbarlar-dan daha kabadırlar çünkügenel olarak, kafatasları par-çalanmadan da kabalaşabi-leceklerinin farkındadırlar.”
Robert E. Howard
Her alanda olduğu gibi, gerek çağın ge-tirdikleri, gerek başımızdan aşağı bocaedilen reklâmlar, gerek üzerimize biçilip“işte bu giysiyi giyeceksiniz, itaat edin sev-gili kuklalar,” denilerek giydirilen giysilernedeniyle öykü dinleme ve öykü ihtiyaçla-rımızda da bir takım değişiklikler oluşmuşve oluşturulmuştur. Modern dünyanınöykü getirilerinde her ne kadar alt metinarayışları, doygunluk ve olgunluk gibi fak-törler okurken yüzümü gülümsetse de hergeçen yılla birlikte, öykülerin sunumununyapılabileceği her sanat formunda (si-nema, edebiyat, tiyatro hatta artık rahat-lıkla bir sanat formu kabul edilebilecekolan bilgisayar oyunları) tek bir öğenin sü-rekli azalması rahatsız edicidir: “MaceraDuygusu”. Sunum ve kullanım bakımın-dan belki de metinleri basitleştirdiği, ko-nuları iki boyuta indirgediği gerekçesiyleuzak durulmaya çalışılan ve bir türlü doy-gunluğuna ulaştırılamayan “macera duy-gusu”nun yitimi ile sanatçıların farkındaolmadan yaptıkları şey, eserlerinin içinden“eğlence” faktörünü de söküp çıkarmala-rıdır. Çocukluğunuzu hatırlayın. Köydeveya bir parkta dolaşırken sizi heyecanlan-dıran şeyleri düşünün. Tahtadan bir kılıç,ağaç gövdelerinden dev yaratıklar, bir yer-den aşağı kayarken duyduğunuz heye-can… Elbette sonrasında yorgunluklaçimlere uzandığınızda gökyüzünü ve bu-lutları izlerken, her ne kadar naif çocukdüşünceleriyle de olsa dünya, yaşam veçevre üstüne düşündükleriniz de anılarını-zın lezzetli kısımlarıdır ancak bu tatlı sonasizi hazırlayan şey her zaman doyumunaulaştığınız macera hissidir. Ya da küçük-ken dinlediğimiz masalları öyküleri hatır-layalım. Dikkatiniz ne zaman dağılacakolsa, ne zaman ki dev yaratıklarla sürdürü-len savaşlar, kahramanlıklar ve epik öğelerdevreye girerse öykü o zaman güzelleş-meye başlamaz mıydı?
Macera duygusundan hızla kaçınılmayaçalışılan bir çağda, artık ölmekte olduğu
düşünülen bir bilim kurgu veya bilim fan-tezi türünden bahsedeceğim; “GezegenMacerası” (Planetary Romance) veya birbaşka şekilde tanımlamayla “Kılıç ve Ge-zegen” (Sword and Planet).
MACERA, KOLAY OKUNUR!Tür, temel olarak farklı bir gezegende
ve çoğunlukla o gezegene tek başına, birşekilde giden insan kahramanının macera-larını konu alır. Genel olarak gidilen geze-gendeki futuristik ortama karşın insanoğluilkel haliyle (kılıç ve büyü çağıyla) temsiledilmektedir. Bu bakımdan bu tip roman-ların ve öykülerin, insanın temel dürtülerikarşısında uygarlığın basitliğini irdeleyenyarı-anarşist veya pre-anarşist bakış açıla-rını yansıttığı düşünülebilir. Kültürler, tür-ler arası çatışmalar, hayatta kalma vetemel insani içgüdüler gibi konular, teme-linde yatsa da yoğun şekilde anlatılan veele alınan şey maceranın kendisidir. Bunedenle de kolay bir okuma sunar. Geze-gen yaratımlarında zaman zaman Lovec-raftianizm (yazar H. P. Lovecraft tarzıdünya kurgulama) öğelerine rastlanır. Yir-minci yüzyılın başlarında H. Rider Ha-gard, T. Mundy gibi yazarlarbulunduğumuz dünyanın gizemli yerlerineyapılan serüvenleri kaleme alarak gerektürün gerek modern fantezinin oluşumunakatkıda bulunmuş olsa da türün ilk, farklıbir gezegende geçen net örneğini “Bar-soom” serisiyle Edgar Rice Burroughs ka-leme almıştır. 1920’lerde başlayan1930’larda ise oldukça yaygınlaşan bilimkurgu ve fantastik kurgu öykücülüğüneyönelik dergilerle yepyeni bir pazara kavu-şan tür, kısa sürede milyonlarca insanınilgi odağı haline gelmiş fakat zaman geç-tikçe azalan ilgi ve mevzubahis dergilerinde birer birer kapanmasıyla neredeyse ta-rihe karışmıştır ve ender örneklerle –kiçoğu zaman sinemayla- karşılaşılır. Tür,aynı zamanda “Uzay Operası” (Space
Opera) alt türünün de temelini oluşturur.Uzay Operasının en bilindik örneklemesiolan George Lucas’ın Yıldız Savaşları’ndave Frank Herbert’in Dune’ünde bu izlerigörmek (bkz. futuristik bir çağda kılıç sa-vaşları, büyü ve maceranının farklı form-larla anlatılış biçimleri) mümkündür.
GERÇEK ERKEKLERDENDAHA ERKEK
“Kılıç ve Gezegen” veya “Gezegen Ma-cerası” türünün kült isimlerine ve eserle-rine gelirsek, bir kısmının farklı türleri debarındırdığı fakat yoğun olarak bahsi edi-len türü işlediği gerçeğiyle, başlıca aklımagelenler; Frank Herbert’in “Arrakis”(Dune serisi, Kabalcı Yayınları), AnneMcCaffrey’in “Pern” serisi (İthaki Yayın-ları), Marion Zimmer Bradley’in “Darko-ver” kitapları, John Norman’dan “Gor”serisi, China Mieville’den “Embassy-town”, Robert Silverberg’den “Majipoor”serisi, Edgar Rice Barroughs’un “Bar-soom” serisi, R. Sherman Hoar’dan“Venus” serisi, Edmond Hamilton’dan“Stuart Merrick” serisi, Leigh Brac-kett’tan “Eric John Stark” serisi, C. S. Le-wis’tan “Space” üçlemesi, Philip JoseFarmer’dan “Riverworld”, Kenneth Bul-mer’dan “Dray Prescott” serisi sayılabilir.Yine aynı şekilde roman ve öykü dışındaçizgi roman dünyası da yüzlerce (bkz.Buck Rogers, Adam Strange vb.) örneğesahiptir. En nihayetinde MonoKL yayınla-rından dilimize yeni tercüme edilen, Ro-bert E. Howard’ın Almuric’i de türünönemli örneklerinden sayılır. R. E. Ho-ward’ın edebiyattaki en büyük etkisi hiçşüphesiz yarattığı Conan karakteridir. Bi-lindiği üzere, çok az yazar dünya çapındayerleşik bir üne sahip bir karakteri yarata-bilme başarısına sahip olmuştur. Ün ola-rak bakıldığında, en az Dracula, SherlockHolmes, James Bond, Tarzan, HerculePoirot’la yarışan Conan karakteri yazarınölümünden sonra dahi çeşitli yazarlar
tarafından kaleme alınmaya devam edil-miştir, çizgi romanları hâlâ üretilmektedir.Bu başarısının ardında, yazarın “gerçekerkek özü” olduğunu iddia ettiği artık Co-nan’la tamamen bağdaşlaşmış karakteris-tik özelliklerin yanı sıra maceraduygusunun yoğun şekilde tatmin edilmesibulunur. R. E. Howard karakterlerinişöyle tanımlar, “Bakın, benim karakterle-rim, gerçek erkeklerden daha çok erkekgibidirler. Sert ve kabadırlar, elleri ve gö-bekleri vardır. Nefret ederler ve ihtiraslarıvardır; uygarlığın kabuğunu kırın ve oradamaymunu bulacaksınız, gürlerken ve suçu-nun üstünde.”
E�LENMEK �Ç�N OKUYUNİlk kez 1939 yılından başlayarak bölüm
bölüm “Weird Tales” dergisinde yayınla-nan ve 1964 yılında kitap haline getirilenAlmuric’de farklı bir gezegene nasıl ulaş-tığı açıklanmayan (bu nedenle de bilim-fantezi türünde görülebilecek) kahramanda Conan’la benzerlikler gösterir. Geze-gende Edgar R. Burroughs’un etkisi yoğunşekilde hissedilebilirken, Barsoom’a sonderece benzeyen bu sete son derece tanı-dık bir barbar karakterin de girişiyle ma-cera daha lezzetli bir hal alır. Yoğunşekilde işlenen “macera” teması nedeniylede oldukça kolay ve sürükleyici bir okumasunar. Her halükarda dünya ve temel dür-tüler üzerine çeşitli okumaların yapılmasıda -gerekmediği halde- mümkündür. Ki-taptan şu alıntıya göz atalım; “Barbar ha-yatı sürüyorlardı, sürekli tehlikeyle karşıkarşıya ve insan ve hayvan düşmanlarıylasavaş halindeydiler. Ama yine de insancayaşıyorlardı, ben ise vahşi bir hayvan gibiyaşıyordum.” Tekrar belirtmekte fayda var,öykü zevki çoktan zehirlenmiş insanlar içindeğil bu kitap. Daha çok, çocukluk mace-ralarını tekrar yaşamak isteyen, alt metinve metafor bulacağım diye boncuk boncukterlemeden de kitap okunabileceğini unut-mamış, zaten kısa olan kitabı eğlenmekiçin okuyacak ve en önemlisi ölmekte olanbir edebiyat türünün heyecanını tekrar,klasik bir eseriyle okumak isteyenlere göreve onları mutlu edecek bir kitap. Dahaönce Arthur Machen’in kült klasiği“Büyük Tanrı Pan”ı yayınlayan (kitabıdaha önce bu köşede incelemiştik) Mo-noKL yayınevini, bir klasiği daha yakalayıptercüme ettiği için de tekrar kutlarım.
Edgar Rice Burroughs’dan şu alıntıylavedalaşalım; “Eğlence faktörü hariç hiçbirkurgu okumaya değer değildir. Eğer eğ-lendiriyor ve net ise iyi edebiyattır. Eğerbaşka türlü hiçbir şekilde okumayan in-sanlarda okuma alışkanlığı şekillendiriyorise en iyi edebiyattır.”
(Almuric, Robert E. Howard, MonoKL, çev: Yosun Erdemli, 196 s.)
KILIÇ VE GEZEGEN
Edgar Rice Burroughs
8 HAZ�RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP10
CAFER [email protected]
“Korku ve kuşku dökülmüş her yereGeleceğe bakan gözlereDudakta kıvılcımlanan sözlereUmudaBilinceİnce inceSessizceKorku ve kuşku dökülmüş her yereSabahın zafer saçtığı bu saatlerdeKan süpürüyor çöpçülerKaranfillerle yürüyorum caddelerde”
Adnan Yücel’in şiirleriniyazdığı ortam, tam da“Damla” şiirininüçüncü bölümünüoluşturan bu şiirdeyansıttığı gibidir.Hatta bu betim-lemenin haylihafif kaldığını,içinde bulunulanbaskı ortamınınşiddetinden do-layı dilin gücününkısıldığını da be-lirtmemiz gerekir.
Aranan devrimcile-rin kıstırıldıkları yerlerdevurulduğu, işkencehanelerinyirmi dört saat çalıştığı, mahkemelerinidam cezaları yağdırdığı, korku ve endi-şenin ve tüketici bir kasvetin bütün birülkeyi sardığı o günlerde, 1982 yılında“Soframda Kaval Sesi” pırıl pırıl birumudun rüzgârını taşımıştı kalbimize.“Soframda Kaval Sesi”nden sonra sekizkitabı daha yayımlandı şairimizin. Sonkitabı 1998 tarihlidir. Bir de öncesi var,ilk göz ağrısı: “Kavgalara SözlenenSevda.”
GEL DE GÖR…Adnan Yücel’in bütün şiirlerinde bi-
rinci kişi ağzından konuşan şiir kişisinintarafı daima bellidir. Bu kişi umut yan-lısı, zulme ve zalime karşı ve gelecekgüzel günlerin özlemi içindedir. Bu yö-nüyle Adnan Yücel’in şiirlerinde şiir ki-şisiyle şairi özdeş bir kimlik halindegörürüz.
“Gece karanlığındaBu kar aydınlığındaAcıları dindirmek için yürüyorumAltındağ’ın bir inleyen sokağında…Okulun camları kondulara karşıBen kondulardan yanaKondular bana karşıSeni gidi koca ÇankayaSeni gidi bayındır çarşıGel de görİki çocuğumuz gibi iki düşmanAçlık ve zulüm karşı karşı”
Onun çok az şiirinde ise şiirkişisi kendi dışında bir şa-hıstır. “Gurbet İşçisininMektubu” şiiri bu du-ruma bir örnektir.Fakat bütün şiirle-rinde aynı söyleyişlekarşılaşırız. Gurbetişçisi konuşurken deşair kendisi konu-şurken de ya dabaşka bir hal içindesöylemin tınısı vetonu, kelime seçimi,ruh hali değişmez.Adnan Yücel şiirinin enzayıf karnı budur bence.
Gerçekte Adnan Yücel kendişiirini kurmuş, kendi sesini bulmuş bir
şairdir. Yoğunluklu olarak ele al-dığı, doğal görünüş ve tabiat
unsurlarıyla harmanlayarakyansıttığı temalar sınıfsal
çelişkiler, açlık, yoksul-luk, savaş karşıtlığı, sö-mürü gibi toplumcugerçekçi şiirin klasiktemalarından farklılıkgöstermektedir. Odaha çok siyasal du-rumları ve bu durum-
larla ilgili etki veduyguları yansıtır. Bu yö-
nüyle toplumcu gerçekçişiire temasal zenginleşme ba-
kımından katkı sağladığını ra-hatlıkla söyleyebiliriz.
UMUDUN SÜREKL�L���Adnan Yücel şirinde, sevda ile sosya-
lizm davası, türkü ile sosyalizm adına yü-rütülen mücadelenin anlatılmasıörneklerinde olduğu gibi kullanılan re-mizler kendinden bir önceki kuşaktandevralınmıştır. Onun şiirinde söyleyiş bo-yutunda ise en fazla Enver Gökçe ve sı-rasıyla Ahmet Arif ve Hasan Hüseyin’insoluğunu hissederiz. Söyleyişindeki buetkiler onun sesini boğan, özgünlüğünüörseleyen bir düzeye hiçbir zaman ulaş-mış değildir tabii ki!
Adnan Yücel’in en sık kullandığı söz-cüklerden birisi “umut”tur. Umut, ondagünübirlik bir duygu olmanın ötesindeiyi olana, yeni olana, güzel olana, henüzgelmemiş ama mutlaka gelecek olanaduyulan özlem planında süreklilik arz
eden bir içeriğe sahiptir. Şiirinin üzerin-deki, içinde yaşadığı askeri yönetim dö-neminin ürünü olan hüzün örtüsününaltında dipdiri ve capcanlı bir biçimde buumudun soluğu, sesi, haykırışı her an du-yulur. Hüzün, acı, ağıt gibi sözcükleronun şiirinde sık geçmesine rağmen buduyguların karşılıkları ve taşıyıcıları ol-maktan ziyade dönemin genel edebiyatsöyleminin yansımaları olarak görülmeli-dir. Belirttiğim gibi onun şiirinin ana da-marı umuttur ve bu umut sosyalizmidealiyle birebir ilgilidir.
Adnan Yücel, Türk Dili'ni Diyarba-kır’da, Güzel Sanatları ise Ankara’da
okudu. Yine Ankara’da ÇağdaşTürk Edebiyatı üzerine
mastır yaptı. Birikimininve yeteneğinin eserle-
rine bütünüyle yansı-dığını düşünemeyiz.Yazdığı dönem, yazı-lanların sansürlen-mesini şartkoşuyordu. Günlerağırdı ve işkence ha-berleriyle geliyordu.
Yazarlar, şairler söy-leyeceklerini bin bir
imbikten geçirerek yaz-mak durumundaydılar.
Sembol, imge ve kapalı söyle-yiş sanatsal bir arayışın aşaması
olarak değil, baskı ve zorbalığın bir da-yatması olarak şairlerin kapısına dayan-mıştı. O böyle bir dönemde yazdı. Oyıllarda ben de Ankara’da üniversite öğ-rencisiydim. Yazdıklarını takip ettiğimiziki şair vardı: Biri Adnan Yücel, diğeriAhmet Telli.
B�RTEBESSÜM…
Sanırım 1984 yı-lındaydı, bir arka-daşımla birliktebindiğim belediyeotobüsünde AdnanYücel’i görmüştük.Biz onu “SofrandaKaval Sesi” kitabı-nın arka kapağın-daki fotoğrafındantanımıştık. Kendiaramızdaki konuş-mamızdan kendi-siyle ilgilikonuştuğumuzuanladı ve hafifçetebessüm etti.Ondan bana tanı-şıklık anlamındasadece bu tebes-süm kaldı.
12 Eylül günle-rinden beridirödüller alan,sanat-edebiyatdergilerinin gün-deminden düşme-yen fakat ne birduygu kıpırdanışıne bir düşünsel
açılım yaratan, kimseye bir şey söyle-meyen şiirleri okudukça Adnan Yücelşiirinin değerini daha iyi anlıyorum.Onun şiiri 1980’li yılların o ağır koşul-ları altında her devrimci için bir umutesintisi, bir birliktelik, yoldaşlık duy-gusu yaratarak yüklendiği işlevi şiircephesinden fazlasıyla yerine getirdi.
Ölümünün 10. yılında ruhu şenolsun, anısı daima taze kalsın.
Yazımı bu yazıyı yazmama sebepolan bir etkinlik duyurusuyla bitirmekisterim: Yapı Sanatevi 10 Haziran’da,düzenlediği “Adnan Yücel Edebiyat veSanat Festivali” kapsamında çeşitli et-kinliklerle şairi anacaktır.
UMUDUN SES�N� BULMU� �A�R: ADNAN YÜCEL
Karanfillerle yürüyen adamGerçekte Adnan Yücel kendi �iirini kurmu�, kendi sesini bulmu� bir �airdir. Yo�unluklu olarak ele ald���, do�al görünü� ve tabiatunsurlar�yla harmanlayarak yans�tt��� temalar s�n�fsal çeli�kiler, açl�k, yoksulluk, sava� kar��tl���, sömürü gibi toplumcu gerçekçi�iirin klasik temalar�ndan farkl�l�k göstermektedir. O daha çok siyasal durumlar� ve bu durumlarla ilgili etki ve duygular� yans�t�r
AdnanYücel kendi
�iirini kurmu�, kendisesini bulmu� bir �airdir.
Yo�unluklu olarak ele ald���,
do�al görünü� ve tabiat unsur-
lar�yla harmanlayarak yans�tt���
temalar s�n�fsal çeli�kiler, açl�k,yoksulluk, sava� kar��tl���, sömürü gibi toplumcu ger-çekçi �iirin klasik temala-
r�ndan farkl�l�kgöstermektedir
AdnanYücel, Türk Dili'ni
Diyarbak�r’da, GüzelSanatlar� ise Ankara’da
okudu. Yine Ankara’da Ça�-da� Türk Edebiyat� üzerine
mast�r yapt�. Birikiminin ve yete-
ne�inin eserlerine bütünüyle yan-
s�d���n� dü�ünemeyiz. Yazd���
dönem, yaz�lanlar�n sansürlen-
mesini �art ko�uyordu. Gün-ler a��rd� ve i�kence
haberleriyle geliyordu
Tek ve büyük Doğu’nun masalları8 HAZ�RAN 2012 CUMA 11Aydınlık KİTAP
İ. UTKU KAVASOĞLUTahar Ben Jelloun Fransa’nın önemli
yazarlarından. Sıkça görüldüğü üzere eskiFransız sömürgesi Mağrip ülkelerindengelip Fransızcayı kullanarak yazıyor. Yazınserüvenine Fas günlerinde şiirle başlayanyazar, daha sonraları romana yönelse deMart sonunda yeni bir şiir kitabı (Que LaBlessure Se Ferme, Gallimard Yayınları)yayımlandı.
Fas doğumlu yazar ülkemiz okuru tara-fından da iyi biliniyor; kitaplarının tama-mına yakını dilimize kazandırıldı. Bunlararasında özellikle, yazara 1987’de Fran-sa’nın en saygın edebiyat ödülü olan Gon-court’u kazandıran “Kutsal Gece”yi veülkemizde yayım-landığı dönemdeilgi uyandıran“KumÇocuk”u saya-biliriz. Jellounbu ödülü ka-zanan ilk Af-rikalı yazarolması açısın-dan da önemtaşıyor.
Kendi ülkesinde felsefe eğitimi alan yazar,1971’e kadar öğretmenlik yaptığı ülkesin-den bu tarihte ayrılıp Fransa’ya yerleşmeyiseçiyor ve çalışmalarına burada devam edi-yor. Edebiyatçı kimliinin yanı sıra 1972’denbu yana düzenli olarak “Le Monde” gaze-tesinde yazıyor.
KABUK DE���T�RME...“Ben Fransızca da yazsam, bir Arabım”
diyen Tahar Ben Jelloun’un bütün roman-ları tek bir büyük Doğu masalının farklı an-latılarını andırıyor. Kendi ülkesini, Fas’ıanlatırken kullandığı masalsı dil, yalıtılmışbir diyarı değil, bir ülkenin ve toplumun ge-lenekle çağdaşlık arasındaki sıkışmışlığını,kabuk değiştirme sancılarını ve hayallerinibetimliyor. Ancak günümüzdekimi yazarların yaptığının ak-
sine bunu, bir Doğu-Batı ikile-minde sunmaktan çıkartıp,Mağrip insanının dünyayaayak uydurmaya çalışan birtoplumda kendini bulma uğra-şına odaklanarak, bir masalanlatırcasına başarıyor. Kimizaman anlatımına gerçekçi ay-rıntılar katarak, kimi zamangerçekliği masalsı öğelerdendaha ayrıksı, daha inanılmaz
göstererek alışılmamış bir güzellikyaratmayı başarıyor.
Yazar, Kırmızı Kedi Ya-yınları tarafından yayım-lanan romanı Ülkemde
ile sözü Avrupa’ya çalışmaya giden binlercegöçmen işçiden birine veriyor. Burada be-lirtmeden geçemeyeceğimiz bir noktanınaltını çizmek gerekiyor, 1960’lı yıllar pekçok Avrupa ülkesinin yoğun işçi göçüne ka-pılarını açtığı bir dönem. Bu dönemde Av-rupa’ya özellikle Almanya’ya işçi olarakgiden insanlarımızın yaşadığı bölünmeninbir kaç iyi örnek dışında edebiyatımızda ye-terince yer bulamadığını söylemek çok dayanlış olmaz.
GELENEKLER� KU�ANMAKRomanın başkişisi Muhammed Lim-
migri, 1960‘larda göç ettiği Fransa’daörnek bir işçi, örnek bir aile babası veörnek bir Müslüman’dır. Karısıyla birlikte
geldikleri bu ülkede kırk yıldıraynı fabrikada çalışır. Aradangeçen bunca zamana karşınkendisini asla bir Fransız va-tandaşı olarak görmez, kendi-siyle birlikte çalışmaya gelendiğer Faslıların aksine vatan-daşlık başvurusunda bulun-mayı dahi düşünmez.Çocuklarıyla, kırık dökük birFransızcayla konuşur. O günedek sürdürdüğü tekdüze yaşa-mını allak bullak edeceğine
inandığı emekliliğin gelip çatmasıyla bir-likte Fransa’dan ayrılmaya karar verir. Ko-ruyucu bir zırh gibi kuşandığıgeleneklerine, doğduğu köyde ailesi içinbüyük bir ev inşa etme hayaline sıkı sıkıya
sarılan Muhammed, kırk yıl boyunca ken-disini hep yabancı hissettiği ülkeyi bırakıpanayurduna döner. Arkasında bıraktığıbütün bir ailesinin peşi sıra geleceğinisanır. Anlamamakta direttiği şey çocukları-nın kendisi gibi birer göçmen olmadığıdır.Onlar Fransa’da doğup büyümüş, bam-başka hayatlara atılmışlardır. Örneğin, kızı-nın bir İtalyanla evlenmesini aslahazmedemez Muhammed. Kendi beklenti-lerini, kendi silik yaşamının acılarını çocuk-larının da paylaştığına inanır. Zamanınadeta durduğu köyüne dönüp, ailecek yer-leşmenin sihirli bir dokunuş gibi her şeyiçözeceğine inancı tamdır. Yıllar yılı birik-tirdiği parayla sarı bir Mercedes (Balkız)sahibi olan Bayram’ı hatırlatır bize bu ha-liyle. Ne var ki “kötü paketlenmiş bir hedi-yeye”, “aşırı yüklü bir kamyona benzeyen”evinin verandasında, bitpazarından aldığıderi koltuğa oturup bekledikleri asla gel-meyecektir. Muhammed ise oturduğu kol-tuğunda, yavaş yavaş toprağa gömülür.
Tahar Ben Jelloun Ülkemde ile okurukendi hayatının iplerini hiçbir zaman elinealamamış bir adamın umarsız bekleyişineortak ediyor. Yalın, çarpıcı anlatısıyla dış-lanmışlığın ve yabancı olmanın sınırlarınınne denli genişleyebileceğini gösteriyor. Birailenin farklı kuşaklarının beklentileri üze-rinden değişim sancıları yaşayan Fransız veArap toplumlarına ayna tutuyor.
(Ülkemde, Tahar Ben Jelloun, Kırmızı Kedi Yayınevi, Çev. F. Gönül
Akgerman, 128 s.)
8 HAZ�RAN 2012 CUMA KAPAKAydınlık KİTAP12
Uzun yıllar boyunca “Öğretmen
Dünyası” dergisini yönetmiş olan araş-
tırmacı-yazar Zeki Sarıhan'ın “Kurtuluş
Savaşı Öyküleri” adlı çalışmasının
üçüncü cildi de kısa süre önce okurlarla
buluştu. Söyleşimiz sırasında öğrendik
ki dördüncü cilt de yolda... Sarıhan'a so-
ruları Aydınlık Kitap editörü Pınar
Akkoç yöneltti.
Sayın Zeki Sarıhan, çok uzun yıllar-dır, ısrarla ve yoğun emek harcayarakKurtuluş Savaşı dönemine ilişkin çalış-malar ortaya koyuyorsunuz. Söz konusudönem, ülkemizde çeşitli yazarlar tara-fından sizden önce de çok değişik bakışaçılarıyla ele alınmış, çok sayıda romanve öyküye, araştırmaya incelemeye konuolmuştu. Bu alanda sizin “gidermeyeçalıştığınız bir eksiklik” fark ettiğinizsöylenebilir mi? Eğer öyleyse nedir buve sizin Kurtuluş Savaşı’na yaklaşımperspektifiniz nedir?
Kurtuluş Savaşımızı araştırmaya
1971-74 yıllarında kaldığım Mamak Ce-
zaevi’nde başladım. Devrimciler o tarih-
lerde daha çok Sovyet, Çin, Küba
devrimleriyle ilgili kitapları okuyorlar,
Türk Devrimi için bunları örnek alıyor-
lardı. Türkiye halkı, sosyalizmi kurmaya
gücü yetmemiş de olsa zorlu bir Kurtu-
luş Savaşı vermişti. Kurtuluş Savaşı’nı
araştırmaya yönelmem Türk devriminin
millî köklerine dikkat çekme isteğinden
kaynaklandı. Buna “Millî sosyalizm” is-
teği de diyebiliriz.
Evet, Türk Kurtuluş Savaşı ile ilgili
olarak çok kitap yayımlandı. Tek parti
döneminde Kurtuluş Savaşı üzerinde
söz söyleme, yazı yazma hakkı tekelleşti-
rildiği için bu konudaki yayınlar
1950’den sonra çoğaldı. Yunus Nadi,
Falih Rıfkı gibi yazarlar bile Atatürk ve
Kurtuluş Savaşı’yla ilgili kitaplarını bu
dönemde yazabildiler. 1960’lı yıllardan
sonra halk hareketinin yükselmesiyle,
Kurtuluş Savaşı hakkında halkın, halk
örgütlerinin ve çeşitli siyasetlerin bu sa-
vaştaki rolüne ilişkin kitaplar çoğalmaya
başladı. Nazım Hikmet’in 1940’lı yıl-
larda cezaevindeyken yazdığı “Kurtuluş
Savaşı Destanı”nı ancak 1965’te okuya-
bildik. Sabahattin Selek’in 1970’lerde
yayımlanan “Anadolu İhtilali”, Hasan
İzzettin Dinamo’nun “Kutsal İsyan”ı,
konu hakkında yazılanların en gerçekçi
ve doğru olanlarındandır. Gene de “her
yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır”. Benim
Kurtuluş Savaşı ile ilgili araştırmalarım,
2006 Yunus Nadi Sosyal Bilimler Araş-
tırması Ödülü’ne değer görülen “Kurtu-
luş Savaşı Kadınları” ve “Kurtuluş Sa-
vaşı Gençliği” kitaplarımda da görüle-
ceği gibi bu savaşta rol almış halk
katmanlarının çabasına vurgu yapıyor.
Bu bir halk savaşıydı. Cephelerde ölen,
yaralanan, kağnı kollarında cephane ta-
şıyan, silah sağlamada görev alan, gaze-
teler çıkarıp konferanslar vererek halkı
milli savunmaya hazırlayan dedelerimi-
zin hakkını vermek gerekirdi. Son dö-
nemlerde illerimizin Kurtuluş
Savaşı’ndaki yerini araştıran akademik
çalışmaları bir yana bırakırsak ortalık
Kurtuluş Savaşımızı Atatürk’ün hayat
hikâyesinin bir parçası olarak ele alan
popüler ve çoğu ticari yayınlarla dolup
taşmaktadır. Benim Kurtuluş Savaşı ile
ilgili bakış açım, resmi tarihten de, buna
karşı geliştirilen inkârcı yayınlardan da
farklıdır. Gerçeği olduğu gibi yansıtmak
ve doğru yorumlamak çabasındayım. Bu
gerçek bize, Türkiye’nin bağımsızlığını
halkın topyekûn bir seferberlikle kazan-
dığını, ancak bu zaferin meyvelerini
emekçi halkın toplayamadığını gösteri-
yor. Nazım Hikmet’in dediği gibi bu
halk savaştan önce Kartal’da bahçı-
vandı, savaştan sonra da Kartal’da bah-
çıvan.
ÇILGINLIK DE��L, HESAP K�TAP...
Kâğıt üzerinde bakıldığında güç den-gesinin çok eşitsiz olduğu, kazanılmasıneredeyse olanaksız bir savaş söz ko-nusu... Katılıyor musunuz bu görüşe?
Bu savaşa atılanların “Çılgın” Türkler
olduğu yazıldı ve bu ifade ulusalcı aydın-
ların gururunu okşadı. Çılgınlık bir çeşit
deliliktir. Belki son çare olarak işe yara-
dığı durumlar olabilir. Bu ifade 1914’te
devleti Almanların yarattığı olupbittiyle
savaşa sokanlar için söylenebilir. Böyle
bir çılgınlığın ise devlete ve millete neye
mal olduğu ortadadır. Kurtuluş Sava-
şı’nın önderlerinin onlardan farkı hesap
kitap adamı olmalarıdır. Onlar, bu sava-
şın Türkler tarafından kazanılması ko-
şullarının bulunduğunu görmüşlerdir.
Birincisi: Birinci Dünya Savaşı’nda
yenilmiş olmakla birlikte 600 yıllık bir
imparatorluğun varisleri vatansız ve dev-
letsiz bırakılamazdı.
İkincisi: Tarih, milletler çağına gir-
mişti ve bu bağımsız bir Türk milletinin
de olacağı anlamına geliyordu, ABD
Başkanı Wilson da bu gerçeği teslim
ediyordu.
Üçüncüsü: 20. yüzyılın başlarında,
hele Birinci Dünya Savaşı sonunda mil-
letler ayağa kalkmıştı. Doğu’da patlayan
devrim yanardağlarının külleri, Mehmet
Akif’in de Kastamonu Nasrullah Camii
konuşmasında belirttiği gibi emperyalist
başkentlerinin duvarlarını yalıyordu.
Dördüncüsü: Savaş, emperyalistleri
yormuştu. Yeni bir savaşı göze alacakları
şüpheliydi ve aralarında anlaşmazlıklar
da vardı.
Beşincisi: 1918 Mütarekesiyle silah-
ları elinden alınmış, orduları dağıtıl-
makta olan bu ulusun belleğinde daha
on yıl önce 1908’de yaptığı Jön Türk
devriminin moral desteği bulunuyordu.
Yakup Kadri mütareke döneminde ka-
leme aldığı bir yazısında gençliğin savaş-
larda nasıl eridiğini anlatırken sağ
kalanların kerpiç gibi piştiğini ifade
eder.
Kısacası, milleti yeni bir savaşa çağı-
ranlar, hem dünyanın durumuna, hem
milletin birikimine bakarak bu savaşı ka-
zanacaklarına inandılar. Millete de geç-
miş hataların yapılmayacağına güvence
verdiler. (Bu çılgınlıktan kaçınma, İkinci
Dünya Savaşı’nda da Türkiye’yi savaşa
girmekten korumuştur.) Mondros ve
ZEK� SARIHAN'DAN, RESM� TAR�HTEN DE �NKÂRCILIKTAN DA FARKLI B�R YAKLA�IM: “KURTULU� SAVA�I ÖYKÜLER�”
“Halk katmanlarının çabasına vurgu yaptım”Bu sava�a at�lanlar�n “Ç�lg�n” Türkler oldu�u yaz�ld� ve bu ifade ulusalc� ayd�nlar�n gururunu ok�ad�.Ç�lg�nl�k bir çe�it deliliktir. Belki son çare olarak i�e yarad��� durumlar olabilir. Bu ifade 1914’te devletiAlmanlar�n yaratt��� olupbittiyle sava�a sokanlar için söylenebilir. Böyle bir ç�lg�nl���n ise devlete ve milleteneye mal oldu�u ortadad�r. Kurtulu� Sava��’n�n önderlerinin onlardan fark� hesap kitap adam� olmalar�d�r
Zeki Sar�han birimza gününde.
8 HAZ�RAN 2012 CUMA 13Aydınlık KİTAPMudanya Mütarekeleri arasındaki dört
yıllık süre Türkler için uzun süren bir sa-
vaştır. Bunun nedeni hiçbir maceraya
yer vermeyen tedbirliliktir. Nerede geri
çekilmek ne zaman saldırmak gerekti-
ğini iyi hesaplamışlar, kaynakları doğru
bir şekilde kullanmışlardır. 26 Ağustos
1922’ye kadar kesin bir saldırıya geç-
meyişlerinin nedeni işi garantiye alma
isteğidir.
TAR�H� YARATAN B�R�C�K GÜÇ...Lider, komutan, ordu ve halk
ilişkisi açısından bakıldı-ğında nasıl görülüyor odönem?
Ben bazı yazarlar-
dan ve yorumcular-
dan farklı olarak,
olağanüstü yetenek-
lerini teslim et-
mekle birlikte
Mustafa Kemal ol-
masaydı Kurtuluş Sa-
vaşı’nın
yapılamayacağı ve başa-
rıya ulaşamayacağı gibi gö-
rüşlere katılmıyorum. Aksi
anlayış, bir milletin karakterini ve ye-
teneklerini görmezlikten gelmek olur.
Tarihi yaratan biricik gücün halk oldu-
ğunu unutmamak gerekir. Türklerin şu
veya bu biçimde yurtları için savaşacak-
ları ve kurtuluşun çarelerini bulacakla-
rına ilişkin çok işaret vardır. Nitekim
daha Mondros Mütarekesi’nin hemen
ertesinde Müdafaai Hukuk örgütleri ku-
rulmuş, bugünün ulusal güçbirliği
demek olan “Millî Kongre” oluşturul-
muş, kongre çağrıları yapılmış, Mustafa
Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a
çıktığında Ege’de direniş başlamıştı.
Kâzım Karabekir’in kolordusu Doğu’yu
bekliyordu. Savaş sırasında veya savaş-
tan sonra Türkiye’nin bir cumhuriyet
olacağı da belliydi. Büyük Savaş so-
nunda zaten çarların, imparatorların,
kralların taçları yerlerde sürüklenmeye
başlamıştı. 1918’de Kars’ta bir Şura
Cumhuriyeti kurulduğu gibi 23 Nisan
1920 Meclisi’nin yaptığı da gerçekte bir
cumhuriyet meclisinin yaptığından
başka bir şey değildir. Zaten 1 Kasım
1922’de Padişahlık da Meclis kararıyla
resmen kaldırılmıştı.
BAKANLIK ÖNCE GÖRMEZDEN GELD�
Dört ciltlik “Kurtuluş Savaşı Gün-lüğü” adlı eseriniz ilk kez 30 yıl önce ya-yımlanmıştı. Aradan geçen süredeTürkiye’de Kurtuluş Savaşı’na dair al-gıda, ülkemizin politik-kültürel ikliminebağlı olarak nasıl değişiklikler oldu?
“Kurtuluş Savaşı Günlüğü”nün ilkcildini tamamladığım zaman yayımlan-
ması için gezmediğim yayınevi kalmadı.Hiçbiri çalışmanın yüzüne bile bakmadı.Haksız da sayılmazlardı. Bu benim ilkkitabımdı. Daha üç cildi olacaktı. Yayı-nevleri bunu yayımlama riskini göze ala-
mazlardı. 1982’de onu baskı parasınıkendim karşılayarak Öğretmen DünyasıYayınları’ndan çıkardım. İlgi gördü.
İkinci baskısını bile yaptık. Sonra ikinci,üçüncü ciltlerini çıkardık. 1990’da Afetİnan Tarih Araştırmaları ödülüne değer
görülünce Türk Tarih Kurumu, dör-düncü cilt de içinde olmak üzere tü-
münü art arda yayımladı. Kurumun
kitabın içeriğine hiçbir müdahalede bu-lunmaması benim şansımdır. Bu benim20 yıllık bir araştırmamın ürünüdür.Kitap 1982’den beri Kurtuluş Savaşı ileilgili hemen bütün yayınlarda kaynakgösterilmektedir. Bunun nedeni, ulaşıla-bilecek hemen bütün kaynakların taran-masıyla oluşturulması ve doğru tarihîbilgi vermesidir. Hikmet Altınkaynak,bir yazısında doğru bilgi verdiği için “İyiki Kurtuluş Savaşı Günlüğü var” diyeyazmıştı. Bu kitabı yayımlamayı ve hatta
yayımlandıktan sonra tavsiye et-meyi reddeden Milli Eğitim
Bakanlığı, kitap Tarih Ku-rumu tarafından yayım-
landıktan sonra onuKızılay’daki bakanlıkbinası önünde caddekenarındaki came-kânlarda kapaklarıgüneşten tamamensoluncaya kadar ser-giledi…
Kurtuluş Savaşı, İs-
tanbul’da saray çevre-
sinde toplanmış küçük
bir azınlık dışında milletin
bütün sınıfları, bunların politik
örgütleri tarafından desteklendiği için
hiçbir siyasi akım ona sahip çıkmadan
yapamaz. O zaman savaşa karşıt veya il-
gisiz bir tutum alanlar bile sonradan piş-
man olmuşlardır. Kurtuluş Savaşı’yla
ilgili tartışmalar geçmişte de bugün de
bu savaşta rol alanların katkı dereceleri
ile ilgilidir. Mustafa Kemal Paşa, Kara-
bekir, Rauf Bey, Çerkez Ethem, Mus-
tafa Suphi ve diğerleri… Bunların
rolleri “Kurtuluş Savaşı Günlüğü” başta
olmak üzere benim Kurtuluş Savaşı ile
ilgili kitaplarımda gerçekçi ve hakkani-
yete uygun bir ölçüde yer almaktadır.
Bugün Türkiye’yi yöneten kadroların
daha çok Karabekir, Mehmet Akif,
Rauf Bey çizgisini miras edindiği söyle-
nebilirse de zaman zaman Tevfik Paşa,
hatta Damat Ferit Paşa çizgisine kaydık-
ları görülüyor. Bu düşüncenin esası Tür-
kiye’nin kendi başına bağımsız
yaşamayacağı, “Düveli Muazzama” ile
birlikte hareket etmek gerektiğidir.
Bunun temelleri de İkinci Dünya Sa-
vaşı’ndan sonra atılmıştır. Muhafazakâr
veya modern Türk burjuvazisi bu ko-
nuda aşağı yukarı aynı tutumu almakta-
dır.
1920'DE AZ DAHA KOMÜN�ST OLUYORDUK!
Sovyetler'den etkilenme hangi bo-yutta o dönemde?
Üzerinde düşünmekte olduğum bir
husus da Kurtuluş Savaşı yıllarındaki
solculuktur. Şu ifade kimseye aşırı gel-
mesin: Türkiye 1920’de az daha
komünist oluyordu! Batı’dan
ilerleyen Yunan saldırısı
şöyle bir düşüncesinin
doğmasına neden
oldu: Bu savaşta hal-
kın topyekûn diren-
meye geçmesi için
yönetimi ele alması
bir çare olabilir.
Bunun parlak ve
herkesin hayranlığını
kazanan bir örneği de
hemen Doğu sınırları-
mızdan başlayan Sovyet-
lerdi. Açık ve gizli komünist
partileri kuruldu. Hükümet
Üçüncü Enternasyonal’e üyelik başvu-
rusu yaptı. Meclis’te kızıl kalpaklılar ço-
ğaldı. Mustafa Kemal Paşa, birçok
konuşmada Sovyet Devrimi’ni övdü.
Sovyet yetkililerle yaptığı görüşmede
“Ben de komünistim” dedi. Kasta-
monu’da yayımlanan “Açıksöz” gazetesi
Türkiye’nin Bolşevik olmasının yakın ol-
duğunu belirterek halkı buna hazırlayan
yayınlar yaptı. Ancak bu dalga, 1920 yılı
sonlarında dindi ve o tarihten sonra
millî hükümetin solundaki örgütlenme-
ler ve yayınlar yasaklandı. Bu olguları
anlatan yayınlar yok değildir ancak bu
konu üzerinde yeniden durmak gerekti-
ğini düşünüyorum. Türkiye komünist ol-
saydı bu nasıl bir komünizm olurdu?
Azerbaycan gibi mi yoksa Türkiye’ye
özgü bir komünizm mi? Sovyetlerin bir
cumhuriyeti haline mi gelirdi ve bunun
sonucu ne olurdu? Türkiye’nin 1920’de
komünist olmayışı, bütün çaresizliğine
rağmen Türk burjuvazisinin gücüne bağ-
lanmalıdır.
“Mehmet Akif” ve “Çerkez Ethem’inİhaneti” adlı kitaplarınız da zamanındaçok ses getirmiş ve tartışılmıştı. Özel-likle ülkemiz solunun bu iki şahsiyete
bakış açısı konusunda neler söy-leyebilirsiniz?
“Çerkez Ethem’in İha-
neti” kitabı, 1970’lerde
resmî tarihe karşı ters-
ten yaklaşan solcula-
rın “Ethem ihanet
etmemiştir” tezinin
çürüklüğünü kanıt-
lamak için yazıldı.
Sanırım kanıtladı
da. Savaşın hazırlık
döneminde büyük hiz-
metleri görülen Et-
hem’in daha sonra bir iç
anlaşmazlık medeniyle Yu-
nanlılara sığındığı, bununla da kal-
mayıp Kuvayı Milliye aleyhine çalıştığı su
götürmez bir gerçektir. Benim kitabım-
dan sonra bunu kabul etmemek gerçek-
leri açıkça reddetmekten başka bir şey
olamazdı. “Çerkez olsun da çamurdan
olsun” diyen bir Çerkez milliyetçiliği var-
lığını sürdürmekle birlikte günümüzde
bu konu eski hararetini kaybetti.
Mehmet Akif kitabım ise bugün de
“Kurtulu� Sava�� Günlü�ü”nün
ilk cildini tamamlad���mzaman yay�mlanmas�
için gezmedi�im yay�nevi kalmad�. Hiçbiri çal��man�n yüzüne bile
bakmad�. Haks�z da say�l-mazlard�. Bu benim ilk
kitab�md�. Daha üçcildi olacakt�
Kitab� yay�mla-may� ve hatta
yay�mland�ktan sonra tavsiye etmeyi reddeden
Milli E�itim Bakanl���, kitapTarih Kurumu taraf�ndan yay�m-
land�ktan sonra onu K�z�lay’daki
bakanl�k binas� önünde caddekenar�ndaki camekânlardakapaklar� güne�ten tama-
men soluncaya kadarsergiledi…
Zeki Sar�han: Ben baz� yazarlardan ve yorumculardan farkl� olarak, ola�anüstü yeteneklerini teslim etmekle birlikte
Mustafa Kemal olmasayd� Kurtulu� Sava��’n�n yap�lamayaca��ve ba�ar�ya ula�amayaca�� gibi görü�lere kat�lm�yorum
varlığını kuvvetle hissettiren derin bir ih-
tiyaçtan kaynaklandı. Bu ihtiyaç şudur:
Kurtuluş Savaşı’nın da gösterdiği gibi
Türkiye’de İslami duyguları hesaba kat-
madan emperyalist Batı’nın karşısında
güçlü bir cephe oluşturmak mümkün gö-
rünmüyor. Çünkü İslamiyet Türk kültü-
rünü oluşturan güçlü öğelerden
biridir. Bugün bunu başkaları
kullanıyor. Halktan kopuk,
adeta üniversite kampusla-
rında saksıda yetişmiş
olan bir grup 1970’li yıl-
ların sonlarında İstiklal
Marşı’nı reddetti. Onu
ve Akif’i “ırkçı” olarak
ilan etti. Gerek İstiklal
Marşı’nı anlatan
“Vatan Türküsü”, gerek
“Mehmet Akif” kitabım,
Kurtuluş Savaşı yıllarının
psikolojisini ve kültürünü de
hesaba katarak yeni bir milli bir-
lik yaratma ihtiyacından doğdu. Bu
iki kitap alışılmışın dışında başka bir sol
bulunduğunu vurgulamış ve dikkat çek-
miş olsa da okuyucu olarak gerekli ilgiyi
görmedi. Ülkedeki temel çelişkinin em-
peryalizm-tam bağımsızlık değil, laiklik-
dincilik olarak algılandığı sürece de
bunun devam edeceği anlaşılıyor…
DÖRDÜNCÜ C�LT DE GEL�YORKısa süre önce “Kurtuluş Savaşı Öy-
küleri” adlı çalışmanızın üçüncü cildi deÖğretmen Dünyası Yayınları’ndan okur-lara ulaştı. Her ciltte, kaynakları belirte-rek, Kurtuluş Savaşı’nın çarpıcı, renkli,çoğu pek bilinmeyen ya da unutulmuşgerçeklerini anlatıyorsunuz. Toplam 99öykü var… Bu eserinizle ilgili çalışma
sürecinizi biraz anlatır mısı-nız? Ne zaman başladınız,
neden her ciltte 33öykü var, hedef kitle-
niz nedir vb.. Ulusal Ka-
nal’da uzun süre
“Kurtuluş Savaşı
Günlüğü” ve
“Kurtuluş Savaşı
Öyküleri” prog-
ramları yaptım.
Bundaki amacım,
emperyalizme teslim
olamayan bir milletin
ayaklanışını, onun derin-
liklerinden ilginç örneklerle an-
latmaktı. Bazı izleyiciler, bunları
kitaplaştırmamı istiyorlardı. Ben de ilk-
öğretim ikinci kademe öğrencilerinden
başlayarak herkesin okuyup anlayacağı
bir anlatımla bu olaylardan seçmeler
yapıp yayımlamaya karar verdim. Her bi-
rindeki olay sayısının 33 olmasının özel
bir anlamı yok. 33’lük tespihi akla getirse
de bunda da bir sakınca yok!
“Kurtuluş Savaşı Öyküleri”nin Nisan
2011’de yayımlanan ilk cildinin öns-özünde “Bu kitap ilgi görürse öyküleregelecek cilt veya ciltlerde devam etme ni-yetindeyim” diyorsunuz. İkinci ciltKasım 2011’de, üçüncü cilt de Şubat2012’de geliyor. Öykülerin ilgi gördüğüsonucuna ulaşabiliriz herhalde…
“Kurtuluş Savaşı Öyküleri”,
diğer birçok kitabım gibi ki-
tapçı raflarında yer almıyor.
Dağıtıcılar kitabı dağıt-
mıyor. Fuarlarda oku-
yucunun ilgisinin en
çok “Kurtuluş Savaşı
Kadınları” ile bu ki-
taba yöneldiğini gö-
rüyorum. Yayınevinin
satış ölçülerinden ba-
kılırsa ilgi görüyor.
İkinci ve üçüncü cildini
bu nedenle yayımladık.
Dördüncüsü de yakında ge-
liyor. Günümüzde bir kitabın
satışını sağlayan reklam ve dağıtım.
Hâlâ amatör çalışıyoruz… Büyük bir ya-
yımcıya dayanmadan yeteri kadar okuyu-
cuya ulaşmak mümkün değil. Kendi
kitaplarım için söylemiyorum, nice de-
ğerli çalışmanın bu nedenle okuyucuya
ulaşmadığını görerek hayıflanıyorum.
Ancak bir kitabın değerini belirleyen şey
belli bir dönemde çok kişi tarafından
okunması değil, uzun süre ehli tarafından
aranması ve kaynak gösterilmesidir.
DÜNYADA BELK� DE TEK ÖRNEKBiraz da “Öğretmen Dünyası” dergisi
ve yayınevinden söz eder misiniz? Bildiği-miz kadarıyla “Öğretmen Dünyası”,yayın yaşamına kesintisiz biçimde 33 yıl-dır devam eden tek dergi… Bu başarıyı
neye bağlıyorsunuz? Yayınevi çalışma-ları hakkında da biraz bilgi ve-
rebilirseniz seviniriz. “Öğretmen Dün-
yası”, 1970’lerde Tür-kiye’deki gericikargaşa ve bu aradaöğretmenler arasın-daki parçalanmayakarşı bağımsızlık,birlik, demokrasi is-teğiyle yayın haya-
tına atıldı. Bir kurumtarafından değil de
gönüllü çalışan öğret-menler tarafından çıkarı-
lıp bu kadar uzun süre hiçtökezlemeden yayın hayatında
kalan tek dergi. Belki dünyada da örneğiyok. Uzun yaşamasının nedenini, izlediğiyayın çizgisinin doğruluğuna olduğukadar onu çıkaranların halkçılığa bağlılı-ğındaki ısrarda aramak gerekir. “Öğret-men Dünyası”, Tanzimat’tan beri Türkeğitiminin modernleşmesi, demokratik-leşmesi ve halkçılaşması için mücadeleveren ve eğitim tarihimizde unutulmazizler bırakan Emrullah Efendi, Satı Bey,Ethem Nejat, İsmail Hakkı Baltacıoğlu,Hıfzırrahman Raşit Öymen, İsmail HakkıTonguç, Fakir Baykurt ve adları onlarlabirlikte anılan sayısız eğitim kahramanı-nın ve eğitim dergileri çıkaran hocalarımı-zın mirası üzerinde, 1980’li yılların ihtiyacıgöz önüne alınarak yayına başladı. Hiçbirbaskı, yasaklama ve öğretmenlere verilenkorku onu yolundan alıkoyamadı. 2009sonunda onu kişisel işletme gibi görün-mekten çıkararak zaten aynı amaçlar için2003’te kurulmuş olan Ulusal EğitimDerneği’nin iktisadi işletmesi haline getir-dik. Ben aralık ayında yaptığımız kon-grede dernek başkanlığını, dolayısıylaÖğretmen Dünyası’nın yönetimini bırak-tım. Yeni Yönetim Kurulu da bana“Onursal Genel Başkanı” sıfatını vererekcemilede bulundu. Böylece kitap çalışma-ları için kendime zaman yaratmış oldum.
Buna bağlı olarak, Kurtuluş Savaşıdönemi öğretmenleri ve öğretmenlerinmilli mücadeleye katılımı ile bugüne bak-tığınızda neler söylemek istersiniz…
Ben de şu günlerde tam da “KurtuluşSavaşı’nda Muallimler Ordusu”nun izin-deyim. Kuvvetle edindiğim izlenimleregöre Kurtuluş Savaşı döneminde “mual-limler ve muallimeler” bağımsız ve çağdaşbir yeni devletin kurulması için mücadele
ediyorlar. Dernekler kuruyorlar, konfe-ranslar veriyorlar, hatta bazı kadınlarımızgibi silah kuşanıp cephede çarpışanlar var.Fakat çok yoksulluk çekiyorlar. Aylarcamaaş alamadıkları oluyor. İlkokul öğret-
menleri grev de yapıyorlar. Birer devletmemuru oldukları ve henüz tam inisiyatifgösteremedikleri için dernekleri biraz ve-
sayet altında. Devlet başkanını, eğitim ba-kanını, genel müdürü himayeci olarakgösteriyorlar. Tek parti döneminde öğret-men örgütçülüğünün yasaklanması, öğ-retmenlerin örgütlenme ve özlük hakları
için mücadelesinde büyük bir kopuşa
neden oluyor. Bugünün öğretmenlerinino günkü hocalarından öğrenecekleri çok
şey var.
8 HAZ�RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP14
1. Kurtuluş Savaşı Günlüğü I (1982)2.�Kurtuluş�Savaşı�Günlüğü�II�(1984)3. Kurtuluş Savaşı Günlüğü III (1986)
4.�Dünyanın�Bütün�Çiçekleri�(Öğretmenlik�şiirleri)�(1984)5. Çerkez Ethem’in İhaneti (1984)
6.�Vatan�Türküsü-İstiklal�Marşı�(1984)7. Unutulmayan Öğretmenler (1984)
8.�Biz�Hazırız�(Öğretmenlik�Yazıları)�(1991)�9. Kurtuluş Savaşı Günlüğü IV (1993)
10.�Mehmet�Akif�(1996)11. Öğretmen(im) Sizi Çok Seviyor(uz) (1996)12.�Kurtuluş�Savaşı’nda�İkili�İktidar�(2000)
13. Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Afgan İlişkileri (2002)14.�Doğu’nun�Seher�Yıldızı�Kore�(2002)
15.�Kurtuluş�Savaşı�Gençliği�(2004)16. Benim Hapishanelerim (2005)17.�Ulusal�Eğitime�Çağrı�(2005)
18. Emperyalizm Ulusal Eğitime Meydan Okuyor (2005)19.�Kurtuluş�Savaşı�Kadınları�(2006)
20. İyi Öğretmen Olmak (2007)21.�Bir�Ömür�Böyle�Geçti�(Türkiye’de�İlk�Köy�Yürüyüşü)�(2008)
22. Çocuk ve Vatan (Beyceli Köyünde Son 100 Yıllık Değişim) (2008)23.�Ali�Hafızoğlu�Kitabı�(2009)
24. 1921 Maarif Kongresi (2009)25.�Kurtuluş�Savaşı�Öyküleri�I�(2011)26. Kurtuluş Savaşı Öyküleri II (2012)
27.�Kurtuluş�Savaşı�Öyküleri�III�(2012)
Zeki Sarıhan’ın yayımlanmış kitapları (ilk baskıları itibariyle)
Ulusal Kanal’dauzun süre “Kurtulu�Sava�� Günlü�ü” ve
“Kurtulu� Sava�� Öyküleri” programlar� yap-
t�m. Bundaki amac�m, emper-yalizme teslim olamayan bir milletin ayaklan���n�,onun derinliklerinden ilginç örneklerle an-
latmakt�
“Kurtulu� Sava�� Öyküleri”,
di�er birçok kitab�mgibi kitapç� raflar�nda yer alm�yor. Da��t�c�lar
kitab� da��tm�yor. Fuarlardaokuyucunun ilgisinin
en çok “Kurtulu� Sava��Kad�nlar�” ile bu kitaba
yöneldi�ini görüyorum
8 HAZ�RAN 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Dağhan DÖ[email protected]
“Bir kadınla birlikteliğin yok ve birkızla birlikte olduğunda onu salt için-deki erkeği kanıtlamak için beceriyor-sun. Sevginin ne olduğundan haberinyok. Kabızsın ve bağırsak söktürücükullanıyorsun. Leş gibi kokuyorsun,derin kırış kırış kösele gibi, kucağındakiçocuğu hissedemiyor ve bu nedenleonu hırpalanan bir yavru köpeğe dön-üştürmek istiyorsun.”
Wilhelm Reich, “Dinle KüçükAdam” da bu satırları yazarken; insan-lık 40’lı yılların gri bulutları altında so-luyordu. Reich’a göre uygartoplumlarda, baskılanan cinsel arzula-rın; nefrete ve şiddete yol açması kaçı-nılmaz bir sondu. Cinsel özgürlük ileyaşayan toplumlarda ise tecavüz, hırsız-lık gibi sözcüklerin dilde karşılığı olma-dığı yine yazar tarafından ortayakonmuştu. Bu düşünce ve algılayış bi-çimleri, yaklaşmakta olan cinsel devri-min, savaşma seviş çığlıklarının, peacekolyeli adam ve kadınların muhbirle-riydi.
Reich, cinsellik temasından yola çı-karak; toplumun riyakarlık temeli üze-rine oturmuş ahlaki ve sosyal yapısının,tümüyle değişmesi gerekliliğini öngörü-yordu. Çağcılı Henry Miller ise, Re-ich’ın yargıladığı bu toplumun birparçası ve muhalifi olarak, yer yer midebulantıları yer yer yer hezeyanlariçinde, şöyle bir halet-i ruhiyenin kaba-ran sesiydi:
“Nereye gidersen git, hayatlarınıberbat ediyor insanlar. Herkesin ken-dine ait bir trajedisi var. Kanımıza işle-miş talihsizlik, sıkıntı, elem, intihar.Felaketlerle, asabiyetle, anlamsızlıkladolup taşıyor atmosfer. Kaşın kaşınabil-diğin kadar, derin soyuluncaya dek.Fakat benim üzerimdeki etkisi coştu-rucu. Umudumu yitirip bunalıma gire-ceğim yerde hoşuma gidiyor bütünbunlar. Daha çok felaket istiyorum,daha büyük afetler, daha büyük başarı-sızlıklar. Dünya yerinden oynasın, her-kes kaşına kaşına ölsün istiyorum. “(Yengeç Dönencesi, sy: 20 )
KÖR, BEYAZ ÖFKE DALGASIYengeç Dönencesi, New York do-
ğumlu yazar Henry Miller’ın, Paris’egidip, aylaklık ederek ve edebiyat çevre-leriyle ilişki kurarak yaşadığı yılların birürünüdür. Kitap ilk defa, 1934 yılındaFransa’nın Obelisk Yayınevi tarafındanyayımlanmıştır. Kitabın, ABD’de 1961yılına değin yayımlanmamasının yanısıra, müstehcenlik gerekçesiyle ülkeyesokulması da yasaklanmıştır. Yazar, kita-bın bir yerinde kendi jeopolitiği hak-kında şunları karalar:
“Hayat, demiş Emerson, ‘insanın sa-bahtan akşama kadar düşündüklerindenibarettir. ‘Gerçekten öyleyse eğer, benimhayatım devasa bir bağırsaktan başka birşey değil. Bütün gün yemek hayallerikurduğum yetmezmiş gibi, geceleri dedüşünü görüyorum. Ama Amerika’yadönmek, evli olmak, tekdüze işlerde ça-lışmak istemiyorum. Hayır, Avrupa’dayoksul bir yaşam sürmeyi yeğlerim.
… Doğduğum ve büyüdüğüm, Whit-man’ın methiyeler düzdüğü kenti düşü-nünce kör, beyaz bir öfke dalgası yalıyorbağırsaklarımı. New York! Beyaz hapis-
haneler, çakal kaynayan sokaklar, saray-lar gibi inşa edilmiş Afyon tekkeleri, Ya-hudiler, cüzamlılar, gangsterler ve herşeyden öte can sıkıntısı; yüzlerin, sokak-ların, bacakların, evlerin, gökdelenlerin,yemeklerin, afişlerin, işlerin, suçların veaşkların tek düzeliği. Hiçliğin boş çuku-runun üzerine inşa edilmiş koca birkent. Anlamsızlık. Tam anlamıyla an-lamsızlık.” ( s.70-71 )
Henry Miller, insanlığa karşı bir ha-karet olarak nitelediği kitabında, içteniçe mekanikleşen, sanayi toplumunda iş-tahsız, uykusuz, cansız bir figür halinedönüştürülen insan kavramının karşı-sında durmaktadır. O; acıyı, gözünekaçan toz zerresini, ayağının üstündengeçen otomobil lastiğini, havadaki egzozağırlığını hissetmek ister. Duyuları ar-dına kadar açıktır.
Ancak bunu yaparken, ne Reich gibiiçtimai çözümler tasarısında ne de arayı-şındadır. Miller, bu reddedişi bencilliğevardıracak kadar bireyci bir tutumlayapar:
DO�AYA �HANET“Hiçbir şeye tutunmaya karar verdim.
Hayvan gibi yaşayacaktım bundan böyle,yırtıcı bir hayvan gibi. Savaş patlasa vekatılmak zorunda kalsam süngüyü so-kardım, sokardım, korsan gibi, yağmacıgibi, köküne kadar. Irza geçilecekse ırzageçecektim, intikam duygusuyla hem de.Şu anda, yeni günün tan sessizliğinde,suç ve kederle başı dönmüyor muydu kidünyanın? Tarihin döngüsü insan doğa-sının temel öğelerinden hangisini değiş-tirebilmişti? Ama doğasının iyi olaraknitelediği tarafına ihanet etmişti insan.
…Gözüm nerede bir kırıntıya ilişseüzerine atlayıp mideme indireceğim.Yaşamaksa asıl mesele yaşayacağım,yamyam gibi olsa bile. Bugüne dek de-ğerli kıçımı kurtarmaya çalıştım. Artık
paydos. Tanrı’yı buldum ama beceriksizçıktı. Sadece ruhani olarak ölüyüm. Cis-men hayattayım. Ahlaken özgürüm.Biraz önce veda ettiğim dünya, bir hay-vanat bahçesi aslında. Bir sırtlansamşayet, sıska ve aç bir sırtlanım ben: Se-mirme zamanı.” ( s. 96 )
“Yengeç Dönencesi”nin, edebi yelpa-zede yerini tayin etmek açısından birdiğer önemli isim kanaatimce; HenryJames ve kitabı “Daisy Miller”dır. “Yen-geç Dönencesi”nin yazıldığı tarihtenyaklaşık 50 yıl önce yazılan bu kitap, ola-ğanüstü güzel Amerikalı bir genç kızın,turist olarak geldiği İsviçre’nin Veveykasabasında; Avrupalı erkeklerin başınınasıl döndürdüğünü ve sevimli bulduğuher erkekle toplumsal yargılara aldırışetmeden, rahatlıkla nasıl flört edebildi-ğini anlatır. Kitabın yazarı Henry James,meslektaşı ve adaşı Miller gibi, uzunsüre sansüre uğrayacak ve bir süre Ame-rika’da yayım yasağıyla karşılaşacaktı.
Cinsel özgürlüğü dillendirişi, iki kül-türü ( Amerika – Avrupa ) mukayeseedişi ve sonuçları itibariyle benzerliklerteşkil etse de, Henry Miller’ın hayatın-dan yola çıkarak yazdığı bu biyografikeser, bugünün dünyası açısından dahaçok – öz - olma niteliği taşır.
Günümüzde, önüne çıkan her şeyimaddeleştiren ve son kertede tüketilebi-lir hale dönüştüren post-modern yaşambiçimi; insan ruhunu sığlaştırmış, ruhsaltatminin varlığını unutan bireyi, yalnızcabedensel hazların peşinden koşturur ko-numa getirmiştir. ‘Anı Yaşama’ kültü,evrilmiş ve bir ritüele dönmüştür. Bugü-nün dünyasında artık yalnızca arzularvardır. En nihayetinde arzular, tüketi-min yakıtı, enerjisi, sebeb-i hayatıdır.Miller’ı sanki bu post-modern kültür /kültürsüzlük içinde bayraktar kılacak sa-tırlar şunlar:
“Külahıma anlat ama daha önce de
geçtim bende bu yollardan-uzun yıllarönceydi, melankolik gençliğimi atlattımartık. Ne arkamdaki s.k.mde artık ne deönümdeki. Sağlıklıyım. İflah olmaz de-recede sağlıklıyım. Ne geçmiş var ne ge-lecek. Şimdiyi yaşamak yetiyor bana.Günden güne. Bugün! Eşsiz bugün!”(s. 54)
Sanırım Reich’ın kastettiği tam ola-rak bu değildi. Siz ne dersiniz? Biz nedersek diyelim, “Yengeç Dönencesi” herokuyana göre değişen ve her okuyuştafarklı anlamlar çıkarılabilecek zengin-likte bir kitap. Dili kimi zaman kaba vepornografik, kimi zaman akıcı ve şiirsel.Avi Pardo’nun eşsiz çevirisiyle, SirenYayınlarından kitaplığınıza sunuluyor.Saygıdeğer okuyucu, her kitap yalnızokunur ancak bazı kitaplar daha yalnızokunur! “Yengeç Dönencesi”, bu ikincigruba giriyor!
(Yengeç Dönencesi, Henry Miller,Siren Yayınları, çev. Avi Pardo, 286 s.)
Ateşin ortasındaki yengeç!
Henry Miller, insanl��a kar�� bir hakaret olarak niteledi�i kitab�nda,
içten içe mekanikle�en, sanayi toplu-munda i�tahs�z, uykusuz, cans�z birfigür haline dönü�türülen insan kav-
ram�n�n kar��s�nda durmaktad�r
HenryMiller
16 Aydınlık KİTAP8 HAZ�RAN 2012 CUMA ARA KABLO
ORHAN SADIKGenç kuşak ilerici akademisyenler ara-
sında son dönemde Türkçü faşizm, muha-fazakâr-liberal ittifakı ve AKP üzerinesistematik çalışmalarıyla dikkatleri üze-rinde toplayan Dr. Fatih Yaşlı, bir iç savaşortamına giren ve çözülme belirtileri artıkherkes tarafından görülen Türkiye’nin, ka-ranlıktan çıkış için yine de bazı olanaklarasahip olduğunu savunuyor. Kısa bir süreönce yayımlanan “AKP ve Yeni Rejim”başlıklı kitabında toplu bir “durum ve tü-nelden çıkış yolları” analizi sunan İzzetBaysal Üniversitesi öğretim üyelerindenDr. Yaşlı, sorularımızı yanıtladı.
“AKP ve Yeni Rejim” başlıklı yeni ça-lışmanızda, temel olarak, Birinci Cumhu-riyet de dediğimiz 1923 paradigmasınıntasfiyesini, zor kullanılarak yeni ve tarihi-mizin en gerici rejiminin yerleştirilmesiniişliyorsunuz. Bir iç savaştan mı geçiyoruz?Eğer öyleyse, bu iç savaşta sınıflar nasıl ko-nuşlanıyor?
İç savaşı, Yalçın Küçük tarafından for-müle edilmiş şekliyle, düzenden düzenegeçiş anlamında, paradigmalar ve değerlerüzerine verilen ve elitler arasında yaşananbir mücadele anlamında kullanıyorum. Sö-zünü ettiğim savaşta, sınıfların doğrudanbirbirleriyle mücadele içerisine girdiklerinisöylemek zor. Yani sınıflar Birinci ve İkinciCumhuriyet’in savunulması bağlamındasaflaşmış ve karşı cephelerde konumlan-mış değiller. Ancak görmek gerekiyor ki,Birinci Cumhuriyet’in yıkılışı açık bir şe-kilde Türkiye egemen sınıfının bir projesive AKP bu proje için seçilmiş doğru aktör.AKP, cemaati de yanına alarak egemen sı-nıfın projesini, emekçi sınıflara da benim-setebiliyor. Buna zaten siyaset biliminde“hegemonya” diyoruz.
Tam da bu nedenle, Birinci Cumhuri-yet’in yıkılışı ve yeni rejim inşa sürecindekamplaşma sınıflardan ziyade, eski rejimindeğerlerine bağlı olan ve 1923 paradigma-sına sadık kalan devlet içi ve dışı aktör-lerle, yeni rejimi inşa eden aktörlerarasında yaşandı. Bu ise mücadelenin, la-iklerle şeriatçılar, ilericilerle gericiler, vesa-yetçilerle darbeciler, elitlerle halk arasındayaşandığına dair algılara sebep oldu, zatenistenen de mücadelenin bu şekilde algılan-masıydı. Bu süreçte Türkiye solu, güçsüz-lüğü nedeniyle aktif bir özne olarak yeralamadığı ve yaşananlara müdahil olama-dığı için, mesele, özü itibariyle sınıfsal olsada, kitlelerde böyle bir algı oluşmadı.
10 YILLIK B�R SÜREÇ DE��LKitabınıza göre, "Kemalist Cumhuri-
yet"teki iç direnç mekanizmalarının bukadar sorunsuz etkisizleştirilmesinde sa-dece solsuzluk değil, başka faktörler de roloynadı. Fakat siz ısrarla bir "devamlılığın"altını çiziyorsunuz. Nedir bu?
İkinci Cumhuriyet’i hiçbir zaman Birin-ci’nin bir anti-tezi olarak görmedim; bila-kis, yeni rejimin, eskisinin en gerici yanlarıüzerinde yükseldiğini sürekli olarak vurgu-lamaya çalıştım. Dolayısıyla, Cumhuriyetinyıkılışını 10 yıllık bir zaman diliminde değilde daha uzun bir vadeye yerleştirerek oku-
mak gerektiği kanaatindeydim. Buradakiçıkış noktasını da elbette ki sol düşmanlığıolarak koymak gerekiyor. İkinci Dünya Sa-vaşı'ndan sonra liberalleşmeye eşlik edenİslamizasyon politikaları devreye sokuldu:Kuran kursları, İmam-Hatip’ler, IMF veDünya Bankası üyeliği, NATO’ya baş-vuru... Hepsi iç içe geçmiş süreçler. Solunyükselişe geçtiği 1960’lardan itibaren iseİslamizasyon ivme kazandı, AydınlarOcağı devletin düşünce üretim merkezihaline geldi ve 12 Eylül darbesinin ideolo-jisi olan Türk-İslam sentezini hazırladı.Çok partili hayata tekrar dönüldüğündeÖzal’ın taşıyıcılığını üstlendiği 12 Eylülprojesi 90’ların krizli ortamında etkisizhale geldiyse de, darbe, aradığı partiyiAKP şahsında buldu. Dolayısıyla son 10 yılrejimin yıkılışının kristalize olduğu yıllarolma niteliği taşısa da, yıkılışın kökenleriniçok daha eskiye giderek aramak zorunda-yız.
Türk ve Kürt muhalefetinin benzerlik-leri ve ayrılıkları, Cumhuriyetin zorla tasfi-yesinde, sizce nasıl bir role sahip?
Yeni rejimin inşa süreci, aynı zamanda,bu inşa sürecine muhalefet eden ya daetme potansiyeli olan unsurların tasfiyeedilme süreciydi ve bu unsurlar arasındaesas olarak iki güç göze çarpıyordu: Ulu-salcılar/Cumhuriyetçiler ya da aynı anlamagelmek üzere Avrasyacılar ile Kürt hare-keti. Ergenekon, Avrasyacılara ve KCKoperasyonları Kürt hareketine yönelik tas-fiye hareketinin bir parçasıydı. Bu ikiunsur, bu süreçte hiçbir şekilde yan yanagelmemeyi ve karşı tarafın başına gelenlerigörmezlikten gelmeyi tercih etti. Oysa ikti-dar her iki kesimi de “ortak düşman” kate-gorisine dahil etmiş ve bir savaşbaşlatmıştı. Aynı zamanda her iki hareketde, Türkiye solunun birer çocuğu olma ni-teliğindeydiler, söylemlerini ve siyasetle-rini büyük ölçüde soldan devşirmişlerdi.Süreç boyunca birbirlerine olan uzaklık-ları, hem etkisizleştirilmelerinin önünüaçtı hem de yeni rejim inşasını kolaylaş-tırdı.
Tüm bunlara rağmen ben cumhuriyet-
çilerle Kürt hareketinin asgari müşterek-lerde buluşabileceğine, bir ittifak kurabile-ceğine inanıyorum. Bu ise esas olarakTürkiye’de solun ve sınıf hareketinin yük-selişine bağlı, böylesi bir yükseliş, iki unsurarasındaki farklılıklardan ziyade benzerlik-lerin görülmesini kolaylaştırıp bir mütte-fiklik ilişkisini tesis edebilir.
SOLSUZLA�TIRMA VE�SLAM�ZASYON
Temel teziniz, Türkiye’de rejimden re-jime geçiş anlamında bir iç savaş yaşandığışeklinde özetlenebilir. Bu iç savaşın sürek-liliğini nasıl açıklayabiliriz?
Eninde sonunda Osmanlı-Türkiye mo-dernleşme süreci de Aydınlanma'nın birçocuğudur. Jön Türkler’den Kemalizm’euzanan geleneğin mensupları, ne kadarsağlıklı olduğu tartışılsa da, moderniteyleve Aydınlanmayla yoğrulmuş bir zihniyetintaşıyıcılarıydılar; bu anlamda Aydınlanma,laiklik, kamuculuk gibi değerleri kısmende olsa içselleştirmelerinde şaşırtıcı bir yanbulunmuyor. Ülkenin kurtuluşunun sahi-den dinsellikten arındırılmış ve seküleşti-rilmiş bir toplumdan geçtiğinidüşünüyorlardı. Ancak, her modernleşmesüreci aynı zamanda bir kapitalistleşme sü-reci olma niteliğini de taşıyor. Türkiye gibigeç kapitalistleşmiş bir ülkede burjuvala-şan/kapitalistleşen kesimlerin İttihatçılar-Kemalistler arasından çıkması, onlarlailişki içerisinde olmaları gayet doğal. Tamda bu nedenle İttihatçı-Kemalist gelenekbir yandan Aydınlanma'nın değerlerindenbir kısmını benimserken, öte yandan sınıf-sal konumu nedeniyle sola karşı bir tutumalmak, ülkeyi solsuzlaştırmak zorundakaldı. Bunun ise gelinen noktada, kendisonunu hazırlamak anlamına geldiğini bili-yoruz. Solsuzlaştırılmış ve İslamizasyon sü-recine tabi kılınmış bir ülkede, rejiminAydınlanma geleneğini devam ettirebil-mesi mümkün değildi. Sahiden de böyleoldu ve 12 Eylül’den itibaren, solun siyasetsahnesinden çekilmesiyle birlikte Cumhu-riyet'in kendi değerlerine ihanet etme sü-
reci hız kazandı. AKP iktidara gelip reji-min tabutunu hazırlamaya başladığındabuna direnecek toplumsal hiçbir odak ne-redeyse kalmamıştı.
S�STEM�N “EKSEN KAYMASI”NA YANITI
Birinci Cumhuriyet’e içkin değerler,sizce neden İkinci Cumhuriyet’le uyuşa-mıyor? Burada nasıl bir kısa devre var ki,resmen iç savaşı tetikliyor?
İkinci Cumhuriyet küresel sisteme dairbir proje her şeyden önce ve Türkiye’ninsistem içerisindeki yeriyle doğrudan ilgili.2000’lerin başında Birinci Cumhuriyet’indeğerlerine sahip çıkan devlet içi unsurlardevlet dışı unsurlarla da işbirliği yaparakTürkiye’nin eksenini kaydırabileceklerinidüşündüler: Türkiye’nin ABD müttefikli-ğini sona erdirmek, Gümrük Birliği’ndençıkmak, IMF politikalarına son vermek,Çin, İran ve Rusya’dan müteşekkil Avras-yacı güçlerle yeni uluslararası ittifaklarkurmak vs. Oysa Türkiye egemen sınıfı vesistem böylesi bir kopuşa izin verebilecekbir durumda değildi. Bilakis, uzunca birsüredir Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dö-nemde nasıl bir pozisyon almalı, sistemiçerisindeki varlığını nasıl yeniden değerlikılabilir sorusu egemenlerin gündemin-deydi. 11 Eylül saldırıları ve sonrasındaABD’nin radikal İslam’a karşı başlattığısavaş bulunmaz bir fırsat oldu. İslam’lademokrasinin (yani kapitalizmin) uyuşa-bilir olduğu tezine örnek ülke olarak Tür-kiye ve AKP iktidarı bulundu. EğerBirinci Cumhuriyet küresel sistem açısın-dan bir ayak bağı haline gelmese ve reji-min kimi unsurları bir eksen kaymasınıgündeme getirmeseler, rejim, bir süredaha varlığını devam ettirebilirdi. Renklidevrimlerden Afganistan ve Irak işgalle-rine, Arap Baharı’ndan Suriye’ye, yeni re-jimin izlediği dış politikaya bakarak,yaşanan sürecin küresel sistemle olanbağlantısını, İkinci Cumhuriyet’in uluslar-arası bir proje olduğunu görebiliriz.
(AKP ve Yeni Rejim, Fatih Yaşlı, Tan Kitabevi Yay., 362 s.)
DR. FAT�H YA�LI'NIN “AKP VE YEN� REJ�M” ANAL�Z�
“Cumhuriyetçilerle Kürt hareketinin asgari mü�tereklerde bulu�abilece�ine, bir ittifak kurabilece�ine inan�yorum.Bu ise esas olarak Türkiye’de solun ve s�n�f hareketinin yükseli�ine ba�l�, böylesi bir yükseli�, iki unsur aras�ndakifarkl�l�klardan ziyade benzerliklerin görülmesini kolayla�t�r�p bir müttefiklik ili�kisini tesis edebilir.”
Gericiliğe karşı “büyük koalisyon” çağrısı
Dr. FatihYa�l�
8 HAZ�RAN 2012 CUMA 17Aydınlık KİTAP
1985’te Sinan Çetin, �rfan Yalç�n’�n, genelev gerçe�ineçarp�c� ayr�nt�larla yakla�an roman� “Genelevde Yas”�
“14 Numara” ad�yla sinemaya aktar�r ve filmografisininen ba�ar�l� çal��mas�n� ortaya koyar NURİYE BİLİCİ
Yunanistan olarak adlandırılan böl-genin sakinlerini tanımlamak için kul-landığımız Yunan sözcüğünün tarihinhangi döneminden itibaren kullanıldığınet değildir. Biliyoruz ki kimlik kavramıyalnızca toplumsal ve maddi koşullarıdeğil, aynı zamanda etnik, kültürel vedille ilgili gelenekleri de kapsar. Bu ne-denle Yunanlıların Yunanlı haline gel-dikleri süreç basitçe kategorileştirilemez.Şimdiye kadar elde edilen veriler Yu-nanca konuşan ilk halkın MÖ ikinci binyılın ikinci yarısının Mi-ken’leri olduğunu göste-riyor. Yine de odönemde bölgede Yu-nanlılar olarak adlandı-rılabilecek bir halktopluluğu olduğunu söy-leyemeyiz. Yunan dili-nin ve kimliğinin diğerbileşenlerinin kökenle-rine inmek istediği-mizde ise türlüyorumlarla karşılaşmak-tayız.
Yunan ve Roma ta-rihleri uzmanı Ameri-kalı tarihçi Thomas R.Martin’in yazdığı ve SayYayınları tarafından di-limize kazandırılan “TarihöncesindenHelenistik Çağa Eski Yunan” isimli ça-lışma, kimlere Yunan diyebileceğimizhakkındaki tartışmayla başlıyor ve tümBatı uygarlığının temeli sayılan bu mu-azzam genişlikteki tarihi Helenistik dö-neme kadar anlatıyor. Peki, Helenistikdönemden ne anlamalıyız?
Genel kabul Büyük İskender’in MÖ323 yılındaki erken ölümünden sonrabaşladığı ve İskender’in fetihleri sonucutüm Doğu Akdeniz’e hâkim olan Yunanordularının başındaki generallerin, onunölümünden sonra kendilerini birer impa-rator ilan etmeleriyle geliştiği şeklindedir.Bu krallar Yunanlıları köklü yerel toplu-lukların merkezine koyarak ve aynı za-manda Yunan tarzı yeni kentler kurarakyerel geleneklerle kaynaştırmış, kozmo-polit bir yaşam biçimi oluşturmuşlardır.Yaklaşık üç yüzyıl süren bu dönem MÖ30 yılında Mısır kraliçesi VII. Kleo-patra’nın ölümüyle son bulur.
Tekrar Eski Yunan’a dönecek olur-sak, İskender’e gelene kadar geçendönem şehir devletlerinin oluşturulması,bu devletler arasında yaşanan savaşlar,yeterli tarım alanlarının bulunmamasınedeniyle büyük ölçüde denizlerde ger-çekleştirilen ticaret, tanrılara adanmışbüyük tapınaklar, hukuk, felsefe, sanatve edebiyatın gelişmesi dönemidir. EskiYunan’ın anavatanı Ege Denizi’ni ve budenizde yer alan irili ufaklı adaları, gü-nümüz Yunanistanı’nın yer aldığı Balkantopraklarını, yine günümüz Türkiye’sininbatı kıyılarını, ayrıca Kuzey Afrika kıyıla-rını kapsar. Ayrıca güney Fransa’da,güney İtalya’da, Sicilya’da ve Karade-niz’de de yaşamışlardır. Taş çağından iti-
baren hayvanları evcilleştirmeye başla-dıklarını, MÖ yedinci yüzyıldan itibarenekip biçmeyi öğrendiklerini biliyoruz.Zeytin ve zeytinyağı ürettiklerini, suluşarabı sevdiklerini de biliyoruz. Kıyı şeri-dinin girintili çıkıntılı olması balıkçılarave açık deniz tacirlerine kolay ulaşımolanağı ve karlı ticari anlaşmalar yapmaolanağı sağlamıştır. Yine de deniz tehli-kelidir. Sekizinci yüzyılın ozanı Hesiodosdenizin, “zavallı ölümlülerin gelir ka-pısı”, “ama dalgaların arasında ölmeninkorkunç bir kader” olduğunu yazmıştır.
Akdeniz iklimi olarak tanımla-nan iklim koşullarınınen iyisi olduğuna inan-mışlardır. Bu konudaAristoteles, “Yunansıcak ve soğuk iklimle-rin arasında orta yeriişgal eder ve buna bağlıolarak hem enerjiye,hem de zekâya sahiptir-ler. Bu nedenle Yunan-lılar özgürlüklerinikorurlar ve en iyi siyasikurumlara sahiptirler.Aslında kendi arala-rında siyasi birlik oluştu-rabilselerdi, dünyanıngeri kalanını denetim al-tına alabilirlerdi” diyeyazmaktadır.
Aristoteles’in dediği gibi, Eski Yunantoplulukları hiçbir zaman siyasi olarakbirleşmedikleri için, tarihleri boyuncakesinlikle modern anlamda bir ulus oluş-turamadılar. Öte yandan, aynı dilin leh-çelerini konuştukları, dini törenlerdekifarklılıklara rağmen gelenekleri benzerolduğu, aynı tanrılara taptıkları, Ati-na’daki tanrıça Demeter’e adanmış gi-zemli törenlere ya da olimpiyatlarakatıldıkları için bir kültürel kimliği pay-laştıklarını düşündüler.
Eski Yunan, sınırları kesin biçimde be-lirlenmiş toprağa dayalı bir yer ya da ulu-sal bir oluşumdan daha çok, paylaşılandüşünceler ve pratikler kümesiydi. Bu an-lamda Yunan kültürel kimliğinin nasıl or-taya çıktığı ve bunun yüzyıllarca nasılkorunduğu gerçekten de cevaplaması zorsorulardır. Dağlık bir bölge olmasının si-yasi parçalanmışlığa katkıda bulunduğuise apaçık ortadadır.
Martin’in övgüye değer çalışmaları so-nucu ortaya çıkmış olan Eski Yunan,içerdiği bilgiler açısından dikkati çekmi-yor sadece, aynı zamanda bu bilgileri ak-tarış biçimi de ilgiyi hak ediyor. Tarih,çeşitli dönemlere ayrılarak anlatılırken,her bölümün sonunda yer alan kaynakça-lar, bölümle ilgili tarih dizinleri, bölümdeanlatılan dönemi yansıtan çok güzel vedoğru fotoğraf kullanımı, haritalar vedaha fazla bilgi edinmek isteyenler içinverilen okuma listeleriyle de kendini gös-teriyor. Bu kadar malzemeyi doğru bi-çimde değerlendiren editöryal çabayı veiyi çeviriyi de atlamamak gerekiyor.
(Eski Yunan, Thomas R. Martin, Say Yay., çev: Ümit Hüsrev Yolsal, 408 s.)
TUNCA ARSLAN“Üç dört gün sonra bi da gitti
14 numaraya Arap. Kapıdan girergirmez, garsonu polisin elindenalmaya çalışan kadını tanıdı. ‘Çı-kalım’ dedi başıyla. ‘Üç numaralıoda’ dedi kadın. Arap çıktı. Kirlibir odaydı. Tek karyola vardı toputopu. Sandalye bile yoktu. Duvar-lar bomboştu. Sıkı sıkı kapatıl-mıştı perdeleri. Küçücük odanınkararmış duvarlarından pislik sızı-yor gibiydi. Yıllardır boyanma-mıştı belli ki. Bi kaç dakika sonrageldi kadın. Gülümseyerek: Paraönce, dedi…”
Çalıştığı genelevin en güzel“sermayesi” olan Yaprak’ın, elin-den parasını alan, haince döven,hasta ruhlu Arap’la tanışmasınıböyle anlatır İrfan Yalçın, unutul-maz romanı “Genelevde Yas”ıngiriş bölümünde. Müşterileri ara-sındaki temiz yüzlü bir genci sev-meye başlayan, evlenip bubataklıktan kurtulmayı hayaleden talihsiz kadını “kafestenuçurmamak” için her kötülüğüyapmaya hazır olan Arap, gençsevdalıların önünü kesmekte ge-cikmeyecektir.
1985’te Sinan Çetin, genelev gerçeğine son derece çarpıcı ayrıntılarla yakla-şan bu İrfan Yalçın yapıtını “14 Numara” adıyla sinemaya aktarır ve filmografi-sinin en başarılı çalışmasını ortaya koyar. Yaprak rolünde Serpil Çakmaklı’nın,Arap rolünde Hakan Balamir’in tüm kariyerlerinin en başarılı oyunculuklarınısergilemesi sonucunda, “14 Numara” aradan geçen yaklaşık 30 yıla rağmen“eskimeyen” bir film olarak yerini almıştır sinema tarihimizde. 22. AntalyaFilm Festivali’nde en iyi ikinci film seçilip (birinciliği Atıf Yılmaz’ın “Dul BirKadın”ı almıştı), Sinan Çetin’e en iyi yönetmen ödülü getiren “14 Numara”,Balamir’e en iyi erkek oyuncu, Keriman Ulusoy’a da en iyi yardımcı erkekoyuncu ödülü kazandırmıştı.
Romanın da filmin de genelevi idealize etme tuzağına düşmediği, örneğin“iyi fahişe” tiplemeleri oluşturma konusunda zorlamaya ve abartıya kaçılma-
yan, ortamın karakterlere deyansıyan çürümüşlüğünün et-kileyici biçimde resmedildiğibir filmdir “14 Numara”.Yaşlı, hastalıklı, Arap’ın ön-ceki “kadını” Zargana karak-teri de unutulacak gibideğildir gerçekten. O iğrençdünyanın simgesi olarak karşı-mıza çıkan bu “bitmiş kadın”,yazar ve yönetmen tarafındansarsıcı bir “bulantı” duygusueşliğinde sunulurlar okura veseyirciye. Yaşamı da ölümü derezilcedir…
İrfan Yalçın’ın ilk kez1978’de yayımlanan romanı vebugün hepsinden iğrendiğinisöylese de “Bir Günün Hika-yesi”, “Çirkinler de Sever”,“Çiçek Abbas” gibi nitelikliyapımlarla sinemaya hızlı vebaşarılı bir giriş yapan SinanÇetin’in “kafayı henüz bozma-dan önce” çektiği son iyi filmolan “14 Numara”, edebiyatınsinemayla buluşmasının par-lak örneklerinden biridir ne-resinden bakılsa.
Tarih öncesinden Helenistik çağa
Eski Yunan
�RFAN YALÇIN’IN “GENELEVDE YAS”I VE S�NAN ÇET�N’�N “14 NUMARA”SI
Çürümüş haldeyaşarken ve ölürken
BİR KİTAP BİR FİLM
8 HAZ�RAN 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP
Mürver Ağacı
Oscar Wilde, Can Yay., Çev: Suat Ertüzün, 327 s.
YENİ ÇIKANLAR
Kan Kırmızı
Ezgi Aksoy, Destek Yay. 368 s.
Biyokapital
Kaushik Sunder Rajan, Metis Yay.,Çev: Ay�e Deniz Temiz, 376 s.
BilinmeyenYönleriyle Kur'an
Arif Tekin, Berfin Yay., 355 s.
Son iki yılın olay adamı... İngiltere'ninen sert dedektifi Başkomiser Roy Grace.Suçlu zihinlerin hastalıklı zihinlerini oku-yan adam. Artık bizimle. Sussex sahilinde,denizin dibinde, bazı organları eksik, gençbir erkek cesedi bulundu. Çok geçmedeniki genç ceset daha ortaya çıkacaktı.Brighton'da yaşayan on beş yaşındaki Ca-itlin Beckett, acilen karaciğer nakli ol-mazsa ölecekti. Sağlık sistemi onu yüzüstübırakınca, Caitlin'in paniğe kapılan an-nesi, internette, yasadışı yollarla organ bu-labileceğini söyleyen bir aracıya rastladı.Ancak her şeyin bir bedeli vardı... RoyGrace, dokuz yıl önce, karısı Sandy orta-dan kaybolduğundan beri ilk kez hayatapozitif bakıyordu. Artık güzel bir kız ar-kadaşı vardı ve işinde terfi etmişti. Ancakson zamanlarda birbiri ardına işlenen ci-nayetler uykularını kaçırıyordu. Cesetler-deki ipuçlarını izleyen Grace, kendiniDoğu Avrupa kaynaklı bir çocuk taciri çe-tesinin peşinde bulacaktı.
Yarın Biri Ölecek
Peter James, Artemis Yay., Çev: Duygu Dölek, 512 s.
Bazı kitapları okurken yanından ge-çersiniz, bazılarının da içinden geçersiniz.İçinden geçtiğiniz kitaplar, sizin yolculu-ğunuzdur, sözcükleri, cümleleri, kavram-ları yanınızdan akıp gitmez, onlarlahemhal olursunuz, durdurursunuz, soru-lar sorarsınız, konuşarak dost olursunuz.İşte Roman Rosdolski'nin “Marx'ın Ka-pital'inin Oluşumu” kitabı dost bir kitap-tır. Hem iki paylaşım savaşını, hem EkimDevrimi'ni, hem devrimin kurşuna dizil-diği dönemi, hem faşizmin Nazi toplamakamplarını, hem de yirminci yüzyılın ilkyarısındaki Marksist tartışmaları/pole-mikleri birebir yaşayan Rosdolski, kendiçıktığı Marx yolculuğuna sizi de götürür.Aynı anda iki yolculuğa çıkarsınız, hemRosdolski'ye hem Marx'a. Peki Rosdols-ki'yi Marx'ı yeniden okumaya ve yorum-lamaya iten şey nedir?
Marx'ın Kapital'ininOluşumu
Roman Rosdolski, OtonomYay�nc�l�k, Çev: Cumhur Atay,
Münevver Çelik, 608 s.
Sıradan OlanınBaşkalaşımı
Arthur C. Danto, Ayr�nt� Yay�nlar�,Çev: Esin Berkta�, Özge Ejder, 240 s.
Çoğunlukla zengin ya da ünlü kişile-rin hayatları biyografi olarak yayımla-nır. Biyografi yazarının, kaleme aldığıkişiyi tanıması gerekmez, hatta bu kişibüyük olasılıkla uzun zaman önce ya-şama veda etmiştir. Klasik biyografi ka-lıplarına cesurca karşı çıkan bu kitaptaBotton, "mahrem" bir ilişkiye girdiği,"sıradan" bir kadın olarak nitelendirile-bilecek, hala "yaşama veda etmemiş"sevgilisini zekice kurgulanmış özgünbir anlatımla okura sunuyor.
Botton'un baştan çıkarıcı anlatımıkendimize daha az yabancılaşmamızısağlıyor.
- Julian Loose, Sunday Times-Ustalıkla, hatta bilgece kaleme alın-
mış bu romanı okurken yüzünüzdengülümseme hiç eksik olmayacak.
- The New Yorker-Biyografide nesnellik arayışına ze-
kice bir karşı koyuş.- James Atlas, Vogue-
Öp ve Anlat
Alain de Botton, Sel Yay., Çev: Çi�dem Akp�nar, 256 s.
"Amerika, esrarengiz bir kıta. Keş-finden beri açıklığa kavuşamamış pekçok kadim sırrı var. Batı'nın asil uygar-lığı, savaşlar, yağmalar, yangınlar, sal-gınlar atlattıktan sonra, bir karanlıkçağdan çıkıp Rönesans'a girmek üzereiken keşfetti Amerika kıtasını. Yorgundüşmüş ve kendini tüketmekte olangeçkin bir delikanlıydı. Ancak gelininibulmuş ve yeniden yaşama sevinciyledolmuştu. Çok uzun yıllardan sonra ilkdefa bu kadar güzelini görüyordu deli-kanlı ve ilk önce altına ve gümüşe,engin petrol yataklarına saldırdı. İlkheves dalgası yıkıcı olmuştu! Deyim ye-rindeyse, Amerika'nın kızlığı, Ko-lomb'dan sonra gelen yağmacılartarafından bozulmuştu. İkinci dalga,delikanlının kıskançlık çağına denkgeldi. Maçoydu delikanlı, gelinini sa-hipleniyordu ve derken gelin hamilekaldı; her yer binalarla, demiryollarıyla,bankalarla doldu. Üçüncü dalga ise,yepyeni bir ekonomik çağ yaratacaktı.
Masallar, hayalet öyküleri, dedektif-lik hikâyeleri ve töre komedileri... Bukitapta toplanan ve Oscar Wilde'a biryazar olarak isim kazandıran öykü-lerde, birçok edebî üslup bir araya geti-rilerek benzersiz bir ustalıkla örülüyor."Lord Arthur Savile'in Suçu" ve "Can-terville Hayaleti", Victoria dönemiahlak anlayışını gülünç bir şekilde ters-yüz ederken, "Örnek Milyoner"de top-lumun maddeciliği keskin bir mizahanlayışıyla eleştiriliyor, "Mutlu Prens"ile "Bülbül ve Gül"de kendini hiçesayan aşkın büyülü sahneleriyle yoğunbir melankoli göze çarpıyor. Her biriküçük birer başyapıt olan bu öykülerWilde'ın parlak ufkunu yansıtırkenzekâ ve duyguyu zarifçe harmanlıyor,karmaşık ahlaki sorunları irdeliyor. Heröykü, yazarın zengin ve renkli anlatı-mıyla neredeyse görsel bir canlılıklayaptığı şiirsel betimlemeler, Wilde'ınedebiyat dünyasındaki vazgeçilmezli-ğini ve ölümsüzlüğünü kanıtlıyor.
Hem bilimsel araştırmalar hemde siyasal iktisat alanına katkıyapan en önemli çalışmalardanbiri Biyokapital. Kaushik SunderRajan bu çalışma bağlamında,1999'dan 2004'e uzanan beş yıllıkbir zaman dilimi boyunca, ABDve Hindistan'daki biyoteknoloji la-boratuarlarında ve yeni kurulanşirketlerde saha araştırmaları ya-pıyor. Daha sonra biliminsanları,girişimciler, risk sermayedarları veülke politikalarını belirleyen kişi-leri de dahil ettiği araştırmasını,iki ülkedeki ilaç geliştirme süreç-lerini karşılaştırarak sürdürüyorve farklı uygulamalar ile araş-tırma-geliştirmenin hedeflerini, fi-nansal mekanizmaları, ilgilihükümet düzenlemelerini ve umutvaat eden bu yeni teknolojilerinreklam ve pazarlama stratejileriniinceliyor.
İlk insandan beri varolagelen inanç-lar, tek tanrılı dinlerle birlikte çerçeve-lendirilmiş ve bu çerçeve kitap halinedönüştürülmüştür. Bilinmeyenin korku-larını, dinin kurallarıyla insanlara daya-tan sömürü sisteminden yana olanlar, bukorkuyu kendilerinin mutlu yaşamı için,çoğunluğun öbür dünya düşlerine çevir-miştir. Bilim geliştikçe dinler de kendiniçağa paralel duruma taşımak zorunda-dır. Çünkü dogmatik yapı, gelişen bilimekarşı duramadığından, ya ilk dönemler-deki gibi kanlı din savaşlarına taşınacakya da dinin çağa yanıt vermesi aramala-rına girişecektir. Elbette bu eylemi ger-çekleştirecek olan din değil, bu konudaözgür düşünen din adamlarıdır.
Ne kadar baskı altına alınsalar ya daöldürülseler de, bu durumu saptayan dinadamları araştırmalarını sürdürmüş, so-rulmaya başlanan ve sorulacak olan so-rulara yanıt aramışlardır.
Amerikalı sanat kuramcısı, eleştir-meni ve filozof Arthur C. Danto'nun1983 yılında yayımlanan kitabı “Sıra-dan Olanın Başkalaşımı”, çağdaş sanatyapıtları ve kuramlarının sorunsallaş-tırdığı sanat tanımı etrafındaki güçlük-leri, özgün bir kavramsallaştırmaya tabitutarak ele alıyor. Danto, sanat felsefe-sinin yer yer nesnesini bir kenara bıra-kıp kendi içine kapanan tavrınaalternatif olarak kuramını, gerek sanatgerek felsefe tarihinden örnekler yo-luyla açıyor. Çağdaş sanat açısındanyeni bir kuramın aciliyetine vurguyapan kitap, çağdaş sanat yapıtlarını daiçine alacak yeni bir sanat tanımınındüşünülebilir olmasını sağlayacak buyeni kuramda kurucu rolü sanat ile fel-sefe arasında bölüştürürken, sorgula-maya sanat kurumlarının dahiledilmesi gerekliliğine de değiniyor.
8 HAZ�RAN 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
Kaos Kelam Hijyen Şiddet
Murat Baç, Yeni �nsan Yay�nlar�, 170 s.
Söz bir kez daha Althusser'in.“Yazılar”ın bu altıncı ve son cildi,
Althusser düşüncesinin klasik temala-rından oluşan metinleri bir araya getiri-yor. Felsefe, bilim, din ve ideoloji nasıltanımlanmalıdır ve aralarındaki ilişkile-rin doğası nedir? Tarih nedir? Öznesizbir süreç olarak tarih nedir? Marx'ıngençlik yapıtlarıyla “Kapital” arasındagerçekleştirdiği "epistemolojik kopuş" neanlama gelir? Ve felsefe nedir? Söz birkez daha Althusser'in: Marksizmi emekfelsefesi olarak gören bütün idealist yo-rumlar, bütün emek ideolojileri incelen-diğinde, bunların “1844 Elyazmaları”nınkonularını yinelediği ya da bir "praksis"Fenomenolojisi kurmaya çalıştıkları aposteriori olarak kolayca fark edilir.Ama burada söz konusu olanın, başkabir alana, bilimin alanına yerleşmiş ta-rihsel materyalizm değil, felsefi ideolojiolduğu söylenerek itiraz edilecektir.
Felsefi ve SiyasiYazılar
Louis Althusser, �thaki Yay�nlar�,Çev: Ya�mur Ceylan Uslu, 288 s.
İnci Sözlük, on binlerce yazarı ve yüzbinlerce okuruyla kısa sürede bir sosyalmedya fenomenine dönüştü. Ama sadeceorada kalmadı. Yaptığı ziyaretlerle insanıaptallaştıran televizyon programlarının vegazetelerin camını çerçevesini indirdi.Hem de taş sopa kullanmadan yaptı bunu.İnsanı sosyalleştireceği halde asosyalleşti-ren Facebook'un ve hayatımız hakkındayalanlar uydurmaya yarayan Twitter'ın fi-yakasını bozdu. Google'da en çok aranansözcüğün porno olduğu bir ülkede, "am vardediler geldik," itirafını ve itirazını yapmakve ilgili capsleri vermek de ona düştü. Boz-baykuşlarla taraftarı olmayanların taraf-tarı, Ahmet Abi'yle seçme ve seçilme hakkıkâğıt üstünde kalanların seçmeni oldu. İn-sanların her anlamda mallaştırıldığı birtarih diliminde ve toplumda, agresif bir üs-lupla, neşeli ve yaratıcı bir savunma kül-türü geliştirdi. Özet: Bu kitabı okuyan liselideğildir. -Emrah Serbes-
İnci Sözlük-İnsanlığa Lanet
Serkan �nci, Umut Kullar, Alt�k�rkbe� Yay�nlar�, 96 s.
Estetik Edebiyat
Onur Bilge Kula, �� Bankas� Kültür Yay�nlar�, 424 s.
Münir Göle, ilk insandan bugünedeğişmeyen özün peşinde... Göle,düşle gerçek arasında salınıp duranarzu nesnesi Sarışın Kadın imgesiyle,ilk kadınlardan, ilk erkeklerden bu-güne genetik vasiyetlere ulaşıyor.Afaki Haller'de ilk çağlardan başlayan"kişisel" tarihimizi okuyoruz aslında,bazen mahcup, bazen hayranlıkla...
Yazarla tarihten bugüne yol alırkenmitlerle, mimariyle, müzikle, edebi-yatla, aşkla, hastalıkla, sağlıkla, solak-lıkla, salaklıkla, akıllılıkla, türlüinsanlık halleriyle gitgide şiddetlenenbir sağanağa yakalanıyoruz. Yolcuğu-muz, kimi tarihi kişilerin bilinmeyenhikâyeleriyle, tarihin uzanamadığı kuy-tularda sürüyor. Kendimizi kâh Dar-win'le birlikte dev dalgalarlaboğuşurken, kâh kayda geçmiş en da-ğınık bilim adamı Hooke'la birliktedeney yaparken buluyoruz.
Afaki Haller
Münir Göle, Yap� Kredi Yay�nlar�, 268 s.
Bir öykü hayatınızı kurtarabilirmi? Meg Carpenter beşparasız. Ro-manını bir türlü tamamlayamıyor.
Cep telefonunu idareli kullanmakzorunda. Erkek arkadaşının sorunla-rıysa bitmiyor. Tam da bu andaölümsüzlüğü vaat eden bir kitabınhayalet yazarlığı teklif ediliyor. Gözükapalı kabul ediyor.
Ama kim sonsuza dek yaşamakister ki! Kozmoloji fizik tarot yeninesil akımlar Nietzche ve Baudril-lard'dan yola çıkan Bizim Hazin Ev-renimiz edebiyata ve hayata yeni birbakış müjdeliyor. Scarlett Thomasilişkilerin nasıl kurulup yıkıldığınageleceğimizi ve geçmişimizi nasılbaştan yazabileceğimize dair birroman sunuyor.
Hayalle gerçeğin sınırlarında do-laşmayı göze alanlar için...
Bizim HazinEvrenimiz
Scarlett Thomas, April Yay., Çev: Cihat Ta�ç�o�lu, 440 s.
Wall Street'i İşgal Et eylemcileriyle“aşina olduk bu slogana; Michael ZweigAmerika'nın En İyi Saklanan Sırrı: İşçiSınıfı Çoğunluktur” kitabını yayınladık-tan on yıl sonra, 2008 Mali Kriz'inin erte-sinde bu sayfalardan taşıp sokaklardayankısını buldu. ABD'de Nisan 2012'degüncel verilerle genişletilmiş ikinci basımıyapılan kitabında Zweig, Amerikan top-lumu hakkındaki yaygın "geniş orta sınıf"mitini çürütüyor. İşçi sınıfının yok oldu-ğunu, sınıf mücadelesinin ise artık mo-dası geçmiş bir fikir olduğunusöyleyenlere, en gelişmiş kapitalist ülke-den, imparatorluğun merkezinden cevapveriyor. Sır perdesini aralayarak çıplakgerçeği, ABD Çalışma Bakanlığı verile-riyle gösteriyor. İşçi sınıfının toplumunçoğunluğunu oluşturduğunu sergiledik-ten sonra, dikkatleri sınıf analizinin enbelirleyici noktasına yöneltiyor: İşyerindeve toplumda kararları kimin verdiğine...
Amerika'nın En İyiSaklanan Sırrı
Michael Zweig, h2o Kitap, Çev: Halil Çelik, 304 s.
Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde sivilpolisler koluna girerek merdivenlerdenaşağı indirdiler ve bodrum katta karanlıkbir hücreye attılar! Burada birkaç saatbeklettikten sonra gözlerini bağlayarakkoridora çıkardılar. Beline bir ip bağlaya-rak onu çeke çeke aynı katta başka biryere götürdüler. Burada giysilerini çı-karttırdılar, çırılçıplak kaldı. Yere sırt üstüyatırdılar. Beton buz gibiydi. Dışarıda ısıeksi 24 dereceye düşmüştü, tüyleri dikendiken oldu. Sonra hortumla üzerine sufışkırtmaya başladılar. Polisler bir yandanda küfür ve hakaret ediyorlardı. Su kesi-lince bittiğini sandı. Ama polisler ayak bi-leklerine bir ip bağladılar, bununla tavanaastılar. Vücudunun iki yerine elektrikkabloları bağladılar ve elektrik vermeyebaşladılar. Okuyunca anımsayacaksınız,irkileceksiniz, güleceksiniz, düşüneceksi-niz, nefret edeceksiniz...
Unutmayacağız,Barışmayacağız,Affetmeyeceğiz
Ayhan Sar�han, Ozan Yay., 368 s.
İnsanın insancıllaşmasına ve dün-yanın yaşanırlaşmasına en belirleyicikatkıyı yapan estetiktir, dolayısıyla daedebiyattır. Güzelliği öne çıkaran es-tetik ve edebiyat, insanın gizil güç ola-rak içinde taşıdığı yıkım eğiliminidenetlemesi ve etkisizleştirmesinin degüvencesidir. Immanuel Kant ve onuizleyen ve geliştiren Friedrich Schiller,estetik ve edebiyat kuramının kalıcıtemellerini atmışlardır. Hegel estetikfelsefesini söz konusu sağlam temel-ler üzerine kurmuştur. Martin Hei-degger, anılan filozofların estetikkuramlarını daha belirgin bir şekildeidealist felsefe geleneği doğrultu-sunda özgüleştirmeye çalışmıştır.“Kant, Schiller, Heidegger -Estetik veEdebiyat”, genel anlamıyla Türkiye'deestetik ve edebiyatın kuram biriki-mine, öncelikle de terminoloji alanın-daki boşluğun doldurulmasına katkıyapmak amacıyla hazırlanmıştır.
“Kaos Kelam Hijyen Şiddet” bir fel-sefe kitabı, ama bildiğimiz Türkçe felsefekitaplarına benzemiyor, çünkü yazarbenliğini ve deneyimini kuramından so-yutlamıyor, Türkiyeli bir akademisyen ol-duğunu unutmuşçasına ellerini kirletiyor.Murat Baç felsefe öğrenciliğinin önemlibir kısmını kapsayan Kanada deneyimi-nin onu götürdüğü ontoloji kuramını an-latıyor. Kitabın başlığı kendindenaçıklamalı; kuram, kaosa tahammül ede-meyen Kuzey Amerikalı'nın kelam yo-luyla ne kadar hijyenik bir varoluşyarattığını, kaostan bütünüyle arındırıl-maya çalışılan bu varoluşun ne denli şid-det içerdiğini sadece anlatmaklakalmıyor, okuyucuya bu kuramı adımadım bulduruyor. Baç, haliyle, okuyu-cuyu dirseklerine kadar metoda batırı-yor; onu hiç farkettirmeden bir felsefeöğrencisi yapıyor; tanıklık nasıl kuramadönüştürülür onu gösteriyor.
8 HAZ�RAN 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN
Esrarengiz Komşu
Silke Lambeck, Gün����� Kitapl���, Çev: Suzan Geridönmez, Resimleyen: Karsten Teich, s.152
İREM HALIÇ[email protected]
2001 yılında "Uluslararası Şiir Festi-vali"nin otuz ikinci kutlamasında "Ar-monikanın Şairi" ve "Dünya ÇocukŞiirinin Şampiyonu" diye adlandırılan,hayatını çocuklar için üretmeye adamışve yazdığı kitapların çoğu yabancı dil-lere çevrilen Yalvaç Ural’ın halk bilme-celerini derlediği “Kırmızı KızlarÇatıları Gizler” adlı kitabı, ünlü mizahçizeri Semih Poroy’un eğlenceli ve il-ginç karikatürleri ve yepyeni baskısıylaYapı Kredi Yayınları'ndan çıktı.
BABAANNE B�LMECELER�“Soba başında oturdum / Çocuklara
soruldum / Kimi bildi kimi bilemedi /Zihinlere kuruldum.”
Bilmece, yüzyıllar önce-sinden bugünlere taşınıp dahâlâ sevilebilen, kültüreldeğişimlere göre uyarlanıpşekil değiştirse de hâlâ ya-şatılan geleneklerimizdenbiri. Bilmecedeki gibi,benim küçüklüğüme de ye-tişen, uzaktaki babaanne-lerle kışın ayda bir yapılansoba başı maceralarındanbiri bilmece, diğeri teker-leme yarışlarıydı. 90'lardansonraki çocuklar pek bil-mece, fıkra ezberlemezler; ama eskileröyle mi? Takvim yapraklarından ezber-ledikleri maniler, torunlarını dizlerinindibine oturtmak için en büyük kozları-dır. Ailedeki tüm çocuklar eşzamanlıbir araya getirilir, portakallar dilimle-nir, oyun başlar. Dediğim gibi benimküçüklüğüme anca yetişti, şimdi ilk-okula giden kuzenlerim de biraz formatdeğişikliğiyle aynı oyunları oynuyorlar;ama özen, uğraş gerektirmeyen, inter-net sitelerinde dolaşan, dakika başı biryenisi üretilen, şiirsel olmayan, sadecebasit kelime oyunlarıyla herkesin yapa-bileceği türden bilmecelerle. Çocuklarısuçlayamayız, çünkü onlara bilgi ça-ğında olduğumuzu, artık her bilgiye in-ternetten ulaşabileceklerini bizöğretiyoruz. Bunu gerçekten savunanebeveynler de var. Hızlı bilgi akışıylaartık dünyada olup biten her şeydenhaberdar olan, kelime dağarcıkları enaz yetişkinler kadar zengin olan, bilgi-sayar oyunlarından yabancı dil öğrenençocuklarımıza eski bilmeceleri nedenokutalım diye düşünüyor olabilirsiniz.Bunun çocuklarınızın arkadaşlarındangeride kalmasına neden olacağını da
düşünüyor olabilirsiniz. Bilişim tekno-lojilerine sizden daha kolay ayak uydu-ruyor olabilirler ama çocuklarınızbilgisayar diliyle büyüyor ve öz Türk-çe'den gittikçe daha da uzaklaşıyorlar.O yüzden küçük küçük şiirler tadındakibu bilmeceler aslında beklentinizdenfazlasını karşılayacak.
���RSEL B�R ANLATIMYalvaç Ural'ın derlediği, uyak, ölçü
ve ses yinelemeleri ile şiirsel bir anla-tımla oluşturulan bu bilmeceler, özel-likle çocuklar için eğlenceli olabilecekkalabalık ortamlarda paylaşıldığındahem sosyal bağları geliştirmek hem deeğlenceli vakit geçirmek için birebir.Sonuca ulaşmak için verilen ipuçlarınındeğerlendirilmesi, resim eşliğinde su-
nulduğunda görsel ögelerinbirleştirilmesi beynin tıkırtıkır işlemesini sağlıyor.Bilmecelerin zihinde res-medilebilmesi için görselimgeler oluşturmaya yöne-lik anlatım dili çocuklarınsoyut kavramlara anlamlaryükleyip, gözünde canlan-dırdığı görüntüyle istenencevap arasında bağlantıkurmasını ve yeteneklerinifark etmesini sağlıyor. Hemde topluluk içinde kendiniifade etme alıştırmaları
yapmış oluyorlar. Yabancı sözcüklerinTürkçe sözcüklerle birleştirilmesiyleoluşturulan, anlamsız, şekilsiz, yeninesil bilmeceler ne kadar zihin bulandı-rıcı ise, halk bilmeceleri de o kadarzihin açıcı. Özenle seçilen kelimelerlenaif bir anlatıma sahipler ve tabi kiiçinde geçmişten izler barındırdığı içinde kıymetliler. “Gün güne günden güne/ Su yürür çiçeğine / Sarı saçlı gelinler /Devinir döne döne” (ayçiçeği) Bazensadece söylemesi bile eğlenceli: Küçü-cük fıçıcık, içi dolu turşucuk.
Aynı zamanda kitabın adı olan "Kır-mızı kızlar, çatıları gizler" bilmecesinincevabı da kitabın içinde. Cevapları oku-yabilmek için bir aynaya ihtiyacınız ola-cak. Hepsi hoş ve anlaşılır olanbilmeceler, Semih Poroy'un ilginç çizim-leriyle her yaştan çocuğun anlayabile-ceği nitelikte. Çocuklarınız için eğlencelibir karne hediyesi olabilir, ya da karnetatilinde kavuşacağınız torunlarınızı bil-mece bombardımanına tutmak için eli-nizin altında bulunmasını öneriyoruz.
Karnemizle birlikte İş Bankası'nagidip hediye kitabımızı almayı da unut-mayalım.
Gri Banliyö’de neler oluyor? Don-durmacı nereye kayboldu? "Esraren-giz Komşu"nun ikinci kitabı daha daheyecanlı! Sorun çözmede usta olankomşuları Bay Röslein’la tanıştığın-dan beri Moritz, tuhaf olaylar yaşa-mış, yeni dostlar edinmiştir. Amayeni bir yolculuğa çıkan Bay Rösle-in’dan haber alamamak canını sık-maktadır. Bir akşam, özeldürbününden bakarken, dondurmacıPippa’nın kaçırılışına tanık olunca,Moritz kendini baş döndürücü birmaceranın içinde bulur. Üstelik bukez gerçekten başı beladadır.
Ülkesi Almanya’nın en saygın ga-zetecilik ödülü olan Theodor WolffÖdülü’nün sahibi, gazeteci yazar SilkeLambeck, "Esrarengiz Komşu"nunikinci kitabında okurlara polisiye ta-dında heyecan dolu bir macera sunu-yor. Çağdaş çocuk edebiyatının engüzel kitapları arasına giren, yayım-landığı her ülkede çocukların çok se-verek okuduğu kitapların kahramanı,sevecen ve dost canlısı, esrarengizkomşu Bay Röslein. İlk kitaptaki gibiyine okuru merak içinde bırakan BayRöslein’ın yeni macerası, sıra dışı ar-kadaşlarıyla daha da renkleniyor.
Yumurtasından yeni çıkmış mini-cik bir deniz kaplumbağasıdır DansçıCaretta. Artık bir an önce denizeulaşmalıdır. Daha denize gidenyolun başlarında iki şey keşfeder:Annesini bulmak isteğini ve içindekidans etme coşkusunu. Sonrasında isedenizdeki tehlikeleri, kirlenmeyigörür. Ama Dansçı Caretta, aklıyla,iyi kalbiyle, dostluk inancıyla vedalga dalga yayılan dansıyla, ne teh-likelere boyun eğecek ne de kirlen-meyi kabullenecektir.
"Herkes evinde kendini güvendehisseder. Denizde dans ederek anne-sini arayan bizim Dansçı Caretta daöyle sanıyor. Çünkü çevresindeki kıs-kaçlılardan ve denizdeki kirliliktenhabersizdir henüz. Aslında denizle-rin kirlenmesi, kıskaçlılardan dahatehlikeli! Annesini arayışında bunufark eden Caretta'nın dans dolu, ren-kli ve tehlikeli yolculuğunda onaeşlik etmelisiniz. Onu izlemek, koru-mak için."
Dansçı Caretta
Banu Bozdemir, Kelime Yay�nlar�, Resimleyen: Beyza
Tükel, s.48, (7-8 ya�)
Doğal hayata hiç ilgisi olmadığını dü-şünenlerin bile güzellikleri, renkleri,ötüşleri, uçuş becerileri ve özgürlükle-riyle insanlara daima ilham kaynağı olankuşlarla mutlaka bir ilişkisi vardır. Kuş-ların sembolik ve şiirsel anlamları biryana, bilim insanları aerodinamikleri,yön bulma kabiliyetleri, evrimleri venazik evrenimizdeki değişen durumlarıkonusunda sürekli yeni sırlar açığa çı-karmaya devam ediyor. Peki biz çevre-mizdeki kuşları ne kadar tanıyoruz?Türkiye kıyılarında, ormanlarında, göl-lerinde, tarlalarında ve dağlarında yaşa-yan pek çok kuş türü ile kutsanmış birülke. Ancak çoğumuzun en iyi bildiğikuşlar, şehirlerde de karşımıza çıkan gü-vercinler ve serçeler. İşte bu bildik tür-lerle başlayan bu rehber, başlangıçseviyesindeki herkesi kitapta adı geçenkuşları görebilecekleri yerlerden onlarıtanımlamaya ve davranışlarını anlamayadek büyük bir yolculuğa çıkarıyor.
Genç Kaşifin DoğaRehberi 2 -
Türkiye'nin Kuşları
Tim Davis, Mandolin Yay�nevi, Çev: Esra Etleç, s.112
Kırmızı kızlar çatıları gizler
8 HAZ�RAN 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF
ANADOLU’DAN KİTABEVİ
Onur ÖZCAN – Aydın Uğur YAKUT
Konya’daki nadir kitap hazi-nelerinden birindeyiz bu hafta.Hazinenin adı; Tercih Kitabevi.Sahaf Aytekin olarak da bilini-yor. Aslında Tercih, kitabevinindaha önceki ismi ancak Mus-tafa abimiz bir değişikliğe git-memiş. Konya gençlerininuğrak yerlerinden olan RampalıÇarşı’nın en ücra köşesinde,zemin katında bulunan kitab-evine her gün her yaştan çoksayıda müşteri uğruyor.
Özellikle 11 Nisan 1975 yılın-dan beri eğitim veren SelçukÜniversitesinin 65 bini aşkınöğrencisi tarafından en çok uğ-ranılan mekân. Kitabevinin ta-rihi çok eskilere dayanıyor
ancak 2003 yılından bu yanaMustafa Yeşilyurt ile hizmet ve-riyor. Yedi bölümden oluşan ki-tapevinde her çeşit kitabıbulmak mümkün. Tercih kitab-evi bir nevi tek başına Kon-ya’nın bütün kitap ihtiyacınıkarşılamış gözüküyor. KaynakYayınları’ndan Osmanlıca eskieserlere kadar yüzlerce yayınorganı ve binlerce kitap türü ilegörenlere hayranlık uyandırı-yor. Sözü son olarak Mustafaabimize bırakalım.. “Tüketimtoplumuna dönüşen modernkültür adı altında kültürel yoz-laşmaya yüz tutmuş yeni jene-rasyona rağmen, kitaplarınniceliğinden çok niteliğineönem veren gençleri buradagördükçe mutlu oluyorum.”
Halil Aytekin imzalı "HarmanYangını" adlı hikâye kitabı 1945'teAnt Yayın'dan çıkmış. İçindeki 11hikâyenin tümü köy gerçeklerine,köylümüzün haline; baskı, sömürüve yoksulluğa dönük. Olaylar, olanbiteni dışarıdan gözlemleyen, kısasüreliğine bir köye konuk olup bura-daki köylülere kulak veren aydın ni-telikli birinin bakış açısındanyazılmış. Hikâyelerin, 1941-1945 yıl-ları arasında yazıldığını da her biri-nin sonundaki tarihlerden anlıyoruz.Yazar, kitabın hemen girişinde şöylebir not düşmüş:
"Hikayelerimi, hayatımı hayatla-rına, mücadelemi mücadelelerinekattığım, için için çırpınan yaralı in-sanların, hınç ve azaplarını dile ge-tirmek için yazıyorum. Ben bukitabı, bu öldürücü ve kahredicihayat içerisinde ömrünü gurbet yol-larında, kara sabanın arkasında, tar-lada, ormanda toprağın altını ve
üstünü deşerek bir lokma ekmekiçin tüketenlerin sefaletlerini ve ıztı-raplarını duyurmak için yazıyorum.Varsın sanatı şu dert ve mihnet doludünyada cennetin gözalıcı nefisyemişleri gibi kolaycacık çiğnenipyutulan bir Tanrı nimeti olarak tat-landıran kullar bulunsun. Ben sa-dece cennetten yeryüzüne sürülençileli Adem oğlunu yazıyorum.Onlar hikayelerimin kahramanları,benim de kardeşlerim ve dostlarım-dır. 15.7.1945-Hacıbektaş."
Borcunu ödeyemeyen Sarı Meh-med yüzünden bütün köyü aşağıla-yan şişman mı şişman tüccardan"Serçeler gözünü açsa, karakuşlarnerden geçinecek beğim?" diyenKumkuyu köylülerine, arabaları ça-mura saplandığı için bütün köyüngözü önünde muhtara demedikle-rini bırakmayan "konferansçılar"danbir inek parası kazanmak için şehregiden kocasının ardından bakakalan
Elif kıza kadar, insana "sıkıntı" verenköy gerçekleri, daha çok karşılıklıdiyaloglar şeklinde ilerleyen bir an-latı yapısı içinde aktarılmışlar tam67 yıl önce yayımlanan 122 sayfalıkbu küçük kitapta.
Yazar Halil Aytekin (Harmanda-lıoğlu), 1913-1973 yılları arasındayaşamış, köy öğretmenliği, gezicibaşçğretmenlik, kütüphane memur-luğu yapmış, ülkenin ve köyün dert-lerini yüreğinde hisseden bir aydın.Bir süre "Yağmur ve Toprak" adlı birde dergi çıkarmış olan Aytekin,"Forum" dergisinde "Harmandalı-oğlu" adıyla röportajlara da imzaatmış. 1965'ta yayımlanan "EzilenDoğu / Doğu'da Kıtlık Vardı" adlıçalışması ise en bilinen eserlerinden.
Belli olmaz, belki bir gün tozlusahaf raflarından birinde ya da yığınhalde duran meçhul kitaplar ara-sında rastlarsınız "Harman Yan-gını"na. Saygıyı eksik etmeyin.
HAL�L AYTEK�N’DEN 11 KÖY H�KÂYES�: “HARMAN YANGINI”
Cennetten sürülenlerin halleri
KONYA / Tercih Kitabevi
Dipteki hazine
SOLDAN SAĞA1. Resimdeki Ecinliler adl� eserin rus yazar� - Dingil2. Bir çalg� türü - Sinirli - Ha�in, kaba3. Katar'�n ba�kenti - Güneyden esen bir rüzgar türü,
kaba yel - Gücü ve sa�l�k durumu yerinde olan,canl�
4. Kans�zl�k - Az görülen, çok de�erli - �ikar5. Küçük körfez - �ki �ey aras�nda ya da bir �ey
önünde perde olan, bir engel olu�turan �ey için
kullan�l�r - Tavlada "üç" say�s� - Daha uzak olan yer
veya �ey, mavera6. Gösteri�li, görkemli, �atafatl� - Eski bir M�s�r tanr�s�7. Lantan'�n simgesi - Damarlarda dola�an ya�amsal s�v�
- Germanyum'un simgesi8. G�na gelme, b�kma, bezme - Bir do�umda dünyaya
gelen iki karde�9. Rusça'da “evet” - Tasa, kayg� - Rodyum'un simgesi -
"... Güler" (foto�rafç�)10. Mayalanm�� �ekerli s�v�lar�n dam�t�lmas�yla elde
edilen uçucu ve yan�c� s�v� - Banglade�'in ba�kenti
11. Mitolojik bir çalg� - Erdemleri bak�m�ndan çokbüyük - Kötü, üzücü - �tterbiyum'un simgesi
12. Favori - Mesaj - Bir tür da� konutu türü13. Burun - Korku, deh�et - Oldukça, hayli14. Ak�am yeme�i - Boy, endam - Bir peygamber ad�15. Resimdeki yazar'�n bir eseri - Zarara u�rama
tehlikesi, riziko
YUKARIDAN AŞAĞIYA1. Bir organ�m�z, leb - Resimdeki yazar'�n bir eseri -
Medeni Kanun (k�sa)2. Özerk, muhtar - Saniyenin altm��ta biri3. Korkunç hayal - Kripton'un simgesi - Ad, ün4. Yemek, yiyecek - A��r bir dans ve onun havas� -
Gizli bir �eyi a�a vurma5. Osmiyum'un simgesi - Bir haber ajans� - Sakat - Bir
yüzölçümü birimi6. Köpek yiyece�i - Mana; meal - Polonyal�7. Bir çe�it plastik madde - Serbest b�rak�lm�� cariyeler
ya da köleler, azatl�lar8. Sepilenmi� dana derisi - Bir �eye kar��l�k olarak
al�nan veya verilen �ey9. Ate� - Belli bir anlam� olan iz, i�aret10. Karayolunda bulunan çukur ve tümsekler - "
Karamazof ... "Resimdeki yazar'�n bir eseri11. Küçük ma�ara - Bir damla gözya�� - Hal�, kilim ya
da bez dokuma tezgah� - Boru sesi12. Fikir, dü�ünce - Kay�nbirader - Satrançta bir ta�13. Çal�m, caka - "Arka" kar��t� - Elma, armut kurusu -
Destan niteli�inde olan, destan�ms�14. "... King Cole" (Amerikal� caz piyanocusu ve
�ark�c�) - K�r�m hanlar�na ve prenslerine verilen birunvan - Notada duraklama i�areti
15. Resimdeki yazar'�n bir eseri - " ... Geceler"Resimdeki yazar'�n bir eseri
8 HAZ�RAN 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
Bir iki dakika içinde uyuyakaldı. Bir derüya gördü. Selim’le birlikte yolda yürüyor-lardı. Selim ölmemişti, bir yanlış anlaşılma ol-muştu. Uyandığı zaman bu yanlışlığın neolduğunu hatırlayamadı. Selim’in koluna gir-mişti. Onu sağ gördüğüne seviniyordu. İşteölmemiş, diyordu kendi kendine. Yanımdayürüyor. Açıkça görüyorum. Rüya olamaz.
Şimdi, hiç beklemediğim bir yerde, hiç beklemedi-ğim bir zamanda sizinle karşılaşınca kekeledim
hocam. Ansızın, dersini tek satır iyi öğrenmemiş ve bun-dan utanan bir öğrenci oldum. “Biz Yıldız’la birbiri-mizi… Birbirimizi çok sevdik hocam” diye salakçaaçıklamalara giriştim. Karşımda duruyorsunuz. Kalınçerçeveli gözlüklerinizin ardından bana bakıyorsunuz.“Şimdi nerdesin Tuncer?” diye soruyorsunuz.
Aşağılara indikçe toprak güzelleşiyor. İner-ken katırcı kervanı gibi tozutuyoruz ortalığı. Üs-
tümüz başımız toz toprak içinde kalıyor, amaböyle seviyoruz biz. Hoşlanıyoruz bundan. Onbir saat ovanın sertliğinde yürüdükten sonragövdelerimiz toprak kokuyor. Irmağın ötesinde,ağaçların üzerinde yeşil, yabanıl kuşlar dolanı-yor. Bu da mutlu kılıyor bizi.
1 2 3
Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(e) 2-(a) 3-(b)
GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ
a) Ferit Edgü / Kaçkınlar
b) Ayla Kutlu / Zaman da Eskir
c) Şebnem İşigüzel / Hanene Ay Doğacak
d) Adalet Ağaoğlu / Bir Düğün Gecesi
e) Selim İleri / Cehennem Kraliçesi
a) Ahmet Ümit / Kar Kokusu
b) Oğuz Atay / Tutunamayanlar
c) Müge İplikçi / Arkası Yarın
d) Attila İlhan / Fena Halde Leman
e) Yusuf Atılgan / Aylak Adam
a) Emile Zola / Toprak
b) M. A. Şolohov / Uyandırılmış Toprak
c) Reşat Enis / Toprak Kokusu
d) Juan Rulfo / Bize Toprak Verdiler
e) Kemal Ateş / Toprak Kovgunları