sezai karakoç - gün doğmadan

326
MONNA ROSA (1951-1953) (Birinci Sağnak: bahar sağnağı. Gül sağnağı. Dolunayın çağrısı.) MONNA ROSA RÜZGAR Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım! Gelin duvağından kopan bir rüzgâr. Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım; Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar... O ceviz dalları, o asma, o dut, Gül gül, mektup mektup büyüyen umut... Yangından yangına arta kalmış tut. Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar. (1951) GUN DOGMADAN YAĞMUR DUASI Ben geldim geleli açmadı gökler; Ya ben bulutları anlamıyorum, Ya bulutlar benden bir şeyler bekler. Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum.. Ben geldim geleli açmadı gökler. Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım: Biri damla damla alnıma düşer; Diğerinde durur göğe bakarımv Ne şehir, ne deniz kokan gemiler: Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım. MONNAROSA Nedense aldanmış ilk gece annem, Afsunlu bir gömlek giydirmiş bana. İşte vuramadı gökler bana gem, Dinmedi içimde kopan fırtına. Nedense aldanmış ilk gece annem. Biri çıkmış gibi boş bir mezardan, Ortalıkta ölüm sessizliği var. Bana ne geldiyse geldi yukardan, Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar, Biri çıkmış gibi boş bir mezardan. İyi ki bilmiyor kalabalıklar

Upload: kullanmaz

Post on 28-Dec-2015

188 views

Category:

Documents


2 download

TRANSCRIPT

Page 1: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

MONNA ROSA(1951-1953)(Birinci Sağnak: bahar sağnağı.Gül sağnağı. Dolunayın çağrısı.)

MONNA ROSA RÜZGAR

Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!Gelin duvağından kopan bir rüzgâr.Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar...O ceviz dalları, o asma, o dut,Gül gül, mektup mektup büyüyen umut...Yangından yangına arta kalmış tut.Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar. (1951) GUN DOGMADAN YAĞMUR DUASI

Ben geldim geleli açmadı gökler;Ya ben bulutları anlamıyorum,Ya bulutlar benden bir şeyler bekler.Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum..Ben geldim geleli açmadı gökler.

Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım:Biri damla damla alnıma düşer;Diğerinde durur göğe bakarımvNe şehir, ne deniz kokan gemiler:Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım.MONNAROSANedense aldanmış ilk gece annem,Afsunlu bir gömlek giydirmiş bana.İşte vuramadı gökler bana gem,Dinmedi içimde kopan fırtına.Nedense aldanmış ilk gece annem.

Biri çıkmış gibi boş bir mezardan,Ortalıkta ölüm sessizliği var.Bana ne geldiyse geldi yukardan,Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar,Biri çıkmış gibi boş bir mezardan.

İyi ki bilmiyor kalabalıklarYağmura bakmayı cam arkasından,İnsandan insana şükür ki fark var;- Birine cennetse, birine zindan -İyi ki bilmiyor kalabalıklar. GUN DOGMADANYağmur duasına çıksaydık dostlar,Bulutlar yarılır, hava açardı.Şimdi ne ihtimal, ne de imkân var.Göğe hükmetmekten kolay ne vardı,

Page 2: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yağmur duasına çıksaydık dostlar!

Ben geldim geleli açmadı gökler;Ya ben bulutlan anlamıyorum,Ya bulutlar benden bir şeyler bekler.Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum;Ben geldim geleli açmadı gökler.(1951)MONNA ROSA MONNA ROSA I- AŞK VE ÇİLELER

Monna Rosa, siyah güller, ak güller;Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.Kanadı kırık kuş merhamet ister;Ah, senin yüzünden kana batacak,Monna Rosa, siyah güller, ak güller!

Ulur aya karşı kirli çakallar,Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.Monna Rosa, bugün bende bir hal var,Yağmur iğri iğri düşer toprağa,Ulur aya karşı kirli çakallar. GÜN DOĞMADANZeytin ağacının karanlığıdırElindeki elma ile başlayan...Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,Zeytin ağacının karanlığıdır.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar,Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr,Işıksız ruhumu sallar da durur, Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi... Ellerinden belli olur bir kadın. Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin, ellerin ve parmakların.MONNAROSA15Açma pencereni, perdeleri çek:Monna Rosa, seni görmemeliyim.Bir bakışın ölmem için yetecek;Anla Monna Rosa, ben oteliyim...Açma pencereni, perdeleri çek.

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;Saat on ikidir, söndü lâmbalar.Uyu da turnalar gelsin rüyana,Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.

Akşamları gelir incir kuşları,Konarlar bahçemin incirlerine;Kiminin rengi ak, kiminin sarı.Ah, beni vursalar bir kuş yerine!

Page 3: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Akşamları gelir incir kuşları... GUN DOGMADAN Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında. Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar... Su kenarında Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa: Henüz dinlemedin benden türküler. Benim aşkım uymaz öyle her saza, En güzel şarkıyı bir kurşun söyler... Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Yağmurlardan sonra buyurmuş başak, Meyvalar sabırla olgunlaşırmış. Bir gün gözlerimin ta içine bak:Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,Yağmurlardan sonra buyurmuş başak.MONNA ROSAArtık inan bana muhacir kızı,Dinle ve kabul et itirafımı.Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızıAlev alev sardı her tarafımı,Artık inan bana muhacir kızı.

Altın bilezikler, o korkulu ten,Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,Bir tüy ki, kapalı geceye, güne;Altın bilezikler, o korkulu ten!

Monna Rosa, siyah güller, ak güller,Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.Kanadı kırık kuş merhamet ister;Ah, senin yüzünden kana batacak,Monna Rosa, siyah güller, ak güller! (1952, Bahar) GÜN DOGMADAN II- ÖLÜM VE ÇERÇEVELER

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;Gece kar yağacak sabaha kadar.Toprakta et, kemik çıtırtıları...Yarı ölüleri bir korku tutarDeğince bir taşa kafatasları.- Ölüler ki yalnız tırnakları var,Ve yalnız burkulmuş diz kapakları... -*MONNA ROSA19 Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,

Page 4: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Açıyor elini göğe bir kadın. Uzuyor, uzuyor altın saçları Uğrunda ölünen güzel kızların...

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı; Esmer delikanlı, hatıra ve kan. Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları Sızıyor bir kapı aralığından; Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı; Çocuklara açar mağaraları Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.İlân-ı aşk eden dil balıklarıAşina suları çabuk terkeder... GUN DOGMADANLâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;Bakıyor ateşe, küle böcekler.Köpekler parçalar kanaryaları,Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.Baykuşlar ötüyor harabelerde;Yanıyor lâmbalar, hafif ve sarı.Bir kaza kurşunu bulur her yerdeSüvarisiz şaha kalkan atları...Bir ruhun ışığı vardır göklerde,Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;Ötüyor baykuşlar harabelerde.

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.Bekledi arzuyla karanlıklarıAnneler, babalar, erkek kardeşler.Ta içinde duyar ani bir ağrı,Bir hüzün şarkısı tutturur giderAnneler, babalar, erkek kardeşler.MONNA ROSALâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.Bir neşe şarkısı tutturur giderBirinci, ikinci, üçüncü sarhoş;Kurşunlar sıkılır göklere doğru,Serçe yavruları yuvada titrer.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı...

*Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;İnce yelkenleri alıyor yeller.Titretir kalpleri ve bayraklarıGemiden toprağa uzanan eller.Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı,Bir yosun köküne hasret kalacakGizli hazineler, su yılanları...* GÜN DOĞMADANİnce yelkenleri alıyor yeller;

Page 5: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.Beyaz pelerinli hür tayfalarıKendine bağlıyor siyah kediler;Titriyor gönüller ve kara bayrak,Bir yosun köküne hasret kalacakGemiden toprağa uzanan eller.Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve... (1952, Yaz)MONNAROSA III- PİŞMANLIK VE ÇİLELER

Rüzgâr eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;Bir odun parçası aydınlatır ocağı.Anne ateşin önünde perişan,Anne ateşin içinde hür...Rüzgâr eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.

Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.Bin parçaya böldü beni bir divane sır,Sesi geliyor sesi günahkâr çocukların;Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır. GUN DOGMADANGönüller yanarak kavuşacaktı;Yüzdeki ıstırap, çile ocağı,Onun bu ocakta yanan toprağı,Bir gece rüyamda avuçlarımı yaktı;Gönüller yanarak kavuşacaktı.

Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara;Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara

Annenin başı elleri arasında,Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük.Bir fotoğraf asılıdır duvarda:Aynaya, geceye, maziye dönük;Annenin başı elleri arasında,MONNA ROSABir tüfeğin burnu havadadır,Ateş almak üzredir, mermisiz.Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,Siz beni ne anlarsınız siz!Bir tüfek ateş almak üzredir, mermisiz...

Bir saman çöpüne tutunmuş kızlarınEteğini ben çektim.Neyleyim göğsümü kara dağın sert rüzgârı doldurmuş,Annemden ilk sütü Gülce'de içtim.Ankara'ya, çatal dağa bir zindandan gün vurmuş:Az kalsın yerine ben ölecektimBir saman çöpüne tutunmuş kızların... GUN DOGMADAN

Page 6: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kediler halıları parçalıyor,Kırmızı bir ışık düşüyor yere.Annenin dizinde derman yok,Annenin kafası iki parçadır.Hükmedemiyor insan ruhuna ateş,Rüzgâr hükmedemiyor incecik perdelere;Kediler halıları parçalıyor.

Ateşte sarı gül açan saksılar,Kızarmış bir ekmek gibi duruyor;Kulağıma garip sesler geliyor.Kuş yumurtasından çıkan insanlarAhırda bir ata eğer vuruyor,Kulağıma garip sesler geliyor.MONNA ROSA27Ben bir şarkı, ben bir tüyüm;Ben Meryemin yanağındaki tüyüm.Beni bir azizin nefesi uçurur,Kalbimde Allah'ın elleri durur.Cici ayaklarım iplikle bağlı,Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim;Ben bir azizin hasreti,Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.

Benim gözlerim yeşildir, evet evet, onun gözleri kara;Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara... GUN DOGMADANOcak sönüyor, ateş kül oluyor.Annenin saçları beyaz,Anne saçlarını yoluyor.Ateşin içinde gül açar, servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür;Ocak sönüyor, ateş kül oluyor,Anne ruhunda ruhuma eğiliyor.

Yaralı kuş kanadını ısıtanBir güneş toprağı yarıp çıkacak.Kadınlar sansa da yaşadığını,Şarkısız kaldıkça yaşamayacak.Kadınları şarkılar, geceler aydınlatır.Kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır.Kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır...

Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar.Hatıralarımı birer birer yakacağım.MONNA ROSA29Entarimi parça parça edipZehirli kirpilere bırakacağım.Beyaz bir kayanın üstüne çıkıpGöğsüme siyah bir gül takacağım.Batan güne doğru kurs mlar sıkıpKendimi boşluğa bırakacağım.Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz...Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,Siz beni ne anlarsınız siz!Artık ben gideceğim atım kişniyor;Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor,Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz;

Page 7: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam.

Benim gözlerim yeşildir, ah, onun gözleri kara;Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...(1952, Güz) GÜN DOĞMADAN VE MONNA ROSA

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi. Sırrımı söylüyorum vefakâr balıklara: Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi. Koyverip telli pullu saçlarını rüzgâra, Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara..

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun. Günahkâr toprağıma saçından bir tel düştü; Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun. Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:Noel ağaçlan ve manolyalar kahrolsun,Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...MONNA ROSA31Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,İçine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.Günahını sırtına yüklenen kaplumbağaGibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.

Bu erkekler kokuyu kediler gibi alırVe kediler her gece sürünür yastıklara.Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.Bir geyiğin gözleri düşer eriyen karaVe erkekler kokuyu kediler gibi alır. GUN DOGMADAN Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık! Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi. Sana da, Monna Rosa, taş bebeği bıraktık, Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi. Senin hâtıran gibi büyük, yeni, karanlık; Senin hâtıran kadar Allah ve şeytan işi... Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim; Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura. Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim, İtimat edeceğim şu belâlı yağmura.Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğimAsılmış bir adamın iki eli yağmura.Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.MONNA ROSA33Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni

Page 8: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeniKatıvermek sessizce söylenen bir türküye.Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeniVe son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.

Sana tavuskuşunun içime girdiğiniSon, en son söz olarak söylemek istiyorum.İçime girdiğini, tüyünü yolduğunuSon, en son söz olarak söylemek istiyorum.İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu,Bana da bir çift ak kanat kaldığınıSon, en son söz olarak söylemek istiyorum. GUN DOGMADANPeygamber çiçeğinin aydınlığında araSana doğru uzanan çaresiz ellerimi.Sırrımı söylüyorum vefakâr balıklara;Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.Koyverip telli pullu saçlarını rüzgâra,Bir çocuğun ardına düşen heykellerimiPeygamber çiçeğinin aydınlığında ara...(1952, Yılbaşı Gecesi)MONNAROSA KAR ŞİİRİ

Karın yağdığını görünceKar tutan toprağı anlayacaksınToprakta bir karış karı görünceKar içinde yanan karı anlayacaksın

Allah kar gibi gökten yağıncaKarlar sıcak sıcak saçlarına değinceBaşını önüne eğinceBenim bu şiirimi anlayacaksın

Bu adam o adam gelip giderSenin ellerinde rüyam gelip giderHer affın içinde bir intikam gelip giderBu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın

Ben bu şiiri yazdım âşık çeşidiÖyle kar yağdı ki elim üşüdüRuhum seni düşününce ışıdıHer şeyi beni anlayınca anlayacaksın (1953, Ocak) GÜN DOĞMADAN ŞEHRAZAT

Sen gecenin gündüzün dışında Sen kalbin atışında kanın akışında Sen Şehrazat bir lâmba bir hükümdar bakışında Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın

Sen bir rüya geceleyin gündüzün Sen bir yağmur ince hazin Sen şarkılarca büyük uzun Sen yolunu kaybeden yolcuların üstüne Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karsın

Page 9: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sen merhamet sen rüzgâr sen tiril tiril kadın Sen bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın Sen başını çeviren cellatbaşınm güne Sen öyle ki sen diye diye seni anlayamayızŞehrazat ah Şehrazat ŞehrazatSen sevgili sen can sen yarsın(1953, Şubat)MONNA ROSA37 KARAÇAY'IN TÜRKÜSÜ: DANSEDEN İKİ KARDEŞ

Ben Karaçay ve eller pamuk gibi yumuşakEller hafifçe tutmuş birbiriniBen güneşin altında garip dost garip ırmakBen doğmayan bir çocuk için söylenen ninniEller hafifçe tutmuş birbirini

Anlat bakır mangal yalnızlığını anlatAnlat yalnızlığını rüyadan kalma halıAyaklara ışık tut vücutlara şarkı katBirbirinin içinde iki kardeşin eliAnlat yalnızlığını rüyadan kalma halı

Aziz misafirlere bir öpücük bir çiçekOnlar sabaha kadar dansedecek bu geceVe çocuk benden süslü cam çakıl isteyecekBense akar dururum yalnızca ve deliceOnlar sabaha kadar dansedecek bu gece 38GUN DOGMADAN

Ben Karaçay ve eller pamuk gibi yumuşakEller hafifçe tutmuş birbiriniBen güneşin altında garip dost garip ırmakBen doğmayan bir çocuk için söylenen ninniEller hafifçe tutmuş birbirini

(1953, Şubat)ŞAHDAMAR(1953-1957)(İkinci Sağnak: ateş sağnağı. Güneş karıncalanmaları.) ŞAHDAMAR

Siz hürsünüz; siz şartsız ve kayıtsızsınız.Bir balığın, bir siyah, bir kara balığınİncecik kılçığı üzerine yemin edersiniz;(K) harfi üzerine yemin edersiniz.Rakı içen kadınların, çiçek yiyen kızlarıniyilikleri, günahları ve çeyizleri üzerine yemin edersiniz.İstakozların, kırmızı ve mavi İstakozlarınBir mavzerlik peygamberlikleri üzerine,Küçük ve büyük, açılı ve açısızYeminler yeminler yeminler edersiniz.Siz siz üzre yemin edersiniz.

Biz hayret eder, kuvvet eder, dudağımızı bükeriz;

Page 10: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Dudağımızı kör makaslarla dilim dilim ederiz.İki tane elimiz var deriz;Bin tane elimiz olsaydıBini birbirinin aynı olurdu deriz.999 elimiz kağıt gibi yansın, GUN DOGMADANBir elimiz güneş gibi dursun...Biz elbette dudak büker, hayret ederiz

Biz inkâr eder, inkârı severizBayram hediyenizi iade ederizBiz mahcup ve onurlu çocuklarızBaşımızı kaldırıp bir bakmayızSiz rüyalarınızda yaşayıp durursunuzSiz güvercinleri gözlerinden vurursunuzSiz ekmeğin hamurunu, aşkın hamurunu samandan yoğurursunuzSiz rüyalarınızda yaşayıp durursunuz

Toprağı zindana koyduk bizÜzerine yedi kilit vurduk bizKaç gelinin alnında kaç yumurta kırdık bizVarsın yarın takılsın benim çene kemiğimBir köpeğin ön dişlerineVe Fahriye'nin kürek kemiği tam ortasından yarılsın Biz inkâr eder, şah inkârları severiz

Kafamızı kaldırıp bir bakmayızRuhumuzun içinde kar yağarAnamızdan doğduğumuz geceden beriHeybemizi emektar makinelere yüklerizFikirlerimizi tıfıl vinçlereİri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyizBiz yangında koşuyu kaybeden atlarızBiz kirli ve temiz çamaşırlarıAynı zaman aynı minval üzere katlarızBiz koşu bittikten sonra da koşan atlarız

Siz kalbe hançer gibi girenSiz kalbten ağaç gibi çıkanSiz bize şahdamarımızdan yakınSiz yüzükler içindeki kanSiz inançların sedef kabuğunuEbabil kuşlarının gagalarıyla kıran

Bununla beraber üzülmediğinizi biliyoruzGün gelecek toprağın altına uzanacağızHer gece saat beş sularında siziToplar damarlarımızın içinde bekleyeceğiz

(1953, Mart) KARA YILAN

Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorumYağmurun hafifliğini toprağın ağırlığınıVe bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorumSeni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeğe

Page 11: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Pamuğun ağırlığını yapan dağm hafifliğiniSana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin

Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocukGünahlarım kadar ömrüm vardırAğarmayan saçımı güneşe tutuyorumSaçlarımı acının elinde unutuyorumParmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seniBen güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocukŞAHDAMAR45Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkıBen aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorumGelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanınBen yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorumBen aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Seni süt içmeğe çağırıyorum parmaklarımdanKara yılan kara yılan kara yılan kara yılan(1953, Mart) ÖTESİNİ SÖYLEMEYECEĞİMKırmızı kiremitler üzerine yağmur yağıyorEvimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuzYağmur yağıyor ve bazı tahtalar vardırSuyun içinde gürül gürül yananDudağımı büküyorum ve topladığım çalılarıBekçi Halilin kız kardeşinin oğluna aitDaha doğrusu halasından kendisine kalacak olanArsasındaki yıkık duvarın iç tarafına saklıyorumHiç kimsenin bilmesine imkân yokİmkân ve ihtimal bile yok sizin bilmenize Bay YabancıVe yağmur yağıyor ben bir şeyler olacağını biliyorumEllerime bakıyorum ve ellerimin benden bilgili Bir hayli bilgili olduğunu biliyorum Bilgili fakat parmaklarım ince ve uzun değil Sizin bayanmızınki gibi ince ve uzun değil Annemi babamı karıştırmayın işin içine İnanmazsınız ama onların şuncacık47Şuncacık evet şuncacık bir alâkaları bile yokSizin def olup gitmenizi istiyorum işte o kadarAli de istiyor ama söylemekten çekiniyorHalbuki siz insanı öldürmezsiniz değil mi?Gidiniz ve öteki yabancıları da beraber götürünüzTuhaf ve acaip şapkalarınızı da beraber götürünüz emiBoynunuzdaki o uzun ve süslü şeritleri deKirli çamaşırları tahta döşemelerinÜzerinde bırakmamanızı yalvararak isteyeceğimYalvararak isteyeceğim diyorum Medenî AdamSiz bilmezsiniz size anlatmak da istememKardeşim Ali gömleğinizi mutlaka giyecektirHalbuki ben Bay Fransız sizin gömleğiniziHatta Matmazel Nikol'un o kırmızı ipekli gömleğiniHani etekleri şöyle kıvrım kıvrımdır yaBile giymek istemem istemeyeceğimEvimizin tahtadan olduğunu biliyorsunuzKibrit gibi iç içe sıkışmış tahtadanHem şu bildiğiniz usule de lüzum yokTepesi demir askerleriniz babamı alıp götürmeselerO zaman siz görürsünüz Bay Yabancı

Page 12: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ağaçların tepesine çıkabileceğimiziBen ve kardeşim Ali'nin anlayabileceğinizi umarımSiz uyuduktan sonra odanıza girebileceğimizi- Ben bunu ispat edeceğim -Hani sizin şu yüzü kurabiye bir bayanınız var yaBeyaz ve yumuşakHani tepesinde ikisi kısa biri uzun üç tüy varOnu siz başka yerlerden getiriyordunuz ayın Bayanınızın gözleri çakmak çakmak yanıyordu !z ötekini Bay Yabancı gizli gizli öpüyordunuz Elinizle onu belinden tutuyordunuz sonra öpüyordunuzSiz bizi görmüyordunuzBiz ağacın tepesinden seyrediyordukSiz onu çok öpüyordunuzÖtesini söylemeyeceğim Bay YabancıBen siz belki bilmezsiniz on yaşındayımAnnem böyle konuşmak ayıptır dediAnnem o kadına şeytan diyorBizim kediler de ona tuhaf tuhaf bakıyorlarSiz şeytanı çok seviyorsunuz galiba Bay YabancıSiz şeytanı niçin bu kadar çok öpüyorsunuzKabul ediyorum sizinki bizimkinden daha güzelAma bizimki sizinkinden daha efendi daha utangaçOnu hiç görmedim o bize hiç gelmiyorHele yağmur onu hiç deliğinden çıkarmıyor sanıyorumBen yağmuru çok seviyorum Bay YabancıSizin ıslak saçlarınızı hiç sevmiyorumTunusluların saçlarına benzemiyor sizin saçlarınızBizim saçlarımıza benzemiyor sizin saçlarınızBen karayım beni de amcamın oğlu seviyorSizin o kadını sevmiyor SüleymanSüleyman benden başka kimseyi sevmiyorBen de onu seviyorumOnu ve bizim evi seviyorumBizim evin her tarafı tahtadandırAyrıca matmazelin üzerineBir akrep atabileceğimi de düşününTam karnının beyaz yerinden tutarsanız bir şey yapmazAma onu Matmazel bilmez ki o tam kuyruğundan tutarSizin Matmazel bir ölse siz onu bir daha göremezsinizHalbuki bizim ölülerimizi teyzem görüyor

49Onlarla konuşuyor onlara ekmek veriyorOnlar ekmek yiyor anladın mı Bay YabancıMatmazel bir ölse ona kimse ekmek vermezOnun için gidin şapkalarınızı da beraber götürünMelekler bir demir parçasının üzerine oturmuşlarHer biri bir damla atıyor aşağıyaİşte yağmur bunun için yağıyorBen bunun için yağmuru seviyorumYağmur bizim için yağıyorÇalılar için Süleyman'ın tabancası içinKalkıp gidin kırmızı kiremitler üzerineBizim tahta evin üzerine yağmur yağıyor(1953, Eylül) PİNGPONG MASASIBeyaz iplik sert iplik ve tak takYuvarlak top küçük top ve tak tak

Page 13: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Pingpong masası varla yok arasıBen ellerim kesik varla yok arası.......Öpücüğüne eyvallah ve tak takBeraber sinemaya ... evet... ve tak takPingpong masası varla yok arası

Öküzün gözü veya dananın kuyruğuKadifekale veya Sen nehriHa Sezai ha pingpong masasıHa pingpong masası ha boş tüfekBir el işareti eyvallah ve tak takGözlerin ne kadar güzel ne kadar iyiNe kadar güzel ne kadar sıcakTak tak tak tak tak tak tak (1954, Bahar) LİLİ

Bu kuklaların kukla olmadığı besbelliNe söyledilerse tıpıtıpına gerçek besbelliAltın saçlarım yana atışı yok mu Lili'ninLili'nin yağdan kıl çekercesine inanışıLili'nin yağdan kıl çekercesine yaşayışı yok muKuklalar titremesin ne yapsınAdam konuşmasını bilmezse ne yapsınKuklaların kukla olmadığı besbelliLili'nin çekip gideceği besbelliLili'nin dönüp geleceği besbelli

Ekmek ha bakkalın olmuş ha Cabaret de Paris'ninSen herhangi bir ekmek yiyeceksin işte LiliEkmek ne kadar Allah'ınsa Lili de o kadar Allah'ın LiliYüzün ruhun kadar aydınlık ya LiliGönlün soğuk sular güzel aynalar gibi ya LiliAnladın ya kutunun içinden çıkan mendilOlamaz Üsküdar'dan geçeriken bulduğun mendil 52- Bizi bırakıp nereye gidiyorsun LiliDemek bizi bırakıp gidiyorsun LiliSen daima güzeller güzelini bulursun LiliSen istesen de taş yürekli olamazsınSen daima güzeller güzeli olursun LiliDemek gideceksin arkana dönüp bakmayacaksınHangi kuş hangi şafakta ölecek görmeyeceksinÖyleyse al bu kürkü bu veda kürkünü LiliTüyleri şiirler olan bu mahcup kürküSen daima sultanlar sultam olursun LiliDemek sen gidiyorsun LiliBizi öpmeden mi gideceksin Lili

Lili'nin güneşin altında duruşu yok muPerdeleri sıyrrıp çirkin adamı burnundan yakalayışı yok muEline bavulunu alışı yollara koyulusu yok muÇirkin adamın güzel adam oluşu yok muYaklaşıp onu saçlarından yakalayışıUzaklaşıp yollarda yol oluşu yok muLili'nin bir tavşan gibi koşusuKeklik gibi dönüp bakışı ve yıldırım gibi koşusu yok muAdam da tam o zaman kapıdan çıkmaz mı dışarıLili'nin adamın boynuna çocukça ve çılgınca atılışı yok mu j

Page 14: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ben konuşmasını bilmem Lili-(1954, Bahar) KÖŞE

1.

Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsınSaçlarını ruhumun evliyalarınca örülenTarif edilmez güllerin yankısı gözlerinGözlerin kaç kişinin gözlerinde gezinirSen kaç köşeli yıldızsın

Fabrika dumanlarında resminKirli ve temiz haritaları doldurmuşsunHâtırasız ve geleceksiz bir iç deniz gibiAşka veda etmiş topraklarda durmuşsun

Benim geçmiş zaman içinde yan gelip yatuğuna bakmaBen geleceğin kara gözlü zalimlerindenimBir tek köşen bile ayrılmamışken banaVar olan ve olacak olan bütün köşelerinin sahibi benimBen geleceğin kara gözlü zalimlerindenimSen kaç köşeli yıldızsın

(1954, Nisan) GÜN DOĞMADAN 2.

Evlerinin içi ayna döşeliAyna hâtıra gözler ve sevmekBenim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeliBir köşe gidince bin köşe yeniden gelecekAyna hâtıra gözler ve sevmek

Evlerinin içi kabartma baharKöşelerde keklik gibi bakıp duran saksılarHalıları öpe öpe nakış yapar nakış gibi ayaklarSiz söyleyin insan seve seve ölmez ne yaparKöşelerde keklik gibi bakıp duran saksılar

Evlerinin içi yeni güllerdenGörülmemiş güneşleri görülmemiş gözlerine getirenSağ köşedeki entari sol köşedeki şapkaBeni katil suların ortasına bırakaKatil sular güneşi gözlerinden götüren

Evlerinin içi gurur döşeliBenim aşkım bin bir köşeli ah bin bir köşeli(1954, Mayıs)55 3.

Sen geldin benim deli köşemde durdunBulutlar geldi üstünde durduMerhametin ta kendisiydi gözlerinMerhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurduBulutlar geldi altında durduk

Konuştun güneşi hatırlıyordumGariptin yepyeni bir sesin vardı

Page 15: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bu ses öyle benim öyle yabancıBu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı

Dişlerin öpülen çocuk yüzleriGüneşe açılan küçük aynalarSert içkiler keskin kokular dişleriniçinden geçilen küçük aynalar

Ve güldün rengârenk yağmurlar yağdıİnsanı ağlatan yağmurlar yağdıYaralı bir ceylan gözleri kadar sıcakYaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı

Sen geldin benim deli köşemde durdunBulutlar geldi üstünde durduMerhametin ta kendisiydi gözlerin(1954, Mayıs) 4.Taşların ortasında Leylâ'nın gözleriLeylâ köşe köşe göz göz şiirin ortasındaBen Leylâ'yı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beriLeylâ ya o adamın bardağında ya o dağın ortasında

Ben Leylâ gibi güneş doğarken uyanamamŞehir gece gündüz benim içimde uyurLeylâ'yı götürüp Londra'nın ortasına bıraksamBir bülbül gibi yaşamasını değiştirmez çocuktur

Leylâ diyorsam kesik yanaklarıyla LeylâÜç köşeli dünyasıylaOkuyla yayıyla yaylasıyla acımasıylaLeylâ diyorsam şu bizim gerçek Leylâ

Biz seni işte böyle seviyoruz Leylâ

O gitti bize ağlamak kaldı kala kala(1954, Aralık)

Beni yeraltı sularına karşı iyi savunTırnağını taşa sürten yitik keçilere karşıBu çeşmenin üç köşesinden hangisinden su içecekSenin bahtsız ve mesut Eyyub'un

Atların en güzel biçimini sessizce kalbime indiriyorİçimde İstanbul çalkanırken bozbulanık çeşmeBir dans için can vermeğe hazır bekliyorumSen orda gelirayak kuklalara insan gibi konuşmasını öğretme

Su akıyor birikiyor kan lekeleriKurtulsam diyorum bir eser buna engelÖyle büyüyor öyle çoğalıyorsunİstanbul kalmıyor

Hangi köşesinde huzur o köşesinde senHangi köşesinde yeni çağlara uygun odalarBen bölünmez bir şairsemSen bölünmez bir anneBir çeşme (1956, Haziran)

Page 16: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

İŞARETNe zaman yandı elin,Ne zaman ellerini yaktı hâtıram?Ne zaman bir yüzük gibi taktı hâtıram,Parmağına, bu gizli ve acı işareti, gelin. (1954) ÇAY

Baş köşeyi kim aldı kime verdinBir bardak soğuk su gibidir onlarEllerinin uzandığı her masadaTaş gibi çayBizim içtiğimiz çay da çaydırÇarpık dudaklı ezik gözlü allı mavili çaylarVadilerden renkli yağmurlar gibi geliriçtiğimiz çayDans eden bir kadının ayak bilekleri gibidirJudy Garland gibi çayKan gibi çayŞehirlerden çok güneş vardır o çaylardaO çaylar dağları bin parça eder ve getirirYaşamayı çağıl çağıl getirirO çaylardan su içenlerin gözleriBenim çay bardağımda senin gözlerin olurSenin gözlerin sizin çay bardaklarınızdaOnların gözleriÇay(1954, Aralık) 60 KAPALI ÇARŞI

Kendi yastıklarına gölge salmasınÇocuklarının öpüşleri onlara anlatOnlara anlat yağmur karşılıklı yağarRuhların içindeki müzikle karşılıklıKapalı çarşı içinde bir sigaraBir keman kılıfı senin saçlarına sürünen yağOnlara anlat kadınların gözlerinin içinden geçerKapalı Çarşı ve Kapalı Çarşı'yi götüren saatBir inci gerdanlık dumanları içinde kapkaraAnlamağa başladığı ağır ve çekilmez kelimeler içinde dağSenin resmin ince gerdanlığın siyah parlaklığı içinde ışıklıIşıklı ışıksız yandan ve önden ışıksız arkadan ve içten ışıklıOnlara anlat ki insan kelimelerden ve şiirden yaratılmadıTüyler içinde gelen yeni dünyaBir sandalye kadar hür olduğu günSen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlatŞAHDAMAR61Benim aynamı küçültüp büyülten onlarBenim aynamı aynalıktan çıkaranKapalı çarşılar içinde fikre ve gerçeğeNeler neler etti anlarsın onlarŞemsiyeler gibiFelâketlerin en şakacısına açılıveren onlarKendi yastıklarına düşmesinDostlarının kadınları üstündeki gölgesi onlara anlatKapalı çarşılar içindeAslanların ağaç kabuğuna yazdığı şiirKapalı çarşı içerisinde

Page 17: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Açık ve keskin yumuşak ve güzel Kur'an sesleriKapalı çarşı içinde kapalı rüya çarşılarıKapalı çarşı içinde öfke ve af çarşıları

Kapalı Çarşı'ya gittiğin zamanBir yangın sonrasının gazetelerini okudunBir gazete uzun ve kül olmuş bir gazeteydi Kapalı ÇarşıMavi gözlü bir gazeteKapalı Çarşı içinde bulutların en senin olanıSen bana kapalı çarşıŞüphesiz o kadar satılan ve almanlar var kiŞüphesiz bir harita kırığıBir yapma deniz parçasıyla kapalı Kapalı Çarşı

Sen kapalı çarşılar üstüne yağmur yağanıYağmurun iyi ve doğru yağmadığınıonlara anlat (1954, Aralık) İNCİ DAKİKALARI

Sen bana yeni yılsın her dakikaHer dakika bir yaşıma daha giriyorum

Sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeniSaatim kadar saadetimin gözbebeği zamansınBen bin parçaya bölündüm her parçasındaHer parçasmdayım kırkayak sesli boğuk Arkadaşlığ:Çalkantısız Üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanınErkek ağlar mı diyeceksinHayber'in kapısı ağlar mı erkek ağlar mı Ben yel gibi erkekler ağlar diyorum Bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında Daha gözlerinin gerçek yaşları belirmeden Ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey Yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya Çürük ve havada asılı tahtalar üstünde Hafif kedi ayaklarıyla yürür gerçekten yürür ya Sen benim ağlamamı erkekliğime Uyanan ölmeyen yenilenen Azgın kışlar içinde keskin baharlar bulanŞAHDAMAR 63Seni bulan yeniden bulan tekrar tekrar bulan erkekliğime sayBütün bir yıl bütün bir yaşama boyuGizli heybelere binbir gece eşyası doldurduğuma say

Ben otomobilleri böylesine yankısız sağır komamÖyle bir isyan şiiri var ki ben onu yakalayacağımBu yunan şehrinin düzenini öper ve yalvarırımŞehrin ölümünü yanlış anlamaGözleri kör oldu doğrudur ama o kadarVe şehrin gözlerini geri verme dakikalarıdır bu yılgın çanlar

Senin odan gün ışığı en güzel müzik banaFarklılıklar odasıGiden tren buharları içinde örümcek ağıSen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamakDoğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe araşma gerilmişGarip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı

Ben bir yabancı buğunun kokusunu alıyorum

Page 18: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bu kokuyu alıyorsam onulmaz kıskançlık yaramdandırBenim garipliğime bakma benim kıskançlığıma bakma benim

incilerin ilk gerçek ve yeni yorumunu bulur gibi oluyorumBu inciler denizlerin en karanlık noktalarında bile yokturBenim ak ve kara kayalar içinde bulduğum incilerBu inciler sen olmasan bende bile yokturOldukları yerde bile(1955, Yılbaşı Gecesi) SESSİZ MÜZİK

Sen kış güneşi misinYakarsın ısıtmazsın

Bir ırmağın ortası yoksaSeni mi hatırlayacağım

Bu dünyada olup bitenlerinOlup bitmemiş olması içinNe yapıyorsun

Sizin evin duvarları taştanDumanı da mı taştan

Seni kız arkadaşlarındanSevinç gözyaşları içindeÖpen olmayacak mı

Ezberlediğin şiir

Beklediğin adam(1955, Ocak)65 VEDA

Silâhlara vedaGeceye rüyaya ve sanaYalnızlığın geyik gözlü köşesindenDüzenlerin çıkmazına

Çizdiğim resminSaat kulesi ağlıyorAğzım o çeşit yokŞişe bu çeşit var

Sen bir gece gelsenGüneş doğmasaGitmeden yine gelsenBu yeni geleniBu bize bakanıSana bir anlatsamGüneş doğmasa GÜN DOĞMADANSandıkların içini gostersem sanaÇizdiğim resminYalnızlığın geyik gözlü köşesindeBir rafa koyabilsenOlup biteni ve onlarıSabaha kadar konuşsak

Page 19: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsamAteşi karı tüfeği çeksemOcağa pencereye kapıya

Kemana vedaYağmurda şeytan ve şapkasıSilâhın ölümünü kutluyorum

Tren kaçırmış gibiyim

Sana veda(1955, Bahar)

67İLKYanlış trenden indin seni şehrin aynasından geçirdilerSana baktım yıllarca hep aynı özlem penceresindenYürüyen ve kaçan yalın ve çocuksu özlem penceresindenDenize karşı küçüle küçüle giden evleriİnce ince karşılardın olağan karşılardınŞen dünya içinde şen dünya içinde bir avuç şen dünyaydın sen

Bahar bilgisi güneş rengi at soluğu ve senSeni çağırıyorum geç gel ağlayan son bakireler içindenKadınlar taş heykeller gibi gelip geçer sarı kayalardanHangisine baksam sen kımıldar sen seslenirsin içerlerdenÇekil karşımdan sultanı cariyelerde aramak körlüğü diyorum °nük güneşe ve gözlerime doğru gelen GÜN DOĞMADANSen bir el uzamşıyla aydınlanan yeni ay mısmGeyik resimleriyle kabarık her köşenGeyik derisinde akan ilk nehirBir el uzamşıylaİlk sokağın ağzında kaybolursan ağlayacağımLeylâklarla akrepler gözlerine bakıp insan olurlarsa IÇocuk cennetinde günahların ilkini sen işliyorsun demektir SunaParlayan denizler gürültüsüz şiirler kapanan kapılar sana ™ göktaşlarmı getiriyorlarSeni sayıklıyorDenemesi yanlış yapılmış ilk ok (1955, Bahar) TUT

Son kaya iniyor kuyu aydınlanıyorSes insanın derinlerde parlayanSon isyan denemesi oluyor güzeliçimde yaman tutuk bir şair doğuyorTut elimdenDosta düşmana karşı bir iyi konuşayımTutKulede saat kırılmasınGeyikler sağırRüyalar boğuk olmasın

Son kıral ağlıyor, üstünde son kuş yoruluyorHalkın kayıp annelere saygısı yokTut elimdenDüşen tüyleri toplayalımTut

Page 20: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

isimsiz çocuk ağlamasınKuyuda ışık sönmesin

Kırk oda içice dönmesinHalayıklar sağırDualar boğuk olmasın

Son insan yürüyorTut elimden kaçalımKaçalım kaçalımBizi kimseler görmesinArayanlar bulmasınTren duvarları sarsmasınYürek bu kadar hızlı çarpmasınKan böylesine hızlı akmasınAşkın kulakları sağırSesi boğuk olmasın (1955, Yaz) KADER YOLU

Etrafımız, uçsuz bucaksız çöller;Yerler demir, gökler bakır Madonna.Nehirler çekilmiş, kurumuş göller;Aramızda deniz vardır Madonna!

Gelir gelmez Venedik'ten aynalar,Uçtu gökte kara kara kargalar.Ömrü biçti kılıç gibi levhalar;Bize kalan sade sabır Madonna!(1956) TAHTA AT

Dostlarımız geldi hafif danslar geldiŞeker verdik aslan yeleleri aldık kırk kapı açtıkKırk kapı açtık Mavi Sakal öldüKırk odanın içinde güzel aslanlar güldüSen güldün Asya güldü hafif danslar geldi

Gel kalbini saat yap odamızaSaatin içine kutsal sözler yazGüneş yap aşka güzel ölümleri uslu ölümleriGel mesut odalar içinde çözül güzel bulmacaGüzel ve mağrur ve katil

İç dünyamı ikili susmalarla bölmeŞiir günlük konuşma dilimizKıskançlığımdan örülme bir perdePerdeye çarpan beş denizKuvveti yok bende itham etmek hakkından önce

II.

Dostlarımız geldi sağlam izleri var kardaYapacaklarının yapılabileceği iyi öğretildi onlaraVe sağlam kutular içine koydular gölgeleriniKarışık bir ses teller üzerinde LondraGel bu gece görülmemiş bir şey olacak

Page 21: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yanlış bir dağın altından yanlış bir su çıkarsaKaybolursa taşlar içinde taşlar getiren taş bir bulutEşkiya heybesinde çizgili kayığa asılMerhametin bildik kaynağı eşkiyalarKıldan ince çarpık bilgileri unutSessiz derin sonsuz yaslı duvarlar önündeTürküler içinde en şen en senin olanı söyle

III.

Aşk kadar nazlı saat kadar gerçekBir bülbül bakıyor bana doğruBoş oda kadar tedirgin tehlike kadar güzelBir bülbül içimde sedefle kaplanıyorPayıma korkarım eşsiz bir azap düşecek

Dostlarımız geldi öldü büyücülerinsanla peygamber arası basık bir gürültü içindeKorkunç ilgiler döner dolaplarSedef gurur ve inat içinde

Seni bana getirsin ölüm yatağımdaykenKırık ayaklı tahta at(1956, Yılbaşı Gecesi) 74SULTANAHMET ÇEŞMESİSu yerine süs akıyorDeliklerindenEğilmiş ölümsüz ince bilekliCariyeler bakıyor Derinlerden geliyor sesleriÖnünde dokuz minareAynalar kadar aydınlık yüreğiKilise öte yanında yara bereiçinde kendini sessiz bir oluşa bırakıyor Değiştiriyor deriTramvayın köşeleri sarıdırOrtasında oturmuş mesut bir sağırBütün gün türkü çağırırErir çeşmenin iki göz bebeği

Ben o kanlı kızgın Gözyaşlarıyım çeşmenin

(1956, Güz) ¦KAN İÇİNDE GÜNEŞ

Polonya'nın kanı beyazdıİsyan bir bayraktı süt içindePorselenlerden yapılmış PolonyaKırılan heykel ve heykel aşklarıVe Venüs'ün kırık kolu Polonya

Polonya Polonya sana günaydınKaranlıklardan çekip kaderiniİlk aydınlığa çıkardın Ama ben Peşte'ye dönüyorum

Page 22: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Peşte bir kan çemberiIşıklı çemberler içinde ölülerKonuşturuyorlar sfenskleriÖğretiyorlar kelimeyi doğanÇocuklara kutsal kelimeleriKelime en güçlü silâhtırTutar şehri ve insanı GÜN DOĞMADAN

Elektrik lâmbalarmm altındaKadın kanlanKadınlar susmuştuKonuşan erkektiKadın gömlekleri yırtılıyorduAnne gömlekleriVe mesut dakikaları beklemişBütün saatlarTırak deyip durdu

Günah duvarına düşmüşŞehrin beyaz kaderiVe kan aynasındaMacar gölgesi

Macar kası gergin

Kan büyüyordu- İşin kötüsü gözüm görmüyor

- Silâh ıslandı atamıyorum

- Çevrem kıpkırmızı oldu Ellerim yapış yapış

- Kelimelerimi duyuyor musun?

Dünyaya kan ismini veriniz

Sokak fenerlerine asılmışGüzel ve canlı ölümAydınlatıyordu gerçeğiTelgraf direklerine çekilmişŞAHDAMAR 77Düşman ölüleri bir bütünApayrı bir varlık insandanGünah kadar çirkinVe Tanrı düzenine aykırıBir ur kocaman

Ölüm yayılıyordu ölüyordu gece bileİşleyen makinalar kalmıştı yalnızVe onların kolları insanlarZalim kelimesinin gözbebeğiİnsan değil âletÂletin âletiKör- Tanrı onlarsız değilAma onlar - Tanrısız

Page 23: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Geride ve Peşte'de kan vardıBuda'mn bir kelimelik heykeli kan içindeVe güneş yavaş yavaş yükseliyordu Peşte dağlarındaVe kan pırıl pırıldıKızgın ve kaynarBin güneş yanıyordu kandaKüçük fakat sağlam(1957, Ocak) 78KAYBOLUŞÜstündeki giysi gözünün rengindeYürüyor yürüyordu arkasına bakmadanOnu kaybettim bir kış günündeYağmur yağmur yağmur yağıyordu durmadan Ölü taşıyan bir araba Araya girdi galiba

Koştum koştum yetişemedimSanki önümü kapatan bir sütundu zamaninsanlar otomobiller dalgın habersiz zalimAlıkoyamadım onu meçhullere dalmaktan Boşunaydı artık çaba Boşuna mıydı acaba

Dondum kalakaldım olduğum yerdeGözlerimi kaplıyordu duman duman dumanGönlüm ne geçmişte ne geleceklerdeBir mahkûmdum görülmemiş bir cezaya çarpılan Uğrayan bir azaba Sığmaz hesaba kitaba(1957)

KÖRFEZ(1957-1962)(Üçüncü Sağnak: gölge sağnağı.Akşam yıldızının çıkagelişi.)

BALKON

Çocuk düşerse ölür çünkü balkonÖlümün cesur körfezidir evlerdeYüzünde son gülümseme kaybolurken çocuklarınAnneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve evlerde balkonBir tabut kadar yer tutarÇamaşırlarınızı asarsınız hazır kefenŞezlongunuza uzanın ölü

Gelecek zamanlardaÖlüleri balkonlara gömeceklerİnsan rahat etmeyecekÖldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereyeKoşa koşa gidiyorumAlnından öpmeğe gidiyorumEvleri balkonsuz yapan mimarların

Page 24: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

DENİZ

Balkona çıkarız geceleriDenize bakarız uzun uzunGörmek için gözleriniTa uzaklarda yaşayan annemizin

Odada bir ses havagazıBu ne uzun havagazıKaybolan deniziÖlenlerin ve ölmeyenlerin

Konuşmuyoruz Kelimelerini aldı gitti Aramızda büyüyen suda Unutarak ellerini

Belimiz eğik ve ışıklı Gün doğarken suda Ve çocuklar suya inen Üzgün incir yaprakları(1957, Yaz)

83 YOKTUR GÖLGESİ TÜRKİYE'DE

Sabahları gün doğmadan uyanır Dilini yutacak olur içi kanlanır Gün boyu çalışır aydınlanır Kederini anlarsanız size ne mutlu Acır fakir çalışan kadınlara Titrer bir gönül kıracak diye hanım dizi

İncedir billurdandır yoktur gölgesi Türkiye'de Bir meçhul Meryem mermerden değil ama kutlu Gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi Elinizi sallasanız rüzgârından sallanır Bir geyik olur sizi arar melûl ve bakırGörür gibi uyur konuşur gibi susar güler ağlar gibi

(1957, Ağustos) KUTSAL AT

I.

Cezayir'in atlarıSever çılgınca Tanrı'yi ve insanıNe kırmızı ne kara kutsal

Cezayir'in atı böyledir

Siyah atlar ölürAl atlar ölürCezayir'de atlar ölür

Aşkları unutsak yeridir

Kıratlar belli belirsiz

Page 25: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yaşar ve yaşatır yalnızca

Cezayir süt sirkidir

Yurdunu sevenlerinGözlerini kimse bağlamazAt üstünde can verirlerAtla birlik güneş doğarkenVe yaşar CezayirKÖRFEZ Gelir bizim çocuklarİnsan olduğu yerden atlarınAtların rengi geçerSarı ayakkabılarına

II.

Ölüler evlerdenÇıkmaz girerGençlik açlık masalıKadınlar Cezayir'de

Fransa anlamıyor

Cezayir'de atlarınGördüğünü kimse görmediKimse bu ölümlerleCezayir'i! gibiVe Cezayir'i! kadarÖlmedi

Ama Cezayir yaşıyor

Gidelim gidelim Cezayir'eDağları kıvrım kıvrım şehirÖlümü ikiye bölen nehirOrda akar aşka kine ve zafere

(1957) SABUN YASI

I.

Kadın azaltır çocukları içinKullanmasını yabancıları genç gördükçeAdam konuşurken eli kaybolur kızlarlaNeden getirmeyi unutmasın

Nişanlı sabun demesiniBilmeyenlere denir

Ben yaşarken kirliNe kirli adamlar vardıYıkadılar sonra anladımÖlü olduğumuKÖRFEZ87 II.

Page 26: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yıkadılar sonra anladık ölü olduğunuAlıp götürdük gelin gibi öğleyinKesip durduk resimlerden geyikleriKuşları balıklan eski çiçekleri

Nişanlı ölü nedirBilmeyenlere denir

Dalgın bir vaktinizdeBozmayasmız diye geleneğiTaşlara bağladığımızSiz yunmuş ölüleri

Ne aşkı ne neşesiyleDünyaOnmakta biziGelin gömün bari (1957, Eylül) TELEFON FARKI

Ne mum ve ne denizNe ateş üstündeki mumyaNe aptal şairlerin turuncu heykelleriAlıkoyabilir beniBir huzuru telefon ederimÜstüninsanların hazırlayageldikleri

Ustüninsanlarm hazırlayageldikleriDünyaüstü dalları ve çiçekleriMelek melek arşa atılan putrelleriEkleyerek aşk kalesinde birbirine

89Çeşmelerden telefon ederim benSebillerden türbelerdenSaray toz ve dumanlarındanAlınyazısından

Ah benim devrimimin son anıt gibiTabiat veya insan ölü veya sağKılcal damarlardan şahdamarlaraÇığlaşan çığlık çığlığa çağrısı (1957) 90GUN DOGMADAN FESTİVAL

Ölüler ve fareler artarEvlerin kahverengi sevinçlerindeMahallenin alt yanındaTanrı'yi yitirmiş bir çiroz sergiNe acımak ne sevmekBildiği insanlarınGidelim bulmaya gerçek insanlığınÇocukluğun sergilerinde ölüleri ve fareleri

(1957, Aralık)KÖRFEZANNELER VE ÇOCUKLAR

Page 27: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Anne öldü mü çocuk Bahçenin en yalnız köşesinde Elinde siyah bir çubuk Ağzında küçük bir leke

Çocuk öldü mü güneş Simsiyah görünür gözüne Elinde bir ip nereye Bilmez bağlayacağını anne

Kaçar herkesten Durmaz bir yerde Anne ölünce çocuk Çocuk ölünce anne (1958, Yaz) SEVGİ

1.

Ah benim sevgim çiçek örneğiÇarpılmışların kinini yenilerBeni alnımdan vurmak isterSaraların iftiraların gençliği

Bilirim geçmektir bir sevgiÖlümün en yumuşak en ayarlı yerindenÇünkü çocuklar geçerÖlümün en yumuşak en ayarlı yerinden

Zarif vakitlerin seçkin kadınlarıHazırlardı kızlıklarında (doğum)larıKaçmakla kurtulamadıklarıArada uyguladıklarıKÖRFEZ93Çölden farklı olmayan bu korkuÇocukların bu korkudan olur neşeleriSiyah sepete baktıkça her biriSıcak hoşluğunu anlarlar ölmenin

O gün gün ışığından mahrumMahrum bırakılmış genç kızlarAnneleriyle parka çıkarlarAnneleriyle anneleriyle anneleriyle (1959, Şubat)

BEN KANDAN ELBİSE GİYDİMHİÇ DEĞİŞTİRSİNLER İSTEMEZDİM

Kendinden bir şeyler kattın Güzelleştirdin ölümü de Ellerinin içiyle aydınlattın Ölüm ne demektir anladım

Yer değiştiren ben değildim Farklılaşan sendin Sendin bana gelen aynalarla Sendin bana gelen sendin

Page 28: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Artık ölebilirdim Bütün İstanbul şahidim Ben kandan elbiseler giydim Bundan senin haberin var mı(1959, Şubat)KÖRFEZ95 ESKİ KİRAZIN GEREĞİ

Kiraz ölünün kadehinin yanındakiFakirler hastahanesinde komodinin üzerindekiYemek için değil çekmek için dudaklarlaÖlürken kiraz koymalı ağızlara

Görebileceği bir yere koydurdu kirazlarıKiraza baka baka öldüHangi aydınlık içindeydi biliyorumHatırlıyordu çocukluğundakiKiraz bahçelerini, eski kirazın gereğini(1960, Nisan) 96BÜYÜYÜP DE ÇOCUK KALMAK

Büyüyüp de çocuk kalmak İşte bu en büyük tehlike Belki gün doğarken patlak verir Belki bir bando geçende

Bağbozumu beygir ve kuş Dünya allak bullak olur Yere iner insanüstüler ülkesi Sen de orda uyurgezer (1960, Mayıs)KÖRFEZ97 ÇOCUKLUĞUMUZ

Annemin bana öğrettiği ilk kelimeAllah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde

Annem bana gülü şöyle öğrettiGül, O'nun, O sonsuz iyilik güneşinin teriydi

Annem gizli gizli ağlardı dilinde YunusAğaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus

Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerdeBinmiş gelirdi Ali bir kırata

Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacındanAsya'da, Afrika'da, geçmişte gelecekte

"iz o atın tozuna kapanır ağlardıkGüneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünüAli güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman

Page 29: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ali olmaktan bir sedef her çocukta

Babam lâmbanın ışığında okurduKaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardıkFetihlerde bayram yapardıkİslâm bir sevinçti kaplardı içimizi

Peygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardıkBediı'i, Haybeı'i, Mekke'yi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık

Mekke'nin derin kuyulardan iniltisi gelirdi

Kediler mangalın altında uyurduBiz küllenmiş ekmekler yerdik razıİnanmış adamların övüncüyleSabırla beklerdik geceleri

Şimdi hiç birinden eser yok Gitti o geceler o .renk kitapları Dağıldı kalelerin önündeki askerler Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi (1960)KÖRFEZ99 SAMANYOLUNDA VEBA

Önceden bilen ölüş şartlarını çocuklarınınElleriyle değen koklayan hazırlayan âdetaSebebine ermeden erişmedenKorkan ilerdeki korkularlaNoldu zarif lâtif anneler noldular

Nerde çocuklar gece yarılarından sonraÇıkıp samanyoluna bakanBakarak çocukluğu uzatmaya çalışanişleri güneşin doğuşunu yaymlamakBütün o çocuklar nerdeler

Kalan neKızların kollarının arasından gözlenenSamanyollarmdan Bakışları benekleyen yalnız ölümÖlüm geçti canlı ehram ölüm geçtiO taklar geçip gitti insan üstüne kurulu

Ve bağbozumları bizden bozulanArtık kendimize bile o kadar yakın değilizGece yarıları Samanyolu yokGün doğmuş doğmamış

Bütün elmalar çürüdüÇocukluğumuzun dürbünleri içindenGeçen siyah halkalı kutsal şehirlerdenBirini bulamadım gezdim bütün karalan

Aşk siyahın beyazdan ayrıldığıSamanyolunda yürüyen bir karıncaEn onulmaz vebayı kutlayan bir güvercinİki katlı bir arabadaBu bize yaklaşan bir deniz arabası

Page 30: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sen ırakta Samanyolu ıraktaVe ay başka bir aySarısı beyazına akmışBulaşmış bir yumurta (1960, Mayıs)KÖRFEZİPİN UCUNU KAÇIRAN İNSANLAR

Parmaklıkların gerisindeBaşları önlerinde bir çocuktu bekledikleriKendi çocukluklarından bir paradiKimi hep kundura dikiyor görünüşündeKimi otomobil lâstiği tamircisi

Biri annem demişti annemBana ekmek vermezdi farelere verirdiBir adam (bu babasıydı) her gün gelirdi bizeNiçin bilmem her gün gelirdi Birinin elinde fener vardıKarıncalara yol göstermek içinArada bir de şarkı söylerdiKendisi için kendisi gibi olanlar için

Biri bütün vücudu kıllıDışarda bir cinayet var dediİçerde bir cinayet varBeyaz giyili biri gelince inkâr etti

Her şeyden önceMasum bir tembellikleri var özenilirÇocuk çocuk ava gidip geç kaldıklarınınZoraki kurnazlığı okunuyor yüzlerinde

Beni kim getirdi burayı gezmeğeArkadaşlar hep işin eğlencesindeBana maymun var gibi geliyor içerdeİçerde büyük bir göçün hışırtısı var (1960)KÖRFEZ103 BATIŞ

Güneştir düşen turuncusunda menekşeler sunarımGece artık hiç dönülmeyecek o yerlerdeki sevgiliyeÇocuklara kekik toplayan o sevgiliyeBir kekik uzatan çocuk anne deyinceDeniz dibinden çatı çekenÇocuk üstüne arkadaş üstüne

Güneştir düşen yeşilinde bir yüz dönerDeğişmeyen o gençliğiyle sevgiliÖlümden sonraki kurtulma gibiDöner döner de gelir karşınaDeniz dibinden çıkan ahtapot ölüleriEski utanmaları çeker su yüzüne

Güneştir kırmızı ve ben en çömezi bir renginAltın hâtıralar hükümetininBitmeyen sultanı o sevgiliye adanmış

Page 31: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Soy utanç soy anış soy sevgiGel artmaz azalmaz ey sevgi(1960) KANARYA

Sevgiden kireç tutmuşumYarım tozlu penceremHaber bağbozumundanBir beygir ve bir kanarya

Otobüs durağındaDeniz kıyılarındaHer çocuğa her insanaBir beygir ve bir kanarya

Bir deniz kıyısındaİçim sedef ve kanDağıtırım çocuklaraKitap ve kanarya(1960, Kasım) KALORİFER

Odanın tam ortasından kaloriferYiğit borularıyla geçerUtanmış ve gerekli geçerYukarıda ısıtır aşağıda yakar

Şanlı paçavralara sarınYarının kahramanınıNeşeli vakitlere doğru kaloriferOdadan yiğit borularıyla geçer

(1960)

GÜN DOĞMADAN YAPI ARALIKLARI

Çocuklar gözünüzü açınGün gelip iş işten geçerÇember çevirmeyi unutmayınYapı aralıklarından bakmayı da

Çocuk dediğin bir eksik yanı olmalıKi ilerde vakit kalsın iyiliğeBen erginliği çocukluğumda yaşadımŞimdi bilmiyorum niye

(1961)KÖRFEZKAPAMAK İÇİN GÖZLERİNİ

Kurumuş kullanılmamış karpuzlar mıHastalara soy kadınların armağanıHoroz tüyü nerde incir yapraklarıÖrtmek için yüzünü ölen adamın

Dilimizi bilmeyen kül içinden çıkmışYere alışmamış küçük çocuklar bulmalıKapamak için gözlerini

Page 32: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Örtmek için yüzünü ölen adalamın(1961)

RUBAİLER

1.

Çocuklar bana kalırsa yoklarYok çocuk falan yok öyle şeyHayal edilmiş ekler olacaklarAilelerin melankolileri için

2.

Evde ne kadar şapka varsaGeçmiş günlerin başarısı kiniÇocuklar kullanışlı hale korOyun içinde de olsa hepsini

3.

Doktor istemem Annem gelsinYataklar denize atılsınÇocuklar çember çevirsinÖlürken böyle istiyorum(1961, Haziran)KÖRFEZ109 ÇATI

Kaç aç varsa hepsi benKaç hasta varsa hepsi benKaç liman önlerinde dönenİşsiz hamal hepsi ben

Kaç aşktan ters yüz edilmişAşık varsa hepsi benBütün çiçeklerle donanıpBütün insanlarla ölen

Atılmış kömür toplarAnnelerinin zoruyla çocuklar- Başka çaresi ne annenin -Çocuklarıyla yere çarpılan

Ben o çocuklarla yere çarpılanSevgili deyip yere çarpılanSedye taşımaktan kolu tutulanBu sessiz çılgın çalkantıda(1961)

AV EDEBİYATINe kadar kuş varsa dağdan geçtiKurtların en küçük kaprisleriyle yüklüDeniz illâki deniz diyerek denizi mırıldanarakDenizi vurmak öldürmek gibidir bir kuşu vurmakAvcının işi kuşlarla olmakKuşun gönlünden geçeni okumakKuşu açmak çünkü kuşlar evrenin istiridyeleridir

Page 33: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kurtların günlüklerini tutan istiridyeleriçinde denizin gidip geldiği kayalara çarptığıHeykelleri yıkadığı yunan kadınlarınınAvcı aldı mı eline silâhıÇıkar dağlara ilkin kendini kayalarda denerKayalar parçalanır yansıtırlar atalarının sesi gibi sesiniKeklikler kaçar incirlere saklanırlar incirler ne güzel aldatırlar avcılarıSusarak bekleyerekAnlatarak güneşin doğuşunu altmböceklereAvcı yüksektedir silâhını kendi karnına boşaltmıyorsa bundanBaşarısız da olsa her şeyin evrenin üstünde olmaktanKÖRFEZ YEŞİL KORO

Avcılar canımın içi avcılar Siz kuşları vurmazsınız değil mi İşiniz vurur gibi davranmak Ölüme yaklaştırarak yaşamayı gerektirmek Kurtulmanın sevincini eğerek aşağıya El etmek alkış tutmak uçuşlarına

Avcılar ilkin annelerinin mi sözünü dinlemezlerBütün dayandıkları annelerinin ölümü müHep çocuklar ondan mı belkiArada bir unutmak için mi yaparlar bu işiNeyi unutmakBir tilki yerine bir aslanla karşılaşsa ne yapar avcı kişi

YEŞİL KORO

Avcı tüfeğini yöneltmiş avcı vurma bu kuşu Bu rengi bozma bu düzeni değiştirme Bu altın tüyler kan görmesin Seni evde beklerken çocuklar Onun da yuvasında bekleyen yavruları var Tüfeğini yere çevir Bu ölüme ancak yer dayanır Bu ölümü ancak yer kabul eder Bu ses göklere uygun ve ayarlı Üstünde kuş uçmayan ağaçları düşünAvcı da insandır bakkala kızar konukomşudan sıkılırKarısından dayak yer ama bıyık altından güler Onu ne savcı ne polis korkuturYaşamanın çirkinlikleri artık ne umurundaElinin altında bir yedek varEvinde çiftesi her zaman doludurTüyünde maviyledir kutsal kuşku kuşunAvcıysa yeşilin büyüsündedir boynuzlardaki yeşilinYeşili çıkarmak ister kuşların göğsünden TEHLİKELİ KORO

Av yaşamaktır balık av olmak için çıkar su yüzüneAvlamayan av olmaya çıkarKuş av olmak için şehrin üstünden uçar

Köprünün direklerine konar martılarAv dileğiyle oynamak martı bunu yaparAvcının olduğu yerdedir avın yaşamasıMedeniyet avla başlar

Page 34: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Şimdi de ayı avlamak istememiz boşuna mıAvlanın avlanın varolduğunuzu bilmek içinİnsan insan olduğuna avla çıkarAvla bulur tabiatı ve tabiatın ötesiniAvcının yöresine bir bakışı varBakışının düştüğü yer morarıyor sararıyorKuş kurşundan ölmez bakıştan ölürSular çekilir gök koyulaşır güneş batar akşam olurYıldızlar asılmayı seyre çıkan ev kadınları gibiBir yandan simit yiyen bir yandan küfredenÖylesine yeni olan genelev kadınları gibi

YEŞİL AYDINLIK KORO

Ben avcı olamam halk ölüden kaçarBir gece bekleyemez bir ölüyüÖlümse ölüm yaşamayı yaşamayla ortadan kaldırmamakAv ölüme çağıran bir bildiri yapma ölümeÖlüm ki gerçek ölüm yeşil borazaniyle gelen av partisiBen avcı olamam gül koparamamTüyü mavi kutsal yağmurdan ayıramamOlağan avlarla yetinirim bir el bir eli sıkıyorsa o eli avlıyordurAv karşılıklı olmalı avlayan av olmalıYalnız av kalmalı ortada artık avcı mavcı yokAvcı ortadan kalkmalı her alanda ARAYA GİREN KATMERLİ TEHLİKELİ KORO KANA ÖVGÜ

Bir çay bardağı kan istiyoruzÖlümden çevirecek kandır insanıÇocuktan anneden her yurttaştanKan istiyoruz ay ölüm akvaryumu

Gelin kan verin biz hurda arşı koyuyoruz bilinmeyene insanın her yerindenKökünü çıkarıyoruz ağacın ölüm denen "dan damarlarını soktuğu yaşamanın içinden

Verin ölümün kökünü getirin kanla Kandan köprü yapıp geçelim sonsuzluğa Kandan yapılır gerçeğin ekmeği asfaltı Kanla geçilir yolların en sağlamından

Avcı da insandır bakkala kızar konukomşudan sıkılırKarısından dayak yer ama bıyıkaltından gülerOnu ne savcı ne polis korkuturYaşamanın çirkinlikleri artık ne umurundaElinin altında bir yedek varEvinde çiftesi her zaman doludurAyağına poturunu çekti mi yalla dağArtık gün ve sıra avcınındırKuşların özrünü bile dinlemenin vakti geçmiştirÇok geç ah çok geçBir kere o silâhı doğrultmuşturVe o silâh doludurVe o silâh omuzdadırVe hedefte bir kuş vardırVe el tetiktedir

Page 35: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir kuş vuruldu(1961)

REKLÂMLARDA YAŞAMAHep çocuk kalacak oElinde ekmek gülen çocukBu çocuğun ilerisi yokBu çocuk ne iyi ne neşeli

Bir işi yapmak için geldiBütün çocukların bir anı ondaO anı yakalamak içinAnneler anne olurlar(1961)

ŞEHZADEBAŞI'NDAGÜN DOĞMADANYerleşecek yer aramakCamiinin avlusundaSoğuk bir taşa oturmakGün doğmadan Şehzadebaşı'ndaBaşı avuçlara almakKuşların kanatlarını toplamakGecenin çatıkatmdanGün doğmadan Şehzadebaşı'ndaYüzü gözü toz içindeŞiirden mest develerinGül dökülür heybesindenGün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Yoldan geçen bir kaç çocukKubbeyi tutan aydınlıkMezarlarda yeni seslerGün doğmadan Şehzadebaşı'ndaKÖRFEZLâle gibi çeşmeleriMenekşeden sebilleriTürbeleri bir şelâleGün doğmadan Şehzadebaşı'nın

Külâhıyla Yunus EmreSarığıyla AkşemseddinKavuğuyla Mimar SinanGün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Tek başına veli ağaçDallarıyla taşır göğüKöklerine bağlı toprakGün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Kafdağmdan daha yüksekÇin Şeddinden daha uzuniçimizde med ve cezirGün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Page 36: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gün doğmadan şehzadelerEllerinde meşalelerŞehzadebaşı'nı gezerlerGün doğmadan Şehzadebaşı'nda GÜN DOĞMADANCin halkından kafilelerKatır sırtında geçerlerKıra kıra kemanlarıGün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Kızaran ufka selâmSüleymaniye'den Beyazıt'tanMutlaka olmak isterimGün doğmadan Şehzadebaşı'nda

Gün de doğar gün de doğarBir gün mutlaka gün doğarGün doğmadan neler doğarGün doğmadan Şehzadebaşı'nda(1962)KÖRFEZ119 KÜÇÜK NA'T

Göz seni görmeli ağız seni söylemeliHafıza seni anmak ödevinde miBütün deniz kıyılarında seni beklemeliSen eskimolarm ısınması sevgililer mahşeri

Aklım yeni bir akıldır çiçeklerdenMantığım mantığın üstünde yeniİçimde Nuh'un en yeni tufanıDünyaya ayak basıyorum yeniden

Göz seni görmeli ağız seni söylemeliBütün deniz kıyılarında seni beklemeli

Yüzlerce yıl geçiyor belki bir bulut geçiyorBen yeni doğmuş bir çocuk gibiHerkesin konuştuğu dilden mahrumAma yepyeni bir dil konuşmanın sevinci 120

Bütün deniz kıyılarında seni anmalıSen buzulların erimesi eskimolann ısınması

İkinci sokaklarda bandolar mızıkalarYaklaşan çok yaklaşan muhteşem bir gün varBütün yollarda zafer takıEriyen kar derin denizlerde katafalk

Gün doğuyor her yer çiçek ve karBütün çocuklar kurtuldu demektir

Göz seni görmeli ağız seni söylemeliHafıza seni anmak ödevinde miBütün deniz kıyılarında seni beklemeliSen eskimolann ısınması sevgililer mahşeri (1962)

Page 37: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

SESLER(1962-1967)(Dördüncü Sağnak: geometri sağnağı. Doğaüstü kent çizgileri.) SESLER123 SESLER

1.

Çocukların ayağını boyayan kadınlarıGeçtim bir bir durup bakarak yüzlerineAltından saçlarınaBir deniz günle karışık değiştiriyordu renklerini

Kırmızı beyaz kırmızı beyaz damaAçık deniz kenarındaFareden ve çiçekten yapılmış bir çatı

Deve şiir uzmanı fil bilgi meleğiBense sanat edindimİpimi kelebek kanadınıPervane yaprağını kemirmeği

Liman eksilen denizi tutŞehir kuruyan karıncaları toplaBen ağımı ortasından kestim GÜN DOĞMADAN 2.

Karpuz kesilmemiş ölünün yanındaKadınlar çamaşırları açma saltanatındaHiç kullanılmamış suların kenarındaAtalar yeni yapılan kentin civarındaTren kan tarla ve sen o kadınsınHoroz seslerinin portresini çizdiğiSünger içlerine gizlenmişŞairlere bitmeyen menekşeEn derin denizde yosun halindeBüyük kalabalık bir caddede kaybedilen

Ve dağ hamam balıkÇocuk kiraz mavna

Ölülerin yatağı sonsuzluk çayırlarıFildişinden bir doktorumElimde denizlerden bir kolleksiyonBana yalnız ölen gelirBen ölümden sonrasına bakan bir doktorum

Liman eksilen denizi tutŞehir kuruyan karıncaları toplaBen ağımı ortasından kestim

3.

Kilise kırılan çanlar camiler uzayan minareRenkli pencerelerden içeri giren ışıkKurşunu kıran mermeri yaran ışık

Page 38: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

124SESLER125Mum diken namaz kılan kalabalıkAynı tehlikede erimişHeykel insan ve denizCambaz altından ip kaçırmak isteyen insanlıkBen ben ben bütün bunların dışına çıktımEn soğuk sularda yıkanmış gibiyimEn soy arap atlarına binmiş gibiİçimden bir aysberg geçiyorEskimoları otobüs duraklarında aştim

Liman eksilen parçalanan denizi tut kurutmaŞehir kuruyan karıncaları toplaSıcakta kuruyan ağımın ortasında

4.

Bir turist deniz kıyısında otel arıyorOtellerde garsonlar boştur bakışıyorlarLaubali yolculara dönük hepsiKeskin renkli elbiseli kadınlarBir Avrupa şehrindeymişcesine memnunlarBu şehrin neyi eksik ki şoförü hamalı çiçekçisi varArasıra sığındığım cami kıyılarıGülen canlı mezartaşları ölümle diri mestEn çok şaştığım insanların geçmiş vakti kazarak çıkartmaları yer altındanBir parça parça çıkışı var onun daaonra o parçaları güne göre dağıtıyorlar GÜN DOĞMADANİki nişanlı turiste göreArasıra turist olasım gelir doğduğum yerdeDenizler kaçar Dikilitaş devrilir Çemberlitaş yıkılır gibi olurHamamlar kar odaları gibi soğukturBu yerde bitmeyen bir kış vardır bana mahsus

Liman eksilen denizi tutŞehir kuruyan karıncaları topla Ben ağımdan korkuyorum Ben ağıma güvenememGeldiler oturdular bana söylediler onuKimsenin bilmediğini bulutu biçen kılıcı gösterdilerDilleri en ince şiirden daha ince cinceAnlattıkları şehir bütünüyle mermerdenKadın ellerinden inilir denizlerineOrada her şey sessiz bir ses içindeGeceyle gündüz farklı loş bir aydınlıktaGüneş batmakta olan bir bahar suyundaGeldiler oturdular anlattılar Dedikleri falan da filân da orda Falan ki bir gemide batmıştı son hayali sendin Filân ki bir otobüs kazasında can vermiştiSESLER 127gir kayadaPalan ki senin en sevdiğindi hastahanede tek başına gitmiştiFilân ki bir parkta iki olmuştu biri alınmıştı tarafımızdanMartılar uçuştu arılar bal yaptı aslanlar ağladı anlatırlarkenAtlar kişnedi katır tepindi eşek anırdı onlar anlatırken

Page 39: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Karıncalar doğan güne doğru koşuştularKediler farelerden vazgeçti onlar anlatırkenYılan oynadı akrep bir kere daha intihar ettiBalıklar midyeye midyeler istiridyeye döndüÇiçekler açılıp kapandı güller yandıOnlar anlattılarİçimde ölen öldü kalan kaldı ben ayni

6.

Arkamdan trenler geçiyor koşuşuyorBalıkçılar kayıkçılar akşam yolcularıDeniz kıyısına inen kızlarÖğrenciler yenilen yenilmeyen gençlikIşıklar yanıyor deniz fenerleriDeniz büyüyor büyüyor büyüyorKayalar birer birer atalarımıza dönüyorYunanlı romalı arap kaya uçan bir arap süvarisi

Gerçek memleket mi ortaya çıkanYeni şehirler yere mi batanKalk git diyor içimde bir insan sesiMavi beyaz yeşil insanİçimde yeni bir heykel yontuluyor kandanBir fırtına büyüyor kandanBaşlıyor içimde bir kan gecesiGit diyor içimde bir insan sesi git kulak ver o seseMezarlara yerleşmiş adsız ölümsüz o sese (1962)SESLER129KÖPÜKPortakal buğusudur yalayan seni beniKentte başlarken gece horozun terkettiğiBir kadını havlıyor taşıyor o ıssız köpekler kiKırmızı bir karpuzun ortasından kesilen o köpekler kiDeniz mi dedin ne deniziBen Kristof Kolomb'un uşağı değilimBen ırmakçıyım denizci değilimKulağımda ne bir aşk ne de bir kürek sesiBir meydan uğultusu barbar bir inşaat sesiBir kere kente girdinBir kadını al onu yont yont anne olsunHer kadın acıma anıtı bir anne olsunV°cuklara açılan mavi kırmızı pencere anneaen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle lr insanı al onu çöz çöz çocuk olsunVe sonra yıpratılan neMavi bir ahkonan 130

Bu köpekler neyi havlıyor hangi kadınıBu horozlar neyi ürperiyor çocukları mıSabah ki marul ortası kırılan bir gemi direkteVakit çiçek bozuğu bir akşam tepkisiBana ayrılan hangi arap atının terkisiHangi çadır düşüncesi ve çöl

Page 40: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir mermerin rüzgârdaki savruluşu çölKadın giyeceklerinin kıvranışı kızıldaBir kırmızı biber salgını develerYeter suyun anıtlaşması çelik çiçek biati

Bir kere kente girdinFelçli kadın karyolaya bağlı haliçErgenlik gençkızlık işletmesi karyola kiKaryola ki bekâr bir ölümün fener alayı şöleni Azrail'in boyuna buluğa erdiği gerdeğe girdiği Eleni Eleni karyolada düşünen kadın Yalnız ve som karyolada düşünen kadın Her erkeği papaz sanıp günahı günah olarak çıkartan Her gece güneşi ısıran Köpekler neyi havlıyor hangi gülü Horozlar neyi ürperiyor savaşı mı Bir yumurta ortasında gece yarısı Sen ey şair ki ellerini kollarını çarmıha gerdin Ölüm ki tabiatüstü hayatların meneceri En yeni buluşu intihardır

Pipon yanıyorsa seni ölüm çeker Gül yetiştirmiyorsan seni ölüm Samanyolu jet iziyse seni ölüm Rüya bir lâğımın anıları olur Onarılmış bir soda gün doğar kırmızı Ölüm bana günde iki kere göz kaş ederSESLER131Gün doğarken ve gün batarken bir fil hortumunu dolar bitkilere Sonra -- . karpuz ikiye bölünür bir hasta evinde yenilmemek üzre için ile birlikte i te bunun gibi sizi aziz eden yaşlanmak Yaş]ı bir hastada tortusu olur ölmenin Ve siz ey bir karpuzu ikiye bölmenin Ustalığına ermiş kutsal kişiler akşam sularında Karpuzun eskittiği gözlerim __ Kim karpuzu onarır kim kaynak atar ona - Konuşan sessiz bir tarihi yükselten karpuzun Kırk derece Ölümün tantanayla gelip otağını kurduğu - Başarırsa gelen askeri Başaramazsa başka yere gönderir çeriyi Kim bitirir bu sonsuz çeriyi bu her gün yeni çeriyi Hep planlar kurar Aklı fikri insandadır En yeni buluşu intihardır - Ölüm bir ay çekimi zamanı dönemi denizidir Kalkar kalkar seni çeker Gül kokusunu alıyorsan seni ölüm çeker Ölümün terkisi birden genişler Yollarda sincap kalıntıları görürsün Kedilerin köpeklerin aç kaldığını düşün Koyunların develerin sıraya girdiğini kesilmek için intihar dedikleri patronu da sınadık Ağzını aradık iş yok ondaKullanışsız ve antik bir şapkaMeksikalıların şapkasına benzerÖlümden bir demet derlenen ölümlerle

Page 41: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

enen insan ölümleriyle kervankıran yıldızına bakmak 132

Çıkmak Samanyolu'naDoğu ne batı neSuvare ve matineDuvarda bir resim akıyor gençliğeÇiçeklere çiçeklerdeki mirasaSarı Saltık Ahi Evren çalımlı bir kirazaÇılgın öğlendeNerden nereye ey köprü ey iskeleYabancılar yalancılar hırsızlarİki yatık iki dik karşılıklı iki tahtaArasında bir insanTophane ölülerine ait tabutlar da figüranSonra ilâhilerin paraya çevrildiği anSonra küçük kızlar su satan

Gelin gelinlerin gecesini taşıyalım yatağımızaKi ölüm insanları kıra kıra varmadan yatağımızaBu yatak şimdilik kutlu yataktırÖlüm ki aç bir köpektir arar biziBir köpek havlayan en çok şafak aydınlığındaAkşam kente bir Meryem gibi girerBir çocuk kutsal bir çocuk doğurur gibiHer yönden bir ses yükselir bu karanlık nedirKurban kesilirkenki karanlıkİbrahim'in bıçağmdaki karanlık loşluk aydınlıkKeskin ışıkİsmailİsmail bir çocuk başından serçe geçenMavi bir gül nöbeti sertçe geçenOmzundan arşlar dökülenSESLER133 A tık dünyanın yarısı ay yarısı güneş Kılıksız borçlanan ve çiçek ödeyen güneş ufuklara çiçek ödeyen güneş k herşey öbürüne ışık tutmakla ödevli Otomobilin ışığı yol için söz gelimi Birinci Dünya Harbi İkinci Dünya Harbi Artık her şey öbürüne ışık tutmakla görevli Işık tutmakla var ışık tutmakla ayakta Herkes kendini kurtarabilir ancak bu karanlıkta Öbürüne ışık tutar sade Öbürüyse ışık tutar sade Birer birer yakılır bütün sağlık çarşafları Yaşhlıksa taşınacak pusat değil Her köşe köşebaşları deniz dibi dişli köpeklere yurt Köpekler bu dişlere sahip değil bu dişler o köpeklere sahip yani Diş geriye geriye doğru uzamış uzamış incelmiş yumuşamış tüylenmiş de bir köpek olmuş sanki Yoksa kıyımda mı avlıyorsun sen ey şeytan Geçtim akrep kokan duvar diplerinden İncir düşmüş loş yollardan Bir haber gibiyim Musa'dan

Sabahlan moditen akşamları equanil Syor boyuna geliyor yalnızlığın gülmeleri

Page 42: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

'ize kentler çizen kent iten kentler çekenardına kentler bağlıKent tüküren kent soluyan bir gemi^Iküfül Dağrnın bahçeleri "1Z orda aÇar özel bir peygamber çiçeği GÜN DOĞMADANAğız yakan özel bir peygamber çiçeğiSultan Şehmus ve Veysel Karaniİncir yaprağıyla sildiler gözümü çocukkenVe sen ey sıcak doğu gecelerinin bitmeyen göz ağrısıÇocuklara mahsus çocuklara ait çocuklara dair göz ağrısıKırmızı mürekkebi andıran gözotuYalancı fakat acının yemişi kanlı göz bezleriTürbe önlerinde sahicisinden daha gerçekDaha fizikötesi sara taklitleriVe ağızlarda mecusi meşaleleriTembelliğin kehribarı Bitlis SaroyanAğızları yakan sigara ilk çağ kokan kavBirinci Dünya Harbi namazıBabamın namazıİkinci Dünya Harbi namazıÖlümsüzlük gençlik aşısı o ikindilerEvi sokağı çarşıyı onaran YasinPaslanan güneşi sığayan sûreAtalara doğru yürüyen sûreEve ve ellere can veren sûreGeceye zikzaklar çizdiren sûre Güneşi batıran doğuran sûre Hamile Meryem'i doğurtan sûre Evin taşlığına çiçekler serperek Yağmuru çatıda döndüren sûre Huzuru geceye ekleyen sûre Gece gündüz bir bekçi gibi Ebedî bir gözcü nöbetçi gibi Evin yüreğinde bekleyen sûre '

Vahşi bir kiraz yedik eski bir eskimo okulunda Ve yeşil bir dondurma mezarlıktaSESLER135_- Bir fosfor dondurması koyarak gelBir çocuk şapkasının içine -Ve gül Nemrud'un yaktığı ateşte açanKoncalanan açılan gelişen İbrahim'in elindeTatlı bir su içe gerçekler saçan bir mağaraUrfa'da yıldızların yıldızdan ayın aydanGünün günden fazla bir şey olduğu oradaUzanan bir yarı ölü eli kirazdan kirazaKirazsa hep aynı ıraklığı bozmamakta korumaktaİçilemeyen bir su bardaktaAklı düzeltmenin mümkünü kutsal balıklarla

Her şey bir kere daha yanlış gibi

Şeker şeker diye soluyan şaha kalkmışBir tutamlık barutu kuşlara attık gibiBir kış gibi geçti eşeklerin aydedesiFıstıklarsa- O gün kasabada bir yazBağbozumu tadında

Page 43: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sarhoşluğun yankısındanŞıra yosunundan çeşme ışığındanİğde sesinden bir kalabalıkSızarak cami aralığından

Ayvalarsa- O gün kasabada bir çarşıBir bayrak gibi açmıştı yasıYas bir meşale yüzlerdeGüneşten yanmış bir harman

- O gün kasabadaAntik her şey baş kaldırmıştı GUN DOGMADANHer şey AsufduRap rap rapDuvarda bir satrapTavanda bir akrepRap rap rapGüneşti önleyen çağın siyahınıKafka'yı kemirenCamus'yü tedirgin edenSartre'a zaman zaman yılgı verenHeidegger'i düşündürenKierkegaard'ı bunaltıpHeidegger'i düşündürenSchopenhauer'deki öfkeNietzsche'deki savaşçılıkFaulkner'i sarhoş edenVan Gogh'u Van Gogh eden Chagall'ı Chagall eden

Kirazıarsa - O gün kasabada Kuşluğun kuşluk olduğu Kuş-luğun çılgın ağaçların Başına bir yurt olduğu Kalp krizi İnsanların derlenip Bir araya gelip bir bütün Bir tek insan olduğu Dağ yolunu tuttukları Durup durup Zülküfül'ün Bahçelerini andıkları Doruğunu andıkları Herkesin birbirineSESLER Güneşten bir demet Bir kaç tüy Bir güldeste Bir firkete Bir avuç çıplaklık Ve portakal büyüsü Ve özgürlük sundukları Dağıttıkları Payından pay Ekmeğinden ekmek bağladıkları Yas mı sevinç mi Ölülük mü dirilik mi Din mi barış mı

Page 44: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Savaş mı sevgi mi

- Ogün Başkasının düğününe giden Kendi düğününe giden kızlar Karacadağ pirinci ayıklamayan Her çocuğa birden anne olmayan Kızlar dönüp dönüp başlarını Saklanıyorlardı

- O gün Düğün düğün böceği ve düğün çorbası Eşeklerin aydedesi ayın öcü alındı mı

- Depremden artakalmışlardı biz debir halkevi yapamamıştık da ondanoraya gitmiştik siyah incir ağaçlarınaÇıkardık ilk defa tadardık O hep Erzincan'ıanlatırdı öğle olmadan öğle namazını kılan

GÜN DOĞMADAN

öğle olduktan sonra öğle namazını yeniden kılan büyük annesini bense oruç tutardım menengiç kah- vesi içerdim akşamlan yolumu hep bir çocuk beklerdi döğüşmek için Ama ben onu dövmezdim o da beni dövemezdi Sonra Afrika olan Ömer - çünkü biz Onu Afrika yapmıştık oyunda O Ömer tek başına bizi yenerdi Yani kardeşi Avusturalya Ali'yi/ kardeşim Avrupa Ali'yi ve Asya beni "Gider içerde güçlenir güçlenir gelirdik" Ama Afrika Ömer O hep kış yaz tarlalanan Dağlarda koyunlara çiçeklere ateş yakan Böcek ezdiren bütün düğün böceklerini ezdiren Ve hep düğün çorbası içen O Afrika Ömer Hepimizi tek başına yenerdi Barbar kıvırcık saçlarına Narlar nardan taçlar takardı Koparır koparır narları yerdik Çubuklarımızı vişneyle tazelerdik Yalnız nar ateşini ve vişne alevini severdik - Düğün düğün kızların koşup katıldığı Düğün düğün son kızlardan bir kokteyl

- O gün kasabada bir düğün Ölümün düğünü Herkesin düğünü Çocukların kağıttan Çerden çöpten ve taştan Kaldırım taşlarından düğünü Deniz kabuklarından Bir uygarlık taşıyan çemberleri İçi boydan boya ta temele görünen evleriSESLER139Çatısız yapılarıBir düğünü ateşleyenOna buna bulaştıran gözleri

Page 45: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Çocuklar geceye çanGeceye karşı itfaiye erleri

- O gün kasabadaO gün kasabaO gün kasap

Ben ölmedim yalnız kaldıysa da ayaklarımEridiyse de başım inceldiyse de üst yanımBir porsuk karnını geceyi deşip buraya çıktımDaha dün kirecin rüyası bu kente indimGün doğmadan kiralık ev aradım Şehzadebaşı'ndaGeceye bir kartal gibi çarparaktanİsa bu gelip konmuş elime Ayasofya'danKirli sarı çıkıp bir giysidenVakte bakan zeytin yaprağı serabındanŞarabın arabmdanBir zenci sancısındanBir düşün dişindenKarlar eridikte yönelirdik kadınlarlaKuzeye batıya dağa doğruYüzümüzü biçerdi yıllanmış soğukSu kıyısına dizilirdik yandan önden arkadan ışıkKabe yüzüklerindeki ışıkÇamaşır yıkardı kadınlar kızlarBiz çocuklar suda kışın gidenBüyüklerden bize bulaşmış ölüm tüveyçleriniYıkardık ısınırdıkKızlara vuran ışık yalnız o ışık artardıAnnelerde derinleşen kış çizgileriBiz çocuklar buğulu 140 GÜN DOĞMADAN

Çul ve su Dağ suları dereler koyun çiçekleri Yalnız erkekler çarşıda ve yosun tutmuş hastalar yataklara bağ Bir bahar boyu yıkar kasarlardı kadınlar kızlar çamaşırları Çık arı sudan ey el değmemiş boya Kasabaya inmemiş yani ölmemiş boya Ey bakire su kasar yapan Meryemlerinle Işığa bakan ışıklı kızların gölgesini Suya iten biz çocuk İsalarınla Seni andım ve ölmedim O kadınlar çömelmiş olarak O kızlar eğilmiş olarak O çocuklar ayakta Hepsi aynı yöne bakarken Hepsi doğuda olan bir yağmur savaşma dönükken Yalnız o ebedî kasarlar anımda Şimşeklerin dere kıyısına iliştirdiği o kızlar Suyun ayaklarından okşadığı o çocuklar Her çamaşır atışında tek bir kelime Söyleyen kıyı ağaçlarına o kadınlar Yataklarında küflenen hastalar Eriyen karlar içinde pazarlık yapan O çarşı yemişi erkekler Yalnız bu değişmeyen haki tablo aklımda

İsa bu saçaktan saçağa atlarken

Page 46: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Eteklerinden bahçelere kan dökülen Saçından sakalından geceye bir çiğ düşen İsa'dır bu benim yanımda oturmuş bir taşa İki bin yıllık bir hece taşma Taş nerde bitiyor nerde başlıyor İsa Sürekli bir alışveriş var aralarında (1964)SESLER141KAVOtomobil birden çıkıyor yoldanBir deniz kıyısında duruyorBüyü bıçağı koparıyor onu gri harmanili kayalardanYalnız sırtlarından sezilen haçlı erleri kayalardanKayalar kapatıyor onun arkasını somDüşünceyle şekerlendirilmedenGünse eriyor yön yön Van Gogh'su bir kırmızılıkKirazların ve güllerin tifoya kardeş çıkan rengiKokuları bile kıpkırmızı olan güllerinVe otomobilden inen sensin iki avucunda denizÇevrene üşüşen zeytin ağaçlarıArkandan inenler o kimlerdir ki avuçlarına gülüyorOluşa gülüyorlar kuşlara çocuklaraduşların bir başka biçimi olan o çocuklaraKi senin ellerini görmek bir kurtuluştur çocuklara er> yüzünde Akdeniz memnunluğu sen Truvalı HelenSana gelmiş bütün Yunanlılar atlı arabalarla

Atlarla otomobillerle uçaklarlaBütün kiraz yangını çocukları andıktan sonraEvrenin akşamından döndünüz evlerin parmaklıklarınaAlmışsın üstüne örtücülüğünü siyahın kahverengininAğaç gövdelerinin kavların renginiTabiat seninle canlı ve yeniTabiatı duruşun ve bakışınla verimlendirmişsinEy geçmez gençliğin telâşsız sesiSesinle ölümü ürkütmüş terletmişsinBir piknik yeraltı gençliğine gözlerinSaçların bir başlangıç eski zaman leylâklarınaBir vakit gelse ki kapansam ayaklarınaGeçen zamanı yanlış bir rüya gibi yorumlasamResmini Yunanlılardan kalma kayalara oysamGitsem Bergama Tiyatrosu'nda seslensem isminiBenimle birlikte tabiat çağırsa seniEski çağ çağırsa seniYeni çağ çağırsa seniHer piknik gezintisinde yaptıkları gibiÇiçek kuş arı ve mavi gökte güneşSeninle donanırlar çocuk oyunlarında dağ düğünlerinde

Ve kayalar ilk olarak atalardan arınmışBüyümüş denizden gelen sabırsız seslerleSonbahar papirüslerini birer birer atmış.Kentse yüzyıllarca ilerde ve ötedeSen halk ve çocuklar ve bir portatif çadırVe kalakalmış bir oto uçurum kenarındaHaftaiçi gelgitleri denizde kanayıp ıslanmışGüneş sevinçli yaslarla kararmışTabiatla konuşmaya başlarsınız bardakların derinliğindeÇin çay bardaklarının

Page 47: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

SESLER

¦ birinizi yitirirsiniz tabiatın sisindeBiriniz Kafdağı'nda biriniz Çinseddi'nden niz yüreğinizin telâşsızlığın aydınlığını emer deAkşamm üstüne boşanır yanar beyaz gecelerdei nt kokulu yalnızlık panayırlarındaBen bir peri masalı gibi anılırım o andaCelip geçen bir nöbet gibi o anda orada

Saçılan eşya toplanır otomobil çalıştırılır dönüş başlarTabiatla son alışverişi yapar çocuklarDeniz yavaş yavaş siyah bir kabuk bağlarCayırlar üzerinde soğan yumurta kabukları büzülmüş kağıtlarSende kadınlığın yalnız o sonsuz gülümsemesi ve toparlanışı varGözler hep arkadadır acaba unutulan bir şey mi varMutlaka unutulan bir şey varGün bir bomba gibi düşer ve batarArkaya son bir göz atılır otomobile doluşulurŞimdi sizi tabiattan koparan geri alan bir asfaltŞehrin düşüncelerini yayınlayan kalorifer bacalarıOraya buraya koşuşan insanlarVe bütün ışıklar yanarSon SozSen tabiatın içinde tabiatla birlikte fakat tabiatüstüsün "la örtülü yüksek çamlar gibi ancak uçakla gözlenebilirsin în Leonardo Da Vinci'nin ya Van Gogh'un kalemiyle çizilebilirsin

Aragon'un söylediği gözler senin gözlerindirSen her an bitmeyen bir pikniktesinBütün Roma sütunları dikilmiştir senin içinEmperyal Kahvesi Akman yapıldı seni anmak içinMeydandaki anıt bile sen yanından geçtikçe alımlı albeniliBir bakışta bulurum büyük halk tablosunda seniHıçkırıklarım çarpar her gün gök aynasınaKendimi kaptırıyorum eski rüya oyunlarınainsanlar parça parça geçiyorlar yollardanSarhoş katil namuslu adamBen bir köprü parmaklığına dayalı bekliyorumBir piknik dönüşü gelip bu köprüden geçersin diye bekliyorum (1964)

SOMUT

Bağda bahçede evde Gezinmiyor ki o yüksek öfke O savaş kokusu av hali Mutfağa kilere dönük av borusu

Her eşyanın bir konumu yok evde Mirasın mirası çocuk sesleri Geceyle ışıkla o tabiatüstü yarış Soğuğa sıcağa o insanüstü tepki

Tüyü onurdan horoz Yankılı at gözegöz köpek Pınar hışırtılı kedi

Page 48: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ve evin mercan gözlü fareleri

Su indi bozuldu barış Değişti insan ören çizgi Kışsa bir şimşek gibi geldiEve kar yağıyor boyuna şimdi

(1965, Mayıs) 146 TANAkşama kalyon kalyon çıkartma yapmış gibiToz içinde kırıldı bir güvercinBir yeşil çizgi ve bir palmiyeninEğilip de bir kelime söyleyişi ovadan

Gecenin öğleye düşüşü yuvadanKılıcın patlayıp donuşu durmadanBana bir bildiri büyü sultanındanKızıl bir yıkılış çürüyüşten de ileri

Mor bir suda eridi eridi eridi ışıkAya bakıp öksürdüm öksürdüm öksürdüm öksürdümGül vakitlerinin hükmünü sürdümSur dibi bir kıyamet kopuşunda (1965)SESLER147 YAZ

Kara incir ve narPiran ülkesinde bir pınarSuyunun derin sülüklerdenÖrülmüş saçları var

Yazdı arabayla geçtikBir yılda iki kere Dicle'yiKöpek boşluğa uludu uluduVe teslim oldu uslu suyaVe köpekle Dicle bir süreBirbirinde eriyerek aktılarVe urganla bağlıymış gibi arabaya- Sırtında nehirden bir kaç parça -Korkunun yapraklarını birer birer bırakarak suyaUlaşıp bir portakal ağacı gibi durduEvimizi andıran arabanın yanmaAraba araba yürüyen ocağımızdıTersine dönmüştü yalnızca Tekerleri de bir kışlaydıSeferberlik ölülerinden bir kışlaKöpek gibi sevinçliydi yerinde duramıyordu o daGiderek bir Piran'a gelerek bir Piran'danAşıyordu samur Dicle'yi doğudan batıdanAma Piran geride kaldıAshab-ı Kehf mağaraları kapandıVeliler yağmur ateşlerinde yandıÇocukluğun o Dicle kokan bir yılıYeniden yapılan o eski kasabada kaldı Şimdi bir surdayım yüzüm yağmur gibi çizgili Ölü bir kaynakta ama asıl ölü benim

Page 49: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Savaşta ölmedim Savaşmamak için öldüm

Namazı gördüm namazı Cayır cayır yakıyorlardı Bir kaç milât adamı Kızgın bir arı oğulunda

Elim bir ak at oldu Burda savaşmak şart oldu Tam öğlen vakti

Namazı uzatıp alana Kopyalana kopyalana Döndürmeli bir çağlayana

İçinde mermer ekili yaz tarlasını Kanatlarında doğuyu karartan yarasasınıSESLER149Duvarlara yazan gecenin anayasasınıAğaçlaşan ve ağaçkakanların yediği hastasınıGel de bir alacakaranlık gibi yanaştırma yanma...Yaz geceleri yusufu tutun kuşlarını eritirdimKuşluklarda halamın bir vakit fazla namazındanAçardı gök sofrasını mucize annesiKadınları yalnız kadınları buruşturan akrebiParmakların ucundan emilerek alman zehri- Hiç çatlamamış dudakların aldığı zehri -Ben hiç emmedim amma dudağımdaKaynar o yaz akreplerinin iziKelimelerime ve şiirime hep oÇocukluğun zehriKurtaran zehir karışırTutkal gibi yapışırKanalların ve kanadalarmKayaların ve havuç uçlarınınNarın ve karıncanınSuyun ateşin ve yaranınKırık köpeğin ve devrik boğanınAteş varlıklarının su yaratıklarınınKiraz yazılan vişne çakılan yazıtlarınınCin atasözlerinin peri sayıklamalarınınMeryem gibi doğurduğu o uyurgezer yazlar(1966) 150 BAHÇE GÖRMÜŞ ÇOCUKLARIN ŞİİRİ

İlkin sakin kiraz bahçeleridir andığım eski günlerdenŞehrin çocuklara mahsus kaydıraklardan olduğuFi tarihinde kutsaı sözleri kale almadıkları içinHarap bırakılmışlar tabiatüstü güçlerle

Bir kere elime aldım mı çocukluğumuÜstüne kerametler yazılı derilerdeGeleceği bildiren derilerdeBaşlar yeni bir mantığın bağbozumu

Paganini bakıŞlyıa ölümü inkâr edenAnneleri şaşırtan çocukları büyüleyen

Page 50: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sevimli kâhinlikleriyle fakirleri sevindirenVe siz ey çingene kadınları

O yıllar savaş yularıydı geceleri karartmaGündüzleri ftrm önlerinde birikirdi halkBiz çocuklarla büyükler arasındaki farkBir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri

(1965) ÖDÜNÇ GECE

1.

Ay kesik yol urgan urgan bu geceBin yıllık yağmur toptan yağmış gibiTevrat'tan bir yaprak kopmuşÖlüme bulaşmış akşam yemekleri

Bu gece eşsiz bir duvar devrilmişSurda burda rüzgâr yamyamları türemişGümüşlü horoz gürültüleri işitilmişAy yeşil bir yaprak gibi inmiş yere

Ben bu gece çok çıraklık ettimYarılan yağmura aşılanan ateşeinsanları birden gökyüzüne ayarladımGecede bir göz oldum bir sabah doğurganı GÜN DOĞMADAN 2.

Bu gece ölüler şehri terketmişOtomobil tekerleğindeki hava gibiAteşin üstünde bir topak karMezarları bir şimşek ikiye bölmüş sanki

Bu şehir yerden bile ağır bu geceAltında bir tek ölü olsun kalmamışÖlenlerdir incelten hafifleten oysaUçacakmış gibi yapan şehirleri

Ay kesik ve ben yiğit bir kabir eriticisiGeceleri dolan üstün ve tembel bardakCami dolaylarında sur kapılarındaToprak kaçkını ölülerin toplayan tüylerini(1965, Eylül)SESLER GÜZ ANITI

Bu yıl gene güz tabaklanmış Bir üzüm yatsısıyla işe erken başladı Bulutu erken tuzladı fırçaladı Yağmuru horozlar gibi vakitsiz öttürdü - Bu yağmurun başını derhal kesmek gerektir - Deniz büyük bıçaklar altında Üsküdar kasaplarının amansız bıçaklarıyla Pastırma gibi doğrandı Sabah artık çiğ et gibi Kuşluklar maymunların elinde dinamitlendi Yüzü kıpkırmızı çıktı koyunlardan

Page 51: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kuşkusuz tepelerin öğle güveyileri Birden bastırdı ayın dalgınlığı ikindileri Ve akşam o benim çekilmez dostum Konuşması bir çanı andıran dostum Sirk kaçkını bir kaplan gibi geldi Geldi geldi de ne oldu Geldi geldi de yanımaÇok zina yapan yaşlı çirkin bir kadın gibi çömeldiAma ben onu bağışlayamam bilsin bunu iyi bilsin GÜN DOĞMADANO eski bir göçmen değil miOnu üstüne yazacak ben değilimOna gerekli belgeyi verememO kâğıdın sabrı da yok yanımdaO sabır kentini yakan da birazKendi çocuklarıdırİyi saatte oisunlardırBabasız bebek kümeleridirHadım seraplar iğdiş sanrılardır

Bu yıl gene güzGeçer gibi bir savaşın çatı katındanYakıp günübirliğin kurşunî tozlarınıTifo samanlarınıYeni ev badanasındaSarhoş ve sarsakBoşalmış bir plaj soluğuylaTezelden çıkageldi Geldi geldi de ne oldu Üzümü atlayıp şaraba geçti Anlar mı ki Üzüm şaraptan biraz ötededir Şarabı bırakmak biraz daha öteye gitmektir Görünmeyen bir sancak taşımaktır Bağların bir yıllığı Kurutulup kış boyu evlerde El altında tutulacak Lâmbalanacak Kış gecesi bağa lâmba takılacak Ve Yıkık bir sonbahar duvarıdır eşek Geçen yaz ve gelen kış heybelerindeSESLER155 GÖK GÜRÜLTÜSÜ ANITI

Keçiler keçiler incil sesli keçilerKrom yüklü bulutlar geçinceBirikince kül duman sis çamuruO ses o et yiyen ağaçlarınO eski şehirlerin yıkıntı sesleriO putların alacakaranlığıYağmurdan önce yere dökülünceGökteki birikintidir gökteki birikintiGökleşmiş birikintiO kılıç birikintisiGöğün öfke kıvamı al basmasıŞiddetli gül özü gül toplamıBir ikindi vakti

Page 52: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

O gök gürültüsü işitilinceAşınca mermer kulakları bileKeçiler kafatası çıngıraklı keçilerKaçar kaçarlar dağa doğru

Yırtmsa da olduğu yerde bekçi köpekÇoban kavalı liflemekle eritse deDağın yankı kovanı gök sesiÇınlayınca doğudan kuzeyden batıdanKalaycılar kuyumcu eskileriBulut içinde donatınca çarşı dükkânYağmurdan önce çalan bulutun çanıŞiddetli meleklerin şiddet meleklerininBütün şehirlere ilkin giren borazanıİsrafil'in sûrundan küçük bir dünya örneğiKulaklara giren rüzgâr beyazlığıYaz annelerine yatakları kaçırm diyen en yabBin kollu taş yontucusu gök işçisiElektrikten balyozunu sallayıncaKımıllarm ürküttüğü dut düşerNar Tanrı Cennetine yaklaşmış gibiBütün verimiyle daha erken kızarırAnlar ki dönmeyecek o genç nişanlıDönmeyecek askerden anlar bunu evin kızıVe çarşıda pazarlık bir an için sona ererVe bir şehir büyüklüğünde bir tabutBacaların siyah ellerinin üstünde giderVe çocuk der anne bu bağır,mHayvanın ddı neCevapsız biı somdur buAmıi çocuk bir boğa gibi düşünür onuKorkar bu sesten evin ocağına vaklaşırVe ocakta ateş daha birYaşlı ve karanlık bir incirdir

Deniz bir sancak gibi sallanırBir savaşta vere düşmüş deSESLER157Düşman atlarınca çiğnenmişOlmaktan güç kurtarılmış gibiVe ağaçlar birden duyarlar toprak anayıBenimserler biraz daha köklerini yapraklarınıBir gül kırılır ve düşer yere güllerin akşamıBir kuş ilk defa uçar ve başarırKonmaz artık sivri olmayan hiçbir yereBir bulut kopar ve alçalırİçinde açılır yamyassı bir aynaVe kayalar hep kendilerini seyreder ordaDağın bütün madenleriBir akşam kervanı gibi toplanırUsta sesini yükseltmek zorunda kalırÇocuksa her vakitki gibi sıkışmıştırİzin isteyemez öylesine sıkışmıştır

Bütün alınlar yere değerCaminin bir saçağı düşer ansızınNamazda Gök Gürültüsü SûresiBir kılıç gibi kınından sıyrılırBoyuna yeşil kavisler çizen

Page 53: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir kemer mimarı olur havadaGök şehrin üstünden bir tank gibi geçerkenSes sezer yeni heykel olma dilekleriniAğ ağır ağır çekilirkenUsul usul o göğün mucizesiO sonsuzluk ipinin yağıBüyük Yağmur boşanır zincirinden(1965, Aralık)

KIŞ ANITI

Ben çok yılan sarf ettim yaz anıtınaBir çığ yuvarlayacağım kıştan yanaSabahı yakalayan değil bir kızın ağzındakiBir kızılay bayrağı gibi şimdiGökten dimdik evrensel kefeni indireniDeniz benim hemşerimdirAma yalnız yağmur basbayağı arkadaşlık yapabilirBana ve benden öteyeTabiatı teneşire o yatırır o yıkarBir ölünün başında kırılan bit gibiGöğe saçılan yağmur kepekleriİlkin seni kendine hazır bir hale getirirSonra sana söyler söyleyeceğiniSonra sana bir ırmak kıyısındaUçmuş ölülerini bir bir gösterirSudan çıkarıp çıkarıp anıtlarınıAmyanttan tabletleriniSESLER159 Ölmeyen ölülerin vardır onları da cu ellerinde kılıç sallayan babandır p0ğu çıbanları tarlalarının çiftçisi İki cihan savaşının tek hamalı Her ölümün yöresinde bir ışık gören Şimşek aydınlığında saate bakan geceleri Ömrü boyu yol yaptı kayalardan Elmasla evlere uygun cam kesti Yoksul evleri onunla pencerelendi Her sokak onun eliyle çeşmelendi Lâmbasız komadı odaları Gömleksiz bırakmadı çocukları Seraplara alıştırmadı kadınları Yeniledi onları ama yeniliğe adamadı Sonra anne kiraz hali kardeş teyze dayı Amca hala gelip olurlar bir bir kışın halkası İşte kış böyle iğnenin deliğinden geçer Arasından yağmur çizgilerinin Develerin tabanını dağlar Sen geçmiş mutlulukların zehirli memesini emmeden Daha buraklı köşklerin vakitsiz çayını içmeden Daha o meşhur kirliliğinden Tramvay kovalarından aktarılmış sularla arınmadan Sallapati yürüyerek mezar taşlarını devirmeden Sama karışıp incirleri incitmeden Düşlerinde akrepleri öpmeden Yağmur seni saydam bir kulağa çevirir Ey göz beni gör ey kulak beni dinle Şimşekle yazılmış kitapları oku

Page 54: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ateşle biçilmiş ekinleri toplaUgünme gölgesi toy bir tavşanı andıran ellerinle 160

Ben olmasam göğü bile ekşitirsin vehminleBıraksak el korsun yanardağlara bileAkşamı bahşiş verirsin bir yemekte

Yağmurdan sonra karın saltanatı gelirKar köpüklü bir deniz gibi kendini yükseltirÇamları sürüsünü bekleyen çobanlara çevirirDağlan gökten inmiş bir sütuna döndürürDokuz buyruk levhasına Musa'nın sağ elineEşyaya vurmuş bir miraç gecesineİkiye bölünerek ceylan doğuran ayaGüvercin heyamolalarıyla ilerleyen Ayasofya'yaKarın saldığı o beyaz kentin bulanıklığındaAz raslanır bir mutluluk sularındaBirden o yırtıcı sise düşersin piramidin tepesindenAt ki ayağı burkulmuştu yıldızların devrilmesindenGüneş ki yalnız nedense ısrarla hep o ata vuruyorduAdam ki elleri acı çeken atm sağrısında- At ki o elin şifalı ışıklarıyla yaşıyordu -Sana bir tabutun çivilerini çakar gibiKelimelerini zeytin taneleri gibi seçerekEski bir yazıt gibi birer birer söylemişti:

"Şam ve Bağdat kırklara karışmıştırElde kala kala bir Mekke bir Medine kalmıştırO da yarım kalmıştırUrfa ufala ufalaBir pul olacak çarpık balıklar üstündeBelki bir toz bulutuİstanbul'a küflenmişBir Avrupa akşamı dadanmıştırEski şehirlerin kimi göğe çekilmişSESLER161 di kat yerin dibine batmıştır yavaş çiseleyen yaz yağmuru Babil'dirLût şehri ansızın gelen gök sesidirBardaktan boşanan İskenderiye'dir rta bir güz kırağısı Kudüs bitmeyen bir kışRoma her şimşek çakışında bir kere daha yakılırAtina'yı bir lodos çizer ufuklaraSonra birden silinir ters dönmüş bir fırtınaylaBir boğa rüzgârıyla sabahın lâmbası bir poyrazlaNuh şehri boğulmuşturO kurtaran geminin enkazı yokturÇünkü o gemi ölmemiştirBir şelâle üstündedir sağdır dipdiridirBir yay gibi yeni bir çağa gerilmişBir tufan öncesinin telâşı içindedirÜflenecek Sûr için kulağı kiriştedirHer deprem ölü bir şehrin öfkesidirZavallı bir diriliş girişimidirEski olan kendini yapmak içinYeninin düzgün taşlarını devirir

Page 55: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Böylece gündüz bir kere daha taşların altında kalırAfrodit'in heykeli tam ortasından biçilirPutlar öğlenin yüksek fırınında erirBir mangal dolusu kül haline gelirHer deprem sanki muzip bir tarihçinin işidir"

At doğruldu başını daha dik tuttuAdam doğruldu atm ipini tuttuGün doğruldu doğu kubbelerini tuttu humma yeli üfürdü atlı adamı güneşle birlikte önünde kaldı yalnız uçsuz bir yol ve bucaksız bir ülke

(1966)

GUN DOGMADANFIRTINAYağmuru şarap yapan bir gece yarısıÇenemden öteye bir gece yarısıYeni bir teknikleAy yalvarıyor sularaYağmurdu zeytin şarabıydı gece tekniğiydiAy gölgesi bana vuran bir at kükremesiydiFırtınada dönen yağmurun ayakkabısı peleriniŞarabın şapkası gecenin geceliğiŞapka ki şaraba aitKıyıda balık avlayan bir deve fırtınasıUzamış yer boyu buğulaşan ölülerin sesiTepeleri öttüren saydam saçlarının seliBen her taşı beş yüz yıl önce konmuşBir camiye tutunarak buluyordum kendimiBir yağmadan böyle kurtarıyordum kendimiSESLER163Sayfalar uçtu yaprak dağ kelimeÇocukların yüzü eğilip kırılıp çarptılar birbirineNe fırtına kuşları kadeh gibi tutuyordu elindeDöndürüp döndürüp boşaltıyordu mermereKent kemiriliyor ya üstten tepedenHer tırtığında ölen evrensel bir lehimli bedenArtık ışık ateşin kemiğidir yalnızTüyler yemişi kumdur içtiğimiz yunduğumuzKibrit dünya kibriti söndü arının ağı parçalandıÇölün tarihi tükendiİki deniz arasındaVe bütün sular yerineŞiir seçen cins kulaklar adınaÇalışmaktadır çarpılmış bir fırtınaDeveleri ata ve atı yılanaÇeviren bir fırtınaBütün canlılar yılana dönüpFırtınanın özü olup aktılarTozları ki gözlerimizdiIslığı sesimiz çığlığımızDoğura doğura gidiyordu fırtınaAnalardan aldığı büyük analıklarlaKöprü çöktü çürüktür denizlerin sesiÇam salyalarından zeytin duraklarından geçtikGülün üstüne şarabın altına doğru geliyordu ak fırtına

Page 56: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

GÜN DOĞMADANDenizin ötesinde bir dağ ve bir ülke varBütün geçmiş zamanların köleleri ordadırlarVakti ayışığı gibi harcayanlar ordadırlarPoyrazı yazı diye okurlarDünyaya dair bilgiler kitabıdır rüzgârHaki bir bildirimdir lodos onlardan bizeBir savaş günlüğü gibi kesin ve keskinBir cinlinin sesi kadar kirli hileli girişik ve girişkin

4.

Yeni değil eski bildik bir fırtınadır buOdisseus bunda erdi suların yedi türlü sırrınaSanıkla ölü arasındaki farkaÖç bilgisi ustalığınaBatmışız gün olmuş boğaza kadarHer öç kumunun gelip yerini aldığı bu akışaBir üfürüşte bütün evleriyle ve eviçleriyleTersine döndüğü Âd ve Semud'unKi yerden yüz metre yukardanİçeni kalmamış aptal bir şarapBoşanmıştı bir şehir ölüsünün üstüneSarı koyu bir lekedir o şimdi bileAğırbaş taşlar üstündeSuyunda balık olan Nuh halkı battıFiravun'un erleri eridiSesinde çalınmış bir çığhğa dönüştüLût'un sesini çeviren kırıntılarNe eş ne dost tanıdık fırtınadır buSESLER165Babil'in bağlarını dağıtan yağmacıYüzünün kayamsı çizgilerinden tanırız onuMezarlarımızı eşeleyen kaynar tırnaklarından bilirizYahya Peygamberin başını alıp kaçıran da oO kesik kutlu başın kanları aka akaSöyledikleri şimdi bile kulaklarımızdaÇınlar çağın helezonlarındaKOROOyun oynandı iyiceİnandı kandı büyüyeBir karnaval gecesindeBelkıs sattı saçlarınıGecenin en kanlı anıAltın tepside olanıYahya'nın başı sandıSattı saçlarını SalomeIHoroz ötene kadarŞafak şokene kadarGüneş doğana kadarBelkıs sattı saçlarınıAh gök çatıyı çökertenEn kalın sûru delenYerin altından gelenBu Yahya'nın sesinden GÜN DOĞMADAN

Page 57: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bu Yahya'nın sesinden Sesinden öfkesinden Karınca vadisinden Hüthütün belgesinden

Kentten ulu bir çölü Çarmıh gibi yüklenen Kutlu bir dertle gelen Musa Yahya İsa'dan

5.

Deniz uzayıp elipsleştiAkşamı yaklaştırmayan bir alacaaydmlıktaAkşamı yukarda tutanÇanların üstünde durduranKuşların tepesinden kaydıranTepesinden aşıranÜrpermiş tüylerinden kaydıranGeceye bir saman giydiren zaman geldiFırtınanın hazırlığı tamdır tayfı belirmiştir

Yılan sıcaklarına son göğün kalayı dolduDağ teptiKüf kabardıKarikatür eridiDünya bir köy köpüğüdürSESLER167 6.

Fırtına yeşil fırtına kızılağaç ve ötedenİnsan çiçeklerinden peri tüveyçlerindenYoksul kadınlar yemeğindenKırağı vurmuş gebelerdenDarağacındaki iplerdenÜstüne tan ağarmış genç yataklardanHeykelkıran güzündenBabasız çocuk bebeğiPars stili

'Ay kurumuş bir hurma dalı..."

Taş dayanmaz ağarsa üstüne bir tanHeykel dönemleri geçti ağladılar ve ben duydum

7. KORO

Üzüm kurusuyla açılmış oruç Başına çiğ yağmış namaz Bu fırtınanın önünde Bunlardan başkası duramaz

Ufukları tozdan arıtan Ateş sularında yunmuş Şehit gömleğinden başkası Duramaz bu fırtınanın önünde

Page 58: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Getirin bütün savaşları getirin Tarihin özünü yakın denizde Yalvarış seslerini biriktirin Akıtın bu fırtınanın önünde

Bu fırtınanın önünde O çocuktan başkası duramaz O kabartacaktır toprağı Bir dağ kurarak ölülerden

Kuran sayfalarından inen Büyük melekler ordusu O gencin önünde arkasında Yürürler bu kadim fırtınaya doğru

8.

Fırtına kömürdü elmas olduGül açıldı insan olduBülbül çerden çöpten atladıHer sabah yağmur demetleriniDerlemeye çağıran benim o biçiliş sesimKayalarda yeniden ulu bir yuva yaptı

Ekin gibi biçildim öldüm ama dirildimKemiğin ve etin ateşini attım öteyeSûrelerin gözlerine alıştım bir asma kütüğündeÜzümde çelikte ve bozkır adağındaTarlaların bile deliklerini dolduranYalnız ayışığından ürkenAyın bölünmesinden ürperenSESLER169 Ay bölününce üşüşecek o gök erlerinden O ululuk yeniçerilerinin konuşmalarından sakman Alıştım o fırünaya

Artık bu dünyanın enine Bu dünya yüksekliğince Bu dünyanın derinliğine Kendimi bir avuç buğday gibi Öfkeyle direnerek ve güvenerek Sa vurabilirim

SavrulabilirimBen yeryüzü harmanı

(1966, Kasım)

OVAArılar evin penceresine yerleştiPerdeler tül perdelerse örümcekler sağolsunYemek arkadaşımız genç bir gelincikÖğrenememiş göze batan bir korkmayı bile

Yağmur biter sesi bitmez çatıda Bir uğursuz rüzgâr gibi uğuldar Ağaçlar güz gelmeden solar Yapraklarını dökerler bir cüzzamlı gibi

Page 59: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Biliyorum bekliyor uyku beni Yarısı düşlerden kavrulmuş bir yatakta Öyle durur bir düşman gözcüsü de Ve ormanı tükenmiş aslan baba

Bu kentte ve başka kentlerde Bize uygun ev yoktur Kutlu evlere uymayız biz deSESLER171Ölsek yeraltmı yadırgamayızKurtulmuş da oluruzPaslı somyalarınAç köpeğinkini andıranDiş gıcırtısından

Sabah kalkıp da tartılsakBilge bir kantardaBiraz eksilmişizdirO kadarını yatak yemiş

Bir ülke de işte böyle kalkıyor ortadanHalk artsa da çoğalsa daEvler göğe ulaşıp yitiyor

Geçenlerde gözüme bir at ilişmiştiTunç bir ırmağa bakıyordu boyunaSuda geçen en küçük böceklere bileHayret ediyordu hayrandı sanki

Görüyorum tabiatta her yaratıkKolaylıkla kayıyor tepelerdeTepelerde gün sağ ve dipdiri

Tepelerde karlar taze üzüm kılığıEvinde donmuş olanCihan savaşı atlısıIslak kepenkli çarşıya yağmıyor

Cami camlarındaBir namaz azığı buğusuGenç bir ermişin düşüSeçiyor doğuyu batıyı

Petrol rengi bir bengisuİnsan yüzünün aklığındaDeve yüzünün konukluğundaBaba kesimlerinde ana ovalarında

Tabut tersine dönmüş iyiceİçi boşalmış da insandanSabun barışı düz yatıştanKüçük liman konuşmasındanÖdevi bitmiş zeytinyağı tükenmiş deriden

Uçmuş mağaraları doğumlaraÖlüm doğumlarına sur yağmurlarmaHac dönüşleri ışıldağındaAl tutmuş atlar avına

Page 60: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kes sesini kitap çobanıSen nasılsa arta kalmışsınOrtaçağın çılgın asmalarındanÜrküten bir şarap gibi (1967)HIZIRLA KIRK SAAT

(1967)Beşinci Sağnak: akış sağnağı.Geceleyin abıhayat için millet yolculuğu.) HIZIRLA KIRK SAAT175Bu çok sağlam surlu şehirden de geçtimBeni yalnız yarasalar tanıdıAz kalsın bir bağ bekçisi beni yakalayacaktıAdım hırsıza da çıkacaktıHer evde kutsal kitaplar asılıydıOkuyan kimseyi göremedimOkusa da anlayanı görmedimKanunlarını kağıtlara yazmışlarBenim anılarım gibiTaşa kayaya su çizgisineGök kıyısına çiçek duvarına değilKedi yavrularından başka- O da gözleri açılmamış olanlardan başka -El uzatmaya değerSoluk alır bir nesne bulamadımBir gün daha öldüEy batıdaki mağaralarBeni afyonunuz bağlasaydı daUyusaydımBu katı bu sert kente gelmeseydimBir kaç eski ölünün kemiğini fosforladımIşıklarını arttırdım bin yıl sonraki çocuklar içinYaşlı bir adamın şapkasını düşürdümKarpuz kopardım ?ağdan taş yuvarladım

Irmakta yıkandımÖlümsüz çamaşırlar giyindimÇivi yazısıyla yazılmış bir taşa oturdumYanımdan tak kuran işçiler ve turistler geçtiÇok eski bir şairin (ben miyim yoksa)Taktım aklıma şöyle bir dörtlüğünü:"Giydiklerin öyle ölümsüz büzülmüş kiSeni bir bardakta kaynayanAbıhayat sandımElim uzandığı yerde kaldı"

Şimdi ayı bekliyorum Ay doğunca onu yerime gözcü bırakacağım

Aradığım bu ülkede de yok

Taşlar hâtıra yazılamayacak kadar Fazla kararmış

Page 61: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

HIZIRLA KIRK SAAT177 Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz Kadının üstün olduğu ama mutlu olamadığı Günlere geldim bunu bana öğretmediniz Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim Bunu bana söylemediniz İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler Bunu bana öğretmediniz Kardeşim ibrahim bana mermer putları Nasıl devireceğimi öğretmişti Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım Ama siz kâğıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz Bir kentten daha geçtim Buğdayları yakıyorlardıYedikleri pirinçtiBirbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı=>onra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardıPirinçler gibi çoğalıyorlardı "arını yalnız atlarmı cana yakm buldum°PUP çıkıp gittim yelelerini

Bir beni anan doğuran kadınlar kaldıÇocuklarını kaçırmasın diye al kadınlarıElmalarını ısırdım öfkeyleRüzgârına bir çıban tohumu ektimBöylece iz bıraktımBenim mirasıma yeryüzündeYel çıbanı çıkaranlar konacaklar bilmedenBenim oğullarım onlardırYapraklarımı onlar okuyacaklarOnlar taşıyacaklar ellerindeSayıklayan çiçekleriTaşıyacaklar yüreklerindeTifo benekleriniÖpüp duran melekleriEvlenmeyecek olan onlardırDenizlerin yarasınıİyi edenDenizlere doktor olanOnlardırSavaşlarda şehitlerinÖlümünü alıp kaçan onlardır

Ey ulular sizin bana öğretmediğiniziBen zamandan öğrendimKuruyan hurma dalından öğrendimHIZIRLA KIRK SAAT179 Damıtılmış petrolden öğrendim Yavrusunu arayan bir deveden öğrendim Hapsedilmiş yarı yanık Sancaklardan öğrendim Yıkılmış taş kemerlerden öğrendim Harap handan köprülerden öğrendim

Page 62: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ey ulular sizin bana öğretmediğinizi Ben yarılmış aydedeye öğrettim Delikanlı ateşlere öğrettim En umutsuz bekârlara öğrettimKundaktaki çocuklara öğrettimÖğrettim fundalara keçilere keçiyollarına

4.

Ben kötülere iyilik saçarımBu ceza olurİyilere iyilikKötülere kötülükYapacak kadar güçlü ve seraplı olamamİyi bir kentteCamide namaz kılanOmuzları birbirine .dayalıİki müslümanm arasından geçtim fark etmedilerHutbede imamın sözlerinin arasına tek bir kelimeKarıştırdım tek bir kelime Bir kaç kişi irkildi Gerisi susadı susadı Çıkar çıkmaz çeşmelere koştular Ama su yabancı ve acı geldi Çocuklarını görünce o vakit Dindi iç ırmak yankılarıHIZIRLA KIRK SAAT

RAPOR

Ben Hızır... gün... falan saatta... yerdeİnceleme yaptımAnne suçsuzdu ve öldüBaba suçsuzdu eski incirler gibi hışırdıyorduKüçük çocuk suçsuzduBal rengi bir akıl sarasına bağışlandıÖbürleri suçsuzduÇiçeğe yeni durmuşlardıSuçlu bendimGeç kalmıştımEvin kötü düşü balkona ağmıştıKomşu evlerde ayin başlamamıştaKendimi iki yüz yıl insanoğluna görünmemeğe mahkûm ettimimza HızırPulsuzTarih Çinseddinden Sonra 5000Şahitler bütün oğullarım 182

6.Kağıt endüstrisindeMüthiş bir gerileyiş tekniğiPapirüsMermerTuğlaCeylan derisi

Page 63: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

İpekKumaşOdunSamanKepekHIZIRLA KIRK SAAT183 7.Bugün iki çocuğun konuşmasına kulak konuğu oldumBiri beni öbürüne çiziyorduHızır'ın çizgileri derindir diyorduSu ışıltısıdır karanlıkta gözleriSağ kolunun çizgisi parlasaTanda bir palmiye gibiSol kolu karanlık kış gecesiYaşı hep altmış üçYüzü yeni gelmiş bir vahiy gibiGözlerinin önünde hep Rahman Sûresi canlanırKalbi hep Yasin okurKulağında ilk âyetlerin depremiBen Hızır'ı gördüm kardeşimErmişler için topluyordu zeytinleriKonuşması hint ilâhisiÜrküntüsü çocuk çilesiGenellikle dağ havasını taşıyan biriYemesi bir gülün dirilişi

Benim konuşmalarımÇin yazıtları gibiÇevre benim söylediklerimi kaydederAma kaydetmez kendisine söz söylediğimin sözleriniTaşların kalb atışlarını duyanlarYalnız onlar okur benim söylediklerimiKayalar takvim yapraklarımdır benimAy kaç kere tanıklık ettiTaşıdığım yoksul kadınlar tabutunaÇok köle pazarında bulundumAz kurtarış yapmadım insan satımındaİnsan alımında az göz gezdirmedimKaç olta kırdım balık avındaKaç ip kestim idam sofrasındaKaç yılı aradan kaydırdımTakvim hesabındaKaç kulaç su geçtimKurban törenindeKaç çocuğu kaçırdımKitap sineklerininTılsım salgınındanIlgım salgınımdanZülküfül bana dediSen su ver ben yemek vereyimSen can ver ben kan vereyimHIZIRLA KIRK SAAT185Sen sağı çağır ben şehidi çağırayımSen ovaya in ben dağda oturayımNe kutlu ortaklıktı oZülküfül bana dedi

Page 64: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yeraltında sesim varZülküfül bana dediDoğuranlar bendendirAna sesi bendendirÖrtülü ödeneğimdir ocakİn kiraz bahçelerine inKirazların yankısını dinleDenizi kirazlarda araÖlümle kirazlar arasındaKöpekle karyola arasındaBardakla araba arasındaBir ilgi kurMağaralarda çekilen kuralardaYamyamın ülküsündeKabakulaktaBile bir bilgi ara

Hızır Hızır, işçi demekMeleğe öykünen demek

Benim kitabım bu kadardırYazıtım kısadırAnıtım yokturBahar senin öncünGüz benim artçımYaz İsa'nınKış Yahya'nın 186

Bahar yaz güz kışBen sen İsa ve YahyaBir gülü yetiştirmek içinYaratılmışızŞükür TanrıyaHIZIRLA KIRK SAAT187 9.

Öldükten sonra insan nasıl dirilecekseÖlmeden ben öyle dirildimKaç eleğimsağma altından geçtimÇocukken çok gözledim samanyollarmıYaz akreplerinin bile bakamadan edemedikleri samanyollarmıKaç kez yedim doğu sabahlarınınYaz aylarında çatlattığı narlarını narlarınıGelinler götürülürken perşembe akşamlanKaç kez yerinde durdurdum güvey atlarınıBaharda çayırlarda yuvarlanırken vakit çobanlarıSaatları kıra kıra ilerleyen bengisu zamanıCebrail Cebrail bengisu uzmanıBir bozkır gibi yaklaşır kuşatır beniKaranlıkta uzaklarda insan konuşmalarıAndırır cırcır böcekleriniArada şarap! diye bir ses yükselirBir kadeh patlarAteş fışkırır çakmak dağlarındanKurban kokusu yükselirGürültüyle geçer kaf kabileleriKara incirlerin sütünden sütunundanZehirlenen ihtiyar kadınların

Page 65: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Destanını söyler katır çıngıraklarıwar sofrasında açılan gümüş tabaka

Borçlu baba sesiAyın doğduğu saçaktaki komşularlaKaplumbağa artığı en tatlı üzümlerleEy donanmış sofra saatiCebrail'e anlattığım buydu işteCebrail bana ne armağan ettiBilir misiniz ne armağan ettiDünya ırmaklarının kaynak yerlerinden bir kolleksiyonDicle'nin uçak yakıtı maviliğiniFırat'ın benzin yeşiliniNü'in kül rengi bulut stiliniBengisu bir kokteyl miKokteyl belki ama ne kokteyli

BENGİSU KOROSU

Biz bir Hızır'ız ama belki bin Hızır gibiBiliriz yeryüzünde bengisu illeriniNamazda yürüyoruz ışıldayan meşalelerleOruçta aydınlığız İsa'yla Meryem'leKulağımızda hep Zebur düğünleriDüşümüzde İncil şölenleriUfkumuzda Tevrat ülkeleriSina dağından yapraklarVe Kur1 an ordusunuBaşkentlere götüren bir kumandan gibiEn soy arap atının üstündeDimdik duran bir başkan gibiBengisu alayının önünde

Bir göçmen kuş öncüsüdür bengisuBaharda gelir, dünyayaKışın göçer ayaHIZIRLA KIRK SAAT189Kış yaranın sargı beziYazın ovada dağda sesi

Yusuf gömleğinin yıkandığı kaynak ondandırMısır in kapıları onunla açılırDavud'un demirini eriten oKarıncanın karnından konuşandırHüthüt onun üstünden yedi kere uçandır

Evrim günlük sularlaDevrim irinle kanlaBizse dirilişi gözlüyoruzBengisu bengisu kayna ve çağla

Şuayb'ın görünmeyeni benimBen öğrettim Musa'ya eşyanın ötesiniŞarapsız tütünsüz metafiziğiKöpeği

Page 66: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yoksulu duvarım yıkarak koruyan benimBalıkçının kayığını delerekÇocukları gece yarısıAyakları ters dönükÇağıran ve sonsuz kar çöllerine alıp götürenBenim adamlarım değil miArkadaşları kılığındaArkadaşlarının seslerini çıkararakKızılelma megalo ideaZenciyi linç eden boyaKadınlar bir ışık lekesi tavandaRimbaud en çoğul ışığaBite ve seseAğrı'da- 40 mantığında Kösedağı'yla konuştum +40 ta da Çok penguenli ve bir koca katırlı kabileyle Yüzleri güneşten yanmış kabile Ulu kazanlı kabilelerle Çıktım gittim iğde nar kavun tarlalarından

HIZIRLA KIRK SAAT 191Az konuşuyorlardıKatır ayaklarının sesleri döktürüyordu öğleyiYürüyen yalnız ulu bir kitaptı sankiYalnız Reisin şemsiyesi vardıO da güneşten korktuğundan değilYüceliğini ortaya koymak içinHepimiz kırk yaşlarında erkeklerdikBaşımızın içinde arı uğultusuYine de aydınlık ve keskinlikBir buyruğa kapılmıştık açıklanmamışGüçlüydük sağlamdık polattıkÇok ırmak aştıkMeşelerde hüthütler gördükKayalarda eskilerin almyazıtlarıArada bir, bir atlı ilerliyorBir atlı geriliyorduYeni buyruklar sessizce veriliyorduSancaklar hızla dönüyordu üstümüzdeKartalımız vardıEski kuşak olarakMaymun ülkelerinden geçtikİnsan bölgelerini aştıkMelek surlarına yaklaştıkKentlerinde de çeşmelerinde deKadehler kırdık şıkıdam şıkıdamMermerleri bir is gibi yüzümüzü kararttıGüntutulmuşa döndükSonra Kur'an okudular ayıldıkÖyle aydınlandık kiDoğudan da batıdan da GÜN DOĞMADANBirden gün doğmuştu sankiİki güneş dört aydedeBirden doğmuştu sanki

Page 67: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

İşte o vakit kadınlar belirdiHepsinin adı Meryem'diİlk defa evlendiler bizimleDaha çok gittikAma nasıl anlatayımÖtesini

HIZIRLA KIRK SAAT

11.

İkindidir sularımın biatiElini öptüğüm gün ustasıİnci döküp gittiler keçilerSiyah bir ses bırakarak arkalarındaŞaka yapıyormuşcasmaHayata alışan oğlaklarıylaYazın Dicle kıyılarındaki kumaGömülen eşekten daha çok ne varGüldürecek çocuklarıGörmezlikten gelecek babalarıEşek kurumuş bir Dicle'nin yankısı gibiBütün bir Ortadoğu demektiOkuyanlar okumuştur eşeğin boyun çizgisinde oğul yazısınıKadın oğlundan alamadığı mektubu yaniEşektir bilen meşe yapraklarındakiYalancı kudret helvasının anlamınıKoyunların ikindisinde eşek de gittiKasabadan o meşhur ölü de geçtiTestiler sokaklara boşalttı gizli bir seheriBu ölü hangi batmış imparatorluğun bayrağıGötürülüyor yalınkat bir müzeyeYerebatan Sarayı'naAlınarak tekbiriVeralt! Camii'nde GUN DOGMADANBenim ben ben HızırÇankıranım benHamam soğutanGörklü bakışlara gece aralayanYumurtada bekleyenKafataslarmı koruyanBahçelerdeHıdrellez pikniklerindeAteş avcısı bilge develerinÖfkesini gün batımlarma taşıyanYaşlının gençliği gence gençÇığ yuvarlayıcısıKaya atıcısıDağ bölenDepremin özüŞimşek mayasıHardal kokusuÇekirge sabrıArı vahyiÖlü etkisiBitişik odadaki boşlukCihan savaşlarının ilk başyazısı

Page 68: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

İlk insanSon türbeBenHızırHIZIRLA KIRK SAAT 12.

kadın sana fısıldayacaklar muştu sanaTutunacaksın doğurmamış bir anne gibi hurma ağacınaÇölün içinden yükselen bal ve çekirge karışımıDeve duyarlığıyla yüklü serapsız heyemolalarlaEy kadın sana fısıldayacaklar muştu sana

Sen ki yoruldun çamaşır yıkamadan bir ırmak kıyısındaÇok güneş alan artan ışığı mağarana vuranO yumuşak sudan öğrendin öğreneceğini muştu sanaO sade giyimli yaşları bellisiz bilginler kiEski kuşakların türlü dilini konuştular daSen bir tek kelime konuşamadın yıllarcaSağ duvar konuştu sol duvarlaSu hurmaylaAy keçilerle koyunlarlaSen bir birsam halinde konuştuğunu sandın içindeki çocuklaHer dil senin için çağdaş olduÖlmüş olan en eski IbraniceHititlerin ve Himyerilerin diliSonra şölen bitip bütün diller çekilinceiçin bir nar gibi kızardı o sessizlikteişte o vakit çocuk doğuran kelime geldiDoğmadan konuşmayı öğrenen insan geldiO doğmadan seninle konuşan bir erdiUzun bir kıştan sonra gelen ilk gün ışığı gibi GÜN DOĞMADANUzun bir sessizlikten sonra gelen o ilk kelimeyiBir insan gibi bir er gibi görenKarşılayıp konuklayan kadın muştu sanaAteş almış günü gecik resmî yapraklar gibiBir dağ ucuna yığılmış o kent kiSeni en çarpık bir düşmanlıklaKarşılamaya hazırlanmaktaÖyleyse ey bir kelime doğuran kadmMuştu sana

Yankı yapan kutlu kadın muştu sanaBir meleğin bir sözünden gebe kalan kutlu kadınAyrılığın şiddetinden gebe kaldınAydınlığın artışından oldu İsaArtık çıkabilirsin temmuz öğlesine amaÜç gün yüce bir oruca borçlandırıldınEn çok konuşman gerektiği andaAyazmaların aynasında boy gösterenDişbudak ormanı gibi azgın bir kalabalıkÖnünde o ulu konuşmanı yapacakkenBir yaratış susmasına adandınYalnız işareti serbest bırakanDoğurman cinsinden bir oruca borçlandınÇocuk erdiSu durduMuştu sanaHadrianus'un kütüphane mermeri

Page 69: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Çeşme oldu aydınlık bir kuşluk kitabınaÇocuğun mucize alfabesineLoş aralıklarda GUN DOGMADAN 13.

İlyas'la buluştuk mu buluştuk da En ince durumundaydı kabuğuyla yumurta Bir çan gibi çınlıyordu otlarsa Elimiz az kaydırak oynamadı şen bir mantarla Dağlarda son karları sürüyordu sularsa ılyas dedim Ey en yumuşak isimli kardeşim Güvercini doğuya mı uçuracağız ilkin Doğu o yer senin ana oğul memleketin Asma yapraklarını mı özledin İçindeki sesler mi ürkütüyor seni kemiklerin Okumadın mı şubata ses veren Vakitsiz belgesini cinlerin Eyyûb Zülküfül Yuşa ve senin kanamadığmız Şit ötesi yakalanmaz izleri örtülerin Yahya'ya tanıklık etmiş arı kayaların Yeniden çalkanışı ben miyim dersin

İlyas, konuğu iyi ağırlamadıkTüccar gün ışımadan gittiParola oldumolası iyi verilmediNöbetçi vaktinde değiştirilmediAt yavrusu ata benzetilmediBumbar yemek kumarın en iyisiHIZIRLA KIRK SAATİsrail bir tarihi gece gezerek geçirdiAltını artın bildiGümüşü gümüş bildiElçiyi elçi bilemediSonra İsa geldiÖnce çocuk olup dediSonra büyüyüp dediİşte bütün bunları sen bildin bir de ben bildimDoğu birikti birikti birikti

Çoban dedi kiEn soy bir arap kabilesinin Arapçası gibiBir süt ısmarladım sizeBu en bilge keçimin armağanıBu bağış oruçlardan oruçlara aktarıldıAyın bir iğneye döndüğünü görünce dolanırdıDağın çıkılmamış yerlerini

Sonra çoban sabahın alacakaranlığındaHasta bir kuzunun evine gittiUzun bir süre ışıltısı kesilmediİlyas'm sabrı gibi

Ben ve İlyas uzun bir süreSüt hayallerinde yandıkEllerimiz ve yüzümüz uyanıkkenVücut sıcaklığımız arttı amaGözlerimize ne oldu bilmem ki

Page 70: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ey ismini okyanus köpüklerindenYunusların aynalarda yansımasındanAlmış olan kardeşim,

200GUN DOGMADANÖlen insanAl tutmuş toprağı alkışlamadanBiz yeşilin yıldönümünü kutlayalımBaharı muştuluyalımEnlemlere boylamlaraSabır yatırmaAdı Mehmet olan çocuğaMüthiş bir ruhun tıbbı gibiHIZIRLA KIRK SAAT 14.

Ben, kışın kefen geliniÇamların diri ölüm toplumundan daÜzüm kürelerinin benzerliğindeki yalnızlığından da asmalarınKurtulmuşum kaynayan bir çölüm belkiBirden doğup büyüyen içine insan sesi karışmışSonra ansızın küçülüp kaybolanKum tepeleriŞehit, insanın birden bana dönüşümü çevrilimiBir çok cami mimarının görünmeyen danışmanıGenellikle ben oyarım göğe minareleriBilgimin çokluğundan vakit darlığındanİşimin başımdan aşkın oluşundanBir türlü geçiremedim yalnızlık serüvenlerini

Dağdan gözleyen bir Hızır vardır kasabayıBunu en iyi bilenKadınlarına alışamamış ısmamamış bir kasaba beyiHer gece kutsar beklenmedik bir çeşmeyiHep yoksul değilim arada zenginim belkiSuların kaynağındayımGül kokusundaElma terindeŞafakta uykuyla uyanış içindeBir yanar bir sönerimUzayan bir fenerim GUN DOGMADANSavaşta cephedeyimYaraların bezi benimTutsak olmayan bir erimÇünkü tutsağın yüreğindeyimKan değilim kandan da ötedeyimÖzgürüm ama yalnız değilimEy insan prizmalarıSizden uzak değilimİlyas benim kızılötemBen sizin morötenizimBen en çok horozlarla gezenimGeceleri namazımSabahları ezanımHIZIRLA KIRK SAAT 15.

Page 71: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Nuh'un bir işçisiydim Günlüğümü biriktirdim tahta aralarında Bulursanız Nuh'un gemisinden bir parça bir kalas İçinde altın vardır işte bu işarettir sana Altının üstünde Nuh'un mührü Dünyanın en ilkel yazısıyla İlkel ama sade ilkel ama canlı İlkel ama güzelliğiyle çarpar insanı Ben ibrahim'in sır kâtibi Yakub'un dedektifi Yusuf un hapishane arkadaşı Düş yorumu öğretmeni Ama görmedim yavuz bir öğrenci Aydın kılıçların şelâlesi Musa gibi

Oğretmeseydim duvarını devirerek yoksulu kurtarmayı Çıkartabilir miydi MusaMısır'dan İsrail'iUelmeseydim bir yoksulun övüncü kayığınıGeçirebilir miydi MusaKızıldeniz'den İsrail'iBir vuruşta on pınar . tartabilir miydi çakmak kayalarından GUN DOGMADANOldürmeseydim hiç acımadanGözünün önünde o çocuğuBütün suçsuz çocukların katiliFiravun'u boğar mıydı daha yeni kurumuş bir deniz

Musa sürüyü Şuayb'tan öğrendiyseYolu dağı yaylayı benden öğrendiŞuayb'tan öğrendiyse köpeğiKurdu benden öğrendiBenimle kahve içti geceleriOnunla namaz kıldıysa sabahlarıBenimle dua etti akşamlarıOndan aldıysa Tanrı sevgisiniBenden aldı korkusunuAma ben karanlıklarda yittimMusa ışığa vardı"Kırklar yediler geldilerBeni alıp götürdülerBir çok yeri gezdirdilerSonra geri getirdiler"Deseydi Musa yalnız beni anlatmış olacaktıHIZIRLA KIRK SAAT205 16.

Şekere alışmış akrebi öldürmezsenŞekerden zehir yapacaktırÇocukların için bunu iyi bilBu öldürdüğüm çocuk için bir örnektirHer yaz bahçelerde binlerce akrep öldürülecektirGeziye çıkan çocuklar içinGün görmemiş menekşeler derilecektirBaharı gecikmiş kentler içinKurban bayramında ortalık ışımadan uyanılır lâmbalar yakılır koyunlar üstüne bir ışık düşer dağ ışığından önce

Page 72: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kurban bıçak sesini duyar horoz sesinden önce

Saatlarını çabuk tüket ey ulu geceKurban bayramıdır en derin bayram bence

Bu ne uslu yumuşak yaratıklardır kiKilometrelerceGünlerceYolu aşarlar sabah kuşluk öğleikindi ve çöldedirler akşamlarıVe sonra yorgun doldururlar çarşılarıVe top patlamadan önceHer biri başları gün doğusuna dönükBir evin önündedirÇocukların önündedir GUN DOGMADANÇocuk ellerinden alırlar son dünya yeşilliğiniBir bengisu gibi içerlerS0n sularını

Saatlarını çabuk tüket ey kutlu gecekurban bayramıdır en derin bayram bence

Kır/an dinlemiş ve ondan boyun eğmişlerdir sankiYaşamın sırrına bizden önce ermişlerdir sankiKendilerini bir ses uğruna kurban vermişlerdir sankiÖlmeden önce ölümden sonrasını görmüşlerdir sankiDağlarda yankılanmışlar derelerde ağarmışlardır sankiDüşlerinde Mekke'ye varmışlardır sanki

Saatlerini çabuk tüket ayını ve yıldızlarını yak ey geceBizim kalbimizdeki kurbanlar kesilmeden önceHIZIRLA KIRK SAAT207 17.

Fırtına Lût'a ait Saçlarım yağmurda uzar Gözlerim aydınlanır kaynak sularında Yemeğim pişer yeraltı ılıcalarında Buğdayda ışırım kararırım samanda Yazlığım samanyollarında Kışlığım avcıyla av arasında Baharım kayıkla kayıkçı arasında Güzüm balıkla balıkçı arasında Samyeli gölgeme ayna Zafertakım eleğimsağma İçin şarabımı böğürtlenlerde kırılmaz bardaklarla Şarabım bâdısaba Yunus'a aittir balina Diş ve tarak Yunus'a aittir Demir ve Zebur ve ses ve öfke Davud'a aittir Ve dert ve sabır ve yara Ve yaraya dayanmak sanatı Eyyûb'un işi Zülküfül'dür gün doğmadan Geri döneceklerin kefili Bu halkın hilesini en iyi Yuşa bildiİşte o zaman ateş en keskin bir şuurlaOrtasına doğruldu ganimetin

Page 73: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir kente girdim miBahar yağmuru gibi girerim GUN DOGMADANRüzgârların arkadaşı atlar gibiBüyütürüm gülleriniArıtırım sularınıBakarım mermerleri gebe miTabutları teneke miAydınlık mı ekmekleriKirli mi yıkanmış mı gömlekleriGüzü mü andırıyor gözbebekleriDinleniyor mu erik ağaçlarındaYeni yıl kelebekleri bahar kelebekleriKükürt mü serpilmiş bağlarınaGözlerden akan bir kireç mi

Başaksa bana aitÇocuk benim ülkemdirAna karnı geleceğin belgesiHIZIRLA KIRK SAAT209 18.

Günleri bıraktınız takvimle uğraştınız Suyu özlediniz de aramadınız Harût ve Marût'u dilsiz eden Saçlarından peygambere büyü ören Uykuyla ilgili su ve kuyu bilgilerini Taşları deler deler de su gelir Işıklı bir engerek gibi Vecde gelmiş bir devenin Bol anlı sesi gibi döner döner de Bir Tanrı mahkûmunu arar Suyu arayan adam değil Suyun aradığı adam ol sen de Sen doğu olursan güneş sana gelecektir Sen kuşluk olursan kuş sende ötecektir Sen kuyuda oturacak bir ders taşı bulursan Bir kabri dışından oyan yontan değil içinden insan biçiminde kışkırtan olacaksın Her lâmbanın bir kuyusu vardır Ordan aldığıyla aydınlanır Kuyusuz Bedir Bedir midir Bir Bedir kuyusuna doldurulmadan önce Kureyş ulularıSağken işitmişler anlamışlar mıdırEy aydınlanış saatleriÖlüyle konuşulan saatler GÜN DOĞMADANTabutta demlenen şaraplarEski vergilerden damıtılmış viskilerBardakları kıran şampanyalarBir kuyuya balık olmuş haydutlarMağaralara kapı olan duvar olanKuyulara duvar olanÖrtü olan kayalar

Kuyu zeytin narYeşeren bir kuyu arar

Page 74: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Vaktin arabı çılgınlarHIZIRLA KIRK SAAT 211 19.

Bahçede uyuyan çocuğu Yüzüne vuran Kirpiklerini kınakına gibi yakan gün uyandıramaz da Anne uyandırır babanın eşi uyandırır İğde ve gül kokuları çeşme gümüşleri Hurma çiğleri serçe ışınlarıyla Bahar uyandıramaz da Günlük süt için ayaklanmış Evin keçisi koyunu ineği uyandırır Çoban sürüsünü geniş bir kuşluk alanında toplamıştır Ekmekler ve aylıklar alınmıştır Kimi yoksullar da içleri ürpererek Çobanın paylamasına da katlanarak Yükselmeyen bir sesle bir yalvarışla Biraz daha vakit kazanmışlardır Dağ hazırdır Gece kamaşmalarından kurtulmuş Sürüye bir kent olacaktır Sürü kuşlukta tutacaktır eteğini Bırakılmış bağlarını Kaba bir köylüye dönmüş ardıçların Yatırlaşmış meşelerini Ayı soluğunda turunculaşmış alıçlarını Çocuklara beklenmedik bir yemiş ufku dağdağanlarınıKırlarda bize kahve sunan menengüç ağaçlarını dolanacaklardır 212GUN DOGMADANKeçiler koyunlar ve sığırlarKuşaktan kuşağa iletecekleri bilgileriGündüzleri dağda toplayacaklarEvlerde durmamacasına yazacaklardır geceleriBunlar kır papirüsleriBir şiirin ipek sayfalarıdırSu düşmeyen bir koğuğa saklarlar onuSonra güneş açıncaO sayfa ağızlarındaTekrar çıkarlar çayırlaraBenim rengimi Hızır rengini boyamayaBaşbaşa vermiş birbirine iyice yaklaşmış koyunlar görürsünİ Sayfalarını kalb sesleriyle karşılaştıranlardır onlarHer biri kendi sayfasını öbürüne okumaktadırUnutmamak için bilgileriniArasıra kendilerine tekrarlamaktadırÇocuk tam sürü kalkarkenGüneşin koğaladığı bir yolda koşarakKendi küçük sürüsünü büyük sürüye katacaktırİşte o vakit kurtulmuştur ağırlığından evinKorkuyla utançla umutla yüklü sis dağılmıştırKendi kendine konuşmanın yemişiÇocuğu şehre döndürecektirDaha üstün daha büyümüş ve daha yeniBir de vardır dağdan sürüyle inipÇocuğu bir mevsim gibi çağıracakKara üzümün kurusundan yükselenÇobanın ayak tozunda gün kaydıran

Page 75: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Koyundan keçiden inektenVe köpektenAyak altlarında ezilmiş böceklerdenYeni bir çatı kuranAkşam saatleriHIZIRLA KIRK SAAT213 20.

- Kapadın mı iyice taşı

- Taş kendi kendine kapandı

- O kıvılcım saçan nedir içerde- Gözlerimizdir

- Şehir bizim ansızın yitişimize ne diyecektir- Şehir evlerini büyütecek Badanasını yenileyecek Fırınlarım kapatacak yeni fırınlar açacaktır Süt sağacak Köpüklenecek Şarabın kıvamında yenilikler Devrimler yapacak Ve bizi unutacaktır

- Bizi unutmayacaktır Her bey değişiminde Her üye seçiminde Her çocuk ölümünde Her sayfa açışta Her kitap yaymlanışmda Her kitap yakışında Her sürü dönüşünde Bizi ansıyacaktır Her su kuruyuşunda Her açlıkta her vebada Her şimşek çakışında Katedrali uğuldatan gök gürültüsünde Mermer yaran depremde Bizi ansıyacaktır Her define bulunuşunda bizi unutsa da Yeraltından her levha çıkışında Bizi hatırlayacaktır Gebeler bizi yalan yanlış sezerler Doğumlarda aydınlıkça bilirler Çocuğun çevresindeki ışık- Ki onu yalnız anneler görürler - O ışık bizdendir bunu bilirler Çocuklar şubat ayında Kara düşen kurt izinde Bizi ansırlar Yüreğe inen bir çivi biçiminde- Bizi unuturlar Senato seçimlerinde Sofrada değil belki şölende Biz nerdeyiz arkadaşlar düğün nerde Biz konuğuz şölende Ama gün olur anılmayız

Page 76: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Manastırda bile- Hey ancak göz kıvılcımını seçebildiğim arkadaş Peki bizim o evren beneği Köpek nerde HEPSİ BİRDEN (bir korkuyla) - Evet köpek nerde- Köpek ne dışarda ne içerde Kayanın kendisi belki Mağaramızı evrenden ayıran Kayserden ve Kayser kentinden ayıranHIZIRLA KIRK SAAT Zarın perdenin belgenin ta kendisi Sabah yıldızı ışırken dışardadır Gün doğarken içerdedir Bir kadın doğursa dışardadır Bir baba ölse içerdedir Bir savaş olsa içerdedir Bir barış imzalansa dışardadır Deniz inse içerdedir Deniz çıksa dışardadır Çoban çoban içerdedir Sürü sürü dışardadır HEPSİ BİRDEN (korkuyla, ürpertiyle, coşkuyla, Azrail'i görmüşcesine, İsrafil'in sûrunu işitmişcesine) - Peki köpek nerdedir- Arkadaşlar sizi bir alacakaranlık uykusuna çağırırım Köpek kemikten yapılmış Üstüne sayfalar yazılı bir deridir O bulunduğu zaman biz de bulunacağız Bulunup bilineceğiz demektir Eşsiziz demektir Mağaramızı kılıçlar koruyacak demektir Kent para fırın ve ateş değişecek içine bizim alınyazımız karışacak demektir Gün saatini bizim yerimize Kıtmir kuracak demektir Köpek bir gün bize O boz tüyleriyle Islak diliyle Bir çocuk sesini andıran sesiyle Hepimizin çocuğu geri dönecektir Bir külün içinde yüzyıllarca duran Biçimini yakalayıp geri dönecektir

Deniz kıyısında kayık karanGenç kızların ışınlarını taşıyacaktır derelereVe çölde ilerleyen bin tonluk bir deveGibi bize bir siteyi yüklenerek dönecektirGün vurduğu zaman ağzına mağaranınBizden alman vakit bize geri verilecektirÇiğnenmemiş çayırlıklardanDevşirilen yeşillikler yüzümüze sürülecektirBir el uzanışıylaGelecek çağlara çağdaş olacağızUykumuzu en ulu ders olarak okutacaklar çocuklaraUykumuz korkunun ötesindeYeni bir kımıltı demek uygarlıklara

Uyudular ayakları ses çıkarmadan çakıltaşlarmdaGüneşte pişmeyen bir yumurtaTapmaklar için kesilen taşların biçimindeGökten başka denizden de anlaşılan gecenin gelişinde

Page 77: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Solan kadınlarda eriyen güldeUyudular uyuyarak onardılarIsıttılar insan yüreğiniKentler battı kentler çıktı uyudularMağaranın ağzını kapatan kayaDeğirmentaşı gibi döndü yüzyıllarcaEn az gerekli gün ışığını vererek içeriEn yüce bir yaşama için gerekliKâbusları süpüren umut için gerekliRüya gören sayıklayan beyin için gerekliKurban sanatının şehidi eller için gerekliKelimeyi dürbün gibi geleceğe çevirenDağ görünüşlü diller için gerekliTenleri bir Hızır konuğu gibi yeşil ve alUyudular gençliğin mağara konuklarıHIZIRLA KIRK SAAT2X1 21.

Çağır çağır su kıyısına çağır Tatlı uslu bir ırmağı andıran Kayıklara yakışan bir haliç parçasına Şubatı hızla aşmak isterdin Gidilmemeliydi çünkü başkalarıyla Karanlık taşıyanlarla vücutlarında Kayaklarla karlı dağlara Martta kış pusunun ayıklanmasında Günışığıyla dağlardın Kristal medrese camlarını Söyleyemediklerini söyletirdin leylâklara Mayısta iğdelere nisanda Çağır o tepe insin su kıyısına Senin ona söylediklerini O denize söylesin deniz sana Şiir geceleri Büyük Pastane'de kulağa çalınanlar Şehir gezmeleri Fotoğraf çekilirken elde tutulan bir bardak su- Elden geçerek yüze vuran alabalık aydınlığıİsa sesi Meryem kuşağıVe sendeki o meşhur Yahya tepkisiIslak bir ortaçağ yolunu andıran iç sokaklarKir GÜN DOĞMADAN

Elden taşarak yüzü oyarak saçları kömürleştirerek geçen oyun kiri İçinde taşıyıp da bir türlü atamadığın taşra akrebi Hey üst katları titreten vakit oğlağı Çin Fransız Kültür Merkezi Çağır çağır o rüzgâr gelsin Belki içinde bir fısıltı bulabilirsin Denize yüklersin O da bir bahar açılmasında Kısır kadınlara veriversin Ve deniz şu kıyısına indiğiniz Hiç değişmesin Çağır çağır akşamı

Page 78: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gençlikte birlikte gezdiğin Taşıdığın umutsuzlukla birlikte Lâmbadan ürken Aydınlığı yaşamanın sonu bilen Yatak kâtibin tahtakurularına Çağır o yolculukları Seni götüren geri getiren treni Bitmez bir kaya akıntısının Anlamını düşündüreni O arştan düşen Konuşamamaktan Dudakları kurumuş kayalar Ve kızların sulara vurmuş ışıklarından Sıçrayan çizgilere susamış kayalar Ne kadar benimserdi bu suyun Kumu altına çeviren bu suyun Bir yüksek fırın olmuş Göğdesine çarpmasını HIZIRLA KIRK SAAT

Çağır yüzündeki acıyıBir bahar çiğinin düşmesiyle açıklayan babayıHer gün bahçesindenGül devşirmek isteyenSenin için güle sabırsızlaşanO anneyiAnnenin sağlık günleriniİt it denizin dibine itGül yerine elinde bir belgeyle gelenHenüz atların kokusunu yitirmemişEski tavlalardan bozmaHastahanelerin alt katlarınıKule dipleriniEn çok hava isterkenHavadan uzaklaştırılmışKalb hastalarının yoksul öcünüOnların sevgisini öce çeviren gençliğin geçişiniBütün sevgileri sen kendin kendin için öce çevirdinVe üstüne büyük harflerle yazdınBAŞKA YERDE KULLANILMAYACAK

Başka yerde kullanılmayacak bu denizPeşinden sürüklediğin lanetleriBir kitap yaprağına çevirmektenSen bu suyu anlamadın dahaBengisudan daha bol ne vardır dünyadaKaralardan daha büyük yer tutar oGir yıkan içinde yüz öteyeGez üstünde kadim balıkçılar gibiYe etinden kat özünden gövdeneÇıkar derinliğindeki inciyi Ki senin o gençlik aşkındırSevgilinin seni çileye iten o öğütleriSenden uzaklaştırarak kendiniBir demirci gibi döğdü döğdü de demiriniKurabildin kendinde ve çevrendeO demirden kendi Medine'niÇağır çağır bu suya Medine gelsinBağrındaki saatinden bir ses yükselsin

Page 79: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Çöl şilinsin yol bitsinHurma hayaletleri belirsinDeve neşeyle durup ilerlesinBir İmrülkays aruzu gibi ilerlesinÇevremiz o konuklarla dolsunÇay bile incitebilir onlarıBu yumuşak su kıyıları onları dile getirsinSen uslu bir çocuk olup dinleDolup taşarak karadan denizden gelenleSemaver buğusunda titreyen evlerleDenizden karaya akan köpüklerin uzun kuğusuylDinle sen ermesen bileBir ermişe erebileceksinErmiş bir sözün olmasa daBir ermişin sözünü duyacaksınÇağırmasını bilirsen gelecektirDoğu'yu Batı'yi bilen gelecektirBir ölümden sonrakiÖğle sıcağmdaki sebil gibiGün gelecek su kıyısındakiO türbe ışıyacaktırBursa'daki Ulucami'ninEn suskun taşları bile konuşacaktırHIZIRLA KIRK SAAT 22.

Eve dönüş gecesi ne geceydi Eşeğin üstünde türkü söyledin Köylüler bile farkındaydı sevincinin Yıldızlar mutlu bir sofrada Yükselip inen gümüş kaşıklardı sanki Ya salonun o aydınlık hali Ama birden karşınıza çıkan İçinizi bir incir yaprağı gibi büzen O kardeşteki göz ağrısı Anne telâşı Çocuğa dönüp çaresiz duran Size dönüp bir umutla ışıyan Siz ki bir doktordan öte iyi ediciydiniz Dağlardan inmiş bir göz iyileştiricisiydiniz Peki kaç gün sonra o göz ağrısını O yukardan inen görüş sıtmasını Yumurta hummasını Neyle kestiniz neyle dindirdiniz Şimdi onu benden dinleyebilirdin Ama yıllarca sonra O göz ağrısının çağrışımı gibi gelen Bir kulak bir diş ağrısı Alıp götürdü kardeşi Lânetli bir periYol gösteriyordu ışık tutuyordu sanki

Bengisunun yankısı ve aksiKara bir su kıyısınaBir arı oğulu dünyasınaNar sevdasına

An o çocukluğu kiKarlı kurban bayramlarını

Page 80: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kuru üzüm iftarlarınıBağa taşan ev sesleriniAn an kiKurtuluşunu şimdi bulursun belkiİçinden güneşe varan ses babadır gündüzleriAyı kurcalayan ses anadır geceleriNe mutlu sanaBulursan insanlardaAndıran birkaç çizgiGün batmadan önceki kardeşleriGün doğarkenki kuşluktakiÖğledeki ikindideki

Bir balık görünce nasıl çırpmırsa bir martıGün batınca nasıl çırpmırsaBoğulmuş bir kuş gibiBir denizÇocuğu ölünce öyle çırpınır bir anneAnnesi ölünce bir çocuk öyle çırpınırÇırpın çırpın ki belki görürsün ölümden ötesiniSenin mesleğin bir bakıma bir ölüm mesleğiBozulmuş saatleri ölümle iyi etmekÖlümle açmak kurumuş dudaklarıÖlümle açmak kapanmış gözleri HIZIRLA KIRK SAAT

Öleni ölümle diriltmekÖlümle sağ tutmak sağ olanıÖlümün ışınıyla görmekKaranlık gecedeKarataştakiKara karıncayı 23.

Ne cennet ne cehennem ne dünya Araf im ben Cennet demektir benden biraz ileri gidersen Arkada bıraktığım ateş kayaları Dünyadır cehennemdir Araf dünyanın cennete yakınlığı Dünya Araf tan buraya uzanmış bir diş gibi Araf ı ben dolaştırırım yeryüzünde Bir ağaç hışırtısı gibi Taşlar maymuna dayanır Ağaçlar sese çıkar Gel dinle bağdaki eski asmaları Kır akşamda batan üzümün bardağını Çevir harf çıraklarına Av sularını avlanmış suları Petrolde el yüzün yıkanmasından Tüter buhurdanı şiddet işçisinin Bir geyik karnında kanında erir bir hay dutun tüfeği Ve haydutun kanında yeşerir jandarmaların yiğitliği Sel alır dağdan indirir bizi Üstümüz boyalı aş kırmızısı çamurla Eşkiya dürbününde görünürüz amaAramıza yağmur girerBorçluyuz hayatı ansızın gelen bu yağmuraAslanı uslandıran

Page 81: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

HIZIRLA KIRK SAAT225Asılanı ıslatan bu yağmuraTaşların yaklaştığı bir düğün dünyasındaGölgeni büyüttün sen boyunaBir kav evine döndünYanık bir azık oldun ezik çakmaklaraAnne merdivenden indi yalvarışlarlaDostun ölümünü yeni öğrenen bir yüzdü artık babaYüz çizgileri derindi zaten daha derin olduAyakkabı çıkarılmadan giyildi yenidenUnutuldu iyice fark edilmiş kuşluk ikindisi- Kuşluktu ama ikindi gibi -Alıp götürüyor o arkadaş kuşkusuzBirlikte boyadığımız iplikleri şimdi demek kiGidiyor ama kim gibiZekeriya gibi mi İsa gibi miBaba düşünüyorYeni bir Dicle kıyısından dönmüş olarakSırtında kırların ilk ırmak izleriBu yürüyüş bir düşünüş gibiKafanın bir duvarından bir duvarınaKasaba kuzeyinin sülükle döğmeli sularınaKarınca köylerine cin yurtlarınaHızır'ın içinden geçmeye çalışan bir şeytanaÇocuk ve süt umulan peri yurdu bir pınaraPazartesinden pazaraCumartesinden cumayaEve varıldığındaiçinde bir Yunan heykeli büzülmüş gibiÖlümün kıyısında kıvrılmış örtülerÖrtüler birdenbire artar çoğalır nerdeyse ürer bir evdeBir göz yeni örtülmüşse size Sen bütün bunları çıkardınEvden bir yıl uzaklaşmış bir babanınGelir gelmez çıkıp kasabanınÖteki ucuna gidişindenDüş yorumu ustalığın böyle başladı zatenBir dağ doğurtabilirsin bir bozkırdanGül toplayabilirsin bir çıbandanNarlar menekşeler devşirebilirsin bir kurbandanBir azizi sağlarsın bir Roma yangınındanBir cami çıkartabilirsin bir katedraldenSen ne denizler gördünGüneşin batışındaKesildiği andaki bir kurban gibiKıvrananVe çamlara çarpmış yaralanmışCam parçalamış kargalardanBir çan çalıyorBütün eski köprülerinde Avrupa'nınBir sancak kaygılanıyorSancısından dünyanınErleri yeni yeni yerleşiyor yerlerine Araf inIşıklan bir kez daha yanıyor Cennet'teki dâvanın

HIZIRLA KIRK SAAT22724.Sofra sofraya değer sofra sofraya

Page 82: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sofra sofraya bakar yaklaşır sofra sofrayaBöylece gökten sofra iner dağaŞairlikten sonra başlayan azıklarlaŞarap dense de şarabı aşmış bir şaraplaSusuz topraksız ve göksüz büyümüş bir buğdaydanYapılmış ekmekle donanmış bir sofraKansız ve etsiz bir sofraNe kedi ne köpek sofra der bunaNe hintli ne rum sofra der bunaHızır avına çıkmış bengisuyaBengisu kâbusuna kanmış insan sofra der bunaSen de günlük sofrayı bir kaç kereEn çok da çocuklukta o güz oruçlarınınİftar durumlarında sandın böyle bir sofraDoğudan gelen davullarla sahurdaBir sofrayı böyle bir sofra sandınEvin saati gösterdi hep böyle bir sofrayıikindi Ku/an'ından sonraki sofralaraKattı zamanından bir zaman belkiKana dönüşen bir şarap değilDuaya çevrilen bir şarap içildi o sofradaTen olan bir ekmek lehimi değilGönül azığı olan bir ekmek yendi o sofradaZeytinse hem ışık verdi hem sofra katığı

İdris İshak ve Şit azığıİlyas gölgesiBir Yusuf akşamıİlerde bengisu doldurulmak içinBünyamin'in yüküne saklanmışGümüş su tasıYakub'un koyun postuİbrahim atlasıBekçiyse Musa'nın asasıİşte böyle bir tören içinde açıldı gök sofrasıBu bir yas mıydı düğün müydüBüyük bir şehirden geçenBir kasaba halkasıSona eriyor demekti bir dağ çağıOrda anlatıldı gece yarısıBir iç çağrısı gibi sofradanVe İsa'dan yükselenHavariyun'da yankı yapanGelecek dönemin Mekke çağrısıGelecek vakitlerin mescitleri kurulsun diyeOnlar yıkıyorlardı mihrabındaPutperest ateşler yakılmışÖn cephesi yerinden oynamış tapmağıOrda anlatıldı Cebrail'in yapraklarıOrda katıldılar Bedir Savaşı'naYeşil sancak tuttularDurdu sancakOrda da görüldü alkışlandıHendek Savaşı'ndaKayaların kıvılcımlarındaYanıp söndüğü gibi HIZIRLA KIRK SAAT 229

İstanbul ve Roma'nın siluetleri

Page 83: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ve önlerindeYeşil sancaklı sultan tuğlarıArzı soyunmuşArşı giyinmiş askerŞimşekle devrilmiş bir boğa gibiYere serilmiş bir HaliçSonra "ayrılış" konuşmasındaSustu İsaSustu İsa'da her havariSustu yüz yirmi dört bin sahabiSustu zamanSustu bengisuSu sundular yaralı sahabeyeDurdu arz karıncalarıSustu arş sesiDurdu develerin üstünde güneşHurmalar bir vadiden bir vadiye gidip geldilerVe durdu yapraklarıDört kitap durdu ve dinledi"Şahit ol ya Rab!"Sesi kaldı yalnız ortadaOnlar da o sofradaBizim gibi şahit oldular

25. Şam'dayız Mevlâna ve Mesnevi Muhyiddin ve Yasin Şems ve Füsus Şems nasıl değiştirdi Bengisu sarnıçlarından geçirerek Mevlâna Celâleddin'i Ve Yasin bir delikanlı biçiminde Ağır ölüm hastalığında Nasıl iyileştirdi İbn-i Arabi'yi Mekke çatısında Füsus'un ve Fütuhat'm yapraklarını ayıklayan Güneşin yağmurun ve rüzgârın yardımcısı kimdi

Şam çarşılarında Şems'e rastlamadı mı Yolun bir kıyısında o öbürü bir kıyısında Şems bir soruydu Bir cevaptı Mevlâna Benziyorlardı bir arada Kişinin kendisiyle yaptığı bir konuşmayaMuhyiddin'in İbnürrüşd'e dediği gibiBir evet bir hayır demedi MevlânaHep evet dedi Şems'e bu konuşmadaŞam çarşılarında MevlânaAradı durdu Şems'iHIZIRLA KIRK SAAT231Bir yitirip bir buldu Şems'iŞems bir bengisuydu O'na

Mevlâna Şam'da Muhyiddin'le konuştuOna Şems'i sorduMuhyiddin kabrini açarakSabır kitabından bir yaprak çevirerekŞems'in kendisini gösterdi

Page 84: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sonra yorgun bir Şam öğlesindeSıcakta çekirgeler kavrulurkenÇömeldi bir su kıyısındaHızır'ı gördü alı yeşili gördü sudaŞems'i gördü ve buldu kendini

Şam çarşılarında Şems alındı Mevlâna'danKendisine Mesnevi verildi

Gökten bir kartal geçseVe yere düşse gölgesiBu acaba Şems'in mi gölgesi

Yerin altından gelirseBir su şırıltısı sesi.Bu ses Şems'in mi sesi

Çöllerde kumda varsaKızgın bir ayak iziBu iz Şems'in mi izi İşte böyle böyle kurdu Mesnevi'yiŞems'in ayrılığıDudaklara dokunup daAğza konamayanBir bengisu gibiHIZIRLA KIRK SAAT

Bağdat'tayızDönüp duruyoruz yırtıcı kuşlar gibiÇevresinde bir darağacımnKoparabilir miyiz acabaEtinden çileli etindenDöğmeli ciğerinden bir parçaHallac-ı Mansur'unKur'an okuyan yüreğindenBir ışık kapabilir miyizEriyen gözlerindenBir bakış geçer mi içimizdenBir taş atarakBir gül alabilir miyizElinde bitenGünlük ekmeğini yarıyarıya yemişAdam da gelmişti orayaYağmur kapmış bir adam da gelmişti orayaBilginler büyücüler su vurucularıKöle tüccarları çan onarıcıları daSultan saçını tarıyan kadınEski bir define arayıcısıMatematiğin bulucusuFüsus okuyucusuŞeyh Galib'in muştucusuHaznedar ve kütüphane memuru Hepimiz hepimiz ordaydıkBu pamuktan hafif insanı çekemeyenDarağacına yardımcıydıkGene de hepimizden ağır geldiHallac-ı Mansur'un vücudu

Page 85: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Dicle kıyısında atlılar gördükGiysileri ilerdeki dönemlerin giysileriHepimiz boşalmıştıkAkşam eve dönen işçiler gibiHer yanımızdan altın akıyordu sankiGüneş soluyordu doğdu doğuracak bir sığır gibi

Açıldı Muhyiddin'in kabri"Ürkme Mansur, benim" dediBir deniz kabardı sankiDenizde elektrik balıklarının gizleriAyazmada bir çiniDağıldı vücutKimisinde bir parçası kaldı Mansur'unKimisinde darağacmm iziHIZIRLA KIRK SAAT

Mursiye'de Tunus'ta Mısır'daKudüs'te Mekke'de Konya'daMalatya'da Şam'dayızYolları bir urgan gibiAyağına sarmış Muhyiddin'izGüneş hep arkada biz öndeyizDurmamacasma açılmış bir kabirizSurlara işlemiş bir ölüyüzDuvarlara geçmiş bir diriyizBaşkanın önderin başkentindeBir darağacı var kiOnun önünden geçerkenBir andaMansur olup asılan Muhyiddin'izHızır olup sudaAnadolu'daBir ses duyupDönüp duranHızır'ı görüp Şems diyenMevlâna olanBir dervişizKendini kutsal yapraklar gibiUçuşur sanan değil miyizKitap taşlarını eriten

Yerine minare hayaliKubbe mayası ekleyenHızır hardalından yakılar hazırlayan saralılaraVaktin delirmişleriniSirenlerin sesindenEflâtun büyüsünün yankısından kurtaranKitaplarını Kabe yüzüğüne çevirenBir site kuran sabah yelindenBir uygarlık secdedenKütüphaneleri meleklendirenMuhyiddin-i Arabi değil miyizDoğu ankasıBatı ankasıŞ harfiyle uzlaşan S sesiYeni bir vakit alfabesiHızır'ın kelime denetçisiŞifre bağlayıcısıGelecek zaman fiillerinin uzmanı

Page 86: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Saatin anlamıAyasofya şelâlesiİşte size birkaç görünüşAk kara dünyasındanMuhyiddin'inHIZIRLA KIRK SAAT

Şimdi de Ehramlar ülkesindeyizSağda Musa'nın bayrağı dikiliSolda Firavun'unVakit bir büyü vaktiBir büyünün öbür büyüden ayrılma vaktiPark akşamıDenizi bir koşuda ata çevirme işlemiBeyaz elin koyundan çıkma vaktiÖlü ağacın yılana dönme vaktiYılana kutsal bir ödev yüklendiği saatKi yılan böylece eski bir günahını ödeyecektiEhramların ölüm saatiGöz dönemiYahya saati değil İsa saati değilMusa saatiToprağın üstündeToz içinde yapılacak bir şey varBir değişimİşte bir değişim saatiİnsan tapıcılarmdanMısır kadınlarındanÜrpertili altın bileziklerinBir daha verilmemecesineÖdünç alındığı saat

Firavun'un ayağının allındanFırladı bir karakediVe o ve onun halkıBunu bir uğursuzluk saydı

Gece yarısı Nü'deFosfordan bir timsah inlediFiravun ve halkıBunu bir uğursuzluk bildi

Bir ehram yıkıldıMısır çarşılarındanGeçen canlı bir cinli çıldırdıFiravun ve halkıBunu bir uğursuzluk saydı

Gökte vaktinden önce gülenBir dolunay belirdiİsrailKendine yeni yeni gelen İsrail Bunu bir uğur saydı

Şehrin horozları Bütün bir gün Ötüp durdular hiç kesilmemecesine Firavun ve halkı Bunu bir uğursuzluk bildi

Page 87: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir gemi battı Akdeniz'de Firavun ve halkı bunu bir uğursuzluk bildi Geri dönmedi bir sünger avcısı Kraliçenin gözdesi HIZIRLA KIRK SAAT

Firavun ve halkıBunu bir uğursuzluk saydı

Nil'in üstünde uçtuUçak büyüklüğünde yeşil kelebeklerKızıldeniz yeşilırmak oldu bir öğledeYeni yeni kendine gelen İsrailBunu bir uğur bir muştu bildi

Bir çocuk doğduVe doğar doğmaz güldüYeni yeni doğan İsrailBunu bir uğur saydı

Bir bilgin gece yarısıBir incirin yaprakları altındaİbrahim'den kalmaBir sayfa yakaladıVe ayağa kalkanMusa'nın kamçısıyla dirilen İsrailKabrini yırtan İsrailHarmanisine bürünen Yusuf boyuBunu da son ve yeter bir muştu bildi

Musa'yla büyücüler karşı karşıya geldiİsrail ve Mısır karşı karşıya geldiKızıldeniz bir ceylan derisi gibi gerildiKurumuş da olsa ağaçtaBir can vardı kiO canı canlandırmayıMusa'nın eli bildiVe ağaç cıvayı yendiİnanç yendi bilgiyi

En çetin savaşı mı verdim o geceİki dünya savaşı ondan bir yapraktı nerdeyseİlkin anne ölümünü kullanarak geldi üstümeSonra aklı kınamış bir kardeş yedeğindeNe anne anneydi ne kardeş kardeşti gerçekteAnne ve kardeş biçimindeBilmem hangi ülkeden devşirilmiş iki imgeKendi hayalinden iki kesitti belki deAma ben güvenmedim bu belgelereTeslim olmadım yine de

Sonra bir hortum olup beni çekti çektiyse deDüşmedim etin kızgın mahşerineKollarım uzayıp uzayıp takıldı palmiyelereBaşım çarpıldı tüy tüy kavaklaraYükseldim bir cin cenderesinde döne döneSürüklendim en yaban denizlerden timsah siperlerineAklımdan geçirmedimBayrak indirmeyi

Page 88: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Teslim olmayı yine deSonra indim yine olduğum yereSonra bir tırnak katranı gibi aktı çevremdeEridi kollarım ayaklarım en yılışık asitteCama çevirip göğdemi deHIZIRLA KIRK SAAT241Okumaya çalıştı en yılgın kuşkularımıAma bir nokta kaldı kiYüreğimin yüreğimin yüreğimin yüreğindeOnunla ördüm kendimi yenidenArtık bana diyebilirsinYeniden kendi kendini örenTeslim olmayı geçirmedimBir kere bile içimden

Sonra taş oldu toprak oldu oldu madenÖvgülerle geldi ezilip büzülüp önümdeAteşler ulu ateşler yaktı adıma tepelerdeDenizi uysal bir su gibi akıttı önümdeGecede ve gündüzdeAydan ve güneştenVe akşamdan ve öğledenSofralar donattıKeskin bir içki yaptı ikindiyiSabahı sundu sade bir kahve gibiAdıma anıtlar dikti kentlerdenDinlendirilmiş mermerdenAldansam belki buna aldanırdımFakat ona taş yağdırdımDört bucak ve dört yöndenArkamda ve yanımdaGüçlü surlar vardı sûrelerdenOnun uğursuz sesini yankılatmadanKendine geri gönderen

Öyle baştan çıkarıcıydı ki yüzüYeni sürülmüş diyebilirdiniz Cennet'tenTüy tellenmiş tavustan Pul pullanmış yılandanDoğmuş gibi doğudanBir çarpılış insandanBir yamukluk melektenİnsanı kavrar yıkarBir ses gibi denizdenBakıştır aslandanKavrayıştır ormandanSoğuk bir geceninAydın yüzlü ayındanNe örnekler ne örneklerNe sarkıtlar ne dikitlerNe suluklar ve sarnıçlarGetirdi bir şamanınKöpüklü evrenindenYine de bir dirilikBulmadım bunlarda benAlı kızılı gördüm onda amaKarayı ve sarıyı gördümGörmedim onda eserMaviden beyazdan yeşilden

Page 89: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bu bilgiyle kurtuldumOnun düzenlerindenÇocukluğumda öğretmişti annemAldanışı aşmayıKöprüden düşmemeyiSaçaklarda kolaylıkla gezmeyiYılan zehriniÇatlamış dudaklarla emmeyiSoygunda soyulmamayıUçaktan düşülse de ölmemeyiHIZIRLA KIRK SAATBüyüyü fark etmeyi bayındır bilgilerdenBir kelimeyleUlu bir kelimeyleYüce bir isimle

Yılan oldu çevremde döndü durdu o geceÜfürerek camcı gibi somyanın demirindenSaldığım denizi aşmak içinKayıklar kırpardı seccadedenGeceyi çağırarak penceredenKurumu derleyerek bacadanKorkularımdan ördüyse de ulu bir kefenYatağı kabir yapıp bir ölü gibi durdumYeter bir zamanın sürek avındaDirildim bir örnek gibi mahşerdenAnladı bende beni aşan kudretiÇekip gitti kapıdanBir tahsildar gibiUzun uzun direnip deEli boş dönen

Bakır mangallardaLokantalardaKızaran vakti anlatBir ulu cami avlusundaGölgesinde güneş saatinin serinlediğiÖğle sıcağındaTopluluk namazını bekleyenBir arı oğulu gibi vızıldayanSavaş anılarıylaYaz bahçesine yol alan evin eşeği gibiÇocuklarla çevriliİçindekini şimdiden büzmeye başlayanBir tabutun vaktini anlatTabut değil bir kabile çadırıdır belkiKum getirin özgür çöller kumunuPekiştirmek için direnişiniBaş yanında duran bir şahinGöğe açık duruşuyla deyimlesinElma kızarma saatininAv çağrısınıBir heybe asm ayak ucunaBu da boşluğuyla karınca çığlığıylaAnlatsın bizeUzak ülkelere doğrulmuşO yolculuk çarpılışınıHIZIRLA KIRK SAATAnnenin huzursuz hazırlığını Deniz kıyısında duruyormuşcasına

Page 90: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bakan çocukların Kalb çarpıntısını Son içilen sabah kahvesine İlişen sorgulu at gözlerini Kadınlarca Gizlice baktırılan Kalburlarda düzenlenen Çingene fallarını Ve bir örtü üstünde Halep'te O yaşlı tüccarın armağanı Dağlarda karşı tutulmak için Kuzey yellerine Alışverişten sonra Mağazanın loş ışığında Anlatılmış dağ öykülerinin Etkisiyle aralanmış bir armağan zamanı Ey kuzey soruları Ey güney cevapları Ey batı yankıları Ey doğu sancıları Anlat Urfa'da Nizip'te Bilecik'te Cizre'de Büyümüş bir Dicle kıyısındaYaz gecelerindeİleri gidilmezVe geri dönülmezBir sevgi durağındaAlçak damlarda HIZIRLA KIRK SAAT247Ansızın parlayanBir teneke benziniBir evden kaçaniçinde sakladığı isimle birlikteBir kızın son hayaliniDamlardan damlara koşuşulurUyurgezer gibi konuşulurBağrışılır bir kâbus çitindenAtlanır kan dâvalarının tel örgüsündenTarla kavgalarındanSuların pay edilemeyişindenAtlanır geçilir deVarılamaz alevlerin ötesindeO genç kızın ateşteAşkın ölümsüz geometrisiKesilmiş son biçimineYıllarca sonra bir günBir bahar gecesindeAçar özlü gençlik sandıklarınıSaçları acıyla ağarmış bir anneBir güney doğulu kadınİddiasız anıtıBirinci Cihan Savaşı'mnRasladığı bir kız entarisineSiler bengisudan arıGözyaşlarınıAnlat anlat bu gözyaşlarını anlatBir gül gibi açanHer çocukta

Page 91: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Vakti gelinceDoğu çıbanlarınıÖfkeyi aşan baba sesiniİncir ağaçlarını ürpertenGüz kuşlarının koşularınıKomşu illerden gelmişÜnlü konuklar için yakılmışBahçeyi aydınlatan lüks lâmbalarınıBir duman kuzgunu olarakBatıdan gelip kentlerimize konmuşFabrikaları GUN DOGMADAN 31.

Ayın şakırtısına koştularAyağın zaferini kutlarkenAltın parçası çakıllarİlk çocuğunu doğurmuşBir kadından daha çok al tutmuştular

Akşam sütünü sağıp kadınlarAlçak dam kıyılarına toplandılarHışırdıyordu meşeden haymalarDamıtılmıştı daha yeniUykunun ilk kırağısında çocuklarOnlar da şangırtısından sarsıldılar

Ay bir deprem sayrısıydı o geceBeklenen bir deprem hurmalar üstünde

Şehir konukları gözcü olduUlulardan biri sözcü olduBize ayı böl dedilerAyı böl inandır bizi dediler

Birinin kılıcı bir meşale gibiYandı gecede

Biri bir Roma senatörü gibiBürünmüştü harmanisineHIZIRLA KIRK SAAT249 Biri çöle dönüktü Çöl uzayan bir gençlikti

Yeni bir şiire acıkmışcasına Develer de aya bakmaktaydılar Ay onlar için de Yeni bir aruzdu bu dernekte

Bize ayı böl dediler Ayı böl parçala bizi inandır dediler

Ayı böl parçala dünyaya fırlatalım Sesin yeni sancağını Roma'yı bir kere de biz yakalım Halic'i kuşatalım Zincir kıralım köle kurtaralım Çöl atını Okyanus'a uzatalım Arab'ın ayağını

Page 92: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Büyük denizlerde yıkatalım Bizi zamana fısıldayanı Biz dudaklarımızla değil Yüreklerimizle fısıldayalım

Ey ay bölün ey dolunay bölün Doğudan batıdan Birden görün Sana okuduğumu anladınsa Anladınsa nedir yerdeki bu serüven Bizi en derin deniz dibiYosunları gibiDöndüren Bu serüvenNedir anladınsaBölün BATI KOROSU

O les eveils et reveils des reves des abeilles du matinLes cas de separation de nous des nuits de SatanLes crepuscules des hommes incarnes des sültansRessuscites des jardins argentins du temps de l'Ottoman

La lune est la seule souveraine des deserts fremissantsDescend et monte sur les chameaux fluorescents fleurissantsUne verite pour l'humanite connaissantePour la çite propheetique un licite document

Böl ayı yıkalım ayın ve Ev'in içindeki yapılarıAtalardan miras biçimleriTazeleyelim beyaz badanayıDöndürelim üzümü üzüm sınırınaKanı kan sınırınaAnne diyelim kardeş diyelim çocuk diyelim kadınlaraSıfır yüzdesinde tutalım faiziGömmeyelim toprağaVarlığından utandığımız kızıBöl ayı kurtar saralılarıAy çarpmışları

Bir sülünGibi elim sana dönerseAy bölünBir gülünAteşten geçişindeNe taşıdığını yüreğindeAn bölünOcakların ağıtını yansıtBabasız kalan çocuklar içinHIZIRLA KIRK SAATAy bölünKoyundan ayrılmış kuzular içinBahardaTanrı aşkına bölün

Bize ayı böl dedilerAyı böl bizi inandır dediler

Ayı yerde ölçenBüyücülerden

Page 93: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir dürbün dağı kurmadanAy ayrılırAy akarİncir yaprağından süt gibiİki elimize

Ay savaş gömleğidirYırtılır kılıcımızın ucundakiBir hız buğusundan

Ay yayılırDoğumumuzun doğusuna

Ay bir lâdes kemiğiKırılır iki parmağımızın arasındaBu ziyafette

Ay bir yaydıroÖrümcek ağı gibi ipektenDüşer bir kuş tüneğindenYoksula un öğütenKuş saçaklı değirmenOlan kucağımıza

Ay yeni doğmuşÖlü anneliBir çocuk gibiTeslim edilmiştir bize

Biz ölümdenVe yalımdan arıttıkAy yerleşecektirYerimize

AydanYamuk yamuk gelenBir yumuşak yumrukturYağmur size

AyıManastır damından gözleyenKonuşmaya konuşmaya unuttuğu dildenÖteBir ses gözleyenSesimizi arayan ufuktaRahipler anlarBelli belirsiz birazYazın ilk aylarındaGeceleri olgunlaşan aydaKirazlar bilir biraz

Ay bir atın tayında toyunda

Ayı böl ayı parçala dedilerAyı böl bizi inandır dedilerHIZIRLA KIRK SAAT Ayı bölmek için yeter bir bakışımız Bir el uzatışımız Bir kelime söyleyişimiz Ayı yüreğimizde diriltişimiz

Page 94: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yankısına dönüşümüz suda Ölümü anışımız ayışığında Hızır'la helâlleşmemiz Bir bengisu mehtabında Bir deniz buluşumuz altında

Ay bölündü bir kasabada Yürüdük kaldırımlarda Kitap okuduk ayışığında Anneler son yemek izini yıkamada Çocuklar gündüzün Bıraktığını ararken ağaçlarda Bir güneş daha batmada Bir gün daha solmada Heykeller yaprak yaprak kurumada

Ay bir iftar gibi üzüm salkımında Dolaşan bir mimar mermer bir mimberde Döne döne inen Bir minareden Ayın bölünmesinden doğan Elhamra Ay bir zeytin dalı Kurtuba'daMısır'da ışıklı bir hurma

Öyle bir içki içildi kiKırılan ay bardağında Altımızdaki atlarSoluk aldılarAsya'nın doğusundaAfrika'nın Avrupa'nın batısında

Kuruyan şehirler vardırHızırAy bölünüşünden dökülenTüveyçler taşır onlaraVe o kentler Bir akşam Gençleşirler

Ağrıyan gözlere Ayın tozu sürülür

Durmuş meme Pörsük anne Ayın parçalanışmdaki Sıcaklıkla Döner ilk iş gününe

Savaşlarda Kur7 an okuyanlar Ayı parçalara ayırırlar İki ay parçasından İner ordular iner asker

Çoban vardır Kayalara oturur

HIZIRLA KIRK SAAT

Kuzulara değmiş çubuğuyla

Page 95: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ayı böler Ay bölünür Açılırken güller

Ayı Bu dünyanın yeşili İkiye böler Öte dünyanın Akı

Biz ayı bölersek Ay boyuna bölünecek demektir

Ay Dalgalı bir suda Nasıl kırılırsa Bizim Bengisu pınarı Elimizde de Öyle Bölünecektir

Ay bölündü gece gezimiz gibi Kopmamak için direnen bir nar kadar bile direnemedi Solunda ölen çocuk Hiroşima Nagazaki Sağında bir Cebrail kelebeği Kur'an ören bir ipek böceği Kentlere yaylalaraMezmur sesine önceden alışmış dağlara

Sırtında bir evren taşıyanSedef tenli atlaraAy köpüğü atlaraİnsan ufkunda ağaranYeni adağa

Gece eve dönülürkenKevserdenBengisudanBardak bardak içmişcesineHer gören yarılan ayıSarhoştuYaralıydıYarı yarıyaGerçek yurt ereğinden

Bütün bunlarHep bir tılsımdır dedilerAy bölündüBu da bir tılsımdır dedilerKirli yatak tılsımdırMasaya büzülüp atılanHâkî gömlek tılsımdırBatı doğuya gün eğriliğindeÇeliğin yüksek fırınında ağaran bir tılsımdırAğaran gün tılsımdır

Kapıyı çalıyorlar ay diyePencerenin camını kesti

Page 96: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir Hızır akşamının elmasıHIZIRLA KIRK SAAT257Çocuk ve kızkardeş içerdeBir güz gibiBir güz bağı gibiBozuldu kalemKâğıdın tiftiği atıldı bir anıttaYolcunun coşuşundaBoşuna kınanmışBir yolun kavşağındaYak yıldızlarını ayını ey kutlu geceBir kurban gibi yeniden başlamak gerekiyor işe 32.

Yaklaştır kıyametiBurda bir kadm ölmektedirUzaklaştır kıyametiBurda bir kadın ölmektedir

Yaklaştır sesi sesiBurda bir kadın ölmektedirCan vermektedir Galata KulesiBurda bir kadın ölmektedir

İşe yaramaz oldu göğüs borusuNeden dezenfekte ederler karyolalarıÖlülere mahsusİslâv manastırlarını andırırHastanelerdeSu bir süstür sürahilerdeHaziran iğreti bir mevsim bu yerlerdeBu yıllardaBir kadın ölmektedir

Taş atmayın denizeTaşınızı sonraKışın geri verir sizeKalp hastalarınıÇıkartın en yücelereHIZIRLA KIRK SAATGetirin ağızlarınaEn saf havayı döndüre döndüreDondurma sunar gibi çocuklaraSunun ölen o yaşlı kadınlara

Yaklaştır kıyametiBurda bir kadın ölmektedirHatırlayarak çocukluğundakiİncirlerin yanında duran anneyiAlınyazısı döğmeliBahçelik ocak taşlarınıÇamaşırları hemen kurutan güneşiAilenin toptan dalgınlıklarındaÇamaşır yutan inekleriÇok kez bir kadm elinde kalmıştır yarısı bir gömleğinİneğin kursağında boya vermektedir yarısıİnsan çamaşırı yiyen inekİçine insan kokusunu sindiren çoban uyruğuNe düşünmektedir dersin

Page 97: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bırak bu kuşkuları bu düşünceleriYaklaştır kıyametiUzaklaştır kıyametiBu geceGöğe çıkma mucizesiMiraç gecesi

Yok Mekke sokaklarındaBir çıtırtı sesiŞimdi vaktidirCinlerin dünya uçlarındaKufan dinlemesi Yaklaşırlarsa yanacaklarıUzaklaşırlarsa donacaklarıBir ins ve cins kıyametiSuların gecede parlayış saatiİstiridyelerin açılış vaktiGenç kadınlarda süt artma mevsimi

Yaklaştır kıyametiUzaklaştır kıyametiBu geceMiraç gecesi

Üç kişi gidip doğuda durdularDiktiler yeşil sütunlarMeşaleler yaktılarGöz oldular gördülerKulak olup dinledilerBilinç olup bildiler

Mutlu Arabistan toprağındaYükselirken seherde bir toprak kokusuKi soy develerdir onun birinci tiryakisiŞam'la Mekke arasındaSu serap hurma ve ateş arasındaYol alan şafak kervanlarıBilirler miydiBir gök yolcusunun gözlediğiniGeride bıraktıkları izleriKonakladıkları konaklarıYedikleri yemekleriAlışverişleriniKöleleriniHIZIRLA KIRK SAAT261Martılar da uçarkenİyi bilirler denizin dibini

Peygamberler deBirer deniz avcısı değil miydi

Kudüs'teHazırlandı kayaYerden yükselmeye bir parçaAta binen süvariyeİlk dayanak ve ilk adakŞehit gidişine kasaba taşlarının katılışı

Page 98: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

İsa da gelmiştiArkasında bir fosfor çizgisiMusa da gelmiştiMermer levhalar dikilmiştiİbrahim de gelmiştiÇevresi ateş bir çemberdiZeytindi sağı Kudüs'ünSolu volkandıYusuf da gelmiştiSağ yanında Bünyamin'diSüleyman da gelmiştiGelişini kadim bir karınca bildirmiştiDâvud da gelmiştiYankılanmıştıGür bir demir sesiyleMescid-i Aksâ'daAyak sesiEyyûb da gelmiştiKudüs iyileşmişti Lût da gelmiştiTuz diye bağırmıştıHavada bulutSalih bir gök gürültüsünüMuştucu göndermiştiZülküfül'dü salanKudüs gecesineYer aşkın bir boya gibiYeşil kelebekleri

Cami'nin önünde arkasındaMelekler vardı gümüş defterliGümüş kalemliPeygamber imamdıKıldılar namazMelekler ve peygamberlerleMiraç gecesiYarasasız bir geceydiYaklaştır kıyametiUzaklaştır pişmanlığıDerinleştir saatiBu geceMiraç gecesi

Sonra her şey çekildi yerli yerineBir çöl önündeYalnız kalan o peygamberdiEn umutsuzluk anıydı sankiİsmail'in üstüne dönen bir bıçak saatiŞifin eteğinin göründüğüSaklandığı zeytin içindeHIZIRLA KIRK SAAT Zekeriya'nm söz orucununFaydasız kaldığı vakitti dersinBirden göründü Burak

Burak aldı ve gitti peygamberiYıldırım çeken bir paratoner gibiBu yürüyüş titretiyordu Cebrail'iÜrpertiyordu o vahiy erini çemberiniEritiyordu kelimeleri

Page 99: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Emiyordu bahar başaklarmdakiSes sütünü göğün şiddetli çekirgeleriSabır tek başına yönetiyordu töreniHızla geçiyordu göz önündenPanoramik İsa Musa belgeleri

Sonra bir boşluğa varıldıHızla bitmişti Burak'ın saati

Burak yağdan çekilen kıl gibi çekildiCebrail bir iki adım daha attı sonra geri çekildiBir iki yanıkla atlattı bu direnişiÇünkü yükseliyordu karşıdanSon sınırların siluetiYürüyordu insan üstüneDört koldan ırmak ırmak"Ateş kentiÖz ülkenin volkanıPeygamber ancak Refref le geçtiAteşi yardıYatıştırdı kabaran sularıZırh yaptı sûreleri Her biri alnında inci taneleriTerdiZaferdi buZaferdiAğarıyordu doğuYemen seheriGibi bir seherdi buAteş bile bir bâdısabaydıSular bile bir bâdısabaydıRefref bir bâdısabaydıSûreler bir yeşil bâdısabaydı

SonraRefref de durdu gerilediPeygamber geçti atıldı ileriİleri ileri sütunlardan ileriTaş heykellerden ileriKelimelerden ileriGün doğuşundan doğusundan ileriKalbden öteye ileriDüşünceden ileriYalnız aşktı sevgiydi onun peleriniAlnını kurulayan anne eliSonra gördü ve bildi GörüneniGörünmeyen görüneniAtıp bütün köprüleriTattı o Tek Denizi

Yaklaştır kıyametiUzaklaştır kıyametiBu gece Ümmühani'nin evindeBir şölen var kiHIZIRLA KIRK SAATHaber verin insanlaraPeygamber gitti geldiBu bir düştü düş dcfrildiSizin yaşadığınız bir düştü belkiDüş değildi ama O'nunki

Page 100: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Düşten bir uyanıştıBir dirilişti topraktaHaber verin insanlaraSabah olur olmazHorozlar artık bundan sonraBaşka türlü ötsünlerVe dağıtın dostlaraGök armağanıNamazıBeş kereGünlük bir miraç gibiKi gidip geldiğineEn büyük bir şahitti

Sütunlar çökse ne dersinizSave gölü kurusaNe dersinizSönmez ateş sönseGeyikler durulsa Yezbül dağındaÇölün davulu çalmsa çalınsaKabile süt kabileleri duygularındaDağlar ağarsaBaşaklar sararsaNe dersiniz

Bir çocuk doğdu Amerika'daBir zenci zincirinin şiiriVe bir çocuk Avrupa'daRadyo bulucusunun dedesiSavaş koparan çocuklarŞairler sultanlar müneccimlerBu gece doğduSabaha vardılarMekke'deKüçük bir evdeZeytinyağından bir lâmbaOdalardaDönüp duran yaşlı kadınlarlaLoş bir salondaHIZIRLA KIRK SAAT267Bekleyen büyükbabaAmcalar dayılarBir sır söyleyen yaşlı bir adam da var

Gece yanan anneAydınlık bir bardak uzandıBeyaz bir yastık kıyısındanHızır eliyle içilen sudanMeryem'in duyduğu kelime gibiKabartmalaşıyorduiçinde yavaş yavaşSağ çocuğun çizgileriAltın getiren bir deniz gibiAşılıyordu buram buram güz engebeleri

Arafat'taki çiçeklerdenGelen bir akşamdı odayaYumuşak tenli rahibin bildiğiHazırlık olsun diye olaya

Page 101: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Hurmadan bir kentin sesini duyanMeryem çarşafları açıyorduSuya bırakılmış çocuğuKurtaran kadın AsiyeSavıyordu al kadınlarını dışarıÇok melek vardı kiDoğan günün yüzünü fırçalıyorduAyın yüzünü cilalıyorduAteşini tazeliyorduCinlerin bakireleri Kabartmalaşıyorduiçinde yavaş yavaşSağ çocuğun çizgileriAltın getiren bir deniz gibi

Ağır madenini duydularAtlarNur Dağı'nınYeleleri gelişti yönündeİlerdeki savaşlarınDevelerseKöpük saçıyorlardı ağızlarındanYüksek bir bilgi sarhoşluğundanDüğünlerde

Akan suyun sesi değiştiEsen rüzgârların doğrultusuGün döndüAçtı mevsimAkarak doldurduKan boşluğunu gülVolkan boşluğunu gülŞarabı köpüklereBoğup geçen sütSüt devrimi

İstanbul'da bir balıkçıHaliç'te bir hayal gördüGitti eveYorganlara saldırdıHIZIRLA KIRK SAAT269Bizans sarayındaKristal bir kadeh kırıldı

Bozuldu durduGüneş saatiKudüs'te

Roma'daZindandaAteşlerden geçmiş bir adamHiç konuşmayan yıllarcaDoğrulduAyağa kalktıYüzü ay olup aydınlandıGünaydın dediGünaydın

Page 102: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ey kutlu anne günaydınEy doğan çocuk günaydınKabaran denizGünaydınKoşan muştu kölesi günaydınGünaydın bütün insanlarGünaydın yeryüzünün yüz akı müslümanlarGünaydınKur'an CebrailGünaydınSûr İsrafil

Günaydın başbuğlarFetih Sûresi' ninGerçekleştirimi ordular Mevlüt yazan şairlerUmutsuz insan içinUfuklardaToz koparan velilerYüreğinde bir deniziÇalkalayan kadınlar

GünaydınAlnında ter birikmişEkmeğini kendiElinden devşirmişİşçilerSabır yapraklarıGünaydın

Kur'an'ı kentlere sindirenKişi sulh zamanıGözün aydın olsunGünaydın

Kanını savuran susamış rüzgâraSavaş zamanıSancağıKanının basıncıylaDimdik duranŞehitGünaydın

Günaydın Tevrat'ı aslından okuyanİncil'in öz sesini duyanlarGerçek musevî gerçek isevîGerçek hıristiyanHIZIRLA KIRK SAATHavralardaManastırlardaKendilerini çekip çıkaranlar dernektenGün yüzüne özlem çekenler

GünaydınBedir'de Yermûk'taHendek'te Uhut'taBirinci Cihan Savaşı'ndaYemen'de KafkaslardaCan verirken bileSalâvat getiren

Page 103: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Şehit olurkenTekbirlerdenBir cennet kenti yükseltenDudaklarında

DiyarbekifdeKemerler kırılmıştır sıcaktanGündüzde bileBir toz var yaz yarasalarındanBir akrep kabartması surlarda AsufdanGüneşi bir taş gibi fırlatanDicle'nin köpüklü dudaklarındanAslan başlı çeşmelerdenTaçlı güneşli aslan heykellerindenLâtin harfleriyle yazılmışKaç kitap gelmişse Bizans'tanEriyecektir bakır gibi mahzenlerdeKarartacaktır yapraklarınıYükselen bir duman zamanı bodrumlardan

Bal aktı incirlerdenYağ aktı zeytinlerdenYeni bir ülke buldu narlardaTürlü hastalığın bakıcısı arılarEn küçük minicik bir zikirdir karıncalarKızgın taşlar üstündeDizilirler bir teşbih gibiEvrensel bir teşbihtirNuh Tufanı'nm armağanıHIZIRLA KIRK SAAT273 Arılar karıncalar Filler güvercinler Cudi tepelerinden Yayılan akan Mezopotamya'ya Dünyaya Nasıl ki Filler görürler düşlerinde Hindistan'ı Ve çölü ev develeri Bir şaman gibi coşarlar Haykırırlar ip kırarlar Saray yıkarlar Ağızdan ak bir köpük gibi savururlar İçlerinde serap biriktirdikleri Bir özlem öfkesini

İran bir kalkan gibi döğülür Rum bir mızrak gibi dağlanır Asya çalkalanır Avrupa bozbulanık buğulanır Havralar sallanır Manastırlar şaraplanır

Yeni bir yumurta çiftliklerde

Horozların ağızlarındanArada bir çıkar insan kelimeleri

Page 104: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Mağaradaki suyuFısıldar güller Yeni bir kelime varHep dağlara bulutlara doğru yürür uyurgezerlerAkraba arar vadilerdeYeni bir akraba cüzzamlılarBir kurtulmalık bekler ufuklardanEsir fıçılarında yıllanmış kölelerÇözülen şimal bağlarındaKüflenmiş üzüm kefenleriSülük sebilleriBüyü devletinin höyükleri

Hepimiz için çek çileyiEy Mekke sabahlarının konuğuİçimizde yağan yağmurdanSaçlarımızdaki çiğdenBir havuz taşıyan kaya kovuklarınaİbrahim bucaklarınaYaprak yaprak açıp okuyan Hira'yıOrada kabul eden ilk kelimeyiÖğretmen gibi ders veren öğrenci Cebrail'iCebrail en yüksek matematikYok eden geometrileriBir sembol ülkesi bir cebir iliArılara bal yaptıranŞarap doldurtturan en soy kafatasmaÇocuk doğurtanÜçyüz yıllık uykularıSur gibi burçlar gibi yükseltenÖlü diriltenKarınca konuşturanAy bölen bir bilginin diliTanrı sesiHIZIRLA KIRK SAAT Tanrı deyişi

Seheri bir elektrik akımı yaparken Cebrail Bir sancak gibi indirirken şafağı Zincir gibi boşanırken kubbelerin kıyameti Hepimiz için çek çileyi Ey babasız büyümüş Görünüp kaybolan bir hayal gibi yitirmiş anneyi İki dünya Cin ve melek beyi Şairlerin örtüsüne özendiği Gölgesiz Peygamber

Çek bizim için de çileyi Getir bütün yılgılara Gözde ve içteki yaralara Çelikten onarış olan o ilk kelimeyi Hira'nm minyatürü Bile en güçlü bir doktordur bize

Bu sıtma başka sıtma Ey kadın örtebilirsin örtebildiğin kadar örtüleri Bu üşütme ne güz ne bahar üşütmeleri Ne kış ne yaz üşütmeleri Ne bulut ne deniz

Page 105: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ne dağ ne ırmak üşütmeleriYeni bir kitabınBir yolculuk dönüşününBir yaprak çevrilişininMevsimin ilk yemişinin yenisininNar tadmanm karpuz kesmeninKevserin Büyü bozmanınAteş söndürmenin ve yakmanınSu kurutmanın fışkırtmanınGölge boşamanın üşütmeleri

Kalk ey örtülereBürünmüş PeygamberAt üstündenSeni ülkelerden ülkülerdenAyıran örtüleri

Kalk eyÖrtülere bürünmüş PeygamberBu sıtmayla iyi edeceksinTifoları vebalarıİnsanlığı kâğıt kâğıtBuruşturan cüzzamıÇan sarasınıHavra harmanınıGöğüyle gönenen Harran'ıÇile çömleği İskenderiye'yiSen dirilteceksinAtlarına okyanuslarda su vereceksinSen vereceksin bengisularınıSon susayışlarında şehitlerinGeri vereceksinAntik dönemlerde çalınmış hakkını mermerinİsa'nın Musa'nın ibrahim'inSafa ve Merve'ninHacer-i Esved'inCennetlerden çağlayanNil'in Fırat'ın Dicle'ninHIZIRLA KIRK SAAT277Sen arıtacaksınBu kelimelerin lâvlarıylaLanet volkanlarınıSen devşireceksin menekşeleriniEn yüce dağ doruklarındaGözlerin kanatlarınGece secdelerininMuştu siperlerininİlk günlüğünüSen yayınlayacaksınSen kuracaksınSeher çocuklarınınTek kentiniSen bildireceksinDünya geldi geleliEn önemli haberi Babam düşünmüştü bir vakitler BedifiHendek'i Uhut'u Huneyn'i

Page 106: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Mekke'nin almışınıRusya'da esirkenBirinci Cihan Savaşı'ndaKar yağıyordu Baku'daÖnce bizim aldığımızSonra geri verdiğimiz Baku'daDolmuyordu açık penceredenBir güney ayı ve baharıNe de bir sansar samurYosunlu bir su içindeYalnız ta uzaklarda duyulanBir zindana ışıklı kapılar açanKur1 an'di tek avunuş tek umut tek düşünceSavunuyorduTutsaklıkta onuEn kesin belgelerleKadifeden meleklerleNamazlar içinde yürüyenBedi/in kılıçlar korosuHendek'in kent getiren kıvılcımıKuşatmasaydı çevresiniOlmasaydı koruyan bir çerçeveMekke'ye giriş ve dönüşten bir barış kupasıHIZIRLA KIRK SAAT279Bir tad bırakmasaydı ağzında kevser iyimserliğindenSûreler bir bengisu olupAkmasaydı ellerinden başından yüzündenDayanabilir miydiEzilen kırılan kılıçtan geçirilenBir esir kampındaBakışları acıdan donmuş Baku'daİsa ve Meryem adına mumlar dikilirkenEkmek ve eşitlik adına başlar kesilirkenEvren de bu kıyameteKatılırken doluyla karla şimşekleKardeş kardeşi vurmuş ama BediideYeni ve gerçek kardeşlikler kurulmuşÇiçek çiçeğe durmuş bahar gelmişÇocuklar kurtulmuşKılıç akmış geri hurma getirmişBir kılıç Fırat'ı alıp getirmişKan akmış ama sular durulmuş irin durmuşBir kılıç Dicle'yi taşımış ucundaTaMekke'ye kadarBir kılıç Nil'i ikiye bölmüşiçinde Firavun fosilleri görülmüşPeygamber Arafat'taTaşıyordu bu karlarŞimdi söyleniyormuş gibi seslerini"Kâbeye giren kurtulmuşturBana gelen kurtulmuşturBu eve giren kurtulmuştur"Giriyordu o kılıç oğlu kılıçO son ateş Osmanlısı Rus tutsaklığı falan dinlemedenKâbeden içeriDönüyordu yorgun Rus askeriEbrehe'nin fili gibi

Page 107: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Titreyerek ve ürpererekKamp kapısının önünden gerisin geriBabamsa okuyordu boyuna okuyorduFetih sûresiniFetih sûresini ¦Zaten yoktur bir yenilgi sûresiHer sûre bir bakıma bir Fetih SûresiHer âyet bir ülkeye bedel bir erdirHer sûre cihana bedeldirKur'an'sa arşın manifestosuReddin reddi protestosuHer eri Hızır olan bir orduBaşbuğların başbuğuÖç değil öç kırandırSevgidirEvrenin memesinden sevgi sağandırÇocuklukta okunmuş cenk öyküleriniHayber kapısının zorlanmasının kelimeler arasındaKış geceleri babaya sorulan sorularınAçıklanması anlaşılmaz eski bir kelimeninEn son andaGelip kurtaran Ali hayâlininDüldül'ün ayak tozununZülfükar ipeğininKafkaslar7 daSavaşta ve tutsaklıktaAğın balığı çekip alışıToplayışı gibi denizdenHIZIRLA KIRK SAATAlışı olurmuşDaha ölüm gelmedenÖlüm gibi gelenUmutsuzluk kıranındanKorku heyheyindenÖlüm samındanBu çölde bu uyumsuz evren tüneğindeEr olan asker olan yalnız bizizBedir'in ve Kur'an'ın askerleriyizArmağan götürürüz kentlereGök armağanı Kufan'ıAçarız dünya önünde bu sofrayıKim ki Tanrı'ya dayanmamakta dayanmakta kendineYakarız kendisini de kentini deKim ki ortak olmuş yoksulun yarı ekmeğineKendini bir yerde bulurAğzını ekmekle birlikte bir başka yerdeKim ki Tanrı kullarına bakarsa yukardanKartallarca inişimizi görür ansızın yukarlardanKim ki sesini yükseltmek ister Tanrı sesindenDeriz, ey rüzgâr önündeki sinek, işte Basra KörfeziBuyur yeryüzü cehennemiBuyur gökyüzü cehennemiKim ki daha yukarı tutar surunu yapısını Kabe'denBiz bir orduyuz çatlayan yer, yarılan kayaFışkıran kaynar su depremindenBileğimizde Hayber'in döğmeleriYüzümüzde gülbeyaz Bedir demetleriSaçımızdaki kına Hendek çiçekleriBelimizde en sağlam kuşakMekke Fethi'nin kemeri

Page 108: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Âyet âyet sûre sûre yürüdülerMekke'den Medine'ye erdilerGün oldu Mağaraya girdilerÖrümcek ağını pekiştirdi bir gecede bin yıllıkGüvercin bir kerede bıraktı sıcak yumurtaYeni doğum yumurtası bir yıllıkİnançsızlar sedefsizler gelip gelip döndülerDeğişimi büyük dönüşümüTaş içindeki atan bir çift kalbiGöremediler işitemediler sezemedilerOnlarsa âyet âyet sûre sûre yürüdülerSessiz bir kıyamet gibi yürüdülerÖmer de gün ışığındaKılıcını kuşanarakYayını gererek bütün gerginliğiyleYiğitliğin en ulu forumu gibiMeydan okuyup meydanlardaÇıkıp gittiYatansa Ali'ydi Peygamberin yatağındaÖlümü komşu gibi konuklayan kutlu döşekteAteşe dayandığı gibi ibrahimSabretti yılan zehirine Ebûbekir^ ilan zehiri kamış şekeri gibi geldi onaZaten yılan daHIZIRLA KIRK SAAT283Süslü pencereliAldatan pancurluAma her şeye rağmenİçinden cennet görünenBir kamış değil miydiOnlar ki bir ney gibi çalarlar yılanlarıİçinden okurlar pencere içinde pencere uzayan bir MesneviAçarak iki ak kanatGitti arkalarından OsmanHepsi geçerek bir çile mağarasındanKardeş ve oğul ana ve babayıBaba ocağını ata yurdunuGençlik bahçeleriniAtarak bir çırpıda bir yanaYüreklerinde bir yurt özlemi duysalar daÇölün kızgın taşlarınıYapıştırarak gördükleri özlem hayallerineYürüdüler ve gittiler arkalarındanYol patika dağ ve mağaraYabancı keçilerin bağış dönemiSona erinceHer türlü azap ateşi yenilip çekilinceSeraplar ve sanrılar bitinceGÖÇ BİTTİ

(Göründü gönlün sularındaUyandı tatlı bir sabah havasıVe karşıladılar onlarıYollardaKent sokaklarındaAnıt gibi erkeklerDamlarda ufku giyinmiş kadınlar 284GÜN DOĞMADAN

Page 109: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gök çiğinin tüveyçleri çocuklarYeni bir yürüyüşünYer sarsan gök titretenYürek yumuşatan bir yürüyüşün marşıyla"Bir gün doğdu üstümüze ay doğduUfuktanYükselen ve hep parlayan")HIZIRLA KIRK SAAT 37.

Siz bir pastanede oturup kıyameti beklersinizAnnesinin ölümden önce tabutlaşanKaryolasının başı ucundaBir yaz hafakanındaİster istemez kendiniKıyamete alıştıran bir kızdanDaha becerikli misinizTaş kıranın alnından akanTerdeEkşimtırak bibersi bir kıyametEserin çile çizgisiArtıp da dökülen şarabın tortusunuYalayan bir köpeğin yürek ezgisiKudüs'te bayrak değişimiAğlama duvarındanAğlayarak çekilenGülerek yaklaşan asker mevsimi

İsa adına İsaAkşamın kristali katedrallerdeÇarmıha gerilmektedir boyunaİki bin yıl önce değilAsıl şimdiBir zeytine ve bir sulhaGötürmek istiyen MusaAdına asıl şimdi Kan ve savaş öpüştürüyorFilistin'de İsrailVe ekmek adına toprağa atılan öç tohumuDoğudan başlayarakBüyütüyor karamuğunuBuğday susuyorKonuşuyor karamuk kuşağıGök yarılmadanSu çekilmedenAnne unutmadan yavrusunuDağlar atılmadanBunlar mıdır kıyametin işaretiDoğan gün diyor yakınBatan gün diyor yakınAkşam tanığım diyorGelecek olanaKatlanacak tomaraKaya içindeki kadın izineSuların tepelerden şimşekle ineceğineSağır bir çağlayanınGöksüz bir depreme tufanaÇocuğun doğuyaYatağındaki sıcaklığın batıya atılacağınaEy su durul durul ki

Page 110: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ben de senin gibiTanık olayımGelecek olanMercana bakayım daSüngeri çekeyim deDürbünü olayım bir saatinSarhoşmuşça konuştuğu develerinAtlardan fırlayıp çıkan koşu çizgilerininHIZIRLA KIRK SAAT 287Büzülme güzündeki memelerinSaatinde bir heykeliBen yerleştireyim denizdeki fıçıyaKırılan heykelleri fıçılaraBırakırlar arka arkaya sularDicle'ye ve Fırat'aKara incir hoşafınaKatarlar akim mayasınıTarih katranınıBen denizlerin çok gördümÖğleleri beklediğini o heykelleriDenizin uyurgezerliğinin sayıkladığı o mermer kırma döneminiYatakta bir kıyameti bekleyenÇınar gibi değilSarmaşıklar gibi yaşlanmışGözleri görmez olmuşElleri tutmaz olmuşSavaş görüp kurtuluş belgesi aramışEski askerler vardırDut toplarkenÖlmüş kocasınıVe çocuklarınıBir kıyamet gibi düşünenYaşlı ninelerAğzın yalancı dirilişi dondurmaÇekilen bir ordu gibi uzaklaşanAkşam tepelerinin bağ bereketiiçindeki ölüden çokDışındaki taş örtüsüne önem verilen kabir sefaletiToprağı ölüyle donanmış bulanmış değilÖlüyü toprağa indirgeyen unutuşun kara kışı Kış yine geldi karakış yine geldiBeton apartmanlar titrediAsfalt bir eşeğin tırnağında eridiKatırlardan beklenmedik bir ses yükseldiDenizlerin karaya gelen ucuBir lanet çıngırağı gibiBeddua mercanını taşıdı yarayaHIZIRLA KIRK SAAT

Kıyamet gününden önce Hızır çekilecektir yeryüzünden Sonra yeşillikleri yaylaların Eski zaman duvarları gibi yükselen çınarların Çinilerin minyatürlerin duayı ansıtan boyaların Güneşte bir kuş gibi çırpman kasabaların Göz ağrısı getiren tozların Yeşili kırmızısı sarısı çekilecek önce Evlerde avlularda duyulacak bir eksilme Yoldan bir ölü götürüyorlarmış da sezmişler gibi Çıkacaklar dışarı ama

Page 111: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yollar ıssızdır sonsuzca Hızır'ın gidişiyle birlikte Yol ıssızlığı gelişecektir Yaşamıştı bunu bir anda Daracık bir odada Peygamberin baş ucunda Ali Peygamberi yıkarken buruşmuştu dünya Deniz gibi vahşi mercanlar gibi yakıyordu elini sıcak su Ömer bir horoz sandı dünyayı Boğazında keskin bıçakÖlümünde PeygamberinEbûbekir dört yanında çırpınışını duydu kanadını Cebrail'in Topraktan yükselişini sûrunİç odalardaÇarşaf arkalarındaAğlarken peygamber kadınlarıDuydular kıyameti bir andaDaracık bir saatte

Sonra Ali odanın yalnızlığındanDört duvardan bir fısıltı duyduGöründü sancakların en yeşiliVe ordusuyla birlikte Mehdi Belirli bir süre geciktiren kıyameti Kıyamet elinde bir belge Bir tüy gibi hafifleten kıyameti Mehdi Şehitlik yapan ölümü kıyameti Mehdi Bereketin geri gelişi Kıyametin birinci fecri Hızır'ın ete kemiğe kavuşması Bir kadir gecesinde Seçilenler seçildilerHIZIRLA KIRK SAAT

Bir kadir gecesinde Dönüşmeye başladı kaderi Yeryüzünde Karınca azabına uğratılmış müslümanların En yoksulu insanların En çok ezilmişi Ezilmişlerin bile ezdiği Acımalarından yenilgileri Susan susturulan Değiştirilip dönüştürülen Tarihi ekşitilen Faydalanılan şelâlesinden Ama içecek sudan yoksun edilen Sökülüp atılan coğrafyasından Bağbozumu mantığından Çocuklarına düşünce tozu serpilen Kuşlukta kuşkulu Öğlede eğlenen Bir küme yapılan halkı Götürülüp uçurum kıyısına Bir ölü kuzgun gibi bırakılan kenti Güneşin batmakta erken davrandığıHer gün son akşam gibi gelen bir akşamda

Page 112: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Cam kesmesi bir konaktaÖlüm dirim toplantısında

Bir gül ansızın patlayıp açılacak bir saksıdaVe kalkacak bir insan ayağaVe ışık ışık ışıkArkasında solunda ve sağındaVe uzatacak ellerini dışarıyaAh bu ne beyaz ne beyazMusa'nın elleriVe yüzü İsa yüzünün benzeriSonra bir değişim dahaBir değişim dahaKendinde Özetleyen bütün peygamberleriSon Peygamberin kendisi sankiHızır da işi bitip de aradan çıkan köprülerin en yükseğiMehdiHIZIRLA KIRK SAAT

Konuşacak MehdiGeldi derleniş günüDerleniş toparlanış vaktiArtık her gün her geceBir kadir günü ve gecesiKur'an iniyor dağlardan tepelerdenYağmur onun yedeğindeHorozlar en keskin sesleriyle ötmedeKoyunlar ışıldıyor yünlerindeYeni ve keskin bir bilgelik keçilerdeDoğudan batıya bir şimşek atlardanHeyamolalarla inip çıkanBir eleğimsağma develerdenKadınlar örtünürler Meryem örtüleriniBacalar yeniden tüterOdunların en sertinin yanışındanBırakarak gökyüzünde bir ocak sisiDağlarda bir başka coşkunluk çağlıyorMenekşede çiğde kekikte ses var Bir vahiy uğultusu anlardaKarıncalarda hikmet suskunluğuBarışı ve çalışkanlığı sağduyununDerleniş toparlanış diriliş saatiGeldiYükseldi bir ağartı müslüman ufuklardanMüslüman mevsim ve iklimlerdenKelimeler sıçradı yıllarca beklemişlerdi taşlardaBir başkalaşım oldu yazılardaSeslerin durduğu yerdeGizlice süren bir âyet sonu yumuşaklığıDuruşlar bir sûreden inmişcesine ağırbaşlıDavranışlar ölçülü tartılıBüyük dönüş başlamadan önceKendini bırakarak evrenin koştuğu o BütüneBir kanat çırpmasıyla karıştığı VarlığaDüzeltip dünyayı yenidenToplumu dirilten insanı erdirenŞeytanı bir duvar ucunda sıkıştıranDam saçaklarında koğalayıp

Page 113: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Eski sınırına itenKentlere mutluluğuBir ikindi anıtı gibi getirenHer eve mermer dağıtanŞelâle paylaştıranKan kanalı uzatanEngebeli bir gebelikteYatağından korkan kadınlara

Süt verin süt verin çocuklaraAlarak nar incir gibi yemişlerdenHIZIRLA KIRK SAATŞit evi sığmağı zeytinlerdenMeryem'in dayanağı hurmadanTükenin var olun varlığıyla VarlığınKi göreceksiniz kesin kesinYüzünüzü nereye çevirirseniz çevirinO'dur var olan var edenBiçim veren değiştirenDağıtan toplayanHiç olmamışa çevirenBir çırpıda gelipGeçmişe döndüren zamanıSesi seslendiren yeri yerlendirenSonra açıp yeli yürüyen bir kabir gibiİçine yeri yerleştiren gömenBir kan pıhtısından menidenBir insan türetenSonra onu büyütenSözüne kulak yapan ağız yapanİşine onda bir yetenek özü mayalandıranİnanış veren sabır verenKur7 an'a da şeytana daEş yapan yoldaş yapan sırasındaBir örtü gibi birden açan dünyayıSonra birden toplayan ortalığı 296En büyük kolleksiyon sahibiKafataslarından kemiklerdenGüneşten aydan yıldızlardanCennet ve cehennemlerinKaybolduğu doğduğu girdabındanHer çağ bir başka sesDuyulan mızrabındanDoğmamış ve ölmeyenGelmemiş ve gitmeyenTAHA'NIN KİTABI(1967-1968)(Altıncı Sağnak: insan sağnağı. İnsandainsanlığın yeşerip solması ve yeniden dirilişi.) TAHA'NIN KİTABİ BİRİNCİ BOLUM

DEĞİŞİM

Taha'nm bir kavis görmesiTaha dağın ucundaBir kavis gördüDönen bir göz yayıydı bu

Page 114: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kirpiklerden ve güneştenDünyanın sularda kırılmasındanDoğma bir yaz yayıydı buTaha'daki değişme böyle olduEmdi emdi de Dicle'yiBir çocuk nasıl emerse annedeki memeyiBütün bunlar iyi dediBir güz başlangıcı da olsa iyi 300GÜN DOĞMADAN Bir atın savaşa akışında mı olur böyle bir eğri Yoksa bir mimarın boğulurken gördüğü son kent çizgisi mi Bir kundak kıvrımı mı Belki de gözün ileriye fırlattığı Yakınlaştınlmış geometrik bir anı Soyut bir yahudi tapmağı

Taha'nın kavis üzerine sayıklaması

Bir yağmur yağmış O yağmura karışmış Zülküfül'ün elleri Ve bir Mesnevi bebeği Ehram gölgesine bir yağmur yağmış Toprak ağarmış bir Tevrat gibi Sonra dört bir yanı Hızır'ın suları sarmış kuşatmış Çok eleğimsağmalar görmüş bu evren köpeği Sonra gün açmış İşte olsa olsa bu kavis O eleğimsağmalardan kalmış

Ben sünnet olurken Göstermişti kirvelerim Horozlarla birlik havadan geçen Böyle bir eleğimsağma yayı

Bugüne dek Beni hiçbir yay hiçbir ok değiştirmediYüreğimle karşılaşıncaBütün kılıçlar kırıldıBir saman çöpü gibiGözümün önüne gelenTAHA'NIN KİTABIBu kavisNeden değiştirdi beniNeden döndürdü beni çevresindeNeden öldürdü beni

Eleğimsağma şiiri

Bu eleğimsağma bu bahar öğlesiBizden bir çıkma bir dipnotuGüneşe ve evrene

Bu bizeBabil yokuşlarınınEbabil kuşlarının armağanı

Bir çeşmedir

Page 115: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kan veripSüt aldığımız

GecemizdirSaatlarıVirajlardaAk tutan

Hurmamız ve serabımızdırAyla birlik bölünenYüreklerimizde

ŞiirimizinEn gizli aruzudurKöpüksüzKalbimizdir GÜN DOĞMADAN

Imzamızdır Kalbimize Atılan

Son ikindilerde Çağlayan Beyimizdir

(Oh gentleman the last afternoon gentleman)

Sonumuzdur

Kim ki geçer altından Oğlansa kız olur kızsa oğlan

Oğlaktır kuzudur çinidir Atların yüreğinde çınlayan Bir çıngıraktır bu

Bir soytarının samanyoluna olan övgüsünü kınama

Taha bir kavis gördüOnu eleğimsağmamn parçası sandıSonra birden samanyolunu anımsadıSamanyolunu öğenBir okul şölenindeBir soytarıyı anımsadıAldı soytarıların en soytarısı:TAHA'NIN KİTABI303Plan gerek planGöğe bir plan gerekMermerlerin planı

Şeytan gerek şeytanGöğe bir şeytan gerekMermerlerin şeytanı

Bu ses sirkedendirBağdan değil sirkedendir

Page 116: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Çan içindeki sirkeden

Çan içindeki sirkedenGöğe bir insan ağdıGöğe bir keman ağdı

Aldı soytarıların en soytarısı:

Saman çalan hırsızlarAteş çalanlar kıvılcım aşıranlarYıldızlardan gümüş kırpanlarAym nurunu üleştirenlerKaçmışlar döke döke kaçırdıklarını

Şimdi büyüdük masal sona erdiSona erdi güneş hikâyeleriBilmem neyin nesidir Samanyolu dedikleriBilmem neyin nesi

Salonun ötesinden bir yankı cevap verdi:Sen samanyolunu öğdüm sanıyorsun aslında samanı öğüyorsun 304Ay burçlarında gezeyim derken gecenin sarnıcına düşüyorsunKadehleri içip şarabı kırıyorsunDoğuştan askersin savaşı kınıyorsunBir karınca kadar sabrın yok velilik taslıyorsunDuvar mısın sur musunKöprü müsün han mısın yıkılıyorsunRolün sembolleri biziz ama aktörlüğünü sen yapıyorsunBiz eser verdik sen tuluat yapıyorsun Samanyolu destanı

Bir keçi bir Samanyolu'na bakarsa ondan bir İncil doğmazİncil'i daha iyi anlar Samanyolu'na bakarsa bir çobanGüldür çiğ gibi yağan samanyollarmdanUyanır uyanmaz güneşe saldıran doğu çocuklarınaGüzün badem kıra kıra erişir kadınlar onaGeceleri vurur bir zikir gibi kimi toprak mezarlaraSu gibi yansıtır ağıtları aya ve bakıraGökte akan tunçtan bir Dicle'dir amaIşık salmaz kavunlara umut vermez kan kırmızı karpuzlaraGeceleri Kur'an'ı indirir arılara karıncalaraGündüzleri bir yakıdır zeytinlere incirlere narlaraBir verimdir annelerin süt bağlarınaSerpilen bir toz göz yaralarına göğde pınarlarınaKışın kardır çamlara yazın rüzgâr çınarlaraEvrensel bir kuşak yükselen ezanlaraAralarında sürekli bir alışveriş dağla mezmurlaEn uzun papirüs tevratlaraBir dondurma serinliği erken gelmiş bir sabah ışıyışıTAHA'NIN KİTABI 305Alnı yeni zamanların gelecek çağların mimarlarınca zorlananlaraSus sus dinlen dinlen ey çan uyumun yok samanyollarmaCadde sokak ev bütün kent uygun kurulmamışsa samanyollannaMutluluk ne mümkün o kentin insanlarınaZafer takıdır kurulmuş geceden geceye

Page 117: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Babil'den Mısır'dan Kudüs'ten Mekke'den yükselenGökyüzünde bir mıknatıs gibi dönenMeryem'in yalvarışından İsa'nın neşesindenZekeriya'ya yaklaşan bir testere titreyişindenYahya'nın başını bir yemiş gibi getirenElma koparan bir el gibi kıvrılmış altın tepsidenGökyüzünde bir mıknatıs gibi dönenKazılmış bir mezar gibi düz ve evlekBir serpinti düğün sonu çiçeklerindenBir sergi kaynak suyundan ay kepeğinden ve sülüklerdenYarısı ashab-ı yeminden yarısı ashab-ı şimaldenVe düğümler düğümler kahve döğen dibeklerdenVe bir eyer çıkmış çerkez kızlarının ellerindenGökyüzünde ve içimizde bir mıknatıs gibi dönen

GÜN DOGMADANİKİNCİ BOLUM SAVAŞ

Taha'nın bir kavis görmesi

Kavis görmek Taha'nın gözünde gelenekleşti miBu içten mi gelmekte dıştan mı saldırdıBiçimlerde başlayan yeni bir değişim miGün mü doğdu kendiliğinden ağaran tepeler miAğaçlar mı çınlıyor yeni bir ağustos böceği miBütün olup bitenler bir yaz düşü mü bir gerçek miBu yaz gökyüzünden boşanan hep ipek miGüneş de yanıp duran kızgın bir petek miYıldızlar bal arıları ay bir arı beyiSamanyolu narlara yönelmiş güz narlarma oğul demek miTAHA'NIN KİTABI307Kavis görmek Taha'nın gözünde yeni bir gelenek miYoksa bu yaz güneş yanıp duran bir kelebek miKalbimiz ezilen bir çiçek mi bir böcek miYoksa yeni gök giysileri örülen yepyeni bir ipek miBüyük kan dolaşımında bir bozukluk muKüçük kan dolaşımında kırılan bir zemberek miKış mı karakış mı kan karıncalanması mı karındaYeni bir çocuk mu İstanbul sularındaBir boğa böğürtüsü mü horozlardaNe çok kıravat asılı kasaplardaBütün bunlar yokmuş gibi hesaptaKavis görmek Taha'nın gözünde sürecek mi

Getir bir esinti ey yel peygamberlerdenKentlere doğru altın gibi akan çöllerdenHurma gölgesinde su düşleri görenKarnında kent taşıyan develerdenBen bir deve gördüm Basra'yı köpük köpük saçıyordu ağzındanBir deve de Bağdat'ı lokma lokma yutanBir hörgücünde Şam bir hörgücünde kızıl bir akşamKudüs'ü Mekke'ye taşıyacak bir deve bulsamDicle'de suvarsam onu Fırat'ta yıkasamKızılırmak toprağından kına sürsem saçlarınaSakarya'yı zincir gibi şıkırdatsamBardak bardak sunsam Porsuk'u kevser gibiRefref gibi uçuracak zemzem sunsam

Page 118: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Taha'nın yarasalarla savaşı

Birdenbire çöktü yeni harç yapılacakKaynayan bir kireç gibi bir akşam 308Bir hava baskını varmışcasınaSığınak diye evlere kaçışü bütün bir insanlık buram buramYarasalar kurtlar gibi çıktıKüflü bir peyniri andıran gecedenBiri sesiyle bir caddeyi süpürerek konuştuBirinin sesi bacalarda yüksek bacalarda tutuştuNasıl anlatsam ben size bu sesi bu sesin fısıltı değeriniBirinin sesi sanki atlardan örülen bir kemerdiBirinin sesi çılgın atlara vurulmuş bir eyerdiBirinin sesi kubbe kurşunlarından ağırBirinin sesi lağımlar birliği gibi akıyorduBirinin sesi bütün aynaları paslandırıyorduBirinin sesi balık balık balıkBirinin sesi tenha birinin sesi kalabalıkSesleriyle görüyorlardı bütün işleriniSeslerini geriyorlardı evrene erişen telleriniBu gece yarasalar baskın yapacaktı kenteTaha farkına vardı birdenbireNe yapsaydı kavisin bir oyunu muydu buSeslense sesini yarasa sesleri bastırıyorduİkindi yoktu ki suları çağırsınKuşluk yoktu ki kuşları çağırsınNe sabah ne öğle ne güneşGece cinsinden bir dert bu köpürmezKalbini sararak Kur"an muşambalarınaBütün benliğini verdi yarasa duvarınaSonra birden hatırladı çocukluğunda öğrendiği o uranyum kelimeleriniEski bir handaYarasa lûgatındaBir yarasa diyordu ki

TAHA'NIN KİTABI309Kan kazan bir karabasanım benBir yarasa diyordu kiÇağlarda çağlayan bir cavlan bir çağlayanımÇalı çırpı çadır çıkın bir çavdar uygarlığıyım benBir yarasa diyordu kiRaslantılı rakamlardan bir rahibin rabbıyım

Taha'nm yarasalara birinci hücumu

Az çok anlamıştı Taha yarasaların ağzınıHıncını özlemini mimarisini kabir tomarınıTekniğini bilmiyordu belki bilmiyordu savaş imkânınıAma biliyordu baskın niyetleriniBir kavisten arta kalan kâbusBir kâbustan arta kalan bir kavisti buBir tavus kavisiydi buGelmiş yerleşmiş ülkeyeÇocuk bezlerine sinmiş bir kızamık yaprağı

Page 119: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Nasıl çıkaracaktı özü boşaltılmışÇınlayışını yitirmiş ama kuşatıcılığmı arttırmış bir sesiÖlüm de öyle değil miİçi boş ama kıyısıyla doğrayan bir çerçeveHa ölüm geometrisi ha yarasa sesiSonra sessizce sıcak yatakların dürülmesiSonra bir sonsuz toprağın küçük bir bucağındaBir bozbulanıklık ufak bir su akıtma denemesiKıyamete kadar sürenBir mezar boyu bir deprem arşıDurmamacasına bir kilit sınamasıPancur açmak kapamak o öğleye

310Nerdesin yarasa etkisinden Kurtaran kesin belge Nerdesin zeytin uygarlığı Durmadan içinde çıban yıkanan Zülküfül ırmağı Kurtuluşu yok bir çıban Gelir yakalar insanı insan çıkarken çocukluktan Bir çıban ki doğu demek yel demek Bir çıban ki annelerin bir işi de bu demek Bir çıban ki ilk aşkla birlikte gelir gider Bir çıban ki ilk aşk gibi yer eder Aşkın göğdeye vurmuş gölgesi sanki Sanki kiraz sanki nar lekesinin bereketi Evlerden çıkıp ona saldırdılar Onu bir ölüm muştucusu sandılar Bacaların üstüne tünemişti yarasalar Güçlü bir zafere yaklaşmıştılarTaha bu ilk tepkide ilk hücumdaYarasaya kör olanBir linçten zor kurtardı kendisini Doktorun karşısında

Doktor bir kavisim var bir kavisimGeçen günden beri bir kavisim varOndan bir akıntı mıdır yarasalarBir kavis önünde linç mi demek kurtarılacak bir kent kiYeşil bir toprak selâmetiBir kabrin bir cihanlık cömertliği cesaretiKitaplardan kitaplaraAtılarak erişilmiş bir saygı saatiBir kırağı yaprağında son direniş çiçekleriTAHA'NIN KİTABIÖlen bir hıristiyanda bir yahudi zambak sesiÇarşıların boşluğunda ben bir eski çeşme yasıAffedersiniz doktor siz süryani misiniz(Hayır ben süryani değilim ama arkadaşım süryani)

Ben çok İncil gördüm çıkmamış boyalarıBiraz daha gerilmiş yazıldığı ceylan derisiAma silinmiş ölüme karşı dayatanLaza^ı ayağa kaldıran muştu demesiBütün defneleri kırdık bir güveç neşesiFırınlar açıldı narlar kuruduKuyu deştik sular çekildiDoğ ey kuyruk yıldızı Ülker kümesiBilirim en çorak toprağın bile var bir kehânetiBir kerameti

Page 120: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir gelecek zaman ticaretiDemet demet muştulanDemet demet nimetleriDoktor siz süryani misinizYani eski bir süryani(Hayır ben süryani değilim ama arkadaşım süryani)

Bilirim bilirim İncil'den yola çıktınızAma yolu çabuk şaşırdınızİncil'den kendinize bir şeyler katacağınızaKendinizden İncil'e çok şeyler kattınızSevdiniz öyle sevdiniz ki sevdiğinizi tutup mermere işledinizAma sonra tutup mermere taptınızMermeri kadeh kadehBir alacakaranlık gibi içtinizSonra kustunuz mermeri Çağlarca kustunuz mermeri Ey mermer kusan ırk Ey oruçsuz tiyatro Acıkmış iftarsız acıkmışlar Güneşten başka ne bulmuşsa yemiş olanlar Doğuya hücum demek doğuya hücum var İşte size bir kent ki Yanlış yanan bir linç ampulünden Size eşsiz bir şölen var Kemiklerimin ışıklarından İyi sanat doğrusu misyonerlik Doktorluk gibi doktor (Hayır ben süryani değilim ama bir arkadaşım var)

Siz Çin diyorsunuz anlıyorum Bir pirinç hastalığı falan Geçiyorsunuz da bengisulardan Bir Hızır hızarından Bir tabut pınarından Gözümün hastalığından Nasıl ki Meryem de bir çocuk sezmişti Cebrail sularından Nasıl ki yeşil sancaklar inmişti bir gün Diyarbekir surlarından Kurtarıyordunuz beni Bana bir gemi gibi yaklaşan Üsküdar akşamlarından Fatih Camii gibi aydınlıktınız Bir fakir ölüsü kadar sessiz ve sadeSağımda kırgın solumda çılgınÖnümde Yakup Yusuf ve İshak'tınızArkada kaynak suları kadar berraktınızDün akşam üzeri güneşi siz hatırdınızTAHA'NIN KİTABI313Başkası değil doktor güneşi siz hatırdınızAma inandım ki doktorsunuz değilsiniz süryaniDoktorsunuz doktordan başka bir şey değilsiniz yani

Taha'nın yarasalara ikinci hücumu

Eline yas çubukları alarakGöze göz dişe diş yaprak yaprakHavada kollarını bıçak gibi açarakTaha yürüdü yarasaların üstüneBiliyordu kentten kendine bir fayda yoktu

Page 121: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kent savaşçı değil belki bir savaştıİçki değilİçki sofrasında kırılan bir bardaktıGöze göz dişe diş yaprak yaprakGöğe gerili yarasa tellerini kırarakBir ırmak kıyısının öğle sıcağının güneşiniO güneşin anısını yardıma çağırarakKalbe uyum yapan marşlar mırıldanarakLâleli çiçeklerini kar içinde bırakarakTaha o gece savaşını bütünledi

Aldı soytarıların en soytarısı ve dedi:

Uyumak gerek uyumakKirpiklerin kıyısındaKımıldanmaksızın durmak

Arabistan ArabistanÖrtüler örtüler örtülerGöç etmeli buradan

Güvercinlere aldanan Zeytinlere özenen Bir adam ve eski meydan

Ödevimiz tutsak olmak Hazır olun kardeşlerim Yollar geceye çıkacak

Bu mermer ki şaraptır Sütun sütun bardaklara Doldurun için sevaptır

Yeni çağ ve yeni zaman Geldi ve geçiyor aman Kurtulur ona yapışan Kurtulur ona yapışan Kurtulur yeniye koşan

Duvarın ötesinden bir yankı cevap verdi:

Bir yer var orada ipekten sedirler Orada inci gibi çocuklar Orada öbür tarafından eşyayı gösteren kızlar İnsanlar uzanmış sonsuzluğa bakar Altından ırmaklar akar Orada yetmiş iki vakit var Fakat her vakit de bahar bahar bahar Bir mevsim geldi mi öbür mevsim gitmeyecektir Bir mevsimde dört mevsim birden devşirilecektir Gökgürültüsü en uysal uşak bir doğum eğlencesi Şimşek evrensel sigaraları yakmağa mahsus çakmak Yıldırımlarda yıkanırlardıTAHA'NIN KİTABI315Çamaşırlar eskiseydi solsaydıBir gün bir tabutla birlik çık Edirnekapı'danO yerin kokusunu alırsın taşlardan topraklardanEzip büzerek Üsküdar sokaklarınıTadarsan yudum yudum

Page 122: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Karacaahmet sularınıBir anda gidip geldiğin o yer olacaktırHer yönden sana haber gelecektirArtık dağ taş Cebrail'dirDaha doğrusu Sûr İsrafil'dir

Doktorun karşısında

Ben çocukluğumda çok cebir okudum doktorCebire çevirdim boyuna bilgileriBir ara yok olmuştu geometriEnlemler endi boylamlar boyduDağlar yükseklik ırmaklar çizgiÜlkeler ya üçgen ya dörtgen ya yamukSonra a b c ... nSonra 1 2 3 ... sonsuzCoğrafya da böylece cebre giderdiTarih zaten cebirdiFelsefe (0), din (1) diSonra aradım cebirin cebiriniCebirin cebiri de elbet bir cebirdiEkmeği cebir diliyle istedim de vermedilerSuyu rakama çevirdim içirmedilerYalnız kan kaçıyordu elimden Bir türlü kanı soyuta çeviremedim benBakmayın gözlerimin içineGözlerim cebirden bir depremTa arkamdan gelen o sesi duyana kadarHey Taha dur sınırı geçiyorsunBir taş var orada nereye gidiyorsunBelki de konuşan bir akşam ışığıydıGüneşten gözüme gelen bir göç kırışığıydıGüneşse Kapalıçarşı'da batmıştı Kapalıçarşı'da batmıştıSahaflar yanmıştı bütün kitaplar ıslanmıştıÇınar ve mermer kuru şadırvan ve güvercinYanmıştı için içinÇökmüştü ufkumuza bir ateş keskin keskinVe bulmuştu yepyeni bir cebir yarasalarArtık batı yok eden sayılarArtık doğu tükenen rakamlarFakat bir gün gelecekÇağırmasını bilirsen gelecektirDoğu'yu Batı'yi bilen gelecekKendi cebirine çeviren gelecektirTAHA'NIN KİTABI317 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

DİPNOTU

Evin ölümü

Genç çağrıyı denediler orda çocuk vardıKitaptan çağırıyordu sebepsizdi sebepsizdilerKasabada tellâl çağırttılar tellâl çağırttılarEvin petrol lâmbasını şekerle söndürdüler çiçekle söndürdüler

Batının fısıltısı içlerindeydiOğul önce gitmişti onlar da gidecekti

Page 123: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Mimar batıdaydı ev oraya gidecektiBir Nuh olsa önleyecekti belkiSular ama ta dağlara vurmuştu 318GUN DOGMADANAldattı bir muştu onlarıÇöktü kış erzakı gibi biriktirilen sabırlarıBir çağrı vardı ortalıkta ayağa kaldıran yatırlarıKurudu birden doğu kaynaklanKaynadı birden batıda anne karnının sularıKışın bakışıydı çağıranEv yerleşmedi yeni yerineAlışamadı kulak kuşkulu semt seslerineGöz toprağı arıyordu toprak yoktuBir rum kınaması balıkların dudaklarındaVe anne düştü ilkinAnne indi demireBir ağıt var çamaşır ipinde bileArtık kurşundan gölgeler baba ve kardeşlerDurup suçluyorlar birbirleriniilerlerken lanetliyor her biri kendisiniÖldü anne ve mutfaklar kilitlendiKilerler boşaltıldı farelerceAnne gitti ve evler döndü yazlık otellereAnne gitti ve sular buruştu testilerdeArtık çamaşırlar yıkansa da hep kirlidirHerkes salonda toplansa da kimse evde değildirBir vakitler anne açarken kapıyıŞimdi kimse yok kapayacak kapıyıAnne gitti ve açıklandı kiYarasalar da incir buğusu gibi bir şeydiBir bakıyorsun güneş gök saçıyor başak başak nimetleriYerden fışkırıyor kaynak kaynak su buğday demetleriBir bakıyorsun güneş gök saçıyor ateşYer fıkırdıyor lâvla depremle kaynıyor her şeyYenildim diyorsun at yıkıldı atın kitabı solduTAHA'NIN KİTABI319İçinde o ceylan derisi o meşhur heybe kaybolduNerede doğar doğmaz âyetle karşılanan çocukİncileriyle sedefleriyle deniz altında kalan o kitabın haberiKarartma yapılan gecelerde ayışığmın değeriKum pusatları vecd erinin kuşkusuz secde yiğitlerinin altında çöken develerin sayıklamalarıHurma ağaçlarının kabuklarından yapılanSert liflerin vücutlarda savaşa hazırladığıÖlümü aşkın aydınlıkların bardağıAnneler ki içmiştir o bardaktan kireçsiz bengisularıÇocuklara miras bıraktıklarıSamanyolu gökkuşağı eleğimsağma ebemkuşağıYeni açılmış bir dergi tazeliğinde bir kıyı sabahıYenildim diyorsun peki nedir bu pastane bu kafeterya konuşmalarıKarlı dağ özlemleri Hızır çamaşırlarıSefer I. notları. Küçük kritikler. Yeni bir öykü dünyasıBir idam mahkûmunu andıran grev gözcülerindeDevşirilen gelecek zamanın bir çağrı dosyalarıHey Taha dur sınırı geçiyorsunBir taş var orada nereye gidiyorsun

Page 124: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir on yıl daha geçti siz adanmıştınızSıyrılmış kılıçlara değil irinli akşamlaraAnneler ölümü reddededursun toprağın arabistanmdaEvde tuz denizi sızdırsınKendi benliğini kıra kıraKonuklar o konuklar neden evimizi doldurdularHep gün doğarken. Hep belli belirsiz dolmuşlarUykudan yeni kalkmış göz oğuşturan şoförleriyleDalarken yeni bir av duygusuyla GÜN DOĞMADAN Dünkü kentin mirası loş bir umutla Mutsuz soluksuz o kentin en iç sokaklarına Hey Taha dur nereye gidiyorsun Bir taş var orada sınırı geçiyorsun

Sonra kardeş düştü tutsak düştü Kan ter içinde satıcılar öçleri yok Bir set çekmek için kumsalda İnsanlıkla kendi aralarında Beton atıyorlar taş biriktiriyorlar Duvarlar çetin pencereler yüksek Gittikçe kapanıyoruz içimize Duvarlar duvarlar duvarlar Duvarlarla çevrilerek Sonra baba düştü en sonra bir sonbaharda Bozgunun acı bir sürgün verdi babada Bozgun Ay yıkılıyor laboratuvar laboratuvar Bildiri küf bağlayan anıtlar Kentte kavrulmuş turistler dolaşıyorlar Çekirge aşkları karyolada kunduralar Yağmur bile bir kumar gibi iniyor üstümüze Şimşek işliyor gece ve gündüz göğdemize Yeni bir kitabın çıbanındanYükseliyor yeni bir kan çağıltısı içimizdeGömü çiçekleri döğmeleri derimizdeÖlsek bir döğünen mi var arkamızda önümüzdeHey Taha dur sınırı geçiyorsunBir taş var orada nereye gidiyorsunTAHA'NIN KİTABI321 Sefer 2. notları

Öldü götürdük bir gelin gibiSöndü odayı boşalttıkGitti kırlar aydınlandıBoyuna ev yeniledikÇareyi eskimiş yapraklarında aradıkKiralık ev koğuklarındaki kitaplarmSuhrabat'tan Çevirgel'e Çevirgel'den Mevlüt'lereYokladık deniz diplerini ayın ters yüzünü güneşin çekirdeğini döndüre döndüreÖldü başka kadınlar yıkadıSöndü yas tuttu semtin bütün kızlarıGitti bir toyluk bir çıraklık kapladı çarşılarıHer günkü aydınlık aradı durdu camileriÇeşmeler abdestlerde bir azlık duydu ikindileriÇekildi doğum sancısının vurduğu yerTükendi ilerlediğimiz saatlerSustu çağıltılarımızın minare şelâleleriKavis yarasa doktor sefer 2. notları

Page 125: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

İşte yalnız budur kalan ortada bunlar

Kontrpuvan

Bu bir kitap değil evlilik kuruntularıKokteylin yerini alan şiir yıkıntılarıSiz neyi eleştiriyorsunuz Doğu'yu mu Batı'yı mıBiz dünyanın üşümüşleri Sibirya'larıHayâlleri taş kırar gibi kıranlarAnlamları omuzlayıp meydanlarda bağıranlar Kıral tokatlayanlar kafalarıyla tank ezenBir kıyamet gibi başkaldıranlarBir mahşer gibi saldıranlarÇocukluğumuzda menekşelere dokunmuştukBugün için dokunmuştukÖlüm ki en çok o menekşelerden korkarDokunduğumuz o menekşelerdeBizi ölüme yaklaştırıp uzaklaştıran bir Araf varDağlarda yıkandı çalılarda kuruduGüneşte arındı bizim giydiğimiz çamaşırlarBiz sürekli oğuluz anne gider mi bizdenKöpük değiliz özüz biz baba bizdeBen şu duvarın kardeşiyimŞu duvar da benim kardeşimŞu şair şu öykücü şu çay ısıtan kadınBir ırmağa özlem çeken genç kızlarHepsi benim kurtuluş kardeşlerimBilirim yürekleri eski kentler gibi zenginGüneş ısıtamamış başlarınıDünya yaratıldı yaratılalıAy ısıtamamış onlarıİbrahim'le aydınlanmışlarLût'la çile tozuna batmışlarMusa'yla yolculuk aşından tatmışlarİsa'yla gök sofrasından utanmışlarDerken yüz yıllar geçmişÇölün sesi yükselmişKumun şarabı yemişlenmişSemaver yanında kadın nasıl aydmlanmışsaGök yeni bir kitabın ayışığında çağıltısındaÖyle yeşil öyle al öyle bir sancılı öyle sevinç coşkunu] hızların saçları gibi salgınTAHA'NIN KİTABI323İşte o vakit o peygamberinKanadı sığamış göğüsleriniAlınlarını aydınlatmış bir ak secdeYolculuklarını kanatmış bir seccadeGönüllerin kanıyla kanatmışBakmışlar ölüm çok eski oldukça eski bir ölüm gibiArtık anne yeni bir anne getirme dileğiBaba yeni bir baba örmenin örnek heykeli 324

DÖRDÜNCÜ BOLUM

ARAYIŞLARGeçmiş zaman

Page 126: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kaplumbağa böğürtlen üzüm ve bağbozumlarıAkan suda orucun aydınlığı ve iftarHer sahurda davul davul Samanyolu'na bakmak varDüğünlerdeki gümüş kemerler kızların taktığıŞerbetliyiz küçük ölümlere akrepten gelenKırkayaktan ve yılanlardan yükselenGün doğumunda kapımızı çalan çingenelerdenÖğrendiklerimize inanmasak da ödememiz gerekli bu bilgiyiHer sabah ileriye sürdüğümüz koyun ve keçiSüt ve çay değiştirsinler birbiriniBir ineğin üstüne çıkmış bir horoz varTAHA'NIN KİTABI325Her gece görüntüler görüntüsünden ürktükÇerçiler köy çerçileri eski hamam işleticileriGetirdiler eski derilerden gelecek vaktin haberiniBir saat değişmedi evdeVe güneşin ağaç oyuklarına vuran ışığı bahçelerdeKiraz dut ve nar değişmediYağmur değişti belki fakat kar değişmediYılbaşılarmı kutladık kar helvalarındaKendi yılbaşımızı susarak kutladık petrol lâmbasındaZeytinyağı kıtlığa en dayanıklıBitle çevrili evler döneminde

Güzde şu yaprakların belirsiz bir ateşleÇıt çıt yandığı ama ışık yerineVe ısı yerineSu ve sabır yerineBir ölüm soyulmasıÖlümün ağaçlardan ve yıldızlardanSamanyollarmdan sıyrılmasını ayrılmasını sağlayanGüller ki vaktiyle açılmışlar ve kapanmışlardı onlar yerineNarları kırarak oradanOradan bir kırmızı diş bakışıyla bakanGüzde unutulmaya çalışılan toprak siperHız kazanmış kristal camların arkasındanEl sallamak söz ve yazı yerine

Arzın merkezi gibi soğuyorum gün günBenim kalbimden başlıyor ölenlerin ölümleriBu yıl ilkin benim kalbimden başlıyor sonbaharSaatim kırıldı çakmağım sustuBaşladı güz uykuları saat farkıyla-Bu saat bizim hicret devemizdir bu saat Kav 2

Günaydın bana geri gelen şiirBana geri gelen anıtBana geri gelen kalbimBana geri gelen kalbimin ayışığıGözleriyle iyileştiren yaralarımıKalbim güneşim efendimGünaydın yüreğimin kuşluğuSürekli kuşluğuGünaydın alacakaranlıkAma nasıl alacakaranlıkBizi yataklardan koparanDağlara yaklaştıranDağlara doğru fırlatan

Page 127: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Grevlerden grevlere koşturanYanardağAlacasıyla anne karanlığıyla babaLoşluğuyla kardeş aydınlığıyla ablaKırmızı kırmızı bir karasevdaSiyah siyah bir kuş lâmbaHız kazanmış kristal camlarlaGelen ve gideniçimizde ve dışımızdaSon durak İstanbulİlk durak Ankara

Sen hoş geldin kalbim kalbimin kentiBir sürü meryem gözü ellerin efendim ellerinSenin için bütün şenliği bu kentinAskerler ki yürüyorlar senin için senin içinTAHA'NIN KİTABI327Martılar birden boşalan limanGüvercinlere kader bağlamış ısmarlamış yoksullarBu kentin insanları dönüp dönüp bakıyorlarSana bakıyorlarBir de baktık kentin üstünde yepyeni bir sabah varSabahımızın ışığı der gibi bakıyorlar

Ben gün görmemiş bir kaplanın yüreğindeki mermerZülküfül türbesinden akmış demir izi isiSen beni bakışınla bir anıta çevirdinTuttun tuttun bu kentinDünyanın ortasına diktinGözyaşlarımdan bir yemiş bir duvar yükselttinSon gömleğini o denizde o duvarda erittinKalbim ki başını almış gidiyordu tuttun yerine yerleştirdinİçinde kum kaynayan dağlanan bir sabah gibiErittin erittin kalbimi erittinİşte o vakit buldum o ışığı

Gel ekle bu yola ekle beniÇemberlitaş'm yanmaAkman'ı Emperyal Kahvesi'ni

Bileklerimi gece tutmuşYüzüm kaçmış bir karanlığaGel ekle beni aydınlığaBulanık yatağımın konuğuGel ekle beni

BıraksanAyaklarına kapansam ne var 328 GÜN DOĞMADAN Ayaklarından başlıyor umutlar mutluluklar muştular Benim için ve bütün insanlar için Aşka batmış çılgın balıkçılar gibi Muştu şarabmı Ayaklarından içmek isterim

Tövbe onulmaz tövbe geliyor geliyor üstüme Kalbimin kalbine çarpmasından Bakmasından gözlerinin gözlerime Cehennem bile artık zavallı bir şair kalbimin önünde

Page 128: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Seni zaman sayan kalbim Kalbimin aldanışı da bu kadar işte Ey kalbimi kurtaran Paslı bir morg bıçağından

Tövbe onulmaz tövbe geliyor geliyor üstüme Bir çocuk büyüyor üstün bir memede Koğdum kanın yağın gölgesini narlardan pınarlardan Şehirler şehirlere yürüyor içimde Bir adam var mağaralardan kalma muştulu belge Sen bir muştu gibi geldin indin kalbime Ve iyi ettin onu ve iyi ettin beni Artık işim yok hastalıklarla vehimlerle İntiharlarla elle başla hazırlanan ölümlerleTövbe onulmaz tövbe Zülküfül tövbesi geliyor geliyor üstümeÇarpıyor ne çarpıyor öğüt tanımaz kalbimKalbim güneşim efendimÖlmüşleri diriltiyor sesinToprağı kabartan bir iklimOlan ayaklarına kapansam ne varTAHA'NIN KİTABI329 Ayaklarından başlıyor benim için Umutlar mutluluklar muştular

Kalbim eskiden bir savaşçıydı şimdi bir köle Kime köle senin kalbine köle Cami üstlerinden alarak en gümüş ikindileri Kovalarla taşır senin yeşil harmanili Yatağına bu köle Uyanırken en arı yerleşmiş aydınlıklarda uyanasm diye Açar pencereleri tüyden hafif elleriyle Ellerinle açılmıştır kat kat perilere Gün görmüş evlerin çamaşırları gibi bu köle

Son söz

Bozulan saat onarıldı ama artık eski saat değil Susan çakmak doğruldu ama eski çakmak değil Seni ben kalbime çarptım kalbim artık eski kalb değil Erimiş menekşelerden yılmışım Bilgisiz pazıların ürküttüğü Yılanlarca akreplerce Dişlenmiş kıskançlığın arasında

Taha kapının önünde

Taha gözünü açtığında kapının önünde buldu kendiniHer yanı bir kulak olmuş bir muştu aramaktaBir horoz çizilmiş kapıya diri ama ötmesizAkan kanı kavisin sırrını aramaktaiçerde bir nehir mi var hapsedilmişKav ve kavis yıkanıyor ocaklarında 330Ölüm ateş saçan bir köpek ve bir eleğimsagmaTifo ateşidir kuduz köpeğidirKolera eleğimsagmaBir şairin müsvedde kağıtları gibi yanarBir insanlık üstüste katlanarak elinde vebanınDeğmesin bir vücuda gözleri kanserin

Page 129: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Boşanır yaz sıcağında üstünden ölümün sular serinTaha'nm her yanı bir kulak olmuş bir muştu aramadaAçılmış sanki göğsü bütünüyle bir mehtabaAy yanar narlarda veremli bir göğüs gibiTutar göğü sularda kırılan bir horoz gibiEn belirli bakış akşamın bakışlarıEvleri döndüre döndüre batıran o kışYakışmış çocuklar ve genç kızlar bahara yalnızIsınmış saçları ısınmış ısınmış ısınmışTaha'nm her yanı bir kulak olmuş bir muştu aramadaNe bahardan bir gül ne yazdan bir yemişNe kıştan imdat ne sonbahardan şadaBir ara dinlendiriyor yüreğini BeethovenDört duvardan yavaş yavaş gelenGözlerden bir çılgınlık akıyor geriye geriye doğruVan Gogh'un elleriyle kırılan bir başak mı buCermen baltalanyla Frank sopalanyla İskandinav buzullanyla geçti WagnerBir ses ki Asur kabartmalarından beterBeklenen muştunun heykeli mi kırıldı battıSona mı erdi eleğimsağmaların saltanatıAkşam akşam dar sokaklar ağzında kayboldu bir birHayallerimizin icadı putlar düşten yoğrulmuş tanrılarErgenin şeytan aldatmacalarıİnsanın ilk karşılaştığı denizlerinTAHA'NIN KİTABI331 Önünde yaktığı kireç alevlerinde hisar Her hastalık bir putun kırılması mı demek Putların toptan kırılması mı demek ölmek

Bildi seher avıdır iyileştiren bütün hastaları Bir kurban gibi sebil eden putları İçerde boşanıyor gümüşten zincirler belki Bir karaca sürüsü geçiyor bir dağdan sanki Evet kapının ta yanında Taha Bir muştu ummakta bir ses hâlâ Ham mermerden bir kar çiçeği bekler gibi Önünde yaktığı kireç alevlerinde hisar Horoz yumurtasından bir nesil sökün etsin der gibi Taha o ıssız kapının ta yanında Bir kulak kesilmiş bir muştu aramakta Ki elmasın cam kesmesi gibi Gelip geçmiş o dost bu kenti delik deşik ederek Dost kan gibi boşanmış atardamardan Bir tabut içi kadar soğuk bırakmış bizi burda Kent bir tabuttur artık çivisi insan Boşala boşala kapının önünde Taha Dönüştü yıllar yılı boşalan bir mezara Etten sıyrılan kemik gecede parlarÇürüyen kemiklerin üstüne doğan soluklarGibi ayaklanmış kavrulmuş bir mezar

Bilgi

Ne kadar da yüksek kitapların yüksek fırınıinsan beyni dışında bir besi bilmeyen tanımayan 332GÜN DOGMADANÇay içer gibi bir kristal bardakta

Page 130: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

En keskin kafataslarmı içenEy başlarını vurarak duvardan duvaraBirkaç bilgi otu toplayan koyun keçi soyu bilginBildinse gözümüzün önüneYıllanmış ağaçların güneşten kalma kavı gibi gelenBu kavisten bize de bir haber verBir tapmak üstünde uçmuş bir güvercin miKi ne rahipleri var ne Eski Yunan şimdiBağırsak kıvrımlarının ne çabuk unuttun tutkusunuGezsek seninle ayı yıldızları bir birİçimizdeki bu dert yine aynı derttirAynayı anlayayım derken kırdınBuldum diyerek çocuk gibi haykırdmKadınlardan uzaklaştık belki büyüne kapılarakAma uzaklaştık sabahtan öğleden akşamdan daKanı bilirsin bilemezsin baba bağınıÖlüyü keser biçersin ama dindiremezsin ölüden gelen sağnağıBir kaputa çeviren kasabayıBirinci Cihan Savaşı'nmAğlayan kaputlarıBir parçası nasıl ağartır saçını bir kadınınGençliği hiç bir delikanlınınVuramadığı bir kuş olan bir kadınınEski zamanlardaSaçları uzardı hamamlardaEzilmiş bakır taslarla dökülen sularlaUnutulmuş silinmez bir temizlik çamaşırlardaÖlümü insandan ayıran en keskin çizgiYine de yamalı ve alçakgönüllü o çamaşırlardaTAHA'NIN KİTABI Şiir

Evet yine de şiirdir beni arasıra dinlendiren Acıma aralıklar verdiren Ufuklardan ufuklara taşıyarak kelimeleri Ne yapılar kurdum eleğimsağma gibi İçimdeki buluttan yağıştan şimşekten ışıklardan Gizli bir yapı taşından ders okudum ben Şiirin birden kaçışını denizlerden Şiir içimizdeki zindanların mahkûmu Katil hırsız esrar üstüne esrar içen Bardağı şarapta kıran sarhoş Bir kadından öbür kadına uçan kuş İçimizden fırlayan kömür tebeşirlerde Çürüyen ayakları en düz yerde Yağmuru sızdıran kırık bir kiremit gibi Her vakit hele kış günleri İçimize uygun bir çatı değildir Öçten övgüden ölümden ve aşktan ötede Varolmanın gereği gibi ilerde Kahrolurken insan Dönerken çevresinde fareler fareler farelerSararmış bir kâğıttır şiir bileUnutulmuş bir hol lâmbası gibiYanar söner söner yanar yanar söner

Arases

Ey kapının önüne gelip de kapıyı çalmayan TahaBilgi kırık şiir yüzlek

Page 131: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

GÜN DOĞMADANKendi içinde ve dışındaDönerek dönerek dönerekKapının önüne gelip kapıyı çalmayan TahaNisanda bahar denizde iyot bulmayan TahaSevgilinin saçı ne bulunurÖlmüş kedilerin kemiklerinde

Ses

Bir şiir halinde gelenBir bilgi halinde gelenO ses olmasaKapıdan ne umar ne bekler TahaKapı ki dostun yüzünde açılırNar çatlar kapının gıcırtısıGül açar içerdeki kokuyu saçarHer vaktin kapıya bir çarpışı varKapı ki bir mezar kenti gibiToprak testilerde su satılan bir Eyyûb Sultan gibiGeçiyor Taha'nın ta yüreğindenGidip de Eyyûb Sultan'daBir ahşap evin penceresindenServiler içinde yükselenGün doğmadan öncekiKızaran alaca aydınlığa bakmakAnnedir bu gelen ufuklardanÖldükten sonra gelen anneSanki sizi tam o sırada doğurmaktaSanki tam şimdi doğmaktasınız Eyyûb Sultan'daDeniz de yeni çivitlenmiş çamaşırıTAHA'NIN KİTABI335O yarı yanık sisiyleEvin içine kadar yükselmekteSanki tam şimdi TahaBir kere daha doğmaktaYeniden bir kere daha doğmaktaEyyûb Sultan'da Eyyûb Sultan'da GÜN DOĞMADAN BEŞİNCİ BÖLÜM

TAHA SABIR KENTİNDE

Taha'nm dışında olup bitenler

Güneş geç kalmış gibi fırlar dağlardan sabahlarıKüçük kasabalardaErken açılan çarşılardaİlk çay gerçek çay sonra onun zamana bulanmışıNe ölüm karışmış ne iş saatiİlk çayda bir İsa masumluğu gizliOdun yükleri koyunlar keçiler ve ilk pazarlıklarErkeklerin kaynaşması kadınlardan erken başlarKadınlarsa gündüzden dönük ta geceyeİçte saklanan fısıltılar yemeğe karışırYemek bir ip gerilir geceler ülküsüne

Page 132: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

TAHA'NIN KİTABI 337 Geceler ülkesine yol alır otomobiller Kâhinler gibi oturmuş içine şoförler Ne şakacı kâhin şu makine rahipleri Büyük şehirlerden getirmişler tozlarını Büyük uygarlıklar biberini Bürolar keskin keskin geometri kokar Evler deniz dibi yosunlarıyla yumuşak Ve çocuk okuldan eve dönüyor koşarak Sonbaharı içiyor sarhoşlar bir bahçe kıyısında Al yosunlarda Göğü bir şişe gibi kırarak Bir şarap şişesi gibi Ve bir ordu yürüyor durmadan Durarak Sancağı gösteriyor bir kumandan En yüksek kayalardan Krateri bir kartal biçiminde donmuş Yağmur savuran dağlara doğru Haykırarak Yazları kızlar soğutuyorlar bir karpuz gibi su kıyısında Dokunan bir ipek gibi savuruyorlar Sonra bahar bahar bahar Bir kentte ihtilâl Bir kentte grev Bir ülkede savaş varÇiftler geçiyorlar ağaç altlarından kolkolaBir yolda ki taşlan eski menekşelerden kalmaBen bir bardağın arkasına saklanarak uzatıyorum sanaSen bardağın içinden uzanarakBu demeti alsanaBen bu park ırmağının asma köprüsünden 338GUN DOGMADANBirden geçiyorumSen ırmakta benim hayalimi kovalasanaVe hepsinin üstünde ölüm altında ölümKış var yatır gibiKışla örtülü bir yatır gibiKışlalarBoş kışlalarYukarıya yükselsek ölüme yükseliyoruzAşağı insek ölüme değiyoruz Koro

Bütün bir yaz içimde çınlayıp durdu TahaSonra bir kış tozu gibi kayboldu TahaYüzlerce çağ geçmiş gibi aradanTaha benden ırak kaldı ben Taha'danRüzgârı alıştırdım bir kitabaDenizi kullandım bir bıçak gibi yaradaDağlara yalvardım uykumun arasındaBaktım hıristiyanlar ceviz dalı koymuşlarDizlerinin altına kiliselerde ve bahardaÇocukluk mu kırılan sokaklarda kırmızı yumurtalardaGeç ey hıristiyanlık bir çocukluk gibi geçTaşımda toprağımda saçlarını bırakmaBomboş kalmış eski kışlaları dolandımSokaklarda limanlarda gölgeden seçerek Taha'yi aradımAy korosu

Page 133: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yoğurt bal ve ayKarıştırıp yeyin bu yemeğiTAHA'NIN KİTABI339 Yoğurt bal ve ay Şairler aşıklar kâhinler Karıştırıp yeyin bu yemeği Bu Taha'yı bulma yemeği

Bütün dertlerin ağrıyan gözlerin Boyuna patlayış duyan kulakların iyi edicisi ve tek iyi edicisi Yoğurt bal ve ay Gece pazısı ay bileği Ve biraz da kırmızı zeytin biberi

Yeni bir çağın önüne Yeni bir kitabı koyuyorum Bir sayfada Kur'an'a Bir sayfada Kabe'ye açılıyorsun Bir sayfada dönen hacıları kutluyorsun Bir sayfada at sağnağı Bir sayfada aşı saati kıyamet beneği Bir sayfada bir kenti güçlendiren o kişi O üçüncü kişi Bir sayfada tuza dönüşen Lût kavmi

Ben ayın mimarlarıyla Konakladım havuz başında Gün devriliyordu balta inen çam Ölümün ısındı suyu Yoğurt bal ve ay pınarında

Kaçış ve dönüş

Taha dağın ucunda bir kavis gördü

Şehre indi ama şehri ölü bulduYarasaların soluğundan tütsülenmişÜstünden bin kış ve bin sonbahar geçmişDoktor bütün hastalıkların mayasıBütün bir yaz çınlayıp durdu TahaSonra bir kış tozu gibi kayboldu TahaKavgaya tutuşan çocuklar gibiDidik didik etti tozlarda kendiniÖrtü yapabilir miydi dağda yapraklardanKitap okuyabilir miydiKendi sesinden başka ses duymamış sulardanDağın tepesinde açar mıydı bir sofra kadim melekUzakta bir ışıltı mı var Meryem miGebeliğini sezen hurmaların meydan şenliği miKerpiç evler arasında yürürken Tahaİsa'yı düşünüyordu bir kez dahaAteşe söz geçiren neydiibrahim'in etinde kemiğindeŞehir bir kere daha cehennem bir kere daha cehennemYanar mıyım ona yaklaşmayı denesem

Page 134: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Taha'nın ateş üstünde konuşması

Su için köleler çeşmeler eskimedenSu taşa yapışmadan su taşaGün vurmuş kızların testilerindenGeçiyorum sessiz bir ikindi gibi benSaatlerinde kırılmaz bir miraç yeşeren

Dört mevsim geçmiş beşinci mevsimdeyimAteşteyim bir ateş mevsimindeyimTAHA'NIN KİTABI341Bir kitap gibi savruluyorumAteş üstüne çıkıp orda ders görenKitap okuyan mermerdenGelecekler var arıların çiçeğinden

Ben bir ateş kurbanı o toprak içinDünyanın dağlarında eriyen eriyenBir ses yeni bir kıyamettenGizli doğurulan çocuktan bir sesim benYalnız bir depremle bölünen Afrodit'ten bir sesim benKüçük bir işaret aşiret işareti annemin cennetindenParti ne partisi ben oyumu öldükten sonra kullanırımElimi çıkararak bakırlaşmış kabrimdenElimdeki kâğıtlarda bir dünya var ışıyanBir dünya sönenAh ardıçların sevinci semaverde bir deniz ihtiyar yanaklı çocuklarDimdik akan düşen bir arı beyi levhası yağmur göğün kraterindenMavi kara bir ter akıyor borsanın ve insanın biberi kraterdenBir ateş Nemrud'un buzu Firavun dondurmasıBen yeşil bir yağmur gördüm uçuşan gözleri vardı Zülküfül'denKorkulara karşı acı afat suyu içtimŞerbetlendim yılana akrebe karşıBaharda aşı işareti alnıma kırmızı toprak tazesindenAşure yedim muharrem ayındaiçmedim kana kana su Kerbelâ günlerindeBen yeşil bir yağmur gördümAnnemin kova kova taşıdığı çeşmelerden 342Çamaşır yıkadığı en çok gülleri suladığıAskerlerin ardından serptiğiSavaş günleri bizi bırakıp gidenBabamın tutuklandığı günlerdeEvin temeline harçla karılarak dökülenBen bir yeşil yağmurdaPas tutmaz bir kurban sabahındaUzaklardan geçen bir treni anımsarımBir yaz gecesiDoğudan batıdan çıkıp havada birleşenLeylâ Mecnun ateşi gök ve yer çakmağı kabul edilenBen o yağmurların eleğimsağmalarmdanKudret yemişim gözyaşı kullanmışımKabir açmışım kitap ezmişim Ateş üstünde ikinci konuşma - alkol

Page 135: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kitap yak ki çok kitap okuyayım bu kitabıO kitapların ışığında okuyayım bu kitabıAlkol uygarlığında göz sağlam değilÇok yüz erimiş ah alkol yapraklarındaÇok yüz yapışmış alkol duvarlarında alkol duvarlarına

Gündüzsüzdür alkol, gecesi yarı ışıklıAy kırık çürümüş güneşliÖlü yıkayıcısı horoz gibiTen tünemişken mezar taşlarına

Saat bir doğu çıbanıdır koldaBahar bile ihtiyar bir çocuktur alkolda TAHA'NIN KİTABI Kırılan buz diş minesi karıncalardaSert ayaklarıyla kaldırımlardan geçen

Alkol hiç kullanmadığım sonbaharHiç kullanmadığım su ötesiKoşuyu kaybetmiş at köpüğünden mirasİncir yemekten bıkmış sarı rüzgâr

Alkolü yasaklayan din ne kutluOkuyabilirsin kitabı gözlerin sağlamYüz yerinde duvar yerindeİnsan ve kitap yerliyerinde

Taha'nın dışında olup bitenler

Buz tutan kavurmalar kokusundaEv-mezar geçmeleri şıraBulgur ve serçeSu dibinde anneÖlülerle konuşmalarDiri ölü karışımı ve babaEv-mezar geçmeleri ve şıraÜzüm tanelerinden bir aynadaÖlüleri yıkayanlar horozlaGecenin yalnızındaYarısında bir ışıkBir şada yarısında

Yanardağ kıyısında yaşamaYukarda bir yanardağ Kızgın küllerini savuruyorBu ölü şehrin üstüneİşte bu şehre alıştı TahaKırağı çalmış evlerineKahvelerinde dayanılmaz bir çağrıylaÇağıran gecelerine alıştı TahaGeceye bir alkol gibi alıştıKışlarında terlediği üşüdüğü yazlarındaBu şehre alıştı TahaGül açmayan baharlaraYaprak düşmez sonbaharaKurbansız bayramlaraÖğle öten horozlaraAncak geceleri rastlanılan köpeklere

Page 136: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Tütün kokan kedilereKesin kesin alıştıYalnız sahaflarında grev yokİşçiler lâğımları akar bırakmışKurumuş kitabelerdir artık çeşmelerBir semtine yerleştiÖzler durur öbür semtiniO nerdeyse cehennem orası sanki

Ateş vizyonları - birinci vizyon

Büyük bir kentteGüneş batandaKızıllık mı kızıllık ortalıkGeçerken kalabalıkların içindenTAHA'NIN KİTABI 345Birden isminin çağrıldığını duydu TahaOydu bu açık açık onun sesiydiOmzunu sığamıştı o ölü arkadaşıKendisi yoktu ama güçlüydü elleriGüvenliydi bir inanç gibi diri"Seninleyiz seninle sağol sağolKorkma Taha biz memnunuz sen de memnun ol"Sığama bir sonsuzluk gibi kalmıştı omzunda

Ateş vizyonları - ikinci vizyon

Bir ev kerpiçten sıcak yaz kadınHasta kadın paçavralarYanma ilişmiş bir gençÖlecek olan bir kadın

Ateş vizyonları - üçüncü vizyon

Ova dümdüz sıcak kahverengiTüfek ve insan karışmış birbirineİnsanlar avlıyor birbiriniTaha'nın kendi kendini avladığı gibi

Buyruk veriyor kendi adamlarına TahaKoş ovaya işte oraya ta orayaKendi eli de tüfeğin tetiğindeDüşmanı kollayarak göz ucuylaBirlikte değerlendirirken savaşı Karar ve hüküm

Hurmalar da Meryem gibi mi gebe kalırlarBir deve kızdı mı Roma Devleti gibi mi höykürürÇöl çıban gibi vaktinde mi gelirÇöl mü düşer çıbanlardan yerlere bir birÇöl mü ürer büyük kentlerde sahaflarda devrim devrimDenizin kuma vurmuş rüzgârlaşmış gölgesi mi dersinÇöl yakışır mı Taha'nın kundurasına anneli gümüştenKi dönük eski sandıkların topraklaşmış aynasınaİki tabuttur ayaklarında kunduralar Taha'nınTaştan hıncını alırlar boşalmış tabutlarınAyaklarına sinmiş ölü kara su inmiş gibi

Page 137: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Denizden geçmiş ölüler sinmiş ayaklarınaYanmış gibi bir kış geçirmiş bir kerpiç gibi bir duvardaYıldızlara bakarak kaynayıp durdu Taha

Birden içinden bir ses bağırdıİlyas İlyasBir kavga çıkartmaDenizde bir kavgaÇıkartmaDolaşıp duruyorsun kızıl bir kayıktaİlyasDenizde bir kavga çıkartmaŞehirde bir kıyametİlyasDenizde bir kavgaKopartmaGüneşin batışına bakıp bakıpİlyasTAHA'NIN KİTABI347Denizde bir kavga çıkartmaŞehir son çizgilerini de kaybetti akşamdaÖlülerin acısından bir düğün havadaKiliselerle cevizlerin kırılışını andıranYalancı bir diriliş çanıBir kibrit ateşindeYükselen bir cin ezanıGeceye batıp batıp kendi dumanındaBir mahşer bir kıyamet çıkartma Taha

Çile

Taha anladı birden bunuÇarpıklık şimdiki zamandan gelmiyorduYarasalar yok değildi elbet vardıAma şartlar değişse yarasalar da susardıOnları yaşatan özü bulmalıOrtamını düzeltmeli doğrultmalıYüzünü birden geçmiş zamana döndü TahaVaktin derinliğinde yaşadı yıllarcaBaş geriye gitmiş taşı eritmiş gitmişVücut incir gövdelerinin araşma terk edilmişSüt buruk ten yanar yaprak pencerelerindeTaha'ysa karıncalanmaktadır ta derindeKiliselerde cevizlerin kırılışındanYalancı bir dirilik çanıBir kibrit ateşindeYükselen bir cin ezanıTaha perilerin sabrıylaKelebekler baharıyla

İlerliyor bir masal içindeMasal akşam Taha bir ateşböceğiMasal yaprak Taha gözleri yeni açılmış bir böcek tohumuMasalla tarih kaçıştı birdenTaha'run kırıştı gözleriSüleyman değiştirmiş rüzgârın şuur şartlarınıYıkmış rüzgâr dinamitiyle Asurlarm asırların surlarını

Page 138: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

sırlarınıBelkıs araya cam girse bileBir gecedir bir ecedir Süleyman ülkesineDâvud söz dağ yankıDevlet ürperten mızrağıDev cin rüzgâr SüleymanAma bir vadide bir karıncadan utananKarıncanın heybetine hayran olanHüthütten haberi aldığı zamanSurları rüzgârla deviren SüleymanTitredi dikkatinden bir karıncanın bir karıncadanSonra birden ortada Yahya'nın başıEğildi önüne Taha'nın başıYahya'nın gözleri Taha'nın takıldı gözlerineTaha kulak verdiYahya'nın dudağında donmuş olan sözlerineSözler donmuş ama ölmüş değilMumyalanmış gibi kelimelerSanki üstünden bir yeraltı denizi geçmişFosforu lâvı bir mumla kaplamış kelimeleriBir hayat var bu kelimelerde hâlâ duyulabilirKalbten gelen gözyaşı gibi kelimelerdirKelimeler kanlı bir baş şehit sisiVe etrafında dönen bir kadın hayâli14"TAHA'NIN KİTABI 349Salome ve ülkenin yarısını bir ölmezlik için bağışlayan kıralBağışlayan ülkenin yarısınıAma başarısızlığa uğrayan kıralSurun taşları gibi donmuş nöbetçilerYahya'nın üstünde bir haberi sabırsızlıkla bekleyen geceAğızdan ağıza Kudüs'ü aşacak haberiRoma'yı sarsacak haberiÇocuklarda yankılanacakİsa'da ağlanacak haberiHaberi işte bu haberi duyduYahya'nın dudaklarından duydu TahaVe surları rüzgârla deviren SüleymanTitredi korkusuz bir karıncadanYahya'nın sözleri dirildi Taha'daİsa'nın gözleri görüldü Taha'daAcılarda saklambaç oynadı Eyyûb'laYaş bir çmar gibi kesildi ZekeriyaKaleye hücum ettiği an ZülküfülKılıcı uzatan Taha'ydıBir kere daha kayalık leylâklarındaZülküfül'den bir tad aradı TahaHalkın söylediğine göre onun kanıydı bir çiçekKi açmazdı gerçekten o dağdan başka hiçbir dağdaAğzı yakan bir çiçek özel bir çiçekGerçekten bu çiçekten süt umarSütü kesilen kadınSu umarSuyu kesilen bahçeSoy umar soyu kesilen erkekYahya'nın başı da bu çiçektiKalbe bir mızrak gibi inen bu çiçekti GUN DOGMADANSecdeden secdeye sıçrayarak TahaSelâm sana Zülküfül

Page 139: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Selâm sana YahyaSelâm sana İsaSelâm sana İbrahimSelâm sana MusaSelâm sana SüleymanSelâm sana DâvudSelâm sana YuşaSelâm sana AhmedSelâm sana MuhammedSelâm sana MustafaMustafa selâm sanaEy seçilmiş seçilmişMustafa selâm sanaEy öğülmüş öğülmüşMuhammed selâm sana

Ateşi gördü kurbanı yarılan deniziYahya'nın kesilmiş başını altın tepsiyiİkiye biçilen zeytiniKaradan korkup da çekilen deniziBedir'de bir toz toprak içindeZaferi tatü dişleri aydınlandı sevinçleGüneş batarken çöldeTaha da Peygamberle birlikteZafer sevinci içindeBaş geriye gitmiş taşı eritmiş gitmişVücut incir gövdelerinin arasına terk edilmişTAHA'NIN KİTABI351 ALTINCI BÖLÜM

TAHA'NIN ÖLÜMÜ

Ölen şehirlerdir Taha değil Kuruyan nehirlerdir Lâmbadır sönen kış dökülmüş içine Sonbahar yaprağı ırmağı emmiş Asfalttır çekilen sıva bereket toprağının Bu Taha'nm ölümü değil yürüyüşü mezarların Kabirlerin şamarıdır çağın yüzüne Geceye batışıdır taş bakışlarının Tarihle öpüşme bitmiş demektir Güneşten ayaAydan geceye inmiş demektir masalFalKadın ellerine ısmarlanmış olan Fincanlardan fincanlara armağanSahanların bakın zehir özlemindeEkmek rafların en gerisindeEv eskimiş yıpranmış depreme gebeTaşlar birer birer minarelerden düşmedeKubbenin kurşununu kesmiş bir elmasCam kesmeye mahsus olanHer gece kalbimize musallat olanCami kubbelerini eriten şimşekKalbimizin özünü kemiren akşamAğaç yutmuş kabrin taşını yazısınıÖlüler kalmamış haykırdı Taha ne de babalardan bir anıSur yıkıntıları ölüme açılmışÖlü kalmamış ama ölüm tutuyor güneşi toprağı

Page 140: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ölü kalmamış ama ölüm hayat halini almışİçine girdiğimiz yılan turşulu ölümleDeğişe değişe bozulmuş ölüm bileNerde ölümün o ak o yeşilO siyah kırmızı keskin rengiArtık ölüm ne gri ne kahverengiNe gök rengi ne yer rengiÖlüm bir grev gibi kaplamış ülkemiziTa can evimize kast eden bir grev gibiBatı bu karanlık grevin gözcüleriDoğu sonsuz bir grevinÇocuk düşüren bir anne gibiGüneşi düşürmüş son seheriTaşlar birer birer minarelerden düşmedeGeceler bir inme gibi inmedeBir felç geldi gökten ve topraktanDoğudan batıdanTAHA'NIN KİTABIKollara bir zincir gibi yapışanAyakları ateşin gıcırtısıyla yakanKalb Yakup ve Yusuf öyküsünden boşKafa bütün karıncalarla sarhoşDudağı kesen bir şarap gibiFelç inmiş ağzımıza yakan bir kireç gibiAğız mermerle örülmüşKapatılmış yedi uyuyanlar mağarasıDeveler çöle dağılmışAteş sönmüş kervan batmışKervana yol gösteren yıldız yanmışSaksılarda kömürü soluya soluya can vermiş çiçekSevgiliye uzatılmış ama sevgili ölmüşBaba demiş hasta çocuk ama baba gitmişKapı çalınmış ama kimse yok önündeBelki bir yabancılık belki bir rüzgâr çalmışDağ çingenelerine ısmarlanan fallardanBir daha bir haber alınamamışBu yıl baharda menekşeler bile açmamışAnneler kirazları beklerkenBir bardak suda ölüm kaynamışÖlen şehirlerdir Taha değilTaşlarını fırlatan minarelerVeriyor son felç hıncından bir haberFelç öfkesinden bir sayfadır önümüze açılanOku okuyabildiğin kadar ölüm dersindenTaha birkaç kelime kaldı söylenmedikFelçten önce birkaç kelime söyleSon birkaç kelimeyi de söyleÖleceksen bari öyle öl öyleUğursuzluk akşamı çökmeden Kısa sürenKutsal bir öğle gibiSon birkaç kelimeyi söyle

Arkadaş aynalar kırılmışGerdeklerin şiddetinden değilSavaştan dönen yiğitinSevinç mızrağından değilAynalar farelerin tıkırtısından bezmişKırılmış kırılmış aynalar kırılmışKırılmış yarasaların soluğundan

Page 141: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Baharı kalmamış ondan kırılmışOrtasından çatlayan bir zamandan kırılmışAynalar kırılmış Taha'nm yatağına bir adım ıraktaTaha ırakta aynalar ıraktaYatak bir karantina kazanı gibi kaynamaktaFelç bir kar gibi şehri gömmekte beyazaDağların beyazına değil ölümlerin beyazınaKöpük ölünün sarasının tükrüğüDuvar yanmış bir Kufan sağlam kalmış duvardaFırlayacak kuvvet yok kol yastığa dayandığındaAyakları şimşek yakmışEzmiş bir gök gürültüsü kaburgalarıYatak yapışmış vücuda nasıl koşacaksın TahaNasıl koşacaksın taş araya girmiş Kur7 ana(1967)TAHA'NIN KİTABI YEDİNCİ BÖLÜM

TAHA'NIN DİRİLİŞİ

Dört melek ve Kur'an'laDirildi TahaOnulmaz bir ölümleKavuran bir felçleÖldüğü haldeDört melek ve Kur'an'laDirildi TahaCebrail'le Mikâil'leÜç Sûr ve İsrafil'leAzrail'le bileDirildi TahaYatağında bozulmuş bir bağ gibiKavrulmuş yapraklar gibi GÜN DOGMADANDağılmış ve kendi kıyametiniVe kendi onulmaz mahşerini yaşamışkenNemrud'un ateşinde yanmışkenFiravun suyunda boğulmuşkenDört melek ve Kufan'laPeyamber soluğuylaDirildi TahaAçtı sofrasını MikâilNimetler sofrasınıBal zeytin ve nardanSu getirdi dağlardan pınarlardanİlkin dudağını ıslattı bengisuyla Taha'nmGeçti bir eleğimsağma omuzlardanTaşıyan o gülümsemesini Hızır'ınHızır güldüKur'an'ı Cebrail açtıSofrayı Mikâil açtıÖlümü öldürdü AzrailSûrunu üfledi İsrafilDirildi Tahaİşte böyle dirildi Taha

Durun anlatayım size meleklerTaha'yı nasıl dirilttilerAnarak İsa'nın doğumunuAnarak Muhammed Mustafa'nın doğumunu

Page 142: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

MeleklerTaha'yı dirilttiler

Hızır'ın gülüşünüÖlmüşken bile işitti TahaTAHA'NIN KİTABIBilmiş olanın gülüşüydü buUzun uzun uğraşıp da derdin özünü bulamayanDoktorların üstüne gelir gelmezYaraya parmak basanın gülüşüTaha'nın dökülmüş özünü pul pul toplayarakSilkerek saçlarının içindeki ölü toprağınıÜstüne yüreğindeki fosfordan serperekAyrılmış kemikleriniBirinci yaradılış dizisine getirerekVe durmadan gülerek durmadan gülerek- Melekler de bir mevlüt korosuBir ilâhî çağlayanı -Hızır diriltti Taha'yı

Sonra et bağlama dönemi geldiVücut bahardaymışcasma çiçeklendiKalbdeki eller ellere doğru yürüdüCiğerdeki ayaklar ayaklara doğruBir akşam deniz nasıl yarılır daİçinden bir ay çıkar eksiksizTaha'nm kalıntılarının içindenÖyle bir Taha doğuyordu derinden derine

Bir Taha doğuyordu yeniden yeniyeLeylâk kimyon sis ve şafaktan kinayeYas içinde bir çubuk göğeriyor

Açtı sofrasını MikâilAçtı nimet sofrasınıBal zeytin ve nardanSu getirdi dağlardan dağ pınarlarından Hızır gülüşünü kestiŞimdi yüzünde huzurBaşka dirilişlere doğruBir hazırlanış soluğu

Bir Taha geliyordu camilerdenDenizli kubbeden türbe yelkenindenMinarelerden minarelere giden yankıdanO konuşuluyordu şadırvanlarda

İnerek Kur1 an'm kelimelerindenPervaz pervaz âyetlerdenDuvar duvar sûrelerdenBir Taha geliyordu camilerdenBir daha geliyordu

Açtı sofrasını MikâilAçtı nimet sofrasınıBal zeytin ve nardanSu getirdi dağlardan dağ pınarlarından

Sonra sıra Azrail'e geldiÇekti ölümü damarlardan

Page 143: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Siniri çeker gibi öz ettenÇekti kendine ait ölümü

Ölüm bir sütun dikildi batıya Doğum bir sütun dikildi doğuya Açtı sofrasım Mikâil Açtı nimet sofrasınıTAHA'NIN KİTABI359 "Oku Rabbinin adıyla!" Dedi Cebrail Kur'an'dan Üfledi Sûrunu üç kez İsrafil durulmuş yapraklardan

İlk üfleyişte kemikler dirildi dizildi İkinci üfleyişte etler yerine geldi Üçüncü üfleyişte ruh indi Bir Taha geliyordu pınarlardan Bir daha geliyordu Su ve peri Keçilerin gecesi Havada bir çiçek Kavis mimarı Ateşböceği Bir daha geliyordu Kan ve deri Hızır'ın gülüşünde dağlanan Tabaklanan Bir sonbahar mermeri

Katırların sırtında taşıdı Heybe heybe ölümünü Kendi ölümünü AzrailTaha'ya bağışlandı zaman

Taha'nın açılınca gözleriBir yeşil kanat çırpınışındaBir deniz çarpışındaBildi gittiğini Hızır'ın Hâlâ meleklerinKuı'an yankısı vardı kulaklarındaHâlâ ölümün çıkış acısı şahdamarmdaGök boğum boğumdu eleğimsağmaKavissiz bir ufuktaBir gün doğmadaBir gün batmada

Elini uzattı sofrayaElini uzattı zeytine ve naraElini uzattı yeni ayaHamd olsun dedi hamd olsunYeniden oldum hamd olsunBu dağdır hamd olsunBu yaz bu insan hamd olsunBizi yaratanaSonra öldürüpYeniden yaratanaSonra tekrar öldürecek olanaŞu dünyanın çiftçisi yapanaYeri göğe donatana

Page 144: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Cehennem'e ve Cennet'eBelli bir işaret koyanaHamd olsun (1968)GÜL MUŞTUSU

(1969-1970)(Yedinci Sağnak: gök sağnağı. Yer sağnağı.Tutuşan göller. Hıdrellez rüzgârlarının kapıaralayışı.) GÜL MUŞTUSU 363GÜL MUŞTUSUI.Bahar dediğin de neBulutun içinde kaybolan kuşCihetsiz serçe sesleriDuman ve buğuAtardamarda bir kitapAşk uğruna yaralanmış bir Karacadağlınm kucağımıza yıkılışı: gülGüllerin içine yağdığıBahar aydınlıklarınınŞeyhe yaklaşan bir mürit gibiDoluşu bahçemizeHani bir vakitler de ölmüştükLeylâklar altından geçerken o sevilenlerVe sen deli çocuk gül batıran torpido Saat oymağını sürgün edenKızıl çiçeklerde dikenli bir İncil ezberleyenSonra müslüman olan çayırlar boyuncaGözü ilişince dağ medüzalarmaÇapası dalınca vakit toprağınaBulutların gerisinde bir ikindi atlasıAçıldıkça açılan mayasız ekmek gibiKızgın saclar üstündeiçinde barındıran cümle insan ağrılarınıKadın dediğin de neKaybolan cihetsiz gençlik sesleriToprakla karılmış kadın ayakları da var hesaptaSen de varsın hesaptaÜç mevsim ölsen deHiç olmazsa dirilirsin bahardaŞapka uçuran rüzgârGözükür bir dağ ucundaGöğsünü aç gül habercisi bu doğuluyaGözle görünmez doğulu sabah rüzgârınaSonra git kentin kır batı kapılarınıKış kepenklerini parçalaÖlüyü dirilt yumurta kaynatır gibi bir tavadaKabirleri yara yaraUlaş toprağın ötesindekiGül lâmbasınaDedenin yaktığı lâmbalar kiBiriktirilmiş at terlerinden fitilleriHey bağrı at sağrısına yapışık doğanAt dediğin de neBaharda

Page 145: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bulut içinde lâcivert bir gölge miGÜL MUŞTUSU II.

Köpüklü dağlardır denizin ucunda bitenSallanarak karşıma dikilenEski çocuk gül gibi dağılıp gitti atlardaAtlar kan çizgileri ufuklardaÇocuklarTiftiklenmiş öyküler bahar akan mezarlardaGenç ölmüşlerdir dedelerimİlgim yok benim bu erken ağarmış saçlarlaDenizin düşüyüm ben karadaLanetlenmiş bir öğle sıcağındaKararmış bir düşüm benGüneşte yanmış bir gül sesiGün doğarken dama çarpan bir güvercinKerpiç taşıyarak gölgesini kısaltanAh yüzü kurumuş bir bağın çalı çırpısına dönmüşYaşlı kadınlar korosuSessiz bir yası yüzleriyle okuyanlarBir cihan savaşınıMatem tülbentinde damıtanlarBenim kadınlarım Konuşmamaları bile bir tarih olanEvlerini örten budakların ötesindenBir çağırış bekleyenlerÖlen döner ve çağırırGülün açışı gibiBahar söylenmeğe başlarEriyen karlarla birlikteDerken kır otun diliyleFısıldar bir dirilişiBir serçe mayıs sabahındaTak tak vurur tahtayaİhtiyar kadınBakar maşrabasmdaki soylu suyaGök düşer aydın suyaGök düşer evde uyuyan çocuğaKırağı ve çiğin altın arabasındaÇocuk birliktedirSavaştan dönmeyen babasıylaBüyükannenin eli bulutların içindeEn verimli duanın hasadını biçmedeEski zamanlarda söylenmiş apaçıkAma gelecek zamanlarda sırra dönüşenYüce erlerin sözlerindenSözlerin gençleşen hayallerindenKabarmış yeşil damarlı elleriyleAlmyazısıyla döğmeli gül devşirmedeAraştırıyor gözleriyle kuşlukta birikenMuştulu kader sesleriniBir şey olacak biliyor ama ilerdeAşağıda çarşıda ve şehirdeTren yolunda lokomotiflerdeGUL MUŞTUSU Hiç görmediği büyük şehirlerde Bir şey olacak biliyor ama ilerde Bağdat'ta Şam'da Kudüs'te İsmini söyleyemediği

Page 146: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Söylenmesi âdeta yasak olan Batı illerinde Güneşin battığı yerlerde Kaynayan bir cehennem gibi coşarak Işıklı ve kutlu din topraklarını Toza dumana ve kana boğan O yerlerde Ama şimdi bütün bunlar ilerde Bahar gelmiş gülü zorlamada Bulutun içinde gülün özü döğülmede Sonra bir yağmurla Ufak bir esintiyle Dökülecek bahçelerin üstüne Çocuğu olmayan kadınlar yarasına Birebir bir merhemdir Yıkılmış bir dünyayla Kana boyanmış bir geçmiş zamanla Yapılan bir dünya arasında Acımasız mimarların Ulu inşaat sesleri arasında Değişen ne var Baharla birlikte Yoğurt peynir süt ve kuzu sesleriÖzü değişmemiş bir bereket gibiSoylu fakirliğin bereketi olanGeliyor benim eski zamanlardan kalmaİhtiyar kadınlarımın evine III.

Kerpiçte bir değişme varÖlü tozunda bir doğrulmaTüyleniyor mezartaşlarıSızıyor saçaklardan kiremit kanıOluklardan akıyorDökülmüş çiçek tozlarıyla bulanmış suArılar arılar içeceğiniz su bu suKerpiç damlarımızın oluklarından akanBaharla karışık suEleğimsağma damlalarıKar marmeladıHer damlasında şimşekBir avuç suyunda yıldırımGök gürültüsünün salkımıGUL MUSTUSUHer tanesinde çocuklara müzik ve patlangaçÇayırlar için kıvamKoyun sırtlarının canlı yün besleyicisiİnek karnındaki karanlığıKışı ve geceyiKış karanlığını boşaltıyor kıraBaharın boşaltıyor geniş beyazlığınaYavru doğurur gibi boşaltıyor soluğunuVe en yüksek ağaçlarınTepe locaları leyleklere ayrılmıştırGüneyli ama yine de Romalı senatörlerÇöküş Roma'sının kaygısız senatörlerineÖlüm pelerinini giymişler de gelmişlerBoyuna törendedirlerSezai'm gömülme törenindeBütün bunlar olacak ama ilerde

Page 147: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Benim bütünleyeceğim yerdeÖlümle dirilişleKerpice kattığım gülle duamlaKır ortasına saldığım mezarlarımlaTabutla değiştireceğim tabiatıCam keser gibi elmaslaKeseceğim baharın ipliğiniGüneşten gelen iplikleriBahar ki hiyeroglifler yeşil yapraklarda IV.

Yaratılışa dönmüşümdür baharlaİlk yaratılışaGül saçarım düşmanıma bileBir ilgi var ölenle bulutDoğanla güneş arasındaTaş bile çiçeklenir bahardaŞiddetli yağmur alıkorKomşu evlerin buluşmasınıYepyeni bir alışveriş varÇeşmelerle kızlar arasındaGenç çocuklarlaÇeşmelere koşan kızlar arasındaBirbirlerini bulacaklardırAydın ve su bahar aynasındaVerilmeyenVerilmediği için gülenGülen ağlayan ve yankıyanGULMUŞTUSU 371Toprak duvarlar arasında yansıyanTaze ve canlı loşluk testideki suVe bahçelere taşman semaverlerBuğularıyla birbirlerine selâm verirlerSulhun sessizliğin sağlığınHavayı soluyan ciğerleriGibi kaynayıp dururlarUçarı bahar konuşmalarındaKırmızı yumurtaElimizi göğsümüzden açan ekmekPınar tüyü menekşelerleBir aşk gibi sarar çay zamanıEy aya düşen kızlarBaka baka ayı uçurumlaştıranlarAya çiçek fırlatanlar bir bahar gecesiSırları ifşa edilenler gök gürültüsündeKırın yeniliklerini bekleyenlerDağlara açılan yolağızlarmdaVe ufku gülle çevrili kentlerŞiraz özentili kasabalarKiraz ağaçlarıyla Şiraz'a dönüşenlerSizi buluyorum bir kere daha içimdeYaşlıysam da gençsem deBir ölüm gibi gurbetleşmiş biriysem de ülkemdeTaşları düşlerimle bir kılıç gibi ikiye böldüğümdeYerine gelmemiş adaklarımlaKurban gibi boynunu uzatan kelimelerimleTaşlan ikiye böldüğümdeinsanı ölmeden içine gömdükleriHayâlden ırakAkşam taşlarını

Page 148: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

V.Dicle'yle Fırat arasındaBir eski şehir cennet titremesiSarı güller çevirmiş dört yanınıYabancı bir şehir gibiKırmızı güller yerliKuzuların doğması nasıl beklenirse o ülkedeGüllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önceBahar yağmurları böyle güllere gebeİner gökyüzünden bahçelereNişanlarda gül şerbeti içilirHastalara gül şurubundan ilâçGül bir yeni yıl gibiYetişir evlere muştu gibiHızır fısıltısı say onu GUL MUŞTUSU 373

Baharın salâvatı güllerYeryüzüne gelerek sabahlarıYataklara dökülerekAşk ezanını okurlar gençlere

Dicle'yle Fırat arasındaİpekten sedirlerinde Kur"an okunanAçık pencerelerinden gül dolanGüneşin beyaz köpüklerinde yanmışBir şehir bir eski kanatlar ülkesiÖlüm kıyısında bahar bekleyenGül ağacından tabut yapıp içine girenÜlkeGökyüzünü deniz gibi kullananYaz geceleriSamanyolu'nun bir köpük gibi koşarakDağlarına bağlarına çarptığıYıldızlarının yere yakınlığındanFazlalaşmış akıl hastalarıBir gülün ölümle ilgisiniGülle ölüm arasındaki sırrıArar gibiBir gülün hesabını sorar gibiŞiddetli kan dâvalarının ülkesiKadınlar büyütürler çocuklarınıBir aşı vurur gibi şahdamarlarınaGöstererek öldürülmüş babalarınınKanlı giysilerini

Batısına Fırat'ı alıpDoğusuna Dicle'yi GÜN DOGMADANBir diriliş sûru gibi saklayarak geleceklereKurumuş bir su yatağı gibi kaynayanÜzeyr deresiniBir kutlu yaprak gibiDoğuda sallayarakZülküfül tepesiniGöğsünü vakte geren yoksul ülkeZenginliği baharda çobanların kavallarında çocukların türkülerindeİğde kokularında üzüm asmalarında güllerde

Page 149: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Zengindir gülleriyle bu ülke her şeyden önceKırk yıl öteye gitseler deBu yerlilerGül açar gül kapanır boyuna gönüllerindeYaşlısıyla genciyleGül taşırlar dünyanın bütün ülkelerineBir tek denizle avunurum o ülkesizDeniz ki gelip çarpınca karayaSanki bembeyaz güller açar dudaklarındaGüneş ki doğuda ay ki gökyüzündeBir işarettir banaUnutmamak için o ülkeyiDeveler çölde neyse geceleriBen de öyle saklarım anılarımda o ülkeyiBir kere daha doğsam orda doğarım elbetBatsam orda batmak isterimBir güneş gibiGULMUŞTUSU375 VI.

Toprağın çağırmasına ulaşan yağmurTohumların diriliş çağrısınaÇocuksu çağrıya uyarak inen suÇayırların yağmur çizgilerindeGöğe yükselişleriÇocukların göğü tılsımlayan özlemleriBir çubuk ucuna tüyler ve paçavralar takarakKapalı kapıların önünde haykırarakGök boşanışmı çağırmalarıBaharı maskaralaştırmalarıDağsa ayrı bir çırpınıştaKeklikten kekiğe geçiş sağlığındaDuman ve sis badanasındaAğaçlarsa bir düğünün eteğindeGüneş yağmur ve rüzgârKoyunlar ve kuzularArı kuş kelebek ve pervanelerBir düğün haberinin çilesindeTabiat genç ve yalın bir anneAğaç su gök ve taş doğuracaktırAçılacak doğum ehramlarıAkrep bile emzirilecek karataşm memesindenEmzirilecek yemişlendirilecek kanlı fırtınaKudret devşirilecek meşe sesinden ve yapraklanndan VII.

Karacadağ siyah dağ akrep dağının taşBahar gecelerindeİkiye bölünmüş bir ay gibiBuluşup ayrıldı doğu ve batı ateşleriUfuklarRüzgârlarTutuştularKar ve geyik karışarakEridiler aşı boyalı toprakla birlikteDicle büyüsün diyeDicle'nin ovaya dönük gözleriİrileşsin diyeDutlar döküldüler tepelerden

Page 150: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yere inmişBir pembe meleksi toz şeftali çiçekleriMutlu dede ölümünün eflâtunuKasaba sırtlarındaÇocuklara bir şafak yiyeceğiBir seher özüBadem çiçeklerinin içindeİğde çiçeklerinden ve gülden önceGUL MUŞTUSU377Kadife tüylü çağlalarlaMayhoş baharı tattıkHıdrellez bahçelerindeVe havuzlarda taze gün ışıklarıylaÇizgilerini ütüleyen ceviz yapraklarıKüfünü buğusunu dağıtıyor dağ manastırlarınınKapanmış gözlere ilâç gibiAçılan her bahar yeniden geleceğine İsa'nınKuzuların oğlakların çağırışıylaYıldız kollayışıyla çobanlarınDağ ucunda bir kırmızı çizgi sabah günüVe dağa ılık bir banyo ikindiYüklenmiş bütün eski ve yeni kabile yükleriniYakaları kalkık gibiDağa hep dağa doğru gidenKatırların inatçı sessizliğiyleSonsuzluğa bakıp da kişneyen atların kesik dudaklarındaGüneşin önüne dökülmüş bütün bir sefaletYıka yıkayabildiğince bunu ey sağlık ülküsüYıka bütün bu kış yoksulluğunuBütün bunlar bir başlangıç güllerin açılmasınaBahçeleri aydınlatan bir mevlüdeÜstüne gül yaprakları dökülen masalardaGüneşin parçalandığı çatallarla kaşıklarlaGül suyu içilen çay bardaklarındaAndığımız mutlu zamanlardaSu içtiğimiz bakırdan kaplardaDağdan ovaya dökülmüşBir kucak dolusu gül gibiKokuyordu küçük ŞirazDoğduğumuz kasaba avuçlarımızda GUN DOGMADANHey çalınmış ışık sabah kızlarının süpürgelerini aydınlatanTaş aralıklardaEn derin bir deniz dibinden gelmiş gibiAçık yosun yeşili elleriyleİpek örtülere bürülü kelimelerleSalâvatlarla gül dererGül dağıtırGül satarlarBir gençlik gibi açılan sokak ağızlarındaEn çok gül sebilinin kenti bu kenttirHer evin penceresinde dizili gül şişeleriÖlüme çare gibi boşaltılanBüyük hastalıklardaÜstündeki küf tabakası aralanarakYudum yudum bardaklaraBiz çocuklarsaGüllerle döğdük birbirimizi her bahardaGül fırlattık birbirimize taş yerine

Page 151: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gülle ıslattık birbirimiziGül sularında yıkadık saçlarımızıGül sularında yıkandık leğenlerdeGül taşıdık okullara kitaplar arasındaPencereden uzanan bir gülGüçlendirdi bizi imtihanlardaŞimdi gençliğin şu son yıllarındaKarıştırdığım gençliğimin kitapları arasındaElim tozlanır bir gül yaprağının kuru çıtırtılarıylaGül yaşamış biliyorumEllerimde yüzümde ayaklarımdaGüneş görmemiş kirler akıp dururken çevrede bu yıllardaİstanbul'un bir sarnıcındaGÜL MUŞTUSU379Gül devşiriyorum anılarımda boyunaGül ölmeden önce gerekOdanın havasını değiştirsinİçilmeden duran loş suya yansısın diyeDokundurmak için baharıÖlünün ellerineGök gürültüsünün şimşeğin yağmurlarınBulanık sellerin kuzu sıçramalarınınÇoban aşklarının yıldız kaymalarınınHasat yangınlarınınCami aydınlıklarınınAy titreyişlerinin özü olarakÖlüyü öteye en hafif çekişlerleTekbirlerle salâvatlarlaAcımasız çekip götürsün diyeGül gerek bardaklardaTabut için değilİnsan içinİnsan ölmeden önce

Son insan ölmeden önceBir ülkü inecek bahçelereBeton ölümler arasına sıkışmışAy verimi küçük parklaraGül tarhları gelecekKüçük parklara büyük kentlere yenidenDoğduğum kasabadanSize bir mutluluk haberi gibiGül gelecekKıyamet demek gülün geri gelişi demekGül peygamber muştusu peygamber sesi Doğunun açılan ahnyazısıYırtılan kalbimin çile çiçeğiÇiğLinyit sisini dağıtan bahar sesiBenim sesimBir kere daha duyulan ayak seslerimTabiatı aşan alkışlarımKâğıt yakan kafamKalem kıran yüreğimGönlümün köleliğiMuştularımToprağaSuyaGöğe

Page 152: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

GüneşeAyaBitkilereHayvanlaraCinlere ve meleklereBütün insanlaraGül aydınlığıOkunan bir kitapBir muştuyum benGULMUŞTUSU381 VIII.

Yazda kuruyan yılan kabukları gibiKurudu kış kış savaşçısı çekip gittiYalnız kışın kefeninden izler kaldıYüce yalçın dağ tepelerinde

Sen engel olamazsın kış atlısıBahar gelince gülün açılışınaKaranlık kılıçların kırılır bir aydınlıktaDua gibi loş bir sabah aydınlığında

Bu gelen diriliştir kuşta sesMenekşede koku gür çayırlarda yeşillikÖlümden sonra gelen yeşillikVarlık üstüne meleklerden saçılan dökülen GUN DOGMADANGül doğar ay gibi bir gecedeDünya toprağı boşuna direnmedeAlçı gibi yapıştırılmış bir rüzgârla tepelereİnkâr kentinin harmanı savrulmuş yokluğa hiçliğe

Gül yaprağından kubbeGül fidanından çatıGül kokusundan anneGül şurubundan aşk sanatı

Yeni bir uygarlık gibiGökdelenlere cilaInka duyarlığıMaya büyüsü gibi

Ölülerin üstüne dikilen güllerOnları diriltmeye yeterYeter ki insanın canını yeşertecekYaradılış baharının soluğu üfürülsün yüceden

Ufuklar yeşil soğan boruları gibiDiriliş çağrısına ayarlansınGökten Hızır'ın damlaları boşansmAksın içimizde muştuların ırmağı

Nar çiçeğe dursunDüşsün ağaçtan dutlarKurtların yemesine hazırlansınDedelere gök azığı kirazlarGUL MUŞTUSU383Ağaç delen kuş

Page 153: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kiraz yiyen kurtÜzüm ezen kaplumbağaDiriliş uygarlığına küçük çile katkıları

Sıcak kentin serabıAğdı ufuklardan üstümüzeMahşerde savrulan palmiyeleri yelpazeGünahlarımızın som cehennemi çöllerin

Ey gül sen bahar yağmuruna karışanDiriliş şarabı olursun bizeÖlüp de dirilmiş çocuklar oluruz bizSeni kana kana bahar bardaklarından içince

Seni içtik yılan ve akrep yaklaşmaz bizeGüneş yakmaz ay büyülemez biziMüneccimlerin yıldızları kaynaşsa da üstümüzdeKara güne gölgemiz düşse bile

Kan kıyamet kopsa da şehirdeÖlmez adam can verse deSonsuzluğa ayarlı bir sedirdeBeklenen gül açılacak seherdeBaharla gelen yemyeşil bir seherde IX.

Gül şarabından içtik sabahlarıNamazın ta kendisi gül şarabıBir şarap oruçlarımızdır damıtanı

Çölde akan suyunÇocuk düşüyle sallanan hurmalarınKuşluk ve ikindi gölgelerininGüvercin kadehlerinin şarabı

Gün doğmaz bu şarap doğarGül açılır ve bu şarapŞaraba karşı bu şarapGUL MUŞTUSU385 Saçılır göğümüze Savaşçı bilgin anne Çıkarız birbir bir sisten Çanların alacakaranlığından Toprak karabasanından Ölüm kasabasından Gün doğusuna Sabah çağrısına Diriliş pazarına Gül şarabının Atları yerinden sıçratan Coşkunluğu sarhoşluğuyla

Kınama beni güneş adamı Ak kundaklardan çıkıp Gökyüzü beşiklerinde sallanan Yeraltı maden damarlarından Daha ağırsam Kınama beni ayağa Daha kalkamadıysam

Page 154: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Üç mevsim bekler Bir bahar ister Uygun bir rüzgâr Ve bir sabah Yanmak içinGül dalındaki fener

Bir destan bir çağ isterDestan şarabını yıllarca Gül bardaklarından yudumlamaklaAyağa kalkar bir insan

Bir cihan savaşının kâbusuBir beylik - ağalık tavusuBir devrim horozu elindenKutsal bir miras gibiGül şarabı şişesiniDevirmeden bozmadanKurtarıp taşıdı bize baba

Bir sabah namazdan sonraGül açılmış bahçelerdeApaçık gördü ilerdeBu şarabın biz sarhoşlarını

İşte uyandık kınama bizi güneş adamıUyandık Ashab-ı kehf gibiGüllerin açılma vaktiAğacağız kente şimdi

Gül uygarlığıGül şarabının uygarlığıGül kokusundan mest olupÖlüyken dirilenler gibiAğacağız kente şimdiGUL MUŞTUSU387 X.

Çeşmeleri yosun bağlamışBir ülkedenim benNe çam iğneleri arasında güneş yıkıntısıNe kırılmış kadehinde mevsimVakti kirlenmemiş plajlardaNe güllerindeOtellerden dökülenTurist bakışının eğlentisiAylıklı güller değilKasabamın gülleriAnne teriBabanın çocuk yasıSesten değilDilsizlikten doğanSisten değilAydınlıktanGüneşin doğuşundan önceGün ışığından doğanSamanyolu'nda alnıÇiğ demetlerinde gözleri

Page 155: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Vapur bağırtısıyla ürpermemişIsırmış vahşi eşeklerimiz onları belki Tüyleri dökülmüş hadımAda eşeklerini bilmemişDenizlerin derinliğine düşmemiş belkiAma yağmurlardanibrahim'e mahsusAteş hikmetini emmişEmmiş emmiş ve ezberlemişEşkiya mezarlarını deşmişDeşilmiş mezarlardan gözükmüşPencere açmış ölüm zindanına

Ve kapılar açmış doğum zindanınaDiriliş ayazmasınaYusuf un hücresineDüş olmuşDüşmüş asmalardanBabil'in dudaklarındanKudüs sarnıçlarındanÇalkantılar taşımışMısır'ın kızgın umutsuzluk akşamlarına

- Bahar gelmiş YusufÇok düş gördükGül getirilmiş hapishaneyeÇok düş yorumladın amaHenüz çıkamadık genişVe aydınlık yeryüzüneBir gül getirilmişAma aşamadık duvarlarıÇıkamadık gülBahar ülkesineGULMUŞTUSU389 XI.

Ah en çok bu tepe ışıklıGün doğmadan önce ağarmış avuçlarımızdaAl tutmuş toprağınıSes geçmiş kayasınaTaşları süt gibi içmişGönlün gül muştusunuHer tepeyi tek tek alıyoruz gecedenAyın çekimi gibi çekiyorlar biziDüşüyoruz üstlerineBir halice düşer gibiGün doğmadan önceHer tepeSanki bir düğünün kına gecesiBir tepedeKırılmış dökülmüş mezarlarDağılmış bir ocağın taşları gibiDoğurduktan sonraYatağına yıkılan bir kadın gibi bu tepeDaha aşağılardaKarıncaların güne doğru yürüdüğü vadiSağda kendi bal düşüne dalmış arılarınBir iş mezmuru okur gibi vızıldayışları

Page 156: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

SoldaGüneşin doğuşunu kutlamak içinŞehvet anıtı kesilmişEşeklerin anırtılarıVe ortada yürüyen göçebelerUyarlığın yumuşaklığıylaBir tezgâha yürüyen yün oluğu gibiKoyun sürüleriAh bunlar ne temiz çakıl taşlanSessiz çakıl taşlarıKayıyorlar susuz bir akıntıdaKeçiler yol kıyılarındaTütün yaprağı toplayan işçiler gibiMeşelerin yapraklarınıYeni doğan güne göstere göstereKoparıyorlar ağızlarıylaVe inekler öküzler atlarBöğürtüleriyle kişnemeleriyleVe çobanlar haykırışlarıylaOvayı çeviriyorlar bir sabah mahşerineBöcekler kelebekler çekirgelerToz içinde rüzgârı canlandırıyorlarKöpekler soluyan dilleriyleAteş katıyorlar bu yeni bâdısabayaGünün çağrısınaVe biz her tepeyi tek tek alıyoruz şafaktanVe her tepede bir ay gizli sankiKendi cennetine çekiyor biziVe ovayla dağın ayrıldığı yerdeKentKentin üst çizgisi gül çizgisiAralarında dolaşan GÜL MUŞTUSU 391

Çaresiz dilsiz âşıklarKitabını kaybetmiş meczuplarKonusu unutulmuş ağıtFabrika dumanlarında yanmış bir bülbülTerkedilmiş bir çeşmePerisiz ve yankısızVe gül tarhları yanmış bir tepe gibiGün doğsun doğmasınAydınlatıyor yanını yöresiniVe dağı gördüğümüzdeKarpuz bölen sularaSıcak bir bıçak gibiSaldığımızda yankımızıPeygamber makamlarındaDiz çöküp boyun eğdiğimizdeŞamdanlardaKendimizi mum gibi yaktığımızdaKaracadağ'ı yaktığımızdaÇok eski çağlardaTapmılırcasına düzgün kesilmiş taşlardaEllerimizi bir güvercin gibi öteye doğru yürüttüğümüzdeÜzeyr peygamberle birlikteEşeğimiz ve biz dirildiğimizdeZülküfül gibi iki kere kefil olduğumuzdaDoğuma ve ölüme

Page 157: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ashab-ı kehf gibi uyanır uyanmaz kente koştuğumuzdaÜlkümüzü iğde ve gül bahçelerine saçtığımızdaKerpiç damların içindenYoksul kadınlar memesindenSen çıkıp geleceksin ey oğul

Kuşlar dolmuş bahçemizeKonmuş nişasta güneşeDomates suyu ve ipe dizili biberTarhana ve bulgurEvin kışı yazda hazırlanırKazanlar kaynarAteşler yakılırDut kurutulurTeşbih taneleri gibi kiraz ve vişneBiriktirilir evin kilerineYaz bir yay gibi gerilir yılın üstüneKış sıkıştırılırDüşünceden başlayarakEllerin emeğiyleBütün bunlar kadınların sanatıVe dudaklarında gül türküleri

Gül gelmiş gül gelmiş Gümüş düşmüş bahçemize Altın serpilmiş suya İğde dalı yola ağmış

Bahçemize bülbül doğmuş Ay gibi bir bülbül doğmuş Bülbül sesi bir gecede Sedef gibi aydınlanmışGUL MUŞTUSU393 Gül gelmiş gül gelmiş Şam'dan bir bulut inmiş Bağdat'tan bir rüzgâr esmiş Sabah rüzgârları esmiş

Ve erkekler inerken çarşılaraDoğudan ve batıdan gelen haberlereKatır eşek at ve deve sırtlarındaTaşman dünya ve ahiret azıklarınaÖlçmek biçmek ve tartmak içinVe büyük kahvelerin aynalarındaBoy göstermek için sert marşına kentinÇay içerler gül suyu damlatılmışÖlenleri ve evlenenleriVe askere gidenleriVe askerden dönenleriVe okuyanları konuşurlarEski savaşlarAnılarSkandallarAyetler ve hadislerSancaklarEski kale alımlarıDüşüşRadyodaki yabancı sözGazetelerin el kirleten teri

Page 158: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Mürekkepteki Lâtin teriVe Lâtin hilesiAvrupa öfkesiKuşluk kahvelerini dolduranMelek ve şeytan İblis ve CebrailCin ve insanMezar beşik düğün atölye dükkânMaarri ve Piyer LotiSavaş ve Kur'anAçılmış sayfalarKarışmış yapraklarSonra bir trenin düdük sesleriKızgın rayKampana ve neySonra çarşıdaHalı kaçak kaput gizli tütün ve tüfekAğarmış saçÖlü terekesiHaciz eşyasıNakli çıkmış memurun çalar saatiSabrı buğday çuvallarınınKantarYoğurt kâseleriBaharatTarak lif kese ve kınakına otuKuşakKavun ve karpuz sergileriTulumlardan boşanan ayranKrom taşlarıyla dengeliOdun denkleriÇarşı tablosuDurgun an yaklaşan öğleDuvarlara doğru çekilen gölgeCamilere doğru yürüyen adımlarVeGUL MUŞTUSU395Bir sesBir patlayış sesiTabancanın yılan diliDevrilen bir insan I .Kaçışanlar koşuşanlarBirikinti boşanış sessizlik ve çığlıkYere devrilen bir insanKan dâvasından bir belge dahaEkle ekle karayazınaAkan kana gül ekleVe silinen bulanan çarşı kent hayallerinin gerisindeBir ağıt yükselir tutar de ğuyu batıyı

Yıkıldı dağlar yıkıldı Evimin üstüne güpegün Güneş yaktı ekini Kuş bitirdi tarlamı

Sen çabuk öldün Hey köyü kenti titreten Sen ölmeseydin Oğlunu öldüremezlerdi

Page 159: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yıkıldı dağlar yıkıldı Evimin üstüne yüreğim

Sen ata bindin mi oğul Atlar ayrı kişnerdi Arafat dağım görmüş gibi Göğe sıçratırlardı başlarını GÜL MUŞTUSUSeni görmek içinDüğünlere koşardı kızlarNiçin gittin o kara yereKendi ayağınla ciğerim

Yıkıldı dağlar yıkıldıBaşımın üstüne ciğerim

Kahrolun... oğullarıKara kışa batınDağılsın yuvanızFırtınada karınca yuvası gibi

Üşüşsün karıncalar etinizeOğlum muratsız gittiSizi Fırat götürsünOğlum muratsız gitti

Yıkıldı dağlar yıkıldıBacının üstüne kardaşım

Oğul almazsan öcünüÖcünü kardeşininSütümü helâl etmemEmdiğin haram olsun

Kanlı gömleğini getirdilerKendisini göremedimKimbilir nereye gömdülerKendisini göremedimYıkıldı evi yıkıldıBacınızın kardeşler

Koymadılar gideyimMezarına erkeklerKarayazımın taşınıToprağına dikeyim

Allah nasıl verdinseÖyle al canımıCiğeri sökülmüş anaÖlmeyip de yaşar mı

Allahım yıkıldı dağÜstüme dün güpegün

Artık gün kara su acıYeşil ağaç köz olmuşAklımı yemiş ifritlerYüreğim kopmuş ciğerim ezilmiş

Page 160: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yıkıldı dağlar yıkıldıEvimin üstüne güpegün

Gül açmış diyorlar gül açmışDağlarda bahçelerdeHerkes gül toplamaya gitmişSen niye gitmedin gelinim

Keşke sen de gideı/dinO hiç ölmemiş gibi gelinim

Sen beni gönderdinGülün muştusunu vermek içinİsa'nın doğumunu yaz gibiYahya'nın sesini kış gibiZekeriya'nın ürpertisiniİnsanlaraBir bahar aşısı gibiTaşımak içinGülün muştusunu vermek içinSen beni gönderdin

Kur'an meşalesiniDikmek için karanlık dağlaraIşık saçmak için dört yanaZeytine yağİncire bal vermek içinGülün muştusunu vermek içinDağlara taşlaraKuşlara balıklara mercanaİnsanaBeni sen gönderdin

O kış gecesiArkamda sönenAnne baba feneriAt arabasındaGUL MUŞTUSU399Balyaların üstüneO çocuğu sen çıkardınBüyük yolculuk içinGülün muştusunu vermek içinOkullaraKitaplaraLaboratuvarlaraZindanlaraYeraltınaDikitlere ve sarkıtlara

Hey altın hey altınYerin insana yılan bakışıFiravun büyüsüSamiri'nin bir bağ örümceği gibiGönül yemişlerini paslandıran salgısıHey kokudan mahrumCandan mahrum altınTanrım altına karşıAltının ufukları tutmuş

Page 161: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Görünmez yüzlü kanatlarına karşıBir gülü kılıç gibi kullanarakKalb yararakRuh sarsarakAkıl kırarakBüyük savaşı vermeğe sen gönderdin

Sen gönderdin Rabbim sen gönderdininsanı meleği şeytanıGül tanesindeki zamanıZeytindeki Zekeriya ışığını

İsa'daki acımanın zafer takınıİnsanı insandaki düşüş makamınıVe kitapların varYaprakları melek kanatlarıVe İskit RomaKudüs'te yıkılan tapınakOmuzlarda taşman cüzzam çarmıhıVe Roma'da gerilen köle kasıBenMilâttan önceki benMilât yıllarının beniHicret yıllarınınEn muştulu kölesiBenEvet TanrımSen gönderdinTüm sen gönderdinKendi ışığında tutarakKendi gölgenden sayarak saymayarakSen gönderdinDağlara buyurucu kıldınDemiri yumuşattın avuçlarımdaDeveyi önüme çökerttinSamanyolu'nu bir nar ağacı gibi donattın bizeBütün bu muştuyu sen verdin bize TanrımSuda kendimi gördüm TanrımBu muştuyu sen verdin bize sen verdin TanrımGeceleri bütün yıldızlarını saydımEn çok geceyarılarından sonraÜlker yıldızında konakladımSabah yıldızını bekledimGUL MUŞTUSU401 İçime doğacak bir ilham gibi Dağuçlarmdan çıkan güneşinde döndüm Döndüm Tanrım döndüm Sonra geceleri Meşe ağaçları arasından Bir su şırıltısı Bir keçi melemesi mi Hiç biri değil bu hışırtı Doğan aydır bu Bu ayı sen gönderdin Tanrım İşaret saydım senden onu yıllarca Aramızda ne gizli sözleşme bu Ne arzu ne ateş bu Her şeyiyle dünya

Page 162: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gece ayışığmda Senin tükenmez sözünden bir sağlık Bir yoğurma bu

Aym muştusunu vermek için Beni sen gönderdin Rabbim Ayağıma sen taktın Aya doğru akan hız türküsünü Hey Odisseus nerdesin Ksenofon İbn-i BarutaEvliya ÇelebiYazın yeniden insanın macerasınıİnsan kasının çılgın kahkahasınıDuy yeraltındaki yerin ta kendisi olan adam GUN DOGMADAN XIV.

Tanrım duam şu ki her şey yeniden toprak olsunSu toprak olsunİnsan toprak gibi duysun yeriAy toprak olsunTopraktan kaçanı toprak tutsunGün toprak olsunKabirler saltanatı toprak olsunYazıKitapVe söz toprak olsunEkin ekilmeye mahsusYeni tohum atılmaya aitYeni insan doğsun içinToprak olsunAh yetiş çocukluğunda çobanlık edenYetiş toprağın yeni mayalanmasınaYetiş mağaranın ışımasınaYetiş ayı ikiye bölen parmaklarıyla Yetiş büyük armağancım Oruç armağancım namaz armağancımGUL MUŞTUSU403 Yetiş uluların imamı Yetiş toprağın yeni doğuşuna İnsanın yeniden Dirilme süzülüşüne Yetiştir toprak saçan ellerini Tanrı gücünü görmeyen gözlere Saçtığın topraklardan yetiştir bize Ey gök yolcusu Yolculuğunda meleğin kanadı Mevsimi geçmiş bir gül yaprağı gibi kuruyan Yetiş bize kıyamet bildiricisi Kıyametteki sevinç muştucusu Yetiş kabaran yeni toprağa Ku/an tohumunu ekmek için Gül tohumlarını saç bize Gül bahçesi olan türbenden Ve komşun Tanrıevi'nden Ve sevgilin olan ve sevgilisi olduğun Diri Diriltici olanın Acımasından bize

Page 163: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yetiş ayağının tozu olduğumuz peygamber Yetiş her zaman diri olan varlığınla Yetiş yak lâmbamızı Yetiş aydınlat karanlığımızı Yetiş yeşillendir çöllerimizi Yetiş dirilt insanımızıSeni sevenin ismiyle yetiş bizeYetiştir bizeGünahlarımızı kül edecek ateş harmanınıVerim yağmuru insin ülkemize GÜN DOĞMADANMekke'ye Medine'ye Şam'aKudüs'e Bağdat'a İstanbul'aSemerkand'a Taşkent'e Diyarbekir'eYetiş Peygamber imdadı yetişYetiş Allah'ın izniyleYetiştir erleriniDiriliş bayraklannı taşıyanŞehit gömleklerini peşin giymişAteşten, sudan geçer gibi geçenAllah önünde her varı yok görenDağların üstünde eripKentlere şafaklar gibi ağanKüçük askerleriniGül diksinler diye yeni topraklarınaİnsanın ta gönlüneYetiştir erenleriniAllah'ımÂmin(1969)GUL MUŞTUSU405SESDünyanın ucunda bir çocukKitabın ak sayfasını çeviriyorBağın yeşil yaprakları arasındaKimdir o çocuğa fısıldayan

Cebrail'dir o kitabı taşıyanKoyan dünyanın en yüce yerine

Kitapsa daha kitap değilSayfalarını çevirmemiş çocuklarŞimdilik oku diyen bir kelimedirLoş bir dağın koğuğunda

Tek ses Cebrail'dirKelimeleri o taşıyorYoksa alıştığımız günlük kelimeler de gidebilirGider ve bir daha gelmez geri

Dışarda çizgiler var derin fırtınalıiçerde bir yeni dünya mermerdenBen mağarayı bir kefen gibi aldım kendimeGerisi put gitti zaman çerçevesi GUN DOGMADANŞehrin yarasalara verdiği ürpertiKemerlerin altından geçen çiçek

Page 164: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Hepsini bırakıp geldim burayaAçmak için batının doğunun kapılarını

Ve tenin önünde yasak gibiYeşil atlar yeşil sesGeçer gibi bir savaşın çatı katmdan tahtaboşundanKırar gibi fenerini melankolyanmYeni evkireci gibi yakıp günübirliğin kurşunî tozlarını

Bir şimşek gibi aydınlıkMelek kelimelere basa basa"Oku, Rabbinin adıyla oku" dedi

Kelime hey kelimeAzık için kullanılanDeve için kullanılanSavaş için ölüm için kullanılanAna için çocuk için kullanılanEzilmiş çarpılmış yıkılmış kelimelerÖlüm cezasından yapılmış kelimeler

Kelimeler yarıdır bütün değilEşyanın dilini henüz öğrenemedimKentinkiniyse ticarete verdim gitti bir kervanlaBelki de Şam'dadır şimdiBir şamdandır belki de Kudüs'teGUL MUŞTUSU407Kutup soğuğu gelip dolandı çevremdeEkvator sıcaklarından yandı yüreğimKelimeleri ararken devrildi Roma'nm sütunlarıAma melek vazgeçmedi: "Oku Rabbinin adıyla"

Bu melektir son şiddettirLehimden bir ateştirBeni öteye bitiştirirOkumaksa daha ötesi

Yok ki bir horoz ötsünYahya İsa Musa gelsinErmiş göle zeytin düşsünEn çetini okumak

Çivi dilin altındakiDünya çocukların hışırdattığı yapraklar

Okumadan okuyacakÖğrenmeden okuyacakYazmadan okuyacaksınMelek işte böyle oku dedi

Mağarada bir ışıkBirden tuttu ortalığıCinler şeytanlar kaçıştıBir ben kaldım bir de melek GÜN DOĞMADANBir tavandan geliyor sesBir duvardan geliyorDört bir yandan geliyor"Oku Rabbinin adıyla"

Page 165: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Meleği vücudumda duyarakKendimi kendime muhatap sayarakMeleğin kelimelerinde yaşayarakOkudum yeni bir kitabın ilk sayfasınıİlk âyetlerini

Elim birdenbire bir aynaylaBenim arama girmiş gibiGöründü melek oku dediOku Rabbinin adıyla

Aç kalmayı bilirimUykusuz kalabilirimSusuzluğa dayanabilirimAma okumayı bilmem ben

Bütün kitaplar eskimiştirYazılar yazı değilDünyayı arkamda bıraktımIraktır benden ıraktır okumak

Birden bir kanat çarptı yüzümeAğır bir su ışıltısıydı (1969)GUL MUSTUSU409MASALDoğu'da bir baba vardıBatı gelmeden önceOnun oğullan Batı'ya vardı

Birinci oğul Batı kapılarındaBüyük törenlerle karşılandıSonra onuruna büyük şölen verdilerSöylevler söylediler babanın onurunaGece olup kuştüyü yastıklar arasındaOğul yarınki masmavi şafağın rüyasındaBir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeriÖldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yereBaba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladıÖcünü alsın diye kardeşini yolladı

İkinci oğul Batı ülkesindeGezerken bir ırmak kıyısındaBir kıza rastladı dağların tazeliğindeBal arılarının taşıdığı tozlardanAyna hamurundan ay yankısındanSamanyolu aydınlığından inci korkusundanGül tütününden doğmuş sankiAnne doğurmamış da gök doğurmuş onu GÜN DOGMADANSaçlarını güneş destelemişYıllarca peşinde koştu onunKavuşamadı ama onaBatı bir uçurum gibi girdi aralarınaSonra bir kış günü soğuk bir rüzgârAlıp götürdü onuVe ikinci oğuluSivri uçurumların ucunda

Page 166: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Buldular onulmaz çılgınlıkların avucundaBaba yağmurlardan anladı bunuYağmur suları acı ve buruktuİşin künhüne varsın diyeYolladı üçüncü oğlunu

Üçüncü oğul Batı'daÇok aç kaldı ezildi yıkıldıAma bir iş buldu bir gün bir mağazadaAçlığı gidince kardeşlerini arayacaktıFakat Batı'mn büyüsü ağır bastıİş çoktu kardeşlerim aramaya vakit bulamadıSonra büsbütün unuttu onlarıŞef oldu buyruğunda bir çok kişiKravat bağlamasını öğrendi geceleriGün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdilerPatron oldu ama hâlâ uşaktıRuhunda uşaklık yuva yapmıştı çünküBir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinodaOndan hesap sordu o daSırf utançtan babasınaBir çek gönderdi onunlaGUL MUŞTUSU411Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemediYırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attıBu yüklü çekiİyice yaşlanmıştı amaVazgeçmedi koyduğundan kafasınaDördüncü oğlunu gönderdi Batı'ya

Dördüncü oğul okudu bilgin olduKendi oymak ve ülkesiniKendi görenek ve ülküsünüGünü geçmiş bir uygarlığa yorduKendisi bulmuştu gerçek uygarlığıBatı bilginleri bunu kutladıO da silindi gitti binlercesi gibiBaba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyleKara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan

Beşinci oğul bir şairdiBabanın git demesine gerek kalmadanGeldi ve Batı'nın ruhunu sezdiBüyük şiirler tasarladı trajik ve ağırBatı'nın uçarılığına ve Doğu'nun kaderine dairTopladı tomarlarını geri dönmek istediÇöllerde tekrar ede ede şiirleriniKum gibi eridi gitti yollarda

Sıra altıncı oğuldaO da daha Batı kapılarında görünür görünmezAlıştırdılar tatlı zehirli sularaiçkiler içti GÜN DOGMADANKaldırım taşlarını saymaya kalktıEv sokak ayırmadıGeceyi gündüzle karıştırdıKendisi de bir gün karıştı karanlıklara

Page 167: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Baba ölmüştü acısından bu ara

Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlaraBaharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlardaBir almyazısı gibiydi kuruyan yapraklar ondaBir de o talihini denemek istediBir şafak vakti Batı'ya erdiEn büyük Batı kentinin en büyük meydanındaDurdu ve Tanrı'ya yakardı önceKendisini değiştiremesinler diyeSonra ansızın ona bir ilham geldiVe başladı oymaya olduğu yeriBaşına toplandı ve baktılar BatılılarO aldırmadı bakışlaraKazdı durmadan kazdıSonra yarı beline kadar girdi çukuraKalabalık büyümüş çok büyümüştüO zaman dönüp konuştu:Batılılar!BilmedenAltı oğlunu yuttuğunuzBir babanın yedinci oğluyum benGömülmek istiyorum buraya hiç değişmedenBabam öldü acılarından kardeşleriminRuhunu üzmek istemem babamınGömün beni değiştirmedenGUL MUŞTUSU413Doğulu olarak ölmek istiyorum benSizin bir tek ama büyük bir gücünüz var:Karşınızdakini değiştirmekBeni öldürseniz de çıkmam buradanKemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belkiFakat değişmeyecek ruhumOnu kandırmak için boşuna çok dil döktülerAçlıktan dolayı çıkar diye günlerce bekledilerO gün gün eridi ama çıkmadı dayandıBu acıdan yer yarıldı gök yandıO nurdan bir sütuna döndü göğe uzandıBatı bu sütunu ortadan kaldırmaktan âciz kaldıHâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlarEn onulmaz yarası olanlarTa kalblerinden vurulmuş olanlarYüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar(1969) GÜN DOĞMADANSEPETBir vakitler niçinBöyle büyük tutulmuş ölçüleriÇocuklar bile biliyorCezayir'in ekmek sepetleriFilistin'in ekmek sepetleri

Anne ne koysun içineEkmek mi çocuk muDüşmanın ilk baktığıEkmek sepetleri

Dolmayı bekleyenEkmek sepetleri

Page 168: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ve boşalmayıEkmek sepetleri

Her eşya gitseKalacak tek eşyaİnsana en aykırıCezayir'de ekmek sepetleriFilistin'de ekmek sepetleri(1970)GUL MUŞTUSU415FECİR DEVLETİÇağırdığım fecirde yoğrulacak bir yapıDumanlar içindeAlevler içinde bir Şeyh Galib'tir ustasıTaş- ses mercan kitap doğurgan yaraFırtına öncesi bir uygarlıkDumanlar alevler kan içinde bir ustaVe horoz çamaşır çarşambalarıHayaletler miBir tarihe hayalet dedinÖlüm nerede o ölüm kiTers çevrilen dedeninkiKaranlıkta bir yanan bir sönen yüz çizgileriNe işçi ne usta ne mimar çizgileriYorgun hayır anlamamışHz. İsa'nın Dağ VaazındakiDinleyiciler miHayır bu bir iftira HavariyunaKorkunun arasından sıyrılan zekalarıylaSesleriyle yıkan Roma'yıKılıçlar kıran yürekleriyleHavariler, onlar mı inkâr ettilerSiz mi inkâr ettiniz onlarıHoroz üç kere ötmeden şafakta 416GUN DOGMADANVe Şeyh Galib, yeniden iş başında şafaktaYeni dünyanın ilk ustalarındanBenim dünyamın muştucularındanAlev duman kan ve gül içindeLeylâk, kadından düşen şafakVe kadın, anneden çocuğa akanBir şelâle belki, dünya kayalıklarındanTa... Cennet'e dökülecekVe kutsal dağların önünde eridiği kutlu ekmekGüneşi çapalayan çiftçiDağı memnunluğundan boynuzlayan öküzİşte böyle bir tarlanın ufkundaMermerden düzgün orduların göz ucundaBir yapı doğrulacakKim doğuracak geceden artarakKaynayan tarih akrebinin azabından gazabından kalarakMercan kitap ve doğurgan yaraBütün umudum bu paravanadaBu yere serilmiş kemiklerinLime lime olmuş etlerinBu harap ev iskeletlerininÇalı çırpı çevirmelerinKış artığı seslerin

Page 169: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kuş artığıKımıl kokulu buğdaylarınİçinden yeşerecekYeni bitkideUsta mimar yani Şeyh Galib'in öğrencisiŞafağı öğleyi sabahı akşamıYatsıyıGÜL MUŞTUSU417Ve hele ikindiyi tam yerinde kullananBir insanı gölgeleyecek olanBir başa gerekli gençlik düşünüYeni bir dünyanınDünya ötesi dünyanın ülküsünüŞam Bağdat'tan sütun çizgileriyleArafat Dağı'nm âhengiyleİlhamın en yemişlisinden tatmışBir başa uzatan yaprağınıHurmalar mıHurmalar dağ derinliğini anarDenizi gezdirirler üstündeSarayburnu tüter gözlerindeÇölün fatihi tek ağaç hurmalarınİstanbul'dan bir çizgi yapraklarının üstündeGözlerinden fırlayan bir okHaber beklerlerAç kalan insanların ekmekSusuz kalanların su beklediği gibiÇöl, üstünde altın ayaklı atların nalları çınlamışÇöl, Kitab'm sayfalarını Doğu'ya Batı'ya ulaştırmışÇöl, Nil ve kahverengi adalar ve kıtalarSenden haber beklerSenden işaret umarVe bir cami üstünde hutbeBir gül bulutu gibi yükselirGüneş düşerBir kasaba üstündeŞeftali çiçeklerinin üstüneKaslar gerilir derinden derine 418GUN DOGMADANÇağa er kişinin kası gerilirBu ülkü bir kılıç gibi keskindirUzar uzar kalbimizin içindenKalbinizin içine kadarSizi öldürmek için değilSizi diriltmek içinTutun ki bu kılıcıdır Ali'ninHalid İbn- i Velid'inFakat ben dağların sesini duydumAnladım gelmekte olan zamanıYöneldim Büyük AmacaDoğan güneşe dönenBir gün çiçeği gibiEvet ben gelecek zamanın sesini duydumVe dönüp denizlere doğru haykırdım:Yaşasın yaşasın yeniden seslerini duyuyoruz sularınEn özel gizli demlerde Dağlarda ve denizlerde Birden kendi ulusumun sırrına erdim

Page 170: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Halkım yalnız iki duyguyu tanıdı Ya birini yaşadı ya öbürünü yaşadı Fetih veya bozgun; İşte sırrı ulusumun. Ya fethin zafer anıtıdır o Gökten inmiş bir dizi güvercin gibi Gök pusatı Ya da yıkılmış atlar, ölüm çığlıkları İçinden çekilen karanlık bir akşam Ve güneş karanlık bir kilise gibi sönen - Yahya Kemal mi?GUL MUŞTUSU419_ Ha evet Yahya Kemal;Bozgunda bir fetih düşü.Şimdi ben bozgunu yaşayan bir ulus gibiBozgununu yaşayan ulusum gibiGömülüyorum yabancı bir geceyeSu altlarının deniz diplerininYer derinliklerinin bilinmez yeraltılarınm çinisineDidik didik ediliyorum sokaklardaBüyük caddelerdeBir yanı tüm düz ay olanBir yanı tüm düz dünya olanBir caddede zikzaklar çizer gibiBir aya, bir dünyaya çarpanBir Şarlo, ya da fikirlerin şaşkm altın arayıcısıHayır. Hayır. Bu madenî sisBu kömür tabakası üfürülecekGül bahçelerinden gelenŞeyh Galib işiBir şafaklaSavruluyorum kaybolan bir ses gibi o yanaNe altın başaklar harmanı buBabamın biçtiğiGüneşin sıcaklığından rengini alan buğdayYıkıntılar leşler ve mezarlarVe gece hışırtıları içindenBin yılhk kar altındanÖlüler kentindenSıyrılarakGeceyi ışıklarla delerekGelenler var biliyorum GUN DOGMADANYaklaşıyorlar gölgelerHayaller anılar ve seslerBüyük aydınlıklarla birlikte geliyorlarGittikçe beliriyorlarGittikçe yoğunlaşıyorDoku et kemik kazanıyorlarKasları çağa gerilmişEr kişiler çıkıyorlar bir bir gecedenBiliyorum geliyorlar sancaklarıylaGeceyi silen sancaklarıylaGök yeşilini getiriyorlarGüneşin ışığını taşıyorlarKoşanlar bunlardır çağırdığım fecre doğruYoğrulacak bir fecre doğruAydan sütunlar taşıyorlarGün ışığından kemerler

Page 171: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Çerçeveler yerleştiriyorlar dört yöne Hayatları bir ölümce yağma edilmiş Anne ve babaların çilesinden Çalınmış miraslarının içinden Örselenmiş kefenlerinin içinden Geliyorlar ustalar çıraklar Şafak işçileri ikindi mimarları Çağı bir ortaçağ yayı gibi geren ülkülerine İnançsızlığın yıkıcılığın Köleliğin sömürmenin Kör yüreğine ok atan İnkârı öldürenİnsanı diriltenGUL MUŞTUSU Bir fecrin erleriBatmış medeniyetimizinRuhumuzun arkeologlarıÇıkıp Çıkıp bir lânetli gecedenGeliyorlarIşık tut RabbimBüyük ışığını esirgeme bizdenKoruyan acımanaGüzeller güzeli adlarınaSığman bu erlereIşık tut RabbimKur'an'ın aydınlığını yay gönlümüzePeygamber duasını eş et bizeSaçılsın senin solmaz baharının gülleri yolumuzaSırrına sır katılsın ulusumuzunYırtılsın inkârın zarıReddin şeddi yıkılsınİnancın fecri doğsunAğsın sabah yıldızı gibi ufkumuzaBatı ve Doğu bütün anlamıylaGeçmiş ve gelecek bütün anlamıylaAçılsın önümüze bir kitap gibiYeşeren ağaçlar eğilsin üstümüzeDamarlarımız canlansın eski ruhun dirimiyleAlev duman ve kan içindeBir şafak yapısı belirsin öndeŞeyh Galib'in divânı gibiYükselsin önümüzde yeni bir fecrin devletiÇağırdığım işte bu FECİR DEVLETİinsanlığın yeni bir kader dönüşümünde GÜN DOĞMADANMercan kitap ve doğurgan yaradanZamanın an an tanık olduğuBütün gerçekliğiyle sûrelerdenGelecek yeni bir, bir insan ruhuYüzü hep dönük fecir devletineGönlünde hep cennetten bir siteİpek örtülerin hışırtısıGün yüzlü insanların gezintisiDillerinde ipekten yumuşakKılıçtan keskin âyetlerGezinirler fecir yapısının ufkundaVe ben gözlerim onlarıHer sabah gün doğarkenGüvercinler konarken taraçalara

Page 172: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Fatih'teOturduğumÇatıKatında (1970)ZAMANA ADANMIŞ SÖZLER(1971-1974)(Sekizinci Sağnak: ebedî yaz sağnağı. Ruhunve tarihin yıkılıp yeniden yapılma fırtınaları.)

ZAMANA ADANMIŞ SÖZLER

1. SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNEI. Gelin gülle başlayalım şiire atalara uyarak Baharı kollayarak girelim kelimeler ülkesine Dünya bir istiridye Dönüşelim bir inci tanesine Dünya bir ağaç Bir özlem duvarı Bülbül sesine Şair Gündüzü bir gül gibi Akşamı bülbül gibi Sarıp sarmalayan öfkesine

Anılar demirden alçısı zamanın Şair kollarını çarmıha geren Ve mısralar boyu kireçleşen Gençlik hayalleri Ah eski kemik ah eski deri Ve kemikle deri arasına gerilen Ruhumun şenlik günleriAh eski kemik ah eski deriYenilgi sanılan zafer saatleri

GUN DOGMADANBana ne Paris'tenAvrupa'nın ülkü mezarlığındanMoskova'dan Londra'dan Pekin'denNewyorkBütün bu türedi uygarlıklar umurumda mıBirazcık Roma'yi hesaba katabilirdimAma RomaKendi kendini inkâr edip durmaktaBuz gibi eriyerekBir kokakolaVeya bir votka bardağındaZAMANA ADANMIŞ SÖZLER II.

Gelin gülle başlayalım atalara uyarakBaharı kollayarak girelim kelimeler ülkesineBir anda yükselen bir bülbül sesi- Erken erken karlar ortasındaGüneş donmuş ışık saçan bir yumurta -Bana geri getirir eski günleri

Page 173: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

...Paslanmış demir bir kapı açılırKüf tutmuş kilitler gıcırdarkenTa karanlıklar içinde birdenBir türkü gibi yükselirsin senFısıldarım sana yıllarca içimde birikenSöyleyemediğim ateşten kelimeleriŞuuraltım patlamış bir bomba gibiSaçar ortalığa zamanınAğaran saçın toz toprağınıBana ne Paris'tenNewyork'dan Londra'danMoskova'dan Pekin'denSenin yanındaBütün bu türedi uygarlıklar umurumda mıSen bir uygarlık oldun bir ömür boyuGeceme gündüzüme 428GUN DOGMADANGözlerinLâle Devri'nden bir pencereEllerinBaki'den Nefi'den Şeyh Galib'denKucağıma dökülenAltın leylâkZAMANA ADANMIŞ SÖZLER429 III.

Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarlaTırmanmışlar surlarıma burçlarımaKimi ırmaklardan yansımaKimi kayalardan kırpılmaKimi öteki dünyadan bir çarpılmaİçi ölümle doluDönen bir huniDoğarken güneşKesilmiş ölü yüzlerdenBir mozaik minyatürlerdenDokunur tenimizeSoğuk bir Azrail ürpertisiyle ayVe birden senin sesin gelir dört yandanMenekşe kokulu sütunlardanKomşu dağlardaki nergislerden leylâklardanGözlerine ait belgeler sunulurEy aşkın kutlu kitabıUçarı hayallere yataklık edenPeribacalarmm yasağıGönlümün cellâdı acı mezmurBana bıraktığın yazıt bu mudurÖlüm geldi bana düğün armağanın gibi GUN DOGMADANSenden bir gökSenden yıldızlar ördülerAteşböcekleriO gece dört yanımaEy bitmeyen kalbimin Samanyolu destanıSen bir anne gibi tuttun ufuklarıVe çocuklar gülle anne arasındaSeninle güller arasında

Page 174: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Tuhaf bir ışık bulup eridilerÇocuklar dağ hücrelerinde erdilerAramızdaki sırraBir de ay ışığında büyüyen fısıltılarGençlik monologlarıSeni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısındanBana getirenYasamız vardıÖfkeyle yazardın sen bir yüzüneÖlür ölür okurdum öbür yüzünde benZAMANA ADANMIŞ SÖZLER IV.

Senin kalbinden sürgün oldum ilkinBütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreğiBütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışındaSana geldim ayaklarına kapanmaya geldimAf dilemeye geldim affa lâyık olmasam daUzatma dünya sürgünümü benimGüneşi bahardan koparıpAşkın bu en onulmazından koparıpBir tuz bulutu gibiSavuran yüreğimeAh uzatma dünya sürgünümü benimNice yorulduğum ayakkabılarımdan değilAyaklarımdan belliLâmbalar eğriAynalar akrep meleğiZaman çarpılmış atın son hayaliEv miras değil mirasın hayaletiEy gönlümün doğurduğuBüyüttüğü emzirdiğiKuş tüyündenve kuş sütündenGeceler ve gündüzlerde GUN DOGMADANİnsanlığa anıt gibi yükselttiğiSevgiliEn sevgiliEy sevgiliUzatma dünya sürgünümü benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensinSuna dedimse sen Leylâ dedimse sensinSeni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ınBoşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikârsın bellisinKuşlar uçar senin gönlünü taklit içinEllerinden devşirir bahar çiçekleriniDeniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberiniEy gönüllerin en yumuşağı en deriniSevgiliEn sevgiliEy sevgiliUzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti sapan ölümsüz iz bıraktı topraktaYıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında Çatı katlarında bodrum katlarında Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lâmba

Page 175: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Hep Kanlıca'da Emirgân'da Kandilli'nin kurşunî şafaklarında Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa lâyık olmasam da Ey çağdaş Kudüs (Meryem) Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)ZAMANA ADANMIŞ SÖZLER433 Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılışım gördüm bir Venüs bardağında Köle gibi satıldım pazarlar pazarında Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda Verilmemiş hesapların korkusuyla Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa lâyık olmasam da Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır Aşk cellâdından ne çıkar madem ki yar vardır Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardırO şarkıya özenip söylenecek mısralar vardırSakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardırNe yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır^ün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır lanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

434GÜN DOĞMADANYenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardırSırların sırrına ermek için sende anahtar vardırGöğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardırSenden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardırSevgiliEn sevgiliEy sevgili (197liZAMANA ADANMIŞ SÖZLER4352. ESİR KENTTEN ÖZÜLKE'YE I. - alınyazısı şiiri -

Gülle başla şiire atalara uyarakEy şair kelimeler ülkesine gir gülle

Her kelime gönlünde kan kırmızı bir şafak

Page 176: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kafiye olmak için yaratılmış bülbülle

Göz gözü görmez olmuş toz duman arkana bakAlmyazm yarışmış sanki kutlu düldülle

Gül bülbül ve düldülle kaybolanı buldurmakNe noktayla ilgin var ne ünlem ne virgülle

Ey şair kelimeler ülkesine gir gülle GUN DOGMADANÇocukluğun güllerin kasabasıydı sankiBaharda anne ve gül çifte aynaydı sana

Ve gençlik yıllarında son ışıklar perisiGibi gelen sevgili gül ve aynaydı sana

Sonra güller ezildi aynalarsa devrildiNe anne ne sevgili ne gül kaldı ne ayna

Kala kala ağlamak armağan sana şimdiO ise uzaklarda dalmış öz rüyasına

Gençlik yıllarındaki o ışıklar perisi

Kadere inen kamçı karanlıktaki kudretDerinliklerden gelen fizikötesi öçler

İstersen bin parçaya böl de gözlerden kaybetYine bulur izini tozunu sessiz göçler

Nerde kaldı o aziz o gün yüzlü saadetAltın taçlı sevgili şiir sağılan cevher

Yakut işi hayaller aleladeden nefretSu yerine bengisu her yapı için mermer

Nerde kaldı o aziz o gün yüzlü saatlerZAMANA ADANMIŞ SÖZLERBir ömür boyu yağdın kutlu yağmurlar gibiMeryem gibi boşandm dört bir yönden gönlüme

Aşk yolunda durmuşum yüce dağlar örneğiUmutlar bulut bulut seraplar küme küme

Ah çılgınım seni ilk gördüğüm gündenberiAh delilik gömleği üstümde lime lime

Sen birsamlar sultanı hakikatlar meleğiŞiirler kelebeği en bakire kelime

Meryem gibi boşandın dört bir yönden gönlüme

Kalbim gibi horozlar çizedursun portreniGecenin gündüzüne gündüzün gecesine

Zengin ruhun yüceltmiş Tanrı katında seniAyak uydurmuş gönlün yıldızların sesine

insanlar izleseler güneş gibi gölgeniKavuşurlar ilâhî diriliş bestesine

Page 177: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sen fosfordan bir soluk yırtan demir kefeniKonuşan Samanyolu sineye sine sine

Ayak uydurmuş gönlün yıldızların sesine

GÜN DOĞMADANBir bâdısaba gibi es doğudan batıyaHayatı yumşattığm gibi ölümü yumşat

Yağsın gönlünün nuru bu karanlık çatıyaZehre batan ruhumu ışığınla aydınlat

Ben en ölüden ölü senden ayrı kaldım yaÇaresiz derde şifa olan elini uzat

Ben dudakları çatlak kavrulmuş yanık kayaSen kevser gibi gökten boşanan abıhayatHayatı yumşattığm gibi ölümü yumşat

Ah al bir kadifeden savrulmuş pelerininTann'dan gelmiş gibi yüzünde solmaz renkler

Kuşların uçuştuğu gözlerin gökten derinYakılır kervanlarda sanki ipekten denkler

Saçların aşk güzünde biçilen altın ekinDişlerin bakışlara gözyaşından âhenkler

Önünde el bağlamış insanoğlu dev ve cinKapında bekler durur secde için melekler

Tann'dan gelmiş gibi yüzünde solmaz renklerZAMANA ADANMIŞ SÖZLER439II.

Balmumundan bir şehir arkadaşlar ülkesiİçinde yanar durur yalanın lâmbalarıBenim hakkımda yalan senin hakkında yalanKapadılar sonunda sana çıkan yolları

Yine de suç benimdir onların değil benimKaranlıkları delen bir ışık olamadımAkıtamadım ayağına gönlümün pınarınıSenin gönül kentine bal ve sütten bir nehir

Tatlı doğu rüzgârı beni sana ittikçeZehirden kılıcını savurdu bana batıBen akşamın ufkunda döne döne battıkçaSeni kuşattı durdu firavun saltanatı

Firavun saltanatı firavunlar sanatıVe firavun saati bir kent ördü çevrendeGüleryüzlü yılanlar ve akrepler ülkesindeSen güller ve inciler gibi aynı kaldın yine de GÜN DOGMADANKötülüğü görmeyen gözlerin mucizesiMeleklere define olağanüstü kalbin

Page 178: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Paçavrayı ipeğe çevirmesini bilirBakırı altın yapar ölüleri diriltir

Herkes bir kurtuluşa erdiYerleştikleri için senin kutlu çevrendePayını alacaktır güneşten katran bileYeraltı sularında da var ayın med ve cezri

Köle diye mi sattın ayrılık ateşineSana köle olmanın değerini bilmeyenKendini dev saymanın sonsuz cehenneminiBenliğinde taşıyan gurur sarhoşu beni

Artık yolun uğramaz bilirim toprağımaÖmrüm yanıp yıkılmış harap ölüm sayfasıSen orda hakikata çevirirken yalanıAh, yalana çevirdim ben burda hakikatiZAMANA ADANMIŞ SÖZLER441 III. - kurtarış -

Mini bir akşam geldi banaUnuttun beni dedi hayalinAğır dağlardan ağır çöktü omzumaZalim anıların azap sesleri

Kanlı bir geçmişi onara onaraKaydı gözlerin öz benliğimeAğladım seni içimde bulmanın düğün sevinciyleYeniden seni bulmanın sevinciyle

Zaptetmek istedim gözyaşlarımıEn derin zengin denizler gibiZebercet ve mercan şefkatiniAvuç avuç saçtı ellerin üzerime

Aydınlığını gördüm kuşatmış yineMüthiş bir ışık gibi gönül evimi GÜN DOĞMADAN IV. - özgür bahar -

Dün bir gül düştü bir taraçadanBahar gelmiş dedim başımı kaldırmadanAndım o gençlik günlerini güneş kızıl bir dumanSense yüzünden göğsünden ellerinden gül akan

Eğilirdin zamana menekşeler gibi senKorkardım altında durduğun leylâklara bakarkenLeylâkların aydınlığında belirirdi mermer ülkenKalbimizi serin özlemleriyle yakan

...Almyazımı vurdu sular dağlara yıldızlaraGeceye gömdü beni gün ve lâmbam karara kararaBulutlar gölge saldı o ışıklı baharaÇiçek tozlarının sarhoşlukları arasından bakanZAMANA ADANMIŞ SÖZLER443gir rüzgâr çarptı yüzüme bahar diye bağırarakBir köleyi özgürlüklere çeker gibi beni sana çağırarakTa Babü'den üstüme yıkılan zincirleri kırarak

Page 179: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sana doğru koşmak istedim hemen o saat o an

Sonra birden bir sükûnet indi üstümeSen geldin gözlerimin önüne yüzünde bir gülümsemeÇevrende çocuklar mutluluklar gül demetlerinden bir kümeGönlüme salkım salkım düşlerini bırakan

Kuvvetle yere bastım yokladım derinliğini toprağınOmuzlarımdan kalktı sanki ağırlığı bir dağınResmini çizdim durdum kutlu sayfalarına çağınİsmini fısıldadım yeryüzüne gökyüzüne durmadan GÜN DOĞMADANV.doğuş -Ay kalktı sen yayıldın ortalığaSessiz bir çılgınlık içinde elim durdu bir yerdeElim bu okyanuslarda yıkanmışSenin eline değmiş lekesiz saf eline

En derin deniz dibi gibiVurdum vurdum kendimi heykel kırıklarına çalkalandımKendimi Venüs'e vurdum çalkalandımSenden ıraklarda seni ayda sayarakAyda ve bütün çocuklardaBütün ülkeler ve insanlar küle çevriliyorKararttığım sevgi geçitlerindeKurtulan bir tek sevgili var kiAy içinde kolu parça parçaAkdeniz kıyılarındamZAMANA ADANMIŞ SÖZLER - ek -

Aym çekimine uğradım Dicle'nin kuruyan dudağındaÇalkandım durdum senin albeninle şiirin sıcağındaSense yıkandın durdun heykeller gibi gönlümün ayışığındaEllerin yaz demektiGözlerin yeşerirdi kalbimin baharında

Bir vakit vardı sen ipek ben topraktımÇaldılar bir periyi çalar gibi seniBeni görünmez zincirine vurdular günlük acıların büyülerinSeni alıp götürdüler zalim kervanına katıp batının ve ses vermez kaderin GÜN DOGMADANVI.Sarhoş gibi gözlüyor karşımdaki dağÇağ ki attım onuÖrtmüş bir heykeli sarmalayan dev bir kelebek gibiİçimin kartal kanadıyla bezenmiş geceyi sankiAh, ilk yağmurda devrilen tavusBeni çarpan cinli çiçekler elektrik çiçekleri duvarınaKan sabırsızlığınaAcıma fırtınasında döndüren beniYakıp söndüren kitap fenerimiÖlümün baldan ayaklarıyla yürüyen şiirimleŞehrin kılıcı sanki suda bir ay gibi kırılıyor şiirimleBir ev ki yalnızlık olmuş konuk etmiş beniIsmarlamış çiçeklere önüme ardıma bakma görevini

Page 180: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kol ibrikleşmiş ellerim çeşme gibiSaçıyor dört yöne akan kalbimin köpükleriniÇağdaş bir sanat felâketiPaletin saltanatına son veren mermiGörüntü haber ve reklâm alacasıZAMANA ADANMIŞ SÖZLER447t san ölünceye kadar emen haber memesiniKurumuş çeşmelerden işiten anne sütünün sesiniÖlüm bile gelir insana bir anne haberi gibiBahar çarpıyor kalbimize bir haber gibiBir iklim haline gelen sevgilinin haberiFırlatarak sır saklama ödeviniEn ırak yıldızlaraAy düştüAnsızın bir perde gibiAğlıyor kalbimdeYeni doğan yeniden doğan bir çocuk gibiAh yastıkta gizlenmişAy doğuran sevgiliUyku filozofuHindistan defnesiSevgili zeytin ağacını gökyüzüne yükselten son meşale gibiİçimi ışığa boğan uçsuz denizlerin derneğiFısılda bana n'olursun sağ olduğunuKırpıştır büyüyen öğlede yenidenAydınlığa uzayan kirpiklerini 448 GÜN DOGMADAN

VII.

Bu ülkede ilham yağmur ve rüzgârlara bakarDonmuş ruh ancak baharla kanatlarını açarKışı bırakmak yeniden yaratılmak gibiYeniden olmak gibi bir fizikötesi töreniDeride ve zarda kendini aramaktan ötedeŞeytan uyumsuzluğundan ve umutsuzluğundan ötedeÇığdan ve şimşekten biçilmiş almyazılarıylaBeni çevreleyen geceyi aşmanın çılgm nöbeti

Ağu kanatlıdır uçup uçup bana gelirKuş olur kelebek olur çevremde dolanırKimi gün eski vakitlerden kalma bir yapraktırAkşam beni dünyanın bütün ufuklarındanBütün ağuları çeken bir huniye çevirirAğu bana yaradılıştan önce armağan edilmiş bir ahnyazısı gibidirAğularm deccalı gün batımından sonra belirirBulvarlar yanan kireç gibi kaynayan suratlarıylaGelip geçen insanların ağlılarındanAkan bir çizgidirHer volkswagen kafamın içinde sıçrayıp duran bir piredirYa da yuvarlaklaşıp yuvarlaklaşıp kalbime çarpan bir peridirAh! Şafak nerededir!Ateş nerededir! Alev nerededir!ZAMANA ADANMIŞ SÖZLER449Bu yaştan sonra saç bile ağaran bir kederdirGönül güneşini kaybetmiş batan bir ülkedirTaş kap1 kapalıysa ben içeriye sızmışımdırBaş ihtiyar bir dağ gibi çökmektedir

Page 181: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ah volkan nerededir, lâv nerededirAlev nerededir, ateş nerededir

Yüzlerde yeni bir çizgi yoktur, hep eski yüzlerdirKapı çalmmıyordur çalmsa da açmamak onura aykırıAçmak çağrılan bir pişmanlıktırEy, gelecek zaman ne kadar yakınsın artıkÇağrılmadan gelen pişmanlıksın artıkEy artık dibi görünen suBölünüp bölünüp yok olan suYazlar ki gelip geçiyor üstümüzden bir yarasa soluğu gibiKış yerden yükselen yılın kefeniZamanın zehri bana gelir beni ağularBende patlar ama yine bende şifaya çevrilirBen, bir zehir rüzgârınıRuhun çekiciyle döğe döğeBir gelecek zaman şehrine döndürenGörülmedik sevinçlerin devrimiAh, güneş nerededir, nehir nerededirNehirlere batmış o güneş nerededir

genç değilim ama seninle birlikte şiiri yeniden dolanıyorumSıcak sularda fosfor sarhoşluğunu arıyorum en beni çekip yeniden evrene bırakıyorsun 1 ve tutsaklığın ve kurtuluşun öyküsünü kalbime bırakıyorsunBirlikte eğiliyoruz Kutsal Onurun önündeadak diliyoruz kurban gençliğinde 450GÜN DOĞMADAN YILAN Gittin ve bozdun bütün büyüsünü yuvanınYüzyılların sabrıylaAyışığının harcıylaGüvercinlerden kırlangıçlardaniçgüdü müziğindenÇocukların pul pul düşlerindenDoğmuş bir çiçek evineGirdin ve bozdun sessizliğiniGüneşin doğuşunuIşığın camlardan geçişiniDurdurmak istedinUğursuz ıslığınlaZAMANA ADANMIŞ SÖZLER 451Karlar içinde donmuştunTuttun sıcacık ovaya indinBaharın gözlerini ezdinNergisler üstünde dans ettinBozdun bütün büyüsünü canlı olmanın

Tanrı böyle yaratmış seniSen yılan olmaya mahkûmGecenin ta kendisiKara kaderlerin çerçisiZafer anıtlarının güvesiMutlu ülkelerin sfenksiGöğdende ölüm zehirli bir ağıt gibiVe insanoğlunun karşısındaKül kedisi

Page 182: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Melek dağıtansınZehirli tozlarındaSkandal serpersin meryemlereCennetin kapısını durmadan kapayansın(1973) GÜN DOĞMADANAKREBİN ÖLÜMÜYürüdü lâmbanın önünde durduBir yaz gecesinin ayışığmdaDüşündü bu loş aydınlıklardaEvlerin mahkûmu olmayı akrep

Kanatları olsa göklerde olurduBoğum boğum kuyruğuna çarptı ayTitrek titrek göğü yansıttı lâmbaKaderini gördü cehennem biçiminde

Geldi samyeli camlardan geçipÜzümlerden incirlerden bir koku taşıyarakDondu akrebin zehri damarlarındaKarşısına dikilip durmuş bir insanoğlu (1974)ZAMANA ADANMIŞ SÖZLER453 İNSAN VE ORUÇ

Oruç, ruhun sesi gelir her yılGümüş topuklarını dokundurur kalbimizeVücut dönmeğe başlar bir tapınağa kurban gibiYapılır örülür uçurumları yakan dualardan

Ten ruhun avuçlarının içindeHilkat günlerinin yeniden oluşun terlerini dökerİnsan gecesini değiştirir gündüze ererBir mevsime döndürür zamanını hiç değişmeyen

insanın olma vaktidir bu erme fırsatıRuh emzirir anne gibi yeri göğü fecriYeni bir insan gelip nöbete duracaktırEskisi çürümüş bir heykel gibi devrildiğinden

Ey oruç, diriltici rüzgâr, islâm baharıEs insan ruhuna inip yüce ilham dağındanKevser içir, abıhayat boşalt kristal bardağındanSusamış ufuklara insan kalbinin ufuklarına(1974, Eylül) 454GUN DOGMADAN SONBAHAR

I.

Rüyalar bende kiraz gibiOlur ve çürür bu mevsimdeGün doğar ve yükselir deBen yatağımda bir kaptan

Page 183: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gemisini terketmeyen bir kaptanGibi eski günlerin hülyalarındaBir deniz hazinesine sarılmışÇocukluktan gençlikten yapılan

Sanki yıllarca önceKoyup gitmemiş sevgiliAnnem hiç ölmemiş gibi Günden öç alır gecelerZAMANA ADANMIŞ SÖZLERAtlar ki bende kiraz gibiBüyür ve çürür bu mevsimdeGün doğuşundan güç alanKelebeklerden kurtulurum

Bir kuş fosfor gibi geçerKoşup sonsuz çayırları geçerBaşımı uzatırım sularınaAnlamak için anlamak için denizi

Ve şehirler deniz kıyılarındaYükselen alçalan atlar gibi 456GUN DOGMADAN II.

Evin ötesinde berisinde meşalelerSu meşaleleri ölü tuzu düğün biberiBirinci Cihan Harbi'nden kalmışlarAstragan dişleriyle fırçalanmış geceleri

Aşk artık eski ağaçlar arasındaİncir zeytin nar arasındaEvi boğan ipek böceği kurdelâsındaKadın saçları dinleniyor ve çocuk tünekleri

Zafer devesini süre süreEski bir dişbudak köküne götürürPatlayan kelebekler korosuÖnümüzü bir daha aydınlatıyor mu?

Eve girmek evden çıkmak ev olmaklık buEvin bodrumundan ummakTaşları sorguya çekmekUymuyor yakışmıyor dostuna(1974)ZAMANA ADANMIŞ SÖZLER 457DENİZİN KENTİNİ YAKTIM Denizin kentini yaktım Vızıldayıp duran kafamın ortasında Denizin kentini yaktım Hurma şırıltılarıyla

Denizin kentini yaktım Beni çocukluğumdan koparan Denizin kentini yaktım Bir kent kadın kabuklarından

Denizin kentini yaktım

Page 184: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Miras kalmış bir alevle Denizin kentini yaktım Veli ağaçlarla kalbi atan mermerle

Tanrı'yi anarak kalbi atan Cami sütunları boğdu Sararmış gözyaşlarıyla Kararmış denizin kentini

istanbul ey sevgili şehir Dön dön karadan gelen sesimeSon veren zaman yatırındaDenizden getirilen biçimine (1974) GÜN DOĞMADANKIŞSes kışı. Ateş yırtıldı. Çarpıldık.Ürktü insanı aşkıyla terleten kitapBir bağ vardı gitti Bağdat'tan öteÇöktü bir akşam güne Şam'dan önce

Kurumuş üzüme de razıydık çürüttünYaralanmış ayı kullanarak kızıl dağSoluğunu yollayarak zaman zaman üstümüzeDaralttın gençliğe ve bahara susamış gönlümüzü

Baharı seller götürdü boğuldu yazKırıldı kristal vakitler güz kadehiNe çok mezar taşları taşıyarak sırtındaÇıkıp gelmesini bildin ölüm tüccarı

Ben ki ölümsüzlüğe ermiştim dese deseÜlküleri düşünceleri düşleri insan çiçeğiniAşmıştım kaç kere Hızır'la abıhayatın kemeriniGeçip çılgın gerçeğe devirerek büyü mendireğini (1974)ZAMANA ADANMIŞ SÖZLER459 AKŞAM

Ah sessiz sessiz gelişen akşamErkek ağacında büyüyen çocukİnsan gözleriyle ağlayan sergiAteşi armağan getiren yolcu

Bizi yakan ateşi getiren yolcuGül kırmızısı bir rüzgâr gibiEvi sevgiliye saran çiçekçiYirmi dört saatte güz deneyicisi

Lâmba ışığına uygun kitapçıOkutup okutup eski kitaplarıOnulmaz aşklara yandıran avcıKülümüzü havaya savuran ocak(1974) 460GUN DOGMADANÇEŞMELER

Page 185: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

(1975)TÖRENMiras mimarı ölümün payıÇürüyüşlerden bir fosfor donanmasıAlkış alkış ölümle barışanBir ülkü alıyor gözlerimi

Işıyan ne bir göz kapağındaÇocuk anne monologu muSes kınası saçıldığmdaEski dağ kentine dedelerin(Dokuzuncu Sağnak: aynalar sağnağı.Bardaktan boşanırcasma paslanan talihiniçinden gülümseyen uygarlık ırmağı.)(1974) ÇEŞMELER

I.

Benim yalnızlığımdanDamıtılmış çeşmelerKurumuş unutulmuşÇeşmelerin akışıyımİnsanlık içinde

Ay görmez onları onlar ayı görürAydan haberlidirlerSöylediklerinin çoğuAy hakkındadırAya dairAyın tarihine ait GÜN DOĞMADANFındıklık Mehmet AğaÇeşmesi- Silâhtar Tarihi'nin yazarı -Yenilmez karpuzlarAcı salatalıklar yıkamıştım suyundaİçilmezBozuk suyundaGece yarısıAyışığmdaYaz ay ve benSilinmeye yüz tutmuş yazıÖlümü hecelemiştikOrtalığı dolduran sesindeTa... aşağılarda olan yatıraBir türkü söylüyorduÖlüm ötesinde açmışMenekşeler kimliğinde

Ölüydü insanlar Yalnız yaşıyordu o yatır Ve o çeşme Ben de Sıratı andıran bir çizgide Soluyordum, devrildim devrileceğim Hayatı ve ölümü birlikte Aynı geçmezlik ve değişmezlikte

Page 186: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Aynı yenilik ve tazelikte Ürpererek geçiyordu yarasalar Uzaklardan Beyoğlu'nu bir telgraf gibi İleterek birbirineÇEŞMELER 465 II.

Eski zamanın kartvizitleriGibi birden uzanan önümeBirden en ummadığım bir andaVe hiç beklemediğim bir zamandaBirden beliren bir köşedeBirden karşıma çıkıverenTerkedilmiş unutulmuşEski zaman çeşmeleriRuhumun hiyeroglifleriGönlümün çözülmez şifreleriÖlümsüz bir uygarlığın- Ah, ne çelişki -Ölümsüz kitabeleriSonsuzluğun mezartaşlarıÇeşmeler GÜN DOĞMADANŞimdi anlıyorum niçinEski şairler onlarınYapımınaTarih düşerlerdi

Kendisine benzediğiniBilirdi şair bir çeşmeninOnun doğumunu kutlardı Böylece şiirlerle

Bilirlerdi çeşmelerin de Kendileri gibi Toplumun ortasında Çağıldayıp durduğunu şairler

O insanların susuzluğunu giderir Arıtır ellerini ayaklarını Şair de giderir ruh susayışını Yıkar çirkefe batmış insan ruhunu

Ama ikisinin de alınyazısı en son Unutulmak terkedilmek Sırrolmak Ait sayılmak eski uygarlıklaraÇEŞMELER III.

Eski zamanların durmuş saatlarıdırlarNe zaman durdularKim durdurdu onlarıKim kesti bu neşeli çocukların sesiniKim susturdu o canım çeşmeleri

Ruhun ve kaderin güneş saatleriSesleri ayarlıydı bir uygarlığınTükenmek bilmez bir çağdaşlığın

Page 187: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gecelerine oynayan gölgelerine

Ruhumun içinde durmadanAçık gibi duran batıyaFakat doğuyla konuşan çeşmelerEski zaman inceliklerinin kapısıDoğunun batının kapısı çeşmelerBh yağmur ruhuma çiseler 468GUN DOGMADAN IV.

Yunan şairlerini bilmem ama- Onlar daha çok uzmanıdırlar nehirlerinÇeşmelerin dilinden anlardıLâtin şairleriKimi diller kuş sesiKimi dil çeşme sisiÇEŞMELER469Eski uygarlıklar çeşmesiRuhumGüneş batar o doğar

Kan döğmeliÜrkütücü bir gece lâmbası gibiAnsızın çıkar karşımaÇeşmeler ve ruhum Ulu Kent'teBir köşeyi dönerken yapayalnızGece vakti

Çağı geride bırakanVe yosunVe mağaraÇeşme bir pencere uygarlığa

Çeşmeler kapalı kapıları eski günlerin

Ağa Camii'nin yanındakiBaklava biçimiDışa doğru bombeliDireniş buBir velinin kerameti gibiÇağ dışı değilÇağ açan çağ aşanÇağı geride bırakan GÜN DOGMADANVe derken Üsküdar TophaneKabataş ve ValideçeşmeSultanahmet SofularHer yerde ve her zamandaAnıt gibi ayaktaDurabilenTaşını kırarsınız çeşmelerinBaşını kırdığınız gibi şairlerinAma onlarYağmurlarla akrabadırlarYer konuğudurlar göklerin

Page 188: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Haber getirirlerDiplerinden dağların

Sesten lâmbalardırSihirli lâmbaları tarihinAlınlarında tuğraları sultanlarınSultan Ahmed-i ŞalisinSultan Hâmid-i SânininÇEŞMELER471 V.

Ses ve şafakToprak ve öğreti ve başakGece öğretisinden gümüş tüylerle dönüşBir kere daha yükselen çeşmeEşyada gülün yakıldığı acı bir şölendeKahramanMezarı çizgileştiren sabır ayindeBağrımızdaki karanlık ufkuKutsal bir kitap genişliğindeAydınlatan diriliş depremindeZaferde GUN DOGMADANKaranlık yüzlü kahramanAyinini yenileyerek eski çeşmedeIşığa boğan kendini ve son atıO at ki zafer takıO at ki derGeceyi dinleSese uyKalbinin sesineO at ki derYeni izYağmurdan önce gelirAyı kırar yumurta gibiVe döker üstüne eriyen mermerinGümüş tenli çeşmelerinAy karışır göğdelerine

Çeşmeler eşyanın arkayüzününFotoğrafını çekerlerOlayların geçmiş zamanınToplumun ve tarihinÇEŞMELER473O at çeşmeyle birleşip bir koro olurVe koro sesini yükseltir:Güneşin özel olarak yaktığıYapraklarını kızıllaştırdığıKestane ıhlamur ve karaağaçlarla çevriliAyasofya'yı da kat Ruhun Diriliş KentiŞiirinin içineGörkem dolu tarihi ve metafizik bir görünümKazandırmak için ülküne

(Kulis I:Pencere ayrı bir yakıt olabilirdi şiire

Page 189: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Araya girerekBir dünyadan bir başka dünyaya geçiş değil mi?Kelebek camı kıramaz amaOnu dünyasına kavuşturabilirPencereyi aşarak gizli ve kutlu bir elKilitli çekmeceyiMücevherat dolabını kurcalayarak) 474GÜN DOĞMADANVe

(Kulis II:Doğ kendi çeşmenden kendi uygarlığındanAğacın topraktanÇiçeğin ağaçtanSuyun dağdan doğduğu gibi)Çeşmenin şahdamarınıBir kere daha zorluyorTarihin çeperiÇEŞMELER475 VI.

Ve koro sesini yükseltir:Gel! Sen denizsin neden çekildininanamaz hiç kimse senin kuruyuşunaSenin tükendiğine inanmaz hiç bir kimseBir kişi kendisindenVe kendi etrafında dönmesindenMeydana gelenDüş çemberlerinden mi ibaretİnsan bir kıtlık mı bir bereket miNeyin kıtlığı ve bereketi 476 GÜN DOGMADANÖnce çeşmelerden uzaklaştırarakSonra çeşmelere koşturarakÇeşmelerin çevresinde döndürerekÇeşme deneylerinde kavurarakİnsana kendini buldurur ermişlerÇEŞMELER477Ve düşlerinde çeşmeleri koğalarlar dervişlerBiliyorum gökte doğdularŞimşekler yıldırımlar ebelik yaptılarGüneşler aylar dadılık onlaraGöğün spermaları gibi saçıldılar yeryüzüneToprağın derinliklerinde akıp piştilerToplanıp büyüdülerSonra bir çıkış yolu aradılarÖzledikleri güneşe ve yeşileVIIKimi zaman çeşmelerKaragözü bile şairleştirirlerVe karagöz söz arasına sıkıştırır"Acemi sakaların elinden neler çeker horhor çeşmeleri"

478GÜN DOĞMADAN

Page 190: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

VIII.

Ya ben gidip bir çeşmeye kapansamYa çeşme bana açılsaYa çeşme gelip bende kapansaYa birlikte bir ağıt olsakKurumuş bir ağıtKurumuş bir kan gibiinsana ve kente

Kadıköy'de Osmanağa Camii'nin yanındakiBuruşturulmuş bir kâğıt gibiÇürümüş sebzelerle yemişlerleÖdüllendirilmişRuhumun öz penceresiÜstüne kokmuş isyan afişlerinin asıldığıYavru kedilerin köpeklerin annesiKimsenin farkına varmadığı Ulu ÇeşmeLâyık değiliz biz senden af dilemeye bile

ÇEŞMELERVe sen Kanuni Sultan Süleyman'ın adını taşıyanOnun kadar alçakgönüllü dört yüz yıllık çeşmeTaşıyorsun her yerinde"Tamir yapılır" levhalarınıPlastik veya naylondan paslı teneke ve ıvırzıvırdanBir takım yeni zaman kolyeleriniEsir olana zincirini taşımak yaraşır bilirsin senHiç bilmediğin bir hayatı öğreniyorsunKölelik ve uşaklık bodrumunun gizli dersiYapıştırılıyor çile balmumuyla o kutsal alnınaİdam fermanın gibi GÜN DOĞMADANIX.- Yorum -Açtım bir fal gibi dün gece kitabımıKader meşaleli şiirlerle donandım* -Kuş-

Seni anmak her günkü gök armağanadır benimEbedî şadırvansın gün içinde kalbimdenAYİNLER(1976-1977)(Onuncu Sağnak: kuş sağnağı. Simurg örneği.Öteye doğru. Daha öteye. Daha öteye.) AYİNLER483 BİRİNCİ AYİN

I.

Yağmurun kapandığı bir sesle birliktedirİncive güneş. Deniz, kuş seferlerinin depremin yerle bir ettiği anıtı.Nerede Kenf i ve ölüleri havaya dağıtan İsrafil sûrları, güller?Ve eski kasidelerde unutulmuş menekşeler?Leylâk, matemin bereketi midir gönüller ülkesinde?Tarihin asmalarında kırağı, ceylan gözlerinde şiddet çiği.

Page 191: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kim verecek kedilere trafik bilgilerini,Kihayatlanyla ödemekteler bir yandan öbür yana geçmeyi.İnsanlara alışık hayvanlar için güz.Mevsim döndü. Son güz. Yok olarak ödüllendirecekler insanlık sevgilerini.Zulüm bir hayat tarzıdır artık insana mahsus;İnsan, şeytanın sinekkâğıdma yakalanmış melek kelebeği. 484GÜN DOGMADANBahar, o çağrı, kadını ve erkeği alıp tertipleyenGecenin bakır döğmeleriyle mühürleyenBirinin öbüründe kaybolduğu yanlışlık türküsü.Develerin ve atların sırtlarında taşınan,Soruların cevabı değil, haberlerin yorumu asla,Çiçeklerden çiçeklere iletilen bir bulanıklık duyarlıklardaToprak sağırdır yağmur mezmuruna artıkSen son iz, son işaretsinAteş yiyen, ateşin yiyemediği semenderden.Ateş büyüsünü çözen sabır köprüsü peygamberden.Matematik metafiziktir, metafizik matematik değil.Döl metafiziği çağı sona erdi, son buldu insan artışının teoriği.Çoban, sürüsünü müzikle erdirirken tabiatüstü yüceliğeZaman, çevirdi insan kitlesini karılmış ve yıkılmış bir hayvan çerisine.Ah! Taş olsak, toprak olsak; denecek çağ geldi;Cennet trajedyasından bir yaprak döndü.Tükrüksüz çevrilmiyorlar sayfalar. Anlamsız, kahvaltıdan öte zeytin taneleri.Zekeriya saklayan ağaç yok, ortasından biçilmek için bile.Gürül gürül kapılarını örttü mucize.Kilitlendi mi açılmamak üzere çile pancurları.Hileyle mi lehimledi Tapınak göz kapaklarını?Ağır ağır kapadı mı göz kapaklarını?AYİNLER485Çiçek, arkeolojik bir malzemedir artık diyorsun. Biliyorum, o...Arkaik bir kalıntı, arasında tunç ve taşın,İnşaat planlarında yer alan.Mezarlara bir anı, son anı gibi bırakılanBir haftalık kitabedir.Şiir için fazla ham ve ilkel.Anlık uğramalarda öne serilen ölüm tozu.Biberi bile değil, sade, ziyaret tuzu.

Bağırabilirsin: yağmura yön değiştirtebilirim.Baharı smırlandırabilir, çarpıtabilirim çiçeği.Tabiat benimle birlik değil artık, bir iliştirme:Benden bana bir iliştirme, oBir tatil, izin verdiğim bir yaz-kış olgusu, bir ayrıcalık belki.Bir mozole, bir müze, açıp kapadığım istediğim saatlerde.Düzenleyebilirim bahar matineleri maden ocakları derinliklerinde.Sergileyecek güçteyim eczane vitrinlerinde piknik drajeleri.oSüreklidir bu duymak istemediğim söylevinKulakları patlatan sırasız nöbetin.Soğuk humman. Tabiatı kefen gibi beline dolayısın.Yeni şehvetin. Kuleden kuleye seslenişin.Babil'in. Asma yapraklarında rahip ezişin. 486

Page 192: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

GÜN DOĞMADAN Yağmurun kapandığı bir sesle birliktedir Oysa inci ve güneş. Türbe ve derviş Alışverişini sürdürmektedir ne kadar dirensen de. Ayin başlamak üzredir her an en alt derecesinde bile. Halkalarını kemirecek mutlu ejder, Ne kadar güçlü olsa da dişlerini hazırlamıştır zincirlerine. Yalvar, gözyaşı akıt. Musa'nın asasını Dirilt, yeşert içinde kurumaya yüz tutmuş Sopayı. Uçmak için yaratılmadı eşek kanadı. Yok öyle bir kanat. Sesini ayarlama boşuna çirkin hoparlöre. Bir dinamit gibi at kendini granitlerden granitlere.Parçala kayaları. Bulmak için yitirdiğin suyu,Yeni zamanların yoksul düşlü kuzgunu.

AYİNLER487 II.

Değişmek mi bir mahkûmluğu bir başka mahkûmlukla?Ay ve yıldızların elleriyle onamaz dünya.Parlaklıklarda değil senin iksirin, şifan.Karanlıklarda gizli Büyük Derman.Gökgürültüsü, şimşek ve yıldırımlarda...Silâhlarınla göğsümde doldurulmaz bir boşluk açtın.Dağıldı ayin aynalanndaki musikinin sırrı.Toparlamak görevini yok ettin şelâleler çığlığını.Yakacağın ışık hâlâ uzak değil.Muştu, konukluk günlerini doldurmuş değil.Ud ve Keman, asılı o meşhur duvardaSise batık elleri aramakta.Sesin bir saattir dünya alanına asılmış. 488GUN DOGMADANO saatin akrebi gibi sabah ve ikindiDolanırsın bir güneş gibi göğü yeri.Bir yelkovan gibi oysa muştu koğalar peşin sıra seni.Hesaba çeker anlamlandırır, gölgenin güneşi izlediği gibi.Ve milât yılının bilmem hangi günüVe hicret senesinin bilmem hangi gecesiYeniden başlarsın denemeğe Samanyolu'na gözyaşı dökmeği.Gözlerin kör olmadıysa eşyaya bakmaktan, ne iyi!Bak bir kere terketmiş hangi kutlu eliHangi inkâr süzgecinden geçmiş bu eşya köpeği.Hangi çirkefe devrilmiş tabiat direği.Gecikmedinse ah, gecikmedinse, ne iyi!Yanına yörene bakıp durma öyleBelki de gerçek zamanı ve hayatı gömdün gitti çelebi

Ulu bir ağaç. Şimşekle çizilmiş, gelir doğudan ve batıdan seslerL:Gök gürültülerinin eşliğinde.Ama, ne yazık ki, Şehir ölü. Natürmort şehir. Frigofirik şehir.AYİNLER489Ruhunun simgesi olan bir dumanla örtülü.Yalnız bir anti - şehir var durur içinde,Bir türbe, bayram biçiminde.İç kale. Aslanlı Cami.Ve bir dergâh taç gibi.Zincire vurulmuş tapmmaevi.

Page 193: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ve sade isimler kalmış alımlı sevimli:Leblebici, ibadullah, Mukaddem,Sultan Alâaddin.. ve benzerleri.Asılı bir kılıç ölü - kentin üstündeGetirip getirip başlarını vurdururlar kendi kendilerininİnsanlar hakkettikleri cezaya ermek kavuşmak için.Kan damlamaz görünmez kılıç ne yapsaBitip tükenmek bilmez bu karadosya.

Yağmurun kapandığı bir sesle birliktedirOysa inci ve güneş. Ufku doğudan gelen ulu ağaç kaplamaktaAyin başlamak üzredir yeraltı tapınağında.Güneşle ve inciyle yeniden tanışma. GÜN DOĞMADANSu ve ateş yansımalarındaYenilenen bir anlaşma.Duvarın gölge oyunlarında Salome eriyip durmakta ama.Kabarmış sıvalarda Yahya.Mantar yosun ve hurmaGök sofrasıTekin olmayan mihrabMeryemZaman metafizikçisi bir çağı aşan İsa...Yapıştır asanı Org'aBüyük Org'a Mucize asanı ey Musa!Yeniden ayin başlıyorSabır Depremi Limanında.

Deniz yeniden yapraklanıyor,Ter döküyor incilerce.Gemiler tıkız sırlarla dolu,Kalkmak üzre, gündönen sararmış limanlarda.AYİNLER491Toprağı yeniden kıranBir kaside gibi başlıyor ayin;Yurt savunan bir erinÖlüm töreni gibi sâdeAyin başlıyor. GÜN DOĞMADAN İKİNCİ AYİN

Toprağı fazla terk ediyoruz artıkTrenlerle otobüslerle otomobillerleYerden ayağını kesmiş uçaklar ve helikopterlerleÖzüne aykırı devinmelerleİyice yorgun yeryüzüDinlenmesizKışsız ve baharsızYazsız ve sonbaharsızTekdüze cehennemler ve yapay cennetler titreyişindeAYİNLER493Ve derken birden çıkageliyor kadınNehirlerin içinden yeni bir dökümleBenzersiz olmaya değil benzerim olmaya savaşanBarikatlardan bahsediyor banaBoynunda kolye yerine tabanca

Page 194: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Göç etmiş sanki ilkellikten barbarlığaYüzünü seyretmek amacındaBir kan ırmağında

Nerede kaldı ikindi suları pastaneleriVe fallar fincan uygarlıklarının çiçekleriEvlerden tüten zaferSessizce fethedilen ülkeEv gücüKarlı dağlar görüntüsüGüneşin buzlarda bin çılgın bebeğe bölünüşüDönüşü dönüşümüKapalı çarşılar telâşıDüğün armağanıKapı arkalarında duran çileKış tatlıları örneği

Dönüyoruz döne döne eriyoruz başka bir vakteGeçmiş zamandan bir enstantane 494 GÜN DOĞMADANBelimizden ipeksi dokunuşlarla tutan bir elBizi bırakmayan kadın figürleriKabartmalardan çıkıp geliyorlarVe sonra kayboluyorlar birer birerVe yine yalnızız kurumuş bir ırmak gibiSonbahar ağaçları gibi çıplaklık yönelimindeKokakola bardaklarıncılayın devrilen hayâllerİçinde yapayalnız ve eskimiş miyiz?Ayinin içinde değil miyiz?Unutma diyor bir ses beni unutmaKulak ver ve dinleKendini bulacaksın ancak bir ayinleSavruluyor vücutlar kollar bacaklar ve kafataslarıDüşmüş bir yere atom bombasıİnsan ölümünden bir sis içindeyizÇelik fırtınasında ve uranyum boyutlarındaSoluk almak ve varolmak sınavındaÖçle bağrımızı deliyor batı kargılarıCiğerimizi delik deşik ediyor yalancı bir soyutun kargalarıTam hiçliğin arefesindeyiz hiçlik bayramınınCellât toylarının idam sonralarının kutlanışıUmutsuzluğun şahdamarmdayızBirden kurtarıcı ses göğün meşaleleri yaklaşıyorDolduruyor yanımızı yöremiziAYİNLER495 Cebrail gelgitleriyle ıslanıyor kurumuş dudaklarımız Ay! Ay düşüyor kucağımıza Birden ne mutluluk bu Varoluşun odak noktasında mıyız yoksa

Ve yine yolumuzu kesen o aldanışlar furyası Diri görünümlü mezarlar ay kasırgaları Çocukluk buzulları aysbergler maelstromlar Haziran patlayışları gelmesi bitmeyen yazlar Ebedî görünümlü baharlar Kaçamak bakış sarhoşlukları Çay bardaklarıyla gizlenen tanıdık saçlar Ufak suçların tanıklıkları eşyaya sığınışlar Sayfiye

Page 195: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kapalı pancurlar Kopuk kopuk anılar güneş gölge oyunundan fragmanlar Artlarında cin kabilelerinin ziyaret tablosunu gizleyen fermuarlar Geyik sürüsü gibi koğalanan aynalar Uyum ve birliği bozmakta bütün bunlar Oysa kurtulmuş gibiydik bir anda Ve varmış gibiydik ölümsüz saltanataYeniden kuşatıldı kalelerimiz surlarımızGüm güm vuruluyor kapılarımız GÜN DOGMADANGelip çatmış o en önemli saat sankiAlmyazısı ortasından çatlayacak sankiAma dönüyoruz döndürülüyoruz birden değişiyor sahneBir kez daha kurtuluyoruz Kur'an seheri seferindeÂyetler bir ordu gibi kurtarıcı bir ordu gibiDağıtıyoruz bizi çepçevre saran gulyabaniler derneğiniKadınların korkuluk maskeleriyle gelenVe merhamet damarımızı sömürenŞeytan algıları dönemi kapanırkenKollarımız göğe açık ve ayaklarımız yok gibiBir uçuşun tutkusuyla bir yerden bir yere boşalıyoruz gibiAğır sular yerine lavanta serinliğiMevlûtlerin yüreğinde doğan şerbet bardağı klanının yıldızıAYİNLER497ÜÇÜNCÜ AYİN Bakır maşrabalara doldurduğun ne Hangi çağa dair ışıkları sana vuran su Bir bengisu ikindisi mi vakit çırası Nehrin saçlarını tarayan kızıl yapraklar fırtınası Ne der neler söyler neden dolanır Kaybolan çarşılar çevresinde Kurumuş kanları hayal ettiren çeşmeler ertesinde Grevlerden hangi çiçek tozunu toplar Açların tencerelerinde tuz geometrileriyle oynar ^asü bir kristaldir bu bin parçaya bölünür ynayan fıkırdayan suda yeniden derlenip toparlanıp görülürSu tuz ve kemik ateşin çılgınlığınday^1 bİrdÜŞ kurarlar 20. yüzyıl kızgınlığında m curüyüş ve çöküş dumanlarının ve sislerin ardında r kez daha gebe kalır ütopyalar panayırında GÜN DOGMADANTabiatın kalbine kurşun sıkıp durmadaAltın arayıcısı serüven avcısı gangsterlerSonra oyları darmadağın edilir özgür tutsaklarınİşler eksiksiz kanunu gizli odalar logaritmalarının

- İyi ama dostum konudan uzaklaşıyorsun Bunlar çok yabancı bana beni gerçeğimden ayırıyorsun Zeytinaltları deprem gözlü deniz Altın yataklara devrilen güneş Yazın yüreğinde yuvarlanan Buz tekerleği ay Dağların fısıltısı Bahçelerdeki cennet saatlerinin tik takı -Ah ne yük gramer - Çevremi dolduran şairler Homeros Lebid Firdevsi Şeyh Galib

Page 196: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Mevlâna Goethe İkbal Ne yüce anıt çağlara karşı Benim dediğim ebedî bir iklim Senin dediğin değişen durmadan değişen mevsim İşte bak bir bulut geldi üstümüze Mutluluk geldi üstümüze Artık yeşile türbelerin yeşiline çalıyor giysilerimiz Yeniden kadifeden bir ülke kentlerimiz

Kentlerimiz düşük çocuklar doğurganıAYİNLER499 Son tanıklar kuşlar nereye gittiler diyorsun Sonra onları soyutun metafiziğinde kebaba çeviriyorsun Sayı paniğini unutma Depremi gökyüzünde değil yeryüzünde ara Sen ölümü bir ayna gibi kullanıyorsun Onunla arana perdeler çekiyorsun Sen hayatı boşaltırsan Ölüm aynasında aksin mi kalır Ölümün tekdüzeliğine dalma yaşamın devrimciliğiyle gönen Olumsuz sembollerle oyalanma yalın ve çıplak gerçeğe bak Doğunun batının Orfeus ve Panlarmı bırak Çırpınma boşuna teslim ol kader virtüözlerine Akıl mimarlarına irade atletlerine Yalnız ölüm mezar kazmaz mezar kazılır ölüme de Bir boydan boya bat batı selsebillerine Yeniden doğ ol kendi kendinin ışıldağı Kır seni senden eden eski bardağı İzinden git çağın fatihlerinin Merihe el uzatan olağanüstülükler erinin Bir kere koptun geçmişinden geriye dönme Eski sayrılıklar hummasına düşüp sönmeLanet olsun arı beylerine diyebilirsinAma eninde sonunda onların gölgesindesinÇıraklıkla ustalık arasında bir uçurum varDüğünden düğüne değişir kurdelâlar 500GÜN DOĞMADANBir aptallık çerçevesi gibi geçmesin ağzına kelimelerNene gerek yer ve gök ötesi velvelelerÖmrünü hayatla doldur boğulma ölüm ırmağındaBirsam labirentlerinde kaybolma en verimli çağında

- İyi ama dostum konudan uzaklaşıyorsun Bunlar yabancı bana beni gerçeğimden ayırıyorsun Güneş varsa ay da var gölge de var Hiç bir ışık yerini tutamaz gereğinde bir mumun Fırtınalı denizde gemin parçalanırken sen başka mısın Çocuğunun tabutu arkasında Mezarlığa doğru yaklaşırken sen başka mısın Aç kalmaktan öte yok mu hafakanın Karşılıksız çarpmayı bilmez mi senin kalbin Karşılıksız çalkalanmaz mı senin kanın Sen iyiden iyiye gelmişsin oyununa şeytanın Son eri de kalsam ölüm kalım savaşında uygarlığımın Yılmam geri dönmem bekçiliğini yeğlerim mezarlığımın Hayat ve ölüm tabiat ve tarih iç ve dış âlem İçice birbirinden kopmaz tanrısal bir gerçeklik her dem Üç merdivenli bir minaredir arştan boşanan şeyler

Page 197: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bir hilâle çıkar sonunda bütün yaşanan şeylerayinler501Ne kadar dalsam da göklerin ve suların derinliğineGözlerim kaçırmaz yeryüzünde karıncaların en hurda kımıldanışlarını bileEşyaya ve insana yeni bir maya katanKıyamet merceğiyle uyarlı diriliş aşısındanBu son ayinin fısıltısındanYeni bir soluk gelip ufkumuzu sarıncaYeni Düzen'de buluşacak ağaç ve insanToprak ve su taş ve kanncaArtık mutluluktur ve mutluluğun ötesidir buTanrı'nm gözüyle bakış penceresidir bu.

502 GÜN DOGMADANDÖRDÜNCÜ AYINVücutlar bir dönüşle erir bengisudur kayboluş pelerinleriSelâm safında toplanır kalbimizin müminleriEski mimarların avuçlarından akar gibiSızar pancurlardan günışığı loş bir âmentü örneğiBağlarda sarhoşluk üzüm salkımlarından taşarİnsan doğar bir kere daha doğar sonsuz doğuşu yaşarGelecekler yansır kırılmış antik kristallerdenSes ve çizgi mucizeleri göklerin avizelerindenİner yere yalvaçların uygarlığı halindeTufan suları basar her yeriAma ıslanmaz dervişlerin etekleriAYİNLER503Şeyhin postu canlıdır şeyh kaybolur o canlanırDepremde Mekke Medine sallanırBağdat ve Şam yerleşir köşelereİstanbul saçılır son define gibi orta yereHer insan bir derviştirHer inanan ermiştirDüşer yalınayak ayinlerin yollarınaGözü mıhlı ayağınaGönlü mıhlı Tanrı'sınaBırakmış kendini selâm rüzgârınaKurulmuş alçakgönüllülüğün Roma arabasınaGider İlâhî Site'nin yurttaşlığınaNice mimar mermer keserNice üstad sütun dikerNice kardeş alkış tutarKoyulaştıkça saatlerAyin bir kurban ayiniÖlüp dirilme töreniRuhu diriltme şöleni

Namaz sultan bir at olurOruçlar kanat olurBütün yollar Sırat olurKolları bağlanır şeytanın

Arkaya atarak doğuyu batıyı - göğsünden kan sızan bir güvercin - 504 GUN DOGMADANYavrusunu kaybetmiş olmaktan

Page 198: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yasa batmış bir anneyken toprakKöprülerden geçerken batarı güne bakanlarLâlelerin yumurtasını kıran ticaret ataşeleriArkası boş bir dama merdiven dayayanlarGeriye dönüp kaynağını yakan nehirlerGece fırtınası suda boğulma provalarıVe benzerlerini arkada bırakarakYeni bir barış düzeyine çıkmakSecde görmüş alınlar barışma ermekKurtuba söndüğünde görünür Muhyiddin-i Arabî kentiTatar ordularını gömen bir Mevlâna Silueti Mâm selâm yağmurlar indikçe görünmezliktenjelâm selâm eridikçe taş karların kefeniAt bir adım daha dünya çökmüş de olsa omuzlarınaPamuk gibi atacaksın onu Hallacı olacaksın dış birikimlerinNesimi gibi derisi yüzülecek denizlerinDarağacı yaradılış sarkacı dünyayı sallayan asılışDiriliş beşiği'ışığa çıkan o çocuğun yüzüGerilen tel Şam ve Buhara arasınaSemerkand ve Bosna arasınaTekrar sil bütün levhayıYürüyen İsmail'i göreceksin babasının yanındaSusamış kertenkeleye acıyanKendi alınyazısının ötesindeVe İbrahim sırtına bir kuş gibi konmuş gelecek zamanAt bir adım daha tarih bir metafizik gibiDünyayla birlik çökmüş de olsa omuzlarınaayinlerSağında doğu kitabeleriSolunda Helen harabeleriMakinaları ezerek ilerle ilerle kader çerisiDarmadağın et hatıralar haritasını bileEmme hiçliğin ve fâniliğin zehirli memesiniAcıkmayı ve susamayı öğren yenidenBuğday sunmasını bil boşuna dönmesin değirmen- Sonra kendi kendini yer değirmen taşı -Tanrı için olsun yalnız doğa ve insan savaşıÜstün bir barış ve uyum değişimindenBir öz kazansın bu kavga yeniden

"Ey kalb güvenliğine er bütünleş sûrunu onarNarlar sarksın eskimiş taşlarındanÖlümün ötesini bir rebab gibi çalSevinç şimşeğini indir ağlayış pınarlarınaKavuş erişilmemiş dağların özgür havasınaÇam ve çınar sevdasını tazele ufuklardaMutluluk karıncalanmaları şahdamarlardaKıyamet kopmakta fakat sen üstündesin mahşerinYayılış ve diriliş sergileridir sesinAt köpek ve maymun dağılıyor son fecirdeKediler mermere dönüşüyor evlerdeAkşamlar büyüyor minicik kedilerin gözlerindeKol geziyor depremler yüzyılın kentlerindeDepremi bekçi yaptın Tanrı öcünün bekçisi yaptın GÜN DOĞMADAN Fabrikaları aldın uyumsuz bir yarışın çemberinden Havuzların kıyılarına dönüş fıskiyelere açılış yeniden Kem küm etmesin artık doktorlar doktoru Bu başka bir nabız atışı başka bir kalb vuruşu Slogan çağı tükendi tanımlar yenilenecek

Page 199: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yeniden işte bugün işte bu ay denecek

Kuşlar dirildi tepelerde ve tepeler ölümden kurtuldu Yeni Maske gaz zerreciklerini tuttu Tanrı'dan başkası kalmadı bir bakıma Her şey birden yok oldu O'nun karşısında Her şey yeniden var oldu O'nda Ve sen yeniden ayak bastın dünyaya Aparı bir gönülle Tûr'dan inen bir akıl Miraç'tan dönen bir ruhla Yeniden açıyorsun kapılarını Kent'inSözü uzatmanın yeri yok inan banaTek kelimeyle: dirildin söyleyeyim sanaAYİNLER507 BEŞİNCİ AYİN

Diri dedikleriniz ölü, ölü dedikleriniz diriSonbahar yaprakları gibi dökülüyor dünya terleriMücevher saatler ayin yeri duvarlarında kımıldanışLete'de değil Ganj'da değil Kevser'de yıkanışÇin ressamları döneminden rum ressamları dönemine geçişDaha sonraki dönemde de gönlü arıtıp genişletip derinletişHüdavendigâr önüne diz çökmek için izin bekleyişBir buhurdan gibi yayılan bir kokuHavariyun ve sahabe havası tuttu ufkuOz yaşam öyküsü ve özeleştiri dosyasından öteYeni kâğıtlar imzalandı yeni bir sınır gölgesinde 508GUN DOGMADANİnsan ve melek yakının yakını iki dakika gibiBirbirini kovalıyorlar ney ve sema gibiBir fısıltı sözden öte ve sesten ilerdeMelek kanatlarının yandığı yerdeYön bir ilkbahar gibi tazeliyor çiçekleriSaksısız bahçesiz susuz güneşsiz menekşe çekirdekleriLeylâk sakları bitiyor selâm makamındaEskilik nedir bilmez o post civarındaÖlüler bir bir dirilip gelmişKurt ve kuzu kardeş kesilmişYeni bir bahçeye düştük güneş özsu kesilmişSalkımlar salkımların üstüne devrilmişEbedî etkili bambaşka bir şarap içilmişTapmak anıt anıt bir seherde erimişYataklar üzerinden bir fecir geçmişKütüphaneleri örtmüş çiğle donanık incir yapraklarıAhnyazısı levhasında titreyiş dolaşmış ürperti gezmişKemer ve kubbe olmuş omuz çizgileriKöprüler dağların üstünden aşmışAYİNLER509AçümıŞ kalblerin önüne geleceğin sayfalarıMerhemin en yakıcısıyla dağlanmış geçmişin yaralarıEt ve süt uygarlığından ötedeGölge ve görüntü savından ilerdeTepi ve dürtü yönsemesine aykırıMusikinin kanatları gibi yeşil ve sarıKırmızı mor bütün renkler bir bir

Page 200: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gün ışığında fâni olmaya gitmektedirTanrı'dan razı olanların şölenidir buVaktin kılıçtan keskin son törenidir bu

Su kuş çiçek havayı yoklayan ağaçMezar ve balkon fabrika bacası ve kuleler kulesiAçılmış önlerine eksiksiz artıksız bir sofra gibiGün batınımdan sonra doğmuş olanların

Yeniden doğarak doğumu aklamış olanlarBalığın karnında geçirilen nice gün ve geceden sonraİnkâr kentinin ortasına düşenlerAncak onlar böyle bir sofranın başmimarı GÜN DOĞMADANBunlar diriliş erleri erenleri pirleridirKucaklarına dünya kesilmiş bir baş gibi devrilirRuhlarının akustiği sağlansın diyeArşta çınlayan cezbe sesleri devşirilir

Sabahları uyanışlarını selâmlar horozlarÇiğ yağmur günışığı ve rüzgârKişneyen atların gözlerinde canlanan kıvılcımlarOnların gizli cennetinden yansımalar

Varoluş baharının yıkılmaz sütunlarıdır onlarKarşılarında beliren korku ve ürküntü seliDünyaya ve putlara tapanlarca hazırlananKavruk yellerle gelen bir sonbahar ıKış ve sonbahar da gerekli bu tablodaYazı ve ilkbaharı belirtmek içinÇerçeveleyerek keskin ve kesinÇizgilerle renklerle ateşler ve sularlaAYİNLER511Kızgın lâvlar çağındadır artık ayinYandı rahibin zünnarı sarıldığı veli cübbesindeVe çocuk öz annesinin süt ve memesindeGörmektedir gerçekleştiğini düşlediği âlemin 512GUN DOGMADANALTINCI AYINVe Tanrı görünüyor artıkVe Tanrı onlardan razıdır artıkSaçılıyor bir hazine gibi ortayaGizli bir hazine gibi ortaya sırlarDayanmaz oldu bu açılıma aynalarKırılıp dökülüp yokluğa karıştılarAYİNLER513Uzaktan yakından camiler geldiGecemize ışık tuttular mum ve fener gibi

Ve öteden kurban edilen koç geldiGiydirdik makam postunu onaMeleklerden armağan bir gümüş tepsiGibi ay sunuldu bu ölümdirim kutlamasına

Meşaleler ırmağının çılgın şelâlesiyle

Page 201: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Boğuşuyordu gördüm batıda aşmalı saatin hayaletiBatıp batıp çıkıyordu tutkulu bir depremdeSergileyerek çehresini geçmişin ve geleceğin sefaletini

Son ırmağın ötesi aşk yazlarının durgun göğüCennet kitabı ve kitap cennetiSınır taşlarını yakuta döndüren yağmur taneleriNasibimize mi düşüyordu ayin sona ermeden önce

Teslim oluşun çınlayan sesiTeslim alışın kaynayan atıKoşuyu bitiren yarış atıGibi duruyordu yambaşımda her bir ayin eri GÜN DOĞMADANYorgunluksuz hiç koşmamışcasınaNefes tüketmemişçesineAlev almamışçasınaDuruş yerine ulaşmış bir savaş atı

Koşu işaretleriniYarış ödüllerini yakmamışcasmaDiriliş ışığının vurduğu kutlu evin önündeDuran bir koşu atı

Dünyayı teriyle birlikteGayb çizgili tenindenDışarı uğratmasını bilmişKendi zaferini aşmış şah at

Nice geçitlerdenTehlikeli dönemeçlerdenPuslardan ve sislerdenYivlerden dönen bir kurşun gibi geçenAYİNLERKabartmalar kabartmasınıBir yaz günü pancurları gibi aralayarakHedef tahtasındaNişan alınan yeriAteşe çeviren bir ok

Gibi atılarak solduran bütün renkleriSiyah-beyaza dönüştürenNey olup üflenenSema olup dönen döndürülenBakış ve duruş çiçekleri

Güller leylâklar ve menekşelerÇevresinde dönenDiriliş tacını örenSon nisan mahşerinde

Artık ne korku ne umutsuzlukTaze ışıklarlaGüneş kılıçları deniz soluklarıylaYeniden çiziliyor ufuk 516GÜN DOĞMADANYalnız yerde değilGökte de anlatılıyor menkıbe

Page 202: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sona eriyor ayinSona ermeyen ayin

Olup biten bu ebedî an macerasıOlacak olan maceramızdır daVaktin defteri kapanmadıkçaEvren tomarı açık kaldıkçaLEYLA İLE MECNUN(1974 - 1977,1980)(O nb irine i Sağnak: sevgi sağnağı.Masallaşan gerçek. Çile ve gönül prizmasından $eçen yedi rengin tek hakikat ışığına dönüşmesi.) LEYLÂ İLE MECNUN

YOLLARIN GETİRDİĞİ

[Çöl. Gece. Ay. Çadır. Sofrada Baba ve misafiri bir yolcu.)

Baba:İhtiyar bize bir şey de.

Yolcu:Size ne diyeyimEkmeğinizi yedimHep iyiliğinizi isterim.

Baba:Anlamak istiyoruz bir parça geleceğiÇok gün gördünüzBüyük kentlerden geçtinizBir parça aralayabilir misinizBizim içinZamanın örttüğü perdeleri?

Yolcu:Bana güveniyorsunuz, teşekkür ederimÇok ülkeler gördüm,Çok şehirlerden geçtim.Çok karanlık sözler işittim.Çok aydınlık yüzler gördümAma hiç bir yerdeKaplamadı içimiBir duyguBuralardan geçerkenBeni kavrayan duygular gibiUfukta bir toz var bir kıyamet sankiAçılan bir gülün kızıllığmdaki etki GUN DOGMADANDoğumla ölümün böylesine barıştığıGörülmemiş masallarda bile belkiBir ders, meleklerdeki bilgiBir konuşma, kuş dili.Bir gülümseme, çiçeklerin ürpermesiBir ağlayış, ta göğüstekiKemiğin eriyişi.İçe akan gözyaşlarıKan damlalarıBir savaş, zafer saymak yenilmeyiNe ileri gidilebilir

Page 203: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ne geri dönülebilirBir yürüyüş, çölün en derin yeteneğiNe mutlu size, anılacaksınızYeryüzü zaman yüzündeKurumuş bir yemişe dönünceye kadarBatmcaya kadar insanlığın almyazısı güneşiAma ne yazık size, siz çekeceksinizBelki bütün insanlığınÇekmesi gereken çileyiÇok az bir vakit içindeAy döner, siz yatakta dönersiniz.Baharlar gelir, siz ölmüşsünüz dirilmesizAtlarınızın üstünde uçan hangi kaderin perileriDoğu gönderiyor şimşekten cinleriniBatının gün ateşinde pişmiş devleriSizin üstünüzden geçecek gök gürültüleri gibiAma her yerde zebercet, yakuf çağlıyorKum altın gibi yağıyor gönüllereBir ışık giriyor karanlık ülkelereiçtiğiniz kevserdir, yediğiniz bal ve şekerdirBütün bu süre.Her şey dolupLEYLA İLE MECNUNVakit oluncaDerin derebildiğinizceEbedîlik çiçeklerini

Baba:Sağolun. Bize güzel sözler söyledinizAnlaşılmaz garip haberler verdiniz.Bir öykü dinlettinizYakıcı güneşten daha yakıcı belkiAmaAnladığım kadarıylaSonu iyi

Yolcu:Evet sonu iyiKararmış ocak taşlarıÇadır paçavralarıKırışmış alınlarBir köşeye sığınmış meczuplarSonsuzluğa eğilmiş hurmalarKartalların çaldığı çalgılarBatıyı yüklenen kargalarVe gelecek zamanın kentlerindeÇölün saf özleminiİnsanı aşan sevgi sesiniDuyan işiten şairlerİçin

Baba:Öyleyse biz deiçelim çöllerin kevseriKoyunların sıcak sütleriniÖykünüz haberleriniz 522GÜN DOĞMADANVe gelecek zamandaBizi anıtlaştırmak için

Page 204: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gözyaşlarını ve terleriniİçlerine akıtan şairler içinGönüllerinin menekşeleriniArtık sade bir ses uğuldayanBizden unutulmaz yankılarla çınlayanBoşalmış ıssızlaşmış çöllere doğru fırlatanŞairler içinLEYLA İLE MECNUN523 BİRİNCİ BÖLÜM

DOĞUM

(Leylâ'nın doğumu için sonradan Mecnun'un söylediği)

I.

Çiğ düştü göklerdenVe bir bahar günü doğdun sen

Güvercinler geçti menekşelerdenVe bir bahar günü doğdun sen

Kendi kendine ayna olan nergislerdenLeylâkların gün doğuşu ürperişindenZambakların kıyı kıyı bakışındanGeldin senVe rüzgârlar karları süpürdüğündeVe insanı çıldırtan kuş sesleri işitildiğindeBirdenbire aydınlandı annenin yüzüVe bir bahar günü doğdun sen

ilkin horozların gözüne göründünDünyaya haber verdiler ötelerdenBaban yeni dönmüştü eve ıraklardanBirden aydınlandı annenin yüzüVe bir bahar günü doğdun sen

Marta bakan biliyordu geleceğiniNisana bakan görüyordu alaca renklerini 524 GÜN DOĞMADAN

Kızıl ve yeşil seheriniMayısa bakan buldu seniVe bir bahar günü doğdun sen

Sana Leylâ dedim Suna dedim şiirlerde şarkılardaGerçek adm bir fısıltı gibi kaldı ağızlarda dudaklardaÇatlar yüreğim bir nar gibi o sırrı anar daAvunurum doğumundan gelen muştulu armağanlarlaMelekler gökten geldi armağanlarlaVe bir bahar günü doğdun senBir ilkbahar günü doğdun senBaharın ta kendisi oldun senŞimdi her baharda doğan çocuklarlaSen en aşılmaz boya tenlerinde saçlarındaSen görünür görünmez ufuklardaKarlar erir erir kaçar kaçar daGökler yağmur biçiminde güler ağlar ağlar da

Page 205: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Güneş öğünerek yansır yansır da sulardaGelirsin her bahardaBir diriliş gibi ölü dünyayaÖlüler gölgenden ateş ala alaEkilip biçilip yankı yapa yapaYaz sıcaklığından arta arta Birer birer çıktılar gönlümüzün aynasına tarlasına Ki bir bahar günü doğdun sen

Güller dönüştü yatak çarşaflarına Leylâklar yaklaştılar korka korka Nergisler benliğimizin ortasından baka baka Gelip fon oldular insanın Bir kere dahaLEYLA İLE MECNUNSende yeniden yaratılışınaBir bahar hali yaratışına

Bir bahar günü doğdun senBaharın ta kendisi oldun sen

II.

Sonbahar benim ölümüm kırmızı kırmızı yanışım karaağaçlardaSenin ak doğumunu daha çok ortaya koymak içinToplayıp gelişim güzü bütün sarılarımla loşluklarımlaÇürüyen solan evrenin karşı koyusuSenin baharda doğuşunun anısına

Ah o ne sıtmadır güneşteki sıtma bahardaHer an senin doğumunu yaşamaktan gelenVe güzün güneşte bir kuruyuş bir dağılmaBenim ölümümden gelen haykırış ve ağlayışlarlaBir ömür boyu oldum salt ölüm kemiğiParlamak için senin doğumundan gelen fosforlarlaEve girmekte geç kalan çocuklar görecektir geceleriAşk baharının sessiz direnişini yanıp duran ışıklarda

Yaz güneşi biriktirdi biriktirdiSonbahar yapraklarda delirdiKış derin çizgileriyle devrildiBahar gül tanklarıyla çiçek çağlayanlarıyla belirdiVe bir bahar günü doğdun sen GÜN DOĞMADANdoğumunda bir yer yaratığının söylediği şiir)SARADünyayı ayrı rengeBoyayan kanlı saraGeçişin kedilerleUzak Çin parklarından

Uyup bakirelereKatılmışın bir büyüyeAlışıp çiçeklereKurtulup korkulardan

Seni ne büyüler ne çiçeklerİletir som aşklara

Page 206: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Alıştırır loş aşklaraAlıp son aydınlığımdan

Seni ne büyüler ne çiçeklerAlıkor sevgi bağbozumundanAlıştırıp yalvarılmayanUyur gezer aşklarına

Yumuşak bakışın banaUzak çin parklarındanGeçişin kedilerleÇılgın kuş tarlasındanLEYLA İLE MECNUN(Leylâ'nın doğumunda bir gök yaratığının söylediği şiir)

PERİLİ ŞİİR

Bir peri miydi bir peri miydi Sevgilim bir peri miydi Diriliş dedim diriliş dedi Kav dedim kav dedi

Gözleri yumulu bir peri miydi Gözleri yumulu bir peri miydi Bir uyurgezer gibi Bir uyurgezer gibi

Çeşmelerin yankısı mıydı Çeşmelerin yankısı mıydı Aldı bıraktı beni Aldı bıraktı beni

Baharın gözleri miydi Baharın gözleri miydi Kırlardan bana baktı Kırlardan bana baktı

Işığın kardeşi miydi Işığın kardeşi miydi Kirpiklerimi gördü Kirpiklerimi gördü GÜN DOĞMADANRuhumun şebnemi miydiRuhumun şebnemi miydiGözyaşlarıma yağdıGözyaşlarıma yağdı

Öldüğümü bildiÖldüğümü bildiDirildiğimi bildiDirildiğimi bildi

Bir peri miydi bir peri miydiSevgilim bir peri miydiDiriliş dedim diriliş dediKav dedim kav dediLEYLA İLE MECNUN529

Page 207: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

(Rüzgârın dilinden)

NİNNİ Melekler çöl şehrine dağılsın Leylâ'nın uyku saati geldi Bütün çıkrıkları bozsunlar Leylâ'nın uyku saati geldi Sussun bütün böcekler sussun bütün çöl Leylâ'nın uyku saati geldi

Unutma çöl ulu bir şehirdir

Hurmalar rüyalarda Kapalı kirpikleri Leylâ'nın Güvercin yuvalarda Kapalı kirpikleri Leylâ'nın Atlar kişner dururlar Kapalı kirpikleri Leylâ'nın

Çöl bana mahsus bir şehirdir

Leylâ çok yorgun uyuması gerek Leylâ çok uzaklardan geldi ilk olarak birdenbire Leylâ bugün söze değdiAnnesinin yüzünde sonsuz gülümsemeler Leylâ'nın saçlarına bir güneş düştü GÜN DOĞMADAN Çölden geçmek Leylâ'ya ermek içindir

Kuşlar öttü Leylâ içinGüller açtı Leylâ'dan ötürüUyku bir bahara döndüLeylâ ayla yıldızlarınArasında paylaşıldıOrtasında kapışıldıSussun bütün dünya şehirLeylâ derin bir uykuda

Güller Leylâ'nın uykusunda olgunlaşırlar Leylâ'nın düşlerinden renk alır kuşlarLEYLÂ İLE MECNUN531 DOĞUM

Çöle vahiy indi: dümdüz ol ve hazırlan Kumlarını düzelt suyunu damıt ve yellerin bahara dönsün Bir gün Gelecek Olan'a işaret olsun diye Gönlün nişanı bir çocuğa gebesin

Gönül arılığı İlerdeki Gerçeğe yatak olacak Vakit gelecek karanlıkta tek başına ışıyan bu inci Geleceğin mücevherat yıldızlarının arasına katılacak Şimdi olan, ilerdeki zaman için Dağbaşmda çöl ortasında yanan bu ışık Bir gün buradan geçecek Ulu Kervan için Bu bir ateş sütunu gün için, zaman için Kurtuluş özlemindeki

Page 208: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Vaktin kölesi insan için Cehennem, dalından kopsun diye İlk sarsılış bu olsun Dutun ilk silkelenişi Dudaklara bir tadımlık ikram olsun Bundan böyle Ulu çöl doğan her çocuğuna Mecnun desin

Yıldız yol göstersin o belli yıldız Tanrı'nm işaret koyduğu yıldız kolcuların yıldızı yalnızların ışığı

Yol açılsın Gelecek Haberci'ye bir noktaOndan bir koku gibi GÜN DOĞMADAN Ondan bir ses bir nağme O Yağmurdan bir damla O Rüzgârlardan bir soluk Bir tan belirtisi Görünsün ufuklarda Bu bir kum tanesidir O Denizden, O Sahilden Bir ışın O, Güneş çubuğundan Bir çentik Allah Yolunda Atacak Damarda Bir damla kan, akan Şehit Göğsünden Gönlünde bir müzik âyin-i şeriflerden Ruhunda bir ahenk cami kubbelerinden Göğsünde bir alâmet minarelerden

Hurmalar sallanarak o yana bu yana Alkış tutsunlar bu doğacak olana Kervanlarda güvenlik söylentisi gibidir o Develerin bile bellediği ince bir şiir gibi Uzaklarda ne tatlı yürüyen dikenlerdir Develer kentlerden kentlere ulaşan hazinelerdir Ahnyazılarınm kapalı kutuları Gelinlerin bekledikleri haberlerdir Haber defineleridir beklenen develer ki Her deve haber kenti hayat ve aşk kenti Çöl ipeğini yırtan sevgili makaslar ki Sanki kızlar için biçilen ölümsüz giysilerdir önlerindeki Bilir her biri şecere filozofları gibi Doğmuş çocuklarm doğacak çocukların geçmişini geleceğini Evet onlar yalnız geçmişin değil geleceğinYalnız soyların değil ruhların daŞecerelerinin bilgini ve bilgesidirlerOnlar için her doğum bir çöl sıtması gibiBir şey sezinlerler arı vızıltısındanLEYLÂ İLE MECNUN533Dolu dolu içerler karıncaların bilgelik bardağındanEvrak deposudur arşivleridir bu kutlu hayvanların hörgüçleriDevlet kadar ağır sabırlı ve öfkeli

Ve ufuklarda görünen atlılarSavaşın kartal kanadını göksel kalkanlar gibi taşıdılarKabile savaşları sona erdirilecek gibiAcele ediyorlar kaçırmamak için nasibiGeliyor öncüsü bu savaşların sonunu getireceklerinGeliyor birincisi ipekböceğine dönüşecek kelebeklerinTabiatın nevrini döndüren doğrulardan bu

Page 209: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Işığa muştu olan alacakaranlıklardan buYanarak ateşe çevrilerek

Yanarak ateşe çevrilerek atlılar o yarış çemberindeDenediler bir kere daha kendi kendileriniBaştanbaşa uçtular bir ufuktan bir ufkaÖç ve çöl birbirine geçmiş iki çemberdiAtı ve atlıyı birbirine ve sehere bağlayan bir mermerdiUyanırdı her birinin ruhunda şafak vaktiTa binlerce yıl öncesinden gelen aynı ürpertiRoma sütunları Bizans kavisleriÇin'in kamıştan ve ipekten dinlenişe mahsusVe kendini dinleyişe ait yerleriÇay afyon ve tapınak karışımıBunlar ancak efsanelerdirDağlardan yansıyan efsanelerdirÇölse.. insanın boynuna dolanan yılandan bir kemerdirÇöl, at nallarının altında çınlayan bir demirdirÇöl, aslan gibi uyur, kaplan gibi homurdanırDeri haline gelmiş zar haline gelmişKertenkele ve çekirge, yılan ve geyikten, birbirine geçme bir şehirdir 534GUN DOGMADANSigara kâğıdı gibi inceUyuyan bir kedi gibi içine kapanmışKıpırtısız bir volkanAma kimi zamanAnsızın yerinden fırlayıp bir atlıyı oYakalar ayağından ve vurur yereEvet., atlılar hep giderlerBoyuna giderlerÇöldeÖteki ülkeyeO hep ilerdeGözlere bir sürmeBir başakBir hurma dalıBir su ışıltısıBir ay serinliği gibi vuranO ülkeyeO ülkeye doğru giderlerKaybolarak, uçsuz sözsüz diriliğin ötesine

Birden öttü bir çöl kuşu kızıl öğledeÇadırlar kımıldadı ve gökte bir al değişmeKadınlar gelip durdular bir adak gibi bir köşedeErkekler dışarda gözleri temmuz titreyişlerindeKumlarda yeni bir iz başıboş bırakılmış atların ipindenNe anlama gelirdi bu. Ne demekti bu göç sararışıMevsimde vakitte güneş dönencelerindeKurumuş bir yaprak gibi kıvranan meczup deveNe demekti bu acaba gelirdi ne demeye

Ve bir çöl kuşu gibi çınladı kutlu öğleBir kımıldanış mı bu ölü şairlerin tümseklerindeLEYLÂ İLE MECNUN 535Serap artışıYeni bir mayalanış hurma tortusunda telvesindeFosforlandı gece vakti ansızın çöldeki tek KİTABE

Page 210: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ve gözlere görünür oldu gece gündüzDüşte ve uyanıkken ulu ve kutsal yapı olan Kabe

Tavus köşeyi döndü çarpıp kuyruğunu çadır direğineBeklenmeyen bir tavus yitik bir cennetin konuğuGözlerinden çiğler serpip öteye beriyeKızların taşıdığı sulara bakıp bakıpUmutsuz uçup gitti uzaklarda fırtınalardan öte topraksız bir ülkeyeBöyle doğdu çocuk, bir bakımaSorabilirsiniz, göze çarpanOlağanüstü ne vardı diyeDeğişim yok belki bir hazırlık vardı ilerdeki değişimeAdını koydular ama ne yarar değiştirilecekti o adİyi kullansın ve iyi binsin diyeKılıca ve ata dokundurdular Ama neye yarardı bu Atı ve kılıcı insana karşı mı kullanacaktı o Nasıl başkasının kanını dökebilirdi Kendi damarlarında kan bırakmayan kişi GÜN DOGMADAN İKİNCİ BOLUM İKİZ ALINYAZISI

GÜNLERBüyüyordu Leylâ büyüyordu Kays adlı MecnunOymaklarının ortasında sütun sütunÇöllerin özgür sütüyleDeve at koyun ve geyik etkisiyleÇölü içlerine sindirerekÇekirge seslerinde kuş ve yaprakÇiğ ve kırağı kum ve hurmaSerap ve su bulut ve rüzgârSavaş ve yağmaGöç ve konmaArasında gün gün ilerleyerekSaf ve temiz havaylaÇocuk oyunlarıylaGelişerek serpilerekOkul çağına vardılar

Çöl okulu çekti onları daBütün kabile ileri gelenlerinin çocukları gibiÖğrendiler yazıyı yeni bir dil gibiEzberlediler şiirleri efsaneleriGönüllere ateş düşüren ilgileriTanrı ve insan hakkında eski belgelerden kalma sözlerPeygamberlerden aktarma sözlerİçlerinde Kabe'nin uzak bir kent gibi çizgileri yandıGünler ve geceler Kara Taş alev alev yandıÖğrendiler eski ve yeni bilgileriLEYLA İLE MECNUNGelenekleri töreleri tören ve şölenleriYiğitlik namus onur ve doğruluk üzerineDoldu dağarcıkları en özlü söz ve öykülerleYakın ve uzak kabileler bilindiSoylar soplar kan dâvaları öğrenildiKimden kime kalan öç varKimler bağışlanacaklar

Page 211: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Eksik bir şey kalmadı öğrenileceklerdenAta binmekten deveye su vermektenGüneş ay yıldızlar ve rüzgârlarFırtınalar ve gelip geçmişİlâhî ceza ve gazaplar hakkındaÇölün bilgisi bellidir ne artar ne eksilirVe her çocuk tarafından tam ve kesinlikle bilinirLeylâ da Kays da öğrendiBirbirlerini tanıdıkları gibiTanıdık bilgilerin tüm gerçeklerine erdilerKabul etmiyorum ki aşkları okulda başlamış olsunBir ilk yakınlaşmadan ileri varsmGerçi o iklimlerde erken erginleşir insanYine de okul yaşlarında aşamaz o duvarı insanAma aşk ki ezelî bir tanışıklıktırDoğmadan önce başlamışlıktırİlk bakışta ve ilk tanışmada duyurmaz mı kendiniVe gün gün büyümez mi memedeki bir çocuk gibiOnlar da şüphesiz birbirlerini orda ayırdılar öbürlerindenOrda yerleştirdiler yerineAlmyazılarının ilk temeltaşlarmıBilgileri gibi kesin aşk orda dokundu kalblerineDokunan hafif hafif bir kuş gibiGagasıyla537Çöld GÜN DOĞMADANBaharlarda duydular yakınlığın arttığınıDamarlarına ılık bir ırmağın yayıldığını

II.

Günler geçtikçe büyüyüp gelişti Kays ve LeylâBeslendiler âdeta güneşle yıldızla aylaBaskın olduğunda yiğitçe davrandılarMisafir geldikçe cömertliklerden sundular örneklerDüğünler oldu eğlendilerÖlenler oldu döğündülerYaz ve kış arasında Göçü yaşadılar parça parça Düğünler kavgalar ölümler Ziyafetler şölenler Törenler Sebep oldu zaman zaman bir araya gelmelerine İyice Kays farkında oldu Leylâ'nın böyle böyle Kays da başlamıştı Leylâ'da yer etmeğe Zaman gibi yavaş fakat derinden Yaralanıyorlardı ta gönüllerinden Damla damla biriken bir şey vardı Bir gün gelecek mutlaka patlayacaktı Aşk kader gibi birikiyordu almyazılarında Bir dağın ufkunda biriken kar gibi tıpkı Ve karın yavaş yavaş içe işleyişi gibi Ve sonra günü gelince topraktan bitki ve çiçek fışkırtışı gibi Birbirlerine karşı getirip ortaya koydukları bir duygu İlerleyip gelişip büyüyüp durdu Kimseye itiraf edemezlerdi bunu Hatta sakladılar kendilerinden bileÖmür böyle akıp gidiyorduLEYLA İLE MECNUN539

Page 212: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ama bir şey Kays'ı çok düşündürüyorduKimbilir belki bir gün Leylâ'nın gönlünü çelecek biri çıkacaktırYa da zaten bir gün evlenmesi zaruret olacaktırAslında Kays kendini Leylâ'ya lâyık görmüyorduFakat zaten kim lâyık olabilirdi ki O'naHiç kimse lâyık olamazdı O'naHer soluk pas getirirdi o aynayaHer sel bulandırırdı o billur ırmağıHer taş kırardı o sırça lâmbayıHer el düşürürdü o çiçeği dalındanKoparırdı ve soldururdu al'ındanKays gecelerden bile kıskanıyordu O'nuGece ki koynuna alıyordu O'nuAma artık bakışların ereceği yaşa gelmişti LeylâGün gelmişti bir şeyler yapmak gerekti mutlakaFakat içte saklanıp da kimseye itiraf edilmeyen,Yavaş yavaş aklı yer bitirir tâ içindenAkıl dıştan sapsağlam görünen bir yemiş gibiAma içten kurt yeyip bitirmiş gibiLeylâ gidecek, artık söyleyemeyecek O'na söylenecek sözü ölünceye dekLeylâ gidecek, kimbilir belki bir daha O'nu hiç görmeyecekLeylâ gidecek, O'nunla birlikte gidecek ruhun bekâretiHayaller monologlar sitemler ve benzerleriGittikçe büyüyerek bütün bu kuşkularKays'ı yavaş yavaş çığrmdan çıkarmaktaydılarBir yerde artık duramaz olmuştuOnu hep Leylâ'nın obası çeker olmuştuBahaneler bulup kendini kandırarak kıde bir soluğu alıyordu Leylâ'nın obasında0 nerde bulunursa o da ordaydı 540GUN DOĞMADANO nerden ayrılmışsa orayı yoklamaktaydıHele bahar mevsimi geldi miSular başkalaşıp çiçekler delirdi miÂdeta tavaf eder gibiKays dolaşıyordu Leylâ'nın dolaştığı yerleriLEYLA İLE MECNUN 541 KAYS'IN AŞKLA ŞÖHRET BULUP ADININ MECNUN KONMASI

Gün geldi, Kays'in bu hali son ucuna vardıİçindeki sevgi toprağı verdi ulu yemişiniO öyle yaratılmıştı sevmek ve sevgisine kendini vermek üzereSevgide yanmak, yok olmak ve bir daha onmamak üzreEski peygamberler çağında birinci mümin olurdu oVe insan sevmekten ırak dururdu oAma uzaktaydı eski peygamberlerVe henüz gözükmemişti Son PeygamberEski gitmiş, yeni gelmemiştiEski uç sönmüş, yeni uç belirmemiştiÇöl, kendi kanununu yaşıyorduKan, kendi vurgusuyla çalkanıyorduSevginin'özü, mayası gibi Kays'm gönlüBöylece takıldı bir başka gönül çengelineRaslamadan olumluluk olumsuzluk engelineAma iç, bu özgürlükle koşarken aşka sevgiyeDış bağlıydı sımsıkı binlerce yıllık sert kabile gelenekleriyle

Page 213: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Gün gelecek geleneklerin katılığını O Peygamber kıracaktıHenüz uzaktı o günlerden ne yazık ki Kays'm çağıGün gelecek, kentler kabilelerle ilgi kuracaklarVe yumuşayacaktı kayalardan yapılı katılıklarAma ne yazık ki çağ henüz bu çağdan çok uzaktıDışta kaskatı kabile kuralları...Içteyse aşkın uçsuz bucaksız özgürlük saltanatıDış bağın iç özgürlükle kılıç kılıca gelişiArtık Kays' m gün gün bitikti işiDüşünceler, iç fırtınalar, dıştan dalgın kıldı O'nuilkin "dalgın!" adına kavuşturdu O'nui GÜN DOĞMADANGiderek her "dalgın!" sözü alayla karışarakHer yerde söylenir oldu meydan çadır at sırtıİki deve arasında kulakları maske gibi kullanarakFısıldadılar Kays'a bir şeyler olduğunu akraba ve ahbaplarKays'sa sanki buna iyice meydan veriyorduLeylâ'nın oymağının çevresinde pır... pır... dönüyorduDalgın, üzgün, küskün... eriyorduGittikçe hali daha çok belirleniyorduDolaylı yollardan hep herkesten haber sorardıHer olayın çevresinde Leylâ'ya ilişkin bir nokta arardı Ha! Leylâ'ların orda mı, Leylâ'nın oymağında mı? Şu ev civarında mı... şu çadırın yakınında mı? Şu at ve şu deveden ötürü mü? Diyerek ve Leylâ'nın ismini ağzına almaksızın Her şeyi bir hale sokardı O'nunla ilgili Bu böyle böyle O'nda bir mantık oldu Bu mizaç O'nda bir başka dil oluşturdu Bu yüzden O'nda bir başkalık gördüler Sebebini bilmeden bir şeyler sezdiler Değişim mantıkta ve sözde de kalmadı Kays'm bütün davranışlarına sızdı Bir gün baktılar ki Kays en sıcak günde Kat kat yün giysiler içinde Ve bir gün kışın soğuğunda fırtınaların parladığı anda İpince bir gömlek içinde tiril tiril titremede Her durumuna da akla gelmez bir açıklama getirmede Çoğalan bu haller Toplum'u zorladı Kays'm ondan sonra Mecnun oldu adı542LEYLA İLE MECNUNANNENİN VE BABANIN VAZİYETİ ANLAMAYA BAŞLAMASI

Mecnun'un derdi günden güne arttıEski halini arayışı hep boşa gittiEski günler gibi uyanmak, istediği, her sabahEskisinden beterdi her yeni gün, ah!İstiyordu ki bir sabah uyansınTıpkı eski günlerdeki gibi uyansınFakat başlıyordu düşünceler yakmaya uyanır uyanmazGün bir büyü gibi güneş sihirbazYakalanmıştı bir kere afsunsuz suların ağusunaAklın, önünde iflâs ettiği bir örümcekağmaRuhuna yazılmıştı silinmez alınyazısıylaBir aşk, nefretten ve sevgiden öte âdetaHurmalarla konuştu aya anlattı haliniHiç biri anlamadı bu hiyeroglif dilini

Page 214: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Hasta değildi ki iyileşmek için uzak kentlere gitsinİyi değildi ki at koştursun sürü seğirtsinBir çözülüş bir kopuştu hayat çevresindeHer şey, yarasanın uçuşunda, baykuşun sesindeKâbusu tersine aba gibi giymiş anlatılmaz bir çile,Bitmez bir mektubun satırları gibi gelirdi ona yağmur bileÇok düşündü gidip anlatsın bir takım kişilereAma biliyordu ki kimse anlamayacaktı zerre bileÇölü değiştirmek ne mümkün çöl insanını değiştirmek ne mümkünOkuyup yazanla kapatılamaz aradaki uçurumYazılardan gelmiş bir zehirlenişti busursun zehiriydi bu tesir kabul etmez ağu lrru zaman kendimi bırakayım gitsin diyordu at içindeki kurt gece gündüz durmaksızın543544GUN DOGMADANHeyamolalarla ilerliyorduBir gün düşündü gitsin kendini atsın Kabe'nin eşiğineÇünkü tek onu biliyordu değer güveneAma bu bir dertti ki kurtulunmazLeylâ düşüncesinden alıkoyan çareye başvurulmazKurtulmak kurtulmamak olur hatta kurtulmamaktan beterLeylâ'sız hayat Mecnun olmaktan beterBütün bu düşünceler onu Mecnun'a çevirdiğinden beriİster istemez gizli kalamıyor dışa vuruyordu hâliZayıflamış iğne ipliğe dönmüşDünya işine ilgisi sönmüşNe iş ısmarlansa ne reddeder, ne kabulNe savaşa katılır ne yağmada bulunurOymak idaresine onda yok en ufak bir alâkaSâde tenhalıklarda dolaşıp durmadaAnnesi yavaş yavaş sezinledi bir şeyler olduğunuAnne yüreği bu.. Onun hâli ilkin ona yansımış olduKuşku içinde düşünürken oğlunuBir gün Mecnun'un babası ona sordu:"Nedir bu Kays'm hâli? Hiç beğenmiyorumDünyadan el etek çekmiş sanki... Sence nedir durum?Rahiplik âdeti yoktur oymaklar içindeHem zaten bu rahiplikten de başka biçimdeSözü anlamakta., delilik diyememFakat dinlememekte... akıllılık diyememBirine mi kaptırdı gönlünü ne dersinOğulun bu durumu hakkında sen ne söylersin?"Annesi: "düşündüğün gibi olsa gerek" dedi babasına"Ben de öyle sanıyorum sanmasına amaKim olabilir bu kız neden söylemez."Babası dedi ki: "ağzını ara bakalımBulursun belki bir ipucu."LEYLA İLE MECNUN545 ANNESİNİN MECNUN'UN AĞZINI ARAYIŞI

Annesi bir gün Mecnun'u az çok iyi bir halde buldu"Oğlum, dedi, biliyor musun artık vakit geldiEvlenmek bir âdettir, insanlık âdetiHele biz göçebelerde zaruretin zaruretiBir an önce eş seçmek gerekBu imtihandan da geçmek gerek

Page 215: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ben düşünüyorum ki artık evlenmelisinBaban da benim gibi düşünüyor bilmelisinÖlmeden görmek istiyorum mürüvvetiniOğlumuzun düğün dernek saadetiniTorunlarımız olsun kalabalıklaşsm oymağımızKorkuya batsın düşmanlarımızAtların çevresinde dolanan taylar bir gün büyüyeceklerOnlar da kendilerine binecekleri bekleyeceklerGün doğarken billur vaha sularınaAltın saçlı kızlar gerek gitsin su başlarınaBu âdettir bu âdeti kimse değiştiremezSöyle kime eğilimlisin, saklamak fayda getirmezBu oymağın ve çevre oymakların kızlarındanKim gönlüne yakındır söyle saklama anandanFakat ne yaptıysa lâf alamadı ağzından Mecnun'unMecnun sanki sessiz taştan bir sütunBu sefer bir bir saydı bilinen kızlarıVe her söyleyişte ihmal etmedi oğlunun yüzüne bakmayıMecnun kedere hüzne gama batmıştıAdeta ruhuna boylu boyunca bir ölü uzatmıştıYalnız Leylâ'nın adı geçince elinde olmaksızınBir bakış fırlattı annesine yakıcı külden kızgınAnne bir şeyler sezinledi ve üstelemedi dahaKuşkusunu bir vakit açtı böylece babasına 546GUN DOGMADAN BABA UMUDU

Sonunda anlaşıldı Mecnun gönlünün dâvasıDış çizgileriyle gün tutuluşunun macerasıSes sese ulaştı yankı yankıya eklendiHurmalar fısıldadı çöller dillendiDeveler bile esirgemedi bilgece imâlarınıHep aynı yüz donattı vaha sularınıÇiğ tanelerini mercekleştiren kuşlarLeylâ izine ayna tuttularAruzun büyülü elçiliğiyleYansıdı kalbden kalbe çileŞarkılar gazeller çölün günlüğü gibiBu onulmaz aşktan haberler verdiHerkes bildi kimse bilmiyormuş gibi Aşikâr sırların budur nasibi Herkes bilir bir bilmeyen sensin Herkesin bildiğini bir sen bilmezsin Haber ulaştı kabileden kabileye Kervanlarla yol aldı bitmeyen hikâye Yaz gecelerinde her konaklanan yerde Soğuk mevsimlerde gecelenen kentlerde Aynı öyküydü birbirine bağlayan kafileleri Çölün bağrından kopan bir efsane kıyameti Göze görünmez işmarların mahşeri Masalların gül demetinde açıyordu bir yenisine yeri Çöl adamı ayrıntıya inmeyi sever anlatışta Ama bütünün gölgesinden ayrılmaz asla Sanki gül menekşenin zambak leylâkın yanma gelerek Oldu dosttan dosta sunulacak bir demek çiçek Çiçek tozlarını uzaklara taşıdığı gibi rüzgârın Zaman usta gördü çağıldadığını göze görünmez hafızalarınLEYLA İLE MECNUNBöyle böyle oluştu ikiz alınyazılarmın destanı

Page 216: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kılıçtan keskin çöl onurunun kurbanıMecnun'un babası tanınmadığı bir yerdeVakıf oldu bir gün bu sonsuz derdeTa yüreğinden yaralanmıştı fakatAklı koruma saatiydi saatOğul sevgisiyle olanı biteni unuttuAklını sımsıkı yerinde tuttuEşe dosta danışıp karar verdiGönlünde Kays'la Leylâ'yı everdiAma burda durmamak gerekVakti kaybedip dondurmamak gerekKabilenin ileri gelenleriyleGitti karşıdan Leylâ'yı istemeyeGerçi hoş karşılandılar töre gereğiAğırlandılar elbet iyiden iyiAma söz ulaşması gereken yere varıncaTatlı anılar şiirler yiğitlik öyküleri oncaBir kenara itilip kalb ve söz yalımlandıSanki çölün öğle güneşinde parladı yandıKınından sıyrılan keskin kılıçlar ..Aman vermez aclmasız gergin kılıçlarBarışı unutmuş dargın küskün kılıçlarMasum kanına susamış bütün kılıçlarKonukseverliğin açmış gülleri soldu döküldüYaprakları sarardı âdeta sonbahar güldüDostluk baharını yazını geçip kışa erdilerKafdağmdan ileri açılmaz geçitlere erdilerKuş uçmaz yamaçlardan kartallar gibiBirbirlerine seslenip uçurumlaştırdılar karşılıklı söyleviBiri doğulardaysa öbürü batılardaBlrı güneşteyse öbürü yıldız çatılarında GÜN DOĞMADAN"Sana canım feda" dedi Leylâ'nın babasıAma bu konuda olmaz zerrenin fedasıBaba olmanın göz kapatan yanıSana bizim onurumuzu unutturmuş olmalıYoksa sen bizden çok düşünürdün biziBir böyle teklifle yıkmazdm evimiziOğlun söylemesi güç ama gerçek şu kiAklını yâd yellere emanet etmiş gibiDillere düştüğünü bilmeyen mi varVar onu başka türlü kurtarHekimlerden kâhinlerdenSulardan göklerden ve yellerdenOna bir şifa arayalımHep birlik diz çöküp Tanrı'ya yalvarahmKonuğumsun ben duymadım söyledikleriniSen de unut ve bir daha hatırlama dedikleriniYeniden atlara binildi develer sürüldüEller sallandı dostça ayrılış selâmı verildiÇöl rüzgârı getirdiği kumlarlaÖrttü bu son umudu da söndü lâmbaÇadır köşelerinde getirilmiş armağanlarÂşıkların gönlü gibi mahzun kaldılarMecnun'un babası gönlü daralmış dönüyorduBir hayat için gelmiş bir ölüm götürüyorduOlmasaydı bir parça bilgelik özelliğiYüreğinde atalardan kalma barışçıl sezgiKan akıtmaya yakın olurduHıncını kurttan kuştan alırdı

Page 217: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ama kavga döğüş neye yarardıÖlümde diriltmeğe çare mi vardıKafasından çınlıyordu Kays'm "kurtarın!" sesiDiri diri gömülen bir insanmki gibiLEYLÂ İLE MECNUN549KARABASAN Görüntü görüntüyü, ses sesi yer Aşk dedikleri işte böyle bir yer Herkes gibi olmak, olmayacak bir şey Herkes gibi olmak, olmamak gibi bir şey Leylâ'yı aklından çıkarmayı her isteyişte Suçtan ve günahtan beter ve öte Bir boşluğa yuvarlanıyordu Mecnun Sanki ayda donuyor güneşte yanıyordu Mecnun Gece, kristal bir bıçak gibi Uçmaya hazır ruh güvercinini Ta boğazından yaralayarak Boynunu kızıl bir gerdanlıkla sarmalayarak Gündüzün azabına terk ediyordu nöbeti Ve mızraklı zırhlı gün ışığının iskeleti Her çiğ damlasından kılıç salardı Her kırağı tozunda kalkanı vardı Gün yaraya çekilen bir yakı Gece cehenneme dikilen bir zafer takı Ruhun özeleştirisinden tüten zebanilerin Heykel heykel utançtan yontulmuş cinnilerin Başa üşüşmesi gece ve gündüz o Ah, ruhun ölümü başlıyor dümdüz Ah, ölen ölene içimizde ve dışımızda örülmemiş bir baskın, duyulmayan bir yağma üşünüyordu Mecnun nasıl bir kervanım benAnları cennet ufkunda kaybolmuş bir kovanım ben 1 bir yay gözüme görünen bu gökkuşağı >n geçer geçmez cennet oluyor birden cehennem

bucağı urgun bir havada güvenli güvenli giderken GUN DOGMADANÇölün hortumuna mı yakalandım yoksa ben birdenDoğuya gidip gidip de güneşe mi yaklaşsamBir ateş tuğlası gibi yanıp olsam bir camOnu Leylâ'nın düğününe armağan ederler miYoksa bunda da Mecnun'dan eser var derler miKırıp atarlar mı külümün ateşinden yaratılan camıBeni hatırlatıyor diye koğarlar mı akşamıÜlkelerinden, ocak ve lâmbalarındanLanetlenir mi onlarca bana şahit oldu diye zaman Bana ve. bin bir başlı yazgıma şahit oldu zaman Bana düşüme ve hayal çağıma ağıt oldu zaman Diye onlar güneş saatini kırarlar mı, kırarlar mı Boşalmış göğdeleriyle zamanı gösteren hurmaları Develerin kumda yuvarlanması iyiye yorulmaz Derler: Mecnun gibi olmuş bu deve işe yaramaz Atlar kişneyip eşindi mi yerlerinde Derler: Mecnun'u düşünde mi görmüş bu at ne Yok yok bütün bunlar benim kuruntularım Kimin umurunda benim ıstıraplarım benim avuntularım Ömrüm boyunca alay ettikleri gibi Ölümümle unutup yokluğa gömerler beni

Page 218: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Adımın anılması bile bir ayıp olur İsmim anılır anılmaz kaybolur Anama babama kavmim ve kabileme Neyim kalır miras bıraksam bile Bıraksam bıraksam utancı miras bırakabilirim Ve bir de çıkmaz bir leke gibi bir san, bilirim Başıma deve dikeninden bir taç kondururlar "Deliler ülkesinin sultanı!" der dururlar Atasözlerine de geçerim amma ne için Olmaz arzuları örnekleme için Kays böyle kara düşüncelerleLEYLA İLE MECNUN551Yürüyüp giderken çölde oldu öğleİçteki ateşle dıştaki ateşin birleşmesiKavurucu bir alev doğurdu sankiMecnunu alıp götürdü bu bunaltıcı hortumYakıcı sıkıntıların hunisi bir uçurumBıraktı ölü bir hurmanın gölgesineSanki onu attı su Nuh'un kurtuluş teknesineKendini kaybedip Kays boydan boya yere serildiRuhu Arş'm perdesi gibi sonuna kadar gerildiBir düş gördü yarı uyur yarı uyanıkBabası boğuşuyordu kıpkızıl kana boyanıkKartallar ve kurtlarla dev gibi yılanlarlaKırkayaklar kumkumalar akrepler ve çıyanlarlaÇadırlar uçmuş kaybolmuş ocak izleriÇalınmış şeytanlarca perilerin gizleriOrtalıkta kör ceylanlar dolaşıyorHer biri sırtında bir sırtlanı taşıyorGökyüzünü doldurmuş kılıçlar gürzlerTepesine ineceği insanı gözlerDomuz şekline girmiş bir ufukŞafak kâbus zindanında tutukSonra yavaş yavaş bir kış kapladı çölüNice zaman kaldı böylece bir hiçliğe gömülüDerken bakır kapak kalkıyor üstlerindenÖlüler diriliyor otlar göğeriyor yenidenBir bahar bastırıyor yeşil patlıyor ovalar ve tepelerdeYalnız iki kuru ağaç kalıyor tam orta yerdeKuşlar arılar böcekler ve kelebeklerYalnız onların çevresinde dönmektelerYalnız onlara dönük bütün çiçekler lerşey kendini onlara çevirir onlara eklerKurumuşlar fakat yalnız onlardan bekler 552GÜN DOGMADANCanlanıp dirilmeyi geçmiş zamanlar ve geleceklerNe kadar uyudu kimbilir sonra birden uyandı MecnunYazın karabasanı bitmişti dağılmıştı kederi bir süre için olsunLEYLA İLE MECNUN553 YILDIZ FALI

Bir gece ay yırttı Leylâ'nın çadırınıTaşıdı göklere o bakirenin sırrınıAlıp ağına sanki onu yumuşak bir şimşekİpek bir giysi gibi vücut kıvrımlarında titreyerekSamanyolu'nun açılmamış gömülerini önüne sere sere

Page 219: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Götürdü onu düşünde bile görmediği bir yereYakmayan bir ateş ıslatmayan bir yağmurBir nehrin ateşi ateş nehrine vururŞelâle içinde alevlenmiş ocaklarAteş üstünden söndürmeden akan sularYüzü belli belirsiz bir aslanı andıranSonsuzun baskısından yassılaşmış bir levha: zamanÇöl uzaya uzaya sanki eriyen bir atYollarda toz toprak içinde kaybolan saltanatHurmalar bulutlaşıp kızıl ufuklara dağılmışBilge develer en çetin sorun için göğün bir ucuna yığılmışAnne baba kardeşler hısım akrabaVe onur veren bütün şeyler soylu arabaHepsi birer tayfa hayalete dönüşüp gitmişGeçmiş zaman hayalleri anılar bitmiş tükenmişNe giysi merakı ne ufka ait telâşNe baskın korkusu ne yağma ne savaşNe sevinç ne üzüntü ne azap ne serap ne suHatta ne varlık bilgisi ve ne hiçlik duygusuSanki ruh kıldan ince kılıçlarla kıyıla kıyıla 554GUN DOGMADANDuyurmadan derinleşen kazmalarla kazıla kazılaAkim düşün uyum ve uyumsuzluğun ilerisineUlaşılmış son anlama daha da ötesineVücut paylaşılmış yıldızlar arasındaBir avuç ışık gibi ateşten kızlar arasındaHer şey ölümsüz bir dirilikten doğmaPınarlar bengisu kemerler eleğimsağmaGeçmişin âdeta tümüyle yitip kaybolduğu bu anda bileVardı gözden ve gönülden gitmeyen bir gölge Onun gölgesi Mecnun dedikleri Kays'm aksi görüntüsü Cevapsız bir soru kavsi gibi insanı kül eden sesi ve öyküsü Hayat ve ölüm bu kaviste bu sorunun çözümünde Olmak veya olmamak bu yay bükümünde bu çözümün düğümünde Ne onu sevdiğini söyleyebilirdi ne sevmediğini Ne anladığını söyleyebilir ne anlamadığını dediğini İçinden çıkılmaz dolambaçlı bir vadi Aslında âciz kalırdı onu nitelemeğe aşk kelimesi adı Irak dağlar yaklaşıp yaklaşıp da kabileler obasını bassa Bundan daha büyük olmazdı yürekteki tasa Ay Zühre Merih veya Utarit İşte bu periler ya da meleklere ait Yerde bile yine karşısında yalnız o var Ruhunda ve kafasında yalnız o var Kurtulmak mümkün değil Kays'tan Mecnun'dan Aşk değil bu düpedüz bir yazgı anlaşılan Ne ondan kaçmak bir şeye yarar Ne ona varmakla dağılır karanlıklar Güneş ve gölge su ve serap şarap ve sarhoşluk Nasıl birbirinden ayrılmazsa galiba öyle olduk Dedi kendi kendine Leylâ o yer ve zaman dışında Ay güneş ve yıldızların birbirine çarpışındaLEYLA İLE MECNUN555Düşen yükselen kayan kaybolan yeniden doğanÖlen dirilen o büyük maddeler ve gizemliliklerin açılımındanRuhunun yarasını dindiren merhemi dermanı aradıKalbine sükûnet verecek Meryem'i Lokman'ı aradı

Page 220: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Fakat hep karşısına çıkıyordu ehram gibi bir duvarAlmyazısı duvarı sfenks yüzündeki esrarO zaman sildi bütün ruhundan zamanı ve mekânıDüşünceyi kuşkuyu umudu olanı olmayanıTeslim olmaktan başka çare yoktu kesin yazgıyaLeylâ'yı bu makama erdirdi ilhamı andıran bu Hızırsı rüya 556 GUN DOGMADAN NEVFEL

YAZGI SURLARI ÖNÜNDE KILIÇLAR

Çölün de kendine mahsus devleti vardırÂdeta kabilelerden biri hükümdardırBu devlet elbet ne benzer bildiğimiz devleteNe federatif ne konfederatif bir hükümeteKabileler arasında bir kabile baş gibidirOnun da başı çöl yüzüğünde kaş gibidirÇölün özgür insanlarını fazla bağlamaya gelmezOnun birlik ehramı sıkı yasalar ve buyruklarla yükselmezYalnız zaman zaman üstün ve seçkin yeteneğiyleBir obanın başkanı saydırır kendini en hoyrat bedeviye bileO âdeta onların başı değil arkadaşıdırBabası kardeşi sırdaşıdırÇok kez zora başvurmadan ara bulur barıştırır Savaş için değil barış için kızıştırır yarıştırır Cömertlik fedakârlık verilen söze sadık kalış Gibi onlara özgü erdemlerin kapısını çalış O başlar başının görevi olur Uzlaştırma ateşinin alevi olur Kutsal Ev'dir bu ödevin kaynağı Kopmasın diye bir kere çölde gönüller bağı Dostluk bir kez düşmanlığa dönüşmeyegörsün Bir yangın paçavrası gibi düşmeyegörsün İki oba arasına kan dâvası denen dinamit İnsan kanıyla beslenen o ifrit İnsan kanma susamış o ejderha Doymak nedir bilmeyen zalim iştihaLEYLÂ İLE MECNUN557 Yer bitirir nice yiğiti eri Söndürür ocakları devirir direkleri Çölün derisi incedir damarları ipekten Sakınmak gerekir en ufak bir örselemeden Kan akmayagörsün artık durdurulmaz Sonuna kadar öçle bulanır durulmaz Bundandır ki çağın ileri gelenleri Kulak tutarlar çölün her yanma sürekli Kan dâvası tohumu olacak ne var Onu vaktinde önlemeye bakarlar Yoksa bir kıvılcım nerden çıkarsa çıksın Bütün kabileleri alabilir çemberine yangın Herkes ve her yer cayır cayır yanar Yangının kendi yasası dur deyinceye kadar İnsanın çabası değil eşyanın tabiatı Belirler ancak ateşin söneceği saati

Kays'm kabilesiyle Leylâ'nın kabilesi Kuşkular imâlar şiir atışmaları silsilesi İle dolup taşmış olmuştu sanki bir vehim ve korku kulesi Aşkın dedikodunun söz taşımanın velvelesi

Page 221: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yeni bir dâvanın işaretiydi Âdeta gelen zelzelenin alâmetiydi Surda burda tartışmalar çatışmalar Ufak tefek olaylar sataşmalar Haber veriyordu yeni bir kavgayı Bitmek nedir bilmez bir dâvayı Yaşlı tecrübeli kişiler fark edince bunu Tuttular vaktinde felâketi önleme yolunuO çağda Necd'de başlar başı çapında Bir baş hüküm sürüyordu Nevfel adındaYiğitti cömertti gözetirdi adaleti 558GUN DOGMADANSağlamaya çalışırdı az çok çölde selâmetiBilge kişiler ileriyi düşünen yaşlı başlılarOna başvurup olup biteni anlattılarNevfel yüreklerde saklanan korkuyu görüp bildiKısık çığlıkları duyup gözlerdeki yaşlan sildiİşe karışmaktan başka çare yok anladıYoksa batıp gidecekti o meşhur adıHepsini konukların ağırlayıp avundurduBir çare bulmak için söz verip durduÖnce Mecnun'u surda burda aratıp buldurdu Kente getirtip devlet mihengine vurdu Şu aşka düşüş dışında gördü o kahraman Mecnun dedikleri baktı olağanüstü bir insan Onu kendisine danışman ve dost yaptı Mecnun da böylece hizmet nimetinden bir parça huzur kaptı Barışı hakkı adaleti elden geldiğince Yerine getirmek için didinip durdu ikisi de Fakat Kays ve Leylâ kabileleri bölgesinden haberler Gün gün azalmadı. Çoğaldı aksine. Kader! Bir gün Nevfel ne yapmalı dedi Danışman'ma Korkunç kavga patlamak üzere sizin oralarda Mecnun aslında az çok sakinleşmiş olgunlaşmıştı Toplum uğruna kendi problemini aşmıştı Kendi öcü değil gelecek felâketleri Önlemek için Nevfel'e öğütledi peşin seferi Nevfel yanında Mecnun ve akıncıları Yürüyüp gitti arkada bırakıp vadileri obaları Leylâ'nın kabilesine varıp durdu ordu Böyle bir orduya karşı konulmaz sanılıyordu Oysa bu gelişi böyle gelişi kabile onur meselesi yaptı Anlaşmaya yanaşmayıp savaş yoluna saptı Kaçınılmaz oldu kavga çekildi kılıçlarLEYLÂ İLE MECNUN559Akan kanın hesabını kim sorarÇöl savaşının sürebileceği kadarÖlüm saçtı iki taraftan da silâhlarSonunda iki taraf da geri çekildiBelli olmadı kim yendi kim yenildiKorkunç savaş böyle bitinceNevfel'de görüldü bir değişme bir düşünceÖfkeyle ikinci savaşı başlattıKays'm ölçülülük öğüdünü bir yana attıYine karşı durdu Leylâ'nın kabilesiAma bu kez boşunaydı sesi gulgulesi gücü hilesiYaktı yıktı Oba'yı mahv oldu karşıdakiler hemen hemenÖyle ki yandı Kays'm da yüreği ve iyice soğudu Nevfel'den

Page 222: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kabile uluları toplanıp Nevfel'e gittilerÖnünde baş kesip durdular paylanıp azar işittilerSözü uzatmaya ne gerek herkes bilirYenilenlerin başına neler gelirOnlar da az çile çekmedilerGururlarının cezasını pahalı ödedilerNevfel hıncını alınca öfkesi geçtiÖzürleri kabul edip af yolunu seçtiBir daha olay çıkarmayaya söz verdilerSonra her konu görüşüldü birer birerNevfel Kays için de başvurdu Leylâ'nın babasınaAma o bunun mutsuzluk olacağına O'nu etti iknaAsıl amaca barışa vardığını sandı NevfelOralardan ve onlardan çabuk usandı NevfelKalkıp gitmek için askerini topladıKays sonucu çürük görüp sebebini açıkladıBenim için değil köklü barış için önlem al dediGerekirse bir süre daha buralarda kal dediAma artık Nevfel'e anlamsız geliyordu I560--

GÜN DOĞMADANBu döğüş. Askerlerine geriye dönmeyi buyurduBütün bu kavgalar boşuna olmuştuSönüp gitmişti Necd'deki umut yalana muştuNevfel'le birlikte gitmedi bütün ısrarına rağmen onunOndan ayrılıp kendi yalnızlığına döndü MecnunAcı kaderinin ıssızlığı daha iyiydi Nevfel'denÇöle yaramazdı kent soluğu; soluk, ak gönülleri kirletenSahraya taraf döndü dedi yazık oldu güneÂdeta bir sağlık rüzgârı yeniden çarptı yüzüneNevfel sağlamamış olduğu için gerçek barışıKısa sürede başladı iki kabilenin savaşıLeylâ'nın kabilesiyle Kays'm kabilesiBirbirine girdiler cana kasdetmiş gibiSavaş uzaymca Kays'm babasıGeçerli olur düşüncesiyle Kays'm duasıGidip onu çölde derin düşüncelere dalmış bulduDeğişmiş bambaşka bir Kays olmuş bulduNe dediyse umulmadık bir cevap aldı* Aşk ve cezbe önünde akıl ve mantık yere serilip kaldı Sonra Onu alıp Kabe'ye götürdü diz çöktüler Beraber ağlayıp göz yaşı döktüler Ama biri ağlıyordu oğlu kavmi kabilesi için Öbürüyse Leylâ ve Leylâ'nın ailesi için Herkes için kendinin ve Leylâ'nın kabilesi için Bütün insanlık için insanlık ailesi için Boşa giden umutlar dökülen kanlar için Bir hiç uğruna devrilen arslanlar için Geceye dönmüş günlük güneşlik çağ için Gözyaşı döktü Mecnun ölü için sağ için*Baba - Kays dua et bize Mecnun - Ne için dua edeyimLEYLÂ İLE MECNUN561

Page 223: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Baba ve oğulun gözyaşı karıştı birbirineÖte yanda savaş durdu ansızın ve birdenbireİlci taraf ayrıldı dağıldı saflar savaş bittiMecnun, babası ve kabileler herkes kendi yönüne gitti"ka - Leylâ'nın kabilesinin yenilmesi için

Mecnun - Leylâ'nın kabilesi yenilmez ki Leylâ leylâktan yaratılmış Üstünden rüzgâr geçse Leylâkın rengi değişmez ki Leylâ gecelerin demirinden Kılıçlarınız ona işlemez ki Her gün doğan güneş O'nun izinde sanki Bin yıl doğsa yine ona yetişemez ki Atlarınızın kulağında O'nun sesi O'nun aydınlığında varolan perilerin sesi Hep Leylâ'ya doğru giderler ama Leylâ'ya bir türlü varamazlar ki Leylâ dağların işareti kerameti Çöller ovalar dağların tepelerine ulaşamaz ki Leylâ nerede sanki Her gece çadırımızın tam ortasında belki Siz onu sonsuz ufuklarda aramakla bulamazsınız ki Her gece hurmaların üstünde Ay Leylâ'ya el etmez mi Vadilerden gelen sular baharda içenleri Leylâ'nın gözleriyle sarhoş etmez mi En yüksek bilgilerle yüceltilmiş Leylâ'nın kabilesi Bir yüce kabile Tanrı gölgesi GÜN DOGMADAN562 Sanki geleceğin Horasan erenlerinden bilge Kılıç kullanırlar Türk yiğitleri gibi Var bütün bunlardan da ötede Leylâ'nın göze görünmez askerleri En büyük ordu Leylâ'nın gözleri Sabah çeşmeleri dolduran gümüş perileri Sizi ta yüreğinizden yaralar Ansızın bakarsınız Göğsünüzün ortasında Bir bıçak yarası gibi Dayanılmaz bir ağrı Kıskıvrak bağlar Bin tuzak gibi Leylâ'nın saçları sizi Leylâ'nın kabilesi Yeraltı suları gibi Çağıldar derinden derine Sizi boğar bir altın büyü mahşerine Gelin sığının bir af belgesi gibi Tanrı'ya açılmış Leylâ'nın elleri Ben o ellerin aydınlığında Yürüyorum doğduğum gündenberi Bulurum yolumu onunla aydan mahrum Yıldızdan mahrum en karanlık kış geceleri Leylâ'nın ayrılığı en keskin bir karakış gibi Ve varlığı yakıcı yaz öğlesinin güneşi Gidin yanın kavrulun siz de benim gibi Siz ey sabırsız kumların çekirgeleri

Page 224: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Baba - Oğlum sen bize dua değil Beddua ettinLEYLÂ İLE MECNUN 563Mecnun - Altın altına gider, bakır bakıra doğru İpek altınla beraberdir Kürk dilberlerin boynunda Dua cennet ülkesine ait Beddua lanetlenmişler için Leylâ'ya karşı akıldan geçen her kara düşünce Cehennemin mimarı olur bizler için Cehennem bizim için biz lanetlenmişler için Kendi elimizle kendimiz Cehenneme çevirdik içimizi Sizi bilmem Ama cehennemimden memnunum ben Belki ateş dökülen pencerelerimden Bir kurtuluş işareti alırım Leylâ'nın ülkesinden Yansın ellerim kollarım ayaklarım Belki böylece Bir kanada kavuşurum beni Leylâ'ya götürecek Gözlerimin küle çevrilmesinden Görünmeyen bir dünyanın sağlığına kavuşurum da Gökten yerden Gün ve ay gibi Alınyazımıza yol gösteren Tanrı nimeti yıldızlar gibi Bana gelir Leylâ Leylâ'nın gözleri caba - Sen bu sözlerinle Leylâ'dan öteye gittin Mecnun - Leylâ'dan öteye gidilmez ki Leylâ Kafdağı ve Çin Şeddi Leylâ ötesinde meleklerin bile yandığı GÜN DOĞMADANSon sınırlar ülkesiYaradılışın sonu ondan ötesiLeylâ, ölümüne susamışBirinin içmesi gibiSon yudumu bardaktakiLeylâ bir kaynak gibiKim kurutabilir içerekÇöllere hükmeden suları bir kaynaktakiLEYLA İLE MECNUN ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ÇÖLDE KURTARIŞLAR DÖNÜŞÜR KURTULUŞA GİRİŞ

1. ÇÖLÜN ÖYKÜSÜ Çölün genişliğine selâm Çölün büyüklüğüne övgü Çölün derinliğine selâm Çölün yüksekliğine övgü Çölün yüceliğine selâm Çölün inceliğine övgü Çölün çiçeğine selâm Çölün dikenine övgü Çöle selâm

Page 225: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Çöle övgü Mecnun'u sayıklayan çöle selâm Mecnun'u kucaklayan çöle övgü Çölde gün battığı zaman Mecnun'a selâm Mecnun'a övgü Çölde ay doğduğu zaman Mecnun'a selâm Mecnun'a övgü Mecnun'un öyküsünü bir kez daha başlatan Yeniden yenibaştan başlatan Şairleri bir kez daha dünyayı yeniden Kurmağa Yeni bir dünya kurmağa çağıranÇöle övgü çöle selâmYeniden allak bullak olmuş aklını GUN DOGMADAN Sislerin bastığı kalbini Çölde bakır bir tava gibi kızarmış Güneşin bağrına yaslayan Yas içinde kumların sonsuzluğuna sığman İnsanlık dünyasından bir zincir gibi boşanan İnsandan ötedeki yaratıkların aşinalığına sığınan Uzak mesafelerin değil Gözün ve ellerin eriştiği Yüreğin çarpışmdan etkilenen Yerlerin büyük kâşifi Mecnun'a sevgi Mecnun'a selâm Rüzgârı bülbül doğuran Her titrek dalda Fâniliği fısıldayan ^^^^ (Fânilik! Çölde yeşerip çölde çiçeklenen Kızıl kapıların ardında çöreklenen Akrepte bin yıllık zehri biriktiren Kızgın taş üstünde kımıldanan her kertenkeleden Boa yılanından devekuşundan ve zürafadan Elmastan Ebediliğe dair Paradokslar devşiren Arzulu reddiyle değişmezliğe Protestosuyla sonsuzluğa iştihalı Gerçekte Hep ebediliğe vurgun, hep ebediliğe aç) Çöl, Muhtaç olduğu güneş, ruh bodrumunun Her soru dağının cevap düzlüğüHer zindan kaçağının saray düşüBağır bağırabildiğin kadarSesin kayıp gidecektirLEYLÂ İLE MECNUN567Güneşin battığı yere erecektirBir levhadır çivi yazısından hiyerogliflerdenGeçmişi ve geleceği bilinmeyenBir vakte tercüme edenÇöl parlar çöl solar çöl kızarırYazı ve baharı göğe saçanUçsuz bucaksız bir sonbahardırYere vurmuş bir aynaDevrilmiş bir perdeGerilmiş bir ipEzilmiş bir kemer

Page 226: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kurumuş bir sarnıçAlev almaya hazır kibritKapanan ufka son kıvılcımAyinlerin suların ve ağaçlarınFalların uğurların adakların ötesindeSarı bir ayazmaHavagazı ve lâmbaÖlümün tasviri gibiKımıldanan dupduru bir sudaNe engin bir şahittir oZaman denenŞimşeğinde bulutundaLeylâk testisi Leylâ'nın- Sümbül, bir özeniş Hurmada göğeren saçma - Ve yıldırımlar Mecnun'un kalbi gibi Tik-tak canlandırırlar bir saati O onulmaz saati Ateşin ve fırtınanın Bir değirmen gibi öğüttüğü Ağıt buğdaylarının GÜN DOĞMADANÖrdüğü acı gergefin sesiBir kanattır çöl bir kartalca açılmışTaşımak için kaderin son destanınıSabah çiğleri gibi toplamak içinÇılgınca acımasız bir deneye batmışŞairlerin kanınıÇöl bir avcıdırŞair yüreğiyle beslenenGözbebekleriniYüzüğüne taş gibi takanCiğerleriniAçıp yaprak yaprakGünlüğünü tutanKaburga kemiklerini ok gibi fırlatanKaranlık aşk levhasınaVe şair Hızır'a arkadaşAbıhayat yolculuğuna çıkanDilinde kırık dökük hecelerDante Virjil BeatrisRomeo ve JülyetFirdevsi Hafız Cami Fuzuli ve Nizami Leylâ ve Mecnun Kaf ve Nün sûrelerinden Azık toplayan yolcu Çölün sır tuzaklarını Esrar beldelerini aşmak için Tanrı dilinden Medet umup İmdat isteyenLEYL İLE MECNUN 2. ŞAİRİN KUŞKUSU

Özgür çöllerde bin yılda birikmiş Aşkın ve şiirin kıldan ince Kılıçtan keskin sıratlarından geçmiş Saf bedevi türkülerinden cevher seçmiş Nizami Molla Cami Fuzuli

Page 227: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Daha nice ulu şairin kalemiyle Anıt eserlerin en büyüklerinden En arı duru eğilmez bükülmez Benzeri olmaz değişmez dönüşmez Bin zırh ve bin kalkan içinde İpek kadar kaygan Çelikten bir gövde Burç ardında burç Kale ötesinde kale Yaz gündüzünden açık Gizli kış gecesinden gece Bir öykünün önünde nasıl durdun Niçin kendini bu sarp yola vurdun Daha iyisini mi yazacaksın içlilikte Fuzuli'den Daha ileri mi gideceksin hayalde Nizami'den Daha derine mi ineceksin Câmi'den Çağın geçerakça konuları dururken Bu ateşten işe giriştin, neden? Diye bir kuşku yedi bu kitabın şairini Yaşadı âdeta Leylâ Mecnun hikâyesini Aylar yıllar geçti yazamadı tek mısra Sanki önü kapalıydı yüksek dağlarla Sanki yasak bir bölgeye girmiştiGüneşin gözünü kamaştıran bir gölgeye girmiştiKaranlık mağaradaki son mum da sönmüş GUN DOGMADAN

Çevre, uyumsuzluk gezegenine dönmüşGünler günlere böyle devretti borcuYarım kalan kitabı bütünleme tutkusunuYarım bırakmamıştı şimdiye kadar hiç bir işiBitirmeli giriştiği işi kişiAma söz ve yazının yerini tuttuğuO yaşanmayan anlar sarmıştı ufkuŞairler yaşayamadıklarını yazarlarAma o yazılacak olanı yaşarlarsa susarlarDil kımıldamıyor ağız kapalıKalem cepte küf tutmuşcasma saklı Anladı ki bu öykü başka bir öykü Ne şiir işi sadece ne türkü Leylâ ve Mecnun dönüp bakıyorlar Cennet'ten Bir işaretle hep sus diyorlar Sus, yazma, kır kalemi, çevrene bak Korkmadan dal ölümün ve hayatın gözbebeklerine Neler göreceksin onları dinle Anlatabilirsen onları anlat Odur işte bizim hikâyemiz Ayaklar altında çiğnenen sevgiler Kırılan onurlar... odur bizim hikâyemiz Zindanlarda boşanır kadehimiz Aç susuz ve tekmelenmiş Zavallı hayvanların bakışlarında Çatlamış yüreğimizin kavı tutuşur Öksüzün ufkunda hayallerimiz uçuşur Dulların yetimlerin Köle ve esirlerin Yoksulun çaresizin Gönlündeki burukluk bizim anımızdır Anlatırsan bütün bunları bizi anlatmışsmdırLEYLÂ İLE MECNUN

Page 228: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ama şairin aklı takılmıştı bir kereYarım kalmış bitmeye arzusuz hikâyeyeHilâl dönemini aşmış ama dolunay olamamışBir ay elbet bütünlenmek isterAma kalemde bu mucize kudretiVe göklere mahsus güç ne gezer?Bir yerdesin ki ne geri dönebilirsinNe de bir adım ileri gidebilirsinNe de olduğun yerde durabilirsinDuyuş düşüncede düşünce duygudaYatırılmış gibi gizli bir uykudaBir rüyanın çarpılışına şahit olmakPerilerin çeşmeye yansımasındanDoğan ışık ve alevlerin titreyişiGibi etraftan geçen geçmiş zaman hayallerininGözyaşı döktüren mahkûmluğunu tatmakVe birden yazmıyorum dediSen zorla beniSen görevlerin göreviSen zorla gecenin kelebeğiNamaz bitimlerinin sır diliOruç ikindilerinin şehri

Sen zorla beniİnsan dersi

Kelimeleri getirCebrail'in öğrencisi

Kâğıdı akla gözyaşı duasıyla çocuğunAteşten geçir kalemiBir tanecik dostum GUN DOGMADANSevgilimÇile adlı periHer ulu değişimin seheriHer sonu bir başlangıç yapanYüce bir makama çıkaran her seferi

Ve yazmayacağım dediLeylâ ve Mecnun yaz demedikçeHayvanat bahçelerindekiEsir geyiklerin gözlerindeVe şehit kanında bir ebcet gibiBir şifre bir parola bana açıklanmadıkçaÇınarlar serviler ve denizBeni çağırmadıkçaYenidenSohbetin en derinine

Ve toprak bağırmadıkçaKesilen bir kurban gibi

Ve ruh sarsıntılar cehenneminiAşıp geçmedikçeKanadı ıslanmadan.LEYLA İLE MECNUN573 3. PARANTEZ

Page 229: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Araya giren bir eleştiri eriEdebiyat Partisinin Sürekli Muhalefet LideriDikkat edilmeyecek her şeye dikkat edenVe bir kalemde geçen dikkat edilmesi gerekenleriNedir bu yani senin yaptığın dediBir kitabı ortalamışkenNeden birden başa dönüyorsunİlk söylenecek şeyleri şimdi söylüyorsunOnu da tam söylemiyorsun

Sebeb-i telif-i kitap dedimSabretseydin söyleyecektimAma sabretmedin

Cevap verdi:Kitabın yazılma sebebi belirmemişseNasıl yazmaya girişirsinEski huyun bu seninEskilere inat münacâtları daSona bırakmıştın eski kitaplarında

Hayır, dedim, iş o kadar basit değilBak sana açıklayayım bir birElbet kitap başladığındaYazılma sebebi oluşmuş olmalı amaSöz halinde değil anlam halindeSöz kızışıp akkor hale gelinceGörüldü ve kristalleşti o anlamlar daKelimeler biçimindeSu altından çıktı su yüzüne GUN DOGMADANAranan beklenen umulan gerekçeSezgi dile geldi konuşulduSezdiğimiz bildiğimiz olduEskiler haklıdır başlarken söylemekteUmutları büyük kitabın sonunu getirmekteAma bu çağda bu kısır sulardaÇok ihtiyatlı olmak gerekir başlangıçtaEser az çok yazılmadanYazılma sebebi yazılmamalı Eski kitaplarımda da, Tann'ya yalvarışlar Yer alırlar buna yakın bir sebeple Kitabın başında değil Kitabın sonunda Eskiler yaşıyorlardı olgun bir toplumda Herkesin hemen Tanrı'yla olacağı bir makamda O yüzden Kitaplarının başında yer alır Tevhitler münâcatlar Onlar esere Tanrı'yi ululamakla başlar Hazır bulmuşlardır her şeyi önceden Ve herkes her an dolu saf İslâmla Bizse sesleniyoruz cehennemden Bataklık ve her türlü kir içinden İnkâr umursamazlık körlük Her türlü putlaştırma ve maddeye taparlık İlkin bu kötülük ağını yırtmak gerek Köleliklerin çelik zincirini parçalamak Ruhları çekip götürmek yeni bir dünyaya Eritip arıtmak bir yüksek fırın potasında

Page 230: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Her türlü cüruftan pastan arınmalı maden Arınış, büyük arınış gelmeli ateşten Ruh arma arma özgür olmalıLEYLA İLE MECNUNTann'ya yaklaşma halini bulmalıKitabın bir ödevi buÇağdan çıkarıp ebedî çağa götürme oyunuNamaz için abdest gerektiği gibiVe okuyan, eserin sonunda bulur nasibiSon gelmiş Ulu Tapmağa varmışlarYazan ve okuyanAllah'ın önünde secdeye kapanmışlarPerde kapanırken bu sahneDaha yakışmıyor mu günümüzeEskiler mutlu kişilerdi her an ve her zamandaTann'ya yakaracak bir halde ve bir durumdaBir çağdayız ki eskilerin başladığı bizim sonumuzdurSonumuz olsa yine ne mutluyuzdur

Dostum yeter kendine verdiğin zahmetGözlüğünü çıkar ve çıplak bak ortalığaO zaman işte ancak o zamanŞuraya buraya dağılmış olanHakikat mozaikleriniKopmaz bir bütünün parçalarınıRuhunda toplayıp yerine oturtursunGerçekte bir değişim yok deyipKuşkuların tümünden kurtulursun

Arkadaş gel koparmayalım çiçeğiDalında seyredelimOnun esintilerle gelen kokusuyla yetinelim

Ne fazla uzağa git ne fazla yaklaşBu tabloyu gör lütfen istediği mesafeden GUN DOGMADAN

4. DÖNÜŞ

Bin dönem geçti sofra aşk ve ölüm özeti Evrim gelişim devrim gerçekte ne değişti Savaş ve barış hep aşan takati Bir zaman iğnesi kurcalayan saati Bir toz zerresi Durdurur zembereği Ufacık bir taş kırar dişi en nefis bir yemekte. Ve toplar asırlık sofrayı kara bir haber birdenbire En güneşli günde ayrılır yollar Aşk çiçeğini olgunlaşmadan yiyen bin kurt var

Her kapıyı ölüm kapar ölüm açar

Olmasa basubadelmevt bereketi Umutlanacak ne var

Basubadelmevt nimeti yalnız Bozulmaz kilit erimez anahtar

Demir paslanır elmas küf tutar Her kabaran şıra kef bağlar

Page 231: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yeşil dağlar sararır gün solar

İnsan için ne aptallık büyüklenmek illeti En son çıkar gelir alçakgönüllülük nöbeti

En güçlü sofra devrilir bir rüzgârla En ömürlü çiçek göçer sonbaharla Ve ölüm hep asılı keskin kılıç başuçlarmda Ve kapanır açılır ulu bir perde her yüzyılda

Güneşin çekildiği yerlere gece iner Ve gecenin yıllandığı yerlerde su seslenir Altın sarayların hayalî sütunlarıLEYLÂ İLE MECNUNGün batımında harabelerde titrer

Yıkılır yapılır saçar ortaya mercanı Düşen taşlar açılan diriliş mezarları

Mermerde doğan aynalar içindenKaranlıkta ışır hep Yeni Yapımın gözleriYıkılan her ulu şehir yeniden yapılmıştırHer son, kaderde bir başlangıçtırNice kuş akşama iner bir suya düşer gibiKurşunla vurulmuş sanki dağılmış tüyleriUçuş yorgunluğu imrendirir onu bungunsuz hiçliğeVarolma kaygısını örtmek isterGecenin ve ölümün birbirine denk yapraklarındanÖrülme birbirine geçme salıncağındaSen kuşu öldü bilirsin yine öyle bilAma dinleniş her kiri yıkar gümüşten kaynaklarıylaÇürüyen kireci ilham perdahıyla ayıklarNice bin kez tattım bitiş şerbetiniNice kez dişledim ölümün etiniGün battı sanki kıyamet batışıylaDünya parçalandı mahşer çmlamasıylaAma doğuş varYine bir doğuş varDedi bir serçe kuşuKonmuş son incecik dala

vet doğdu yine doğmayacak sandığım güneşJf ^i gelmez dediğim haber S cehennem bir cennete işaret er kara sunun ötesi bir ak kevser 578GÜN DOGMADANYıkıldı yapıldı saçtı ortaya mercanıDüşen taşlar açılan diriliş mezarlarıBaşlamak gerek yeniden hayataDedi bir geceyarısı çırpman saatSana yeniden yaklaşacaktırKorkmaUzağa kaçmış yabancılaşmış tabiat

Düşünce ve sanatSenin için kanatSenin için hayattır dediBir eski zaman pîriBir eski zaman pirinin hayali

Page 232: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ve birden Mecnun'u duvara resmedilmiş gördümGölgeler içinde gördümEn saf şekliydiBölünmez bir gülümsemenin

Artık eşyaBembeyaz bir sayfa gibiydi

Ölmüş ruhun -ruhumun- kıpırdadığını duydum

Geriye döndüm Kaf Dağı'ndan Çin Şeddi'ndenKartalların iskeletinden ay yapılan yerlerdenLEYLA İLE MECNUN 579İçinden çıkılmaz dolambaçlı yollardan dönemeçlerdenGeçe geçeYola çıktığım ilk yereGeri döndüm

Toplum insanlık zamanVe ölümün kadavrasındaUyanabilecek tek nokta

Bir iğne ucuAranıyorduZaman ötesi yer dışıVe insanüstüler bölgesiZiyaretçilerince

Atan bir nabızArıyorduk sanki tüm vücuttaBir sesTik tak diyenKâinatta

İlk noktaBaşlangıç noktasıHakikata

Biri dediHk nokta aşktır

Ve öbürü dediAyni zamandaSon nokta GUN DOGMADANYeniden yola çıkılmalı dedikSıfır noktasından

Biri dedi pekiTarihin hangi asrındanHangi şahıstan şahıslardan

Birden döküldü dudaklarımdan;Leylâ ile Mecnun'dan

Uzaklaşırken o yüce hayallerOnayladılar beniVe "evet" dediler ebedî bir yankı gibi:

Page 233: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Leylâ ile Mecnun'danLeylâ ile Mecnun'danLeylâ ile Mecnun'danLEYLÂ İLE MECNUN581 MECNUN YENİDEN ÇÖLDE

Bir gün Mecnun açtı gözleriniUçsuz bucaksız çölde buldu kendiniGünlerce bilmemişti nereye gittiğiniNe yaptığını ve ne yediğiniBüyük şokun etkisi altındaÖlü gibi dolaşmıştı surda burdaDemek onu yine çöl çekmiştiGel öz yurduna dön demiştiBir maddenin kendi cinsinden bir maddeyiÇekmesi gibiHükmetmişti kaderineYineBir mıknatıs ilişkisiSanki sonsuzluğa ve aşkaDönen bir ibreydi oÇöl meczubu bir mecnundu oSıyrılmıştı bir kez dahaBağlardan kayıtlardan akitlerdenVücut sıkan ruh bunaltan iplerdenÖzgürdü çöl rüzgârları kadar özgürVe gençti hiç kimsenin olamayacağı kadarKar gibi eriyordu bütün acılarGençlik sıcaklığının önündeiçinde ateşten yanan bir yaraDıştan herkesten sakin görünebilmedeiçinde yaşayan engel -olamazdı dışta yaşayanaBir gençlikteydi ki bedeldi bir kaç insanaHer biri ayrı yetenekte ve yetide bir çok insanMecnun'da bir araya geliyordu meydan meydanHer yere koşup gidebilirdi artıkHer bir yerde bir başka olabilirdi GUN DOGMADANYol gösterebilirdi çölde yol yitirmişlereSusuz kalmışlara suAzıksızlara azık taşıyabilirdiBüyük ve tek uzmanı oydu çölünYıldız kılavuzu ve rehberi kayıp gölünNeredeydi gölgesiyle kurtaran o tek ağaçKahraman ve masallar üstü kahramanCan kurtaracak hurma ağaçları nerdeEmin konaklar su başları serap koğalayanHer türlü hastalığın hekimleriMecnun'du bu çılgın turizmin tek rehberiKonuğu sayıyordu kim çöle düşmüşseÂşinâsıydı onun kim çölden geçmişse Birbirini koğalayan kabileleri Şaşırtıp önlerdi mücadeleleri Ara bulmak için neler söylerdi neler Birinin dilinden öbürüne methiyeler Uğrardı arada bir de obalara Son vermek için onulmaz kırgınlıklara Çölün nice yerine taş dikmişti Bunlar yol yitirenlere işaretti

Page 234: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Kurt kuş için su taşırdı Yaralarını onarırdı Sakat hayvanları iyileştirir Eski sağlıklarını geri verir Bu yüzden onu izlerdi geyikler dağ keçileri Yaban eşekleri çöl kedileri Sonsuz çölün ebedî bekçileri Devekuşları ve zürafalar Mecnun'un bu vahşetten Medenî bir ordusu varLEYLÂ İLE MECNUN583Hepsi uslu ve zararsızTemiz bakışlı ve temiz yürekliHer biri bir musiki parçası gibiOluştururlar büyük dostluk ve sevgi türküsünüBilerek bilmeyerek Mecnun'duBu barış uygarlığının mimarıBir kez dahaBir başka biçimdeBir başka alandaTecelli etmişti Tanrı Halifeliğiİnsanda GUN DOGMADAN DEĞİŞİM

Mecnun meczup meczup dağlarda çöldeDolaşırken aslanlarla geyiklerleİnsanlık öğretisini yayıyordu bir yandanKendi anladığı ve gördüğü açıdanBaşka başka adlar altındaBaşka görüntülerle başka kılıklarlaEn karşı olduğu, kan dâvası insana karşı insan dâvası Gizli gizli aşılıyordu sevgiyi Sevgi genel ve tek kurtuluş rengi Bir değişim vardı artık surda burda Farkına kolay kolay varümasa da Mecnun'du alçakgönüllüce ortadan kaldıran Pürüzleri. Ve patikaları Ana Yol'a hazırlayan Artık hava değişmekte gören göz için İnsanlık geri gelmekte gönüller için Ancak Mecnun öldükten sonra Ufukları tutacaktır Büyük Dâva Hayatının bu ikinci safhasında Mecnun nasıl çalışıyor bir kaç nefha Bir kaç sayfa örnek vereyim Somut ve canlı tablolarla göstereyim:LEYLA İLE MECNUN MECNUN VE SİLÂHŞOR

Bir gün Mecnun silâhşor kılığında Geziyordu çölün büyük yalnızlığında Bir adamın bir adamı dövdüğünü gördü Kaya gibi önlerine dikildi durdu Biri köle idi öbürü sahibi İlk bakışta oluyordu belli

Mecnun (şiddetli): Dövme o köleyi

Page 235: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Köle sahibi: Sen kimsin?

Mecnun: Ben silâhşorum.

Köle sahibi: Silâhşor! Ben de silâhşorum Ve silâhımın hakkı olarak Bu esir, hükmüm altına girmiştir.

Mecnun: Belli! Silâhşorsun.Ama, daha önce insansın.Esirdir, belli!Ama, daha önce, insandır.O ellerini iyilik için deKullanabilirdinYurdundan uzakEş ve dostlarından ırakBu kardeşimiz için gerçek silâhşorun eli ancak savaşta silâh tutar armaklan yumuşak olur sulh zamanı GUN DOGMADAN

Bir savaşçı eşit şartlarda savaşırKüçülme sayar ondan ötesiniBir savaşçı hep güneşe bakarKalbinde güneşler aylar doğup batarBarış ülkesine en büyük armağanı.Ben de savaşçıyım amaDökmedim kimsenin kanınıBenim kanımı da kimse dökemezBırak o köleyi savaşçı

(Kaybolur)

Köle sahibi (şaşırmış):Kimdi o acaba?

Köle:Hızır'dı belki de.

Köle sahibi:Senin için Hızır.

Köle:Senin için de.Bana bir muştu gibi geldi sesiGözlerimde canlandı yurdum ocağımÇocuklarımı gördüm o saf gülüşleriniSılamı içimde bir mucize gibi buldumEfendim, aldırma döv istersen beniSenin bu dövmenden tüter bir kurtuluş buhurdanıLEYLA İLE MECNUN587 Köle sahibi:

Page 236: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Benim de ellerim bağlandı sankiGökten bir gümüş zincir indiO azizin buyruğuna karşı koysaydımBir hançer kalbime saplanacak sandım

(Sönükleşip kaybolurlar)

MECNUN İLE RAHİP

Bir gün de bir dağ ıssızlığındaHurma dallarından bir manastırdaBir rahibe rastladı MecnunSordu: Neyi bekliyorsunYol geçmez kervan geçmez buradaRahip dedi: Bekliyorum, bir günBuradan geçecek olanıBütün insanlığa yol götürecekleriSeçecek olanıBekliyorum dedi rahipBurdanBaşında bir bulutGeçecek olanıRuhunda muştu umutGeçecek olanıRahip dedi bekliyorumParmağıyla ayıİkiye bölecek olanıGöklere yükselipCenneti cehennemi bilipDönecek olanı GÜN DOĞMADANKıyamet saatininTiktaklarınıKulaklaraişittirecek olanıBekliyorum ölüler diyarınınDiriliş anahtarınıMahşer kanatlarınıCebinde taşıyanı.Mecnun sorduİyi amaNe zaman gelecek OBilmiyorum dedi rahipAmaKıyamete dek sürseBu bekleyişDeğer. "Peki. İşaretler?" dedi Mecnun "İşaretler belirdi: Gök işaret verdi Yer işaret verdi Onu çağırıyor Bilerek bilmeyerek İnsanlığın hali Hilkatin dudakları Çatladı susamaktan O Rahmet Kevserine Ağaçlar kurudu Sarardı yapraklar

Page 237: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

O Merhamet Yağmurunu Bekleyip durmaktanLEYLA İLE MECNUN589Ve ölmüş tabiatBir hayat bulutuUmuyor o Rahmet RüzgârındanMecnun dedi bakıyorumBir rahip olduğun haldeTasvir yok hücrendeTasvir yok dedi rahipVe olmayacak daBütün putları devirecekİnsanı yeniden Tanrı'ya erdirecekO ortaksız Tek Tanrı'yaDöndürecek olanıBekleyen kulunDurduğu yerdeMecnun dediTeşekkür ederimKeşke ben de görseydimO KılavuzuBen de önündeDiz çökseydimRahip dedi: ÜzülmeSenin gönlünPeşin müminidir O'nunBir gün O'nun ümmetiEn çok anacak seniAnlatacaklar hikâyeniEn ünlü şairleriSeni saf aşkınÖrneği diye göstereceklerKaybolmuş mezarındanÖlümsüz çiçekler GÜN DOĞMADANGüller menekşeler dereceklerVe onları sereceklerUmutsuz gönüllerin önüneOnlarla ölmüş ruhlaraDiriliş sunup can vereceklerSen aşk alevisinHayat kılıcısın Asılı ölümün tepesine Ve canlanış kıvılcımısın Sönmenin olduğu her yerde

MECNUN VE TOZ BULUTU

Bir gün Mecnun Yalnız ve yorgun, Karşıda bir toz bulutu gördü Sanki geliyordu O'nu yutmak için Dedi dur ey toz bulutu Karanlığın bereketi ölüm otu Acele etme vakit var Sayılıdır saatler dakikalar Azrail bile senden sabırlıdır Burda sencileyin benim de işim vardır Arzum şu ki ödev bitip gün dolsun

Page 238: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Benim de kaderim mutluca Bir toz zerresi olmak olsun

MECNUN, MUM VE PERVANE

Bir gece Mecnun'un yaktığı Bir mumun etrafında Dönüyordu Zavallı incecik bir pervane LEYLÂ İLE MECNUN

Mumsa devrilmek istiyorduPervane yerineMecnun'un üstüne üstüneSevgili mumDedi MecnunSevdim seniAcıdığın için pervaneyeBen de önerirdimKader izin verseydiBeni yakmanıOnun yerineAma acele etme vakit varSayılıdır saatler dakikalarAzrail bile senden sabırlıdırBurada sencileyin benim de işim vardırBen herkes içinDeğişik ve ayrı dozdaSoyut bir otobiyografyayımHerkesin yaşadığı bir iç tarihHerkesin yüreğinden geçen bir coğrafyaGidip gidip varacaklarıFakat ulaşamayacaklarıBir panoramaKaderin zaman zamanKabaran kanlara uyguladığıNirengi noktaları batmışBeyaz bir karanlığa batmışMutsuzca mutlu bir topografya

Sonra gece bitti mum söndüBu söyleşilerle tan atarkenPervane Mecnun'aMecnun pervaneye döndü GUN DOGMADAN KERVAN

Mecnun bu olgunluk yıllarındaKoştu kervandan kervanaHizmet ederek insanlaraErdi teselli pınarınaZamanı hâtıraya karşı kullandıAşka karşı hakikatle donandıŞefkat merhamet ve hakikatAşka karşı aşkla birlik silâh ve atVe Tanrı'nm saltanatı tek saltanat Bu görüşle karışıp insanlara Buldu çoklukta bir tek manzara Her işin sonu başı Tanrı Almyazımızm heykeltıraşı Tanrı

Page 239: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Tek var olan O... gerisi gölgeler

Sabah uyanıp karşılamak yeniyi Ufuklara bakıp beklemek geleni Kudüs'ü gördü Şam'a vardı Biri güneşin parça oluşu Biri aydan düşmüş bir mezardı Biri selvi biri çınardı Biri ayna biri duvardı Kervanları şehirlere şehirleri kervanlara Çevirerek içinde sürüp gitti bu macera Eşyada alevlenip alevlenip sönüş Dolaşıp dolaşıp Tanrı'ya dönüşLEYLA İLE MECNUN 593 Tenha kaldığı an çadırlarda Kalbine inerdi bal rengi bir levha Yeni bir yazı çözmeğe uğraştığı İnsanlara kapalı harflerdi savaşüğı

Bir gün Leylâ'nın evlendiğini duydu İçinde bir ses dedi: ne acı düğün bu Başkaldırdı bu sese: hayır hayır dedi Kendine, şeytana karşı haykır dedi Lekeleri gitti lekelenmez ismin Öyleyse alkış tut öyleyse Mecnun sevin Geceler, yıldızlar, yakın yıldızlar Toplanın Leylâ'nın oraya yıldızlar Saçın saçına çiçekler yıldızlar Benden bir şimşek çizin havaya Bir dokunur dokunmaz gibi bir esiş gibi İyilik dileklerimi bırakın yıldızlar Böyle düşünüp sevinme ve üzülme arasında Günlerce düğünün akında kâbusun karasında Zorladı ölümle hayatın sınırlarını Bir uçtan bir uca var ve yok olmanın sırlarını

Annenin Ölümü babanın ölümü En kara haberler düğümü Geldi gitti yıktı Mecnun'u Aylarca bilinmezle pençeletti O'nu Bir kez bin kez daha vurdu yereTunçlaştı çelikleşti Kays işte böylece

Ve alıştı bütün bu olanlaraYaz kış durgunluk ve fırtına GÜN DOĞMADANAyni varoluşun dönüşümleriGün değişiminin aynadaki izdüşümleriGibi bir etkiye dönüştü O'ndaBöyle bir yoruma kavuştu sondaO ve Leylâ ayni kadere susamaktalarBirlikte de olsalar ayrı da olsalarAyni günün biri gecesi biri gündüzüAyni alınyazısının cevheri ve yüzüSevgi gözde değil gönüldedirVücut değil ruhtur aşka kadirHer şey havada bir toz gibi döner durur da Yok olur sonunda Tanrı'nın varlığında Yaşamak Tanrı uğruna Tanrı içindir Geri ne varsa tahttan indir

Page 240: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ruh hürdür Tanrı sevgisiyle Bağlı değil zaman ve yer ilgisiyle Artık buluşmuşlardır Tanrı katında Bir yersizlik ve zamansızlık saltanatında Bir şey değişmez gelse de gelmese de Leylâ Farketmez gitse de gitmese de Mecnun O'n;LEYLÂ İLE MECNUN 595 LEYLÂ KÖŞESİ

Bir de bakalım Leylâ köşesindenAşkın kadın adlı penceresindenBırakmıştı kendini yazılmış olanaSusmak ve konuşmamak denen canaEvlenmişti ve görünüşte mutluŞimdiden memnun ve gelecekten umutluFakat bir eksiklik ufacık bir noktaKalbi kurcalıyordu hâlâMecnun ne olmuştu neredeydiNasıldı ne yapıyordu hâli neydiGeceleri loş gölgeler arasındaKum tepelerinde ay yarasındaMecnun'a benzeyen hayaller olurduBu anlarda sanki kalbi dururduBitmiş olan bir daha mı başlayacakNe çare başlayan başlamamışBitmiş bitmemiş olacakGibi gelirdi O'naÜrküntü geçmiş ama erememişti huzuraKaranlık bitmiş fakat kavuşamamıştı nuraAy tutulmuş tutulmuş kurtulmuştuGönlü zaman zaman tutmuştu muştuGün kırmıştı siyah çerçevesiniYarmıştı ışıkla ötesini berisiniBaskın korkusuyla ürperen çadırlarınBugün düzen ve güven, ama yarın!Yarma bir güvence olamayanNeye yarar böyle bir şimdiki zaman GÜN DOĞMADANAcıyla da olsa dopdolu olan hayatBoşalmıştı zembereği boşalmış bir saatGibi. Dönmüştü bomboş bir kâğıdaAğızdaki tat benzemiyor eski tadaIrmak kurumuş rüzgâr esmiyorYakıcı güneşi bir parçacık bulut örtmüyorArzu ve korku iki karanlık duyguYüreğinde birbirini koğalayıp duruyorduYa bir gün geri dönerse MecnunYine altüst olursa ortalık bütünDaha mı iyi olur daha mı kötü bilmiyorduBir umut vardı gönülde eksilmiyorduSonra kızıyordu kendine kınıyordu kendiniKapamak istiyordu içinde eskinin kepenginiEski öldü diyelim ama neydi yeniVe nasıl eskitmeli eskimeyeniNasıl öldürmeli ölmeyeniNasıl diri sayarsın ölü olanıEski bir zehirdi belki ama yeniAndırıyordu tatsız tuzsuz bir yemeğiBeklemek neyi beklediğini bilmedenGün günü ay ayı koğalarken

Page 241: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Beklemek bir vaktin doluşunuÖç alan kaderin zalim oyunuHer şey akılla kurulu akılla düzgünAma akim içinde olmalı baharat gibiBir parça delilikOysa Mecnun almış bütün deliliği gitmişKupkuru bir hayat kalmış ve âdeta oyun bitmişArzulanan zenginlik, at kumaş ve ziyafetYetmez olur insana bir gün elbetİnsan hep bir şey umar beklerNe olduğunu bilmez fakatLEYLA İLE MECNUN597Fakat sonradan duruldu LeylâTevekkülle huzuru buldu LeylâRuhta kopan fırtınalar dindiGökten gönle sükûnet indiAnladı ki acı tatlı soğuk sıcakGeçmiş ve gelecek ayrılmak ve kavuşmakHep ayni varoluşun dönüşümleriAydınlanışımları ve sönüşümleriHer şey havada döner dururSonunda Tanrı varlığında yok olurRuh hürdür vücut esirRuh baldır beden zehirRuh hürdür Tanrı aşkıylaBağlı değil yer ve zaman kaydıylaFarketmez gelse gelmese Kays O'naGitse gitmese O'na LeylâTanrı katında buluşmuşlardırHakikat yurduna kavuşmuşlardır 598 GUN EOGMADAN DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ÖLÜM, VE ÖTESİ: EBEDÎ DİRİLİŞ

ÖLÜM

Anlatacaktım ölümlerini bir sonbahar eşliğindeBir kış güneşliğindeFakat baktım bu ölüm değil diriliştirTabiatı aşan bir bildiriliştirNe güz ne sarı renk bu göçü anlatırBu kan rengi bu kıpkızıl öçü anlatırGörünüşte kırmızı gerçekte yeşilGörünüşte öç hakikatte değilFâninin sonsuzla barışmasıAffın mağfiretle yarışmasıYaprağın düşüşü değil bu toprağaBir yıldırımın çarpışıdır dağaSonbahar değil ilkbahardırÖlümden sonra ölümsüz hayat vardırBulutlar açılır güneş çıkarYağmur taneleri inci tanelerine dönüşür Deniz çalkanır saçar ortaya hazinesini

Anladım onlar ölmediler Ölüm adına Ölüm maskesini takınarak Dönüştüler bir ışığa

Page 242: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

MECNUN'UN BİR IŞIĞA DÖNÜŞMESİ

Yıllar geçti., ve bir gün gidip gidip Mecnun Uzaklaşıp yollardan kervanlardan obalardan Serap ya da gerçek su vâdeden ovalardan Dallarında umut mercanları salkımlanan hurmalardanLEYLÂ İLE MECNUN599 deve., köpek., insana bütün bir arkadaşlık sunanlardan Kus gölge., hışırtı ve karaltı bütün kımıldanış furyalarından Kopuk kopuk trajedya parçaları olan anılardan Kan damlaları gibi gönülde donuklaşan sanrılardan sorulardan nuvuşdan düşünceden sesten, ruhta damıtılmış kanılardan Arınıp/ durdu ayak basılmamış yerinde çölün. Karşısındaydı artık bölünmeyen Bütün Şahsîyi kale almaz görünen Genel Açık kapıları kapayan kapalıları açan El Mevsim mi? Artık ne bahar ne sonbahardır Burada artık ne yaz ve ne kış vardır Ot bitmeyen bir toprak, vahşeti bile gömen Geceye tabut gündüze kefen Güneşe geçirdiği kılıftan ürküp çekilmiş geri Bu sfenks maskelerinin en korkuncu en beteri Mecnun durup dört bir tarafına baktı Gönlünün en kızgın ateşini mumunu yaktı Bir ışık olup gökyüzüne doğru Bir yıldız olup yıldızlara doğru Bir şimşek gibi çaktı, bir yıldız olup aktı.

LEYLÂ'NIN BİR IŞIĞA DÖNÜŞMESİ

^fecnun'la ayni anda mı¦ Biraz önce mi biraz sonra mı E" yeşil vahalar bereketinde Bir ışığa dönüştü Leylâ Ece Evden yükselen bir ışık sütunu yükselip tuttu ışık olan Mecnun'u j^rdü herkes gökte yarıştı iki ışık Birbirine kavuştu iki ışık 600GÜN DOGMADAN ADAK IŞIĞI

Sıcak yaz göklerindeÖnde uzanan ovadaBirden bir ışık sağdanBir ışık soldan çıkarVe bunlarŞimşek hızıyla birbirine ulaşırlarBunu halk adak için uğur sayarDerler: Leylâ ile Mecnun buluştularBu göz açıp kapama anındaNe varsa dile muradındaMutlak yerine gelir arzunYerde kavuşmayanlar gökte kavuşurlarVe bir uğurlu andaKavuşmak isteyenleri kavuştururlarATEŞ DANSI(1978-1982)

Page 243: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

(Onikinci Sağnak: güz sağnağı. Suyunsabah alacakaranlığı yankısına dönüşü,sararıp dökülürken çınarların yaprakları.) ATEŞ DANSI603ATEŞ DANSII.Ateşe düştüğünü gördüm kadınınDans edişini durduramamıştı yine deSularla titreyen sabah rüzgârı iğneleriyleParlayıp parlayıp sönüyordu tükenen bir mum gibiBahar iplikçikleriyle dokunmuş giysileri

Soluğu alevdi, kızgın kum çığıydı sesiSonbahar kızıllığıyla elleri tutuşturuyordu göğüCennet kentinden cehennem kentine atılmış köprüİdi vücudunu saran bir ebemkuşağı kefeniHurduramamıştı yine de dans edişini 604GÜN DOĞMADANNe harf ne söz ne yazı ne işaretNe büyü ne afsun ne üfleyiş sanatıRuhu katrandan damıtılmış o sıcakDağların dibinden gelen depremi durduramazdıDeprem, kollarında bir kuş, berrak ve ak

Heykeltraş için değil, ressam için değilŞair için model olmayı bildiGüneşe giden ateşin jesti mimiği Bir anda hayatı soyunup ölüme girdi Ne harf ne söz ne yazı ne işaret ne dil

Yeni bir a, b, c. Düğün. Şiir ve yolculuğu Saat saat sona eren tutsaklık Bir sırrın aynasında tüten buğu Meczupluğun kıyısında görünen ışık Mecnunluğun batısında sallanan doğu (1978, Mayıs)ATEŞ DANSI605 ATEŞ DANSI

II.

Yazlan göç ettiler denize gömmek içinAteşten fırlayan o zehir parçacıklarınıKışın kentin kayganlığındaİçki bardaklarının ardındaPürtük televizyon ekranlarındaBiten o deniz dibine mahsus anı yosunlarını

Biten ve çoğalan ve hiç tükenmeyenÖlüm anındaki bir kaplanın gözleriHicaz bulutlarındaki yağmur cevheriYa da Kafkaslardaki kar gibi demirdenBiten ve çoğalan ve hiç tükenmeyen 606GÜN DOĞMADAN

Page 244: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ne tabiatçıldır bu elektrik balığının kablolarıVahyin kadranına çarpıp çarpıp gıcırdıyorDansın ortasında yanmış saçlardanBir kehribar lâmba aydınlığında notlar alanUlu dağlara fırtınalardır sunduğu raporParçalamak için kıyamete ait tabloları

Gelir ve yakalar en olmadık yerdeGünübirliğe batmış bulanmış insanlarıKanayan yarayı kitler doyumsuz derdeGeceyi tersyüz eden sonsuzluğun boyalarıSuçluluk tortusu gibi birikir gönüllerde

Sonbahar acımasız bir ruh gibi göğdelere sinerYılgı, her kalbi kızaran bir nar gibi çatlatırYargı, o dişi kartal, çatılara taraçalara inerEv içlerine unutulanı, hep o unutulanı hatırlatırVe ancak itiraf baldıranı kadehleriyle gün diner(1978, Haziran)ATEŞ DANSI607 ATEŞ DANSI

III.

Beni çıkarmayın karşısınaDansıyla ateşe eren kadınınKi bakışı yansır güllerde leylâklardaBen mührünü kırıyordum bin bir cadınınO kendisini kendisi için yaktığında

Ağlayışı yankır kuşlarda sulardaÇeşmelerde dansının gölgeleri kırılırGüneş, batmaz hayalini çerçeveler her duvardaHer çizgi, bağışlamaz bir yazıt, onun alınyazısıdırAklanamam beri de bu taş levha nazarda <s^ GÜN DOĞMADANAklanamam belki ama kaçmadımBir ömür boyu sorgu sorgu sorguBilmeceye karşı savaştım adım adımBilinmeyene karşı bin bir kurguBin bir yarışa karıştı adım

Şimdi sizi gözlüyorum gözlüyorumDenizin denizi kestiği kristaldenNe girdaptır göze görünmeyen o yorumGeleceğe kapanık, geçmişi inkâr edenO kadını sarkıttığınız ateşten uçurum

Ama gün gelir dans dönüşür duayaAteş uzun bir Samanyolu olurOnu çeker kendisine bir rüyaFosfor bir kaynağın başında solurKanar her ateşi dindiren suya(1978, Haziran)ATEŞ DANSI609 ŞAİR

Page 245: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Tart kaderini kuş uçuşlanndaki hafiflikleBülbül ötüşüyle gül açılımmdaki arzuylaDeniz a lü kırmızı ve yeşil yosunlaAteşle hayatının her anındaki atomuFormülü Cebrail'in cebinde olan iksirle

Ve sen şairsin kelimeler ülkesindeki bilgeEl salla fosfordan daha ışımış bir umutZeytinden daha yeşil bir muştuDaha sakin palmiyeden defnedenBir çağrıyla tükenmeyen 610GÜN DOĞMADANAk çuhanı ört üstüne develerinKulaklarını kısıp dünya ertesi sesleri zaptedenGüveysiz düğün aşısında gülümseyenGelinler gibi kınalıGünlük güneşlik sağdıçlarca yönetilen

Yazısız bir mezar taşısın belkiAma kendisi yazı olanÇağın toprağındaki şifreyi sökenAğaran tanın kırmızı yağmurunu çizen

Git gidebileceğin yereKalemden kâğıttan defterden öteKitaptan sonraki setteDur ve bul o ülkeyi yeniden(1981, Nisan)ATEŞ DANSI61 BAL

Arı, bir avuç altın tozunu alıp çiçeklerdenDöğerek elmas elleriyle gümüş havanlardaAğda gibi katarak gönlündeki şekerdenRuhunu damla damla biriktirir tan rengi kovanlarda

Bu, geleceğin arıları için, gelecek insanlık içinGelmeleri için yeni balı yapacak durumainsandan anlara arılardan insana binÇiçek, bin öz, bin ateş saçan dondurma 612 GUN DOGMADANPetek ki, saf biçim, arınmış dikenlerdenÇarpılmışlıklardan ezilme ve bükülmelerdenBir mühür, bir damga Cennet'tenSızdırılmış som simetri Cennet'ten

Nar taneleri birbirinin içinde eriyenYıldız ve ay döğmeleri karanlığın yüzündeÖlümü hatıra savaşında alt eden altıgenBaharın ay bölünmesi aşk güzünde

Yazın meyve mumu, sonbaharYerleşmiş serin suların göğdesineİnmiş bin bir konak şelâleler bahçesineKüçültülmüş kuleler ve kahverengi bir kent duvar duvarATEŞ DANSI

Page 246: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

613 KONUK

Ben yıllar yılı buradaBaşka bir zamanı yaşadıminsanlar başka kelimeler başkaBaşka bir gümüştü ağaçlardan dökülen

Arkama bakamam zorlama beniAnılar perisi biçme kaburga kemiğimiO keskin kılıcının ağzıylaTatmak istemem o azaptan zehri GÜN DOĞMADANAnılar siz zaferinizi kutlayın gerdekteBen beton bir fonda kızgın gerçekte- Neyler geçiyor gökyüzünden -İnanılmaz sesler için tetikte

- Ülker yıldızı gene yerindeGölge davulunu güneş döğende -Çıkıp gelecek olan o konuk içinŞimşir tasta su sunmak için(1981)ATEŞ DANSI615

GAZELRüzgâr ışıdı titredi çiğ gül düştüTutunduğu dalı tutuşturup bülbül düştü

Gün doğumundan gün batımına kızardı bahçeBir bir leylâk nergis lâle ve sümbül düştü

Ne çam dayandı ne kestane ne kavak ne narBin yıllık çmar gürül gürül düştü

Geçti mi ki yeşilin sonsuzluk yüklü çağıKader yanardağından kızıl kara kül düştü

Vakit görmemişti böyle bir kıyametiAkıl sarardı karardı ruh gönül düştü (1982) 616GÜN DOĞMADAN ŞEHİRLERİM

Gördüm Diyarbekir'i Konya'yı Bursa'yı İstanbul'uGörmediğim şehirlere karşılıkŞiraz Isfahan SemerkantBasra Bağdat Şam kaybolmuş ve karanlık.

Bir anının uzak akisleriKurumuş ağacın sararmış çiçekleriAydınlığı çalınmış lâmbanın pervaneleriSönmüş bir deniz gibi baük

Sürmüş bir mezar kökü

Page 247: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ölümün ötesindeki toza işlemişÇarpılmışlar tarihinin maketiGibi sarhoş gibi yıkık gibi dervişATEŞ DANSI617Kentler benim kırılmışKollarım ve kanatlarımAk kuşlardır çağrılmışYaslar şölenine atlarım

Adları bile çağrışım yapmıyorYeraltına ve gökyüzüneVe yeryüzü hatırlamıyorVe hatırlatmıyor gökyüzüne(1982)

618GÜN DOGMADANİSTANBUL'UN HAZAN GAZELİNe yapacaksın plaj yerleriniGidelim Kâğıthane'ye Sâdabat harabelerine

Şâd etmek için Nedim'in ruhunuAğzımızı dayayalım kurumuş çeşmelerine

"Sinemaya gidiyorum" de anneneCuma namazına gidelim onun yerine

Bakalım hayranlıkla Süleymaniye'yeSultanahmed kubbe ve minarelerineSahaflarda kitapların sonbaharındaErelim geçmiş baharların menekşelerine

İstanbul'un kaybolan geçmiş tarihini tabiatınıSon kez tadalım başlamadan ahiret seferine

Dünyadan daha dünya ahiretten ahiretBir kent ki benzer divan şairi kasidelerine (1982)ATEŞ DANSI 619 KIZKULESİ'NE GAZEL

I

Kızlar çıkar Kule'den bir gün kızlar geliristanbul'u yeniden bir ipeğe çevirir

Bir gün bir uğurlu doğu saatindeKızkulesi bir zafertakı gibi yükselir

Gelecek oğullar için beşiklerin en güzeliDenizde sallanan o kulenin etekleridir

Güneş der ki: yeniden doğmağa değerO günü o kuleyi o çocukları görmelidir

Gecenin çiçekleri değince Kule'nin saçlarınaBeklediği konuğun sırrı çözülecektir(1982) GUN DOGMADAN

Page 248: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

DİRİLİŞ

Yeniden başlamak yazma sanatınaKat kat olup açılmak gök katına

indirmek yeryüzüne Allah'ın rahmetiniBir gül gibi sunmak dünya saltanatına

Yeni bir zamanı indirmek kılıç gibiGüneş saatine geceler saatine

Varmak Rabbani ile çileye katıp çileMuhyiddin-i Arabi ve Mevlâna hakikatma

Gökyüzünü dolduran meleklerin sabrıylaKaldırmak aşk kadehini insanlık sıhhatına

Harfleri ve sesleri sözleri kelimeleriKitapları getirmek Peygamber fıtratına

Merhameti ruhun en iç musikisi yapmak Ve ölümü çevirmek diriliş hayatına (1982)ATEŞ DANSI621NİNNİSana Tanrı ArmağanıDesem uyur musun yavrumGeleceğin kahramanıDesem uyur musun yavrumGözün göğün siyahındanGöğsün güneş kadehindenYüzüne nur saçmış KufânDesem uyur musun yavrum (1982) GÜN DOĞMADANŞAİRLERE VE ŞİİREDAİR DÖRTLÜKLERŞiirin yazanı yokturVardır yalnız okuyanıŞair de bir okurdurKendi şiirinin okuyanı

*

Ben her şiiri okudum Kendi şiirim hariç Okuduğum şiiri yazmam Yazdığım şiiri okuyamamATEŞ DANSIÖnüne çıkar hayat yolkesen gibiSoyulur çırçıplak gider şairBir deri bir kemik öteye geçtiğindeArkasında kalır şiir tomarı kefeni

Dilimi çaldın kelimelerimi çaldın

Page 249: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Bana ne bıraktın kanlı soygunBu korkunç talandan ne umdunDüğün bitti bir ağıt kaldı ortada sade

Şair o büyük ağıtçı geldi dünyamızaGünlerce gecelerce ağlattı biziİrili ufaklı ölenlerimizin ardındanÖldü ve kendi ağıtını yazmadan gitti

Şair önce kendi ağıtını yazBinlerce ağıttan önceGün gelip saat çalıncaVaktin olmaz kendi ağıtını söylemeye GUN DOGMADANFildişi ölümün işlemediği taşDoğumumun yüzüğüne kaş olsaİkinci doğumum olan ruh doğumumunBenliği eskimiş giysiler gibi çıkarıp atan

Ben ağıt yazmayı sevmemÖlümden değil dirilişten yanayımÖlümden değil ölüm sonrasından yanaAğıt yazmaktan değil mevlüt yazmaktan yana(1982)ALINYAZISI SAATİ

(1979-1988)(Onüçüncü Sağnak: kış sağnağı.Ölüm.Sonra çark bir daha dönecek: diriliş.) ALINYAZISI SAATİateş*Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.Altında bir krater saklayan şehir.Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdiHani Şam'dan bir şamdan getirecektinDikecektin Süleyman Peygambeı'in kabrineRuhları aydınlatan bir lâmbaifriti döndürecek insana:Söndürecek canavarın gözleriniifriti döndürecek insana GUN DOGMADANVe Kudüs'ü terkettiğin o ikindiBirinci Cihan Harbi günü vaktiKan sızdırıyor kaburga kemikleriKarlı dağlardan indirdiğin atlarınBir evde perdeyi indiriyor bir kadınMahşerin perdesini kıyametin perdesiniAğlıyor yere inen saçları

Page 250: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Göğü yırtan kefen beyazı elleri

Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir. Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri. Yeşile dönmüş türbelerin demiri Zamanın rüzgâr gibi esen zehriyle Ve yatırlar patır patır kaçıyor geceleri Boşaltıyorlar işgal edilmiş bir şehri boşaltır gibi Kaçıyorlar Lût şehrinden kaçar gibi Tuz heykele dönüşmemek için Tanrı gazabıyla Susmuş minarelerin azabıyla Yıkılmış cami kubbelerinin ıstırabıyla Ve şehit kemiklerinin bakışı bir başka bakış Artık burada taş bile durmak istemez Ve ay'ı görmek istemez zeytin ağaçları Eğilerek selâmlamazlar hilâli hurmalar Artık ne Zekeriya ve ne Isa var Sararmış bir tomar mı mucizeler Ölülerin dirilişi şifa veren kelimeler Ve ne de Miraçtan bir iz Yerden yükselen kayaALINYAZISI SAATİ629 Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri. Bakır yaprakların, çelik gövdelerin, acımasız yüreklerin. Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların. Kurşundan çiçeklerin şehri. Gülle kusuyor ana rahmi Bomba parçalıyor beynini bebeğin. Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var Uçak var gök yok utanç var Ve kime karşı bütün bunlar Masum insanlara karşı Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı Ve kim tarafından bütün bunlar Roma'nın, Babil'in, Asur'un ve Firavunların Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından Zalime olan öcünü mazlumdan almak Zalim olmak ve en zalim olmak Ve artık ne ibrahim ne Yakup ve ne Musa var Tersinden okunan Tevrat hükümleri Karaya boyanmış Mezmurlar

Ve Kudüs jehrı. İçiyle ve ruhuyla suskun Göklere kaçmış hayaliyle Bir pervane gibi ışığa uçmuş gönlüvk Bir başka âleme göçmüş hakikatiTanrı katma varmışiki elini kavuşturup divana durmuşHüküm istemiş GÜN DOĞMADANYeryüzüne yeryüzü kadısınaHüküm ki:Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidirVe haksız yere insan öldürenin cezası ölümVe fitne, Arzı fesada verme, daha büyük suç adam öldürmektenFitne bastırılmcaya kadar savaşın!Yeryüzünden fesat kalkıncaya kadar

Page 251: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ey insanlık, ey insanlarEy gündüzden daha gündüz,Hakikatten daha hakikatMüslümanlar.630ALINYAZISI SAATİ 2.

Ne kadar uzaktık Dicle'denÇok yakınında doğmuşkenDicle ki aşağılarda köpüklerindenBir şehir doğurmuş Bağdat'tır bu senin ülkenBağdat'tır bu kardeşim senin ülkenAyın Dicle'ye düşüp toprağa yükselmesi yenidenAyna koparmak boyuna ayna koparmak güneştenAçık ve seçik bir fetih kılıçla yarılan güneştenSenin şehrin benim şehrim ve hepimizin şehriBir nehrin şehri ki bizi yıkamıştır ruh ve bedeniçimizde akmıştır gece ve gündüz demeden 632GUN DOGMADANGövdesinde izler benekler taşır Kara Âmid kalesindenYaralar kaplan derisini cam gibi süsleyenGönül yaralan fizikötesinden

Ve bir şehir ki haber verirGök yaratılmadan önceki göktenZebercet seslerin ev kafesi oluşuDiş diş bahçe parmaklıkları gümüştenHurmalar Dicle'nin çiçekleri peygamber armağanıVeliler armağanı Bağdat'a doğru gelenBoyuna gelen bin yıldan beriBin bin yıl daha öteye gidenAltın palmiyeler sulh ve sükûn defneleri

Görmedim Bağdat'ı ne kadar görmek istemişkenBizi mahrum bırakmışlar birbirimizdenKendimiz mahrum bırakmışızdır kendimizi kendimizdenBağdat ki Kerbelâ şehitlerinin kanıdır harcıİslâm Uygarlığının BaşkentiHarun Reşit barışıİmam-ı Âzam adaletiCüneyd'in gözleriGeylâni'nin gönlüVe Halid'in zikriBinbir gece ülkesiBinbir gündüz gerçeğiFuzuli' nin günüALINYAZISI SAATİ633Leyli vü Mecnun nefesiVe Hallaç-1 Mansur'un kanıyla beşliGece meleğiYaksam bütün lâmbalarıÇağırmak üzere ateş pervaneleriniFitili kıssam ışık baharınıYanmasın aşıkların yüreğiBir aldanışla bir yanışlaUlu bir kanışla bir yanışla

Page 252: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

O çocuğun kederini biliyorumKaderi bir ağıt gibi sızdıran gönlüneBağdat bir sarnıca ine ineYaklaşıyor yeniden derinden derineÇarpılmanın mermerine

Alçılar kırılıyor Lût gölü tuz gibiDicle kara bir fırtınada dönüyor fırdolayıÇatlayan toprak karanlığın anasıVe su, kurumuş çiçeklerin damıttığı

Kitap yüklü develer boğulduAteş yüklü atlar yüzerken yandıKördüğümdür halifenin sırrıAt nallarının altında

Kuşlar ki boğazları tıkanmış mercandanKıyamet habercisi çıkardığı seslerle 634GÜN DOĞMADANZeytin ezmesi sergisi sonsuz bir asfalttaBilyeler üstünde kayan otomobiller göçündeBir halk gidiyor burdan bilinmeyen bir yereHâtıralarını savurarak sıcak bir rüzgânn küllerine

Ve haberci diyor ki: n'oldu BağdatNerde onu koruyan sur ve perdeİnsan ki yaşar eserdeİnsan nerde ve eser nerde

Devrilen her taş benim taşımYıkılan her ev benimBenden yıkılıyor hepsi ben yıkılıyorumYıkılan benimVe haberci diyor ki: yıkılan benimTaşta suda hurmadaKuş boğazındaOtomobil tekerinde petrol zerresinde

Her zerrede ölen benimÖlen Bağdat benim

Ve diyor ki haberci:Yanan ay sönen gün benim .Çöken akşam gelen geceyim ben

Neden anlamadın bütün bunları senEy Bağdat'ın altın anahtarını küle çevirenALINYAZISI SAATİ6353.Deniz köpüğünden kurulmuş kubbeler altındaYıkayan hatıraları incir kamaşmalarıylaZeytinde tutuşan akşam mavisi ağıtlarGüveyi çamaşırları kadar andırıyor baharı

Yerin altında bir şehir var yaza mahsusRüyalar, pınarları güneşle karıştırıp sayıklarRuhumuz, kıyamet aşısıyla damgalı damar damarKabirlerde, eski taşlarda, mahzenlerde mahpus

Page 253: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

GÜN DOGMADANBen Şam'ı bin yıl öncesinden bilirimAnnemin sütü kadar yakın banaBabamın uğradığı son antik çarşıDedemin kılıcını dayadığı surlarına

Ey kalbimin içinde uyuyan şehirHiç bir uçak hiç bir tren hiç bir otomobilHiç bir muştu hiç bir belge hiç bir kanıt hiç birSeni alıp bana getirmemiştir(Beni alıp sana gelememiştir)

Niçin göçtün benden ve nereyeYükleyip gittin ağır kervanınıNeden aldatmadın karanlığın bezirganınıBoyanmış olan sarıya kızıla griye

Peygamberlerin türbeleri makamlarıMahallelerinde ağaçlarla çevriliAltından suların aktığıBir sırrı fısıldayan yeşil rüzgârı

Tevrat çizgisi Zebur yankısıİncil sesi Ku/an nefesiŞam sokaklarının sabah öncesiVe güneşi yere indiren öğlesiALINYAZISI SAATİAtların aşık kemiğine kadar çıkmıştıSeni son koruyanların kanıTaşıdıkları yeşil peygamber sancağıDalgalanmıştı sağnak sağnak tepelerinde

Şehirde adım adım savaş...Sokak sokak gerileme ve çekilişMaveraünnehir'den gelip de durmuşHuzurunda peygamberlerin. Şimdi geri gidiş

Nereye gidiş? Şehitler ülkesine elbetVahyin kanatlarıyla sedefleşen yerGecenin günün ortasında cennetlerSonsuz balkonlardan gül saçılışı sepet sepet

Yeniden doğuş diriliş sûru çalıncaBenim geri döneceğim şehir Şam'dırBir Başşehre döner gibi dönecek askerlerBelki yorgun, fakat neşelerin en neşesiyle

Fırat sana geldiği zamanNasıl karşılayacaksın onuDicle sana geldiği zaman- Bir diriliş başlangıcıBir kıyamet sonu -Nasıl karşılayacaksın onu GÜN DOĞMADANTaşlarının içindeki cevherKederimin madenindenToprağın ruhumun yeraltında gezerBir gelgit depreminden boğazıma yükselen

Page 254: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Şam Şam ŞamSana hangi kadırgamı göndersemSana hangi çektirimi yollasam

Sana hangi kucağımı uzatsam

Bir nar gibi koparılan ŞamYabancı ellerce gerçek dalındanGüneşten ayırıp götürülen geceyeRenginden ruhundan anısından soyulan

Atların aşık kemiğine kadar çıkmıştıDünya yüzüne Allah adını yazan kanBir kan ki, İlgaz, Erciyes, Ağrı, SüphanDağları ırmaklarından akmıştı coşkun coşkun

Ve sonra ne yazık sonbahar büyük bozgunÇıkageldi Büyük Halk ve Büyük Yurt içinİstanbul'u, Bağdat'ı, Şam'ı kaplayan matem için içinKanatlarıyla siyah siyah bir kuzgunALINYAZISI SAATİ639Ama, umutsuzluk yok, en yakın ve keskin günde,Sonunda dönecek talih, gelecek Büyük AtlıÇileye batmış İslâm halkı için kurtarıcıGörünecek ilkin Şam'da der gelenek saati

640GUN DOGMADAN 4.

Bütün dünya mahkûm gibiYalnız sen hürsün sabah yıldızıBizim zincirle bağlı her yanımız kolumuz kanadımızYalnız sen özgürsün sabah yıldızıGüneş bile lekelenmişYerden yükselen dumanlarlaAy paslanmışGeceden sisler ve puslarlaYalnız sen saf lekesiz ve masumYalnız sen tertemizGecenin eremediğiALINYAZISI SAATİ Gündüzden önce ulaşan Kendi gönül sırrına Ve günün soluğuyla sararmayân Parçalanmaz aydınlık Ve bölünmez ışık Almyazımızm tek ak noktası gibi parlayan Sabah yıldızı Bütün gece uykusuz kalsam Bütün ömür susuz kalsam Ne çıkar Seni görürüm mutlak Sabaha doğru

Sabah namazı Senin kanatlarındır İnsanı götüren Hür ve aydınlık ufuklara doğru

Page 255: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yıldızlar çekilir Ve güneş erteler doğmasını Ve sana kalır Zaptedilmez öz vatan gibi Gökyüzü

Ve sabah rüzgârıHafif hafif siler GUN DOGMADANGözünde birikmiş yaşlarıKadifeden görünmez ellerle

Neden ağladın bu geceVe dün geceVe neden ağladın evvelki geceNeden söyleSabah yıldızı

Bırak Beyrut'a ben ağlayayımAltmış bin ölü verdiDaha dünKardeş kardeşe

Ve Irak'ın ve İran'ınCanım şehirlerine ağlayayımÖlen kadınlarına ve çocuklarına ağlayayımAvrupa'dan Rusya'dan Amerika'danKan pahasına alınmışÖlüm kusan silâhlarla

Bir kalb duracaksaAcıdan ve ıstıraptanO benim kalbim olsunSenin kalbin değilSabah yıldızı

Ağlama ve dayan sabah yıldızıKalbin durabilir sonraALINYAZISI SAATİ Bunca acı ve ıstırap levhası karşısında Oysa sen daha çok lâzımsın Sabah uyanan insanlara Tanrı'nm bütün masum yaratıklarına Gülümsemen gerek Hatırlatman gerek onlara Yüzyıllarca belki bin yıllarca Masumluğun var olduğunu

Umut gibi ışı Ezan gibi uzan her sabah Ve rüyasına sız Uyuyan o çocuğun

Bir kalb duracaksa O benim kalbim olsun Sınırları belli insan ömrünün çünkü Ama senin yaşını Ölüm saatini kim bilebilirŞanı yüce

Page 256: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Tanrı'dan başka GUN DOGMADAN 5.

Bırak ben ağlayayımEsir pazarında satılan Afganistan'aAçlıktan milyonları kırılan Afrika'yaFilipinler'eHabeşistan'a Eritre'ye Filistin'eEsaret prangasıyla kıvrananKafkaslar Azerbaycan Türkistan'aBütün milletlere ülkelereIrmaklar gibi ben ağlayayımSen demir gibi olmalısınÇelik gibi sabah yıldızıALINYAZISI SAATİCeyhun dursun ben ağlayayımSeyhun dursun ben ağlayayım

Sen diriliş yıldızısınBüyük TanığısınTanrı'ya inanmanın

Ve bahardaTomurcuklanan gülSenin doğuşunla açar gözlerini dünyaya

Seninle uyanmıştır çobanÇağırmaktadır sürüsünüYeni gün taze vakte

Seninle uzay aynasındaKeskin sesini ayarlarŞah horoz

Ve yankılar yankılar yankılarGökkubbede eşsiz yankılarDağlardan dağlaraOvalardan ovalara

Sen demir gibi olmalısınÇelik gibiSabah yıldızıKırılacak bir kadeh değilsinBu meyhaneninKepenkleri inerken GUN DOGMADANSen ruhumun rönesansıGöğe vurmuş yansımasıKalbin saf aynasıVe ta kendisisin şafağınTa kendisisin sabahın

Korkma seni gölgeleyemezKaranlığın öbekleriSeni örseleyemezSabaha kadar havlayanŞerrin köpekleriÇevrende halkalanmış

Page 257: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

24 saat nöbettePeygamber ocağının bebekleriYeryüzü melekleriKahramanAsker tüfekleri

İçim gece yarılarındaKömürleşenBir boşluk gibiOnu yakacak ateşYalnızSabah yıldızıO yıldız kiTrenALINYAZISI SAATİ647Sabah vakti geçerkenSivas'tanİlişir göğeBir sarıBir maviİğne gibi

Bundan mı kiSana"Sarı yıldızMavi yıldız"Demiş halk şairi

O yıldız kiKur'an diline girmişİlk işaret olmuşBüyük Birliğe

Ben onu benzetmemMitolojideki gibiGüzelliğini insandan alan (yer insanından)Hiç bir şeye

Soyut kalsın diyeOnu yakıştırdığımGüzel olana değil sâdeGüzellik düşüncesineGüzelliğin ta kendisine

648

GUN DOĞMADANKimse söndüremez seniSabah yıldızıİnsanlığın alınyazısısmAltın çivilerle çakılmışZaman levhasının göğsüne

Ürkek bir güvercininKalbi gibi atsa da nabzınSen çelik kalesisin secdenin ve sabrın

Kerpiç damlara

Page 258: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Sessizce sürünüp geçsen deALINYAZISI SAATİ649Aym gölgesindeBelli belirsizİletsen de bildiriniGüneşin ilk parlayışıylaSönecek çiğ tanelerineKimse bilmese deYine sen olacaksınO güneşin gözbebeğinde

Güneş yakarSen ısıtırsınAteş denizinin çalkantılarındanYüzü bulandıkça onunYüzünü aydınlatanSuyunu durultanSen olacaksın onun

Ve o kadınlar nereye gittilerAnne olan sevgili olan o kadınlarÇocuklarının üzerine titreyenKirpiklerinde hep aynıSevgi ve merhamet ışığıO kadınlar gökyüzüne mi çekildilerEleğimsağmalara mı göçtüler GUN DOGMADANMuratlarımızla birlikteVe şimdiErkeklerin kötü alışkanlıklarına özentiliBir kadınlar seliOnlar gibiKumar içki ve şiddetin esiriVe kentte gece yarılarındaTabanca sesleriBir kurşun senin de yüzünü sıyırmıştırO terör yıllarındaFarketmişsindir sabah yıldızı

Yaşatmağa değilÖldürmeğe inanmışDiriltmeğe değilSöndürmeğe kanmışBir takım eli silâhlılarSeni de mutlaka seni deO sonsuz sükûnet dünyasındaO her kımıldanışın bir altın değer kazandığı cihandaÜrperttiler titrettiler sarstılarEn sefil bir kapitalizm taklidiVe komünizm ciridiKendi insanımızıRuhumuzu canımızı kanımızı Eritip emdi, emdi erittiBir oyun böyle başladıALINYAZISI SAATİ651Bir oyun böyle gittiBir oyun böyle bitti

Page 259: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Hayır, sabah yıldızıGözümüzün bebeğiGönlümüzün çiçeğiSevgiliSabah yıldızıOyun bitmedi.Bitti sanılan bu yerdeYeniden başlayacakİndi sanılan bu perdeYeniden açılacakOnların istediği gibi değilKaderin istediği biçimdeKan seli olarak değilGül sağnağı halindeVe yenidenO anneler o sevgililerGeri geleceklerVe o aydın o yiğit çocuklarını getireceklerSenin kurşunla yaralanmışKana batmış gözleriniRuhlarından akanAk ve billurBir kevserle yıkayacaklarGök gök olacakYer yer olacakVe yeniden başlayacak maceramızDünya ve âhiret hayatımız GUN DOGMADANALINYAZISI SAATİ653

Ben düşüncedeYeryüzünü dolaşıyorumSen düşündeGökyüzünüSabah yıldızıHaritalar çiziyor ruhumAcının utancın hıncın ve hüznün haritalarınıUmut dağları yükselmeseMuştu, nehirleri beklemeseDenizler denizlere direnmeseYağmur ağaçlara örtünüş olmasaKüller içinden çıkmasaYepyeni ve güçlü hakikatlerin hayalleriHayatın yükünü kim taşıyabilirBu ateşten kara parçalarındaKuşlardan bahsetmek isterim sanaGüvercinlerden kırlangıçlardanHurmalardan çiçeklerdenGüllerden ve samanyollarmdanBütün bunlarlaDireniyoruz dünyayaYeraltından çıkan taşlarlaGöktaşlarıylaHisarlar kuruyoruzÖlümün kara ölümün pususuncaBüyük savunmaGecemiz gündüzümüzBir rehinden kurtarıyoruz

Page 260: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Tam satılacakken evimiziHep cehennemlerden gözlüyoruz cennetimiziBir eskiler alayım yankısına çevirmişiz geçmiş günlerimiziBüyük şelâlelerle akan taptaze sesimiziSabah yıldızınıAk yıldızını

GUN DOGMADANKaybetmiş ülkeSevgili ülkeAfganistan

Seni andım yine bu geceSattılar seni bir günEsirler pazarında Rusya'yaZavallı AfganistanHayır hayır zavallı değilKahraman Afganistan

Ruhları donmuş şahlarınSana yabancılaşmış aydınlarınAttı seni kucağına Rusya'nınPakistan'a karşıZavallı AfganistanHayır hayır zavallı değilKahraman Afganistan

İleriyi göremediğindenHabersiz olduğu için gelecektenÜrküttüğü için kendindenAttı seni esareteİstemeden bilmedenPakistanZavallı AfganistanALINYAZISI SAATİ655Hayır hayır zavallı değilKahraman Afganistan

Dünyayı bir kefeyeKendini bir kefeyeKoyanİran- Yalnız kendine açıkKendi sorunu dışında sorun tanımayanUmursamadı yanı başındaGözler önündeÇiğnenmesini bir kardeş ülkenin

Pakistan, İran, TürkiyeDağıttılar birlikleriniEn düşman ülkelerPaktlar kurarkenSeni başbaşa koydular kaderinle

Ey islâm ülkeleriBirlik sizin ana ilkenizkenParamparça oldunuzNiçin ve neden

Page 261: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Hergün biriniz bir ziyafet konusuKurda kuşaKalanlarınız da giriyor sıraya GUN DOGMADANBekliyorlarKurban edilme nöbetini

Ama Afganistan'ınKahraman çocuklarıBir bir can verecek gerekirseYurtları mukaddesatları uğruna

Hindikuş dağlarında bugünBambaşka bir ateş yanıyorSönmez bir ateş bir ateş tohumuGeleceğin diriliş meşaleleri için

Bir gün Hayber geçidindenKuş uçmaz dağlardan o Sancak geçecekKurtuluş günü olacak o günŞehitlerin dirildiği günEbedî anlam ve amaçtaALINYAZISI SAATİ 8.

Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsunYaklaştıkça büyüyenAyrmnları setleri bahçeleriYumuşak çizgileriyle ortaya çıkanİşte ben o şehri yaşadım yıllarcaİstanbul'da parça parçaÇeşmelerinde ayı yaşadımServilerinde ayla birlik bölündümAyla birlik yaralandımİstanbul mezarlıklarını aydınlatan aylaSoludum bölük bölük âhiretin 658GÜN DOĞMADANKeskin çizgili özgürlüğünüKanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesiİçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeriKutsallığın ballı biberli çilekli çile kevseriniİstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığımResmim âdeta taşlarına geçtiBen İstanbul'da dağıldım zerre zerreİstanbul damla damla içimde biriktiMermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehirBu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdirO bir kılıçtır Doğu'dan Batı'ya uzanıpÇin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölenDarbeleriyle Batı çeliğini lime lime edenO Tanrı'nm kılıç halindeki hilâliİslâm ruhunun kristalleşmiş heykeliİçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehriİstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derindenTaştaki oymalarını incele bir er gözüyle Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri

Page 262: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olup biteni Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini Bağdat'ta ebedî bağı ruhun ve ilâhî hikmetlerin Şam'da son sınırı manevî medeniyetlerin Kozmik bakış metafizik sezgiALINYAZISI SAATİ 659Bağdat'tan dal Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgiHep İstanbul'da kırık dökükParçalanmış silinmiş sönmüşHayaletler gibi kaçmış gizliliklereLoş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusuSabah Karacaahmef ten öten şafak kırmızısında savaş borusuSökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçerilerSu şırıltısından gök gürültüsüne değinBütün seslere düzen vermiş ebedî mehter

Yok olduysa da bu şehir ruhu ruhuma sindiBen yaşadıkça o yaşayacak bendeKimbilir belki o da dirilecek benimleİslâm Milletinin dirilişindeO yeniden güneşin güneş ayın ay dünyanın dünyaİnsanın insan olduğu o gündeÖlümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindirÖyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağaDoğrul ve kalk ayağaKemiklerinle etin arasındaSonsuz güç topla korku ve muştuylaMucize muştusuylaYüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğimFırtına yaprak yaprak dökülüyorGecenin tüyleri savruluyor havaya 660GÜN DOĞMADANÖlümümü kutlayan Arz oğullarıylaMübarek toprağın anlamından bile yoksunTaşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman

Kâbus ruhumu çalmak isteyen hırsızMadde dönüşür bin bir şeye ama ruh kaybolmazAltın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmazALINYAZISI SAATİ661 9.

Ve ben karadan geldim ama denizi üstlendimDenizi yüklendim âdeta denizle evlendimDenizle yaşadım denizle öldümÖldükten sonra denizin gözlerini gördümDenizden denize yükseldimBirliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerindeSedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşlarıBeyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerinBilirim atalarımız denizden yaptılar bu şehri- Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek - 662GÜN DOGMADANBursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra

Page 263: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerkenDönüp bir köşeden ötede kaybolurkenBen kayalarını denizin âhenkleştirdiği kıyılardaGerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında

Ve derken birden karaya sıçradım AyasofyaPadişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıylaKayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana olup biteniO yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini

Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık

Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlıkSerin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibiVe kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibiUzatıyorum göklerin kubbesine bir ikram gibiGök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibiKalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi olan bu göksel yapıyıBir kartal taşırken yere düşmüşVe kalakalmış kaldığı yerdeSonra karanlıklardan çıkan kargalar tünemiş üstüneYemişler ötesini berisiniEy kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapıALINYAZISI SAATİ 663Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapıBir at gibi soluyorsun kulelerinleDeniz öfkenin köpükleriyle benekliGel barışın köprüsü ol içimizde dışımızdaYeniden sularından içelim kana kanaSavaşabilirim bugün bütün dünyaylaGerekirseRuhumuzun susadığı hakikat olanEvrensel İslâm Barışının zaferi içinAşk için Tanrı hakikati aşkı içinGöğe çıkan İsa yere insin diye- Fazla çıkardılar göğe -Gel ey Muhammed ve İsa hakikatiBurada sizi bekleyen bütün bir insanlık varBulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalarKara-düşünce fırtmalarıyla yüklü kurşun levha havalarıSavaşırım doğudan daha doğuDoğrudan daha doğru olanı bulmak içinZulme karşı savaşabilirimİnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektirEbedî hakikat budurBunun için savaşırım benBunun için kanım helâl olsunŞehrimin alnına özgür Tanrı aşkını yazmakİstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmakBunun için savaşırım ben 664GÜN DOĞMADANServi için savaşırım çınar için savaşırımTozlanmamış gün doğuşu içinYıldızlar geceleri yeniden görünsün diyeTuz deniz damlasında gülsünÇam denizle gülüşsünSu tenimizle barışsın

Page 264: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Ruhumuzla ısısın diyeSavaşçıyım ben atalarım gibiİstanbul için savaşırımBağdat'ın dervişlik ortağıŞam'ın kılıç kardeşiOlan İstanbul için

Benim güneşimden öteye kimse gidemezBenim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil"Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır"Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kullukİstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsüKıyamete kadar söylenecek türküALINYAZISI SAATİ665 10.

KIZKULESİ'NE GAZEL

II

Ölümden korkuşun sembolü olanÖlümden kurtuluşa yol arayanZehiri saklayan incir tatlılığındaYılanı saklayan meyve sepetindeBizans mahzenlerinin yarı ışıklı sularındaÖrülmüş tabiat ihanetinin masalıKuleye giydirilen ipek maskeHayır bu bir iftira çizilmiş zaman pergeliyleMetafizik bir dirilişe koşan ermişliğin eliyle 666 GÜN DOĞMADANDenizin ortasında yükselmiş ışık anıtıdır oİslâmm denizden güneşe yükselen sütunu gibiDenizden yükselmiş bir Eyyûb Sultan gecesi mumu gibiGeceyi gündüze dönüştüren ruh oyunu gibiBakireliğin kehânete kurban oluşu değilIşığın şehre ilk kabul edilip dağıtüışının merkeziBizans dirilmek için ummasın ondan medetO yalnız ve yalnız islâmın dirilişine işaretBir şehâdet parmağı gibi yönelmiş Tanrı'yaKelebeği arıyı karıncayı konuk ederÖrdek sürülerini selâmlar martılara el ederYaz kış geçişlerinde etrafında döner leyleklerLeyleklere yön belirlemelerinde yol gösterirKız Kulesi Galata Kulesine nur gönderirGiderir Ceneviz karanlığınıBizans karanlığını her sabahHer akşam sularda duyduğu müslüman ninnisiyleKazır büyük konuşmasını ruhumuzun derinliklerineYayar Semerkant kokulu ceviz yaprağı akşamını havayaYeşil bir duadır o en büyük aydınlığa

Batı güldü yüzümüze Ama hep arkadan vurdu Hep öyledir Batı Ve hep öyle kalacak Ey, doğunun iki yüzlü, batının iki yüzlülükten de artık yüzlALINYAZISI SAATİ667 Hainlikleri ve düşmanlıklarıyla karşılaşan

Page 265: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Saf ve temiz yürekli müslüman Sen hep yalın kılıçla Ve yüzyüze Ve apaçık ilân ederek savaşün Bunu bir onur işi saydın Kaybettinse zırhsız savaştığından kaybettin Müslümanlar Sizin için büyük hayat tehlikesi var doğuda ve batıda Batıdan iki defa korkun doğudan iki defa Korkun demek sakının demek Yoksa müslüman için korkmak ne demek Doğu da batı da korksun senden geçmişte olduğu gibi Korkut ve muştula buyruğunca Yeniden söyle söyleyeceğini doğuya batıya Çin, psikolojik incelikler ve duyarlıklar uygarlığı Gerçekte mahrumdur hakikatin metafizik cevherinden Onlar ne kadar batılı görünüm alırlarsa alsınlar Yine cinlidirler. Ayinleridir sabah akşam jimnastiği İdealleri, bütün dünyayı istilâ Kumların çölleri istilâsı gibi Ve Hint, ne kadar metafizik görünümlü olursa olsun Dinleri ve uygarlıkları: düşüncenin gölgesi duyarlık üstünde Semboller tabiatın soyutlanışmdanOnların da dünyayı istilâ niyetleriSuların ovaları istilâsı gibi 668GUN DOGMADANBüyük Hakikahn gölgesi burdan vurmuşsa orayaKartalın gölgesi düşmüşse toprağaAldatmasın kendisini hintliKartal uzaklarda sonsuz gökyüzündeVe hakikat uzaklardaVe iki kere tehlikedir Batı senin içinRusya... buzul, sonsuz kutup soğukluğu...Dondurucu kış gibi gelip kavurmak ister her yeşiliKaranlık ülkelerden güneşi söndürmeğe gelmiş aydınlık ülkelere- Yine de tümünde halkları ayırıyorum yönetimlerdenHalkları sürü gibi itiyorlar savaşaKullanıyorlar onları kızıl kara sarı esmer zulümler içinOnları nisbeten mazlum ve hatta mağdur kabul ediyorum-Ve ateş gibi Batı gittiği yeri yakarRuhunu kezzaba batırır insanınArtık insan onursuz ve idealsizYıllarca ve yüzyıllarcaAmaçsız donmuş kalakalırTanrı yardım etmezseDiriliş ne güç!Batı, ateş ve dumanRus, kızıl buzHint, boğucu su,Çin yutan kum çölüTanrım, müslüman ne korkunç âfetlerle çevrili!ALINYAZISI SAATİ669 11.

Tanrım, müslüman, ne korkunç âfetlerle çevriliHem âfakta hem enfüste

Page 266: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Hem dışta hem içteHem fizikte hem ruhtaOnu koru TanrımOna acı ona yardım elini uzatSenin halkındır onun halkıOnu uyandır onu şuurlandırOna bilgi ve güç verİleriyi görüş gücü verO, yeşilin şiiridir GÜN DOĞMADANYeşil şiirdir onun ruhuHızır'dır öncüsü artçısı bu halkınOnlar tek sahibi metafiziğinRuh ve hakikat medeniyetininOnun uygarlığıdır hayata anlam verenAklı da aklı aşanı da fizikötesine götürenTabiatı verimlendirenAyı ay güneşi güneş edenÇelişkileri bile ahenk olarak kullananKavisleri bile dosdoğruZehir bile onda şifanın buyruğundaOnlardır güneşi ve gölgeyi yerli yerine koyanBu dünya ve öteki dünya, hakikatin gölgesiTanrı aşkını yaşayanlardır onlarMevlâna görünür bir uçtanKonya'dan Kubbe-i Hadra'danMuhyiddin-i Arabi İmam-ı Gazaliİmam-ı Rabbani ve Hallaç esintileriyle dolu uygarlıkPancurlar var Hallaç gibiYaz sıcağında ruha açılanSabrın ve tevekkülün son ucu GeylâniHalisliğin saf madeni RufaiDünya nakışlarını silmiş kalbdenKalb ahiret aşısının boyasıyla boyalı nakşiEy kalbim sen yine bunları araVe bul yenidenALINYAZISI SAATİ671Çatıda setlerde ufuk çizgisinin olduğu her yerdeHer müslüman gönülde ve yüzdeBin bir yol gider bir yola varırOrda kalbimizin fidanı göğerirOrda gönlümüzün çiçeği açarAçar bir gün elbet yeniden gönlümüzün çiçekleriGörülmemiş fizikötesine ait çiçeklerMesnevi'nin Mânevi'ninİhyâ'nm Mektubat'ınİstanbul'un Bursa'ninDiyarbekir'in Konya'nınErzurum'un Bağdat'ın Şam'ınKahire'nin ve bütün Afrika'nınMekke'nin ve Medine'nin gülleriNe tükenmezdir islâmm şehirleriEn büyüğünden en küçüğüneHangisini ansam eksik kalırSayılmaz güzellikleri iyilikleriKuala Lumpur'dan Darüsselâm'a kadarVe ayrıntılar ayrıntılar ayrıntılarMerzifon'da sen gördün mü Kara Mustafa Paşa Cami'indeKesik insan başı gibi ağlayan yaşlı çınar köklerini

Page 267: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

- Gövdeyi geçen kökler -Hamamlarını ve bedesteniniGümüşhacıköy'ün camileriniMardin'in kaleyi andıran içice ve üstüste evleri 672GÜN DOĞMADANVe kalesinde Hızır Makamı- Ve her kim Mardin kalesini bir kere görmüşse yedi kere görecek demektir -Ve Bitlis kalesiDört mevsim baharı yaşayan Van DağlarıErek Dağı, orda erilir bala ve tertemiz sırraYaşlanmazlığaHızır sırrınaEy zaptedilmez ruh, yine sensin!Seni hiç bir gem dizginliyemezSüphan DağıAğrı. Ruh volkanik bir dağ gibi erimiştir orda.Herşey kurşun ve bakırAğırlıklar her yeri çökertmişMeteor taşı gelmiş gökten ve yeri yakmışKüçük Ağrı'da yer yerin dibine batmışKoparamazsın en ufak taşı bile yerindenTaşlar eriyip donmuşAydan gelmiş bir maden

ALINYAZISI SAATİ673 12.

Yol nedir yolun neresindeyizDönüyor muyuz sonsuz bir dairedeTarifsiz telâfisi olmayan bir gerilemede miFarkedilmeyen ama ansızın farkedilecek olanİlerlemede miyiz hafif hafif birikipBirden patlayanDeprem dalgaları gibi gelipSükûneti duruşu blok blok düşürenÖnlenemez bir sonda mıyızBütün medeniyetlerin ölümü mü buPeki ne kalacaktır geriye GÜN DOĞMADANYoksa tam tersine bir saflaşma mıEninde sonundaHakikate sahip olduğumuza göreRönesansımız dönemine mi girdikParçalanma ve bölünme dönemine miNe olup ne bitiyorGün nereye gidiyorSana kalsa ikindi ya da akşamBana kalsa ikinciİkinci kuşluk ve ikinciSabah alacakaranlığıÇöp ve öz saman ve tane birbirlerinden mi ayrılıyorDikenler gülü mü reddediyorSaklıyorlar mı geleceklerdenKan boğacak mı hakikatiSıkarak damarlarıGerilim

Page 268: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yaralandık mıAklımız mı duyarlığımız mı yara aldıBütün belgeler yakıldı mı sandık sandıkBütün sır İstanbul - Bağdat - Şam çizgisinde miYa iki üçgen söz konusu biri dar biri genişDarını iç üçgeni söyledim. GenişYa da dış üçgene gelinceAfrika'dan Malezya'ya gider ta.Ve orta daire Kahire - İslâmabat - Mekke...ALINYAZISI SAATİ675Dokuz şehir kurtulsun,Kurtulacaktır müslümanlar.İnsanlık kurtulacaktır,Diriliş fikri gitmelidir bu dokuz şehre akırmak gibiCennetten çağlayanIşıklarla yıkananÖte yer öte zaman kınalıRüya oyalıArı gönül aşılıTanrım yeniden dirilişin tohumlarınıSaçmamız için fırsat verKötülük ilkesini zayıflatDirenişini kır yoğunluğunu seyreltDoğrulukla doldur doğumumuzuPeygamberin zamanından bir...Zaman düşür üstümüzeHakikat içimizde göğersinYeniden o gümüş sükûnet gelsinİkindilerimizin saatineSuları dalga dalga arıtan gönüller ve havuzaCan gelsin suya dallarını sarkıtan asmalaraYapraklardaki tozDoğudan gelen o atlı siluetininAtının ayaklarından çıkan tozAltın tozundan daha değerliBir at ki karnında taşıyor bir başkaldırısı 676GÜN DOGMADANBütün başkaldırışlan eskitip değersizleştiren başkaldırısıBir başkaldırı ötesi medeniyetini taşıyan karnında o atVe o atlıNereden geliyor o atlıTanrı aşkından doğan o atlıYunus izli Mevlâna çizgiliMuhyiddin-i Arabi gölgeli Gazali hacimliDevelerin hörgücünde saklı hazinelerMoğol atlılarının Dicle'ye döktükleriO hazinelerin gizli şifreleriVe bin bir Bağdat mitolojisiALINYAZISI SAATİ677 13.

En büyük acı şu: insanlık hadım edildiHakiki düşünceden gerçek duyarlıktan ve öz bilgidenBayrakların ve sancakların gerisindeki sancak söndürüldüKaranlıktan sunî ışık yapıldı ve gerçek ışık öldüHayat dediğiniz ölüm ölüm sandığınız gerçek hayatDiyarbekir'in yaz sıcağında meyankökü şerbetindeki tatla

Page 269: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Koka-kola zehri arasındaki fark buBenim yazlarım ebedîlik yelpazesinin kat kat açılışıÇamlı ahşap köşklerin pancurlarınm aralanışıDupduru denizin sonsuzluğa kardeş kabul edilişiGidersin yorgunluğunu gecelerin ve gündüzlerinYeniden özgürlüğe ve özgünlüğe çıkmakBize mahsus görüntüler Bursa İstanbul Konya Edirne GÜN DOĞMADANBize mahsus görüntüler DiyarbekirUlu Cami Peygamber Camii Süleyman Camiiİçkale Aslanlı ÇeşmeDar sokaklar kapı içinde kapı uygarlık buKendi uygarlığımızYenilememiz gerekenVe diriltmemizKopyadan taklitten dönmekÖlümden dönmekten daha zor amaVarolmanın tek şartıKaderin kaderle çarpışmasıKaderin kaderi ertelemesiKaderin kaderi yenmesiYeniden varolmanın sırrıDirilmek ve diriltmek göreviÖlümün çürütemediği güzellikBen o güzelliği söylüyorumBen o güzelliği söylüyorumÖlümün ötesindeki güzellik

Ben o güzelliği söylüyorumSonbaharın kızıl yapraklarmdaki baharıBen o güzelliği söylüyorumAçlık ve susuzluktan sonraki sofralarıYakıcı çölün derinliğindeki ırmakYatır örtüsündeki yeşil sükûnetin bal peteğiBalın içindeki geometri vahyin kanıtı Cebrail iziCebrail'in gölge gibi geçerken bıraktığı iz gecedeBen hep o güzelliği söylüyorumALINYAZISI SAATİ679AĞUSTOS BÖCEĞİ BİR MEŞALEDİR

Böcek ki akıtıyor damla damla ağzından Üzüm ballarında süzülmüş ağustosu Titreyen şmgırdayan bir çocuk oyuncağı Ağustos bu seste Bu durmayı unutmuş seste

Çam diyor ağustos böceği Çamlara kasideler söylüyor Tanrı'ya yakarıyor nesli tükenmesin diye Bu hanedanın Ağaçlar içinde şah ağaç olan bu hanedanın GUN DOGMADANEy masalcı adam iftira ettin senBu harikalar harikası böceğeOnu suçladm tembellikleEn çalışkan onu görüyorum benHiç bir karşılık beklemeden

Page 270: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Yazı ağustosu çamı çınarıTanıtıyor bize yazı ağustosu çamı ve çınarı

Ağacın dalında güneşe doğru yaklaşarakSuyun, bir damla suyun değerini altın ediyorÇiğ damlası bir zümrüttür diyorSusadıkça eşsiz sesiyle şarkılar söylüyorilâhiler okuyor güneşe gönderiyorSen bunları levha levha kızart diyorBir daha yanmayacak şekilde kızart diyorKıyamete kadar kalsın insanlığa uzat diyor

Güneşi yakıcı güneş bilen gölgeyi reddedenGölgede saklanma kurnazlığını reddedenAç kalma pahasına olsa da ötenSusamanın armonilerini en iyi bilenMatemden alevden bir gömlek giyenYapraktan bir saray örenSesini bir şehir gibi boşaltan nehreDağlara kırlara ve ormanlara zerre zerreALINYAZISI SAATİ681Sonra kış gelince karıncalar saklanır toprak altınaHerkes bir önlem almıştır o hariçO hep iyiyi güzelliği yaşamışÖzgürlüğe dalıp çıkmış yalnız özgürlüğeÖbürleri hep gerçekçilik taslamışAma o hep gerçeği aramışGerçeği aramağa çağırmışVe gerçeği yaşamış

Sizin acımanıza gülüp geçiyorSizi gidi faydacılar çıkarcılar siziÜzülmeyin evi yuvası yok diyeKışlık erzak biriktirmemiş diyeSizin acımanıza yok onun ihtiyacı- Sahtedir zaten acımanızSiz ancak alay edersiniz acımasız -Özgürlüğün sesidir o ürkmez korkmazTitremeden geçer gündüzden geceye

Bir başka ağustosta yeniden doğacaktırAğaçların tepelerinde güneşe en yakın yerdeTanrı'nm sırrıyla bir mucizeyle- Oysa nesli kesilmeliydi size göre -Ama hiç bir zaman hiç bir yerdeSönmez Tanrı'nm yaktığı meşaleİsterse bir böcekte olsun o meşale 682GÜN DOGMADANTemmuzda ağustosta ağaçlar cayır cayır yanarkenYalnız o, odur teselli eden dayanın diyenYaşamanın en büyük ilkesi sabrı öğütleyenYavru kuşlara masallar anlatarak geceye serine götürenÂdeta güneşle onlar arasına sesiyle bir perde gerenŞırıl şırıl sesiyle onları serinletenGözlerine ışıltılı vahalar gösterenÇeşmelerden su sesleri alıp getirenSesiyle - o ufacık gövdesinden tüten -Dağ gibi sessiz korumasız bahçeyi örten

Page 271: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

Herkese her yere mutluluk saçan sevinç serpenDünya cehennemine Cennet'i karşı dikenIşık kıyametine mızraklar havale edenHarbeler gönderen oklar atan sesindenAğustos böceği deyip hor gördüğümüzMinik göğsünde bir koskoca orkestra taşıyan

Hiç yere bir şey yaratmamış olanınBize gönderdiği bir muştucu o yaratıkUyarıcı ve muştucu bir yaratık- Tanrı boş yere bir şey yaratmamıştırAnlayan için muştucu duyan için uyarıcı -Ateşle dans eder o güneşle dans ederÇırçıplak çıkar güneşin karşısınaBelki yaşayamaz güneşi eksik kıştaFakat ardında unutulmaz bir yaz bırakıriçindekiler 7 MONNA ROSA 9 Rüzgâr10 Yağmur Duası13 Monna Rosa - I- Aşk ve Çileler18 " " II- Ölüm ve Çerçeveler23 " " III-Pişmanlık ve Çileler30 Ve Monna Rosa35 Kar Şiiri36 Şehrazat37 Karaçay'm T'irküsü: Danseden İki Kardeş39 ŞAHDAMAR41 Şahdamar44 Kara Yılan46 Ötesini Söylemeyeceğim50 Pingpong Masası51 Lili53 Köşe (1.-5.)58 İşaret59 Çay60 Kapalı Çarşı62 İnci Dakikaları64 Sessiz Müzik65 Veda67 İlk69 Tut71 Kader Yolu72 Tahta At (I.-II.-III.)74 Sultanahmet Çeşmesi75 Kan İçinde Güneş 78 Kayboluş 79 KÖRFEZ 81 Balkon 82 Deniz 83 Yoktur Gölgesi Türkiye'de 84 Kutsal At (I.-II.) 86 Sabun Yası (I.-II.) 88 Telefon Farkı 90 Festival 91 Anneler ve Çocuklar 92 Sevgi (1.-2.) 94 Ben Kandan Elbise Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim 95 Eski Kirazın Gereği

Page 272: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

96 Büyüyüp de Çocuk Kalmak 97 Çocukluğumuz 99 Samanyolunda Veba101 İpin Ucunu Kaçıran İnsanlar103 Batış104 Kanarya105 Kalorifer106 Yapı Aralıkları107 Kapamak İçin Gözlerini108 Rubailer (1.-2.-3.)109 Çatı110 Av Edebiyatı115 Reklâmlarda Yaşama116 Şehzadebaşı'nda Gün Doğmadan119 Küçük Na't121 SESLER123 Sesler (1.-6.)129 Köpük141 Kav145 Somut146 Tan147 Yaz150 Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri151 Ödünç Gece (1.-2.)153 Güz anıtı155 Gök Gürültüsü Anıtı158 Kış Anıtı162 Fırtına (1.-8.)170 Ova173 HIZIRLA KIRK SAAT (1.- 40.)297 TAHA'NIN KİTABI (yedi bölüm)361 GÜLMUŞTUSU363 Gül Muştusu (I.-XIV.)405 Ses409 Masal414 Sepet415 Fecir Devleti423 ZAMANA ADANMIŞ SÖZLER425 1. Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine (I.-IV.)435 2. Esir Kent'ten Özülke'ye (I.-VII)450 Yılan452 Akrebin Ölümü453 İnsan ve Oruç454 Sonbahar (I.-II.) 457 Denizin Kentini Yaktım 458 Kış 459 Akşam 460 Tören 461 ÇEŞMELER 463 Çeşmeler (L-K.) 481 AYİNLER (altı ayin) 517 LEYLÂ İLE MECNUN (dört bölüm) 601 ATEŞ DANSI 603 Ateş Dansı (I.-II.-III.) 609 Şair 611 Bal 613 Konuk 615 Gazel 616 Şehirlerim 618 İstanbul'un Hazan Gazeli

Page 273: Sezai Karakoç - Gün Doğmadan

619 Kızkulesi'ne Gazel I 620 Diriliş621 Ninni622 Şairlere ve Şiire Dair Dörtlükler625 ALINYAZISI SAATİ (1.-13)679 Ağustos Böceği Bir Meşaledir