silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. akl-ı maâşı çok...

11

Upload: others

Post on 30-Jul-2020

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten
Page 2: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten
Page 3: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten
Page 4: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten
Page 5: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten
Page 6: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten
Page 7: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten

8 Gönül Ehli İçin Seçilmişler Silsilesi

oldu ki Peyâmedî devrinin yolundan bir sûfî Beyt-i Harâm’ı tavâfa, rükun ve makâm-ı müşerrefi ziyarete geldi. Bu delil gösterdi ki bu tasavvuf ismi İslâm’ın zuhûrundan evvel zamanın sâlih ve seçilmişlerine mahsus idi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında bu ismin meşhur olduğuna diğer bir delil ise şu hadîs-i şeriftir: Abdullah bin Mes’ud (radı-yallâhü anh) dedi: Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Aç ve susuz bir topluluk olan Suffe ehlinin duâsını almaya rağbet edin. Çünkü Allâhü Teâlâ onlara rahmeti ile nazar eder ve duâlarını hemen kabul ediverir.”

Bu ulaşmış olduğumuz tahkikata göre tasavvuf ismi İslam’dan önce de, Seyyid-i Enâm zamânında da meşhur imiş. Yine kati’ olarak biliniyor ki Tâbiîn zamanında da vardı. Tâbiîn’in imamlarından Hasan-ı Basrî radıyallâhü anh bir kıssasında buyurmuşlar ki “Tavaf esnasında bir sûfî gördüm. Ona bir şeyler verdim fakat almadı. Ve ‘Yanımda bir dirhemin dörtte biri var, bana yeter.’ dedi.” Bu da açık bir delildir ki tasavvuf ismi eski-den beri mevcuttur.

Meşâyih-i kiram –Allah İslam diyarında onların derecesini âli eylesin.- tasavvufun manası hususunda birçok sözler söylemişlerdir. Elmas ile süslenmiş inciler gibi bir-kaç kelime îradına icâzet ve izinli olarak deriz ki: İmâm Ebu’l-Haseni’l-Alevî şöyle dedi: “Tasavvuf, rükunların hareketi ve kalp ile Allâhü Teâlâ’ya yönelmektir.” Yani bedenin atar damarları hareket etmekle beraber tasavvuf sebebi ile ve Deyyân olan Rahmân’ın tâatinde azaların huşû ve huzû içerisinde olmasıdır ki “Muhakkak mü’minler felah bul-du, Onlar namazlarında huşû içerisindedirler.” Âyet-i kerimesinin hükmü tecelli eder. Bu sayede kul kurtuluş yolunda olur. Bunda gönlün nasibi ise sükût etmektir. “O gün müttakiler Rahmân olan Allahü Teâlâ’nın huzuruna toplu halde sevk edilirler.” Âyet-i kerimesinin işâreti ile Rahmân olan Allâhü Teâlâ’yı marifet yolunda mücâhede edenler dâimâ Allâhü Teâlâ’ya mülâki olmakla ve “Güzel amelde bulunanlara daha güzel iyilik ve bir de ziyâde vardır.” Meâlindeki âyet-i kerimesinin işâreti üzerine daha fazla ihsana nâil olmakla müjdelenirler. Seyyidü’t-Tâife Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sirruh Hazretleri buyurdular ki: “Tasavvuf, güzel olan her ahlak ile vasıflanmak ve çirkin olan her ah-laktan uzak durmaktır. Tâ ki sâlik Rahmânî ve nûrânî sıfatlarla muttasıf olmuş olsun.” Onun sıfatları İlâhî sıfatların gölgesidir. Onlar fâni değildir. Zât-ı Samadiyyet ve hüvi-yet-i ehadiyyet ile hakka’l-yakîn bâkidirler. O tasavvuf sıfatıyla muttasıf, safâ vasfıyla mevsuftur. Şeyh Ebu’l-Abbas Nihâvendî şöyle dedi: “Fakrın yani fenâfillâh makamına erişmenin nihâyeti tasavvufun başlangıcıdır. Ancak fütüvvet ve şecâat fakr makamı-nın nihâyeti, tasavvuf mertebelerinin başlangıcıdır. Hulâsa tasavvuf ancak civanmert-liktir, tasavvuf fütüvveti odur ki mahbubun yolunda sıtk ile yol gitmektir.

[5]

Bu işin özü ruhu göz önünde tutup bütün kalbi ve gönlünü vermektir. Şecâat-i tasavvuf odur ki kalbin katılığı karşısında dik ve kuvvetli durmak ve gönül sahibinin kötü düşün-

Page 8: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten

9 Gönül Ehli İçin Seçilmişler Silsilesi

celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten ferahlayanlardır.” fehvasından kendisini gâfil kılma-maktır. Şeyh Muhammed bin Makarrî dediler ki: “Tasavvuf, Hakk’ın yolunda olmakla beraber kişinin bütün hallerinin dosdoğru olmasıdır.” Doğruluk, yüksek bir derece ve yüksek bir mertebedir. Kişiyi gönül kuşu bütün ahvâlleri değiştiren Celâl’in yolunda mukayyed kılar. O kuşun doğruluk fezâsında uçması ise en büyük yüceliktir. Nitekim âyet-i kerimede meâlen “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol, onların hevâlarına tâbi olma.” Buyrulmuştur. Yine dedi ki: “Tasavvuf, ruhun gayrısından tasfiyesi, Cebbâr olan Allâhü Teâlâ’dan başkasından ve mecûdâtın zâhirinden gönlü temizlemektir. Her ne kadar gö-rünüşte anlaşılmasalar da lâkin bu tâifenin önde gelenleri Allâhü Zülcelâl’in esmâ ve sıfatlarının gölgesini taşıyıcıdırlar. Allah’tan başkasını kalpten çıkarmak ise vücûd-ı zıllînin hakîkatinin sâlike yüz göstermesidir. “Onun zâtından başka her şey helak olu-cudur.” âyetin remzi bi-temâmihi gerçekleşmesi gereklidir. “Şimdi gerektiği gibi oldu” işâretinden nasipsiz görünür. Bu mertebe üçüncü tecellîde eline geçer. Birinci tecelli ef’âlin tecellisidir. Bu halde sâlikin müşâhede aynasında şu usul yapılmalıdır ki onun görünüşünde hiçbir fiil tezâhür etmesin. Ancak Allâhü Teâlâ müşâhede olunsun. İşte buna tevhid-i ef’âl makamı denilir. Onun fiillerinin tamamı bu sûretlerde açıkça tezâ-hür eder. Büyükler bu manalara şu iki beyitte işâret etmişlerdir. Nazm: Şâhit olduğum şeylerin tamamı bir fiildir. Özü gizlenmiş tek bir şeydir. Zira örtü zâil olmayınca ondan başkası görmedi. Şekiller sebebi ile rütbelerinde bir karışıklık kalmadı. Mesnevî: Yine benim imanım şu haldedir ki buradadır diyor. O kıymetli bir sanattır ben ise şekil.

İkinci tecelli esmâ ve sıfât tecellisidir. Ve bu mertebede sâliki kesindir ki hiçbir kemâl sıfata ulaştırmaz. Ancak Hak Celle ve Alâ’yı bilir. Şöyle ki ilim, kudret, irâdet ve sâir kemâl sıfatlardan ehl-i ilmin bildiklerine hak sahibi olur. Bunların âlemlere nisbeti ge-çicidir. Bu makama ulaşmak ise tevhîd-i sıfâttır. Nefsin önceki tecellileri kabul etmeye isti’dâdının olması gelecek tecellileri bahşeder. Şu kadar ki tecelli-i ef’âli elde etmekle tecelli-i sıfâta isti’dâdı olmuş olur. Burası aynı şekilde tecelli-i sıfâtı elde etmesi kesin-leştiği zaman tecelli-i zâtiye isti’dâdı hâsıl olur. İşte bunlar şu üç tecellidir. Ve bu merte-be de âlem ve âlemdekilerin zâtlarını Cenâb-ı Hakk’ın zatının gölgesi olarak görürler. “ Görmedin mi Rabbin gölgeyi nasıl uzatmıştır? Eğer dileyecek olsa idi onu elbette sakin kılardı. Sonra güneşi gölge üzerine bir delil kıldık.” Âyet-i kerimesi bu kelâmımızı tef-sir ve bu makamları beyan eder. Ve “Mülk kimindir.” Nidâ-i kerîmî ile Hak’tan Hakk’a kulak verir ki “Bir ve Kahhâr olan Allah içindir.” Cevabını Hak’tan başkası işitmez. İşte bu tevhîd-i zât makamıdır. Bu mertebede bütün bulanıklar ortadan kalkar. Burada cem’u’l-cem’ lisânı ile söylenir. Beyt: -Nerede olan var ise başkasıdır. Allah’tan başka. Çünkü o başkasının vücudunda değildir.- Zira aşk cezbesi ile sarhoş olarak söylenen sözden maksat içdeki manaları dışarıya beyan etmektir. Birinci bahsin başına mürâ-caat etmek manayı anlamaya yakındır ve tasavvufun manasını şerhten açıkça zâhir olmuştur ki bu derece evlâdır. Şeyh-i Rûmî’nin sözü ki “Tasavvuf nefsi yüz üstü bırakıp

Page 9: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten

10 Gönül Ehli İçin Seçilmişler Silsilesi

Allâhü Teâlâ’nın emirlerine koşmaktır.” Nefsi yüz üstü bırakmaktan maksat mâniaları ortadan kaldırmaktır ki bunlar nefsânî ve şeytânî isteklerdir. Bu mertebe riyâzata ve şefkatli bir müridin sohbetine devam etmekle hâsıl olur. Ta ki nefsin vesveselerinden tabiat kirlerinden temzilenmiş olsun. Cenâb-ı Hakkın emirlerine yapışmanın mertebesi ise Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna teveccüh etmek ve kulluğa yönelmektir. “İşte şu Allâhü Teâlâ’nın fazl u ihsanıdır, onu dilediğine ihsân eder.” Tasavvufun tarifinde birçok sözler söylenmiş ise de hakikat şudur ki tasavvuf tefe’ul bâbındandır yani ekseriyetle kendi-sinde tam bir tekellüf/zorluk vardır. Sûfilerin ahvâlini taleb eden bir cemâat kemâli ta-lep etmiştir. Onları sûfiler öğretirler. Safâ ve tasavvufun hikâyesi ve nüktesi bu manaya işârettir. Onlar derler ki bu yolun yolcusu üç kısımdır: Birincisi: Sûfî, İkincisi: Mutasav-vıf, Üçüncüsü: Müstesvıf. Sûfî ona denir ki

[6]

Kendisinden fâni olup Hak’da bâkı kalan, tabiat hallerinden kurtulup hakikate yapı-şandır. Mutasavvıf o kimsedir ki bu dereceye ulaşmak için mücahede ederek talep eden-dir. Müstasvıf ise bu iki taifeye benzemiş gibi görünerek ailesi için mal, kendisi için şan ve şöhret uğrunda halkın elinde perişan olmuş kimsedir. Halbuki bu iki taifenin hiçbir şeylerinden haberi yoktur. “Ne onlara ne de bunlara mensup” Bu sebeple denilmiştir ki “müstesvıf” tasavvufda sinek misâlidir. Yani mutasavvıfların gözünde zerre kadar kıymeti yoktur. “Onların bu ticâretleri bir kazanç temin etmemiştir. Ve onlar hidâye-te ermiş değildirler.” Âyeti kerimesinin misdâkınca diğer mahlûkata nisbetle de hiçbir kıymetleri yoktur. Bu sözlerin hâsılı sûfî Allâhü Teâlâ’ya vâsıl olandır. Mutasavvıf kabûl olunmaya taliptir, müstasvif ise ehl-i fuzûldür. Tasavvufu bu kadar îzâh etmemiz makâ-mın iktizasıdır. Meşâyihin sûfiyi beyan hakkında söylemiş oldukları sözler bu hususta zikredilenlerden sadece bir cüzdür. Şeyh Nûri –Allah onun yüzünü nurlandırsın- dedi ki: Sûfiler beşeriyet kirlerinden ve nefsânî âfetlerden ruhları temiz olan kimselerdir. Bu sebeple onlar Hak huzurunda en ön saftadırlar. Ondan gayrısından kaçmışlardır. Denil-di ki: Sûfî hiçbir şeye sâhip olmadığı hiçbir şeyde ona sâhip değildir. Onun her kelimesi ihlâs makamına ve Hakk’a işâret eder. Fakr rütbesi bundan kuvvet bulmaktan ibâret-tir. Çünki burada iflas da mümkündür. Onlar ki beşeriyet sıfatlarından fâni olmuş ve Cenâb-ı Hakk’ın emriyle mevsuf olmuşlardır. Hürriyet kendi zatından fakrı kabul edip Hak Sübhânehû ile zenginliği tercih edenlerde mu’teberdir. İşte o kimseye birinci dere-ceyi nasip kılmışlardır. “Fakirlik iki cihanda yüz karasıdır” denilmiştir. İkinci derecede her şeyin sâhibidir. “Fakr benim övüncümdür.” Denilmiştir. Anlayan anladı. Bilen bildi. Şeyhlerin şeyhi Sehl bin Abdullah Tüsteri rahimahullah dedi ki: “Sûfî kederden safâ bu-lan, fikr-i Hak ile dolan ve kendisi yanında altınla taş bir olandır.” Ebu’l-Feyz Zünnûni Mısrî –Allah ona feyzini akıtsın- dedi ki: “Sûfî Konuştuğu her şeyi hakîkatlerden konu-şandır. O susarsa âzâları Hak’tan başkasında alâkayı kestiğini konuşur. Onun hâlinin

Page 10: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten

11 Gönül Ehli İçin Seçilmişler Silsilesi

bütün hakikatinde şeriat mesturdur. Tarîkat ise onun amelinin süsüdür.” O ilm-i yakîn ile ayne’l-yakîni cem etmiştir. Şüphesiz ilm-i hakikat, şeriatın süsü olmakla güzeldir. “Şerîatsız hakikat küfürdür.” Büyüklerin birçokları dediler ki “Şerîat ilmi iki kısımdır; bir kısmı dirâyete, bir kısmı rivâyete taalluk eder. Rivâyet, fiillere taalluk eder. Dirâ-yet ise surete, fiilsiz ahvâle taalluk eder.” Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri demiştir ki: “Kim Mustafâ sallallâhü aleyhive selleme tâbi olmaksızın Hakk’a vâsıl olmayı murad ederse dalâlete düşer ve sapıtır.” Bu kelâm Hakîm’in söylediği bir şiirin manasından da anlaşıl-maktadır: Beyt: “Hak’tan uzak gözüne yakın olur.”

[7]

Sehl bin Abdullah Tüsteri rahimahullah dedi ki: “Kitab ve Sünnet’in şâhitlik etmediği, uygun görmediği her vecd bâtıldır.” Hakîm Sinân da yine bu manayı kast ederek dedi ki: “Cenâb-ı Hakk’ın ve Resûlullâh’ın kelâmından uzak olan söz aşağılıktır.” Beyt: -Aslı olmayan her şey efsâne ve hevestir.- Hâsılı şudur ki şeriat ve hakikat bir şeydir. An-cak şeriatın alâmeti açık ve zâhirdir. Hakîkatin alâmeti ise bu yoldan anlaşılan ilimle açıktır. Her ilmi, hâlidir. Her hâli zikirdir. Her zikri sırrıdır. Her sırrı hatırıdır. Her hatırı alâmetidir. Her alâmeti yücedir. Her yücesi nurdur. Her uru vusuldür. Her vusulü kabul-dür. Bunun için ilmin sonu ve nihâyeti yoktur. “Allâhü Teâlâ’nın kelimeleri tükenmez.” Âyetinin sırrı Şiblî’nin –rahimehullah- kelamında görülmektedir. Beyt: -Tasavvuf ilmi sonu olmayan bir ilimdir. Sünnî, semâvî ve Rabbânî bir ilimdir. Onda şerli kimselerin de bildiği fâideler vardır.-

Bu taifeye sûfî denilmesi hakkında risâleler yazılmış, işâretler konulmuştur. Hâsılı şudur ki Sufi denilmesindeki sebeb dediler ki yün elbise giydikleri içindir. Bu en sahih sözdür. Zira sûfa yani yüne nisbet edildikleri için sûfî denildi. Diğer sözler ise Arapça kâidelere göre doğru değilse de zikredelim. Zira büyükler kitaplarını süslemek maksa-dıyla buyurmuşlardır ki: “Onların eserlerinden bahsetmek, onların bazılarını zikret-mek lâzım olan hususlardandır.” Bazıları dediler ki: “Onlara sûfî denilmesinin sebebi, onlar dâima ilk safta olmaları cihetiyledir.” Yine denildi ki: “Ashâb-ı Suffe ile dostluk ve muhabbet kurmaları vasıtasıyla sûfî denildi.” Yine dediler ki: “Onların sırlarında safâ vasfı ğâlib olduğu içindir.” Bunun için bu hususta lugavî manasının iktizâsına en yakın olan mana bu ismin ‘safâ’ dan alınmış olmasıdır. Zira bu cemâatin ahlâk ve davranışları parlak bir aynaya işlenmiş cevher gibidir, onların gönül aynaları alâkayı mâ sivâdan saf ve temizdir. Onlara sûfî denmesi hakkında şeyhlerden birisi şöyle dedi: “Kim sevgili-nin muhabbetiyle dolarsa o sâftır. Kim de sevgiliden başkasını kalbinden çıkarırsa o da sûfîdir.” Bu manada birçok güzel sözler söylenmiştir: “İnsanlar sûfî kelimesinin mana-sında ihtilaf ettiler, tartıştılar. Sûf kelimesinden müştak olduğunu zannettiler. Bu isme ise gönlü sâf olan gençten başkası lâyık olmaz ki sûfî sûfî diye isimlendirilsin.”

Page 11: silsile-v1...´:¹8 485í¥5:%1¥5895 81>%58?581?5 9 celeri def etmesidir. Akl-ı maâşı çok fazla konuşmaktan yüze çevirmeye yöneltmektir. Evli olanlar, işte onlar hakikaten