İslÂm’da yaam yolunun sinav basamaklari · geçip havası, suyu, ısısı ve topraı ile canlı...
TRANSCRIPT
İSLÂM’DA
YAŞAM YOLUNUN SINAV BASAMAKLARI
Süleyman GÜNVER
İZMİR - 2005
ii
İ Ç İ N D E K İ L E R
GĠRĠġ ............................................................ 1 KÂĠNATIN YARATILIġI: .................................... 2
DÜNYANIN OLUġUMU: ..................................... 4 ĠNSANIN YARATILIġI: .................................... 11
a. Balçık çamuru üzerinde yapılan ilmi araĢtırmalar ................................................. 12
b. Hz. Adem ve Hz. Havva‟nın yaradılıĢı ........... 14 c. Hz. Âdem ve Hz. Havva‟nın Cennetteki
yaĢamları ..................................................... 15 d. Hz. Âdem ve Havva‟nın Cennetten çıkarılıĢı ... 16
e. Ġnsanla Ģeytan arasındaki iliĢkiler ................ 18 DÜNYA YAġAMI: ........................................... 24
a. Hz. Âdem ve Hz. Havva‟nın Dünyaya GeliĢleri 24 b. Ġnanç Yönünden Geçirilen Ġmtihan ............... 26
(1) Tek Tanrılı Dinler ................................... 30
(a) Yahudi Dini ........................................... 30 (b) Hıristiyanlık: ......................................... 35
(c) Ġslâmiyet .............................................. 40 (2) Çok Tanrılı Dinler ................................... 50
(a) Hinduizm dini ........................................ 50 (b) Budizm dini ........................................... 52
(c) ġintoizm dini ......................................... 54
iii
c. Ġbadet Yönünden Geçirilen Ġmtihan .............. 62
(1) Namaz, Oruç, Zekât, Hac ve Umre Ġbadetleri ................................................................ 68
(a) Namaz Ġbadeti ....................................... 69
(b) Oruç Ġbadeti .......................................... 90 (c) Zekât ve Sadaka Vermek Ġbadeti ............. 93
(d) Hac, Umre ve Kurban Kesme Ġbadeti ........ 99 (2) Sabır, ġükür, Tövbe ve Diğer Salih Amel
Ġbadetleri ................................................. 107 (a) Sabır .................................................. 107
(b) ġükür (Hamt) etmek ............................ 116 (c) Tövbe Etmek ....................................... 120
(d) Salih Amel ĠĢlemek .............................. 135 d. Günah ĠĢleme Konusunda Geçirilen Ġmtihan 139
(1) Büyük Günahlar ................................... 146 (a) Allah‟ı inkâr etmek veya ortak koĢmak (Ģirk)
.............................................................. 146 (b) SarhoĢ Eden Herhangi Bir ġeyi Ġçmek ..... 148
(c) Yetim Malı Yemek (Veya) Hakkını
Gasbetmek) ............................................. 150 (ç) Faiz Kazancı Alıp Vermek ...................... 151
(d) Yalan Söylemek Ve Yalan ġahitlik Yapmak .............................................................. 156
(e) Yalan Yere Yemin Etmek ....................... 158 (f) Sihir ( Büyü ) Yapmak: .......................... 159
(g) Zina Yapmak ....................................... 164 (ğ) Livata Yapmak (Homoseksüellik) ........... 173
(h) Haksız Olarak Ġnsan Öldürmek............... 175 (ı) Hırsızlık Yapmak ................................... 184
(i) Harpte DüĢman KarĢısından Kaçmak ....... 191 (j) Ana- Baba Hakkına Saygı Göstermemek: . 193
(k) Allah Teâlâ‟nın Rahmetinden Ümidini Kesmek .............................................................. 197
iv
(l) Namuslu Kadına Zina Ġftirası Yapmak ...... 200
(2) Küçük Günahlar ................................... 206 (a) Gıybet ................................................ 207
(b) Kovuculuk Yapmak (Söz TaĢımak) ......... 215
(c) Kibirli Olmak (Kendini Beğenmek) .......... 218 (ç) RüĢvet Alıp Vermek .............................. 222
(d) Hainlik ve Kötülük Yapmak .................... 228 (e) Ġsraf (Savurganlık) ve Cimrilik ............... 230
(f) Ġnsanlarla Ġyi ĠliĢkide Bulunmamak, KomĢu Hakkına Saygı Göstermemek ve Ticari ĠĢlemlerde
Sahtecilik ................................................. 237 e) Yeme–Ġçme, Giyim–KuĢam ĠĢlemlerinde
Geçirilen Ġmtihan ........................................ 252 (1) Haram Yiyeceklerden Uzak Durulması ..... 252
(2) Giyim – KuĢam Konularında Geçirilen Sınav .............................................................. 261
f) Zenginlik – Fakirlik Konusunda Geçirilen Ġmtihan ................................................................ 269
g) YaratılıĢ Yönünden Geçirilen Ġmtihan .......... 286
ğ) Sağlığın da Hastalığın da Bizler için Birer Ġmtihan Olduğu ........................................... 290
OKUYUCU ĠLE SOHBET: ............................... 300 DüĢüncelerin Eyleme DönüĢmesi: .................. 302
DanıĢtay BaĢkanlığı üyelerine saldırı olayı: ..... 306 Yazarın YaĢam Yolunu Belirleyen Kader Çizgisi:309
BaĢa Gelen Musibet Ders Almak Ġçindir .......... 317 Beni Ġsrail Oğulları ve Yahudi Dini.................. 319
Ġsrail Oğullarının Tarihi Sınavları ................... 344 II. Viyana kuĢatması: .................................. 348
Atatürk‟ten Bir Anekdot: .............................. 352 BaĢkomutan Gazi M. Kemal PaĢanın Trikopis‟e
hitabı: ....................................................... 355 BinbaĢı Kemal Beyi Duygulandıran Olay: ........ 359
v
Filozof Paskal‟ın YaĢam Öyküsü:.................... 370
GeçmiĢte Kalan Bir Anı: ............................... 373 Pop Müziği Sanatçısı DoğuĢ‟un YaĢam Öyküsünden
Bir kesit: .................................................... 375
Allah‟ın Sevdiği veya Sevmediği Söz ve DavranıĢlar: ............................................... 391
KAYNAK ESERLER: ...................................... 395 BĠYOGRAFĠ ................................................. 399
1
GİRİŞ
Gençlik yıllarımın bir bölümü, doğup
büyüdüğüm köyde tarımcılık uğraĢıyla geçti.
Anılarda kalmıĢ o günleri hayal edip geçmiĢi
yaĢamak ne güzel bir duygu. Özellikle ilkbahar
ve yaz aylarında güneĢ ıĢınlarının bunaltıcı
sıcaklığı bastırınca tarladaki iĢi bırakır bahçede
ağaç gölgesinde çimenler üzerine sırt üstü yatıp
gözlerimi gökyüzüne çevirirdim. Hem yorgun
bedeni dinlendirir ve hem de gökyüzündeki
kümelenmiĢ bulut yığınlarını hayranlıkla
izlerdim. Zaman olur sabit dağlar gibi aynı
yerde durur; bakarsın rüzgârın esintisine kapılıp
baĢka mekânlara taĢınmıĢ, bazen de
gökyüzünde kaybolmuĢtur. Nereden gelip
nereye gider, diye derin düĢüncelere dalardım.
Ġzlenim ve düĢünceler birbirini takip edip
uzadıkça, insanın hayalinde neler neler
oluĢmazdı ki! DüĢünceler, sonsuz mekân
görünümündeki gök kubbede yoğunlaĢırken,
gündüz güneĢin, geceleri ay ve yıldızların nasıl
ıĢıldadıkları, durumlarını nasıl devam ettirdikleri
konusunda düğümlenip kalırdı. Çünkü o zaman
2
sahip olduğum temel eğitim (Ġlköğretim) ders
kitaplarının kısıtlı bilgisi ile hayal gücünü
zorlayan bu gibi sorulara cevap bulmam hiç de
inandırıcı olmayacaktı.
ġimdi durum daha çok farklı düzeyde:
Çağın bilgi iletiĢim kolaylıklarından her zaman
yararlanma olanağına sahibiz. Bizleri bu gibi
soru çıkmazından kurtaran bilim adamlarına
sonsuz Ģükran borçluyuz. Çünkü onlar, Allah‟ın
kendilerine lütfettiği akıl ve beceriyi en iyi
Ģekilde insanlık yararına kullanmasını
bilmiĢlerdir. Bu sayede bizler de yaĢadığımız
evren hakkında bilgi sahibi olmaktayız. ġimdi,
bilgi ve kültür ufkumuzu aydınlatıp yarınlara
daha bilinçli olarak hazırlanmamızda büyük
katkıları bulunan bilim çevresinin, kâinatın
oluĢumu ile ilgili tespitlerine değinelim:
“Gökleri ve yeri hak ile yaratan O‟dur.
O, ol dediği gün her şey olur.” (En’am
Sur/73).
KÂİNATIN YARATILIŞI:
Halen geçerli olan ve doğruluğuna
inanılan “Big Bang” teorisine göre kâinat,
3
yoktan var edilmiĢti. ġöyle ki, önce, madde ve
enerjiden oluĢan “iptidai atom” meydana
gelmiĢ; daha sonra adına “Big Bang” denilen
büyük bir patlama sonucunda atom parçacıkları
yaratılmıĢ, sonra bu parçacıklardan atomlar,
atomlardan gaz ve toz bulutları, bulutlardan
galaksiler ve galaksilerden de kâinat oluĢmuĢ.
Fakat büyük patlamanın ne zaman gerçekleĢtiği
konusunda bugünkü bilim verilerine göre kesin
bir rakam belirtilmesi mümkün görülmemekte.
Ancak, bazı bulgular bu tarihin 15 milyar yıl
önce gerçekleĢtiği yönünde (18). Bilinen baĢka
bir gerçek de, kâinatı oluĢturan galaksi
kümelerinin devamlı birbirlerinden
uzaklaĢmakta, geniĢlemekte ve belirli
yörüngeler takip edip uzayda hareket halinde
olduklarıdır. <Semayı biz kurduk ve onu biz
genişletmekteyiz> (Zariyat Sûr./47),
<Güneş de yörüngesinde yürüyüp
gitmektedir. Bu, üstün hüküm ve hikmet
sahibi Allah‟ın takdiridir.> (Yasin Sur./38)
Galaksilerin oluĢması ile içinde
bulunduğumuz güneĢ sistemi yaratılmıĢ ve
4
Dünyamız da özel bir ihtimamla canlı hayatın
baĢlamasına hazırlanmıĢtır. Yapılan hesaplara
göre güneĢ sisteminin yaratılıĢı günümüzden 10
milyar yıl öncesine uzanır.
DÜNYANIN OLUŞUMU:
ġimdi akla Ģöyle bir soru gelebilir: Neden
ilk patlama sonucu dünya oluĢup insan hayatı
baĢlamadı? Çünkü her Ģey bir plan ve düzen
içerisinde belirli aĢamalardan geçtikten sonra
oluĢup kullanılır hale gelmektedir. Bu konudaki
bilim çevrelerinin görüĢleri de Ģöyledir:
Dünyamızı oluĢturan elementlerin kompleks
hale gelebilmesi için hammadde durumundaki
hidrojen ve helyum elementlerinin ilk nesil
yıldızların nükleer sıcaklık ortamlarında
piĢirilmesi gerekiyordu. Buradaki iĢlem sonucu
ancak kompleks hale dönüĢen elementler,
süper novalar aracılığı ile uzaya dağılmıĢ ve
yeni yıldız nesillerini oluĢturmuĢlardır. Bu arada
içinde bulunduğumuz güneĢ sistemi ve
dünyamız da uzaydaki yerini almıĢtır.
Yine bilimsel verilere göre dünyamız, 4,5
milyar yıl önce oluĢmaya baĢlamıĢ, geçirdiği
5
birçok jeolojik ve meteorolojik değiĢikler
sonucu ancak insanın yaĢayabileceği uygun
ortama dönüĢebilmiĢtir. Peki, dünyamız nasıldı
ve ne gibi değiĢikliklere uğradı, Ģeklindeki
soruya verilecek cevap konunun daha iyi
anlaĢılmasına yardımcı olacaktır.
Dünyamız ilk oluĢmaya baĢladığında
kızgın gaz ve toz bulutu halinde idi. Hem kendi
etrafında ve hem de güneĢin etrafında
belirlenmiĢ yörüngesinde dönerken önce
yoğunlaĢıp magma kütlesi haline dönüĢtü ve
sonra da zamanla soğuyup kabuk bağladı.
Toprak ve denizler oluĢtu. Fakat ilk aĢamada
insanın yaĢayabileceği ortama dönüĢemedi.
Çünkü yaĢamın baĢlayabilmesi için baĢka
koĢullar da gerekiyordu. ġöyle ki;
a. Öncelikle dünyanın belirli bir sıcaklığa
sahip olması gerekiyordu. Sıcaklık ne çok
yüksek ve ne de çok düĢük seviyede olmalıydı.
Çünkü, genelde, moleküllerin kompleks
yapılarının parçalanması ancak yüksek sıcaklık
ortamında gerçekleĢebilecekti. Buna karĢın eğer
bir yerde sıcaklık 60°C ve daha yüksek olduğu
6
takdirde, orada canlı varlıkların yaĢamaları bu
defa imkân dıĢı olacaktı.
Öte yandan, düĢük sıcaklık değerlerinde
de canlı sistemin hayatta kalamayacağı yine
bilinen bir gerçekti. Ayrıca, düĢük sıcaklık
ortamında kimyevi bileĢimler
parçalanamayacak ve dolayısıyla hayatın
geliĢmesini de önleyecekti. Hayatın geliĢmesi
için enerji gerekli. Enerji ise yeĢil bitkilerden
sağlanmaktadır. Çok düĢük sıcaklık ortamında
bitkiler oluĢup geliĢemeyeceği için ihtiyaç
duyulan enerji de karĢılanamayacaktı. ĠĢte bu
nedenle, insanın yaĢayacağı ortamdaki
sıcaklığın uygun seviyede bulunması önemli bir
koĢul olarak öne çıkar.
b. Ġkinci koĢul, hava tabakasının
oluĢmasıdır. Ġnsan yaĢamı için önce bitki ve
hayvan hayatı mevcut olacaktır. Çünkü insan
bu iki kaynaktan beslenip yaĢamını devam
ettirecektir. Diğer bir ifadeyle insan, karada ve
denizde yaĢayan canlılarla beslenir. Öte yandan
hayvanların çoğu da bitkilerle beslenir. Peki,
bitkiler ne ile beslenir? Toprak ve havadan
7
beslenir. Topraktan, madensel gıda ve su alır;
havadan da karbondioksit alarak enerji elde
eder. Yani fotosentez olayını gerçekleĢtirir.
Böylece hava canlılar için her zaman gerekli,
olmazsa olmaz bir koĢuldur.
Dünya atmosferini meydana getiren
havanın, canlıların yaĢamını kolaylaĢtıracak
Ģekilde belirli ölçüdeki gaz karıĢımından
oluĢması gerekir; aksi halde yaĢamın
devamlılığı mümkün olamaz. Havanın %78‟ini
azot, %21‟ini oksijen ve %1‟ini de soy gazlar
oluĢturur.
Azot, proteinlerin ana maddesidir. Yalnız
biz bunu doğrudan kullanma olanağına sahip
değiliz. Havadan kar ve yağmurla toprağa
geçer. Topraktan bitkilere, bitkilerden de
hayvanlara intikal eder. Biz insanlar da süt ve
et ile alır, vücudumuzda protein ihtiyacında
kullanırız.
Oksijen, yakıcı bir özelliğe sahiptir. Nefes
alıĢlarda kana karıĢır, hücrelerde yediğimiz
besinlerin yanmasında kullanılır. Besinlerin
yanmasında enerji ortaya çıkar. Bu enerjiyi
8
kullanıp hareketliliğimizi devam ettiririz (19).
Havadaki oksijen oranının %21 seviyesine
gelebilmesi için birçok jeolojik ve meteorolojik
değiĢiklikler gerçekleĢmiĢtir. Önce yeryüzünde
geniĢ yapraklı bitkiler oluĢmuĢ, yaptıkları
fotosentez yolu ile oksijen oranının
yükselmesine katkıda bulunmuĢlar. Havadaki
oksijen oranının belli seviyeye ulaĢması sonucu
jeolojik baĢka bir değiĢiklikle mevcut bitki ve
hayvanlar bu defa toprak altında kalmıĢtır.
Geçen süre içerisinde kimyevi değiĢikliğe
uğrayan söz konusu birikimler, maden kömürü,
ham petrol ve doğal gaz Ģeklinde bugünkü
neslin enerji ihtiyacını karĢılamaktadır. Eğer
jeolojik değiĢiklik olmasaydı bitkilerin
fotosentez yoluyla havaya verdikleri oksijen
miktarı artacak ve baĢ gösterecek yangın
olaylarıyla karada yaĢayan tüm canlı sistem yok
olacaktı. Çünkü oksijenin en belirgin özelliği
yakıcı olmasıdır.
Karbondioksit, soy gazlar kümesindendir.
Yanma olayında açığa çıkar. Bitkiler bunu
fotosentezde kullanıp glikoz ve oksijen üretir.
9
Glikozu kendisi tüketip canlılığını devam
ettirirken oksijeni havaya verip yaĢama katkıda
bulunur.
c. Hayatın var olması için diğer bir koĢul
da sudur. Dünya üzerinde su, sıvı, buhar ve
katı olarak üç halde bulunur. Ġklim koĢullarına
göre Ģekil değiĢtirip varlığını devam ettirir.
Suyun kaynağı, Ģüphesiz ki denizlerdir. GüneĢ
ıĢınlarının verdiği sıcaklık ile denizlerden
buharlaĢan su damlacıkları, rüzgâr ve bulutların
aracılığıyla değiĢik mekânlara taĢınır. Oralarda
fiziki Ģartlar tamamlanınca yağmur ve kar
Ģeklinde toprağa düĢer. Toprak tarafından
emilen su, milyonlarca bitki ve canlıları
harekete geçirir. Bakarsın ki, doğa renk renk
çiçekler ve yeĢil bitkilerle donatılmıĢ, yeniden
canlılığına kavuĢmuĢtur.
Her canlı suya muhtaçtır. Çünkü vücut
kimyasının büyük bir kısmını su oluĢturur.
Çocuk vücudunun %78‟ini, yaĢlıların %50‟sini
su teĢkil eder. Susuz yaĢamak ise olanaksızdır.
ĠĢte bu nedenledir ki, dünyamızın ¼‟ünü kara
parçası, ¾‟ünü su, yani denizler oluĢturmuĢtur.
10
d. Dördüncü koĢul olarak toprağın uygun
bileĢimde bulunmasıdır. Canlı sistemin oluĢup
beslenebilmesi için toprağın, madensel
elementler, inorganik maddeler ve gübrece
zengin olması; bünyesinde mikroorganizmaları
barındırması gerekir. Eğer bileĢiminde söz
konusu varlıklar yoksa bitki de yok demektir.
Çünkü toprak içindeki mikroorganizmalar
bitkinin besin ve su almasında aracılık yaparlar.
Üzerinde toprak bulunmayan kaya kütlesinde
bitki yaĢayabilir mi? Tabii ki hayır... Öyleyse
dünyada insan hayatının var olabilmesi, toprak
koĢulları ile yakından ilgilidir (20).
Önce dünyamız değiĢik aĢamalardan
geçip havası, suyu, ısısı ve toprağı ile canlı
sistemin yaĢayabilmesine uygun hale gelmiĢtir.
Önce bitkiler daha sonra hayvanlar, cinsiyet de
gözetilerek yaratılmıĢ ve böylece yaĢamın ilk
adımları atılmıĢtır. Artık dünyamız, kendisini
onurlandıracak önemli misafirini ağırlama
aĢamasına gelmiĢtir. Yani ilk insanı
beklemektedir.
11
İNSANIN YARATILIŞI:
“Biz insanı kuru balçıktan; kararmış,
şekillenmiş çamurdan yarattık.” (Hicr
Sur./26).
“Rabb‟in meleklere şöyle demişti: Ben
kuru balçıktan; kararmış, şekillenmiş
çamurdan bir insan yaratacağım.” (Hicr
Sur./28).
Yüce Rabb‟imizin peygamberleri aracılığı
ile bizlere ulaĢan haberlerine göre, önce
melekeler ve cinler, daha sonra insan
yaratılmıĢtır. Ġlk yaratılan insan, aynı zamanda
peygamberlik özelliğini taĢıyan, Hz. Âdem‟dir.
Kuran‟da da açık ve seçik olarak belirtildiği
üzere Hz. Âdem, dünyaya ait toprak ve su
kullanılarak insan görünümünde
biçimlendirilmiĢtir. Daha sonra Allah Teâlâ ruh
üflemek suretiyle canlı hale gelmiĢtir.
Hz. Âdem, yukarıdaki ayette ifade edildiği
gibi kuru balçıktan ĢekillendirilmiĢ; ancak söz
konusu bileĢim, bazı aĢamalardan geçtikten
sonra kullanılır hale gelmiĢtir. Önce toprak su
ile karıĢıp kararmıĢ çamur haline dönüĢmüĢ ve
12
bu aĢamada insan görünümü (iç ve dıĢ
organlar) ĢekillendirilmiĢtir. Kuru balçık halini
alınca da ruh üflenmiĢtir. Peki, balçık
çamurunun ne gibi özelliği var:
a. Balçık çamuru üzerinde yapılan
ilmi araştırmalar
Bugün halk arasında balçık denince,
durgun suların oluĢturduğu, böcek ve
sivrisineklerin uçuĢtuğu, kurbağaların kulak
tırmalayan seslerinin yükseldiği bataklık akla
gelir. Ġnsanın hammaddesi olan balçık ile
bataklık çamuru arasında nitelik yönünden
farklı özellikler vardır.
Kuran‟da ilk insanın kuru balçıktan
yaratıldığı hükmü, yabancı bazı ilim adamlarının
dikkatlerini çekmiĢ olacak ki, çalıĢmalarını bu
yönde yoğunlaĢtırmıĢlardır. ABD‟nde yapılan ve
New York Times‟de yayınlanan bir araĢtırmada
bilim adamlarının konuya iliĢkin görüĢ ve
tespitleri hayranlık uyandırıp ilmi geliĢmelere
büyük bir boyut kazandırmıĢtır. ġöyle ki:
Kaliforniya San Jose Eyalet
Üniversitesi‟nden Dr. Leila M. Coyne: “Sakin ve
13
durgun gibi görünen balçık, içi hareket dolu gizli
bir dünyadır. Bir balçık parçasına çekiçle
vurdum. Laboratuarda bir ay müddetle
<ultraviyole enerji> neĢrettiğini tespit ettim.
Balçığın yüksek bir enerji deposu olduğunu
hayretle gördüm.” diyor. Çünkü balçık kristal
yapıdaki elementlerden teĢekkül etmiĢtir.
Kristal moleküller, levha ve yaprak Ģeklinde
diziler meydana getirerek sıralanmıĢlardır. Bu
özelliği, balçığa iki boyut kazandırmıĢ oluyor.
Belçika Liege Üniversitesi‟nden Pierre Laszio:
“ĠĢte bu iki boyutlu oluĢudur ki; balçığa büyük
bir kimyevi enerji deposu özelliği
kazandırmıĢtır. Yarım kilo kadar bir balçığın
kristal levhalarını yere dizmek mümkün olsaydı,
50 futbol sahası geniĢliğinde bir alanı
kaplayacaktı.” diyor.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü‟nden
Dr. Hartman da Ģöyle diyor: “Elimizdeki cihazlar
yeterli olsaydı ve balçığı moleküler seviyede
değil de atom-atom inceleyebilseydik, Ģimdi
bildiklerimizden çok daha fazlasını elde
edebilirdik... Bence - hayat ve canlılık – atomun
14
ve hücrelerin maddi yapısından çok daha baĢka
bir Ģeydir. Balçık konusundaki çalıĢmalarımız ne
kadar ilerlerse ilerlesin; ona hayat vermek,
bizim beyin gücümüzün çok ötesinde bir ilmi
seviyedir. Onun, aklımızın alamayacağı girift
formülü, Yaradan‟ın elindedir. Biz ancak akla
kapı açabiliriz; ama hayatı laboratuarlarda asla
elde edemeyiz.”
Balçığın temel maddesi, silikondur. Buna
ilaveten, cinslerine göre çeĢitli oranlarda olmak
üzere; alüminyum, demir, magnezyum ve
oksijen atomları da yer alır (8).
Görünüm yönünden cıvık ve yapıĢkan
halde; karıĢım bakımından değiĢik birçok
madensel elementleri içinde barındıran balçık
çamuru, söz konusu nedenlerle bataklık
çamurundan ayrı bir oluĢum ve özelliğe
sahiptir.
b. Hz. Adem ve Hz. Havva’nın
yaradılışı
Hz. Âdem‟in yaradılıĢı esnasında üreme
hücresine bütün insanların bedeni karakterleri
15
toplu bir program halinde verilmiĢtir. Bu
nedenle Hz. Havva, ayrı bir balçıktan
yaratılmamıĢ ve Hz. Âdem‟in vücudundan
alınan örneklerle bedeni oluĢturulmuĢtur (16).
Nitekim Yüce Rabb‟im: “Sizi bir candan
(Âdem‟den) yaratan ve bu candan da,
gönlü kendisine meyledip huzur bulsun
diye eşini (Havva‟yı) yaratan O‟dur.” (Araf
Sur./189) buyurmaktadır. Demek ki, biyolojik
ve genetik olarak Hz. Havva, Hz. Âdem‟in
bedeninden yaratılmıĢtır.
c. Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın
Cennetteki yaşamları
Hz. Âdem ve eĢi yaratıldıktan sonra
Cennette ilk yaĢamlarına baĢlarlar. Böylece,
“nimet-külfet” dengesi kurulur. Yani kiĢiye,
verilen kolaylık ve olanaklar karĢılığında
sorumluluk görevi de yüklenir. Nitekim
Cennette çalıĢma ve meĢakkatten öte her türlü
nimetten yararlanıp yaĢamaları karĢılığında,
yasak ağacın meyvesinden uzak durmaları,
kendilerine düĢman olan Ģeytana uymamaları
istenir. Böylece ilk insan, ilk imtihana tabi
16
tutulur. Bu, nefis ile akıl mücadelesinin de
baĢlangıcı olur. ġeytanın sözlerine aldanıp kural
dıĢına çıkmamaları gerekirken, baĢarılı
olamazlar bu ilk deneyimlerinde. Nefis aklın
önüne geçip uzanır elleri yasak meyveye.
Yemesi kolay, fakat çıkarması sorun olur
baĢlarına. Bakarlar ikisi de birbirine; çünkü
çıkmıĢtır edep yerleri meydana. Her ne kadar
ağaç yapraklarıyla örterlerse üzerini, yine de
görünür az da olsa birer yerleri. Utanırlar,
sıkılırlar, yaptıklarına olurlar piĢman. Ancak, iĢ
iĢten geçmiĢtir artık; son piĢmanlık çare olmaz
kendilerine.
d. Hz. Âdem ve Havva’nın Cennetten
çıkarılışı
Bunun üzerine; Yüce Yaratan Âdem ile
Havva‟ya:
“Ben size o ağacı yasaklamamış
mıydım? Şeytanın size apaçık bir düşman
olduğunu söylememiş miydim?” diye
seslendi. Âdem ve Havva, Allah‟ın bu
seslenişine cevap olarak, <Rabb‟imiz biz
kendimize haksızlık ettik; eğer bizi
17
bağışlamaz ve bize acımazsan kuşkusuz
zarara uğrayanlardan olacağız.> dediler.”
(Araf Sur./22-23).
“Allah, pişmanlık ve içten gelen
samimi yalvarışları işitti. Onların
tövbelerini kabul etti ve < Birbirinize
düşman olarak inin aşağı. Sizin için
dünyada belli bir süreye kadar
yerleşeceğiniz bir yer ve geçimlik vardır.>
<Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz
ve tekrar oradan diriltilip
çıkarılacaksınız.> (Araf Sur./24-25) diye
buyurdu.
Böylece Hz. Âdem ve Hz. Havva, insan
nesli için yaratılan, birçok canlı ve cansız
varlıklarla donatılıp yaĢama uygun hale getirilen
yeni mekânları dünyaya teĢrif ettiler. Onlar ve
onlardan sonra gelen insan nesli için zorlu bir
hayat, yaĢam mücadelesi de baĢlamıĢ oldu.
Çünkü insan neslini kötülük iĢlemeye iten nefis
ve Ģeytan hiçbir zaman yakasını
bırakmayacaktır. Niçin ve nedenlere yanıt
18
verebilmek için insan ve Ģeytan iliĢkilerinin
bilinmesinde yarar vardır.
e. İnsanla şeytan arasındaki ilişkiler
Yüce Rabbim buyuruyor: “Ben cinleri ve
insanları, ancak bana kulluk etsinler diye
yarattım.” (Zariyat Sur./56). Ġnsan
topraktan, cinler de ateĢten yaratılmıĢtır.
ġeytan da, cin toplumundan bir gruptur.
Belirgin özelliği ise, Allah‟ın emirlerine uymayıp
kötülük iĢlemeye meyilli bir tutum içinde
bulunmasıdır. ġeytanlar neden insanlarla
uğraĢıp kötü yola yönelmesini ister? Kuran‟daki
açıklamaya göre, Allah Hz. Âdem‟i yarattığı
zaman melek ve Ģeytana Âdem‟e secde
yapmalarını emretti; melekler emri yerine
getirdikleri halde Ģeytan secde yapmaktan
kaçındı. ġeytana neden secde yapmadığı
sorulduğunda, Hz. Âdem‟i topraktan, kendisini
ise ateĢten yarattığını belirtip büyüklük kibrine
kapıldı. Bu tutumundan dolayı huzurdan
kovuldu; o da Allah‟tan dilekte bulunup
kıyamete kadar insanoğlunu Allah‟ın yolundan
19
caydırabilmesi için izin aldı. Bu olay üzerine
Ģeytan da Cennetten çıkarılıp dünyaya indirildi.
Madem ki dünya yaĢamında da Ģeytandan
kurtuluĢ yok; devamlı çevremizde ve zaman
zaman da – Hz. Peygamberimizin öğretisine
göre (Buharı, Ġtikaf: 11) – insan vücudunda
kanın deveranı gibi dolaĢtığına göre istenmeyen
bu yoldaĢı çok iyi tanımamız gerekir. Gözle
görülmeyen elle tutulmayan, ancak çoğu kiĢinin
düĢüncesinde taht kuran bu yaratık hakkında
nereden doğru bilgi edinebiliriz? ġüphesiz ki,
Ģeytanı en çok tanıyan, ancak onu yaratandır.
Öyleyse kartvizitini okumaya çalıĢalım; bakalım
Yüce Rabbim nasıl tanıtıyor ve onun
düĢmanlığını önlemek için neler yapmamız
gerektiğini tavsiye ediyor:
Kuran‟a göre Ģeytan, insana düĢmandır
(Fatır Sur./5). Ġnsanı saptırır (Kasas Sur./15),
aldatır ve vesvese verir (Nas Sur./1-4).
Ġnsanları doğru yoldan ayırmak için her türlü
çareye baĢvurur. Aldatıcı (Lokman Sur./33)
özelliği ile insanları kıĢkırtır, unutturur, fitne ve
fesadı körükler, korkutur ve yalan konuĢturur.
20
Buna karĢın Ģeytanın, inananlara ve Allah‟a
sığınanlara karĢı hiçbir gücü yoktur (Nahl
Sur./99). Onun gücü sadece kendisini dost
tutanlara ve Allah‟a ortak koĢanlaradır (Nahl
Sur./100). Öyleyse Ģeytanın etkisini önlemek
için, Allah‟a güvenip dayanmak ve sık sık Felâk
ve Nas surelerini okumak; atılacak her adımda
aklı nefsin önünde tutmak gerekecektir.
ġeytan derken akla, cin Ģeytanı gelir.
Hâlbuki bir de insan Ģeytanları vardır. Bunun
varlığını da Kuran‟ın Nas Suresi‟nde Yüce Allah
bildiriyor. Cin Ģeytanın aksine, elle tutulur gözle
görülür, söyledikleri iĢitilir, fakat tanınması her
zaman kolay olmaz. Ancak, baĢkalarını aldatıp
kural dıĢı yöne çekince kendisini ele verir. Cin
Ģeytanı gibi kiĢiye vesvese verir, öfkesini artırır,
baĢkalarına karĢı kıĢkırtır, ibadet yapmasını
caydırır, iyilik yapmasını önler, bağıĢ yapmasına
karĢı çıkar, çeĢitli söz ve davranıĢlarıyla haram
olan Ģeyi helâl gösterip günah iĢlemesine aracı
olur. Neden böyle denirse, çünkü bu tip insanlar
cin Ģeytanının kontrolü ve yaptırımı altındadır.
Nefis gücü, akıl ve iradesinin önüne geçip söz
21
sahibi olmuĢtur. Ancak böyle hareket ederlerse
huzur bulurlar.
Sözün özü, insan Ģeytanları daha çok
tehlikeli ve etkilidir. Dikkat edilirse kötü
alıĢkanlık hep arkadaĢ çevresinde
edinilmektedir. Sigara, alkol ve uyuĢturucu
alıĢkanlığı gibi... Cin Ģeytanının insanoğluna
düĢman oluĢu Hz. Âdem‟den dolayı Cennetten
ve huzurdan kovulmuĢ olmasından
kaynaklanmaktadır. Bu madalyanın bir yüzü;
diğer yüzünü çevirip baĢka gerçekleri görmeye
çalıĢalım:
Ġnsan yaratılıĢındaki özellik itibariyle
melek ve Ģeytandan farklı bir yapıdadır. Melek,
iyilik, dürüstlük, güzel davranıĢ sembolünü
temsil eder. ġeytan ise, kötülük ve düĢmanlık
karakterini yansıtır. Ġnsan ise yaratılıĢında her
iki davranıĢı yapabilecek özellikleri taĢır. ġöyle
ki, Allah insana, akıl, zekâ, irade gücü ile
beraber beĢ duyu organını vererek yaĢam
mücadelesini kolaylaĢtırmıĢtır. Ayrıca
peygamberler aracılığıyla da neyin iyi (helâl),
neyin kötü (haram) olduğunu açıklayarak doğru
22
yolu göstermiĢtir. Ancak, bu olumlu olanakların
karĢısına nefsini çıkararak Ģeytanın
yanıltmasına zemin hazırlamıĢtır. Niçin böyle bir
yol seçilmiĢtir diye kendimizi sorgularsak,
ulaĢılacak sonuç, yaratılıĢ gerekçesini belirleyen
ilâhi irade olacaktır. Buradaki amaç, yaratana
kulluk (ibadet) yapmak olduğuna göre, her
türlü kolaylığın sağlandığı dünya ortamında
özgür olarak yaĢayıp aklının erdiği, iradesinin
gerçekleĢtirdiği yaĢam tarzı süresince Rabbine
ne ölçüde kulluk görevini yerine getirip
getirmediğinin belirlenmesidir. Allah‟a kulluk
denince, O‟nun emir ve yasaklarına koĢulsuz
uyulması, yapılan samimi ibadetlerle saygıya
dayalı bağlılığın gösterilmesi, anlaĢılmalıdır.
Dünya yaĢamında her Ģey zıddı ile
yaratılmıĢtır. Yaratan Allah olduğuna göre, tabiî
ki bunun da geçerli ve değiĢmez bir nedeni
olacaktır. Örneğin iyilik-kötülük, gündüz- gece,
beyaz- siyah, düz yol- eğri yol, varlık- yokluk,
açlık- tokluk biri diğerini gerekli kılan veya
farklılığını ortaya koyan değer ölçüleri gibi.
Böyle bir ölçü insan yaĢam tarzı ve davranıĢ
23
biçimi için de geçerlidir. Salih amel- kötü amel,
edepli- edepsiz, cömert- cimri, gibi... Nitekim
Yüce Rabbim buyuruyor:
“Hanginizin ameli( ibadet ve davranış
biçimi) daha güzeldir diye sizi imtihan
yapmak üzere ölümü ve hayatı yaratan
O‟dur.” (Mülk Sur/2).
Demek ki insanoğlu, reĢit yaĢtan itibaren
ölünceye kadar ki yaĢam süresince, kimin
amelinin daha güzel olduğunun belirlenmesi
yönünden devamlı bir sınav geçirmektedir.
Önüne konan ölçülere göre, yaĢamının her
aĢamasında, hareket tarzının hangisinin doğru,
hangisinin yanlıĢ olduğunu belirleme imkân ve
kabiliyeti de kendisine verilmiĢtir. Artık, bundan
sonra kiĢiye düĢen görev, akıl ve iradesini
serbestçe kullanıp yararına en uygun olanını
seçmesidir. Buna karĢın Ģeytanın etkisindeki
nefsin de, kiĢinin tercihini yanlıĢ yöne çekme
gayreti güçlendirilmiĢtir. Yani akıl ile nefis, öne
geçme mücadelesini sürdürecektir. ĠĢte sınav
da bu aĢamada baĢlar. Ġmtihanını baĢarı ile
sonuçlandıran, diğer bir ifadeyle aklını kullanıp
24
belirlenmiĢ kurallar içerisinde Yaratan‟ına
yönelen, gerçek bir mümin, Cennet ödülüne
namzet kiĢi olacaktır. ġeytanın vesvesesini
çözüm yolu kabul edip tercihini yanlıĢ yönde
kullanan kiĢi de, Yüce Rabbinin isteklerine
uymadığı için hem sınavını kaybetmiĢ ve hem
de kendini ateĢe atmıĢ olacaktır.
DÜNYA YAŞAMI:
a. Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın
Dünyaya Gelişleri
Dünya, çeĢitli bitki örtüsü ve hayvan
türleriyle donatılıp insanın yaĢamına uygun
ortama dönüĢünce, Hz. Âdem ve eĢi Hz. Havva,
Cennetten çıkarılıp buraya indirildi. Yapılan
rivayetlere göre, Hz. Âdem Hint tarafına ve Hz.
Havva ise Cidde‟ye indirildi. Hz. Âdem, çok
ağladı ve Cenab-ı Hak‟ka yalvardı. Nihayet
Cenab-ı Hak, onun tövbesini kabul buyurdu ve
“Mekke tarafına git” diye vahyi gönderdi. Hz.
Âdem Mekke bölgesine gelip Hz. Havva ile
buluĢtu (1). Yine baĢka bir görüĢe göre, Hz.
Âdem ile Hz. Havva Mekke yakınındaki Arafat
bölgesinde rahmet tepesi diye anılan Cebel-i
25
Rahme‟de buluĢtukları rivayet edilir(2). Ayrıca,
Hz. Ġbrahim Peygamber de yine bu tepede
Cebrail ile konuĢtuğu ileri sürülmektedir. Bu
özelliğinden dolayı da yapılan haccın kabul
edilebilmesi için Arafat vakfesi (yani orada
belirli bir zaman bulunma ) koĢulu ön
görülmüĢtür.
Yiyecek ve içecek yönünden dünya ortamı
da Cennet yaĢamına benzemekte. Çevrede her
Ģey bol; fakat, elde edebilmek ayrı bir gayreti
ve çalıĢmayı gerektirmekte. Yeni teknik
uygulamalara ihtiyaçları var. Bir bölümünü de
yaĢam mücadelesi veren hayvan toplumunu
izlemekten elde ederler. Bakarlar hayvanlar
cinslerine göre gruplara ayrılmıĢlar. Kimisi bitki
yiyerek, kimisi bitki tohumu ve meyvesini
yiyerek, kimisi et yiyerek, kimisi de hem et ve
hem de ot yiyerek hayatlarını sürdürmekteler.
Kurulu bu dünya düzeni, Hz. Âdem ve eĢinin
yaĢam için beslenmelerinde kendilerine örnek
olur. Onlar da yaĢamlarını bu düzen içerisinde
sürdürürler. Bir farkla ki, Cennette her Ģey çaba
harcamadan elde edilirken, dünya yaĢamında
26
çalıĢma ve gayret öngörülmüĢ; çalıĢmadan
yaĢamı sürdürmek olanaksız hale getirilmiĢ.
Canları et yemek isteyince avlanmak gerekir;
bu da bir teknikle, aklını iyi kullanabilme
becerisiyle olur. Yani, hayatın her aĢamasında
çalıĢmak, uğraĢmak ve gayret gösterip alın teri
dökmek gerekiyor. Çünkü dünya düzeni, bu
kurallara göre kurulup iĢlemekte.
b. İnanç Yönünden Geçirilen İmtihan
Hz. Âdem ilk insan ve ilk peygamberdir.
YaĢamını kolaylaĢtıracak kurallar, Allah
tarafından öğretilmiĢ ve dünyada da
uygulamasını yapmıĢtır. Bu aĢamada tevhit
inancının esasları da kendisine vahyi edilmiĢtir.
O yaĢadığı sürece;
(1) Allah‟tan baĢka ilâh olmadığına, eĢi ve
benzerinin bulunmadığına, doğmadığına ve
doğurmadığına;
(2) Hayatı da, ölümü de, canlı ve cansız
bütün varlıkları yaratanın da Allah olduğuna;
(3) Kıyametin gerçek olduğuna, tekrar
dirilip herkesin dünyadaki davranıĢına göre
27
hesap verip Cennete veya Cehenneme
gideceklerine;
(4) Rızkı verenin, onu azaltıp çoğaltanın
Allah olduğuna;
(5) Ġbadet, dua, istek ve tövbenin
yalnızca Allah‟a yapılacağına; inanıp uygulamıĢ,
ayrıca bu inancını kendisinden sonra gelen
nesle intikal etmesine gayret göstermiĢtir. Hz.
Âdem gerek Cennet yaĢamında olsun gerek
dünya da yegâne sığınılacak makamın Rabbi
olduğunu bilmiĢ, O‟na güvenip O‟na yalvarıĢta
bulunmuĢtur.
Ne var ki, tevhit inancı, nesilden nesle
intikal ederken, Ģeytanın güdümündeki
insanların iĢgüzarlığı veya ilgisizliği yüzünden
anlam değiĢtirmiĢ, yerini çok Tanrılı ve
putperestliğe bırakmıĢtır. Bu nedenle, Yüce
Rabbim zaman zaman bozulan inancın
yenilenmesi bakımından peygamberler
göndermiĢ ve kendilerine ilâhi buyruklarını,
suhuf (sayfa) ve kitap halinde vermiĢtir.
Kuran-ı Kerimde Hz. Âdem‟den itibaren
Hz. Muhammed‟e (s) kadar 25 Peygamberin
28
ismi geçmekte ve bunların, Allah‟ın tevhit dinini
insanlara tebliğinde (duyurulmasında)
karĢılaĢtıkları zorluklar anlatılmaktadır. Yüce
Rabbimin emir ve bildirdiklerinde değiĢiklik
olmadığı, geçmiĢteki olaylardan ibret alınması
gerektiği, emir ve yasaklara uymayanların her
an helâk (yok) edileceği inancına sahip olmaları
yönünden zaman zaman cezalandırılmıĢtır.
Örneğin, Nuh tufanı (kara parçasının belirli bir
süre su altında kalıp bütün canlıların
boğulması), Hud kavminin, Semud kavminin,
Ad kavminin baĢlarına gelen yok edici afetler,
Hz. Musa‟yı takip eden Firavun ve askerlerinin
denizde boğulma olayı gibi... Allah Teâlâ, hak
dine davetçi ve uyarıcı göndermeden hiçbir
kavmi sorumlu tutmayacağını ifade etmiĢtir. Bu
ifadeden, her ne kadar Kuran‟da 25
Peygamberin ismi geçmekte ise de, dünya
üzerine dağılmıĢ her millete kendilerini
uyaracak peygamberler gönderilmiĢ olduğu
anlaĢılmaktadır. (Nisa Sur/164). Bunların
sayısının da 124 bin civarında olduğu
sanılmaktadır (3).
29
En son Peygamber, Hz. Muhammed
(s)‟dır. Genelde her Peygamber mensup olduğu
kendi kavmini (milletini) uyarmak için
gönderilmiĢtir. Hz. Muhammed (s) ise, dünya
üzerindeki ve kıyamete kadar bütün insanların
Peygamberidir. Hz. Muhammed‟den (s) sonra
baĢka bir Peygamber gelmeyecektir. Çünkü
Kuran-ı Kerimde Yüce Rabbim “Kuşkusuz
Kuran’ı Biz indirdik ve onu kesinlikle
koruyacakta Biziz”( Hıcr Sur/9) diye ilâhi
hükmünü beyan etmiĢtir. Zaten 1400 yıldan
buyana ilâhi koruma altındaki mukaddes
kitabımız, hiçbir değiĢiklik ve bozulmaya
uğramadan zamanımıza intikal etmiĢ olması bu
gerçeğin göstergesidir.
Halen dünyada yaĢayan bazı dinlerin
özelliklerine göz atıp tanımaya çalıĢalım: Dinler
arasındaki belirleyici özellik, semavi din olup
olmadığıdır. Yani dinin esaslarını Tanrının
belirlemiĢ olmasıdır. Bu ayırıma göre;
(1) Tek Tanrılı dinler: Yahudilik,
Hıristiyanlık, Müslümanlık;
30
(2) Çok Tanrılı dinler: Hinduizm, Budizm,
ġintoizm gibi. Bunlar da inanç ve ibadet
uygulama yönünden değiĢik gruplara
ayrılmıĢtır.
(1) Tek Tanrılı Dinler
(a) Yahudi Dini
Yüce Allah, Hz. Âdem‟den Hz.
Muhammed‟e kadar geçen süre içerisinde,
tevhit inancı doğrultusunda insanların uyması
gereken emir ve yasaklara iliĢkin ilâhi
düsturlarını Peygamberlerine ya sayfa halinde
veya kitap Ģeklinde vahiy etmiĢtir. Ġlk ilâhi kitap
da Hz. Musa Peygambere vahiy edilen Tevrat‟tır
Hz. Musa, Kenan bölgesinden Mısır‟a
dönerken geceleyin ateĢ almak amacıyla gittiği
Tur dağında Allah‟ın tecellisi ile karĢılaĢmıĢ ve
kendisine bazı mucizeler gösterilip
Peygamberlik verilmiĢtir. Mısır‟daki Firavun ve
halkını uyarmak üzere gönderilmiĢtir. Böylece
Yahudilik veya Musevilik dini ortaya çıkmıĢ olur.
Hz. Musa‟nın yeni dine daveti, halkın tepkileri,
Allah‟ın emirlerine uymamak sonucu baĢlarına
gelen kötülüklere (musibetler) iliĢkin tarihi
31
bilgiler “ Okuyucu ile sohbet” bölümünde
ayrıntılı olarak açıklanmaya çalıĢıldı. Bu
nedenle, burada aynı hususlara tekrar yer
verilmedi.
Yahudi dininin mukaddes kitabı Tevrat,
Hz. Musa Peygambere vahiy edilmiĢ ve
sağlığında kitap haline dönüĢtürülmüĢtür.
Yahudiler, kutsal kitaplarını üç bölüme ayırırlar:
Birinci bölüme, “ Tora “ veya “ Tevrat “ adını
verirler. Tora da yazılı ve sözlü olmak üzere
ikiye ayrılır. Yazılı Tora, Allah‟ın Sina dağında
Hz. Musa‟ya vahiy etmeye baĢladığı kitaptır.
Sözlü Tora ise, yazılı Tora‟nın açıklaması olan
“Talmud”dur. Talmud olmadan, Tora‟nın
anlaĢılmasının imkânsız olduğu belirtilir. Tora,
Ģu beĢ kitaptan oluĢmuĢtur:
-Tekvin (Kâinat ve insanın yaratılıĢı
anlatılır)
-ÇıkıĢ (Ġsrail oğullarının Mısır‟dan
ayrılıĢları anlatılır)
-Levililer (Önemli ahlâk kuralları, haram-
helâl olanlar, günahların kefareti, ayinler,
bayramlar, adaklar, anlatılır)
32
-Sayılar (Ġsrail oğullarının çöl yaĢantısı,
bazı Ģer‟i kanunlar, kayadan su çıkarma olayı
anlatılır)
-Tesniye (Ġnsanların birbiri ve Tanrıya
karĢı ne Ģekilde davranılacağına dair esasları
belirler)
Talmud, Hz. Musa‟dan itibaren geleneğe
göre süregelen sözlü yasadır. Diğer bir ifadeyle
Tora‟nın açıklayıcısı ve tamamlayıcısıdır. Bu
yasa kuĢaktan kuĢağa aktarıldıktan sonra
milâttan sonra 200‟e doğru haham Rabi Yuda
Hanassı tarafından yazıya döküldü ve adına “
MiĢna” dendi. Haham okullarında açıklanıp
yorumlandı. Gemera adı verilen bu yorumlar
MiĢna‟yla birlikte Talmud‟u oluĢturdu.
Kutsal kitabın ikinci bölümünü “ Neviim;”
Peygamberler oluĢturur. Hz. Musa‟nın
ölümünden sonra Yahudilerin vaad edilmiĢ
topraklara yerleĢtirilmeleri, krallık kurmaları,
Yahudilerin putperest topluluklarla yaptıkları
mücadeleler, kutsal mabedin kuruluĢ ve yıkılıĢı
anlatılır
33
Yahudi kutsal kitaplarının üçüncü
bölümünü oluĢturan kitaplar Ģunlardır:
-Mezmurlar.( Hz. Davut Peygamber
tarafından yazıldığı ileri sürülür.)
-Süleyman‟ın meseleleri.( Hz. Süleyman
Peygamberin ahlâk ve doğru yolu gösteren
sözlerini kapsar.)
-NeĢideler neĢidesi.(Hz. Süleyman‟ın
Ģaheseri kabul edilir. Allah ile Yahudiler
arasındaki sevgiyi, anlatır.
-Eyup. (Hz. Eyup Peygamberin hayatı ve
baĢına gelen musibetler, anlatılır)
-Vaiz.( Allah korkusu ve Allah‟ın
emirlerine uyulmasının gerektiği, anlatılır )
-Rut.( Yabancı dul bir kadının Yahudi
dinine giriĢi anlatılır)
-Ester. (Pers ülkesindeki Yahudilerin yok
edilmesi olayını, anlatır.)
-Yeremyanın mersiyeleri.(Kudüs‟ün yıkılıĢı
ve Yeremyan Peygamberin üzüntüsü, anlatılır)
-Daniel. (Hz. Daniel Peygamber ve
Yahudilerin Babil‟e sürgün olayı, anlatılır.)
34
-10‟cu kitap Ezra, 11‟ci kitap
Nehemya,12‟ci ve 13‟cü kitaplar da Tarihler
olarak yer almıĢtır.
Yahudiler, Tevrat‟ın hükümlerine
uydukları sürece güzel bir yaĢam sürdürürler.
Ancak, zaman zaman da Ģeriatı terk edip
putperest inancına dönünce Allah‟ın gazabına
uğramıĢlardır: Önce Keldaniler tarafından
ülkeleri iĢgal edilip kendileri de esir olarak
Babil‟e götürülmüĢ; bu olay sırasında mukaddes
kitapları yakılıp yok edilmiĢtir. Daha sonra da
Yunanlıların, arkasından Romalıların saldırılarına
uğrayarak egemenlikleri altına girmiĢlerdir. Hz.
Uzeyr Peygamber tarafından yeniden yazılmıĢ
olan Tevrat kitabı da tekrar yakılarak yok
edilmiĢtir. Bundan sonra din adamlarınca
yazılan Tevrat, Yahudi mukaddes kitabı olarak
günümüze kadar intikal etmiĢtir.
Yahudi mabedine, havra veya sinagog
denir. Dini ayinleri hahamlar yönetir. Her havra
da Kudüs‟e dönük bir bölmede, içinde Tevrat
metinleri yazılı sandık bulunur. Rule halindeki
35
bu metinler çıkarılıp haham tarafından
okunarak dini ayin yapılmıĢ olur.
Çocuk 12 yaĢını bir ay geçince Yahudi
Ģeriatına uymak zorundadır. EĢlerin nikâh töreni
sinagogda haham önderliğinde yapılır. Kadının
boĢanma hakkı yoktur. Yahudilerin dokuz
önemli dini ve milli bayramları bulunmaktadır:
(1- Yomkippur: Tövbe günü, 2- RoĢhaĢana:
YılbaĢı günü, 3- Pesa: Yahûdilerin Mısır‟dan
çıkıĢı, 4- ġavuot: On emrin veriliĢ bayramı, 5-
ġukot: Çadırlar bayramı,6-Simhatoro: Her yıl
Tevratı hatmetme bayramı, 7-Purim: Ester‟in
anılması, 8-Hanuka: Kandil bayramı, 9-Ġsrail
Ġstiklâl bayramı.)Yahudi dininde cumartesi
günü, dinlenme günüdür. Bu gün çalıĢma,
yemek piĢirme yapılmayacak; dinlenip dini
hizmet ve ibadetlerle meĢgul olunacaktır.(17)
(b) Hıristiyanlık:
Romalıların esareti altında bulunan
Yahudiler çeĢitli mezheplere bölünmüĢ, insanlar
Ģeriat hükümlerini uygulamaktan uzaklaĢmıĢ,
36
din adamları dinin özünden kopup Ģekilciliğe
yönelmiĢ, mabetler ticarethane durumuna
sokulmuĢtu. Temiz ve dindar halk ise bu
gidiĢattan oldukça sıkılıp bir kurtarıcının (Mesih)
gelmesini bekliyorlardı. ĠĢte Hz. Ġsa böyle bir
ortamda dünyaya geldi. Fakat O‟nun geliĢi,
birçok sorunu da beraberinde getirdi. Çünkü Hz.
Ġsa, babasız olarak dünyaya gelmiĢti.
Anne Hz. Meryem, çocuğunu kundaklayıp
ailesine götürdü. Görenler ĢaĢkınlık içinde kalıp
Hz. Meryem‟i iffetsizlikle suçlamaya kalkıĢtılar.
Hz. Ġsa kundakta iken dili çözülüp onlarla
konuĢtu ve kendisinin bir peygamber olduğunu
müjdeledi. Fakat pek çok Yahudi‟nin mantığı
bunu kabul etmedi. ġüphelendikleri Zekeriya
Peygamberi Ģehit ettiler. Olay üzerine Hz.
Meryem çocuğunu alıp Mısır‟a göç etti. On iki yıl
sonra tekrar Filistin‟e döndü.
Hz. Ġsa otuz yaĢına gelince Ġncil vahiy
edilmeye baĢlandı. Üç yıl süreyle yeni dini
anlatıp yaymaya çalıĢtı. Ancak kendisine on iki
kiĢi inanmıĢtı. Bunlara “ Havarıyyun” adı
verilmiĢti. Yahudilerin Ģikâyeti ve ihbarı üzerine
37
Romalı idareciler bir baskınla Hz. Ġsa‟yı ele
geçirdiler. Sorgulama sonucu çarmıha gerilip
idamına karar verildi. Hıristiyan inancına göre
çarmıha gerilip öldürüldüğü, Ġslâm inancına
göre ise çarmıha baĢkası gerilip Hz. Ġsa‟nın
göğe kaldırıldığı ifade edilir.
Hz. Ġsa‟ya vahiy edilen Ġncil, Peygamberin
sağlığında yazılı duruma getirilmemiĢ, daha
sonra Havarilere atfen yazılıp çoğaltılmıĢtır. Hz.
Ġsa‟dan sonra dinin yayılması ve tebliği iĢlemleri
Havariler tarafından gizlilik içerisinde
yürütülmüĢtür. Çünkü devamlı takip ve baskı
altında bulunuyorlardı. Roma Ġmparatorluğu
döneminde Hıristiyanlık resmi devlet dini olunca
rahat bir nefes alınabildi.
Hıristiyan inancının esasını “ teslis”
oluĢturur. Teslis demek, “Allah- Ġsa- Kutsal
ruh”üçlemesini belirler. ġöyle ki, Hz. Ġsa‟nın
babasız olarak dünyaya geliĢine bir türlü anlam
veremeyen Hıristiyanlar, kendilerine göre
yorum yaparak çıkıĢ yolu aramıĢlardır. Mademki
Hz. Ġsa, Allah‟a ait cevheri (ruh) taĢıyor,
öyleyse Hz. Ġsa‟nın vücudunda insana özgü
38
maddi unsur ile Allah‟a ait ruh bulunmasından
dolayı Hz. Ġsa, Allah‟ın oğludur, dediler. Dolayısı
ile Hz. Ġsa, Rabdir. O zaman Hz. Meryem‟de ilâh
doğuran annedir. Bu inançla Hıristiyanlar
Allah‟a baba, Hz. Ġsa‟ya da Rab, diyerek
yaklaĢtılar. Aynı ifadeye Ġncil metinlerinde de
rastlanır. Kutsal ruhun, Allah‟tan çıktığına
inanırlar.
Hıristiyanlık üzerindeki baskılar nispeten
kalkınca, öne gelen Ġncil yazıp inancı yayma
yarıĢına giriĢtiler. Bunun sonucu olarak
birbirinden farklı Ġncil nüshaları ve düĢünceler
ortaya çıktı. Bu çok baĢlı çeĢitliliği gidermek
üzere zamanın yetkili kiĢileri bir araya toplanıp
oluĢturdukları konsüllerde soruna çözüm
aradılar. Bu maksatla;
-325 yılında Ġznik‟te toplanan konsülde,
yüze yakın Ġncil arasından birbirine benzerlik
yönünden bugünkü dört Ġncil seçilip kabul
edildi.
-381 yılında Ġstanbul‟da toplanan
konsülde, Ģu açıklama yapıldı: “ Tanrı baba,
doğmamıĢ ve doğurmamıĢtır. Kutsal ruh,
39
Tanrıdan çıkmıĢtır; gerçek Tanrıdır. Oğul Ġsa
ise, doğmuĢ ve doğurmamıĢtır.”
-431 yılında Efes‟te toplanan konsülde,
Hz. Meryem‟in Hz. Ġsa‟dan dolayı “Tanrı” annesi
olduğu kabul edilmiĢtir. Kendisine de, Tanrı
doğuran anlamında “ Teotokos” denilmiĢtir.
-451 yılında Ġstanbul- Kadıköy‟de
toplanan konsülde, Hz. Ġsa‟nın iki tabiatının
bulunduğu, bakire Meryem‟in, babası tarafından
ilâhi, annesi bakımından beĢeri Ġsa‟yı
doğurduğu kabul edilmiĢtir (1).
Üçüncü yüzyıldan sonra Yunanca olarak
yazılan yeni ahit (Ġncil) 27 kitaptan
oluĢmaktadır. Bunların dördü Ġncil, 21‟i mektup,
1‟isi de Resullerin iĢleri ve Vahiydir.
Hıristiyanlar “ eski ahit” denen Tevrat‟ı da kabul
ettikleri için bunlarla beraber Ġncil, 66 kitaptan
oluĢmaktadır.
Hıristiyanlıkta ibadetler, günlük, haftalık
ve yıllık olmak üzere üç türlüdür: Günlük
ibadetler sabah ve akĢamları papazın kutsal
metinleri okuması ile yapılır. Haftalık ibadet,
Pazar ayinleridir. Burada da kutsal metinler
40
okunur. Yıllık ibadetler ise Noel bayramı (Hz.
Ġsa‟nın doğum nedeniyle yapılır.), Epifanı
bayramı, Paskalya bayramı, Haç yortusu (Hz.
Ġsa‟nın çarmıha geriliĢi), Meryem Ana günü
(Meryem Ananın anısına yapılır) olarak
düzenlenir.
Hıristiyanlığın belli baĢlı üç mezhebi
vardır: Katolik, Ortodoks, Protestan ayrıca,
Süryani Kilisesi, Ermeni Kilisesi, diğer
Hıristiyanlardan değiĢik uygulamaya sahiptirler.
Bu nedenle üç mezhebe bağlı değillerdir.
(c) İslâmiyet
Tek Tanrı inancı görüĢünü benimseyip
yaygınlaĢtıran Yahudi dini, zaman içerisinde
değiĢmiĢ ve putperestlik uygulamalarına yer
verince, bozulan Ģeriatın düzeltilmesi amacıyla
Hıristiyanlık dini gelmiĢtir. Ne var ki, henüz
baĢlangıç aĢamasında söndürülmeye çalıĢılmıĢ
ve mukaddes kitap Ġncil aslı durumunu
koruyamamıĢtır. Ġçine insan söz ve düĢünceleri
eklenmek suretiyle değiĢtirilmiĢtir. Bu defa
tevhit inancının gerçek yönünü bütün insanlığa
41
tebliğ etmek üzere Kuran-ı Kerim Hz
Muhammed(s) „e vahiy edilmeye baĢlanır.
Hz Muhammed(s) 40 yaĢında iken 610
senesinde Hira mağarasında
tefekküre(düĢünme) çekilir. Ramazan ayının
son günlerinde melek Cebrail gelerek
Peygamberliğini müjdeler ve ilk vahyi tebliğ
eder. Böylece 23 yılda Kuran-ı Kerim
tamamlanır. O günlerde Mekke ve civar
yerleĢim birimlerinin halkı putperest inancına
sahiplerdi. Hz Muhammed (s) Allah‟ın emri ile
ilk önce yakınlarını yeni dine davet eder. Fakat
birçok tepki ile karĢılaĢır. Buna karĢın, yine de
gizliden gizliye davet iĢlemini sürdürür. Hz
Ömer‟in Müslüman oluĢu ile açıktan ibadet edip
dini yaymaya çalıĢılır.
Hz Muhammed (s)‟in getirdiği inanç
birliği, Allah‟a, meleklere, kitaplara,
peygamberlere, âhirete (öldükten sonra dirilip
hesap sorulacağına), kaza ve kaderin Allah
tarafından belirlendiğine, inanmayı zorunlu
kılmıĢtır. Bu inancı taĢımakla beraber her
Müslüman‟a namaz kılmak, oruç tutmak, zekât
42
vermek, hac yapmak ve kelime-i Ģahadet
getirme sorumluluğu da yüklenmiĢtir.
Kuran-ı Kerim, 114 sûre ve 6666 adet
âyetten oluĢur. Tamamı Hz Peygamberimizin(s)
sağlığında vahyi katipleri tarafından yazılmıĢ,
Hz Ebu Bekr‟in halifeliği döneminde de bir araya
toplanarak kitap haline dönüĢtürülmüĢtür. Hz
Osman‟ın halifeliği sırasında ise, çoğaltılarak
Ġslâm‟ın yayıldığı yeni ülkelere gönderilmiĢtir.
Hz. Peygamberimizin (s) sünnet ve
sözlerini kapsayan hadis kitapları 90-100 yıl
sonra yazılmıĢ, muteber olanları “ Kutub-i Sitte”
adı altında zamanımıza kadar intikal etmiĢtir
(Buharı, Müslim, Ġbn Mace, Ebu Davud, Tirmizi
ve Nesei‟ye isnat edilen kitaplar).Bu arada
toplumu yanıltan birçok hadis de belirlenmiĢ
oldu.
Ġslâm dünyası geniĢleyince yeni sorunlar
çıkmıĢ, hukuki düzenlemelere ihtiyaç
duyulmuĢtur. Açılan yeni ekoller, Ġslâm
mezheplerinin doğuĢunu da beraberinde
getirmiĢtir. Ġslâm toplumu önce, Sünnî ve ġia
diye ikiye bölünmüĢ; Sünnî ekol da, Hanefi,
43
ġafiî, Maliki, Hambeli adı altında dört ayrı
mezhebe ayrılmıĢtır. ġia da birçok kola
ayrılarak zamanımıza kadar bölünmüĢlük
devam etmiĢtir.
Tek Tanrılı dinler, yani semavi dinler,
tevhit inancını belirleyen esasları kapsar.
Ancak, zaman içerisinde inanç bozulmuĢ ve
mukaddes kitaplara insan sözü eklendiği için
yerine bir sonraki din getirilmiĢtir. Örneğin,
Yahudiler Uzeyr Peygamberi Allah‟ın oğlu,
Hıristiyanlar Hz. Ġsa‟yı hem Allah ve hem de
Allah‟ın oğlu olarak inanırlar (Tövbe
Sûr/30).YaĢanan harpler ve istilalar sonucu
Tevrat‟ın esas nüshaları yok edilmiĢ ve
sonradan tekrar yazılmıĢ ise de, aslından uzak
kalmıĢtır. Ġncil de Hz. Ġsa zamanında değil çok
sonra Havarilere atfen kaleme alınmıĢtır. Roma
Ġmparatorluğu döneminde resmen devlet dini
kabul edilince, toplanan konsüller tarafından
100 Ġncil arasından birbirine benzer ve muteber
görülen bugünkü dört Ġncil seçilmiĢtir. Ancak,
bütün olarak ilâhi vahye dayandığı Ģüphe ile
karĢılanır. Çünkü örneğin Markos Ġncilinde Hz.
44
Ġsa‟nın çarmıha gerilmesi, ölümü, mezara
defnediliĢi ve birkaç gün sonra dirilip göğe
kaldırıldığı yazılıdır (Markos/Bab-15-16).
Halbuki, Hz. Ġsa‟nın ölümü ile vahyin kesilmesi
gerekirdi. ĠĢte bu ve benzer nedenlerle, bozulan
dinin yerine Ġslâm dini getirilmiĢtir.
Peki, Ġslâm dininde zamanımıza kadar ki
dönemde hiçbir sıkıntı yaĢanmadı mı? Tabiî ki
yaĢandı... Kuran‟ın birçok ayetinde Allah Teâlâ
buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah ve
Rasûl‟üna itaat edin ki, kurtuluşa eresiniz!
“(Al-i İmran Sur/132). Peygambere itaat
nasıl olmalıdır? Onun sünneti (gittiği yol) ve
hadislerine (dinin yaĢanmasındaki açıklama ve
tavsiyelerine) uymakla. Kendi sözlerinin Kuran
metinlerine karıĢıp bozulmaması yönünden
sağlığında hadis yazılmasını men etmiĢlerdir.
Ġslâm dininin ikinci kaynağı sayılan hadisler,
ancak Peygamberimizin vefatından 90-100 yıl
sonra Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz‟in isteği
üzerine ve büyük bir ihtiyaç nedeniyle bir araya
toplanmaya çalıĢılmıĢtır (11). Dolayısı ile birçok
uydurma hadis metinleri ortaya çıkmıĢ, Ġslâm
45
toplumu inanç ve farklı düĢüncelerle bir kaosa
sürüklenmiĢti. Bilindiği gibi Kuran 23 yılda vahiy
edilmiĢtir. Bu süre içerisinde Hz.
Peygamberimizin (s) açıklamalarından bazıları,
zaman ve Kuran‟ın akıĢına göre nesh edilmiĢ
(ortadan kaldırılmıĢ), fakat bu durumdan
haberdar olamayan Sahabe veya Tabiler,
Peygamber sözünü kulaktan kulağa aktarırken
toplanan hadisler arasına katıldığı saptanmıĢtır.
Dolayısı ile görüĢ ayrılıkları mezheplerin
doğmasına neden olmuĢtur. Bu farklı
uygulamayı, dinin temel direği sayılan namaz
kılmada Ģekil yönünden görmek mümkündür.
Örneğin, Hanefi mezhebinde namaz uygulaması
ile ġafiî mezhebi arasında farklılık vardır. Gerek
tekbirlerde el hareketi, gerek sabah namazının
ikinci rekâtında ġafiî mezhebine göre uzun bir
dua okunması ve gerek vitir kunut duası
metinlerindeki farklılık. Her iki mezhep
mensupları, namazın kılınıĢ biçimlerini Hz.
Peygamberimizin (s) sünneti ve hadislerine
dayandırmaktadır. Tabiî gönül isterdi ki, Hz.
Peygamberimizin (s) en son namaz kıldırdığı
46
kural ve Ģekliyle bizlere intikal etmiĢ olsun da,
farklı durumlar ortaya çıkmasın! Artık bu
aĢamada bizlere düĢen görev, tevhit inancına
sımsıkı sarılıp Kuran‟ın önderliğinde Allah‟a
yaklaĢmak olacaktır. Herkes mensubu
bulunduğu hak mezhebin ortaya koyduğu
esasları doğru kabul edip yeniden
bölünmüĢlüklere aracı olmamalıdır.Ayrıca kendi
mezhebi dıĢındaki hak mezhepleri eleĢtirip
Müslümanlar arasında kırgınlık ve öfke gibi
olumsuz davranıĢlardan uzak kalmalıdır.. Çünkü
Ģeytan, fitne ve bozgunculuk önerip kiĢinin
sınavı kaybetmesine aracı olmak ister.
Peki, bu olumsuz geliĢmeler karĢısında
Hz. Peygamberimizin (s) sünnet ve hadislerini
bir tarafa bırakıp sadece Kuran‟a sarılmamız
Ġslâm dinini yaĢamamıza yeterli olabilir mi?
Tabiî ki, hayır!... Çünkü Peygamberimizin (s)
sünnet ve hadisleri, Kuran‟ın tefsiri
anlamındadır. Kuranın birçok hükümleri genel
anlamda olup detaylara inmemektedir. ĠĢte
sünnet ve hadisler ara boĢlukları doldurup dinin
esaslarını tamamlamaktadır. Bu nedenle bizler
47
için hiçbir Ģekilde vazgeçilmeyecek rehber ve
kaynak düsturlardır. ġimdi akla Ģöyle bir soru
gelebilir: Kuran, Allah‟ın koruması altında
olduğuna göre, neden sünnet ve hadisler
koruma altına alınmadılar? Bir defa Kuran hem
metin, hem de ifade ilâhi kaynaklıdır. Sünnet ve
hadisler ise, genelde anlam yönünden ilâhi,
ifade bakımından insan kaynaklıdır. Önceki ilâhi
kitapların nasıl bozulduğu örneği ortada iken bir
önlem olarak Hz. Peygamberimiz, Kuran‟a
karıĢır endiĢesiyle sağlığında hadis yazılmasını
uygun görmemiĢlerdir. Ancak, sünnet ve
hadisler Sahabelerin ezberinde canlı tutulmaya
çalıĢılmıĢtır. Bu birinci neden; ikincisi ise
Allah‟ın Müslümanları tabi tuttuğu sınavdır.
Gerçek Müslüman, sorunlarını araĢtıracak,
Kuran ölçülerine göre süzgeçten geçirecek,
hangisinin doğru, hangisinin yanlıĢ olduğuna
kanaat getirdikten sonra uygulamaya
koyacaktır. Diğer bir ifadeyle aklını çalıĢtırıp
doğruyu bulacaktır. Yoksa nefis ve Ģeytanın
hilelerine tutsak düĢer, geleceğini karartır.
48
Bir örnek ile konuya açıklık getirelim:
Ġslâm‟da hırsızlık olayında cezalandırma.
Kuran‟daki hükmü: “Hırsız erkek ve kadının,
yaptıklarına karşılık ve Allah tarafından bir
ceza olarak; ellerini kesin. Ve Allah
Aziz‟dir, Hakim‟dir.” (Maide Sur/38).
Hz. Peygamberimizin (s) bu konudaki
hadisleri:
(a) Buharı ve Müslim‟in sahihlerinde Ebu
Hureyre (r.a.)‟den nakledilen hadiste: “Allah
hırsıza lânet etsin. Yumurta çalar eli
kesilir, ip çalar eli kesilir.”
(b) Buharı ve Müslim‟in sahihlerinde Ġbn
Ömer‟den nakledilen bir hadiste, Rasûlullah (s),
üç dirhem değerindeki bir zırhtan dolayı hırsızın
elinin kesilmesini buyurmuĢtur.
(c) Buharı ve Müslim‟in sahihlerinde Hz.
AiĢe‟den nakledilen diğer bir hadiste, Rasûlullah
(s) Ģöyle buyurmuĢtur: “Hırsızın eli, ancak
bir dinarın dörtte biri veya daha fazlası için
kesilir.”
(d) Ebu Bekr Ġbn Ebu ġeybe der ki:
Rasûlallah Ģöyle buyurmuĢtur: “Hırsızın eli,
49
bir zırh fiyatından daha aşağısı için
kesilmez.” O dönemde zırhın değeri ise on
dirhemdir (13).
Bu hükümlerin uygulanmasına geçelim:
Hırsızın elinin kesilmesi Allah‟ın emridir.
Cezanın infazını Devlet baĢkanı uygular. Hiçbir
kimsenin af etme yetkisi yoktur. Ancak cezanın
infazının nasıl ve hangi hallerde yapılacağı
konusunda tam görüĢ birliği sağlanamamıĢtır:
- Zahiriye itikadına mensup bazı
hukukçulara göre, malın miktarı ne olursa olsun
nisap (ölçü) gözetilmeden, hırsızın elinin
kesileceği,
- Maliki, ġafiî ve Hambeli mezheplerine
göre hırsızın elinin ancak ÜÇ DĠRHEM ve daha
fazlası için kesileceği,
- Hanefi mezhebinde ise ON DĠRHEM ve
daha yukarısı için kesileceği, hükmü
benimsenip Ģeriat kurallarını bu esasa göre
düzenlemiĢlerdir.(23)
Ayrıca, hırsızın elinin koldan mı, bilekten
mi, yoksa parmak uçlarından mı kesileceği
konusunda da görüĢ birliği sağlanamamıĢtır. Bu
50
nedenle diyoruz ki, Hz. Peygamberimizin (s)
değiĢik zaman ve ortamlarda buyurdukları
hadislerin hangisinin son durumu yansıttığına
dair elde bir kanıt bulunmamakta. Toplumda
özürlü duruma düĢüp baĢkalarına yük olacak
insan sayısını daha da artırmamak gerekçesiyle
Hanefi mezhebi görüĢünün benimsenmesi
isabetli olacaktır. Ancak, böyle bir uygulama
sonucu ne ölçüde Allah‟ın emrinin yerine
getirildiği endiĢeye yol açar. Nitekim bazı Ġslâm
ülkeleri “ el kesme” cezasını uygulamaktan
kaldırmıĢ, bunun yerine hapis cezasını
getirmiĢtir.
(2) Çok Tanrılı Dinler
(a) Hinduizm dini
Hindistan bölgesinde yaygın olup kökeni
M.Ö. yıllara uzanan eski bir dindir. En belirgin
özelliği, Tanrı bolluğudur. Bu dinin kutsal
kitabına Bhagavad-Gita adı verilir. Hinduizm‟in
Ģehvet tanrıçası Rati‟dir. AĢk tanrısı, Koma‟dır.
Tanrılar topluluğunun baĢında üç büyük tanrı
bulunur: Brahma (dünyanın yaratılıĢını), ViĢnu
(dünyanın korumasını), ġiva (dünyanın
51
yıkılıĢını) sembolize eder. ViĢnu‟nun ahir
zamanda Mehdi olarak geleceğine inanırlar.
ġiva‟nın, hem yapıcı ve hem de yıkıcı olduğuna,
hem iyilik kaynağı ve hem de öç alıcı olduğuna,
Himalaya dağlarında oturduğu, Ganj nehrinin
onun saçları arasından çıktığına inanırlar.
Ayrıca, ölümden sonraki hayatta kötülerin
Cehennemde, iyilerin ise dünya üstü bir âlemde
tanrılarla beraber olacaklarına inanırlar.
Hinduizm‟de insanı tanrılara ulaĢtıran
yollardan biri de yoga yapmaktır. Onlara göre
yoga, bir antrenman bir oyun değil; insanın
manevi ve ahlâk yönünden üstün seviyeye
yükseltilmesi için ruhsal fonksiyonları bir
noktada toplama çabasıdır. Budizm ve Jainizm
düĢünce sistemine de girmiĢ olan yoga, sekiz
ana maddeden oluĢur:
- Ġnsanın kendini tutması,
- Ġç temizlik, çilecilik,
- DüĢünceyi bir noktada toplama
temrinleri,
- Nefes alıp vermenin denetlenmesi,
52
- Duyulardan ayrılarak, bütün istemli ve
istemsiz organları kontrol altına almak, örneğin
kalbin atıĢını denetlemek,
- Fiziksel varlığın geliĢtirdiği düĢmanca
gücü yenmek,
- Tek bir noktada toplanmıĢ mutlak bir
gerilime, düĢünceyle varmak,
- Bu gerilim sayesinde normal yaĢamdan
el etek çekerek Tanrıyla birleĢmek (18).
(b) Budizm dini
Budizm‟in kurucusu Buda olup M.Ö. 560-
480 yılları arasında Hindistan‟da yaĢadığı
söylenir. Budistlere göre Buda‟nın doğumunda
Tanrılar kucağına alıp kendisini selâmladılar.
Onu insan biçimine girmiĢ tanrı olarak görürler.
Buda‟nın gençlik yıllarında halk arasında
tenasüh teorisi yaygındı. Yani varlıklara canlılık
kazandıran ruhlar, insanın yaĢamı süresince iyi
davranıĢ ve ahlâk güzelliğine sahip olan insanın
ruhu, ölümden sonra tanrıların katına yükselir.
Ahlâkı kötü olan insanın ölümünde de ruhu
Cehennemde uzun süre yanıp temizlendikten
53
sonra ikinci hayatta bir nebat veya hayvana
geçer. Böylece ruhlar devamlı canlı değiĢtirirler.
Buda, ailesinden ve çevresinden uzaklaĢıp
ormanda bir incirin altında yedi yıl sürece
tefekküre (düĢünmeye) baĢlar. Sonunda
Nirvanaya ulaĢtığını ve dünyanın sırrını
çözdüğünü ilân eder.
Budizm‟in Tanrı inancı zayıftır. Bazı
gruplara göre mevcut olmalarının kendileri için
önemi yoktur. Onlar için gerçek kurtuluĢ,
tenasüh çemberi denen ruh sıçramasından ve
dünya ıstıraplarından kurtulmaktır. Bu
kurtuluĢa ulaĢan ruhun, kâinatı yaratan
Brahman‟dan çok üstün olduğuna inanırlar. Bu
nedenle Budistler ruhi varlıklara inanır ve
onlara dua ederler. Bu arada tanrılara dua
edene de karĢı çıkmazlar.
Budistlere göre her Ģeyi idare eden
yegane kuvvet Karma‟dır. Bunun yanında
Brahman ve Ġndira isimlerinde Tanrıları da
vardır. Budist rahipleri tüm iyilikleri kendilerine
prensip olarak kabul eder ve hayatlarını
yönlendirirler. Örneğin, kendisine hakaret
54
edildiğinde, hakaret eden kiĢinin iyi bir insan
olduğunu kabul eder. Çünkü tokat atıp kendisini
dövebilirdi de...
Budist rahipleri, evlenmeyip bekâr
yaĢarlar; çalıĢmaz ve yaĢamlarını dilenerek
devam ettirirler. Cinsel hayata küfür gözüyle
bakarlar. Evlenip çocuk dünyaya getirmeyi ise,
Nirvana‟ya ulaĢmada en büyük engel olarak
görürler (18).
(c) Şintoizm dini
ġintoizm Japonya‟nın resmi devlet dinidir.
1868‟de yapılan devrimden sonra Budizm‟den
ayrılarak gerçek niteliğine kavuĢmuĢtur. Bu
dinin ilginç yönü Tanrı çokluğu ve ruhların
kutsal sayıldıklarıdır. 800‟ün üzerindeki ruh ve
tanrılar topluluğunun baĢında güneĢ tanrıçası
Amaterasu bulunur. Tanrıça gök ülkesini idare
eder. Dünyanın idaresi ise tanrılar meclisi
elindedir.
ġintoistlere göre dünya, birbiri üzerine
kurulmuĢ üç tabakadan oluĢur. Bunlar, yeraltı,
yer üstü ve göktür. Üst tabakada Tanrılar
oturur. Ġlâhlar kendiliğinden meydana çıkmıĢtır.
55
ġintoistler, hükümdarlara bir kutsiyet
vermek için onları Tanrılarla birleĢtirip
yüceltmiĢlerdir. Bütün Tanrılar, önem ve kudret
bakımından eĢit ise de, bunların üstünde bir tek
tanrıça vardır. O da güneĢ tanrıçası
Amaterasu‟dur. Japonlar imparatorlarını güneĢ
tanrıçasının oğlu olarak kabul edip onları gözle
görülür “Tanrı‟dır”, derler. Ġkinci dünya SavaĢı
sonrası Japonya‟yı iĢgal eden Amerikalıların
baskısıyla, 1946 yılından itibaren imparatorun
tanrının oğlu olduğu iddiasından
vazgeçmiĢlerdir.
Tanrılara ibadet, dua okumakla, pirinç ve
pirinç Ģarabı sunmakla olur. Ġbadetler evlerde
veya kümbet denen mabetlerde yapılır. Dua
etmeden önce ġintoist ellerini çırparak Tanrının
dikkatini kendi üzerine çekmeye çalıĢır. Dua
ettiği salondaki perdenin arkasında, kapalı bir
kese içerisinde Tanrıyı temsil eden ayna, yastık,
silah, kılıç ve iplik gibi semboller bulunur.
ġintoizm‟in en büyük rahibi imparatordur. Her
tapınağın ayrı bir Tanrısı bulunur. Ölen bir
kimsenin ruhunun yeraltı dünyasına gittiğine
56
inanılır. Ancak kiĢi saygın birisi ise, ruhu yer
üstünde kalıp gizli olarak yaĢamaya devam
eder. ġintoizm‟de, iyilik ve kötülüklerin
karĢılığını görme inancı yoktur. Bugünkü görüĢe
göre ölen her ġintoist ilah sayılır (18)
Dünya üzerindeki din ve inanıĢ
çeĢitliliğinin nedeni ne olabilir? Hz. Âdem‟le
baĢlayan tevhit inancı neden zaman zaman
kesintiye uğrayıp yerini putperestliğe veya
hayali varlıklara bırakmıĢtır? Yüce Rabb‟imiz
böyle geliĢmeye ,neden müsaade etmiĢtir? Bu
ve buna benzer soruların yanıtını, insanın
yaratılıĢ biçiminde aramalıyız. Ġnsan, diğer
yaratıklardan farklı özelliklere sahiptir. Akıl,
zekâ, irade gücü, beĢ duyu organı, nefis ile
donatılıp ruhla desteklenmiĢtir. Bu nimetlere
karĢı, kendisine sorumluluk görevi yüklenmiĢtir.
Sorunluluğunu yerine getirirken de imtihan
geçirmektedir. Yani doğru olanı, nefsin itirazına
karĢın aklını kullanarak seçip iradesiyle
uygulamaya koyabilmesidir. ĠĢte Yüce Rabbim,
kimin davranıĢının daha güzel olduğunu ve
kurallara uygunluğunu belirlemek üzere
57
sağladığı imkân, verdiği olanaklarla bizleri
denemektedir. KiĢilere dünya yaĢamında,
inançlı-imansız ayrımı yapmadan her türlü
nimetler, olanaklar verilmekte. Ġyilik yapmak
isteyen iyilik yapar; kötülük yapmak isteyen de
kötülük yapar; herkes içinden geldiği gibi
davranır. Bunlar birer imtihan konusu olması
nedeniyle Allah müdahale etmeyip bizleri
seçiminde serbest bırakmıĢtır. Sonuç, kıyamet
sonrası hesap gününde yargılanıp belirlenecek
akıbete ulaĢılacaktır.
Konuya bu düĢüncelerle yaklaĢıldığında;
doğru yolun seçiminde insana yeterli kabiliyet
ve beceri kazandırılmıĢ, yol haritası olarak
görevlendirdiği peygamberlerle de kurallar dizisi
ilâhi kitaplar verilip alt yapı tamamlandıktan
sonra hareket tarzımız serbest bırakılmıĢtır.
Ayrıca, kurallara uymayan geçmiĢteki bazı
kavimlerin nasıl cezalandırıldığı da ibret alınsın
diye örnekleriyle zamanımıza kadar
aktarılmıĢtır. Artık böyle bir oluĢumdan sonra
bize düĢen görev aklı kullanıp doğru olanı
seçerek uygulamak olacaktır.
58
Bugünkü ortamda kıtalar üzerine yayılmıĢ
bölge ülkelerini incelediğimizde, birçoklarının
sanayi ve ticarette kalkınmıĢ, dev teknoloji ile
dünya ticaretinde büyük pazar payına sahip
olmuĢ, geliĢtirdiği iletim teknolojisini, eğitim ve
sağlık hizmetlerini üstün seviyede halkının
refahı için yaygınlaĢtırmıĢ, insan haklarına
saygınlığı artırmıĢ, kurdukları devlet düzeni ile
herkese eĢit adalet dağıtmıĢ, yine herkese aĢ-iĢ
olanakları sağlayıp toplumsal kalkınmayı
kendilerine görev kabul etmiĢ bir zihniyetin
temsilcisi olan insanlar, neden hâlâ çok tanrılı
dini inançlara bağlı kalmaktalar!.. Hayranlıkla
izlenen o teknoloji sahibi kiĢiler için akılsız
denemez. Onlar hem akıllı ve hem de aklını
doğru yolda kullanabilme becerisine sahip
kiĢiler. Öyleyse peki, neden inanç yönünde
atalarının mirası üzerinden hiç sapmadan
bağlılıklarını devam ettirmektedirler?
Genelde biz insanlar birçok konuda
birbirimize benzeriz. Bu benzerlik veya ortak
yönümüz nedeniyle toplumlar arsında iliĢkiler
kurulup devam ettirilir. Günümüz Türkiye‟sinde
59
halkımızın yaĢam tarzına bir göz atınca o
soruların yanıtını da bulabiliriz:
Ailede evlilik bağının orta halkası denince,
dünya tatlısı bebek gelir akla. Anne-baba
sevgisiyle büyüyen bebek, kısa zamanda
konuĢup yürüyen çocuk olur. Belirli yaĢa
gelince de, anne-baba çocuklarının sağlıklı ve
bilgili olabilmesi yönünden bütün olanaklarını
çekinmeden feda eder. Temel öğretim-orta
öğretim-yüksek öğretim diyerek gündüzünü
gecesine katarak öğrenimini tamamlayan genç
de, önce meslek, sonra evlilik derken yeni bir
hayata baĢlar. Ġki önemli amacı vardır; bir
meslekte yükselip üst makamlara çıkma ve
daha çok kazanç elde etme; evlenip ülkeye
sağlıklı ve bilgili çocuk yetiĢtirme. Bu amaç
doğrultusunda hedefe ulaĢabilmek üzere hep
koĢuĢmakla geçer günleri. Bu tür günlük
uğraĢılar öylesine benliğini sarar ve aklı baskı
altında tutar ki, ondan baĢkasını düĢünme
fırsatı bırakmaz. ġuur altında yerleĢir ve
sabahtan gece uyuma anına kadar iĢini, eĢini,
çocuğunu, geçim yollarını, kiĢiler arsındaki
60
iliĢkileri, alıĢ-veriĢlerini düĢünmekten, bırak
inanca bağlı görevleri, kendisini yaratıp yaĢatan
Allah‟ı bile hatırına getirmez. ġimdi bu kiĢiye
sorulsa: - Hangi dindensin? – Ġslâm, diyecektir.
– Ġslâm dininde olan insanlara ne ad verilir? –
Müslüman. – Bir kiĢinin Müslüman sayılabilmesi
için ne gerekir? – Kelime-i Ģahadet, (yani
tanıklık ederim ki, Allah‟tan baĢka Tanrı yoktur,
yine tanıklık ederim ki Hz. Muhammed (s.)
Allah‟ın kulu ve Resulü‟dür.) demek gerekir.
Peki, her Müslüman‟ın yapmakla sorumlu
bulunduğu en önemli görevi nelerdir? – Namaz
kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hac etmek,
kelime-i Ģahadet getirmek.
- Bunları sana kim öğretti? – Öğrencilik
döneminde ders olarak okudum. –Peki, günlük
yaĢamda bu kuralları yerine getirebiliyor musun
veya hangilerini yerine getirebiliyorsun? Hayır,
hiçbirini...
ĠĢte, Türkiye nüfusunun %99‟unu
oluĢturan Müslüman din kardeĢlerimizin büyük
bir bölümü söyleĢideki kadar dinle ilgili bilgi ve
uygulamaya sahip kiĢiler. Bunlar için önemli
61
olan, meslek ve iĢ sahibi olup bol kazanç elde
etmek, eĢ-dost sohbetlerini gazino ve diskotek
kültürüyle zenginleĢtirmek, evlilik ve araba
sevdasıyla heyecanlı, hızlı bir hayat yaĢamak
veya turistik seyahatlerle gününü gün etmektir.
Her gece yatağına yorgun beyin ve bedenle
dönen bu kiĢilerin ne ilâhi görevleri yapabilecek
halleri, ne de Yaratanı düĢünecek zamanları
olacaktır. Zaten onlar için bu kavramların hiçbir
önemi de yoktur. En yakınının cenaze namazı
kılınırken cami dıĢından seyreder. Kendisini
görev dıĢı görür. Belki de içinden gericilikle
eleĢtirir namaz kılan Müslümanları.
ġimdi gerçeklere dönelim; böyle bir görüĢ
ve davranıĢ biçimine sahip kiĢinin Müslüman
olup olmadığı onun için ne anlam ifade eder.
Ġslâm‟ın kurallarını yaĢamadıkça Müslüman olsa
ne yazar, olmasa ne kaybeder! Müslüman
anne-babadan doğmuĢ olması dıĢında Ġslâm‟la
da bir iliĢkisi yok. Bunun gibi teknoloji ve
sanayide geliĢmiĢ ülkelerin, daha çok çalıĢıp,
çok üretip bol kazanç elde etmek amacına
ulaĢabilmek için gündüzüne gecesini ekleyen
62
halkının, eğitimli de olsa din faktörüne bakıĢ
açısı negatif olacaktır. Onlar için Tanrının tek
veya çok oluĢu bir değer ifade etmez. Aklını ve
düĢüncelerini bu konular üzerinde yoğunlaĢtırıp
zamanını boĢa harcamak da istemezler. Çünkü
onlar maddeleĢip Ģeytan güdümündeki
nefislerine tutsak düĢmüĢlerdir. Nereye
kadar!... Ġnancımıza göre, tekrar diriliĢ ve
hesap verme gününe kadar tekrarlanıp gidecek
bu geçici dünya sevdası.
Tüm insanlar, mukadder olup gelecekteki
ebedi hayatlarının belirlenmesi için bu dünyanın
oyalamalı geçici zevkleri ve uğraĢılarıyla büyük
bir imtihan geçirmekteler. Ġnsan ne kadar akıllı
ve becerikli olsa da Ģeytanın güdümündeki nefsi
isteklere karĢı iradesini kullanabilme yeteneğine
sahip değilse, yaĢam kavgasında her zaman
yenik düĢecek, zarar görecektir.
c. İbadet Yönünden Geçirilen İmtihan
Öncelikle ibadet kelimesi üzerinde
duralım: Ġbadet nedir? Ġbadet kime yapılır?
Yapılmazsa sonucu ne olur?
63
Ġbadet, Tanrı buyruklarını yerine getirme,
O‟na en büyük saygı ve bağlılık göstererek
tapınma, anlamını ifade eder. Demek ki, insan
kendini yoktan var eden, belirli bir hayat
yaĢatan, yaĢam süresince beslenip yararlandığı
her türlü rızk ve olanakları kendisine lütfeden
Yüce Rabbine karĢı Ģükran borcu olmaktadır
ibadet. Zaten Allah Teâlâ da: “Ben cinleri ve
insanları ancak bana ibadet (kulluk)
etsinler diye yarattım.” (Zariyat Sur./56)
buyurmakla bu gerçeği belirtmektedir.
Ġbadet, ancak Tanrıya yapıldığı takdirde
bir anlam kazanır ve yapanı da yüceltir. Ġlk
insandan bugüne dek halen yaĢayan veya
tarihe karıĢmıĢ dini inanç yelpazesinde sayısız
denecek kadar çok inanç çeĢitliliği mevcuttur.
Kimisi tek tanrıya, kimisi çok tanrıya, kimisi
aya, güneĢe, yıldızlara; kimisi tabiat varlıkları
ve putlara; kimisi de, ruhlar ve Ģeytanlara
tapınmaktadır. Atalarından ne miras kalmıĢ ise,
kendileri de aynı tutum içinde yaĢayıp giderler.
Akıllarını gerçeği bulmada kullanmazlar. ġimdi,
Allah Teâlâ dıĢında kendilerine Tanrı arayan
64
kiĢilerin, gerek insanlık yararına ve gerek kendi
menfaati için yaptığı doğru davranıĢın inanç
yönünden bir faydası olabilir mi? Konuya Ġslâm
açısından bakıldığında zararın ötesinde hiçbir
yararı yok olarak görülür. Zararı ise, kendi
Yaratanını inkâr etmek veya O‟na ulaĢmada
baĢka yaratıkları aracı olarak görmekten
kaynaklanan büyük günah iĢlenmiĢ olması.
Hâlbuki, kendisini Allah‟a kul, Hz. Peygambere
(s) ümmet kabul edip yaptığı her doğru
davranıĢında Allah‟ın hoĢnutluğunu gözetmesi,
onu sonucu mutlu kurtuluĢa ulaĢtırır.
Ġbadet, Allah‟a büyük saygı ve bağlılık
göstererek O‟nun buyruklarını yerine getirmek
olduğuna göre, nelerin ibadet Ģemsiyesi altında
toplandığına değinelim: Öncelikle ibadet,
bedeni, mali, hem bedeni ve hem de mali
olmak üzere üç grupta toplanır. Bedeni
ibadetler, namaz kılmak, oruç tutmak, Allah‟a
dua etmek, Ģükretmek, sabretmek, Allah‟a
tövbe etmek, muhtaç olanlara hizmet etmek,
insanlara güzel söz söylemek ve bunlara benzer
salih ameller olarak söylenir. Mali ibadetler,
65
zekât vermek, devlete vergisini ödemek, ihtiyaç
sahiplerine borç para vermek, dilenenlere veya
iffetinden dolayı dilenemeyen muhtaçlara
sadaka vermek, kurban kesmek gibi davranıĢlar
bu grubu oluĢturur. Hem bedeni ve hem de
mali ibadetler, hac ve umre ile mukaddes
mekânları ziyaret etmek, uzaktaki dost ve
akrabaları arayıp görüĢmek ve bunlara benzer
diğer salih ameller, bu gruptan sayılır.
Her ibadet Allah rızası gözetilerek veya
niyetiyle yapılırsa ulvi değer taĢır ve makbul
kabul edilir. Aksi halde kiĢiye hiçbir manevi
yararı dokunmayan davranıĢtan öteye
geçemez. Bunun açık örneğini Hz.
Peygamberimizin (s) döneminde Uhud SavaĢı
sırasında meydana gelen olaydan öğreniyoruz:
Uhud SavaĢı Hicretin 3. yılında, milâdi 27
Mart 625 tarihinde Medine‟de Müslümanlarla
Mekkeli müĢrikler arasında yapıldı. MüĢrikler
üzerine ilk ok atan Evs kabilesinden Kuzman
adında bir kiĢi idi. DüĢmanla karĢı karĢıya
gelince de kılıcına el atarak onunla da çok iĢler
baĢardı; 10 müĢriki öldürdü. “Ey Evs
66
hânedanı!.. Siz de, benim yaptığım, Ģeref ve
Ģan için çarpıĢın!” diyerek müĢriklere kılıç
salladı, sonra yaralandı.
Uhud SavaĢından önce, Kuzman‟ın adı
anıldıkça Hz. Peygamberimiz (s):
“O,Cehennemliktir!” diye buyururdu. Kuzman
yaralanıp yatağa düĢtüğü zaman
Müslümanlardan birisi ona: “Ey Kuzman! Seni
tebrik ve Cennetle tebĢir (müjde) ederim.
Vallahi, bugün senin uğradığın musibet sana
Allah‟tandır.” demiĢti. Kuzman , “Ne diye tebĢir
ve tebrik ediyorsun. Vallahi ben, kavmimin
gayretinden baĢka bir maksatla çarpıĢmadım.
Böyle olmasaydı çarpıĢmazdım!”dedi. Yaranın
sancısı Ģiddetlenince çantasından çıkardığı okla
kolunun damarını keserek intihar etti. Haber
Hz. Peygamberimize (s) ulaĢınca “Allah‟u
Ekber! Ben gerçekten Allah‟ın kulu ve
Rasûl‟u olduğuma şahadet ederim.” diyerek
önceki haberin doğruluğunu belirtti (12).
Bu yaĢanmıĢ tarihi olayın kritiği
yapıldığında;
67
-Kuran‟a göre savaĢmak her Müslüman‟a
farz kılınmıĢ, gaziler yüceltilmiĢ, Ģehitler ise
Allah‟ın salih kullarına dâhil edilip Cennette
Peygamberlerle beraber bulunacakları
müjdelenmiĢtir. Hangi Ģehitler? Allah için niyet
edip O‟nun rızasını kazanmak üzere savaĢan
Ģehitler. Dikkat edilirse, Kuzman, Allah rızası
için değil, mensubu bulunduğu kabilenin Ģan ve
Ģerefini yüceltmek niyetiyle savaĢtığı;
-Sabretmek de bir ibadettir. Kuzman
yaranın acısına dayanamayıp okla kolunun
damarını keserek intihar etmiĢtir. Yani Ġslâm
dininin kesinlikle yasakladığı kötü bir davranıĢta
bulunmuĢtur. Allah‟ın verdiği canı, ancak
kendisi alacaktır. Buna, kiĢinin kendisi dâhil
hiçbir kimse yetkili değildir. Bu nedenle Hz.
Peygamberimiz (s) hakkında Cehennemlik
olduğunu ifade ettiği;
-Bu olay, aynı zamanda Hz. Peygambere
(s) ait kesin hükümlerin, kendinden değil ilâhi
kaynaklı olduğunu kanıtladığı, görülür.
Yine bu olay, geleceğe yönelik askerlik
hizmetini tamamlamak üzere aile ocağından
68
ayrılan Müslüman gençlerin, Allah rızasını
gözeterek niyet yapmalarının gerekliliğini
zorunlu kılmaktadır. Örneğin, <Yüce Allah‟ım!
Senin rızan için askerlik hizmetimi tamamlamak
üzere gidiyorum. Hakkımda hayırlı kıl ve
kolaylaĢtır!> Ģeklinde veya içinden geldiği gibi
niyet ve dua yapmalıdır. Yapmasa ne olur?
Yapılmadığı takdirde, hizmetinin manevi
yararını, yani sevabını elde edemez. Kanıt mı
isteniyor! ĠĢte yanıtı: Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor:
Resûlullah (s) buyurdular ki,: “Ameller
niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey
vardır.... (Buharı, Bed‟ul Vahy:1,Nikâh:5).
Bu nedenle diyoruz ki;
Allah‟ın rızasını, hoĢnutluğunu dilemeden;
Ģan ve Ģeref için veya baĢkaları “desinler!” diye
nefisten kaynaklanan büyüklük gururunun
heyecanı ile yapılacak her türlü hizmet, kiĢiye,
sevap yerine günah kazandırır. Bu, aynı
zamanda kiĢinin yaĢamını değerlendiren bir
imtihan olur.
(1) Namaz, Oruç, Zekât, Hac ve Umre
İbadetleri
69
(a) Namaz İbadeti
Ġslâmiyet‟te ilk farz olan ibadet namazdır.
Kuran‟da ibadetler içinde en çok tekrarlanan da
yine namazdır. Çünkü namaz, kul ile Allah
arasındaki maddi ve manevi yaklaĢımı sağlayan
bir davranıĢ biçimidir. Müslüman kıldığı
namazlarında, ayakta, rukûda ve secdede Rabbi
ile beraber olmanın huzurunu maddi yönden,
okuduğu âyet ve dualarla Allah‟la konuĢmanın
hazzını da manevi yönden yaĢar. Hz. Musa Tur
dağında; Hz. Peygamberimiz (s) de, Miraç
gecesi “Sidretü‟l- münteha” ötesinde Rabbi ile
konuĢtu. Miraçta Cenab-ı Hak, Hz.
Muhammed‟e (s) nice âlemler gösterdi. Kulu
Muhammed‟e vahiy edeceğini vasıtasız vahiy
etti. Bu makamda iken Hz. Peygamber(s)‟e üç
Ģey verildi:
-BeĢ vakit namaz farz kılındı (Daha önce
sabah ve akĢam namazları kılınmakta idi.),
-Bakara Suresinin son iki ayeti (âmene
rasûlu- anlamı) vahiy edildi,
70
-Hz. Peygamber(s)‟in ümmetinden Allah‟a
Ģirk koĢmayanların Cennete girecekleri müjdesi
verildi (Müslim, Ġman: 173).
Nasıl ki Hz. Peygamberimiz (s), miraç
olayında Rabbine yaklaĢıp O‟nunla vasıtasız
konuĢma lütfuna sahip oldu; bunun gibi
Müslümanlar da günde beĢ vakit namazda
Allah‟ın huzuruna durup O‟nunla konuĢma
imkânına kavuĢurlar. Bu nedenle müminin
miracı da, namaz olmaktadır. Ancak hangi
koĢulları taĢıyan namaz? Bu ayrıntıların
bilinmesi ve buna göre Müslüman‟ın
davranıĢlarına yön vermesi gerekir. Aksi halde
kılınan namaz, taklit ve gösteriĢ ötesine
geçmeyen bir alıĢkanlık biçimi olur.
Namaz kılmayı emreden kimdir? Allah
Teâlâ... Öyleyse makbul namazın koĢullarını da
O belirlemiĢtir. Ne diyor Yüce Rabbimiz:
“Kitaptan sana vahiy edileni oku ve
namazı dosdoğru kıl. Şüphe yok ki namaz,
hayâsızlıklardan ve kötülüklerden alı
koyar. Ve elbette ki, Allah‟ın zikri en
büyüktür. Ve Allah ne yaptığınızı bilir.”
71
(Ankebut sur/45). “Namazlara ve orta
namaza devam edin. Allah‟a saygı ve
bağlılık (huşu) içinde namaz kılın” (Bakara
Sur/238). “Onlar ki, namazlarında huşu
içindedirler” (Müminin Sur/2).Yaratan‟ın
Müslüman‟dan istediği namaz, dosdoğru olacak
ve aynı zamanda kiĢiyi hayâsızlık, kötülük gibi
davranıĢlardan uzak tutacak özellikte
bulunacaktır. Konuyu biraz daha açalım:
Dosdoğru namaz, Allah‟ın emirlerine ve Hz.
Peygamberimizin (s) tavsiyelerine göre kılınmıĢ
namaz olmalıdır. ġöyle ki, önce belirlenen
kurallara uygun aptes alınmalı, vaktini de
belirterek niyet yapmalı, tekbirleri, kıyam,
kıraat, rukû, sücud, teĢehüt gibi hareketleri
sırasına göre zamanında yapmalı, namazın
baĢlangıcı ile selâm verip çıkıĢına kadarki
sürede huĢu içerisinde bulunup Ģeytanın
vesvesesinden uzak kalmaya çalıĢmalıdır. KiĢi
niyet edip namaza baĢlayınca, Ģeytanın
güdümündeki nefsin etkisinde kalıp günlük
sorunlarını düĢünmeye ve çare bulmaya
kalkıĢırsa bu kılınan dosdoğru namaz olamaz.
72
Peki, ne olur? Sevabından öte, sadece
üzerindeki farz borcu Ģeklen ödenmiĢ bir namaz
olur.
ġimdi dosdoğru namaz kılacak bir
Müslüman‟ın fıkıh kurallarına göre hareket
tarzına beraberce göz atalım: Önce bedeni ve
elbisesini, varsa pislikten temizler. Niyet edip
aptes almaya ellerini yıkamakla baĢlar. Ağza-
buruna su verip çalkalar ve yüzünü yıkar. Önce
sağ sonra sol kollarını dirseklere kadar yıkar.
BaĢ ve kulakları mesh edip önce sağ sonra sol
ayakları bileklere kadar yıkar. Bütün bu yıkama
iĢlemlerini en az üçer defa tekrarlar. Namaz
vaktine göre, o vaktin (Farz, Vacip, Sünnet)
namazlarına niyet edip usulüne uygun kılar.
Eğer namaz içerisinde bir yanlıĢlık yapılmıĢ
veya unutma olmuĢ ise sonunda yanılma
secdesi yaparak namazını tamamlar. Yanılma
secdesi, namazın vacipleri için yapılır. Farz olan
bölümlerdeki hata için yapılmaz; geçerli
olabilmesi için namaz tekrar kılınır. Namaz
içinde iken Ģeytanın vesvesesi ile amansız bir
mücadele sürdürür. Mümkün oldukça namazla
73
ilgili olmayan düĢüncelerden uzak kalmaya
çalıĢır. ĠĢte bütün bunlar, Müslüman‟ın namaz
ibadetini yaparken karĢısına çıkan imtihan
konularıdır. Kuralları aynen uygulayan,
dosdoğru namaz kılmıĢ olur. Yine namazda
iken, sağa- sola bakmak, elbisesini düzeltmek,
konuĢmak iĢaret etmek veya sorulan soruya
cevap vermek, namaz yerindeki çöpleri
toplamak, sakız çiğnemek, bir Ģey yemek,
uykuya dalmak gibi meĢguliyetler, Allah‟a
saygınlık ve bağlılığı engelleyen birer imtihan
konusu olup yapana puan kaybettirir. Yani
bütün bunlar kazanılan sevabı azaltır.
Bir de kiĢinin namaz dıĢı sınavı vardır.
ġeytan, kiĢi ile namazı arasına girip zaman,
mekân ve ortam koĢullarına göre caydırma
iĢlemine kalkıĢır. Havanın sıcak- soğuk oluĢunu
bahane eder ve kiĢi üzerinde uyuĢukluk yapar.
Uyku hali getirip, “BaĢkaları namazla iliĢkisi
olmadığı halde nasıl refah içinde yaĢıyor; sen
namaz kıldın da iki yakan bir araya mı geldi?
Namaz kılarsan gerici derler, sonra insanı
iĢinden- gücünden ederler; çocuklarına iyi gözle
74
bakmazlar ve dolayısı ile onların geleceklerini
de olumsuz yönde etkilersin” gibi düĢüncelerle
kiĢiyi meĢgul eder. ġimdi bir tarafta Allah‟ın
“namaz kılın” emri, diğer tarafta nefsin
vesveseli itirazları..Hangi yönü tercih edecektir?
Böylece imtihanını baĢarı derecesi de ortaya
çıkacaktır.
Bu bölümde belki de bugüne dek
bilmediğiniz, görmediğiniz, okumadığınız ilginç
bir konudan söz edilecektir. Yazarın araĢtırarak
ve yaĢayarak elde ettiği deneyimleri sizlerle
paylaĢarak açılan pencereden bir gerçeğin daha
görülmesine yardımcı olunacaktır:
-Nasıl bir pencere?
-Gönül penceresi!
-Peki, gönül penceresinden bakılınca ne
gibi gerçek görülecek?
-„Kılınan namaz, yapılan dua ve makamı
ile okunan Kuran‟ın insan sağlığını olumlu
yönde etkilediği ‟ gerçeği!
ġimdi denebilir ki, bu konu çok önceden
bilinmekte, bunun neresi yeni bilgi? Size
anlatılacak olan konu bunun ötesinde baĢka bir
75
yorum. Sabırla okuyalım ve birlikte görelim ;
bakalım Mevlâ‟m neylemiĢ, yaptıklarını ne
kadar güzel eylemiĢ!...
.Yüceler yücesi Ulu Allah buyuruyor:
“Kuran okunduğu zaman onu dikkatle
dinleyin ve susun ki merhamet olunasınız
(acınasınız)” (Araf Sur./204) Bu ayeti her
Cuma hutbesinde Ġmam Arapça metin olarak
okur ve Müslümanları uyarır. Böylece Kuran‟a
saygı, Allah emrine itaat ve sevap kazanmak
niyetiyle Kuran okunduğu zaman meĢguliyetler
terk edilip huĢu içerisinde dikkatle dinlemek
gerekir.
Hal böyle iken birçok Müslüman,
istedikleri halde bir türlü Kuran‟ın okunuĢunu
dikkatle dinleyemediklerinden yakınırlar.
Dahası, dinlemeye baĢladıktan kısa süre sonra
ilgisi olmayan çeĢitli düĢüncelerin kendilerini
meĢgul ettiklerini üzülerek ifade ederler. Diğer
bir deyiĢle, akıl ile nefsin mücadelesine sahne
olurlar. Nedeni araĢtırılırken üç sorun karĢımıza
çıkar:
76
1.Kuran‟ın usulüne uygun okunmadığı
veya ,
2.Türkçe anlamı bilinmediğinden kısa
süre sonra dikkatin dağıldığı,
3.Dinleme tekniğinin yeterince
uygulanmadığı.
Bu konuları biraz irdeleyerek soruna
çözüm bulmaya çalıĢalım:
Kuran, Hz. Peygamberimize vahiy
edilmeye baĢladığı zaman Arap edebiyatının en
güçlü olduğu zamandı. YarıĢma yapılıyor,
beğeni kazanan Ģiirler Kâbe duvarına asılarak
sahibi onurlandırılıyordu. Böyle bir ortamda
müĢrikler Kuran‟ı dinleyip kötülemek, halkın
ilgisine engel olmak amacıyla kusur bulmaya
çalıĢtılar. Fakat Kuran‟ın anlatım ve
okunuĢundaki ahenk, getirdiği hükümlerin
tutarlılığı karĢısında mantıklı bir söz
bulamadılar. Kendi Ģiirlerinden kat kat üstün
olduğunu da anladılar; yine de, “Eskilerin
masalları” diyerek küçümsemek istediler. Buna
karĢın yine de, dinleyenlerin çoğunun Kuran‟ın
ilâhi cazibesine tutulup Müslüman olmaları
77
önlenemedi. Hz. Ömer‟in Müslüman oluĢuna
iliĢkin geliĢmeler de bu görüĢün ilginç örneğini
teĢkil eder. ġöyle ki;
Hz. Ömer, Ġslâm‟a girmeden önce fiziki
yapısı ve davranıĢlarıyla çevresine korku salan
bir kiĢiliğe sahipti. Bir gün henüz Müslüman
olan kız kardeĢinin evine gider. Kapıya
yaklaĢtığında içeride okunan Kuran‟ı iĢitir.
Kendisine hâkim olamayarak kız kardeĢini ve
kocasını tokatlar. Hırsı geçince, iĢittiği Ģeyin ne
olduğunu sorar ve kendisine de okunmasını
ister. O güzelim Kuran‟ı ahengiyle dinleyince
imana gelip hemen Hz. Muhammed‟in (s)
bulunduğu yere koĢar Peygamber Efendimizin
önünde diz çökerek kelime-i Ģahadet getirip
Müslüman olur ve seçkin sahabeler arasında
yerini alır.
1961 yılında Ġstanbul Yük. Ġslâm
Enstitüsünde tefsir ve fıkıh dersleri veren
Pakistanlı bilim adamı Prof. Muhammed
Hamidullah anlatıyor:
“Ġstanbul‟da iken bana Avrupalı bir müzik
profesörü geldi:
78
-Kuran‟ı tetkik ediyorum dedi. Kuran Ģiir
değildir ama onda öyle bir musiki var ki, insanı
hayrete düĢürüyor. ġiirde bir kelimenin yerini
değiĢtirirsen vezin bozulur, musiki ve ahengin
kaybolduğu derhal anlaĢılır. Ama nesirden bir
harf, birkaç kelime kaldırsan ahenk bozulmaz.
Çünkü ölçü yoktur. Kuran Ģiir olmamakla
beraber ondan bir harf kaldırsan derhal kendine
has musikinin aksadığı görülüyor. Bu beĢer
sözünde olmaz BeĢer sözünde böyle istisnasız
tam bir ahenk bulunamaz. Bunun için
Müslüman oldum; yoksa ben Arapça bilmem,
dedi1”
Müzik sanatıyla uğraĢanların Müslüman
oluĢlarında, bilhassa Kuran‟ın harika ritim ve
ahenginin büyük ölçüde etkili olduğu görülür.
Hassas sanatçı kalpleri bu ilâhi cazibeye takılıp
Ġslâm‟ı seçerken kendilerini huzur ortamında
bulduklarını ifade ederler. Örneğin Cat Stevens
(Yusuf Ġslâm), Stewie Wonder ve M. Becart
bunlardan birkaçı. Pop müzik dünyasının en
1 İman Eden Bestekâr, Zafer İlim Arş.Der. Eylül 1988 Sayı:141
79
meĢhur gruplarından olan Boney-M‟in iki
vokalisti ile grubun menajeri de bu gerekçeyle
Müslüman olurlar.
Bir Ġngiliz âlimi olan A.J.Arberry de
duygularını Ģöyle ifade eder:
“Kuran‟ı her ne zaman makamla
okunurken iĢitsem, bana müzik dinliyormuĢ gibi
gelir. Bu sürekli melodinin altında kusursuz bir
ritmin ısrarlı temposunu iĢitiyorum. Tıpkı
kalbimin vuruĢları gibi...2
Tekrar o konuya dönelim. Arapça
bilmeyen, çevresinde Arapça konuĢulmayan,
sanatçı olma dıĢında baĢka özelliği bulunmayan
bu kiĢiler, nasıl oluyor da adını da, dinini de
değiĢtirecek kadar Kuran‟ın ritim ve ahengini
yaĢamlarının vazgeçilmez bir parçası haline
getirebiliyorlar? Evet! Hayranlık duymuĢlardır,
çünkü hassas sanatçı kalpleri ilâhi ahenk ile
beĢeri ahengin farklılığını kolayca ayırt etmeğe
daha duyarlı bulunmaktadır. Diğer bir ifadeyle
dinleme tekniğini iyi kullanan kiĢilerin
duydukları haz ile sadece kulağa gelen sesi
2 Yeni Bir Müzik, Vehbi Vakkasoğlu, Zafer İlim Arş.Der. Nisan 1989 Say:148
80
algılamaktan baĢka gayreti bulunmayanların
hissettikleri ahenk elbette farklı olacaktır.
Birincisi haz duyarken, ikincisi sıkıntıdan
yakınacaktır. Nedeni, dinleme tekniğinin
yeterince kullanılmaması.
Örneğin, okuma becerisini ele alalım.
Kimisi sesli okur, kimisi sessiz okur; kimisi
yavaĢ okurken kimisi de hızlı okur. Sesli
okumada, konuĢmada kullandığımız organlar
çalıĢır. Sessiz okumada ise gözle takip edilir ve
anlam beyinde oluĢur. Bunun gibi dinlemede
haz duyabilmek için gerek Ģiir olsun, gerek
müzik olsun kendini melodinin akıĢına verip
dikkatini bu noktaya odaklaması gerekir. Bu
aĢamada melodinin ses tonu ile nefes alıĢ- veriĢ
biçimi de önem kazanır. Ses tonu, konuĢma ses
ölçüsünü aĢmamalı, çünkü duyu organının sinir
hücreleri buna uyarlıdır; yüksek ses rahatsızlığa
neden olur. Nefes de diyafram (karın)
kullanılarak burundan alınmalı ve yavaĢ yavaĢ
dıĢarı verilmelidir. Böyle bir uygulama ile
dikkatin dağılması da önlenmiĢ olur.
81
Dinleme tekniği denen bu uygulama ile
kiĢi melodinin akıĢına kendini verip ritimli ve
ahenkli ses titreĢimlerinin sinir hücrelerini
terapi yapmasına olanak sağlayabilirse haz
duyulması gerçekleĢmiĢ olur!.. KiĢi bu konuma
geldiği zaman kalpten doğan titreĢimlerinin
bütün vücuda dalga dalga yayıldığını hisseder.
Bunun sonucu olarak haz dediğimiz iyimser
duygu bütün benliği sarar.
Demek ki, dinlenen bir melodiden haz
duyulabilmesi için;
-Ritim ve ahengin bulunması,
-Ses tonunun, konuĢma ses ölçüsünü
aĢmaması (konuĢma ses tonu 40-60 desibel
arasında),
-Dikkatin dinlenene odaklanıp takip
edilmesi,
-Dinlemeye baĢlanınca diyafram
kullanılarak burundan nefes alıp yavaĢ yavaĢ
dıĢarı verilmesi, gerekecektir.
Kuran‟ın okunuĢunda kendine özgü bir
ritim ve ahenk bulunması nedeniyle dinleme
tekniğine göre okunuĢ takip edilirse kesinlikle
82
haz duyulacaktır. Esasen, Allah‟ın Hz.
Peygamberimiz Ģahsında tüm Müslümanlara
buyruğu da bu yöndedir:” Biz onu
okuttuğumuz zaman, onun okunuşunu
takip et.”(Kıyamet Sur/18). Yani, dikkatini
bu noktaya topla ve okunuĢu içinden takip et ki
haz duyabilesin. Nitekim Peygamberimizden
nakledilen bir hadis de Ģöyledir:
“İbn-i Mes‟ud anlatıyor: Nebi(S.A.V)”
bana Kuran oku,” deyince :
Ya Resullah, Sana mi okuyacağım?
Hâlbuki Sana inzal buyuruldu, dedim.
Rasûl-i Ekrem (S.A.V.):
Ben, Kur‟an‟ı başkalarından dinlemeyi
daha çok severim, buyurdu”( Müslim,
Kitabu salatil-müsafirin ve kasriha-247
(800) Peki, neden baĢkalarından dinlemeyi
daha çok seviyor? Kur‟an‟ın makamla
okunmasının verdiği hazdan yararlanmak için,
değil mi? Evet!...
Hac ve Umre amacıyla Mekke‟de bulunup
Kâbe‟de namaz kılan hacılar unutulmaz anı
olarak o günlerini nakledip hatıralarını
83
yenilerler. Düzgün ve akıcı Arapça Ģive ile
namazda okunan Kuran ve yapılan dualar
cazibe odağı olur. Özellikle ezberde olup anlamı
bilinen ayetlerin okunuĢunu takip ederken ritim
ve ahengin titreĢimleri kalpten doğup bütün
vücuda yayıldığı hissedilir. Namazlarda okunan
”Fatiha suresi” sonrası hep birden sesli olarak
(Hanefi Mezhebi dıĢındakiler) amiiiiiiiin
denilmesi de aynı heyecanı yaĢatır. Dahası,
Beytullah (Allah‟ın evi) olarak bilinen Kâbe‟nin
etrafında tavaf yaparken mukaddes bir
mekânda bulunmanın vermiĢ olduğu heyecan
içerisinde okunan dualarda da aynı haz
hissedilir. Çoğu kez bazı hacı adaylarının Ģu
samimi itiraflarına tanık olunur: “Buraya
gelirken içimde bir endiĢe vardı; kalabalık ve
sıcak ortamda rahatsızlığım daha da artarsa,
mukaddes görevimi nasıl tamamlarım, diye!
Fakat buraya geldikten sonra, ne baĢ ağrısı ne
dizlerin ağrısı ve dermansızlığı, ne de kalp
çarpıntısı kaldı. BoĢ yere endiĢelenmiĢim.
Allah‟a Ģükür! Mukaddes bölgenin manevi gücü
ile Ģimdi kendimi daha iyi hissediyorum.”derler.
84
Medine‟de, Peygamberimizin yanı
baĢında, Onun mescidinde cemaatla namaz
kılmak da psikolojik açıdan son derece heyecan
verici ve zevkli bir ibadet olmakta. Böyle bir
ortamda okunan Kur‟an‟ın ritim ve ahengini
takip ederek dinlemek mutluluk vermekte
insana.
Peki, haz dediğimiz iyimser duygu nasıl
oluĢur ve insan yaĢamını hangi yönde etkiler?
Birazda bu konu üzerinde durup gerçekleri
görmeye çalıĢalım:
Ġnsan vücudunun çalıĢma sistemi hayli
karıĢık olmasına karĢın yine de üzerinde
araĢtırma yapanları hayret ve hayranlık içinde
bırakan pek çok metabolizma aktivitesi
belirlenip bizlerin bilgisine sunulmuĢtur.
Bunlardan biri de sağlıklı yaĢamı yönlendiren
salgı bezlerinin salgıladıkları kimyasallar, yani
hormonlardır. Salgı bezleri bedenin itici gücü ve
hareket mekanizmasıdır, dersek hiçte abartmıĢ
olmayız. Yaratan Güç öyle bir sistem
oluĢturmuĢ ki, salgı bezlerinin,- bırak hiç
çalıĢmaması,- normal seviyeden az veya çok
85
çalıĢıp hormon üretmesi dahi metabolizmada
dengesizliğe yol açıp kiĢide hastalıkların
baĢlamasına neden olur Örneğin, tiroit salgı
bezinin iyot içerikli T3 ve T4 hormonları
üretebilmesi için vücuttan ham madde alması
gerekir. Eğer yediğimiz besinlerde iyot iyonları
yoksa veya miktarı az ise üretim hücreleri daha
çok çalıĢma zorunda kalır ki, bu da aĢırı çalıĢma
sonucu kiĢide guatr hastalığının baĢlamasına
neden olur. Peki, iyodun azlığı veya çokluğu ne
gibi belirtiler gösterir?
Tiroit salgı bezi tarafından üretilip kana
karıĢan iyot hormonlarının azlığında
(Hipotiroidı) kiĢide, yorgunluk, halsizlik, kilo
alma, kas ve eklem ağrıları, deride kuruma ve
saç dökülmesi gibi belirtiler görülür. Ġyodun
fazla üretimi (Hipertiroidi) ise, kilo kaybı,
çarpıntı, sinirlilik, uyku bozukluluğu, ellerde
titreme ve terleme, yorgunluk ve halsizlik gibi
rahatsızlıklar baĢ gösterir (27). Demek ki,
sağlıklı bir yaĢam için salgı bezlerinin normal bir
ölçüde çalıĢması gerekmektedir.
86
Ġnsanın neĢelenmesine neden olan haz
dediğimiz iyimser duygu da, salgı bezlerinin
salgıladığı hormonlar sonucu ortaya çıkar.
AkĢam karanlığı basınca uyku hormonu denilen
“Melatonin hormonu” salgılanır. KiĢi uykuda
gevĢer ve rahat eder. Organizmada onarımlar
yapılır ve varsa stres baskısı giderilir;ertesi
güne morali düzgün ve daha dinç olarak
baĢlar.GüneĢ ıĢınlarının ortalığı aydınlatmasıyla
melatonin hormonu üretimi en aza inerken bu
defa adına” serotonin” denilen mutluluk
hormonu salgılanır. En önemli görevi ise stres
hormonlarının etkisini bastırarak kiĢide haz,
hoĢlanma, sevinme gibi iyimser duyguların
oluĢmasını sağlar. Yeter ki kiĢide, yorgunluk,
açlık, kan Ģekeri düĢmesi ve stres gibi olumsuz
haller bulunmasın; çünkü bunlar serotonin
hormonu salgılanmasını önleyen faktörlerdir
Namaz evde, camide, doğada ve her
yerde kılınabilir. Yeter ki, kılınacak yer temiz
olsun; herhangi bir nedenle yasaklı bulunmasın.
Namaz tek olarak kılındığı gibi cemaatla da
kılınır. Ancak, cemaatla kılınan namaz, tek
87
olarak kılınandan daha üstün ve faziletli kabul
edilmiĢtir. İbn-i Ömer anlatıyor:” Resul-i
Ekrem:
Cemaatla kılınan namaz, yalnız
başına kılınan namazdan yirmi yedi derece
üstündür, ,buyurdular”(Müslim Kitabul-
mesacid,249(650) . Acaba, neden cemaatle
kılınan namaz daha üstün görülmüĢtür, diye bir
soru akla gelebilir.
Genelde cemaatle namaz mabetlerde
kılınır. KiĢi evinden veya iĢ yerinden mabede
geliĢinde yürüyüĢ yapar. Diğer anlamda açık
hava egzersizi yapmıĢ olur ki, bununla
“mutluluk (dopamin) hormonu salgılanması
baĢlatılır. Namazda yapılan hareketlerin bir tür
egzersiz özelliğinde oluĢu, mutluluk (dopamin)
hormonu salgılanmasını devam ettirir. Vakit
namazlarının durumuna göre, sesli kılındığında
okunan Kuran ve duaların ritim ve ahengi de
yine mutluluk hormonu salgılanmasını tetikler.
Cemaatle sessiz kılınan namazlarda ise, kamet
ve tekbirlerin ritim ve ahengi de aynı sonuca
ulaĢtırır. Bu aĢamada iki konunun bilinip
88
uygulanmasında yarar görülür. O da, birincisi,
vücudun gevĢetilmesi, ikincisi, nefes alıĢ veriĢin
belirli bir tempoya göre yapılmasıdır. ġöyle ki;
cemaatle sessiz kılınan namazlarda kıyamda
iken, diyafram (karın) kullanılarak burundan
alınan nefesi yavaĢ ve uzatarak dıĢarı verdikten
sonra bir süre bekleyip tekrar nefes alma iĢlemi
devam ettirilmelidir. Bu uygulamanın en önemli
yararı, dikkatin namaza odaklanması; baĢka
düĢüncelerden uzak tutulmasının sağlamasıdır.
Bir de cemaatle namaz kılan kiĢi, manevi
atmosferin verdiği güvene dayalı hazdan
yararlanır. Bütün bunlar Müslüman için iki yönlü
kazanç kapısını oluĢturur: Birisi, Allah katında
sevap kazanıp ahiretini düzenlerken; diğeri,
salgılanan mutluluk hormonu ile sağlıklı
yaĢamını devam ettirmesine yardımcı olur. ĠĢte
bu nedenle Ġslâm Peygamberi Rasûl-i Ekrem,
cemaatle kılınan namazın tek baĢına kılınandan
27 derece daha üstün olduğunu bildirerek
ümmetinin bu iki kazançtan pay almalarını
öğütlemiĢtir.
89
Bilindiği gibi ibadetler üç grupta
toplanmıĢtır: Birincisi, bedenle yapılan; ikincisi,
kazançla (mal) ile yapılan; üçüncüsü ise hem
beden hem de mal ile yapılan ibadetlerdir.
Örneğin, namaz kılmak ve oruç tutmak bedenle
yapılan ibadettir. Zekât, fitre ve sadaka vermek
mal ile yapılan ibadettir. Hac ve umre ise hem
bedeni ve hem de mali ibadettir.
Müslüman‟ın üzerine farz ve vacip
(zorunlu) olan bu ibadetlerin yerine getirilmesi
için ne gerekli? Sağlıklı beden değil mi? Eğer
yatağa bağlı hasta isen nasıl oruç tutup
cemaatle namaz kılacaksın? Yine, paran var,
fakat sağlığın yerinde değil, nasıl hac görevini
yapıp o mukaddes mekânları görebileceksin?
Hasta isen, nasıl çalıĢıp kazanç elde edeceksin
de bundan sadaka vereceksin? Soruları çoğalta
biliriz; ancak, sonuç sağlıkta düğümlenir.
Demek ki, her Ģeyin baĢı sağlık! Sağlık olacak
ki, kiĢiden istenen görevler yapılsın;
sorumluklar yerine getirilsin.
ĠĢte bu nedenle bizleri yaratıp
yaĢantımıza yön veren Rahman ve Rahim olan
90
Yüce Allah, kılınan namaz, yapılan dua ve
makamla okunan Kuran aracılığıyla
Müslümanların sağlıklı yaĢamlarını da
düzenlemiĢtir. Kanıtı mı isteniyor? ĠĢte yanıtı:
“Biz Kuran‟ı inananlara şifa ve
rahmet olarak indiriyoruz. Zalimlerin de
zararlarını artırır” (İsra Sûr/82).
Demek ki, namazını belirli kurallara göre
kılan, okunan Kuran‟ın ritim ve ahengini takip
ederek özümleyen Müslüman,Kuran‟ın hem Ģifa
ve hem de rahmet hazinesinden yararlanmıĢ
olacaktır.Bu olup bitenlere dikkatle bakıldığında,
Allah‟ın bizlere lütfettiği hangi nimetini
yalanlayabiliriz!... OluĢturduğu harika sistemle
bizlere hayat veren Yüce Rabbim, yaptıklarını,
ne kadar da güzel eylemiĢ, değil mi?
(b) Oruç İbadeti
Ġslâm dininin beĢ esasından biri olan oruç,
Ġslâm öncesi semavi dinlerde de mevcuttu.
Ancak, her dinin Ģeriatı, yani uygulama esasları
değiĢik oluĢu nedeniyle her biri farklı birer
görünüme sahiptir.
91
Oruç, kul ile Rabbi arasında, Allah‟ın
hoĢnutluğunu kazanmak amacıyla yapılan
özverili bir ibadettir. Müslüman, Ramazan
ayında belirli bir müddet süresince oruç
tutmakla, bir farz ibadeti yerine getirmiĢ
olmasından dolayı sevap kazanırken, kendini
Yaratanına yaklaĢmanın da mutluluğunu yaĢar.
Nitekim Hz. Peygamberimiz (s) bir hadisinde:
“Âdemoğlunun her iyi işine fazlası ile
sevap verilir. Her iyiliğe karşılık olarak 700
misline kadar ecir bahşedilir. Ancak, Yüce
Allah buyurmuştur: Oruç bundan
müstesnadır; çünkü o, yalnız benim içindir.
O halde mükâfatını bizzat ben vereceğim.
Zira oruçlu, cinsi arzularını ve yiyip
içmesini benim için terk eder...”
buyurmuştur (Müslim, Kitabu‟s-siyam 164)
Oruç, imsak vakti ile güneĢin gurup
(akĢam namazı) zamanı arasında tutulur. Bulûğ
yaĢa gelmiĢ her Müslüman üzerine farz
kılınmıĢtır. Oruçlu, cinsi iliĢkilerde bulunamaz,
yiyip içemez. Yaptığı takdirde orucu bozulmuĢ
olur. Bu iĢi bilerek yapmıĢ ise ceza olarak 60
92
gün kesintisiz oruç tutması gerekir (yani
kefareti ödemiĢ olmalıdır).
Oruca da niyet ile baĢlanmalı, gece
sahura kalkmıĢ olması niyet yerine geçerlidir.
ġeytan oruçlu olanın arkasını hiç bırakmaz;
sevabını azaltmak için olmayacak Ģeyleri
yaptırmaya kalkar. Örneğin, oruçlu çok susar
ve nefsinin isteğine uyarak su ile ağzını
çalkalar; arkadaĢlarıyla sohbet ederken gıybet
yapar (baĢka kiĢileri çekiĢtirir), kötü söz taĢır,
baĢkalarına hakaret eder, alaya alır, yalan söz
söyler, harama el uzatır, harama bakar, gibi
tutum ve davranıĢlar, sabırlı olmayı gerektiren
birer imtihan konusudur. Sınavını baĢarabilmesi
için yasaklardan uzak kalıp hem nefsine, hem
gözüne – kulağına – diline ve hem de düĢünme
melekesine oruç tutturması gerekir.
ġeytan kiĢiye, “ailenin geçiminden
sorumlusun; üstelik bedenin de zayıf, oruç
tutarsan hasta olup iĢini yapamazsın; gel bu
oruç iĢini emeklilik dönemine bırak” diyerek
caydırmak ister. KiĢi kendi kendine düĢünür
veya orucu önemsemeyen birine sorar. Kendi
93
kendine haklı ve doğru bularak oruca baĢlamaz.
Çünkü oruçta, cinsel iliĢki, yiyip içme gibi nefsi
isteklere sabırla karĢı koymak var. Uykunun en
tatlı anında kalkıp sahur yemeğini yemek gibi
zahmet var iĢin içinde. Üstelik eli – gözü –
kulağı haram ve kötü söze kapalı olacak.
ArkadaĢ çevrelerinde esprili edep dıĢı sohbet
yapamayacak. Sözün özü, kötü alıĢkanlıkları
devam ettiremeyecek. ġimdi bir tarafta Allah‟ın
“sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin
üzerinize de oruç farz kılındı” (Bakara
Sur/183) emri, diğer tarafta rehberliğini
Ģeytanın yaptığı nefsin caydırma istekleri. KiĢi
bu aĢamada iradesini kullanıp oruç ibadetinin
gereklerini yerine getirirse imtihanını baĢarmıĢ
olur. Aksi halde günahkâr olarak hesap
gününde cezalı duruma düĢer.
(c) Zekât ve Sadaka Vermek İbadeti
Ġslâm inancına göre rızkı (mal, mülk,
geçimlik ) kim verir? Allah!... Ġnsanları kim
yarattı? Allah!... Dünya yaĢamında Allah‟ın
kullarına karĢı tutumu nasıldır? Allah, dünya
yaĢamında imanlı – imansız diye ayrım
94
gözetmeden bütün insanlara rahmet eder.
Onların yaĢamlarının belirli süreye kadar
devamı için gerekli olanı karĢılıksız verir.
Öyleyse bir toplumu oluĢturan halk kitlesine
bakıldığında, kimisi çok zengin, kimisi orta halli,
kimisi fakir ve kimisi de dilenmekte oldukları
görülür. Bunun gerçek nedeni ne olabilir?
Mademki rızkı veren Yüce Allah‟tır, neden o
kiĢileri baĢkasının eline muhtaç bırakmıĢtır?
Fakir ailenin çocukları, oyun arkadaĢı zengin
ailenin çocuklarında görüp özendiği giyim eĢyası
veya pahalı yiyeceklerden kendisine de alınması
isteği karĢısında anne-babalar çocuklarını nasıl
ikna edebilecekler? O çocuklar, onlar zengin de
biz neden fakir kalmıĢız demezler mi?
ĠĢte, toplum içindeki gelir dağılımında
görülen dengesizlik, üzücü de olsa bu gibi
soruları devamlı gündemde tutar. Ta ki toplum
bireylerini eğitip bilinçli ve becerikli yaĢam
standardına yükseltinceye kadar... ġu
yaĢadığımız zaman diliminde, kalkınmıĢ süper
devlet, kalkınmakta bulunan devlet ve geri
kalmıĢ devlet gibi farklı ekonomik yapıya sahip
95
ülkeler görülür. Bu ülkelerin halkları arasında
da zenginlik – fakirlik gibi gelir dağılımında
farklılık göze çarpar. Ancak, zenginlik – fakirlik
kavramlarının sınırlarını belirleyen ölçü miktarı
ülkeden ülkeye değiĢir. DeğiĢmeyen tek Ģey ise,
her ülkenin halkı arasında yıllık gelir düzeyi eĢit
olmayıp zengin, orta halli, fakir gibi farklı
grupların oluĢmasıdır. Gelir düzeyindeki bu
farklılığı en aza indirip fakir kesimi orta halli
seviyeye yükseltmek amacıyla Ġslâm‟ın iki ayrı
destekleme projesi vardır: Biri, kiĢileri dolaylı
yardımlarla meslek sahibi yapmak; diğeri zekât
ve sadaka vererek geçimlerine katkıda
bulunmak. Bu bağlamda nisap miktarı (81 g
altının üstünde) parası bulunan Müslümanlar
yılda %2,5 oranında zekât vermekle sorumlu
tutulmuĢlardır. Tarım ürünleri ile belirli
miktardaki hayvanlar için de zekât verilmesi
gerekmektedir. Zekât vermekle yükümlü her
Müslüman bu borcunu eksiksiz öderse toplumda
fakir denecek kimse kalmaz. Nitekim Abbasiler
döneminde baĢkent Bağdat‟ta zekât verilecek
96
fakir kalmayınca baĢka bölgelerden fakir
getirtmek suretiyle zekâtlar verilebilmiĢtir.
ġimdi konuya baĢlarken sorulan soruların
cevaplarına gelelim: Allah, insanları birçok
yönden olduğu gibi zenginlik – fakirlik
yönünden derece derece yaratmıĢtır. Böylece
fakirleri kanaatkâr olma, sabır gösterme;
zenginleri de kendilerine verilen nimetin kadrini
bilme ve kendisine lûtfeden hakiki sahibi
Rabb‟ini tanıyıp Ģükretme yönünden bir
imtihana tabi tutmuĢtur. Fakir, kazancında
kanaatkâr olup geçim sıkıntılarına
sabredebilirse sevap kazanır. Zengin de mal
varlığından dolayı Ģükreder, zekâtını verir ve
diğer harcamalarını orta halli yaparsa o da
sevap kazanır. Cimrilik ve savurganlık ise kiĢiyi
ancak günaha götürüp geleceğini karartır.
Toplumdaki gelir dağılımında gözlenen
dengesizliğin ise zekât, fitre ve sadaka yolu ile
düzeltilmesi istenmektedir. Bu maksatla
Rabbim buyuruyor: “Namaz kılanların
mallarında hem dilenen ve hem de
iffetinden dolayı dilenemeyenler için belirli
97
bir hak vardır” (Meariç Sur/25). “Allah
rızk hakkında bir kısmınızı, bir kısmınızdan
üstün kıldı. Kendilerine fazla rızk verilenler
de, rızkları elleri altında bulunanlara
vermiyorlar ki, onda eşit olsunlar” (Nahl
Sur/71). Allah‟ın her takdiri, bir hikmetin
müjdecisidir. Ġnsan, kendini kendine yeterli
görürse azar, yani aĢırı davranıĢlarda bulunur.
Bu da günah kazanmasına sebep olur.
Dolayısıyla rızkın azlığı bu felaketi önlemiĢ olur.
Müminlerin diğer insanlara karĢı belirli
özelliği, Allah‟a, meleklere, indirdiği kitaplar,
gönderdiği Peygamberlere, öldükten sonra
dirilmenin gerçek olduğuna, iyilik ve kötülüğün
Allah tarafından yaratılıp kaderin belirlendiğine
inandıktan sonra Ġslâm‟ın beĢ koĢulunu da
yerine getirmesidir. Yüce Rabbim, mümin
kullarına emrederken genelde “dosdoğru
namaz kılın ve zekât verin” Ģeklinde
namazla beraber zekâtı ifade etmiĢlerdir
(Bakara Sur/278). Hitap neden mümin kullara?
Çünkü onlar koĢulsuz olarak gayben ve yakinen
Allah‟a inanmaktalar. Hem Allah‟ı her Ģeyden
98
çok severler ve hem de O‟ndan korkarlar.
Nitekim ayeti kerimede: “Eğer babalarınız,
,oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,
kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar,
zarara uğramasından korka geldiğiniz bir
ticaret ve hoşunuza gitmekte olan
meskenler size Allah‟tan, O‟nun
Peygamberinden ve O‟nun yolundaki bir
cihattan daha sevgili ise, artık Allah‟ın
emri gelinceye kadar bekleye durun. Allah
fasıklar güruhunu hidayete erdirmez”
(Tövbe Sur/24) buyurarak müminlerle, fasık
veya inançsızlar arasındaki ölçü böylece
belirlenmiĢ olmaktadır. Fasık kiĢilerin özelliği,
dini emirleri ciddiye almaz ve büyük günahları
iĢlemeye devam ederler. Diğer kiĢiler ise,
imansız oldukları için zaten Allah‟ın emirlerini
önemsemezler. Allah‟ın, mümin kullarına zekâtı
farz kılmasında da birçok yararlı nedenler
bulunmaktadır. ġöyle ki;
-Toplumda gelir dağılımında görülen
dengesizliğin giderilmesindeki etkinliği,
99
-Fakirlerin ihtiyacı karĢılanırken sosyal
dayanıĢma ile saygı, sevgi ve merhamet
duygularının yaygınlaĢtırılması,
-Zengin müminin, malından zekât vermek
suretiyle dünya yaĢamında mal – mülke karĢı
aĢırı tutkusunun giderilmesi; fakirlerin ihtiyacını
karĢılamasından dolayı da manevi haz duyması,
-Kendilerine yardım eli ulaĢan fakirlerin,
rızkın asıl sahibinin Allah olduğunu bilerek ona
Ģükretmeleri,
-Zengin de fakir de zekât alıp vermenin,
dini bir emirden kaynaklandığını bilmekle
beraber kendilerini ahirette kurtuluĢa
kavuĢturacak yegâne bir sınavdan geçiĢin
bilincine de sahip olmaları, gibi hususlar
sayılabilir.
(d) Hac, Umre ve Kurban Kesme
İbadeti
Ġslâm‟ın beĢ esasından biri de hac
ibadetidir. Her ibadetin kendine özgü özellikleri
olduğu gibi hac ibadetinin de değiĢik kuralları
ve özellikleri bulunmaktadır. Amaç, iman sahibi
Müslümanları Allah‟a yaklaĢtırmak, O‟nun güç
100
ve kudretini belleğine iyice yerleĢtirip saygı –
itaat ve içtenlik arz eden bağlılıkla dünya
hayatına yön verebilmesini sağlamaktır. Yine bu
bağlamda, nefsin Ġslâm kurallarına ters aĢırı
isteklerini disipline edip eğiterek Ģeytanın
oyuncağı olmaktan kurtarmak, melekler kadar
saf ve günahsız hale yükseltmektir. Peki, nefsi
nasıl eğitip karakterini iyi huylu hale
getirebiliriz? Uygulanacak yol ve yöntem, hayli
zor, meĢakkatli, sabır ve gayreti, dayanma
gücünü gerektiren iĢlemlerle yüklü. ġöyle ki,
hacı adayı hem sağlık ve hem de ekonomik
yönden belirli seviyede bulunması gerekir.
Evinden niyet edip ayrılan hacı adayı, mikât
denilen (baĢlangıç noktası) yerde boy aptesti
alıp ihrama girer. Bu, dünya hırsı ve nefsin
isteklerine kapıların kapatılması anlamına gelir.
Artık her hacı adayı, giyim kuĢamı ile zenginlik
fakirlik ölçülerini aĢıp eĢitlik ortamına girmiĢ
olur. Bu andan itibaren nefsi eğitecek yasak
kurallar da uygulamaya sokulur. Allah‟ın evi
olarak anlam taĢıyan Kâbe‟nin etrafında içten
gelen en güzel duygu ve düĢüncelerle dua edip
101
tavaf yapar. Tavaf, yedi defa Kâbe‟nin etrafında
dönmekle tamamlanır. Ġki rekât tavaf namazı,
yani Ģükür namazı kılıp Merve ile Safa tepeleri
arasında yedi defa gidiĢ dönüĢlü say (yürüyüĢ)
yapar. Daha sonra saç tıraĢı (belirli oranda
kısaltma) olur ve boy aptesi alıp ihramdan
çıkar. Bu yapılan merasim umre olmuĢ olur.
Hacı adayı günlük yaĢamına, insanlarla
tanıĢmak, çevreyi tanımak ve büyük bir istekle
Allah‟ın evini anlam yönünden sembolize eden
Kâbe‟de bol bol namaz kılıp dua etmekle devam
eder. Bu imkânı kendisine lütfeden Rabbine
Ģükreder. Her ne kadar Kâbe için
“Beytullah=Allah‟ın evi” denmekte ise de, Allah
bu gibi sıfatlardan münezzehtir, yani uzaktır.
Ġfade tamamıyla mecazıdır. Ġnsanların saygı ve
bağlılığını çekebilmek amacıyla söylenmiĢ
olduğundan o mekân sembolik olarak
görülmelidir. Aksi halde Allah‟a Ģirk koĢulmuĢ
olur. Bu nedenle gerek tavaf anında ve gerekse
sair zamanlarda Kâbe duvar veya örtüsüne yüz
sürerken Allah‟la bütünleĢtiği Ģeklinde bir
düĢünceye kapılmamalıdır. Ona Allah‟ın evi
102
dendiği için sadece hürmet edip saygı ve sevgi
beslenmelidir.
Hac merasimi, Arabî aylardan Zilhicce
ayının 8 ile 13 üncü günleri arasında yapılır.
Dolayısıyla her yıl 11 gün daha erken tarihe
gelerek zaman içinde tüm mevsimlerde
gerçekleĢir.
Mekke‟de bulunan hacı adayları
Zilhiccenin 8. inci günü boy aptesi alıp ihrama
girer ve iki rekât namaz kılıp (metinleri hac
rehberi kitaplarında yer alan) telbiye, tekbir,
tehlil dualarını okuyarak Arafat‟a çıkarlar. Bu
tarihi güne “Terviye günü” denir. Geceyi
çadırlarında ibadetle geçirirler. Ertesi günü,
Arafe günüdür. Öğlen ve ikindi farz namazları“
Cem- i takdim” olarak birlikte kılınıp “ Arafat
Vakfesi” ne durulur; ayakta dua edilir. GüneĢ
battıktan sonra Müzdelife‟ye hareket edilir;
burada da akĢam ve yatsı namazları “ Cem-i
tehir “ olarak birlikte kılınır. Müzdelife vakfesi
yapıldıktan sonra Mina‟ya hareket edilir.
Bayramın birinci günü olması nedeniyle
kurbanlar kesilir. Uygun bir vakitte Ģeytan
103
taĢlamak üzere hareket edilir ve usulüne uygun
Ģekilde Akabe cemresine 7 taĢ atılır. Buradan
Kâbe‟ye gelinip ziyaret tavafı ve Say yapılır.
Eğer kurban kesilmiĢ ise, saç tıraĢı olup
akabinde boy aptesi alınır. Böylece ihramdan
çıkılmıĢ olur. Bayramın ikinci, üçüncü ve
dördüncü günleri de Ģeytan taĢlama iĢlemleri
yapılarak hac merasimi son bulur.
Hac merasiminin yapılıĢ iĢlemlerine
bakılınca basit ve kolay olduğu düĢünülebilir.
Hâlbuki hem hac ve hem de ihramla ilgili birçok
yasak kurallarla denenir hacı adayları. Yapılan
her hata cezayı gerektirir. Örneğin; -hac için
ihrama girdikten sonra çıkıncaya kadar, kara av
hayvanı avlamak, cinsi iliĢkide bulunmak, say‟ı
noksan yapmak, Müzdelife vakfesini terk
etmek, Ģeytan taĢlamayı yapmamak, ziyaret
tavafını noksan yapmak, Arafe günü Arafat‟tan
güneĢ batmadan önce ayrılmak, baĢı ve yüzü
örtmek, saçını- sakalını veya her hangi bir
uzvunu tıraĢ etmek, tırnak kesmek, eĢini
Ģehvetle öpmek, üzerine koku sürmek,-gibi
davranıĢlar yasak hareketlerdir.. Bu gibi ihram
104
yasaklarını uymayanlara verilecek ceza rehber
kitaplarda ayrıntılı olarak açıklanmıĢtır.
Örneğin, Arafe günü Arafat bölgesinden güneĢ
batmadan önce ayrılan kiĢi, bu hatasından
dolayı ceza olarak bir koyun veya keçi keserek
etini dağıtması gerekir (22).
Dikkat edilirse, Safa ile Merve tepeleri
arasında sa‟y yapılırken yedi defa gidiĢ dönüĢler
olmakta, yani Hz. Hacer‟in çaresizlik içinde bir
kimse görebilir miyim diye koĢuĢması taklit
edilmekte. Yine Ģeytan taĢlamada Hz. Ġbrahim
Peygamberin kendisini yanıltmaya çalıĢan
Ģeytanı taĢlaması taklit edilmekte. Arafat
vakfesinin de, Hz. Ġbrahim Cebel-i Rahme
tepesinde iken kendisine vahyi gelmesi, diğer
taraftan Hz. Âdem ile Hz. Havva‟nın bu
mekânda buluĢmalarındaki mutluluğun bir
merasim olduğu düĢünülebilir. Fakat esas
amaç, Allah‟ın emirlerini akıl ve mantık
kurallarına göre değil, emri ilâhi olduğu için
yapmaktır. Say etmek, cemreleri atmak (Ģeytan
taĢlama) ve benzeri hac iĢlemlerinin gerçek
nedenini akıl idrak edemez ve bunları insan
105
tabiatı kolaylıkla benimseyemez de. Say‟da yedi
defa koĢmak, Ģeytan taĢlamak, her defasında
yedi taĢ atmak, sonra büyük Ģeytan – küçük
Ģeytan diye ayrı ayrı taĢlamak, gibi iĢlemler akıl
ve mantık yönünden kabul edilmeyecek taklit
hareketlerdir. “Hz. Ġbrahim Peygambere Ģeytan
gözüktü ve o da onu taĢladı; ben görmeden
Ģeytanın sembolünü taĢlıyorum!” diye bir
düĢünce akla gelebilir. ĠĢte bu nedenle diyoruz
ki, hac iĢlemleri, akıl ötesinde Allah‟ın bir emri
olduğu için yapılır. Böylece, hac iĢlemlerinde
atılan her adım ve söylenen her söz, bir imtihan
olup (yatıp kalkma, yiyip içme, insanlarla iliĢki,
bedeni yorgunluk gibi) sıkıntılı iĢlere karĢı
sabırlı olabilme, nefsi eğitip Ģeytana değil
kendisine yararlı hale getirme, hoĢgörü ve
yardımlaĢma meziyetine kavuĢma, günah
iĢlemekten uzak kalma gibi ünsiyetler
kazandırır Müslüman‟a.. Yeter ki, ailesine
döndükten sonra da baĢlattığı sabırlı,
kanaatkâr, hoĢgörülü, öfkesini yenen, nefsine
hakîm olan tutum ve davranıĢını devam ettirsin.
ĠĢte o zaman isminin baĢına eklenen unvana
106
(Hacı) layık olmuĢ olur. Aksi halde ancak
kendisini aldatma ötesinde bir Ģey kazanamaz.
Ġslâm dininde zengin sayılacak ölçüde
parası bulunan her Müslüman‟ın kurban
kesmesi gerekli görülmüĢtür. Dolaylı olarak da
Kuran‟ın emridir. Bazı mezhepler bu hükmü
sünnet, bazıları da vacip olarak kabul eder.
Kurban kesme mali yönden yapılan bir
ibadettir. Kurban, bayram günlerinde kesilir;
etini üç eĢit parçaya bölüp kendisine,
komĢusuna ve fakirlere vermesi tavsiye
edilmektedir. Kurban kesmede asıl olan, Allah
rızasını gözetip niyet etmek ve kan akıtmaktır;
yani, sadece et yemek değildir.
Kurban kesmek cömertliği gerektirir.
Cimrilik hissini törpüler. Sosyal yardımlaĢma ve
dayanıĢmayı güçlendirir. Ġnsanlar arasındaki
saygı, sevgi ve güveni arttırır. ġeytan, kurban
kesme konusunda da Müslüman‟ın arkasını
bırakmaz. Nefsini ön plana çıkarıp “çalıĢ çabala
üç – beĢ kuruĢ para biriktir; hiç ihtiyaç olmadığı
bir zamanda parayı kurbana yatır, üstelik etini
de sağa sola dağıt, olacak Ģey mi?” diyerek
107
karĢı çıkar. Öte taraftan Allah‟ın emri: “Ey
Resul‟üm! Allah için namaz kıl ve boğazla
(kurban kes)...” (Kevser Sur.) ĠĢte bu
noktada Müslüman hangisini uygulayacağı
konusunda imtihan geçirir. Bazıları da, Hanefi
mezhebinde olduğu halde tasarruf ettiği parayı
kurban kesmede değil de ikinci kez yapacağı
umre iĢinde kullanır. Hâlbuki kurban kesme
vacip olan bir ibadet, umre ise sünnet (nafile)
olan ibadet. Öncelik, vacip olan ibadetin
yapılmasıdır. Tercihini yanlıĢ yönde kullanan
Müslüman da sınavını baĢaramamıĢ olur.
(2) Sabır, Şükür, Tövbe ve Diğer Salih
Amel İbadetleri
(a) Sabır
Sabır konusundan söz açılınca Hz. Eyyup
peygamber gelir akla. Çünkü her türlü kötülük
ve olumsuzluklara karĢı dayanma gücünün
sembolü olmuĢ, dolayısı ile de bizlere örnek.
Allah Teâlâ, biz kullarını öğretip eğitmek
üzere toplumda hakça düzen içerisinde
kurallara uyumlu yaĢayabilmemiz için ilâhi
emirler yanında peygamberlerin örnek
108
davranıĢlarıyla yol gösterici olmaktadır. Nitekim
Kuran-ı Kerimde: “Hamt olsun ki, biz sizi
biraz korku, biraz açlık ve biraz da maldan,
candan ve ürünlerden noksanlık vererek
deneriz; sabredenleri müjdele!” buyrulur
(Bakara Sur/155). Demek ki, bu emri Ġlâhiye
göre baĢa gelecek her türlü musibetlerde kulun
görevi sabretmek olacaktır. Fakat nasıl bir
sabır; nereye kadar sabır gösterilir? gibi
soruların cevabı bizzat peygamberler üzerinde
denenerek bizlere örnek gösterilmiĢtir. Bu
konuda Hz. Eyyup Peygamberin baĢına gelen
olumsuz olaylar karĢısında gösterdiği dayanma
gücü, yani sabrı herkese örnek teĢkil eder.
Hatta Kuran-ı Kerimde Yüce Rabbim:
“Gerçekten biz Eyyub‟u sabırlı (bir kul)
bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah‟a
yönelirdi!” (Sad Sur/44) buyurarak onu
övmüĢtür.
Hayat bir imtihan olduğuna göre Hz.
Eyyup Peygamberin sabretmeyi nasıl anlayıp
uyguladığını ve sınavını nasıl baĢardığını
görelim: Önce mukaddes kitap Tevrat‟ın Eyyup
109
bölümüne göz atalım: “Uts diyarında bir adam
vardı, adı Eyyup idi; ve bu adam kâmil ve
doğru idi. Allah‟tan korkar ve kötülükten
çekinirdi. Ve kendisine yedi oğul ile üç kız
doğdu. Ve mal olarak onun 7000 koyunu ve
3000 devesi ve 500 çift öküzü ve 500 diĢi eĢeği
ve pek çok kölesi vardı. Ve bütün Ģark
oğullarından bu adam en büyüktü (Bap:1,
ayet:1,2,3).
Ve Rab şeytana dedi: Nereden
geliyorsun? Ve şeytan Rabbe cevap verdi:
Dünyada dolaşmaktan ve orada
gezinmekten. Ve Rab şeytana dedi: Kulum
Eyyub‟a iyice baktın mı? Çünkü dünyada
onun gibisi yok; kâmil ve doğru adam;
Allah‟tan korkar ve kötülükten çekinir. Ve
şeytan Rabbe cevap verip dedi: Eyyup
Allah‟tan boşuna mı korkuyor? Onun
etrafına, evinin etrafına, ve nesi varsa
hepsinin etrafına sen çepçevre çit
çevirmedin mi? Ellerinin işini sen
bereketlendirdin ve onun malı memlekette
çoğaldı. Şimdi elini uzat da nesi varsa
110
hepsine dokun ve yüzüne karşı sana lânet
edecektir.” (Bap:1, ayet:7-11).
Bundan sonraki bölümde Tevrat‟ın
bildirdiklerini özetleyelim: “ Ve günlerden bir
gün, oğullar ve kızlar büyük kardeĢin evinde
toplanıp yemek yerken çölden bir Ģiddetli
rüzgâr gelip çatıyı baĢlarına yıktı ve öldüler.
ġebali kavmi baskın yapıp iĢçileri kılıçtan geçirip
öküzleri ve eĢekleri ise alıp götürdüler. Gökten
Allah‟ın ateĢi düĢüp koyunları yaktı. Kıldanlılar
otlaktaki develerin üzerine saldırıp alıp
götürdüler. Bu üzücü haberler Hz. Eyyub‟a
ulaĢınca, yerinden kalkıp kaftanını çıkardı,
saçlarını kesti ve yere eğilip secde yaptı. Ve
Ģöyle dedi: Anam karnından çıplak çıktım ve
oraya çıplak döneceğim. Rab verdi ve Rab aldı.
Bu iĢin hepsinde Eyyup suç iĢlemedi ve Allah‟a
uygunsuzluk yüklemedi (Bap:1, Ayet: 13-22)
Rivayete göre Hz. Eyyup Peygamberin bu
defa vücudunu çıban ve yara sarar. Ne yapılırsa
Ģifa bulamaz. Eski tanıdıklar Onu terk ederler.
Uzun süre evine kapalı kalır. Bedeninde yaralar
açılır ve kurtlar girip çıkar, yanına kimse
111
giremez olur; Hz. Eyyup yine sabreder.
Zenginliği yok olur; O, sadece Ģükreder. EĢi
Rahmet‟in el emeğine ve hizmetine muhtaç
kalır; buna da sabreder. Bir gün eĢinin ısrarı
üzerine Allah‟a dua edip halini arz eder. Allah
Teâlâ duasını kabul edip üzerindeki hastalıktan
kurtulur. Beden eski haline döner. YaĢamı
süresince eski mal- mülk zenginliğine tekrar
kavuĢur. Böylece dünya ve ahiret saadeti ile
mutlu yaĢar (1).
Hataya düĢmemek için öncelikle bir
konuyu açıklamak gerekir: Ġlk insanın
yaratılıĢında Allah‟ın “ Hz. Âdem‟e secde yap “
emrine uymayan Ģeytan huzurdan kovulmuĢ,
Hz. Âdem ve eĢi Hz. Havva ile beraber
Cennetten çıkarılıp dünyaya indirilmiĢtir.
Ahirete kadar dünyada yaĢamını sürdürecektir.
Ancak kendisine, dünyaya bitiĢik gök
tabakasına kadar çıkabilme izni verilmiĢtir.
Kuran‟da: “Ant olsun ki, Biz dünyaya yakın
göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlar
için atış taneleri yaptık. Onlara ateşli bir
azap vardır” (Mülk Sur/5) buyrularak,
112
böylece Ģeytanların daha yükseklere çıkıĢının
önlendiği ifade edilmektedir. Dolayısı ile
Tevrat‟taki ifadede Ģeytanın Allah‟ın huzuruna
çıkıp O‟nunla sohbet üslubu ile konuĢması,
abartılmıĢ gerçek dıĢı haberlerdir. Ġslâm inancı
ile bağdaĢmayan bilgilerdir.
ĠĢte Hz. Eyyub Peygamberin sabır
konusuna bakıĢ açısı ve uygulaması böyle.
Kader inancı ile sabır uygulamasını benliğinde
birleĢtirmiĢ. Mal- mülk, sağlık ve diğer her türlü
geçim olanaklarını verenin Allah olduğuna
kesinkes inanmıĢ. Bu aĢamada insanın görevi,
sadece aracı olmak, istemek ve giriĢimde
bulunmaktan ibarettir. Takdir edip veren ise
Tanrıdan baĢkası değil. Yine insanın baĢına
gelip yaĢamını olumsuz yönde etkileyen
musibetleri de yaratıp veren yine Allah. Burada
insanın görevi ise, önce tedbir ve çare aramak,
sonra tevekküle sarılıp sabretmek olacaktır.
Yalnız Allah‟a güvenip dayanan kiĢiler, yani
gerçek müminler, baĢlarına bir kötülük-
musibet geldiği zaman Allah‟tan olduğuna
inanıp sabrederler; bir iyilik, rahatlık geldiğinde
113
de, yine Allah‟tan olduğunu düĢünüp
Ģükrederler. Sabır ve Ģükür bu yönü itibariyle
Yaratan‟ına karĢı bir ibadet ve kulluk görevi
olur. Bu konuda bizlere hayat dersi verip en
güzel davranıĢa yönlendiren Hz.
Peygamberimizin(s) konuya iliĢkin
değerlendirmesine değinelim: Hz.
Peygamberimiz (s) buyuruyor ki: “Müminin
işine hayret ederim: Çünkü onun her işi
hayırdır. Bu hâl müminden başka hiçbir
kimse için böyle değildir. Şayet ona sevinç
verici bir şey isabet ederse şükreder. Bu
da kendi lehine hayır olur. Eğer ona zarar
ve ziyan verecek bir hâl isabet ederse
sabreder. Bu da onun lehine bir hayır
olur.” (Müslim, Züht:64). Hem sevap
kazanmak ve hem de stresten öte mutlu bir
yaĢam isteyen herkes bu hadisi kendisine
rehber olarak kabul edip yaĢamına
uygulamalıdır. ġimdi gerçekçi olarak
düĢünelim; baĢa gelen bir musibetten dolayı
üzülüp strese girme ne derece doğru olabilir ve
sorunu çözebilir mi? O stres ki, kiĢinin fiziksel
114
fonksiyonlarını yıpratıp erken yaĢlanmasına yol
açan bir rahatsızlık olduğu halde. Sonra
üzülmek neticeyi değiĢtirebilir mi? Hayır
!...Öyleyse “ Allah‟ın takdiri böyle ! Zorlu bir
imtihan geçiriyorum” diye düĢünüp sabrederse
hem sağlığını, korumuĢ, hem de sevap
kazanmıĢ olarak Allah‟ı yanında bulmuĢ olur.
Nitekim Yüce Rabbim buyuruyor: “Ey iman
edenler! Sabır ve namazla Allah‟tan yardım
isteyin. Çünkü Allah muhakkak
sabredenlerle beraberdir.” (Bakara
Sur/153). ĠĢte sabrın, ibadet olduğunu
belirleyen ve bizleri mutlu sona götürecek
Allah‟ın rehber ayeti. Hz. Eyyup Peygamber
sabır konusunda tarihi bir örnektir. Cenab-ı
Hak, baĢa gelen musibet ve kötülüklerin nasıl
sabırla aĢılacağını, Onun üzerinde uygulayarak
sonucunu bizlere göstermiĢtir. Böylece bir canlı
örnekten sonra hele biz Müslümanlara düĢen
görev;
-Allah‟ın emirlerini iyi anlayıp kendi
hayatımıza titizlikle uygulamak,
115
-Sabır sevabını kazanabilmek için çekilen
sıkıntı, mal- mülk zarar ziyanını insanlara
anlatıp dert yanmamak. ġöyle düĢünmelidir:
“BaĢıma gelen felâketi kim verdi? Allah!...
Öyleyse kimi, kime Ģikâyet ediyorum! Allah‟ın
takdirini kulları değiĢtirebilir mi? Hayır,
değiĢtiremez! O halde, insanlar üzerimdeki
musibeti gideremeyeceklerine göre hiç olmazsa
dert yanıp sevabını kaybetmeyim”, demelidir.
-Sabır sevabını kazandıracak davranıĢa
dikkat edilmeli. Çünkü makbul olan sabır,
musibetin ilk anında gösterilen tepki halidir.
Olayı sükûnetle karĢılarsa sevap kazanır;
tepkisi kırıcı olursa günaha girer. Nitekim Hz.
Peygamber (s )‟den nakledilen hadis Ģöyledir:
Enes (R.Anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber
(s),kabrin baĢında ağlayan bir kadının yanından
geçti.
-Allah‟tan kork ve sabret, dedi. Kadın,
-Geç git; zira benim başıma gelen
musibet senin başına gelmemiştir, dedi.
Peygamberi tanımamıştı. Onun Peygamber
olduğunu kadına söylediler; bunun üzerine
116
kadın, Peygamberin kapısına geldi, kapıda
kapıcıların bulunmadığını gördü ve:
-Ben seni tanıyamadım, diye özür
diledi. Peygamber Efendimiz de:
-Asıl sabır,musibetin ilk anında
olanıdır, buyurdu.”(Riyazus-
salihin,Cilt:1,Sf: 64)
Bu bağlamda sabırla beceriksizliği
birbirinden ayırmamız gerekir. KiĢinin baĢına bir
kötülük, felâket geldiğinde, öncelikle aklını
kullanıp soruna çare aramalıdır. Eğer,
imkânlarını kullanıp yine de çare bulamazsa o
zaman “Allah beni deniyor, imtihan ediyor”
diyerek sabırlı olmaya gayret gösterecektir.
Yoksa toplumda nüfuzlu ve güçlü kiĢinin
kendisine yaptığı hakaret, saldırı ve
aĢağılamasına katlanması kesinlikle sabır
olamaz. Bu ancak beceriksizlik olur Bu durumda
kalan mazlum hakkını yasal yollardan araması
gerekir.
(b) Şükür (Hamt) etmek
ġükür, Allah‟ın verdiği her türlü nimetine
(mal – mülk, geçimlik nesneler, sağlık,
117
kabiliyet, eĢ ve çocuklar gibi) karĢı duyulan
hoĢnutluluğu, Allah‟a arz edip O‟na Ģükran
borcunu ödemektir. ĠnanmıĢ kiĢilerin doğru yola
iletilmesinde kendilerine rehber olan Kuran-ı
Kerimin Fatiha suresinin 2. ayeti, Allah‟a hamt
ile baĢlar ve Allah‟ın nitelikleri belirtilir. ġöyle
ki, “Hesap gününün sahibi, dünyada bütün
insanlara, ahirette ise, müminlere rahmet edici
olan, âlemlerin Rabbine hamt olsun!” denilerek,
hamt etmenin ancak Allah‟a karĢı yapılacağı
belirtilir.
Yüce Rabbim biz kullarını, sağlık, beceri,
ilim sahibi olma, zenginlik, eĢ ve çocuk sahibi
olma, meslek edinme gibi olanaklarla dener.
Yani imtihan eder. Bu olanaklara sahip kiĢi
bunları kendi gayret ve becerisi sonucu elde
ettiğini düĢünerek baĢkalarına karĢı büyüklük
duygusuna kapılırsa sınavı kaybeder. Peki, ne
yapması gerekir?
Bu sevindirici imkânları kendisine
lütfedenin Allah olduğunu düĢünerek O‟na
Ģükretmelidir. Allah‟ın her hükmünde ibret
alınacak bir hikmet vardır. Bilinçli olan kiĢi bu
118
perspektiften bakıp neticeye ulaĢmaya çalıĢır.
Örneğin, Allah bir kiĢiyi zenginlikle
ödüllendirmiĢ ise, buna karĢılık sorumluluk da
yüklemiĢtir. Ne gibi sorumluluk? Ġmtihan
sorumluluğu! Soruların cevabı nerede? Kuran
ve Hz. Peygamberimizin (s) sünnetinde. Evet,
böyle bir lütfe mazhar olan mümin kiĢi,
öncelikle mülkün esas sahibine Ģükredecek,
sonra zenginliğin zekâtını fakirlere dağıtacak,
kurban kesecek, sağlığı izin verirse hac ve umre
görevlerini yapacak, ayrıca dilenen veya
iffetinden dolayı dilenemeyen muhtaçlara
geçimlik yardımında bulunacak, öldükten sonra
kendisine sevap kazandıracak “sadaka-i cariye”
denen hayır kurumlarına hizmet ve bağıĢ
yapacak.. Böylece bu ve buna benzer hayır
iĢlerinde parasını harcamıĢ ise Kuran‟da
nitelikleri sayılıp övülen o mutlu muttakiler (
gerçek müminler) safında yer almıĢ olacaktır.
Cimrilik eder, kazancından kimseye
koklatmazsa, o zaman ahirette cezasını çok ağır
ödeyecektir. Demek ki, bilinçli Müslüman,
kendisine lütfedilen maddi ve manevi
119
olanaklardan dolayı, bunları kendisine
karĢılıksız veren Rabbine Ģükredecek.
ġükretmek, hem ibadet yerine geçip sevap
kazandırır ve hem de imtihanını baĢarmasına
yardımcı olur. ġükür, yalnız mal – mülk, eĢ ve
çocuklar veya menfaati gerektiren herhangi bir
olanak karĢılığında değil, yaĢamın her anı ve
aĢamasında yapılmalıdır. Neden mi? Çünkü
Allah Teâlâ ne buyuruyor: “Ben cinleri ve
insanları, ancak bana kulluk (ibadet)
yapsınlar diye yarattım.” (Zarıyat Sur/56).
YaratılıĢ amacının ibadet olduğuna ve hamd
etmenin de ibadet sayıldığına göre her
Müslüman, Allah‟ın emri olduğu için hamt
etmelidir. Örneğin, sabah uyanıp hayatta
olduğunu görünce Ģükredecek, kahvaltısını
bitirince yine Ģükredecek, iĢbaĢı yapınca
lütfedilen bu imkândan dolayı Ģükredecek,
iĢyeri arkadaĢlarının hal- hatır sorularına
Ģükrederek cevap verecek, bir kaza sonucu
zarar görünce- daha kötüsü olabilirdi
düĢüncesiyle- yine Ģükredecek, akĢam evine
dönünce kavgasız gürültüsüz bir gün geçirdiği
120
için hamt edecek. Yani kiĢi yeter ki, Allah‟ın
emrine uysun; hamt edecek fırsatları devamlı
önünde hazır bulacaktır.
Peki, bir kiĢi sahip olduğu olanaklar için
Ģükretmezse ne olur? Ġbadet yapmıĢ olma
sevabını (ödülünü) alamaz. Dahası, kendisinde
kibir denen hastalık belirir ve devamlı günah
kazandırır. BaĢka bir deyiĢle ahiret hayatını
karartır.
(c) Tövbe Etmek
YaratılıĢ gereği olarak hiç kusur
iĢlememek meleklerin özelliği, hiç iyilik
yapmamak da Ģeytanların görevidir. Kötülük
iĢledikten sonra piĢman olup iyiliğe yönelmek
de insanlara özgü özelliktir. Demek ki, insanda
davranıĢ biçimi yönünden iki ayrı haslet
bulunur: Biri kötülük iĢleyebilme dürtüsü, diğeri
iyilik yapabilme melekesi. Diğer bir ifadeyle
insan, melek ile Ģeytan arasında üçüncü özel bir
varlık, olmuĢ olur.
121
Bu özel yaratılıĢ gereği olarak insan,
bilerek veya bilmeyerek kötü davranıĢta
bulunabilir. Diğer bir ifadeyle günah iĢleyebilir.
Hiç günah iĢlememek pek kolay olmayan ve
irade gücünü zorlayan; ancak eğitimle
ulaĢılabilen üstün bir meziyettir. Yani
peygamberler ve gerçek Müminlere özgü yaĢam
biçimidir. Ġnsan yaĢam süresince öyle olaylarla
karĢılaĢır ki, istemeyerek de olsa günah
iĢleyebilir. Çünkü bu özellik insanoğlunun
mayasında mevcuttur. Peki, “ biz böyle devamlı
günah iĢlersek ahirette hesabını nasıl verecek,
cezadan nasıl kurtulacağız” gibi akla gelen
soruya nasıl cevap vereceğiz? Yaratan Allah,
bunun alternatifini de yaratıp bizleri
uygulamaya çağırmıĢtır. O‟nun emrine uyarsak
ahirette sınavı kolayca verip cezadan kendimizi
kurtarırız. Nasıl mı? Her günah iĢledikten sonra
piĢman olup Allah‟a tövbe etmek suretiyle...
Nitekim Hz. Peygamberimiz (s) bir hadisinde:
“Eğer sizler günah işlemeseydiniz, yemin
ederim ki, Allah, yerinize günah işleyen,
sonra da tövbe edip bağış dileyen ve
122
bağışlanan bir kavim getirirdi.”
buyurmuştur (Müslim, Tövbe:11).
Tövbe nedir ve nasıl yapılır? Tövbe
kiĢinin, dinin günah sayıp çirkin gördüğü bir
davranıĢı yapınca, akabinde piĢman olup af
dilemek üzere Allah‟a yakarıĢta bulunması ve
bir daha böyle günah sayılan iĢleri
yapmayacağına dair iradesinde beliren arzuyu
ortaya koymasıdır. Burada iki özellik ön plana
çıkar: Birisi, piĢmanlık duygusu KiĢi, bir anlık
gaflet sonucu iyice düĢünmeden Ģeytanın
isteğine kapılıp kötülük iĢler. Hemen yaptığı
hareketin doğru olmadığını, günaha girdiğini
hatırlayıp piĢman olur; kalbinde sıkıntı ve
üzüntü belirir. Diğeri, hemen Yaratan‟ına sığınıp
“Allah‟ım! Bir hata ettim, piĢman oldum, beni af
et” diye dua etmesidir.
Ġnsanın, kendi acizliğini kabul edip Allah‟a
sığınarak O‟na dua etmesi nedir? Ġbadet!... ĠĢte
bu nedenle diyoruz ki, tövbe etmek; namaz,
oruç, zekât, hac gibi bir ibadettir. Usulüne
uygun yapıldığında Müslüman‟a sevap
kazandırır. Sonra tövbe yapmak, Müslüman‟ın
123
içinden gelen bir duygu ötesinde Allah‟ın biz
kullarına emridir. Bu nedenle tövbe, Allah‟ın
emri olduğu için yapılır. Nitekim Yüce Rabb‟im:
“Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra
tövbe edip O‟na yönelin. Kuşkusuz Rabbin
çok merhametli ve çok sevendir.”(Hud
Sur/90)“Şunu iyi bilin ki, Allah hem çok
tövbe edenleri sever, hem de çok
temizlenenleri sever.” (Bakara Sur/222)
“Ey müminler! Nasuh tövbe ile Allah‟a
tövbe edin.” (Tahrim Sur/8) buyurmuĢtur.
Nasuh, içtenlik anlamında kullanılmıĢtır. Yani
yapılacak tövbe içten gelen yalvarma duygusu
içerisinde olacak; iĢlenen günaha piĢmanlık
duyulacak ve aynı hatayı tekrar yapmama
konusunda iradesini güçlendirecek kararlıkta
olacaktır. Yoksa dilinin söylediğini kalbi tasdik
etmiyorsa, bu yapılan tövbe değil, kiĢinin kendi
kendini aldatması olur. Nasuh tövbeye, Hz.
Peygamber (s) döneminde cereyan eden tarihi
bir olayı örnek verelim:
Medine‟nin dıĢ bölgesinde yerleĢik “Beni
Kurayza” adındaki Yahudi kolonisi, barıĢ
124
içerisinde yaĢamak isteğiyle Hz. Peygamberle
bir anlaĢma yapmıĢlardı. Ancak, “Hendek
SavaĢı” esnasında KureyĢ ordusuna yardım
yapmaları anlaĢmanın bozulmasına neden oldu.
SavaĢ sonrası, henüz cenk elbiselerini
üzerlerinden çıkarmadan Cebrail gelip Allah‟ın
emrini Hz. Peygambere (s) duyurdu. Ġslâm
ordusu bu defa Beni Kurayza topraklarına
yönelip kalelerini kuĢattı. Yahudiler iĢin
vahametini anlayıp bir arabulucu olarak kendi
müttefiki bulunan Evs kabilesinden Ebu Lübabe
ile görüĢmek istedikleri haberini gönderdiler.
Hz. Peygamber (s) teklifi uygun karĢıladı ve
Ebu Lübabe‟yi kendilerine gönderdi. Ebu Lübabe
oraya vardığında, ağlaĢan kadın ve çocuklarla
karĢılaĢtı. Bu manzara onun hain düĢmana
karĢı olan kinini yumuĢattı. Adamlar,
Muhammed‟e teslim olup olmama konusunda
düĢüncesini sorunca o,”Evet” dedi ve elini
boğazına dokundurarak, teslimiyetten ölümü
ima etti. Bu davranıĢ onun görevine aykırı idi.
Hem teslim olmayıp kuĢatmayı uzatabilirlerdi,
hem de Allah ve Resulü‟ne ait kararı kendisi
125
vermiĢ olması idi. Anında hata iĢlediğinin
farkına vardı, fakat iĢ iĢten geçmiĢti. Suçluluk
duygusu içinde yanlarından ayrılırken
gözlerinden akan yaĢlar sakalını dahi ıslatmıĢtı.
Kendisini bekleyen Evs‟lilerle karĢılaĢmamak
için kalenin arka kapısından çıkıp Medine‟ye
doğru hızlıca yürüdü. Doğruca Mescide gitti;
kendisini Mescidin direklerinden birine bağlattı
ve Ģöyle dedi:”Allah yaptığım Ģeyi affedinceye
kadar burada bağlı kalacağım”.Peygamber (s)
onun gelip haber getirmesini bekliyordu. Neler
olduğunu duyunca Ģöyle dedi:”Eğer bana
gelseydi, bağıĢlanması için Allah‟a dua
ederdim.”
Ebu Lübabe 15 gün kadar direğe bağlı
kaldı. Namaz vakti ve diğer ihtiyaçları gidermek
üzere kızı gelip bağını çözüyor ve ihtiyaç
sonrası tekrar bağlıyordu. Daha sonra bir sabah
Peygamberimiz (s), Ebu Lübabe‟nin affedildiği
müjdesini verdi. Muhterem eĢi Ummi Seleme,
Mescide açılan kapının önünde durdu ve:”Ey
Ebu Lübabe, müjdeler olsun, Allah sana
merhamet etti!” diye bağırdı. O esnada Mescitte
126
bulunanlar Ebu Lübabe‟nin bağını çözmek
istediler. Fakat Ebu Lübabe‟e ,” Hz. Peygamber
gelip bağı çözmedikçe kimseye açtırmam,”dedi.
Daha sonra bağı Hz. Peygamber (s) tarafından
çözüldü. Ebu Lübabe ,bir anlık gaflet sonucu
farkında olmadan yaptığı davranıĢa büyük bir
piĢmanlık duymuĢ , bununla da yetinmeyerek
kendisini direğe bağlatarak
cezalandırmıĢtı.Allah tarafından affedildiğini
öğrendikten sonra, yine de yaptığının kefareti
olarak mal varlığının üçte birini sadaka olarak
dağıttı.(28)
Usulüne uygun tövbe nasıl yapılmalıdır?
Tövbenin makbul olabilmesi için nasıl bir
giriĢimde bulunulmalıdır:
-Önce muhtaçlara maddi bir sadaka
verilmeli,
-Sonra aptes almalı ve tövbeye Hz.
Peygamberimize (s) salâvat okuyarak
baĢlamalı,
-Mübarek zamanlarda (Ramazan ayında,
kandil gecelerinde,
127
-Cuma gününde, her gün seher vaktinde,
vakit namazlarının arkasında) yapılmalı,
-Kutsal mekânlarda (Kâbe, Medine‟deki
Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve diğer
camilerde) yapılmalı. Ancak tövbe yapmak için
mübarek zaman ve mekânları beklemek doğru
bir hareket tarzı olmayacaktır. PiĢmanlık
duygusu zamanla kaybolabilir. Bu nedenle
kötülük iĢlendikten hemen sonra, hata
anlaĢıldığında tez elden tövbe yapılıp
bağıĢlanmasını Allah‟tan isteyecektir. Yine bu
konuda Hz. Peygamberimizin (s): “Kötülüğün
arkasından hemen iyilik yap ki, onu
gidersin.” buyruğuna uyulması da gerekir. Bu
tavsiye aynı zamanda Allah‟ın da emridir:
“……….Şüphesiz iyilikler, kötülükleri yok
eder.” (Hud Sur/114). Ġyilik, sadaka vermek,
ihtiyacı olanlara hizmet etmek, maddi ve
manevi yardımda bulunmak, borç para vermek,
yol göstermek, akıl soranları bilgilendirmek gibi,
insanlara yararlı hizmetler anlaĢılmalıdır. Yine
Allah için yapılan ibadetler de bu kapsamda
değerlendirilmelidir.
128
Bunun ötesinde önemli olan diğer bir
koĢul da, yapılan hatadan dolayı piĢmanlık
duymak ve bir daha aynı hatayı iĢlememeye
dair Allah‟a söz vermesidir. Yoksa aynı hatayı
tekrar tekrar iĢle ve her defasında tövbe et. O
zaman kiĢiye demezler mi sen kimi
aldatıyorsun!... Böyle bir tövbe amacı dıĢına
çıkmıĢ olmaz mı? Bilinçli akıl sahibi kiĢi bu
soruya “Evet” der.
Üçüncü koĢul ise, tövbenin
geciktirilmemesidir. Eğer geciktirilirse iki
musibet ortaya çıkar. ġöyle ki, günah iĢleye
iĢleye kalbi kararır ve alıĢkanlık haline geldiği
için de temizlenemez bir hal alır. Diğeri de,
hastalık ve ölüm tezden gelir de tövbe etmeye
fırsatı kalmaz. ĠĢte bu nedenle günah sonucu
piĢmanlık duyup tövbe edilmelidir. Nitekim
Cenab-ı Hak: “Ölünceye kadar günahlar
işleyip de öleceğini anlayınca – şimdi
tövbe ettim – diyenlerin ve inkâr üzere
ölenlerin tövbesi, gerçek tövbe değildir.”
(Nisa Sur/18) buyurarak yapılan yanlıĢlığı
açıklamıĢtır.
129
ġunun hatırlatılmasında yarar
görülmektedir: Genelde birçoklarımız noksan
bilgi nedeniyle kendi kendimizi yanıltırız. ġöyle
ki, bir günah iĢlenince “Allah büyüktür, af eder”
düĢüncesiyle pek fazla önemsemez, piĢmanlık
duymaz ve baĢka bir zamanda da yine aynı
hatayı yaparak tekrarlarız. Hâlbuki Rabbimiz
günahları af etme konusundaki hükmünü açık
olarak belirtmiĢtir. Peki, ne diyor Yüce
Rabbimiz:
-“Eğer siz yasak edildiğiniz
günahların büyüklerinden sakınırsanız,
sizden diğer kusurlarınızı örteriz ve sizi iyi
bir gidişata sokarız.” (Nisa Sur./31).
- Ayetlerimize inananlar sana
geldiğinde onlara de ki: Selâm size!..
Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine
yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim,
bilmeyerek (cahillik sebebiyle) bir kötülük
yapar, sonra ardından tövbe edip de
kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok
bağışlayıcı, çok esirgeyendir.” (En‟am
Sur./54).
130
-“Gizli ve aşikâr olan günahı bırakın.
Çünkü günah kazananlar, kıyamette
kazandıklarının cezasını muhakkak
çekecekler.” (En‟am Sur./120).
-“O gün (kıyamette) insanlar,
amellerinin karşılığı kendilerine
gösterilmek için fırka fırka (kabirlerinden)
çıkacaktır. Zîra, kim zerre miktarı bir iyilik
(hayır) işlerse, onun mükâfatını görecek,
kim de, zerre miktarı bir kötülük işlerse
onun cezasını görecektir.” (Zilzal
Sûr./6,7,8).
-“……….Şüphesiz ki, iyilikler
kötülükleri yok eder.” (Hud Sur./114).
Bu açıklamalar ıĢığında konuyu
inceleyelim. Rabbimiz hangi günahları af
edeceğini bildiriyor:
-Hata ve kusur sayılan küçük günahlar ile,
-Bilmeden (cahillik sebebiyle) iĢlenen
günahları...
Peki, diğer büyük günahların affı nasıl
gerçekleĢecektir? Bu konuda iki ayrı görüĢ
vardır. Birincisi;
131
-Yukarıda açıklandığı gibi tövbenin
kabulünde ön görülen koĢullar yerine getirilmiĢ,
kiĢi de kendini ıslah edip doğru yola yönelmiĢ
ise, iĢlediği büyük günahın affı Allah‟ın takdirine
kalmıĢtır. Bunun nasıl gerçekleĢeceği ise
bilgimiz dıĢındadır. Tamamen bağıĢlanacak mı,
Cehennemde daha az bir süre mi kalacak veya
azabın Ģiddetinin azaltılması Ģeklinde mi
gerçekleĢeceği konusunda kesin bilgi sahibi
değiliz. Ancak, âyet-i kerimede “Ġyilikler,
kötülükleri yok eder.” denildiğine göre,
kendisini düzeltip doğru yola yönelen Mümin
kiĢi kazanacağı sevaplarla Allah‟ın affına
ulaĢacağı umulmaktadır. Diğeri;
-ĠĢlenen büyük günahtan sonra eğer
tövbe yapılmamıĢ ise, bunun affı, cezası
çekildikten sonra “bir hardal denesi kadar iman
sahibi ise” Allah‟ın buyruğu ile gerçekleĢip
Cehennemden çıkarılacaktır. ġayet, günah
Allah‟ı inkâr – küfür Ģeklinde ise bunun affı
yoktur.
Ġnsanın bilerek veya bilmeden yaptığı
kötülük ve hataların bir kısmı kiĢilerle ilgilidir.
132
KiĢilerle ilgili olanlar için “kul hakkı” tabiri
kullanılır. Allah‟ın emirlerine ters düĢecek
davranıĢta bulunulduğunda tövbe ederek
günahtan kurtulma söz konusu olabilmektedir.
Ancak, kiĢi haklarında ise tövbe ile bağıĢlanma
olmaz. Mutlaka hak sahibi ile görüĢüp onun
helâl ve af etmesini istemelidir.
Ġnancımıza göre kul hakları iki yönlüdür:
Birisi, her Müslüman‟ın üzerinde görev kabul
edilen; selâm vermek, davete katılmak,
isteyene öğüt vermek, aksırdığında – Allah‟a
hamt ederse – buna karĢı hakkında rahmet
dilemek (bugünkü ortamda genellikle çok yaĢa
denmekte, en doğrusu Allah‟ın rahmeti, iyilikleri
üzerine olsun, denirse amaca ulaĢır), hastayı
ziyaret etmek, Müslüman‟ın cenazesinde
bulunmak..
Diğerleri ise, kiĢilerin mal, mülk, namus,
kan gibi kiĢisel haklarına saygılı davranıp elini,
dilini bunlardan uzak tutmaktır. Yine kiĢisel
haklar içerisinde de, hem Allah hakkı hem de
kul hakkı bulunur. Allah‟ın hakkı bu tür günah
iĢlenirken Allah‟ın yasakladığı bir zulme
133
giriĢilmiĢtir. Böylece Allah‟a karĢı hak
doğmaktadır. Bu tür günahlardan arınmak ve
günaha kefaret olması bakımından;
Allah‟ın hakkını ödemek üzere piĢmanlık
ve üzüntü duyulmalı, kötülükleri terk edip iyilik
yapmaya yönelmelidir. Örneğin;
-Kötülüğe karĢı iyilik yapılmalı,
-Malını gasp etmiĢ ise, helâl servetten
sadaka verilmeli,
-Gıybet ve aleyhteki dedikodulara karĢı o
kiĢiyi övmek ve bildiği iyiliklerini söylemek,
Ģeklinde ifade edilebilir. Bütün bunları yapmakla
Allah‟a karĢı görevini yapmıĢ olur. Fakat henüz
kul hakları yerinde durmaktadır.
Kul hakları ve bunları ödeme durumuna
gelince; hak sahibinin hakkını ödeyerek
gönlünü almaktan ibarettir. Hak sahibi af
etmedikçe ahirete kul hakkı ile gidilmiĢ olur.
Kul hakkı alıĢ veriĢteki hile, aldatma, gasp
yolu ile baĢkasının malını zimmetine geçirmek
Ģeklinde olduğu takdirde, derhal hak sahipleri
aranıp bulunacak ve hakları kendilerine iade
edilecektir. Bulunamadığı takdirde sevabı o
134
kiĢiye olmak üzere iyilik ve hayır yardımı
yapılmalıdır.
Gönül yıkma, hatalı davranıĢa gelince;
gerek yüzüne, gerek gıyabında ağır sözler
söylemek ve kalbini kırıcı hareketlerde
bulunmak gibi kusurlu iĢlerde de yine hak
sahiplerini bulup onlardan bağıĢlama
dilemelidir. ġayet ölmüĢ ise, kıyamette onlara
verilmek üzere hayır ve hasenat yapılmalıdır
(14).
Konuyu özetlersek, diğer ibadetler gibi
tövbe etmek de geçirilen bir sınavın sonuca
ulaĢmıĢ baĢarı göstergesidir. Burada da akıl ile
nefsin amansız mücadelesi görülür. Nefis
yaptığı her hareketi kiĢiye güzel, doğru ve
uygun olduğunu öğütler. Çirkin de olsa, günah
da olsa beğendirmeye çalıĢır ve kapatır tövbe
kapısını. Çünkü tövbe yaparsa, piĢmanlık ve
acizlik çıkar ortaya. Bu da nefsin büyüklük
duygusunu rencide eder.
Akıl, düĢünen, iyi ile kötüyü birbirinden
ayıran, geleceği tehlikeye düĢürecek
davranıĢları önlemeye çalıĢan insana özgü bir
135
meleke. Hemen çıkar nefsin karĢısına, onun
hileli öğütlerine aldanmaması için kiĢiyi zorlar
ve böylece bir anlık gaflet sonucu olarak iĢlenen
kötülük ve günah için tövbe etmeye, Yüce
Yaratan‟ına sığınıp bağıĢlanma dilemeye sevk
eder kiĢiyi. Bilinçli Müslüman Allah‟ın emirlerine
ve Hz. Peygamberimizin (s) tavsiyelerine
uyarak nefsin istekleri üzerine basa basa gerçek
yola yönelir. Yani hataların bağıĢlanması isteği
ile Rabb‟ının sonsuz merhameti ve Tevvab olan
sıfatına sığınır. Böylece sınavını da baĢarmıĢ
olur.
(d) Salih Amel İşlemek
Salih, iyi, değerli ve güzel anlamında
kullanılır. Salih amel ise, genellikle Allah‟ın
hoĢnutluğunu kazanmak amacıyla kiĢinin
yaptığı ibadetler ile kendisi, ailesi ve diğer
insanların yararına olan iĢleri kapsayan güzel
davranıĢlar, anlaĢılır. Buna göre Allah ve
Resulü‟nun emirlerini yapıp yasakladığı
Ģeylerden kaçınan kiĢi, her olumlu davranıĢında
salih amel ile meĢgul oluyor demektir.
136
Salih amel, sınırları çizilmiĢ ve sayıları
belirlenmiĢ değildir; geniĢ kapsamlıdır. Yapıldığı
zaman sevap kazandırır, yapılmadığında kiĢinin
üzerine sorumluluk yüklenmeyen davranıĢları
da içerir. Örneğin, yolda yürürken aniden
sağanak Ģeklinde yağmur baĢladı. ġemsiyeni
açıp kendini koruma altına aldın. Yanındaki
kiĢinin Ģemsiyesi yok; üstelik açık bir mekânda
bulunuyor. Kendi kendine düĢünüyorsun, bu
kiĢiyi davet edersem hem içim rahat eder haz
duyarım, hem de Allah‟ın hoĢnutluğunu
kazanmıĢ olurum ve çağırıp koruma altına
alıyorsun. Teklif edilmezse kiĢiye bir sorumluluk
yok, ancak yapılan bu salih amel ile sevap
kazanmıĢ olur.
Ayrıca, kiĢi kendinin ve ailesinin geçimini
sağlamak üzere dürüst olarak çalıĢıp helâl
yoldan kazanması salih amel bir iĢtir.
Kazancından tasarruf edip çocuklarına miras
bırakması da salîh amel bir davranıĢtır.
BaĢkalarına zarar vermesi muhtemel olan
olayları önlemesi de salih ameldir. Yoksul ve
muhtaçlara yapılacak her türlü yardım, hatta
137
yabancılara yol ve adres göstermek dahi salih
amel kapsamındadır. Yeter ki, yapılan bütün
iĢlerde Allah rızası gözetilsin ve niyet de bu
yönde olsun. Kendi itibarını yükseltmek amacı
güdülmüĢ ise, belki karĢı tarafı memnun etmiĢ
olabilir, fakat sevap kazandırmayan bir
davranıĢtan öteye geçmez. Nitekim Peygamber
Efendimiz bir hadisinde Ģöyle buyuruyor: “...
ailen ile çoluk çocuğuna yaptığın sarfiyat
da bir sadakadır. Senin hanımın, malından
yemekte olduğu şey de bir sadakadır.
Senin, aileni hayırda (rahat bir yaşayış
içinde) bırakman, onları insanlara el açar
bir halde bırakmandan çok hayırlıdır.”
(Müslim, Vasiyye:8).
Salih amel, kazancı bol bir alıĢ veriĢtir.
Siz ihtiyacı olana iyilik yaparsınız, bundan
dolayı Allah size daha fazlasını nasip eder. “Ey
Peygamber! Temiz şeylerden yiyin, sâlih
amel işleyin; doğrusu ben yaptığınızı
bilirim.” (Müminun Sur/51). “İyi hareket
edenin sevabını zayi etmeyiz. Doğrusu,
inanıp salih amel işleyenlere işte onlara,
138
içlerinden ırmaklar akan Adn Cennetleri
vardır.” (Kehf Sur/30-31).
Sâlih amelin karĢıtı, kötü veya çirkin
ameldir. Yani kiĢinin baĢkalarının hoĢnut
olmayacağı bir iĢ yapması veya incitici söz ve
davranıĢta bulunmasıdır. Ġslâm ahlâkından
nasibini almamıĢ bazı kiĢiler, insanlara bilinçli
olarak yaptıkları kötülüklerden, zulümden,
verdikleri eziyetlerden zevk alırlar. Hâlbuki kötü
davranıĢlar yasaklanmıĢtır; yapanlar cezasını da
çekerler. Nitekim Yüce Allah: “... kim kötü
amel işlerse cezasını görür” (Nisa
Sur/123) diye buyurmuĢtur (10).
Yüce Rabbim biz kullarını, kimin daha
çok, daha güzel ve topluma daha yararlı iĢler
yaptığını belirlemek üzere imtihan etmekte.
Yine bu yararlı iĢleri yaparken Allah rızasının
gözetilip gözetilmediği konusu da
denenmektedir. Amaç, olgun ve duyarlı insan
olmak; nefsi eğitip aklın yönetimine vermektir.
Çünkü Cennet halkı, maddi ve manevi
lekelerden arınmıĢ tertemiz mümin kullardan
oluĢacaktır.
139
d. Günah İşleme Konusunda Geçirilen
İmtihan
Günah, Ġslâm dinine göre yapılması suç
sayılan, hoĢ görülmeyen, kötü ve çirkin
davranıĢlara denir. Diğer bir tanımla, akıl ve
irade sahibi Müslüman‟ın, Allah ve Resulü (s)
tarafından yasaklanan iĢleri yapması,
yapılmasına rıza göstermesi (görmezlikten
gelmesi) veya yapılmasına yardımcı
olmasındaki davranıĢına günah denir. Demek
ki, bir Ģeyin günah sayılabilmesi için o Ģeyin,
Allah ve Resulü (s) tarafından yasaklanmıĢ
olması gerekir. Hakkında dini bir hüküm
olmadan, bazı kiĢilerin kendi aralarında – bu iĢi
yapma günaha girersin! – Ģeklindeki
konuĢmaları, hiç de doğru olmayan ve
kendilerini günaha götüren bir ikazdan ibaret
olur. Çünkü Allah ve Resulü‟nun yetkisini
bilmeden kendisi kullanmaya kalkıĢmıĢtır. Bu
nedenle kesinlikle bilmeden bir Ģey hakkında bu
günahtır diye hüküm belirtmemeye dikkat
edilmelidir
140
Dinler tarihinde semavi dinlere iliĢkin
bilgilere göz atıldığında, her dinin kendine özgü
yaptırımları kapsayan kurallar dizisi olduğu,
yani her birinin ayrı Ģeriatı (yolu) bulunduğu
görülür. Tevhit dinleri, Hz. Âdem‟den Hz.
Muhammed‟e (s) kadar gelinceye dek tevhit
inancında (Allah‟ın birliği) bir değiĢiklik
olmamasına karĢın, kulların uyması gereken
kurallarda zaman ve mekâna göre düzeltme
olabilmiĢtir. ġöyle ki, önceki kavimlerde yasak
olan bir nesne, Ġslâmiyet‟te mubah duruma
getirilmiĢtir; bunun tersi de olmuĢtur. Örnek
vermek gerekirse; Yahudilikte cumartesi günleri
çalıĢmak, ateĢ yakıp yemek piĢirmek, av
avlanmak; büyük ve küçükbaĢ hayvanların iç
yağlarını yemek yasak kılınmıĢtır. Ġslâmiyet‟te
ise serbest bırakılmıĢtır. Hıristiyanlıkta içki
içmek serbest, Ġslâmiyet‟te ise yasaklanmıĢtır.
Yani haram olarak belirlenmiĢtir. Domuz eti
Ġslâm dininde haram, Hıristiyanlıkta serbest...
Bunun gibi değiĢiklikleri çoğaltabiliriz. Önemli
olan, niçin ve nedenleri anlamaya çalıĢmaktır.
141
Tarihe geçmiĢ kavimlerden Yahudi dinine
mensup deniz kıyı Ģeridinde yerleĢik ”Eyle”
Ģehir halkının baĢına gelen olaylar, niçin ve
nedenleri anlamamıza ıĢık tutacaktır.
Allah Teâlâ Yahudilere, haftanın altı
gününü iĢ günü olarak belirlemiĢ, yedinci
cumartesi gününü de, sadece din iĢleri ile
uğraĢmaları ve dünya malına karĢı besledikleri
hırsı kırmaları için mukaddes gün kılmıĢtı. Fakat
onlar bu günü de ticaret günü yapmıĢlar ve
böylece haddi aĢarak Allah‟ın emrine karĢı
gelmiĢlerdi.
Yahudiler, cumartesi günü yasağına saygı
gösterdikleri zaman, balıklar can korkusuna
düĢmeden su yüzüne çıkar, akın akın yanlarına
gelirdi. Fakat diğer iĢ günlerinde ise sahile tek
bir balık bile gelmezdi. Nefislerinin verdiği –
daha çok ticaret yapabilme – hırsı ile hareket
eden Yahudiler, cumartesi gününde de balık
avlamaya kalkıĢtılar. Böylece mukaddes günün
hürmetini ihlâl edip haddi aĢtılar ve Allah‟ın
emirlerine karĢı geldiler. Bu iĢledikleri günahtan
142
dolayı da Allah‟ın gazabına uğradılar. Konuya
iliĢkin Kuran‟ın bildirdikleri de Ģöyledir:
“Onlara, deniz kıyısında bulunan
şehir (Eyle) halkının durumunu sor. Hani
onlar cumartesi gününe saygısızlık
gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü
cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar
meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi,
cumartesi tatili yapmadıkları gün de
gelmezlerdi. İşte böylece biz, yoldan
çıkmalarından dolayı imtihan ediyorduk.”
(Araf Sur/163).
“İçinizden cumartesi günü azgınlık
edip de, bu yüzden kendilerine: “aşağılık
maymunlar olun!” dediklerimizi elbette
bilmelisiniz (Bakara Sur/65).
“Biz bu olayı, bizzat görenlere ve
sonradan gelenlere bir ibret dersi,
muttakiler için de bir öğüt vesilesi kıldık.”
(Bakara Sur/66).
O dönemlerde Ġsrail oğulları, yukarıdaki
olayda anlatıldığı gibi genelde dinin kesin
hükmüne karĢın haddi aĢıp Allah‟ın emirlerine
143
karĢı gelmiĢlerdir. Bu davranıĢları Allah‟ın
gazabını üzerlerine çekmiĢ ve aĢağılanmıĢlardır
(7). Önce Keldaniler (Buhtunnasır zamanında),
sonra Romalılar tarafından ülkeleri iĢgal edilip
kimisi kılıçtan geçirilmiĢ, kimisi de esir alınıp
baĢka mekânlara götürülmüĢtür. Bu korkunç
olaylar sonrasında ellerindeki Tevrat kitapları da
yakılarak yok edilmiĢtir.
Bugünkü ortamda cumartesi günü çalıĢma
yasağını ele alıp kendi ölçülerimize göre
değerlendirelim. Cumartesi günü çalıĢmanın ne
gibi sakıncası olabilir. Diğer günler gibi
cumartesi de Allah‟ın belirlediği bir gün. Eğer
istirahat edilsin denirse, isteyen istirahat eder,
isteyen çalıĢır. Sonra cumartesi günü çalıĢması
insana zarar getirecekse Ġslâmiyet‟te de yasak
olması gerekirdi. Çünkü Ġslâm kural ve yasaklar
– faydalı, zararlı – değerlendirmesinde
odaklaĢır. Genelde yasaklar, insana zararlı
olduğu için konulmuĢ kurallardır. Peki, hal böyle
iken Yahudilikte cumartesi günü çalıĢma
yasağına ne denilebilir? Bunun cevabını meâli
yukarıda yazılı (Araf Sur/163) âyette Allah
144
bildirmektedir. Allah kullarını, zaman ve
mekâna göre belirlediği yasaklarla imtihan
etmektedir. Böylece kiĢi, dünyanın geçici
güzellik ve geçimliklerine aldanmadan, Allah‟ın
belirlediği kurallar çerçevesinde nefsini eğitip
olgunlaĢmasını tamamladıktan sonra Cennete
gidebilme hakkını kazanmıĢ olacaktır.
Yine bu olay bizlere, hayatımıza yön
verirken Allah‟ın emir ve yasaklarına kesin kes
uyulmasının gerekliliğini, uyulmadığı takdirde
baĢımıza çeĢitli kötülüklerin geleceği veya
kazanılan günahların ahirette hesabı sorulacağı
mesajını bildiriyor. Ne diyor Rabbimiz: “Biz bu
olayı, gören ve sonradan gelenlere ibret
dersi, muttakiler (Allah‟ın emrine uyan
müminler) için de bir öğüt vesilesi kıldık.”
(Bakara Sur/66). Yüce Rabbim ikaz ediyor;
“Ey kullarım dikkat edin emrime uymayanların
halini görün, baĢlarına gelen kötülük sizin
baĢınıza da gelebilir; bundan ders alın; Allah‟ın
sünnetinde değiĢiklik olmaz! Dünyada da,
ahirette de mutlu olup kurtuluĢa
145
kavuĢabilmeniz için mutlaka emir ve
yasaklarıma uyun!.” diyor.
Günah, Allah ve Resulü‟nün emirlerine
aykırı söz ve davranıĢlar olduğuna göre, hayat
boyu yaĢamımızda onlardan kaçınabilmek için
nelerin günah sayıldığının bilinmesi gerekir.
Ayrıca, günahların hepsi de eĢit değildir. Kimisi
büyük bir cezayı gerektirirken, bazıları da
kınanmakla geçiĢtirilir. Örneğin bekâr kız ve
erkeğin nikâh dıĢı cinsel iliĢkileri zina sayılıp
Ġslâm kurallarına göre sopa vurulması zorunlu
olduğu halde (Nur Sur/2), birbirlerine elle
sarkıntılık yapmaları fiziki cezayı gerektirmez.
ĠĢte iki davranıĢ da günah sayılmakta... Fakat
birincisi ceza yaptırımı olduğu için buna büyük,
diğerine küçük günah denilmektedir. Kendisini
Allah yolcusu kabul eden inançlı her Müslüman
küçük olsun, büyük olsun günahın her
türlüsünden mümkün oldukça kaçınmalıdır.
Özellikle büyük günah sayılan söz ve
davranıĢlardan kesinlikle uzak durmalıdır. Niçin
mi? Kendi geleceği için; ebedi hayatını
karartmaması için; Cehennem ateĢinde
146
yanmaması için. Bütün bunlar yeterli neden
sayılmaz mı? Bu nedenle büyük ve küçük
günahların neler olduğunu bilmemiz önem arz
eder.
(1) Büyük Günahlar
Ġslâm Ģeriatı (yolu) na göre Ģiddetli cezayı
gerektiren kötü bir suç ve fiile büyük günah
denir. Büyük günahların sayıları hakkında çeĢitli
görüĢler mevcuttur. Bazıları 9,10,12 olarak
tespit ederken Ebu Talib-i Mekki‟nin rivayetine
göre bunun sayısı 17 olarak bildirilmiĢtir. ġimdi
bunları âyet ve hadislere dayandırarak neler
olduğunu görelim:
(a) Allah’ı inkâr etmek veya ortak
koşmak (şirk)
Af edilmeyen en büyük günah Allah‟a Ģirk
koĢmaktır. Diğer bir ifadeyle küfürdür. Ġslâm
inancına göre, Allah‟ı inkâr eden veya O‟na
ortak koĢan kiĢi, tövbe edip inancını
düzeltmedikçe ahirette devamlı Cehennem
azabını çekecektir. Nitekim Kuran-ı Kerimde
Ģöyle buyrulmuĢtur: “ Allah kendisine ortak
koşulmasını elbette bağışlamaz; bundan
147
başkasını dilediği kimse için bağışlar.
Allah‟a ortak koşan kimse büyük günah ile
iftirada bulunmuş olur.”( Nisa Sur/48)
Çünkü Allah‟ın ortağı yoktur.
Bugünkü ortamda ilim ve bilimde unvan
sahibi ve sözü dinlenir bazı kiĢiler, gerici
yakıĢtırmasından çekinip Allah ismini ağızlarına
almazlar. Dünyamızda cereyan eden olaylara,
tabiat olayları; yaratan ve devam ettiren güce
de, doğa kanunları deyip kendilerine toz
kondurmazlar. Acaba, böyle düĢünceleri ilmin
verileri olarak topluma enjekte eden bu kiĢiler,
affı olmayan büyük bir günah iĢlediklerinin
farkında mıdırlar? Allah‟ın güç ve kudretinin
yerine doğa konulabilir mi? Hiç Türkçe sözlüğe
bakıp doğa kelimesinin ne anlama geldiğini
görmediler mi? Eğer iddiaları gerçek ise, neden
sözlükteki ifadeyi kendi görüĢlerine göre
değiĢtirme gayreti içinde olmadılar? Bu kadar
bağnazlık olur mu? Allah yerine hiç doğa
konulur mu?
Ġslâm inancına göre, bütün kâinatı ve
üzerindeki her türlü canlı- cansız varlıkları
148
yaratan, belirli bir süre için varlıkların
devamlılığını sağlayan güç, ancak, Allah‟tır.
Ġnsanların yaĢam boyunca geçimliklerini, yani
rızkını veren de, O‟dur. Zenginlik ve fakirliği
belirleyen de, Allah‟tır. Ġnsanın yaĢamındaki her
olay bilmediğimiz bazı nedenlerle, Allah‟ın
hikmetlerine dayanır. Allah kiĢiye neyi nasip
etmiĢse, o geçer eline. Çünkü veren de O dur;
alan da O. Bu inanç her Müslüman‟ın,
yaĢamında kendisine düstur olmalıdır. Hal böyle
iken bir Müslüman, nasıl olur da türbelere
sığınıp ölülerden yardım dileğinde bulunur!
Denebilir ki, biz o kiĢinin yüzü- suyu hürmetine
Allah‟tan istekte bulunuyoruz! Çok yanlıĢ bir
davranıĢ; Allah‟la kul arasında aracı yok. Mekke
müĢrikleri de Allah‟ı tanıyor; fakat putları aracı
olarak görüyorlardı. Bu nedenle Kuran‟da ikaz
edilip sonlarının devamlı Cehennem olduğu
belirtildi. Çünkü onlar, bu düĢünce ve
davranıĢları ile büyük günah sayılan küfür
iĢlemiĢlerdi.
(b) Sarhoş Eden Herhangi Bir Şeyi
İçmek
149
Cenab-ı Hak buyuruyor:” Ey iman
edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları
şüphesiz şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan
kaçınınız ki kurtuluşa eresiniz.” “Şeytan
şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza
düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah‟ı
anmaktan, namazdan alıkoymak ister.
Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?”
(Maide Sur/ 90-91)
Hz. AiĢe (r.a.) Ģöyle dedi: Resulallah‟a (s)
bıti (içkisinin hükmü ) sorulmuĢtu.
Resulallah(s) :” Sarhoşluk veren her içki
haramdır.”buyurdu. (Müslim,Eşbire:67)
(Bıt, baldan yapılan bir çeĢit içki)
SarhoĢluk veren içkinin haram olmasına
iliĢkin Allah‟ın kesin hükmü, üç aĢamalı olarak
Kuranda yer almıĢtır. Birincisinde, yarar ve
zararının bulunduğu belirtilmiĢ; ikincisinde,
zararın yaranından fazla olduğu açıklanmıĢ ve
üçüncüsünde de tamamen yasaklanmıĢtır. Bu
haliyle sarhoĢluk veren içkinin içilmesi hem
haram sayılmıĢ ve hem de büyük günahlar
kapsamına alınmıĢtır. Ġnsan sağlığı ve düĢünüp
150
doğru karar verme melekesini olumsuz yönde
etkilemesine rağmen, içildiğinde nefise neĢe ve
haz hissi vermesi, akıl ile nefsi karĢı karĢıya
getirir. Nefis içilmesini ister; akıl da hem
sağlığa olumsuz etkisini ve hem de Allah ve
Resulüllah‟ın (s) emrini ön plana çıkarır. Nefsine
uyan büyük bir günah iĢlemiĢ olmanın
sorumluğunu taĢır.
(c) Yetim Malı Yemek (Veya) Hakkını
Gasbetmek)
“Yetim malına yaklaşmayın, ancak
yetimin malını korumak ve verimli bir hale
getirmek gibi en güzel tasarruf tarzı
müstesnadır.” (En‟am Sur/152)
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Bir kere
Rasûlallah(s): “ Helâk edici yedi şeyden
çekininiz!” buyurmuştu.
Ashab :” Ya Rasûlallah ! Bu yedi şey
nedir? “diye sorduklarında;
Resul-i Ekrem: “(1). Allah‟a şirk
koşmak,(2). Sihir yapmak,(3). Allah‟ın
katlini haram kıldığı bir hayatı
öldürmek,(4). Faiz kazancı yemek,(5).
151
Yetim malı yemek,(6). Harpten
kaçmak,(7). Evli kadına iftira
etmek,”buyurdu ( Buharı, Vasiyyet:172).
(ç) Faiz Kazancı Alıp Vermek
“Riba yiyenler, kıyamet gününde
mezarlarından şeytan çarpmış saralılar
gibi deli divane olarak kalkarlar. Hâlbuki
Allah, alış verişi helâl, ribayi (faiz) haram
kılmıştır.”(Bakara Sur/275).
İbn-i Mes‟ud (r.a.) anlatıyor:
Peygamberimiz(s): Ribayı (faizi) alana da
verene de lânet etti” dedi.(Müslim,
Musakat: 105)
Tarih 8 Mart 632, günlerden Cuma,
Peygamberimiz (s) “ Veda haccı” maksadıyla
bulunduğu Arafat vadisinin ortasında ve Kasva
isimli devesi üzerinde, çevresinde toplanmıĢ
124.000 Müslüman‟ın Ģahsında bütün insanlığa
Ģöyle sesleniyordu:
“Ashabım! Kimin yanında bir emanet
varsa onu sahibine versin. Faizin her çeĢidi
kaldırılmıĢtır; ayağımın altındadır. Fakat
aldığınız borcun aslını ödemek gerekir. Ne
152
zulmediniz ne de zulme uğrayınız. Allah‟ın
emriyle bundan böyle faizcilik yasaktır.
Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü
ayağımın altındadır. Ġlk kaldırdığım faiz de,
Abdulmuttalib‟in oğlu amcam Abbas‟ın faiz
alacağıdır.”(21).
Ekonomi yönünden faiz alıp verme
konusuna bakıldığında ;” bunda ne var, ihtiyaç
sahibine borç para vermek, onun sıkıntılarını
gidermek veya iĢ kurabilmesi için sermayesini
karĢılamanın neresi yanlıĢ; bu da, insanlara
iyilik yapma yolu değil mi? Sonra borç paradan
alınan faiz, paranın aĢınma payı değil mi? “
anlamında bir düĢünce çıkar karĢımıza. ĠĢin
aslına bakılırsa, ortada, çalıĢmadan, alın teri
dökmeden, ekonomiye üretim yapmadan,
baĢkasının sırtından para kazanma kolaylığı
var. Ekonomik yönden sömürülen, ezilen bir
kesim var karĢımızda.
Konunun korkunçluğunu gözler önüne
serebilmek için Türkiye gerçeğinde bir örnek
vermek istiyorum: Özellikle 1983 yılından sonra
hızlı bir kalkınma hamlesi baĢlatıldı Türkiye‟de.
153
Bütçeden karĢılanamayan finansman açıkları, iç
ve dıĢ piyasadan borç para alınarak yatırıma
dönüĢtürüldü. Duble yollar (otoban) projeleri
hızla uygulanıyor, hava limanları yapılıyor,
turistik tesisler inĢa ediliyordu. Köy yerleĢim
birimlerine kadar telefon ve elektrik halkın
hizmetine sunuluyordu. Fakat bu aĢamada,
amacını aĢan bir borç yükünü yüklenmiĢti
Türkiye. Her yıl borçlar, faizin etkisiyle
katlanarak büyüyordu. 2004 yılı mart ayındaki
Türkiye‟nin borç tablosu, korkulacak düzeye
ulaĢmıĢtı. Ġç borçlar 149 milyar doları, dıĢ
borçlar 142 milyar doları bulmuĢtu. Toplam 291
milyar borcu vardı ülkemizin. Toplam borç
stoku, gayrı safı milli hasılanın % 100 oranını
teĢkil etmiĢti. Diğer ifadeyle, Türkiye‟nin bir yıl
içerisinde ürettiği, elde ettiği gelirler toplamı
kadar borç yükünün altında ezilmiĢti.3
2004 yılı Bütçe verilerine göre:
Katrilyon
5 AKSİN,Can, (Makale) Diğer Yazarlar da Nihayet Vahameti Görmeye Başladı,
Dünden Bugüne TercümanGaz. 4-3-2004
154
Konsolide Bütçe Gelirleri
: 114.539
Borç Faizleri
: 66.200
Yatırım
: 7.550
Bu tabloya göre, 66.200 katrilyon,
piyasadan alınacak borç para karĢılığında
ödenecek faiz miktarı. Gelecek nesillere daha
modern ve kalkınmıĢ bir Türkiye bırakabilmek
için ancak, 7.550 katrilyon ödenek ayrılmıĢ
yatırımlara. Bu uygulamanın tersi, yani 66.200
katrilyon yatırıma harcansaydı, Türkiye‟nin nasıl
Ģaha kalktığını dünya âlem hayranlıkla izlerdi o
zaman bizleri. ġimdi ise, borç para bulunca
sevinç içinde onurlanıyor yöneticiler. Türkiye‟nin
geleceğini de karartıp ipotek altına alan bu
vahim tablo, faizin ne denli “virüs
mikrobu“olduğunu anlatmaya yeter de artar
bile. Virüs mikrobu girdiği yerde olduğu gibi
kalmaz; zaman içerisinde gittikçe büyür,
büyüdükçe de kemirip kendine saha açar.
155
Türkiye‟de faiz iĢlemleri de böyle oldu;
katlanarak büyüdü.
2003 yılında 50 milyar dolara yakın
ihracat gerçekleĢtirildi. Fakat ithalat 15-20
milyar dolar daha fazla yapıldı. Bu gidiĢatla dıĢ
borçtan kurtulmamız olası değil. Hiç ithalat
olmasa, ancak 3 yıl sonra dıĢ borçtan kurtulmuĢ
oluruz. Nereden bakılırsa bakılsın faizin Türk
milletine açtığı yara, kolay kolay kapanacak
cinsten görülmüyor. ĠĢte, Allah ve Resulü‟nün
buyruklarına uymamanın tatsız ve düĢündürücü
sonucu..
Bireysel olarak bakıldığında faiz alıp
verme iĢlemi, kiĢiye cazip gelir. Hele faiz geliri
elde edenler kârlı bir iĢ yapmanın sevinci,
çalıĢmadan kazanmanın mutluluğunu yaĢar.
Daha doğrusu kendisine öyle gelir. Hâlbuki
Allah‟ın sınavından geçmekte olduğunun
farkında değillerdir. Yüce Rabbim buyuruyor:
“Allah, faiz gelirini tüketir (faiz karışan
malın bereketini giderir), sadakası verilen
gelirleri de bereketlendirir. Allah küfürde
ve günah işlemede ısrar eden hiç kimseyi
156
sevmez.” (Bakara Sur/276). Demek ki, faiz
alanlar boĢuna sevinmesinler, Ģöyle-veya böyle
Allah kazançlarını yok edeceğini bildiriyor Ayrıca
bu yasak iĢlemden dolayı ahirette hesap
göreceklerdir.
(d) Yalan Söylemek Ve Yalan Şahitlik
Yapmak
Yalan söz söyleyip insanları aldatmak
konusunda Allah, “ Ey iman edenler! Allah‟a
iman edin ve yalan söz söylemeyin ki,
Allah işlerinizi başarıya ulaştırsın ve sizi
bağışlasın.”(Enfal Sur/71-72) buyurarak
toplum için önemli olan insanlar arasındaki
güveni korumak istemiĢtir. Ġnsanlar arasındaki
güveni sarsan davranıĢın baĢında yalan söz ve
hileli aldatma gelir. Her ikisi de ahlâkın çirkin ve
kötü yönlerini oluĢturur. Toplumda hakça
düzeni bozar; huzurlu yaĢamı bitirir. Ġnsanlar
birbirine Ģüphe ile yaklaĢır; iliĢkiler yara alır.
ĠĢte bu nedenle, kendi çıkarı uğruna
karĢısındakini zarara sokacak Ģekilde yalan
söylemek ve yalan yere Ģahitlik yapmak büyük
günahlardan sayılmıĢtır. Nitekim Abdullah Ġbn
157
Mes‟ud (r.a.) anlatıyor: Resulüllah (s) şöyle
buyurdu: “Doğruluğa sarılın. Çünkü
doğruluk mutlak hayra götürür; mutlak
hayır da muhakkak cennete götürür. Kişi
doğru hareket ede ede ve doğruluğu araya
araya nihayet Allah indinde bir sıddıyk
(çok doğru kişi olarak ) yazılır. Sizleri
yalan söylemekten şiddetle sakındırırım.
Çünkü yalan söylemek fâcirliğe (kötülüğe)
götürür. Fâcirlik de Cehenneme götürür.
Kişi yalan söyleye söyleye ve yalanı araya
araya nihayet Allah katında eğitimli bir
yalancı yazılır.” (Müslim, Kitabu‟l-
Birr:105).
Ebu Bekr’e (Nufey) anlatıyor: Nebi (s) üç
defa:
- Büyük günahların en büyüğünü size
bildireyim mi buyurdu. Ashab:
- “Evet, bildir, Ya Resulüllah!” (s)
dediler. Resulüllah (s):
- Allah‟a şirktir, anaya babaya ezadır
(asilik) buyurdu. (Sonra) dayanmakta iken
doğrulup oturdu. Hemen:
158
- İyi dinleyin, bir de: Yalan yere
şahitlik yapmaktır, buyurdu.” Resulüllah
(s) bu sözü durmayıp tekrar ediyordu. (O
derece tekrarladı ki) hatta biz, keşke
sussa, diyorduk (Buharı, Şahadet:1148).
Yalan söylemenin haram olmasına karĢın
bazı hallerde mubah (doğru) olduğu
belirtilmiĢtir. Bu konuda Ġbn ġihâb Ģöyle dedi:
“Ben insanların söylediklerinden hiçbir şey
hususunda yalana izin verildiğini
işitmedim. Ancak şu üç şeyde müstesna:
Harp, halk arasını düzeltip ıslâh etmek,
kocasının karısına veya karının da
kocasına karşı (aile düzenliği için)
söyledikleri sözler.” (Müslim, Kitabu‟l-
Birr:101).
(e) Yalan Yere Yemin Etmek
Cenab-ı Hak buyuruyor: Allah‟a karşı
verdikleri sözü ve yeminlerini az bir
bedelle değiştirenlere gelince, işte
bunların ahirette bir payı yoktur. Kıya“met
günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara
bakmayacak ve onları temize
159
çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap
vardır.” (Al-i İmran Sur/77).
Abdullah Ġbn-i Mes‟ud (r.a.) anlatıyor:
Resûl-i Ekrem:
-“Her kim Müslüman bir kimsenin
malını koparmak için yemininde yalancı
olarak and içerse, kıyamet gününde o,
Cenab-ı Hak‟kın gazabına uğrayarak
Allah‟a kavuşur.” buyurdu (Buharı, Şirb
(Su Hissesi):1064).
Yalan yere yemin konusunda, vicdanla
menfaat çarpıĢır. Vicdan aklın yönetiminde
doğru olmayı, dürüst davranmayı, herkesin hak
ve hukukuna saygılı olmayı öğütlerken Ģeytanın
güdümündeki nefis, “benim olsun da, nasıl
olursa olsun”, kabilinden haksız menfaat için
kiĢiyi yalan söylemeye, üstelik karĢı tarafa
güven verebilmek için yalan yemin etmeye
zorlar. ĠĢte imtihan geçirme bu aĢamada
gerçekleĢir. Nefsine uyan büyük günah iĢler ve
böylece Cehennem azabını hak etmiĢ olur.
(f) Sihir ( Büyü ) Yapmak:
Yüce Allah buyuruyor:
160
-“Onlar, o iki melekten, karı ile koca
arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa
büyücüler, Allah‟ın izni olmadan hiç
kimseye zarar veremezler. Onlar,
kendilerine fayda vereni değil de zarar
vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona
inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi
olmadığını çok iyi bilmektedirler.
Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne
kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (Bakara
Sur/102).
-“De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden,
karanlığı çöktüğü zaman gecenin
şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan
üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit
kıskanç (haset eden) kişinin şerrinden
sabahın Rabbine sığınırım.” (Felâk Sur/1-
5).
Sihir yapmanın günah olduğu geçmiĢ
dinlerde olduğu gibi Ġslâmiyet‟te de yerini
korumuĢtur. Toplum fertleri arasında
düĢmanlıklara yol açan, düzeni bozan ve kiĢisel
öç alma aracı olarak kullanılan sihir yapmanın
161
ne denli çirkin bir iĢ olduğu, bizzat Hz.
Peygamberin(s) üzerinde denerek
Müslümanlara örnek olarak gösterilmiĢtir:
Mekkeli müĢriklerle milâdi 628 yılının
mart ayında Hudeybiye‟de yapılan barıĢ
anlaĢması dönüĢünde Peygamberimiz fiziksel ve
ruhsal olarak rahatsızlandı. Sonradan
anlaĢıldığına göre hastalığının nedeni, büyülenip
yok edilmekti. Arabistan‟daki Yahudiler arasında
her nesilde büyücülüğü bilen birkaç kiĢi olurdu.
Bunlardan birisi de Lebid adında bir Yahudi idi.
Lebid, sihir yapma ilminin kendisiyle beraber
ölmemesi için hayatta iken kızlarına öğretmeyi
düĢünüp duruyordu. Bu arada Lebid‟e , Hz.
Peygamber (s) üzerine öldürücü bir sihir
yapması karĢılığı yüksek ölçüde rüĢvet teklif
edildi. Fırsatı kaçırmayan Lebid, Hz.
Peygamberimizin saçından bir tel edindi. Bu saç
teline on bir düğüm atıldı. Her düğüm atılırken
kızları bazı sözcükler söylüyor ve üzerine
üflüyorlardı. Bunu, üzerinde polen bulunan diĢi
hurma filizine bağlayıp bir kuyunun dibine
attılar. Yapılan büyü ancak, düğümlerin
162
açılmasıyla çözülebilecekti.. Peygamber(s) kısa
bir süre sonra üzerinde tuhaf Ģeylerin olduğunu,
sağlığının kötüye gittiğini hissetti Bir taraftan
hafızası zayıflıyor, diğer taraftan yapmadığı
Ģeyleri yapmıĢ gibi hayal ediyordu. Bunun yanı
sıra gittikçe zayıflıyor, yemeklere karĢı ne iĢtahı
vardı ve de yiyebilecek gücü. Böyle bir
rahatsızlık karĢısında, her zaman olduğu gibi,
Yaratanına sığınıyor ve iyileĢmesi için dua
ediyordu. Bir gün rüyasında, iki kiĢi gelip birisi
baĢucunda diğeri ayak tarafında oturduklarını,
birbirlerine hastalığının nedenini ve büyü
yapılan düğümlü saç telinin kuyuya atıldığını,
kuyunun bulunduğu yeri belirleyen konuĢmalar
yaptıklarını, görür. Ertesi sabah Cebrail gelir ve
gördüğü rüyayı doğrular. Ayrıca büyünün
çözülebilmesi için öneride bulunur. Hz.
Peygamber (s), Hz. Ali‟yi kuyuya gönderir.
Hurma dalı çıkarılır ve 11 düğümün her biri
çözülürken üzerine yine 11 ayetten oluĢan
“Felak” ve “Nas” surelerinden birer âyet
okunur. Böylece büyü çözülmüĢ olur.
Peygamberimizde eski sağlığına kavuĢur Daha
163
sonra Lebid, rüĢvet karĢılığı sihir yaptığını itiraf
etmesine rağmen Hz. Peygamber bir giriĢimde
bulunmaz. Çünkü O, rahmet peygamberi olarak
gönderilmiĢti.(28)
Zamanımızda sihirle uğraĢan kesim yok
denecek kadar azaldığından genel olarak
toplumda bu konu, hurafeye dayalı cahil
kiĢilerin batıl inançları olarak algılanır. ĠĢin
doğrusu ise, Kuran‟da Allah‟ın bildirdiği bir
haber olduğuna göre, her Müslüman bunu
gerçek olarak kabul edecek, diğer ilim dalları
gibi bunun da kendine özgü ruhsal ilim
olduğunu bilecektir.
Allah Teâlâ‟nın ilmi sonsuzdur. Biz
insanlara zaman ve mekâna göre kendi
ilminden dilediği kadarını vermekte. Bizler de
kendimiz ve toplum yararı için kullanmaktayız.
Bu sayede modernleĢme ve teknolojik
ilerlemeler kaydederiz. Allah ilmini, ya
peygamberleri aracılığı ile veya seçtiği kullarına
ilham ederek bizlere ulaĢtırır. Bunun gibi sihir
yapma ilmini de, Babil‟de Harut ve Marut isimli
164
iki melek aracılığı ile o zamanın toplumuna
öğretilir.
Sihir iki yönlüdür. Hem insanların
yararına, hem de zararına kullanılabilir güce
sahiptir. Tıpkı, zehrin ilaç olarak kullanılması
insanın yararına, sırf zehir olarak kullanılması
da zararına olduğu gibi..
Diğer bir örnek elektrik; aydınlanma,
ısınma ve elektronik cihazların çalıĢtırılmasında
insan yararına kullanılır. Fakat bu gücü,
insanları öldürmek amacıyla da kullanabilirler.
Sihir de böyle, iyilik için de, kötülük maksadıyla
da kullanılır. BoĢanmak üzere olan karı kocayı
barıĢtırıp gönüllerini yaklaĢtırmak amacıyla
yapılan sihir mubah; evlilik hayatını normal
devam ettiren karı koca arasını açıp
boĢanmalarına yol açan sihir ise büyük günah
kabul edilmiĢtir. Bu yönü itibariyle, sihir ilminin
kullanılmasında da yapan ve yaptıranlar sınav
geçirmektedir.
(g) Zina Yapmak
Kuran‟ın belirleyici hükümleri:
165
“Zinaya da yaklaşmayın çünkü o pek
çirkindir ve kötü bir yoldur.” (İsra
Sur/32).
“Zina eden kadınla zina eden
erkekten her birine yüzer değnek vurun.
Eğer Allah‟a ve ahret gününe
inanıyorsanız, bunlara Allah‟ın dinini tatbik
hususunda acıyacağınız tutmasın.
Müminlerden bir zümre de bunların
azabına şahit olsun.” (Nur Sur/2).
Hz. Peygamberimizin (s) konuya iliĢkin
buyrukları:
- Ubâdetu‟bnu Sâmit (r.a.) anlatıyor:
Resulüllah (s) şöyle buyurdu: “Benden
alınız, benden alınız. Muhakkak ki, Allah
zina yapan kadınlar için bir yol tayin
etmiştir. Evlenmemiş olan, evlenmemiş
olanla zina ederse bunların her birine yüz
değnek ve bir sene sürgün cezası vardır.
Evli veya dul olan, evli veya dul olanla zina
ederse bunların her birine yüz değnek ile
taşlama cezası vardır.” (Müslim,
Hudud:1690).
166
- Ġbni Abbas (r.a.), Ebu Hureyre‟den
iĢittiğini anlatıyor. Nebi (s) der ki: “Allah
Âdemoğluna zinadan nasibini takdir
etmiştir. Hiç şüphesiz Âdemoğlu,
mukadder olan bu akıbete erişecektir.
İmdi göz zinası (mahremi olmayan kadına
şehvetle) bakmasıdır. Dil zinası da
(zevkle) görüşmektir. Nefsin de (zina)
temenni ve iştihası vardır (bu arzu da
nefsin zinasıdır). Tenasül uzvu ise bu
organın hepsinin arzularını ya
gerçekleştirir yahut (bırakarak) yalanlar.”
(Buharı, Kitabu‟l Ahkâm:2132). Hadisin
içeriğinde belirtildiği üzere göz, dil ve nefis
zinaları, küçük günah kapsamında; cinsel
iliĢkinin gerçekleĢmesi ise büyük günah olarak
belirlenmiĢtir.
Zina reĢit yaĢtaki erkek ve kadının nikâh
akdi olmadan cinsi iliĢkide bulunmalarına denir.
Zina, evlilik bağlarını çözdüğü, aileyi dağıttığı
ve nesebi belirsiz çocuk edinip nesli bozduğu
için eski toplumlarda olduğu gibi Ġslâm dininde
167
de yasaklanmıĢ ve büyük günahlardan
sayılmıĢtır.
Zamanımızda kadın erkek iliĢkileri
alabildiğine serbestlik kazanmıĢ ve basın, yayın,
moda, reklâm, hatta ticari kazançlarını,
insanların Ģehevi arzuları üzerine bina
etmiĢlerdir. Örneğin, cilt yumuĢatıcı kremin
tanıtımında çıplak kadın görünümü reklâm
olarak kullanılmıĢtır. Bu ve buna benzer
uygulamalar, cinsel istekleri kabartıp nefisle
aklın mücadelesine yol açar. Dolayısıyla
toplumda sarkıntılık dediğimiz disiplin ve ahlâk
dıĢı davranıĢlar çoğalır; kavga ve düĢmanlığı da
beraberinde getirir. O zaman toplumun bireyleri
de, huzursuz ve geleceğinden kaygılı hisseder
kendilerini.
Genelde zinaya yaklaĢtıran birinci yol,
bakıĢmadır. Bu nedenle Allah Teâlâ: “(Ey
Resulüm!) Mümin erkeklere söyle,
gözlerini haramdan sakınsınlar. Irzlarını
korusunlar, bu kendileri için daha temiz
(davranıştır). “Ey Resulüm!) Mümin
kadınlara söyle, gözlerini haramdan
168
sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.” (Nur
Sur/30-31) buyurarak zinaya geçiĢ kapısını
kapatmıĢtır.
Günlük yaĢamımızda sokak, çarĢı, pazar,
iĢyeri, okul ve hastane gibi kadın-erkek bir
arada, karĢılıklı iĢ iliĢkilerinde bulunmak
zorunluluğu vardır. Ġster istemez bir birlerinin
yüzüne bakacaktır. Ayet ve hadislerde ise
bakılmaması isteniyor. Bu sorun nasıl
çözülmelidir, diye bir düĢünce gelir akla. Bu
konuda da dinimiz kolaylık getirmiĢtir
Müslümanlara. Nitekim Hz. Peygamberimiz (s)
bir hadisinde Ģöyle buyuruyor : “Bakışları art
arda getirmeyin.” (Tirmizi, Edep:28). Yani
hadis-i Ģerif, ilk bakıĢta günah yoktur. KarĢı
tarafın cazibesine takılır tekrar tekrar bakıp
nefsine Ģehevi haz ikramında bulunursan
günahı da yüklenmiĢ olursun, anlamı ifade
ediyor.
Ġnsan neslinin çoğalıp devamlılığı için
yaratan güç, kadın- erkek iliĢkilerini belirli
kurallara bağlamıĢtır. ReĢit yaĢa gelen kız ve
erkek çocuklarda cinsiyet hormonları
169
salgılanmaya baĢlar. Bunun etkisiyle de erkek
ve kadınlara özgü fiziki ve ruhsal geliĢmeler
olur. KarĢı cinsler, birbirlerini sevmek ve
evlenip aile kurmak gibi içten gelen dürtülerini
gerçekleĢtirmek ister. Evlilik bağı da böylece
doğar ve nikâh aktı ile birbirlerine helâl olmuĢ
olur. Bu prosedür Allah ve Hz. Peygamberimizin
(s) belirlediği normal yoldur. Bunun dıĢındaki
iliĢkiler ise haram olarak nitelendirilmiĢ, cinsel
iliĢki de büyük günahlardan sayılmıĢtır.
Hz. Peygamberimizin (s) döneminde
kadın – erkek iliĢkileri ve yaĢam standartları,
bugünkü duruma göre farklı bir konumda idi.
Kadınlar iki ayrı statüde bulunuyordu. Hür olan
kadınlar, cariyeler. Cariye, savaĢta esir düĢmüĢ
veya herhangi bir nedenle satılmıĢ kadın veya
kızlara denirdi. Aynı statüdeki erkeklere de köle
denirdi. Ġslâmiyet‟ten önce de bu uygulama
vardı. Ġslâmiyet gelince, ortadan kaldırmamıĢ,
fakat uygulamayı köle ve cariyeler lehinde
iyileĢtirerek kaldırılmasını zamana bırakmıĢtır.
Ġslâm anlayıĢına göre cariye, kendisini
satın alan efendisine kayıtsız Ģartsız bağlıdır.
170
Efendisine hizmet eder ve verdiği emirlerini
yerine getirir. Diğer kiĢilere verdiği hizmet
karĢılığı aldığı el emeği ücretini de yine
efendisine teslim eder. Buna karĢın, kendisinin
giyim kuĢam, yeme ve barınma gibi tüm
ihtiyaçları efendisi tarafından karĢılanır. Cariye
efendisine ait olması nedeniyle cinsel iliĢki
yönünden de efendisinin isteğini karĢılar. Bu
uygulama için nikâh aktı gerekmez ve doğacak
çocuk hür statüye sahip olur. Bundan sonra
anne cariye baĢkasına satılamaz, efendisinin
ölümü sonrası hürriyetine kavuĢur.
Eğer cariye evin hanımına ait ise, evin
erkeği - eĢi izin verse dahi – bununla cinsel
iliĢkiye giremez. Nikâh aktı olmadığı için zina
yapmıĢ sayılır. Çünkü cariye, sahibi dıĢında
herkese haramdır. Ancak, nikâh akdi ile
evlenenler bu hükmün dıĢında kalır.
Cariye zina suçu iĢlediği takdirde, Nisa
Suresi‟nin 25. ayeti gereğince, hür kadınlara
uygulanan cezanın yarısı verilir. Hür kadın
bekâr ise yüz değnek vurulur ve bir yıl sürgün
edilir; evli ise yine yüz değnek vurulur ve
171
taĢlanarak recm (ölüm) edilir. Cariyeye ise
sadece elli değnek cezası vardır.
Cariyenin giyim kuĢamı, yani örtünmesi
erkeklerle aynı statüye tabi tutulur. Diğer
ifadeyle bedenin avret yeri sayılan kısmının
örtünmesidir. Hanefi mezhebinde erkeklerin
avret yeri, göbeğin altından diz kapaklarının
altına kadar olan kısmıdır. ġafii mezhebi de aynı
uygulama içindedir. Bu hukuki statüye göre
cariye, namazda erkekler gibi göbek altından
diz kapağı altına kadar olan kısmı örtmesi
yeterli görülmüĢtür. Namaz dıĢındaki
zamanlarda da buna benzer kıyafette dolaĢması
sakınca teĢkil etmemektedir. Hür kadınlarda
ise, el, yüz ve ayakları dıĢında bütün beden
avret yeri sayılır, örtülmesi gerekir.
ġimdi akla Ģöyle bir soru gelebilir: Kadın
fiziki yapısı itibariyle aynıdır. Hür olmuĢ, cariye
olmuĢ fark etmez. Belirli bir yaĢa kadar
erkekleri cazibesiyle kendilerine çeker. Özellikle
açık ve dar giyimler daha çok etkili olur. Hür
kadınların örtünmelerinden amaç, mahrem
yerlerini, kendisine haram olan erkek ve
172
kadınlara göstermemek ve özellikle erkeklerin
Ģehvet hislerini depreĢtirmemek ise, bu defa
cariyelere tanınan giyim-kuĢam serbestliği nasıl
izah edilebilir? Onlar da kadın olması nedeniyle
erkek bakıĢlarına hedef olmaktalar.
Bir taraftan cariyelerin giyim ve
örtünmeleri cinsel istekleri kabartacak tarzda
düzenlenirken diğer yönden harama bakmanın
yasak, yani günah olduğu bildirilmektedir.
Neden? Çünkü Müslüman, Allah ve Resulün (s)
belirlediği kurallar düzeyinde imtihan
geçirmektedir. Bir tarafta nefsin Ģehvet
duygusu, diğer tarafta Allah‟ın koyduğu yasak
emir... Nefisle iradenin mücadele sonucu,
kiĢinin geleceğini belirleyici olur. Yasaklara
uyduğu ölçüde sınavı baĢarır ve sevap kazanır.
Nefsin isteğini gerçekleĢtirirse sınavını
baĢaramamıĢ günahkâr kul olur. Bu aĢamada
kendisine tek bir kurtuluĢ yolu kalır: PiĢmanlık
duyup samimi duygu ile Allah‟ın affına sığınmak
ve O‟na tövbe yapmak. Eğer bu tövbesinde
huĢu ile davranıp tekrar aynı hatayı iĢlememek
hususunda Allah‟a kesin söz verirse, hem
173
sevabı bol bir ibadet yapmıĢ olur; hem de
affedileceği umulur. Nitekim Kuran‟da: “De ki:
Ey kendileri aleyhine (günahta) haddi
aşanlar, Allah‟ın rahmetinden ümidinizi
kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları
affeder. Şüphesiz ki O, çok affedicidir, çok
esirgeyicidir.” (Zumer Sur/53)
buyurulmuĢtur. Allah‟ı büyük tanıyıp her
iĢimizde O‟na sığınmak, dileklerimizi O‟na arz
etmek, O‟nu her Ģeyimizden daha çok sevmek,
ne kadar hoĢ bir duygu ve ne kadar kutsal bir
kulluk görevidir. Yeter ki bu yolu seçebilelim...
(ğ) Livata Yapmak (Homoseksüellik)
Nefsin depreĢtirdiği cinsel isteklerini
önleyemeyen ruhsal hasta bazı kiĢiler, Allah ve
Resulü‟nün (s) uygun gördüğü cinsi iliĢkileri,
normal yoldan değil, kadın veya erkeğin arka
uzvundan yaparak tatmin olma davranıĢına,
livata (eĢcinsellik) denir. Kuran‟dan
öğrendiğimize göre, Lût Peygamberin kavmi
bütün uyarılara rağmen bu çirkin iĢleri devam
ettirmiĢler ve Allah‟ın gazabına uğrayarak yok
olup tarihten silinmiĢlerdir.
174
Allah Teâlâ: “kadınlara Allah‟ın
emrettiği yerden cinsi ilişkide bulunun.”
(Bakara Sur/222). “Ve o müminler ki,
onlar elbette avret yerlerini muhafaza
edenlerdir. Ancak eşleri ve sağ ellerinin
sahip olduğu cariyeler müstesna. Çünkü
onlar – bu halde – kınanmış değillerdir.
Artık kimler de bunların ötesini istemiş
olursa, işte haddi tecavüz etmiş olanlar,
onlardır.” (Müminûn Sur/5,6,7) buyuruyor.
Bu son üç ayetin yorumunu yapan müfessirler,
nikâhlı karısı ve cariyesini kendisine helâl
görmüĢler ve bunun ötesinde kiĢinin zina ve
livata yapması, muta nikâhında bulunması, elle
oynayıp boĢalması gibi giriĢimlerini ise, Allah‟ın
belirlediği mubah sınırlarını aĢma olarak
nitelendirmiĢlerdir (5).
ġehvet hislerini yenip akıl ve iradeye göre
hareket etmek, her zaman için gerçekleĢmeyen
bir istek olarak kalır. Özellikle, hislerine hakîm
olamayan veya kötü davranıĢlı arkadaĢlarının
telkinine inanan kiĢiler, Ģehvetlerini tatmin için
doğal olmayan ahlâk dıĢı iliĢkilere girerler. Çoğu
175
kez giriĢtikleri cinsi iliĢkinin çirkin bir yol
olduğunu bildikleri halde yine de nefislerine
uyup livata yapmaktan kendilerini
engelleyemezler Bazıları da ülkelerinin yasal
düzenlemelerinden yararlanıp erkek erkeğe
evlilikler tesis ederek karı koca gibi birlikte
yaĢarlar. Yaptıklarını da normal bir iĢ gibi dünya
toplumuna açık olarak yansıtırlar. Denebilir ki,
her iki taraf yaptıklarından mutluluk duyuyor;
bunların yaĢam tarzı baĢkalarını neden
ilgilendiriyor? Neden eleĢtirip küçümserler?
Bunun iki önemli nedeni vardır: Birincisi, Allah
livatayı yasaklamıĢtır. Ġkincisi ise topluma kötü
örnek olduklarıdır. Bu tür yaĢam tarzı,
insanlığın Allah katında geçirmekte olduğu bir
sınavdan baĢka bir Ģey de değildir.
(h) Haksız Olarak İnsan Öldürmek
Dünya yaratıkları geçici bir yaĢama, ömre
sahiptir. Doğum gibi ölüm de doğal bir olaydır.
Ömür denilen yaĢanan süre belirli bir zaman
dilimini kapsar. Sayılı günler bitince, insan da
bu dünyadan ahiret hayatına göçer. Sayılı
günler bitmeyince hiçbir kimseye ölüm gelmez.
176
Ölüm gelince de geriye erteleme olmaz. Çünkü
doğum gibi ölüm de Allah‟ın takdiridir.
Hal böyle iken Yüce Rabbim buyuruyor:
“Kim de bir mümini kasten öldürürse,
onun cezası, içinde devamlı kalmak üzere
Cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet
etmiş ve büyük bir azap hazırlamıştır.”
(Nisa Sur/93). Yani bir mümini kasıtlı olarak
öldüren kiĢi büyük günah iĢlemiĢ ve Cehennem
azabı ile cezalandırılmıĢtır. Katil olan kiĢinin
suçu ise, Allah‟ın yasakladığı kötü bir iĢe
yönelip gerçekleĢmesine aracı olmasıdır. Ölümü
gerçekleĢtiren ise Allah‟ın takdiridir. Böyle bir
olayda da kul nefsi ile iradesi arasında imtihan
geçirmektedir. Bir anlık öfkenin körüklediği,
nefsin ateĢlediği hiddetle hareket edip de
kardeĢinin ölümü için Allah‟ın yasakladığı bir
davranıĢta bulunması, sınavı kaybetmesine yol
açar.
Ġnsan öldürmenin manevi cezası yanında
Ġslâm hukuku yönünden maddi cezası da
büyüktür. Kasıtlı (bilinçli) olarak haksız yere bir
mümini öldüren kiĢi, kısasa tabi tutulur. Yani
177
kendisi de öldürülür. Öldürme iĢlemini, devlet
baĢkanı veya görevlendirilecek kiĢilerce
hükmedilip yerine getirilir. Demek ki, katil
zanlısı yargılanacak ve kasıtlı olarak adam
öldürdüğü belirlenince kısas uygulamasına
karar verilecek. Bu yöntemle yapılacak kısas
uygulaması geçerli sayılacaktır. Eğer maktulun
mirasçıları uzlaĢıp para mal karĢılığında
haklarından vazgeçerlerse katil kısastan
kurtulmuĢ olur.
Kısas uygulaması, yani cana can kuralı,
Tevrat‟ta da yer almıĢ ve Kuran „da da bu
hüküm aynen korunmuĢtur. Bilerek değil, bir
hata sonucu ölüme sebep olmada ise, bir köle
azat etmesi ve karĢı tarafa diyet ödemesi
gerekir. ġöyle ki, ölen kiĢinin mirasçılarına,
ölüme sebep olan tarafından belirli bir miktar
para veya mal vermek suretiyle kan bedeli
ödenmiĢ olur. Eğer bu olanağı yoksa 60 gün
kesintisiz oruç tutup Allah‟tan bağıĢlanma
dilemelidir (Nisa Sur/92). Bu özet bilgiden
sonra Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde bir
178
kural olarak uygulamaya konulan kardeĢ ve
evlât öldürülmelerine değinmek istiyorum:
Fatih Sultan Mehmet‟in son sadrazamı
Karamanî Mehmet PaĢa tarafından hazırlandığı
sanılan TeĢkilât Kanunnamesi‟nin en meĢhur
maddesi “her kimseye evlâdımdan saltanat
müyesser ola, karındaĢların nizâm-ı âlem katl
etmek münasiptir; ekser ulemâ dahi tecviz
etmiĢtir. Onunla âmil olalar.” idi ki, devletin
selâmeti ve asayiĢin korunması için padiĢaha
kardeĢini öldürme yetkisini veriyordu (15).
Fatih Kanunnamesi olarak tarihe geçen bu
hukukî belge, bundan sonra gelen padiĢahların
sığınıp uyguladıkları korkunç gidiĢat olmuĢtur
Birkaç örnekle uygulamanın boyutlarını gözler
önüne sermekte yarar var:
-Yavuz Sultan Selim Han, Osmanlı
Ġmparatorluğu tahtına geçtiği zaman (1512),
ağabeyi Sultan Ahmet, Yavuz‟u tanımaz,
ġehzade Korkut ise tanır, fakat Anadolu‟ya
geçince o da kuĢkuları üzerine çeker. Ülkede
isyanlar baĢ gösterince Yavuz, devletin selâmeti
179
için iki ağabeyi ve on yeğenini boğdurarak idam
ettirir (16).
-Kanuni Sultan Süleyman Han, Vezir-i
Azam Rüstem PaĢanın yalan dolanı ve
sahnelediği uydurma olaylar sonucu ikna edilir.
Sözde, Amasya Sancağı‟nı temsil eden ġehzade
Mustafa, Ġran ġahı‟nın kızı ile evlenip oradan
alacağı güç ile babasını tahttan indirip yerine
kendisi geçecek. Senaryo gereği ġehzade adına
sahte mektuplar yazılıp Ġran‟dan gelen cevaplar
adamları tarafından elde edilip Rüstem PaĢaya
gönderilir. Diğer düzmece olaylarla beraber
PadiĢaha sunulup oğlunun ortadan
kaldırılmasının devletin selameti yönünden
gerekli olduğuna böylece ikna edilir. Kanunî,
Ġran seferi için 1553 yılı kasım ayında
Anadolu‟ya geçip Konya – Aktepe‟de ordugâhını
kurar. Veliaht Mustafa da orduya katılmak
üzere askeri ile beraber Amasya‟dan hareket
edip Aktepe‟ye gelir. El öpmek maksadı ile
babasının çadırına girince çadırı boĢ bulur. O
sırada yedi dilsiz cellât tarafından boğularak
öldürülür (16).
180
-Osmanlı Hanedanının 13. padiĢahı III.
Mehmet‟tir (1566-1603). Babası III. Murat‟ın
ölümü üzerine tahta çıkıp ilk iĢ olarak “devletin
emniyet ve bekası için 19 kardeĢini birden idam
ettirerek, kardeĢ katlinde diğer padiĢahların
önüne geçmiĢ olur (16).
-Yıl 1755, aylardan mayıs ayı, Osmanlı
Ġmparatorluğu tahtında III. Osman bulunmakta.
PadiĢah asabî bir mizaca sahip kiĢidir. Ayrıca,
etrafın etkisinde kalmaktadır Saray halkından
bazılarının Sadaret iĢlerine karıĢması Sadrazam
Hekimoğlu Ali PaĢanın hoĢuna gitmez. Bunlara
engel olmaya kalkıĢınca, çeĢitli abartılmıĢ
sözleri PadiĢaha duyurup kinlenmesini sağlarlar.
Bu arada PadiĢah Sadrazamdan amcası oğlu
veliaht ġehzade Mehmet‟in ortadan kaldırmasını
ister. Fakat Ali PaĢa, insan olarak da,
,Sadrazam olarak da, bu iĢe asla taraftar
olmaz. Osmanlı hükümdarı, devletin ileri
gelenlerinin telkinleriyle önce azl edilmesini
düĢünür ve Ali PaĢayı huzura çağırır. KarĢılıklı
geçen konuĢmada PadiĢah hayli asabileĢir ve
Sadrazamın derhal Kızkulesi‟nde katlini irade
181
eyler. Sonra sakinleĢince cezasını Girit‟te hapse
çevirir (16).
-28 Temmuz 1808‟de Osmanlı tahtına
geçen II. Mahmut, Kabakçı isyanını bastırmakla
iĢe baĢlar. GeniĢ yetkilerle donatılan Sadrazam
Alemdar Mustafa PaĢa da, isyana katılanları
cezalandırır. Sekban-ı Cedid adında yeni bir
askeri ocak kurulur. Bu defa Yeniçeriler
Alemdar Mustafa PaĢaya karĢı cephe alırlar.
Kendisine bir suikast düzenlenir. PaĢa,
yanındaki barut fıçısını ateĢ edip infilak ettirince
hem kendisi ve hem de 500 kadar yeniçeri ölür.
Bu defa isyancılar IV. Mustafa‟nın adını kullanıp
nümayiĢ yapmaya kalkıĢırlar. Bunun üzerine
ġeyhülislâm da “devletin selâmeti kuralına”
uyarak IV. Mustafa‟nın öldürülmesi için fetva
verir. II. Mahmut ağabeyinin öldürülmesini hiç
istemediği halde IV. Mustafa 15 Kasım 1808
gecesi 29 yaĢında olduğu halde boğularak
öldürülür (16).
-I.Ahmet, 21 Aralık 1603 tarihinde 14
yaĢında iken Osmanlı tahtına padiĢah olur.
PadiĢah olunca, alıĢagelmiĢ geleneği terk
182
ederek kardeĢi I.Mustafa‟yı öldürtmez ve onu
kendisine veliaht yapar. Böylece “Fatih
Kanunnamesi” terk edilmiĢ olur. Bundan böyle
hanedandan en yaĢlısının tahta geçmesi
sağlanır. I.Ahmet 14 yaĢında 14. padiĢah olarak
tahta çıkıp 14 yıl padiĢahlık yapması ve 28
yaĢında ölmesi gibi hayatının 14 rakamıyla
bütünleĢmesi garip bir rastlantı olarak tarihe
geçer. Hiç içki içmediği, bütün ömrü boyunca
beĢ vakit namazını geciktirmeksizin kıldığı
söylenir. Yaptırdığı en büyük eseri Sultanahmet
Camii ve külliyesidir (2).
Osmanlı Ġmparatorluğu 600 yılı aĢkın
yabancı devletlerin korkulu rüyası olarak
hükümranlığını sürdürmüĢ ve I.Dünya SavaĢı
sonrası tarihten silinmiĢtir. GeliĢme döneminde,
doğuda Ġran‟ın yarısı ve Kafkaslar, kuzeyde
Kırım bölgesi, batıda Viyana‟ya kadar bütün
Balkanlar, güneyde Yemen‟e kadar olan bölge
ile Afrika kıyıları (Mısır, Libya, Cezayir)
topraklar imparatorluğa katılıp güçlü bir hale
gelmiĢti. Bütün bu geliĢmeler Türklük Ģiarı
olarak nesilden nesile övünç kaynağı olmuĢtur.
183
Ġmparatorluğu temsil eden padiĢahlar övgü ile
anılır. Ancak, kiĢisel yaklaĢım ve bazı
uygulamaları hoĢgörü ötesi âhiret hayatı için
kara bir leke olarak kendilerini takip etmiĢtir.
Bunların en önemlisi de kardeĢ ve evlât katlinde
gösterdikleri talihsiz uygulamalarıdır. Genelde
Ģüphe ve zan‟a dayanan düĢüncelerin ürünü
olan katletme olayı, nereden bakılırsa bakılsın
Allah ve Resulü‟nün (s) bildirdikleri ile çeliĢen
bir uygulamadır. Henüz çocuk yaĢtaki
Ģehzadelerin devlet yönetimine baĢkaldıracak
bir eylemi olmadan, “devletin selâmeti ve
asayiĢin korunması” bahanesi ile
öldürülmelerinin geçerli nedeni ne olabilir?
Gaybî ancak Allah bilir. Ġleride devlet yönetimini
ele geçirmeye kalkıĢıp kalkıĢmayacağını da yine
Allah bilir. Bu nedenle sudan bahanelerle insan
öldürmek Allah ve Resulü‟nün (s) emirlerine
karĢı gelmekten baĢka bir Ģey değildir. Bu
konuda Allah Resulü (s) ne buyuruyor:
“İnsan Allah‟ın binasıdır; o binayı
yıkan lânetlenmiştir (9). Allah‟ın lanetini
nasıl da içlerine sindirebilmiĢlerdir. Nitekim
184
I.Ahmet zamanında kanunnamenin bu hükmü
uygulamadan kaldırılınca Ģehzade isyanına
tanık olunmamıĢtır. Elbette bütün bunlar
padiĢahların kiĢisel imtihanıdır.
YaĢadığımız dönemde dünya toplumunda
her defasında üzüntü ile karĢılanan diğer bir
yanlıĢ uygulama terör olaylarıdır. Yaptıkları
eylemler sonucu suçsuz birçok insan
ölmektedir. Bu insanlar ister Müslüman olsun,
ister diğer din mensubu olsun; suçsuz olarak
öldürülmelerinin dini bir gerekçesi olamaz.
Kendilerine Cennet vaat edilip eylem
yapmalarındaki beklentilerinin ancak Cehennem
azabı olacağını bir bilseler!
(ı) Hırsızlık Yapmak
Toplumda bireyler arasındaki güveni
sarsan, kiĢilerin birbirine yaklaĢmasını Ģüphe ile
karĢılayan davranıĢlardan biri de hırsızlık
olayıdır. Haksız olarak baĢkasının malını
çalmak, nedenli çirkin bir davranıĢ, o derece de
üzücü bir olaydır. Ġnsanlar arasına düĢmanlık ve
öç alma düĢüncelerini sokan ahlâk dıĢı bir
alıĢkanlıktır. Öte tarafta karĢımızda, hoĢgörü ile
185
karĢılanmayan, malının elden çıkması bir yana,
aptal yerine konulmasından duyduğu küçülmeyi
belleğinden çıkaramayan stresli mağdur insan.
Nereden bakılırsa bakılsın, canı yanan çoğu
kiĢinin af edemeyeceği bir olay! Hırsızlık niçin
yapılır? KiĢi ıssız bir bölgede aç ve susuz
kalmıĢtır. Ġhtiyacını isteyecek bir kimseyi
bulamamıĢtır. Veya istediği halde yardım
görememiĢtir. Böyle bir çaresizlikle karĢılaĢan
kiĢi ölmeyecek kadar hırsızlık yapması bir
dereceye kadar kendisini haklı çıkarır. Diğer bir
ihtimal de, kiĢi ruhen hastadır. Hırsızlık onun
için rahatlama olayı olup kendisine haz verir.
Alın teri döküp çalıĢmadan kazanmanın zevkini
yaĢar. ĠĢte gerçek hırsızlık olayı budur. Toplum,
hırsızlık yapmayı kendisine sanat ve uğraĢı
edinmiĢ kiĢileri af etmez. Yalnız toplum mu?
Hayır, toplumu oluĢturan Yaratan da cezasız
bırakmaz. Cenab-ı Hak buyuruyor: “Erkek
hırsız ile kadın hırsızın – o yaptıklarına bir
karşılık ve Allah‟tan ibret verici bir ceza
olmak üzere – ellerini kesin. Allah mutlak
galiptir, yegâne hüküm ve hikmet
186
sahibidir.” (Mâide Sur/38). Toplumda hakça
düzenin oluĢabilmesi için Müslüman‟ları eğiten
Resulüllah (s) da, Allah‟ın bu emrinin
uygulamasına ıĢık tutuyor:
- Ebu Hureyre (r.a.), Hz.
Peygamberimizden (s) naklettiği hadiste:
“Allah hırsıza lânet etsin. Yumurta çalar eli
kesilir, ip çalar eli kesilir.” buyrulur
(Buharı, Hudud:2087).
- İbn Ömer anlatıyor: Resulüllah (s) üç
dirhem değerinde ki bir zırhtan dolayı
hırsızın elinin kesilmesini buyurmuştu.”
(Buharı, Hudud: 2090).
- Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor. Resulüllah (s):
“Hırsızın eli ancak bir dinarın dörtte biri
veya daha fazlası için kesilir.”
buyurmuştur (Buharı, Hudud:2088).
- Ebu Bekr İbn Ebu Şeybe anlatıyor:
Resulüllah (s): “Hırsızın eli, bir zırh
fiyatından daha aşağısı için kesilmez.”
buyurmuştur. O dönemde zırhın değeri ise on
dirhemdir.
187
- Ebu Davud, Neseî ve İbn Mace’nin
Abdullah b. Amr yolu ile naklettikleri bir
hadiste, Hz. Peygamber (s)’e, dalları sarkmış
bir hurmanın meyvesinden hükmü
hakkında soruldu. Şöyle buyurdu:”İhtiyacı
olup da yenlerine ve ceplerine
doldurmadan sadece yiyene bir şey icap
etmez. Muhafaza edildiği yere konduktan
sonra kalkan kıymeti bir miktarı kim
çalarsa eli kesilir.”
Ancak, Hz. Peygamberimizin(s) bu
hadislerinde belirtilen ölçü konusunda Ġslâm
mezhepleri arasında görüĢ birliği
kurulamamıĢtır. Çünkü Kuran‟ın 23 yıl bir
sürede tamamlanmıĢ olması, bazı hükümlerin
zaman içerisinde değiĢikliğe uğramasına yol
açmıĢtır. Bu nedenle, her mezhebin görüĢleri
Hz. Peygamberimizin (s) konuya iliĢkin
hadislerine dayandırılmaktadır. Önemli olan son
sözleridir. Ancak bu da tespit edilememiĢtir.
(a) Zahiriye itikadına mensup
hukukçulardan bir kısmı derler ki: “Ġster çok,
188
ister az olsun; bir Ģey çalan hırsızın eli kesilir.
Çünkü ayet geneldir.”
(b) Cumhur-u Ulemâ olarak isimlendirilen
dört mezhep imamı ise, hırsızlıkta ölçü miktarını
esas almıĢlardı. Ancak, ölçü miktarı hususunda
ihtilafa düĢmüĢlerdir:
-Mâlik Ġbn Enes‟e (Mâlikî mezhebi) göre;
hırsızlıkta ölçü miktarı, saf olarak basılmıĢ ÜÇ
DĠRHEMDĠR.
-ġafiî merhuma (ġafiî mezhebine) göre
hırsızın elinin kesilmesi için, çaldığı Ģeyin BĠR
DĠNARIN DÖRTTE BĠRĠ veya onun değerindeki
para, eĢya, emtia olması gerekir (Bir dinar, 12
dirhem olduğuna göre ¼, üç dirhem eder).
-Ġmam Ahmed Ġbn Hambel‟e (Hambeli
mezhebine) göre; BĠR DĠNARIN DÖRTTE BĠRĠ
veya ÜÇ DĠRHEMDĠR. Bu görüĢünü Hz. AiĢe‟den
(r.a.) naklettiği hadise dayandırır: “Bir dinarın
dörtte biri için hırsızın elini kesiniz. Bundan
aĢağısı için kesmeyiniz.” O günlerde bir dinarın
dörtte biri, üç dirhem ediyordu.
-Ebu Hanife‟ye (Hanefi mezhebine) göre
ölçü miktarı, ON DĠRHEMDĠR. Ve delil olarak
189
da, Rasûlallah (s) döneminde eli kesilen hırsızın
çaldığı zırhın değerinin on dirhem olduğu
gösterilir.
Görüldüğü gibi Mâlikî, ġafiî ve Hambelî
mezheplerinde ölçü, ÜÇ DĠRHEM; Hanefî
mezhebinde ise ON DĠRHEM olarak kabul
edilmiĢtir. Zahiriye itikadının bir bölümünde ise
ölçü gözetilmeden hırsızın elinin kesilmesinin
gerektiği belirtilmiĢtir (24). Sonuç olarak;
-Hırsızın elinin kesilmesi Allah‟ın emridir.
Cezanın infazını devlet baĢkanı uygular.
Kimsenin af etme yetkisi yoktur.
-Cezanın infazının nasıl ve hangi hallerde
yapılacağı konusunda mezhepler arasında görüĢ
birliği sağlanamamıĢtır. Hangi mezhep
hukukuna göre infaz edileceği tartıĢılabilecek
bir sorundur. Her mezhep kendi hukukuna göre
uygulama yaptığı takdirde Müslümanlar
arasındaki eĢitlik ilkesi yok olmuĢ olur. Adaletin
tam sağlandığı konusunda kuĢkular belirir.
-Ortada, özürlü duruma düĢecek bir
insanın yaĢamı söz konusu. ÇalıĢıp hayatını
devam ettirmesi daha da zorlaĢacak. Belki de
190
dilenmek durumunda kalacak. Sadaka
vereceklerde, hırsız diye çekineceklerdir.
-Bu koĢullar altında karar vermek hem
çok zor ve hem de adaletin tam sağlandığına
dair vicdanı rahatlığa ulaĢılamaz. Nitekim
Zahiriye itikadına göre hareket edilirse,
Kur‟an‟ın birçok yerinde Allah Teâlâ, “Allah‟a ve
Resulüne (s) itaat edin ki kurtuluĢa eresiniz.”
diye buyurmakta. Yani uygulamada Hz.
Peygamberin (s) dediklerine de uyulması
gerekir. Hz. Peygambere (s) istinat edilen ölçü
miktarında iki ayrı rakam bildirilmiĢ,; hangisine
uyulacaktır? Hanefî mezhebinin kabul ettiği on
dirhem esas alınırsa ne ölçüde Allah‟ın emri
yerine getirilmiĢ olur. Çünkü diğer üç mezhep
ölçü olarak üç dirhemi kabul etmiĢler ve bunu
yine Hz. Peygamberin (s) hadisine
dayandırmıĢlardır. Nereden bakılırsa bakılsın
uygulayan yöneticiyi çıkmaza sokan bir hal
almıĢtır. Belki bu da, Allah‟ın biz kulları için bir
imtihandır.
191
(i) Harpte Düşman Karşısından
Kaçmak
Allah Teâlâ buyuruyor:
“-Ey iman edenler! Toplu bir halde
kâfirlerle karşılaştığınız zaman arkanızı
dönmeyin (kaçmayın)” (Enfal Sur/15).
“-Ey iman edenler! Bir düşman
topluluğuna çattığınız zaman sebat edin ve
Allah‟ı çok anın, ta ki umduğunuza
kavuşasınız.” (Enfal Sur/45).
Hz. Peygamber (s) de Ģöyle buyuruyor:
“-Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı
temenni etmeyiniz; Allah‟tan afiyet isteyin.
Fakat düşmanla karşılaşınca da (harbin
bütün şiddetine karşı) sabrediniz. Ve iyi
biliniz ki Cennet muhakkak surette
kılıçların gölgeleri altındadır.” (Müslim,
Cihat:20).
-Enes Ġbn-i Mâlik anlatıyor: Nebi (s):
“Sabahleyin veya akşamleyin her hangi bir
zamanda Allah yolunda bir kere (cihat
için) yürüyüş, hiç şüphesiz dünyadan ve
192
dünyadaki şeylerin hepsinden hayırlıdır,
buyurdu”(Buharı, Cihat:1180).
Hz. Peygamberimizin (s) Ġslâm dinini ilk
tebliğ döneminde, görevini yapmaya engel olan
müĢriklere karĢı savaĢmak serbest değildi.
Müslümanların ellerindeki tek silâh, sabretmek
ve birlik bağını kuvvetlendirmekten ibaretti. En
büyük hakaret ve en çirkin aĢağılamalarına
sabırla karĢı koyarlardı. Nihayet Medine‟ye göç
ettikten sonra düĢmanla savaĢmak serbest
bırakıldı ve cihat Müslümanlar üzerine farz
kılındı.
SavaĢın farz kılınması ile beraber gerçek
müminlerle ikiyüzlü münafıkların kimler olduğu
ortaya çıktı. Hz. Peygamber (s) tarafından
savaĢ ilânı yapılıp askeri karargâh kurulunca,
münafıklar çeĢitli bahanelerle Peygamberden
izin isteyip Medine‟de kalmanın yollarını
aramaya baĢladılar. Veya asker içerisinde
bozgunculuk faaliyetlerine giriĢtiler
Ġnsanların gerçek yüzlerinin belirlenmesi
yönünden cihat (savaĢ) çağrısı tam bir sınav
olmuĢtur. Müslümanların hem yaĢadığı dönem
193
ve hem de geleceklerinin güven ortamında
bulunması; devlet, millet, vatanın bağımsızlığı;
ırz ve namuslarının korunması yönünden
düĢmanla savaĢmak en büyük görev
olmaktadır. Bu nedenle savaĢtan kaçmak veya
kaçınmak, Allah ve Resulünün (s) buyruklarına
uymamak anlamında olup büyük günahlardan
sayılmıĢtır.
(j) Ana- Baba Hakkına Saygı
Göstermemek:
Cenab-ı Hak‟kın biz kullarına Kuran‟daki
emri:
“Rabb‟in yalnız kendisine kulluk edip,
ana- babaya iyilik etmenizi emretmiştir.
Eğer onlardan biri veya ikisi, senin yanında
ihtiyarlayacak olurlarsa, sakın onlara “öf”
deme, onları sakın azarlama ve onlara
karşı güzel söz söyle. Onlara karşı son
derece şefkatli ve merhametli ol ve: “Ey
Rabbim, onlar beni küçükken acıyıp
büyüttükleri gibi sen de onlara acı” de
(İsra Sur./23-24).
194
-“Biz insana, anne ve babasına iyi
davranmasını emrettik. Annesi onu, sıkıntı
üzerine sıkıntı çekerek karnında taşıdı.
Sütten kesilmesi iki yıl içinde oldu. Bana
ve annene- babana teşekkür et, dedik.
Dönüşün banadır.” (Lokman Sur/14).
Hz. Ġsa Peygamberin bildirdikleri:
“Yola çıkarken biri yanına koĢtu ve
önünde diz çöküp kendisinden sordu:
Ġyi Muallim, ebedi hayatı miras almak için
ne yapayım? Ġsa ona dedi: Niçin bana iyi
diyorsun? Bir‟den baĢka kimse iyi değildir, O da
Allah‟tır. Emirleri bilirsin: katletmeyesin; zina
etmeyesin; yalan Ģahadet etmeyesin;
gadretmeyesin (haksızlık); çalmayasın; babana
ve anana hürmet et” (Markos Ġncili, Bap:10
ayet 17,18,19).
Hz. Peygamberimizin (s) bildirdikleri:
Abdullah bin Amr (r.a.) anlatıyor. Bir kere
Resulallah (s):
-“Büyük günahların en büyüğünden
birisi kişinin anasına, babasına lânet
195
etmesidir.” buyurmuştu. Mecliste
bulunanlar tarafından:
-Ya Resulallah! Kişi anasına, babasına
nasıl söver? diye soruldu. Resulü Ekrem:
-“O kimse birisinin babasına söver, o
da onun babasına söver, yine o kişi
birsinin anasına söver, o da onun anasına
söver.” buyurdu (Buharı, Edep:1966).
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Nebi (s):
(Ey Müminler!) sakın babalarınızdan yüz
çevirmeyiniz! Her kim babasından yüz
çevirirse (aile nimetine) küfretmiş olur,
buyurdu.” (Buharı, Ferayiz:2083).
Her insanın üzerinde kendi anne ve
babasının hakları ve emekleri bulunur. Yapılan
emekler maddi değerlerle ölçülemez. Topluma
katılan her kiĢi, en az 15 yaĢına gelinceye kadar
anne – babanın yardım Ģemsiyesi atında sevgi
ve Ģefkat içinde büyür. Hele bugünkü ortamda
okuyup-çalıĢıp-bir meslek edininceye kadar
aileye muhtaçtır. Dolayısı ile 20-30 yaĢa kadar
tüketici olarak aile bütçesine yük olur. Nereden
bakılırsa bakılsın insan yetiĢtirmek sabır ister,
196
emek ister ve bilgi ister. Bu kadar özveri ile
hayata hazırlanan çocukların da kendisine her
Ģeyini veren çilekeĢ anne ve babasına karĢı
büyük sorumlulukları vardır: Onları üzmeyecek,
darıltmayacak, kapı dıĢarı etmeyecek, devamlı
güler yüz ve tatlı dille gönüllerini alacak;
gerektiğinde öğütlerine uyacak ve bakımlarını
da yürütecektir.
Bazı gençler, sokak terbiyesine özenip
annesine koca karı; babasına moruk veya
ismini eğlence haline getirip takma adlarla
anması hiç de hoĢ olmayan çirkin bir
davranıĢtır. Örneğin babasının adı Mustafa; kiĢi
arkadaĢ ortamı sohbetlerde komiklik olsun diye,
babasını “bizim Musti” Ģeklinde telâffuz edip
küçümsemesi gibi.
Bazı gençler de, özellikle evlendikten
sonra eĢinin karĢı çıkması ile anne ve babasına
evinin kapısını kapattığı gibi yakın iliĢkilerini
keser. Bir ihtiyaçları var mı? Hasta mı? diye,
arayıp sormaz da. Onları kaderlerine terk
ederler veya götürüp bir Huzurevine yerleĢtirip
bayramdan bayrama el öpmeye giderler.
197
Bu gibi tatsız olaylar, sözlü veya yazılı
medya organlarında az da olsa zaman zaman
yayınlanır. Ġslâm terbiyesi almıĢ olanlar vicdanı
üzüntü duyarken; bir kısmı da olağan bir olay
gibi hiç etkilenmez. ĠĢte bu nedenle yüce
Rabbim, bizden öncekilere olduğu gibi biz
Müslümanlara da anne ve babalarımıza karĢı,
anlayıĢlı, hoĢgörülü, Ģefkat ve saygılı
davranmamızı emrediyor. Bu güzel davranıĢları
sergilerken; anne ve babaya acıma hissinin
ötesinde, Allah‟ın emri olduğu için yapmamızın
gerektiği bilincine sahip olmalıyız ki, Allah
katında sevap kazanmıĢ olalım. Çünkü
kazanılan sevaplar, ancak Allah ve Resulü‟nün
(s) emirlerinin yerine getirilmesiyle elde
edilebilir.
(k) Allah Teâlâ’nın Rahmetinden
Ümidini Kesmek
“-De ki: Ey nefislerine fenalık
yapmakta ileri gidenler! Allah‟ın
rahmetinden ümit kesmeyiniz. Çünkü Allah
bütün günahları bağışlar, O Gafurdur,
Rahimdir.” (Zümer Sur/53).
198
-“ Benim rahmetim her şeyi
kuşatmıştır.” (Araf Sûr/156).
Hz. Ömer (r.a.)‟den rivayet edildiğine
göre, bir gün Resul-i Ekrem (s) esirler
arasında çocuğundan ayrılmış bir kadını
gördü. Kadın, çocuğuna üzüntüsünden rast
geldiği çocuğu kucağına alıyor ve
emziriyordu. Resul-i Ekrem, ashabına:
-“Hiç bu kadın çocuğunu ateşe atar
mı?” dedi onlar da:
-Asla, cevabını verdiler. Bunun
üzerine Resulullah:
-O halde biliniz ki Allah‟ın kullarına
merhameti, bu kadının çocuğuna
merhametinden çok daha fazladır.”
buyurdu (Buharı, Edep:1972).
Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: Ben
Resulallah (s)‟ın şöyle dediğini işittim:
“Allah Teâlâ rahmetini yüz parça yaptı da
doksan dokuzunu kendi yanında tuttu, bir
parçasını yeryüzüne indirdi. İşte bu bir
parça rahmet sebebiyle bütün yaratıklar
birbirine acırlar (sevişirler).Hatta kısrak
199
(yavrusunu emzirirken) dokunur korkusu
ile bir ayağının tırnağını yukarı kaldırır.”
(Buhari, Edep:1973).
Her bilinçli Müslüman hayırlı bir iĢe
besmele ile baĢlar. Yani
“Bismillahirrahmanirrahim” (Rahman ve Rahim
olan Allah‟ın adıyla baĢlarım) der. Allah Teâlâ
Rahman sıfatıyla dünya yaĢamında bütün
yaratıklara rahmet eder. Yani, onları sever,
korur, rızkını ve ihtiyaçlarını karĢılar; onlara
sevinecekleri her Ģeyi yaratıp verir. Rabbimiz
rahmetini esirgemeden bol bol verirken kulları
arasında ayrıcalık yapmaz. Kendini tanımayan,
inkâr eden, emirlerine uymayan, eĢ ve ortak
koĢan kiĢileri de belirli vakte kadar yaĢatıp
rızkını verir. Çünkü Rabbimiz sonsuz rahmet
sahibidir.
Biz insanlar yaratılıĢ yönünden farklı
konumda bulunmaktayız. Hem melek, hem de
Ģeytani yönümüz vardır. Bu nedenle “kusursuz
insan olmaz” diye tanımlanır. Bilerek veya
bilmeyerek dinin günah saydığı iĢleri yapmamız
her zaman olağandır. Önemli olan hiç günah
200
iĢlememek değil, böyle bir hataya
düĢüldüğünde tövbe etmektir. Allah‟ın
rahmetine sığınıp can-ı gönülden, içtenlikle
tövbe edip bağıĢlanma istenmelidir. ġu gerçek
çok iyi bilinmelidir ki, Allah‟a karĢı, küfür, Ģirk,
ortak koĢmak, alaya almak gibi ciddiyetten
uzak söz ve davranıĢlardan sakınılırsa Allah,
diğer günahları dilediği kimse için af edip
Cennetine koyacaktır. Bu nedenle Allah‟ın
rahmetinden ümit kesmek büyük bir günah
sayılmıĢtır. Böyle durumlarda Allah bizlerin
düĢünce ve gidiĢatımızı deneyip imtihan
etmektedir.
(l) Namuslu Kadına Zina İftirası
Yapmak
Toplum içinde özellikle zina yapan
kadınlara iyi gözle bakılmaz, hoĢgörü
gösterilmez. O tip kadınlar yapmakta oldukları
çirkin iĢten dolayı kendi karakter ve
saygınlıklarını küçülterek ayaklar altına sererler.
Değersiz bir insan görünümüne düĢerler. ĠĢte
bu nedenle hiçbir temiz kadın kendisini aynı
kefeye koyup onlar seviyesine düĢmek istemez.
201
Böyle bir iftira hayatını karartır ve gelecekteki
olası mutluluğunu söndürür. Ġster istemez uzun
süreli bir stres ve depresyon hayatını yaĢar.
Haksız ve yalan bir haber uydurarak
temiz bir kadına zina yapıyor diye çirkin
davranıĢı yakıĢtırmak, düĢünülecek olursa ne
kadar büyük suç iĢlenmiĢ olduğunu anlamada
güçlük çekilmez. Nitekim yaratan Yüce
Rabbimiz buyuruyor:
-“İffetli Müslüman kadınlara zina
iftira edenler, sonra dört şahit
getiremeyenler (var ya) işte bunlara
seksen (sopa) vurun. Bunların
şahitliklerini ebediyen kabul etmeyin.
Bunlar asıl fasıklardır.” (Nur Sur/4).
-“Zinadan haberi bulunmayan iffetli
mümin kadınlara zina istinat edenler,
dünyada ve ahirette lânete uğramışlardır.
Onlara büyük bir azap vardır.” (Nur
Sur/23).
Zina iftirası yapılan temiz bir mümin
bayanın girdiği stres ve psikolojik depresyonla
hayatının nasıl karardığına örnek olması
202
bakımından tarihi olaydan bahsetmek
istiyorum:
Tarih, miladî 626 yılının aralık ayı... Ġslâm
güneĢi Medine‟den çevre bölgelere dalga dalga
yayılmakta... Medine yakınında yaĢayan
Mustalikoğulları kabilesi geleceklerinden
endiĢeli bir tutumla oluĢturdukları koalisyon
güçleriyle Hz. Muhammed‟e (s) saldırı
hazırlıklarına baĢladılar. Durumdan haberdar
olan Hz. Peygamberimiz (s) de alel acele bir
ordu hazırlayıp Mustalıkoğulları yurduna
yürüdü. Aralık ayının 17. günü yapılan savaĢta
düĢman birlikleri yenilip savaĢ alanından
kaçtılar.
Ġslâm ordusu arasında Hz.
Peygamberimizin (s) eĢi Hz. AiĢe (r.a.) de
bulunuyordu. Medine‟ye dönüĢte, Hz. AiĢe (r.a.)
bir ihtiyacını gidermek için konaklama yerinden
ayrılır; dönüĢte kafilenin hareket edip bölgeden
uzaklaĢtığını görür. Kendisini ararlar düĢüncesi
ile orada beklemede kalır. Daha sonra ordunun
artçısı olarak görevli Safvan b. Muattal gelir ve
Hz. AiĢe‟yi (r.a.) devesine bindirip kendisi yaya
203
olarak yürüyüp kafileye yetiĢirler. Münafıklar bu
olayı fırsat bilip Hz. AiĢe‟nin (r.a.) iffetine iftira
atarlar. Söylentiler Hz. Peygambere (s) ulaĢınca
son derece üzülür. Bundan sonraki geliĢmeleri
Hz. AiĢe‟den (r.a.)dinleyelim::
“Medine‟ye dönünce ben bir ay
hastalandım. Meğer bu sırada halk arasında,
iftira haberleri dolaĢıyormuĢ. Yalnız
hastalığımda beni bazı Ģeylerden kuĢkulandıran
bir durum vardı: Nebi (s)‟den, baĢka hastalığım
zamanında görmüĢ olduğum yakın ilgi ve
Ģefkati bu hastalığımda görmüyordum. Ancak
yanıma giriyor, selâm veriyordu ve (adımı
anmadan) hastanız nasıl diyordu. Hâlbuki
iftiracıların söylediklerinden hiç haberim yoktu.
Nihayet nekahet dönemine girdim.
Bir gece Mistah‟ın annesiyle tuvalet
ihtiyacı için dıĢarı çıktık. Selma kadın, oğlu
Mistah‟a beddua etti. Ben de, ne fena söyledin,
dedim. Kadın bana:
-“Hele Ģu saf tazeye! Ortada dönen
buhtanları (iftiraları) duymadın mı?” dedi ve
olup bitenleri bana anlattı. Artık hastalığımın
204
üzerine bir hastalık daha eklendi. GeliĢen
olayları inceleyebilmek için Resulallah‟tan (s)
babam evine gitmem hususunda izin istedim. O
da kabul etti. Ben de eve dönüp annem Ümm-i
Rumân‟a:
-“(Anneciğim!) halk arasında dönen bu ne
havadistir?” dedim. Annem:
-“Ey kızım! Kendini üzme, sen nefsini ve
sıhhatini düĢün. Vallahi bir kadın, senin gibi
güzel yüzlü ve eĢinin yanında sevimli olsun ve
birçok ortağı bulunsun da aleyhinde dedikodu
etmesinler, pek nadirdir,” dedi. Hz. AiĢe (r.a.)
diyor ki: O gece babamın evinde yattım.
Sabaha kadar gözümün yaĢı dinmedi, gözüme
uyku girmedi. Vahyin gelmesi gecikince Nebi
(s), ertesi günü Hz. Ali, Hz. Üsame Ġbn-i Zeyd
ve Hz. AiĢe‟nin (r.a.) cariyesi Berire‟ye ayrı ayrı
olarak Hz. AiĢe (r.a.) hakkındaki kanaatini
sordu. Hepsi de iftiranın dıĢında bulunduğunu
bildirdiler. Nihayet Peygambere vahyi indi. Ve
bana ilk söylediği söz Ģu oldu:
205
-“Ya AiĢe, Allah‟a hamt et! Allah seni
hakkındaki iftiradan kesin olarak beri kıldı.”
(Buharı, ġahadet:1151).
Ortada aynen yaĢanmıĢ bir iftira olayı var.
Üstelik “Âlemlere rahmet olarak” gönderilen
Allah‟ın çok çok sevdiği Resulü Muhammed
(s)‟in sevgili eĢi Hz. AiĢe‟ye (r.a.) yapılıyor bu
iftira. Hz. Peygamber (s)‟imiz bir ayı aĢkın
üzüntü ve sıkıntı çekiyor. Bütün insanları doğru
yola davet edip adil, namuslu, edepli, hoĢgörülü
olmalarını öğütlerken kendisi, haksız bir iftira ile
sarsılıyor. Öyle ki, çok sevdiği eĢini, yakınları ile
sorgulamak ihtiyacını dahi duyuyor. Hele Hz.
AiĢe (r.a) üzüntü ve sıkıntıdan iki göz iki çeĢme
oluyor. Ġffetine atılan iftira lekelerini göz yaĢları
ile temizlemeye çalıĢıyor. Halsiz düĢtüğü
yataktan günlerce kalkamıyor. Çünkü yaĢamı
kararmıĢ, iffeti rencide olmuĢtu. Neden böyle
bir iftiraya uğramıĢtı?
Temiz bir kadına zina iftirası yapılmasının
ne denli çirkin hareket olduğu, insanların
güvenini sarsıp Ģüpheye düĢürdüğü, ağızdan
ağıza yayılarak toplumu olumsuz yönde
206
etkilediği, özellikle iftira yapılan kiĢi ve ailesini
nasıl sıkıntıya sokup utanç içinde
kıvrandıklarının canlı örneği olarak olay, Hz.
Peygamber (s) ve Hz. AiĢe (r.a.) üzerinde
deneniyor. ĠĢte bundan dolayı büyük
günahlardan sayılmıĢ, yapılması yasak
kılınmıĢtır. Ayrıca olayın bizlere verdiği mesaj
da;
-Kim olursa olsun herkese iftira
atılabileceği,
-Ortaya atılan haberi yeteri kadar
incelemeden hemen doğruluğuna inanılmaması,
-Sonuca ulaĢıncaya kadar kimse hakkında
kötü zan beslenmemesi; potansiyel suçlu
görülmemesi,
-Böyle bir haksız iftira ile karĢılaĢan kiĢi,
denenip sınav geçirmekte olduğunu düĢünerek
sabredip Allah‟tan yardım istemesinin gerekliliği
anlaĢılmalıdır.
(2) Küçük Günahlar
207
(a) Gıybet
Allah ve Resulü insanların, diğer canlı
varlıklara daha üstün yetenek ve beceride
yaratılıĢlarına uygun bir yaĢam tarzı
sürdürmelerini istemektedir. Öyle bir Ġslâm
toplumu görüntüsü çizilmektedir ki, toplumu
aile kabul edip insanları da din kardeĢi
görmekte. Gerçek kardeĢlerin aile içindeki
samimi ve doğru iliĢkilerinin bir benzeri topluma
yansıması beklemekte... Böylece, Ġslâm
toplumu Ģemsiyesi altında birlik ve beraberlik
çizgisinde birleĢen Müslümanların, adaletli,
saygılı, güvenilir, güler yüzlü, tutumlu, edepli,
Ģefkatli, doğru sözlü, yardım sever, hoĢgörülü,
iffet ve namuslu olmak gibi ahlâki değerlerle
örtüĢen bir yaĢam biçimi sergilemeleri isteniyor.
Ve de böyle bir cemiyet düzenini bozacak her
türlü olumsuz davranıĢ yasak kılınıyor, dini
yönden de günah sayılıyor.
Ġnsan iliĢkilerinde genelde her zaman
çoğumuzun bilerek bilmeyerek iĢleyip de
birikmiĢ sevaplarımızı kemiren hatalı
davranıĢların baĢında gıybet yapmak gelir.
208
Gıybet yapmak, toplumun bireylerini arkadan
küçümseyerek kötülemek, çirkin sözlerle
aĢağılamak veya alaya almak, demektir.
Genelde insanlar, baĢkaları karĢısında küçük
düĢürücü eleĢtirilerden hoĢlanmazlar.
Duyduklarında, yapanlara karĢı sevgi-saygı
ötesi soğukluk hissederler. ĠliĢkileri zayıflar ve
bu da onun aleyhinde konuĢmasına yol açar.
KarĢılıklı geliĢen söz düellosu düĢmanlığa kadar
uzayıp gider. Sonuçta ahlâki değerler birer birer
kaybolup toplum yara alır. Adalet ve güvenin
olmadığı; karĢılıklı sevgi ve saygının
bulunmadığı; yardımlaĢma ve yakınlaĢmadan
uzak bireysel çıkarları her Ģeyden üstün tutan
topluma nasıl Ġslâm birliği denebilir? Denmediği
için Allah Teâlâ uyarıyor:
“Ey insanlar, hiçbir topluluk başka bir
toplulukla alay etmesin. Olur ki, alay
edilenler onlardan daha iyi olabilirler.
Kadınlar da başka kadınlarla alay
etmesinler. Alay edilenler kendilerinden
daha iyi olabilirler. Birbirinizi ayıplamayın.
Birbirinize kötü lakaplar takmayın.
209
İmandan sonra – yoldan çıkmış – diye
anılmak ne kötüdür. Kim bu tür işlerden
tövbe edip vazgeçmezse işte onlar
zalimlerdir.” (Hucurat Sur/11).
“Ey insanlar, zandan çok sakının.
Çünkü zannın bir kısmı günahtır.
Birbirinizin ayıplarını araştırmayın.
Birbirinizin arkasından hoşlanmayacağı
sözler söylemeyin. Sizden birisi ölü
kardeşinin etini yemeyi arzular mı? İşte
bakın bundan tiksindiniz. Allah‟tan korkun.
Kuşkusuz Allah tövbeleri kabul edici ve çok
merhametlidir.” (Hucurat Sur/12).
Özetlersek Cenab-ı Hak: Ey insanlar!
Ġslâm toplumunda hakça düzen içerisinde
huzurlu yaĢamak istiyorsanız;
- Birbirinizle alay etmeyiniz,
- Birbirinize kötü lakaplar takmayınız,
- Birbirinizi ayıplamayınız,
- Birbiriniz hakkında kötü zan
beslemeyiniz,
- Birbirinizin ayıplarını araĢtırmayınız,
210
-Birbirinizin arkasından hoĢlanmayacağı
sözler söylemeyiniz, diye buyuruyor. Bu
sıralanan ikazlar, ölü insan eti yemekle eĢ
değer tutulup tiksindirici söz ve davranıĢlar
oldukları belirtiliyor. Bilinçli olarak veya
bilmeden bir hata yapıp sonradan aklı baĢına
geldiğinde piĢman olan Müslüman‟ın tez elden
yapması gereken davranıĢ, hakkında gıybet
yaptığı kiĢiden özür dileyip gönlünü aldıktan
sonra Allah‟a yönelip tövbe edip bağıĢlanmasını
dilemek, olmalıdır. KiĢi, eğer bu kurtuluĢ yolunu
seçmezse, ayetin hükmüne göre zalimler
topluluğunda yer almıĢ olacaktır.
YaratılıĢ gereği olarak insan nesli, her
zaman ve her yerde kendisini baĢkalarından
üstün ve farklı olarak görmek ister. Böyle
olduğu içindir ki, bizler birbirimizi küçümseyip,
çirkin sözlerle aleyhte konuĢmaktan zevk alırız.
Atalarımız ne demiĢler: “BaĢkasının gözündeki
çöpü görüyor da, kendi gözündeki merteği
görmüyor!” Yani kendi gözünde koca bir sırık
duruyor da bunu görmezlikten geliyor. Fakat
211
baĢkasının gözündeki küçücük çöpü görüp
eleĢtiriyor. Herkes önce kendine bakmalıdır.
Bu sıralanan yasaklara bakıp da insan
Ģöyle düĢünebilir: Ġnsanlarla olan iliĢkilerde Ģu
yasak, bu günah denirse, geriye ne kalır, ne
konuĢabiliriz! KiĢiler birbirine geçmiĢ hatıralarını
tekrarlayıp anmazlarsa, arkadaĢ ve tanıdıkları
hakkında bilgi alıĢ – veriĢi olmazsa, bu
koĢullarda onların mutlulukları veya
üzüntülerine nasıl ortak olunabilir! Sonra
sohbetlerde, tanıdık çevrelerle ilgili
benzetmeler, eleĢtiriler, espriler
yapılmazsa;güldürü ve ĢakalaĢma
gerçekleĢebilir mi? Hayır!... Öyleyse ne
yapılması gerekir? Maksat, sohbetlerin dinlenir,
haber ve bilgi alıĢ – veriĢi ortamında yapılması
ise, mutlaka karĢı tarafın kötü yönlerini sayıp
dökmek mi gerekir! O kiĢinin iyi yönleri de
vardır; bunları sohbet için malzeme olarak
kullanmak daha akıllıca olmaz mı?... Yarıya
kadar su dolu bardağı tarif ederken, yarısı boĢ
denirse menfi düĢünceyi; yarısı dolu
düĢünülürse müspet yönü ifade eder. Bu
212
nedenle kiĢiler hakkında eleĢtiri yapılırken
özellikle müspet yönü, yani iyi tarafları ön plana
çıkarmak, varsa noksanlıkları da uygun bir
üslûpla ifade edilmelidir. Böyle bir konuĢma
kiĢinin kulağına ulaĢsa bile söyleyen hakkında,
ne kin besler, ne de onunla olan iliĢkilerini
gevĢetir. Çünkü eleĢtiri, küçümseme değil,
yapıcı nitelikte uyarı olmuĢ olur.
Ġnsanları tarif ederken veya eleĢtirirken
hangi konuĢma üslûbunun gıybet sayılacağı
konusunda belirleyici bir ölçü olup olmadığı
sorulabilir. Hz Peygamberimiz (s) dinin
esaslarını hem tebliğ edici ve hem de örnek
olması bakımından uygulayıcı olduğuna göre,
O‟nun yaĢantısı ve buyruklarına göz atmamız
yeterli olacaktır.
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Resulallah
(s)
-“ Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye
sordu. Sahabeler:
-Allah ve Resulü (s) en iyi bilendir,
dediler. Resulallah (s):
213
-(Din) kardeşini hoşlanmayacağı bir
şey ile anmandır, buyurdu. Bu arada:
-“Ya söylediğim şey kardeşimde var
ise ne dersiniz?”, denildi. Resulallah (s):
-Eğer söylediğin şey onda varsa sen
onu gıybet etmiş olursun. Ve eğer
söylediğin şey onda yoksa o vakit sen ona
iftira etmiş olursun, buyurdu. Demek ki
ölçü, karĢı tarafın hoĢlanmamasını gerektirecek
tarzdaki konuĢma olmuĢ oluyor. Örneğin, bir
tanıdık kiĢiyi, sohbet arkadaĢına tanıtırken “kısa
boylu, esmer yapılı, güler yüzlü kiĢi” dendiği
gibi “cüce boylu, yere bakan, esmer yapılı kiĢi”
denebilir. Birinci tarif kiĢiyi övdüğü için duyunca
hoĢuna gidecek ve gıybet olmaktan çıkacaktır.
Ġkinci tarifte ise küçümseme duygusu sezildiği
için kiĢinin bundan hoĢlanması düĢünülemez.
Dolayısı ile gıybet olmuĢ olur. Bu nedenle;
-BoĢ ve kimseye yararı olmayan
konuĢmalardan kaçınmayı,
-Kendine bir paye biçip din kardeĢlerini
küçültücü ve hoĢuna gitmeyecek tarzda
hakkında konuĢmamayı,
214
-Özellikle onu kötülemek veya suçlamak
amacıyla kesinlikle iftira atmamayı, kiĢi
kendisine prensip kabul etmelidir. Çünkü
bunlar, davranıĢlarımızın yönünü belirleyen
sınav konularıdır.
Peki, günah diye insanlar aleyhinde hiç
konuĢulmayacak mı? Elbette bazı durumlarda
aleyhte konuĢmak gerekiyor. Ġslâm âlimleri,
Ģartlar oluĢtuğunda aleyhte konuĢmanın gıybet
olamayacağı yönünde yorum yapıp görüĢ
bildirmiĢleridir ġöyle ki;
KiĢi vardır Ġslâm‟ın getirdiği kurallara
uymaz; yan kesicilik yapar. Yaptığı iĢten de
zevk alır. Bu arada birçok insanın parası – malı
aĢırılmıĢtır; canı yanmaktadır. Bu tehlikeli kiĢiyi
tanıtıp ona karĢı daha dikkatli olmanın
öğütlenmesi gıybet sayılmaz.
KiĢi vardır, çeĢitli oyunlarla karĢı tarafa
güven verir; kendisini sözünde duran adam
olarak tanıtır. Hâlbuki üç kağıtçının teki, aldığı
borç paraların üzerine yatar. Bu kiĢiye güvenip
borç verilmemesi konusunda insanların
uyarılması da gıybet sayılmaz.
215
KiĢi vardır, Ģaka yapılmasından
hoĢlanmaz ve yapanlara da hakaretle karĢılık
verir. Bu kiĢiden uzak durulması konusunda
tanıdık çevreyi bilgilendirmek, yine gıybet
sayılmaz.
KiĢi vardır, zalimin haksızlığına
uğramıĢtır. Hakkını aramak amacıyla yetkili
makamlara baĢvurup durumunu anlatması da
gıybet sayılmaz.
KiĢi vardır, kötü ve çirkin iĢleri
sakınmadan herkesin gözü önünde yapar veya
bu gibi davranıĢlarını medya aracılığı ile
duyurur. Bu kiĢinin yaptıklarını anlatmak da
gıybet sayılmaz.
(b) Kovuculuk Yapmak (Söz Taşımak)
Toplum içinde huzuru bozan, kiĢiler
arasında karĢılıklı güveni sarsan ve ahlâki
değerleri kemiren çirkin davranıĢlardan biri de
kovuculuk yapmaktır. Kovuculuk öyle bir illettir
ki, karıyı kocaya düĢman eder; çok samimi iki
arkadaĢı birbirine düĢürür; durup dururken hiç
yoktan insanları üzüntü ve strese sokar.
216
Ġnsanın bilerek veya bilmeden attığı yanlıĢ
adımlar, kovucular tarafından bazı ilâveler
yapılıp abartılmıĢ Ģekliyle karĢı tarafa aktarılır.
Bu defa o da, yeterli araĢtırma yapmadan
haberin doğruluğuna inanıp en çok sevdiği
kiĢiye olumsuz tavır takınır; hakkında çıkıĢlarda
bulunur. Bakarsın ki, can ciğer iki arkadaĢ
olmuĢ sana iki düĢman. Veya karı – koca
arasını açıp evlilikleri boĢanmayla sonuçlanır.
Nereden bakılırsa bakılsın, söz taĢımak, Ġslâm
ahlâkı ile örtüĢmeyen çok yanlıĢ bir davranıĢtır.
ĠĢte bu nedenle Yüce Rabbim, kovuculuk
yapmayı hoĢ görmemiĢ ve bu konuda Resulü‟nü
uyarmıĢtır:”Sen alabildiğine yemin eden
onuru bulunmayan daima ayıplayan, laf
getirip götürmeye koşan, hayır yapmasını
daima engelleyen, aşırı zalim, çok
günahkâr, kaba, haşin, bütün bunlardan
başka da, kulağı kesik (damgalı soysuz)
olan hiçbir kişiye ülfet (dostluk, ahbaplık)
etme!..” (Kalem Sur/10-13).
Cenab-ı Hak, Tin Suresi‟nde meâlen Ģöyle
buyuruyor: “Biz insanı en güzel biçimde
217
yarattık. Sonra da onu aĢağıların aĢağısına
indirdik.” AnlaĢıldığı üzere insan fiziki ve ruhsal
yönden baĢka hiçbir yaratıkta bulunmayan
üstün beceri ve özellikte yaratılmıĢtır. Madde ile
manevi unsur (ruh) bütünleĢerek insan
dediğimiz muhteĢem varlık oluĢmuĢtur. Ancak,
yaĢamını devam ettirirken nefisle akıl
arasındaki tercihine göre değer kazanır.
DavranıĢlarını aklın isteklerine göre düzenlerse,
kendisini Allah ve Resulü yolunda bulur. Yok,
nefsin isteklerine uyarsa, ayette belirtilen
aĢağıların en aĢağısına itilmiĢ olur. Niçin böyle
bir ayrıma gerek görülmüĢtür, diye bir düĢünce
belirirse, verilecek cevap: Ġnsan bu dünyada
sınav geçirmektedir; o çirkin davranıĢlar da
önündeki engellerdir. Engelleri aĢan, Cennete
koĢan olacaktır.
Abdullah Ġbn Mes‟ud (r.a.) anlatıyor:
Muhammed (s): “Haramlığı çok şiddetli olan
çirkin işin ne olduğunu size haber vereyim
mi? O, insanlar arasında söz taşıyıp
yaymaktır.” buyurdu (Müslim, Birr:2606).
ĠĢte Hz. Peygamberimiz (s) de böyle uyarıyor
218
Müslümanları. Amaç, huzurlu yaĢamın önündeki
engellerin ortadan kalkmasıdır.
Söz taĢıma iki yönlü ele alınması gerekir.
Birisi, haram sayılıp kiĢilerin arasını bozacak
Ģekilde olandır. Diğeri ise, olası bir tehlikenin
önlenmesi için yapılan söz taĢımadır. Örneğin,
kaba yapılı, insafsız bir kiĢi, davranıĢ veya
sözünden ötürü arkadaĢını dövmeyi etrafına
söyler. Bu sözleri iĢiten baĢkası gidip o kiĢiyi
uyarıp dikkatli olmasını tavsiye etmesi,
kovuculuk olmaz. Yapılan davranıĢ iyilik
yönüdür; muhtemel bir nahoĢ olayın önlenmesi
amaçlanmıĢtır.
(c) Kibirli Olmak (Kendini Beğenmek)
Allah‟ın her buyruğu, geçerli bir nedene
dayanır. Olasılık ve Ģüphelerden uzak gerçek
olanı bildirir. Bu nedenle her emri, bir hikmet
gereğidir. Ġnsanların yaratılıĢı ve toplum içinde
farklı konumları da bir hikmet gereğidir. Yani
düĢünüldüğünde hepsinin geçerli nedeni vardır;
buna göre oluĢmuĢtur.
219
Toplum içinde insanların değiĢik karakter
ve farklı olanaklarla donatıldığı görülür. Günlük
yaĢantımıza bir göz atalım: Bebekler dünyaya
geldiklerinde davranıĢ yönünden birbirine
benzerler. YaĢları ilerledikçe gerek fiziki yönden
gerek ruhsal yönden farklı duruma gelirler.
Kimisi futbol, kimisi voleybol, kimisi tenis
oynarken; kimisi de güreĢ yapar, halter kaldırır,
engelli koĢu yapar. Bazıları da boĢ zamanlarını
müzik dinleyip kitap okuyarak geçirir. Herkes
Tanrının kendisine lütfettiği beceri ve
kabiliyetine göre uğraĢı alanını seçer. Tabii ki
zirveye tırmanırken kiĢisel çabalarıyla becerisini
artırır. Eğer Tanrı, söz konusu beceri ve
kabiliyeti kiĢiye vermemiĢse, ne kadar uğraĢsa
zirveye çıkamaz. Demek ki, ön planda Tanrı‟nın
lütufu bulunmaktadır.
Tanrı bazı kiĢilere üstün zekâ vermiĢtir.
Üstelik toplum içerisinde yöneticilik makamları
da nasip etmiĢtir. Bu gerçekleri görmeden, “Ben
bunları bileğimin hakkı ile elde ettim!” deyip
diğer insanlardan kendisini üstün tutarsa,
“kibir” denilen hastalığa yakalanmıĢ olur.
220
Halbuki, toplumda iĢ bölümü vardır. Ġnsanlar
mesleklerini icra ederken hem kendi geleceği
için ve hem de diğer insanların yararına
çalıĢmıĢ olur. Bir toplumda herkes üstün zekâlı
olup yöneticiliğe kalkarsa diğer rutin iĢleri
görecek kimse bulunamaz. Bakarsın sokaklar
çöpten geçilmiyor, bozulan yollar tamir
edilmiyor, tıkanan kanalizasyondan pis sular
çevreye yayılıyor. Fırınlar çalıĢıp ekmek
üretmiyor. Dolayısı ile toplum yaĢanılması
mümkün olmayan bir kaosun içine
sürüklenmiĢtir. ĠĢte bu ihtiyaçlar nedeniyle
Tanrı insanları değiĢik ve farklı kabiliyetlerde
yaratmıĢtır ki, dünyada yaĢam kolaylaĢsın.
ġimdi bu gerçekler karĢısında kiĢi,
kendisine verilen olanaklarla gururlanıp kibre
kapılırsa, Tanrı katında hata etmiĢ, günah
iĢlemiĢ olur. Çünkü tek üstün olan Allah‟tır.
Hiçbir kimse kendini üstün görüp Allah‟a ait
yetkileri paylaĢamaz. Her kim Allah‟ın sevgili
kulu olmak isterse, Tanrının Ģu buyruğuna
kulak vermelidir: “. Allah, kendini beğenen
ve böbürlenen hiçbir kimseyi sevmez “
221
(Hadid Sur/23). “Yeryüzünde
böbürlenerek yürüme. Çünkü sen
kesinlikle ne yeri yarabilirsin ne de
dağların yüksekliğine ulaşabilirsin”(İsra
Sur/37).
Ġnsan her zaman ve her koĢul altında,
kendisinin, Allah‟ın yarattığı bir kul olduğunu,
dünyada geçici bir süre yaĢadıktan sonra O‟na
döneceğini, sahip olduğu güç ve kuvvetin
Allah‟tan olduğunu bilip hiçbir Ģekilde ne
böbürlenmeli, ne de büyüklük psikolojisine
girmelidir. Nitekim Hz. Peygamberimizin (s) bu
konudaki buyrukları Ģöyledir: Ebu Said Hudri ile
Ebu Hureyre (r.a.) dediler: Rasûlallah (s):
“İzzet (şeref, üstünlük) O‟nun izârıdır
(özüdür, ruhudur) Kibriya (büyüklük,
ululuk) da O‟nun ridasıdır. (örtüsüdür),
Allah buyurdu ki: “Her kim bu sıfatları huy
edinip de, bunlarda bana ortak olmaya
çalışırsa, ona azâp ederim.” (Müslim,
Birr:2620).
Demek ki Yüce Allah, kendisine lütfedilen
nimetlerden dolayı çevresindekileri
222
küçümseyen, onlara karĢı böbürlenip büyüklük
taslayan kimseleri hem sevmiyor ve hem de
kendine özgü üstünlük sıfatlarını kullanmaya
kalkıĢtığı için de azap edeceğini açık olarak
belirtiyor. Burada da Müslüman bir imtihan
geçiriyor. Bir tarafta Ģeytanın dürtüleriyle
benliği saran nefis kiĢiyi büyüklük psikolojisine
sokarken, diğer taraftan Allah ve Resulü‟nün
ikaz eden buyrukları.. Aklını kullanıp iradesiyle
Hak yolunu seçen kurtuluĢa kavuĢmuĢ olur.
Aksi halde kendisini Allah‟ın çetin azabında
bulur!
(ç) Rüşvet Alıp Vermek
Toplumda hak ve eĢitlik gibi insana güven
veren ahlâki kavramları olumsuz yönde
etkileyip hakça düzenin bozulmasına neden
olan çirkin davranıĢlardan biri de rüĢvet alıp
vermektir. RüĢvet olayı sadece karĢılıklı iki
kiĢiyi ilgilendirmez; toplumun tüm fertlerini
etkileyip zarara sokar.
RüĢvet nedir, niçin verilir? RüĢvet kiĢisel
çıkar elde edebilmek üzere karĢı tarafın iĢi
223
kolaylaĢtırması veya istenilen doğrultuda
sonuçlandırması amacıyla yetkiliye – genelde
hediye adı altında – verilen mal, mülk, para,
giyecek, yiyecek, sunulan eğlence gibi maddi ve
manevi menfaatler olarak nitelendirilir. RüĢveti
alan kiĢi, yetkisini hak ve eĢitlik ilkelerine göre
değil, yasaların boĢluklarından yararlanıp
kötüye kullanır. Bu yapılan iĢlemden toplumun
tüm bireyleri dolaylı olarak zarar görür.
Konunun daha iyi anlaĢılabilmesi için
dikkatlerin yaĢadığımız bugünkü dönemde
gözler önünde cereyan eden olaylara
çevrilmesini dilerim. GeçmiĢte olduğu gibi
bugünkü ortamda rüĢvet olayı genelde devlet
hizmetindeki memur ile buna iĢ yaptıran
vatandaĢ arasında gerçekleĢir. Yazılı ve sözlü
medya organlarında rüĢvet kokan bazı
haberlere tanık oluruz. Adam müteahhittir, çok
katlı konutlar yapıp satıyor. Tabii yaparken
yasal zorunluluklara da uyması gerekiyor.
ĠnĢaatın her aĢamasında, devleti temsil eden
kontrol elemanınca denetleniyor. Sonra
bakıyorsun bina en küçük sarsıntı ile
224
çöküvermiĢ. Yaptırılan inceleme raporunda ya
demir az konmuĢ, ya çimento eksik veya
kullanılan kum belirlenmiĢ özellikte değil. Eğer
zamanında kontrol elemanı görevini dürüst
olarak yapsaydı, birçok kiĢiyi maddi ve manevi
zarara sokan olay gerçekleĢmezdi.
Belediyeler birçok hizmeti, Ģirketler
aracılığı ile yürütmekteler. Bu da, daha iyi
hizmet ve Belediye bütçesine daha az masraf
yüklenmesi amacına dönük olumlu bir yaklaĢım.
Fakat bazı zaman olumsuz yönleri de ortaya
çıkıyor. Dikkat etmiĢimdir: Cadde ve sokak alt
yapılarının onarımları sırasında açılan kanallar
iĢlem sonucu doldurulup üzerine beton veya
asfalt dökülmekte. Bir müddet sonra bakıyorsun
onarım yeri içeriye çökmüĢ. Tekrar açılıp
onarım yenileniyor. Teknik konu ile ilgisi
olmayan bir vatandaĢ olarak yapılan iĢin “yasak
savmaktan” öte bir Ģey olmadığını
görebiliyorum. YanlıĢlık, kanala dökülen mıcır
sıkıĢtırılmıyor; ayrıca hasır demir üzerine beton
dökülmesi ve bunun üzeri de asfaltlanması
gerekirken iĢin kolayına kaçılıyor. Sonra da
225
ikinci ve üçüncü kez onarım iĢlemi yenileniyor.
Tabii her defasında Belediyenin bütçesindeki
masraflar kabarıyor. Peki bu aksaklığın
sorumlusu kim? Kim olacak, elbette Belediyenin
görevlendirdiği kontrol elemanı?
YaĢadığımız bu dönemde, devleti
ilgilendiren gerek müteahhitlik hizmetleri olsun,
gerek bankacılık sektöründe kamuoyuna
yansıyan usulsüzlük, yağmacılık, hortumculuk
olaylarında – Ģöyle veya böyle – rüĢvet alıp
vermelerin Ģaibesine üzülerek tanık olduk. Yine
bu bağlamda rüĢvet olayı TBMM binası içine
dahi girdiğini gördük. Devlet bütçesi,
vatandaĢtan alınan vergilerden oluĢtuğuna
göre, usulsüz harcamalardan da yine
vatandaĢlar zarar görmüĢ olur. Bu nedenle
rüĢvet olayı, toplumu olumsuz yönde etkileyen
çirkin bir davranıĢ olarak nitelendirilir. Nitekim
Yüce Rabbim buyuruyor: “Birbirinizin
mallarını haksız yere yemeyiniz. Bile bile
insanların mallarından bir miktarını haksız
olarak yemek için hâkimlere
başvurmayınız.” (Bakara Sur/188). Bizi
226
yaratıp hakça düzen ortamında insana yakıĢır
bir yaĢam tarzının devamlılığı için iĢte böylece
Allah doğruları bizlere öğütlüyor.
Hz. Peygamber (s) efendimiz de, tüm
Müslümanlara örnek ve düstur olması yönünden
zamanında vuku bulan bir yanlıĢ anlamayı Ģöyle
düzeltiyor:
Ebu Humeyd es-Sâidî (r.a.) Ģöyle
anlatıyor: Rasûlullah (s), Esed Kabilesi‟nden
İbnu Lutbiyye denilen bir kimseyi zekât
memuru tayin etmişti. Bu zat vazifeyi
görüp Medine‟ye döndüğü zaman:
-Şu sizin zekât malınız, bu da
benimdir, bana hediye verilmiştir, dedi.
Resulallah (s), hemen minber üzerine
hitabeye kalktı ve Allah‟a hamdu senâ
ettikten sonra şöyle buyurdu:
-Kendisini zekât toplamaya
gönderdiğim şu memurun hali nedir ki!
Şimdi gelmiş: Şu sizin zekât malınızdır, bu
da bana hediye verilmiştir, diyor. Bu adam
babasının yahut anasının evinde otursaydı
da kendisine bir hediye verilir miydi, yoksa
227
verilmez miydi görseydi ya. Muhammed‟in
(s) nefsi elinde olan Allah‟a yemin ederim
ki, bir kimse hıyanet edip Beytulmaldan
(hakkından başka) bir şey alırsa,
muhakkak kıyamet gününde o insan
çaldığı malı boynuna yüklenerek getirilir.”
(Müslim, İmare: 26).
Bugünkü devlet düzeninde rüĢvet alıp
vermek TCK uyarınca suç sayılıp iĢleyenler
hakkında yasal iĢlem yapılmaktadır. Bu nedenle
rüĢvet olayı daha ziyade “hediye” adı altında
sunulur. ĠĢte bu tür olayların önlenmesi
bakımından Hz. Peygamberimiz (s) ikaz edip
uyarıyor; evinde otururken o kiĢiler sana aynı
hediyeyi verip vermeyeceklerine bak, diyor.
Demek ki adamın bir çıkarı olmazsa durup
dururken neden hediye vermeye kalkıĢsın! O
hediyeyi verecek ki, sen de bazı Ģeyleri
görmezlikten geleceksin. Sonra ne olur? O
güzelim toplum düzenindeki güven sarsılır,
kiĢiler birbirlerine kuĢku ile bakar. Bu da Allah
ve Resulü‟nün (s)bizler için öğütledikleri hakça
düzene ters düĢer.
228
(d) Hainlik ve Kötülük Yapmak
Ġnsanları mutlu eden faktörlerden biri de
huzur ortamında yaĢamasıdır. Huzurun olmadığı
yerde, huzursuzluk vardır. Aile ve iĢ yeri
geçimsizlikleri, maddi olanak yetersizliği, giyim
– kuĢam, barınma gibi ihtiyaçların
giderilmemesinin verdiği huzursuzluk yanında,
bir de insanların kötü davranıĢlarından
kaynaklanan rahatsızlıklar vardır. Bütün bunlar
kiĢileri strese sokar; devamlılığı halinde ise
fizyolojik ve metabolizma bozukluklarına yol
açar. Bakarsın ki kiĢi, ruhsal ve bedenen
yıpranıp erken yaĢlanma fizyonomisine
girmiĢtir. Saçları ağarmıĢ, yüz çizgileri belirip
teni de pörsümüĢtür.
Dünya hayatımız geçicidir. Doğum gibi
ölüm de doğal bir olaydır. ġimdiye dek hiçbir
insan ebedi olarak yaĢamamıĢ, belirli ömrü
bitince dünyadan ayrılma mecburiyetinde
kalmıĢtır. Hal böyle iken, neden birbirimize
kötü, çirkin, kaba davranıĢlarla hakaret edip
huzurumuzu bozmaktayız? Bu geçici dünyada
kaygı ve huzursuzluktan öte mutlu bir yaĢam
229
sürdürmek varken, niçin strese düĢüp
yaĢantımızı sıkıntılara sokmaktayız? DüĢününce
yine karĢımıza Ģeytan faktörü çıkar. Biz
insanların hakça düzenin egemen olduğu
toplumda huzur ortamında yaĢamamızı
istemez. KiĢilerin kanına girip nefislerini öfke ile
doldurur. Bakarsın ki kiĢi, nefsine uyup
vatandaĢı hakkında hainlik yapmaya
kalkıĢmıĢtır. ĠĢleri ve geçiminin bozulması
yönünde negatif, yani olumsuz davranıĢlarda
bulunur. Din kardeĢinin zor durumda kalması,
onun nefsî isteklerinin tatmin olmasını sağlar.
Ġçinde kıskançlık vardır; haset edemezse huzur
bulamaz. Her zaman her yerde kendisinin
önüne geçecek kiĢileri hoĢgörü ile karĢılamaz.
Mutlaka fırsatını bulup hainlikte bulunacak ve
hile yapıp ona zarar verecektir. Sonra da kendi
yorumuna göre yaptığı iĢin doğru olduğunu
savunur. Gerçekte böyle mi? Hayır! Bu görüĢ ve
davranıĢlar insanları birbirine düĢürür,
beraberliği bozar, toplumu da düĢman
kamplara ayırır. Böylece sevaplarını kemiren bir
günah iĢlemiĢ olur. ĠĢte bu nedenledir ki, Yüce
230
Rabbim: “Ey inananlar, Allah‟a ve
Peygamberine ihanet etmeyin; bile bile
emanetlerinize de hainlik etmeyiniz.”
(Enfal Sur/27). “Kuşkusuz Allah insanları
savunur, kesinlikle hiçbir hain ve nankörü
sevmez.” (Hac Sur/38) diye bizleri
uyarmaktadır.
Öyleyse Allah‟a sevgili kul olmak isteyen
her insan bu buyruğa uyarak, baĢkalarının
malına, canına, iffet ve namusuna saygılı
olmayı; onlarla her türlü iliĢkiyi doğruluk
düsturuna sadık kalınarak sürdürmeyi; yine
onları Allah için sevmeyi veya sevmemeyi;
kızgınlık halinde öfkesini yenip bağıĢlamayı
kendisine kural kabul etmelidir. Çünkü bunları
yaparken Ģeytanın kabarttığı nefsinin hiddetini
yenmiĢ ve dolayısıyla da geçirdiği hayat sınavını
da baĢarmıĢ olacaktır.
(e) İsraf (Savurganlık) ve Cimrilik
Toplum düzeninin sağlıklı ve güçlü
olmasında ahlâk kuralları olduğu kadar
ekonomik etkinlikler de önemli rol oynar.
Ġslâm‟ın benimseyip devamlılığını istediği
231
toplum düzeninde, bireylerin farklı değil,
birbirlerine yakın kazanç sağlayıp refahın
herkesi kapsayacak Ģekilde yaygın olması ön
plandadır. KiĢi vardır; malı – mülkü yatırımları,
nakit parası, yedi kuĢağını geçindirecek ölçüde
zenginliğe sahiptir. KiĢi vardır; aylık, haftalık,
hatta günlük ihtiyaçlarını karĢılayacak parası
yoktur. Gün bulup gün harcar. Üstelik fakirliğin
bu aĢamasında bir yanlıĢ karar sonucu evlenip
çoluk – çocuk sahibi de olmuĢtur. YaĢamı hep
sıkıntılar içinde geçmektedir. Kendi kendini
sorgular; neden Ģu adam varlık ve refah içinde
mutlu yaĢarken, ben gün olur karnımı
doyuracak iki dilim ekmeği dahi bulamaz
haldeyim? Zenginin sergilediği yaĢam
standardına bakıp özenir; kendisinde olmadığı
için de kıskanıp haset eder. Sonra da bu
duygusu düĢmanlığa dönüĢür. Bakarsın
zenginin mal ve mülküne zarar vererek öç alıp
Ģeytanın güdümündeki nefsi duygularını
tatmine çalıĢır. Sonunda, toplumda düzensizlik
ve disiplinsizlik olayları baĢ gösterir. ĠĢte bu gibi
olumsuzlukları ortadan kaldırıp insanları
232
eğitmek ve kanaatkâr olabilme hissini
olgunlaĢtırmak için Ġslâm‟ın kuralları devreye
sokulmalıdır. Nedir bu kurallar? Zengin kiĢi her
Ģeyden önce aklını iyi yönde, hem kendisi hem
de toplum yararında kullanmasını bilecek.
Elindeki para ile yatırım yapıp toplum
bireylerine iĢ sahası açacak. Böylece iĢsizlik
azalacak, fakirler de bilek gücü ve alın teri ile
kazanıp onuruna yakıĢır Ģekilde hayatlarına yön
vereceklerdir. Yine zengin, kazancından devlete
vergi öderken, Allah‟ın emrine de uyup fakire
hem zekât ve hem de sadaka vermek suretiyle
toplumun sosyal dayanıĢmasına katkıda
bulunacaktır. Ġslâm‟ın bu koĢullarını uygulayan
bilinçli zengin o zaman, bırak düĢmanlığı,
herkesin sevgisini, saygısını kazanan muteber
kiĢilik kazanacaktır. Toplum yararına yaptığı
iĢler, âhiret yolculuğunda sevaba dönüĢecektir.
Peki, Ġslâm‟ın kurallarına uymayan zengin için
ne söylenebilir? O da, hep kendini düĢünen,
kazancından sosyal dayanıĢmaya pay
ayırmayan, iĢçisi ve çalıĢanını gözetmeyen,
cimriliği ile tanınan sevimsiz kiĢi olur. Ayrıca
233
yaptığı yanlıĢ davranıĢından ötürü de günah
yüklenir. Çünkü Allah‟ın emirlerine uymamıĢ,
yardım elini fakirlere uzatmamıĢtır.
Yüce Rabbimin öğütlerine kulak verelim:
“Allah‟ın, bir lütuf olarak verdiklerinde
cimrilik yapanlar, kesinlikle, bunun
kendileri için daha iyi olduğunu
sanmasınlar. Bilakis bu onlar için daha
kötüdür. Kıyamet günü cimrilik yapıp
harcamadıkları malları onların boyunlarına
dolanacaktır. Gökte ve yerde bulunan her
şey sonunda Allah‟a kalacaktır. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.” (Ali İmran
Sur/180).
Bizleri yoktan var eden Allah, dünya
yaĢamında baĢı- boĢ bırakmamıĢ, hem takdir
ettiği rızkın elde edilebilmesi için çalıĢmayı ve
hem de koyduğu kurallara uyulmasını
istemiĢtir. Böylece eğitilip olgunlaĢmıĢ kiĢiler
olarak bizler de Allah‟ın takdiriyle Cennete
girmeye hak kazanırız. Allah rahman ve
rahimdir, diyoruz. Yani rahman sıfatıyla dünya
yaĢamında bütün yaratıkların rızkını belirleyip
234
karĢılıksız herkese vermektedir. Konuya bu
açıdan bakarken aklımıza Ģöyle bir soru
gelebilir: Niçin herkese bol bol vermeyip, birini
diğerinin yardım anlayıĢına muhtaç kılmıĢtır?
Allah Teâlâ buyuruyor: “Allah rızk hakkında
bir kısmınızı, bir kısmınızdan üstün kıldı.
Kendilerine fazla rızk verilenler de, rızkları
elleri altında bulunanlara vermiyorlar ki,
onda eşit olsunlar.” (Nahl Sur/71). Yüce
Rabbim, bir kısım insanın rızkını zenginin
malında yaratmıĢ, zengin bu emaneti hak
sahiplerine verecek ki, toplumda refah düzeyi
artsın ve kiĢiler arasındaki gelir dağılımı
eĢitlensin. Zengin bu düĢünce ile hareket ettiği
sürece, hem nefsini eğitip cimrilikten uzak
belirli bir seviyede tutma olanağına sahip
olacak, hem de Allah‟ın emrini yerine getirmiĢ
olmanın verdiği mutluluğu yaĢayacaktır.
Zengin olsun, fakir olsun harcamalarında
orta yolu takip etmelidir. Ġslâm dini israfı, yani
savurganlığı hoĢ karĢılamaz ve bu tür
davranıĢın günah sayılacağını bildirir. Çünkü
savurganlık, insan yararı ötesinde nefsin
235
arzularını yerine getirmek amacına yöneliktir.
Hâlbuki orta yol, ancak ihtiyacın
karĢılanmasında yeteri kadar harcama
yapılmasını gerektirir. Savurganlık, toplum
içinde fertlerin kin ve nefretlerinin belirmesine
de yol açar; kıskançlık duygularını depreĢtirir.
KarĢılıklı saygı ve sevgiyi kemirir; insanları
birbirine düĢürür.
Adam vardır çok zengindir; çocuğunun
evlilik düğününde aĢırı derecede harcama
yapar. Olağanüstü lükse ve göstermelik fantezi
dekorasyon, donatım, yiyecek – içecek gibi çok
pahalı ikramda bulunur. Döviz cinsinden
yabancı paralar havada uçuĢur, bir özellikmiĢ
gibi porselen tabaklar deste deste kırılarak
ayaklar altına dökülür. Gelin ve damadın
kıyafetleri dünyanın en pahalı ve üstün
terzilerince hazırlanmıĢ, dünyanın çeĢitli
ülkelerinden konuklar ağırlanmıĢ, masallarda
canlandırılan hayali düğün töreni gibi, gören ve
duyanları hayrette bırakacak eğlenceler
düzenlenmiĢtir. Denebilir ki, baĢkaları ne
karıĢıyor, para kendisinin istediği gibi
236
harcamada serbesttir. Evet doğru! Ancak iĢin
bir de manevi yönü vardır. Âhirette hesabı
görülecektir; kimsenin toplum düzenini olumsuz
yönde etkilemeye yetkisi yoktur. Bakın, bu
konuda bizleri yaratan Yüca Allah ne
buyuruyor: “Yakın akrabaya hakkını ver.
Yoksula ve yolda kalmışa da... Malını saçıp
savurma.” (İsra Sur/26). Çünkü mallarını
saçıp savuranlar, şeytanların dostları
olmuşlardır. Oysa ki, şeytan Rabbine karşı
son derece nankördür.” (İsra Sur/27).
İşte, harcamada orta yolu takip etmede
Allah‟ın buyruğu: “Elini boynuna bağlı imiş
gibi son derece cimri olma ve malını
büsbütün de saçıp savurma ki, bu
durumda yerilmiş ve pişman olmuş olarak
oturup kalmayasın.” (İsra Sur/29).”Onlar,
mallarını harcadıklarında ne saçıp
savururlar ne de kısarlar. Bu ikisi arasında
orta bir yol tutarlar.” (Furkan Sur/67).
Hayatımızın her aĢamasında her türlü
giriĢim ve davranıĢlar bizim için birer sınav
konusudur. YaĢantımıza yön verirken
237
kazancımızın harcama Ģekli de yine bizler için
imtihandır. Ayette belirtildiği gibi orta yolu
seçen sınavı baĢarmıĢ; cimrilik ve savurganlık
yönüne sapanlar ise imtihanı kaybetmiĢ
olacaktır.
(f) İnsanlarla İyi İlişkide
Bulunmamak, Komşu Hakkına Saygı
Göstermemek ve Ticari İşlemlerde
Sahtecilik
Dünya yaĢamımızı beraber paylaĢtığımız
canlı türlerini dikkatle izlediğimizde her canlı
türünün kendi ortamında toplu halde yaĢadığını
fark ederiz. Denizlerde balıklar, havada kuĢlar,
karada da hayvan ve böcekler bu kurala uyan
örnek yaratıklardır. Ġnsanlar da kendi cinsleriyle
toplu halde yaĢar. Bu nedenle toplumun birlik,
beraberlik ve sağlıklı düzeninin devamlılığı her
zaman önem arz edip ön plana çıkar. Bunun
gerçekleĢebilmesi için de örf ve âdetlerin
yanında yasalar düzenlenip uygulamaya
konulur. Bütün bunlarda gözetilen amaç,
insanın toplum içinde her türlü korku, endiĢe,
kuĢku, güvensizlik ve ahlâk dıĢı davranıĢlar gibi
238
olumsuzluklardan uzak huzurlu bir ortamda
yaĢayabilmesine olanak tanınmasıdır. Peki bu
ortam nasıl oluĢturulabilir? Tabii, insan dünya
yaĢamında baĢı- boĢ bırakılmamıĢ, bireylerin
toplum düzenini bozucu söz ve davranıĢları
belirlenen kurallarla önlenmeye çalıĢılmıĢtır.
Bunun ötesinde uyulması gerekli Allah ve
Resulü‟nün (s) öğütleri vardır. Demek ki,
toplumda hakça düzenin egemen olması
yönünden belirleyici kurallar her zaman olmuĢ
ve olacaktır.
ĠĢte Yüce Allah‟ın buyruğu: “Ey iman
edenler! Allah‟tan gereği gibi korkun,
kötülük yapmaktan sakının.” (Ali İmran
Sur/102). “Ey iman edenler! Allah‟tan
korkun, kötülük yapmaktan sakının, doğru
söyleyin.” (Ahzab Sur/70). Kötülük, genel
bir ifadedir. Ġnsanların huzurunu bozan,
birbirine düĢüren, zarar ve ziyan veren her söz
ve davranıĢ bu kelime ile ifade edilir. Allah
Teâlâ da bizleri uyarıp kötülükten uzak
durmamızı öğütlüyor. Nedeni? Toplumda hakça
239
düzenin devamlılığı ancak bu önlemlerle
sağlanabilir, olmasıdır.
Bir de Hz. Peygamberimizin (s) öğütlerini
dinleyelim:
Enes Ġbn Mâlik (r.a.) anlatıyor: Resulallah
(s): “Birbirinize haset etmeyin, birbirinize
kin tutmayın, birbirinizden kesilip ülfeti
terk etmeyin (birbirinize arka dönüp
uzaklaşmayın). Ey Allah‟ın kulları!
Birbirinizle kardeşler olunuz.” buyurdu
(Müslim, Kitab‟ul-Birr, Ves-silâ, Vel
âdâb:24).
Ebu Eyyûb el-Ensârî anlatıyor:
Resulallah (s) şöyle buyurmuştur:
“Bir Müslüman‟ın din kardeşine üç günden
fazla küsüp ayrı durması helâl olmaz. Öyle
bir küslük ki, birbirine kavuştukları zaman
birisi yüzünü şu tarafa çevirir, öbürüsü de
öte tarafa çevirir. Hâlbuki bu iki müminin
hayırlısı önce selâm vermeye
başlayanıdır.” (Müslim, Kitab‟ul-Birr, Ves-
silâ, Vel- âdâb:25). Nitekim Allah Teâlâ da:
“Müminler ancak kardeştirler. Dolayısıyla
240
kardeşlerinizi barıştırın ve Allah‟tan
korkun ki, esirgenesiniz.” (Hucurat
Sur/10) buyuruyor.
Toplum düzenini bozup insanları birbirine
düĢüren olumsuz davranıĢlardan kaçınılması
hakkında diğer bir hadisinde Hz.
Peygamberimizin (s) buyruğu Ģöyledir:
Birbirinize haset etmeyin. Kendiniz almak
istemediğiniz halde diğerini zarara sokmak
için bir malı meth edip fiyatını artırma
yarışına kalkışmayın. Birbirinize buğz
etmeyin (kin beslemeyin). Birbirinize yüz
çevirip arka dönmeyin. Sizden bazınız
diğer bazınızın alış – verişi üzerine alış –
verişe girişmesin. Ey Allah‟ın kulları!
Birbirinize kardeş olunuz. Müslüman
Müslüman‟ın kardeşidir. Müslüman
Müslüman‟a zulmetmez. Yardıma muhtaç
olduğu dar zamanda onu yalnız ve
yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir
görmez. Bir kimsenin (din) kardeşine
hakaret etmesi şer namına (yani onun
kötü kişi olduğunun hükmedilmesine) kâfi
241
gelir. Her Müslüman‟ın kanı, malı ve ırzı
(namus ve şerefi) diğer Müslüman üzerine
haramdır.” (Müslim, Kitab‟ul-Birr, Ves-silâ,
Vel-âdâb:32) (Hadisi, Ebu Hureyre (r.a.)
rivayet etmiştir).
Ġnsan iliĢkilerinde en çok kırıcı ve üzücü
olanı, zulme varan davranıĢlardır. Bir tarafta
ezen, karĢı tarafta ezilen insanlar vardır.
Genelde iĢyerlerinde amir- -memur, patron –
iĢçi, usta – çırak, öğretmen – öğrenci, gardiyan
– hükümlü, emniyet görevlisi – tutuklu gibi
birbirinin emri altında bulunana kiĢiler arasında
az da olsa zaman zaman ortaya çıkar. Söz
sahibi olan, kanunların yetkili kıldığı yönetici
veya yönlendirici kiĢidir. O makamda oturması,
kendisine bir ayrıcalık, üstünlük hissini
uyandırır. Nefsinin dürtülerine uyup yanında
çalıĢanları yeteneksiz ve beceriksizlikle itham
ederek aĢağılar, hor görüp – ses tonunu da
yükselterek- çirkin çıkıĢlarda bulunur veya
kendi yöntemi ile iĢkence uygular. Elindeki en
büyük kozu, memursa siciliyle, iĢçi ise iĢten
çıkarmakla, öğrenci ise ders notu
242
değerlendirmesiyle, tutuklu ise iĢkence
yapmakla korkutup bu gibi sindirme
taktikleriyle tehdit eder. Ezilen taraf ise ne
yapsın, geleceğini düĢünüp – haklı da olsa – her
türlü tehdit ve hakareti sineye çekip sabırla
olayı geçiĢtirmeye çalıĢır. YaĢamını karartan
üzüntü ve sıkıntılar strese dönüĢüp her
defasında sağlığından bir parça koparır.
Bakarsın ki, gencecik insanın saçlarına ak
düĢmüĢ, kendini sıkmaktan sinirleri harap
olmuĢ, yüz hatları belirginleĢmiĢ, cildi ise
pörsümüĢ, yani kiĢi erken yaĢlılık dönemine
girmiĢtir. Sonuç, söz sahibi olan kiĢi nefsinin
dürtüsünü karĢılamanın hazzını yaĢarken,
zulme uğrayan da geçim parası veya geleceği
için sağlığından olmuĢtur. ĠĢte bu nedenle Hz.
Peygamberimiz (s) yukarıdaki hadisinde
belirttiği üzere zulmetmeyi haram saymıĢ ve
günah kabul etmiĢtir. Ancak, yasal kurallar ile
ahlâki değerleri hiçe sayıp amirine karĢı gelen,
görevini gerektiği gibi yapmayan, ekmek parası
kazandığı iĢletmeyi veya ülkesini zarara sokan
243
hilekâr kiĢi için yetkilinin tavır koyması bu
hükmün dıĢında kalır.
Genelde birçok yerde tekrarlanan bu gibi
olaylarda yetki sahibi kiĢiler, gerçek bir insanlık
sınavı geçirmektedir. Burada da, akıl ile nefsin
mücadelesi söz konusudur. Amir olma yetkisini
nefsinin istekleri doğrultusunda kullanan kiĢi,
belki o anda rahatlama hazzını hisseder, fakat
bunun ötesinde yaptığı haksızlıktan ötürü “kul
hakkı” günahını yüklenmiĢ olur. Atalarımızın
deyimi ile “kaĢ yaparken göz çıkarmak”
yanlıĢlığına düĢmüĢ olur. Acaba, Allah‟a özgü
olan büyüklük duygusuna kapılıp yetkisi
altındakilere iĢkence hayatı yaĢatan kiĢiler,
âhretteki geleceklerine ne denli leke sürüp
kararttıklarının farkında mıdırlar? Bir anlık nefsi
tatmin etmek uğruna hem bir din kardeĢini
haksız yere üzmek, hem de günah iĢleyip cezalı
duruma düĢmek akıllı ve inançlı insana yakıĢık
düĢer mi? Tabii ki hayır! Öyleyse bir kimseye
tavır koyarken sonucunu da iyi düĢünmek
gerekir.
244
Yüce Rabb‟ım olgun Müslüman‟ın
özelliklerini belirlerken: “O muttekiler (olgun
Müslümanlar) ki, varlıkta da, yoklukta da
harcayıp yedirenler, öfkelerini yutanlar,
insanları kusurlarından dolayı
bağışlayanlardır. Şüphesiz ki Allah iyilik
yapanları sever.” diye buyurmuştur (Ali
İmran Sur/134).
Ġslâm‟ın insan iliĢkilerine yönelik örnek
kurallarına göre her Müslüman‟ın yapmaktan
sorumlu olduğu davranıĢlarını özetlersek;
-Birbirlerini kıskanıp haset yapmayacak,
varsa özentisi, kendisine de verilmesi için
Allah‟tan istekte bulunacak.
-Ġnsanları, kusurlarından dolayı hoĢgörü
gösterip bağıĢlayacak. Varsa kızgınlığı, nefsine
uyup çirkin söz ve hareketlerde bulunmayacak;
öfkesini de yutacaktır.
-Üç günden fazla küskün durmayacak,
karĢılıklı selâm vererek yeniden dostluk iliĢkileri
kurulacaktır.
245
-Birbirlerini Allah için ya sevecek veya
sevmeyecek; ancak hiçbir Ģekilde küçümseyip
hakaret içeren hareketlerde bulunmayacaktır.
-Birbirlerine yardım eli uzatılacak,
muhtaçlar kollanıp gözetilecektir.
-KarĢılıklı herkes din kardeĢi olmanın
sorumluluğu altında birbirlerinin mal, can,
namus, ve Ģerefine saygı gösterip kötülük
yapmaktan, çirkin söz söylemekten
kaçınacaktır.
-Yalan söylemeyecek, hile yapmayacak,
dürüstlük ve güvenilirliği Ģüphelendirecek
hareketlerde bulunmayacaktır.
-Verdiği söze ve borcuna sahip çıkacaktır.
-Emri altında çalıĢanları, hor görüp
aĢağılamayacak, onur kırıcı hareketlerde
bulunmayacak, zulme varan davranıĢlardan
kaçınacaktır.
-Toplumun kurallarına uyacak, kendisi
kadar baĢkalarının da çıkarlarını gözetecektir.
Komşuluk Hakkına Saygı Göstermek
Madem ki, insanlar toplu halde yaĢamak
zorundadır; öyleyse toplumun disiplin ve düzeni
246
sağlayan kurallarına da uyulması gerekir. KiĢi
veya ailesini toplumla bütünleĢtiren bağın
baĢında komĢu gelir. KomĢuların
yakınlaĢmasından da toplum oluĢur. Öyleyse
bizleri topluma kazandıran komĢularımızı hoĢ
tutup onları üzecek, sıkıntı ve strese sokacak
davranıĢlardan kaçınmamız gerekir. Çünkü
komĢular bizlerin iyi günde kara günde de
dostlarımızdır. Bu nedenle aramızda dosta
yakıĢır iliĢkiler kurulmalıdır. Ġyi günler ve
sevinçler onlarla paylaĢılmalı; üzüntü, sıkıntı,
kara günlerin olumsuzluklarına ortak
olunmalıdır. Çünkü, aile veya bireyin, namus –
Ģeref – edep gibi manevi hasletler yanında mal
– mülk – can ve diğer maddi olanaklar
komĢuların güvenilirliğinde değer kazanır.
Yangın, sel, deprem gibi doğal afetlerde ilk
önce yardıma koĢacak ancak komĢular
olacaktır. Bir ölüm olayında üzüntü ve sıkıntılar
yine komĢular aracılığı ile aĢılmaktadır. Maddi
ve manevi bir ihtiyaç gerektiğinde komĢular
yardımcı olmaktadır. KomĢuların sağladığı
yararlar oldukça çoktur. Öyleyse bir Ģükran
247
borcu olarak komĢularla iyi iliĢkiler geliĢtirmek,
söz ve davranıĢlarla onları üzecek çirkin
yaklaĢımlardan uzak durmak insanlık borcu
olmaktadır.
KomĢuluk iliĢkilerine Ġslâm dini büyük
önem vermiĢ ve karĢılıklı geliĢtirilmesini
öğütlemiĢtir. Bu konudaki Hz. Peygamberimizin
(s) öğretisine kulak verelim: Hz.Aişe (r.a.)
anlatıyor: Ben Rasûlallah (s)‟tan işittim;
şöyle buyuruyordu: “Cibril hiç durmadan
bana komşu hakkına hürmet olunmasını
vasiyet ederdi. (Bu vasiyet o dereceye
vardı ki) hatta ben yakında o muhakkak
komşuyu, komşuya mirasçı kılacak
sandım.” (Müslim, Kitab‟ul-Birr, Ves-silâ,
Vel-âdâb:140.) ġimdi bu yaklaĢım karĢısında
her Müslüman komĢusunu (hangi inançta olursa
olsun) hoĢ tutmalı, hal – hatır sormalı, iyi
günde de dar günde de yardımına koĢmalı,
devamlı güler yüzlü görünmeli, malını – canını –
mülkünü – ahlâki değerlerine hürmet edip
tehlike ve kötülüklerden korumalıdır. Böylece
Hz. Peygamberimizin (s) bildirdiğine uyduğu
248
için sevap kazanırken bunun yanında olgun bir
insan olmanın da gururunu yaĢamıĢ olur. Bu da
onun için bir imtihan vesilesi sayılır. Peki,
komĢu iliĢkilerine önem vermeyen ne kazanır?
Dünya yaĢamında yalnızlık, âhiret için de
günah!
İnsan İlişkilerinde Ticari İşlemler
Ġnsan iliĢkilerinde hata yapılan diğer bir
konu da ticari iĢlemlerdir. Toplumsal yaĢamda
bireyler arasında iĢ bölümünün nedeni ve önemi
önceki konularda açıklanmıĢtı. Bunun sonucu
olarak da alıĢ – veriĢ yapılması, yani ticari
iĢlemler insan iliĢkilerinin vazgeçilmeyen bir
zorunluluğu olmuĢtur. Kimisi üretecek, kimisi
ihtiyaç sahiplerinin bulunduğu mekâna
taĢıyacak, kimisi de satıĢ iĢlemini
gerçekleĢtirecektir. Her aĢamada ürünler el
değiĢtirirken üzerine el emeği ve iĢ gücü
masrafları eklenir. Bakarsın üretilen bir malın
ilk fiyatı ile tüketicinin eline geçtiği andaki fiyatı
farklı bir konuma gelmiĢtir. Serbest piyasa
değerlerine göre fiyat ayarlaması yapıldığından
herkes bunu normal bir iĢlem olarak algılar.
249
Tabii ki herkes yaptığı emeğin karĢılığını
alacaktır. Ancak, alacağı karĢılık hak ettiği
değer olmalıdır.. ĠĢin içine karaborsacılık, hile,
aldatma, fırsatçılık girerse bunun adına haksız
kazanç elde etme denir. Böyle normal ticari
iĢlemi haram kazançla lekelemiĢ, âhireti için de
günah yüklenmiĢ olur.
Satıcı bilerek defolu bir malı sağlam
diyerek alıcıya satarsa, karĢı tarafı aldatmıĢ
olur. Sebze – meyve semt pazarlarında tezgâh
üzerinde sağlam ve güzel görünümlü meyveler
ön tarafta dizilir, arka tarafta ise çürükler
görülmeyecek Ģekilde alıcıya sunulur. SatıĢ
iĢlemine o çürükler 3-5‟er alıcının poĢetine
konur ve tartı sonrası poĢetin sapları kolayca
açılmayacak Ģekilde düğümlenir. Eve
götürüldüğünde aldatıldığının farkına varan alıcı
sıkıntı terleri döker. Ödediği parayı değil, nasıl
saf görünüp aldatıldığına üzülür. Bu tür
satıcılar, helâl – haramı gözetmeyen, haram
kazancın manevi zararını önemsemeyen, ticari
ahlâktan nasibini alamamıĢ bir zihniyetin
250
temsilcileridir. Onlar için önemli olan alıcıyı
aldatıp nefsine zevk tattırmaktır.
Bazı satıcılar da malın tartılması
esnasında hile yaparlar. Özellikle terazinin
kefesine tartılacak maddeyi biraz yukarıdan
bırakarak kefenin aĢağıya sarkmasını sağlarlar.
Sözde kilosundan fazla imiĢ gibi bir izlenim
sergilemeye çalıĢırlar. Veya alıcıya sırtını
dönerek tartıyı görmesini engellemek isterler.
ĠĢin içine hile – aldatma girerse, bunu kamufle
edecek çeĢitli yöntemler bulunabilir.
Dürüstlük, hoĢgörü, karĢılıklı yardımlaĢma
gibi ahlâki değerlerin Ģekillendirdiği Ġslâm
toplumunda ticari iĢlemlerde izlenecek yol ve
yöntemler, Allah ve Rasûl‟u (s) tarafından
belirlenerek sınırlar çizilmiĢtir. ġöyle ki; Yüce
Allah:
“Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, ölçüyü
tam olarak yapınız. Doğru teraziyle
tartınız. Bu sizin için daha iyidir ve sonuç
itibariyle daha güzeldir.” (İsra Sur/35.
“Tartıyı adaletle tartın. Teraziyi eksik
251
tutmayın.” (Rahman Sur/9), diyerek tartıda
hile yapılmamasını buyuruyor.
Hz..Peygamberimiz (s) de;
-Hakim İbn Hizam (r.a.) anlatıyor:
Peygamber (s) şöyle buyurmuştur: “Satıcı
ile alıcı birbirlerinden ayrılmadıkça
muharyerliğe (caymaya) sahiptirler.
Bunlardan her kişi doğru olup da, beyan
ederlerse bu alış – verişleri kendilerine
mubarek kılınır. Eğer iki taraf (mal ile ilgili
hususlarda) gizlerler ve yalan söylerlerse
bu alış – verişlerin bereketi giderilir.”
(Müslim, Buyu:1532).
- Abdullah İbn Dinar anlatıyor: Bir
kimse Rasûlallah‟a (s) alış – verişlerde
daima kendisinin aldatıldığını arz etti.
Rasûlallah (s) buna cevaben: “Sen de
kendisinden bir şey satın almak istediğin
kimseye (İslâm dininde) aldatma yoktur
de.” buyurdu (Müslim, Buyu:1533).
Görüldüğü gibi insan iliĢkilerinde doğruluk,
dürüstlük, gerçek beyan ve güvenilirlik esas
alınmıĢtır. Ġnsanlar ancak bu gibi örnek
252
davranıĢlarla birbirlerinin din kardeĢi olabilme
niteliğine sahip olurlar.
e) Yeme–İçme, Giyim–Kuşam
İşlemlerinde Geçirilen İmtihan
(1) Haram Yiyeceklerden Uzak
Durulması
Ġslâm düĢünce sistemine göre, bütün
canlıların yaĢamlarını sürdürmelerinde gerekli
olan her türlü yiyecek, içecek gibi geçimlikleri –
yani rızkını – veren Allah‟tır. Ġnsan akıl ve
iradesiyle rızkını arayacak, çalıĢma gücü ile de
elde edecektir. Diğer bir ifadeyle geçimlik elde
edebilmek için isteyip çalıĢmak kuldan, bunları
vermek (nasip etmek) Allah‟tan olmaktadır.
Nitekim âyet-i kerimede Yüce Allah: “Ey
inananlar, size verdiğimiz temiz rızklardan
yiyiniz. Eğer yalnız Allah‟a kulluk
ediyorsanız O‟na şükrediniz (teşekkür
ediniz.” (Bakara Sur/172) buyurarak rızkı
(geçimlikleri) yaratıp verenin kendisi olduğunu
bildirmiĢtir. Dikkat edilirse burada önemli bir
ayrıntı karĢımıza çıkmakta: “Temiz olan
rızklardan yiyiniz” deniyor. Demek ki, dünya
253
yaĢamımızda pek çok yiyip içilecekler var.
Bunların içerisinde biz Müslümanlara helâl
sayılacaklar ancak, temiz olan rızklardır.
Temizlik, maddi ve manevi yönleri kapsayan bir
kavramdır. Ġnsanlar yanılmasın diye Allah ve
Rasûl‟u (s) nelerin haram nelerin helâl
olduğuna dair genel ifadeyle gerekli
açıklamalarda bulunmuĢlardır. Böylece
Müslümanlar bilinçli olarak temiz olanı
seçebilme kolaylığına kavuĢmuĢlardır.
Günlük yaĢantımızdan bazı örneklerle
konuya açıklık getirelim. Çoğumuz sabah
kahvaltısında beyaz peynir bulundurur. Protein
yönünden sağlığa yararlı bir gıda.. Ancak açıkta
bekletildiğinde küf bakterileri oluĢur, kokusu ve
tadı da değiĢir. Bu haliyle yenmez,
zehirlenmeye yol açar. Demek ki, önce temiz
olan ve helâl sayılan bir gıda, bozulmaya
baĢladığında harama dönüĢür ve yenilmesi
sakıncalı olur. ĠĢte bu nedenle Rabb‟imiz:
“Temiz olan rızkları yiyiniz.” diye buyurmuĢtur.
Bulanık veya durgun göl sularının içilmemesi de
yine sağlığı olumsuz yönde etkilemesinden
254
kaynaklanmaktadır. Bunların baĢlangıçta ana
maddeleri temiz, fakat değiĢen koĢullarla
temizlik özellikleri yerini pislik haline
dönüĢtürmüĢtür. Bu nedenle de yiyip içilmesi
sakıncalı olmuĢtur.
Bir de Allah Teâlâ biz Müslümanları
denemek üzere yiyecek ve içeceklerin bazılarını
haram kılmıĢ; yani yasaklamıĢtır. Amaç, kimin
Allah‟ın buyruklarına uyup uymadığı belirlensin
ve böylece sınav sonuçlansın diye. Bu maksatla
Rabb‟im buyuruyor: “Boğazlanmadan
(kesilmeden) ölmüş hayvan, kan, domuz
eti, Allah‟tan başkası adına kesilen,
boğularak ölmüş, vurularak öldürülmüş,
yüksek bir yerden yuvarlanarak ölmüş,
başka hayvanlar tarafından boynuzlanarak
ölmüş, - yetişip boğazladıklarınız hariç –
yırtıcı hayvanların parçaladıkları ve putlara
kurban kesilen hayvanların etleri ile fal
oklarıyla kur‟a çekmeniz size haram
kılındı. Bütün bunlar, günahtır. Bugün
inkâr edenler, dininizden döneceğinizden
ümitlerini kesmişlerdir. Artık onlardan
255
korkmayın, benden korkun. Bugün sizin
dininize son şeklini verdim ve size olan
nimetimi tamamladım. Size din olarak da
İslâm‟ı seçtim. Kim açlıktan dolayı zor
durumda kalırsa, aşırıya kaçmadan bu
haram kılınanlardan yiyebilir. Kuşkusuz
Allah çok bağışlayıcı ve çok
merhametlidir.” (Mâide Sur/3). Bununla
beraber, Allah‟ın adı anılmadan kesilen
hayvanın yenmeyeceği (En‟am Sur/14), Allah
adı anılarak salınan av köpeklerinin
yakaladıklarının helâl kılındığı ((Mâide Sur/4),
kendilerine kitap verilenlerin yiyeceklerinin
Müslümanlara helâl sayıldığı (Mâide Sur/5),
sarhoĢluk veren içkilerin içilmesinin haram
olduğu (Mâide Sur/80) belirtilerek nelerin helâl
ve nelerin haram olduğu açıklanmıĢtır.
Ayrıca Hz. Peygamberimiz (s) de bizzat
kendisi uygulayıcı örnek olarak nelerin haram
olduğuna dair hadisleriyle konuya açıklık
getirmiĢtir. ġöyle ki;
-Deniz ve tatlı su balıkları helâl
sayılmıĢtır.
256
-Dört ayaklı hayvanlardan azı diĢi
olanların hepsinin (kuĢlardan da tırnaklı ve
pençeli olanların) etinin yenmesi yasaklanmıĢtır
(Buharı, Zebiha:1883).
-SarhoĢluk (sekir) veren her içkinin
haram olduğu bildirilmiĢtir (Buharı,
EĢbire:1891).
-Altın ve gümüĢ kaptan bir Ģey yenilip
içilmesi yasaklanmıĢtır (Buharı, EĢbire:1904).
-EĢek eti yemek haram kılınmıĢtır
(Müslim, Vez-Zebah:1407).
-ġarapla tedavi yapmak da haram
kılınmıĢtır (Müslim, EĢbire:1984).
Kuran-ı Kerim 23 yılda Hz.
Peygamberimize (s) vahyi edilmiĢ ve yukarıda
geçen ayetle de tamamlanmıĢtır. Her kitaplı
dinin kendine özgü Ģeriatı, yani uygulama esas
ve kuralları vardır. Zaman içerisinde Cenab-ı
Hak, helâl ve haram kapsamını o Ģeriat için
belirlemiĢ, diğerlerinde ya devam ettirmiĢ veya
uygulamadan kaldırmıĢtır. Örneğin, Tevrat‟ta
sığır cinsi hayvanların iç yağı haram,
Ġslâmiyet‟te ise helâl kılınmıĢtır. Yahudi ve
257
Hıristiyanlıkta Ģarap (içki) helâl, Ġslâmiyet‟te ise
haram sayılmıĢtır. Yahudi dininde deve, deve
kuĢu ve tavĢan eti haram (Tevrat, Tesniye
Bap:14/7-12), Ġslâmiyet‟te ise helâldir.
Yahudilik dininde sığır ve sürülerde ilk doğan
her erkek hayvan Allah‟a mukaddes kılınıp sığır
olanı ile iĢ görülmez, sürüden ilk doğanı da
kırkılmaz? Bunlar Allah adına kurban edilip
etleri ev halkına yedirilir Tevrat, Tesniye
Bap:15/19). Ġslâmiyet‟te ise böyle bir
zorunluluk yoktur. ġimdi Ģeriatlar arasında helâl
ve haramın belirlenmesindeki farklı
uygulamaların gerçek nedeni ne olabilir? Gerçek
nedeni ancak Allah bilir; biz insanların yorumu
ise, Allah Teâlâ kullarını buyruklarına uyup
uymadığı konusunda deneyip imtihan etmekte
olduğudur. Ġnsanın yaratılmasının asıl amacı,
Rabbine kulluk (ibadet) yapmak olduğuna göre,
kulluk görevi de O‟nun emir ve yasaklarına
uymakla gerçekleĢmiĢ olacaktır.
Ayet-i kerimede belirtildiği üzere, yüksek
yerden düĢüp ölen hayvanın eti haram sayılmıĢ,
buna karĢın av köpeğinin yakalayıp öldürdüğü
258
hayvanın eti helâl kabul edilmiĢtir. Diğer
taraftan putlar adına kesilen hayvan eti de
haram kılınıp yenilmesi yasaklanmıĢtır.
Buradaki esas neden, Allah adı anılmadan
boğazlama veya öldürme iĢleminin yapılmasıdır.
Bilinçli avcılar av köpeklerini salarken Allah
adını anarlar ve yakalanan av hayvanı ölmüĢ
olsa bile helâl kabul edilmektedir. Bu da, Yüce
Rabbimizin biz kullarına sağladığı kolaylıklardan
biridir.
Helâl gıdaların yenilip içilmesi de sağlık
açısından gerek dini ve gerek tıp alanında bazı
kurallara bağlanmıĢtır. Nitekim Hz.
Peygamberimiz (s)‟in önemli tavsiyesi Ģöyledir:
-Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor;
Resulallah (s): “İki kişinin yemeği, üç
kişiye yeter, üç kişinin yemeği de dört
kişiye yeter.” buyurdu (Müslim,
Eşbire:178).
-Ġbni Ömer anlatıyor; Peygamber (s):
“Kâfir yedi bağırsağı doldurmak için yer,
mümin ise bir bağırsağı doldurmak için
yer.” (Müslim, Eşbire:182). Burada
259
bağırsaktan maksat, karnını iyice ĢiĢirmek
anlamındadır. Demek ki, Hz. Peygamber (s)
sevdalısı her mümin bu tavsiyeye uyarak
özellikle yiyecek gıdasını ölçülü tutacak;
midesini tam doldurmayacaktır. Sofradan yarı
tok kalkacaktır. Peki Hz. Peygamberimiz (s)
neden böyle bir tavsiyede bulunmuĢtur? Bunun
cevabı tıpta uzmanlaĢmıĢ ilim adamlarının
önerilerinde ortaya konulmaktadır. Sağlıklı
yaĢam için ölçülü beslenme gerekir. Yediğimiz
besinler 2.5 litre hacmindeki midede sindirime
baĢlar. Mide çeperi, salgılar salar ve kaslar
enine boyuna hareketle gıdaları boza kıvamına
getirir. Ne kadar fazla yemek yenirse, o oranda
hidroklorik asit, pepsin ve mukoza salgıları
üretilir. Bu iĢlem süresince mideye daha çok
kan akıĢı olur. Dikkat edilirse, fazla yemek
sonrası kiĢide esneme ve uyku hali belirir.
Çünkü beyne giden kan miktarı azalmıĢtır.
Hâlbuki beyin devamlı kanla (oksijen ve
glikozla) beslenmesi gerekir. Demek ki, çok
yemek metabolizmayı bozup dengesizliklerin
ortaya çıkmasına neden olur.
260
Ayrıca gece uykudan en az üç saat
öncesine kadar bir Ģey yememek gerekir.
Çünkü gece saat 23:00 – 03:00 arasında
büyüme hormonu salgılanmakta. Eğer uyuma
saatinden önce mide iyice ĢiĢirilmiĢ veya kısa
süre önce meyve yenmiĢ ise, yükselen kan
Ģekerini gidermek üzere insülin hormonu
salgılanacak, bu da büyüme hormonu etkinliğini
bastıracaktır. Sonuçta kiĢinin geliĢmesi olumsuz
yönde etkilenmiĢ olacaktır.
Her ne kadar fazla yiyip mideyi ĢiĢirmek
haram kılınmamıĢ ise de, Hz Peygamberimiz
(s)‟in tavsiyeleriyle hoĢ görülmeyen bir
davranıĢ olduğu belirlenmiĢtir. Burada da
nefisle aklın çatıĢması söz konusudur. Demek ki
kiĢiye, yiyip içmesinde ölçülü davranması Hz
Peygamber (s)‟e uyulması yönünden sevap
kazandırırken, uyulmadığı takdirde de
sağlığından kaybedecektir. Çünkü fazla
yiyecekler sindirim organlarını yorup kısa
sürede devre dıĢı bırakacaktır. DüĢünelim,
neden oruç tutulması farz kılınmıĢtır? Bir nedeni
de sağlıklı yaĢam için değil mi? Evet!... Öyleyse
261
temiz ve haram olmayan yiyecek ve içecekler
özenle seçilirken ölçülü yiyip içmeye de dikkat
edilmelidir. Gösterilecek hassasiyet, kiĢinin
kendine karĢı önemli bir görevidir.
(2) Giyim – Kuşam Konularında
Geçirilen Sınav
Dünya yaĢamını paylaĢtığımız hayvan
türlerine bakıldığında, doğanın hava koĢulu ve
fiziki yapısına karĢı kendilerini koruyacak ilâve
özelliklerde yaratılmıĢ olduğu görülür. Kimisinde
kalın deri, kimisinde tüy, kıl, yün gibi koruyucu
örtüler bulunduğu halde insan dünyaya çıplak
olarak gelir. Bu noksanlığını kendi gayretleriyle
edindiği giysilerle gidermeye çalıĢır. GeçmiĢten
geleceğe uzanan zaman periyodunda her
toplumun kendi töre ve zevklerine göre
belirledikleri değiĢik renk, Ģekil, biçimde
giysilerinin olduğu görülür. Zamanımızda dahi
coğrafi bölgelerin iklim koĢullarına göre
uygulanan değiĢik kıyafet özellikleri vardır.
Örneğin Ģiddetli soğukların bastırdığı kuzey
bölgelerindeki insanların giysileri ile çok sıcak
bölge halkının giyecekleri aynı değildir. Giysiler
262
seçilirken zevke uygunluk ve göze hoĢ gelmesi
özelliği ile beraber giyimde rahatlık sağlaması
göz önünde tutulur. Sıcak bölgelerde hafif
giysiler, soğuk iklimde ise kalın kıyafetler tercih
edilir. Kıyafetlerin renk, Ģekil ve biçimleri ise
toplumun moda uygulaması ile oluĢur. Bu
konuda dini bir kısıtlama getirilmemiĢ,
insanların kendi seçenek ve iradelerine
bırakılmıĢtır. Ancak bedenin örtülmesi gerekli
yerler belirtilmiĢ ve erkek giysilerinde de
ipekten kaçınılması öngörülmüĢtür. Konuya
iliĢkin Hz. Peygamberimiz (s)‟in hadisi Ģöyledir:
Ömer (r.a.) anlatıyor: Rasûlallah (s)
harirden (halis ipek elbise giymekten)
nehyetmiştir (yasaklamıştır). Yalnız - baş
parmağı yanındaki iki parmağı ile işaret
ederek – şu kadar müstesna demiştir.”
(Buharı, Libas:1946). Hz. Peygamber (s)
sağlığında kendisine hediye edilen ipekli
kumaĢları giymemiĢ, giyenleri de uyararak
yasaklı kuralını korumaya çalıĢmıĢtır. Neden
böyle bir yasaklama getirilmiĢtir diye akla soru
gelebilir. Ġslâmiyet‟te ipekli kumaĢ giysileri
263
erkekler için haram görülmüĢ, kadınlar için ise,
helâl sayılmıĢtır. Nedeni ise, o dönemde ipekli
kumaĢlar hem pahalı ve hem de cazibeli bir
görünümde idi. Böyle bir giysinin erkekler
tarafından giyilmesi hem savurganlık ve hem de
gururlarına vesile olacaktı. Diğer taraftan
kadınlara özgü süsleme ve kendisini daha
yakıĢıklı gösterme olgusunu yansıtacaktır ki, bu
da erkek müminler için hoĢ görülmeyen
gidiĢattır. Tabii ki, erkekler de en güzel ve
temiz giysileri giyecekler, ancak israfa
sapmadan orta halli bir tutum izleyecektir.
Örtünme (tesettür) ile ilgili ayetlerin
geliĢiyle beraber hür kadınların giyim
kuĢamında değiĢiklik olmuĢ, eller ve yüz dıĢında
bütün beden mahrem (avret) olarak kabul
edilip örtünmeye baĢlanmıĢtır. Yalnız
örtünmeyle sınırlı kalmamıĢ, vücut hatlarını belli
eden dar giyimlerden de uzak kalınmıĢtır.
Demek ki, hür kadın Kuran‟ın Nur Suresinde
açıklanan kiĢiler dıĢındaki insanlara hem
mahrem yerlerini göstermeyecek ve hem de
vücut hatlarını belli eden giysileri
264
giyemeyecektir. Cariyelerde ise mahrem yeri
göbekle diz kapağı arası kabul edildiğinden
bunlar için böyle bir zorunluluk konmamıĢtır.
Zamanımızın kadın giyim kuĢamında,
özellikle Ģehirlerde dar pantolon ve bluz tercih
edilip vücut hatları olduğu gibi dıĢa yansımakta
ve belirtilen kurallara ters düĢmektedir. Bu da
onlar için bir imtihan konusu olmaktadır.
Yahudi dininde olduğu gibi Ġslâmiyet‟te
de, giyim kuĢamda erkeklerin kadınlara,
kadınların da erkeklere benzemesi yasak
kılınmıĢtır. Örneğin;
-“Kadının üzerine erkek esvabı
(giysisi) olmayacak ve erkek, kadın esvabı
giymeyecek; çünkü bu şeyleri yapan
herkes Allah‟ın Rabbin mekruhudur.”
(Tevrat, Tesniye, Bap:22/5).
-İbni Abbas (r.a.) anlatıyor: “Nebi
(s), erkeklerden kadınlaşanlara
kadınlardan da erkekleşenlere lânet etti ve
bu davranışlı kimseleri evinizden
kovunuz.” buyurdu (Buhari, Libas:1954).
Erkeğin kadınlaĢması, sesini kadın sesi gibi
265
inceltmesi, kadın gibi kırıla – döküle yürümesi,
kadın gibi naz ve iĢveli hareket etmesi, süslü ve
kadınlara özgü giysiler giyip kadına benzemesi
Ģeklinde, anlaĢılmalıdır. Kadının erkekleĢmesi
ise, sözünde, iĢinde, hareketleri ile giyiminde
erkeklere benzemeye çalıĢmasıdır. Allah‟ın ayrı
cins olarak yarattığını değiĢtirmeye kalkıĢmak
hoĢ karĢılanmayan bir düĢünce tarzı ve
davranıĢtır.
Peki, yapılırsa ne sakıncası olacak;
yapanlar o haliyle zevk duyup hoĢlarına
gidiyorsa bunun baĢkasına ne zararı olacak,
diye düĢünülebilir. Zararı, Allah‟ın yaratıp biçim
verdiğini beğenmeme gibi bir tutuma girilmiĢ
olmasıdır. Ayrıca, bazı giysilerin erkeklere
haram sayılması ve erkeklerin kadınlara –
kadınların da erkeklere benzemeye
çalıĢmalarının lânetlenip hoĢ karĢılanmaması,
birer imtihan konusudur. Bu nefisle Ġslâm
kurallarının çeliĢtiği ve böylece kiĢinin ahiret
geleceğinin değerlendirildiği bir dönemdir.
Kurallara uyulduğu ölçüde geçirilen sınavda
266
baĢarı sağlanmıĢ, yani sevap kazanılmıĢ
olunacaktır.
Kadınların giyim kuĢamı ile ilgili Hz.
Peygamberimizin (s) diğer bir hadisi de
Ģöyledir:
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Resulallah
(s) şöyle buyurdu: “Cehennem ehlinden iki
sınıf vardır ki, artık ben onlara bir daha
bakmadım: Biri öyle bir kavim ki,
beraberlerinde sığır kuyruklarına benzer
bir takım kamçılar var; kendileri bu
kamçılarla insanları dövmektedirler. Bir de
elbise giymiş (fakat) çıplak olan,
erkeklerin kalplerini kendilerine meyl
ettiren, kibirle salınarak yürüyen, başları
(saçları ve bez parçaları dolanmak
suretiyle) Horasan develerinin hörgüçleri
gibi iri iri olan kadınlar. Bu kadınlar
Cennete giremezler, onun kokusunu da
duyamazlar. Hâlbuki Cennetin kokusu şu
ve şu kadar mesafeden muhakkak
duyulur.” (Müslim, Libas: 2128). Hadiste
söz konusu edilen kadınlar, bedenin bazı
267
yerlerini örten, bazı yerlerini de güzelliğini
göstermek için açan, teninin rengini gösterecek
Ģekilde ince elbiseler giyen, bu tarzdaki giyim
ve cazibesiyle erkeklerin kalplerini kendilerine
çekebilmek maksadıyla cilveli hareketlerde
bulunanlardır. Hâlbuki hür kadınlar giyim
kuĢamında ölçülü davranıp mahrem yerlerini
ancak kendilerine helâl olan kiĢilere
gösterebileceklerdir. Böylece giyim kuĢamla
kadınlar ahireti için bir sınav geçirmektedirler.
Giyim –kuĢamda izlenecek yol, gösteriĢ
ve savurganlıktan uzak kalınmasıdır. Çünkü
gösteriĢ ve savurganlık Ġslâm dininin hoĢ
karĢılamadığı, gerektiğinde çeĢitli tepkilerle
kınadığı davranıĢlardır. Mademki, yaĢadığımız
çevrede huzur ortamında hoĢça bir hayat
geçirmek isteniyor, öyleyse bunun kurallarına
uyulmasına yeterince özen gösterilmelidir. Allah
ve Resulü tarafından özellikleri belirtilen Ġslâm
toplumunda bireyler arasında sosyal
yardımlaĢma ve dayanıĢma ön planda yer alır.
KiĢiler birbirlerini Allah için sever, O‟nun
hoĢnutluğu için dürüst ve hoĢgörülü davranır.
268
Kin, gurur, hile, haset, gıybet, kovuculuk,
aldatma, yalan söylemek ve yalan Ģahitlik
yapmak, hırsızlık, hainlik, çekemezlik, sözünde
durmamak, hakaret etmek, edepsizlik yapmak,
aĢağılamak gibi ahlâk dıĢı düĢünce ve
davranıĢlardan uzak kalıp az da olsa yapanlar
eğitilip topluma kazandırılır.
ĠĢte bu örnek toplumda, malın
kalitesinden öte markası ve alındığı yer
gözetilerek en pahalı Ģekilde giyim kuĢam temin
edip çevresinde de böbürlenerek çalım atması,
bir gösteriĢ ve savurganlıktan baĢka bir Ģey
olamaz. Sosyal yardımlaĢma ve dayanıĢmadan
veya gelir dağılımından yeterince
yararlanamamıĢ kiĢiler de, eğer dini bütün
değilseler, kendilerinde olmadığı için özenip
kıskanacaklardır. Kıskançlık ise günah bir
düĢünce tarzıdır.
Peki, gösteriĢ ve savurganlığın ölçüsü ne
olabilir? Bunu belirleyen ölçü, o beldedeki
bireylerin sahip oldukları ekonomik değerlerdir.
Halkın çoğunluğu hayat standardı üzerinde
geçim olanaklarına sahip ise, bu ortama uygun
269
giyim kuĢam sergilemesi normal bir hareket
tarzıdır. Ancak gelir düzeyi düĢük ortamda
baĢkaları desinler diye özendirici ve alım gücü
üzerinde harcama yapıp değiĢik kıyafetler
sergilemek, tam anlamıyla gösteriĢ olur. Sonra
modaya uyup ihtiyacından fazla giyim – kuĢam
edinmek de savurganlık sayılır. Hâlbuki biz
Müslümanlara mutlu bir yaĢam tarzını önerip
özendiren Ġslâm kuralları içerisinde hem cimrilik
ve hem de savurganlık kınanıp yasaklanmıĢtır.
Huzura götüren yol ise, bu ikisinin arası, yani
orta yol olmalıdır.
f) Zenginlik – Fakirlik Konusunda
Geçirilen İmtihan
Ġslâm‟ın belirlediği inanç esaslarına göre
kiĢilerin sahip olduğu her türlü geçim vasıtaları
kaderle yakından ilgilidir. Nitekim Hz.
Peygamberimiz (s) de bir hadisinde bu gerçeği
Ģöyle açıklıyor:
“Her birinizin yaratılış mayası ana
rahminde nütfe olarak 40 gün derlenip
toplanır. Sonra aynen öyle (40 gün daha)
kan pıhtısı (âleka) olur. Sonra yine öyle
270
(40 gün daha) et parçası (mudga) halinde
kalır. Ondan sonra melek gönderilir, ona
ruh üfler ve dört kelimeyi yazar: rızkını,
ecelini, amelini, şaki (kötü davranışlı) veya
said (iyimser) olacağını.” (Buharı, Bed‟ul-
Hak:1324). Ancak bu demek değildir ki,
kaderinde zengin veya fakirlik takdir edilmiĢ
kiĢilerin çalıĢıp uğraĢmaları boĢunadır. Nasıl
olsa kaderde yazılı olan gerçekleĢecektir. ĠĢin
gerçek yönü bu anlayıĢ değildir. Allah‟ın ilmi
sonsuzdur. Allah, ilmi sayesinde kulunun
doğumdan ölüme kadar yapacağı bütün
davranıĢ ve düĢüncelerini bilmektedir. Onun
nelere sahip olacağı veya olmayacağı
bilinmektedir. ĠĢte ruh üflenirken yazılan dört
kelime bu gidiĢatın sonucudur. Yoksa Allah
Teâlâ yazdığı için insan bu sonuca mahkûm
edilip katlanmıĢ değildir. Bu ayrıntının iyi
bilinmesi, tutum ve davranıĢı sonucu baĢa
gelecek olumsuzlukların Allah‟tan değil, bizzat
kendisinden kaynaklandığı bilincine sahip
olması gerekir. Bunun dıĢındaki yorum ve fikir
yürütmeler insanı yanlıĢ bir hedefe yönlendirir.
271
Evet, rızkı (geçimlikleri) takdir edip veren
Allah‟tır. Ancak, takdir edilmiĢ bu rızkı arayıp
bulmak insanın görevidir. Demek ki, çalıĢıp
aramak kuldan, yaratıp vermek de Allah‟tan
beklenmelidir. Ġnsan, Allah‟ın kendisine
lütfettiği akıl ve hür iradesiyle kendi yararına
olan geçimliklerini arayacak, bu yönde gerekli
çalıĢma ve gayreti gösterecek, sonra da
gerçekleĢmesi için Allah‟ın takdirini
bekleyecektir. Sonuç istediği gibi olmazsa
hemen üzüntü ve kaygıya kapılmayacak ve
bunda da kendisi için bir hayır (iyilik) olduğunu
düĢünecektir. Çünkü Allah‟ın her kulu, dünya
yaĢamında devamlı sınav geçirip
denenmektedir. Bunun sonucu olarak da ahiret
hayatı belirlenmektedir. Rızk konusunda nasıl
tevekkül edileceğini, diğer bir ifadeyle
beklentileri böylece özetledikten sonra bir
ayrıntının altını çizip önemini belirtmek isterim.
Çok çalıĢıp gayret gösteren bütün kazanç
yollarını deneyen kiĢi mutlaka istediğini elde
edecektir diye kendisine verilmiĢ bir garanti
yoktur. Ancak, Allah‟ın takdir ettiği kadar elde
272
edebilir. Allah Teâlâ, toplumun da yararını
gözeterek rızkı kullarına belirli ölçülerde
vermektedir. Dikkat edilirse, geçimlikler bütün
insanlara eĢit olarak dağıtılmamıĢ, bazısına çok,
bazısına da az takdir edilip verilmiĢtir. Netice
Ģükretmek –sabretmek sınavıdır. Nitekim Yüce
Rabbim: “Ve eğer Allah rızkı kulları için
yayacak olsa elbette yerde haddi tecavüz
ederlerdi. Velâkin dilediğini bir miktar ile
indiriyor. Şüphe yok ki O, kullarından
haberdardır. Görücüdür.” (Şuara Sur/27).
“Allah rızk hakkında bir kısmınızı, bir
kısmınızdan üstün kıldı. Kendilerine fazla
rızk verilenler de, rızkları elleri altında
bulunanlara vermiyorlar ki, onda eşit
olsunlar.” (Nahl Sur/71) diyerek rızk
konusunda izlenen yolu bizlere böylece
açıklamaktadır.
Dünya hayatı insanlar için öğrenim,
eğitim ve olgunlaĢma yeridir. Diğer bir ifadeyle
ahiret hayatına hazırlanma mekânıdır. Toplumu
oluĢturan fertlerin günlük yaĢamında yapmakla
zorunlu olduğu görevleri vardır. Kimi görevler
273
bedeni güç kullanılarak, kimisi de akıl ve
yeteneklerin becerisine göre yapılmakta. Yani iĢ
bölümü uygulanmakta... Eğer Yüce Rabbim her
isteyene bol geçimlik vermiĢ olsaydı, temizlik,
taĢımacılık, pazarcılık gibi meĢakkatli hizmetleri
gördürecek insanlar bulunamayacak, toplumun
düzeni olumsuz yönde etkilenecekti. Zenginler
mallarının zekât ve sadakasını verecek ki,
kendisinde beliren cimrilik duygusundan
kurtulup olgunlaĢabilsin. Zenginliğinden dolayı
Allah‟ına Ģükredip sevap kazanabilsin. Fakir de,
durumuna sabredip kanaatkâr bir düĢünceyle
çalıĢmalarını devam ettirirken Allah‟tan istekte
bulunacak ki, kendisi için bir ibadet sevabı
kazanabilsin. Dolayısıyla o da sınavını böylece
baĢarabilmiĢ ve ahiret yolculuğuna çıkarken
heybesini sevaplarla doldurmuĢ olsun. Demek
ki, zenginlik ve fakirlik olgusu, insanların
denenmesi ve imtihanından baĢka bir amaç
taĢımaz. KiĢilerin eğitilip ruhsal yönden
olgunlaĢmalarını sağlayan birer araç
olmaktadır.
274
Zenginin yaĢam tarzına bir göz atalım:
Zengin eğer Ġslâm‟ın ahlâk kuralları ve yaĢam
tarzını kendisine düstur edinmemiĢ ise, sahip
olduğu mal varlığı ve olanaklar kendisi için
yarar değil zarar kaynağı olur. Zenginliğinden
ötürü kibirlenir ve kendisinde büyüklük hissi
doğar. Çevresindekileri küçümser ve
sohbetlerini alaylı üslupla sürdürür. Ya çok cimri
kesilip kimseye hayrı dokunmaz veya savurgan
bir tutumla parasını lüks yerlerde, pahalı
eğlencelerde harcar. Yediği, içtiği ve giydiği
haram olur. Ġçki, kumar ve zina gibi ahlâk dıĢı
alıĢkanlıklarını kendisine en güzel yaĢam tarzı
kabul eder. Oturup toplumun sosyal yapısını,
bireylerin sahip olduğu olanakların farklılığının
nedenini hiç mi hiç düĢünmez! Kazancını, kendi
gayret ve becerisi sonucu elde ettiğini
zanneder. Bunun kendisi için bir imtihan olduğu
gerçeğini hatırına dahi getirmez. YaĢam biçimi,
tutum ve davranıĢları Ġslâm‟ın ölçüleri dıĢında
kalır. Peki, Rabbina döndürüldüğü zaman hali
nice olacaktır? Dünyadaki iĢ hayatında baĢarılı
olmak, ahiret için geçerli sayılacak mı? Tabii ki,
275
hayır!... Ahiret için mal çokluğu ve zenginliğin
bir önemi yoktur. Eğer kiĢi kazancının belirli bir
bölümünü ailesi, toplum ve devlet yararına
harcamıĢ ve bu arada; Ġslâm‟ın diğer kurallarına
da uygun davranmıĢ ise, o zaman âhiret
hayatını da baĢarmıĢ olur. Aksi halde kazancı
kendisine ancak zarar getirmiĢ ve geleceğini de
karartmıĢ olur.
Zengin, eğer Ġslâm‟ın kurallarına uyup
hem ahlâki davranıĢlarını ve hem de ekonomik
gücünü kontrolü altında tutarsa, kendisini Hak
yolunda normal bir insan olarak görür. Kin,
kıskançlık, haset, gıybet, kovuculuk (söz
taĢıma), kibir – gurur, gasp, fahiĢ fiyatta satıĢ,
hile, irtikâp, aldatma gibi Ġslâm ahlâkının çirkin
gördüğü davranıĢlardan uzak yaĢar. Ġnsanlarla
iliĢkilerini dürüstlük olgusu ile güzelleĢtirip
yürütür. Mal ve mülkü üzerinde bir emanetçi
olduğunu hiçbir zaman unutmaz. Dünya
malının, dünyada kaldığı gerçeğini hiç mi hiç
göz ardı etmez. Hak ve adalet çizgisinden
ayrılmaz. Kazancının içerisinde fakirin hakkının
bulunduğu bilinci ile hareket edip malının
276
zekâtını, sadakasını ve devletine vergisini tam
olarak öder. Haram mal edinmekten hem
kaçınır ve hem de korkar. Toplumun sosyal
yardımlaĢmasına destek olur. Gelecek nesillere
eğitilmiĢ bilgili insan yetiĢtirilmesi yönünde
okul, hastane, kültür merkezleri gibi tesislerin
kurulup iĢletilmesine yardımcı olur. Peki, bu
tutum ve davranıĢa sahip kiĢi kendisini nerede
görmeli! Hak yolunda değil mi? ĠĢte bu tür
zenginlik, kiĢinin hem kendisine ve hem de
çevresine yarar sağlar.
Rızkın daraltılıp geniĢletilmesinin yetki
hakkı Allah‟a aittir. Dilediğine bol, dilediğine de
az takdir eder. Dilediğini zengin, dilediğini de
fakir kılar. Bunda da Allah‟ın bir hikmeti
bulunmaktadır. Her uygulamasının haklı bir
gerekçesi ve nedeni vardır. Bu ayrıntıları
bilmeden bir Ģey hakkında peĢin hükümlü
olmak yanıltıcı olur. Nitekim Hz. Peygamberimiz
bir hadisinde Allah Teâlâ‟nın Ģöyle buyurduğunu
belirtir:
“Kullarımdan bazıları vardır ki,
yalnızca fakirliğe elverişlidir. Onları
277
zenginleştirsem dinlerine karşı
bozgunculuğa dalarlardı. Kullarımdan
bazıları da vardır ki, ancak zenginliğe
elverişlidirler. Onları fakirleştirmiş
olsaydım fesada (bozgunculuğa)
dalarlardı.” (13).
Yüce Rabbim biz kullarına kendisini
tanıtırken: “O, galiptir, O, hâkimdir.” ifadesini
kullanmaktadır. Galip demek, güç ve kuvvet
bakımından üstün olma anlamını belirtir.
Hâkimdir demek, bir Ģey hakkındaki hükmü
mutlaka geçerli bir nedene dayanır, eski
ifadeyle bir hikmeti vardır, anlamına gelir.
Demek ki Allah Teâlâ bir Ģey hakkında hüküm
bildirmiĢ, iradesini belirtmiĢ ise, mutlaka geçerli
bir sebebi, nedeni vardır. Bunu böylece algılayıp
anlamamız gerekir. Çünkü Yüce Rabbimiz hata
yapmaz, belirttiği hükümler gerçekleri yansıtır.
Yukarıda geçen Hz. Peygamberimizin (s)
hadisinde Rabbim bizleri bir gerçeğe
yönlendirirken ne buyuruyor: “Kullarımdan
bazıları vardır ki, yalnızca fakirliğe
elverişlidir. Onları zenginleştirsem
278
dinlerine karşı bozgunculuğa dalarlar.”
ġimdi Hz. Peygamberimizin (s) döneminde
konu ile ilgili yaĢanmıĢ bir tarihi olaydan
bahsedip, Yüce Rabbimin hükmündeki hikmetin
nedenini görmeye çalıĢalım. Böylece bizler de,
yaĢantımıza yön verirken kaderin getirdiklerine
kanaatkâr bir tutumla sabredip halimize
Ģükredelim. Kesinlikle, Allah‟ın takdir edip
verdiği her Ģeyi ne küçümseyelim, ne de hor
görelim. Yapılacak en güzel davranıĢ ise,
hakkımızda hayırlı – yararlı olanını dilemek
olmalıdır. Ġleriye dönük neyin hayırlı, neyin
hayırsız olacağını ancak Allah bilir; bizler
bilemeyiz. ĠĢte bu söylemlerin somut örneği:
Ebu Ummet-ul Bahili‟nin rivayet ettiğine
göre Salebe Ġbni Hâtib Peygamberimize: “Ya
Resulallah (s), Allah‟ a dua et de bana mal
versin.” dedi.
Peygamberimiz onun bu arzusunu: “Ya
Salebe, Ģükrünü eda ettiğin az mal, Ģükrünü
yerine getiremeyeceğin çok maldan daha
iyidir.” diye karĢılık verdi.
279
Salebe yine de: “Ya Resulallah (s)!,
Allah‟a dua et de bana mal versin.” diye ısrar
etti. Peygamberimiz (s) ona:
“Ya Salebe, beni misal almak istemez
misin? Allah‟ın Resulü gibi olmak istemez
misin? Nefsimi kudret elinde tutan Allah‟a
yemin ederek söylüyorum ki, dağların benim
için altın ve gümüĢ olmasını dilesem, olurlardı.”
diye cevap buyurdu.
Salebe bu sefer dedi ki: “Seni Hak dinle
peygamber gönderen Allah‟a yemin ederim ki,
bana mal versin diye Allah‟a dua edersen, her
hak sahibine hakkını vereceğim, Ģöyle Ģöyle
yağacağım.”
Bunun üzerine Peygamberimiz (s):
“Allah‟ım, Salebe‟ye mal nasip eyle.” diye dua
etti. Salebe de koyun edindi.
Salebe‟nin edindiği koyunlar böcek gibi
üredi. Öyle ki, sürüsüne Medine dar geldiği için
vadiye taĢındı. Bu yüzden öğle ve ikindiyi
cemaatle kılıp, diğer vakitler cemaatten geri
kalmaya baĢladı. Bu arada sürü üremesine
devam ettiği için Salebe baĢka bir yere
280
taĢınmak ihtiyacını duydu ve Cuma‟dan baĢka
hiçbir namazı cemaatle kılmamaya baĢladı.
Derken sürü böcek gibi üremeye devam
etti. Salebe de Cuma günleri kervanların yoluna
çıkarak Medine‟de olup bitenleri öğrenir oldu.
Bir gün Peygamberimiz (s): “Salebe ne
yapıyor?” diye sordu. O‟na: “Ya Resulallah (s),
sürü edinince Medine‟ye sığmaz oldu.” diye
baĢlayarak olup bitenleri anlattılar.
Peygamberimiz (s): “Yazık Salebe‟ye, yazık
Salebe‟ye yazık Salebe‟ye.” diye buyurdu.
Bu sırada: “Onların mallarından belirli
bir sadaka al, böylece onları temizlemiş ve
nefislerini arındırmış olursun. Onlar için
dua et, senin duan onları huzura
kavuştur.” (Tevbe Sur/103) meâlindeki âyet
inerek zekât vermek farz kılındı.
Peygamberimiz (s), Cuheyne Kabilesi ile
Beni Suleym Kabilesi‟nden iki kiĢiye yazılı bir
emirname verip zekât toplamakla görevlendirdi.
Onlara: “Salebe Ġbn Hâtib ile Beni Suleym‟den
falan adama varıp zekâtlarını alın.” diye emir
verdi. Adamlar yola çıkıp Salebe‟ye vardırlar.
281
Peygamberimizin (s) emirnamesini okuyarak
kendisinden zekâtını vermesini istediler.
Salebe tahsildarlara: “Bu cizyeden baĢka
bir Ģey değil. Bu cizyeden baĢka bir Ģey değil.
Bu cizyenin kardeĢidir, gidin iĢiniz bitince bana
yine uğrayın.” dedi.
Bunun üzerine tahsildarlar Suleym‟e
yöneldiler. Suleym onların geldiğini duyunca
develerin en semizini seçerek onu zekâtlık
olarak ayırdı ve tahsildarları onunla karĢıladı.
Tahsildarlar bunu görünce: “En semiz deveyi
vermen gerekli değil, o yüzden bunu senden
almak istemiyoruz.” dediler. Suleym: Ne
münasebet alın onu, ben gönül hoĢnutluğu ile
veriyorum. Onu siz alasınız diye ayırdım.” dedi.
Tahsildarlar görevlendirildikleri diğer
zekâtları toplamayı bitirince geri dönerken
Salebe‟ye bir daha uğradılar, zekâtını vermesini
istediler. Salebe bu sefer onlara: “Yanınızdaki
yazıyı gösterin.” dedi. Yazıya göz atarken yine:
“Bu cizyenin kardeĢidir, siz gidin ben ne
yapacağımı düĢüneyim.” dedi.
282
Tahsildarlar Peygamberimize (s)
döndüler. O, onları görür görmez daha kendileri
ile konuĢmadan: “Yazıklar olsun Salebe‟ye.”
dedi ve Suleym‟e dua etti. Tahsildarlar da
Peygamberimize (s) gerek Salebe‟nin ve
gerekse Suleym‟in nasıl davrandığını anlattılar.
Bunun üzerine Allah (c.c.) Salebe hakkında:
“Onlardan bir kısmı „Eğer Allah bize
mal bağışlarsa mutlaka zekât verir ve
mutlaka salihlerden oluruz‟ diye söz
verdiler. Fakat Allah onlara mal
bağışlayınca onu cimrilik ettiler, arkaya
dönüp sözlerinden caydılar. Allah da
kendisine verdikleri sözden cayarak yalan
söyledikleri için O‟nun karşısına
çıkacakları güne kadar kalplerine nifak
ekmek suretiyle onları cezalandırdı.”
(Tevbe Sur/75-77) meâlindeki âyetler indi.
Bu sırada Peygamberimizin (s) yanında
bulunan Salebe‟nin bir akrabası, inen ayeti
duyunca Salebe‟ye vararak ona: “Ya Salebe,
anan ölesi, ulu Allah senin hakkında Ģöyle Ģöyle
bir ayet indirdi.” dedi.
283
Bunun üzerine yola çıkan Salebe,
Peygamberimize (s) vararak zekâtını almasını
istedi. Peygamberimiz (s) kendisine: “Allah
bana senden zekât almayı yasakladı.” diye
cevap verdi.
Peygamberimizin (s) bu cevabı üzerine
Salebe baĢına toprak serperek dövünmeye
koyuldu. Peygamberimiz (s) ona: “ĠĢte senin
amelin, verdiğim emri yerine getirmedin.” dedi.
Peygamberimiz (s) vereceği zekâtı almak
istemeyince evine döndü.
Peygamberimiz (s) ahirete göçünce
Salebe, zekât borcunu Hz. Ebu Bekr‟e getirdi,
fakat Ebu Bekr de onu geri çevirdi. Arkasından
Hz. Ömer‟e getirince, o da kabul etmedi. Hz.
Osman‟ın halifeliğe geçiĢinden sonra da Salebe
öldü (4).
Kuran‟ın vahiy edildiği ve buna göre Hz.
Peygamberin (s) Müslümanları eğitip
olgunlaĢtırmaya çalıĢtığı bir ortamda “Salebe”
olayının yaĢanmıĢ olması, tesadüften öte belirli
amaca yönelik mevcut planın uygulama sonucu
olarak görülebilir. Bu olayın cereyan tarzında,
284
biz Müslümanları da hedef alan önemli mesajlar
yer almıĢtır. ġöyle ki;
-Allah‟a dua edip istekte bulunurken;
gerek maddi menfaat olsun, gerek manevi
olsun, her yönü ile hakkımızda hayırlı olanı
isteyip dilememiz,
-Allah‟ın takdir edip lütfettiği geçimliklere
kanaatkâr bir yaklaĢımla sahip olup – kötünün
de daha kötüsü olabileceği varsayımı ile –
halimize Ģükretmemiz,
-Araç olanları amaçtan üstün
tutmamamız. Yani yaĢantımızda asıl olan amaç,
Allah‟a ibadet edip kulluk görevini yerine
getirmek olduğuna göre, dünyanın geçici
zevklerinden olup aracı olarak mutluluğa
götüren mal – mülk edinme uğraĢısı, hiçbir
zaman kulluk görevinin yapılmasına engel
olmamalı,
-Allah‟ın takdir edip lütfettiği her türlü
olanağın bizler için birer sınav sebebi olduğunu
bilmemiz.
Dikkat edilirse zekâtla ilgili ayette Allah:
“Onların mallarından belirli bir sadaka al,
285
böylece onları temizlemiĢ ve nefislerini
arındırmıĢ olursun.” diye buyuruyor. Malların
temizlenmesi, fakirin hakkı zenginin malı içinde
yaratılmıĢ olmasıdır. Zengin kiĢi, malının
arasında bulunan emaneti gerçek sahibi olan
fakire vererek haram yemekten hem kendini
korumuĢ ve hem de malını – mülkünü
temizlemiĢ olur. Diğer yönden zengin gönül
hoĢluğu ile zekât ve sadaka vererek yani
(emaneti hak sahibine ileterek) nefsinin cimrilik
olgusunu yenip, olgun bir Müslüman kimliğine
kavuĢmanın mutluluğunu yaĢar.
-Eski deyimle, her nimet bir külfet
karĢılığındır. Yani insana lütfedilen her olanak
beraberinde birer sorumluluk da getirmektedir.
Bu nedenle Allah‟tan istekte bulunurken verilen
söze sadık kalmamız gerekir. Sonunda
koĢullarını yerine getiremeyeceğimiz bir istek
bizler için kazanç değil, geleceğimizi gölgeleyen
bir kötülük olabilir. O zaman “Salebe”nin yaptığı
gibi baĢımıza toprak serperek dövünmemiz
kurtuluĢ çaresi olamaz.
286
Peki, ne yapmamız gerekir? Kendimize
çeki – düzen verdikten sonra aklı nefsin önüne
çıkarıp önce yardım yapıp fakirleri sevindirmek,
insanlarla adalet çizgisinde iyi iliĢkiler kurmak
ve Allah‟a yönelip içtenlikle tövbe etmek
olmalıdır. ġu gerçeğin unutulmaması gerekir;
piĢmanlıkla yapılan tövbe, daha çok makbul
olan bir ibadettir.
g) Yaratılış Yönünden Geçirilen
İmtihan
Dünya üzerinde neslin devamlılığı için
varlıklar cinsiyet gözetilip erkek-diĢi olarak
yaratılmıĢtır. Bu bağlamda tüm canlılar doğar,
geliĢir ve zamanı gelince de yaĢama veda edip
yerini bir sonraki nesle bırakır. Bu olgu, Yaratıcı
Gücün evreni var edip geleceğini düzenlerken
belirlediği değiĢmez kanunudur. Bizler de
zamanı gelince yaĢadığımız ortamı, istemezsek
de çocuk ve torunlara bırakmak zorundayız.
Diğer bir anlatımla, geçici bir hayat
yaĢamaktayız.
Dünyada mevcut sayısız canlı varlıklar
arasında en mükemmel olarak yaratılmıĢ olan
287
kuĢkusuz insan neslidir. Diğer canlılar insanın
yönetimi altındadır. Nitekim Allah‟ın tanıtımı da
bu yöndedir:”Ant olsun biz insanı en güzel
biçimde yarattık” (Tin Sur./4). Güzel
biçimden maksat, fiziki ve metabolizma yapısı
ile ruhsal yeteneklerin baĢka canlılardan üstün
olduğunu belirtmektir.
Dünya canlı varlıkları türlere ayrılmıĢ,
türler de kendi aralarında farklı görünümler
sergilemiĢtir. Örneğin elma türü bitkileri ele
alalım: “Elma” genel bir isim olarak algılanır.
Fakat elma türünün içerisinde çeĢitli değiĢiklikte
meyve veren elma ağaçları vardır. Meyveleri
görünüm yönünden kırmızı, yeĢil, sarı veya
karıĢık renkte olanlar; tat bakımından tatsız,
tatlı ve ekĢi olanlar; ağırlık yönünden küçük,
orta ve büyük boy olanlar, gibi. Bu farklılık
nedeniyle değiĢik adlar almıĢlar ve bizler de
değiĢik isimlerine göre elma cinslerini tanırız.
Bunun gibi insanlar da yaĢadıkları bölge,
beslenme ve cinsiyet özelliklerine göre farklı
fiziki görünüm sergilerler. Kimisi siyah, kimisi
beyaz, kimisi de sarı, kırmızı veya esmer
288
tenlidir. Kimisinin saçı siyah, kimisinin de sarı
veya kumraldır. Kimisi uzun boylu, kimisi de
kısadır. Kimisi ĢiĢman yapılı, kimisi de zayıftır.
Neticede hepsi de Allah‟ın yarattığı insandır.
Her toplumun kendi anlayıĢlarına göre
güzellik olgusu üzerinde değer ölçüleri vardır.
Örneğin, Afrikalı bir kiĢiye en güzel insan
motifini tanıtın dersek, uzun boylu, siyah tenli,
beyaz diĢli,kıvırcık saçlı, sportmen bir model
önümüze koyar.Çünkü içinde bulunduğu
toplumun değer ölçüsü bu yöndedir.Uzak doğu
insanına sorarsak, birinci koĢul çekik gözlü bir
profil çizerek yanıtlar.Avrupalıya sorulsa, kendi
mankenlerinin görünümünü örnek
gösterirler.Bu tür olguları benimseyen kiĢi,
aynada kendini görür ve baĢkalarıyla kıyaslar.
Boyu-posu, pek de yakıĢıklı olmayan fiziki
görünümü ile seçtiği giysilerdeki uyumsuzluğu,
dahası yaptığı iĢlerdeki beceriksizliği karĢısında
kendini küçümser.”Neden ben böyle olmuĢum”
diye düĢünüp üzüntü duyar..Veya alımlı
olmamasına karĢın burnu havalarda dolaĢır da
kimseyi beğenmez.Bütün bu tarz düĢünce ve
289
davranıĢlar yaratılıĢ amacına ters düĢüp kiĢinin
yaĢam sınavını kaybetmesine neden olur. Bir
defa insanların farklı görünümde yaratılmasında
kiĢinin istek ve gayreti yoktur. Yetki, bizzat
yaratana aittir; dilediği gibi Ģekil verir.Elbette
farklı görünümde yaratılmasının da geçerli
nedeni vardır. Bu farklılık, toplum içinde
kiĢilerin birbirlerini tanıyıp iyi iliĢkiler kurmaları
yönünden gereklidir. DüĢünülürse, birbirine çok
benzeyen ikiz kardeĢleri bile tanımada
zorlanmaktayız.Fabrikasyon örneği bütün
insanlar aynı görünümde olsaydı kim, kim
olduğu nasıl ayırt edilip tanınacaktı? Toplum
içindeki çalıĢmalarda iĢ bölümü nasıl
dengelenecekti? Sonuç olarak diyebiliriz ki,
insanın fiziki yapısı, yaratılıĢında Allah‟ın
kendisine olan bir lütfudur. Bunu beğenmemek
veya kendisini baĢkalarından üstün görmek gibi
bir düĢünceye sahip olmak kiĢiye benlik
duygusu ötesinde daha çok günah
kazandırır.Çünkü, tüm evreni ve de insanı
yoktan yaratıp var eden, Ģekil veren yüceler
yücesi Allah‟ın bizzat kendisidir.( HaĢr Sûr/24).
290
Bizler ise, yaratılıĢ aĢamasında birer aracı
olmaktan öte bir etkinliğimiz (dahlimiz ) yoktur.
Hal böyle iken, Allah‟ın uygun görüp
biçimlendirdiği kendimiz ve çevremizdeki
insanların fiziki yapılarına kusur bulup
beğenmemeyi nasıl yorumlayıp anlam
verebiliriz? HoĢ bir yaklaĢım olmadığına göre,
Ģaka maksadıyla veya öfke halinde olsa bile
kesinlikle insanların fiziki yapısını çirkin Ģeylerle
özleĢtirip hakaret etmek, hayvanlara
benzetmek gibi yaklaĢımlardan uzak
durulmalıdır. Dahası, bütün bunların bizler için
hazırlanmıĢ sınav basamakları oldukları bilincine
varıp söz ve davranıĢların edep dıĢı olmamasına
özen gösterilmelidir.
Sonuç olarak, Yaratandan ötürü yaratılanı
seven ve insanlarla iyi iliĢkiler içerisinde
bulunan kiĢi, bu basamakları hiç tökezlemeden
çıkarken daima yanında da Ulu Allah‟ın
yardımını bulacaktır.
ğ) Sağlığın da Hastalığın da Bizler
için Birer İmtihan Olduğu
291
Ġnsanın var oluĢ gerekçesinin asıl nedeni
Allah‟a ibadet etmek olduğuna göre, bu görevi
istenilen düzeyde yapabilmek için de sağlıklı
bedene ihtiyaç duyulur. Örneğin Ġslâm‟ın beĢ
Ģartından namaz, oruç, hac ve umre beden
sağlığı ile yapılabilen birer ibadettir. Hem
kendimizin ve hem de ailemizin geçimlerini
sağlamak üzere çalıĢıp kazanmak gerekir.
ÇalıĢmak da sağlıklı bedenle yapılabilir. Buna
benzer örnekler çoğaltılabilir. Sonuç olarak
beden sağlığı, kiĢiyi mutlu bir yaĢamla
bütünleĢtiren en önde gelen gereksinmedir. Bu
nedenle sağlığın insan yaĢamındaki önemini
bilmeli ve bedenin görevlerini olumsuz yönde
etkileyecek olaylardan da kaçınılmalıdır.
Allah‟ın biz kullarına emanet ettiği
bedenimizi korumak, her türlü etkilere karĢı
sağlıklı tutmak yine bizlere yüklenen
sorumluluktur. Bu bağlamda bedeni güçsüz
düĢürecek düzeyde zorlama altında bırakacak
yaklaĢımlardan uzak kalınmalıdır. Örneğin, bir
iddia veya isteğin karĢılanması amacıyla
günlerce yeme-içme gibi tabii ihtiyaçları bir
292
tarafa iterek “ölüm orucu” tutulmasının hiçbir
mantıklı izah tarzı olamaz. Bedene böyle bir
iĢkence uygulanmasını ne Allah hoĢ karĢılar, ne
de Hz. Peygamberimiz (s). Çünkü kiĢi bedenini
baĢka amaç için kullanmıĢtır. Sözde böyle
yapmakla karĢı tarafın duygusallığını kendi
üzerine çekip acındıracak ve sonunda da
istediği amaca ulaĢmıĢ olacaktır. YaĢadığımız
dönemde ideolojik olarak bu yönteme
giriĢenleri az da olsa görmekteyiz. Örneğin,
Ceza ve Tutuk Evleri koĢullarının kendi istekleri
doğrultusunda değiĢtirmeye yönelik tutulan
ölüm oruçları. Bu kiĢilerin bazıları cezaevi içinde
bazıları da dıĢında bulunmaktadır. Kimileri
tamamıyla güçsüz düĢüp ölmüĢler, kimileri de
son anda tedaviyi kabul edip yeniden hayata
döndürülmüĢlerdir. Bu tutum ve düĢüncede
olan kiĢilerin eylemleri, hiçbir Ģekilde dini
kurallarla örtüĢmeyen bir davranıĢ içindedir.
Ahiret yolculuğunda hesabını ağır
ödeyeceklerdir. Nitekim Hz. Peygamberimiz (s)
intihar eden kiĢilerle ilgili hadisinde Ģöyle
buyuruyor: “Her kim bir dağdan (yüksek bir
293
yerden) kendisini aşağıya atıp öldürürse
bu intihar eden kimse Cehennem ateşinde
ebedi ve daimi surette kendisine,
yüksekten aşağıya bırakır (bir halde) azap
olunur.” (Buharı, Kitabu‟l-Tıp:1940). Ölüm
orucu da netice itibariyle intihar olduğuna göre,
bu hüküm ile cezalandırılacaktır. Nefsin
isteklerine uyup Allah‟ın bizlere emaneti olan
bedenimize böyle hıyanetlikte bulunmak gelip
geçici art düĢünceler için değer mi hiç?
Hayattan zevk alıp yaĢamı güzelleĢtirmek
varken baĢkaları alkıĢlasın, kahramansın –
yiğitsin, örnek insansın gibi abartılmıĢ sözcükler
edilsin diye kendi kendimizi sıkıntı, üzüntü ve
bitkinliğe sokmamız hiç normal anlayıĢla
bağdaĢır mı? BağdaĢmaz! Çünkü ruhsal bir
hastalığı olmayan kiĢi böyle bir davranıĢı
kendisine yakıĢtırmaz ve olayın içinde de
olamaz.
Geceyi ve gündüzü düzenleyen Yüce Allah
bunları iĢ olsun diye yaratmamıĢ (Allah‟ı böyle
deyimlerden uzak tutar O‟nun yüceliğine
inanırım); her ikisini de belirli nedenlerle
294
yaratıp insanların yararına uygun hale
getirmiĢtir. Konuya bu açıdan bakıldığında, 24
saatlik bir günün 3‟te biri (1/3=8 saati) çalıĢıp
Allah‟ın takdir ettiği rızkını aramak, 3‟te biri
(1/3=8 saati) dinlenme, 3‟te biri de (1/3=8
saati de) uyumak için kullanılacaktır. Nitekim
Allah Teâlâ: “Geceyi sizin için örtü, uykuyu
dinlenme vasıtası ve gündüzü de dolaşıp
rızk arama vakti yapan O‟dur.”
buyurmuştur (Furkan Sur/47). ÇalıĢırken
insan bedeni efor (güç) harcar; organlar bu
süreçte yıpranıp kayba uğrar ve de yorulur.
Dinlenme suretiyle yorgunluk giderilir. Fakat
yıpranmıĢ organların onarılması için uyku
gerekir. Uykunun belirli bir süresinde kiĢide
büyüme ve melatonin hormonları salgılanır.
Hem büyümeyi ve hem de onarım iĢlemini
yerine getirir. KiĢi ertesi güne daha sağlıklı ve
kendini güçlü hissederek baĢlar. Demek ki,
Yüce Rabbimin bizler için yaratıp uygun
gördüğü her oluĢumda birçok yarar saklıdır.
Yeter ki, kurallara uygun hareket edilmiĢ olsun.
ġimdi, karĢımızda böyle bir gerçek dururken,
295
bunu görmezlikten gelip daha çok kazancım
olsun, daha üst makamlara yükseleyim diye
sağlığı bozacak bir hırsla bedeni aĢırı derecede
yormak, dinlenme ve uyku süresini kısaltmak
suretiyle kendi kendimize kötülük yapmıĢ olmaz
mıyız? Hâlbuki sağlıklı beden bizlere
yaĢadığımız sürece her an gereklidir. Bu
nedenle diyebiliriz ki, bizlere emanet edilen
sağlıklı bedeni koruyup kollamak hem görevimiz
ve hem de sorumluluğumuz olmaktadır. Diğer
yönden kiĢiler, kendi bedenlerine gösterdikleri
özen ölçüsünde de birer sınav geçirmektedirler.
Ġnsan sağlığı ve yaĢamını olumsuz yönde
etkileyen diğer bir faktör hastalık halidir.
Dünyanın yapısına bakıldığında dağlar, dereler,
vadiler, ovalarla iniĢli – çıkıĢlı bir görünüm
oluĢturur. Bunun gibi insan hayatı da, hastalık,
sağlık, hüzün ve sevinç gibi yaĢam biçimleriyle
iniĢli çıkıĢlıdır. Yaratan Yüce Güç, bizleri yaratıp
yaĢatırken bu etkenlerle imtihan etmektedir.
Netice, sabretmek – Ģükretmek olgusuna ne
ölçüde uyup uymadığımızın belirlenmesi ve
buna göre de ahiret hayatında hesabın
296
görülmesidir. Halk arasında söylenen bir söz
vardır: “Hastalığı veren Allah, bunu giderecek
dermanı da yaratmıĢtır.” Demek ki her
hastalığın bir ilâcı vardır. Genelde söz konusu
ilâç, yediğimiz bitkiler ile içtiğimiz içecekler
içerisinde yaratılmıĢtır. Bizlere düĢen görev,
hastalığın çeĢidine uygun ilâcı bulup
kullanabilmemizdir. Önemli olan diğer bir etken
de, vücut sağlığının devamlılığı yönünden
koruyucu önlemlere sıkı sıkıya sarılmak
olmalıdır. Bu önlemler neler olabilir diye, bir
soru akla gelebilir. Bu konuda uzman kiĢilerin
önerileri:
-Sağlıklı beslenme. Yiyecek, içecek ve
giyeceklerin temizliği ile ölçülü yiyeceğe dikkat
edilmeli. Vücuda zararlı alkol, uyuĢturucu ve
sigaradan uzak durulmalı.
-Bedeni temiz tutmalı. Haftada en az bir
defa veya vücut yorgunluğunda banyo yapmalı.
Yemek yeme sonrası ağız ve diĢ temizliğini
alıĢkanlık haline getirmeli. Mutlaka eller temiz
tutulmalı.
297
-Ġnsan kendini strese sokacak olaylardan
uzak kalmalı, strese girince de hafif atlatılması
için uygun yöntemler geliĢtirmelidir, Ģeklinde
özetlenebilir. Bu önlemler aynı zamanda, kiĢinin
kendisine karĢı sorumluluğunu yerine getirip
getirmediği yönünden birer sınav konularıdır.
Yüce Rabbim yarattığı kuluna lütfedip bir
rızk, bir olanak veya sevindirecek bir geliĢme
vermiĢse beraberinde sorumluluk da
yüklemiĢtir. Eskilerin ifadesiyle: “Her nimetin
bir de külfeti vardır.” atasözü, bu gerçeği
yansıtır. Bunun gibi kiĢinin baĢına gelen
hastalık, sıkıntı, vücut ağrıları gibi her türlü
olumsuzluklar karĢılıksız kalmaz. Eğer tedbire
sarılıp gereği gibi tevekkül edilmiĢ ise bir bölüm
günahların af edilmesine neden olur. Bu konuda
Hz. Peygamberimizin (s) söylediğine kulak
verelim:
Ebu Said Hudri ile Ebu Hureyre (r.a.),
Nebi (s)‟nin Ģöyle buyurduğunu anlatıyorlar:
“Müslüman‟a fenalık, hastalık, keder,
hüzün, eza, iç sıkıntısı ârız olmaz, hatta
vücuduna bir diken batırılmaz ancak Allah
298
Teâlâ bu musibetlerden birisi sebebiyle o
Müslüman‟ın suçlarını ve günahlarını örter,
bastırır.” (Buharı, Kitabu‟l Marza:1907).
Müslüman‟ın bu haktan yararlanabilmesi için
baĢına gelecek olumsuzlukları gidermek üzere
çarelerine baĢvuracak ve sonucu Allah‟tan
bekleyecektir. Bunların kendisi için birer
imtihan olduğunu düĢünüp sabırlı olmaya
çalıĢacaktır. Çünkü sabırlı davranmak,
kendisine ibadet yapmıĢ sevabını kazandırır.
Ancak, ağlayıp sızlanmak, dövünmek gibi
hareketlerle baĢkalarına kendisini acındırmak,
“Neden bu olay baĢıma geldi! Ne gibi günahım
var ki cezasını çekiyorum.” Ģeklindeki
yakınmalar, kiĢiye bir Ģey kazandırmaz.; çektiği
sıkıntılar günahlarına da kefâret olmaz. Yani
günahlarını silmez. Çünkü inançlı Müslüman gibi
hareket edip sabretmemiĢtir. Halini Allah‟a arz
edip giderilmesini istemek varken baĢkalarına
yakınıp ferahlamak istemiĢtir. Konuya iliĢkin Hz.
Peygamberimizin (s) diğer bir hadisi de
Ģöyledir:
299
İbni Abbas (r.a.) Peygamberimizin
ashabından Ata‟ya şöyle der: Ey Ata! Sana
Cennet kadınlarından bir kadın göstereyim
mi? demişti. O da: Evet gösteriniz! demesi
üzerine İbni Abbas şöyle demiştir: Şu
(gördüğün iri yapılı ve uzun boylu Habeşî)
kara kadın yok mu? Bu kadın bir kere Nebi
(s)‟ye gelip
-“Ya Resulallah ben sar‟alanıyorum, sar‟alanınca da açılıyorum, Allah‟a benim için dua buyurunuz,” dedi.
Resulü Ekrem (s):” Ey kadın istersen hastalığına sabret! Bunun mukabilinde sana Cennet vardır.
Ġstersen afiyet vermesi için Allah‟a dua edeyim!” buyurdu..
-Ya Resulallah (s) hastalığıma
sabrederim! dedi. Ancak ben açılıyorum.
Açılmamam için Allah‟a dua buyurunuz!
diye rica etti. Resulü Ekrem (s) dua etti,
(edep yerleri açılmaz oldu) (Buharı,
Kitabu‟l Marza:1912).
Konuyu özetlersek, Allah Teâlâ lütfedip
verdiği her türlü olanaklarda olduğu gibi sağlık
ve hastalık halleri de bizler için bir denemedir;
imtihandır. Sağlıklı kiĢi çevresine bakıp
kendisini farklı bir durumda görünce Rabbine
300
Ģükredecek ve sevap kazanacak. Hastalıklı kiĢi
de, önce tedbire baĢvurup Allah‟ına sığınacak;
kendisi için hayırlı olanı isteyecek. Hastalığın
seyrinde hissettiği üzüntü, sıkıntı ve ıstıraplara
sabredip sevap kazanacaktır. Gerek sağlık,
gerek hastalık hallerinin kendisi için birer sınav
olduğu gerçeğini hiçbir zaman göz ardı
etmeyecektir. Bu düĢünce ve davranıĢıyla
hayatına yön verirken eğitimli olgun Müslüman
derecesine yükselmiĢ olmanın da gönül
rahatlığını yaĢayacaktır.
OKUYUCU İLE SOHBET:
Ġslâm‟ın kurallarına göre Müslüman anne
ve babadan doğmuĢ her çocuk belirli bir yaĢa
(erginlik) gelince farz olan ibadetleri yapmaktan
sorumlu tutulur. AlıĢa gelmiĢ deyimle, akıl-baliğ
olma özelliğine ulaĢmıĢ olmasıdır. Yani
çocuklarda geliĢme döneminde cinsiyete iliĢkin
hormon salgılanması ile kızlarda adet görme
kanamalarının baĢlaması, erkeklerde de sperm
üremesi çocukluk döneminden gençlik
yaĢamına geçiĢi belirleyen bir olgu olur. ĠĢte bu
yaĢanan fizyolojik ve ruhsal değiĢimle beraber
301
kiĢilere Ġslâm‟ın kurallarına uymak sorumluluğu
da yüklenir. Yeter ki kiĢi, aklı ve bedeni yönden
bir sorunu bulunmasın. Bu uygulama da Ģu
gerçek ortaya çıkar:” Önce nimet, sonra külfet”,
yani Allah Teâlâ kiĢiye akıl ve bedensel değiĢim
lütfetmekte; sonra da kendisinden zorunlu
kıldığı ibadetleri yerine getirmesini
istemektedir. Böylece kiĢi, gerçek anlamda
hayat boyu devam edecek bir sınava baĢlamıĢ
olur. Sınav süresince kiĢiye düĢen görev,
Ġslâm‟ın belirlediği kurallara uygun dosdoğru
yolda ilerlerken nefsini eğitip olgunlaĢtırmak ve
Allah‟a karĢı olan ibadetlerini gönül hoĢluğu
içerisinde yapıp günahlardan uzak kalmak,
olacaktır.
Ġbadet demek, Allah‟a kulluk yapmak
demektir. Kulluk ise, Rabbin emirlerine
uymaktır. Nitekim her namazda okunan “
Fatiha” suresinde de Rabbimize söz veririz:” Ey
Rabbimiz! Ancak sana kulluk (ibadet) eder ve
yalnız senden yardım dileriz,”deriz.. Rabbin
emirlerine uyup uymamak ise bizler için bir
imtihandır. Allah‟ın emirleri, namaz, oruç,
302
zekât, hac, sabretmek, zikretmek, Ģükretmek
gibi ibadet konuları ile sınırlı değil, yaĢamın her
aĢamasında yapmakta olduğumuz davranıĢları
da kapsamaktadır. Örneğin, eve giriĢte,
kendimize veya ev halkına selâm vermek, bu
Allah‟ın bir emridir. Demek ki, Allah Teâlâ selâm
konusunda da bizleri deneyip imtihan
etmektedir. Emri yerine getiren ibadet sevabını
alır. Uymayan kiĢi de, bu olanaktan yoksun
kalır. Peki, insanın eylemlerinden sorumlu
tutulması hangi aĢamada baĢlar ve kaderiyle
nasıl örtüĢür?
Düşüncelerin Eyleme Dönüşmesi:
DüĢünceler eyleme dönüĢürken üç
aĢamadan geçer. ġöyle ki;
-Birinci aĢama, doğuĢ safhası,
-Ġkinci aĢama, düĢünüp karar verme
safhası,
-Üçüncü aĢama ise, alınan kararın
uygulanması, yani eyleme dönüĢme safhasıdır.
Bunların ayrıntılarına değinerek konuya açıklık
getirelim:
303
Birinci aĢama, her türlü bilgi veya haberin
beyinde doğuĢu ile baĢlar.Beyinde bilgi
oluĢunca hemen insanın nefsi devreye girip,
yararlı- zararlı, iyi-kötü, helâl-haram gibi
ayrıntılara bakmaksızın gerekli veya gereksiz
bilgileri düĢünme sistemine sokmaya
çalıĢır..Örneğin kiĢi hayal dünyasında yaĢarken,
gerçek hayatın ahlâki kural ve yasaklarıyla
örtüĢmeyen tarzda düĢünme sistemine sokulan
bilgilere tanık olur.Bunun somut örneğini de
çoğu kez Ģu söyleĢide duyarız: Ġki kiĢi topluluk
ortamında tartıĢırken “ ġeytan diyor ki, suratına
iki yumruk indir, ağzı burnu kan içinde
kalsın!”Ģeklindeki öfkeye dayalı tepki, nefsin
düĢünce sistemine soktuğu bir
haberdir.Halbuki, pek zorunlu olmadıkça kimse
bu davranıĢa yaklaĢmaz.
ĠĢte, bu tür bilgileri düĢünce sistemine
sokan etken, insanın nefsidir. Bu bilgilerin bir
bölümü, bilinç altından çıkarılıp düĢünme
sistemine sevk edilirken bir bölümü de, hayal
edilen kaynaklardan aktarılır veya kiĢinin her
hangi bir istek ve gayreti olmadan kendiliğinden
304
oluĢur. Her halükârda bu bilgilerin düĢünme
sistemine sokulması, doğuĢ safhasını oluĢturur.
Genelde bilgilerin doğuĢ safhası, kiĢinin akıl ve
iradesi dıĢında geliĢmesi nedeniyle bu
aĢamadaki oluĢumdan insan sorumlu tutulmaz.
Ġkinci aĢama, düĢünce sistemine sokulan
bilgiler üzerinde düĢünmeyi yoğunlaĢtırıp
eyleme dönüĢmesi yönünde karar verme
safhasıdır. Bu aĢamada nefsin belirleyip
önerdiği bilgi veya istekler akıl süzgecinden
geçirilir, yararlı- zararlı, iyi veya kötü yönleri
değiĢik alternatiflere göre tartıĢılarak seçim
yapılır. Eğer yapılması yönünde bir karar
alınmıĢ ise irade gücü ile uygulamaya konulur.
ĠĢte, insanın eylemlerinden sorumlu tutulduğu
aĢama da bu safhadır. Ġslâm fıkhı bunu” Cüzi
irade” olarak tanıtmaktadır.
Üçüncü aĢama ise, alınan kararların
eyleme dönüĢme safhasıdır. Bu aĢamada kiĢinin
herhangi bir etkinliği söz konusu değildir. Yetki,
tamamen “Mutlak irade de” yani yaratıcı
Güçtedir. Diğer bir ifadeyle, bir iĢin
gerçekleĢmesi yönünde kiĢinin aldığı karar,
305
Allah‟ın o fiili yaratmasıyla ancak eyleme
dönüĢür. Bunun doğruluğunun örneklerini her
zaman yaĢantımız ve çevremizde görmek
olağandır. Bu nedenle, yapılmasına karar
verilen bir iĢin mutlaka istek doğrultusunda
gerçekleĢecektir diye kesin bir beklenti içinde
bulunmak bazen yanıltıcı olmaktadır. Çünkü
Allah dilemedikçe o iĢi yapmamız mümkün
değildir. Kanıtı mı isteniyor? ĠĢte yanıtı:
-“Ve bir şey hakkında, ben bunu
elbette yarın yapacağım, deme. Ancak,
Allah dileyecek olursa, yapacağım de......”
(Kehf Sur./23-24).
-“........İşlerde onlara danış. Bir şeye
kesin karar verince de artık Allah‟a güven.
Kuşkusuz Allah kendine güvenenleri
sever.”( Al-i İmran Sur./159).
(Bedir savaşı ile ilgili ayet):” O gün
siz onları öldürmediniz. Fakat Allah onları
öldürdü. Ey Muhammed, attığın zaman sen
atmadın, fakat Allah attı. Müminleri güzel
bir şekilde imtihan etmek için bunu yaptı.
306
Kuşkusuz Allah her şeyi işitir ve bilir.”
(Enfal Sur/17)
-(Hz. Yusuf Peygamberin gençlik
döneminde başından geçen olaya ilişkin
ayetler)” Yusuf‟un bulunduğu evdeki
kadın, Yusuf‟un kendisine yaklaşmasını
istedi ve bütün kapıları kapattı (Haydı gel!
) dedi. Yusuf ise: ( Allah‟a sığınırım.
Doğrusu o (kocan) benim efendimdir.
Bana güzel bakmıştır. Gerçek budur ki,
zalimler ( zina yapanlar) kurtulmazlar,
dedi.
-“ Kadın , gerçekten ona niyetlenmiş
ve o da ona niyetlenmişti.Eğer Yusuf ,
Rabb‟inin burhanını (İlâhi ihtarını)
görmemiş olsaydı, olacak olan olurdu. İşte
biz, ondan fenalığı ve fuhşu gidermek için
böyle yaparız. Çünkü o, bizim ihlaslı
kullarımızdandır.” ( Yusuf Sur/ 23-24)
Konuyu, örnek iki olay üzerinde
irdeleyelim:
DanıĢtay BaĢkanlığı üyelerine saldırı olayı:
307
Tarih 17 Mayıs 2006, günlerden
ÇarĢamba.. Türkiye, “ DanıĢtay‟a saldırı” terör
olayı ile sarsıldı. Anında Ġstanbul Menkul
Kıymetler Borsası iniĢe geçti. Faizler yükseldi;
enflasyon tekrar iki haneli rakama döndü. Ġç
politikada gerginlik ve karĢılıklı ithamlar
yaĢandı. Muhalefet partileri ve onların
destekçisi kuruluĢlar sistemli olarak, saldırganı
azmettirmekten Ġktidarı sorumlu tuttular
Cenaze töreninde çirkin sloganlar atıldı. Peki,
kamuoyunu bu kadar geren olay neydi?
Basından öğrendiğimiz kadarıyla, Ġstanbul
Barosuna kayıtlı Alpaslan Aslan adında genç bir
avukat, türban konusunda DanıĢtay‟ın önceden
verdiği ve dindar kesimi inciten kararını gerekçe
gösterip önce Cumhuriyet gazetesinin
Ġstanbul‟daki tesislerine bombalı saldırıda
bulundu; sonra da DanıĢtay‟a.
.Alpaslan Aslan, bir gün önceden iĢ takibi
görüntüsü ile DanıĢtay binasına girip türban
kararını veren Dairenin odalarını inceler. Ertesi
gün çantasına yerleĢtirdiği -hayalet marka tabir
edilen tabancasını-güvenlik sisteminden
308
geçirmeyi baĢarıp doğruca Ġkinci Daire
bölümüne yönelir. Daire baĢkanı ve üyelerini
toplantı halinde iken yakalar. Hedef alarak her
birine tabanca ile ateĢ etmeye baĢlar. Kimisi
ĢaĢkınlık ve heyecanı yenip masanın altına
sığınmaya çalıĢır. Yine de beĢ kiĢiyi yaralar.
ĠĢini bitiren saldırgan binadan çıkıĢ esnasında
güvenlik elamanlarınca etkisiz duruma getirilir.
Yaralılar hastaneye kaldırılır. BaĢına
mermi isabet eden bir üye ameliyat sonrası
hayata veda eder Diğer yaralılar ise kısa sürede
iyileĢerek hastaneden çıkarlar.
ġimdi, özet olarak bilginize sunulan bu
olayı, sorumluluk yönünden inceleyelim:
Saldırgan günler öncesi olayın cereyan
tarzını enine boyuna düĢünerek planlar.
Herhangi bir yanlıĢ adım atılmasın diye bir gün
önceden olay yerinde incelemede bulunur.
Tesadüf o ki, dairenin tüm üyelerini toplantı
halinde bir arada bulma fırsatını elde eder.
Öldürmek kastıyla her birini hedef alıp ateĢ
etmeye baĢlar. Bu ana kadarki
geliĢme,”düĢüncenin eyleme dönüĢmesinin
309
ikinci aĢamasını” oluĢturuyor .AteĢ edip
yaralama olayı ise, üçüncü aĢama safhasıdır.
Olay, saldırganın niyet ve kastine göre değil,
Allah‟ın takdiri doğrultusunda sonuçlanır.
ĠĢte bu ve buna benzer olaylar gösteriyor
ki, düĢüncenin eyleme dönüĢmesinde üçüncü
aĢama, Allah‟ın takdirine kalmıĢtır. Dilerse,
karar aĢamasına gelmiĢ kiĢiye eylemi
gerçekleĢtirecek olanağı sağlar; dilerse, o fiili
yaratmaz ve istek de eyleme dönüĢmez.
Nitekim Yüce Rabbim ne buyuruyor;” Allah
dilemedikçe hiçbir kimseye ölüm yoktur.
Ölümün vakti, Allah‟ın ilminde belirlenmiş
bir yazıdır. Kim dünya nimetini isterse ona
ondan veririz. Kim de, ahiret sevabını
isterse ona da ondan veririz. .Şükredenleri
müjdele.”(Al-i İmran Sur/145)
Olay, nasıl düĢünülüp planlanmıĢ ve nasıl
bir sonuca ulaĢmıĢ; hayli ilginç değil mi?
Diğer bir örnek de yazarın kendi
hayatından verelim:
Yazarın YaĢam Yolunu Belirleyen Kader
Çizgisi:
310
1955 yılında Rize Lisesi edebiyat
bölümünden iyi derece ile mezun oldum.
Kendimi Ankara Ziraat Fakültesi, olmadığı
takdirde Hava Harp Okulu için hazırladım. Uzun
süre bunların hayâlıyla yaĢadım. Lise
Müdürlüğüne yaptığım yazılı müracaatımda bu
iki yere diplomaya iliĢkin sicil özetini
gönderilmesini istedim.
Eylül 1955 ayı son haftası olacaktı;
Ankara‟ya geldim. Öncelikle Ziraat Fakültesine
ön kaydımı yaptırdım. O yıl için 120 öğrenci
bursu kontenjanı belirlendiğini; bursun, lise
çıkıĢına göre öncelik: Fen pekiyi, kontenjan
dolmazsa edebiyat pekiyi, sonra fen iyi, sonra
edebiyat iyi, Ģeklinde uygulama yapılacağını
öğrendim. Ġki günde bir fakültenin öğrenci
iĢlerine gidip son durumu öğreniyordum.
Baktım, edebiyat pekiyi olanlarla kontenjan
dolmuĢ. Mali durumum burs almadan okumama
olanak vermiyordu. Bu nedenle ikinci tercihim
için giriĢimde bulundum. Hava Kuvvetleri
Okullar Ģubesine gidip müracaat ettim. Görevli
sivil memur bir yazı hazırladı ve “ Seni Mevki
311
Askeri Hastanesine sevk ediyorum;
muayeneleri ol, Sağlık Kurul ön raporunu getir;
sonra Ġzmir‟deki Hava Harp Okuluna
göndereyim” dedi. Hastaneye gittiğimde, benim
gibi askeri öğrenci olmak isteyen 20‟ye yakın
kiĢinin rapor peĢinde koĢuĢtuklarını gördüm.
Onlarla birlikte 14 gün süreyle muayenelere
girip çıktık. Göğüs filmini Gülhane Askeri
Hastanesinde çektirdik. Diğer arkadaĢların
raporunda röntgen bölümü “sağlam” diye
imzalanmıĢ, benimkinde ne yazı ne de imza
vardı. Fakat raporun üst köĢesine “Akciğerlerde
sağ sinüs kapalı” diye yazılı bir pusula
eklenmiĢti. Gruptan biri yol gösterip:”
ArkadaĢım! O pusulayı çıkarıp cebine koy, sonra
git röntgen uzman doktorunu bul ve benim
raporum unutulup imza edilmemiĢ de. O pusula
baĢına iĢ açar” dedi. Gidip röntgen
mütehassısını baĢka bir doktorun odasında çay
içerken buldum. Öğretildiği gibi söyledim. Filmi
pencere ıĢığında gözden geçirdi ve sağlam
yazısını yazıp imzaladı. Muayeneler son bulup
Sağlık Kurulundan ön raporu alınca hemen
312
Hava Kuvvetleri Okullar ġubesine götürdüm.
Aynı sivil memur birkaç satırlık pusula
yazıp:”Bu yazıyı EskiĢehir Üs Komutanlığında
ismi yazılı sivil memura ver, seni uçakla Ġzmir‟e
göndersin” dedi.
Ankara‟dan EskiĢehir‟e gidip Hava Üs
K.lığındaki sivil memura pusulayı verdim. Açıp
okudu ve benden ön raporu istedi. Kendisine
gösterdiğimde,”hayır bu kabul edilmez! Kara
Askeri Hastanesinden almıĢsın; Sağlık
raporunun Hava Askeri Hastanesinden alınması
gerekiyor. Sana sevk yazısı vereceğim yeniden
burada muayene olacaksın” dedi. Ertesi gün
muayenelere baĢladım. Benim gibi 10 kiĢi rapor
alma peĢinde koĢuĢuyordu. Onlarla beraber
Röntgen bölümüne geldiğimizde doktor bir
cihazla göğse bakıyordu. Sıra bana gelince
baktı ve ,“sen ayrıl, senin filmini çekeceğim”
dedi. Film çekildi; tabii cihaz yalan söylemesini
bilmiyordu; evet, akciğerlerde sağ sinüs kapalı
çıktı. Doktor, “bu halinle pilot olamazsın” dedi.
Üzüntülü olarak tekrar Ankara‟ya döndüm. Otel
ücreti yemek parası derken cep harçlığım da
313
bitmek üzere idi. O para da, köyümde emek
verip büyüttüğüm atımı babam satıp cep
harçlığı olarak vermiĢti. Çaresizlik içinde
hüzünlü olarak dolaĢırken öğrendim ki, Ġlâhiyat
Fakültesinin öğrenci yurdu varmıĢ; ayrıca bazı
öğrencilere de burs veriliyormuĢ. öğrenci
yurdunda kalabilme uğruna kaydımı Ziraattan
Ġlâhiyat Fakültesine aktardım. Ne var ki, yurtta
boĢ yatak kalmamıĢ; bir hafta deyince tahta
masa üzerinde – kuru yerde- elbisemle yatmak
zorunda kaldım.
Bu arada Ġlâhiyata kaydını yaptırmıĢ iki
öğrencinin konuĢmalarına kulak misafiri oldum.
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü teknisyen
memur alacakmıĢ,11 ay süreli kurs gösterip
sonra atama yapacakmıĢ; eğitim süresince de
kurs parası ödenecekmiĢ. Tekniker olarak
atanan kiĢi yaz aylarında arazi çalıĢmalarına
çıkınca ödenen tazminatla birlikte maaĢ ikiye
katlanacakmıĢ. Bu haber hoĢuma gitti ve
kendilerine sorduğumda, müracaat yaptıklarını,
sağlık raporu için Numune Hastanesine sevk
edildiklerini belirttiler. Ertesi gün bende gidip
314
yazılı müracaatımı yaptım. Beni de hastaneye
sevk ettiler. Hastane giriĢindeki memur sevk
yazısına bakıp:”Burası okul değil kurs yeri,
sağlık raporu için muayene ücretlerini ödemen
gerekiyor; hepsi 75 lira tutar, ödeyeceksen
iĢlemini yapayım” dedi. Benden bir gün önce
gelen arkadaĢların ücretsiz iĢlem yaptırdıklarını,
hatta bahçede dolaĢırken kendilerini görevli
memura gösterdiğim halde itirazımı kabul
etmedi. Bende üzülerek hastaneden ayrıldım.
Fakültenin öğretime baĢladığı ilk günlerde
olacaktı, kaldığım öğrenci yurdunda bir yatak
boĢalmıĢtı. Sevinerek hemen sahiplendim ve
ayrılıĢ nedenini sorduğumda” Silâhlı Kuvvetlerin
fakültede beĢ öğrenci kontenjanı bulunduğunu,
askeri öğrenci statüsüne geçmek üzere
müracaat yapacağını,” söyledi. Ertesi günü
tanıdık bir arkadaĢla birlikte Kara Harp Okuluna
gidip bizde bu kontenjandan yararlanmak
istediğimizi yazılı olarak bildirdik Önceden almıĢ
olduğum sağlık raporunu da bu maksat için
kullandım. Böylece, 15 Kasım 1955 tarihinden
itibaren askeri öğrenci olarak Ġlâhiyat
315
Fakültesine devam ettim. Birkaç gün sonra
öğrendim ki, Ziraat Fakültesinde burs dağıtım
sırası edebiyat iyi olanlara kadar gelmiĢ.
1959 yılında mezun olunca teğmen
rütbesiyle Kara Kuvvetlerinde göreve
baĢladım.30 yıllık fiili hizmet sonrası Öğretmen
Kıdemli Albay rütbesinde iken 30 Ağustos 1989
tarihinde kadrosuzluk nedeniyle emekliye
ayrıldım.
ġimdi baĢımdan geçen bu olayların niçin
ve nedenlerine değinerek kritiğini yapalım:
1.Ben Ziraat Fakültesinde burslu okumak
istiyordum. KoĢullar önce olanak tanımadı;
daha sonra fırsat geldi ise de, artık askeri
öğrenci olmuĢtum, dönüĢ kapıları kapanmıĢtı.
2.Hava Kuvvetleri Okullar ġubesindeki
sivil memur, Hava Harp Okulu öğrencisi için
sağlık kurul raporunun Hava Askeri
Hastanesinden alınacağını bilmiyor mu idi de,
beni Kara Askeri Hastanesini gönderdi? Belki
de, buradan sağlam raporu alabilirse, Hava
Askeri Hastanesinden de alabilir. Sağlam raporu
alamazsa boĢ yere EskiĢehir‟e kadar göndermiĢ
316
olmayayım, diye düĢünmüĢ olabilir. Peki, bu
memur doğrudan EskiĢehir‟e gönderseydi ne
olurdu! Sağlık raporu alamayacak, askeri
öğrenci de olamayacaktım. ĠĢte kaderin çizdiği
yol!
3.Tapu kadastro Genel Müdürlüğünde
teknisyen memur kursuna kayıt için gerekli
sağlık raporu konusu da baĢlı baĢına ilginç bir
olay. Benden bir gün önce müracaat eden iki
kiĢi ücretsiz olarak muayene olurken benden
ödeme gücümün üzerinde muayene ücreti
isteniyor.
Demek ki, kaderin çizdiği yoldan
gidilecek. Kaderde Ġlâhiyat kökenli subay olmak
varmıĢ; bundan dolayı da diğer fırsat kapıları
yüzüme kapatılmıĢ.
ġimdi olup bitenleri yukarıdaki “
DüĢüncelerin eyleme dönüĢmesi” Ģablonuna
koyarak değerlendirelim:
-Öncelikle ben Ziraat Fakültesi öğrencisi
olmak istedim. Fakat isteğim, benim dıĢımda
geliĢen koĢullar nedeniyle eyleme dönüĢemedi.
317
-Tapu kadastro teknikeri olmak istedim;
yine benim dıĢımda geliĢen durum nedeniyle
istek eyleme dönüĢmedi. YaĢanmıĢ olan bu
olaylar gösteriyor ki, bir iĢin yapılmasını
istemekle istek doğrultusunda sonuca
ulaĢılmıyor. Ancak, Allah dilerse isteğe uygun
sonuçlanıyor.
Başa Gelen Musibet Ders Almak
İçindir
Bundan önceki bölümlerde yaĢantımızın
her aĢamasında hangi konularda ne gibi sınav
geçirdiğimiz, Kuran ve Hz. Peygamberimizin (s)
sünnetinden örnekler gösterilerek açıklanmaya
çalıĢıldı. Sınavda baĢarısız olanlar için bazen
dünyada musibetler, ahirette Cehennem azabı
uygulanacağı belirtildi. Ġslâm inancını hafife alıp
önemsemeyen insanlar her zaman olmuĢ ve
olacaktır. Bu düĢüncedeki kiĢiler, “Öldükten
sonra her Ģey biter. Ahiret hayatı diye bir
gerçek yoktur. Gidip de gelen mi var? Öyleyse
bu dünyada gönlünce eğlen, yiyip iç ve yaĢa.
Anlatılanlar aldatmacadan baĢka bir Ģey
318
değildir.” diyerek kendi kendilerini avuturken
inançlı kiĢileri de saptırmaya çalıĢırlar. Hâlbuki
Kuran-ı Kerimde Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Bu
“(Cehennem), ayetlerimizi inkâr
etmelerinden ve biz kemik ve toz olduktan
sonra tekrar yeni bir dirilişle sahiden
diriltilecek miyiz?” demelerinin cezasıdır.
(İsra Sur/98). “İşte onların cezası, inkâr
etmeleri, ayetlerimi ve peygamberlerimi
alaya almalarından dolayı Cehennemdir.”
(Kehf Sûr/106). Ayrıca Allah‟ın çağrısına
uymayanların da hem dünyada ve hem de
ahirette cezalandırılacağı bildirilmiĢtir:
“And olsun ki, biz onlara o büyük
azaptan önce pek yakın azabı da
tattıracağız. Belki dönerler!” (Secde
Sur/21).
Bu ayet-i kerimenin dünyadaki cezasına
örnek olarak, Hz. Musa kavminin yaĢamlarında
dinin emirlerine uymadıkları zaman baĢlarına
gelen musibetleri hatırlamak yeterli olacaktır.
Bu nedenle Ġsrail Oğulları ve Yahudi dinine ait
tarihi bilgiler özet olarak sunularak geçirilen
319
sınavın ne denli ağır olduğu gözler önüne
serilmeye çalıĢılacaktır. Çünkü Yüce Rabb‟ın her
Ģeyi yapmaya gücü yeter. Bu aĢamada herkes
“Ne oldum değil, ne olacağım.” diye düĢünerek,
geleceği için söz ve davranıĢlarına çeki düzen
vermelidir. Huzur dolu meĢakkatsiz devamlı bir
yaĢam dururken dünyanın geçici güzelliklerine
aldanıp Allah ve Resulünün çağrılarına
uymayarak Cehennem sıkıntılarına katlanmak,
her halde akıllıca seçim tarzı olmasa gerek.
Beni İsrail Oğulları ve Yahudi Dini
Yahudi dininin baĢlangıcı Hz. Ġbrahim‟e
kadar uzanır. Çünkü Hz Ġbrahim tek tanrı
dininin yayılması ve yaĢamasına büyük gayret
göstermiĢ, bu uğurda yaĢamı çeĢitli tehlikelere
maruz kalmıĢtır. Ölümünden sonra bu
mücadeleyi oğlu Ġshak Peygamber Filistin
bölgesinde, diğer oğlu Ġsmail Peygamber de
Arabistan (Mekke‟de) sürdürerek dinin
yayılmasına katkıda bulunmuĢlardır. Ġshak‟ın
ölümü sonrası yarıĢı oğlu Yakup Peygamber
sürdürmüĢtür. Yakup Peygamberin 12 oğlu
olmuĢ, bunlardan Hz. Yusuf çocukken bir ticaret
320
kervanının eline geçmiĢ, Mısır‟a götürülüp köle
olarak satılmıĢtır. Daha sonra Yusuf Mısır‟ın
yönetiminde yüksek bir makam sahibi olunca
hem ailesini, hem de kavminin bir bölümünü
Mısır‟a getirtip burada yaĢamlarını
sürdürmüĢlerdir. Böylece Ġsrail Oğullarının
ataları Mısır‟a yerleĢmiĢ olur. Ne var ki,
putperest Firavunlar yönetimi altında Ġsrail
oğulları köle gibi çalıĢtırılıp ezilmektedir. Bütün
angarya iĢler bunlara yaptırılmaktadır.
Ġsrail kelimesi, Tanrının Hz. Yakup
Peygambere verdiği bir isim olarak
bilinmektedir. Bu nedenle Hz. Yakup
Peygamberin soyundan gelen anlamında olarak
Ġsrail Oğulları veya Beni Ġsrail Ģeklinde telâffuz
edilmektedir. Hz. Yusuf‟tan sonra Beni Ġsrail,
Mısır‟da çoğaldı. O zaman Mısır‟ın yerli halkı
Kıbt kavmi ise yıldızlara ve putlara tapınırlardı.
Bundan dolayı Beni Ġsrail‟e hakaret gözüyle
bakarlardı. Çünkü Hz. Yakup ve oğlu Hz.
Yusuf‟un Ģeriatı tek Tanrı inancına göre
belirlenmiĢti. Mısır‟daki Beni Ġsrail, 12 kabile idi
ve her kabile, Hz. Yakup‟un oğullarından birine
321
mensup idi. Her kabilenin bir yöneticisi (Ģeyhi)
vardı.
O dönemde bir kâhin, Firavuna gelip:
“Beni Ġsrail‟den bir çocuk doğacak ve senin
saltanatına son verecek.” diye haber verir.
Bunun üzerine Firavun emir verip Beni Ġsrail
kavminden doğacak her erkek çocuğun
öldürülmesini ister. Bu korkunç ortamda Hz.
Musa dünyaya gelir. Annesi üç ay müddetle
herkesten gizler ve bir gün Allah‟ın ilhamına
eriĢir, buyruğa uyarak içi ziftli bir sepete
çocuğu koyup Nil nehrine bırakır. Çocuk
Firavunun kızı tarafından bulunup saraya
götürülür. Özellikle Firavunun karısı Asiye
tarafından sevilir ve özenle büyütülür. Hz. Musa
gençlik döneminde kendisinin Beni Ġsrail
kavminden olduğunu öğrenir ve soydaĢları ile
iliĢkilerini devam ettirir. Bir gün kavga eden iki
kiĢiyi görür. Biri kendi soydaĢı, diğeri ise, Mısırlı
yerli halktan... SoydaĢına destek vermek üzere
attığı bir yumrukla diğer kavgacıyı öldürür.
Bunun üzerine korkup Mısır‟ı terk ederek Kenan
bölgesine gider. Burada ġuayp Peygamberle
322
tanıĢır ve koyunlarına çobanlık yapar. Belirli bir
süre sonra kızı ile evlenip Mısır‟a dönmek ister.
Tur dağında Allah‟ın tecellisi ile karĢılaĢır ve
kendisine peygamberlik görevi verilir. Ayrıca iki
ayrı (asanın yılan oluĢu, koltuk altına sokulan
kolun parlak ıĢıklı hale dönüĢmesi gibi) mucize
ile desteklenir. Hz. Musa Mısır‟a gelip Firavun ve
putperest halkını yeni dine davet eder.
Mucizelerini gösterip kendisinin gerçek
peygamber olduğunu kanıtlamaya çalıĢır. Fakat
davetinde baĢarılı olamaz. Bu defa köle gibi
çalıĢtırılan kavminin Mısır‟dan çıkıĢına izin ister.
Bunu da kabul ettiremez. Bu konuda Hz. Musa
ile Firavun arasında geçen konuĢma Ģöyle
rivayet edilir:
Musa: -“Beni Ġsrail‟i bırak. Onları alalım,
soyumuzun toprakları olan Kenan diyarına
gidelim.” der.
Firavun, bu teklifi ĢaĢkınlıkla karĢılayıp
Hz. Musa‟ya:
-“Sen çocuk iken bizim sarayımızda
büyüdün, sonra bir suç iĢledin ve buradan firar
323
ettin. ġimdi dönüp gelmiĢsin, ne demek
istiyorsun?” der. Musa:
-“Evet, elimden bir kaza çıktı. Bir Kıptıya
vurdum, hata ile öldürdüm ve korkumdan
kaçtım. ġimdi Âlemlerin Rabbi bana
peygamberlik verdi ve seni davet için
gönderdi.” diye cevap verdi. Firavun dedi ki:
-“Âlemlerin Rabbi nedir?” Musa:
-“Yerlerin ve göklerin ve diğer yaratıkların
Rabbi‟dir.” dedi. Firavun öfkelenerek:
-“Mısır‟da benden baĢka Rab yoktur. Eğer
sen benden baĢka Rab ve baĢka ilâhlar
tanırsan, seni zindana korum.” diye çıkıĢtı.
Bunun üzerine Hz. Musa mucizelerini gösterip
kendini kanıtlamaya çalıĢtı. Fakat yine de
baĢarılı olamadı. Mısır üzerine çeĢitli belâ ve
kötülükler gelince, Firavun Beni Ġsrail‟in
ayrılmasına izin verdi. Fakat bu defa da
çalıĢacak kimse kalmayınca sözünden piĢman
oldu. Bu esnada Hz. Musa kavmini toplayıp
Kenan bölgesine hareket etmiĢti. Tam
Kızıldeniz‟in sahiline ulaĢınca arkalarından
Firavun ve askerlerinin gelmekte olduklarını
324
gördüler. Allah‟ın emri ile Kızıldeniz ikiye
bölünüp Hz. Musa ve kavminin karĢı sahile çıkıĢı
sağlandı. Açılan yoldan denizi geçmek isteyen
Firavun ve askerleri ise suda boğuldu. Böylece
Beni Ġsrail Kenan bölgesine ulaĢmıĢ oldu. Bu
aĢamadan sonra geliĢen olaylar, Allah‟ın
değiĢmez kuralı: “Nerede nimet, orada külfet”
deyimiyle örtüĢen bir gerçeğe bizleri tanık
edecektir. Diğer bir deyiĢle, Allah bizleri, verdiği
her olanakla imtihan etmektedir.
Hz. Musa önderliğinde Beni Ġsrail Kenan
topraklarında ilerlerken yolda “Amâlika” adında
bir kavmin yurduna uğradılar. Gördüler ki, öküz
suretinde resim ve heykellere tapınıyorlar. Beni
Ġsrail ise her ne kadar Hz. Musa‟ya uymakta ise
de, Mısır‟da iken alıĢkın oldukları bu tür
resimleri henüz unutmamıĢlar ve Hz. Musa‟ya:
“Ya Musa, onların ilâhları gibi bize de bir ilâh
tedarik et.” derler. Bunun üzerine Hz. Musa:
“Siz cahil bir kavimsiniz. Onların ibadetleri
batıldır. Allah‟tan baĢka ilâh yoktur. Siz
Âlemlerin Rabbinin verdiği nimetin kadrini ve
Ģükrünü bilmiyorsunuz. Sizi diğer kavimlerden
325
üstün kıldı. Firavun size eziyet eder ve
oğullarınızı keser iken Allah sizi kurtardı.” diye
nasihatte bulundu.
Hz. Musa ve beraberindekiler, Kenan
bölgesinin en büyük Ģehirlerinden Eriha
beldesine doğru gitmek ve orada yerleĢmek
istediler. O bölgede ise Amalika kavmi
yaĢamakta olup güçlü bir savuna gücüne
sahiplerdi. Onları ancak muharebe ile oradan
çıkarmak gerekiyordu. Beni Ġsrail ileri gelenleri
Hz. Musa‟ya: “Biz, savaĢçı kavimle muharebe
edemeyiz.” diye karĢı çıktılar. Hz. Musa da
gücenip onlara beddua etti. Bu olaydan sonra
“Tıh sahrasında” 40 sene çölde dolaĢıp
durdular. Bir tarafa çıkıp gidemediler. Çektikleri
sıkıntı, Mısır günlerini özler hale getirdi. Hatta
Mısır‟da iken çektikleri bunca sıkıntı ve
eziyetleri unutup “KeĢke Mısır‟dan
çıkmasaydık.” demeye baĢladılar.
Tıh sahrasında bulundukları sürece
Allah‟ın bağıĢlaması ile gökten kudret helvası,
bıldırcın eti indirilmiĢ, sıcaktan korumak üzere
kendilerini takip eden bir bulut tabakası
326
oluĢmuĢ ve kayadan 12 pınar fıĢkırarak su
ihtiyaçları karĢılanmıĢtı. Bu konudaki Kuran‟ın
bildirdikleri Ģöyledir: “Biz İsrail oğullarını
oymaklar halinde 12 soya ayırdık. Kavmi
su istediğinde Musa‟ya, - Asanla bu taşa
vur – diye vahiy ettik. Derhal taştan 12
pınar fışkırdı. Her soy kendi pınarını
öğrendi. Bulutlarla onları gölgelendirdik,
onlara kudret helvası ve bıldırcın eti
indirdik. Size verdiğimiz rızkların
temizlerinden yiyiniz, dedik. Onlar bize
değil kendilerine yazık ettiler.” (Araf
Sur/160). Nasıl yazık ettiler? Ġsrail oğulları
önceleri hoĢça geçinirken bir müddet sonra Hz.
Musa‟ya “Rabbine dua et de, bize yeĢil sebze
göndersin.” diye istekte bulundular. Hâlbuki
kendilerine bir mucize olarak indirilen nimetlere
Ģükretmeleri ve kanaatkâr davranmaları
gerekirken bu sabrı gösteremediler, nankörlük
ettiler.
Cenab-ı Hak tarafından kendisine bir kitap
indirilmesi vaadı ile Hz. Musa Tur dağına davet
olundu. Hz. Musa, Beni Ġsrail‟i, kardeĢi Hz.
327
Harun‟a bırakıp Tur dağına çıktı. Kırk gün Tur
dağında ibadet ederek Allah‟la vasıtasız
konuĢtu. Kendisine Tevrat vahiy edilmeye
baĢladı. Allah‟ın on emri tabletlere yazılı olarak
Hz. Musa‟ya verildi.
Bu kırk günlük süre içerisinde Beni Ġsrail
kabilesi Tıh sahrasında Hz. Musa‟yı bekledi.
Günler geçince sabırsızlıkları da artıyordu.
Samiri adında birisi elde mevcut altınları
toplayıp ateĢte eritti ve inek yavrusu (buzağı)
görünümünde bir heykel yaptı. Ağzından
üflenince hayvan sesini andırır bir ses
çıkarıyordu.” ĠĢte bu sizin Tanrınız “ diye halkı
bu heykele tapınmaya davet etti. Her ne kadar
Hz. Harun olup bitenlere karĢı çıktı ise de
kendisi ölümle tehdit edildi. Daha sonra Hz.
Musa‟nın Allah‟la görüĢmesi son bulup kavmine
geldiğinde halkının putperest inancına
döndüğünü hayret ve öfke ile gördü. Bu esnada
elinde tuttuğu Tevrat‟a ait tabletler yere düĢüp
parçalandı (1). Bu olay da Beni Ġsrail‟in ikinci
sınavı olmuĢ oldu.
328
Tabletlerde yazılı “On emir” Ģu
baĢlıklardan oluĢmuĢtu:
1. Seni Mısır diyarından esirlik evinden
çıkaran Allah benim.
2. Benden baĢka Tanrın olmayacak.
BaĢka Ģeylere tapmayacaksın.
3. Allah‟ın ismini boĢ yere ağzına
almayacaksın.
4. Sebt (Cumartesi) günü
çalıĢmayacaksın. Onu kutsal kılacaksın.
Cumartesi günü Allah‟ın tahsis ettiği dinlenme
günüdür.
5. Anne- babana hürmet edeceksin.
6. Öldürmeyeceksin.
7. Zina yapmayacaksın.
8. Çalmayacaksın.
9. Yalan tanıklıkta bulunmayacaksın.
10. Hiç kimsenin evine, barkına, karısına,
hizmetçisine, öküzüne, eĢeğine, velhasıl sana
ait olmayan hiçbir Ģeye göz dikmeyeceksin
(18). Böylece Hz. Musa‟nın Ģeriatı baĢlamıĢ
oldu. Dikkat edilirse bu hükümler, dördüncü
329
madde hariç Ġslam dininde de özelliği
korunmuĢtur.
Tıh sahrasında dolaĢan Beni Ġsrail
kavminin üzerinden bir nesil geçince eskiler
ölmüĢ ve gençler onların yerini almıĢtı. Tevrat-ı
ġerif‟in emirlerine de uyum sağlanmıĢtı.
Böylece birlik, beraberlik ve savaĢ için taze güç
kazanılmıĢtı. Hz. Musa kavmini alarak Lût
gölünün güneyini ele geçirdi; daha sonra da
ġeria nehrinin kuzeyine yöneldi. Erîha Ģehrinin
karĢısındaki dağa çıkıp kendilerine yurt olarak
gösterilen “Kenan bölgesini” seyredip halkına
tanıttı. Bu arada Hz. Harun vefat edince bunun
yerine “YûĢâ” adında bir zatı kendisine vekil
tayin etti (1). Bu konudaki geliĢmeleri
Tevrat‟tan öğrenmeye çalıĢalım: “Ve Rab
Musa‟ya dedi: İşte öleceğin günlerin
yaklaşıyor; Yeşuu çağır ve kendisine
emredeyim diye toplanma çadırında hazır
olsun. Ve Musa ile Yeşuu gidip toplama
çadırında hazır oldular. Ve Rab çadırda,
bulut direğinde göründü ve bulut direği
çadırın kapısı üzerinde durdu. Ve Rab
330
Musa‟ya dedi: İşte, sen atalarınla
uyuyacaksın ve bu kavim kalkacak
aralarında bulunmak üzere gitmekte
oldukları diyarın yabancı ilâhları ardınca
zina edecekler ve beni bırakacaklar ve
onlarla ettiğim ahdimi bozacaklar. Ve o
gün onlara karşı öfkem alevlenecek ve
onları bırakacağım ve onlardan yüzümü
saklayacağım ve onlar yenilip bitecekler ve
onlara çok kötülükler ve sıkıntılar erecek
ve o gün diyecekler: aramızda Allah‟ımız
olmadığı için değil midir ki bize bu
kötülükler erdiler? Ve başka ilâhlara
dönmekle yaptıkları bütün kötülükten
dolayı ben o gün mutlaka yüzümü
saklayacağım. Ve şimdi kendiniz için bu
ilâhiyi (emri) yazın ve onu İsrail oğullarına
öğret. Onların ağzına koy, ta ki bu ilâhi
İsrail oğullarına karşı benim için şahit
olsun. Çünkü onları atalarını ant ettiğim
süt ve bal akan diyara getireceğim. Ve
yiyip doyacakları ve semirecekleri zaman
başka ilâhlara dönüp onlara kulluk
331
edecekler ve beni hor görecekler ve ahdimi
bozacaklar. Ve vaki olacak ki, onlara çok
kötülükler ve sıkıntılar erdiği zaman bu
ilâhi onların önünde şahit olarak cevap
verecek; çünkü zürriyetlerinin ağızlarında
unutulmayacak; çünkü ant ettiğim diyara
onları getirmezden evvel bugün kurmakta
oldukları kuruntuyu biliyorum. Ve o gün
Musa bu ilâhiyi yazdı. Ve onu İsrail
oğullarına öğretti ve Nun oğlu Yeşu‟a
emredip dedi: kuvvetli ol; ve yürekli ol;
çünkü İsrail oğullarını ant ettiğim diyara
onları sen götüreceksin; ve ben seninle
beraber olacağım.” (Tesniye, Bap:31/14-
23).
Hz. Musa bu ilâhi sözleri yazıp bitirince
Allah‟ın ahit sandığını taĢıyan Levililere emredip
Ģöyle dedi: Bu Ģeriat kitabını alın ve onu
Allah‟ınız Rabb‟ın ahit sandığının yanına Ģahit
olsun diye koyun. Çünkü biliyorum ki,
ölümümden sonra büsbütün bozulacaksınız;
size emrettiğim yoldan sapacaksınız ve bundan
dolayı da baĢınıza çeĢitli kötülüler gelecektir.”
332
ĠĢte böylece Hz. Musa, Allah‟ın emirleri ve
geleceğe dönük olacakları halkına öğretmeye
çalıĢtı; sonradan baĢlarına gelecek musibet ve
kötülüklerin kaynağının, bizzat Allah emrine
uymamaları sonucu ortaya çıktığına inansınlar
diye belgelerin Rabbe ait ahit sandığında
saklanmasını öğütledi.
Hz. Musa 120 yaĢında iken Moab
diyarında Hakkın rahmetine kavuĢtu. Ġsrail
oğulları Moab ovasında otuz gün yas tutup Hz.
Musa için ağladılar. Ġlâhi bir hikmet olarak
gömüldüğü yer unutulup, kayboldu; bugüne
dek bilinmemektedir.
Hz. Musa‟nın ölümü üzerine YeĢu (YûĢâ)
(a.s.) baĢa geçip Ġsrail oğullarını bir araya
topladı. Onlara moral verip güçlendikten sonra
ġeria nehrini geçip karĢı taraftaki Eriha Ģehrini
fethetti. Böylece Beni Ġsrail‟in çöl hayatı da
sona ermiĢ ve dedelerinin (Hz. Yakup ve
oğullarının) eski vatanlarına kavuĢmuĢ oldular.
YûĢâ (a.s.) bu defa ġam bölgesini ele geçirdi.
28 yıl Beni Ġsrail‟i iyi bir Ģekilde yönettikten
sonra vefat etti.
333
Bundan sonra pek çok hâkimler gelip Beni
Ġsrail‟e baĢkan oldular. Beni Ġsrail bazen doğru
yolda gider, bazen de isyan edip Ģeriattan
ayrılırlardı. Onlar öyle yolsuz hareket ettikçe
Cenab-ı Hak, onların üzerine bir düĢman
musallat edip bazen esarette, bazen de baĢka
türlü musibete uğrayıp periĢan olurlardı. Sonra
da felâketten kurtulmak üzere Allah Teâlâ‟ya
dua edip yalvarırlardı.
YûĢâ(a.s.)‟nın vefatından sonra yerine
ĠĢmoil(a.s.) geçti. Bu sırada komĢuları
Amâlika‟nın saldırısına uğradı. Hz. Musa‟dan
kalma mukaddes emanetleri (sandık içinde) alıp
götürdüler. Beni Ġsrail halkı Hz. ĠĢmoil‟den
kendilerini yönetecek bir kral tayin etmesini
istedi. O da Talût‟u seçip önerdi. Halk ilk baĢta
acayip karĢılayıp benimsemediler. Fakat sonra
beğenip ona itaat ettiler. Talût bir ordu
hazırlayıp Amalika üzerine yürüdü. Onları yenip
mukaddes emanetleri geri aldı. O sırada Davut
adında bir genç savaĢın ilk baĢlangıcında sapan
taĢı ile Amalika lideri Calût‟u öldürdü. Daha
sonra Davud‟a peygamberlik verilerek Zebur
334
kitabı vahy edildi. Bu sırada Beni Ġsrail iki ayrı
devlete bölündü. Biri Yahuda, diğeri Ġsrail
devleti oldu. Hz Davud‟un vefatı üzerine Ġsrail
devleti baĢkanlığına Hz. Süleyman (a.s.) geçti.
BaĢkent Kudüs‟te babasının vasiyeti üzerine
Mescid-i Aksa‟yı diğer bir ifade ile Beytül-
Makdis‟i yedi senede inĢa edip bitirdi. Hz.
Süleyman‟ın (a.s.) vefatı üzerinden uzun bir
zaman geçti. ġeriatta bozulmalar baĢladı.
Kudüs‟ü ziyaretler terk edildi. Putperestlik ayini
yaygınlaĢtı. Hatta “Baal” denilen puta tapar
oldular. Bu sırada Ġlyas‟a peygamberlik görevi
verildi. Halka ne kadar nasihat yaptıysa da
baĢarılı olamadı. Halk onu toplumdan kovdu.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak da onların
üzerinden bereketi kaldırdı. Yağmur yağmaz
oldu. Açlıktan ölümler baĢ gösterdi. Nihayet
halk hatasını anlayıp arayıp Ġlyas Peygamberi
buldular. Peygamberin Allah‟tan dileği ile bu
musibet üzerlerinden kalktı. Ġlyas
Peygamberden sonra Ġsrail devletinin baĢına
Elyesa (a.s.) geçti. Bunun zamanında da kavga,
çekiĢmeler baĢladı. Halk azıp Kitabullahı terk
335
etti. Nihayet Cenab-ı Hak onların üzerine
Keldani devletini musallat etti. Bu konuda
Kur‟an-ı Kerimin Ġsra Sûresinde Allah‟ın
buyurduğuna göz atalım:
“4. Biz, Kitap'ta (Tevrat'ta)
Ġsrailoğullarına, "Yeryüzünde muhakkak iki defa
bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre
kapılarak böbürleneceksiniz" diye hükmettik.
5. Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin
zamanı gelince (sizi cezalandırmak için)
üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı
gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar
sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi
gereken bir va'd idi.
6. Sonra onlara karĢı size tekrar
egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi
güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık.
7. Ġyilik ederseniz kendinize iyilik etmiĢ
olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize
yapmıĢ olursunuz. Ġkinci bozgunculuğun zamanı
gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce
girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis'e)
girsinler ve ellerine geçirdikleri her Ģeyi yerle
336
bir etsinler diye (üzerinize yine düĢmanlarınızı
gönderdik.)”
Keldani devleti, kral Buhtunnasır
döneminde güçlenip büyüdü. Babil Ģehri tekrar
baĢkent oldu. Ġmar edilip yüksek binalar yapıldı.
Buhtunnasır baĢa geçtikten birkaç yıl sonra
Ġsrail devletine saldırdı. Kudüs‟ü alıp halkını
vergiye bağladı. Ancak zaman içinde
baĢkaldırma olayları çoğalınca Keldaniler tekrar
savaĢ açıp Kudüs‟ü iĢgal etti. Beytül-Makdis‟i
yıktı; halkının bir kısmını esir edip Babil‟e
götürdü. Halkın bir bölümü de Mısır ve
Mekke‟ye kaçıp canlarını kurtardı.
Daha sonra Ġran‟da güçlenen Keyaniye
devleti Keldaniler‟in üzerine yürüdü. Yapılan
savaĢta Keldaniler yenildi. Bu vesile ile Ġsrail
oğulları esaretten kurtulup vatanlarına
döndüler. Kudüs‟te toplanıp 70 yıldır harap olan
Mescid-i Aksa‟yı yeniden inĢa ettiler. Kudüs‟ün
yakılıp Mecid-i Aksa‟nın yıkılması sırasında
mukaddes kitapları Tevrat da zayi olmuĢ ve
Ģeriat hükümleri unutulmuĢtu. Babil
esaretinden dönenler arasında Hz. Uzeyr de
337
bulunuyordu. Hz. Uzeyr Ġsrail ulema ve
hukukçularını bir araya toplayıp Tevrat-ı ġerif‟i
ezber olarak okudu. Diğerleri dinleyip yazdılar;
böylece Musevi Ģeriatının hükümlerini yeniden
uygulamaya koydular (1).
Bu olay milattan 458 yıl önce yaĢanır.
Sonra Hz. Uzeyr vefat eder ve 100 sene sonra
Cenab-ı Hak‟kın kudretiyle tekrar hayata döner.
Bir müddet daha yaĢadıktan sonra ölür. Ayrıca
bu olay Bakara Suresi‟nin 259. ayetinde söz
konusu edilir. ĠĢte bu zatın haline bakan bir
kısım Yahudiler,” Uzeyr, Allah‟ın oğludur” derler
Hatta deniliyor ki: Yahudilerden Selâm, Numan,
ġas, Mâlik adındaki bazı kimseler Hz.
Peygamberimize gelip “ Biz senin dinine nasıl
tabi olabiliriz ki, sen bizim kıblemizi bıraktın ve
sen Uzeyr‟in Ġbnullah (Allah‟ın oğlu) olmadığını
söylüyorsun.” Bunun üzerine Allah Teâlâ ayet
indirdi:” Ve Yahudiler dedi ki: Uzeyr Allah‟ın
oğludur. Nasraniler de dedi ki: Mesih,
Allah‟ın oğludur. Bu onların ağızlarıyla
söyledikleri sözlerdir. Evvelce kâfir
olanların lâkırdılarına benzetiyorlar. Allah
338
Teâlâ kendilerini kahretsin! Nasıl, Hak‟tan
çevriliyorlar.” (Tövbe Sur/30) (5).
Bu defa Büyük Ġskender Ġran devletini
iĢgal etti; Babil‟i feth ettiği sırada Kudüs‟ü de
ele geçirdi. Böylece Beni Ġsrail devleti
Yunanlıların yönetimi altına girmiĢ oldu. Sonra
Romalılar çıkıp Yunan memleketlerini ele
geçirirken Kudüs‟ü de iĢgal etti. Böylece Beni
Ġsrail Romalıların egemenliğine girdi. Zaman
içerisinde Ġsrail devletine kral olarak Hz.
Zekeriya getirildi. Kendisine peygamberlik
unvanı verilince Beytü‟l-Makdis‟te Tevrat
yazmaya baĢladı. YaĢlanmıĢ olmasına rağmen
hiç çocuğu olmamıĢtı Baldızı Hanne, Allah‟a dua
edip bir çocuk vermesini ister. Doğacak çocuğu
da Betü‟l-Makdis‟in hizmetine vereceğini adar.
Allah‟ın lütfu ile Hz. Zekeriya‟nın Yahya adında
oğlu, Hanne‟nin de Meryem adında bir kızı
dünyaya geldi. Hanne vaadını yerine getirmek
üzere çocuğu mabede götürdü. Meryem, Hz.
Zekeriya Peygamberin himayelerinde büyür.
YetiĢkin yaĢa gelince Cebrail gelip Ġsa adında
bir çocuk doğuracağını, kendisine peygamberlik
339
verileceğini, birçok mucizelerle destekleneceğini
ve bütün bunların Allah‟ın emri olduğunu söyler.
Hamilelik dönemi sonunda Hz. Ġsa dünyaya
gelir. Meryem oğlunu alıp ailesine döner. Fakat
halk, bekâr kadının nasıl çocuk
doğurabileceğine akıl erdiremezler. Meryem‟i
iffetsizlikle suçlamaya kalkıĢınca kundaktaki
bebek dile gelip: “Ben Allah‟ın kuluyum, bana
kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede
olsam beni mübarek kıldı,” dedi. Yahudiler, Hz.
Âdem‟in annesiz babasız yaratılıĢını bildikleri
halde Hz. Ġsa‟nın nasıl babasız yaratılıĢını kabul
edemiyorlardı. Toplanıp kendi aralarında
görüĢtüler. Hz. Meryem‟in mabetteki özel
odasına Hz. Zekeriya‟dan baĢkası giremezdi.
Olsa olsa Ġsa‟nın babası Zekeriya‟dır diye 100
yaĢındaki Hz. Zekeriya‟dan Ģüphelenerek Ģehit
ettiler. Hz. Ġsa 30 yaĢına gelince peygamberlik
ve mukaddes kitap Ġncil verildi. Üç yıl dini
yaymaya çalıĢtı; kendisine ancak 12 kiĢi iman
etmiĢti. Yahudilerin, Romalı yöneticilere
Ģikâyetleri üzerine Hz. Ġsa yakalanır. Hıristiyan
kaynaklarına göre çarmıha gerilip öldürülür.
340
Ġslâm kaynaklarına göre ise, Hz. Ġsa göğe
kaldırılır ve kendisine benzeyen baĢkası
çarmıha gerilir.
Hz. Zekeriya‟nın öldürülmesinden sonra
oğlu Yahya mabede bakar ve Tevrat Ģeriatına
göre hareket ederdi. Ancak Hz. Ġsa‟ya
peygamberlik verilip Ġncil vahiy edilmeye
baĢlayınca ona tabi oldu ve Hıristiyan oluĢunu
da halktan sakladı. Bu sırada bir evlendirme
olayı nedeniyle zor durumda kaldı. Çünkü
Hıristiyan inancına göre söz konusu nikâh
yapılamayacaktı. Nikâh kıymaktan kaçınınca
yapılan Ģikâyet üzerine Yahya Peygamber
öldürülüp Ģehit edildi.
Hz. Ġsa‟nın göğe kaldırılmasından 40 sene
sonra Romalılar, Kudüs Ģehri üzerine hücum ile
Yahudilerin kimini öldürdü ve kimisini de esir
ettiler. Kudüs‟ü yağma ve harap ettiler. Yahudi
kitaplarını tamamen yaktılar ve Beytü‟l-Makdis‟i
yıktılar. Kudüs Ģehrinde Beni Ġsrail‟den hiç
kimse bırakmadılar. Bu suretle Yahudiler
tarumar olup dünya ülkelerine dağıldılar (1).
341
ĠĢte Ġsrail Oğullarının bağnaz bir tutum ve
davranıĢla hareket edip son olarak iki
peygamberi öldürmeleri, Hz. Ġsa‟yı da
öldürmeye teĢebbüs etmeleri sonucu Allah
Teâlâ da onları Romalıların haĢin saldırısı ile
cezalandırdı. 1948 yılına kadar dünya üzerinde
devlet olabilme imkânlarını böylece kaybetmiĢ
oldular. Gittikleri her ülkede hor hakir görülüp
devamlı iĢkenceye tabi tutuldular. Bütün bu
olumsuz davranıĢlara karĢı, mevcut inancını,
yasalarını ve anlayıĢlarını koruyarak ayakta
kalabildiler. Yahudilerin millet olarak çektikleri
sıkıntılar Ģöyle özetlenebilir:
Ġber yarımadasındaki Yahudiler, hayli
sıkıntı çektikten sonra Müslümanların Ġspanya‟yı
iĢgali ile rahat nefes alabildiler. Müslümanların
hoĢgörülü egemenliğinde sinagoglarında
serbestçe ayin düzenleyip Yahudi kültürünü
geliĢtirdiler. Yahudi kökenli olanlar devletin üst
makamlarında görev alabildiler. Ancak bu
parlak yaĢam, Arapların Ġber yarımadasından
çıkarılıĢına kadar sürdü. 1391 yılında soylularla
din adamlarının kıĢkırtmaları sonucu korkunç
342
bir kıyım hareketi baĢladı, birçok cemaat ezildi,
binlerce insan öldürüldü. Birçok Yahudi
Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kaldı. Bir
kısmı da Hıristiyanlık gölgesi altında gizlice
Yahudiliği sürdürdü. Ancak “engizisyon” teĢkilâtı
bu gibilerin arkasını bırakmadı.
1492 yılında Arapların Granada‟dan
kovulmaları üzerine, Ġspanya‟dan yaklaĢık
300.000 Yahudi göçe zorlandı. Aynı uygulamayı
Portekiz izledi. Böylece birçok Yahudi, Afrika‟nın
kuzeyine geçerken bir bölümü de Ġtalya‟ya gitti.
Zor Ģartlar altında yapılan göç hareketi
esnasında birçok Yahudi yollarda öldü. Bir
bölümü de Osmanlı Ġmparatorluğu himayesine
sığınıp Osmanlı topraklarına (Yunanistan, Ege
adaları, Ġstanbul, Ġzmir ve Filistin) yerleĢtirildi.
Roma döneminden beri Almanya‟da
yerleĢik Yahudiler, ilk zamanlar tüm haklardan
yararlanırken Hıristiyanlığın yayılması sonucu
söz konusu haklar ellerinden alındı. Artık toprak
sahibi olmaya ve loncaların vesayetini
gerektiren iĢleri yapmaya hakları kalmadı.
Ancak geçimlerini büyük riskler altına girip
343
faizcilik yapmakla sağladılar. Faizle borç para
iĢlemi Yahudi dinine mensup olanlar arasında
haram, yabancılara verme ise helâl kabul
edildiğinden bu yolu seçmiĢlerdi.
Almanya‟da Yahudilere karĢı genel
önlemler alınmadı, ama özellikle Haçlı Seferleri
sırasında bir takım Ģiddet hareketlerine
uğradılar. Ancak I.Dünya SavaĢı‟ndan sonra
Avrupa‟da baĢ gösteren Yahudi düĢmanlığı
Almanya‟da da yaygınlaĢtı. 1933 yılında
Yahudilere karĢı baĢlatılan “yok etme” eylemi
II. Dünya SavaĢı sonuna kadar devam etti. Nazi
Almanya‟sında Yahudi toplama kampları
oluĢturulup planlı Ģekilde “son çözüm” denilen
yok etme iĢlemine giriĢildi. Böylece altı milyon
Yahudi yok edildi.
Ġtalya, Fransa, Hollanda ve Büyük
Britanya devletlerinde Yahudi cemaatleri
nispeten orta Ģartlarda yaĢamlarını sürdürdü.
Orta Avrupa‟dan kaçan 3.500 Yahudi ABD‟ye
sığındı. Burada tam bir özgürlükten
yararlandıkları bilinmektedir.
344
Polonya ve Rusya‟da da baĢ gösteren
Yahudi düĢmanlığı, birçok Yahudi‟nin bu
ülkelerden göç etmelerini zorunlu kıldı. Böylece
I.Dünya SavaĢı sonrası Filistin‟e gelip yerleĢen
Yahudiler, 1948‟de kurulup BirleĢmiĢ Milletlerce
de tanınan Ġsrail devletinin temelini oluĢturdu
(6).
Bu anlatımdan sonra Ġsrail oğullarının
dinin buyruklarından uzaklaĢtıklarında baĢlarına
gelen musibetlerin neler olduğuna özet olarak
tekrar değinelim.
İsrail Oğullarının Tarihi Sınavları
a) Ġsrail Oğulları Mısır‟da hizmetçi
statüsünde horlanıp köle gibi çalıĢtırıldıkları
halde, kendilerini o yaĢamdan kurtarıp
atalarının yurduna gelmelerini sağlayan Allah ve
peygamberi Hz. Musa‟ya karĢı Ģükran borcu
ödemeleri gerekirken putperestliğe yönelip
buzağı heykeline tapınmaya baĢlamıĢlardır.
b) Hz. Musa, Tevrat‟ta vaad edilen
toprakları elde edebilmek için o bölgedeki
kavimle savaĢmaya çağırdığı zaman, halkının
345
ileri gelenleri buna karĢı çıkmıĢlar ve savaĢtan
kaçınmıĢlardır.
c) Bu olay üzerine de Allah‟ın bir azabı
olarak uzun süre Tıh sahrasında çölde dolanıp
durmuĢlar; yine Allah‟ın bir lütfu ve müjdesi
olarak gökten bıldırcın eti ve kudret helvası
indirilmiĢtir. Bir kayadan da 12 pınar akıtılıp
susuzlukları gideriliĢtir. Bütün bunlara rağmen
kanaatkâr olmayıp Hz. Musa‟dan “Allah‟a dua
et, bize yeĢil sebze göndersin.” Ģeklinde dilekte
bulunmuĢlardır.
d) Hz. Musa‟ya indirilen 10 emirde
“Allah‟tan baĢka ilâhlara tapmayacaksın,
cumartesi günü çalıĢmayacaksın, (haksız yere
kimseyi) öldürmeyeceksin, zina
yapmayacaksın, çalmayacaksın, yalan tanıklıkta
bulunmayacaksın, haset etmeyeceksin” dendiği
halde zaman zaman bu kurallardan
uzaklaĢtıkları görülmüĢtür. Ayrıca Hz.Musa
ölmeden önce YûĢâ Peygamberle beraber
toplanma çadırına gidince Allah onlara Ģöyle
hitap eder: “Sen atalarınla uyuyunca bu kavim
yabancı ilâhlar ardınca gidip zina edecekler,
346
beni bırakıp ahdimi bozacaklar, benim onlara
karĢı öfkem artacak, onları ben bırakacağım,
yüzlerine bakmayacağım. Onlar da yenilip
bitecekler ve baĢlarına birçok kötülük ve
sıkıntılar gelecek. ġimdi bu ilâhi emrimi yazın
ve Ġsrail Oğullarının kafalarına sokun. Benim
için Ģahit olsun.” Bu ilâhi emirler Tevrat‟ta yazılı
olduğu halde, Hz. Süleyman Peygamberden
sonra Yahudi Ģeriatı bozulmaya baĢladı. Halkın
Kudüs‟ü (Beytü‟l-Makdis‟i) ziyaretleri terk edildi.
Putperestlik ayini yaygınlaĢtı. Hatta “Baal”
denilen puta tapar oldular. Bu sırada Ġlyas‟a
peygamberlik görevi verildi. Fakat yaptığı
uyarılara uyulmadı. Allah da onlara kuraklık
verdi. Açlıktan ölümler baĢlayınca Ġlyas
Peygamberin etrafına toplandılar. Böylece
üzerlerinden bu musibet de kaldırıldı.
e) Hz. Ġlyas‟tan sonra Ġsrail Oğullarının
baĢına Elyesa geçti. Bunun zamanında da
Kitabullah terk edildi. Nihayet Allah Teâlâ
onların üzerine önce Asûrileri, daha sonra
Keldanileri musallat etti. Kudüs yakılıp yıkıldı,
347
Tevrat yok edildi, Ġsrail Oğulları da esir alınıp
Babil‟e götürüldü.
f) Babil esaretinden kurtulup tekrar
Kudüs‟e dönen Yahudiler arasında Hz. Üzeyir de
bulunuyordu. Tevrat‟ı ezbere okuyup yazdırdı.
Vefat ettikten sonra tekrar dirildi. Bunun
üzerine Yahudiler Hz. Üzeyir Peygambere
Allah‟ın oğlu diyerek Ģirk koĢtular. Bu olaydan
sonra Ġsrail Oğulları önce Yunanlıların sonra
Roma Ġmparatorluğu egemenliğine girdi. Her
defasında aĢağılık ve çeĢitli sıkıntılar çektiler.
g) Hz. Ġsa‟nın babasız dünyaya geliĢi
nedeniyle önce Hz. Zekeriya Peygamberi daha
sonra da oğlu Hz. Yahya Peygamberi haksız
yere öldürüp Ģehit ettiler. Tevrat‟ın 10 emri
hükmünü böylece çiğnediler. Ayrıca Hz. Ġsa
Peygamberi çarmıha germe eylemleri oldu.
Bütün bu olaylar sonucu Romalılar tekrar
Kudüs‟e saldırıp bütün Yahudi halkını tarumar
ettiler. Hiçbir Yahudi‟nin Filistin‟de kalmasına
müsaade etmediler. Yahudiler de dünya üzerine
yayıldılar.
348
Yahudilerin Ġspanya, Portekiz ve
Almanya‟daki yaĢantıları üzüntü sıkıntı
içerisinde geçti. ġimdi bu olayların cereyan tarzı
ve nedenlerine bakıldığında, Allah‟ın emirlerine
uymamaktan kaynaklanan dünyadaki cezası
olduğu görülür. Dünyadaki cezası o kadar ağır
ve küçültücü olursa, varın âhiretteki azabın
Ģiddetini siz tahmin edin! Allah Teâlâ, ibret
(ders) alınsın diye Ġsrail Oğulları üzerinde bir
deneyim göstermiĢtir. “Verdiğim bunca nimete
karĢı, nankörlük edenlerin hali nice olmuĢtur.”
diye biz kullarını uyarmaktadır. Ne yazık ki, bu
olayları yaĢayanların hali hazırdaki torunları ve
olaylara iliĢkin tarihi bilgileri okuyup
öğrenenlerin çoğunluğu hâlâ bundan ne ders
almakta ve ne de yaĢantılarına çeki düzen
vermekte.
II. Viyana kuşatması:
Bir örnek de Osmanlı Ġmparatorluğu
döneminden verelim: Yıl 1683, aylardan ekim
ayı, Osmanlı Ġmparatorluğu ordusu Sadrazam
349
Kara Mustafa PaĢa komutasında Viyana
önlerinde. Her ne kadar taarruz yapıldıysa da
kuĢatma bir türlü zafere dönüĢtürülemedi.
Gittikçe güç kaybeden Osmanlı ordusu sonunda
bozguna uğradı. Geri çekilme sırasında da
birçok silah ve kıymetli eĢyaları düĢmana
bırakmak zorunda kaldı.
II. Viyana kuĢatması esnasında Osmanlı
kuvvetlerinin durumunu “RâĢid Tarihi” Ģöyle
anlatır: “Viyana ovasında, oruç ayında
bulunulduğu halde, bir damlası, imanı yerinde
olanlar üzerinde âyeti kerime ile haram sayılan
murdar Ģarabı, gece ve gündüz içiyorlar ve ele
geçirilen esirlerin, Ġslâm toprağında temiz
tutulmaları lâzımken bunlar temiz olmak
yönünden çok kaba haller irtikap etmekte, bu
halleri ortalığı velveleye vermekte idi.
SavaĢın devam ettiği sürece, askerin
sıkıca düzende tutulması mümkün olmuyordu.
Herkes, kendi havasına bağlı idi. Namaz da,
niyaz da, mahrem olması lazım gelen çeĢitli
Ģeyler de terk edilmiĢti. Asker, fena ve çirkin
350
hareketlere el atıyor, sıkıca düzende olmak akıl
derecesinden uzak kalıyordu.”
Osmanlının bozguna uğramasına neden
olan diğer bir olay da, Leh Kralı Sobieski‟nin
Almanları desteklemesi olmuĢtur. Büyük bir güç
oluĢturan düĢman ordusu Viyana kuĢatmasını
kırarak Osmanlı‟yı bozguna uğrattı. Bozgun
sırasında ele geçirilen Sadrazamın çadırında Leh
Kralı, karısına yazdığı mektupta Ģöyle diyordu:
“Ele geçen ganimetlerden hisseme düĢenleri
saymakla bitiremem. Hisseme düĢenler baĢlıca
Ģunlardır: Bir elmas kemer, iki elmaslı saat, çok
kıymetli dört pala; yakut, akik ve inci ile süslü
beĢ yay; yorganlar, halılar, binlerce ufak tefek
eĢya, dünyanın en nefis samurları, daha birçok
Ģeyler...
Birçok elmaslı kemer ele geçti. Bunlar
neye yarar, bilmem ki! Çünkü Türkler elmaslı
kemer kullanmazlar. Belki de Viyana‟yı
zaptedince Viyanalı güzel kadınları
süsleyeceklerini düĢünmüĢlerdir.”4
4 Viyana Dönüşünün Tek Zaferi, Ragıp Şevki Yeşim,Hayat Tarih Mecm. 1967, Sayı:7
351
II. Viyana kuĢatması, Osmanlı tarihinde
önemi büyüktür. Nasıl ki, Ġstanbul‟un fethi ile
Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ baĢlamıĢsa, bu olayı
takip eden yenilgilerle de, Osmanlı
Ġmparatorluğu‟nun yükselme süresi sona ermiĢ
ve gerileme dönemine girilmiĢtir. Nedenini
tarihçi açık ve seçik olarak açıklamakta..
Üzerinde yorum yapmaya artık gerek var mı?
Osmanlı‟da fetihler birbirini takip ederken
gözetilen amaç, (Ey Müslümanlar, böylece
sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki,
bütün insanlar üzerine adalet örneği ve
hak şahitleri olasınız...” Bakara Sur/143)
âyeti doğrultusunda Ġslâm adaletini yerleĢtirip
etkili kılmak ve insan haklarını yaygınlaĢtırmak
iken; bozulan düzende bunun yerini kiĢisel
menfaat ve nefsi arzuları tatmin edebilme
duygusu almıĢtır. Ġslâm adaletini, adaletsizliğe;
insan haklarını da haksızlığa dönüĢtürmüĢlerdir.
Silâhlı kuvvetleri baĢarıya ulaĢtıran
ilkelerin baĢında disiplin ve inanç birliği gelir.
Bu iki faktörün etkinliği zayıflarsa, güç de
ortadan kalkar. Nitekim batının korkulu rüyası
352
Osmanlı Ġmparatorluğu ordusunun Viyana
önlerinde sergilediği zafiyet bunun en belirgin
örneğidir. Asker kendi baĢına buyruk olmuĢ; ne
disiplin kalmıĢ ve ne de Ġslâm inancına bağlılık.
Böylece Allah ve peygamber buyruklarına
uymama sonucu o olay baĢlarına gelmiĢ.
Dahası, Osmanlı‟nın geçmiĢten gelen azameti
rencide olmuĢ. Bu da Osmanlılar için tarihi bir
sınav niteliğini taĢır.
Elbette, Türk tarihi hep böyle
olumsuzluklarla kararmamıĢ, onurlanacağımız
pek çok iyi Ģeyler de yapılarak parlak bir
gelecek vaat etmiĢtir. KurtuluĢ SavaĢı
döneminde geçen onurlu üç olayı bilgilerinize
sunmak istiyorum:
Atatürk’ten Bir Anekdot:
Büyük Taarruzun kazanıldığı yerde,
gelecek kuĢaklara bunun önemini anlatacak
“ġehit Asker Anıtı” yapılmak istenmektedir. Bu
maksatla Gazi Mustafa Kemal PaĢa, yanında eĢi
Lâtife Hanım, BaĢbakan Ġsmet, Genelkurmay
353
BaĢkanı Fevzi, Milli Savunma Bakanı Kâzım
PaĢalar, milletvekilleri, gazeteciler olduğu halde
30 Ağustos 1924 Cumartesi günü güneĢ
doğarken trenden Afyonkarahisar garına
inerler. Halkı selâmladıktan sonra hep beraber
anıtın yapılacağı yere hareket edilir.Diğer
konuĢmalardan sonra Atatürk kürsüye gelip “30
Ağustos‟un” nasıl kazanıldığını geçmiĢ
hatıralarını da dile getirip anlatmaya baĢlar.
KonuĢmasının bir yerinde sözlerini Ģöyle devam
ettirir: “29 Ağustos‟u 30 Ağustos‟a bağlayan
gece sabaha karĢı Batı Cephesi Karargâh
Müdürü Tevfik Bey tarafından uyandırıldım.
Tevfik Bey‟in elinde harita üzerinde tespit
edilmiĢ bir durum raporu vardı. Haritaya
baktım, hemen yataktan fırladım. Haritada
gördüğüm Ģey Ģu idi: Ordularımız, düĢmanın
önemli kuvvetlerini kuzeyden, güneyden,
batıdan çevirmeye uygun bir durum almıĢ
bulunuyordu. Bunun üzerine hemen Fevzi ve
Ġsmet PaĢaları çağırtıp, üçlü bir değerlendirme
yapıp, sonra da, düĢman ordusu ne olursa
olsun yok edilecektir emrini yazılı ve sözlü
354
olarak verdim. Bir süre bu karargâhta kaldım.
Sürekli olarak gelen esir subaylarla görüĢtüm.
Bunlardan biri bir kurmay subaydı. Zavallı,
verdiği bilgi içerisinde istemeyerek
BaĢkumandan görevini alan Trikopis‟in ve Ġkinci
Kolordu Kumandanı General Digenis‟in de bizim
çevirmek istediğimiz çemberin içinde
bulunduğunu söylemiĢ oldu. Derhal yanımda
bulunan ordu komutanına, Kemâlettin PaĢayı
bulunuz, bizzat Trikopis ile beraber bütün
düĢman generallerini ne olursa olsun esir
etmelerini, söyledim. Zavallı esir subay benim
bu emrimi iĢitir iĢitmez ikram ettiğim çayı
içemeden büyük bir baygınlık geçirdi, der.
ġimdi dikkatlerin Ģu konuya çekilmesini
diliyorum: Ġslâm inancına göre savaĢ süresince
fethedilen bölgelerde çocuklar ve kadınlar ile
din adamlarına, aksi bir eylemi olmadıkça
dokunulmayacak; esirlere insan onuruna yakıĢır
bir tutumla davranılacaktır. Hal böyle iken
Viyana KuĢatması sırasındaki uygulamayı tarihçi
yeteri kadar açıklamıĢtır. Netice ne oldu, o da
herkesin bilgisi içerisinde. Peki, Atatürk ne
355
yapmıĢ? Sanki esir,.düĢman askeri değil;
sıradan bir misafir gibi kendisine, o yokluk
koĢullarına karĢın çay ikram ediyor. Çayı ikram
eden kim?
-BaĢkomutan Gazi Mustafa Kemal PaĢa...
O ne büyük insan ki, kendisinde ne
rütbenin ne görevin verdiği büyüklenme
duygusu, ne de gurur ve kibre kapılma tutkusu
yaĢanıyor! Büyük ve olgun insan gibi hareket
ediyor. Sonuç ne oluyor? Türklerin atası, yani
“Atatürk” olarak tarihe geçiyor.
Hepsi bu kadar mı? Hayır, dahası da var:
En büyük ve erdemli adam olduğunu
davranıĢlarıyla kanıtlayan Gazi Mustafa Kemal
PaĢa, yine o savaĢ döneminde sergilediği baĢka
bir tarihi söyleĢisine tanık olmaktayız:
Başkomutan Gazi M. Kemal Paşanın
Trikopis’e hitabı:
2 Eylül 1922‟de nihayet sevindirici haber
BaĢkomutanlık karargâhına ulaĢtı. KuĢatma
çemberi içerisinde kalan düĢmanın 1‟nci ve
2‟nci Kolordu Komutanlıklarına mensup 2
General (Kolordu Komutanları General Trikopis
356
ve General Digenis), 508 subay, 4985 er, 782
hayvan olarak 69‟ncu Alay ile 5‟nci Kafkas
Tümeni birliklerine teslim olmuĢtu.. Esirler, 2
Eylül 1922 saat 23.00‟de Göğem köyünde
bulunan 5‟nci Kafkas Tümeni karargâhına
getirildi. Çok yorgun oldukları için istirahatları
sağlandı. Yaralı ve hastaların ise önce Tümen
Sıhhiye Bölüğünde ilk tedavileri yapıldı. Daha
sonra köylerden toplanan kağnı arabalarıyla
UĢak Hastanesine sevk edildiler.
Generaller de 3 Eylül 1922 saat 08 00‟de
UĢak‟ta bulunan Kolordu karargâhına
gönderildi. Generaller önce 1‟nci Ordu Komutanı
Nurettin PaĢa ve Batı Cephesi Komutanı Ġsmet
PaĢaya takdim edildi. Daha sonra sağında Fevzi
PaĢa, solunda Ġsmet PaĢa olduğu halde
BaĢkomutan Gazi Mustafa Kemal PaĢanın
huzurlarına çıkarıldı.
DüĢman birlikleri geri çekilirken her
tarafı yakıp yıktıkları, sivil halka karĢı insanlık
dıĢı her türlü iğrenç ve korkunç zulüm
yaptıkları, birçok masum insanları
öldürdüklerine dair gelen haberler BaĢkomutanı
357
da derinden üzmekteydi. Böyle bir sıkıntılı
ortamda bulunmasına karĢın Mustafa Kemal
PaĢa karĢısında duran Generallere:
-Öfkesini gidermek amacıyla kızıp bağırdı
mı?
-Hayır!
-Gurura kapılıp onlarla alay mı, etti?
-Hayır!
-Onları küçültücü davranıĢ da mı,
bulundu?
-Hayır!
-Peki, ne yaptı?
-Mustafa Kemal PaĢa, suçluluk ve aĢağılık
duygusu altında ezilen Trikopis‟in elini sıkıp:
-Oturun General, yorulmuĢ olacaksınız”
dedi. SavaĢtan ve Yunan birliklerinin harekât
tarzından konuĢup bilgi aldı. Daha sonra sohbet
türü sorular sordu. KonuĢmasının sonunda;
-Hacianesti yerine BaĢkomutanlığa
atandığınızı biliyor musunuz?” diye sordu.
-Trikopis: “ Hayır” dedi.
-Mustafa Kemal PaĢa:” Bildirmek için
telsizle sizi arıyorlardı..”
358
-Trikopis:” Durumumuz bu, iĢte
MareĢalim. Yönetim her zaman olayların
gerisinde kaldı. Sonuç da tabii böyle oldu.”
KonuĢması bitince utanç içince bakıĢlarını
önüne çevirdi,
Mustafa Kemal PaĢa:” Üzülmeyin
Generalim! Siz vazifenizi yaptınız. Artık
misafirimsiniz.” dedi. Ayağa kalkınca ötekiler de
kalktılar. Bu defa iki esir General, BaĢkomutan
Gazi M. Kemal PaĢanın karĢısında esas duruĢa
geçtiler.
M. Kemal PaĢa:” Sizin için bir Ģey
yapabilir miyim?” diye sordu.
-Trikopis:” EĢime sağ olduğumun
bildirilmesini rica ederim. Kendisi Ġstanbul‟da”
dedi.
-BaĢkomutan Ġsmet PaĢaya dönerek:”
Gerekeni yapın “ dedi. Daha sonra esir
generaller Türk komuta heyetini derin bir saygı
ile selâmlayıp ayrıldılar.(25)
BaĢkomutan Gazi Mustafa Kemal PaĢa‟nın
esirlere karĢı anlayıĢ ve yaklaĢımı anlatıldığı
gibi... Peki, Onun askerinin tutum ve
359
davranıĢları ne yönde idi? YaĢanmıĢ bir olayla
da bu konuya değinelim:
Olay, Büyük taarruzun takip harekâtı
sırasında cereyan eder. DüĢman birlikleri
Ġzmir‟e doğra kaçarken geride birçok silâh araç,
gereçle birlikte esir de bırakıyordu.
Binbaşı Kemal Beyi Duygulandıran
Olay:
Halide Edip Hanım, RuĢen EĢref Ünaydin
ve BinbaĢı Kemal Bey otomobille Adala‟ya
yetiĢmeye çalıĢıyorlardı. BinbaĢı birden Ģoföre “
Dur!” diye seslendi.
Araba yavaĢlayıp durdu. BinbaĢının
dikkatini esir bir Yunan subayını geriye götüren
asker çekmiĢti. Yunan subayı eĢeğe binmiĢ,
asker ise yaya idi. Asker binbaĢıyı görünce
selâm verdi. Yunan subayı eĢekten indi. Hasta
suratlı biriydi.
-“Kim bu?”
-“Bir esir.”
-“Nereye götürüyorsun?”
-“Geriye, Alay karargâhına”
BinbaĢı kızdı:
360
-“Ulan! Sen bunun seyisi misin, hizmet eri
misin? Hayvana sen bin o yürüsün.”
Asker, üçünün de yüreğini titreten bir iç
temizliği ile:
-“Hiç olur mu komutanım!” dedi.” O Ģimdi
ocağından kopmuĢ bir gurbet adamı. Misafir ve
de bana emanet”-.
BinbaĢı gözlerinin dolduğunu belli
etmemek için baĢını çevirip Ģoföre “ Yürü!” diye
emretti.
Araba hareket ederken asker selâm
durdu. Sonra Yunan subayına eĢeğe binmesini
iĢaret etti:
-“Haydı bin çorbacı, akĢam karavanasına
yetiĢelim; aç kalma,”diyerek yola düĢtüler.(26)
Bu yaĢanmıĢ olaylar, Allah buyruğuna
uyulduğu sürece baĢarıdan baĢarıya ulaĢılacağı
gerçeğini hatırlatmıyor mu?
GeçmiĢte olduğu gibi zamanımızda da
bazı kesimlerce yine Allah‟ın kesin emirleri
önemsenmiyor, terörle insanlar öldürülüyor,
haksız kazanç elde ediliyor, ahlâk kurallarına
uyulmuyor, adalet ve eĢitlik ilkesi güçlü olanlar
361
çıkarına iĢliyor; bunların ötesinde Allah ve
Peygambere uyan değil, kendi nefsinin
isteklerine tapınan insanlar çoğalıyor. Bu
gerçekler bize Ģu atasözünü hatırlatıyor: “Tarih,
tekerrürden ibarettir derler. Eğer, ibret (ders)
alınsaydı, hiç tekerrür eder miydi?” Tabii ki
tekrarlanmazdı. Ancak insanlar, dünyanın geçici
güzellik, zevk ve sefasına kapılıp yaĢamlarını
böyle bir ortamda değerlendirirken, nefislerinin
önüne çıkarılacak her önlemi kendilerine engel
olarak göreceklerdir. Onlar için, dünya
yaĢamının bir sınav olduğu gerçeği hiçbir anlam
ifade etmez. Varsa da yoksa da maddi çıkar,
eğlenceli hayat, günü gün etme tutkusu. Bunun
ötesi, onları ilgilendirmez. Allah‟ın kitabını,
çağdıĢı dogma; Hz. Peygamberin (s) sözlerini
hurafe ve dini yaĢamı gericilik olarak
yorumlayıp aĢağılamaya kalkıĢan böyle bir
zihniyet için sınavın ne gibi önemi olabilir!
Zaten onlar için her Ģey bu dünyada oluĢur,
burada sonuçlanır. Cennet ve Cehennem gibi
ayrı bir yaĢam tarzı yoktur. Âhirete gidip de
gelen mi var?” Olmadığına göre ileri sürülen bu
362
kavramlar, insanları korkutmak, yanıltmak için
uydurulmuĢ birer safsatadan baĢka bir Ģey de
değildir. O nedenle bu gibi çağ dıĢı düĢüncelerin
arkasına düĢüp yaĢantımızın karartılmasına
fırsat verilmemelidir,” diyerek dindar kesime
karĢı olumsuz tavır alırlar. Hatta, Ġslâm‟ın
esaslarını ve dini bilgileri öğreten okul çıkıĢlı
olanların devlet kadrolarında üst düzey yönetici
olmalarını hiçbir Ģekilde içlerine sindiremezler.
“Bir kiĢi Arapça bilsin, Kur‟an okusun; sonra da
doktor olsun, hâkim olsun, mühendis olsun;
olacak Ģey mi bu?” diyerek duydukları nefret ve
küçümsemeyi belirtmeye çalıĢırlar. Sanki
dıĢladıkları o kesim, bu ülkenin insanı değildir;
onlar T.C. Devleti denetimi altında bulunan
okullardan değil, yabancı ülke eğitim
kurumlarından yetiĢmiĢ kimselerdir. Nerede
kaldı eĢitlik, adalet, insan hakları ve de
demokrasi. Böyle bir zihniyeti, ancak kendini
düĢünen bağnazlık olarak nitelemek gerekir.
Sözde bu çıkıĢları ile lâikliği savunduklarını
zannederler. BaĢka bir zamanda da “lâiklik
363
dinsizlik değildir” diyerek lâikliğin tanımını
yaparlar.
Halbuki lâik sistemden amaç, hiçbir din,
mezhep, felsefi görüĢ veya kuruluĢun kendine
özgü kurallarının etkisi altında kalmadan ülke
gerçekleri ve ulusun ihtiyaçlarını adalet ve
eĢitlik prensiplerine göre belirleyip yasal
düzenleme yapılıp uygulamaktır. Diğer bir
ifadeyle hazırlanan yasalar, ülke gerçekleri neyi
gerektiriyorsa,(bölücü, kırıcı değil, birleĢtirici bir
yöntemle) o yönde yasalaĢıp uygulanmalıdır.
Nedeni, eğer toplumu değiĢik inanç ve düĢünce
yapısına sahip kiĢiler oluĢturmakta ise, herkes
çıkarılacak yasaların kendi inançları
doğrultusunda olmasını isteyecek, kabul
görmediği takdirde güç kullanma eylemine
giriĢecek ve dolayısı ile devlet yönetimi bir kaos
ortamına sürüklenecektir. ĠĢte bu nedenle,
çoğunluğunu farklı inanç, görüĢ, etnik grup ve
felsefi yapının oluĢturduğu toplumda birlik
düzeninin geçerli olabilmesi yönünden lâiklik
sistemi önem kazanır. Ne o görüĢ ve ne de bu
inanç; ülke çıkarları neyi gerektiriyorsa, yasalar
364
da o doğrultuda hiçbir baskı altında kalmadan
çıkarılmalıdır. Bu yöntem, hem demokrasinin ve
hem de insana verilen değerin ölçüsünü
yansıtır. Bu sistemle devlet, toplumun
bireylerini inançları yönünden serbest
bırakmalıdır. Üzerine baskı ve tercih yönünden
bir yaptırımı olmamalıdır. Ġsteyen Allah‟a inanır,
isteyen doğanın yaratıcı güç olduğunu
benimser, isteyen Ģeytana tapınır, isteyen de
hiçbir güce inanmaz. Böylece, her kesim, kendi
inanç ve düĢünceleri doğrultusunda yaĢamlarını
sürdürürler. Kimse baĢkasını, dini inanıĢ,
mezhep farklılığı ve görüĢ ayrılığı yönünden ne
küçümseyebilir, ne de üzerinde baskı kurabilir.
Yeter ki, eylemleri ile devlet düzenini kendi
inançları doğrultusunda değiĢtirmeye
kalkıĢmasınlar. Devlet, bütün bu kesimleri,
ülkenin insanı olarak herhangi bir ayrım
gözetmeden hepsini eĢit seviyede kucaklar;
sorunlarına çözüm arar. Çünkü lâik sistem,
bölücü, horlayıcı, aĢağılayıcı değil; insanları
birleĢtirici ve iliĢkilerini geliĢtirici rol oynar.
Kırgınlık, düĢmanlık, bölücülüğün yerini, ulusal
365
vatandaĢlık tutkusu alır. Bundan da birlik ve
beraberlik ortamında yaĢama arzusu doğar.
Tıpkı, Ġstanbul‟un fethi sonrası Müslüman
olmayanlara tanınan inanç özgürlüğü ile adalet
ve eĢitlik ilkelerinin uygulanmasında halkın nasıl
kaynaĢıp huzur ortamında yaĢadığı gibi.
Yine bu sistem ile hangi inanıĢta veya
ideolojik görüĢte olursa olsun, ülke temsilcisi
olarak uluslararası spor, bilim ve teknoloji
yarıĢmalarında baĢarı sağlayıp isim yapmıĢ olan
Türk vatandaĢları, tüm ulus bireylerinin onur
kaynağı olmaktadır. Sevinç ve baĢarılar tüm
vatandaĢlarca paylaĢılmakta ve onlara saygı
duyulmaktadır. Bu da laik sistemle ulaĢılan
birlik ve beraberlik duygusunun yaĢam biçimine
yansımasıdır. Çünkü sistem, hoĢgörü üzerine
kurulmuĢtur Bu söylemler madalyanın bir yüzü,
diğer yüzünü çevirip baĢka gerçekleri görelim:
Yeni çağda Avrupa‟nın durumu ne idi ?
Uzun süren harplerin nedenleri araĢtırılırsa,
karĢımıza mezhep kavgaları çıkar. Nitekim
1618-1648 tarihleri arasında süren ve tarihe “
Otuz Yıl SavaĢları” olarak geçen olay,
366
baĢlangıçta Almanya‟da Katolikler ile
Protestanlar arasında bir mezhep kavgası
Ģeklinde baĢlamıĢ ve kısa zamanda Avrupa
ülkelerine yayılmıĢtır. Haçlı Seferleri de bunun
baĢka bir örneğidir...
Ġslâm âlemi de bundan pek geri kalmaz
Çünkü bir inanıĢ sahibi, aynı inanıĢı
paylaĢmayan karĢı tarafı kendine düĢman
görmekte veya kendi görüĢünü kabul ettirmek
için savaĢa baĢvurmaktadır. Böylece toplum bir
felâkete sürüklenmesi kaçınılmaz olur. Örneğin,
Ġslâm‟ın ilk dönemleri; Hz. Ali halife seçilmiĢ.
Ortam anarĢi yuvasına dönüĢmüĢ; çünkü Halife
Hz. Osman teröristler tarafından kasıtlı olarak
öldürülmüĢ ve henüz suçlular da
yakalanmamıĢtır. Hz. Ali, öncelikle ülkede huzur
ve sükûnun yerleĢmesi için çaba harcar.
Uyguladığı yöntemler,” Hariciler” denen bir grup
tarafından benimsenmez. Hz. Peygamber
tarafından “ilmin kapısı” olarak övülen Hz.
Ali‟ye,” Ġslâm‟ı yanlıĢ anlayıp uyguluyor” diye
karĢı çıkarlar. Böylece kinlerini de bir savaĢ
ortamına kadar götürürler.
367
BaĢka bir örnek de bugün (2006 yılı)
komĢu ülke Irak‟ın içine düĢtüğü kaos
durumundan verelim:
Kimyasal silahların varsayımı ile hareket
eden ABD yönetimi, hem bu silahları imha
etmek ve hem de Irak halkını diktatörden
kurtarıp demokrasi getirmek amacıyla
oluĢturduğu koalisyon güçleriyle 2003 yılı
ilkbaharında ülkeyi iĢgal etti. Devlet yönetimi
yeniden oluĢturuldu. Hazırlanan Anayasa halk
oylamasından geçirilip uygulamaya konuldu. Ne
var ki, mezhep ve etnik kökenliler arasında tam
bir mutabakat sağlanamadı. ġii ve Sünni
mezhep grupları arasında misillemeli olarak
intihar komandoları aracılığı ile vahĢete varan
terör eylemleri estirildi. Halen patlayıcı yüklü
araçları infilak ettirerek binlerce suçsuz insan
hayatını kaybetmektedir. Örneğin, bu satırların
yazıldığı tarihteki olaylarda;
23-11-2006: 160 ölü, 257 yaralı
24-11-2006: 41 ölü, 24 yaralı
26-11-2006: 23 ölü, 40 yaralı, meydana
geldi. Cereyan eden olayların ne zaman son
368
bulacağı da tahminlerin ötesinde.. Peki,
amaçları ne? Devlet yönetimine egemen
olmak..
Tarihe geçmiĢ bu olaylardan ders almak
gerekir. Özellikle din, mezhep, felsefi görüĢ ve
etnik köken gibi farklı inanç, kültür ve
düĢüncelerin bir mozaik oluĢturduğu toplumda
devlet otoritesinin sağlanması kapsamında
uygulanacak orta yol, hoĢgörü üzerine kurulu
lâiklik sistemi olmalıdır. Bunun ötesi, halkı farklı
gruplara böler, baskı ve sindirme taktikleri
eyleme dönüĢür; demokrasi ve insan hakları
rencide olur. Devletin yönetimdeki otoritesi de
sarsılır.
Tekrar baĢa dönelim, kendi düĢünce
sisteminin Ģekillendirdiği lâiklik anlayıĢıyla din
kültürü almıĢ bu vatanın evlâdını dıĢlayan,
aĢağılayan ve devlet yönetiminde görev
almasını bir türlü içlerine sindiremeyen kiĢileri
nasıl lâik sistemden yana, sosyal ve demokrat
olarak görebiliriz? Azın çoğa egemen olduğu bir
ortamda demokrasiden söz edilebilir mi? Tabiî
ki hayır! Öyleyse, hoĢgörü ortamında gerçekleri
369
görüp kendimize çeki düzen vermeliyiz.
Kendimiz kadar, baĢka vatandaĢın da bu ülkede
huzur içerisinde, eĢit olarak yaĢama ve devletin
olanaklarından yararlanma hakkının
bulunduğunu kabul etmeliyiz. Çünkü haklıya
hakkını vermek hem uygarlık ve hem de
insanlık erdemidir.
Allah‟ın çağrısına uymayanların hem
dünyada, hem de ahirette cezalandırılacağına
iliĢkin ayeti tekrar hatırlayalım:” Ant olsun ki,
biz onlara, o büyük azaptan önce pek
yakın azabı da tattıracağız. Belki
dönerler!” (Secde Sur/21) Bu ayetin ikaz
niteliğindeki anlamıyla örtüĢen toplumsal tarihi
bilgiler dikkatlere sunuldu. Allah‟ın sözünde bir
değiĢiklik olmadığı somut örneklerle gözler
önüne serilmeye çalıĢıldı. Yeter ki, ciddi olarak
konu önemsensin ve bundan gelecek için ders
alınsın.
Ġnsanlar bireysel olarak da aynı yöntemle
denenmektedir. Ya kendimiz veya toplum
içerisinde tanıdık kiĢiler buna benzer
denemelerle pek çok sınav geçirmiĢlerdir. Zaten
370
Cenab-ı Hak, kimin davranıĢının daha güzel
olduğunu belirlemek üzere devamlı sınava tabi
tutmaktadır.” Biz sizi, biraz açlık, biraz
korku; biraz da candan, maldan ve
ürünlerden noksanlık vermek suretiyle
deneriz. Sabredenleri müjdele!”diye
buyurmuştur (Bakara Sur/155). Ġnsan
yaĢamında her Ģey “ güllük gülistanlık” değildir
Zaman olur huzur duyar; zaman olur
meĢakkatli, sıkıntılı, stresli yorgun bir hayat
yaĢar. Yani iniĢli- çıkıĢlı bir görünüm içerisinde
yaĢam sürdürür. Bütün bunlar geçirdiği sınavın
birer basamağını oluĢturur. Yaratan Güç
tarafından denenir. Yöntemdeki amaç, kiĢinin
sabretmek- Ģükretmek olgusuna uyarlılığı
belirlensin; böylece seçkin kullar arasına
katılması gerçekleĢmiĢ olsun. Bu bağlamda,
tarihe geçmiĢ bir olay ile tanık olduğum bir
hatıra ve söyleĢiyi sizlerle paylaĢmak isterim.
Dilerim, bu anlatılacak olan gerçeklerden sizler
de etkilenip varsa noksanlıklar giderilmeye
çalıĢılır!
Filozof Paskal’ın Yaşam Öyküsü:
371
17‟ci asırda yaĢamıĢ olan filozof Paskal,
hem büyük bir âlim ve düĢünür, hem de aziz
seviyesine yükselmiĢ bir Hıristiyan mistiğidir.
Genç yaĢta yaptığı fizik ve matematik
sahasındaki buluĢları onu “deha” payesine
ulaĢtırmıĢtır.
Paskal, matematik ve müspet ilimlerle
meĢhur iken dünya adamı olarak ömrünü
geçirmekte idi. Yani heveslerine düĢkün olarak
yaĢıyordu. Eğlenceyi sevip kadın meclislerinden
zevk alıyordu.
Paris‟te geçirdiği bu zevk ve eğlence
hayatı esnasında bir gün beklenmeyen kaza ile
karĢılaĢır ġehrin dıĢında Sen nehri civarında pek
hoĢlandığı araba gezintisini yaparken birden
atlar ürküp gemi azıya alırlar ve nehre doğru
dörtnal koĢmaya baĢlarlar. Bir an sonra araba
ile nehrin sularına gömülecek olan genç Paskal,
ölümün arifesi olan bu an içinde Allah‟ın
koruması altında olduğunu hisseder; O‟na
teslim olur. Nehrin tam kıyısına gelindiğinde
dizginler kopar, altı at nehre dalar, araba ise
kıyıda kalır ve Paskal‟da böylece kurtulmuĢ
372
olur. Bu kurtuluĢ anında Allah‟ın kendisiyle
beraberliğini yaĢar. Bir zaman sonra bütün
dünya meĢgalelerini, çapkınlık heveslerini terk
edip bir manastıra sığınır. Orada ibadet ve ilâhi
konuları düĢünerek bir yılını geçirir. Fakat
nefsine söz dinletemez. Bir yıl sonra çıkıp eski
hayatını daha hızlı olarak yaĢamaya baĢlar.
Ancak ikinci yılın sonunda bu gidiĢattan nefret
edip tekrar manastıra çekilir. Böylece ilâhi zevki
sonsuz lezzetlerle yaĢar ve sığındığı Allah
yuvasında ölür.
Paskal, manastırda kendisini tamamen
dine verir ve gerçekleri bu inançla yakalamaya
çalıĢır Allah‟a yakınlıkları bakımından insanları
üç gruba ayırır: Birinciler, hem Allah‟ı
bulmuĢlardır, hem de O‟nu bilirler, daima
hatırlarlar. Ġkinciler Allah‟ı ararlar, lâkin
bulamazlar. Üçüncüler ise O‟nu ne arar, ne de
bulurlar. Böylece ömürlerini geçirirler. Birinciler
hem akıllı, hem de mutludurlar. Sonuncular,
hem akılsız, hem de mutsuzdurlar. Ortadaki
insanlar akıllı, ancak onlar da mutsuzdurlar.
373
Sonuç olarak da Ģöyle der: “Az ilim Allah‟tan
uzaklaĢtırır; çok ilim ise, Allah‟a ulaĢtırır.”5
Geçmişte Kalan Bir Anı:
1963-1971 yılları arasında görev
nedeniyle Adapazarı‟nda bulundum. Gerek iĢ
çevresinde, gerek halk arasında birçok tanıdık
kiĢi ve dostlar edindim. Fakat bir tanıdık, gerek
yaĢam biçimi, gerek insanlarla iliĢkileri
bakımından farklı bir konumda idi. Hem kendisi
ve hem de muhterem eĢi, olgun birer insan
görünümü ile davranıp herkesle güzel iliĢkiler
kurarlardı. Yüzlerinden tebessüm eksik olmazdı.
Hal hatır sorar, varsa sorunlarıyla ilgilenirlerdi.
Daha doğrusu davranıĢları ile herkesi mahcup
ederlerdi. Bir dini bayram günü evlerinde
kendilerini ziyaret ettik. Ailece bayramlarını
kutladık. Ġzaz ve ikramda bulundular.
Ayrılırken, küçük yaĢtaki çocuklarıma cep
harçlığı yanında birer de mendil hediye etmeleri
unutulmaz anı olarak belleğimizde kaldı. Maddi
değerin ötesinde bu cömert ve öz verili
5 Niçin İnanıyorlar? Zafer İlim Arş.Der. Şubat 1984 sayısı
374
davranıĢları, doğrusu bizlere,
unutamayacağımız bir örnek oldu.
ĠĢ çevresinde, sosyal dayanıĢma
kapsamında her ne zaman para toplandığında
mutlaka bu dostumuzun ismi listede yer alırdı.
Bir cenaze olunca hem kendisi ve hem de eĢi
yardımcı olur, sıkıntıları gidermeye çalıĢırlardı.
Yine böyle bir arkadaĢ cenazesi olmuĢtu.
Gerekli iĢlemler tamamlanmıĢ, cenaze
namazının kılınması bekleniyordu. Kendisini
cami bahçesi dıĢında gördüm. Asker kökenli
olması nedeniyle kendisine : “Komutanım,
içeriye buyurun.” diyerek teklifte bulundum.
Bana: “Bunun sorumlusu sensin; çünkü
öğretmediniz” diye, karĢılık verdi. Ben de:
“Yeter ki siz isteyin öğretmesi kolay.” dedim.
Aradan uzun zaman geçmiĢti. Bu
dostumu bir gün Ankara Maltepe Camii
bahçesinde gördüm. “Komutanım hayrola! Siz
nasıl oldu da cami bahçesi içine kadar
girebildiniz!” diyerek hayranlık ve duyduğum
sevinci belirtmek istedim. Verdiği cevap çok
ilginçti: “Süleyman, ben artık değiĢtim!” dedi ve
375
olan bitenleri hüzünlü Ģekilde anlattı. Emekli
olduktan sonra Ankara‟ya yerleĢtiğini, bir gün
eĢi caddeden karĢı tarafa geçerken trafik kazası
geçirip vefat ettiğini, üzüntü ve sıkıntı sonucu
sağlığını kaybettiğini, bu arada bir de mide
ameliyatı geçirdiğini açıkladı. Sonra da, önceki
hal ve davranıĢın uygun düĢtüğü o güzelim
Ġslâm‟ı yaĢamaya baĢladığını ifade etti. Meğer
yukarıda meâlleri yazılı âyetlerin belirlediği
yöntemle sınav geçirmiĢ benim dostum. Allah‟ın
lütfûna uyup yönünü değiĢtirmiĢ. Zaten bizler
için önemli ve değerli olan da, en son yaĢam
tarzıdır. Bu nedenle kiĢiler arası konuĢmalarda
da “Ne olduğum değil, ne olacağım, diye
düĢünmenin” gerekliliği vurgulanarak
hatırlatma yapılır.
Pop Müziği Sanatçısı Doğuş’un Yaşam
Öyküsünden Bir kesit:
Pop müziği sanatçısı DoğuĢ‟u Türkiye
genelinde hemen herkes tanır. YaĢıtı gençliğin
cazibe odağıdır. ġarkılarını yorumlarken
dinleyici gençleri büyüleyip coĢku içerisinde
yüreklerini hoplatarak ne denli taĢkınlık ve
376
çılgınlık yapacak hale getirdiğini izlemekteyiz.
1400 üzerinde Ģarkısının bulunduğunu, yeni
albümler hazırlayıp hayranlarının karĢısına her
zaman yeniliklerle çıkıp onlara müzik ziyafeti
vereceğini ifade ediyor. Bu maksatla “Doğu
Müziği” adı altında kurduğu bir Ģirketle yoluna
devam ederken bakın geçmiĢini de nasıl
anlatıyor:
DoğuĢ, küçük yaĢta kimsesiz kalıp
çocukluk döneminin bir bölümünü sokak
çocukları arasında geçirir. Hırsızlık gibi kötü
alıĢkanlığa bulaĢır ve gençlik çağını Polis
Karakolu ile Ceza ve Tutuk Evleri arasında
sürdürür. Kendi ifadesine göre,”Ben eskiden
Allah‟a inanmıyordum. O kadar çok hapse
girdim, açlık çektim ki, tövbe hâĢâ!- nerede
nerede benim koruyucum?- diyordum kendi
kendime. Çok dağılmıĢtım. Tövbe ettikten
sonra, Allah‟ım beni affet, dedim. O zamandan
bu yana oruçlarımı hiç kaçırmadım. Cebimde iki
lira varsa bir lirasını verdim muhtaçlara”
diyerek kötü alıĢkanlıkları devam ettiren
kiĢilerinde dönüĢ yapmaları için bir mesaj
377
vermekte. Tövbe yapmasına neden olan son
olayı da Ģöyle açıklıyor:
“Henüz 17 yaĢında idim. O gün
Emniyetteki sorgulanmam sonuçlanıp beni
serbest bırakmıĢlardı. Ancak, çok sıkıntı, üzüntü
çekmiĢtim. Onca Ģeyden sonra karar verdim;
artık bu tür iĢlerle uğraĢmayacaktım. Gece
birkaç arkadaĢımla buluĢtum. Dediler ki,” Biz
market soyacağız”. Kendilerine, olur mu hiç
böyle Ģey, her tarafım mosmor, yeni çıktım
hapisten, ben girmem bu iĢe, dedim.”Öyleyse
köĢede dur” diyerek gözlemcilik yapmamı
istediler. Çaldıkları eĢyaları ceplerine doldurup
benim elime de birkaç kalem verdiler. O sırada
bir Polis ekibi otosu yanımızda durdu. Hemen
koĢmaya baĢladım, ateĢ edip kolumdan
yaraladılar. DıĢ kapısı açık bir apartmanın içine
daldım. Arkadan da polisler takip ediyorlardı.
Hızlı olarak merdivenleri tırmanıp en üst kata
çıkıp köĢede saklandım. Polislerde gele gele bir
alt kata kadar çıktılar. O sırada tövbe ediyorum
Allah‟ım, bundan sonra kimseye zarar
vermeyeceğim, diyerek Yaratanıma sığınıp söz
378
verdim. Polisler bir merdiven daha çıksalar beni
görüp yakalayacaklardı. Sağa-sola-yukarı
bakındıktan sonra takip etmeden vazgeçtiler.
Ben de ağlayarak aĢağıya inip sokağa çıktım ve
elimdeki kalemleri attım. ArkadaĢlarıma da,
benim yolum baĢka artık, eyvallah size, diyerek
onlardan ayrıldım. ĠĢte bu olaydan sonra Allah‟a
sonsuz inancım var. Oysaki önceleri ateistim”6.
Pop müziği sanatçısı DoğuĢ‟un geçmiĢini
irdeleyerek gerçek yola dönüĢündeki samimi
itiraflarını sizlerle paylaĢmak istedim. Açık ve
seçik olarak görüldüğü gibi, tövbe edip Allah‟ın
affına sığınan kiĢi, hem imanını artırıyor, hem
de Rahman ve Rahim olan yüce Rabb‟ın
yardımını anında yanında bulabiliyor. Yüce
Rabb‟ım bu olayla da, nefsine uyup çeĢitli
günahlarla yaĢamını lekeleyen kiĢilerin
kurtuluĢları için DoğuĢ‟un yaĢam öyküsünden
ders almalarını istiyor.
Amaç anı anlatmak değil, doğumdan
ölüme uzanan hayat koĢu yolunda devamlı
6 21 Nisan 2005 Tarihli Dünden Bugüne Tercuman Gazetesi.Şebnem Özuzcan’ın Doğuş’la
yaptığı röportaj
379
sınav geçirdiğimizin bilincine sahip olmak, Allah
ve Rasûlü‟nün koyduğu kurallara uyulmadığı
zaman ahiret yaĢamında bunların hesabının
sorulacağı, ceza olarak Cehennem azabının
gerçekleĢeceği; bunda Ģüphesi olanlar için
dünyada iken bazı kimselere ikaz niteliğinde
azâp tattırılarak diğerlerine örnek gösterildiğini
belirtmek içindir. Bu örnekler az da olsa zaman
zaman ya kendi aile ortamımızda, ya da
çevrede tekrarlanmaktadır. Yeter ki, gerçekçi
olarak olayları izleyip bundan kendimize ders
çıkarabilme basiretini gösterebilelim. Benzer bir
olayın kendi baĢımıza gelmediğini görüp “Ben
Allah‟ın sevgili kulu olduğum için
korunmaktayım.” diye yanlıĢ bir düĢünceye
sahip olmak yanıltıcı bir yaklaĢım olur. Çünkü
Allah‟ın buyruklarına uyanlar ancak O‟nun
sevgili kulu olabilmektedir. Sonra, Allah sevdiği
kulunu da bazı olumsuzluklarla imtihan yapar.
Allah‟ın daha çok sevdiği kullar peygamberleri
olduğu halde (Hz. Süleyman hariç) ne denli
sıkıntı çekip olumsuzluklarla karĢılaĢtıkları
“Peygamberler Tarihinde” açık ve seçik olarak
380
anlatılmaktadır. Böylece yaĢamın her
aĢamasında iyi veya kötü geçireceğimiz her
sınav, Allah‟a bağlılık derecesini belirlenmiĢ
olur.
Sona yaklaĢırken buraya kadar açıklanıp
anlatılanların özetlerini büyüteçten görmeye
çalıĢalım:
-Ġnsan neslinin atası kimdir?
-Hz. Adem ve Hz. Havva.
-Onların yaratıldıkları yer neresi?
-Cennet.
-Cennetten niçin kovuldular?
-Allah‟ın emri dıĢında Ģeytana uyup yasak
meyveden yiyerek günah kazandıkları için.
-Bu günahtan nasıl temizleneceklerdi?
-Dünya sıkıntılarını çekip nefislerini
olgunlaĢtırarak..
-Peki, bu nasıl gerçekleĢecek?
Hayatın her aĢamasında, Allah‟a itaat ve
ibadet edip sınav geçirmekle..
Ġnsanoğlu demek ki, atalarının ilk
yaratıldığı mekâna tekrar dönebilmesi için
kendine verilen ev ödevine iyi çalıĢıp
381
hazırlanması gerekiyor. Bu ödev de, Allah‟a
kulluk görevini yerine getirmek ve nefsi eğitip
olgunlaĢtırmakla tamamlanmıĢ olacak. Allah‟a
kulluk, O‟nu en büyük tanımak, O‟na sığınmak,
O‟na güvenmek, O‟ndan yardım dilemek, O‟na
saygı duyup ibadet etmek, O‟nun emir ve
yasaklarına koĢulsuz uymak, O‟nu (kiĢinin sahip
olduğu her Ģeyden) çok sevmek ve yine O‟ndan
korkmak gibi kuralları kapsar.
Peki, nefis nasıl eğitilip olgunlaĢtırılabilir?
Bunun yol ve yöntemini, Allah‟ın emirleri ile
Rasûlallah‟ın tavsiyelerinde görmekteyiz. Diğer
bir ifadeyle,-haram ve günahlardan uzak
durmakla.- Bunların ayrıntıları örnekleri ile
beraber geçmiĢ bölümlerde açıklanıp
anlatılmaya çalıĢıldı. Bunlar, hayat takviminin
hazırlanmasında davranıĢlarımızı yönlendiren
birer ölçü olmaktadır. Her gün o takvimden
birer yaprak koparılıp atılırken üzerinde bizler
için ne gibi notlar tutulduğuna dikkat etmeliyiz.
Çünkü o takvim yaprakları ahirette amel defteri
olarak karĢımıza çıkacaktır. Bu nedenle her
gece baĢımızı yastığa koyarken bir günlük
382
uğraĢının muhasebesini gözden geçirmeliyiz.
KiĢi kendini sorgulayıp: “Bugün Allah rızası için
ne yaptım?” demelidir. Eğer bu soruya olumlu
cevap veremezse o günü, hayatı için kayıp gün
olarak görmeli ve üzüntü duymalıdır. Bilerek
veya bilmeden bir hata olarak iĢlediği günahlar
olmuĢsa piĢman olup tövbe yapmalıdır. Çünkü
ertesi sabah yeni bir güne baĢlayacak,
dünyanın geçici cazibesine takılıp baĢka iĢlerle
uğraĢacaktır. Böylece hayat akıp gidecek ve
ömür takviminden her gün birer birer yaprak
düĢecektir. Bir de bakacak ki, takvim yaprakları
son bulmuĢ; eğer zamanında tövbesi
yapılmamıĢsa günahlar kat kat çoğalmıĢlardır.
Bu aĢamada nefsin eğitilip olgunlaĢması ise,
artık ahiret hayatına kalacaktır. Demirin pası
nasıl ki kızgın ateĢte giderilmekte ise, bunun
gibi insanın manevi pası sayılan günahları da
Cehennem ateĢinde temizlenecektir. Yeter ki,
Allah‟ı inkâr etmek veya O‟na Ģirk koĢmak gibi
büyük bir günah iĢlenmiĢ olmasın. Çünkü bu
günahın affı yoktur; cezası ise Cehennemde
devamlı iĢkence görmesidir.
383
Hz. Peygamberimiz (s) miraç
dönüĢünde Müslümanlara verdiği müjdenin
birisi de, Allah ve Resulünü tanıyan her
Müslüman‟ın Cennete gireceğidir. Nitekim
Resulullah (s) buyurdu ki; Allah Cennetlikleri
Cennete koyar. O, dileyeceği kimseleri
rahmetiyle Cennete katar. Ateşlikleri de
ateşe atar. Sonra: “Bakınız, kalbinde bir
hardal tanesi kadar iman olan kimi
bulursanız onu ateşten çıkarınız.” buyurur.
Bunun üzerine böyle olanlar Cehennemden
kömür gibi yanmış oldukları halde
çıkarılırlar da – hayat nehri – içine atılırlar.
Ve onlar sel uğrağında kalan yabani
reyhan tohumlarının bittiği gibi orada
süratle biterler. Siz onları görmediniz mi?
nasıl sapsarı olarak ve salınarak sürerler
(Müslim, İman:304). Evet, kalbinde bir
hardal tanesi kadar iman bulunan her
Müslüman Cennete girecek ancak, üzerindeki
günah pasını giderdikten sonra. ĠĢte bu nedenle
diyoruz ki, yaĢadığımız bu dünya, insanoğlu için
bir imtihan yeridir. Allah Teâlâ bizleri, çeĢitli
384
yönlerden sınava tabi tutup böylece
davranıĢlarımızın kurallara uyup uymadığını,
nefislerin ne ölçüde olgunlaĢtığını
belirlemektedir. Buna göre de ahirette hak
edeceğimiz yaĢam biçimi takdir edilecektir.
Allah‟ın vaadi haktır (gerçektir),
sünnetinde de bir değiĢiklik olmaz. Dünya
yaĢamı için olan buyruklarının doğruluğunu
yaĢayarak görmekteyiz. Ġkinci hayat için
bildirdiklerinin de aynen gerçekleĢeceğinden
asla bir Ģüphe duyulmamalıdır. Öyleyse, ebedi
hayatın mutlu yaĢamı ayrıntılarıyla bizlere
açıklandığı halde, neden hâlâ bu dünyanın
geçici cazibesine takılıp nefsimize yenik
düĢmekteyiz? Neden, düĢman olarak tanıtılan
Ģeytanın adımlarını takip ediyoruz? Neden,
günlük hayatımızı düzenlerken akıl ve iradeyi
nefsin önüne çıkarıp sağlıklı karar veremiyoruz?
Çünkü genelde tam bir iman sahibi değiliz. EĢit
tutulması gerekirken dünya yaĢamını ahirete
tercih ediyoruz. Ġnançlı bilim sahibi kiĢilerin hak
yola çağrı ve öğütlerini de pek fazla
önemsemiyoruz. ĠĢte bu nedenledir ki, Yüce
385
Allah Kur‟an-ı Kerim‟i tanıtırken: “O öyle bir
kitaptır ki içinde şüphe edilecek hiçbir şey
yoktur. O, muttakiler (inanmış ve arınmak
isteyenler) için bir yol göstericidir.”
(Bakara Sur./2) buyurmaktadır. Halk
arasında konuĢulan bir benzetme vardır:
“Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı
olmaz!” Bunun gibi, Allah‟ın güç ve kudretini
tanımayan veya önemsemeyen, O‟na dilekte
bulunup yardım dilemeyen bir zihniyetin
temsilcisi imansız kiĢiler hiç Kur‟an‟a inanır mı?
Onun buyruklarına uyar mı? Verilecek cevap,
“hayır, uymaz!” Ģeklinde olacaktır. Bu
gerçekten dolayı da Allah Teâlâ Kuran‟ı, imansız
ve inkârcıları değil; inanç sahibi muttakileri
doğru yola götürecek bir kitap olarak tanıtıyor.
Çünkü Kuran‟a, ancak sakınanlar inanmaktadır.
Oysaki aklın önderliğinde, Allah‟ın güç ve
kudretini benliğinde hissedip O‟na teslim olmak
için gerek insanın yapısında gerekse doğada
sayısız ilginç olaylar tekrarlanmaktadır. Yeter
ki, araĢtırmacı titizliği ve dürüstlüğü ile
bakıĢlarını o tarafa çevirsinler. Ve de, gördükleri
386
gerçekleri insaf ölçüsünde değerlendirsinler.
Umarım o zaman, gözlerinin gördüklerini
kalpleri de onaylayacaktır. Yüce Allah, evrenin
tek hâkimi, yaratıp yönlendiricinin bizzat
kendisi olduğunu insanlara göstermek amacıyla
bizleri ilginç olaylara tanık etmektedir. AĢağıda
okuyacağınız bu olayların yorumunu size
bırakıyorum:
Monark Kelebeklerinin Yaşam Öyküsü:
“Monark kelebekleri” adında bir canlı türü
duydunuz mu? Sakın, ülkemizin ilkbaharında
bahçe ve parklardaki çiçekler üzerinde uçuĢan
kelebekler diye bir yanılgıya düĢmeyiniz! Evet,
bu da bir kelebek türü; ancak, birçoklarımızın
henüz bilmediği, harika ve ilginç meziyetleri
olan baĢka bir kelebek türü!...
Monark kelebekleri, ilkbahar ve
sonbahar dönemlerinde gerçekleĢtirdikleri
hayranlık uyandırıcı göçleriyle bilinirler. Yaz
aylarını Kanada‟da geçiren kelebekler,
sonbaharla birlikte tam 3.200 kilometrelik
yolculuk için havalanmaya hazırlanırlar. Tam
gece ile gündüzün eĢitlendiği gecede göç
387
baĢlar. Kanada‟dan havalanan bu dev kelebek
bulutunun hedefi Meksika‟dır. Bu ülkeler arası
yolculukta izlenen rota son derece hassas
ayarlanmıĢtır. Meksika‟ya ulaĢan kelebekler,
her defasında hep aynı dağların yamaçlarını
bulur ve kıĢı buradaki volkanik kayalarla kaplı
arazide geçirirler. Burada Aralık‟tan Mart‟a
kadar 4 ay boyunca hiçbir Ģey yemezler.
YaĢamlarını vücutlarındaki yağ stoklarıyla
sürdürürler; yalnızca su içerler.Ġlkbaharda
açmaya baĢlayan çiçekler Monarklar için
önemlidir. 4 aylık bekleyiĢten sonra ilk defa
kendilerine bir bal özü ziyafeti çekerler. Mart
sonunda yola koyulmadan önce çiftleĢirler. Tam
gece ile gündüzün eĢitlendiği gün koloni tekrar
geldikleri yere (Kanada‟ya) dönmek üzere
kuzeye uçmaya baĢlarlar.
Bu durum bilim adamları için büyük bir
merak konusu olmuĢtur. Kelebek gibi küçük
canlı nasıl olup da 3200 kilometre gibi uzun
mesafeyi kat edebilmekte, milyarlarca defa
kanat çırptığı bu yolculuk için enerji
depolayabilmekte? Dahası, milyonlarca kelebek
388
nasıl olup da aynı anda göç yapma kararı verip
uygulamaktalar?
Bilim adamları için asıl bilmece ise,
kelebek nesilleri hakkındaki bilinenler oluĢturur:
Bir senede dört ya da beĢ nesil monark
kelebeği yaĢar. Sonbahar göçünü bu nesillerden
sadece bir kuĢak gerçekleĢtirir. Bu neslin ömrü
diğerlerininkinden çok daha uzundur. Diğer
nesiller ortalama 6 hafta yaĢadıkları halde göç
eden nesil 6 ay kadar yaĢayabilmekte. Böylece
göç eden nesiller her sene yenilenmiĢ olur. Bir
diğer deyiĢle göçe hazırlanan nesil bu yolculuğa
ilk kez çıkmakta, dahası, 3200 kilometre
uzaktaki bölgeye iliĢkin, ya da geçilecek yollar
hakkında hiçbir Ģey bilmemektedir Bir göç nesli,
bir önceki sene göç eden neslin, torunlarının
torunlarıdır. Bu kelebekler nasıl olup da hiçbir
bilgileri, haritaları ve yön belirleme pusulaları
olmadan bu bilinmeyen yolculuğu
baĢarabilmektedirler? 7
7 http:www.populerbilgi.com/hayvanlar/monark-pusula.php
389
Bu soru doğaya inanlara veya ateistlere
sorulsa yanıtları, kelebeklerde var olan
“biyolojik saat” nedeniyle göç
gerçekleĢmektedir, derler. Peki, böyle bir
beceriyi kelebeklerin genlerine yerleĢtiren kim?
“Doğa”, diyecekler. Oysaki pusula görevi gören
bu sistem ancak üstün bir aklın ürünü olmalıdır.
Söz konusu akıl doğada var mıdır? Nasıl da
kendilerini yanıltıp avutuyorlar?
Evet, hiçbir takvime sahip olmayan
monark kelebeklerinin gece ile gündüzün
birbirine eĢitlendiği gün yola çıkmaları da bu
üstün aklın ilhamından baĢka bir Ģey de
değildir. Bu üstün akıl ise, her Ģeyin yaratıcısı
Yüce Allah‟a aittir.
Diğer bir örnekte insan bedeni
aktivitesinden verelim:
Kan Şekeri (Glikoz) Dönüşümü:
YaĢamayı sürdürmek ve sağlığımızı
korumak için yemek yiyerek besleniriz.
Yediğimiz besinler sindirim sistemi organlarınca
birçok iĢlemden geçer. Ġnce bağırsaklarda
vücudun gereksime duyduğu besinler emilerek
390
kana karıĢır ve kan Ģekerinin yükselmesine
neden olur. Pankreastan salgılanan insülin
hormonu, kandaki Ģekeri (glikozu) hücrelere
taĢıyıp yakılarak enerji elde edilir. Arta kakanı
glikozu ise kaslara, yağ dokularına ve
karaciğere taĢıyarak glikojen olarak depo edilir.
Yenen besinler tamamen sindirilip kandaki
glikoz oranı azalınca kiĢide açlık hissi baĢ
gösterir. Zamanında açlık giderilemezse doku
hücrelerinin tahribi söz konusu olur. Bu
nedenle, yaratıcı güç öyle bir sistem geliĢtirmiĢ
ki, vücut kendi kendine yeterli duruma
gelmiĢtir. ġöyle ki, açlık hissi giderilmediği
takdirde yine pankreastan ve adına “Glukagon”
denen baĢka bir hormon salgılanır. Bu da
insülinin yaptığının tam tersini icra eder. Yani,
karaciğer ve kaslarda depo edilmiĢ glikojeni
glikoza çevirip kan akıĢına salıvermesini sağlar.
Dolaysı ile tahribat önlenmiĢ; açlık sebebiyle
kiĢide beliren halsizlik de giderilmiĢ olur. ġunu
da belirtelim ki “glukagon hormonu” yağ
dokusuna etkili olamaz; baĢka bir hormonun
etkisiyle yağlar, yağ asitlerine ayrıĢarak kan
391
akıĢına salıverilir. Böylece yakılıp enerjiye
dönüĢür.
ġimdi olup bitenlere ibret gözü ile
bakalım: Anlatılan bu sistem ancak üstün bir
aklın ürünü olmalıdır. “Doğa” deyip geçiĢtirmek,
ancak, inatlaĢma ve benliği her Ģeyin üstünde
görüp akıl ötesi bir duygunun esiri olmaktan
baĢka bir Ģey değildir.
Amacımız, inançsız kiĢileri yerip
eleĢtirmek değil, yanlıĢ yolda olduklarını fark
edip belki hak yoluna dönüĢ yaparlar diye iyi
niyet bekleyiĢimizi belirtmektir. Dilerim onlar da
bir gün gerçekleri görür ve hak yoluna dönüĢ
yaparlar. Çünkü hem dünyada ve hem de
âhrette mutlu yaĢam ancak, Allah‟a inanıp
O‟nun ve Rasûlünün buyruklarına uymakla
gerçekleĢebilir.
Allah’ın Sevdiği veya Sevmediği Söz ve
Davranışlar:
Sayın okuyucum, son olarak size bir sorum
olacak: Geçici dünya yaĢamı süresince verdiği
her türlü iyilik ve kötülüklerle bizleri deneyen;
392
bol bağıĢlaması ve merhametiyle geleceğimize
ümitle bakmamızı sağlayan Yüce Allah‟ın sevgili
kulu olmak ister misiniz? Cevabınız “evet” ise, o
zaman sizi candan kutlamak gerekir. Çünkü bu
seçim, hem dünyada hem de ahirette en mutlu
insan olmaya ilk adımın atıldığının ifadesidir.
Eğer,”hayır” ise geleceğinizi karartan, size
piĢmanlık ve ıstıraptan baĢka bir Ģey
kazandırmayan yol seçmiĢ olduğunuz
söylenebilir!
Peki, Allah‟a sevgili kul nasıl olunur; varsa
bunun yol ve yöntemi nelerdir? Evet vardır!.
Bunların neler olduğunu Allah Kur‟anda bizzat
açıklamıĢ ve bizlerden de uygulamasını
istemiĢtir. ġimdi neler olduğunu hep beraber
görelim:
Allah’ın Sevdiği Söz ve Davranışlar:
+…ġunu iyi bilin ki, Allah tövbe edenleri de
sever, temizlenenleri de sever.(Bakara
Sur/222)
+…Allah güzel davranıĢta bulunanları
sever.(Al-i Ġmran Sur/134),
393
+…Allah sabredenleri sever.(Al-i Ġmran
Sur/146)
+…Allah iyi davrananları sever.(Al-i Ġmran
Sur/148),(Maide Sur/13)
+…Allah, kendisine güvenip dayananları
sever.(Al-i Ġmran Sur/159)
+…Allah iyi ve güzel yapanları sever.(Maide
Sur/93)
+…Allah (haksızlıktan) sakınanları
sever.(Tövbe Sur/4)
+…Çünkü Allah (ahdi bozmaktan)
sakınanları sever.(Tövbe Sur/7)
+…Allah da çok temizlenenleri (günahtan
arınanları) sever.(Tövbe Sur/108)
+…Allah adaletli olanları sever.(Mümtehine
Sur/8)
+…Allah, kendi yolunda kenetlenmiĢ bir
yapı gibi saf bağlayarak savaĢanları sever.(Saff
Sur/4)
Allah’ın Sevmediği Söz ve Davranışlar:
+…bilsin ki, Allah da inkârcı kulların
düĢmanıdır.(Bakara Sur/98)
394
+…Size savaĢ açanlara karĢı siz de savaĢ
açın. Sakın aĢırı gitmeyin, çünkü Allah aĢırıları
sevmez.( Bakara Sur/190)
+…Allah kâfirleri sevmez.(Al-i Ġmran
Sur/32, Rum Sur/45))
+…Allah zalimleri sevmez.(Al-i Ġmran
Sur/140, ġura Sur/40)
+…Allah kendini beğenen ve daima
böbürlenen kimseyi sevmez.(Nisa Sur/36, Nahl
Sur/23,Lokman Sur/18, Hadid Sur/23)
+…Çünkü Allah hainliği meslek edinmiĢ
olanları sevmez.(Nisa Sur/107, Enfal Sur/58))
+…Allah kötü sözün açıkça söylenmesini
sevmez (ancak haksızlığa uğrayanlar
baĢka)…(Nisa Sur/148).(Not: Kötü söz= Gıybet,
kovuculuk, çekiĢtirme, yalan, iftira v.s.)
+…Onlar yer yüzünde bozgunculuğa
koĢarlar; Allah ise, bozguncuları sevmez.(Maide
Sur/64, Kasas Sur/77))
+…Allah sınırı (Allah‟ın koyduğu kuralları)
aĢanları sevmez.(Maide Sur/87, Araf Sur/55))
+…Allah israf edenleri sevmez.(En‟am
Sur/141, Araf Sur/31)
395
+…Allah Ģımarıkları sevmez (Kasas Sur/76)
Ne mutlu o kimseye ki yaĢamını, Allah‟a
sevgili kul, Hz. Peygambere gerçek dost olma
gayreti içinde sürdürür.
KAYNAK ESERLER:
1. Ahmet Cevdet PaĢa, Kısas-ı Enbiya ve
Tevâruh-ı Hulefâ, Cilt:1, Bedir Yayınevi,
Ġstanbul, 1966.
2. Ansiklopedik Ġslâm Lugatı, Tercüman Ġlmi
AraĢtırma Grubu, Tercüman Gazetecilik A.ġ.,
Ġstanbul, 1982.
3. BARDAKOĞLU, Doç. Dr. Ali (ve beĢ
arkadaĢı). Kur‟an-ı Kerim Ansiklopedisi,
Tercüman Gazetesi Yayınları, Ġstanbul, 1988.
4. BEYZAVĠ, Kadı (ENVARUT TENZĠL VE
ESRARU-T TENZĠL) Tefsiri (Tövbe Sûresi 75-
77 âyetlerinin yorumu).
396
5. BĠLMEN, Ömer Nasuhi. Kuran-ı Kerimin
Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri, Cilt:3-5, Bilmen
Yayınevi, Ġstanbul, 1964.
6. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi,
Cilt:24, Milliyet Yayınları.
7. CERRAHOĞLU, Prof. Dr. Ġsmail. Kuran-ı
Kerim Meâl ve Tefsiri, Cilt:1, Diyanet ĠĢleri
BaĢkanlığı Yayınları, Ankara, 1985.
8. ÇANKIRILI ALĠ. YaradılıĢ Mucizesi (Tercüme
ve düzenleme), Zafer Ġlim AraĢtırma Dergisi,
Kasım 1987.
9. DAVUTOĞLU, Ahmet. Selâmet Yolları,
Sönmez NeĢriyat A.ġ. Yayınları, Ġstanbul,
1967.
10. GÜNVER, Süleyman. Siz Hangi Kulvarda
KoĢuyorsunuz? CoĢkun Matbaacılık, Ġzmir,
2002.
11. KOÇYĠĞĠT, Prof. Dr. Talât. Hadis-i ġerif
Külliyatı, Cilt:1, Tercüman Gazetesi
Yayınları, Ġstanbul, 1983.
12. KÖKSAL, M.Asım. Ġslâm Tarihi, Cilt:3, ġamil
Yayınları.
397
13. Ġbn Kesir (Tercüme: Dr. Bekir KARLIĞA).
Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, Cilt:5,
Çağrı Yayınları, Ġstanbul, 1989.
14. Ġmam Gazali (Tercüme: Ahmet
SERDAROĞLU). Ġhyau‟ulumid-Din, Cilt:4,
Bedir Yayınları, Ġstanbul, 1975.
15. Ġstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi,
Cilt:4, Tercüman Gazetesi Kültür Yayınları,
1985.
16. ÖZTUNA, T.Yılmaz. BaĢlangıcından
Zamanımıza Kadar Türkiye Tarihi, Cilt:5-6,
Hayat Yayınları A.ġ., 1964.
17. ġAHĠN, Emin. 105 Soruda Dinler Tarihi,
Sabah Yayınları, 1990.
18. ġĠMġEK, Ü. Kâinatın DoğuĢu (Big Bang),
Yeni Asya Yayınları, 1980.
19. TUNA, T. Fizik Yük. Müh.. Etrafımızdaki
Hava,, Yeni Asya Yayınları, Ġstanbul. 1981.
20. TUNA, T. Fizik Yük. Müh. Hayat Kaynağımız
GüneĢ, Yani Asya Yayınları, Ġstanbul. 1983.
21. YEġĠM, Ragıp ġevki. Viyana DönüĢünün Tek
Zaferi, Hayat Tarih Mecmuası, Ağustos
1967.
398
22. YÜCEL, Ġrfan. Peygamberimizin Hayatı,
Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı Yayınları, Ankara,
1982.
23. YÜCEL, Ġrfan. Hac Rehberi, T. Diyanet
Vakfı, Ankara, 1988.
24. ZUHAYLI, Prof. Dr. Vehbe. Ġslâm Fıkıh
Ansiklopedisi, cilt:7 Zaman Gazetesi yayını.
25. NĠġ, Em. General Kemal, Türk Ġstiklâl
Harbi- Büyük Taarruzda Takip Harekâtı..
Gnkur. Harp Tarihi BĢk.lığı 1969
26. ÖZAKMAN, Turgut, ġu Çılgın TÜRKLER, Bilgi
Yayınevi-Ankara, 2‟nci basım, Nisan 2005
27. MÜFTÜOĞLU Prof.Dr. Osman, Hayat Bilgisi-
YaĢasın Hayat 3, Doğan Gazetecilik
A.ġ.2005/Ġst.
28. SĠRACETTĠN Ebubekir (Martin
Lings),Hz.Muhammed‟in Hayatı, (Çev:Nazife
ġiĢman) Ġnsan yayınları,Ġstanbul 2006
399
BİYOGRAFİ
Süleyman GÜNVER
Ġlâhiyatçı - Yazar
22 Eylül 1935 doğumlu olarak Artvin ili-
Ardanuç ilçesi- Bereket köyü nüfusuna kayıtlıdır.
Ġlköğretimini 1945 yılında doğduğu köyde,
ortaokul öğretimini 1950 yılında Artvin il
merkezinde, lise öğretimini 1955‟de Rize Lisesinde
tamamladı. Aynı yıl A.Ü.Ġlâhiyat Fakültesine askeri
öğrenci statüsünde kaydını yaptırdı. 1959 yılında
mezun olduktan sonra TSK‟nın değiĢik birimlerinde
personel, moral ve sosyal hizmetlere yönelik görev
yaptı. 30 yıllık fiili çalıĢma hizmetini tamamladığı
1989 yılında Öğr.Kd.Albay rütbesinde iken
kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayrıldı.
400
Makale ve araĢtırma yazıları Türk Silahlı
Kuvvetleri.dergisi, Kara Kuvvetleri dergisi. ile
Zafer ve Fidan dergilerinde yayınlandı. 2002
yılında” Siz Hangi Kulvarda KoĢuyorsunuz?”, 2003
yılında “ Kendimizi Ne Kadar Tanıyoruz?”, 2005
yılında ise,”Ġslâm‟da YaĢam Yolunun Sınav
Basamakları” isimli kitaplarını özel olarak bastırıp
tanıdık çevre ve okumak isteyenlere ücretsiz
dağıttı. Elinizdeki bu kitap ise, yapılan ilâvelerle
daha da geliĢtirilip siz okurların hizmetine sunuldu.
Tüm uğraĢı ve gayretlerindeki asıl amaç, “
halka hizmetin Hakka hizmet” olacağı varsayımı ile
Tanrı‟ya yaklaĢabilmenin huzurunu yaĢamaktır.
(E-posta: [email protected])