sir olaf caroe - sömürülen topraklar

359
SOVYET İMPARATORLUĞU

Upload: sedat-karahan

Post on 08-Aug-2015

60 views

Category:

Documents


12 download

TRANSCRIPT

Page 1: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

SOVYET İMPARATORLUĞU

Page 2: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

mmm TOPMUŞ

Page 3: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Tercüman 1001 TEMEL ESER

Sir OLAF CAROE1 nci cilt

Page 4: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Tercümanloot TEMEL ESER

Yazan:Sir OLAF CAROE

Türkçeye Çeviren : Zerhan YÜKSEL

SOVYET İMPARATORLU

ĞU

Page 5: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Tercüman gazetesinde hazırlanan bu eser Kervan Kitapçılık S ofset tesislerinde basılmıştır

Page 6: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

İUUİ Temel Eser iiftiharla sunuyoruzTarihimize mânâ, millî benliğimize güç katan

kütüphaneler dolusu birbirinden seçme eserlere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyoloji, felsefe j folklor gibi millî ruhu geliş tiren,ona yön veren konularda ,fGerçek eserler” elimizin altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki bu eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü devirler değişmelere yol açmış, dil değişmiş, yazı değişmiştir.

Page 7: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Gözden ve gönülden uzak kalmış unutulmaya yüz tutmuş «Ama değerinden hiçbir şey kaybetmemiş, çoğunluğu daha da önem kazanmış- binlerce cilt eser, bir süre daha el atılmazsa, tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir. Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır.Bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ve

bizi biz yapan, kültürümüzde "Köşetaşı" vazifesi gören bu eserleri, tozlu raflardan kurtarıp, nesillere ulaştırmayı plânladık.Sevinçle karşılayıp, ümitle alkışladığımız

”1000 Temel Eser" serisi, Millî Eğitim Bakanlı-ğınca durdurulunca, bugüne kadar yayınlanan 66 esere yüzlerce ek yapmayı düşündük ve "Tercüman 1001 Temel Eser" dizisini yayınlamaya karar Verdik. "1000 Temel Eser” serisini hazırlayan çok değerli bilginler heyetini, yeni üyelerle genişlettik. Ayrıca 200 ilim adamımızdan yardım vaadi aldık. Tercüman'ın yayın hayatındaki geniş imkânlarını 1001 Temel Eser için daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gururla, cesaretle çıkmamız, eserlerimizi gözlere ve gönüllere sergilememiz zamanı gelmiş bulunuyor. Millî değer ve mânâda her kitap ve her yazar bu serimizde yerini bulacak, hiç bir art düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli gibi ortaya konmayacaktır. Çünkü esas gaye bin yıllık tarihimizin temelini, mayasını gözler

Page 8: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

önüne sermek, onları lâyık oldukları yere oturtmaktır.Bu bakımdan 1001 Temel Eser'den maddî hiç bir kâr beklemiyoruz. Kârımız sadece gu- fur, iftihar, hizmet zevki olacaktır.

KEMAL ILICAK

TAÇ ga . . ■ -41Tercüman Gazetesi Sahibi

Page 9: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Orijinal adı «SOVIET EMPIRE — The Turks of Central Asia and Stalinism» olan bu eserin yazan Sir Olaf Caroe ünlü bir İngiliz devlet adamıdır. îkinci Dünya Savaşı boyunca Hindistan'da bulunduğu uzun süre içinde Orta Asya'nın durumunu incelemiştir. Eserin en büyük özelliği, Rusya'nın çarlık zamanından itibaren Orta Asya'daki yayılma ve müstemlekeleştirme politik kasını son derece objektif bir görüşle yansıtmasıdır. Eser ilk defa 1953'te, sonra 1954'te yayınlanmıştır. Elinizde bulunan kitap, eserin 1967'de yayınlanan ikinci baskısı da gözden geçirilerek tercüme edilmiştir.Sovyet İmparatorluğu adını taşıyan bu eser,

kanaatimizce, Türkiye okullannda ders kitabı olarak okutulacak değerde bir eserdir. Çarlık devrinde olsun, Komünizm devrinde olsun, Ruslar'm müstemlekecilik politikasını zaman zaman nasıl sinsice, zaman zaman nasıl bir zulümle tatbik ettiklerini tamamen tarafsız bir görüşle aksettirmesi esere apayrı bir değer vermiştir. Türk çocuğu, Kartacalı Anibal'in Roma seferini, ya da Jspanyollar'ın Amerika topraklannı nasıl işgal ettiğini bilmese, tarihlerde öğretilen buna benzer bir dolu teferruatı öğrenmese hiçbir kaybı olmaz; ama anavatanının asırlar boyunca yaşadığı tarih macerasını bilmecesi telâfisi imkânsız kayıplara yol açar. Sadece, anayurdumuzun Orta Asya olduğunu bilmek, sadece ku-

Page 10: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

laktan dolma birkaç destan adı bellemek, gençliğe hiç- bir manevî değer kazandırmaz; onuıı millî kültürüne hiçbir şey katmaz. Yeni nesiller, Türk'ün Orta Asya'daki macerasını; oradaki^ Türk topraklarının nasıl sinsice bir politikayla Rusya'ya katıldığını; Türk halkla-rının ne akıl almaz zulümlere, katliâmlara maruz bırakıldığını; milliyet duygularım yok etmek için ne derece inanılmaz tazyikler altında inlediklermi en ciddî şekilde öğrenmedikçe, bugünkü vatanımızı koruyacak, hattâ kendi varlıklarını koruyacak manevî kuvvetlerinin mühim bir kısmı noksan kalmış olacaktır. Bugünkü gençliğin en büyük noksanı da budur.İçinde yaşadığımız çağda, bütün Avrupa

devletleri sömürgeciliği bıraktı... Ama Rusya hariç!.. Zenci kabilelerine varıncaya kadar bütün sömürge halkları bağımsızlıklarını kazandılar... Ama Orta Asya Türkleri hariç!.. Bir Avrupa devleti olan Rusya, Orta Asya'ya çöreklenmiş, Türkiye’dekinden daha fazla bir Türk nüfusuna hükmederek sömürgeciliğini sürdürmektedir.Elinizde bulunan bu eserde, bu sömürgeciliğin,

en ciddî ve tarafsız hikâyesini bulacaksınız.

Z. Y.

Page 11: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

SOVIET EMPIRE Olaf Caroe Çeviren: Zerh&n YÜKSEL

Page 12: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Bu kitap Stalin’in ölümünden hemen önce tamam- lanmış ve onun ölümünden hemen sonra yayınlanmıştı. Hâlâ okunmakta olduğu anlaşılıyor. Yeni bir baskıya ihtiyaç duyulması eserin orijinal sunuluşunda bir iddia olduğu intibaını uyandırmaktadır: Zaman ve hadiselerin akışıyla değişmeyen bir iddia. O zaman söyle-nenlerin çoğu modasını kaybetmedi; hattâ yapılan tahminlerin bir kısmı da doğru çıktı denebilir. Eserin yeniden basılması teklif edilince son ön yıl içinde Orta Asya'da meydana gelen gelişmeleri yeniden gözden geçirdim ve şuna kanaat getirdim ki, eser, eğer bazılarının atfettiği değeri gerçekten haizse, bunu iki büyük özelliğe borçludur.Birincisi Türk — tran Orta Asyası'ndaki Sovyet

hâkimiyetinin, Çarlık zamanında olsun, Sovyetler zamanında olsun, gerçek tarih perspektifinden ele alınmasıdır. Asırlar boyunca dinî ve etnik hareketlere ve belki de zamanla münasebetini yenileyecek olan coğrafî bir mevkie gerekli ağırlık verilmiştir. İkincisi de sadece komünizmin havarileri tarafından değil, çok defa ona karşı çıkanlar tarafından da kullanılan tahammül edilmez uslûbdan şuurlu bir şekilde sakınmış olmaktır. Esasen, karşılıklı lâf kalabalığı, Marksizm'in Alman mirasının bir kısmıdır. Fowler bunu Modem Englishe Usage adlı eserde şöyle ifade eder: «Şahıslar

Page 13: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ve yaptıkları şeyler; maddeler ve maddeye yapılan şeyler; hepsi geri plâna konur ve biz bunlara ancak koyu renkli bir cam arkasından bakabiliriz... Bunun neticesinde mânâ sadece okuyuculardan değil, kendi kendilerinden bile saklanmış olur.» Meselâ Kruşçev banş içinde bir arada yaşamak dediği zaman, hemen hemen bizim soğuk harp kelimeleriyle kastettiğimiz mânâyı ifade eder. Ondan sonra gelenler için de, durum herhalde böyle olacaktır.Öbür tarafın kullandığı kelimeler de mânâyı

gizleyecek şekilde seçilir, yahut belki de fikirleri zaten tam jbillurla^mış değildir. Fikirlerin yerini muayyen klişeler alır. Komünist tefekküründe, katı bir teolojiyle birleşmiş, çok sarih bir sarahatsizlik vardır. Esasen, bu teoloji de, insan ruhunun, İlâhî bir kıvılcım olarak hasretle özlediği teolojiden çok uzaktır (1). Bu şekideki ifade âdetinin, komünistlerin, bütün beşerî meselelere yaklaşmasında büyük rolü olduğuna inanıyorum. Halbuki bu kitabın asıl değeri bu çeşit ifade-lerden kaçınması ve hayatın akışını makinelerin gürültüsünden arınmış olarak, mümkün olduğu kadar tabiî bir şekilde aksettirmeye çalışmasıdır.ikinci baskıya hazırlarken kitabı ’ tekrar

okudum. 1953 Asyası hakkında söylediklerimde değiştirilmesi gereken bir nokta bulamadım. Ancak bazı rakam farkları olabilir. Verdiğim bazı istatistikler (bu istatistik

ti) Pietro Quaroni, Diplomatic Bags adlı eserinde çöyle diyor : «Komünist olaniaıla olmayanlar arasındaki fark şudur: Komünistlerin, hadiseleri ardından seyrettikleri teoloji mecburi bir teolojidir. Komünist olmayanlar ise teolojik tcfcir bakımından geniş bir ferdî

Page 14: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ler zaten azdı ve en beşerî malzemeye, halka dayanıyordu) şüphesiz muayyen bir tarihin rakamlarını aksettiriyordu. Bu bakımdan bunları, çağdaş hâle ulaştırmak gerekmektedirJBu eserde belirtmek istediğimiz en önemli nokta, Ruslar'm Orta Asya'daki mevcudiyetinin, bir Avrupah devletin Asya veya Afrika'da giriştiği emperyalist bir müstemlekeleştirme hareketinden başka bir şey olmadığı, böyle bir hareketin tipik misalini teşkil ettiğiydi. Günümüzde de bu noktaya ilâve edecek bir şey yoktur; çünkü değişen bir şey olmamıştır. Bugün, Orta Asya'daki Müslümanlar, bir AvrupalI devletin hükmü altında yaşayan en kalabalık Asyalıları teşkil eder. Ve, rakamların da göstereceği gibi Eski Dünyacın hiçbir yerinde —hattâ Güney Afrika'da bile— Sovyet Orta Asyası'ndaki beş cumhuriyette olduğu kadar Avrupalı oturmamaktadır. Öyle söylenebilir ki, Avrupalılaşın Kuzey Amerika'nın boş topraklarına yerleşmek için yaptıkları hücumdan bu yana görülmemiş bir şekilde bir Rus kolonileştirmesine saha olmuştur. Emperyalizm, sadece gemilerle, denizden gelmez.Jaya Prakash Narayan ve başka Hintliler,

Çin'in Tibet'i elde tutması dolayısıyla, bu sırada sık sık, karaya dönük bir emperyalizmin tanınmasının neden bu kadar güç olduğunu soruyorlar. Bunun cevabı, bu kitabın IX. bölümünün Kolonileştirme kısmında verilmiştir. Orta Asya aynı kıtanın bir parçasıdır. îster Ruslar, ister Çinliler tarafından işgal edilmiş olsun,'"toprakları tedricen komşu imparatorluklara taşmaktadır. Üstelik Rus Orta Asyası, Sinkiang ve Tibet'ten çok daha fazla kolönileştîrmeye müsaittir.

Page 15: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Diğer taraftan, Stalln'in 1917 beyannamesiyle belirtilen milliyetlere hürmet ve her topluluğun kendi kaderini tâyin etmesi hususunda getirdiği umdelere, dolayısıyle Lenin'e ve bizzat kendi kendisine ihanet etmesi hakkında yazılanlara da ilâve edecek bir şey yoktur. O zamanlar, sadece kâğıt üzerinde kalan anayasada yazılı olanların, aldatıcı bir hayalden ibaret olduğunu söylemiştik; aradan geçfcn oniki yıl bunun, daha da katı bir şekide gerçek olduğunu gösterdi. Diğer taraftan, biraz ileride görüleceği gibi aşikâr bir şekilde federal olan S.S.C.B. Anayasasının karakteri hakkında konuşmak, hattâ yeni bir siyasî birlik yönünde hareket etmek bile bahis konusu olmaktadır. Bunu ifade etmek için kullanılan Sblizheniye (yakma çekme) ve Sliyeniye (ba-tırmak, içinde yok etmek) kelimeleri Sovyet millî politikasında yeni bir safhanın başlangıcı gibi görünmekte* dir.Ancak, Stalin'in ölümünden beri, Asya'da çok

şeyler olup bitti, bu ,durum o zamanki resimleri yeni bir çerçeve içinde vermek zaruretini ortava çıkarmaktadır. Resmi geri almayı ya da, yerfiden yapmayı teklif edecek değilim; çünkü şekil ve renklerden çoğunun aynı hayatiyeti muhafaza ettiğine Ve daha da ede-ceğine eminim. Yeni bir çerçeveye koymak ve yeni bir yere asmak lâzımdır, ta ki bugünün ışığı tabloyu* gerektiği gibi aydınlatsın.

Taze bir bakış ihtiyacı, 1953'ten bu yana Asya’da meydana gelen başlıca iki gelişmeden doğmaktadır. Bunun birincisi Ingiliz kuvvetlerinin ve tesirinin Aşağı ~*fCıta'dan çekilmiş olmasıdır. ‘Halbuki bu kuvvet he

Page 16: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

men hemen iki asır boyunca mukabil bir ağırlık olarak Hind Okyanusu'nun emniyetini sağlamış ve kuzeyden gelecek bir hâkimiyet teşebbüsünü önlemişti. Bu kuvvetin yerine zayıf ve birbirine hasım devletler geldi; bunların, kendi hudutlarının dışında hiçbit etkisi yoktu (1). Amerikalılar'm sahneye çıkışı da Hindistan’da, Ingiliz hâkimiyetinin olduğu devredekiyle en küçük bir şekilde kıyaslanabilecek bir denge sağlamadı.İkinci gelişme, Çin’in yeni bir hanedanın

idaresin* de canlanmasıdır. Aslmda bu hanedan, komünist ideolojiye hizmet etmekle beraber, yine de bir hanedandır, yine de Çinli’dir.Bu iki büyük hareketin Sovyet Orta Asyası’na

tesiri olmamış değildir. Britanya İmparatorluğunun Hindistan’a çektiği buzdan engel kırılmış, böylece Orta ve Güney Asya yeni kuvvetlerin. etkisine açık hale gelmiştir. Bu kitabın ilk çıktığı 1953 yılında bu etkilerden hiçbiri henüz açıkça ortaya çıkmış değildi.Son birkaç yıl içinde bu konuda oldukça çok

şeyler yazılmıştır. Neşredilen kitaplardan bazıları konunun derinliğine inmekte ve tahlil yapmayı gerektirmektedir. Sadece seyahat eseri olanları yahut Timuıiular çağındaki şahâne mimarlık eserlerinden bahseden kitapları saymıyorum. Mülteciler tarafından Almanya’da yayınlanan Millî Türkistan adlı dergi okuyucuya fazlaca etkili olamamaktadır. Bunun başlıca sebebi, kısa İngilizce açıklamalar dışında Türkçe yayınlanmasıdır. Bu mülteciler arasında ünlü bir Özbek olan Baymirza, Hayit’in önemli bir kitabı vardır. (2) Bu eser, Batı’da

(1) Bu zayıflık Ahenksizlikten ileri gelmektedir. Hint — Pakistan 4a. vunma birliği her türlü tecavüze karşı çok etkili olur.

(2î Sovietrussiche Orientpolitik an Reistpiel Turkestan, 1#62.

Page 17: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

F: 2

Page 18: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

eğitim görmüş bir* Doğu Türk'ünün Rus politikası hak- kındaki görüşlerini çeşitli belgeler vererek aydınlatmaya çalışmakta olduğu gibi, kendisi gibi sürgünde bulu- nanlara ve yazarlara da kuvvet ve cesaret^ vermektedir.Bu mevzuda belki de en objektif ve tesirli

neşriyat Central Asian Review tarafından yapılmıştır. Londra'daki Orta Asya Araştırma Merkezi tarafından haftalık olarak çıkarılan bu mecmua doğrudan doğruya Sovyet kaynaklarına dayanır. Bu neşriyatın, en takdire lâyık tarafı Sovyetler'e karşı yöneltilen propagandalara asla kkpılmaması, söylenenlere aldırmaması ve bu ko-nuyu incelemenin en iyi yolunun, doğrudan doğruya kendileri tarafından, kendileri hakkında yazılanlara dayanmak olduğunu kabul etmesidir. Sovyet kaynaklarınca yazılan veya yazılmayanlar, bu işin mütehassıslarına, herhangi bir Batılı kaynakta olandan çok daha fazla şeyler ifade eder. Nihayet hepsinin muhtasarı yukarıda bahsi geçen Araştırma Merkezi'nin müdürü Geoffrey Wheeler tarafından 1965'te yayınlanan bir kitap-tır. Bu kitap hem Review'larm bir özetini yapmakta, ayrıca çok da faydalı bilgiler vermektedir.Wheeler, gerektiği takdirde Sovyetler'i takdir

etmeyi bilmektedir. Ve şüphesiz, bilhassa maddî sahada takdir edilecek tarafları olmuştur. Eser, şu mühim noktaya dikkati çekerek başlamaktadır: «Eski Çarlık imparatorluğunun bütün müstemlekeleri, sıkı sıkıya Sovyet devletinin hudutları içinde kalmış, buna karşılık, Türk, Alman, Fransız, Hollanda ve Ingiliz kolonileri hemen tamamen bağımsızlıklarına kavuşmuştur.» Burada Ruslar'ın lehine olarak şu söylenebilir; 1917-21 yılları arasında öylesine kötü bir durumla karşı karşı

Page 19: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ya idiler ki, bütün emperyalist devletler arasında sadece onların bunu kaybetmemesi, sinirlerine olan hakimiyetlerini gösterir.E. H. Carr'm söyledikleri üzerine dikkat ve

alâka toplamak da Wheeler'in eseri için bir büyüklüktür. Çünkü bu sayede, bazan karşı tarafın fikrini anlamak mümkün olur. Wheeler, E, H' Carr'm şu sözlerini naklediyor: Hadiseler tabla üzerindeki bir balık değil, aksine suyun içindeki bir balıktır ve mahiyetlerini an-layabilmemiz için, onları gerekli usullerle yakalamamız gerekir. Buna ilâve olarak, bu balıkların özel bir muhafaza altında bulunan özel sularda yüzdüğünü de ilâve edebilirdi. Sovyet Orta Asyası'nm şekilleri değiştirilmiş sınırları içinde, vaktiyle müstemleke olan Afrika topraklarının sınırlarmdakine benzemeyen bir sunilik olduğunu da belirtmek lâzımdır.Wheeler'in kitabı davetkâr bir pasajla biter.

Yazar sormaktadır: Başka taraflarda ortaya çıkan ve hattâ ekseriyetle bir hayatiyeti bile olmayan bağımsız devletler bolluğunun zıttına, Sovyet imparatorluğunun Orta Asya'da, bağımsızlığa hazırlanmamış halkları üzerindeki kontrolünü vaktinden önce kaldırması acaba doğru olur mu? Sual, yerindedir. Bunun cevabı şudur: Orta Asya'da Rus hakimiyeti altındaki toprakların asırlarca eskiye uzanan mahallî bir medeniyete sahip ol-ı dukları, bu bakımdan bunların Afrika'nın, Sahra'nm güneyindeki herhangi bir parçasıyle değil, daha ziyade Hindistan'la mukayese edilmesi lâzımdır.*

Bu toprakların çağdaş bir tablosu, ancak nüfusu gösteren rakamları da içine alırsa tamamlanmış savı-

Page 20: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

lir. 1953'te elde edilebilen en son nüfus sayımı sonucu 1939 sayımıydı. Genel seçim istatistiklerine başvurarak ben bunu (Kazakistan için) 1950'ye kadar yaklaştırmıştım. O tarihten sonra 1959'da bir sayım yapıldı. Bu sayımda nüfus, milliyetlere göre ayrıldı. 1965'te de «nüfus sayımı» diye adlandırılmayan resmî bir tahmin yayınlandı. 1965 tahmininde milliyet ayırımı yapılmamaktadır. Ancak başka başka kriterlere dayanarak AvrupalI olanlarla olmayanların sayısını tahmin etmek mümkündür. Şimdi vereceğimiz liste, eserde verdiği- miz rakamları bugünkü seviyeye çıkarmaktadır (AvrupalIlar, Büyük Ruslar, UkraynalIlar ve Beyaz Ruslar'dan ibarettir).Rakamların incelenmesi, şu gerçekleri ortaya

çıkarmıştır:1. Bütün nüfus 1939'da 17 milyondan azken, 1965'

te hemen hemen 29 milyona yükselmiştir.2. Aynı dönem içinde Avrupalı nüfusu iki misline

çıkmıştır. Bugün Kazakistan'da Kazak'tan çok AvrupalI vardır ve Kazaklar kendi vatanlarında ekalliyet durumuna düşmüştür. Kırgızistan'da da durum aynıdır.

3. Diğer taraftan en kalabalık olan ve daha çok tarımla uğraşan Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan'daki Avrupalı nüfusunda ise yükselme olmamış, hafif bir düşme kaydedilmiştir.Nüfus sayımı rakamları daha başka ilgi çekici

noktaları da ortaya koymaktadır. Bu da çeşitli halkların, artık sadece kendi cumhuriyetlerinde oturmadığıdır. Böylece, meselâ Tacikistan nüfusunun % 23 kadarı,

Page 21: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Kırgızistan'ın % lO'u ve Türkmenistan nüfusunun % 8'i Özbek olarak gösterilmiştir. Özbekistan'da ve bilhassa Buhara ve Semerkand gibi şehirlerde çok sayıda Tacik vardır. Sonra, göçebeliğin kaldırılmasından kalan birçok da Kazan diğer dört cumhuriyette yaşamaktadır (XI. bölüme bakınız).Kısacası bozulan cumhuriyet sınırlan sunidir

ve gerçek millî sınırlara tekabül etmemektedir.Şu noktayı da önemle kaydetmek gerekir: Kaza-

kistan ve Kırgızistan'a yapılan Avrupalı göçü 1959'da bile büyük bir ekseriyetle Çin sınırına yöneltilmiş bulunuyordu. Sinkiang sımnna 600 km. kadar mesafedeki Alma Ata'da Asyah olmayanların sayısı, Asyalılar'm sayısını iki misli geçmişti. Sonradan iki başkentte, Alma Ata ve Firunze'deki nüfus değişikliği inanılmaz bir şekil aldı ve Asyalı olmayanlann kesafeti Asyalılar'a oranla bire dört nispetine yükseldi. Bunların her ikisi de Çin sınırı alanı içindeydi. Çin - Sovyet uçurumu arasındaki bu nüfus durumunun mânâsı açıktır.

■BEŞ CUMHURİYETİN NÜFUSLARI

(AvrupalIlar ve Avrupalı olmayanlar)(bin olarak)

19»Cumh 19 19 YüÖZBEToplam 6 8 Avrup 1 1 % Avrupolmay 4 6

Page 22: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar
Page 23: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Toplam 1458 2 063 2 659AvrupalI 578 624 % 30,2Avrupaholmayan 880 1439

TACİKİSTAN

Toplam 1484 1982 2 432Avrupah 264 263 % 13,3Avrupaholmayan 1110 1719

TÜRKMENİSTAN

Toplam 1252 1520 1 862Avrupah 422 284 % 18,7AvrupalIolmayan 830 1236

KAZAKİSTAN

Toplam 6 094 9 301 İT 853Avrupah 3 004 4 937 % 53.1

Avrupaholmayan 3 090 4 364

TOPLAM 16 624 22 979 28 Avrupah 5 624 7 391 % 32,2Avrupaholmayan 11000 15 588

Page 24: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar
Page 25: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Bu rakamlar, insanı, doğrudan doğruya, bu kitabın mUmasından sonra gelişen Sovyet milliyetler politi- flMPiı dikkate almaya sevketmektedir. Ortaya çıkan HfeHce şudur: Ruslar, federal bir anayasa örtüsü altında, keıîdi gayeleri ve kendi istihlâkleri için bir kanton- laştırma politikası takip etmiş, Orta Asya'daki Türk ve Tacİkler'i beş cumhuriyete bölmüştür. Bu politika, zahiren, Özbekler, Tacikler, Kırgızlar, Kazaklar ve Türk- menler arasındaki ırk ve dil farklarını esas alarak yapılmıştır ama, aralarındaki hudutlar sun'î olarak çekilmiş, önce Roman, sonra Kiril alfabelerini tatbik ederek bu ülkelerin sadece mazileriyle alâkalarım kesmekle kalmamış, aynı zamanda biribirleriyle anlaşmalarını da imkânsız hale getirmişlerdir.Bu gayretlerin zaman zaman gülünç neticeleri

olmuştur. Meselâ Fergana vadisi, testereyle parçalara ayrılmış gibi bir bulmaca şeklinde Özbek, Türkmen, Tacik ve Kırgız bölümlerine ayrılmıştır. Yukarıda belirtildiği gibi ayrıca Tacik ve Kırgız pastalarının içinde bir miktar Özbek kuşüzümü; Ösbekistan kekinin içinde de Tacik kuru üzümü kalmıştır. îdarî sahada ise, hayatî bir önemi olan sulama sistemi esastır. Kanallar, sözde millî sınırları aşmak mecburiyetinde kalmış, böylece merkezî bir koodinasyon imkânsız hale gelmiştir. Aslında maksat, Moskova tarafında idare edilen parti makinesinin gerektiği gibi çalışabilmesi için, sun'î bir perde yaratmaktır. Öyle görünüyor ki, cumhuriyetler- arası sınırlar çizme münasebetsizliği, gerçek bir mahallî muhtariyeti mânâsız hale getirmek ve bir derece kadar merkezî idareyi kuvvetlendirmek için yapılmıştır. Takip edilen politika her ne pahasına olursa

Page 26: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

olsun Doğu Türkleri arasında bir birleşmeyi önlemek, onlan tam anlamıyla nüfuz altında tutabilmektir.' 1953 yılına kadar bile bu nüfuzun en kuvvetlisi, bilhassa Kazakistan ve Kırgızistan cumhuriyetlerindeki koloni- leştirme hareketiydi.Birleşmiş Türkistan için de durum aynıdır*

Bugün beş cumhuriyetin sınırlarının çizilmesi üzerinden kırk yıl geçti. Bu süre içinde kültür, dil, gazetecilik ve idare alanındaki mahallî ayıncılık taşvik edildi; menfaatlere başka yönler verildi. Ve sözün doğrusunu söyle-msek gerekirse, Sovyetler’in Asya'da tatbik ettikleri politika son derece büyük maddî sonuçlar almak bakımından başarılı oldu. Bu sonuçları herhangi bir milliyetler politikasına atfetmemek gerekir. Ancak, halk sağlığı, eğitim, sanayileşme ve hayat standardı bakı-mından, Rusya, komşu ülkeler olan Afganistan, İran ve Sinkiang’m önüne geçmiştir. Ayrıca, daha önce de belirttiğimiz gibi, sun'î olarak yaratılan siyasî bünyelerin aradan geçen zamanla bir dereceye kadar gerçeklik kazandıkları görülmektedir. Ben, kendi tecrübeme dayanarak, buna bir misâl verebilirim. Curzon bu yüzyılın başlarında Kuzey« Batı Sınır Eyâletfni, Pencâb'- dan ayırmıştı. Ama yeniden sindirilmesiyle elli yıl sonra Batı Pakistan'la bir hale geldi. Belki de yine bu zaman faktörü yüzünden, Ruşlar, 1960'a kadar Sta- lin'in politikasını takip ederek, Moskova’dan yönetilen Parti ahtapotunun kolları ve vantuzları vasıtasıyle birleşmiş bir kontrol sağladılar.Ama o yıl, Leningrad üniversitesinin

Vestnic'inde (Seri 4 - 1960) I. Ya KOPYLOV imzalı bir yazı çıktı. Bu makalede Lenin'in görüşleri aşağıdaki şekilde anlatılıyordu:

Page 27: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

«O halde bu durum, Lenin'in, federasyonu, tek ve en iyi devlet şekli olarak seçtiği mânâsına gelmemektedir. Onun fikri şuydu: Mahallî muhtariyet esası üzerine birçok milletten mürekkep merkezî bir hükümet kurmak imkânı olduğu takdirde bunu yapmak lâzımdır. Aynı zamanda devletimizin inkişafının tarihî tec-rübesi, federasyonu, muhtelif milletlerden çalışan kitleleri daha sıkı olarak tek hale getirmeyi hedef tutan an'anevî devlet sistemi olarak geliştirmenin şart olduğunu göstermektedir.»Makale, Çin dahil, federatif sistemden ziyade

birleştirici bir sistemin tatbik edildiği başka devletlerden misâller vermekte ve çok milletten mürekkep birleşmiş devletin, federasyondan daha çok Rus imparatorluğunun şartlarına uyacağını ileri sürmektedir. 1961'de yakma çekme (sbllzhenlye) ve içinde yok etme, batırma (sliyeniye) meselelerinin incelenmesi konusunda resmî balonlar uçuruldu. Milliyet, dil ve sınır farklarının kadırılması ve bütün imparatorluğun bir tek birlik halinde toplanmasına çalışması üzerinde duruldu.Bu uzak mesafeli niyetler 1961 yılı Ekim

ayında toplanan Yirmi İkinci Parti Kongresi'nde dile getirildi. Tam ölçüde bir komünist yapının S.S.C.B. içindeki millî alâkaların gelişmesinde yeni bir safha olduğu ilân edildi; bu gelişme tam bir birlik gerçekleştirilinceye kadar, yakma çekmeyi mümkün olduğu kadar artıracaktı.Bu politika değişikliği için Sovyetler'in

ileri sürdüğü ebeplerın üzerinde biraz durmaya çalışalım.Bir defa Sovyetler, maddî sahada, hiç değilse

ida- ıı b kımdan uygun bir durum olarak, ayırıcı politika

Page 28: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

larının, cenin halindeki milliyetçi ilhamları tatmin ettiğini ve nispeten bir refah sağladığını gördüler. Geoffrey Wheeler, yeni kitabında, yeni başlamış milliyetçilik hastalığının tedavisinde tutulacak en iyi yolun, hastalığı yarı yolda karşılamak olduğunu belirtmiştir. Aslında, bu, Sovyetler'in o devirde Asya'da başgöste- ren milliyetçilik hareketlerine karşı gösterdiği bir tepkidir. Bu tepkiyi, ülkeyi meydana getiren devletleri şe-kil bakımından millî, muhteva bakımmdan sosyalist bir hale getirmekle ifade ettiler. Ancak, zaman geçtikçe suni olarak yaratılan bu devletlerin bir gerçeklik kazandığım bu devletlere tâbi olanlann milliyet meselesini ciddiye almaya başladığını gördüler. Wheeler'in dikkati çektiği gibi Sovyet yazarları Orta Asya Müslümanlarının Ruslar'ı sevdiğini tekrar tekrar söylemekten yorulmuyorlar. Ama, açıkça görülen gerçek, müstemleke mensubu insanların, kendilerine hâkim olanları sevmediği, Özbekler'in, Tacikler'in ve Kazakların asla bu konuda bir istisna teşkil etmediğidir. Üstelik şimdi, gözlerini dışarıya dikmiş bir Çin vardır karşıda. Bu Çin'in sınırlan 2500 km/lik bir mesafede Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'la bitişiktir. Bu durum, Çin ile Sovyetler arasındaki farkm bu derece cırlak bir şekilde ifade edildiği bir sırada daha da belirli bir sırada kendisini göstermektedir.içinde yok etme, batırma faaliyetleri Kruşçef

rejimi sırasına rastlar. Her şey umulduğu gibi rahat geçmedi. Izvestiya'da ve muhtelif mecmualarda çıkan makaleler, bunlan okuma imkânını bulanlara gösterdi ki, Asya cumhuriyetleri hiç de kendi kimliklerini kaybet-me taraflısı değildir, işin tuhaf tarafı bu hususta atı

Page 29: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

lan ilk adım, bu cumhuriyetleri Moskova'ya yaklaştır* ma şeklinde olmadı, önce C.P.S.U.'nun merkez komitesi tarafından 1962 Kasımında Orta Asya Bürosu adlı, mahallî bir teşkilât kuruldu. Şüphesiz bunun Moskova tarafından kontrol edilmesi çok daha kolay olacaktı, cumhuriyetlerin sorumlulukları da azaltılmış olacaktı. Kısacası bu mahallî bir yaklaştırma teşekkülüydü. Bu büro, mutlak olarak Orta Asya'lı olan dc^t. cumhuriyetin birinci sekreterlerinden meydana geliyordu ve Kazakistan dahil edilmemişti. Bu Orta Asya Bürosu'nun idaresi altında ekonomi, halk işleri, pamukçuluk ve sulama işleri için dört yeni Orta Asya teşkilâtı daha meydana getirildi.Bugünkü Sovyet Rusya'da, yapılması istenen

herhangi bir yeni harekete karşı ne derece mukavemet gösterildiğini anlamak isteyenlerin o konuda yayınlanan yazılara dikkat etmesi lâzımdır. Yapılmak istenen şeyi savunmak ıiçin yapı/lan neşrijjatm çojkluğu, bu l^e karşı gösterilen mukavemetin derecesini gösterir. Bu durumda ise alay alay makale yazıldı. Sonunda 1964 yılında Hakimof adlı biri ta/afından Özbek basınında yayınlanan bir tarziye ile işe son verdiler. Central Asian Review (No. 4 - 1964) bu makalenin bir tercümesini vererek, makalenin ismi Ruslaştırılmış bir Özbek tarafından yazıldığını belirtti. İfade edildiğine göre, bu makalenin, içinde zerre kadar millî şuur kalmış herhangi bir Özbek'i rahatlatacak bir tarafı olmadığı âşikârdı.Hakimof'un makalesinin neşrinden üç ay sonra

Kruşçev düştü ve 1965 yılının ortalarında Orta Asya Bürosu ve ona bağlı şubeler, biri hariç darmadağın ol

Page 30: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

du. Çok ilgi çekicidir: Bu hariç olan, sulama ile ilgili teşekkül idi (1). Kureşçev’in düşmesinin sebeplerinden birinin de Orta Asya'da giriştiği bu Sliyeniye hareketi olduğu sanılmaktadır. Grindin ve Markin'in Voprosi Istorii’de çıkan makaleleri (1965 yılının 2. sayısı) bu görüşü destekler mahiyettedir.Hattâ bu teşebbüsü, Kruşçev'in asıl düşme

sebebi olarak da düşünebiliriz. Çünkü, tatbik etmek istediği şey tehlikeli bir politikaydı. Orta Asya'da böyle bir teşebbüse girişmek, Rusya’nın Çin sınırındaki en hassas noktasında yaşayanları birleşmiş bir Türkistan fikrine doğru yöneltmeye sebep olmayacak mıydı?★ ★ ★Şimdi, düşünülecek bir nokta var: Acaba

sürgünde bulunanlar, anayurtlarından uzaktakiler için birleşmiş bir Türkistan fikri ne dereceye kadar gerçekleştirilebilecek bir fikir? Biz, bu eserde, birleşmiş Türkistan fikrini hedef tutan, bunu kendilerine gaye edinen sür- gündekilerin fikirlerinin ne kadar hürmete değer olduğunu belirttik. Ancak, şunu da ayrıca belirtmek isteriz ki, şehir ve vaha halkının âdet, düşünce ve dilleriyle (ki bunlar çoğunlukla Özbek ve Tacik’tir), Kazak, Kırgız ve Türkmen gibi dağlardan ve bozkırdan gelenlerin (2)

Page 31: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

âdet, düşünce ve dilleri arasında büyük fark vardır. Digger taraftan Batı'da bu konu ile ilgilenenlerin sürgündeki Türkler’in Doğu Türkleri ve Tacikler'den mürekkep bağımsız bir devlet kurma hususundaki gayeleri, nin hayâlden ibaret olduğu fikrinde bulunduklarını da belirtmek isterim.Ancak yine de bu alandaki imkânları makûl bir

şekilde değerlendirebilmek için hem nazariyede hem de tatbikattaki Sovyet milliyetler politikasının bazı safhalarından haberdar olmak lâzımdır. Bu, politika Paris'teki Ecole Pratique des Hautes Etudes’den M. Alexandre Benningsen ve Mile Quelquejay tarafından hazırlanan bir etüdle, inandırıcı bir şekilde ortaya konmuştur. Bu yazarlar, Stalin'in 1913 yılında Prosveshcheni* ye'de yayınladığı makalenin izlerini takip etmektedirler. Stalin bu makalede, bir milletin hayatında dört unsur olduğunu öncelikle belirtmiştir. Bunlar, dil birliği, sabit bir sınır, ortak bir kültür ve millî bir pazar halindeki özel ekonomidir. Bunlardan son ikisi olmazsa, o topluluk sadece tatbik mevkiine konmamış, gerçekleşmemiş bir millet olarak yahut narodnost olarak kalır. Bu durum ise Rusya'nın işine çok gelen bir durumdur; çünkü böyle bir millet, günün birinde ekonomik ilişkiler içinde bulunduğu büyük milletin içinde eriyebilir ve gerçek hüviyetini kaybedebilir. Stalinci açıdan bakarsak, îskoçya, Wales yahut Batı Pakistan'daki Pathans'Iar böyledir, yani narodnost'tur; diğer taraftan millî bir dili bile olmayan İrlanda, bir millettir.Orta Asya halkları içindeki Stalinci yerleşme

ve bunun Rusya'ya ayarlanması demek, daha önce düşünülmüş milliyet farkları sistemini devlet zoruyla kabul et

Page 32: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

tirmek demekti; böylece dil farklarıyla,bir neticeye va- nlacağı düşünülüyordu. Çünkü dil Stalinci görüşe göre çok önemli bir faktördü. (Ancak burada bir noktaya temas etmek isterim. Eğer dil, milliyetin asıl unsurların- dan biri olsaydı Amerikalılar olsun» İrlandalIlar olsun, İngiltere'den kopamazlardı. Diğer taraftan aksine, Wa- les!in Britanya'ya dahil olmaması lâzımdı. Ya Hindistan'a ne demeli? Okur yazar bütün Hintlilerin ortak dili İngilizce'dir.) Orta Asya'nın çeşitli gruplarına, Türkler ve Tacikler'e, bu esastan hareket edilerek devlet otoritesi tarafından münasip lisanlar verilmesi düşünülmüş ve Rus dilcileri bu mesele üzerinde çalışmış ve edebiyat eserleri Ruslar'm seçtiği bir alfabe ile yazılmıştır.Bu gayretlerin neticesinde bu esere konu

teşkil eden beş cumhuriyet meydana çıkmıştır. M. Benning- sen'in eseri bunun da ardına geçmekte ve aslında Orta Asya'da sadece üç narodnost olduğunu ileri sürmektedir: a) Kazak ve Kırgız göçebeleri, b) Azerbaycan'daki yakınlarıyla birlikte Türkmenler, c) Buhara ve Hokand devletlerinin hattâ bir dereceye kadar Hıyve'nin vârisleri olan Özbek - Tacik grubu. Bu grupların Kazak ve Kırgız, Özbek ve Tacik diye ayrılmaları tarihî bağlan koparmak maksadıyle yapılmıştır; bu bağlar kopmamış olsa, günün birinde tek bir devlet halinde ortaya çıkmaları düşünülebilirdi.İstediği kadar sun'î olsun, yerleşme konusunda

Ruslar'ın esas aldığı dil esası, niyetlerini gerçekleştir- me yolunda kendilerine yardımcı olmuş, birleştirici İslâm ve Türklük kuvvetlerine karşı koyabilmiştir. Yapılan çalışmalar, hiç değilse bu halklan milliyet ve din

Page 33: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ortaklan olan komşularıdan sathen olsun koparabil- miştir. Bu konuya eğilen yazarlar, şöyle düşünüyor: Sovyetler'in kuzeydeki Kazak ve Kırgız göçebelerinde isteklerine ermiş, kısmen bunları biribirinden ayırarak, kısmen de topraklarını Avrupalılar tarafından iskân ederek ortak bir kaderden uzaklaştırmalardır. Avrupa, lılar'm iskânı öyle olmuştur ki, toprağın asıl yerlileri, yer yer azınlık durumunda kalmıştır. Bunlara, bir de göçebeliğin kaldırılması sırasında ve daha sonra yapılan zulümleri ve katliâmları da katmak lâzımdır ki, bunlar bütün teferruatıyla eserimizde ele alınmıştır. (X. ve XI. bölümler). Orta Asya'ya eğilen yazarlar, he-men hemen aynı şartlar altında, Ruslar'm aynı işi Türkmenistan'da da başarabildiği kanaatindedir, çünkü Türkmenistan da bir zamanlar göçebelerin ülkesiydi. Ancak Özbek ve Tacikler hakkındaki kanaatleri değişiktir ve bu konuda ben de onlann kanaatine katılıyorum. Özbek ve Tacikler'i ayrı ayn millet, hattâ ayrı narodnost görme politikası iflâs etmiştir. Neden?Daha önce Özbek ve Tacikler'in tarihte olsun,

çağdaş devirlerde olsun, biribirleriyle ayrılamaz derecede girift olduklarına dikkati çekmiştik. Bu bakımdan Sta- linci esaslardan hareket ederek bile, bunlar arasındaki kesin bir sınır ayırımı yapmak mümkün değildir. Nitekim sınırlar hiç de mükemmel değildir. Tacikistan'da birçok Özbek, Özbekistan'da birçok Tacik (eskiden Sart’lar diye bilinen kavmin başlıca unsurları) kalmıştır. Bizzat Sovyetler bile en katı prensiplerinden birini terketmek zorunda kalarak Özbekçe'yi Tacikistan'da paralel, bir edebiyat dili olarak kabul etmekten vazgeç-mişlerdir. Özbekistan ve Tacikistan'ı ayrı bırer^ millet

Page 34: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

hattâ narodnost olarak düşünmek, Sovyetler'in bile kabul edemeyeceği derecede sunî bir haldir.O halde şöyle bir sonuca varabiliriz: Her ne

kadar ihtilâlden önce Kazaklar hattâ daha çok kabile hayatı yaşayan Kırgızlar'm belirP topraklan, dil birlikleri, kendilerine mahsus tarihî haneleri ve hayat tarzları vardı. Bütün bunlar, onları ayrı varlıklar olarak tavsif etmeye yetiyordü. Rusların sömürge haline getirme politikası bu gerçeği inkâr etti. 1953'denberi Kazakistan ve Kırgızistan'a yöneltilen Avrupalı göçü, sonraları doğrudan doğruya Rusya’da sanki Tatar bozkırının bir yansıması olan mıntıkalara yöneltildi. Buralarda da çoğunluğu Avrupalı sömürgeciler aldı. Bu bölgelerdeki yerliler çok geçmeden, kendi ülkelerinde azınlık haline geldiler yahut da gelmek üzereler. Bu şartlar altında kuzeye doğru uzayacak daha geniş bir Türk milliyetçi-liğini düşünmek biraz güçtür. Ama, burada da şunu hatırlatmamız g^ekir ki, Dublin'in çevresindeki Pale, (1) sonunda İrlanda milliyetçiliğine bir engel teşkil etmemiştir.Güneyde nüfusun daha yoğun olduğu bölgelerde

ise durum başkadır. Özbekistan ve Tacikistan'a yapılan Avrupalı göçü, 1959 yılma kadar pek fazla etkili olmamıştır. özbekler ve Tacikler, Fergana'da, Zerefşan vadisinde (Buhara ve Semerkand) Keşke vadisinde ve başka yerlerde biribirleriyle tamamen girift haldedir, tıpkı komşu Afgan ülkesinde de Afganlar, özbekler ve Tacikler'in girift olduğu gibi. Asya'da gu gibi girift hal

tı) Pale, çevredeki ülkeden ayrı hukuk kurallarına ve gümrüğe tâbi mıntak^ demektir. Bunların en ünlüsü îngilizler tarafından kurulan ve Dublin'i merkez alan Pale'dir. Ingiliz'lerin ilk fütuhatı sırasında 1171 yılında Kral II. Henry tarafından kurulmuştur. Ç. N.

Page 35: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

lere rastlanır. Bunun bir misâli de Peşâver civarındaki Pathan. ve Pencablılar karışımında görülür. Diğer taraftan Özbek ve Tacikler'i biribirinden ayırdetmek de çok güçtür. Bunlar İran aslı üzerine gelen Türk halkıdır ve genellikle iki dil konuşurlar. Bu arada şunu da hatırlatalım ki, Özbekler ve Tacikler II. Dünya Savaşı sırasındaki Basmacı devresinde, askerî hizmet alanında mükemmel bir birlik göstermişlerdi. Ruslar'm yaptığı sun'î ayırmayı uygun bulanların bunu da dikkat nazarına alması lâzımdır. Üstelik ben mevcut cumhuriyetlerin herhangi birinden daha büyük ölçüde bir Türk - îran milliyetçiliği düşünüyorum. Böyle bir dü-şüncenin sürgündeki Türkler’i ümitsizliğe sevketme- mesi lâzımdır. Çünkü, netice itibariyle komşu ülkeler, îran ve Afganistan'ın ikisi de Türk - İran karışımıdır.Türkmenler de daha başkadır. Ama Hıyve vâhâsı,

onlar için de bir katalizör vazifesi görebilir. Bu bölgede de halklar çok karışıktır. Türkmenler, Sovyet AzerbaycanlIdaki Azerilerle ortak bir milliyet teşkil edebilirler.Söyleyecek başka bir şey daha var: tyi

muhakeme edilerek hazırlanan ve objektif olan Benningsen - Quel- quejay etüdü netice itibariyle Rus hedeflerinin bir tefsirinden ibarettin Rusların milliyetler politikası ise aslında birer kalıp veya kalıplar serisidir. Bu kalıplara dökülen çeşitli toplumlarm aynı biçime sokulması istenmektedir. Bunu, ülkeyi ziyarete gidip, inceleme imkânı bulanlar farketmektedir.Şimdi bir de, milletlerarası sahnede, Sovyet

Orta Asyası’nm mânâsı gibi büyük bir mesele kalıyor. Acaba özbekler ve Tacikler bu hususta ne düşünürler ve bitişik topraklardaki komşuları bunu nasıl karşılar?

Page 36: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

F: 3

Page 37: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Bu konuda, bu kitabın yazıldığı güne göre, elimiz* de daha fazla bilgi vardır. Ruslar, kurdukları kontrol sisteminin kuvvetlenmesine paralel olarak Asya imparatorluklarının başlıca merkezlerini çeşitli gezginlere açtılar. Ama yine de buralar, Taşkent, Semerkand, Buhara ve Düşembe (1) den ibaret kaldı. Fergana, hâlâ kapalı bir kitap gibi durmaktadır. Diğer taraftan Kazakistan'daki endüstri faaliyeti hakkında bilinenler de pek yetersizdir. Rusya'yı gezenlerin çoğu gerçekleştirilen endüstri hamleleri karşısında hayranlıklarını gizle- yemiyorlar; ama Asya'yı daha derinlemesine bilenler bu ülkedeki Asyalı ve Avrupalılar arasındaki büyük farka şaşmaktadır. Gerçi okullarda çok ırklı bir sistem takip edilmektedir. Ama bir defa okul çağı bittikten sonra, herkes kendi yoluna dönmektedir. Diğer taraftan eser- de etraflıca anlattığımız ve sapmalara karşı yapılan ideolojik savaş ise devam edip gitmektedir. Bu da halklar arasındaki millî ilham kaynaklarının devam ettiğinin bir delilidir.Şimdi bütün bu sonuçlara ilâve edecek bir şey

daha kalıyor: Rusya’nın bu mıntıkalarını gezenlerin intibaları. Bunlar arasında en beşerî tepkiyi gösteren hiç şüphesiz Laurens van der Post'tur. Bu zat, daha, ya-

Page 38: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

km zamanlarda Orta Asya ve Kafkasya'yı gezmiş ve bütün gördüklerini çok hareketli bir eserde toplanıştır. (1) Eser, her iki mıntıkada da, Auslar'm, Rus olmayanlarla olan münasebetlerine dairdir. Yazar, genellikle Sovyetler'in hayat anlayışına karşı tepki duymakta ve her köşede karşısına çıkan teşekküllerden ümitsizliğe düşmektedir. Van der Post, Sovyetler'in, tâbi ırkların self - determinasyonu hususundaki artistik tahditlerinden, Sovyetler'in kendilerine ait olan sanat yoluyla, geçmiş, gelecek ve hâli biribirine karıştırmasından yakınmaktadır. Hepsinin kötüsünü ise şöyle ifade ediyor: «Etrafımda, mutlak olarak Sovyet değerlerini kabul eden, resmî bir çenber vardı...» Bu intibalar, Sovyet propagandasının anlatmak istedikleriyle taban tabana zıttır. Maddî ilerlemeler bile Özbeklerle diğerleri arasında bir yakınlaşma zemini yaratmamıştır. «Hiçbir zaman, kendilerini gönülden yakın hissetmiyorlar, aksine, şuurlu olarak diğerlerinden ayrılar.» Diğer taraftan Van der Post Sovyet imparatorluğu içindeki Rus olmayan halkların geleceği hakkında iyimser görüş- lüdürü. Van der Post, bu halkların bütün bu istilâ ve yok edilme yıllan içinde kendilerine bu hareketlere karşı korumak için yeterli tekniği, kazandıklarına inanıyor.Beşerî duyguları olan ^ir Batılı'nın görüşleri

bunlardır. Görüşleri bunlardan daha da önemli olanlar Doğu ve Batı değerleri hakkında fikir sahibi olan ye Orta Asya'ya güneydeki bağımsız Müslüman devletler tarafından yaklaşanlardır. Pakistan ve Afganistan hududun-

(1) Journey into Russia, 1964

Page 39: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

dan yaklaşan bu gibilerin çoğu, bana, Özbek ve Tacik- ler'in kendilerine yapılan Rus tahakkümünden memnun olmadıklarını söylemişlerdir. Vaktiyle Pakistan ordusu Genelkurmay Başkanı olan General Ha^âuddin Tacikler ve özbekler'in, dağların hemen ötesinde bir Müslüman devletin, Pakistan'ın bulunduğunu hatırlamakla bile büyük bir sürür duyduklarını söylemiştir. Diğer taraftan bir başka arkadaş, Miss Violet Conolly, bölgede şa- hâne el sanatlarının ve bilhassa halıcılığın Rus idaresi altında kaybolduğunu söylemiştir. Başkan Eyüp Han ve beraberindekiler 1965 yılında Taşkent ve Semer- kand'a yaptıkları resmî bir ziyaret sırasında Müslüman bir milletin liderleri olarak, yerli halk tarafından sevinç gözyaşlanyla karşılanmışlardı (1). Dr, Toynbee de, Amu Derya nehrinin Afganistan tarafında bulunduğu sırada, öbür tarafta kendilerini seyreden birçok kimsenin bulunduğunu ve bunların silâhlı muhafızlar nezaretinde olduğutıu ve sının geçmeye karşı yapacaklan en küçük bir teşebbüste vurulacaklanm kaydeder.Cumhuriyetlerin sözde hükümranlığı hiçbir zaman

kendilerinin bir kuvvet sahibi elmasını sağlayamamıştır. Hiçbir yabancı ülkeyle diplomatik temas kuramazlar; dış ticaret de kendi ellerinde değil, Parti vasıtasıyle, merkezin elindedir, O halde, bu cumhuriyetlerdeki milliyetçi hareketlen** ^astmlmasıyla, Sovyetler'in Orta

(D Süleyman Demirel’in de Başbakanlığı sırasında yaptığı Rusya seyahati esnasında gittiği yerlerdeki Türk nüfusu, Türkiye heyetini gözleri yaşartacak derecede inanılmaz bir sevgi ile karşılamıştı, büyük sev£i tezahürlerinde bulunmuştu. (Ç.N )

Page 40: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Doğu'da ve Afrika'daki milliyetçi rejimleri desteklemeleri arasındaki büyük farkı halk da, idareciler de görmektedir.Bütün bu müşahedelerin yamsıra, Orta Asya'nın

gittikçe artan ekonomik önemi (1) bu meseleyi Sovyet siyasetinin en hassas noktası haline getirmiştir. Çin'le olan münasebetlerin gerginliği de yeni bir endişe konusudur.★ ★ ★Taşkent, Alma Ata yahut Firunze'de görülen Çin

yaklaşması, çeşitli çatlaklardan içeri dolan bir med gibidir. Bunu iki ayn yerden düşünmek gerekir: Biri doğrudan doğruya Sinkiang'la olan 2500 km.'lik sınır diğeri de güneyde merkezî Keşmir noktasından itibaren üç cumhuriyetin Çin'le olan sınırıdır.Aradaki çatışmanın tarihi ise ihmâl

edilemeyecek kadar eskidir. Bu çatışmayı anlamak için gereken ilk anahtar çağdaş Rusya ve Çin'i her şeyden önce birer komünist devlet olarak değil, yeni hanedanlar idaresinde birer imparatorluk gibi görmektir. Tarihî gerçek budur. Her ikisinin de komünist olması aralarındaki karşılıklı düşmanlığı ortadan kaldırmış değildir. Bugün Moskova ve Pekin'in üzerinde hüküm sürdüğü topraklar Orta Asya'daki üç imparatorluğun topraklarıdır. Bugün bunlardan sadece Çin ve Rusya ayaktadır. Bunlar komünist ihtilâliyle topraklarını genişletmiş-

(1) Petrol, ipek, maden kömürü, kurşun ve demirli olmayan başka metaller konusunda Sovyet Orta Asya'sının Bus ekonomisindeki önemi lt>S3*e nazaran bugün daha fazladır.

Page 41: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

lerdir. Üçüncü imparatorluk olan İngiliz imparatorluğu barış içinde dağılmış, iktidarı mahallî idarelere ter- ketmiştir.Müâd'ın ilk yıllarında, Çin'deki Han hanedanı

ülkenin sınırlarını Hazar denizine kadar genişletmişti. Hanlar: düştüğü zaman bu durum kaybedildi. VII. yüzyılda Tang imparatorları tarafından sınırlar tekrar genişletildi, ama sonradan yine kaybedildi. XIII. asırda Cengiz Han'ın kurduğü Moğol hâkimiyeti (Yuan hane- dam) Orta Asya'yı da, Çin'i de içine almış ve Çinliler'e, kendilerinde olmayan bir an'ane, Türk topraklarında ve Tibet'te var olmak an'anesini vermiştir. (Cengiz'in, Çin'i fethetmeden önce Orta Asya ve Tibet'te hükümran olması gerçeği, Çinliler tarafından yok edilmiştir.) Bildiğimiz gibi» Kara Hıtay da bu devreden önce Orta Asya'da hüküm süraıüştü. De Quincey'nin acıklı hikâyelerini anlattığı Kalmuklar gibi daha sonraki kabileler ise, ilerleyen Pekin ve Moskova imparatorlukları arasında piyon vazifesi görmüştür. XIX. yüzyılın ortalarında bu iki imparatorluk Balkaş gölü civarında karşılaştı ve 1860'tan itibaren de, Çinliler'in eşit şartlar altında olmadığını iddia ettiği antlaşmalar yapıldı. Bunu, Çarlık Rusyası'nm, anlaşma hattının Çin tarafında bulunan İli üzerindeki Kulca'yı işgali takip etti. On yıl süren bu işgal 1881'de kaldırıldı. O devirdenberi hudut üzerinde bulunan kazaklar her iki imparatorluk tarafından, ileri geri, itilip durdular. Bu konudaki sonuncu anlaşmazlık 1962 yılında oldu. O tarihte, Moskova, 5000 Çinli'nin sınırı tecavüz ettiğini iddia etti. Pekin ise Rusya'yı Çin'e karşı devamlı isyanlar çıkarmaya teşvik etmekle itham etti. Çinliler Sovyetler'in büyük

Page 42: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ilçüde bir harekete girişerek on binlerce Çin vatanda- ,ını Rusya'ya gitmeye zorlamakla suçluyorlardı. Diğer araftajı Çinliler Kazakistan'ın büyiik bir kısmının Sinkiank'm bir parçası olduğunu iddiaya devam etmektedir.Burada şunu hatırlatmak gerekir ki Çin

komünist rejimi Sinkiag'daki Sovyet etkisini gidermeyi başarmıştır. Halbuki burası Stalin zamanında neredeyse Rusya’ya bağlı bir yer halini almak üzereydi. (1)Daha güneyde, Pamir'de (1964 yılında Vahan

koridorunun ucunda bir sınır hattı kararlaştırmış olmalarına rağmen) Çinliler, Sankol sıradağlarının batısında Tacikistan topraklarından 400 km. derinliğinde bir dilimi de talep etmektedir. (2) Bu mıntıka 1895’te İngilizlerle anlaşarak Rugjar’ın Pamir'de ilerlediği son noktayı teşkil etmektedir.Moskava’yı hepsinden çok rahatsız eden olay

ise, Çin'in Himalayalar bölgesinde gösterdiği faaliyettir. Yeni Çın hanedanı ilk faaliyet olarak 1950'de Tibet'i işgal edjp, bağımsızlığını yeni kazanmış Hindistan ile Himalayalar'da doğrudan doğruya temas haline geldi. Halbuki Ingilizler'in Hindistan'daki yayılması sırasında böyle bir çatışma olmamıştı. Bunu çeşitli sınır anlaşmazlıkları takip etti ve nihayet 1962 yılında Çinliler'- in Brahmaputra ve îndus'ta, Hindistan'ın Himalayalar

(1) Şimdi Sinkiang — Uygur muhtar bölgesi olarak bilinmektedir.(2) Pakistan gibi Afganistan da Çin’e yaklaşma emaresi göstermektedir. Çin DeVlet Başkanı Liu Şao-Çi 1966 Nisan'ında Kâbil’i ziyaret etmiş, böylece Çin'in Birleşmiş Milletleri kabulünde Afganistan’ın desteğini sağlamıştır.

Page 43: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

sınırının iki ucuna tecavüziyle son buldu. Keşmir'in bir parçası olan Ladak'a yapılan hücum, Çinliler'in Rusların Pamir'deki ileri karakollarından pek uzak olmayan bir araziye gelmesini sağladı. Bunun sonucunda Çin'le Pakistan arasında bir yakınlaşma oldu; Çin ile Pakistan işgali altındaki Keşmir arasında smır çizildi. Bütün bu gelişmeler Hindistan'a karşı bir Pakistan-Çin mihveri kuruluyor intibaını uyandırıyordu. Çin tarafından desteklenen Pakistan da Keşmir üzerindeki isteklerinde diretiyordu, nihayet bu Keşmir tartışmaları 1965'te kıtanın güneyindeki iki devlet arasında bir savaşın çıkmasına yol açtı.Bütün Orta Asya'yı Keşmir odak noktasında gör-

mek uygun olur. Burası Çin, S.S.C.B., Hindistan, Pakistan ve nihayet Afganistan'ın birleştiği bir odak noktasıdır. Yeryüzünde bu derece stratejik önemi olan yerler pek azdır.Rusya'nın bu gibi gelişmeler karşısındaki

davranışı genellikle, iki yolla en iyi incelenebilir. Birincisi neşriyatı okumak, İkincisi de ilgililerin davranışlarını takip etmektir. Kremimin bazı hususlarda sükûtu muha-faza etmesi o konuda endişeli olduğunu gösterir. Sovyet basınının bütün bu olanlar karşısında hiçbir yayın yapmaması çok şayânı dikkattir. Zaten doğrudan doğruya Orta Asya'da da hiçbir zaman Çin'in bahsi edilmemiştir. Halbuki Çin meselesi Orta Asya halklarını, Sovyeller Birliği'nin diğer taraflardaki meselelerden daha çok ilgilendirir. Buna rağmen bu meseleyi hesaba katmamaya, küçümsemeye karşı bir eğilim vardır ve bu eğilim Kruşçev'in düşmesinden sonra daha da artmıştır.. Kruşçev'den sonra gelenler, daha ihtiyatlı

davranmaya başladılar, tik hareketleri, gerginliği azaltmak

Page 44: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

için basınlarını ikaz etmek oldu; hattâ Çinlilerin yaptığına karşı, öbür yanaklarını çevirmek gibi bir tutum da takandılar. Orta Asya'da bu derece yumuşak davranan Rusya, Keşmir gibi bir yerde Çin'i, Pakistan’ın yardımına getirecek bir ittifaktan çekinmektedir. Kosi- giniri, durumu istikrarlı hale getirmek için sarfettiği gayretler daha iyi bir politika gibi görülüyor. Keşmir meselesinde pek oralı olmamış, Pakistan’ın Kuzey Batı Sının (Peştiinistan) bölgesinde Kruşçev tarafından Afganistan’a yapılan destekleme hareketini de yavaşça durdurmuştur. Ancak bunun karşılığı olarak, Eyüp Han’ı Mr. Shastri ile birlikte Taşkent’e gelmeye ikna edebilmiştir.Kosigin, bu vesile ile bütün dipomatik

maharetini kulisindi, Çin’i bir süre için kenarda tutarak, memle- keketinin menfâatlerini korudu. Keşmir hakkmdaki Taşkentjjdeklarasyonu bizim konumuz dışındadır. Asıl önemli olan bu hareketin Rusya’nın Orta Asya'daki müşkül durumunu başanyla ele alıp düzeltmiş olmasıdır.Taşkent 'bulunmasına karşı Çinljler'in

gösterdiği tepki ilgi çekicidir. Çinliler bunu Kosigin’in normâl bir gezi sırasında Taşkent'e kadar gelişi şeklinde gösterdiler. Diğer taraftan Hindistan'a karşı Pakistan'ı, Israile karşı Araplar'ı, yani Müslüman devletleri desteklemekte devam ettiler, yeni kurulan Çin Müslüman Bir- liği'ni kuvvetlendirmeye çalıştılar. Diğer taraftan Cezayir’de toplanan Afrika Asya konferanslarına, Asyalı bir devlet olmadığı için Rusya’nm katılmasını istemeyen Çin, konferanslann kesilmesine sebep oldu. Ne-tice şu ki, Çin Orta Asyadaki Türk îran huzursuzluğu

Page 45: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

nu artırmak için elinden geleni yapacaktır. Ben, şahsen Çin'in Sovyet Orta Asyası'na göz diktiğine kaniim, böylece asıl hedefi olan Himalayalar'm güneyine geçmeye sıra gelecektir.Diğer taraftan Türk olsun, îranlı olsun, Orta

Asya halkları için ise, durum hiç de keyif verici değildir. Eğer akılları varsa, kendilerinden önceki Kalmuklşır yahut Kazaklar gibi Batı ve Doğunun yeni hanedanları arasında bir futbol topu haline gelmekten kaçınacaklar-ladır, Ruslar'm tahakkümü altında olmak onlara Araf'ta omak, Çinlilerin eline düşmek ise cehennemde bulunmak gibi gelir. îş işten geçmeden Tibet'in âkı- betini unutmamalıdırlar.★ ★ ★Peki ne yapmalı o halde? Kuzey, Rusya'ya Pale

olmuştur. Güney vâhâlan için, şimdi daha fazla ümit vardır. Lord Kennet'in bu yılın Şubat ayında, parlamentoda yaptığı konuşmasından aldığım şu satırlar, durumu oldukça aydınlatacak mahiyettedir sanırım:«Sözlerimin Asya ile ilgili kısmına son

vermeden Çin - Sovyet çekişmesi üzerinde durmak istiyorum. Bir defa ideolojinin bizi fazlaca endişelendirmesine lüzum yoktur: Değişecektir. Değişmeyecek olan bu biribirine düşman iki dev rakip arasındaki ve her ikisinin de içlerine kadar nüfuz etmiş olan tslâm kuşağıdır... Yer-yüzünde kendi mukadderatına sahip olmayan yegâne Müslünıanlar da bunlardır. (1) Rusya, Müslümanlar'mı hür bırakmıyor. Ama onlar kendi hürriyetlerini ala-

(1) Konuşmacı burada biraz fazla ileri gitmektedir. Müslüman Çinli* kr’i, İsrail'deki Arapiar’ı ve nihayet Hintli olan 4C.00C*.0C0dan razla Müslüman'ı unutuyor.

Page 46: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

caklardır. İngiliz, Hollanda ve Fransız imparatorlukları nasıl zamanla dağıldıysa, Rus imparatorluğu da da- ğılacaktır. Çinliler buna yardımcı olacaktır. \ardımcı olacaktır, çünkü onun tabii genişleme çizgisi Türkistan denilen yerdedir. Burası çok az nüfusludur. Boştur.Eğer Çin'in genişleme politikasından

etkilenecek biri olacaksa, bunun Batı olacağını sanmam. Diğer taraftan Rusya imparatorluğu parçalanmaya başladığı zaman, yanında bir yardımcı bulmak amacıyla, Batı'ya daha fazla yaklaşacaktır. Onlan bir milletler camiası haline getirmeye sevkedebileceğimizi tahayyül ediyorum.» (1)Bana öyle geliyor ki, bu bazı haberlere

dayanan bir keramettir. Bağımsızlık her zamankinden çok havada asılıdır şimdi. Yabancıların sürekli olarak başka ırktan ve başka kültürden olan medenî insanlara tahakküm etmesi, yaşadığımız çağda akıl almaz bir şeydir. İrlandalIlar, asırlarca beklediler, sonunda siyasî hürriyeti ekonomik konfora tercih ettiler. Ruslar'm sinir sistemi ne kadar kuvvetli olursa olsun, sonunda etraflarındaki hürriyeti gören ve kendileriyle beraber olmak istemeyenlere tahakküm etmekten bıkacaklar- dır.Diğer taraftan, Çin'in baskısı ne olursa

olsun, bu insanların Rus boyunduruğundan çıkıp Çin boyunduruğuna girmeyi düşünmeyeceği de muhakkaktır. Akla

<1) Bu konuşmayı yapan Lord Kennet sosyalisttir. Rus imparatorluğunun parçalanmasının gerçekleşeceği şüphesizdir, ancak onunki İngiliz, Hollanda ve Fransız İmparatorluklarının dağılmasından da ha başka biçimde olacaktır.

Page 47: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

gelen şey önce Keşmir muhtariyetim kazanması, bu örneğin Orta - Asya'nın Türk - tran halklarına sıçramasıdır» Belki, bundan sonra açık denize çıkma mücadelesine başlayacakları düşünülür.Aslında biz Batılılar için tahammül edilmez

olan Rusya imparatorluğu değil —çünkü imparatorluk tanıdığımız ve beğenebileceğimiz bir şeydir; imparator lukta asâlet, dürüstlük olabilir— Sovyet teşkilâtının maskeli davranışı ve bizzat kendileri geniş bir imparatorluğun hâkimi iken vaktiyle, denizlerde gemi yüzdürmüş olan emperyalizmi mahkûm etmeleridir.Aslında Rusya ve Çin, Cengiz Han'dan bu yana

geçen asırlar boyunca bir benzerine rastlanmadık derecede merhametsiz birer emperyalist ülkedir. Komünizm bandırası altında yeni bir hanedanın hâkimiyetini yaymışlardır.Bu kitabın hedefi, Orta Asya'nm durumunu hür

dünyaya duyurmaktır. Bundan sonra çağdaş kamuoyunun kuvvetleri kendini göstermeye başlayacaktır. Halk, sonunda varlığım ve sesini milletlere duyuracak; rüyalarda bile gerçekleşeceğine imkân görülmeyen —ha-pishanelerden başka— hal çareleri ortaya çıkacaktır. Nisan 1966 O. C.

Page 48: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

BİRİNCİ BASKININ ÖNSÖZÜ

XIX. yüzyılın ortalarına doğru sonradan Kuzey - Batı Sınırı diye bilinen topraklarla Pencab'a hâkim olan İngiltere'nin karşısında, Orta Asya'da Rusya'nın hayâli dikilmeye başladı. O tarihten itibaren de,, Hin- distandaki İngiliz hükümeti, dış siyasetini, Orta Doğu sınırlarını istikrarlı bir halde tutmaya Rus yayılmasına karşı Afganistan ve İran'ın varlıklarını devam ettirmeye yöneltti. Bu politika sonucunda, Rus genişlemesi, bugün bulunduğu yerde durdu.Sovyetler'in, Orta Asya'daki Türk

topraklarında Çarların yerine geçtiği sırada, İngiltere, kuvvetlerini Hindistan kıtasından çekti. Böylece güney ve güneybatı Asya'da İngiliz etkisi zayıfladı.'Ruslar, Orta Asya'da Türk - İran asıllı milyonlarca Müslüman'a hâkim oldular. Vaktiyle Türkistan diye bilinen bu topraklar aslında İslâm ve Sovyet dünyası arasında bir denge mm- tıkasıydı. Bu kitabın hedefi, Stalinin ölerek yeni tesirlerin ortaya çıktığı bu günlerde, buradaki halkların ko-münist dünyası ile Batı arasındaki mücadelede oynayacakları rolü belirtmektir.Rusya Orta Asyası hakkında tarihî veya çağdaş

bilgiler için hiç değilse elli yıl geriye gitmek gerekir. Bugün gerçek değeri olan modern kaynaklan elde etmek son derece müşküldür. Aradaki boşluk ancak Rusya ve Türkiye vasıtasıyle doldurulabilir. Ben, bil

Page 49: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

hassa bir devre için —Ekim ihtilâliyle Sovyet iktidarının sağlamlaştığı süre arasındaki devre— diğerlerinin arasından, İstanbul üniversitesinden Profesör Zeki Ve- lidî Togan’m eserine başvurdum. Kendisi de Rusya'da o devirdeki olayların aktörlerinden olan Togan'ın Bugünkü Türkili adlı eseri Türkçe idi. Bu esere yapacağım atıf, İngiliz okuyucusu için bir anlam taşımayacağından yazarın izniyle kitaptan bazı parçaları tercüme ederek eserime aldım. Ayrıca W.E.D. Allen’in Şarkiyat sahasındaki çok geniş bilgisinden Türk dili hakkında rakipsiz bilgisi olan Viyana üniversitesinden Dr. Stefan Wurm'dan geniş ölçüde faydalandım.Ben Türkolog değilim. Afgan sınırındaki komşu

Müslüman ülkelerin yakınında bir ömre yakm bir zaman geçirdim. Buradaki çalışmalarım bana çok şeyler öğretti. Müverâünnehr'deki Rusya, Peşâver'den Amu Derya'ya doğru bakanların akimdan hiçbir zaman çıkmaz. Türkîer'in dil ve etnik farklılıkları, bu kitapta gösterdiğimden çok daha derindir. Türkiye'nin durumu şüphesiz açıkça ortadadır. Türkiye Türkleriyle birlikte Azerîler'i ve Türkmenler'i (dil bakımından, ama coğrafya bakımından değil) Bstı Türkîerl diye ayırdım* Volga ve Urallar'la Kırım'ın bazı mıntıkalarında oturanlar için Tatfcr veya Türk-Tatar tabirini kullandım. Eskiden Türkistan diye bilinen ve bu kitabın asıl konusunu teşkil eden yerlerde oturanlara Türkistanlı demekten kaçındım, Doğu Türkleri veya Orta Asya Türk- yeri dedim. Orta Asya Türkleri hakkında daha belirli bir ifade kullanmak gerekince de Özbek, Kazak vs. diye ayırdım.

Page 50: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

O.C.

Büyük Rus tarihçisi Barthold’un eserinin Fransızca tercümesinden faydalandım. Barthold şöyle diyor:«Türk tarihini incelemek} çok defa nâdiren

aynı adamda bulunabilen bilgilere sahip olmayı gerektirir. Bu bakımdan Türk halklarının tarihini yazmak iç Türkolog olmak yetmez. Ele alman çağa göre Çin, Arap, yahut Iran tarihlerini ve dillerini de çok iyi bilmek gerekir.»Batılı yazar için, bu bile yetmez, çünkü o

aynı zamanda Rusça da anlaması lâzım gelir. Orta Asya çeşitli ilimlerin çatıştığı bir yer.

Mart 1953

Page 51: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Okyanuslar’ın çok Ötesinde, hemen hemen Asya’nın ortalarında, çok yakın zamanlara kadar Rus ve Çin Türkistanı olarak bilmen iki büyük tabii havza vardır. Bunların her ikisi de dünyanın en yüksek dağlarıyla kuşatılmıştır. Dağların bittiği yerde, çöle, yahut iç de-nizlere kadar uzanan ovalar başlar. Bu havzalar okyanusa ulaşamayan nehirlerle sulanır. Her ikisinin de başlıca sakinleri Türkler’dir. Buralarda başka oturanlar da olmakla beraber, Türkler yine de hâkim burumdadır. Bu Hazar bölgesi Türkleri’ni Türkiye ve Kafkas Türkleri’nden ayırmak için onlardan Doğu Asya veya Orta Asya Türkleri diye bahsetmek yerinde olur.Türkistan'ın bu iki kısmı, dünyanın en yüksek

dağlarının düğüm noktası olan Pamir'den başlayan büyük dağ silsilesiyle biribirinden aynlır. Kabaca söylemek gerekirse, Hindukuş ve Karakurum’la Tiyenşan'ı bağlayan düğüm noktası, Rus Türkistanı ile, bugün Sin- klang diye bilinen Çin Türkistan’ı arasında siyasî hududu teşkil eder.Sinkiang hakkında çok şey bilinir ve çok şey

yazılmıştır. ilk yüzyıllarda, Pamir’in doğu ve batısında vaha medeniyeti yaşayan Orta Asya Türkleri’nin tarihinde biribirine paralel iki hareket vardır. Bazı hane-

F: 4

Page 52: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

so

danlar dağların her iki tarafına da yayılmış, diğer taraftan İli vadisi, ticaret ve fetih iç;n tabii bir yol teşkil etmiştir. Daha yeni zamanlarda da Sinkiang kapı, lannı daha geniş bir şekilde Batı'ya açmıştır. 1947’den önceki yanm yüzyıl içinde Hindistan'ın Kâşgar'da İn-giliz hükümetinin menfaatlerini koruyan bir konsolosluğu vardı ve yine yakın zamanlara kadar İngiliz ve Amerikahlar'ın başkent Urumçi'de temsilcileri bulunuyordu. Büyük arkeolog Aurel Stein, Tarım havzasındaki Hotan’m kumlan arasında, kaybolmuş şehirler keşfederek, kendisine büyük bir ün sağladı. Onun zamanından itibaren, birçok seyyahlar, Mançular’m düştüğü çağlardan, Komünist Çin iktidarının doğuşuna kadar olan süre içinde, Tanm ve Cungarya vahalarındaki siyaseti öğrenmek ve öğretmek için kendilerini bu konuya verdiler. Ancak ondan sonra, hemen hemen üç yıl kadar önce, Sinkiang, kapılarım Batı’ya kapadı. Halbuki burası, daha önce, Asya seyyahları için Hi- malayalar’m en uzak kısımlarıyla birlikte başlıca inceleme hedefini teşkil ediyordu. Bazıları, Sinkiang’m bu sebeple asıl önemini kazandığını düşünebilir.

Bugün Orta Asya’daki beş Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinden biri olan Rus Türkistam’na gelince, orasının durumu başkadır. Oxus mıntıkasındaki Doğu Türkleri daima, tuhaf bir tereddüt içindeydi. Ancak Ruslar, asırlardanberi yasak bir ülke olarak kalan bu bölgeye yaklaşabilmiştir. Ülkenin büyüklüğünü ve tarihin eskiliğini göz önünde tutarak, Batı’mn, burası hakkındaki bilgisinin, medenî dünyanın başka taraflarına göre çok az olduğunu söyleyebiliriz. Bir defa mesafe bakımından çok

Page 53: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

büyüktür. Bugünkü Kazakistan'ın kuzey sınır

Page 54: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

larına kadar uzayan bozkır da dahil olmak üzere bölgenin bütünü, taksimden önceki Hindistan'dan daha büyük olduğu gibi, Birleşik Devletlerin de yarısından daha büyüktür. Ve üstelik, çoğu çöl olduğu halde bu 1939'da bu mıntıkada oturanların nüfusu on yedi milyonu buluyordu (1). Bu rakam da Kanada, Yahut Avustralya'nın nüfusunu bariz bir şekilde geçmektedir. Üstelik, buradaly ahali, biribirine bağlı gruplar halinde ya kesif ziraat mıntıkalarında yahut yeni endüstrilerin geliştiği şehirlerde toplanmıştır. Ama yine de Türkistan'a hemen komşu olan İran ve Afganistan hakkındaki bilgilerimizle kıyaslanırsa, burası hakkındaki bilgimizin çok kısır olduğu görülür. Hele Pakistan ve Hindistan'la yapılacak bir kıyaslama büsbütün şaşırtıcıdır.Hazar denizi ile Tiyenşan dağlan arasındaki

Turan havzasının tecrid edilmiş durumu, burasının Türk ırkının menşei olduğu düşünülünce, daha da büyük ehemmiyet kazanır. Burası aynı zamanda, devrinde Bağdâd, Şam ve JCurtuba’ya rekabet edecek bir İslâm medeniyetinin de beşiği olmuştu. VII. yüzyılın sonlarında Araplar'm Maverâünnehr'i fethetmesi üzerine

Page 55: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar
Page 56: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Turan havzası Müslüman Doğunun bir parçası olmuş* tur. Bugün, bölgenin birçok tariflerinde, buranın »dı bile geçmez. Halbuki Maverâünnehr’in, coğrafya ve kültür bakımından, kıta Rusya’sı ile Güneybatı Asya'daki Türk-îran sistemi arasında vaktiyle mühim rol oynamış bir tampon bölge olduğunu ileri 6ürmenin zamanı gelmiştir.Tampon bölgelerde daima bir gerginlik olur.

Misâl olarak Polonya, Alsace ve Kuzey-Batı Sınırı’nı hatırlayalım. Diğer taraftan eğer —bu durumda olduğu gibi— tampon bölge halkı halihazırda tâbi bulundukları «iktidarsa yabancı ve komşularına yakın olurlarsa, bu gerginlik daha da fazla olur. Elimizdeki misâlde de tampon bölge güneyde, Hindistan'ın büyük nüfusu ile Orta-Doğu'nun zengin kaynaklarına dönük olan bir hududa komşudur. Bunu göz önünde bulundurunca, 'Rusya’nın burasına, hasıl bir ağır ağır sindirme poli- litikası takip ettiğini anlamakta güçlük çekmeyiz. Bilhassa Çarlar’dan sonra gelen Komünizm zamanında Türkistan ahalisi görülmemiş bir baskı altında bırakıldı. Bu baskı, onları, o zamana kadar olduklarından bambaşka bir kalıba sokmayı hedef tutuyordu, üstelik dal, ana gövdeden ayrıldıktan sonra bu sindirme işi çok daha kolay olur. Bu bakımdan yeni idareciler eski devirlerdekinden çok daha katı bir şekilde tecrit sistemi takip ettiler.Perde, Sovyetler’den değil, daha Çarlardan

önce Türkistan’ın üzerine kapandı. Buhara emirlerinin mutaassıp bir şekilde içe kapanıklığı, burasını ve hele komşuları olan Semerkand'ı dış dünyadan tamamen ayn bir efsane ülkesi haline getirmişti. XVII ve XVIII, yüz

Page 57: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

yıllarda pek az Rus ajanı Hıyve ve Buhara’ya, girebildi; bunların da çoğu yakalanarak esir edildi. Şüphesiz, Ruslar’m Hıyve hanlarınca esir edilmesi aradaki savaşın başlıca sebeplerinden biri oldu. Öte yandan bu bölgeye gelenler arasında başka Avrupalı isimleri Rus isimlerine göre daha azdır. Bunlann en önemlisi 1832’- de Merv yoluyla Buhara'ya ulaşan ve iyi kabul gören Alexander Burnes’dür (1). Kuzey-Batı Smın'nda Abott 1840’ta Hıyve’yi ziyaret etti. 1841 'de Buhâra’ya ulaşan talihsiz Stiddart ve Connolly ise Emir Nasrullah tara* fından korkunç bir şekilde öldürüldüler, tki yıl sonra da Dr. Wolf, kendisinden önce giden iki İngiliz'in akıbetini öğrenmek için büyük tehlikeleri göze alarak Buhâra’ya gitti. Kendisini bir derviş diye kabul ettiren Macar Vamb&y, oraya gidince 1863’te bütün Müslüman devletlerle alâkasını kesmiş bir ülke buldu. Tam bir tecerrüd içinde olan ülke büyük bir şüphecilik içinde yaşıyordu ve bu şüphecilik az kalsın hayatına mal olacaktı. Semerkand’m kendi içine kapanışı ise büsbütün vurucudur. Amerikalı Schuyler’e göre, 1404’te, Kastilyalı III. Henri’nin Timur nezdindeki elçisi olan Gonzales de Ckavijo zamanından 1841’de Khanikov’un seyahatine kadar, 1620’de gönderilen bir Rus görevlisi ile 1774’te görevli olmadan giden bir Rus subayından başka hiçbir Avrupalı Semerkand’a ayak basmamıştır. Dört yüz yılda iki ziyaret. Buranın Batı’nm muhayyilesini kurcalayıp durmasına şaşmamak lâzım.

(l) Bu ve diğer isimler hakkında, bilgi almak İçin bibliyografyaya, ba- kınız. Bibliyografyanın dışındaki bilgiler Z. V. Tfcgan'ın eserinden

alınmıştır.

Page 58: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

işte bu bakımdan, Ruslar’m 1865’te Taşkent'i, üç yıl sonra Semerkand'ı ve 1873'te Hıyve'yi zaytetmesi ortalığı karıştırmadı. O zaman, hiç değilse bu esrarlı şehirlerin sırrı ortaya çıkacak diye düşünüldü. Ama bu düşünce yanlış çıktı. Ancak çok istisnaî kimselerin girmesine, bir de çok sıkı bir murakabe altında giril-mesine izin verildi. Bunlar arasında Schuyler ile Cur- zon'u sayabiliriz. Bu arada tabii bir kısım Fransız muhabirleri de vardı. Hususi bir izinle giren bu muhabirler, Curzon'un göremediği birçok hususları müşahede etmeye muvaffak oldular. Bunlar arasında, Curzon ta-rafından da çok seçkin biri olarak tanınan Vicomte de Voüe'yi sayabiliriz. Ancak onun yazdıkları da tasvirlerinin kuvveti dışında, önceden bilinenlere pek az bir şey ekledi. Curzon'un eseri de Schuyler'inki kadar renkli değildir. Çünkü Curzon hem onun kadar çok gezememiş hem de yerli halkla fazlaca tejrıas etme imkânını bulamamıştır. Ancak eseri hem Schuyler'inki- ne, hem de Iran hakkmdaki kendi büyük eserine uygun bir hüviyet taşımaktadır. Östelik hem üslûbu, hem de ortaya koyduğu konular, bakımından Gibbon'a yaklaşmıştır diyebiliriz.Ancak Schuyier'le Curzon, karanlıkta çakan iki

ışık gibidir. Orta Asya halklarının incelenmesi, Çarlar zamanında Ruslar tarafından yapılmış —bu arada Rad- loff ve Barthold'un isimlerini sayabiliriz— ancak I. Dünya Savaşı'na kadar, Avrupalı ve Aınerikalılar'm Oxus'un kuzeyindeki seyahatlerini kolaylaştırmak için pek az gayret sarfedilmiştir. Sanki her zaman için gizlenecek bir şey vardı: Bir isyan, bir katliâm gibi. Çar- Jar'm hükümeti Asya ülkelerinde başkalarının araşt r-

Page 59: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ma yapmasını büyük bir hiddet ve kıskançlıkla takip ediyordu. Her şey çok sıkı bir kontrol altındaydı. Stratejik bakımdan lâzım olduğu için yapılan yeni demiryolları, milletlerarası ticareti kolaylaştırmaya yaramadığı gibi, seyyahların bu imkândan faydalanması da çok hususî izinlere tabi idi. I. Dünya Harbi’nin ilk kısmında bu husus daha da sıkilaştı; hükümet, ülkeyi, önce Avrupa cephesinde esir edilen Avusturya - Macaristan esirleri için hapishane olarak kullandı. Ardından baş- gjösteren isyanın çok kanlı bir şekilde bastırılması, sonra da kıtlık ve veba geldi. Ancak 1917'deki iki ihtilâl perdeyi oldukça araladı. Böylece dış dünya, bir dehşet zemini içinde birbiriyle mücadele eden çekişmelere şahit oldu. Sönra... Perde yeniden kapandı.

★ ★ ★

1918-1920 yılları arasındaki zamanı Müdahale Devri diye adlandırmak, Ruslar'm âdetidir. Bununla anlatmak istedikleri de o devrin büyük keşmekeşinin, sadece Ruslar’ı alâkadar eden meselelere sömürgeci İngiliz entrikasının karışmasının sebep olduğunu anlatmak isterler. Bu devre içinde ise, Ingilizler'in Türkis-tan'daki nüfuzu, Merv'den öteye geçememiştir. Üstelik zaman, Rusyanın Asya İmparatorluğumu ele geçirmek için mücadele eden kuvvetleri gerçek bir müşahedeye tabi tutmak için çok kısadır. Bu devredeki kesif mücadeleler için, ancak Asya asıllı ve Müslüman kültürünün üzerine Rus eğitimiyle yetişmiş şahıslara müracaat etmemiz lâzımdır. Bu dönem içinde, bunların kendileri de bağımsız millî devletlerin kurulmasını destekleyici olarak bu mücadeleye katılmışlardır. Bu gibi kimseler,

Page 60: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

sadece kendi halklarının imkân ve kabiliyetlerini bilmekle kalmıyordu; aynı zamanda, eski bir düzene yeni bir şekil verecek ihtilâlci düşünce hakkında kâfi bir doktrine de sahiptirler. Ancak bunlar, kısa bir süre için-de, büyük bir hayal kırıklığına uğradı: Bolşevikler önce verdikleri sözde durmadılar. Ancak bu, müspet bir gerçeğin, menfi bir gerçeğe bakarak değerlendirilmesi gerektiği mânâsına gelmez. O devirde, hâdiseler, yerli ıslahatçıların fikirlerini ve ele geçirdikleri fırsatları değerlendirmelerine, gerçekleştirmelerine imkân vermeyecek kadar hızlı, ve kuvvetli olarak gelişiyordu. Allah'-tan bunlardan bazıları hatıralarını yazdı. Halklarının ümitlerini ve kuvvetlerini belirttikleri gibi, tarihin akışı kendi istedikleri yöne döndüğü takdirde, başarabile-cekleri şeyleri de belirttiler. Bunların arasında Mustafa Çokay ile Zeki Velîdî Togan'ı sayabiliriz (Ruslarca Çokayef ve Velidof diye bilinirler). Çokay ve Velîdî bu karışık, devirde Doğu Türkleri’nin lideri idi. önceleri Sovyetlerle anlaşırken, sonradan anlaşmazlığa düştüler; böylece Türkistan halklarının siyasî hürriyete kavuşması imkânsız hale geldi.Çokay, 1917-1918 yılında, kısa bir süre için,

şimdi Özbekistan'ın bir kısmı olan Fergana vadisindeki Ho- kand'da müstakil bir devletin başkanı oldu. Mustafa Çokay iki harp arasındaki yıllarda Batı Avrupa'da tesirli bir şekilde yazdı ve ders verdi, (lectured) Ayrıca Sovyet hâkimiyetine karşı ülkesinin gösterdiği tepkiyi anlatan Rusça bir kitabı da vardır. Onun 1942’de Almanya'daki ölümünün hikâyesine ileride döneceğim. Burada şu kadarım söyleyeyim ki, o, yazılarından çok, tnillf bir hareketin ilham kaynağı ve kurucusu olduğu

Page 61: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

için hatırlanacaktır. Bu hareket II. Dünya Savaşı'nda ve başka ellerde dikkati çekecek derecede önemli bir yol almıştır.Togan, nâdir rastlanan bir simadır.

Profesyonel bir tarihçi olduğu için, bizzat —ve küçümsenmeyecek— bir rol oynadığı hâdiseler serisini tarihe maletmiştir. Kendisi Türkistanlı değil, Başkürdistanlı’dır. İlk defa, UraP lar'da, kısa bir hayatı olan, Küçük Başkurdistan Cumhuriyetinin başkanı olarak sahneye çıkmıştır, ihtilâlin ilk yıllarında, Sovyet sömürgeciliğinin iki zirvesi olan Lenin ve Stalin'in yakın itimadını kazanan Togan, 1920'de hayal kırıklığına uğrayarak onlara sırt çevirmiş, ondan sonraki üç yılı, Buhâra ve çevresinde çeşitli teşebbüslerde bulunarak, bölgede Sovyet kılığı altında, Rus hâkimiyetinin tekrar kurulmasını önlemek için mukavemet teşkilâtı kurmaya çalışarak geçirmiştir. Bu müd-det içinde Enver Paşa'yı da birçok defa görmüştür. Enver Paşa'nm ölümünden sonra Zeki Velîdl Togan'ı, Afganistana çekilmiş olarak görüyoruz. Sonunda Türkiye'ye geçmiş ve bir müddet sonra İstanbul Üniversitesine profesör et1 muştur. Halen o görevdedir. Togan 1929’da modern Türk-çe ile «Bugünkü Türkili» adı al-tında, Doğu Türklerinin safındaki mücadelesini anlatmış, buna, 1940'dâ bir fasikül ilâve etmiştir.Bu eser, Hazar Denizinin doğusundaki Türk

halklarının ciddî bir tarihidir. Üstelik büyük bir tarih kültürüne sahip ve halkının hizmetinde büyük tecrübesi olan bir Orta Asya Türkü tarafından bizzat yazılmıştır. Eserde Batılı tarihçilerce az bilinen bir ülke hakkında, ananelerin incelenmesine dayanan uzun vadeli fikirler vardır. Bu fikirlerin Türk tarih ve edebiyatına

Page 62: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

vâkıf bir âlim tarafından ileri sürülmesi ayn bir ehemmiyet taşır. Eserde, yapılan mücadelenin sebepleri ve kaynakları araştırılmaktadır. Bugünkü TürkdUi, bizzat Lenin ve Stalinle olan gizli konuşmalardan Enver Paşa destanına; Doğu Türkleri'nin kabile teşkilâtından, İstanbul'daki vatandaşları olan Jön Türklerin on yıl önce yapmak istediği gibi sosyal demokratik reförm programına varıncaya kadar çeşitli konulan içine almaktadır. Eserin her satırından fışkıran şiddetli vatanperverlik duygulan da aynca dikkati çeker. Muharririn öğrenmek istediği tek şey, bugün kalanların, sesini duyup duymayacağı ve mücadele ruhuna cevap verip vermeyeceğidir. Ancak.bunu duymuş olanların çoğu demirden bir zulmün çizmeleri altında ezilip gittiler.önce, Togan'ın kitabının basit bir tercümeyle

İngiliz okuyuculanna sunulabileceğini düşünmüştüm. Ancak sonradan fikrimi değiştirdim. Çünkü kitap# muazzam bir eserdir. Eski kabile teşkilâtı ve an'anelerle ilgili teferruatlı kısımlar ise sıradan okuyucuyu pek ilgilendirmez. Türkler için değerli olmasına rağmen, hemen hemen efsaneleşmiş bir ülkenin varlığı mazisiyle alâkalanan yabancılar için çekici olmayabilir. Halbuki onun anlatmak istediği şeyleri yeni bir tefsirle Batı'ya getirmek mümiüçdür. Bu da muharririn fikirlerini kullanıp, gereken yerleri çıkarmak yerine başka^ malzeme koymak suretiyle yapılabilir. Şüphesiz bu değişiklikler eserin orijinalini aynen aksettirmemiş olur, buna karşılık tefsiri yapanın daha objektif kalmasını sağladığı gibi, ona kaynak olarak aldığı eserden bol bol faydalanmak imkânını verir. Türkiye dışındaki okuyucular için, kazanç, kayıptan daha fazladır.

Page 63: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Sonra elimizde daha başka kaynaklar da vardır. Bunlaıftn »başında mülteciler gelir: Sovyet rejiminin yerleşmesinden hemen sonra kaçanlarla, II. Dünya Harbi'nin meydana getirdiği imkânlardan fcaydalanarak hapisten kaçan daha genç gruplar da bizim için bilgi kaynağıdır. Bunların isimlerine eser boyunca raslana- çaktır. Aynca, perdenin arkasından gelen bazı ışıltılar da vardır. En şiddetli hudut muhafazası bile, sevgi duyulan ve hafif bir mülteci akımım hoş karşılayan ülkeye sızmalar olmasını önleyemez. Bunların hepsinde ışıklar vardır. Üstelik bazan, Kremlin'in ve hattâ bizzat Stalin'in beyanları, daha da kuvvetli ışıklar yakar. Ayrıca, eskinin yerine daima yeniyi getirmeyi âdet edinmiş olan Sovyet propagandasının zaman zaman faydalı olduğunu unutmamak lâzımdır. Bunlardan başka, zaman zaman bazı Batılılar, umulmadık bir fırsat yakalayarak Türkistan'a girmek, gördüklerini nakletmek imkânını bulmuşlardır. Bununla beraber yine de yeni ile birlikte eskiyi iyi bilmek lâzımdır. Ancak bu sayede kıtadaki büyük sindirme hareketinin ne dereceye vardığını anlamak ve bin yıldan fazla bir zaman boyunca süren Türk - İran tarihinin muhassalası olan bir hüviyeti ne dereceye kadar tanınmaz hâle getirdiğini görmek mümkün olur. İdeoloji ismini kullanarak söylemek gerekirse sonunda Müslümanlık veya Komünizm galip gelecekti. Ama her şeyden önce iki kutbun birbirine olan tesirlerini gözönünde bulundurarak muhtelif şıklara dikkat etmek gerekir.İhtiyatı da elden bırak amak lazımdır.

Mültecilerin kitapları, zalim bir i< a e altında bulunan vatanları-

Page 64: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

nm istikbali hakkmdaki hayalleri simgeleyen vatan- perverâne görüşleri dile getirir. Konuya bu açıdan yaklaşan bir muharrir, yabancı hakimiyeti altında elde edilen ilerlemeleri ve ulaşılan refahı değerendiremez ve bunların hepsini hürriyetin kaybma feda eder. Çarlar zamanında olsun, Sovyetler zamanında olsun, yapılan maddi işleri hor görür. Orta Asya halkları ve onların meselelerine eğilen birçok müstesna değerde Rus âliminin çalışmalarını da değerlendiremez. Burada, bu görüşün tashih edilmesine teşebbüs edilmiştir. Ancak Togan ve başkalarının adı geçtiği zaman, okuyucu ha-tırlamalıdır ki, bunlar yapılan işlerin dünyevî değerine ehemmiyet vermez. Onun hesabı günlük düşüncelerin çok üstündedir. Hem başka milletler, peygamberlerine dayanarak, her türlü baskıya rağmen siyasî ve manevî bir an'aneyi muhafaza etmemişler miydi? O halde Doğu Türkîeri niçin etmesin?

Page 65: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

TURAN HAVZASI

İnsanı arka arkaya şaşkınlığa düşüren te-zatlarla dolu olan bir ülkede harikulâde bir şeyler olmalı, O ülke ki, sarp dağlannm ucu rumlu yamaçları, uçsuz bucaksız ovalarda son bulur; sahilsiz kum denizlerine adacıklar gibi serpilmiş yeşillikler vardır. Dev ne-hirler, bataklıklarda kaybolup gider. Kala-balık nüfuslu şehirlerin yanında çadırlı ikamet yerlerine rastlanır ve çölün derbeder hürriyetinin getirdiği, sakin bir çalışmadan ibaret hayat tarzı vardır.».

CURZON

Modern dünya haritalarında bir Türkistan cumhuriyeti yahut devletine rastlanmaz. Victoria çağı haritalarında bile Türkistan'ın Rusya, Çin ve Afganistan arasında bölüşülmüş olduğu görülürdü. Rusya topraklarından, Hazar Denizinin doğusundaki geniş bir kısım da Transcaspia diye anılırdı. Çince Sinkiang (Yeni Dominyon) âdı, bugün Avrupa dillerinde bile Tanm havzası ve Cungarva yerine kullanılır oldu.

Page 66: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Sovyetler'in başlangıcındaki Basmacı isyanı .sırasında, Türkistan adı, daha geniş bir Türk milliyetçiliğinin parolası ve Kremlin’in Orta Asya'daki sözde kavim cumhuriyetlerini kurmasıyle de, sonunda atlaslardan kaybolan bir mıntıkanın adı olarak Rus Türkis- tanı haline geldi. Bugün, Rusya'da, bu isim Sir Derya yakınlarındaki bir şehre verilmiştir ki; buranın eski adı Yese yahut Yassı idi. XII. Yüzyılda yaşayan ünlü velî Ahmed Yesevî buralıdır. Böylece, günümüzde, Amu Derya ile Hindukuş Dağlan arasında sıkışmış nispeten küçük Afganistan bölgesi dışında haritalarda Türkistan arazisine rastlanmaz. Bu modası geçmiş terimin yerini, millî gururun yarattığı bir başka isim almaktadır: Türkili. Yani, Türkler'in anavatanı.Bu yeni şekil, bir bakıma XVI. Asır başlarında

ortaya çıkan coğrafî anlayışa bir dönüş olmaktadır. O devirde Bâbur Fergana vadisindeki vatanından çıkmış, önce Kâbil hükümdarı daha sonra d â Hind Moğol imparatoru olmuştu. Bâbur hatıralarının sadece üç yerinde Türkistan'dan bahseder, o da Yese kasabasını anarken. Bugün Rus Orta Asyası diye bilinen topraklar Mâverâünnehr etrafında merkezileşmişti. Mâverâün- nehr, «nehrin ötesi» anlamına gelen Arapça bir kelimedir. Burası bir düâb yahut Mezopotamya'dır ki, Yunanlıların Oxus ve Jaxartes, Araplar'm Ceyhun ve Sey- hun, tranlılar'ın da Amu Derya ve Sir Derya dedikleri, nehirlerle sınırlanmıştır. Avrupalı yazarlar, Mâverâün- nehr'e genellikle Transoxiana (1) der.

(1) Bilginler. Transoxiana ve Transoyania adları arasında mütereddit-tir. Bartbold ve G. Kirk birincisini, A. Toynbee ve M. Czaplicka ikine s n S huyler ve Mrs. Beveridge de her ikisini birden kullanır.

Page 67: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Bâbur Amu Derya’nın, Hindikuşlar'a kadar olan güney kısmına, Belh, yahut daha doğusuna Sedehşaı* der. Sir Derya'nın kuzeyi ise, kabaca Şeş (Taşkent, çevresindeki ülke) ve Moğolistan (ili vadisi ve Cungarya) ikiye ayrılır. Kuzey Iran ve Batı Afganistan yaylası ise, şimdi olduğu gibi o devirde de, Horasan diye biliniyordu. Doğu Afganistan'a ise başlıca şehirlere göre Kâ- bil, Gazıte ve Kandehar deniyordu. (Bâbur'ca Seyhun olarak bilinen) Sir Derya'nın yukan vadisinin adı da, bugünkü gibi, Fergana idi. Bu büyük nehirlerden her ikisinin de aşağı kesimleri, ünlü delta ülkesi Hârizm'i meydana getiriyordu. Bu nehirlerin o devirde su kanallarıyla birleşmiş olması muhtemeldir. Hârizm'in hükümet merkezi Ürgeiiç idi. Bu eski isimler tarihle oldu- ğu kadar o mıntıkaların halk ve topraklarıyla da kaynaşmıştır. Bu cihetle, gerek Çarcı fütühat, gerek daha sonra, Sovyet baskısı altında meydana gelen gelişmeler sırasında olanları bu isimleri bilmeden takip etmek imkânsızdır.Nasıl ki, Dicle ve Fırat şehirleri Irak'taki

nehirler havzasını meydana getirirse, Amu Derya ve Sir Derya nehirleri de Turan havzası için aym şeyi hattâ daha fazlasını yapar. Başka benzerlikler de vardır. Irak gibi, Turan da büyük dağlarla çevrilidir. Nehirlerin ötesinde yer yer topraklar, hayat imkânı bırakmayan çöllerde son bulur. Amu Derya ile Hazar Denizi arasında Kara- kum, Aral Denizi ile nehirler arasında kızılkum, Sir Derya'nın kuzeyinde yan çöl halinde bir bozkır vardır ki, buraya da Açlık Bozkırı denir.Burası muazzam dağlar arasında kalmış bir

ülke- dir. Tanrı Dağları, güney kanatlan Alay ve Transalay’-

Page 68: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

larla birlikte alpin yapıda yüksek dağlar sistemidir. Doğu — batı doğrultusunda, paralel olarak uzanırlar. Kuzey — güney doğrultusundaki Sarıkol vasıtasıyla Hindukuş ve Karakurum dağlarıyla birleşirler. Sarı- kol'un batısı ünlü Pamir yaylasıdır. Tanrı Dağı (1) ve Pamir — Sarıkol mıntıkasında yüksekliği 7000 metreyi geçen tepeler vardır. Bu sıradağların yüksekliği ancak Himalayalar ve Karakurum dağlan tarafından geçilir ve Kuzey Kutup Dairesi'nin dışında, dünyanın en büyük buzulları buradadır. Bunlar Rus ve Çin dominyonları olan Batı ve Doğu Türkistan için taksim-i me- yah hattıdır. Rusya Orta Asyası’nı sulayan nehirlerin ikisi de bu hattın batısından çıkar: Sir Derya, Isık Göl'- ün güneyinde Alay Dağjnın muhtelif boğazlarından; Amu Derya da Karatigin ve Pamir'de doğar.Asıl Amu Derya’nın yukarı suları bu bölgedeki

Ta- cikler'ce Âb-ı Pencâ veya Pianj diye bilinir. Nehir kuzeyden dört büyük kol alır. Aksu, Vahş (Türkçesi Oguş) Kâfimihan ve Kızılsu. Sır Derya başlıca üç nehirden meydana gelir. Isık Göl'ün güneyinden akan Narin, do-ğuda Tar ve Karakulca kollarıyla akan Karasu ve güneyden gelen Suh. Bunların hepsi Fergana vadisinde birleşir.Türkistan aynı zamanda büyük ovalar ve çöller

ülkesidir. Bunlar dağların eteklerinden, Aral Gölü ve Hazar Denizine doğru çok hafif bir meyille uzanır. İki neh-

(1) Yüksekliği 7300 metre olan Tanrı Dağı Çin ve Rus Türkistanı sını. rmdadır. Ruslar, kendi topraklarında, bu tepeden daha yüksek bir tepe keşfettiklerini iddia etmektedirler. Pamir bölgesinde, şimdi Lenin ve Stalın adını verdikler* iki tepe de hemen hemen hu yüksekliktedir.

Page 69: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

rin dağlardan ayrıldıkları noktadan, Amu Derya Kelif yakınlarında, Sir Derya da Hocent'in hemen batı- sında yeni bir şehir olan Begovat'tan itibaren, yüzlerce kilometre boyunca, toprağın meyli ancak yüz metre civarındadır. Ovanın bu derece düz olması, nehirlerin aşağı kısımlarının bataklık ve sazlık olmasına sebep olur; nehir, bu yüzden münakaleyi güçleştiren kanallara bölünür. Hazar Denizine doğru ise Turan havzası deniz seviyesinden otuz metre kadar aşağı cjüşer.Bu büyük havzanın güney çerçevesini Kopet Dağı

engeli teşkil eder. Bu dağ, Afgan şehri Herât'ın karşısında bir kalkan meydana getiren Hindukuş'un Hazar Denizine doğru uzantısıdır. Kopet Dağı, îran ile Turan aransmdaki an'anevî sınırdır. Bu dağ yer yer, Iran - Rus sınırını da meydana getirir. En yüksek yeri 2400 metreyi geçmez. Ovadan bakıldığı zaman, insana ay yüzünü hatırlatan çıplak bir sıradağ halinde görünür. Ancak îran yaylasından Turan havzasına doğru yaklaşılır, ken, bahsettiğimiz yerde harikulâde şeyler göze çarpmaya başlar. Yaylanın kenan, hudutsuz bir denize bakan bir sahil gibidir. Dağlar geniş bir kâsenin kenarlarını teşkil eder, öyle bir kenar ki, oradan bakan bir seyyah, gerçek bir okyanustan farksız, kum dalgalarını görür. Ancak hayal gücü sayesinde Karakum'un ötesinde, Üst Yurt yaylasının alçak yamaçlarını seçebilir. Burası Hazar Deniziyle Aral Gölü arasındadır ve dünyanın erç: ücra yerlerinden biridir. Bir - iki uygun noktadan yol bulan bir dere yayladan inerek düzlükte yeşil

F : 5

Page 70: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

vahalar meydana getirir, sonunda, kızgın toprakta kaybolur gider. Fakat, kervanların ulaşabildiği bazı yükseltilerde, insanlar ve hayvanlar kendilerini bir dünyanın en kenar ucunda bulur ve buradan bir başka kimsesiz, boş dünyaya bakarlar. Bu çerçeve iki coğrafî mıntıkanın ve iki iklimin hatt-ı taksimini teşkil eder; öyle ki, zaman zaman iki hayat çeşidine de hudut teşkil eden bir hatt-ı taksim. Tarih boyunca, Araplar, Türkler, Moğollar ve îranlılar, burasını aşarak, fetih ve ticaret yolunda yürümüşlerdir. Bahsettiğimiz sınırın her iki tarafı da geniş ölçüde faaliyetlere sahne olmuştur. X. Asrın sonunda yazan îranlı şâir Firdevsî, iki medeniyet ve iki ülke arasında sınır çizerken bu dağ çerçevesinden ziyade Amu Derya'yı sınır olarak göstermiştir. (1) îran ve Turan adlarını koyan da odur. O zamandan beri de bu dağlar, birçok defa fetih ve sindirme med ve cezirlerine sahne olmuştur. Buna rağmen, bulası, çöl okyanusuna bakan bir açıklık gibidir ve Sovyet İmparatorluğunun kurduğu savunma sınırından çok daha eski bir engelin coğrafî sınırı özelliğini muhafaza eder.Turan havzasının başlıca su yollan bu iki

büyük nehir değildir. Kopet Dağı'nm, Afgan sınırında Hindu- kuş'Ia birleştiği noktada, Mürgabve Tecen (Horasan'ın Heri Rud'u) çöle akarak Merv'in etrafındaki toprakları sular ve çölde kaybolurlar. Mâverâünnehr'de, o.büyük iki nehir kadar meşhur olan iki nehir daha vardır: Kıyılarında Timur'un (2) doğduğu Keşke Derya ile Kohik yahut Zerefşân (Altın Saçan) adıyla tanınan nehir. Bu nehir Buhara ve Semerkand'ın zengin topraklarını sular. Zaten bazılarına göre Zerefşân adı ülkenin verimliliği dolayısıyle verilmiştir. Başkaları da nehrin

Page 71: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

kumlarında altırt bulunduğu için bu adı aldığını söyler. Nehirlerden birinin kaynağı büyük bir cumudiye, diğeri İskender Gölü'dür. Deniz seviyesinden 2100 m. yüksekte bulunan bu göl, bir efsaneye göre İskender tarafından meydana getirilmiştir. İskender Gölü, vadiyi keserek çok değerli bir baraj teşkil eder ve nehrin akışını kontrol altında bulundurur. Hem Keşke, hem Zerefşân Amu Derya'ya ulaşamadan, çölde kaybolur. Sir Deryan'm ve Tienşan'ın uzantısı olan Kara Tav'm kuzeyinden itibaren gerçek bozkır başlar. Burasının çoğu çöldür ve Belâ Ovası (Açlık Bozkırı) diye bilinir. Ama yine de kısmen Talaş ve Çu nehirleriyle sulanır. Çu'nun vaktiyle Isık Göl'e dökülmesi muhtemeldir. Ama şimdi birkaç kilometre uzağından geçer ve Bum Boğazından ovaya akar. Zerefşân gibi, kuzeydeki bu iki nehir de çölde kaybolur.

Page 72: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Bu noktaya kadar, kuzeye ve doğuya doğru yürüyen su yolu, geniş ölçüde, Çin ve Rus İmparatorluğu arasındaki hududa uygundur. İki nehrin havzalarının büyük bir kısmı da Rusya topraklarında kalır. Ancak Açlık Bozkırı'nın (Belâ Ovası) kuzey doğusunda Balkaş Gölü ve onun da doğusunda Yedisu (Rusça Semirechye, yani Yedi Nehir Ülkesi) vardır. Bu havzanın başlıca akarsuyu Sinkiang'dan doğarak Kulca’yı geçen İli Nehridir. Kaşgar'daki Yakub Bey hükümranlığı sırasında, 1876'da çarlar tarafından işgal edilen Kulca, birkaç yıl sonra, Çin’in geri alma teşebbüsü üzerine Mançu İm

Page 73: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

paratorluğuna teslim olmuş ve a zamandan beri de şeklen Rus hududunun dışında kalmıştır (1). Böyle olun- ca da Rusya hududunun bu kısmında dağ örtüsü yoktur. Bu bakımdan sadece İli Vadisine yaklaşan kısımlarda değil, Tienşan’ı daha kuzeyde Altay’la birleştiren alçak tepeler vasıtasıyle de açıktır. Buralar Çungurya'- ya açılan kapılardır ki, Cengiz ve Timur zamanında fetih dalgaları buralardan geçerek batıya ve doğuya doğru yayılmış, aynı geçitler daha sonra da ticaret yolu olarak kullanılmıştır. Bunlara Çuguçak geçidi, Demirka- pı ve Çungarya Kapısı denir. Ve nihayet İli Vadisi de bu geçitlerden birini teşkil eder. Bunlar daha güneyde, Kaşgar'la Fergana arasındaki geçitlere nazaran daha kolay aşılan açıklıklardır. Bu sonuncuların en kolay geçileni Terek Davan'm deniz seviyesinden yüksekliği 4000 metreye yaklaşır.Türk ırkının efsanevî çıkış yerini İli,

Vadisinin üstündeki bu dağlarda buluyoruz. «Allah kendisine ordu olarak Türkler’i seçti, on,lan dünyanın en yüksek, en güzel havalı yerine yerleştirdi. Ta ki, istediği anda, dünyanın herhangi bir ülkesinin üzerine gönderebilsin.» Bunlar, Kaşgarlı Mahmud’un sözleridir. Kaşgarlı Mahmud Isık Göl ülkesinde doğmuş, XI. Yüzyılda Bağ- dat’da yazmıştır. Bu sözler, Altay ve Tanrı Dağı, yüksek dağ sistemlerinin yaylalarından başlayan ilk Türk hareketlerini değil, aynı zamanda Türklerden sonraki korkunç Moğol akınım da hatırlatmaktadır. Tienşan'm

(1) Bu sınırdaki Rus ve Çin kontrolü meseleleri vc Büyük Harpler ara-sındaki meseleler için Bk. Fitzroy Maclean. O zamandan beri Çiıı' deki Mao rojiminin gelişmesi, hiç olmazsa şimdilik, bu hududu, ifade ettiği mânâdan mahrum etmiştir.

Page 74: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Türkçe adı Tann Dağı, bu dağın en yüksek yeri de Çin Türkistanı ile sınır teşkil eden Han Tann'dır. Destanlarda kutsallaştırılan toprak burasıdır: Isık Görün ötesindeki Askar Dağı ile Timur tarafından savaş aralarında yazlık dinlenme yeri olarak kullanılan Yulduz otlak-ları. Kabileler burada toplanarak, onun zaferlerini burada kutlardı. Bugün bile Askar'dan bahseden bir Osmanlı şarkısı vardır:

Atıma bindim de gittim Askar*a, çak güzel sevdim de aydın askere.

(Z. V. TOGAN)Doğu ülkelerinin hanları ile batı ülkelerinin

hanları yaz aylarında bu yaylalarda topanırdı. Batıda ve doğuda yapılacak fetihler, merkezî vaziyette olan bu yaylalarda plânlanırdı. Bu yüzden, destanlar yüksek dağlardan büyük bir hürmetle bahseder, onlara Efrasiyab yahut Kök Türkler'e göre ad verir yahut Han Tanri, Muztag Ata gibi adlar vererek bu Türk Olympus'una ulûhiyet izafe eder. Türk şiir ve efsanelerinde şafağtti söktüğü yerden fışkırarak gün batısına akan milletten çok bahsedilir. Sonraları, fetih ordularının geçip gitmesinden sonra, bu yollar ticaret maksadıyla kullanılır oldu. Marco Polo'nun ipek yolu, Türkistan'dan geçerek bu istikamete gider. O devirdeki Türk Orta As- yası, ticaretin anayolu üzerindeydi ve dünyanm merkezi haline gelmişti. Ama çok geçmeden bu vaziyetini kaybedecektir.Balkaş Gölünün batısında, Aral Gölüne kadar

yüzlerce ve yüzlerce kilometre boyunca uzayan bozkırlar yer alır. Bu bozkırlar Sibirya ovasından güneye doğru

Page 75: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

yayılarak gittikçe daha çıplak hâle gelir ve nihayet Aç* hk Bozkın'na katılır. Ama kervanlar kuzeye doğru çıktıkça, önce Ulu Dağ ve Orta Tağ'm alçak yamaçlarına gelir» burası karlar eridiği zaman mükemmel bir otlak* tır. Kıpçak kabileleri yaz aylarında daima buraya gelmeyi tercih ederler. Gerçek Özbek, Kazak, Başkurtlar'- m izi onlardan iner. Daha kuzeye doğru gidildikçe, otlakların ilkbaharda daha da yeşil olduğu ve çiçeklerle süslendiği görülür* Kazakistan'ın kuzeyi, ılık iklim mıntıkasında olduğu ve yeteri kadar yağmur aldığı için ziraate ve ağaç yetiştirmeye elverişlidir. Bugün, bahçelerimizdeki lâle çeşitlerinin hemen hepsi bu bozkırlar ülkesinden gelir. Burasının en yeni tasvirini Amerikalı Littlepage'de buluyoruz:«Günlerce ve günlerce hayatımda gördüğüm en

güzel otlaklarda yol aldık. Her taraf muhtelif nehirler ve göllerle en iyi şekilde sulanıyordu. Burası öyle zengin bir yerdi ki, belki de bütün Avrupa'yı besleyecek sürülere yeterdi... Yaylalar yemyeşil çayırlar ve pırıl pırıl çiçeklerle kaplıydı. Hava sıcak gökyüzü bulutsuz?- du. Sadece sivrisinek bulutları bizi rahatsız ediyordu.»Gelecekte belki de büyük bir ehemmiyet

kazanacak olan bu bozkırın bir de coğrafî hususiyeti vardır. 51. arz dairesi boyunca batıdan doğuya doğru farkeöilme- si çok güç bir akıntı vardır. Bu kısmın bütün suları Kuzey Buz Denizi'ne akar. Batıdan doğuya doğru olan nehirler Tobol, îşim ve îrtiş'tir. Bunların hepsi Kuzey Buz Denizi'ne dökülen Obi'ye kanşır. Kuzey Buz De- nizi'ne akarak israf olan bu suların yönünü değiştirerek Türkistan'ın kurak çöllerini sulamayı düşünenler olmuştur.

Page 76: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Türkistan hakkında eser yazan herkesin zihninde yer tutan bir başka coğrafî hususiyet de geniş Fergana yahut Hokand vadisidir. Burası, Mâverâünnehr, çıplak vâhâ ülkesinin kalbidir. Schuyler, 1876'da çöl ile ekili arazi arasındaki farkı canlı bir dille tasvir etmiştir. Schuyler, Fergana ve Zerefşan gibi en verimli mıntıkalarda bile, bir yeşillik izi bulmak için günlerce yol almak gerektiğini kaydeder; kısacası, ülkenin sulanan kısmı çok azdır. O zamandan beri çok şeyler yapılmıştır ama, bugün bile, o mıntıkanın ekime elverişli kısımlarını itina ile gösteren bir harita yapılacak olsa, işaretlenecek kısımlar sadece dağların etekleri ile nehir boylarınca uzanan dar şeritlerden ibaret kalır. Fer- gana'da, sulanan mıntıkalar ve hattâ yağmura bakan lalmi (1) topraklar, Türkistan'ın başka taraflarından çok daha büyük hektarları kaplar. Bu ülkenin ziraî ve şimdi aynı zamanda sınaî merkezi haline elmesi kaçınılmaz görülmektedir. Çevredeki dağlar ve m dağlardan kopup gelen akarsular, ülkeye, yazm ve kışın nispeten ılık bir iklim sağlar. Ayrıca nehirlerin getirdiği alüvyonlu toprakların verimliliğini de hesaba katmak gerekir. Geniş halk kitlelerinin bu vahalarda kesif bir ziraat faaliyetinde bulunması her zaman mümkündür. Mıntıkadaki şehirlerin bolluğu herhangi bir haritada görülebilir. Ülkenin konumu birçok eski sulama kanallarının inşasına imkân vermiş, bunlara bugün, bü-

(lî Doğu Türklerinin, sulanmayan ekim arazisi için Peşâver Patanları ile aynı kelimeyi kullanmaları dikkat çekicidir. Aynı şekiide harman zamanı yardım eden arkadaş grubuna da ha$her; kendisinin bir hatasını telâfi için düşman sürülerini ele geçirmeye de baramta derler ki, her iki kelime de Puştu dilinde vardır.

Page 77: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

nyük, modern eserler ilâve edilmiştir. İklim, su ve coğrafî konum burada pamuk ve ipekböceklerinin gıda kaynağı olan dut ağaçlarının yetişmesine imkân vermekte-, dir. Yüksek dağ vadilerinden kısa mesafeler içinde ovaya inilmesi elektrik istihsali için gerekli su gücünü dizginlemeye yaramaktadır. Diğer taraftan, petrol, maden kömürü ve değerli mineral kaynaklarının keşfi, buna muvazi olarak tekstil fabrikalarının hammad1- de mıntıkalarına nakli hususunda tatbik edilen Sovyet politikası buraya sınaî bir mânâ da kazandırmıştır. Fergana'nın eski merkezi Hokand ve vadiyi kuşatan yamaçlar, Türkistan'ın istiklâli için 1918-24 arasında başgösteren Basmacı hareketinin merkezi olmuştu.Bu vaha ülkesinin tabiî güzelliği, hiç

şüphesiz, ilkbaharın bozkır çayırlarından çok daha fazladır. Tarlalar iyi sulanmıştır. Akarsu kıyılarında yetiştirilen dut, söğüt, kavak ağaçları, tepelerinden kar eksilmeyen ya-maçların mor zemininde insanı büyüleyen bir manzara yaratır. Dağların eteklerinden akan berrak dereler ve kaynak suları asırlık çınar ağaçlarıyla gölgelenir (1). Çok defa güzel bir korunun gölgesinde, yanından küçük bir akarsuyun aktığı bir camiye ve mahallî bir velî için yapılmış bir türbeye rastlanır. Schuyler, çakıllı yollarda uzun süre aç, susuz seyahat ettikten sonra böyle münzevî bir köşeye kavuşmanın verdiği huzuru anlata anlata bitiremez. Böyle mukaddes bir yerin serin havası içindeki istirahati gerçek bir anlayışla dile ge

1 Kışm yapraklarını döken ağaçların belki de en güzellerinden olan çınar Keşmir'de çok iyi yetişir Kuzey Hindistan'da yetişen bu ağaç. Iran ve Anadolu yoluyla Bal kanlar’a geçmiştir.

Page 78: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

tirir. Onun tasviri, Curzon'un, vaktiyle çok geniş olan Hazar Denizinin bir kısmını teşkil eden boş ve hazin çölün tasviriyle tuhaf bir tezat teşkil eder. Ancak, bugün Sovyet hayatının katılığından bunalan insanların, ööyle münzevî, serin bahçelerde dinlenme imkânını bulup bulmadığını söyleyecek kimse yoktur; öyle ki, buralar, Islâm'ın doğuşundan önce de mukaddes yerler sayılırdı.

★ ★ ★Modem Türkistan'ın hayatıyla alâkasız

sayılmayacak başka fizikî coğrafya hususiyetleri de vardır. Bunlardan biri, tarih çağlarının başlamasından hemen ön- je veya sonra, bu mıntıkada meydana gelen, insan eliyle iklim değiştirme hareketlerinin meydana getirdiği tesirdir. Bunun en açık ifadesini Aurel Stein'm Sinki- ang'm arkeolojik mıntıkasında yaptığı keşiflerde bulabiliriz. Taklamakan Çölünün kumlan altında keşfettiği şehir kalıntıları, bu şehirlerin varlığı sırasında, Tarım Havzasındaki su ikmâlinin bugünkünden çok daha zengin olduğunu göstermektedir. Aslında, medenî insanın şehirlerde oturmaya başlamasından sonra baş- gösteren bir kuraklığın, Orta Asya'dan daha elverişli iklimlere doğru kitle halinde göçlere yol açtığı bir gerçektir. Denizden üzakık dolayısıyle, hattâ Tanm Havzasının etrafındaki dağdan gelen akıntılar bile çok yavaştır. Diğer taraftan cumudiyelerin de günden güne zayıfladığı görülmekte, bunun neticesi olarak akarsular azalmaktadır. Başka bir ifadeyle, Buz Çağı hâlâ gerilemekte ve bu mıntıkada tarihle birleşmektedir.Bir de tarihî olan bir değişiklik var. Bu da,

iki büyük nehrin Amu Derya ve Sir Derya'nm ve

Page 79: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

muhteme

Page 80: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

len Turan havzasına akan başka akarsuların akışında olan değişikliktir. Kaynaklar, Oxus (Amu Derya) (1) Nehrinin, tarih çağlan içinde hiç değilse bir defadan fazla mecrasını Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında değiştirmiştir. Bu, bir fizikî coğrafya hadisesidir ve Mâverâünnehr'e dair eser yazanlar hayranlık duyarak bu hadiseyi dikkate alır. Bu vaziyet mıntıka edebiyatında da bir tehdit gibi kendini göstermektedir. Rus tarihçisi Barthold da bu tezi desteklemekte ve Har- zem İmparatorluğunun yıkılmasını nehrin XVI. Asırda mecrasını değiştirmesine bağlamaktadır. O olsun, başka yazarlar olsun sanki, Amu Derya'yı ülke tarihi-nin sembolü olan Matthew Arnold'un gözüyle görmüş gibi yazmaktadırlar] Ovada esrarlı bir şekilde hareket eden nehir, şimdi kaybolmuş, şaşkın şaşkm, ne tarafa akacağını bilemeyen kanallara ayrılmış görünmekte, ama yine de sonunda kaçınılmaz bir şekilde Aral Gölüne yönelmektedir,Togan'a göre, Arap fütühatı sırasında Amu

Ç.erya'- mn ana kısmı, Aral Gölüne değil, halen kurumuş olan Özboy yatağına akmakta, oraya katılmadan önce de Karakurum Çölünün kuzeyinde ve Üst Yurt'un hemen altındaki Sarıkamış çukurunu doldurmaktaydı O devirde nehrin, Aral Gölüne ulaşan sadece bir tek kolu vardı; o da şimdikinden çok küçüktü, sazlık ve bataklıktan ibaretti. Arap istilâsından sonra, Amu Derya mecrasını değiştirerek bütün sularını, vaktiyle sadece

(i) Oxur adının, nehritı bir kolu olan Ak-su'dan çıkmış olması muhte-meldir. Yahut bir başka kolun adı olan Oguş'tan da gelmiş olabilir. Ogus, akıntısının yukan kasımlarında Sürhâb yahut Kızılsu diye anılır. 'Sürhâb, Kızlsu'nun Farsça'sdır. Bu ismi nehrin kıy., larında'yaşayan Tacikler ve Türkîer vermiştir.

Page 81: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

bir kolunun döküldüğü, Aral Gölüne taşımaya başladı. Dolayısıyle Özboy kanalı kurudu ve bir zamanlar Sarıkamış'ı dolduran sular Aral'a aktı. Ancak, 1221 'de Mo- ğollar, Harzem'in hükümet merkezi Ürgenç'i aldıkları zaman Amu Derya yeniden eski yatağına döndü ve başlıca kolu olan Özboy vasıtasıyle, Hazar Denizine ak-maya başladı; böylece, doğu ile batı arasında mühim bir ticaret yolunu açmış oldu. Sir Derya yahut daha muhtemel olarak bu nehrin, şimdi kurumuş olan Yeni Derya'ya akan büyük bir kolu, güneybatıya yönelip Aral'ı geçerek Amu Derya'ya akmaya başladı, böylece sular özboy vasıtasıyla Hazar Denizine aktı. İslâm kaynaklarının bildirdiğine göre aşırı yağışlı geçen yıllarda Amu Derya ve Sir Derya (Bir çeşit Türk Şattul Arab'ı) birleşecek Balkan aralığından, şimdi Krasno- vodsk denen körfeze akmıştır. Nehir genel olarak, Ka- rakum Çölünde Balkan yamaçlarının 160 km. doğu* sunda olan ve halen Kurtish denen, Arap coğrafyacılarınca Kalatu's-sin denen noktada kaybolur. Bu noktada, çölde bir çatlak vardır. Birleşen nehirlerin su hacmi fazla olduğu zaman burası vasıtasıyle Hazar'a akmışlardır .Bu durum Amu Derya ve Sir Derya'nın bugünkü

mecralarını bulduğu Î573'e kadar devam etti. Böylece özboy ve Yeni Derya'daki licaret de sona ermiş oldu. Togan, nehir yataklarındaki bu değişikliği, XVI. yüzyıl Türkistan'ını altüst eden bir facia olarak vasıflandırır.Togan şöyle demektedir:«1753'ten önce, münakale doğrudan doğruya, Öz-

boy vasıtasıyle, Azerbaycan ve Volga'dan Rebat Tam- gach yakınlarındaki şelâlelere kadar getirilmekte, ora

Page 82: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

dan Ürgenç’e yollanmaktaydı. Ürgenç vasıtasıyle çalışan Yeni Derya ve özboy açık kaldığı müddetçe, Talaş, Çu ve îli nehirleri üzerindeki şehirler hızla gelişerek ehemmiyet kazandılar. VII - IX. asır Çin otoriteleri ve X. asır Arap coğrafyacıları Talaş ve Çu ülkesinde birçok şehir ve kasaba ismi saymaktadır. Cemâlul-Ker-* şî, bize aşağı Sir Derya kısmındaki şehirlerde yaşayan ve ilme hizmet eden muhtelif âlimlerin adını vermek-tedir. İstanbul kütüphanelerindeki el yazmaları arasında bu Moğol devrine ait birçok edebî ve dînî eser vardır. Maalesef bunlar, bugüne kadar incelenmemiştir. Eğer Amu Derya bir defa daha Hazar denizine akmaya başlar ve şimdi kum çöllerinde kaybolan Çu’nun aşağı kısmı faydalı hale getirilebilirse, geleceğin Türkistanlında aşağı Sir Derya, Talaş, Çu ile özboy’da bir canlanma olabilir ve Ürgenç, Tokmak, Akmeçit bir defa daha idare ve kültür merkezî haline gelebilir.»Amu Derya'nm aşağı kısmındaki bir mecra deği-

şikliğinin, îli, Çu ve Talaş nehirleriyle sulanan bu sahanın refahına nasıl tesir edeceği ilk bakışta anlaşıl- mayabilir. Ancak, çeşitli pasajlardan, yazarın Pencab'a benzeyen bir çeşit kanallar sistemi tasavvur ettiği an-laşılmaktadır. Yazar bir nehirler ve kanallar sistemi vasıtasıyle Çu ve Balkaş gölünü, Açlık Bozkır yoluyla Sir Derya'ya akıtıp bu nehri kuvvetlendirmeyi, Sir Derya'yı Amu Derya'ya bu birleşik nehri de Hazar denizine akıtmayı tasarlamaktadır.Schuyler'in açıkça ifade ettiği gibi ilk Rus

mühendisleri de aynı fikirdelerdi. Ona göre bu teori, çarlık devrinin bir subayı olan Albay Çaykovski'nin araştırmalarına dayanmaktadır. Schuyler’in iki müşahedesi

Page 83: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

vardır: Birincisi özboy ile Yeni Derya'nın aym hat üzerinde olmasıdır. İkincisi de, kendisinin ziyaret ettiği devreye göre, Isık Göl'iin eskiden ofüarca metre daha yüksek olmasıdır. Bu bakımdan Isık Göl'ün Çu nehrinin kaynağında bir depo vazifesi gördüğü akla gelir. Bu gerçek şöyle bir teklifin yapılmasını desteklemektedir: Çu nehrindeki su hacmi Sir Derya'nın akmasını sağlayacak kadar çoğaltılır, böylece Yeni Derya ile bir hat üzerine getirilirse, Amu Derya özboy yatağına ve dola- yısıyle Hazar denizine doğru zorlanmış olur. Isık Göl'-, de, şonradan meydana gelen çöküntü Çu nehrinin hacmini geniş ölçüde azaltmış böylece Sir Derya'daki hızlı akıntı, doğudan gelen bir nehirle yolundan çevrilme- yerek aksi taraftaki sığlığa sapmış ve bütün yolu boyunca bataklıklarla mücadele ederek, sonunda şimdiki gibi Aral gölünün kuzey ucuna dökülmüştür. Aynı şekilde Amu Derya da bir zamanlar özboy'a katıldığı yerlerde bataklıklar meydana getirerek, Aral’ın güney kıyısına kadar ulaşabilmiştir.Togan’ın iddiasına göre, insan emeğiyle

yapılacak başka bir değişiklik Türkili’nin geleceğini teminat altına alacaktır. Sovyet mühendislerinin, Karakum’u su? lamak maksadıyla, Amu Derya’nın mecrasını değiştirmek üzere büyük bir faaliyete geçtiklerine şahit olacağız. Böyle bir çalışma onlann, bu nehir vasıtasıyle, Türkmen çölüne su geldiğine inandıklarının delili olacaktır. Ancak ortaya atılan son Sovyet nazariyesine göre, Amu Derya, jeolojik çağlardan bu yana mecrasını de-ğiştirmemiş, sadece Üçüncü Zaman’da Kafkas mihveri boyunca meydana gelen bir hareket neticesinde Aral'a yönelmiştir. Bu açıdan bakılınca, Sovyet âlimlerinin başkalarının

Page 84: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

dediğine bakmadığı görülmektedir.

Page 85: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Benim görüşüme göre, bu, ancak Rusların tabiatın çehresini değiştirebileceğine dair olan Sovyet akidesinin neticesidir. Evet, Üçüncü Zaman’a bir diyecek yok; ama tarihin söyledikleri başka türlüdür. Eğer bunlar Beş Yıllık Plân hareketine karşı gelecek bir havadaysa asla kabul edilmezler. Tarihe gelince; işleri yoluna koyanın mutlaka Rus olması lâzımdır.★ * ★Şüphesiz, Türkistan'ın Ortaçağ boyunca elde

tuttuğu mevkiinden düşmesi için, nehirlerin mecrasını değiştirmesinden daha başka sebepler de mevcuttur. Bu sebepler tarihî olmakla beraber, umumî mahiyettedir ve insanoğlunun karayollarına tercihan denizyollarını kullaıtçnasıyle alâkadardır. Bu bakımdan, meseleyi bu görüşle de ele almak lâzımdır.XIII. asırda Cengiz Han, Çin, Türkistan ve

İran'ı fethetti. Moğol Cengiz’in imparatorluğu dört oğlu arasında taksim edildi. Burada şu kadarım söylemek kâfidir. îran ve Irak'ta Halifelik ve Selçukluların harabeleri üzerinde boy gösteren îlhanlı hanedanı, Hulâgû tarafından kurulmuştu. Hulâgû Çin’in büyük Han'ı Ku- bilay gibi Cengiz ailesinin aynı kolundandı. Her ikisi de Cengiz'in «dördüncü oğlu Tuli'nin oğullarıydı.Bunun sonucu olarak Tuli ailesinin doğu ve

batıdaki dominyonları arasında mal nakli için Kubilay'm, kardeşi Hulâgû ile anlaşması kendi menfaati icabıydı. Gerçekten, Kubilav Han, güney Çin'in limanlarını ele geçirir geçirmez de bunu tatbik etti. Ticaret, Basra Körfezi'ne geçti. Bu sayede körfezin başlıca limanı olan Hürmüz gelişti ve Herât’m müreffeh bir şehir olarak kalkınmasına yol açtı. Bir müddet için Herât orta ve

Page 86: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

batı Asya arasındaki ticaretin merkezi olduğu gibi, daha sonraki Timurlu hükümdarları zamanında da seçkin bir kültür merkezi oldu. Amu Derya'nm kuzeyindeki ülkeler, pek kesin bir sınır çizilmeden Cengiz hanedanının daha yaşlı dallan arasında taksim edildiler. (Al t mordu ve Çağatay). Buralar ihmâle uğradı. Bu durum, Harzem'in, bizzat Cengız’in büyük oğlu Cuci tarafından tahrip edilmesiyle daha da ilerledi. Uzak Doğu mamûlleri artık Amu Derya'ya kadar Hürmüz vö Belucistan yoluyla geliyordu. Bövlece Uzak Doğu ticareti kervandan denize döndü. Bu ticaret için gerekli olan kervan yolları da, dağlardaki geçitlerden geçenler değil kuzey - güney doğrultusunda olanlardı. Ama yine de Avrupa ve Batı ile yapılan bir kısım ticaret vardı.XV. asrın sonunda Portekizliler'in Ümit

burnunu dolaşmaları bir asır daha sonra İngiliz, Hollanda ve Fransız şirketlerinin teşekkülü, Türkistan üzerinden Avrupa'ya giden kervan yolunu tamamen öldürdü. Mahallî ticaret hariç, Basra körfezi bile değerini kaybetti; buna paralel olarak Herât da söndü. Ekonomik mihver enlemesinden boylama bir mihvere geçmişti. Deniz çağı, kervan çağma son vermiş, Türkistan'ı ticaret merkezi olmaktan çıkarmıştı. Denizciler çağında, Türkistan'ın yerini Batı Avrupa aldı.Ticaret yollarının değerini kaybetmesinden

sonra Türkistan’ı güneye bağlayan yegâne şey İslâm an'anç^ sinin ortak cazibesiydi. Ama münakale zayıflayınca bu cazibe bile kuvvetini kaybetti. Din ve kültür sıçramaları durdu, mahallî * dinler gelişmeye başladı, Şii din adamları Togan'm hükmünü belki münakaşa edecek-lerdir; ama o, Safevîler devrinde Şiîliğin İran'daki par

Page 87: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

layışım buna atfetmektedir. Çünkü daha önce Şiîlik devlet mezhebi olmaktan çok uzak, dağlılara mahsus bir mezhepti. Daha sonra Türkistan'da küçük prenslik- ler doğmaya başladı. İki Türk hanedanı İstanbul'daki Osmanlılar ile İsfahan'daki Safevîler ve Azerbaycan'da, Erdebil'deki Türkler arasındaki harpler bu durumu daha da kuvvetlendirdi. Türk dünyası artık dağılıyordu; Güneyden Avrupa, kuzeyden Rus baskısına açık hale gelmişti.Bu fikirlerin bir kısmı Arnold Tonybee'nin

denemelerinden birindeki teze uymaktadır. O da bütün bu vaziyetin sebebi kervan çağının yerini denizcilik çağının almasına bağlamakta» hattâ kervan çağında Fer- gana'nm dünyanın merkezi olduğunu ileri sürmektedir. Ve Toynbee ayrıca bir soru sormaktadır: 4paba havacılık çağında bu defa da bunun aksi olabilir mi? Toynbee şöyle bir muhakeme yürütüyor. Uçak çağında dünyanın çekim merkezi fizikî coğrafya tarafından değil, beşerî coğrafya tarafından tespit edilecektir. Bu noktanın da dünyanın insan nüfusunun en fâzla olduğu iki mıntıka arasında bir yer olması gerekir. Böyle olursa, bugün Fergana boş diye, gerçekleşmekten geri kalmaz. Daha güneydeki Keşmir ve Peşâver gibi Fergana da dünyanın en büyük dağ zincirleri ve çölleriyle çevrili verimli, bereketli bir mücevher gibidir. En büyük muasır tarihçilerden birinin, geçmişten gelip, geleceğe ışık tutan aynı şuayı görmüş olması dikkate şâyandır.

Page 88: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

HALKLAR

Belki de —romanda olsun tarihte olsun— pek az vak'a farklı menfaatlerinin kanşd^lığıj bakımından bununla yakın bir mukayeseye dayanabilir.

DE QUINCEY, Tatarlan'nm İsyanı

önümüzde, okyanus gibi geniş ve açık bir toprak var. Bir taraftan yüksek dağlar, diğer taraftan ekim görmemiş çöller ve yaşamaya elverişsiz sularla, kuşatılmış... Demiryollarının yapılmasından önce, sadece kuzey doğudaki bir çeyreği, dışarıya doğru nispeten kolay bir geçit veriyordu. Ancak çok mahdut bazı mıntıkalarda sabit ziraat imkânları vardı ki, buralar da dağların etekleriyle bu dağlardan akan akarsu boylan idi. Bunların dışındaki topraklar stepler ve çorak ba-yırlardan ibaretti ki, buralarda, ancak sürülerini oradan oraya götüren göçebelere rastlamak kabildi. Yani burada yaşayanlar hayatlarını iki şekilde devam ettiriyorlardı: Vahalarda an’anevî usûllerle yapılan kesif bir ziraat; bozkırlarda, elverişli dağlarda konup göçerek yapılan hayvancılık.

Bugünkü Rusya Orta Asyası’m teşkil eden düz toprakların çoğu, Sinkiang hariç, herhangi bir

kara kitle-F: 6

Page 89: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

sinden çok denizlerden uzaktır. Yağmurların düzensiz yağması, hayvan besleyenleri^ yeni otlaklar peşinde göçebeliğe zorlar. Arka arkaya karsız geçen kışlara, yağmursuz ilkbaharlara rastlanır. Böyle kıtlık yıllarında bu toprakların üzerine gerçek bir felâket havası çö* ker. Bu bakımdan, köy hayatı göçebeliğe dönmüştür. Halk, Arabistan'daki aşiretler gibi, bozkırda konup göçer. Hiç şüphesiz, bu tarihin çok eski çağlarından beri Orta Asya'dan başlayan göç hareketinin sebeplerinden biridir.Turan havzası dediğim mıntıkanın Rus fethine

kadar olan tarihi son derece karışıktır. Hattâ Rus müsteşriki Barthold bile şu ibareyi kullanmak zorunda kalmıştır: «Bunun sebeplerini açıklamak isteyen tarihçi, sebepleri ve neticeleri ayırdetmekte mütereddit kalır.» Bu, meseleye sathî olarak bakanlar için değil, bizzat o ülkede aylarca müddetle kalmış olanlar için bile bir tuzak teşkil eder. Bunun bir misâlini 1863'te derviş kılığında Mâverâünnehr’e girmeyi başaran Macar Vambery'nin kahramanca seyahatinde görmek mümkündür. Döndükten sonra, diğer eserleri arasında bir de Buhara Tarihi neşretmişti. Bu sahadaki Rus meşlekdaşlarının bilgileri derecesinde malûmatı olmayan Vambery, diğerleri meyanında, Rus müşterikı Grigoriev tarafından da şiddetle tenkide uğradı. Ancak Amerikan diplomatı Schuyler olsun, Curzon olsun, bu tenkidlerin meslekî ve millî hislerin tesiriyle olduğunu belirttiler. Schuyler, Vambery'nin seyahatinin büyük bir heyecan yarattığını belirtirken, Curzon da tenkidte çok şiddetli hareket edildiğini belirtiyordu. Neticede Vam-bery mahallî bilgilerinin kendisini bir tarihçi olarak

Page 90: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ortaya çıkarmaya yetmediğini kabul etmek zorunda kaldı. Burton gibi o da, her şeyden önce bir seyyahtı.Çarlık Rusyasızda olsun, Sovyet devrinde

olsun, bu mevzuda çok geniş araştırma ve çalışmalar yapılmıştır. ^Samoyloviç, Radloff ve Barthold, Orta Asya sahasının bilhassa dikkati çeken isimleridir. Şurası da gerçektir ki, bu toprakların, herkesin anlayabileceği biçimde bir tarihi, İngilizce olarak henüz yazılmamıştır. Bundan sonra okuyacaklarınız da bir tarih dene-mesi olmaktan öte bir iddia taşımamaktadır. Muasır bir eserin sınırları içinde yapılabilecek olan şey, en çok, ilk defa olarak bu halkların meseleleriyle alâkalanan bir kimseye, mevzua eğilmesini sağlayacak tarihî manzarayı verebilmektir. Orta Asya'nın ve halklarının Sovyetleştirilmesinin, kara tahtada önceden var olan şekilleri silip süpürdüğünü sanmak çok büyük bir hatadır. Bizzat Sovyet basını bunu başka türlü göstermektedir.Dünyanın bu kısmındaki Türk ve Moğol tarihini

tetk}k etmek isteyen bir kimse, en üst kattan, aşağıda herhangi bir maksatla toplanmış kalabalığı seyreden birine benzer: Bazı gruplar, biribirıne yaklaşır, uzaklaşır; bazıları dağılır gider; anî bir alâka kitleyi bir anda bir yöne sevkeder, hemen arkasından ayrılmalar başgösterir. Zaman zaman çıkıp konuşan biri, bir lider, etrafında kalabalığın bir kısmını toplar; şahsî veya siyasî sebepler başkaldırmalara sebep olur; bir askerî birlik çıkıp kan döker... Başka bir şekilde düşünmek istersek kabilelerin ve hükümdarların birbiri ardınca gelişini, zaman zaman birleşip ayrılmalarını, hareket halindeki bir otomobilin camına çarpan yağmur damlalarına benzetebiliriz: Aynı yerde toplanır fakat he

Page 91: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

men ardından dağılıp kaybolurlar; ancak şiddetli bir yağış olursa, o zaman damlaların birleşerek akıp gittiği görülür. Böyle bir manzarada göz önünde hareket eden kuvvetlerin başlangıcını yahut hedefini tayin etmek çok güçtür. Hele yakın zamanlara kadar göçebe bir hayatı olan ve normâl olarak da devamlı hareket halinde bulunan topraklar için bu daha da müşküldür. Buna örnek olarak, son Timurlu Bâbur'a bakabiliriz. Verasetle Fergana tahtına geçer, Semerkand üzerine yürüyerek ele geçirir ama on yıla kalmadan tekrar kaybeder. Bunun ardından hayret verici Hindistan fütuhatı başlar; orada bir imparatorluk kurar ve doğru bir tevarüs hattıyla, üç asır yaşayan ilk devleti kurmuş olur. Bu üç asrın ilk ikisinde, tahta çıkanlar, dünyanın en sağlam bir şekilde yerleşmiş hükümdarları olurlar. Burada, Türk vatanında, kaderin çizdiği yolda yürüyen, bir yıl burada, ertesi yıl başka bîr tarafta olan biri; Hindistan’da ise kudretli hükümdarların ilki... öyle ki, oradaki politikalarının ve isimlerinin izleri bugüne kadar Hindistan'da varlığını devam ettiregel- miştir.Başlangıçtaki Türkistan tarihinin başlıca iki

merkez noktası vardır. Birincisi 1219 - 24 yılları arasında ülkeyi kasıp kavuran, Cengiz Han idaresindeki Moğol fırtınası; diğeri, hemen hemen iki asır sonra, Timur tarafından (1379 - 1405) çaktırılan şimşektir. Timur Moğol asıllı olmakla beraber; Çağatay Türkçesi'ni anadili olarak kullanırdı. Barthold'a göre Timur Türkleşmiş bir Moğol kabilesi olan Barlas kabilesindendir. Bu ka

Page 92: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

bile Keşke Derya'nın dağlardan çıktığı yerdeki eski ikiz şehir Keş'de yerleşmişti (1).Orta Asya, tarihinin bu iki büyük hadisesinin

böldüğü devirler içinde ele alındığa taktirde, insan malzemesini ve buna tatbik edilen kuvvetleri daha kolay anlaşılır bir düzene sokmak mümkün olur. Ancak bu devirlerin tahliline girişmeden önce, eğer Orta Asya halk-larım gerçekten anlamak istiyorsak, daha önce bahsedilmesi gereken bazı hususlar vardır.Okuyucu bu kitabın sonuna konan haritayı ince-

lediği takdirde Rusya Orta Asyası'ndaki halkların vaziyetini görecektir. Haritada bugünkü dillere göre halkların durumu gösterilmiştir. Bu diller Türkçe v£ Farsça'dır. Konuşan halklar ise özbekier, Kazaklar, Kara- kalpaklar, Kırgızlar, Türkmenler (hepsi Türkçe) ve Ta- ciklerdir (Farsça). Haritaya bakınca bu dilleri konuşanların Çin, Afganistan ve İran sınırlarına taştığı görülür. Ayrıca memlekette özbeklerîn, Tacikler yahut Türkmen veya Karakalpaklar'la; Kırgızlar'm Özbekler'- le vs. karışık bulunduğu yerler de vardır. Tacikçe ve Özbekçe'nin bir arada konuşulduğu yerler Hoçent ve Buhara gibi şehirler de vardır. Türkçe, Özbekçe, şehirlerde, Farsça'nın tesiriyle sesli âhengini kaybetmiş, ama böyle bir tesirin olmadığı, Özbekçe arazisinin kuzeyinde muhafaza etmiştir. Diğer taraftan Harzem sahasında Özbekçe, Türkmence ve Karakalpakça'nm bir arada bulunması; aynı şekilde Türkmenistan'ın doğu sının boyunca Özbekçe ve Türkmence'nin bir arada

d) Bu şehirlerin modern adı Şehr-i Sefcz ve Kitab'dır. Semerkand ’dan, Hisar da&ları üzerindeki Tahta Karaşa geçidiyle ayrılırlar.

Page 93: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

oluşu sjebebiyle, karşılıklı tesirler yüzünden birtakım sınır lehçeleri doğmuştur. Tek, kesin «dil sınırı» Kazaklar ve Özbekler arasındadır. Bunun başlıca sebebini bozkır yaşayışı ile güneyin yerleşmiş ^halisinin yaşayışı arasındaki farkta aramak gerekir. Çeşitli muhaceretlere ve mübadelelere rağmen, bu «dil sının» bugün de açıkça belirlidir. Özbekistan'daki, Özbek dili toprakları içinde bulunan ve Kıpçak Özbekleri diye bilinen küçük Kazak gruplarının dile bir tesiri olmamıştır. Bazan yanlış olarak, gerçek Özbekçe sanılan lisanın Kazakça'mn bir lehçesi olduğunu, iki ülke arasındaki mesafeye ve Özbek muhite rağmen bunların biribirlerine karışmadığı, kendi aralannda evlenmedikleri, böylece dillerinin farklarını yaşattıklarım belirtmek yerinde olur.Umumî etnoloji, herhangi bir lisemi

konuşanların halihazırdaki dillerini başka konuşanlardan aldığını, bu alış sırasında kendilerininkini kısmen veya tamamen kaybettiklerini gösteren muhtelif misâller vermektedir. O halde bir halkın ya da bir kabilenin kendine mahsus dili, bu halkın asıl menşeini veya akrabalıklarını göstermeyebilir. Bu bakımdan, bir halkın menşeini tayinde ehemmiyetle üzerinde durulfrıası gereken bir husustur. Bu netice bilhassa, eğer bahis konusu olan, göçebe, yarı göçebe veya mecburen yerleşmiş bir Türk lehçesi konuşan kabilelere tatbik edilmek gerekirse, o zaman onlara rahatça Türk menşeli olarak bakma im* kânını verir. Çünkü Türkler, tarihe göçebe olarak girmiştir; o halde, eğer göçebe asıllı ced hâlâ ona izafe edilebiliyor ve eğer hâlâ Türkçe konuşuyorsa böyle bir topluluğun Türk olduğundan şüphe etmemek gerekir.

Page 94: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Tacikçe konuşan yerleşmiş halkın İran asıllı olduğu rahatça kabul edilebilir. Ama bu netice Türkçe konuşan birkaç şehir ve kasaba hajkınm vaziyetini açıklamak için daha başka araştırmalara da ihtiyaç gösterir: Bu durumda lisan tek başına bir kriteryum ola maz. Çünkü bunlar, daha doğrusu bu «Türkler» Türkleşmiş Tacikler'dir. Tarih Türk usûllerini benimseyen birçok başka halkları göstermektedir. Ancak yakın zamana kadar, başka medeniyetlerin kılığının Türkleı tarafından kabulünü gösteren misâller çok azdır. (1) Bu şehir sakinlerinin çoğu Özbekçe ve Tacikçe konuşur. Bu iki lisanlılık, alâkalı şahısların Tacik veya ka-rışık menşeli olduklarını göstermektedir. îster yalnız Tacikçe konuşsun, ister iki dil konuşsun, eskiden gerçek Türkler bu tip yerleşik halka «Sart» derdi.Diğer taraftan, güney şehirlerindeki Türk

dilleri* nin Farsça'laştınlması, yukarıda bahsettiğim yağmur damlalarının biribirine karışmasında^ ibarettir. Ve nihayet Hocent'ten Buhara'ya uzanan vahadaki iki lisan- lılık, Türkler'in, tran adalarını dağ ve bozkırların baskınıyla bozulmamış halde bırakarak terkedip geçtiklerini gösterir.Bu lisan ve etnoloji geçidinin ötesinde,

Mâverâün- nehr in yerleşmiş çiftçileri ve perakende Mâveraâüıl- nehr vahalarının şehirlileriyle, kuzey ve batı bozkırlarının (Bugünkü Kazak ve Türkmen ülkesi) göçebeleri arasındaki asıl farka dikkat etmek gerekir. Bu çok lü-

(1) Bunun dikkate şayan bir istisna», Bâbur’un ardından Hindistan'a gelen Tiirkler’in Hindleştirilmesidir. Bu biraz da onun torunu Ek ber'in şuurlu politikasına bağlıdır. Ama işin asıl sebebi, Hindis- tnn’m geni? vücuduna küçük bir Türk kanının karışmasıdır.

Page 95: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

zumludur, öyle ki, bunu yapmadan, Qrta Asya tarihindeki karışık hadiseleri anlamak imkânsız hale gelir.Bu, eski Kabil ve Habil hikâyesidir. Doğu

tefekkürü bunu açıkça anlar. Mahallî liderler arasındaki ayrılık da bundan ileri gelir. Ve bu, 1918-24'teki Basmacı mücadelesiyle onların zihninde silinmez bir şekilde yer etmiştir. İleride, devrelerin tahlilinde, yerleşmiş ahali-nin, etnik menşei ne olursa olsun, yüzyıllar boyunca Iran tesirine ve güneyden gelen göçlere açık kaldığın? ve Müslümanlığın fütuhaftmui ilk üç yüzyılı içinde îranlı hükümdarlar tarafından kontrol edildiğini göreceğiz. Bu temasın bir neticesi Hanefî Sünniliğin en katı şeklinin itikad umdelerinin doktrînleşmesi olmuştur. Çünkü, ülkeyi güneyden kontrol eden Samânîler ve diğerleri zamanında henüz Şiîlik yoktu ve İran'ın Şiîliği resmî devlet dini olarak kabul etmesi için daha asırlar geçmesi gerekiyordu. Bu, XVI. asırda İran’da Safevî hanedanım kuran Şah İsmail'in zamanında olmuştur. Yerleşik bir vahâ halkı, sıkı bir din sistemine meyyaldir. O asrın başlarında Mâverâünnehr'de de böyle ol-muştur. Diğer taraftan bozkır göçebeleri, daha rahat bir ibadete müsaitti, —ki bunlar Moğol uluslarının varisleriydi ve Cengiz'den sonraki asrın büyük bir kıs* mmda İslâmlaşmamışlardı.— Bir şeyi basitleştirmek kolaydır ve sınırlan belirsiz hale getirir ama, yine de geniş olarak, Türklerle Iranlılar arasında başlıca farkın dine karşı davranışlarında belirdiğini söylemek hata olmaz. Allah'ın bekasını tanıyan, ama onu camiden çok dağ başında daha iyi gören anlayışa karşı taassuba yol açacak aşırı, bir şekilcilik.Ancak Orta Asya'da ve Orta Asya dışındaki

sahalarda vukubulan göçebe tesirini sadece bu manevî

Page 96: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

m

davranışa atfedemeyiz. Ne var ki aslında (Ruslar'm gelişine kadar) Asya'da ve Avrupa'da tarihin akışını değiştiren şey de budar. Zaman zaman meskûn mıntıkalar üzerinde esen hanedanların listeleri vasıtasıyle tahlillerde bulundukça, az veya çok düzenli aralıklarla, bozkırlarda, doğudan yürüyüşe geçerek iskân edilmiş mmtakalann meyvasım birkaç yıl içinde topladıklarını müşahede edeceğiz. Bu, izahı kolay olmayan bir vaziyettir. Kimdi bu göçebeler? Bu dış göçebeliğin mânâsı nedir? Kendilerinin gelip geçmesinden sonra arkaların-da neler bıraktılar? Ve nihayet asırların hareketleri içinde yerleşmiş kavimlerle göçebeler biribirleriyle nasıl kaynaştılar?Türkler'den sonra, Moğollar'ın akını başladı.

Orta Asya tarihinde Türkler'le Moğollar'ın akrabalığını münakaşa etmek maksadıyle çok mürekkep harcanmıştır. Bir defa Moğol, Tatar, Türk, Sart, Kazak ve Özbek tabirlerinin kullanılmasında bir karışıklık hüküm sür-mektedir; üstelik, bu yetmiyormuş gibi bir de dil bakımından yaklaştırmalar aranarak mesele büsbütün karışık hale getiriliyor. Meselâ Çuvaşça, Volga boylarında konuşulan bir Türkçe'dir ve bariz şekilde Bulgarca kelimelerle karışmıştır. Bu bakımdan bazan, Çuvaşça konuşmaları, Bulgarlarla karışan Altmordu'nun gerçek temsilcileri sayma temayülü görülür. Bulgarlar ise Volga üzerinde Moğollar'dan daha eski bir ırktır. Ama Cengiz'in ordularının saf kan Moğol olduğunu kabul etsek bile (halbuki böyle olmadıklarını gösteren sebepler vardır), büyük gerçek odur ki, Moğollar Türk denizine akan nehirler gibiydiler. Moğol medeniyeti Mâve- râünnehr'de Türk medeniyeti tarafından emildi, nasıl

Page 97: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ki daha yüksek bir medeniyet olan Çin ve Rus medeniyeti tarafından da emildiyse... Bir Moğol olan Cengiz'- in ikinci oğlunun adı olan Çağatay, Doğu Türkleri’nin edebiyat Türkçesi'nin adı oldu, iki asır daha sonra, aslen bir Moğol kabilesinden olan Timur, esas itibariyle Türk oldu. Belki de bu meseleyi en iyi şekilde halletmenin yolu son büyük Timurlu imparatoru Bâbur'a gelmektir. Bâbur, baba tarafından Timur'dan sonra gelen beşinci ana tarafından da Cengiz'in ikinci oğlu Çağatay'dan inen on üçüncü nesilden olduğunu söyler, Böylece ana ve baba tarafından ecdadı Moğol olan bu hükümdar Türkçe yazar ve Hâtıralar ında Moğgl ırkından istihfafla behsederek şöyle der: «Bütün diğerlerinin arasında, soygunculukta lânet Moğollar gibisi yoktur. Moğollar melek bile olsalar isimleri altınla bile yazılsa yine de kötü olurlardı ve Moğol adı alçak demek olurdu.»Hindistan'da, Bâbur soyundan gelen hükümdarla-

rın Moğol hanedanı olarak bilinmesi komik bir, şeydir! Hiç şüphesiz gerçek, Barthold'un ibaresinde saklıdır: Türkleşmiş Moğol, Gerçek antitez, Türk ve Moğollar arasındaki etnolojik farktan ziyade, vahanın yerleşik halkı ile, bozkırların göçebeleri arasındaki farktır.Bâbur'u rehber alarak şu kanaate vardım ki, bu

bölgede Türkler ve Moğollar arasındaki etnik fark kat’î bir ifade taşımamaktadır. Çünkü göç tahrikleri Moğolistan'dan gelmiştir ama, meydana gelen hareket ma- nidâr bir şekilde Türk'tür. Aksi halde, tarihte hiç değilse dört defa —Selçuklular, Cengiz, Timur ve OsmanlIlar zamanında— Orta Asya sancaklarını başka kıtaların kalbine kad^r götürecek bir kuvvet yaratan bu bozkır kabileleri kimlerdi?

Page 98: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Muhtelif Türk kabilelerin hüviyeti ve biribirleriyle olan akrabalığı hakkında daha başka ve şayânı dikkat teferruat da vardır; ancak bu gibi teferruat normâl okuyucunun zihnini karıştırmaktan başka işe yara- maz. Çünkü mesele öylesine dallı budaklı» öylesine karışıktır. Ancak hepsi arasında iki tipik adı almak mümkündür. İki imparatorluğu, Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğunu kuran muhariplerin ecdadı olan Oğuz- lar ve kuzey bozkırlarında Oğuzlar'm yerini alan Kıp- çaklar. Böylece Qğuzlar Batı Türkleri ile Türkmenler'- in (onların Hazar denizinin doğusunda kalanları) babasıdır. Kıpçaklar ise Kazak, gerçek Özbek ve Nogay boylarının özüdür. Kıpçak adına Sir Derya'mn kuzeyinde İrtiş'ten Urallar'a ve daha öteye kadar uzanan step boyunca, Fergana vadisinin güneyine kadar olan mmtakada rastlanır. Barthold Oğuz göçünün Kıpçak- lar'm tesiriyle tahrik edildiğini, onların da daha doğudaki Moğollar tarafından zorlandığını ileri sürer. Ben, bu bakımdan Kıpçak adını, Mâverâünnehr'in krallıklarıyla doğudaki Moğollar arasındaki bozkırı işgal eden Türk taazzuvunun değişik bir adı olarak kabul ediyo-rum. İşte Moğol nehri bu depoya aktı, tâ ki, seviyesini yükseltip, taşmasına yol açıncaya kadar... Bu deponun sınırları bugünkü Kazakistan Sovyet Cumhuriyetinin sınırlarıyla kabaca intibak halindedir. Mevsimler mecbur edip de, göçebe hayatı zor gelmeye başlayınca, kabileler yerleşik bir hayata özenir. Diğer taraftan bunların miktarı vahalardaki yerli otoriteye başkaldırıp kendi başlarına buyruk olmak isteyenlerin iltihakıyla durmadan da artar. Daha sonraları bu gibi gruplara

Page 99: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

«Kazak» denmiştir (1). Bozkır hUrriyet ve macera va- adeder. Zamanla J?aşıboş gezen bu unsurlara daha başkaları da katılmıştır. Etnik bakımdan şehirlerden uzaklaştıkça az saçlı, küçük gözlü, tıknaz Tatar tipine yaklaşılır. Kıpçakça Türkçe ailesindendir. Cengiz’in askerlerinden çoğu da hiç şüphesiz Türk asıllıydı. Zamanla Moğol usulü hayat Türkler tarafından sindirildi. Onlar ise yerleşik halklar üzerine İran-Türk kültürünü çe-kecek durumdaydı.İşte bazan konfederasyonlar halinde toplanarak

Mâver&ünnehr'in kaynaklarını talan eden; bazan başkalarıyla tyrleşerek Orta Asya’nın daha ötelerine, kadar taşanlar bu gezgincilerdir.Bütün bu işler olup biterken çeşitli kökler

biribi- rine çattı, biribiriyle karıştı, camdaki yağmur damlaları gibi birleşip ayrıldılar. Ama bugün bile göçebe Türk ve Moğol karşılaşması tipik Kazak’ta görülebilir. Bugün yine de Mâverâünnehr vahalarının yerleşik halkları arasında, fizikî, Manevî ve zihnî bakımdan bozkır Türkmenleri veya Kazakları’yla uyuşan bir tip bulmak çok zordur. Vahâli adam umumiyetle ufak kemikli, gevşek organlı, dar ve uzun baş ve burunludur. Bozkır adamı ise yuvarlak kafalı, az sakallı ve bodur yapılıdır. Biri iyi bir çiftçi ve el işçisidir; diğeri sürüsünü

(1) Kazak, Türkçe eski bir kelimedir. Haydut mânâsına gelir. Daha sonraları bir çeteye mensup insanlar için kullanılmıştır. Asıl mâ* nâsı yerleşik bir hayata uymayı reddeden bir kanun dışı veya zulümden kaçmış kimse demektir. Bazıları kelimenin «kazmak»'tan (ama kazmak, aslında Kazaklar’m yapmadığı şeydir}, bazıları da «kaz»’dan geldiğini ileri sürer. Ancak, bu iki şekil de yakıştırma gibi görünmektedir. Batı dillerindeki Cossack kelimesi Türkçe Kazak'tan alırmış ve yukarıdaki tarife uyan Ruslarca verilmiştir.

Page 100: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

otlatmaya bakar ve toprağa bağlı değildir. Biri umumiyetle mutaassıb, diğeri rahat görüşlüdür. Bir zamanlar vâlıalılar bozkır halkı tarafından Şart diye anılırdı. Zamanla, Türkçe, Farsça'yı kovduğundan, sonraları bu isim Türkçe veya Farsça konuşanlar arasında bir farkı belirtmekten çıktı. Daha sonraları Sart kelimesi yanlış bir mânâda kullanılmaya başlandı. Şimdi bundan kaçınılmaya çalışılıyor. Manzara, Pakistan'ın ku- zey-batı sınırındaki Pathan eyaletini bilenlere hiç yabancı gelmez. Orada da ekseriyetle Puştu dilini konuşmakla beraber şehir halkının çoğu hâkim ırkı teşkil eden Pathanlar'dan değildir, aksine yerlilerin veya gelip geçen fütuhat mensuplarının kalıntılarıdır.. Asıl Pathan kabilesinden onlanlar onlara «şehircilik» der. Barthold, Sart sözünde de buna benzer bir mânâ aramaktadır. Ona göre bu kelime Hindistan'dan alınmış ve Türkler tarafından tüccar mânâsında kullanılmıştır. Daha sonraları Türkçe ^konuşan Şartlar, Türkler ve Tacikler arasında bir fark meydana getirmek için kendilerine Özbek demiş böylece dili bir kriteryum olarak kullanmıştır.Hâlâ Farsça konuşan Tacikler, çiftçiliğin en

kesif olduğu (Hocent ve Fergana civarı gibi) vanalarda ve şehirlerde veya Pamir'in Gorno (tepe) Bedahşan gibi, Türkler'in asla nüfuz etmediği vadilerinde yaşarlar. Dağlı Tacikler'in çoğu, Gılgit ve Çıtral'deki komşuları gibi, Îsmailî'dir. İsmailî, Şiîliğin tarikatidir. Bunlar Ağa Han'ı büyük olarak tanırlar." Rus propagandacıları ise belki kasıtlı olarak, belki de cehaletlerinden bunları gayrimüslim sayar. Üstelik bunların Farsça konuşmalarını Türk milliyetçiliğine karşı kullanmak gibi bir

Page 101: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

m

temayülleri de vardır. Şirazlı Hâfız ve Sam gıoı ıran şairleri bile, Rus tarihlerinde Tacik şairleri olarak geçer. Savaşçı olarak Türkler, Tacikler’le alay ederler. Basmacı devri hadiselerinde Enver Paşa'ya destek olmaktan vazgeçen bir Tacik birliğinden şöyle bahsedi-lir:«Bunlar, şeyhler ve mollaların peşinden giden,

besili, semiz kimselerdi. Savaşta ise beş para etmiyorlardı. Ayaklarına beş santim topuğu olan kabasaba takunyalar giyerlerdi; atlarının eyerine halı koyarlardı, eyerin bir kenarından da demlik sarkardı. Savaşta koşmaya başlayınca da bunların hepsi düşüp giderdi.» îşte Lewis Caroll'un Beyaz Şövalyesi'ne ilham kaynağı.Tanrı Dağları'nm (Tienşan'm) güneyindeki

şehirlilerin ve yerleşmiş çiftçilerin çoğu Hem Türkçe hem de Farsça'nın Tacik şeklini konuşurlar. Togaiı (1) bunlara Kent - Türkleri der; o, bunların îranlı kanı yahut tesirinden tamamen uzak, halis Türk olduklarını kabul etmeye meyyaldir. Ancak bu, meyil Mâverâünnehr'deki çok uzun süreli tran tesiriyle pek bağdaşamamaktadır. Diğer taraftan kendisi de şehirli ulemânın mutaassıb davranışlarını tran tesirine atfetmekte ve fizik yapılarını da (uzun sakal vesaire) daha güneydeki Afganlâr’a ve îranlılar'a benzetmektedir. Togan, Türkili'nın Rus- lar'ca yapılan yeni etnik taksiminin, yerleşmiş Türk- ler'in kendilerine Özbek demesine yol açtığını müşahede etmiştir; belki iddiasının mesnedi buradan gelmektedir.

(i) Iranhlar’la çok uzun müddet birlikte bulunmanın tesiriyle Buhara ve Semerkand’da konuşulan .Özbekçe sesli ahengini kaybetmiştir.

Page 102: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

«Belki de, isme, böylesine ihtirasla düşkün olanlar onlardır. Bir zamanlar Özbeklerle barbar gözüyle bakanlar, şimdi, Fars efsanelerinin yerini almaya başlayan Özbek edebiyatına karşı bir alâka duyuyorlar. Belki de gerçek Özbekçe, îranlılaşmış kent lehçesine tesir edecek, böylece gerçek Özbek vasıfları tekrar canlanacaktır. Belki de Kent - Türkleri başka Türklerle bir tek millet olduklarını söyleyeceklerdir... Bu noktai nazara göre Özbekçe adının daha geniş kullanış şekli, Türkistanın millî birliğinin tasvirinde bir binek taşı vazifesi görecektir.★ ★ ★Ecdadı Oğuzlar olan Türkmenler'den daha önce

bahsettim. Bunlar daha çok Batı Türkleri arasında yer alır. Doğu Türkleri için ise, Kıpçak kabile adını aldım. Bunlar Moğol fırtınasının üstlerine indiği, bozkırların tipik Türk neslidir. Moğol istilâsından sonra Kıpçak adı, Müslüman vekayinamelerinden bir ulus (1) adı olarak silinir. Ancak Kıpçaklar, zamanla bir Türk — Moğol kabileler topluluğu kurdular. Bu taslak kuruluştan, Mangit diye de bilinen Özbekler ve Nogaylar türedi. Bu ameliye, Mâverâünnehr'den, Urallar üzerinden Volga ve Don’a kadar devam etti.Özbek ve Nogay adlı Türk kabilelerinin,

adlarını, Cengiz'in büyük oğlu ve Altınordu (Golden Horde)'nun Cuci hanedanından olan prenslerin adlarından almış

(1) Ulus, bir Türk veya Mo£ol milleti veya kabilesi mânâsındadır. Ra kelimeyi Pathan’lstr da kullanır.

Page 103: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

olması, Türk . Moğol karışmasının tipik ve şayanı dikkat bir misaldir. Gerçi muhayyile, Özbek adının Türkçe asıl, esas mânâsındaki öz ile, efendi yani kendi nefsinin hâkimi mânâsındaki beğ sözünden çıktığını kabul etmeye meyilli görünür ama, Özbek Han'ın (1312 - 1340) Cuci soyundan inme bir hükümdar olduğu da bir gerçektir* Umumiyetle Barthold'un görüşlerine uyan bu tabloya göre, Özbek ve Nogay kabileleri, İdil - Ural Tatarları ve Kazaklar'la birdir. Moğollar'dan ve Timur hanedanından sonra vahanın hâkimi olanlar bir dereceye kadar İran'ın örf ve âdetlerim benimsemişlerdir tâ ki, Türkçe konuşan Şartlar kendilerinin de Özbek olduklarım iddia edinceye kadar. Ancak 1920'lerdeki Basmacı hadiselerinin gösterdiği gibi, köylerde ve dağ- lık bölgelerde o güne kadar eski savaşçı özelliklerini muhafaza etmiş birçok Özbek vardı.^Bunlar Sovyetler'- in Türkistan'a gelişine kadar varlıklarım devam ettirmişlerdi.

Togan, Özbekler hakkında şunları yazıyor:«Bunlar, kent - Türkleri arasında bir hastalık

gibi yaygın olan İslâm taassubu ve gururuna kapılmamışlardır. özbekler, bugün yerleşmiş bir hayat yaşamalarına rağmen, kabile teşkilâtları siyasî ve sosyal ehemmiyetini kaybetmemiştir. Ciddî, barışsever ve namusludurlar. Savaşta ise cesur ve inanılmaz derecede merhametsiz olurlar. At sırtında oynanan Kökbori adlı zor oyuna bayılırlar. Basmacı isyanında görüldüğü gibi sa-vaş kabiliyetlerini kaybetmemişlerdir. Ve hiç şüphesiz, günün birinde Türkistan'ın siyasî hayatında başlıca rolü oynayacak olanlar onlardır,»

Page 104: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Bozkırlarda kalanlar, zamanla kendilerine Kazak dediler. Tıpkı kelimenin mânâsının ifade ettiği gibi Kazak, haydut, kanun dışı demektir; yoksa, bir kabile adı değildir. Bu, bir bakıma, büyük Gilzay kabilesinin kollarının vaziyetine benzer. Bunlar yıllık göçleri sırasında Afganistan yaylalarındaki anavatanlarından kal-karak kuzey-batı sınırını geçip daha yumuşak iklimi olan Indus vadisine inerler. Kendilerine kabile adlany-, la hitap edilmez. Yanî bunlara Gilzay denmez, Powin- dah (otlakçı) derler. Sart sözü nasıl ki, şehirli yahut müstahsil mânâsına kullanılmışsa, Kazak sözü de herhangi bir kabile ifadesi olmadan bozkır göçebeleri için kullanılmıştır. Böyle bir tarihi olan, böyle bir ülkede Kazaklar’m ecdadının tarihi, bir Batılı’nm eliyle, çözülmekten ziyade dolaştırılmıştır. Ancak fizik yapıları, bunların geniş miktarda Moğol (1) yahut daha yakın olarak Kalmuklar’la karıştığını göstermektedir. Ayrıca yerleşmiş mıntıkalarla bozkır halkının dili arasında da geniş bir fark vardır. Şimdi, belki de eski Çağatayca üzerine kurulan bir diller grubunun ne dereceye kadar geliştiği tetkik edilmektedir. Ancak, Sovyet baskısı bu gibi faaliyetlere meydan vermemekte halkın bu dil birliği faaliyetini nasıl karşılayacağı hâlâ meçhul bulunmaktadır.Kazaklar Rus tahakkümüne karşı meşhur hanla-

rının idaresi altında savaştılar; ancak bu hanlar, sadece bozkır liderleriydi; Özbekler gibi asla Türkistan'da hükümran olmamışlardı. Kendi ülkelerinde aynı

(1) Bugünkü başlıca Mogoİ grupları. Halka. Ordos, Buryat ve KalF: 7

Page 105: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

kandan gelen Oğuzlar gibiydiler: «Siyasî bir birlik kurabilecek şekilde bir birlik meydana getiremediler, Halbuki en kudretli Türk imparatorluklarını kuranlar, bu birliği gerçekleştirenler oldu.» (Z. V. Togan)Ancak, bu imparatorluklar Orta Asya'nın

ötelerin- deydi: Orada kalıp da Kazak adıyla anılanlar kabile teşkilâtını kaybettiler. Togan onlar hakkında şöyle diyor:«Ruslar, daima, kendi kendilerini, Kazaklar'm

İslâm'ı gerçek mânâda benimsemediğine inandırmaya çalışmış ve bu bakımdan Allah'sızlık propagandasının onların arasında revaç bulacağını ummuşlardır. Ne var ki, bu ümitleri gerçekleşmedi.»Ve an'anelerinin iyi ve kötü tarafları için de

şunları yazıyor:«Soğukkanlılık, acelecilik ve büyük

heyecanlardan nefret, tevazu, cesaret, kumanda £evki, savaşta merhametsizlik ama kaidelere riayet, esirleri korumak fakat satmak —basit, ama dinî tesirlerle fethedilecek kadar basit olmayan bir akıl— fertleri, aileler hattâ ka-bileler arasında kan dâvasını tahrik ve bir de darda kaldıkları zaman çocuklarını satmak âdeti.»Schuyler, 1876'da, eski rejim altında bir

Özbek'in —vaktiyle, Ruslar'ın gelmesinden önce Kitab ve Şehr-i Sebz mıntıkasının ortak valisi olan —Yüre Bey'in bir tasvirini yapar. Yüre Bey, itimad edilir biridir; aristokrat bir insan olarak nasıl davranılacağını bilecek ka« dar zariftir. Uzun boylu, yakışıklıdır; sade fakat çok temiz giyinir; ince bir sakalı, sevimli kara gözleri ve ciddî ifadeli bir yüzü vardır; mutaassıb değildir ama, koyu bir müsîümandır. Karşısındakinin karakterini

Page 106: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

hiç yanılmadan anlar; tırnaklarının ucuna Kadar Asya terbiyesine sahiptir, ama yine de doğru bildiği şeyi yapmaktan kaçınmaz* Schuyler, onun hiç şüphesiz tam nesline uygun bir tip olduğunu belirtir. Altmış yıl sonra aynı adamı anlatan Togan, Yüre'nin hera kendi halkından hem de Ruslar'dan gördüğü hürmetten bahseder. Yüre Bey, kazaklar gibi, fazlaca İran tesirinde kalmayan bir göçebe Özbek kabilesinden gelmiştir, öte yandan değerli bir kütüphanesi vardır ki, bunu Bart- hold'a iftiharla göstermiş, katalogunu yapmasına da izin vermiştir. Türkistan'daki Rus idaresi hakkında da Barthold'a şunları söylemiştir: «Türkistan'daki Rus idaresi Moğollar'ınkine çok benziyor: Aramızdan en kö-tülerini seçiyor, ve onları kendi ırkdaşlanna karşı kullanıyorlar.»★ ★ ★Orta Asya Türkleri'ne dair eser yazan hiçbir

müellif, bu mıntıka ile alâkalı kuvvetlerin sloganlarını zikretmeden geçemez. Bu sloganlar daima Doğu Türkle- ri’nin daha geniş bir siyasî birlik kurmaya karşı olan alâkalarını hedef tutar. Altında bir Türk rönesansınm doğacağı muhtelif sancaklar da açılmıştır. Aşağıdaki tarif Togan’m eserinden alınmıştır. Togan, bu tarifin neticesi olarak, hiçbir imanın, bunlar kadar Türkler'e faydalı ve pratik bir hedef gösteremeyeceğini söyler.İlk bahsedilen üç tâbirdir: Pan - İslâmizm,

Pan- Turanizm ve Pan - Türkizm. Dinî olan birincisi İslâm âleminden başkalarını da çekmeye yarar; ve sadece daha derin ve gerçek bir Türk vatanperverliği için bir köprü başıdır. Umumiyetle Pan - İslâmizm, siyasî bir

Page 107: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

kuvvet olarak kabul edilmemektedir. Sebebi, kısmen muharrir ve mütefekkirlerin fazlaca sola eğilmesi, kıs- men de modern Türkiye'nin ilhamlarına hürmet edilmesidir. Bu cihetle müminlerin gönlündeki İslâm'dan -‘-camilerin hudutları ve ulemanın anlayışı dışmda— siyasî bir parola olarak bahsetmek yerinde olur. Yeni milliyetçilik bu parolaya emperyalistlerin bir serabı olarak bakmaktadır.Pan Turanizm fikri, bir Macar teklifidir. Türk,

Moğol, Macar ve Fin - Uğr halkları birliğini derpiş eder; ancak bu siyasî bakımdan boş bir faraziyedir çünkü gerekli sosyal ve coğrafî bağdan mahrumdur.Nihayet Pan - Türkizm ise, ilk defa Macar Vam-

bery'nin zihninde teşekkül etmiş bir fikirdir. Pan- Türkizm'e siyasî kuvvet olarak fazla bir ehemmiyet verilemez; ancak yeni milliyetçilik saf kan Türk olan halklar arasında bir anlaşniayı cazip bulmaktadır. Bun- da çölde kaybolmuş olanlar için susuzluğunu giderecek kültürel ve sosyal bir şekil aranmaktadır. Bizzat Togan da, Türkiye'nin hegemonyası altında federal yahut başka türlü bir birleşik Türk devleti düşünür. Enver Paşa'nm bazı sözlerini nakletmekle beraber Doğu ve Batı Türkleri arasında ve bütün Türkler arasında ortak bir ruh olması ve bunun yabancı hakimiyetinden âzâde olması gerektiğini; yoksa —hattâ lisan bakımın-dan bile şeklî bir birlik aranamayacağmı kabul eder, Togan, açıkça söylememekle beraber, bir kültür âhen* gi içinde, tehlike vukuunda birlikte hareket eden fakat birbirlerine karşı şeklî mecburiyetleri olmayan, bir bakıma modern bir Milletler Gâmiası gibi bir topluluk düşünmektedir. Bu hususu kendisi şöyle ifade ediyor:

Page 108: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

«Türk birliği hareketi, bütün Türkler'in siyasî bir yapı meydana getirmesi gibi bir kuruntu değildir. Biz, bir Türk dünyasından bahsederken, Türk asıllı, Türk ruhlu bir medeniyeti kastediyoruz. Türkistan'da olduğu gibi, Türkiye'de de Türk tarihî, millî edebiyatı ve âdetleriyle alâkalı araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar sadece Avrupalı ilim adamlarının yaptığı Tür- kolojik neşriyatta değil, aynı zamanda Türk dünyasına karşı gittikçe artan bir yakınlık duyan bütün AvrupalIlar arasında da alâka uyandırmıştır. Türk kültürünün tarihî birliği meselesi gittikçe daha fazla, tekrar Jekrar aiçıklanmaktadır. tki mutasavvıf: XII. Asırda, Yese'li (Sir Derya yakınında bugün doğrudan doğruya Türkistan denen şehir) Ahmed Yesevî ile,j>ndan 150 sene sonra Anadolu'da yaşayan Yunus Emre aynı ekolü ve kültürü temsil ederler. Batı ve Doğu Türkleri'nin kahramanları olan Bayezid ve Timur'un savaşlarıyla tipik hal almış bulunan karşılıklı düşmanlık, zamanla kuvvetini kaybetmektedir. Azerbaycan millî edebiyatı, Cengiz ve Timur'u, bütüç Türklerce ortak olan millî şuurluluğun kahramanları olarak işlemektedir. Hiç şüphesiz İsmail Gaspıralı'nm (1) eseri Türkiye'de tesirli olmuş ve elli yıl sonra Atatürk idaresi altında başlayan reformların ilk işaretini teşkil etmiştir.

«Din sahasında, Ahmed Yesevî'nin Yesevî ekolü; edebiyat sahasında, Oğuz Han, Dede Korkut ve Kör- oğlu (2) destanları; Doğu ve Batı Türkleri'nin sanat

(1) Kırım'Iı yazar. XIX. Yüzyılda yaşadı. XIII. bölüme bakınız.(2) Özbek, Kazak ve Türkmen kabilelerinin eski destanları ağızdan ağıza

gelmiştir. Sovyet ilim adamları bunları vazıîı hal'' fireti^-n^k için çok uğraşmışlardır, ama, Rusça olarak orijinal diliyle değil. Sonunda bunların feodal çağ: edebiyat? olduğu, sahts bir burjuva milliyetçiliği aşıladığı ve bunlârclan kaçınmak gerektiği kanaatine varılmıştır (!)

Page 109: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

âbideleri bütün bunlar, Türk medeniyetinin cihanşümul mânâsının teminatıdır. Yakuı zamanlara kadar Osmanlı devri sanatı tarihçileri Bursa'daki Yeşil Ca- mi’yi katıksız Osmanlı eseri sayardı. Şimdi bu cami tezyinatının tlhanlı sanatını bilen Tebrizli çini sanatkârları ile, sanatı, Timur zamanında Semerkand'da öğ-renmiş Bursalı bir dekoratör tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.

Tebriz’deki tlhanlı çağı âbideleri; Meşhed ve He- rât’taki Timurlu camileri; şahane Semerkând, Yese ve Ürgenç medreseleri aynı Türk medeniyetinin eserleridir.*

★ ★ ★Bir PânTürkizm ideali, Kafkasya'da Türk, hattâ Müslüman bile

olmayanlar arasında kıskançlık uyanmasına sebep oldu. Ancak bu, bir başka hikâyedir; bu mevzudaki Türkistan fikirlerinin, Avrupa’nın Büyük Ruslar’a ıkarşı olan milli mukavemetini zayıflatması gerekmediği gibi, Türk anavatan topraklarının istiklâ-lini aramanın da Gürcü ve Ermeniler’i gocundurmaması gerekir.

Hazar Denizinin doğusundaki dar Türkistan sahasında, çadırda oturanlarla yerleşmiş çiftçiler; şehirlilerle dağlılar, Türk kabile âdetleri (Yasa veya yasak) İslâmî) şeriat; güneyin Horasan kültürü ile, kuzeyili Türk süvarilerinin efsaneleri ve hattâ bozkırların saf Türkçesi ile Mâverâünnehr’in İran tesirindeki konuşması arasında tezatlar vardır. Kazaklar, özbekler, Kır- gızlar, Türkmenler ve şehir Türkleri’ni birbirinden tefrik etmek şarttır. Ancak, Togan gibi muharrirlerin de

Page 110: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

vamlı gayreti, bütün Türkistan halklarının müşterek milliyeti mihverindedir. Bir bakıma bu, siyasî sebep taşıyan hususî bir iddiadır ve hedefi şehir Türkleri’nin saf kan Türk olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer taraftan onlar, Türkistan'ın 1924'te Sovyetler tarafından yapılan sun'î taksimini de tenkid etmektedirler. Bunda haklıdırlar da, çünkü Sovyet politikası ülkeyi muhtelif dil kısımlarına bölmeyi hedef tutmaktadır; bundan maksatları, hiç değilse bütün Türkistan'ı içine alacak geniş bir milliyetçiliğe meydan vermemektir —bu noktaya tekrar döneceğim—. Ancak Rusya'dan kaçan genç nesil mültecilerinin yazdıkları bize başka şeyler öğre tiyor: Tek bir an’ane kurmaya çalışırken, mülteciler, birlik üzerindeki tazyiki kaldırmış ve farklılaşmayı iyiden iyiye azaltmıştır. Bu, Pencablı, Gurkha, Sik, Ma- ratha ve Pathanlar'ın eski Hind ordusunda bir,arada kümelenmesini andırmaktadır. Tpıevvü arasında birlik aramak ve bu farkları bilen müesseseler kurma yolunda çalışmak imkânsız olmayabilir.

Ancak henüz, manzarayı bütünüyle görecek zaman gelmemiştir. Bu noktaya kadar yaptıklarımız, beşeriyetin muhtelif tabakalarını ve gayretlerini, fizikî bir çerçeve içinde belirtmek ve bir düzene koymak gayretiydi. Bu muhtelif tabakalar bir halita meydana getirmiştir. Bu halita, tabiî ayrılıklara rağmen, bir ittifak meydana getirmeye yarayacak bazı kuvvetlerden mahrum değildir. Bununla beraber karışık bir mazinin bazı hadiselerini gözden geçirirken, iki ayn muhitin, çölün ve ekili toprakların, tesirinin ne kadar devamlı olduğunu akılda bulundurmakta fayda olacaktır.

Page 111: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

İMPARATORLUKLAR POTASI

öldük, ama yaşayışımız büyüktü: Sağırız, ama devletlinizin bir şariosı Çok... Çok önceki hamulesiyle çölde dolaşıp

duracak ve bekleyecektir...Flecker

Doğu Türkleri’nitı, Arap fütuhatından sonraki tarihinin iki şiddetli yükseliş etrafında toplamak şartiy- le daha berrak görüneceğine işaret etmiştim. Bu yükselişlerden biri XIII. Asırda Cengiz Han'ın idaresindeki Moğollar’ın istilâsı, diğeri de XIV. asrm sonlarında Semerkand yakınlarında Keş’teki üssünden hare-ket eden Timur’un fütuhatıdır. Rus tazyikinden önceki devre XVIII. Asırda başlar. O zamana kadar olan devreleri şöyle ifade edebiliriz:

1) Moğol öncesi devir, 700 -12002) Cengiz Han sülâlesi, 1200 -13503) Timur ve Jiımırlular, 1350-15004) Şeybânîler idaresinde Özbek fütuhatı ve üç küçük devlet:

Hıyve (Harzem), Buhara ve Hokand'da meydana gelen büyük kat^şlkjlık ve çözülme, 1500- 1750.

Page 112: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

1) Moğol öncesi devirMâverâünnehr, VII. Asrin son on yılında, Emevî halifesi

Abdülmâlik'in hükümdarlığı sırasında Araplar tarafından fethedildi. Fetihler, Sâsânî Iranı'm aşan genişlemenin kuzeye doğru tabiî bir yayılışıydı, Bu fetih Emir Huteybe ibni Müslim'in orduları tarafından gerçekleştirildi. Bu ordularda Araplar sadece önde gelen kısmı teşkil ediyor, geri kalan kısım İran'ın hemen her tarafından toplanmış binlerce birlikten meydana geliyordu.

Elli yıl geçmeden Arap dominyonunun bu kuzeydoğu kısmındaki halkları arasında büyük bir soğukluk başgösterdi. Bunda Emevîler'in, Arap olmayanlara hattâ müslümanlığı kabul etmiş olsa bile müsavi haklar tanımaya yanaşmamasımn rolü büyüktü. Diğer taraftan İran'ın yardımıyla, 750 yıllarında, Şam'daki Emevî hanedanının yerine geçen Bağdad Abbasîleri Horasan ve Mâverâünnehr'de elverişli bir politika takip çttiler. Ancak Abbasiler zamanında, Mâverâünnehr'de,^ İslâm damgası altında bir şehir medeniyeti doğdu. Abbasi idaresi geniş ölçüde Horasanlıların elindeydi. Bu bakımdan, yeni dinin temsilcisi olarak İran'ın tesiri Ceyhun ve Seyhun nehirleri boyunca olan vaha şehirlerin-de hâkim vaziyete geçti. Dinin pekiştirilmesi faaliyetinin altında yatan şey Turan havzasındaki meskûn Türk topraklarının işgal ve tanzimiydi, Barthold ise bu mmtıkann içinde ve dışındaki İran nüfuzu ve tesirinin İslâm'dan önce de var olduğunu, Sâsânîler zamanında bunun açıkça belli olduğunu ve kâsenin kenarındaki Türk kabilelerinin Zoroastiranizm'i kabul ettiğini belirtir.

Page 113: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Nihayet IX. Asrın sonlarına doğru (874 - 999) Sâ- mânoğullan Horasan ve Mâverâünnehr'in hudut eyaletlerinde, Abbâsî mirasına kondukları zaman, Türk- ler'in anavatanındaki İran tesirini daha kenetlediler. Türk kabileleri İslâm'ı kabul ettikleri zamana kadar, hükümet etmeyi arzu edecek vaziyette değillerdi ve o zamana kadar da Müslümanlık Türkler arasında başarı kazanamamıştı. Şüphesiz Mâverâünnehr'in Müslü- manlar tarafından fethedilmesiyle, muayyen bir siyasi tesiri olan Türkler'in Müslümanlığı kabul etmesi arasında 300 yıl (VII. Asrın son on yılından X. Asnn son on yılına kadar) kadar zaman geçtiği bir gerçektir. O tarihe kadar Arap muharrirleri Türkler'den din düşmanı olarak bahsetmiştir.

SâmânoğullarrBelh'ten geldiler ve katı bir Hanefî Sünnîliği (1) kurdular. Bunda belki de İslâm'ın bu mıntıkadaki hâkimiyeti Budizm'le çekişmekte olmasının tesiri vardı. Kâsenin kenarının pek fazla güneyinde olmayan Hindukuş'ta kayalardan yontulmuş büyük Bamyan putları, hâlâ Budizm'in bir zamanlar Turan'- m güney kısmında ne dereceye kadar hâkim olduğuna şahitlik etmektedir. Buhara ve diğer şehirlerdeki ilâhiyat mekteplerinin (medrese) üstünlüğü Budist te* şirine bir cevap olarak mütalâa edilmektedir. Sans- kritçe vihara manastır demektir ve Buhara sözünün bu kelimeden çıkmış olması muhtemel görülmektedir.

İslâm'ı kabul eden ilk Türk hanedanı bir bakıma Kaşgarlı Buğra Han'ın efsanevî şahsiyetinde Karahan-

(1) Hanefîlik, Sünni bir mezheptir ve son derece mutâassıb olan Şiiiiâ; tamamen zıttır. Diğer Sünni mezhepleri Hanbelî, Şâfii ve Maliki liktir. OsmanlIlar, Mâverâünnehr Türkkri ve Hindistan V3 Afgn- nistan Türklerinden çoğu Hanefi’dir.

Page 114: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

lılar oldu (960). Bazı tarihçiler bunlara îlak Hanlar der. Bu hanedanı^ hüküm sürdüğü topraklar kuzeyde Yedi Su*ya kadar uzanıyordu; hükümet merkezi de Ba- lasagun denen bir yerdî ki, bugün meçhuldür ama, Çu nehri üzerinde olması muhtemeldir. Buğra Han'ın torunu Harun, 999'da Buhara ve Semerkand'ı Sâmân- oğullan'ndan aldı. Böylece hiç değilse üçyüz seneden beri ilk defa İran üzerine bir Türk hâkimiyeti kurdu Bu muvaffakiyetin kamçıladığı Sâmânoğullan, fetih-lerini daha güneye doğru uzatmak istedilerse de Gaz- neli Mahmud tarafından yenildiler (1). Böylece Amu Derya Gazneliler ile Karahanlılar arasında hudut teşkil etti. X. Asrın başlarında ve Karahanlılar’ın Mâverâ^ ünnehr'de Türk hâkimiyetini kurmasmdan kısa bir müddet sonra, Seyhun'un (Sir Derya'mn) kuzeyindeki mıntıkalardan, meşhur Guz, yahut Oğuz Türkleri'nin akını başladı i

Bu Türk kabilelerinin büyük bir topluluğuydu. Yirmidört boya bölünmüştü. Bunlar îslâm tarihinin en meşhur halklarının üçünü meydana getireceklerdi. Bunlardan biri Afganistan'ın doğusundaki büyük Gil- zay kabilesinin öncüleri olan Haliç yahut Halci (2) ler- di. Bunlar Delhi'de bir hanedan kurdular ve asırlar sonra, Afgan dilini ve âdetlerini benimsedikten sonra, İran'daki Safevî hanedanını ezerek Dürranî'lerle Afganistan'ın hâkimiyetini çekişmeye başladılar. İkincisi Selçuklular dır. Bunlar, İslâm dünyasını hayrete düşü*

Cl) Mahmud, Gazn^liler’in ilkidir, Merkezi Kâbil ve Kandehar arasın-daki Gazne idi. İran’lı şâirin hâmisi ve XI. Asırda Hindistan’ın belâsı odur.

(2) Haliç’lerle Gilzay’lann aynı olduğu hususunda daha geniş bilgi için Fraser — Tyt'lere bakılması. Onun iddiası, Puştu dilinde bu kabi leîere Gilzay değil, Farsçalaştırılmış şekli ile Galci ve Halci denmesidir.

Page 115: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

recek derecede disiplinli ordularıyla Amu Derya’yı geçerek Horasan'a indiler. Bu Sünnî Türkler, İran'ı fethettikten sonra, Bağdad'a girerek, dejenere olmuş Abbasî halifeliğini ücretli Türk muhafızlardan kurtardı-lar, sonra Suriye ve Ermenistan'a girdiler. 1071’de, şefleri Alp Açslan, Malazgirt'te BizanslIları yendi; birkaç yıl, Selçuklu hükümdarları Amu Derya ve Mâverâ- ünnehr'den, Indus ve Akdeniz'e kadar olan sahayı kontrol altında tuttular. Aşağı Amu Derya'daki Türkmen- ler ile Bozkır Türkmenleri bunlardan gelmedir. Büyük Selçuklu hükümdarları Tuğrul Bey, Alp Arslan ve Melik Şah'tır. Onlar mutaassıb Hanefî olan Sâmânoğulları'- na vâris oldular ve sadece Şiîler'i değil, diğer Sünnî tari- katleri de şiddetle tazyik ettiler. Asya bozkırlarından gelen başka kuvvetler gibi, Selçuklular da, birkaç savaş liderinin ölümünden sonra imparatorluğu devam ettiremediler ve 1100 yılından itibaren parçalanmaya başladılar. Onlardan, en mühim parça olarak, Anadolu'da Konya sultanlığı, doğuda da sonradan Harzem - Şahlar diye bilinen Harzem eyaleti kaldı XIII. Asırdaki Moğol istilâsı, bunların ikisine de öldürücü darbeyi vurdu. Anadolu krallığı yerini Oğuz konfede* rasyonunun üçüncü kısmına, terketti.

Bunlar Osmanlılar'dı. Küçük bir uc beyi olan Osman Han, Bizans hududunda bir Türk beyi gibi hareket ederek 1326'da Bursa'mn kontrolünü eline geçirdi ve Osmanlı İmparatorluğunu kurdu. Onun ve ondan sonra gelenlerin yaptığı fetihler, Moğollar'ın Türkistan'ı istilâsından sonra geçen bir asır içinde oldu. Bu hareketler, doğrudan doğruya Orta Asya'daki hadiselerle de alâkalı değildi. Ancak Türk tesirinin safhalarının yayılmasını göstermek bakımından zikretmek

Page 116: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

şarttır. Hedefimiz için daha mühim bir husus da Osmanlı ve Kafkas (1) Türkleri de dahil olmak şartıyle, Anadolu Türkeri uzak olmakla beraber Oğuzlar'dan inmedir; bu bakımdan Doğu ve Batı Türkleri arasında birleştirici bir bağ bulunabilir.

Ayrıca, Moğol âfetinin gelmesinden önce Mâve- râünnehr'de hüküm süren bir başka hanedan vardır: Kara Hıtaylar (1137- 1200). Selçuklular, Mâve- râünnehr'den geçerken bunlara dikkat etmiş, fakat bu dikkat geçici olmuştu; çünkü onlar çok uzaklardaki fetihleri düşünüyordu. Ancak onların geçişi Semer- kand'daki Karahanlılar'ı zayıflatmış ve onları doğudan gelecek kuvvetlerin istilâsına hazır vaziyete getirmişti. Bu yeniler, Kuzey Çin'den (oradaki hanedanlarına Leao deniyordu) çıkarak Moğolistan'a yerleşmiş olan Hıtaylar'dı. Hıtaylar, normal lli^ yoluyla ilerleyerekXII. Asrın basarında Karahanlılar'ı yendiler; Mâverâ- ünnehr'e ve Kaşgar'a yerleştiler. Kara Hıtaylar görü nüş, an'ane ve kültür bakımından Çinli'ydiler; hiçbir zaman Müslüman olmadılar. Şu var ki, bir asırdan daha az hüküm sürdükleri halde, Çin'e bir isim verdiler: Bugün birçok Müslümanlar ve bütün Ruslar Çin'i Hı- tay diye bilir.

Cengiz Han'dan sonra Hıtaylar tarih sahnesinden silindi. Onlardan kalan tek hatıra Çin'e verdikleri isimdir ve bu bakımdan son derece şayanı dikkattir. Bu da ancak bir tek yolla, doğrudan doğruya Çin'den Mâ-

(1) AzerbaycanlIlar, Kafkar Türklerinin en mühimleridir. Bunlar uzun yıllar İran'daki Safevî hanedanına tâbi olmuş ve İran’daki kardeşleriyle birlikte Şîili&i benimsemişlerdir. Türkler arasında tek Ş?î

Page 117: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

m

verâünnehr'e kadar gelebilen tek fatih halk olduklarından, temsilcisi oldukları Çin kültürüyle, tebaaları olan Türkler'e çok derinden tesir etmeleri şekliyle izah edilebilir, öyle ki bir Doğu Türkü Çin'i hatırlayınca akima kendiliğinden Hıtay gelmektedir,

Hıtaylar, Çu mıntıkasında, bugün unutulmuş olan Balasagun'u hükümet merkezi yaparak, Karahanlılar'ı Hocent'te yendiler (1137); hattâ bir ara silâhlarını başarılı bir şekilde, o sırada geniş ölçüde Karahanlı hükümdarları üzerinde hâkimiyet kurmuş olan, son büyük Selçuklu sultanı Sancar'a karşı bile kullandılar. Hıtay hükümdarı, Gurkhan ünvanını aldı; iktidarları nm zirvesinde iken ülkeyi Harzem'e kadar kontrolleri altına aldılar, idareleri Çin usulüydü. Karahanlılar da dahil olmak üzere, mahallî şeflerine vergi ödeme mevzuunda selâhiyet tanıdılar. Harzem mıntıkası orada mühim bir valilik bulunduran Müslüman Selçuklu hükümdarlarıyla, «gayrimümin» Hıtaylar arasında bir hudut savaşı sahası oldu. Bir Müslüman ileri karakolu olarak o kadar mühimdi ki, buranın Selçuklu valilerine Harzem - Şahlar dendi ve tevarüsle intikal etmeye, başladı. Harzem - Şahlar, Moğol âfetinin gelmesinden hemen önce yukarı nehirlerin Hıtay sahiplerine karşı neticesiz ve faydasız bir mücadeleye girişmişlerdi.

Hıtaylar'm bazısı Nesturi usulünce Hıristiyan'dı. Bazı ilim adamları onları Prester John'un efsânelerinden tanır; ancak gerçekte hatırlatan şey hanedanın adıdır, dini değil. Kendi şiir dilimiz hâlâ Cathay keli-mesini bilir.Harzem - Şahlar (1097 - 1220) XIII. Asrın başla rından itibaren şavam dikkat bir ehemmiyet kesbet-

Page 118: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

mişti. Rusların daha sonra bulduğu gibi, (bir zamanlar Harzem olan) Aşağı Amu Deryamdaki Hıyve vâhâ* sı, her taraftan çöl ve denizlerle kuşatılmıştır. Kış fırtınaları ve dayanılmaz yaz sıcağı bunların aşılmasını büsbütün imkânsız hale getirir. Yukarıda, bu sıralarda (1220) Amu Derya nehrinin Hazar Denizine olan eski mecrasına döndüğünü, Sir Derya'nın bir kolunun geçtiği yerleri bereketli bir hale getirerek Harzem hükümet merkezi Ürgenç’e ulaştığını kabul etmek için sebepler olduğunu söylemiştik. Bu bereketli toprakların verimliliği altında, kum çölleri vasıtasıyla korunan Harzem'de yüksek ölçüde tslâmî bir entellektüel hayat başgösterdi. Doğu Türk' edebiyatının temeli sonradan Moğolca Çağatay adını alan dil ile burada atıldı. Harzem doğu sınırı Kızılkum çölünün ötesinde, Sir Derya üzerindeki Otrar’a kadar uzadı. Mutasavvıf Ah- med'in doğduğu Yese şehri de bu civardaydı. Harzem Şahlar’m sonuncusu Muhammed, servet ve iktidar sahibi oldu; 1210'da Talaş'ta Hıtaylar'ı yenerek Buhara ve Semerkand üzerinde meşkûk bir hâkimiyet kurdu. Bu muvaffakiyet şâhm kendisine emniyetini artırdı, ona gurur verdi. Bunun neticesi olarak halife tavrı takındı, kendisini dinin koruyucusu olarak ilân etti; kendi kendisine son Selçuk hükümdarının hattâ Büyük İskender’in Unvanlarını verdi. Birkaç yıl sonra Cengiz, ona meycjan okuduğu zaman, bunu sadece kabul etmekle kalmadı, aynı zamanda kendisini Moğollarla harşı inisiyatifi de elde bulunduracak kadar kuv-vetli sandı. Ama onun krallığı da Kalde’lilerinki gibiydi.

Page 119: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

2) Cengiz ve MoğollarCengiz Han, halkı kendisine karşı birleştirmeye çalışan rakibi

Jamuga’yı bozguna uğrattıktan sonra. 1205 yılında, Moğolistan'da iktidara yükseldi. Sovyet tarihçilerine göre (1) kendisinden sonra gelen diğerleri gibi, dikkatleri ülkede taht müddeileri çatışmaları yüzünden meydana gelen sivil mücadeleden ayırmak için savaşa karar verdi, ilk hedefi Yenisey Kırgızlan ile Merkit ve Naymanlar’dı. 1209’da onlara hâkim ol-du. Kalanlar batıya doğru kaçtılar. Merkitler Kıpçak ülkesine, Kırgızlar Tanrı Dağlan’ Alay'a, Naymanlar da daha güneyde Hıtay krallığına kaçtılar. Yukarıda gördüğümüz gibi, bunlar da Mâverâünnehr hâkimiyeti için Har/em Şah’la mücadele halindeydiler. Cengiz daha sonra, doğuya yönelerek Çin üzerine yürüdü ve 1215’te Pekin’i aldı. O, bu işi yürütürken, büyük oğlu Cuci'yi batı cephesi kumandanlığında bıraktı Cuci, Kıpçak bozkırında, kaçan Merkitler’i takip ederken ilk defa olarak Harzem Şah’ın hudut muhafızlarıyla karşılaştı. O sırada ise, son şah, Muhammed, iktidannı ve gururunun zirvesine çıkmış kendisini İslâm'ın en büyüğü olarak görmeye başlamıştı. Hıtaylar üzerindeki zaferinden sonra ise Çin’in fethini düşünüyor, araya giren Mo- ğollar'dan nefret ediyordu. Cengiz’le Muhammed ara-sında muhtelif elçiler teati edildi, sonunda Cengiz tarafından gönderilen bir kervan halkı, neticesi hesaba katılmadan, Muhammed'in emriyle, hudut şehri Ot- rar’da (Bugünkü Aris'in yakınlarında) katledildi. (1218)

(D Resmî Rus teorisi Stalin mükâfatını kazanan Cengiz Han adh ro* manla dile getirilmiştir.

F: 8.

Page 120: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

mBunun sonunda MoğoIIar ertesi yıl Harzem'e indiler. Cengiz, Cuci

emrine bir birlik vererek Otrar üzerine gönderdi; kendisi Buhara, Semerkand ve başka vâhâ şehirlerini alarak yerle bir etti, halkını da kı-lıçtan geçirtti. Muhammed Şah Hazar denizinde bir adaya sığındı ve orada öldü. Oğlu Celâleddin iyi bir savaş çıkarmasına rağmen Gazne üzerinden Hindistan'a çekilmeye mecbur edildi; son ve ümitsiz bir savaştan sonra îndus'u yüzerek geçmek suretiyle kendisini ko-valayanlardan güçlükle kurtuldu. Bu arada Cengiz, karşısına bütün şehirleri tahrip edip halkını öldürerek kolunu Kafkasya Kief ve Don'a kadar uzatmış, Cuci de Harzem'deki bütün şehirleri yağma etmişti. 1225'te bu yakıp yıkma hikâyesi bitmiş, Cengiz Moğolistan'a dön-müştü; iki yıl sonra da 65 yaşında olduğu halde öldü (1). Altmördu'nun babası büyük oğlu Cuci de kendisinden birkaç ay önce ölmüştü.

Büyük Moğol'un dominyonları, dört oğlu, Cuci, Çağatay, Ogoday ve Tuli'nin soylarına intikâl etti. Her saha «ulus» yahut kabile olarak biliniyordu; göçebe teşkilâtına göre, taksimin araziye göre değil, kabilelere göre yapılması tabiiydi. Bu çihetle her birinin hudutlarını kat'iyyetle tespit etmek zordur. Ancak, Cengiz'in oğullarının yaş sırası nazarı dikkate alınırsa, taksimin batıdan doğuya doğru yapıldığı anlaşılır. Böylece Cu- ci'nin hükümran olduğu yerler, ölümüyle oğullan Orda ve Batu'ya geçti. Burası batıdan doğuya, Sir Der- ya'dan, Urallar üzerinden Volga ve Don vadilerine kadar uzanıyordu. Burası Altınordu idi.

Uî Bazı tarihçiler 72 yaşında öldüğünü söyler. Ben, Horworth'u kabul ediyorum.

Page 121: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Çağatay'ın mirası Türkistan'ın büyük bir kısmını yani, Mâverâünnehr, Fergana ve Yedisu'yu içine alıyordu; aynca bugün Sinkiang diye bilinen, güneyde, Horasan'ın büyük bir kısmını da içine almaktaydı. Bu bakımdan Çağatay en meskûn yerlerin, Buhara, Semer- kand, Taşkent, Hocent, Herât ve Gazne gibi, Orta Asya'nın en zengin şehirlerine ve ziraat mıntıkalarına sahip olmuştu. Çağatay'ın merkezi Elmahk'taydı. Burası îli vadisinde unutulmuş bir konak yeriydi. Bugünkü Kulca yakınlarında olması muhtemeldir. Bazıları ise bugünkü Alma Ata olarak gösterir.

Ogoday, Cengiz'in üçüncü oğlu, ülkenin aslen Moğol olan kısmına hâkim oldu. Hükümet merkezini bugünkü Ulan Bator yakınlarındaki Karakurum'da kurdu ve Moğol imparatorluğunun büyük hakanlığını eli-ne aldı. Çağatay'la Ogoday'm toprakları arasındaki hudut, göçebe kabileler arasından geçtiğinden kat'î olarak tayin edilememişti. Bu yüzden muhtelif mücadeleler oldu. Ogoday hanedanı inhitat edince topraklarından büyük bir kısmı Çağatay Han'ınkiîerle karıştı.

Cengiz'in dördüncü ve en küçük oğlu Tuli'nin soyundan gelenler, Cengiz'in Çin'deki Uzak doğu fütuhatının* meyvalarını tevarüs ettiler. Hükümet merkezleri Pekin idi. Ne var ki, çok geçmeden Hakanlık bu kol tarafından gaspedildi. Bunlar, Çin'de meşhur Yuan hanedanını kurdular.

Çağatay ve Ogoday, -1241’de, dört ulus'tan ikisini birbirinin boğazına sarılacak derecede lidersiz bırakarak öldüler. Ancak, Ogaday’ın oğlu Kuyuk bir kaç yıl daha hakanlık mevİKini muhafaz etti. Yeğeni Kaidu, vaziyeti kurtaracak gibiyken, iktidar 1251'de Tuli'nin

Page 122: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

büyük oğlu Mangu'nun eline geçti. Ondan 1257'de kar- deşi Kubilay'a intikal etti. (Marko Polo’nun Büyük Han'ı ve Çin İmparatoru). Tuli'nin üç meşhur oğlu oldu: Mangu, Kubilay ve Hulâgû; bunlardan üçüncüsü, kötü şöhretli Hulâgû, Mangu tarafından güney batıya gönderildi. 1258'de Bağdad'ı ele geçirip yağma eden odur. Sonunda Abbasî hilâfetinin gölgesini de yok edip İran'* da İlhanlı hanedanını kurarak Türkistan hâkimiyetini Çağatay soyundan gelenlerle münakaşaya başladı. Bu arada Kubilay’ın yerine geçtiği Mangu, kendisini büyük hakan ilân etti; üssü ise Moğol bozkırı değil, Çin'di. Tuli ulusunun doğu ve batısı arasındaki münakale, nin deniz yoluyla yapılmaya başlandığım bunun Çağatay ulusuna zarar verdiğini görmüştük. Halbuki on- lar bu devirde, muhtelif mücadelelerden sonra Mâve- râünnehr ve kervan yollarına hâkim olmayı başarmışlardı.

★ ★ ★

XIII. asrın sonlarında Türkistan'daki vaziyet, iki açıdan mütalea edilmelidir: Bozkır ulusu ve yerleşmiş ülke ulusu. Bozkırda, Cuci ve Batu soyundan gelenler, Altmordu, Rusya'nın kalbine kadar bütün ülkeyi kontrol altında bulunduruyorlardı. 1236- 40 yılında, Batu, büyükbabasının fütuhatını daha da ötelere götürdü: Rusya'yı aşarak Polonya, Macaristan ve Bohemya'yı yağma etti. Sancaklarının saçtığı dehşet Venedik yakınlarında Udine'ye kadar ulaştı. İmparatorluğun batı kenarındaki Altmordu, Moğol anavatanından uzaklıkları sayesinde, Moğol hanedanının iç mücadelelerinden âzâde olarak, kendi öz politikalarını geliştirebilîyorlar-

Page 123: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

XIV. ch. Bunlar, meskûn sahanın küçük bir kısmını kontrol ettiklerini (Harzem, bir müddet hanlarına tâbi olmuştu) ve Asya’nın mücadelelerinden uzak oldukları için, Rus hükümdarlarıyla anlaşmakta, değiş-tokuş yapmakta ve iktidarlarını Kırım'a kadar uzatmakta ser-besttiler (1). Böylece Urallar’da ve Hazar denizinin her iki tarafındaki Eurasia bozkırlarındaki Türk - Tatar kabilelerinin ecdadı oldular. Moğol kanı her ne kadar orijinât Türk kanma karışmışsa da, sonradan tamamen sindirilmiştir. Türkler’den farklı olarak, sadece bu karışık mirasın hâtırası olan Tatarlar kaldı. Bu hal, bu halkların İslâm’ı kabul etmesini hızlandırmıştır. Berke (1257 - 66) Müslümanlığı kabul eden ilk Altınordu hükümdarı oldu. Ama, Islâm'ın bütün Moğol dünyasında böyle yayılması için Cengiz'in ölümünün üzerinden bir asır geçmesi gerekti. Batu ve Berke’nin kardeşi ve Özbek Şeyban, Şeybânîler’in ve özbekler’in ceddi oldu. Böylece Barthold’un Türkleşme dediği hadise, Cengiz soyundan gelenler arasında gittikçe hızlandı. Nitekim, Timur imparatorluğunun yıkılmasından sonra, Mâverâünnehr’de Türk hâkimiyetini yeniden kuran Özbek şeflerini besleyen Altmordu oldu.

Diğer taraftan iki nehir arasındaki meskûn mıntıkalarda ise vaziyet aynı değildi.

Moğol usulünce olsa bile, bozkırı mahvetmek kolay değildir; çünkü korkunç ordularının ikmali için sürülere ihtiyaç vardır. Ama vana için vaziyet başkadır. Bu-

(1) OsmanlIlar, 1453'te İstanbulu fet hle rden kısa b r müddet sonra, 1475 te Kırım’ı aldılar. Böylcce leıiey »ı Turkle n batı ve dofu uçları, Kırım’da birleşti.

Page 124: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ut

ralarda en iyi bilinen taktik, şehirlerin yağması ve sakinlerinin kitle halinde imhasıdır. Sonra başka bir yol daha var. Sürüleri iyi sulanmış ekili araziye salıvermek. Henüz ölmemiş bir efsaneye göre, sürü sahibinin çiftçiyi istihkarı bundan ileri gelir. İspanyol sarayının Timur nezdindeki elçisi Clavijo (1404), bu göçebe bu-luşunun canlı bir tasvirini yapmıştır. Her geleli aşiret, hayvanlarını, keyfince mahsulün en iyi olduğu tarlalara salıveriyordu, öyle ki, sonunda meskûn halkı korumak için, Timur, kendi zamânında buna müdahale etmek zorunda kaldı.

Rakip uluslar arasındaki siyasî mücadeleler, şehirlerin bir defa değil, tekrar tekrar yağma edilmesine yol açıyordu. Böylece Harzem Altınordu’dan Çağatay’a, sonra tekrar Altmordu’ya geçti. Ürgenç ve Otrar devamlı olarak yağmaya uğradılar, kanallar tahrip edildi. Hülâgû’nun Horasan’a akını, kendi hanedanı İlhan-lIlarla Çağatay arasında mücadeleye sebep oldu. Bunun neticesinde 1220’de Cengiz tarafından tahrip edildikten sonra yeniden yapılan Buhara, 1272’de yeniden yıkıldı, kökü kazındı ve on yıl harabe halinde kaldı. Başka şehirler de ona benzer akibetlere uğradı. Türkistan'ın vaziyeti, Çağatay ve Ogoday arazilerinin daha büyük kuvvetler arasında sıkışması yüzünden gittikçe daha kötüleşti. Bu kuvvetler kuzey batıda Altmordu ile, kuzey-doğuda Çin üzerinden ve güney'de Hulâgû- nun ahfadı vasıtasiyle İran’dan sıkıştıran Tuli’nin oğullarıydı. Ticaret de son derece büyük zarar gördü. Bu-nun sebebi, her hükümdarın, rakibine ait tüccarları yakalar yakalamaz öldürmesi esasına dayanan çılgınca Moğol âdetiydi. Hülâgû 1262'de Berke’ye ait arazideki

Page 125: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

bütün ticaret erbabının öldürülmesini emretti. Berke de aynı emri Hülâgû’nun tüccarları için veriyordu.

Bütün bu asıp kesmelerin yanısıra, ağırdan bir Türkleşme devam edip gidiyordu. Bunun sebebi, Müslümanlığın kabulüydü. Bu da Çağatay’ın göbeği olan müreffeh sahalarda oluyordu. Mahmud Yalavaş ve Mes’ud Bey gibi, Moğol hâkimlerine hürmet telkin eden Müslüman valiler vardı. Bunlar ova şehirlerinde, vahşî efendilerini, kendilerine hayran bırakan bir mevki temin etmişlerdi; bu sayede Mâverâünnehr'de altıncı asrını dolduran İslâm medeniyetinin ruhunu muhafaza ediyorlardı.

tik Müslüman Çağatay hanı Borak’tır. Borak r" sun, halefi Dava olsun doğrudan doğruya Çağatay’dan gelir. Bâbur'un annesi Kutluk Nigâr buradan gelir. Dava’nın ölümünden sonra vaziyetin büsbütün karıştığını görüyoruz. İtibarî iktidar, hızla birtakım gölge hükümdarlara geçiyordu. Bunlar hakkında laf edilebilecek olan Kazan’dır (Ölümü 1347). Artık hakiki iktidar Çağatay ismiyle otoritesini devam ettiren Türk valilere geçmiştir. Hükümdarlarla vezirler arasındaki fark ünvanla belirtilmektedir. Çağatay hükümdarına han, vezirine de bey deniyordu. Bizzat Timur gibi, onun ardından Babur gibi, bu beylerin de hiç şüphesiz karışık bir ecdadı vardı. Ama Timur zamanında, hiç değilse Batı Türkistan’ın Türkleşmesi tamamlanmış bulunuyordu. Böylece bunlar, Çağatay adım, kendilerini ve ülkelerini, Cungarya ve Doğu Türkistan'dan ayırmak için kullanır oldular. Bâbur ve diğerleri ise buraya Mo-ğolistan der. Timur efsanesi diyebileceğimiz birşey olduğu muhakkaktır. Bunu doğrudan doğruya Timur’un emriyle hareket eden muhtelif müverrihler yazmıştır. Bunlar

Page 126: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Timur'un ecdadını tebcil ederek gerçekleri karartmış ve onu gelip geçmiş Moğol hükümdarlarına yaklaştırmışlardır. Hakikatte ise, Çağatay adının muhafazasından da anlaşıldığı gibi Moğol ecdadın bir gururu kal- mıştır. XIV. asrın sonunda ise hava, kat’î olarak Müs- lüman ve Türk havasına dönmüştür.

Moğol hakimiyeti, önce, şüphe veren bir büyüklük gösterir. Hiç şüphesiz Cengiz ve dört oğlu, henü münakalenin at sırtında yapıldığı bir çağda, Asya ve Avrupa üzerinde kurdukları imparatorluk Rusya ve peyklerinin yedi asır sonra kurdukları imparatorluğa kadar rakipsiz kaldı. Rus iktidarı gibi, Moğol iktidan da Çin'den Karadeniz'e kadar uzanıyordu. Moğol tehdidi, bugünkü Rus tehdidi gibi, Batı Avrupa'dan Hindistan’a kadar yayılmıştı. Bize göre ve zamanın perspektifi ile bakmak şartiyle, Moğollar bir dalgalanma çağında gelmiş ve gitmişlerdir; öyle ki, tarihçiler onların hükümranlığından geçici bir hadise olarak bahseder. Ancak Moğollar, bu geçiş sırasında perdeye bir dominyon gölgesi düşürdüler; bu gölgenin muhiti genişti ve kendileri gibi merhametsizdi. Aynı şekilde yeni Eurasia imparatorluğu da, Moğollar'mki kadar bir insanın hayatına ve küçük bir saray çevresi içinde gaye birliğine bağlıdır ve yine onlarınki kadar geçici olduğu görülecektir*

3) Timur ve TlmurlularTimur, Î335'te doğdu, 1369'da Mâverâünnehr’deki Çağatay iktidarını

gaşbetti. Türkleşmiş Moğollar'm Barlas kabilesine mensuptu. Semerkand'm güneyinde, Keşke Deva üzerindeki Keş'te oturuyordu. Onun, ül

Page 127: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

kenin meskûn ve iyi sulanan bir mıntıkasından gelmesi mânidardır: Bir yandan, atlan ve silâhlarıyla harp havasını yaratan göçebe ananeleriyle alâkasını kesmediği gibi, bir yandan da bahçe zevklerinin cazibesinden vazgeçemiyordu. Dağ eteklerinde, bereketli suların fışkırdığı yerlerdeki medenî şehirler onun için cazipti, örf ve an'ane bakanından, Timur kendisini şehirlilerden çok bozkır halkına yakın hissediyordu. Barthold'un dediği gibi, Moğol ve Çağatay gözlerinde son derece şüpheli bir işe başlamış, kendisine merkez olarak büyük bir şehri seçtiği gibi orada büyük binalar da yaptırmaya girişmişti. Timur, kendi adını taşıyan muhteşem mimarîyle, sadece Semerkand'da hatırlanmaz. Yese'de, Mutasavvıf Ahmed'in mezarı üzerine şahane bir türbe yaptırmıştı; doğum yeri olan Şehr-i Sebzrde hayâllerinin sarayı Ak Saray'ı yıptırmıştı ki, bugün hâlâ taşlan durur. Timur kendi soyuna has bir tarzda Batı Asya'ya dehşet saçtı ama, yaptırdığı eserler, birçok fâtihin yaptırdıkları gibi kabasaba yapılar değildir, daha mânâlıdır. Kendisi şiddet adamı olduğu halde torunlan ve torunlarının torunları güzel şeylere, tabii güzelliklere, san'at eserlerine karşı alâka duydular ki, biz bunu İslâmî duyguyla bağdaştmyoruz. Bun- larm en meşhuru Timur'un torunu Uluğ Bey tarafından Semerkand'da yaptırılan üç medreseli Registan'- dır. Curzon, kendi sağlığında bunun harabelerine rastladığını ve harabe halindeyken bile dünyadaki mevt danların en asili olduğunu kaydeder. Bu meydan öyle bir sadelik ve büyüklük örneğidir ki, belki Venedik'teki San Marko meydanı hariç, Avrupa'daki hiçbir meydan onunla boy ölçüşemez. Üstelik bu meydan San Mar- ko'dan çok daha mütevazıdır, ama rahatça onunla ya-

Page 128: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

m

rışabilecek güzelliktedir. Başkaları şehirdeki türbelerden, Şah-zinde türbesinden ve diğerlerinden bahsetmiştir. Görgü şahitlerinin hepsi, Curzon gibi, Semer- kand çinilerini görmek için mücadele etmiştir: «Zengin silis pırıltısı üzerine yayılan, yeşil, turuncu, safir, türkuaz renkler üstüne Kûfî harflerle yazılmış yazılar... Vaktiyle muhteşem yapıların hepsi bunlarla süslü olurdu, şimdi bile kısmen böyledir.»

Çarlık zamanında Ruslar'm bunları muhafaza etmek için birşey yapmadığından harabiyete terkettiğin- den şikâyet edilirdi' Çarlar'm düşmesiyle, Sovyetler'in iktidara gelmesi arasında geçen zamanda bu eserler daha da büyük hasara uğradı. Bereket versin, mahallî neşriyatın da teşvikiyle, son müşahedelere gore, Ruslar bu mirasa sahip çıkma yoluna gitmiştir. Zaten yumuşak olan iklim de dünyanın başka yerine nazaran eski binaların yaşamasına çok daha elverişlidir; şimdi asıl zarar, ülkede sık ve şiddetli olarak hissedilen zelzelelerden gelmektedir.

Doğu Türklerinin gözünde, Timur büyük bir benzeticidir. Onlara göre fatihin elindeki politika, Türk kültürünü İslâm ananeleriyle uyuşturmak Türkler'in kıymetini Arap - İran medeniyetiyle bağdaştırmaktır. Timur fütuhatından sonra barbarlığı bir kenara bıraktı; kendi modern zamanının İslâmî tefekkür cere- yaniyle, Türk siyasî an'anesini karıştırarak bu an'ane- ye asalet vermeye çalıştı. Ancak bunu başardı denemez. Çünkü her birinin ayrı hususiyetleri vardı; belki vanyana aynı denize akıyorlardı ama, asla biribirlerine karışmıyorlardı. Bu tesir, bütün çağların önde gelen Türkler’ini, maneviyatı bilmeye, ama dinle siyaseti kat'î olarak biribirinden ayırmaya şevketti.

Page 129: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Timur’un harp sahasındaki fütuhatı, kendisinden önce gelen Cengiz'in fütuhatına göre daha çok dalgalanma gösterir, daha çabuk göçmüştür. Ankara'da, Timur'un 1402'de Osmanlı hükümdarı Bayezid'i yendiği Doğu ve Batı Türkleri'nin çarpışması bile fazla mâni- dâr değildir. O, üç yıl sonra Sir Derya sahilindeki Ot~ rar'a çekilerek ölmüş; Osmanlılar ise yarım asır son* ra İstanbul'u fethederek Bizans'ı tarih sahnesinden silmiş ve daha sonra Viyana kapılarına kadar dayan-mışlardır. Ama yine de Timur'un, bir muharibinkinden daha büyük bir miras bıraktığı söylenebilir. Bir imar- cı, âlim ve astronom olan Uluğ Bey'in, şâhâne Herât şehri ve şair Ali Şîr Nevâî'nin öncülüğüyle gelişen edebiyatıyla Timurlu Sultan Hüseyin Baykara'yı (1438 - 1506); Hüseyin'in yeğeni Hatıralar'ın muharriri ve Hin- distan'da Çağatay imparatorluğunun kurucusu bir başka Timurlu, Bâbur'u (1482—1530) sayabiliriz. Bunların hepsi de, kendi ifadelerine dayanarak söylüyoruz, Türktüler; Moğolca Çağatay adıyla anılan Doğu Türk- çesi'yle yazıyor, konuşuyor ve düşünüyorlardı. Bu çağın tarihleri, hâlâ bütün Doğu âleminde tanınan meşhur filozof, şair ve ilâhiyatçıların isimleriyle doludur.

Şâhâne bir gelişme olmuştu. Klâsik çağda yaşayanların, bugünkülere mânen ne kadar yakın olduğunu anlamak için bir Müslüman ülkesinde yaşamak lâzımdır. Elizabeth çağıyla bizim aramızda olandan daha bü-yük ve tuhaf bir yakınlık vardır. Bu yakınlığın sebebi, belki de yapılan işlerin, söylenen sözlerin ağızdan ağı- za nakledilmesidir. Öyle ki, bugünkü bir Doğulu asırlar önce yaşamış mütehammil, sabırlı bir kimseden sanki kendi çocukluk arkadaşıymış gibi rahatlıkla bahseder. Bu bakımdan Timur çağının gecikmeleri, Eliza

Page 130: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

beth devri bizim için ne ise Doğu Türkleri için aynı şeydir, hattâ daha da fazladır: O devirde başarılanlar, hiçbir zaman yok edilemeyen, sonraki çağlarda insanların kurtulmak için gayret sarfettiği şeylere karşı bir garanti teşkil eden müspet işler olmuştur.

4) Dağılma Devri

Bâbur'un Hâtıraları'nın mühim bir kısmı, Semer- kand'ın ve dolayısıyle bütün Mâvnerâünnehr’in hâkiır yetini ele geçirmek için Şeybânî Han’la olan mücadelesine ayrılmıştır. Şeybânî, Bâbur'un düşmanıdır. Bâ- bur, Şeybânî’yi bir barbar olarak gösterir, yendikleri-nin kadınlarına karşı kaba davrandığı için onu mahkûm ederse de, yine de bir düşmanı haksız yere kötülemeyecek kadar büyüklük gösterir. Şeybânî, Hâtıralarda askerî kabiliyeti olmayan fakat çok değerli bir hükümdar olarak görünür. Merv'de îranlılar tarafından yenilmesi ve öldürülmesini üzüntüyle karşılamaya meyyaldir. Şeybânî, şeceresini, büyük babası Ebulhayr yoluyla, Aitmordu'nun Moğol ceddi Cuci'ye kadar çıkarır; aynı zamanda Özbek Hanla aynı hatta koyar. Ecdadı Cengiz'den gelmiş olabilir, ama gerçekte kendisi bir Özbek ve bir Türk'tür, Bâbur de onu aynı şekilde mütalea etmektedir. Onun Özbekler’i, Âltmordu'nun artakalanlarından teşekkül etmişti. Altmordu 300 yıl boyunca doğu Avrupa'ya hâkim olduğu halde ne Rus- lar'ı tam mânâsiyle hükmü altına alabilmiş, ne de kendisi onların içinde emilip kaybolmuştur, özbekler, geri dönen bir dalgaydı; Moğol liderliği altında yola çıkmış, Türk olarak geri dönmüştü. Birçok mücadelelerden sonra Bâbur ve Hüseyin Baykara'yı yenen, bü

Page 131: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

tün .Mâverâünnehr'i, Belh'i ve Horasan'ın Herâta bağ- lı olan kısmını alan bu hükümdardır. Elde ettiği muvaffakiyetler onu İran'da Safevî hanedanını kuran (1502-1736) tsmiTle mücadeleye sürükledi. Ama 1510'- daki Merv muharebesinde, Bâburun Hindistan'a girmesinden birkaç sene sonra yenilerek öldürüldü (1510). Bunun neticesi olarak Horasan kaybedildi ve Amu Der- ya'nm güneyindeki bütün topraklar Safevîler’e geçti. Yeni gelişmekte olan Özbek iktidarı da bu nehrin ku-zeyine sürüldü. Bugünkü hudutların esası işte o devirde çizilmiş oldu. Şah İsmail, Buhara ve Semerkand'ı aldı, ama, daha sonra son Şeybânî ile anlaşarak Amu Derya ve bugünkü Rusya ile Orta Doğu arasındaki dağlar boyunca bir hudut tespit etti. Herât ile Belh İran'a geçti, sonunda Durranî Afgan krallığına katıldı. Amu Derya ve Kopet dağı da özbekler'in güney sınırını teşkil etti. Safevî İran'da Şiî mezhebinin yayılması ayrıca bir din sının da meydana getirdi. Buhara'nın Sünnîler'i, İsfahan'ın Şiîleri'ne imansız gözüyle bakıyordu. Böylece Arap fütuhatından bu yana ilk defa Mâ- verâünnehr fikriyat bakımından güneyden ayrılmış oldu.

Sünnîlik ile Şiîlik arasında ne büyük bir fark olduğu nâdiren dikkaçi çeker. Vambery, 1863'te İstanbullu bir derviş kılığında Türkiye'den İran yoluyla seyahat ederken, Şiî seyyahların kendisini Sünnî sanarak yakaladıklarından bahseder. Ondan on yıl sonra Schuyler, Türkistan seyahati sırasında, Buharalı hacı namzetlerinin, Mekke'ye kestirme İran üzerinden gitmek dururken, Hindistan veya İstanbul üzerinden gittikle-rini görerek şaşmıştır. Böylece daha Müslüman zamanında iken bile Amu Derya'nın üzerine bir perde çekilmiş oluyordu.

Page 132: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Şeybânîler bir asır boyunca Buhara’da hüküm sürdüler. En büyük hanlan Abdullah, 1598’deki ölümünden önce Harzem'le Mâverâünnehr’i birleştirmeye muvaffak oldu. Muasırlan olan Ekber ve İngiltere kraliçesi Elizabeth gibi Abdullah da yarım asra yakın bir süre hükümdarlık etti. Meşhed, Herât ve Bedeli- şanı fethetti; hattâ iktidarının zirvesindeyken Ekber’in Hindistanı’na bile göz dikmişti, ölümünden sonra bir anarşi devresi başladı. îranlı SafçvfJer’le Harzem için savaşa girişildi. Sonunda burası bir başka Özbek Şey- bânî kolunun idaresinde müstakil oldu ki, bunların en tanınmışı tarihçi Abulgazi’dir (ölümü: 1663). O ve kendisinden sonra gelenler, Harzem’i Buhara’ya hâkim kılarak vaziyeti tersine çevirdiler. Ancak daha önce gördüğümüz gibi, refah devri daha önceden göçmeye baş: lamıştı —Belki 1573'de—. Sebebi nehrin mecra değiştir, miş olmasıydı. Bu facia hükümet merkezi Ürgenç’in terkedilmesine ve yeni bir şehrin Hıyve’nin doğmasına yol açtı. Hanlık daha sonra bu isimle anıldı.

Abdullah’ın ölümünden sonra Buhara’daki Şeybâ- nî iktidarı hızla göçtü, önce Janidler sonra Mengitler ortaya çıktı. Bunların her ikisi de Şeybânî'nin kadın tarafından geliyordu. îki asırlık boşluk sırasında bir tek ışık yandı: 174Ö’ta îranlı gaasıp Nadir Şah’ın istilâsı. Nadir Şah, Afşar boyundan, Türkmen kanmdan- dı, ama îranlı’laşmıştı. Ddhi’deki mücadelesinden yeni dönen Nadir, Osmanlı Türkleri’ni çetin ceviz bulmuş, kolunu, Sir Derya'nın ötesinde, - Dârâ tranı’nm ulaştığı en uzak noktanın kuzeyine atma hırsına kapılmıştı. Bu işi ciddî bir şekilde kontrollü olarak yap-madı, sadece Buhara kalesine bir cümle kapısı inşa etmiş oldu ve bir de (efsanenin anlattığı gibi) Timur’un

Page 133: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Semerkand'daki mezarına tecavüz etti; ve ardında güneyden gelen İran'lı müstevlilere karşı gittikçe artan bir nefret hatırasından başka bir şey bırakmadı. Kendir de 1747'de Kızılbaş birlikleri tarafından öldürüldü; Türkistan'daki imparatorluğu yerini alan Kaçarlarda geçmedi. Ama Türkistan'da da Hindistan'da bıraktığını bıraktı; ağır ağır çöken yerli hanedanlar ve her ne pahasına olursa olsun Mâverâünnehrl Horasanlı kâfirle- re karşı kapalı tutma karan. Perde artık kapanmaya başlamıştır.

Bir kargaşalık devrinden sonra, geçici bir canlanma, 1784'te, Emir Masum'un şahsında Mengit emirlerinin hanedanının yükselmesine yol açtı. Bu hanedan 1921'e kadar yaşadı, İsmen, Buharalı Özbek şefleri olan bunlar, üç cepheli bir tehlikeyle karşı karşıya kaldılar: Birincisi kuzeyin muhtelif kabile konfederasyonlarından geliyordu. Bunlar, daha o zamana kadar röna'ya girmemişlerdi; o zamandan itibaren de Kazak diye anılmaya başlandılar. İkincisi, doğudaki daha dağlık mıntıkalarda barınan âsî Tacik tebaadan; üçüncüsü de Karakurum'un güneyindeki Merv, Tecen ve Akhal vâ- ııâlarıda oturan Türkmenler'den geliyordu. Bunların tehdidi hem Hıyve, hem de Buhara'ya idi. Bunlar bazan kendi menfaatleri için bazan da muhtelif hanların emrinde paralı çalışarak akınlar yaptılar. En kudretli Türk imparatorluklarım kuran Selçuklu ve OsmanlIlarla aynı kandan geldikleri halde, Türkmenler, kendi memleketlerinde basit kabile teşkilâtından başka bir nizam tesis edemediler. Ancak, Ruslar'm daha sonra Gökte- pe'de gördüğü gibi bunlar kötü savaşçı değillerdi, şehir ve vahaların yerleşik halkını devamlı olarak muteyak-

Page 134: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

kız bulunmasına sebep oluyorlardı. Vaziyetin böyle olması, Timur'un yükselmesinden önceki hanlar ve beylerin sistemine benzeyen bir çeşit feodal sistemin doğmasına yol açtı, Gittikçe artan bir tevekkülle mahallî şeflere bağlı olan Buhara emirinin buyrukları şehrin etrafındaki ekili arazinin ötesinde geçmez oldu. Şehirler gün geçtikçe daha fazla Tacik karakteri kazandığı gibi, emirler de Tacik hususiyetlerini alıyor Türk görünüşlerini kaybederek Tacikler e benzemeye başlıyorlardı. Şehirdeki yüzlerce cami ve medresede mutaas- sıb bir dindarlık hüküm sürüyor buralan her türlü dış tesire karşı büyük'bir kıskançlıkla kapalı tutuluyordu. Mahkûm olanlar, parçalanıyor yahut Büyük Minare'- den atılıp öldürülüyordu; işkence, adaletin vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Emir Nasrullah (1826—60) bilhassa böcek-kuyusu ve haşerat - odasıyla tanınmıştı. Bu emir, Stoddart ve Conolly adlı iki İngiliz'i, kafaları kesilmeden önce, aylarca burada kalmaya mahkûm etti. Böyle bir idare altında, Buhara, çok geçmeden Fergana'yı kontrol edemez oldu. Esasen Hokand'da Min diye bilinen bir hanlar kolu türemişti. 1700'lerde ortaya çıkan bu hanlar asrın bitmesinden önce müstakil hale geldiler.

XVIII. asır başlarken, bir çeşit Doğu Türk hâkimiyeti altında bulunan ülke, yine de batıda Hazar denizinden, doğuda Gobi çölüne; güneyde Hindukuş ve Kunlun'dan, kuzeyde Sibirya'nın Rus hududuna kadar uzanıyordu. Zaten Rus ileri karakolları daha XVII. asrın başlarında Sibirya boyunca genişlemeye başlamış ve hemen hemen Çin'de, 1643'te Mançu ve Çing hane-

Page 135: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

danlannm iktidara gelişi sırasında Büyük Okyanus'a ulaşmıştı. (Bir rus Cortezi'nin ilk defa Büyük Okyanus'a bakış tarihi muhtelif şekilde verilmektedir. En akla yakın olanı 1638'dir). Ancak Doğu Türkleri'nin bu büyük toprakları bir kültür çöküntüsü ve askerî kargaşalık içinde bulunuyordu. Turan havzasında meskûn ahalinin kontrolü üç hükümdarın elindeydi: Buhara merileriyle, Hıyve ve Hokand hanları. Kazak ve Türkmen bozkırlarında ise, biribirleriyle fazla bir irtibatı bulunmayan silâhlı topluluklar kol geziyor; bunlar bazan ihtiyacı olan hanların emirlerinde muvakkat bir servet mukabilinde veya hanın şahsî otoritesinin zoruyla çalışıyorlardı.

Moğol istilâsından sonra îlhanlılar tarafından kervan yollarının deniz yoluna çevrilmesi neticesinde Türkistan'ın nasıl inhitat ettiğini göstermeye çalıştım. Bu vaziyet Avrupalılar'm Ümit burnundan Hindistan yolunu keşfi ve XVII. asırda Hollanda, Fransız ve İngi- lizlerin şirket kurmalarıyla daha da ilerledi. Öyle ki, Asya karayollarının çok mahdut bir ehemmiyeti kalmış oldu. Ama îpek Yolu, asıl öldürücü darbeyi, Ruslar iktidarlarını Çin'e ve Büyük Okyanus'a kaydırdıkları zaman aldı. Sibirya'daki Rus hâkimiyeti Türkistan'ın kuzeyinden yeni bir Doğu-- Batı yolu açılmasına sebep olmamıştı. Refah getiren eski kervan yollarıysa hemen tamamen unutuldu. Küçük devletler arasındaki eheramiyetsiz savaşların yanısıra, sık sık bozkırlar-dan yapılan hücumlar, bu yolların mahallî ihtiyaçlar için kullanılmasını bile imkânsız hale getirmişti. Türkistan, kendi içine kapanıyor, batıyordu. Bozkırda henüz geniş ölçüde insan malzemesi vardı. Ama bu kaba

Page 136: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

malzeme bozkırların kenarındaki şehirlerin, kendi ölçüsünde zengin kültüründen mahrumdu. Bu öylesine siyasî bir boşluktu ki, sonunda ister istemez dışarıdan doldurulacaktı.

Geriye mazi omuş ihtişamın artığı halinde, seyrek fakat bereketli bir ziraatle beslenen; hem suçluların idamı hem ezan okumak için kullanılan minarelerin gölgesinde, mutaassıb, düz damlı birtakım şehirler serisi kaldı. Bunlar, bozkırdan tamamen ayrılmış vaziyetteydi ve mukadder akıbetten habersizdiler.

Page 137: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Rus çarının şahsında, mukavemet edilemez bir üstünlük ve sakı bir nezaret altındaki vaziyetlerinin çok sert ve insanı zorlayıcı şartlan, bunların tabii sevimsizliğini daha da katı hale getirdi; böylece en mazlum vasıflan, devamlı şüphe ve itimatsızlık tahrikleri halinde faaliyete geçti.

DE QUINCEY — Tatarların İsyanı

Günümüzde Kazak bozkırı denen mıntıkaya doğru alçalan yamaçların bir yerinde durarak, Asya'dan, Avrupa'ya Hazar denizinin ötesinden güney Rusya ve Karadeniz'e kadar uzanan Moğol selinin akışını seyret-tik. Üç asır sonra aynı selin, bu defa bir Türk seli halinde ağırdan geriye dönerek çıktığı kaynağa döküldüğünü görüyoruz. Bu, son derece basitleştirilmiş olarak Altmordu'nun hikâyesinin tasviridir. Cuci’nin oğulları Özbek ve Nogay olarak geri dönüp, vahanın meskûn şehirlerindeki Çağatay mirasına kondular. Çadırlı göçebeler, böylece bir medeniyetin bekçiliğini üzerlerine aldılar; bu medeniyet XVII. asrın sonunda, sadece Müslümanlığın yaşı bakımından bin yaşındaydı. Ancak, damarları sertleşmiş bir medeniyetti. Bazı sebeplerden, belki de taze tesirlerden uzak olmaları ,yü

Page 138: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

zünden, —istediği kadar büyük olsun— göçebe faziletleri bu yorgun vücuda yeni bir hayat veremedi. Ülke iki kısma ayrılmıştı. Bir tarafta, üzerinde hâlâ yokluk senelerinde komşu kabile ve şehirlere saldıran kır halkının konup göçtüğü bozkır okyanusu; diğer tarafta kırdan gelmekle beraber artık şehir hayatına alışmış, yerleşik nüfus vardı. Gerçek şudur ki, bozkır, bir taraftan Rusya ile onun uzantısı olan Sibirya; diğer ta-raftan Fergana ve Zerefşan ile iki nehir arasında bir izolatör vazifesi görmüş, bu, asırlar boyunca böylece devam etmiştir. Bozkır okyanusu artık ticaret yolu değildi; denizin aksine, bölünmüştü ve bir daha birle- şemiyordu.

Güney, İstanbul ile Hindistan arasındaki diğer ülkeler için, bu zararı tazmin bakımından büyük bir cazibeye sahip olabilirdi. Ancak, İran ve Azerbaycan gibi, güney ve batı münakalesinin nispeten kolay olduğu yerlerde Şiîlerin Buhara Sünnîleri'ne karşı olan nefreti bu cazibeyi ortadan kaldırıyordu. Daha doğuda Kâbil ve Hindistan Türkistan'dan Hindukuş maniasıy- le ayrılmıştı; bu maniayı aşan son fâtih Bâbur'du. Buhara ile Peşâver arasındaki basit kervan ticareti XX. asra kadar devam etti. Fakat Bâbur'un haleflerinin Hindistan'daki imparatorluğu, onlardan sonra kabil'- deki Afganistan'daki Dürranîler'i, büyük bir dikkatle özbekler'i uzak tuttular. Öte yandan Özbekler de kendi aralarında ufak parçalara ayrıldılar. Bu parçalanış coğrafî maniaları yenecek vaziyette olan ve genişleme siyaseti güden bir devlet tarafından yutulmalarını kaçınılmaz hale getirdi. Önceleri bu devletin Çin mi yoksa Rusya mı olacağı hususunda tereddüt vardı; sonunda Rusya kendini gösterdi.

Page 139: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Kuzey bozkırındaki Kazak mukavemeti Kalmuk göçüyle zayıflamıştı. Kalmuklar, 1700’lerden az önce Moğolistan'dan Volga'ya geldiler; 1771'de Rusya'dan gelen bir davete cevap olarak geri döndüler. Kalmuk- lar'ın hikâyesi bütün dehşet verici korkunçluğuyla De Quincy'nin Tatarlar'm isyanı adlı eserinde anlatılmıştır. Kalmuklar (Kalmuk, Türkçe «kalmak»tan gelir), Oyrat Moğol konfederasyonundan kalanlardır. Bunlar 1450'den 1650'ye kadar Pekin'in hâkimiyetini Çin'le çe- kişmişlerdir. Bunlar, Çin ile Rusya arasında geçen ve Ruslar'm Büyük Okyanus'a ilerlemesiyle neticelenen mevki çekişmesinde bir piyon rolü oynamış görünüyorlar Cengiz Han kumandasındaki Moğol haleflerinin aksine bunlar Türklük tarafından sindirilmedikleri gibi îslâm tarafından da kucaklanmamışlardı. İlhamlarım ve Unvanlarını Tibet'teki Dalay Lama'dan aldılar ve ala* bildiğine Budist kaldılar. Ne var ki, Yüksek Asya an'- anelerini ve kendi hususiyetlerini devam ettirdikleri halde, onların hikâyesi de camda, biribirine yaklaştıktan sonra hemen ayrılan yağmur damlalarına benzer Kalmuklar'la Kazaklar arasındaki mücadele kızıştıkça, iki taraf da zayıfladı ve bozkır nüfuz edilmeye açık hale geldi. Ama bir başka cazibe daha vardı; Kazaklar aynı zamanda Cungarya veya Volga steplerinden hile veya cebirle kaçırdıkları Kalmuk kadınlarıyla evlen-dikleri için, fizik yapıları ve görünüşleri Moğollar'a benzemişti.

★ ★ ★Bütün XVIII. asır boyunca, Ruslar, bozkırın neresinde bir kargaşalık

varsa o tarafa yürüdüler. Bu sırada Sibirya içinden geçen uzun münakale yoîu boyun

Page 140: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ca sağ taraflarım kuvvetlendirmek için ellerinden gelen gayreti gösterdiler (XVII. asırda Büyük Okyanus'a ulaştılar). Bütün yaptıkları şey de beş asır boyunca Volga bozkırında Altmördu'ya karşı tatbik ettikleri taktiği Asya'ya götürmekten ibaret oldu. 1716'da Irtiş havza-sında Omsk'u; 1718'de Semipalatinsk'i, 1724'te Oren- burg'u (şimdi Chkalov), 1734'te Orsk, 1753'te Petropa- losk'u kurdular. Bu yerlerin hepsi de daha sonra yapılan Sibirya demiryolu üzerinde ve güney taraf boyun- çadır. Uzun yıllar boyunca ilerleme hep bu batı-doğu hattına inhisar ettirildi. Rusya'nın Napoleon istilâsından kurtulmasından sonra, Asya'daki ileri karakolları daha güneye doğru sarkmaya başladı; nihayet 1842'de hudut Aral gölünün kuzçy sahiline ulaştı, 1847'de ise Sir Deryâ'nm aşağı kısımlarına ulaşmak üzere daha ileriye itildi, 1853’te» Sir Deryâ'nm kontrolü, nehrin ağzından itibaren 450 km. boyunca ele geçirilmişti; ertesi yıl da, Ruslar, tli vadisine girdiler. Kırım harbi ilerle-meyi durdurdu ama Î863'te, hudut, Tiyenşan ve Isık Göl'ün de bir kısmını içine almak şartiyle Çimkent'e ve kuzey vahalarına ulaşmıştı.

Kazak bozkırında ve dağlık mıntıkalardaki ilerleyiş mücadelesiz olmadı. Kazak hanı Kine Sari çok kuvvetli bir mukavemet gösterdi. Bu hanın adı, kabilelerin şiirlerinde daima kahraman olarak zikredilir. Kine Sari, meşhur Abilay Han'ın torunuydu. Abilay Han XVIII. asrın sonlarında Çin ile diplomatik ittifak kurarak ’Rus ilerleyişini geciktirmeye muvaffak olmuştu. Abilay, Timur tarafından Yese'de yaptırılan Ahmed Yesevî türbesinde gömülüdür; adı, Kazak tarihinde ancak kendi torunu Kine Sari'nin yanında sönük kalır. I860'-

Page 141: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ta son bulan Rus nüfuzunun ilerlemesine karşı savaşan Kuzey Kafkasya halkı için Şeyh Şâmil ne ise, Kine Sari de Kazaklar için odur. Yakm zamanlara kadaı Ruslar, onun adının şiir ve şarkılarda zikredilmesini hoş karşılıyorlardı ama, sonradan bunları burjuva mil-liyetçiliğinin en kötü örneği olarak ilân ettiler. Akademilerin, Rus kardeşlerine karşı değil, kendi halkının rrtenfaatlerine karşı ve sırf keselerini doldurmak için savaşan bu feodal haydutlarla (!) alâkalı neşriyat yapması yasak edildi. İster merkezî, ister mahallî olsun, bütün Sovyet matbuatı basit bir kabilecilik görüşüyle, yüksek bir kültür tarafından sindirilmelerini önlemek için savaşan bu yanlış yoldaki haydutların (!) hareketlerine karşı lânet yağdırmaya başladı.

Kine Sari'nin şöhret devri 1837'den 1846'ya kadar sürmüştür. Mukavemetinin esası, Kara Tav ile Uludağ ve Ulu Tav arasındaki açıklıkta sür'atle hareket esasına dayanıyordu gerçekten, bir müddet, b&/,.da, Ural nehrine kadar olan mıntıkada Ruslar'a mukavemet etmeyi başardı, v Sonunda Isık gölü mıntıkasındaki Kırgızlarla mücadeleye düştü. Ruslar'a sığman sonra onlar tarafından mütareke teklif eden Beymembet e verdiği cevap ünlüdür. Beymembet şöyle yazmıştı: «İstediği kadar büyük bir sürünün başı olsun, boynuzlu bir erkek geyik, bir aslanla baş edebilir mi? İsyanın sonu kötüdür.» Kine Sari mektubu sükûnetle okudu, getirene geri verdikten sonra şöyle konuştu: «Alçakça bir tuzak kuran, erkekliğini bu tuzağın içinde bırakır. Muharebede veya, uçsuz bucaksız bozkırda ölmek, esaretin şerefsizliğine katlanmaktan evlâ değil midir?»

Sonradan kendisini öldüren Kırgızlar, onu esir eden ve babası Kasım’ı öldüren Taşkentli Şartlar bile

Page 142: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Kine Saıi'yi bütün Türkistan'ın millî kahramanı olarak tanır. Kine Sari'nin Kırgızların elinde ölmesi, Rus ilerleyişine karşı, iptidaî bir kabile mukavemetinin ne kadar beyhude olduğunu açıkça göstermektedir. Ama Rus propagandası, istediği kadar, onun mukavemetinin geri kalmış bir çağın utanç verici canlanışı olarak ço-cukça tekrar edip dursun; Kine Sari adı, bugün bu hücumlardan âzâde olarak halkların kalbinde yaşamaktadır.

Rus şansölyeliği, Çimkent'in zaptına kadar varan ilerlemenin dünya efkârı umumiyesinde haklı gösterilmesi gerektiğini düşündü. Ve çarın şansölyesi Prens Gorchakov Rusya ile diplomatik münasebetlerde bulu-nan ülkelerin hükümetlerine meşhur muhtırayı verdi. Muhtıradaki şu satırlar, maksadı açıkça gösteriyordu:

«Ruslar, medenî bir ülke olarak, Orta Asya'da, muayyen bir sosyal teşkilâtı olmayan, yarı vahşî, göçebe kabilelere rastlamaktadır. Tarih boyunca bu gibi vaziyetlerde, hudutların ve ticarî münasebetlerin em-niyet altında tutulabilmesi için, daha medenî olanın, birlikte yaşaması müşkül olan bu gibi komşular üzerinde daima hâkimiyet kurageldiği bilinen bir gerçektir.»

Gorchakov niyetlerini böylece umumî bir ifadeyle geçiştirdikten sonra, sınırları, göçebe sahalarının ötesindeki yerleşik halkın bulunduğu verimli ülkeye götürmekle halledeceklerini açıklıyor. Böylece Sir Derya'- da hâkimiyeti ele alışlarının ve Çimkent'i işgâl edişlerini haklı çıkarmış oluyordu. Bir defa Ruslar tarafından kuşattıktan sonra da şöyle diyordu: «Göçebeler artık kendilerini mükemmel bir sosyal teşkilâtla karşı

Page 143: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

karşıya buldular; bu teşkilât onlara kolonileşme ve ikmâllerini temin etme imkânını verdi.»

Gorchakov'a göre vaziyet bundan ibaretti ve bundan ötesi yoktu. Ama ertesi yıl Taşkent'in zaptedildiği görüldü. Onu takip eden üç yıl içinde Seınerkand, zorla Buhara'dan koparıldı. 1873'te, Schuyler'in seyahati sırasında doğrudan doğruya Buhara da vasallık haline getirilmişti. Aynı yıl Hıyve de fethedildi. Artık Rus iktidarı Amu Derya'ya, Afgan sınırına kadar uzanmıştı. Pamir mıntıkası bundan hariçti. Çünkü, artık bir peyk devlet olan Buhara'nm nüfuz sahasından çok uzak bulunuyordu. —Burada Ingilteren'nin izniyle 1895 - 96'da Rusya ve Afganistan arasında bir hudut iskân yeri tesis edilmişti.— Şimdi sadece, Amu Derya ile Kopet dağı arasındaki Türkmen bozkırında bulunan Merv ve Te- cen vahaları kalmıştı. Rusya - Türkiye savaşı dolayı- siyle bunların alınması birkaç yıl gecikti; bunda İkinci Afgan Savaşı'nda İngilizler'in Afganistan'daki ilerleyişlerinin de tesiri vardı. Ama Afgan harbinden sonraki zaman içinde, Ruslar bir defa daha, şuurlu bir Türkmen mukavemetini ezmek için ileri harekâta giriştiler ve ancak 1885'te Pencdeh'i aldıktan sonra durdular. «Bu genişlemeyi durdurabilecek tek şey, kudretli bir imparatorluğun yukarı doğru yapacağı tazyikti. Ancak bu tazyik Rusya'yı durdurdu.»

Bu mıntıkadaki Rus ve İngiliz kuvvetlerinin hareketleri daha çok Afgan ve İran tarihleriyle alâkalıdır. Gorchakov, gerçekten, bir muvazene kuvvetinin tazyiki gelmeden önce, Rusya'nın Orta Asya'yı sindirmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünmekte haklıydı. İki kuvvetin güney ve doğuda karşılaştığı noktalar harita

Page 144: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

da bellidir. Ingiltere'nin Hindistan'daki kuvvetlerini çekmesinin muvazeneyi bir defa daha bozduğu bu vaziyette daha açık görülmektedir. Şimdilik Transkafkas- ya da dahil olmak üzere bütün kara hudutları içinde, bu hudut ta —ilhak yoluyla olsun, peyk haline getirme yoluyla olsun— Rusya’nın, ileri karakollarını çarların çizdiği çizgiden Öteye götürmediğini müşahede etmek yeter.

Hıyve, Hokand (Fergana) ve Türkmen bozkırındaki savaşlar her iki taraf için de çok şiddetli geçmiştir (1). 1873'te Hıyve'nin zaptına, vaha halkı pek az mukavemet gösterdi. Asıl müşkülat etrafı kuşatan çölden ve çölde at koşturan yırtıcı Türkmen süvarilerinden geliyordu. 1717'ye kadar yapılan üç Kazan seferi facialara sebep oldu. Bunların birinde, bin kadın da dahil olmak üzere birçok Kazak'ın su yolları kesildi ve hepsi son ferdine^ kadar susuzluktan öldüler. Bir başkasında Kazaklar yollarını kaybettiler ve açlıktan bi- ribirlerini öldürüp yeme derecesine düştüler. 1717'de Prens Bekoviç, Büyük Petro adına şehri aldı ama sulhü müteakip kuvvetleri yok edildi, kendi kafası da kesilerek Buhara emiri'ne gönderildi ama, emir kesik başı reddetti! Bu facia Ruslar'ı yüz yıl boyunca korkuta- . rak hareketten menetti. 1839'da, Perovsky, Rus askerlerinin soğuğa mütehammil olduklarını düşünerek, kış ortasında yola çıktı ama hedefine varmadan geri dön-

(1) Schuyler’de Hokand ve Hıyve, Curzov-da Türkmen savaşlarından geniş bahis vardır. Ruslar’m yaptığı barbarlıklar bizzat Ruslar tarafından da kabul edilmektedir. Schuylcr Perovsky harekâtını

Page 145: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

mek zorunda kaldı; Bütün develerini ve emrindeki kuvvetlerin yarısını kaybetmişti. Ondan sonraki otuz yıl boyunca Hıyveliler ele geçirdikleri bütün Ruslar'ı yakalayıp esir etmekle meydan okuyup durdular. Rus Orta Asyası'nm babası Chernaiev'ten (1) sonra vali olan Kaufmann, 1873'te son darbeyi vurmaya karar verdi. Dört ayn istikametten, Hıyve üzerine yürünecekti: Hazar denizinde Iran hududu yakınlarında Çekişler'den; daha kuzeyde Mangışlak yarımadasından; Orenburg'- dan ve bizzat Kaufmann kumandasında Taşkent'ten. Hepsinin başkumandanı da Kaufmann’dı. Diğerlerinden herhangi biri, kendinden önce varırsa, hücumunu tehir etmesini emretti.

Bu dört gruptan sadece Orenburg grubu. Aral gölünün batı sahili boyunca ilerleyerek sıcaklık ve susuzluktan korkunç bir kayba uğramadan hedefine varabildi. Bu grubun kumandanı yolda, Mangışlak grubuna da yardım etti, ama Hıyve'ye varınca eli kolu bağlı beklemek mecburiyetinde kaldı. Bu arada Kaufmann, kendi iktidarı sayesinde değil, fakat şansının yardımıyla Hıyve've ulaştı. Emrindeki kuvvetin onda biri Kızılkum çölünde telef olmuştu. Çekişler grubu ise, hem Türkmen süvarilerin zoru, hem de korkunç sıcaktan güneş çarpmasına uğrayan tüfeklerini atıp, develerini Kara* kum çölünde terkeden birlikler yüzünden geri dönmek

(i) ilk umumi vali (1865, sonra 1882 — 84) Chernaiev herkesin hayran kaldığı bir askerdi. Özbekler kısaca ondan Şîr-nâib (aslan kral nâibi) takma adıyla bahseder. 1867 — 82 arasında umumi valilik yapan Kaufmann ise soğuk, katı, ihtiraslı biriydi. Adı bugün d« Orta Asya'da nefretle anılır. Son umumî vali Kuropatkin’dir (1914

Page 146: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

'zorunda kalmıştı. Ama, Kaufmannm pek ehemmiyet vermediği Orenburg grubunun başarısı sonunda hanın teslimine ve Hıyve'nin Rus vasallığma geçmesine sebep oldu.

Kaufmann'm asıl hedefi, kendisine pek çok kayıplar verdirmiş olan Türkmenler'in gururunu kırmaktı. Önce, Türkmenier'i ödemelerine imkân olmayacak derecede bir para ödemeye mahkûm etti. Sonra, verdiği mühlet dolmadan, isteğini yerine getirmedikleri bahanesiyle kuvvetlerini onların üzerine sürdü. Hepsinden kötüsü, yazılı olarak verdiği muharebe emirleriydi. (1) Bu emirlerden onlan yok etme kastı açıkça miaşıl- maktadır: «Yomud'daki (Türkmen) iskân sahalarını ve ailelerini tamamen imha ederek...» Kaufmann en küçük bir mukavemette bile karşısına çıkanları imha etme prensibini takip etti. Bu emirler, Rus Kazaklarının yaş ve cinsiyet farkı gözetmeden bir katliâm hareketine girişmesine sebep oldu. Amerikalı Mac Gahan, kumandanların etrafı mezbahaya çevirdiklerini; çılgın gibi hücum eden Rus Kazaklarının öldürdüğü kadın ve çocuklardan bahseder.

Böylesinâ bir vahşet, şüphesiz daha sonra nesillerin hâfızasında yaşayacaktır.

Türkistan’daki Rus subaylarının en seçkini şüphesiz Skobelev'tir. Hıyve’de bulunduğu gibi daha sonraki Hokand seferine de katıldı; şehirleri ve çarşıları

(1) Schuyler, Ruslar’m muharebe sırasında bütün emirleri yazılı ola rak verme adetinden ve bu yüaden geniş bir kırtasiyecilik olduğundan bahseder. Kendisi bu muharebelerle alâkalı olarak Ciltler dolusu emir görmüştür.

Page 147: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

insafsızca bombalayarak her türlü mukavemeti kırdı. Hokand savaşından sonra, Fergana vadisinde, Margilan yakınında kurulan şehre önce bu subayın adı verildi (Ruslar bu adı sonradan Yeni Margilan, daha sonra Fergana olarak değiştirdiler). Lomakin'in başarısızlığından sonra, Göktepe’de, meşhur Tekke kalesindeki Türkmen müdafaasını kıran da odur. Bu mevzu ile bilhassa alâkadar olan okuyucular, Curzon'un eserine baş- vurabilirler; orada savaş, doğrudan doğruya Skobolev'- in sözleriyle anlatılmıştır. Kötü silâhlanmış kaleye yapılan çok şiddetli hücum sonunda çekilen Türkmen- ler'in takip edilmesi emredildi. Ortalık kararmcaya kadar yirmi kilometrelik bir mesafe boyunca yapılan takipten sonra geri dönüldü. Ertesi sabah her yaş ve cinsiyetten 8000 kişinin biçilmiş taze buğday sapları gibi dizi dizi kesilip yerlere serilmiş olduğu görüldü. Kaleden çıkamayanlar da son ferdine kadar öldürüldüler .

Skobolev politikasını şöyle izah ediyordu:«Asya'da sulhün devamlı olmasını düşmanın tamamen yok

edilmesinde görüyorum. Şiddetle vurun... Bütün mukavemet kırılmcaya kadar vurmakta devam edin. Sonradan aman dileyen düşmana karşı insanca davranın.»

Curzon, bu sözlerin; hafif darbelerle vurmak, katliâmı önlemek, buna karşılık düşmana fazla yakın olmamak esasına dayanan İngiliz usûlüyle büyük bir te- zat halinde olduğuna dikkati çeker. Bu mücadelenin maddî ve manevî tarafları hakkında çok şey yazılıp söylenebilir, ama son derece açık bir nokta vardır: Bilerek yapılan zulmün hâtırası asla silinmez.

Gibbon, Skobolev'in portresini çizmiştir. Muharebeye, beyaZ elbiseler jHnHp. «arları taralı VnVnlar ciî.

Page 148: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

tünmüş olarak, nikâh masasına giden bir güveyi gibi giderdi. Kuvvetli bir sesi pırıl pırıl yanan gözleri vardı. Türkmenler ona Gözü Kanlı adını takmıştı. Beyaz üni- formasıyle daima gri bir ata biner ve muhteşem bir görünüşü olurdu. Bir Fransız mühendisi olan Boulan- girer, Skobolevin Göztepe krizi sırasındaki durumundan bahseder, atının üzerindeki davranışları, sür'atle sağa sola gidişleriyle.^askerlerinin gözünde bir savaş tanrısı değerini kazandığını belirtir. Skobolev tıpkı İskender gibi, Göktepe'den sonra, artık yapacak bir şeyi kalmadığından şikâyet etmeye başladı. Muharebelerindeki başarıları doğrudan doğruya şahsî cesaretine dayanıyor ve Napoîeön gibi o da, sadece görünmesiyle, bir-liklerinin üzerinde büyüleyici bir tesir yapıyordu. Askerlerine iyi muamele eder, zaman zaman asabiyete kapılırdı. Yillarqa ordunun gözbebeği oldu. 30 yaşında generalliğe yükseldi 38 yaşında itibardan düşmüş olarak öldü.

Curzon bundan altmış yıl önce yazdığı eserde, Skobolev'in Rus milletinin tipik numunesi olduğunu belirtir: Bir ayağı mazideki barbarlıkta, diğeri ise, yeni fikirlere yeni bir dünyaya doğru hamle halindedir. Ve hiç şüphesiz bu fevkalâde insan bir meteor değildi, bir-çoklarım ardından sürükleyecek bir kutup yıldızıydı. Onu putlaştıranlar, gerçekten, onda kendilerinden bir şeyler buluyorlardı. Onun etrafındaki sevgi hâlesi daha sonra Kremlin'de putlaştırılan kimsenin etrafındaki zoraki tapınmaya benzemiyordu.

Burada şunu belirtelim: Göktepe'deki kan ve vahşete rağmen Rus halkının tabiatında var olan iyilik, daima dikkati çeker. Rus askerlerinin mezbahaya çevir

Page 149: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

dikleri katliâm sahasının yanında, anasını babasını kaybetmiş ve nasılsa sağ kalmış çocukları kucaklarına alarak onları teselli ettikleri, okşadıkları görülmüştür. Rus muhariplerindeki arkadaşlık duygusunun birkaç yıl önce kendisiyle kıyasıya çarpışmış düşmanları tarafından bile teslim edildiği bir gerçektir. Hattâ Tatar saflarından bile, gönülsüz bir takdir sesi gelmektedir: Ruslar ne de olsa pek o kadar fena insan değildir. Onu komşularına kâbus haline getiren şey, dört asırdanberi kendisine durmadan genişleme yolunu açan emperyalizm anlayışıdır.

★ ★ ★Türkmenlerln, 1881'dekı Göktepe'deki mağlûbiyeti, Ruslar'ın,

Ingilizler'in Hindistan'dan tuttukları koruyucu kalkana çarpıncaya kadar sürecek olan ve bütün Turan havzasının işgaliyle son bulan nihaî ileri hareketlerinin ilk mühim hamlesi oldu. Bunu, İngiliz mukavemetinin derecesini ölçmek için yapılan iki ileri karakol hareketi takip etti: Biri 1884'te Merv'e yapıldı; İkincisinde 1885'te Herât yolunda Pencdeh’te Komarov, Afgan kuvvetlerine yenildi. Bu mühim hadise İngiltere ile Rusya'yı savaşın eşiğine kadar getirdi ama, her ikisi de sağduyularını kullanarak bir çatışmayı önlediler. Ruslar artık Türkistan'ın güneyindeki dağ engelinin dış kısmına gelmiş ve en şiddetli muhalifleri Tekke Türkmenleri’ni itaat altına almışlardı. îngilizler ise hâlâ Hindukuş ve Amu Derya'nın ötesindeki bir Afgan krallığını desteklemeye muktedirdiler. Bu krallık Rus müdahelesinden âzâde olacak ve Hindistan'daki imparatorluklarına bir kalkan teşkil edecekti. İki taraf arasında müsavi şartlarla bir pazarlık yapıldı ve

Page 150: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

muvazene temin edildi. 1887 Temmuzunda imzalanan nihâî anlaşma yine de Türk asıllı nüfusla meskûn Belh'i ve ekseriyetle Tacikler tarafından iskân edilen Bedeh- şan'ı Afganistan'a bırakıyordu.

Şimdi artık, Türkler'in asla nüfuz etmediği küçük bir dağlık saha kalmıştı: Dağlık Buhara ülkesinin doğusundaki Pamirler'in yüksek yayla mıntıkası. Burası Buharalı Mengit emirlerinin idare edemeyeceği kadar uzak olduğu gibi; Sinkiang'dan çalışan Mançular ve Pencab’dan çalışan îngilizler için de çok uzak kalıyordu. Bu uzak mıntıka da, nihayet Ruslar'm eline geçti. Sadece Afganistan'ın, Wakhan diye bilinen dar bir dili, bir haritacılık engeli çlarak, Çitral ve Gilgit'teki In-giliz genişlemesiyle, Pamir’deki Rus genişlemesi arasında bırakıldı. Bazı muharrirler burada bir yerde üç imparatorluğun sınırlarının birleştiğini kaydeder: Rusya, Çin ve Hindistan ve şüphesiz bir dördüncüsü daha vardır: Afganistan. Ama mesele asla bu değildi. Rusya ve Hindistan imparatorlukları Wakhan’la biribirinden ayrılmıştı. 1895'te ortak bir İngiliz - Rus heyeti tarafından bu şekilde tespit edilen Rus hududu, Rus dominyonlarını Hindistan'a karşı çeviriyor, fakat başka yerlerde olduğu gibi burada da arada bir Afgan arazisi bırakıyordu. Bir noktada Wakhan dilinin genişliği sadece on üç kilometredir. Ama Pakistan tarafındaki büyük Hindukuşlar’la desteklenmiştir ve yüksekliği 7.500 m.'yi bulan Tirich Mir tepesi buradadır. Daha doğuda 3500 metrelik Barogil geçidi vardır ki, daha kolay bir geçittir, kuzey Çitral'den Wakhan'a gider. Burada, Pa-, mirler’den doğrudan doğruya Rus topraklarına bakmak mümkündür. W.akhan'in kuzeyinde Rus toprak

Page 151: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

larına bugün Gorno - Bedehşan yani Tepe Bedehşanı deniyor. Burada Tacikler bir de küçük mikyasta dağlılar oturur. Bunlar Gilgit ve Çitral'deki komşuları gibi Türk değildir; üstelik ekserisi Îsmailî'dir, yani Ağa Han’ı tanırlar.

Ruslar'm, Turan havzasını işgâllerinin 200 yıl tuttuğunu görüyoruz. Bu devre Sibirya içinden geçen yol boyunca, Urallar'ın doğusunda ileri karakolların kurulduğu XVIII. asır başlarından Amu Derya ve Kopet Dağı hattının işgâl edildiği yıla kadar devam eder. Başlangıçta, ameliyenin ilk kısmı Eurasia kıtasında Tatar bozkırının Ruslaştırılmasmı hedef tutan basit bir genişlemeden ibaretti; zaten aynı iş, Urallar'm batısında daha önce yapılmıştı. Ama ikinci harekette yeni bir taraf vardı, çünkü Ruslar bu defa Kazak bozkırını fetheden Ruslar Mâverâünnehr ve Fergana’ya girmiş ve burada yerleşik halkı da kontrolleri altına almıştı. Kazaklar üzerine yapılan ilk tazyikin neticesi, bunları güneye itmek ve meskûn mıntıkaların nüfusunu arttırmak ol-muştu; böylece kuzey bozkırlarında boş yerler açılmış oluyordu, öte yandan kuzey ile güney arasında, hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması gereken mühim bir fark vardı. Bozkırdaki Kazaklar iki asırdanberi Ruslar’la karışmıştı; halbuki güneyin fethi ancak 1865/86 yıllarında tamamlandı; yani bugün bile daha ancak bir asra yaklaşan bir tarihi vardır. Şüphesiz, Hıyve ve Buhara’nın Rus imparatorluğuna katılması, ancak 1918-24 arasında vukubulan yeni fetih hareketleri sonunda mümkün oldu. O halde Türkistan'ın kesin olarak Rus hükümranlığı altına girmesinin henüz otuz yıllık bir mesele olduğunu ve bu işin kat'iyyetle tamamlanması için çarlığın düşmesini beklediğini söyleyebiliriz.

F: 10

Page 152: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Ancak, bu, biraz acele etmek olur. Ruslar'm çarlık zamanında, gösterdikleri şiddetin maksadı Belh, Buhara ve Hıyve peykleri dışında, bütün Turan havzasını, Taşkent'te bulunan bir merkezden idare edilmek üzere doğrudan doğruya Rus hâkimiyeti altına almaktı. Fer- gana'daki Hokand devleti mahvedilmişti, Semerkand ise Buhara'dan koparılmış bulunuyordu; çünkü Semerkand da, Buhara da Rus toprağıydı. Buhara ve Hıyve, dış münasebetlerinde, Ruslar'm titiz kontrolü altında vasâl devlet olarak yaşadılar. Ancak bu dönemde her devletin hudutları içindeki adlî idarede hükümetlerine fazlaca müdahele etmiyorlardı. Çarlık zamanında Ruslar'ın, İslâmî kanunun, yani şeriatm koruyucusu pozunu takındıkları bir gerçektir. Ama bunun sebebi, Buhara gibi dinine son derece düşkün bir şehirde, Ortaçağ şartlarının muhafaza edilmesini temin etmekti. Bunun neticesinde benzer cemiyetler için için paslanacak ve sonunda açık havayla temas eden bir mumya gibi dağılıp gidecekti. II. Dünya Savaşandan hemen önce, Fitzroy Maclean Buhara’ya yaptığı bir seyahat, Sovyet- ler'in şehirde h£lâ aynı politikayı takip ettiklerini dünya efkârına açıklaması bakımından ilgi çekicidir.

Rus politikası bozkır ve vaha arasındaki farkı devam ettirdi. Geniş kuzey bozkırının Kazaklar'ı, zaten Kalmuk istilâsı neticesinde teşkilâtlarını kaybetmişlerdi. Yerleşmiş bir ziraatten ve dolayısıyle şehir ve kalelerden mahrum oldukları için kolayca istilâcıların kucağına düştüler. İçlerinden çoğu güneve doğru göçmeye zorlandı; yerlerini Rus ve Ukrayna kolonistleri aldılar. Buraların iskân edilmesi Petersburg'un başlıca politikasını teşkil etti ve bu politika Î914'e kadar

Page 153: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

devam etti. XIX. asrın sonlarına doğru, Kazak topraklarının Avrupalılarca kolonileştirilmeye elverişli olup olmadığım tespit etmek için ilmî bir araştırma yapılmıştı. Zahiren, bu işte mevcut olan Kazakların vaziyeti de göz önüne almıyordu, (bunlar, o zaman Ruslar'- ca Kırgız diye biliniyorlardı). Bu mevzu Scherbine ve Kuznetzev adlı iki araştırmacının idaresinde iki mühim soruşturma komisyonunun raporlarıyla açıklandı. Bu araştırmacılar en mükemmel Alman usullerine uygun şekilde, haritalarıyla birlikte, birçok cilt tutan abidevî raporlar hazırladı. Ancak, bu raporları tefsir edenler, raporların son derece ilmî olduğu iddiasına rağmen, A'dan Z'ye kadar bu işi teşvik edenin noktai nazarım aksettirdiğini belirtiyorlar. Muharrirler, Ka-zakların, bu toprağın orijinâl halkı olmadığını ve varlıklarını devam ettirebilmenin en iyi yolunun onlardan kurtulmak olduğunu ispata çalışmaktadırlar. Buna dayanarak bozkırda 14.000.000 hektarlık bir kısma el konmuş ve buralara Ruslar yerleştirilmiştir. Zwilling adında, biraz daha insan, ama biraz daha az âlim biri, 191 l’de, bunu, eşeğini az yemeye alıştırmak için, yemini günden güne azaltan ve sonunda hiçe indiren Yahudi'nin davranışına benzetmektedir. Eşek, fam hiçbir şey yememeye alıştığı zaman ölüp gider.

Bu sahadaki gerçek politika, 1907'deki ziraî idare başkanı Kriukov'un gelişiyle, ansızın kendisini gösterir. Kriukov, Kazaklar'm Cengiz ve Timur soyundan geldiğini, dolayısıyle yalnız yakıp yıkmayı bildiklerini ileri sürmekteydi. 1916'da, Kırgızlar çarın askere alma emrine karşı ayaklandıkları zaman, Çu nehrinde yakalanarak mahkeme huzuruna çıkarılan Avuke'nin oğlu

Page 154: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ihtiyar reisleri, Kanat, Rusları, kendisine ve halkına başlarını dayayacak kadar bile yer bırakmamakla itham etmiş ve kendisi de başım mahpesinin duvarlarına vurarak intihar etmiştir.

Türkmen bozkırı ve Müverâünnehr de, nihayet 1865 - 86'da Ruslar'm eline geçtiği zaman, Buhara ve Hıyve'yi (doğuya doğru olan dağlık uzantılarıyla birlikte) kendi hükümdarlarının idaresinde yerli devletler olarak bırakma yolunda bir anlaşma olmuştu. Vâhânm geri kalan kısmı ise doğrudan doğruya Ruslar'm idaresi altına giriyordu; ancak bu devirde ciddî bir kolo- nileştirme gayreti yoktu. Orta Asya vahalarında yerleşmiş bir hayat yaşayan halkın, bulundukları yerde çok kalabalık olduğu ve kesif bir zirâî faaliyet içinde bulunduğu bir gerçektir. Bu faaliyet de ancak kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yeter. Çarların bozkır halkına yaptığı tazyik devamlı bir sızma şeklini alınca, ziraat hububattan, pamuğa döndü. Bilhassa, tabii sulama sistemiyle pamuk ziraatine çok elverişli olan Fergana vadisinde. O sırada Min Han idaresinde liderliğe yükselmiş olan Rus devri Fergana'sı Türkistan'ın hayatında önce ziraî ve daha sonra sınaî yerini aldı. Ko-ruyucu tepelerle kuşatılmış olması, her taraftan muhtelif akarsularla sulanması cihetinde, Fergana, daha güneydeki Peşâver vadisinin daha büyük, KEM daha verimli bir kopyası gibidir.

Bu politikanın arkasında saklı olan çok şey vardı. Rusya'nın ihtiyacı sadece pamuğa değildi. Maksatları kendilerine karşı bir çeşit ekonomik bağlılık yaratmaktı. Gittikçe yüksek fiatlar verilerek pamuk zira- atinin canlanması temin edildi. Üstelik pamuk hubu

Page 155: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

battan daha az emek istiyordu, heîe pirinç gibi çok suya hiç ihtiyacı yoktu. Mıntıkada hububat ekimi zayıflayınca bu defa açığı kapamak için Rusya'dan mısır ithâl etmek mecburiyeti hasl oldu. Bu açık, ihtilâl sırasında kıtlığa yol açacak kadar büyümüştü. . Ana gıda maddesinin istihsalini düşürerek Türkistan'ı ekonomik bir vesayet altına almak politikası mükemmel bir şekilde yürüdü.

Pamuk, Türkistan için bütün ham maddelerin en ehemmiyetlisi haline gelince, bunu Avrupa'ya sür'atle intikâl ettirmek gerekiyordu. Rus ileri hareketinin, Türkistan bozkırının işgâlinden epeyce önce Sir Derya bo-yunca nasıl başladığını daha önce görmüştük. Maksat Sir Derya'yı ve Hıyve'nin fethi ile, 1873'te Buhara'nm sindirilmesinden sonra Amu Derya su yollarını ulaştırma işlerinde kullanmaktı. Bunların her ikisi de Aral gölüne dökülüyordu. Fakat Sır Derya o kadar sığdır ki, bugün bile gerektiği gibi münakale yolu olamamaktadır. Amu Derya'nm vaziyeti daha iyi olduğu halde o da kifayet etmiyordu; diğer taraftan Aral gölü de ideal bir ticarî antrepo olacak mevkide değildi. Bunun üzerine en pratik çare olarak demiryolu inşası düşünüldü. Ve gerçekten, Çarlık zamanında Rus Asya imparatorluğunun başka taraflarından daha önce demiryolu yapımına başlandı. Trans - Sibirya demiryolunun yapımına, 1891'e kadar başlanmadığı ve bu hattın, Rus-Japon harbinin patlamasından pek az önce 1904'- te ancak Vladivostok’a ulaştığı malûmdur. Diğer taraftan bu mıntıkadaki demiryolu inşaatı 1880'de, Uzun Ada denen yerden başlanmış (Sonradan Krasno - vodsk'a kadar uzatılmıştır), 1888'de Semerkand'a ulaş

Page 156: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

mış, ondan sonra da bir yandan Taşkent'e, bir yandan da Fergana vadisinden Andican’a yöneltilmiştir.

Rus Orta Asyası'ndaki demiryolu inşaatı, silâh kuvvetiyle nüfuz etme politikasının tersine bir yol takip etmiştir. Son olarak tâbi kılınacak Türkmen ülkesi ilk defa demiryolundan faydalanmış; Bakû üze^ rinden Hazar denizini geçmek mecburiyetine rağmen, batı ile münakale başlamıştır. Kesintisiz münakale ise ancak 1905'te mümkün olmuştur. Bu hat Aral gölünü dolaşıyor, Rusya'nın Sir Derya üzerine yürüdüğü orijinal yolu takip ediyor, Türkistan ve Taşkent şehirlerine ulaşıyordu.

Ruslar, ilk önce bu hattı Kuzey'den Sir Derya üzerinde yapmayı düşünmüş ve bilhassa Chernaiev gibi bazı kimselerin şiddetle muhalefet ettiği gibi Orta Asya demiryolunun yapımına girişmekten kaçınmışlardı. Aslında ise Orta Asya demiryolunun taktik bir maksadı vardı: Mühendis Annenkov, bu projeyi Lomakin kuvvetlerinin Türkmenlerle karşı feci meğlûbiye- ti üzerine, Rus kuvvetlerinin ikmalini temin etmek için tasarlamış ve teklif etmişti. 1880'de Skobolev iş başına geçtiği zaman, bu fikri kuvvetle destekledi. Aslında kendisi, savaşlarını kazanmak için buna muhtaç değildi, ancak fikrin stratejik ehemmiyetini takdir ediyordu. Böyle bir imkân işini çabucak başardıktan sonra, Afganistan hududuna ilerlemesine yol açabilir, onu Herât'a kadar götürebilirdi. Hepsinin de üstünde olarak bu hat onu Taşkent ve Fergana ülkesinin kalbine ulaştırırdı. Böyle bir yol, Orta Asya’daki ileri karakolların ikmalinin sür'atle teminini sağlayacaktı. Curzon'un dediği gibi, Skobolev’in muvaffakiyeti üze-

Page 157: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

rine, bu hat doğrudan doğruya Türkistan’a meydan okumaya başladı.Ruslar'ın Çarlık zamanında bu mıntıkada demir-; yolu yapmak için

gösterdikleri enerjiyi takdir etmek gerekir. Çünkü yapılanlar sadece Orta - Asya demiryolu ile Trans - Aral denen demiryolu değildi. Çarlar aynı zamanda bugün Türk -Sib denen plân üzerindeydi- ler. Bu hat Orta Asya demiryollarını Sibirya ile birleştirecekti. Plâna göre Çimkent yakınlarındaki Aris'- ten başlayacak olan bir hat Semipalatinsk'ten geçecek ve Novosibirsk’te Sibirya demiryoluyla birleşecekti. Ancak beş yıllık plânlar bir önceki rejim tarafından girişilen aktüel işe nadiren kredi verir. Türk— Sib bu temayülün bir misâlidir. Bu tasavvur, ilk defa Çarlık zamanında ortaya atıldığı halde 1930'da ancak tahakkuk ettirilebilmiştir.

Rus ihtilâlinin perdesi Orta Asya üzerine kapanmasından önce olan iki hadiseyi daha zikretmek lâzımdır.Bunlardan birincisi Dükçi İşan isyanı diye bilinen 1898 Fergana ayaklanmasıdır. Dükçi îşan, Andican civarında bir köy hocasıydı. İlâhiyat bilgisi zayıftı ama, ikna edici bir konuşması vardı; ayrıca İslâmî umdelere ve halkının kaderine bağlıydı. Castagne'nin Les Basmatchİ9 adlı eserinde onun bir tasviri vardır: Gür sakallı, müsbet ifadeli bir yüz; iri, kudretli elleri dizlerinin üzerine konmuş; Kuzey-batıdaki Pathan kabileleri arasında birçok benzerine rastlanan eski zihniyeti temsil eden tipik bir imam. Gandhi ile St. Paul'-

Page 158: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

un karışımıydı diyebiliriz. Halat ve çadır imâl ederdi; îman kuvveti ve saflığı halkın sevgisini çekmişti. Dük- çi İşan, kendisine bir tepede ev yaptı. Ağaçlar dikerek bütün yamacı şenlendirdi. Su taşıyarak hem bah-çesini suladı hem de susamış yolculara su verdi. Niçin fakirlerle dostluk kurduğunu soranlara müreffeh insanlara itimadı olmadığım ve ancak kendisi gibi olanlarla arkadaşlık edebileceğini söyleyerek cevap verdi.

Muakipler Rus muhacirleri tarafından Narin mıntıkasında yerlerinden edilen Kırgızlar ve tepe Kazaklarıydı. Sonra, ziraat ve hayvancılıkla uğraşanlar ansızın isyan etti. Kürek ve çataldan başka silâhlan yoktu. Şeyhi beyaz bir ata bindirerek «han »lan olduğunu iddia ettiler ve Andjican'ın j dışındaki kulübelere saldırarak askerleri katliâma tâbi tuttular.

Şüphesiz bu isyan askerler tarafından bastırıldı ve isyanın lideri idam edildi. Ancak bu isyanı tahrik eden sebepler üzerine asla eğinilmedi; buna yol açan memnuniyetsizliğin sebepleri giderilmedi. Mal gittikçe daha çok resmî ellerde toplandı, fakirlik ve suçlar gittikçe arttı. Peşâver bir zamanlar Hindistan için neyse, Fergana da Türkistan için o hale geldi. Burada işlenen cinayetler, Rus imparatorluğunun başka taraflarında işlenenlerden çok daha büyük oluyordu. Yıllar sonraki Basmacı isyanının zemini hazırlanmıştı.

1916'da olan ikinci isyan ise büyük ihtilâlin habercisiydi.. Merd-i Kar (îş Adamı) adıyla anılan bu ayaklanma, halkı I. Dünya Savaşında gayr-i muharip askerî hizmete almak için çar tarafından yapılan davete karşı çıkmıştı. Togan, bunun görünüşte bir iyi niyet ifadesi olduğunu, ama aslında Ruslar'ın Kine Sari ve benzerlerinin cesaretinden ürkerek Türkistan kabilele

Page 159: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

rini askerlikten muaf tuttuğunu üstelik aptalca bir görüşle buna bir imtiyaz olarak bakıldığım belirtir. Aptalca, çünkü bu muafiyet on] arı vergiden ve benzeri mükellefiyetlerden muaf tutmuyordu ve nihayet bu muafiyet de kaldırıldı. Çarın, 19 - 43 yaş arasındaki bütün erkeklerin silâh altına alınması hakkmdaki emri, şiddetli patlamayı meydana getiren bir kıvılcım vazifesi gördü.

Kazak bozkırındaki Kıpçaklar, Abdül Gaffar adındaki bir liderin etrafında toplanarak yeniden bütün dikkatleri üzerlerinde topladılar. Abdül Gaffar kısa bir müddet için Kine Sari’nin seksen yıl önce yarattığı heyecanı canlandırmasını bildi. Ayrıca Fergana ile Hıy- ve'ye kadar Amu Derya boyunca olan Özbek ülkesinde de perakende ayaklanmalar başgösterdi. Küçük Rus birlikleri ve kolonistleri rastlandıkları yerde öldürüldüler, Hareket, Skobolev'in izinden giderek binlerce kabile halkını öldüren, uçsuz bucaksız çöllere sürerek ölüme mahkûm eden, son vali Kuropatkin'in hareketlerine bir misilleme teşkil ediyordu. Rusya'nın Almanya ve Avusturya ile harp halinde olduğu bir sırada patlayan bu isyanı bastırmak için çar hükümetinin büyük bir askerî gayret sarfettiği şüphesizdir. Hattâ birliklerin bu şekilde dağılmasının, Çar’m düşmesine ve dolayısıyle ihtilâlcilerin muvaffakiyetine yol açtığı bile söylenebilir.

Milliyetçiliğe ne de olsa bir yer verildiği devirlerde, yani Sovyet rejiminin ilk zamanlarında Sovyet muharrirlerinin, ihtilâl öncesi bu ayaklanmaları tasvip etmeleri moda halindeydi. Hattâ Büyük Sovyet Ansiklopedisi bile ilk tab'ında, bu hareketi işçilerin Çar hükümetinin tazyikine karşı bir ayaklanması olarak görür. Ama ansiklopedinin yeni baskılarında bu hare

Page 160: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ket mahkûm edilmiştir. Şimdi, bu ayaklanmalar derebeyi sınıfının «han»lann iktidarının azalması neticesindeki memnuniyetsizlikleri dolayısıyle yaptıkları gerici bir hareket olarak gösterilmektedir. Sadece, Dük' çi İşarı hareketinin bir dereceye kadar Fergana vadisinin Türk ve İslâm ananelerinden ilham alan bir ak- sülamel olduğu bir hakikattir. Sovyet münekkidleri, bunu, Orta Asya halklarını, Rusya'dan ve Büyük Rus halkından tecrid etmek için yapılan bir hareket gibi göstererek özellikle de cezalandırma yoluna gitmektedir. Halbuki böyle bir hareketin Çarlık zamanında bile muteber olmadığı bugünkü Ruslar tarafından kabul edilmektedir. Çarlık devrindeki fetihlerin ve mahallî milliyetçiliğin ’bastırılmasının bugünkü Sovyet millî politikasının bir safhası olduğunu daha ileride göreceğiz.

Bu isyanı, 1917 yılı -çıkarken, çok geniş bir kıtlık takip etti. Hububat almak için pamuk ihraç eden Türkistan'ın ekonomisi azamî derecede bozuldu. Dünya harbi olsun, mahallî ayaklanmalar olsun, hububat faz-lasının batı cephesindeki orduların beslenmesine harcanması neticesini doğuruyordu. Orta Asya Türkleri'- nin en iyi tahsil görmüşlerinin en ileri görüşlü olanlarının bile bu ayaklanmayı boşuna sarfedilmiş bir gayret olarak görmeleri boşuna değildir.

Katliâm ve kıtlıklarla mahvolmuş Türk anavata- nmda Sovyet devri böyle başladı. Çarlar, kendi devirlerinde, çok uzun bir tecrid devresi sonunda esrarengiz bir havaya bürünmüş olan bir ülkenin üzerindeki perdeyi kaldırmak için küçük bir gayret sarfet- mişlerdi. Sanki, gözleri önündeki «emîr»lerin kıskanç tecrid hissini tevarüs etmişlerdi ve sanki saklayıp gizleyecek bir şeyleri vardı. Ama 1917’de, mânialar, nihayet düşecek gibi görünüyordu.

Page 161: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

II. KISIM GEÇİŞ DEVRESİ

Page 162: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

1*17 İHTİLÂLLERİ

Sona eren bir devrin kumları hızla akıp gidiyor; ve kaderin kum saati bir defa daha altüst olmuş durumda...

CURZON

Artık, çarların düşmesiyle Orta Asya'daki Sovyet iktidarının yerleşmesi arasında geçen altı yıllık karışık devreye yaklaşıyoruz. Tozlar dağıldığı zaman Hıy- ve ve Buhara Özbek devletlerinin muhtariyetinin yok olduğu ve bütün Tüskistan'm yeni Sovyet imparatorluğunun umumî rejimine dahil edildiği görüldü. Bugünkü Türkili'nin muharriri bu kargaşalık devrinde öncü bir rol oynamıştır. Togan, önce muhtar Başkür- distan devletinin kuruluşunu temin etmek için Sovyetlerle işbirliği yaparak Velidov adıyla; daha sonra da, Sovyetler'Ie anlaşmazlığa düşüp Enver Paşa ile işbirliği yaptığı zaman da Ahmed Zeki Bey adıyla çalışmıştır. Bu devre içinde, o ve diğerleri Doğu Türk milliyetçiliğinin muhtelif unsurlarını bir araya getirerek ortaklaşa bir gayretle Türkistan'ın istiklâli için çalışmışlardır. Çok karışık şartlar, umumiyetle, biri- birlerine kenetlenmemiş halklar arasında anî hükümet değişikliklerine sebep olur. O yıllar içinde Orta Asya'ya çöken zulmeti delmek güç olmaktadır. Bir ara göze

Page 163: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

çarpan bir belirti çok geçmeden toz duman arasında kaybolmakta; Sovyet propagandasının tuttuğu hafif ışıklar ise etrafı hafifçe aydınlattıktan sonra sönüp gitmektedir. Ancak Doğu Türkleri arasında, bu zulmetin ötesindeki kilometre taşlarını kestirerek, kendilerini emniyet altına sevkedecek yolu bulanlar, az da olsa, mevcut olmuştur. Görüşün zayıfladığı devrelerde bile, bunlar takip etmeleri gereken yolu çizmesini bilmişlerdir. Biz, bundan sonraki olup bitenlerle onlarla birlikte bir göz atacak, Bolşevikler'in Orta Asya’daki nihâî zaferlerinin bazı sebeplerini anlayacağız.

Çarlığın devrilmesi sırasında, Türkistan'da hüküm süren o uğursuz şartların esaslarını kavramak şarttır. Bu şartların zorluğunun Sovyet muvaffakiyetini daha şayanı dikkat hale getirdiği bir gerçektir. Onların zaferi temin etmek için gösterdikleri hayranlık verici kombinezon ve siyasî kabiliyetin takdire şayan olduğu da ikâr edilemez. Önlerinde, Çarlar tarafından, daha otuz yıl önce fethedilmiş bir toprak vardı. Kabilelere hâkim olabilmek ise ancak çok şiddetli çatışmalar, kanlı muharebeler sonunda mümkün olabilmişti. Şehir ler umumiyetle çok koyu bir taassubun merkeziydi. Toprağın çoğu çöl veya dağdan ibaretti ve teşkilâtlı bir ordu tarafından kontrol edilmesi çok güçtü. Daha bir yıl önceden ülkede kanlı bir ihtilâl kasırgası esmiş ve insafsızca bastırılmıştı. Ayaklanmalar daha ancak bastırılmıştı ki bu defa da, zaten kifayetsiz olan demiryolu münakalesi kesildi; çok büyük bir kısmı pamuk ziraatine ayrılan topraklar korkunç bir kıtlığa düştü. Çar hükümetinin Batı cephesinden aldığı, ekseriyetle AvusturyalI olan binlerce esirinin Türkistan'da enterne edilmiş olması vaziyeti daha karışık hale

Page 164: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

getiriyordu. Bunlar 1917 ihtilâlinden hemen sonra: serbest bırakıldılar. Ama, harbin en kritik anlarında (1917'nin sonları ve 1918'in başlan) salıverilen esirler Merkezî Kuvvetler, Almanya ve Türkiye için bir ent-rika noktası oldu. Bunlar Hindistan hududuna giden topraklarda aldatıcı bir hareket yaratmak için gayret sarfediyorlardı. îngilizler'in bu husustaki endişeleri Ruslar'm «Müdahele Devri» dedikleri devreyi yarattı. Sonunda Türkistan Denikin kumandasındaki Beyaz Rus ve Kazak ordularıyla, Karadeniz'in kuzeyinden gelen Wrangel ve Sibirya'dan gelen Kolchak kumandasındaki ordular tarafından geniş ölçüde tecrid edildi. Bütün bunlar Sovyet iktidarının Orta Asyada sağlamlaşmasını zayıflatan âmillerdi ve bu hal ayrılma niyetinde olanları cesaretlendirebilirdi.

Bununla beraber daha başka âmiller de vardı. Ancak bunlar az bilinir; sonunda ihtilâlin menfaatlerine kullanılmak üzere imparatorluktan devraldıkları her şeyi değerlendirmeye karar verdiler,

Bolşevikler'in lehine olan ilk nokta Çarlık devri talim ve terbiyesinin, Türkler arasında olsun, Tacikler arasında olsun, modern mânâda blir devlet teşkilâtı kuracak pek az insan yetişmesine imkân vermiş olma-sıydı. Eski usûl üzere tahsil ederek yetişmiş birçok dindar Müslüman hukukçusu vardı; ama mahallî hattâ beledî bir muhratiyet olmadığı gibi matbuat da yoktu ve Türkler arasında Batılı mânâda yüksek tahsil görmüş olanlar da pek azdı. Yerli halk arasındaki en- tellektüeller iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar azdı. Diğer taraftan eski topraktan olan, kabile usûlüne göre yetişmiş kimseler Rus harpleri ve Rus idaresi

Page 165: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

m

neticesinde zamanla yok olmaktaydı. Kısacası modern dünyanın siyasî mimarisinde son derece tecrübesizdi- îer. Hokand hükümetinin lideri Mustafa Çokay, düşünmeye ve yapmaya muktedir kimselerin, bütün gayretlerini, siyasî bir fikre alışkın olmayan halkı birleştirmeye gücü yetecek insanları yetiştirmek için bir merkez kurmaya çağırıyordu. Çünkü bu liderler inşaata giriştikleri zaman, kendilerini sadece mimarsız bulmakla kalmıyor aynı zamanda, dülgerlerini ve ’inşaat malzemesini de bizzat aramaya mecbur oluyorlardı.

îkinci nokta da şuydu: Doğu Türkleri, çok kuvvetli bir askerî an'aneye sahip olmakla beraber, Rusya'nın askerî hizmetine alınmadıkları için, modem askerî bilgiden mahrumdular. Aynı şekilde en küçük bir münakale bilgileri yoktu; demiryolu, telgraf, telefon hizmetleri hakkında birşey bilmiyorlardı. Bütün bunlar tatbik edilen politika neticesi, Ruslar'm elindeydi. Mevcut olan küçük ölçüdeki endüstri tesislerinde ise ancak çok sıkı bir kontrol altında, işçi olarak çalıştırılıyorlardı. Sivil olsun, askerî, beledî veya münakale ile alâkalı olsun makinenin bütün kontrol me* kanizması Rus parmaklarının altındaydı.

Üçnücü olarak, şehirlerin dışında ve demiryollarından uzakta, gelecekteki mücadele için belki de daha kat'î ve zecrî bir şart hüküm sürüyordu. Bu, 1906'da- ki Stolypin reformları ve daha önceki ziraî yerleşmeler dolayısıyle toprağın Ruslar tarafından kolonileş- tirilmesinden doğmuştu. Ruslar'm, Mâverâünnehr ve Fergana'ya nazaran, kuzey bozkırında ve îli vadisinde daha eski bir yerleşme tarihleri vardı ve buralardaki kesafetleri de fazlaydı. Ama vadilerde olsun, Fergana civarında olsun, ihtilâl sırasında, Rus nüfusu sür'at-

Page 166: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

le artmaktaydı. Böylece kolonileşmiş mıntıkalarda yerli halkla Rus nüfusu arasında köklü bir fark meydana gelmişti. Ruslar yerleştikçe, o toprağın adamlan göçebeliğe temayül ettiler, bu temayül gittikçe arttı; bir kısmının toprağı elinden alındı, diğerleri ise zira* ate karşı zaten an'anevî bir nefret duyuyorlardı.

Bunun neticesinde, İhtilâli takip eden büyük kargaşalıklar sırasında, Türkistan'daki Ruslar, kendilerini yerli halka karşı koruyacak bir kuvvet aradılar. Bir kısmı Menşevikler'e katıldı. Başka sahnelerde olduğu gibi oralarda da Bolşevikler ve Menşevikler arasında karşılıklı ve geniş ölçüde cinayetler işlendi. Ama sonunda, belki de, beyhude vaatlerde bulunmayı daha iyi başardıkları için Rus Orta Asyası'na sonunda onlar hâkim oldu. Bu bakımdan, milliyetçi Doğu Türkleri, ayrı hale gelme hususundaki niyetlerinin yerli Bolşe- viklerinkiyle temelden çatışma halinde olduğunu anlamakta gecikmediler.

Orta Asya'da, Şubat 1917 (Kerensky) ihtilâliyle, 1922 Ağustosunda Enver Paşa'mn ölümü arasındaki devre öylesine karışıktır ki, açık bir çözüm yapmak çok güç olur. Biribirine zıt birçok cereyan vardı. Bun-ların en şaşırtıcıları, bu devrede mantar gibi biten Türk ve Rus teşekküllerinin neşrettiği tebliğlerdi. Di? ğer taraftan parti görüşüne uymak için Sovyetler Birliği tarihinin durmadan yeniden yazılması, hadiseleri çözmek hususunda Rus tarihçilerinin değersizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Togan, hiç değilse, çok geniş bir sahayı içine alan şahsî tecrübesinin mahsullerini bize aktarmaktadır. Çünkü bu yıllar içinde Ural- lar'la Afgan hududu arasında bütün ülkede seyahat

F: 11

Page 167: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

etmiş, Lenin ve Stalin'le görüşmüştür. Enver Paşa ile yakınlık kurmuş ve nihayet Basmacı hareketine yakından karışmıştır. Ve hepsinden daha mühimi, Baş- kurt hükümetinin temeli olmasıdır. Çünkü Başkurt Hükümeti o zamanın kısa ömürlü kuruluşları arasında askerî bir kuvvet yaratmaya karşı adım alan ilk teşekkül olmuş ve Stalin ile Lenin'i zaman kazanmak için bile oîşa kendisiyle meşgûl etmiştir.

Bütün bunları iyi anlamak için Doğu Türkleri arasında dört kuvvetin hâkim olduğunu hesaba katmak lâzımdır. Bu dört kuvvet umumiyetle muhtelif istikametlere yöneliyor, bunun neticesi olarak da bir birlik kurulamıyordu. îlk kuvvet Türk asaleti ve efendim liğiydi. Bunun temsilcisi Buhara emirlerinin Mengit kolunun sonuncusu Abdül Said Mir Alim Han'dı. Ulema olsun, işleri yolunda giden ticaret erbabı olsun bu grubu tutuyordu. Kadılarla Rus eğitimi görmüş bir kısım Türk ve Tacikleri de bu grupta sayabiliriz ki, çokları Rus hizmetinde çalışır. Diğer taraftan pek mu- taassıb bir kısım din adamı ise Rusya'yı kendilerine bir ekmek kapısı, bir emniyetli yer olarak görüyor, bu bakımdan milliyetçi teşebbüslere sırt çeviriyordu. Meselâ Emir, Taşkent Boişevikleri'ne cephe almayı reddetmiş buna sebep olarak da Buhara’daki hâlihazır politikanın Kendisini Moskova veya Petersburg'u temsil eden herhangi bir kuvveti tanımaya mecbur ettiğini ileri sürmüştü. Halbuki Buhara emiri, Taşkent Bolşe- vikleri'ne karşı dönse Türkistan'daki Kızıl ihtilâl başarısızlığa uğrayabilirdi. Togan, onun için: «ölü bir Rus'un gölgesinden bile korkardı» diyor.

îkinci kuvvet kuzey göçebeleriydi. Ekseriyetle Kazak ve Başkurt olan bu göçebeler Ruslar tarafından

Page 168: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

yerlerinden edilmişti. İçleri kin doluydu ve zayıf bir kabile bağıyla bağlıydılar. Kazaklar kötü teşkilânlan- mıştı; kabile seviyesinin üstüne çıkabilecek pek az liderleri vardı. Başkurtlar ise daha iyiydiler. Ancak Ural bozkın ve yamaçları, onlar için gerektiği zaman sığınabilecekleri bir melce vazifesi görmüyordu. Üstelik kriz yıllarından sonra gelen kıtlık yıllan da umumî bir düzensizliğe yol açmıştı.

Üçüncü kuvvet Basmacılar’dı (1). At koşturdukları yerler Fergana vâdisinin etrafındaki dağlar ve ovalardı. Bunlar kuzey-batı hududundaki Efridî ve Vezir- ler'e benzeyen bir kabile hayatı yaşıyorlardı. Büyük cesaret ve mukavemet Örneği olan liderler yetiştirdiler. Bu liderler kıtlık zamanlarında bile, yamaçlara çe- . kilip, bozkırın şiddetli kıtlığının tesirini azaltabiliyorlardı. Özbek şefi İbrahim Bey’le, Belcuvan’da Enver Bey’le birlikte vurulup ölen yiğit Devletmend böyle liderlerdi. Basmacı kabilelerinin biribirine sıkı sıkıya bağlı olması, Enver Paşa’nın 1922'deki ölümünden sonra bile, bunların daha uzun müddet Sovyetler için bir tehdit kaynağı olmasına sebebiyet vermiştir. Ruslar, Basmacı isyanının söndürüldüğünü resmen 1924’te ilân ettiler ama; kıvılcım devamlı olarak çakıp durdu ve İbrahim Bey 1931’den önce ortadan kalkmadı. Hitler’- in Rusya'yı işgâl ettiği 1941 yılında bile Peşâver hududunda Basmacılar’ın devam ettiğini belirten sözler dolaşıyordu. Bu ateşin bugün bile tamamen söndüğü söylenemez. Ancak, bu gibi mukavemetleri yaşatan ve uzatan kabile faziletleri, modern, millî bir devlet ya-

(l) Kelime, hücum etmek, taarruz etmek baskın yapmak mânâsın daki «basmak-’tan gelmektedir.

Page 169: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ratmaya yetmiyor. Togan, Basmacı kuvvetlerinin Bu- hara emirininkine benzeyen şartlarda harekete geçiri- lememesinin ıstırabıyla safyalar yazmıştır. Bu kuvvet- ler entellektüel dediği kimselerin elinde kırılmıştır. Enver Paşa'nın trajedisi budur.

Dördüncü kuvvet Rusya hizmetinde bulunmayan, Rusya'ya satılmış olmayan entellektüeller yani münevverlerdi. Bunlar doğrudan doğruya halkın içinden çıkmış kimselerdir ve hürriyet aşklannı modern ve pratik bir hale getirmesini bilmişlerdir. Kazaklar'dan Ali Han Bükeyhan, Hokand'da Çokay, Taşkent'te Ubeydullah Hoca, Buhara'da Osman Hoca, Hıyve'de Han Cüneyd ve Başkürdistan'da Togan, bu nadir kimseler arasındadır. Ama terazinin öbür kefesi son derece ağır basıyordu; sonunda kaybettiler.

Bu bahsettiklerimiz Rusya'daki Şubat ihtilâlini candan alkışlamışlardı. İçlerinden bazısı, Çar'm XX. asrın ilk on yılında kurduğu «Dumas» tecrübesine sahipti. Ayrıca Kerensky'nin Türkistan'da büyümüş olması; babasının çarın bu eyaletindeki Rus mekteplerinde müfettişlik etmiş olması da onları ümitlendiriyordu. Muhtelif kongreler toplandı ve mahallî milli-, yetçiler arasında Rus partilerini biribirine karşı kullanmak hususunda muhtelif manevralar çevrildi. Avrupa Rusyası'ndaki Müslümanlar, Asyadaki kardeşlerini desteklemediler. Onlar, Kazan'daki merkezlerinden müttehid bir Rus hükümeti için çalıştılar; merkeze yakın oldukları için, bu sayede mühim mevkilere geleceklerini sanıyorlardı. Böylece, federal çerçeve içinde mahallî muhtariyet programını gerçekleştirmeye çalışan Doğu Türkleri'ne cephe aldılar. Rusya Asyası’nda- . ki muhtariyet hareketlerinin asıl sebebi, yerli halkın

Page 170: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Rus kolonistlerinin yerleştiği toprakları geri almak hususundaki isteğiydi. Diğer taraftan beyaz olsun, penbe olsun, kırmızı olsun, bütün Rus partileri bunu anlıyor ve mahallî milliyetçilerin toprak politikasına hâkim olmasını önlemek için zaman kazanmaya bakı- yorlardı. Muhtariyetçiler, 1917 Mayısında Moskova'da toplanan Müslüman kongresinde başarı kazandılar; ama aslında havanda su dövüyorlardı. Aylar, bir kurucu meclisin sözde hazırlıklarıyla geçti. Hattâ Kazaklar bile yeni yolları denediler, bozkır süvariliği zama-nındaki gibi, at sırtında açık hava kongreleri yaptılar. Ama beri yanda, Hıyve ve Buhara'daki yeni fikirli öncüler Emir’in arkasındaki unsurlar ve güneydeki ulema tarafından durmadan köstekleniyordu. Bu arada kıtlık durmadan artıyor, münakale işleri durmadan bozuluyordu. Taşkent'te, Bolşevikler, Rusİar'm toprağa tecavüz ve kıtlığa uğramış ülkeye mısır getirilememesi tehdidiyle Özbekler ve Kazaklar’a oyun oynuyordu. Diğer taraftan tabiî olarak sola meyyal münevverlere hitab eden Bolşevikler'in kazandığı muvaffakiyet de vardı. Çar için dua eden molla ve beyler yerine Rus ihtilâlcileri hesabına çalışmak daha iyiye benziyordu.

Ekim ihtilâli geldiği zaman, Taşkent'teki Bolşevikler, Rusya'daki aynı taktiği ve usûlleri takip ederek iktidarı f^dılar. Taşkent'i kesin olarak ele geçirdiklerini ispat etmeleri lâzımdı. Muhtelif kargaşalıklara, hattâ 1919 yılı Ocak ayındaki isyanda buna muvaffak da oldular. Bu isyanı çıkaran kendi harp komiserleri Ossipov idi. 23 yaşında bir genç olan Ossipov çarın bir subayı iken Bolşevikler'in tarafına geçmişti. Sonunda Bolşevikler'i fazla nazariyatçı bularak bir ihanet tertibi kurdu. Barakalarda çıkan bir toplantı-

Page 171: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

myı bastırmak maksadıyla liderlerini yardıma çağırdı; çoğunu öldürdü, bir saat kadar şâhâne bir şekilde vaziyete hâkim olduktan sonra, iyice sarhoş olup, parayı da alarak Aşkabad'a doğru çekildi. Bütün bu zaman içinde, Bolşevikler'in Taşkent'teki vaziyeti kararsızdı. Bir defa her iki demiryoluyla da münakaleleri kesilmişti. Beyaz Ruslar, Kazaklar veya yerli muhtariyetler Moskova ile münakalelerine mani oluyordu; tepelerdeki kabileler ise isyan halindeydi, gıda maddesi çok azdı. Bu bakımdan Ossipov'un bütün adamlarını insafsızca vurmalarına şaşmamak lâzımdır. Meselenin şayanı dikkat tarafı vaziyetlerini muvaffakiyetle muhafaza etmeleridir; hattâ bizzat Rusya'da vaziyet değiştiği zaman bile bütün Türkistan'da otorite kurmasını bildiler. Onların, bu Krizden kurtulacak kuvveti, Macar ve AvusturyalI harp esirleri sayesinde elde etmiş olmaları da ayrıca şayanı dikkattir. Çünkü bunlar, kıtlık zamanımda yiyecek ve nihayet serbest bırakılma ümidiyle, Bolşevikler e candan hizmet etmiştir.

Ossipov hadisesi, Taşkent'te bir dönüm noktasıydı. Bundan sonra, Sovyetler, Basmacılar'la başlarının derde girmesine rağmen, Türkistan'a hâkim olmayı bildiler. Diğer taraftan, biraz geri dönecek olursak, bütün 1918 boyunca Taşkent dışındaki Türk liderleri hayâlleri olan 'muhtariyet için çalışmış yer yer başarı da kazanarak üç devlet kurmuşlardı. Birincisi Fergana'da Hokand'daydı; Alaş Orda diye bilinen İkincisi kuzey Kazak arazisindeydi, üçüncüsü de Başkurt ülkesinde bulunyordu. Ekim ihtilâlini takip eden ilk

Page 172: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

birkaç ay içinde Orenburg’u (Chkalov) kontrol eden Kazaklar Kızıllardın Moskova ile olan münakalesini kestiler: Menşevikler de Türkmen ülkesindeki bazı kötülüklerden sonra Krasnovodsk yolunu kesti. Böylece münevverlerin eline kısa müddetli bir şans geçti. 17 Ka-sım 1917’de Alaş Orda» Ali Han Bükey Han'ın; Başkurt cumhuriyeti dört gün sonra Togan'ın, 28 Kasım’- da da Hokand Cumhuriyeti Mustafa Çokaym başkanlığında kuruldu.

Yeni Hokand devleti sadece iki ay yaşadı; ordusu olmadığı için Ossipov kumandasındaki Bolşevik- ler’in kararlı hücumu neticesinde Şubat İ918'de düştü. Daha sonra Taşkent’i de kasıp kavuracak olan Ossipov Skobolev’in adıyla anılan komşu şehirden hareket etmişti (1), Hattâ Hokand Hükümeti, Hokand kale- sine kapanmış kırk beş Bolşevik askerinin bile hakkından gelemedi, sonunda bunlar Ossipov taraf mdajı kurtarıldılar. Oyunun başlıca aktörleri muhtelif isti-kametlere kaçtılar. Ne var ki Hokand d betinin bu birkaç haftalık canlanışı Basmacı ayaklanmasının ilham kaynağı oldu.

Alaş Orda, yahut Kazak devleti ise kongreler toplayan, manifestolar neşreden bir komiteden başka bir- şey değildi. İdare merkezinin Semipalatinsk'in doğusunda olması tasarlanıyordu, ancak faaliyetlerini Oren- burg’da yürüttüler. Burası aynı zamanda Başkurt hü-

(1) Bu şehir muhtelif zamanlarda Yeni Margilan ve Skobolev diye anılmıştır. Şimdi de Fergana adını taşımaktadır. Fergana adı bütün vadinin adıyla karışmak tadın. Buralı, komşu Margilan şehriyle birlikte Özbekistan'daki Sovyet ipek endüstrisinin merkezini teşkil eder.

Page 173: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

mkûmetinin de merkeziydi. Alaş Orda ciddî bir icra kuvveti kurmayı, Rus kolonilerinin kontrolünü Türk nüfuzuna vermemeye kararlı olan binlerce Rus muhaciriyle bir anlaşma yapmayı başaramadı.

Başkurt devleti ise daha gerçekti, ilânı, Lenin ve Stalin tarafından imzalanan 15 Kasım 1917 beyannamesiyle aynı tarihe rastlıyordu. Meşhur 15 Kasım beyannamesinde şu satırlar yer alıyordu:

«Halk Komiserleri Konseyi, milliyetlerle olan münasebetlerini aşağıdaki temeller üzerine kurmaya karar vermiştir:

«1) Rus milletlerinin müsavatı ve hükümranlığı.2) Aynlıp müstakil devletler kurma hakkı da dahil olmak üzere

Rus milletlerinin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi hakkı...»Bunun hemen ardından Rusya'da Müslümanlar'a ve Doğu halklarına

hitab eden hususî bir beyanname daha yayınlandı. Bunda şöyle deniyordu:

«Rus Müslümanları, Volga ve Kırım Tatarları, Türkistan Şartları ve Kırgızları (1), , Transkafkasya Türk- leri ve Tatarları, zalim Rus çarları tarafından camileri ve ibadethâneleri yıkılan dinleri ve an'aneleri çiğnenen bütün halklar! Bundan böyle itikadınız ve an'aneleri- niz, millî ve kültürel müesseslerinizin dokunulmaz ve hür olduğunu ilân ediyoruz. Millî hayatınızı dilediğiniz gibi kurun. Bu, sizin hakkınızdır.»

(1) Kasaklar’m kastedilmesi muhlemeîair Çünkü Huşlar umumiyetle Kırgızlarla, Kazaklar’ı karıştırırlar. O devirde Rus Orta Asyası’n* daki Kazaklar, Kırgızlar’ıı: dört misli fazlaydı.

Page 174: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Muhtariyetçilerin, kendileri için altın çağm başladığını zannetmeleri elbette haksız değildi. Ama çok geçmeden yanıldıklarını anladılar. Bu hürriyet beyannamesinin ilânından iki ay sonra, Kızılordu, Kazak generali Dutov’u yenerek Orenburg’u ele geçirdi. Başkurt hükümetinin gerici ve milliyetçi olduğunu ilân etti. Bolşevikler, Velidov (Zeki Velidî Togan) da dahil olmak üzere hükümet azasım tevkif ederek bir İhtilâlci Başkurdistan Sovyeti kurdular. Başkurtlar’ı,'şehirdeki Rus Sovyeti’ne tâbi kıldılar. Plân, Ural ülkesindeki kitleler üzerinde, Sovyet dâvâsını hâkim kılmaktı. Ancak bu Başkurt Sovyeti de, bugün Tito zihniyeti diye ifade edebileceğimiz bir yol tutmaya başladı: Başkurt olsun, Rus olsun, bütün siyasî partilerin maksadı toprağın kontrolünü ele geçirmekti. Bunun üzerine yeni baştan bir kesinti oldu. Rus Beyazlan geri döndüler (Nisan 1918) Bolşevikler’i Orenburg’dart sürerek millî hareketin gerçek liderlerini serbest bıraktılar. Çok geçmeden Togan ciddî alaylar teşkil etti (Başkurtlar'ın, çarlık ordusunda uzun müddet seçkin bir mevkii olmuştu; Türk halklar! arasında mümtaz bir şekilde hizmet edenler hemen yalnız onlardı), Böy- lece Togan, muhtariyetçi diğer devletlere göre, bir devlet kurmanın gerçek tedbirini alma yeteneğini göstermiş oluyordu. Bu kuvvetler önce Dutov ve Kolçak'ın kumandasında beyazlar için savaştılar. Ama çok geçmeden anladılar ki, daha namuslu bir siyaset gütmekle beraber Rusya'nın sağ kanadı da, sol kadar, Urallar'- da olsun, bozkırda olsun Rus koloni halkının menfaat-lerinden fedakârlık etmek niyetinde değildir. Başkurt liderlerinin, bu mevzuda Ruslar’la ideolojik bir münakaşaya girecek vaziyeti yoktu. Onlar, her şeyden önce milliyetçiydiler ve daima muayyen bir hedefleri olmuş

Page 175: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

tu: Ecdad topraklarının kontrolünü ellerine almak ve Rüs müstemlekecilerini ülkeden çıkarmak. Ancak, 1918'de Kolçak'm gayretleri bir netice vermeyince, yeniden Kızıllâr'a döndüler.

Bu defaki müzakerelerde, askerî bir .kuvvete sahip olmanın sağlamlığına sahiptiler. Bu silâha dayanarak 1919 Şubatında, Sovyet liderleriyle bir anlaşma yaptılar. Buna göre Başkurt kuvvetleri, Kızılordu'ya katılacak ama kendi kumandaları altında bulunacaktı; di-ğer taraftan Startler de Başkurdistan’m muhtariyetini tanıyor BlİSfevcom adını verdikleri mahallî bir komite tarafından idare edilmesini kabul ediyorlardı.

Öyle geliyordu ki, hiç değilse Başkurdistan büyük neticeyi gerçekleştirmiştir. Yapılan anlaşmada, demiryolları, fabrikalar ve madenler hariç, ülkedeki her şeyin kontrolü Başkurt muhtariyetçilerine bırakılmıştı. Bu, Sovyetler parafından zor verilecek bir imtiyazdı ve Başkurtlar'a, ânların toprak idaresine çok büyük bir ehemmiyet verildiğini gösteriyordu. Ama yerli liderler bjr defa,daha gölgeyi yakalayarak asıl maddeyi kay- hertffler. Bizzat, Başkurt ordusunu kuran Togan gibi bir liderin Türkler'in elindeki tek işe yarar kuvveti, orduyu, kendi ölüm - kalımları "uğruna savaşan bir kısım Bolsevikler'in eline bırakması hayret verici bir şeydir. Togan onlara itimad edilemeyeceğini tekrar tekrar söylemiş, ama elindeki tek işe. yarar kartı teslim etmiştir. Bu, eğer ispata lüzum varsa, Türkîer arasındaki münev-verlerin zamanın ihtilâlcilerinin sloganlarına ve tuzak sözlerine nasıl aldandığının en büyük ispatıdır.

Bizzat Togan da birlikleriyle beraber Kızılordu'ya girmiştir. Orenburg'da, kendilerini at sırtında bulan

Page 176: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Başkurt liderleri bütün Rus müstemlekecilerini Baş- kürdistan'dan çıkarmak için harekete geçmişlerdir. Ay- nı zamanda Kazakistan'da gerçek Alaş Orda devletinin kurulmasına da yardımcı olma yoluna gitmiş, ancak, bozkırdaki Rus müstemlekecilerinin çok fazla olması, Kazak liderlerinin burada gerçek bir otorite kurmasına engel olmuştur. Daha önce de gördüğümüz gibi bu aynlma .ihtirası o topraklardaki geniş Rus halkının menfaatleriyle çatışma halindeydi. Bu Rus halkı ara* smda köylülerle beraber demiryolu ve diğer münakale işlerinde çalışanlar, fabrika ve maden işçileri de vardı.

Aşağıdaki satırlar Ruslar’m Müslüman halklar hakkında neşrettikleri 1917 beyannamesine niçin zıt hareket ettiklerini göstermektedir (R. E. Ripes):

«Urallar’daki Sovyet organlarının çoğu etnik yapı bakımından Büyük Rus idiler; çünkü bunların personeli geniş mikyasta işçiler, askerler ve köylülerden meydana geliyordu. Halbuki Miislümanlar arasında bunların sayısı çok azdı. Başkurtların proletaryası yoktu. İçlerinden pek azı yerleşmiş ziraatle uğraşıyordu. Bu cihetle muhtelif Sovyetler'in, ekseriyetle Ruslar'dan meydana gelmesi ve Rus menfaatlerini korumaları tabii idi. Bunun neticesi olarak mahallî Sovyet müesseseleri Başkurt köylüleriyle olan toprak mücadelesinde Rus müstemlekecilerinin tarafını tuttular. Başkurtların birçok durumlarda, mahallî Sovyetlerle katılmalarına engel olunuyordu.»

Yazar, daha da ileri giderek, Başkurdistanrdaki merkezî Sovyet delegesinin, biraz da alaycı bir ifadeyle, Bolşevikler’in bütün yaptığının Başkurt toprağına

Page 177: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Rus Kulaklarını hücum ettirmek olduğunu söylemiş, tir. Bunlar, müstemlekecileri yerli halka karşı kışkırtmış, onları silâhlandırmış ve neticede kıtlıkla mücadeledeki gıda dağıtımından bu yolla kendilerine fayda temin etmelerine sebep olmuşlardır.

İşlerin gidişi, Kremîin'in mahallî muhtariyet, kendi vaziyetini bizzat tespit, hattâ büsbütün ayrılma şıklarını azamî derecede parlak göstermesine imkân verdi. Stalin daha sonra, milliyetçilik politikasının dışa karşı, milliyetçi; ama içe karşı proleterci olduğunu iddia ederek; sadece ihtilâlin yüksek organlarına değil, kendi iç işlerinin idaresine bile katılacak bir proleter- yadan mahrum olması bakımından yerli halkın idaresinin dışında bırakılmasını haklı göstermeye çalışmıştır. Zaten tatbikatta yaptığı da budur. Kremîin'in yaptığı, sadece, zaman zaman geçici bir iktidar kazandığını sandığı mahallî liderleri teskin etmek için bazı ayarlamalarda bulunmaktır. Ancak, her şey hazırlandığı ve uygun zemin bulunduğu zaman, onları ortadan kaldırmaktan çekinilmemiştir. îlk önce Hokand'da, sonra Başkurdistan’da daha sonra da münasip şartlar meydana geldiği zaman Hıyve ve Buhara'da yapılan budur. Kafkasya’da da aynı şeyi yaptılar. Moskova, sadece, Beyazlarla birleşerek, Rusya'nın Asya’daki müstemlekecilik teşebbüslerini tayin etmekle kalmadı; aynı zamanda yine Beyazlarla birlikte Başkurt, Kazak ve güney Türkistan liderlerinin birleşik bir devlet meydana getirmek için yaptıkları her türlü gayreti de baltaladı, önledi. Kızıllar olsun, Beyazlar olsun, bir îslâm veya Türk birliği yolunda atılacak her adımı çok şiddetli bir düşmanlıkla karşılıyordu. Sonunda mahallî Başkurdistan hükümeti, parti merkezinden gönderile

Page 178: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

rek içeri sızan ajanların oradaki Ruslar arasında teşkilâtlı hücreler kurmalarıyla yok edildi. Tatbik edilen metodun esası, kıtlıktan başgösteren ve o mıntıkayı kırıp geçiren hastalıkları ve ölümleri hafifletmek için bütün iktidarı mahallî parti idarecilerinin eline ver-mekti. Böylece Bashrevcom’un otoritesi, ordularının batıda Beyazlar ve Polonyalılar'a karşı savaşmasından da faydalanılarak, hiçe indirildi, öyle ki, kendiliğinden hükümete benzer bir tarafı kalmadı.

Moskova, 1920’de, Başkurdistan’ın muhtariyetini tanzim etmek için yeni bir karar aldı. Buna göre, ekonomik, malî ve siyasî her türlü iktidarı Merkez’e bağlıyordu. Başkurt liderleri son bir gayret sarfederek, sözle, çok şiddetli protestolarda bulundular. Artık Sov- yetler’in kendi usûllerine göre ve akıllarına koydukları zamanda Rus hegemonyasını diğer halkların üzerine hâkim kılmaya kararlı olduğunu anlamışlardı. O sırada (1920) bu gerçek, Sovyetler'in sureti haktan görünen «Asya Asyalılar’ındır» yahut «tslâm halklarına hürriyet» sloganlarının arkasına saklanmadan ortaya atılıyordu. Halbuki bugün, aynı şey sadece Burjuva milliyetçiliği diye hor görülmektedir. Ama Başkurt liderleri o devirde bile gerçeği göremiyordu.

Togan, 1920 Mayısında, bir şeyler yapabilmek maksadıyla Moskova'ya gitti. Stalin ve Kamenev ona bir mesaj göndererek Polonya ve Ukrayna cephesinde çarpışan Başkurt birliklerini görmeye davet ettiler. Stalin durmadan Troçki’nin sözlerinden şikâyet ediyor, Asya cephesinde Togan’m tesirinin yükselmesinin Sovyet Rusya için zararlı olduğunu onun ağzından söylüyordu. Togan, Stalin’in kendi fikirlerini, sevmediği Troçki'nin ağzından ortaya attığını anlamıştı. Sonunda

Page 179: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Stalin'le güneyde buluştu. Aralarında geçeni kendi ağzından dinleyelim:«Stalin'le, Kırım'da, Kremenchuk'da buluştum. Akşama doğru

vagonlarımız, onun hususî trenine bağlandı. Hem Kremenchuk'a kadar olan yol boyunca otomobilde, hem de trende uzun uzun konuştuk. Çok samimi hareket ediyor ve Doğu Türkleri, yani biz küçük halklar için içi titriyormuş gibi davranıyordu. Milliyetçileri asla tutmadığını söylediği Troçki aleyhinde de demediğini bırakmadı. Kendisi de bir Gürcü milli-yetçisinin oğlu olduğunu, bu bakımdan bizi çok iyi anladığını söylüyordu. Ruslar’ı fazla mutaassıb olmakla suçluyor, —birkaç gün önce Lenin'in söylediği gibi— ancak kendisinin Büyük Rusya için çalıştığını küçük kabilelerin idaresiyle meşgûl olmadığını belirtiyordu. Çar'm son derece süslü vagonunda çok uzun süre konuştuğum bu adama inanmamak gerektiğini kendi kendime hatırlatmak zorunda- kaldım. Son derece makûl ve açıkkalplilikle konuşuyor gibi olmasına rağmen ne ondan, ne de Rus Komünist Partisi'nden bir fayda umulabilirdi.»

Togan, Lenin'Ie de konuşmuştu. O sırada Moskova'da hâlâ müstemleke meseleleri konuşuluyordu, Lenin ondan milliyetler ve «müstemleke meseleleri» üzerindeki fikirlerini bildirmesini istemişti. Togan'm taleplerinden biri Türkistan Yüksek Komisyonu'nun üç Rus ve üç Müslüman'dan teşekkül etmesi idi. Lenin bunu kabul ederek Müslümanların tayinini yaptı. Ancak çok geçmeden bu tajdnleri geri aldı ve onların yerine de Ruslar'ı tayin etti. Bunlardan biri de Kuibishev idi. Lenin'in daha sonraki plânlarında proleterya en üste çıkarılıyor, küçük burjuva ise en alta itiliyordu. To-

Page 180: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

gan bunlardan her ikisinin de açık bir tarifini istedi. Lenin bu isteği çok yersiz buldu. Tezini de ancak güvenilir Rus proleter temsilcilerinin faydalı olabileceği şekline kadar getirdi ve bunu tatbik de etti. Bu mıntıkalardaki mahallî liderler, ancak hükümran milletin proleterlerine itaatkâr olmak şartiyle, liderliklerine devam edebileceklerdi. Lenin, Sovyet ihtilâlinin bütün dünyada başarıya ulaşması üzerine, işi, Doğu'daki müstemleke milletlerin ancak Avrupa’nın hükümran mil-letlerinin proleterleri tarafından idare edilebileceğini söylemeye kadar vardırdı. Bununla Rusya, İngiltere ve Fransa'yı kastediyordu.

Lenin'le Togan arasındaki görüşmenin bir kısmını yine Togan'dan dinleyelim:

«Moskova radyosunu yeni açmıştım. Duyduğum ilk cümle, günümüzde, sadakatin aptalca bir vasıf olduğu üzerindeydi. Yirmi bir yıl önce, Moskova’da Lenin'le konuşurken iki devlet arasındaki anlaşma hükümleriyle alâkalı fikrini öğrenmek istediğim zaman, bana, gayet rahat bir ifadeyle anlaşmaların birer kâğıt parçasından ibaret olduğunu söylemişti. Cevap olarak, memleketimizde acdadımızın an'aneleri gereğince verdiğimiz sözleri tutmayı âdet edindiğimizi söylediğim zaman da bana şu cevabı verdi: «Demek ki, sizin ecdadınız da aptalmış. Ben sizi bir ihtilâlci olarak görüyorum. Gerçek Vakalara bakın, kâğıt parçalarına değil.»

Komünistler, kendi propaganda ve niyetlerine perde olarak liberalizmi bile kullandılar. Lenîn'in 1917% de söylediği şu sözlerin avlayıcı ifadesine bakın:

«Biz tamamen gönüllü olarak meydana gelmiş bir milletler birliği istiyoruz —böyle bir birlikte hiçbir millet bir başkası üzerine baskı yapmayacaktır—. Bu

Page 181: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

birlik, eksiksiz bir karşılıklı itimad, açık bir kardeşçe birlik fikri ve mutlak olarak samimi bir rıza üzerine kurulacaktır.»

Başkurt liderleri gerçeği gördükten sonra dağılarak başka yerde mukavemet hareketlerine giriştiler. 1920’nin kalan kısmı, Başkurdistan'da iç savaşla geçti. Ruslar mukabil ihtilâl hareketini bastırmak maskesi altında Başkurtlar'ı dağlara çekilmeye zorlayarak orada müstemlekeci Ruslar'a öldürttüler; kurtulanlar da şiddetli kışm kurbanı oldu.

Bütün bu hadiseleri gözden geçirdikten sonra artık, gerçeğin, Ruslar'ın da Türkler’in de millî heyecanlarını ihtilâlin ihtirasları ile tahrik ettikten sonra, ihtilâl hareketinin bir sınıf mücadelesi değil, milliyetçi bir mücadele haline geldiğini açıkça görebiliriz. Göçebe ile müstemlekeci arasındaki mücadele, netice itibariyle Türk ve Rus'un mücadelesiydi. Bıi mücadeleden Türkler mağlûp çıktılar. Bunun sebebi Rusya'nın Rusya olması değil, Türkler'in göçebe olması ve ekonomik yapılarının komünist hücrelerinde kendine göre yer bulamamasıydı. Çünkü bu hücreler, askerlerden, köylülerden ve sanayi işçilerinden meydana ge-, liyordu.

Sonunda Togan kayboldu. 1920 Temmuz'unun bir sabahında, Kızılordu üniforması içinde, Strahan'a gidiyorum diye Bakû'ya yollajııp izini kaybettirdi. Ba- kû'dan Hazar denizini aşıp Türkmen ülkesine geçerek Buhara'ya ulaştı .Ama emniyete ulaşmadan önce de Lenin, Stalin ve Troçki'ye son bir mektup yazarak şöyle dedi:

Page 182: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

«Politikanızın esası olarak millî Rus taassubuna sarıldığınızı görüyoruz. Her şey Ruslar'ın istediği şekle döndü. Türkistan komisyonunun başlan olan Frunze (Adı sonradan Kırgızistan'ın hükümet merkezi Pish* pek’e verilen Kızıl general> ve Kuibishev, bütün toplantıların, mahallî Türk komünistlerine karşı tatbik edilen riyakâr bir politikanın eseri olduğunu açıkça söylediler. Bizimle, zahiren işbirliği yaptıklarını da belirtmekten geri kalmadılar... Bu komisyonun bir başka üyesi de milliyetçileri çalışan sınıfın düşmanı kabul ederek, yerli halk arasında sınıfların biribirine düşürülmesi gerektiğini belirtti. Ama siz, şunu bilirsiniz ki, biz size, proleterya düşmanı olduğumuzu gösterebilecek hiçbir fırsat vermedik. İstediğiniz kimseleri istediğiniz gibi kurban edebilirsiniz. Ama biz, kendi ken-dimizi, körü körüne kurban ettirecek insanlar değiliz. Komünternin liderleri, Zinoviev ve Radek, doğu milletlerinin temsilcilerini ihtilâl aleyhtarı köylüler olarak tanıttı... Şunu bilirsiniz ki, doğudaki en mühim mesele toprak meselesidir; doğudaki sınıf kavgası da bu mesele üzerine kuruludur. Siz tedhişçi mânâdaki sınıf kavgasını canlandırmak niyetindesiniz. Ama biz, Lenin yoldaşın müstemleke meseleleri hakkındaki tezine verdiğimiz cevapta, doğudaki toprak meselesinin (kendi aramızda) bir sınıf farkı yaratmadığını açıkça söylemiştik. Çünkü, doğuda, işçi olsun, kapitalist olsun, en yüksek sınıf Avrupalı Ruslar'dır. Yerliler ise, fakir olsun, zengin olsun, onların kölesidir. İşlenecek toprağı olanlarla çalışanlar arasında herhangi bir fark olması nedendir? İşçilerin sınıf düşmanlarını bulabi-

F: 12

Page 183: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

lir, yerliler arasındaki her münevveri bir kenara atarak meydana katır, öküz ve kürekten başka birşey bilmeyen köylüleri bırakabilirsiniz.»

Kısacası bu sözler: «Yoldaş Lenin ve Stalin, toprağı sürebilir misiniz?» demekti.

Bu sözlerin 1920’lerde Sovyet liderlerine söylendiğini düşünürsek, Orta Asya Türkleri'nin kolay kolay boyun eğecek kimseler olmadığını anlarız. Ve şimdi onlar yeni bir ilham almak üzerelerdi... Türk davranı-şının eski yeni örneklerini biribirine katarak...

Page 184: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ENVER VE BASMACILAR

«Ey Batı'dan gelen genç Lochfnvar...»

Şimdi, kuzeyde, Orta Asya’nın istiklâliyle alâkalı olarak muayyen bir noktaya gelip duraklamış hadiseleri bir tarafa bırakarak nehirler mecrası ile eski Hıy- ve ve Buhara devletlerine bir göz atalım. Bolşevikler’in, ihtilâlden Hemen sonra, Taşkent’i zaptederek Tür-kistan’ın anahtarını ele geçirdiklerini ve bu merkezden hareketle 1918 yılı başlarında Hokand hükümetini ezdiklerini göstermiştim. Şimdi bu noktadan başlayarak saatin aksi istikametinde bir daira takip ediyoruz. Bu daira Hokand'dan itibaren, Kazak bozkırından geçip, Urallar’da Başkurdistan’da uç noktasına gelmekte, oradan Moskova ve Kıratı yoluyla Bakû’ya uzanmaktadır.

Hayâl kırıklığına uğrayan, fakat ümidini kaybetmeyen Toğan, 1920 yılının sonunda kılık değiştirerek Sovyetler’in dikkatinden kaçmış, Hazar1 denizini geçerek Türkistan’a, oradan da 1921 yılı Ocak ayında Bu- hara’ya gelmişti. Oraya gelince, kendisini birkaç ay içinde patlamak üzere olan büyük aşiret kuvvetlerinin içinde buldu.

Bolşevikler’in Türkistan’ın güneyinde karşılaştıkları güçlük, kuzey bozkırlarmdakinden daha fazla olive'

1 Alman gayretleri bir harbe sebep olmadı ama tohumlarını de, bı raktı. lölöMa Habibullah öldürüldü! bunu Emanullah’ın Hindis tan’a tecavüzü ve Afgan savacı takip etti. O hadiseler, bu hikft/' nin dışındadır. Ama bu tabanca bir yıl önce patlamaydı hadise!" iyiden iyiye karışırdı.

(l) Bu servis siyasetle al&kali değildi, ancak hükümetin diplomatik temsilcilerinden meydana geliyordu.

Page 185: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

muştu. Oralarda Kolçak'm emrindeki düzensiz Kazaklar yahut Beyazlarla mücadele ediyorlardı. Güneyde ise, eski zamanlardanberi yarı müstakil yerli devletlerin varlığı onları dahilî siyaset bakımından müşkülâta uğratıyordu. Bunların topraklarının büyük kısmı, ya dağlarda, yahut çöllerin ötesindeydi. Buhara, Afganistan'la sınırlanan bir hudut arazisiydi. Bunların ecdadı, Rus tesirinden uzak almıştı. Afganistan'la olan güney hudut; Rusların, Hindistan'da teşekkül eden İngiliz mukavemet kuvvetlerine çarpan Rus selinin durdurulduğu yerdi. Hem coğrafî, hem siyasî bakımdan bu hat üzerinde istikrarlı bir milletlerarası muvazene kurmak mümkün görünüyordu. Ancak, bir hududun istikrarlı olması, her iki tarafında da* sürekli olarak kararlı şartların mevcudiyetine bağlıdır.

Rusya'daki Ekim ihtilâlinin altı ay kadarlık bir kısmı I. Dünya Savaşı'nın en kritik devresine rastlar. Bu devrede Amerika henüz ağırlığını koymuş değildi ve muhtemel bir Alman galibiyeti de hesapta vardı. Türkiye, Irak ve Suriye'de şiddetle hırpalandığı halde, hâlâ muhteşem bir kuvvetti. 1918 yılında Nuri Paşa kumandasında Kafkaslar'da hücuma geçerek Bakû'yu zaptetmeyi başardılar. Von Hentig ve Von Niederme- yer idaresindeki bir Alman misyonu Kâbil'e gitmiş Afgan Emiri Habîbullah'ı Hindistan'daki Ingilizler nez- dinde giriştiği teşebbüslerden vazgeçmeye ve Müslümanlık adına, kuzey-batı hududunda isyan çkarma- ya teşvik ediyordu (1). Diğer taraf t ân Tüskistan bü

Page 186: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

yük bir karışıklık içindeydi ve dahilî harbin kimin lehine neticeleneceği 1918’e kadar meçhûl kaldı. Taşkent'in içinde ve civarında enterne edilmiş olan binlerce Alman ve AvusturyalI harp esiri serbest bırakılmıştı. Ingiltere’nin Hindistan'ın müdafaaşıyle alâka-lanması beyhude değildi.

Hindistan’ın müdafaasına, mümkün olan en küçük kuvveti kullanarak Hindistan’ın dışından başlamak tn- gilizler’e mahsus bir siyasettir. Yoksa, onlar, çevredeki kargaşalıkların doğrudan doğruya Hindistan'ın hudutlarını tehlikeye düşürecek derecede kanşık hale gelmesini beklemezler. Bu yeni vaziyette de daha önceden denenmiş olan bu siyasete başvuruldu ve muvaffakiyetle tatbik edildi.

O devirde Hindistan’daki hükümetin hedefi, Kafkasya üzerinden kuzey tran veya Türkistan yoluyla Afganistan veya Hindistan'a yapılacak bir istilâ hareketini önlemekti. 1918 yılında bu yolda girişilecek ciddî bir hareket birçok birliği Hindistan’a bağlayacak ve harbin Avrupa ve Orta Doğu’daki gidişine tesir edecekti. Neticede, bir tugaydan daha az bir kuvvet General Dunsterville’in komutasında Bakû'ya gönderildi. Bu kuvvete sonradan Dunsterforce denecektir. General Malleson kumandasındaki daha da küçük bir birlik de Meşhed'de beklemeye başlayarak Türkistan'da Merv istikametinde ileri karakollar çıkardı. Hemen hemen aynı sıralarda Hindistan’dan, Kâşgar yoluyla Taşkent’e diplomatik bir heyet gönderildi. Hindistan hükümeti orada, İngiltere kralı adına bir konsolosluk kurmuştu. Hindistan Siyasî Dairesi’nden (1) Albay Bailey baş

Page 187: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

kanlığındaki heyet Türkistan'da iktidarda bulunanlarla müzakerelerde bulunmaya memur edilmişti. Vaziyet çok mütehavvildi ve gelecekte ne olacağı tahmin edilmiş değildi. Ancak, maksak, kim olursa olsun, ikti-darda bulunanlarla müzakerelerde bulunarak serbest bırakılan Avusturya - Macaristan harp esirlerinin bir tehlike yaratpıasım ve bir ileri harekete geçmesi muhtemel olan Türk yahut Alman kuvvetleriyle birleşmesini önlemekti.

Dunsterville Bakû'yu birkaç günlüğüne işgâl ettiyse de hemen kovuldu. Ama onun ilerlemesi, Kraliyet Donanmasının Hazar denizi sularındaki hayatî nüfuzunu temin etti; Hindistan istikametindeki bir Türk- Alman ileri hareketine karşı da buna çok lüzum vardı, öte yandan Malleson, Meşhed - Merv hattında, İran veya Afganistan üzerinden yapılacak bir yürüyüşte, ikinci hat üzerinde bir ihtiyat kuvveti vaziyetindeydi. Malleson Merv'e vardığı zaman Bolşevikler'in hücumu-na uğradı ama, bu hücumu defetti. Ardmdan bir Menşevik grubuyla müzakerelerde bulunarak Aşkabad'm kontrolünü geçici olarak eline geçirdi ve onlardan batı tarafından gelecek bir hücumda kendisine yardım edecekleri vaadini aldı. (Şurasını hatırlamak lâzımdır ki, Almanya ve Türkiye ile harp halindeydiler, halbuki Bolşevikler onlarla sulh yapmıştı.) Malleson'un desteklediği bu grup bir müddet Trans - Caspian demiryolunu kontrolü* altında tuttu; böylece Bolşevikler'in Taşkent'le olan münakalesini kesti. Bu Menşevikler'in, Bakû'dan Taşkent'e »gitmeye çalışan yirmi altı Kızıl Komiser'i öldürmesi bu devreye rastlar. Ruslar hâlâ —esirleri soğukkanlılıkla öldürmenin yahut aynı işi başkalarının yapmasına meydan vermenin bizim işimiz

Page 188: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

olmadığını bilmezlikten gelerek— bu hareketi Ingiliz tesirinin bir neticesi gibi göstermektedirler. Bu arada güçlükle Taşkent'e gelen itimadnamesini takdim eden Bailey, tevkif edilmek, hattâ öldürülmekle tehdit edilince hemen uzaklaştı. Bundan sonra bir yıl süren köşe kapmacadan sonra, Bailey çok eğlenceli bir hileye başvurdu. Kılık değiştirip Bolşevikler'e müracaat ede rek Bailey'i yakalamak üzere takip etmelerini istedi. Böylece Bajjfcy, ken<|i (kendisini İran'a ?kadar takip etti ve nihayet 1920'db bir mermi yağmuru altında yakayı kurtardı. Bu jest Sovyetler'in bile hoşuna gitti. Ancak zevahiri kurtarmak için, kısâ bir müddet sonra Bailey'in öldüğünü, bu bakımdan çok müteessir olduklarını bildirdiler ve hattâ onun için bir de askerî cenaze merasimi yaptılar. Bailey, sonradan bunlar* kendisi anlattı.

Bu arada I. Dünya Savaşı bitmişti ve Ingilizler artık kuvvetlerini rahatça Hindistan'a çekebilirdi. Ancak güney Türkistan'a yapılan bu müdaheleyi izah etmek için sadetten ayrılmak gerekiyordu. Asıl sebep harbin geleceği henüz belli değilken, Hindistan'a biı Türk-Alman tehdidini önlemekti. Ancak bu hareket Taşkent Sovyetler'ini tehlikeye düşürecek ve onlara Türkistan'ı kaybettırebilecekti. Ingilizler'in maksadı asla Türkistan'ın bir atlama taşı olarak kullanmasını önlemekten başka birşey olmamıştır. Ancak bunu gerçekleştirirken, şüphesiz aynı mıntıkadaki Sovyet icraatına ister istemez bazı güçlükler çıkarmıştır. Bu hareketin Hıyve ve Buhara devletlerinin kesin olarak Sovyet kontrolüne girmesini geciktirmiş olması mümkündür.

Page 189: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Buhara'daki son Mengit emiri Abdül Said Mir Âlim, nihayet 1920 yılı Eylülünde, millî ıslâhatçı gençler grubuna karşı artık tutunamayacağını anladı. Bunlar, İstanbul'daki Genç Türkler’e benzeterek, kendilerine Genç Buhara partisi adını vermişti. Partinin başkanı Osman Hoca adh genç bir Buharalı’ydı. Sonradan En* ver'in yerine geçen Hacı Sami'yle birlikte temayüz etti ve Basmacılarla, Afganistan’daki taraftarları arasında münasebetlerin devamım temin etti. Hükümet darbesi, Sovyet birlikleriyle işbirliği yapılarak gerçekleştirildi. Bu birlikler eski şehri yağma ettiler, medreseler tahrip edildi ve o zamanlar, muhtemelen dünyadaki en büyük İslâmî yazmalar kütüphanesi olan ünlü Buhara kütüphanesini yaktılar. Emir, ülkesinin doğu taralındaki dağlara kaçtı (Şimdiki Tacikistan). Düşembe'de (şimdiki Staîinâbâd) kendisine bir üs kurdu. Orada1921 yılı Martına kadar Basmacılar arasında varlığını devam ettirdi, daha sonra Afganistan’a çekildi. Aynı devre, müstakil Hıyve'nin de sonuna şahid oldu. Genç Hıyve Partisi «han»ı yakalayıp Ruslar’a teslim ederek kendileri hüküm sürmeye başladılar.

Bu genç ihtilâlcilerin partileri iyiden iyiye solda olmalarına ve sıkı bir Sovyet kontrolü altında bulunmalarına rağmen, Buhara ve Hıyve’nin işin başında kendilerini Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak ilân etmesi istenmedi. Kremlin, onların, Halkın Sovyet Cumhuriyeti olarak bilinmesinden memnun oluyor ve sözde iktidarı ele geçiren genç particiler tarafından idaresine göz yumuyordu, Zaten her birinin hükümet merkezinde siyasî temsilcisi olarak birer Rus vardı. Buhara’da ise, Kagan’da (1) ikamet eden bir Rus vardı ki, iki ki-

(1) Buhara*dan 10 kilometre kadar uzakta yeni bir şehir.

Page 190: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

şilik bir komisyon vasıtasıyle Buhara'lı vekilleri yakî- nen kontrol ediyordu. Buhara hükümetinin bir ordusunun olmaması sadece iptidaî bir polis kuvvetine sahip olması, gerçeği asıl cephesiyle aksettirmeye kâfidir sanırız. Özbek hükümdarları idaresinde bir asırlık İslâm an'anesine sahip iki devleti sindirme işinin ağır ağır olması Rusya'nın işine geliyordu.

Bütün bu görünüşün ardında büyük bir faaliyet vardı. Mahallî milliyetçiler arasında aslında üç parti vardı: Muhafazakârlar, (sosyalist olmayan) Yenilikçiler ve Sosyalistler. Gençlerin nefret ettiği muhafazakârlar, ulema ile yeni fikirleri sevmeyen eski emirin adamları-nı içine alıyordu. Ama aslında, Basmacı mücadelesinin ispat ettiği gibi, kabileler üzerinde asıl tesiri olanlar onlardı ve bu tesire lâzım gelen ehemmiyet verilmemişti. Yenilikçilerin en ileri geleni Mustafa Çokay'dı. Mustafa Çokay kara bahtlı Hokand hükümetine başkanlık etmiş, daha sonra Paris'teki sulh konferansında Türkistan'ı en iyi temsil edebilecek kimse olarak seçilmişti. Zaten sonradan Fransa'ya yerleşti. Ondan bahsedildiğini, daha sonra işiteceğiz. Sosyalistler çok fazla «solodaydılar, ama hepsi de samimî Türk vatanperveriydi. Bizzat Togan da «sol»un adamıydı, ama, iki ilerici grubu, sosyalist olanlarla olmayanları tek cephe halinde birleştirmek için çalışacak kadar açık fikirlilik göstermişti. Bu partiler sonunda birleşerek kendilerine «Millî Birlik» adını verdiler. Aslında, Emirin düşmesinden sonra meydana gelen demokratik heyecan içinde Genç Buharalılar, kendilerini, * Sovyet Rusyalı müşavirleriyle aynı paralelde bulmuşlardı. Ancak To-gan ve arkadaşları Bakû .kongresinin haberleriyle döndükleri, Başkurdistan’daki ve başka taraflardaki Sovyf

Page 191: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ihanetini anlattıkları zaman Rusya'dan doğan şeylere karşı olan alâka kayboldu ve yeni bir yol çizilmesi plânlandı. Bu hareket, Sovyetler'in burjuva milliyetçiliği diye vasıflandırdığı ve sonraları çok yayılan, dav-ranışın ilk örneklerinden biridir. Çok geçmeden, dağlardaki Basmacı asileriyle birleşerek Ruslar'a karşı müşterek bir cephe kurulmasına karar verildi.

Tahmin edileceği gibi, bu genç münevverler, kabile adamlarını anlamıyordu. Onlar da şehir politikacılarının faaliyetlerini gülünç buluyordu. Muhtelif görüşmeler yapıldı ama, bu kadar çeşitli unsur arasında ancak küçük bir anlayış birliği temin edilebildi. Togan, her iki tarafın da rıoktai nazarını anladı. Görüşmelerin safhalarına dair söyleyecek çok şeyleri vardı. Aşağıdaki sözleri Cemal Paşa'ya gönderilen bir kuryenin ağzından söyletir; ne var ki kabilelerin duyduğu şeyler bu kabil közlerdi ve bunları sevmiyorlardı:

«Hedefimiz, tekliflerimi kabul ettirmek ve Millî Birliği kuvvetlendirmek için Ruslar'ı zorlamaktır. Bu sayede savaşmaya hazırlanmış olan teşkilâta modem, millî Ve siyasî bir ruh aşılayacak, emirin yakınlarının bozguncu ve utanç verici faaliyetlerinden kurtulmuş olacağız. Böylece yobazlar temizlenecek, onların yerini birliğe inanan, birliğe faydalı olanlar alacaktır. Sonunda bütün ihtilâl hareketi genç ve münevver ihtilâlcileri askerî bir teşkilât haline getirilecek ve bütün bunlar, sonradan bir parti hareketi halini alabilecektir.»

Genç ihtilâlciler tarafından yayınlanan böyle bir tebliğe karşı, Müslüman kabile reislerinin na ıl bir tepki göstereceğini tahmin etmek zor değildir O gen ler ki, çoğu daha kan görünce fenalaşıyordu bunların

Page 192: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

zayıflıklarını gösteren bazı örneklere de rastlanmıştı. Şimdi bunlar, çıkık almlarınm altından yan gözle bakarak emire sadakatsizlik ediyor; söyledikleri şeylerin masaldan ibaret olduğunu söyleyerek onlarla alay ediyorlardı. Bunun barbarca bir de misâli vardır: Genç bir delege özbekler'in Lakai kabilesinden Togay San adlı bir Basmacı reisine, davalarını anlatmaya çalışıyordu. 75 yaşındaki ak sakallı reis, söylenenleri dinlemedi ve cevap olarak cübbesinin altından çıkardığı bir deste insan kulağını gösterdi. Bunlar emir aleyhine konuşu- lanlan dinleyen ihtilâlcilerin kulaklarıydı. Togay ile İbrahim Lakai hilekârlık ve yobazlıkla itham edilmişlerdir. Gerçekten de öyleydiler. Hattâ İbrahim ve kendisi gibi olanların, Ruslar'a karşı, genç ihtilâlcilerle uğ-raştıkları kadar bile uğraşmadığı söylenir. Ancak, kabilelerle olan münasebetlerde, münevverler arasında da anlaşmazlıklar oluyordu. 1946 yılında kuzey-batı sınırında olan bir hadiseyi hatırlıyorum. Nehru, Hayber ve Veziristan'm katı adamlarına dâvâsmı anlatmak, kendisini tanıtmak istiyordu. Nehru cesur bir insandı, sabırlıydı; ama karşısındakiler onunla alay ettiler, güldüler; sonunda onun kontrolünü kaybetmesine sebep oldular. Genç Buharalılar ve Basmacılar da öyleydi. Ama herkes diyeceğini dedikten sonra, gerçekten «insan» dediği bir. insanla karşılaştığı ve asıl ışığı gördü. Politikacıların düşmesinden ve memleketten kaçmasından sonra da yıllar boyunca dağlarda Ruslar'a mukavemet eden odur, başkası değil. O devrin trajedisi Türkistanlılar arasında Bâbur gibi bir simanın yetişme- mesidir. Bâbur ilim adamı, şair,' devlet kurucu ve si- lâhşördü. Evet, bunlann hepsini şahsında toplamıştı.

Page 193: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Kısacası ortada iki taraflı bir hareket vardı. Bir tarafta eski Hokand, Hıyve Buhara hükümetlerini destekleyenlerin çekingenliği, diğer tarafta milli hürriyet için yapılan mücadelenin idealisliği yer alıyordu. Bu mücadele, kıtlık görmüş ve kendilerini, tanıdıkları maddî ve manevî her şeyden mahrum etme tehdidinin korkusu ile şevke gelmiş olanların ümidinin ifadesiydi. İlk cereyan, kuzey-batı hududundaki Pathanlar gibi olamayan hür fikirli dağlıların desteğini kazandı. Üstelik bunlar, fırsatları yağmaya çevirmeye hazırdılar. İkinci cereyan ise, sosyal demokratların kapıldığı cereyandı. Doğu Türkleri bu iki dereyi birleştirip, karşısına çıkan her şeyi silip süpürecek bir nehir haline ge-tirmeyi hiçbir zaman başaramadılar. Kıskançlıklar, hedeflerin fazlalığı bir birlik doğmasını önledi. Ama bir adam vardı ki, dışarıdan gelmişti. Onun yerlilerin yapamadığı başarıyı kazanmasına ramak kaldı.

Türkistan'da çarlığın düşmeşiyle Sovyet hâkimiyetinin kurulması arasında geçen zaman içinde karanlık kalan dikkat çekici bir devire vardır. Bu devre iki Batı Türk paşasının Cemal ve Enverin dramatik müdahalelerine rastlar. Cemal ve Enver Paşalar, Türkiye'yi 1914'te Almanya’nın yanında harbe sokan sacayağının üçünden ikisiydi. Bunlar, ülkeyi kötü yıllar boyunca idare ederek sonunda 1918 bozgununa götürdüler. Enver şöhret kazandı ama, zafer kazanamadı. Kafkas cephesinde ve bilhassa Sarıkamış'ta şahsen şöhrete ulaştı fakat bir orduyu mahvetti. Cemal ise, güney cephesinde Araplar'a karşı yaptığı savaşlarla ün salmıştı. 1918'de Türkiye'nin yenilmesi üzerine, her ikisi de

Page 194: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

mkendi memleketlerini terkederek Bolşeviklerin cazibesine kapıldılar. O sırada Bolşevikler «ezilmiş Miislü- jnan halklara» karşı sempati besliyor gösterişindeydi- ler. Enver ve Cemal Paşalar belki de böyle bir ittifakın —Türkiye'yi uzun bir savaş sonunda yenen— Ingiltere'den intikam almak için büyük bir fırsat olduğunu düşündüler.

Cemal Paşa, Togan'm gelmesinden birkaç ay sonra 20 Ağustos 1920'de Moskova'dan Taşkent'e geldi. O da, halefi Enver Paşa da Bolşeviklerin tasvibini almıştı. Çünkü Bolşevikler, harplerde pişmiş bu savaşçı Türk liderlerinin, Türkiye'yi yenen îngilizler'in başına iş açmasını ve Afganistan ve Hindistan hudutları içinde .kalmalarım temin etmesini. istiyordu. Curzon tarafından belirtildiği gibi, Avrupa'da, Rusya'ya karşı herhangi bir harekete geçmesini önlemek için, İngiltere'yi Asya'da meşgul etmek Çarlık Rusyası'nm politi- kasıydı. Sonra başka bir ümit daha vardı: Bu sayede Doğu Türk milliyetçiliğinin Rusya'ya karşı olan şikâyetleri unutturulur ve İslâmiyet'in verdiği heyecan dağların ötesinde, Hindistan'daki Ingilizler'e yöneltilirdi. Ama, hadiselerin gösterdiği gibi, doğrudan doğruya Türkistan'da bir milliyetçiliğin doğması Lenin'in hiç iste-mediği bir şeydi.

Cemal, bu hedefi hararetle benimsedi ve Afganistan'ın hükümet merkezi Kâbil'e gelerek İhtilâlci Müslüman Birliği'ni kurdu. Bu birliğin hedefi, Hindistan'ı İngiltere'nin müstemlekesi olmaktan kurtarmaktı, önce, Pencab'ı almak için Afganistan'da ordular teşki-linden bahsetti. (1919’daki kısa süreli İngiltere - Afganistan savaşı yeni bitmişti ve sulhun kurulması için müşkül görüşmeler yapılıyordu.) önceleri Cemal'in

Page 195: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

Basmacılarla görüşmeler yapmasına razı olan Kremlin, sonradan onun Türk zabitlerinin idaresinde çok sıhhatli bir teşkilât kuracağından şüphelendi, halbuki onun isteği Basmacıların kendi köşelerine çekilmesiy- di. Cemal, Buhara Millî Birliği'yle de görüşmelerde bu-lundu. Ancak bu sonuncu, Türkistan'ın, Hindistan'la kurtarılmasında bir üs olarak kullanılmasını kat'iyyet- le reddetti ve bütün gayretini, kendi hürriyetini kazanmak ve Ruslarla mücadeleye yöneltmek istediği için bir anlaşma olmadı. Cenial buna razı olacak değildi ama, Lenin, onun ikili bir oyun oynamasından şüp« helendi ve 1921 Ekimindfe geri çağırdı. Cemal, bütün isteklerinde başarısızlığa uğramış, zalim bir adamdı 21 Temmuz 1922'de Tiflis'te, muhtemelen Bolşevik tahriki sonunda öldürüldü.

Enver, Cemal'in ayrılmasından hemen sonra, aynı Ekim ayında Buhara'ya geldi. O da Ruslarln malûmatı dahilinde gelmişti. Hedefi, Cemal'in ulaşamadığı hedefin aynıydı: Emperyalizme karşı Bolşevikler'le işbirliği yaparak İslâmî ideal altında çarpışmak. Ancak, gelişinden kısa bir müddet sonra Millî Birlik'e açıkladığı gibi, onun asıl hedefi Doğu Türk; mukavemetini, bilhassa Basmacılar! teşkilâtlandırıp Sovyetler'e karşı harekete geçirmek ve Orta Asya'da müstakil bir devlet kurmaktı. Millî Birlik liderleri, hâlâ hüküm süren kıtlık şartlarından bahsederek onu bu hevesten vazgeçirmeye çalıştılar. Onlara göre yapılacak her hareket ancak bir ayaklanma, isyan mahiyetinde olabilirdi.

Enver, bir tereddüt devresinden sonra bir Türk vatanperverliğiyle, Buharah liderlerin yapamadığını yapma faaliyetine girişti: Birlik Partisi'ni Basmacılarla birleştirmek. Togan daha sonra, Enver'in Buhara'daki

Page 196: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

son gecesini anlatır: Türk üniforması içinde bağdaş kurarak yere oturmuş, kendisinin bir mücahid olduğunu ilân, ediyor, gözleri de yaşlarla Türk ırkının beşiğinde bulunduğunu söylüyordu. Enver, ertesi sabah yirmi dört arkadaşıyla yola çıktı Giderken şöyle diyordu:

«Doğu Buhara’ya gitmem lâzım geldiğine karar verdim. Muvaffak olursak gazi, olamazsak şehid oluruz. Türkistan için vuruşmamız lâzım. Kaderin yazdığı ölümden kaçarak bir köpek hayatı yaşarsak, ecdadımı-zın da bizden sonra gelenlerin de bedduasına uğrarız. Ama fıürriyet yolunda ölürsek, hiç değilse bizi takip edeceklerin hürriyetini temin etmiş oluruz.»

önce, Basmacı emirinin partisine, İbrahim Bey Lakai'ya koştu, Emirine sadık olan İbrahim Bey, Osmanlı padişahının iktidarını kırmış ve Genç Türk hareketini başlatmış olan bu adamı esir etti. Enver, uzun boylu gayretler sonunda bu kabile adamının zihnine girmeye başladı. Hürriyetine kavuştu ve etrafında geniş ölçüde muharip topladı. Bunlar, reislerin en gözü pek olanı Devletmend'in liderliğindeydi. Ayrıca bazı Afgan müttefik iîe Rayev adlı fedakâr bir Rus Kazak'ıyla anlaştı. Kendisi ve kuvvetleri birkaç ay çok iyi savaşlar verdiler ve Rus kumandanlarının uykusunu kaçırdılar. Şimdilik imkânsız olanı yapmış yeni ile eskiyi ortak bir heyecan altında birleştirmişti. Ama bu mu-vaffakiyet devamlı olmadı. Bazı başarılardan söJura1922 Ağustosunda Tacik dağlıklarında Belcuvan'a çekilmek zorunda kaldı. Yanında Sadece vefakâr Devlet- mend ve adamları vardı.

Enver, 8 Ağustos'ta kahramanca öldü. Sabahın erken saatinde 300 kişilik bir Rus birliğinin Belcuvan’m altındaki tepeye yaklaştığını duymuştu. Askerlerini

Page 197: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

toplamayı bile beklemeden, 25 adamıyla birlikte Rus- lar'ı karşılamaya koştu ve onlarla aynı anda tepeye çıktı, Baskına uğratmanın avantajından faydalanarak ilk hamlede 75 kişiyi saf dışı etti, sonra elinde kılıç, kaçanların peşine düştü. Yanında sadece beş kişi vardı: Çerkeş Hüseyin, Kazanlı Kerim, Enver'in Afgan seyisi, Kazak Rayev ve Kazak îşmurad. Devletmend kumandasındaki diğerleri mücadele yerine daha yeni geliyordu. Ama talih, daha önce Kafkas cephesinde Sarıkamış'ta olduğu gibi bu yorulmak bilmez adamdan yana değildi. Karşıdan açılan bir makineli tüfek ateşi, paşayı kalbinden vurdu. Ona destek olmak için atılan Devletmend de bir dakika sonra Öldürüldü. Ruslar zaferlerinin farkında olmadan çekildiler. (1)

Enver'in cenazesinde 20.000 kabile mensubu gözyaşı döktü. Birçokları ölünün el ve ayaklarını öptüler, bir kısmı da sakalının tellerini hâtıra olarak aldı. Ölümü, dilden dile bütün ülkede dolaştı ve özbekler'in meşhur bir şiiriyle anlatıldı. Togan, Enverin adamı ol-madığını siyasî vasıtalar ve neticelerdeki görüşlerinin geniş ölçüde biribirinden farklı olduğunu belirtir. Onu bir mukavemet hareketini düzenlemeye kalkarak ken* di kudret sınırlarını aşmış olmakla itham eder. Ancak, kendi isteğiyle en son fedakârlığı yapan bir muhariple karşı karşıya olmak, bir tarihçiyi her türlü ölçünün dışında heyecanlandırmakta ve sonunda onu Türkler Türk kaldıkça aksisada verecek bir destan kahramanı olarak alkışlamasına sebep olmaktadır. Bu tarihçi onu,

(1) Bugünkü Türkili’nin 451 — 8C. sayfalarında Enver'in ölümü etraflıca anlatılır Daha çok, Enver’in Buhara’daki müşaviri Mustafa Şahkulu’nun hatıralarından alınmıştır.

Page 198: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

günlük hayatın ‘şartlarından habersiz bir idealist olarak kabul etmektedir.

Enver Paşa’nm Türkistan'ın coğrafyası ve istatistikleri hakkında çok az bilgisi vardı* Bismarck'ın dediği gibi siyaset mümkün olanı yapma sanatıdır. Ama Enver ölüm şekliyle kendisini ithamlardan halas etmiş, hattâ kendi zamanında kendisine karşı dövüşmüş olanlar için bile bir efsane kahramanı haline gelmiştir. Kendisini tanıyan herkes, onu, büyük adam, temiz in* san, bilinen ölçülerin dışında bir insan olarak alkış- lar,

Enver, tarihte, genç bir müddei; Kafkasya'nın Şâ- mil'i gibi alkışlanacak bir insan; Türkistan'daki, Türk kahramanlıklarının ve ideallerinin cisimlenmiş örneği ölarâk görünür.

Kendisini destekleyen kabileler ise onu Türk kahramanlığının bir numunesi olarak selâmlarlar. Münev* verier de gerçek bir yenilik taraftarı olmsı bakımından ona inanmıştır.

Kronik şöyle der:«Enver, zamanından önce yaşadı ama ölümüyle bir tohum ekti.

Buhara'da iken ona: «Henüz hazır değiliz» demiştim. Bana: «Şiz hazır olunca a kadar geçecek zaman var» diye cevap vermişti. Haklıydı. Bizim, Rusya'nın iç ve dış işleri karışıkken teşebbüse geçtiğimiz zamandan bu güne çok yıllar geçti, ama yine de hazır değiliz. Eğer Enver Paşa Türkistan’ın gelişmesinde rol almış olmasaydı; ayaklanma, bir hâtıra bile bırakmadan kaybolup gidecekti. O, buna yeni bir şekil, yeni bir mânâ verdi.

F: 13

Page 199: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

«Enver bir pan - îslâmizm hattâ bir pan - Tura- nizm düşünmüyordu. Ancak, Batı ve Orta Asya Türk, leri'nin menfaatlerinin aynı olduğunu düşünüyor, açık fikirli insanların böyle menfaatlerin gerçekliğini Tür- kistan'da duyurmasını istiyordu. Bana Buhara’da: «OsmanlIca hiçbir zaman Türkistan’ın dili olmayacak» demişti. «Yerli bir Çağatayca icad edilmeli; Rusya’ya, Türkistan'a geldiğimden bu yana, bu ihtiyacı açıkça hissediyorum.» Zaten kendisi de giriştiği hareketin muvaffak olmasını beklemiyordu. Ama bir parolaya hizmet ediyordu: Ya zafer, ya ölüm. Türkistan toprak^ larmda ölmesiyle o memleket için de, Türk tarihi için de en büyük fedakârlığı yapmış oldu.»

Enver Paşa’nın çalışmaları îngilterede meşhur olmadı. I. Dünya Harbi'nde bizim can düşmanımızdı, ölümü ise, bizim anlamaya bile çalışmadığımız bir kar*, gaşalık içinde ve çok uzak bir yerde oldu. Yalnız bilinen birşey varsa, Amu Derya'nm ötesindeki faaliyetlerinin Hindistan'da huzursuzluğa sebep olduğudur. Ve o devirde, Sovyetler'e bir cevap olarak onun alelâde bir maceraperest olduğunu ilân etme temayülü vardı. Ama bir kahramanın şerefine leke sürmek, İngilizlerce yakışan bir şey değildir. Enver, iyi bir kaybediciydi. Bugün birçok Türkler için de bir millî kahramandır, Tür- kiyede ihtilâl yapmıştır, Orta Asya’da da asil bir rol oynamıştır. Muasır bir Türk tannçısi onu Haçlılar’ı yenen Kılıç Arslan’a benzetir. Onlara göre Enver, Türk- ler'in efsanevî kahramanı Deli Dumrul'la aynı derecededir.

Resmen, Basmacı ayaklanmasının 1924 yılında bittiği ilân edilmişse de, bu ayaklanma Enver’in ölümüyle

Page 200: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

son bulmamıştır. Asîmda onun ölümü, muhtelif unsurlara birlikte mukavemet etmek için ihtiyaç duydukları hamleyi vermiştir, ihtilâlin koru, Afgan Türkistan'ından destek görerek, 1928'deki Afgan ihtilâline (1) kadar için için yanmış bu kargaşalık devresinde, Sovyetler'e bir müdahele şansı vermiştir. İbrahim Bey ise, ancak 1931'- de esir edildi. Sovyet Türkistan'ında bu tarihten sonra bile isyanlar olduğunu gösteren açık deliller vardır.

Bu mücadeleyi tahrik eden ruh 1873'tenberi Rus- lar'la ağırdan mücadele eden yaşlı bir bahadır, Hıyveli Han Cüneyd'in hikâyesinden çıkar. Şehir ele geçtiği zaman bile o Rusya vatandaşı olmayı reddetmiş, bir defadan daha fazla Han'in birinci vekili olmuştu. 1920'de Bolşevikler'in davranışlarından gayrimemnun olarak yine silâha, sarılmış, 1927'ye kadar münakale yollarına saldırmaya devam etmiştir. Sulha razı olması Ürgenç yakınında toprağıyla uğraşmasına kimsenin karışmaması sözünü aldıktan sonra olmuştur. Ancak Sovyetler'- in yine de peşinde olduğunu görünce, yeniden dağa çıkmış, Î929'a kadar dövüşmüş, o tarihte Afganistan'a geçmeye mecbur edilmiştir. Bugün Han Cüneyd'in adını bile etmek vatana ihanet sayılır. Sonra, Enver'in pelerininin üzerine düştüğü bir Türk, Hacı Sami vardır. Enver'in aksine, hainleri asan, kararlı bir insandı. İbrahim Bey'i esir etti. Onu dâvâya hizmete mecbur etti ve muharebede münevverlerle kabile muhariplerini birleştirmenin yolunu buldu. Aylarca, Karategin'de ve Fergana civarında kararlı olarak faaliyet gösterdi. O da sonunda Afganistan'a geçmeye zorlandı. Hacı Sami, Af

çı) Emanullahdin tahttan Teragati ve Bacha Sakao’nun yersiz, kısa bir hükümdarlığından sonra Nadir Şah’ın taht’a ç»knr»6*ı..

Page 201: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

ganistan'a geçeceği sırada Togan, onun, Enver hayattayken ona çok benzediğini, ama şimdi yüreksiz olduğunu söyledi. Aldığı cevap çok asilâneydi: «Yüreğim yine benimle beraber, ama yaralıyım ve at kullanamıyorum artık.»

Togan Rus ihtilâlinden sonra, Orta Asya'da geçen karışık hadiseler hakkında çok şeyler söylemiştir. Ancak Basmacı hareketinin tarihî mânâsım değerlendirmesi, bütün söylediklerinin en yenisi ve en gurur dolu olanıdır. Togan bu hareketten bahsederken, artık bir vakanüvis olmaktan çıkar bir dram müellifi, bir peygamber seviyesine yükselir. Hele konuşmaları devlet adamlarının, generallerinin ağzından nakleder-ken, anlatışının uslûbu Thucydides’e benzer. Eğer Basmacı mücadelesi gerçekten bir destansa, hiç şüphesiz ona katılanlann soyundan gelenlerin içini titretmekte devam edecektir. Bu hareket büyük bir millî tepki olarak ortaya çıkmış ve yıllarca faal bir hareket göstermeye muktedir kuvvetleri içine almıştır. Sadece 1916'daki Merd-i Kâr ayaklanmasına katılan erkeklerin iltihakıyla kalmamış, 1898'de Kaşgar'da Çinlilerce karşı çarpışan ihtiyar Dükçi tşan da bu harekete katılmıştır. Basmacı hareketi Özbek, Kırgız, Kazak kabilelerini, şehirlerdeki genç münevverleri Batı Türk subaylarını, Afganlar’ı ve Enver Paşa'yı seferber etmiştir. XVI asırdaki Şeybânî Han zamanmdanberi Türkistan'da böyle bir milliyetçi hareket daha görülmemişti. Şüphesiz bu hareketin menfî bir tesiri de olmuş; asilerle kendi topraklarında temas etmek ihtiyacı Rusları Buha- ra'nm doğusundaki dağlık mıntıkalara, Çin ve Afgan hudut boylarına inmeye zorlamış, ancak o sıralarda bu hareket herhangi bir mücadeleye yol açmamıştır. Rus

Page 202: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

matbuatı bu asilerin geniş ölçüde can kaybına yol açtığından, memleketin nüfuzunun eksilmesine sebep olduğundan yana yakıla şikâyet eder. Aslında bu kayıplar Ruslar'm yaptığı katliâmlardan başka birşey değildi; bu da ayaklanan halklardan kaderi Sovyet merhametine kalanları bekleyen bir neticeydi. Fergana'da ölenlerin sayısı ancak birkaç bin, Başkurdistan'da ölenlerin sayısı ise birkaç yüz kadardı. Ama Başkurtlar 1921'de Ruslar'a boyun eğdikten sonra sun'î kıtlık ve açlığa mahkûm edildiler, toprakları Ruslar'a verildi, kendileri de sürüleri ellerinden alındıktan sonra dağlara ve bozkırlara gitmeye zorlandılar, oralarda yüz binlerce ve yüz binlercesi can verdi. Sovyetler Romalılardın usulünü benimsemişti; asıl öldürücü tarafları savaşları değil, barışlarıydı*.

Togan, zaman zaman mücadelenin verdiği heyecanla kendi bakımından hassaslaşır. Teşkilâtlı bir mukavemet ümidi 1923'te kaybolmuştur ve birkaç arkadaşıyla birlikte Kâbil'e gitmek için* Hindukuşlar'ı geçmektedir. Küçük grup, dağların eteğine vardığı zaman, geriye dönerek, altlarında uzanan uçsuz bucaksız Turan ovasına bakarlar. Kerensky ihtilâlinden bu yana altı yıl bu topraklarda mücadele etmiş ama sarfedilen bütün gayretlere, kaybedilen canlara rağmen bir neticeye varamamışlardır. Altı yıl boyunca bu büyük ülkeyi at sırtında dolaşmış bu müddet içinde belki de 10.000 kilometreden fazla yol yapmışlardır. Bütün bu emekler boşa mı gidecekti? Kendisini dinleyelim:

«Tarih bakımından pek hemmiyetli sayılmasa bile, ben, halkımın en şiddetli mücadelesine kendi gücü

Page 203: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

mün yettiği kadar katıldığım için çok mes’udum. Gezip dolaştığımız her yerde eşine raslanmamış sefaletin ya- nısıra halkımızın ruh azizliği, kalb zenginliğiyle karşılaştık. Seyyahların yazdıkları şeyi biz gözlerimizle gördük, Türkler'in ahlâkı ve karakteri hakkında yazılan \ alanları gözler önüne serdik. Onlara sulhsever ve korkak diye yapılan tasvirlerin, aslında Türkler'in soğukkanlı, düşünceli ve inanılmaz derecede sabırlı olmasından ileri geldiğini müşahede ettik. Bugün Özbekler ve Kırgızlar arasında, -—göçebelerden olsun, kabile halkın-dan olsun— gerçek kahramanlık yine de dipdiri yaşa* maktadır. Bize akıllarında kalan eski şarkıları söylediler, eski hikâye ve şiirleri okudular. Ayrıca, Özbek köylülerinin yobazlığı hakkında anlatılan şeylerin de ma saldan ibaret olduğunu gördük. Onlar, belki de başka doğu halklarından daha müsamahakârdı. Hiçbir Özbek bize: Niçin namaz kılmıyorsunuz?» «Niçin oruç tutmuyorsunuz?» sualini sormadı. Onlar için bizim halkımızı samimiyetle sevmemiz bilgimiz ve aklımızla kendilerine yardımcı olmaya çalışmamız kâfiydi.

«1918 — 1924 yılı hadiseleri umduklarımın hepsinden daha büyüktür. Okuryazarlar, münevverler ve diğerleri gerçek bir fedakârlık örneği göstererek, köylüler ve diğerleriyle beraber kahramanca ölmek üzere kendilerini ateş hattına attılar. O zamana kadar yalnız kendi mıntıkaları için dövüşmüş olan ve kendi yurtlarının dışında bir anavatan tanımayan Basmacılar, bütün Türkistan için dövüşmeye sevkedildiler. Yeni halk türküleri doğdu.

«Basmacı hareketi Orta Asya Türklerinin, bazılarının yazdığı gibi ölmüş, çürümüş bir millet olmadığını

Page 204: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

gösterdi. Bu, onlar için en iyi talimgah oldu ve Türkistan'ın hayatında yeni bir devrenin başlangıcını teşkil etti; bu devrede, silâh elde, varlıklarını devam ettirmek için dövüştüler. Daha sonra gelen dağılma, hürriyeti için çarpışan başka modern ülkelerde olduğu gibi, Türkistan halkmı dışanya taşırdı; siyasî mülteci grupları hâlinde başka milletlerle temas kurmaya şevketti. İstikbalde Türkistan, dünya hadiseleri karşısında sadece bir seyirci olarak kalmayacak; kendisine düşen rolü oynamasını da bilecektir.»

Page 205: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

TERCÜMAN 1001 TEMEL ESER SERÎSİNDEN ÇIKAN KİTAPLAR

1— YUNUS EMRE2— HUZUR3— 18. YÜZYIL' TÜRK ÖRF VE ADETLERİ4— EŞREFOĞLU DİVANI5— ORUÇ BEĞ TARİHİ6— BOZGUN7— M EV LANA8— EMİR SULTAN9— BUH RANLAR İM I Z10— TÜRKLERİN MANEVİ GÜCÜ11— Bİ R ZAMANLAR İSTANBUL12— TÜRKİYE

MEKTUPLARI13— NECATİ BEY DİVANI14— BARBAROS HAYRETTİ N PAŞA!15— BAR BA ROS HAYRETTİ N PAŞA II16 — SOSYALİST ÜLKELERDE FİKİ R SANATIN KADERİ17— TEŞRİFAT VE TEŞKİLATI-18— TÜRKİYE’NİN

DÖRT YILI19— Kİ TAB—I BAHRİYE I Kİ TAB—I BAH Rİ Y E II20— GECE HİKAYELERİ (Müsame-21— FATİH'İN TARİHİ22— RAMAZANNAME23— GAZİ MUSTAFA KEMAL24— ZAĞ RA MÜFTÜSÜNÜN HATIRALARI25— EVRAK-I PERİŞAN

26— KARACAOĞLAN27— CAN ÇEKİŞEN TÜRKİYE28— BUDİN KANUNNAMESİ29— İSLAM MEDENİYETİ30— AHLAK3 1-TÜ RKİYE'Yİ BÖYLE GÖRDÜM32— L EH ÇETÜ'L HAK AY IK33— TÜR KLERİN SOY KÜTÜĞÜ34— AHMET HARAMI DESTANI35— A'MAK—I HAYAL36— KABUSNAME I K A BU S NAM E II37— MÜNECCİM BAŞI TARİHİ I MÜNECCİM BAŞI TARİHİ II38 —AŞİRETTEN DEVLETE39— İMPARATORLUK

YOLU (»Türkiye tarih i II)40— CİHAN HAKİMİYETİ (Türkiye41— OLGUNLUK ÇAĞI (Türkiye 42 —SONUN BAŞLANGICI43— SONA DOĞRU (Türkiye tarihi44— DÜŞERKEN (Türkiye tarihi45—BÜYÜK SANCAĞIN GÇLGESİNDE46— BİZANS TARİHİ I47— BİZANS TARİHİ II48— ENVARU'L AŞIKIN I49— ENVARU'L AŞI KIN II

Page 206: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

50— ENVARU'L AŞIKIN IH51— 1001 HADİS I52— 1001 HADİS M53— MEVLANA

CELALEDDİN RUMİ54— İSTANBUL TÜRK KALELERİ55— MUH AMMEDİY E I

Page 207: Sir Olaf Caroe - Sömürülen Topraklar

56—MUHAMMEDİ YE II57—MUHAMMEDİYE III58—MUHAMMEDİYE IV59— TÜ RKİ Y E'DE SANATLAR VE ZENEATLAR60— DELHİ TÜRK İMPARATOR- .* LUĞU61— Mİ R—AT—ÜL M EM ALİ K-

62— TAVSİ R—İ AHLAK63— TÜRKİYE 1850 Cİ LT. I64— TÜRKİYE 1850 CİLT II.65— ESLAF -

FİYATI: 10 TL.rn Eu ayırma Avesta'da görülür. Ama Firdevsî bunu ilk defa popüler

olarak ifade etmiştir.(2) Timur Leng, Türkçesi Aksak Timur.