son kale aile!adabulteni.com/files/54.pdf · sapanca: rüstempaşa mh. atatürk cd. no:10/a1 tel:...

40
Abdullah BÜYÜK İNSANLARA FAYDALI OLMAK Yusuf YAVUZYILMAZ Ömer Faruk AKINAR SON KALE AiLE! MÜSLÜMANIN ÖNÜNE KONULAN ÜÇ KİTAP ELEŞTİRİ AHLAKI RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 14 SAYI: 54 Temmuz - Ağustos - Eylül 2017 ISSN 1305 - 5356

Upload: others

Post on 24-Jun-2020

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Abdullah BÜYÜK

İNSANLARA FAYDALI OLMAK

Yusuf YAVUZYILMAZ Ömer Faruk AKINAR

SON KALEAiLE!MÜSLÜMANIN ÖNÜNE KONULAN ÜÇ KİTAP

ELEŞTİRİAHLAKI

RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ YIL: 14 SAYI: 54 Temmuz - Ağustos - Eylül 2017 ISSN 1305 - 5356

www.safakari.com

Sapanca: Rüstempaşa Mh. Atatürk Cd. No:10/A1 Tel: 0264 310 19 20Serdivan: Çark Cd. No:281/A Tel: 0264 211 39 73 Gsm: 0533 600 61 75Y A P I & D E K O R A S Y O N

TASARRUF İÇİNUZMAN LAZIM

Pencere Uzmanı

EditördenEditörden2016-2017 Eğitim Dönemimiz Rabbimize ham-

dolsun oldukça bereketli geçti. Yeni hizmet bi-namızın bulunduğu mahal itibariyle, programlarımı-za iştirak acaba nasıl olur, biraz uzak diye, acaba katılım zayıf mı olur diye yeni hizmet binamıza ta-şınırken tereddütlü idik. Ancak Rabbimize şükürler olsun, halkımızın yeni yerimizdeki programlarımı-za teveccühü bizi ziyadesiyle sevindirdi ve umut-landırdı. Hemen her programımız dolu dolu geçti. Bir sonraki sene için bu bize umut ve şevk oldu. İnşâallah daha güzel, daha hareketli ve bereketli, daha faydalı programlarda buluşuruz.

* * * * * * *Şimdi vakit “Yaz Okulları” vakti, haydi çocuklar Yaz Okullarına! Hem bütün camiler, hem Müslümanların bütün vakıf ve dernekleri cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle çınlasın, şeytan ve aveneleri de hırslarından çatla-sın. Sakın ihmâl etmeyelim, okullar tatile girdikten sonra yok yüzme kursları, yok basketbol-futbol-te-nis kursları, yok bilmem ne kursları diye çocukları İslâmî bilgilerden, İslâmî hayattan kopartmayalım. Tabii ki onlara da ihtiyaç var, ancak herkes dinini öğrendikten veya dinini öğrenirken bunlara sıra gel-melidir. Rabbimiz neden yüzme, fotbol, vs. bilmi-yorsun diye mi hesaba çekecek, yoksa Benim vah-yim olan İslâm Dînini öğrenip de gereğince amel etmedin diye soracak. Bunu iyi düşünelim. Tabii ki İslâm’ın cevaz verdiği bütün amelleri en iyi şekilde yapmakta yine Müslümanların olmazsa olmaz vazi-feleridir, onlarda da en iyi olmaya çalışmak gerek-mektedir.Biz Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şubesi olarak, her sene olduğu gibi bu sene de Yaz Okullarımızı yap-maktayız. Kız çocuklarımız için hem yatılı hem gün-düzlü, erkek çocuklarımız için ise yalnızca gündüzlü şeklinde olacaktır. Yatılı kızlarımız 8. Sınıf ile 11. Sı-nıf arası ve 12 Haziran–14 Temmuz 2017 tarihlerin-de, gündüzlü kızlarımız 2. Sınıf ile 7. Sınıf arası ve 03 Temmuz–04 Ağustos 2017 tarihlerinde 09.30–14.30 saatleri ve erkek çocuklarımız ise 4. Sınıf ile 8. Sınıf arası olup, bunlarda 03 Temmuz–04 Ağustos 2017 tarihleri ve 10.00–15.40 saatlerinde olacaktır. Erkek çocuklarımız için ayrıca öğle yemeği verilecek ve ihtiyacı olanlar için servis de olacaktır.

* * * * * * *

Malûm içinde yaşadığımız zaman dilimi mübârek Ramazan ayı. Rabbimiz ülkemize, bütün Müslü-manlara ve Müslümanların yaşadığı topraklara ve insanlığa hayırlara vesile eylesin. Rabbimiz biz Müslümanlara Ramazanı gereği gibi idrak etmeyi ve ona lâyık ibâdetler etmeyi nasip eylesin. Çünkü maalesef bir “Ramazan Eğlenceleri” lafı aldı başını gidiyor. Yok eski Ramazanlar şöyleydi, yok böyley-di diye! Ramazanın eskisi de, yenisi de eğlenceye kurban edilecek bir şey değildir. O Allah’ın Müs-lümanlara armağanı olan, onu hakkıyla idrak edip yaşayanlara kurtuluş yolu olan mübârek bir aydır. Rabbimizden niyazımız Ramazanı hakkıyla ibâdet ederek tamamlayıp Bayrama kavuşmamız, Bayra-mı hak etmemiz ve bütün ümmetin dirilişine ve kur-tuluşuna vesile olmasıdır.Ancak İslâm âlemi sancılar, acılar, hüzünler içeri-sinde. Hangi İslâm diyarında baskı, zulüm, savaş yok, Müslümanların yaşadığı hangi ülkelerde ayrım, ötekileştirme, hak ve hukuklarına saldırı yok. Yâni hangi Müslüman rahat, huzurlu, hangi İslâm diyarı kan ve göz yaşından ırak. Toprakları mı bereketsiz, insanları mı tembel, akılları mı ermiyor birşeyler yapmaya? Yok, yok öyle değil; ne çekiyorsa balta-orman hikayesinde olduğu gibi, sapı yâni gövdesi-kalıbı bizden olup da rûhu, zihniyeti ve hizmet ettiği efendileri başkaları olan, emperyalistlere, insanlık ve İslâm düşmanlarına uşaklık etmelirinden çeki-yor. Tabii bir de Rabbimizin bizlere bahşettiği ak-lımızı kullanamamızın acılarıdır bunlar. Bir delikten bilmem kaç kere sokulmanın kim yapabilir izahını? Rabbim yaşadığımız şu mübârek Ramazan ve İnşâallah kavuşacağımız Bayram hürmetine, gü-nahsız bebelerin ve kendi yolunda samimi ve canı pahasına mücâdele eden er kişiler hürmetine üm-mete acısın ve zulüm karanlıklarını bir an önce ay-dınlıklara çevirsin. (Âmin)

Sahir AKÇA

3

iÇiNDEKiLER6

8

16

12

2622

Abdullah BÜYÜK

Hamza TEKİN

Yusuf E. ERDEM

FAALİYETLERİMİZYusuf YAVUZYILMAZ

25Halil ATALAY

TATLI DİL, YILANI DELİĞİNDEN ÇIKARIR

18. HADİS

ELEŞTİRİAHLÂKI

Ömer Fâruk AKPINAR

HALK(AY)A DÂHİL OLMAK MODERNİTENİN

İSLÂM AİLESİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

MÜSLÜMANIN ÖNÜNE KONULAN ÜÇ KİTAP

HEDEFİ VE İDEOLOJİSİ OLAN BİR TOPLUM

4

RİBAT EĞİTİM VAKFI Adapazarı Şubesi Adına

Sâhibi ve SorumluYazı İşleri Müdürü:

Gökhan ERKAN

Yayın Kurulu:Sâhir AKÇA

Yusuf Ertuğrul ERDEMGökhan ERKANYâsin MÜSLİMMithat AYKAÇ

Genel Yayın Yönetmeni:Sâhir AKÇA

Reklâm Sorumlusu:0537 571 93 510532 314 33 58

İrtibat Adresi:Kemalpaşa Mh. 340. Sk.

(17 Ağustos Şehitliği Karşısı) No:57 Serdivan / SAKARYA

[email protected]

İrtibat: 0537 571 93 510546 611 98 36

Tasarım ve Baskı: BURAK OFSET 0264 277 40 00

Sorumluluk: Yayınlanan yazıların fikri

sorumluluğu yazarlara aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez.

İsim zikredilerek iktibas yapılabilir.

BASIM TARİHİ: Temmuz 2017ISSN 1305 - 5356

30

38R. VERA

İrfan ARAS

33 34

35

36

Yâsin MÜSLİM

GÖRMEDEKİ İNCELİK

PEYGAMBER (SAV)’E GEÇ KALMAYALIM Haticenur CANLI

KISSINGER DOKTRİNİ

HAYIRDA YARIŞINÜmmü NİSA

KADINA ŞİDDET KONUSUNDA PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İNTUTUM VE DAVRANIŞLARI

GELECEĞİ MADDENİN ESARETİNDEN KURTARMAK

5

RİBAT EĞİTİM VAKFI ADAPAZARI ŞUBESİ

YIL: 14 SAYI: 54 Temmuz-Ağustos-Eylül / 2017

MÜSLÜMANIN ÖNÜNE KONULAN ÜÇ KİTAP Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhımız olan Allah (c.c), bizzat kendi kudret eliyle yarattığı, şekillendirdiği ve rûhundan, ruh üfürdüğü insanın önüne üç tane kitap koymuştur. Bunlar: Vahyin kitabı olan Kur’an-ı Kerim, Kudret eliyle yaratılan insan kitabı, Ve kâinat kitabı.

Abdullah BÜYÜK

6

Müslüman insanın alıp verdiği iki nefes vardır. Ta-birimizi hoş görün, Kur’an aldığımız nefes ise,

namaz da verdiğimiz nefes gibidir. Rabbi ile konuş-mak isteyen insan, Kur’an okusun. Eğer Rabbine ko-nuşmak istiyorsa namaz kılsın. Ne müthiş bir nimet, öyle değil mi kıymetli kardeşlerimiz? Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhımız olan Allah (c.c), biz-zat kendi kudret eliyle yarattığı, şekillendirdiği ve rûhundan, ruh üfürdüğü insanın önüne üç tane kitap koymuştur. Bunlar:Vahyin kitabı olan Kur’an-ı Kerim, Kudret eliyle yara-tılan insan kitabı, Ve kâinat kitabı.Yeryüzü coğrafyasına adâletle hükmetmek, tüm insanlığa adâletle muamele etmek ve zâlimlerin ve mazlumların olmadığı bir dünya istiyorsak, önümüze gelen bu üç kitabı anlayarak okumak gerekiyor. Ne var ki okunacak kitapların sırası bozulmasın. Önce Kur’an, sonra insan ve daha sonra ise kâinat kitabı.Peygamberimizin ashabı böyle idi. Emevîler döneminde Müs-lümanlar sınıfta kaldı. Abbasîler döneminde hareket hızlandı. Ömer bin Abdülaziz döneminde tekrar şahlandı. Kur’an ve Müslü-man, Kur’an-Müslüman-Ümmet, Kur’an ve Devlet tırnak et duru-mundadır.Müslüman ümmet, eğer Kur’an-ı Kerim’e karşı vazifelerini yerine getirmez ise, Peygamberimizden bir şikâyet gelir. Resûlullah Efen-dimizin şikâyetine muhatap olan toplumun iki yakası bir araya gel-mez.“Hak dini inkâr eden kâfirlerin, nankörlerin keyfî ve bâtıl düşün-celerine, uygulamalarına boyun eğme. Kur’an ile konuşarak, yaza-rak, hesapsız servet harcayarak, hayatını ortaya koyarak, onlara karşı olanca gücün ile büyük bir cihat ilân et..” (Fur-kan Sûresi: 52. Kısa tefsirli meal.)Eğer mü’minler ve Müslümanlar olarak, bu davete kulak vermez ise, işte o zaman altından kalkamaya-cağımız bir durumla karşı karşıya geliriz: “Allah’ın Resûlü: Ey Rabbim, benim kavmim, benim ümmetim bu Kur’an’ı gözden çıkarılmış, terk edilmiş hâle getirdi” dedi. (Furkan Sûresi/30) Birçok müfes-sir, bu âyetin şikâyet âyeti olduğunu açıklamışlardır. Peygamberimizin şikâyetine muhatap olan ümmetin elbette iki yakası bir araya gelmeyecektir.İnkârcı cepheye bakalım şimdi; “Bu Kur’an’ı dinle-meyin, okunurken yaygara çıkarın, edepsizlik ya-

pın, gürültü çıkarın. Ola ki üstün gelirsiniz.” (Fussilet Sûresi/26)İlgili âyetlerle, İslâm âleminin sorumluluklarını, vazi-felerini inşâallah yarın gündeme getireceğiz. Ancak, Ramazan Ayı boyunca, hatimlerin okunacağı gerçe-ğine bir ilâve ricamız şudur:“Rabbimiz bize ne buyuruyor?” mânevî havasında kalarak, Lokman Sûresi’ni, Meryem Sûresi’ni ve Hu-curat Sûresi’ni ailecek okumanızı, mâna ve tefsiri ile anlamaya çalışmanızı önemle istirham ediyorum.

Peygamberimizden Bir Hadis ve Bize Düşen So-rumluluk ve Vazifelerimiz:“Allah’ım! Korkaklıktan sana sığınırım.” (Buhari, Tef-sir, 16)Gördüğümüz yanlışı ve kötülüğü düzeltmeye çalış-maktan korkmamalıyız, Dinimiz, ümmetimiz, vatanı-mız için her türlü tehlikeye göğüz germeliyiz.

Kendi haklarımızı savunmak için her zaman cesaretli olmalıyız. Kötü niyetli kimselerin, korkak in-sanlar olduğunu bilmeliyiz.Günlük Hayatımızda Temel Pren-sipler ve Fıkhî Kaideler:Şehit kimdir biliyor muyuz? İşte Hz. Ömer (ra)’in dilinden şehit ta-rifi; “Şehit, kendini Allah’a adayan kimsedir.”İlk inen dört sûrenin tertibine hiç dikkat ettiniz mi? Alak Sûresi, Ka-lem Sûresi, Müzzemmil Sûresi ve Müddessir Sûresi’dir. Bir mânada: Oku, yaz, mânevî kıyama kalk ve gündüz aydınlığında davet, tebliğ vazifesine başla, demektedir.Namaz kılarken imam yanıldığın-da erkekler “sübhanallah” der. Kadın cemaat sesini çıkarmaz. Ancak sol elinin üzerine, sağ elinin

içini vurur. Görülüyor ki, Müslüman hanımlar emr-i bil maruf vazifesinde kenarda tutulmuyor. Namaz içinde bile, bir hata işleyeni uyarma hakkına sâhip olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.“Bir insanın, şu şey iyi mi olacak, kötü mü olacak” diye Kur’an-ı Kerim’i açıp, açılan yerdeki âyete göre amel etmesi bâtıldır.Zarurete binâen doldurulmuş, kaplatılmış, bağlan-mış dişlerin abdestimize, guslümüze, namazımıza bir mâniliği yoktur.Selâmlar, saygılar, sevgiler, hürmetler tüm kardeşle-rimiz içindir.

Gördüğümüz yanlışı ve kötülüğü düzeltmeye

çalışmaktan korkmamalıyız, Dinimiz, ümmetimiz, vatanımız için her türlü tehlikeye

göğüz germeliyiz.

Şehit kimdir biliyor muyuz? İşte Hz.

Ömer (ra)’in dilinden şehit tarifi; “Şehit,

kendini Allah’a adayan kimsedir.”

7

HEDEFİ VE İDEOLOJİSİ OLAN BİR TOPLUM

İslâm toplumunun kendine has bir tabiatı, seçkin bir duruşu vardır. İslâm yaşama zorluklarının, ha-

yat sevdalarının ve menfaatlerinin bir araya getirdiği rast gele bir topluluktan oluşmamaktadır. Bilindiği gibi İslâm eskiden beri tanınan özel mânası olan bir addır. Bu ismi bu dine önce Allah vermiş, sonra bu ad Nebîler babası İbrâhim (as)’in dilinde söylenir olmuştur. Böyle olduğuna dair vahiy bize bilgi ver-mektedir: “Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hu-susunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrâhim’in dininde (de böyleydi). Peygam-berin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitap-larda), gerekse bunda (Kur’an’da) size “Müslümanlar” adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcı-dır!” (Hac,78)Gerçekte İbrâhim bu adı kullandığında kendinden uydurarak bu ismi söylemdi, eskiden beri bilinen ve devam eden bu ismi yeniden öne çıkardı. İslâm fıtratır ki, Mevlâ insanları o fıtrat üzere yaratmıştır. İbrâhim’den önce gelen tüm Nebîlerde o dine ça-ğırmışlardı.Evet, İbrâhim Nuh (as)’un kavmine verdiği cevabı tekrar ediyordu:“Eğer yüz çeviriyorsanız, zaten ben sizden bir üc-ret istemedim. Benim ecrim Allah’tan başkasına ait

değildir ve bana müslümanlardan olmam emrolun-du.” (Yunus,72)Nuh’un hakta ısrarı, Müslüman kelimesini kullan-ması, gelecekte de Müslüman adıyla adlandıran-ların dîninin İslâm olduğu şeklinde isimlendirme-sine sebeb olmuştur. Dolayısıyla bu ümmet tüm Nebîlerin mirasçısı ve onların öğretilerinin temsilci-leridir. Ezelden ebede kadar varlık ile Rabbi arasın-daki ilişki asla değişmeyecektir.

Eski ve yeni bütün insanlarla Rableri arasındaki alâka ve ilişki aslâ değişmeyecektir. İşte o ilişki İslâm’dır. İslâm, bu özellik ki için-de ihlâs ve itaat taşır.“Allah katında din, şüphesiz İslâm’dır. Ancak, Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden ay-rılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini kim inkâr ederse bilsin ki, Allah

hesabı çabuk görür.” (Âli İmrân, 19)Bu ad eskiden beri devam eden yenidir. Müslü-manlar iki şeyden sorumludurlar: Önce gerçekleri tebliğ, sonra o gerçekleri tahrif ve bozulmaktan ko-rumak.Nebîlerin ve Rasûllerin insanlığa giydirdikleri bu el-bise asırlar geçmesine rağmen aslâ değişmemiştir. Ancak zaman içinde bu elbise kirlenmiş dolayısıyla o kirlerin izale edilip giderilmesi gerekli olmuştur. Yırtılmışsa yırtıkların dikilip onarılması sağlanmıştır.Zaman ilkeler üzerinde etki gösterip bazen o ilkele-ri sağa bazense sola eğmiş ve zarar vermiştir. Hz. Muhammed (sav)’den önce birçok Nebî gelip hak-

İslâm eskiden beri tanınan özel mânası olan bir addır. Bu ismi bu dine önce Allah vermiş, sonra bu ad Nebîler babası İbrâhim (as)’in dilinde söylenir olmuştur.

Eski ve yeni bütün insanlarla Rableri arasındaki alâka ve ilişki aslâ değişmeyecektir. İşte o ilişki İslâm’dır. İslâm, bu özellik ki içinde ihlâs ve itaat taşır.

Hamza TEKİN

8

kın ayakta kalması için gayret sarf etmişler, güçlü olarak kalmasını sağlamışlardır. Ancak yalan ve zu-lüm hakkın yolunu kestiği için bir takım insanlar şir-ki kendilerine îman edinmişler Münkeri maruf olara tanımışlardır. Başka bir gurupta çıkarak kendi kendilerine işken-ce yapmayı Allah (cc)’a yaklaşma sanmışlar, beden-lerine ve ruhlarına içkence edip onları haklarından mahrum kılarak bunu güzel bir hayat sanmışlardır. İnsanlar bu hâle düşünce elbet ki birisi gelip onla-rı yola döndürüp gerçeğe yönelmelerini sağlaması gerekiyordu ve nitekim o zat gelmiştir. Gelen bu zat: “Bu dünyada ve âhirette bizim için güzel olanı yaz; biz Sana yöneldik” dedi. Allah: “Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, rahmetim her şeyi kaplamıştır; bunu Allah’a karşı gelmekten sakınanlara, zekât verenlere, âyetlerimize inanıp, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları, okuyup yazma-sı olmayan peygambere uyan-lara yazacağız. O peygamber, onlara, uygun olanı emreder ve fenalıktan meneder, temiz şey-leri helâl, murdar şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir. Bu pey-gambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar saadete erenlerdir” dedi.” (Araf, 156-157) Gelen bu zat, yoldaki işaretleri yeniden belirginleşti-rip zaman rüzgârının sildiği izleri unutma ve isyanların kapattığı işaretleri yeniden belirgin hâle getirmiştir.Biz Müslümanlar hiç bir zaman üzülmedik üzülme-yeceğiz de. Yahudiler Mûsâ’ya, Hıristiyanlar Îsâ’ya uydular, ancak onun getirdiği risâlet ve İlâhî emir-lerden uzaklaştılar. Eğer bizde bu duruma düşecek olursak, Rabbimize ve Rasûlümüze ihânet etmiş oluruz. Onlar kendilerini düzeltmeyi ve âlemi dü-zeltmeyi bırakıp terk ettiler. Bu hâle gelen bir âlemi, yüce Rab elbet ki başıboş bırakmayacaktı. Allah’ın hidâyetini terk etmiş olan bir kavmin insafına terk etmeyecekti.İslâm ve onun oluşturduğu toplum zamanın deve-ranına rağmen devam edecektir. Bu ümmete veri-len özellik ki o özellik sebebi ile İlâhî ikrama mazhar kılınmışızdır- bu dinin gerçeklerine uymak, onun koyduğu sınırları korumak, maruf olarak tanıttığın maruf bilmek münker olarak bildirdiklerini de mün-

ker görmektir. Bu özellik ve rütbe bu ümmetin de-recesini Rasûlün tebliğ derecesi ile neredeyse denk tutmuştur.Nitekim elçi, gerçeği en güzel şekilde açıklamış, sonrada; “Allah’ım ulaştırdım, Allah’ım sen şahit ol” demiştir. Onun ümmeti de aynısını yapması gere-kir. Hakkı açıklayacak, onunla onun için yaşayacak, yeryüzünde onun adıyla tanınıp bilinecektir.İslâm toplumu ideolojisi ve hedefi olan bir top-lumdur. Şu âyet bize bunu bildirir: “Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din husu-sunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrâhim’in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bun-da (Kur’an’da) size “Müslümanlar” adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarı-

lın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hac,78) Bu gerçek daha öncede tekrar edilmişti: “Böylece sizi insanlara şâhit ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıl-dık. Peygamber de size şâhid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacak-lardan ayırdetmek için kıble yap-tık. Doğrusu Allah’ın yola koy-duğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibâdetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğ-rusu Allah insanlara şefkat gös-terir, merhamet eder.” (Bakara, 143) İnsanlara şâhit olmak, dînini

emânet ettiği şeyleri yerine getirmek ve onun inanç, ibâdet, ahlâk ve muamelât sistemini insanlara ulaş-tırmaktır.Batı devletlerinden bazıları Nebîlerin ulaştırdığı bu gerçekleri yerine getirdiler, ancak bu çağda öyle devletler oluştu ki açıktan Allah’la savaşa kalkıştılar. Bazı devletlerde görünürde dini kabul etmiş gözük-tüğü hâlde içten ve bâtında dine düşman kesildiler.İslâm ümmeti içten ve dıştan Allah’a intisabı bir şer bilmekle sorumludur. İnsanlar onun gönderdiği şeriatı hayatlarından çıkarıp öldürseler bile, o dini diriltmeleri ve yaşatmaları gerekir. Hz. Muhammed (sav) dünyaya elçiliğini açılayıp duyurmuştur. Hak-kı tebliğ ve korumada bu ümmetin görevinin neler olduğunu izah etmiştir. Yeryüzünde adının hâkim olmasının sırrı diğer ümmetlerin ihânetinden sonra gelmesidir.

Biz Müslümanlar hiç bir zaman üzülmedik üzülmeyeceğiz de. Yahudiler Mûsâ’ya, Hıristiyanlar Îsâ’ya uydular, ancak onun getirdiği risâlet ve İlâhî emirlerden uzaklaştılar. Eğer bizde bu duruma düşecek olursak, Rabbimize ve Rasûlümüze ihânet etmiş oluruz.

9

Ebu Musa (ra) naklediyor: Efendimiz buyurdular ki; “Müslümanlarla Yahudi ve Hıristiyanların misâli ve örneği, bir adam bir topluluğu belirli bir ücretle gece vaktine kadar çalışmak için kiralıyor. Bunlar günün yarısına kadar çalıştıktan sonra bizim se-nin vereceğin ücrete ihtiyacımız yok, çalıştığımızda bâtıldır diyerek işi bırakıyorlar. Adam onlara yap-mayın! Günün geriye kalanını da tamamlayın size vermeyi söz verdiğim ücreti vereyim diyor. Bunlar ikna olarak ikindi namazına kadar da çalışıyorlar, yine işi bırakarak çalışmıyoruz, senden ücrette is-temiyoruz diyorlar. Adam yine onlara işi bitirin günün geriye ka-lanına devam edin, çok az zaman kaldı diyor, ama dinlemiyorlar. Adam günün geriye kalan vaktin-de işi tamamlamak üzere başka bir topluluğu işe alıyor ve güneş batana kadar bunlar çalışıyor, her iki gurubun yarım bıraktığı işi tamamlıyorlar ve onların ala-cağı ücreti onlar alıyorlar. İşte bu nûru kabul eden Müslümanlarla Hıristiyan ve Yahudilerin misâli budur.” (Buhari) “O nur” cümlesine dikkat edin! Yahudilere amel etsinler, ara-larında onunla hüküm versinler diye indirilen nûra işârettir. İlâhî kitapta bu şöyle ifade edilmek-tedir: “Doğrusu Biz yol gösterici olarak Tevrat’ı indirdik. Kendisini Allah’a teslim etmiş peygamber-ler, Yahudi olanlara onunla ve Rabbe kul olanlar, bilginler de Allah’ın Kitap’ından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Tevrat’a şâhiddiler. O hâlde insanlardan korkmayın, benden korkun, âyetlerimi hiçbir değer-le değiştirmeyin; Allah’ın indirdiği ile hükmetme-yenler, işte onlar kâfirlerdir.” (Maide, 44)Hıristiyanlara da kitapları onunla amel etsinler, daha öncekiler ve onlarla olan orda toplansınlar diye verilmişti: “Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa’yı, ondan önce gelmiş bulunan Tevrat’ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici, aydınlatıcı olan ve önünde bulunan Tevrat’ı doğru-layan İncil’i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik”. (Maide, 46)Yol gösteren bu nur, yanmaya ve çevresini aydınlat-maya devam etti, ama zaman içinde söndü. Mûsâ (as)’nın arkadaşları da, Îsâ (as)’nın adamları da ver-

dikleri sözü yerine getirmediler. Dinleriyle uzun za-man birlikte kalamadılar.Ümmetler böyledir, dine bigâne kalarak zaman içinde hevâ ve hevesleri, hidâyet ve hakka galip gelmektedir. Bâtıl hakkı yenilgiye uğratır, kitaplar ellerindedir ama geçersiz, atıl, yaşanmaz ve okun-maz hâldedir. Birleşmiş Milletlerin Sözleşmeleri gibi en ince noktalar yazılır, ama ısrarla maddeler hep

ihlâl edilir.Münkerler zaman içinde öyle bir hâle gelir ki, bâtıl naslara el uzatır açık ve sarih naslar, tevil, tefsir ve yorumla tahrif edilir-ler. İşte, felâket o zaman başlar! Bunu mânası ışık veren lambayı yere çalıp kırmak ve ışığını yok edip karanlığa mahkûm olmak-tır. Dünyada şer ve kötülükler saltanata geçtiği zaman âlem karanlığa boğulmuş demektir. Mûsâ’nın dini yok olmuş, yerine o dinin sûretinde başka inançlar geçmiştir.Siyonist Yahudilerin Nebîleri ve dinleri ile olan ilişkileri kalmadı mı acaba? Îsâ’nın dini de aynı du-rumda değil mi?Din adını taşıyan bu kalıntıla-rın Allah’ın vahyi ile hiçbir ilişki-si bulunmamaktadır. İnsanların saadetini taşıyan hiçbir hükmü içermemektedir. Bu dine mün-tesip olanlar işlerini bırakmışlar, gökten gelen vahye sırtlarını dön-müşlerdir.Bu yamukluk ve yamultma baş-layıp yayıldığında dünya yeni bir risâlete, peygambere ihtiyaç duy-

muş, ki o dini adamları, insanları doğru yola getirsin ve Allah’ın adıyla onlara öncülük etsinler. Daha ön-cekilerin terk edip yapmadıklarını tamamlayıp son-landırsınlar, işte bu İslâm ümmetidir.İslâm’ın taşıdığı gerçek, zamanla devam ederek yaşama hâkim olacak, korunacak, bozulmayacak, îmanın gerçekleri, şeriatların güzellikleri ortaya çı-kacaktır.Allah ile olan muamelede bırakmalar, terkler oluş-tuğunda, ya da meşru olduğu şeklin dışında yapıl-maya başlandığında, ya da insanlar onu yapmada aciz kaldıklarında, Kur’an’a sâhip olanlar böyle bir yanlışı yapmaz ve böyle bir hataya düşmezler.

Münkerler zaman içinde öyle bir hâle gelir ki, bâtıl naslara el uzatır açık ve sarih naslar, tevil, tefsir ve yorumla tahrif edilirler. İşte, felâket o zaman başlar!

10

İbn-i Ömer (ra)’den bir hadis nakledilir, ki bu dinin evrelerini ve devrelerini açıklar. Efendimiz (sav) bu-yurmuşlar ki: “Geçmişe nispetle size kalan ikindi ile güneşin batacağı zaman arası kadardır. Tevrat ehline Tevrat verilmiş, onlar günün yarısına kadar amel etmişler, aciz kalmışlar. Onlara karşılığı kırat kırat (azar azar) verilmiş. Sonra İncil ehline İncil ve-rilmiş, onlarda ikindi vaktine kadar amel etmişler-dir. Onlara da amellerinin karşılığı bir kırat bir kırat verilmiş. Sonra bize Kur’an verildi, güneş batana kadar da biz amel ettik, ama bize karşılık kat kat (iki kırat) verildi. Kitap ehli buna itiraz ederek ey Rabbimiz, bunlara ikişer kırat (yanı bizim iki katımız) verildi. Hâlbuki biz onlardan daha çok çalıştık? De-diler. Mevlâ onlara sizin ücretinizde kesinti yaparak size zulmettim mi? Diye sordu. Onlar hayır dediler. Mevlâ bu benim ikramım, tercihime ve dilediğime göre veririm buyurdu.” (Buhari)Bu bir torpil ikramı mı? Hayır! Allah’ın herhangi bir ümmete torpil geçmesi aslâ düşülemez, böyle dü-şünmek ahmaklıktır. Bu yapılan, işe verilen bir ik-ramdır, yapılmazsa ikramda yoktur. Sonra hiçbir ümmet kuru lafla Allah’a intisap ettiğini iddia etmesi aslâ caiz değildir.Allah’ın önünde eğilen ümmet sâdece ona boyun eğer. Samet olan Allah’a yönelen ümmet şiddet ve bollukta ondan başkasına dua etmez. Allah’ı ha-kem bilen ümmet, onun şeriatından başka kanun ve kurallarla hükmetmez, sâdece onun emrine uy-gun yaşar. İçini takvâ ile boyayan ümmet, çevresini adâletle doldurur, isteklerini ve arzularını âhiret ger-çekleri ile sınırlandırır.İşte bu ümmet, kendini Allah’a nispet etmeye hak kazanmış ve ben Allah tarafındayım/ Hizbullahım demesi caiz olan ümmettir.Bir medeniyet yeryüzünü cennet kılıp, saraylarla donatıp, önünden ırmaklar akar meskenlerle refaha kavuştursa, sonra böyle bir medeniyetin sâkinleri Rablerine saygı duymayıp onunla karşılaşmaya ha-zırlanmasalar, secdeye kapanıp hamdetmeseler, Rabbin azameti karşısında boyun bükmeseler, bu medeniyetin tırnak kadar bir değeri ve kıymeti yok-tur. Aslâ tebrik ve takdire lâyık değildir.Bazı ümmetler var ki, Allah’ın tarafında olduklarını söylerler ancak dünyadan aslâ vaz geçmez, onun kötülüklerinden uzak durmaz, âhireti talep etmez-ler. Tevazu ve iyi hâlle oraya hazırlanmazlar. Böyle bir hâlin ne kıymeti var ki… Böle bir intisap, haktan

uzak olmak, sâhibini azaba lâyık kılmaktır. “Yahu-diler ve Hıristiyanlar, “Biz Allah’ın oğulları ve sev-gilileriyiz” dediler. “Öyleyse günahlarınızdan ötürü size niçin azabediyor? Bilakis siz O’nun yarattığı in-sanlarsınız” de, Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin hükümranlığı Allah’ındır. Dönüş O’nadır.” (Maide, 18)İslâm ümmeti bu kuralın dışına aslâ çıkmaz. Mevlâ öncekilerden, onlar Mevlâ’dan yüz çevirdiği için yüz çevirdi. Bu ümmetin değeri onun dinine bağlıdır. Bu ümmet ihlâsını koruduğu müddetçe Mevlâ’nın gözetimi altındadır. O’nun yüce adıyla tesbih eder, yaptığında ve yapamadığında O’nun rızasını arar.Bu ümmette bu saadeti devam ettiren Kur’an’ın ko-runması, İlâhî vahyin değiştirilmeden sayfalardan devam etmesidir. Nebevî Sünnet’in O’nu açıklama-sı sâlim kalmasının sebeplerinden biridir. Âlimlerin dikkati, onu araştırmaya devamları bu defa yardım-cı olmuştur.Nazarî yönden bu yapılırken, amelî yönden ise ya-şamın gerçeklerle yoğrulması, Kur’an’a arz edilme-si, asırlar boyu bu ümmeti korumuştur.Hurafeler ve günahlar bulaşıcı hastalık gibidir. Ba-zen yayılır, zulümler yapılır, bu yaşamın tabiatında olan bir şeydir, ancak îman ve inanç ehlinin direnişi tüm bunlara karşı gelerek ya onu bastırır veya şer-rini engeller. Bazen yenik hâle gelebilirler, bir yer-de yenilseler de başka bir kıtada başarı kazanırlar. Bazı çağda gerilerler ama bazı çağda ilerlerler.Durum ne olursa olsun, vahiy sayfalarındaki ger-çekler ve hak mücahitlerini frenleyen şeyler onun ateşini söndüremez, nûrunu yok edemez. Hadiste denir ki; “Ümmetimden bir grup insan Allah’ın emri gelene kadar hakka destek çıkıp hakkın yanında olacaklardır ve galip geleceklerdir.” (Müslim)İşte bu hakkın galebesi, edebî hutbeler okuyarak olmaz, değerli kitaplarda yazılmış bulunmakla da elde edilmez. Bu oluşum amel, net duruş, toplumu Allah’ın emri üzere basîret sâhibi kılmak ve her şeyi sınırları dairesinde icra ile meydana gelecektir.İslâm, saygısız, emirlere sırt dönen bir ümmetin adı olamaz. Ya da rast gele yaşayan bir toplumun, yönünü belirlemeden giden kalabalıklara ad verile-mez. İslâm, kişinin derinliklerinde sabah ve akşam Allah’ı anan toplumun içinde yerleşmiş gerçekler-lerdir. Müntesiplerini sağlamlaştırır, heybetlerini ar-tırır, samimiyetlerini çoğaltır.

11

Eleştiriye neden olan konu, yerini sizin bireysel özelliklerinize terk et-mişse, tartışmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu durum bir gerçeği aramak yerine kişisel hakaretlerin ön plana çıkacağı eşiktir.

1) Bireylerin kişisel özellikleri değil, düşünceler üzerinden tartışmayı sürdürmek gerekir. Tartış-

mayı bireysel özellikler üzerinden yürütmek hem konudan uzaklaşmayı, hem de konuyla doğrudan ilgisi olmayan bir düzleme çekmekle sonuçlanır. Böyle bir tartışmadan verimli bir sonuç beklemek hayâldir. Eleştiri bireysel beklentileri öne çıkararak yapılmamalıdır. Kendi çıkarlarını önceleyerek yapılacak bir eleş-tiri ahlâkî olmadığı gibi, gerçeği aramaya da dönük değildir. Bek-lentisi karşılanmadığı için için-de bulunduğu parti ya da grubu eleştirmeye başlamak çok ahlâkî bir tutum değildir.2) Eleştiriye neden olan konu, yerini sizin bireysel özelliklerinize terk etmişse, tartışmanın hiçbir anlamı yoktur. Bu durum bir ger-çeği aramak yerine kişisel haka-retlerin ön plana çıkacağı eşiktir. Kazanma hırsı ve kaybetme kor-kusunun egemen olduğu bir tartışmayı sürdürme-nin ve eleştiri yapmanın hiçbir değeri yoktur. Bu tür bir eleştiride konunun kendisi çoğunlukla arka plânda kalır. Konudan uzaklaştıkça tartışmanın ve eleştirinin seyri de değişir.3) Eleştiri yaparken ideal olan düşünceler ile ger-çekler arasındaki bağlantıyı sağlıklı bir şekilde kurmak gerekir. İnsan bir ideale inanır, var olanlar arasında ise seçim yapar. Var olan ile ideal olan ara-

sında daima kapanmaz bir mesafe vardır. Tümüyle ideale teslim olup var olanı gözden kaçırmak insanı tarih ve toplumdan koparıp fildişi kuleye mahkûm eder. Tümüyle var olan gerçekliğe angaje olmak ise insanı ideal olandan, ahlâktan koparır.4) Eleştiri yaparken ideolojik sloganlardan uzak dur-mak gerekir. İdeoloji, belli bir amaç doğrultusunda

slogan üretir. Slogan üzerinden soruları çözmek imkânsızdır. Her ideolojinin tarihle sınanmamış kusursuz ütopyalarının olduğu bir gerçektir. Oysa tabiatı gereği hataya açık ve bilgisi tarihî olan insan kusursuz bir model inşa edemez. Bundan dolayı rahmet-li İzzetbegoviç; “Müslüman’ın ütopyası olmaz. Ütopya tabia-tı gereği materyalisttir” der. Hiç kuşkusuz eleştiri yaparken, top-lumsal gerçeklikle uyuşmayan teorik tasarımlardan kaçınmak gerekir.

5) Eleştiri yaparken ihmal edilmemesi gereken bir ilke de, eleştiriye konu olan bilgi ya da olayın doğru olmasıdır. Doğruluğundan kesin emin olmadığınız bilgi üzerine yorum yapmamak gerekir. Eleştiri-de dayanılan bilginin doğruluğu test edilmemişse yapılan yorumun isabetli olması mümkün değildir. Eleştiri yaparken doğruluğu test edilmemiş bilgileri kullanmaya çalışmak temelde bir ahlâk sorunudur.

ELEŞTİRİ AHLÂKI

Eleştiri yaparken ihmal edilmemesi gereken bir ilke de, eleştiriye konu olan bilgi ya da olayın doğru olmasıdır. Doğruluğundan kesin emin olmadığınız bilgi üzerine yorum yapma-mak gerekir.

Yusuf YAVUZYILMAZ

12

6) Bir düşünürün görüşleri eleştirilecekse, müm-künse ona ait tüm eserler gözden geçirilmelidir. Doğru eleştiri için bir eseri incelemek yetmeyebilir. Diğer eserlerinde bu görüşlerini değiştirmiş olabi-lir. Bir önemli noktada eleştiriye konu olan yazar birincil kaynaklardan, yâni kendi eserlerinden yola çıkılarak eleştiri inşa edilmelidir. Yazarın eserleri üzerine yazılan ikincil kaynaklar, nihayetinde yazar üzerinde ça-lışan kişinin öznel düşünceleri içerdiğinden, yazar ile inceleme yapan kişinin düşüncelerini ka-rıştırılma ihtimali vardır. Eleştiriyi ikincil kaynaklar üzerinden yürüt-mek yanlış yorumlara yol açabi-lecek bir zaaftır.7) Bir partiye, gruba, cemaate üye olmanız sizi adâletten ayırmasın. Partinizin, grubumuzun, cemaatinizin yanlışlarını sâhiplenmeyin. Her partinin, grubun, cemaatin in-sanlardan oluştuğunu unutmayın. İnsan hatadan arınmış bir varlık değildir. Bu yüzden eleştiri yapar-ken grubunuzun önceliklerini değil, hakîkatin ken-disine ve doğru bilgiye ulaşmayı amaç edinin.8) Bireysel tartışmalarda ahlâkî bir seviye sorunu varsa orada bulunmamaya gayret edin. Dikkate alınmamayı hak eden insanların kaba, nezaketsiz ifadeleri ise gör-mezden gelme eğiliminde olun. Tartıştığınız insanı küçümseyici bir kibir içinde kesinlikle olmayın. Karşınızdaki insanın bilgi eksikliği ile alay etmeyin. Eğer muhatabı-nız, tüm çabanıza karşın neza-ketsiz ve ahlâk dışı bir retorikte ısrar ediyorsa bu nezaketsizliğin parçası olmayın.9) Eleştiri yaparken dayandığınız bilgileri mutlaklaştırmayın. İnsan olduğunuzu, yanılabileceğinizi, bilginizin eksik olabileceğini göz-den uzak tutmayın. Aynı şekilde içinde bulunduğunuz parti, grup, cemaat, sivil toplum örgütü, mezhep gibi oluşumları da mutlaklaştırmayın.10) Kur’an dışında yanılgısız bilgi kaynağı yoktur. Çünkü o, yanılgısız bir bilgi kaynağından gelir. İnsa-nın ürettiği bilgiler, kim tarafından üretilirse üretilsin, bilgisi ve konumu ne olursa olsun mutlaklık değeri taşımazlar. Bundan dolayı içine insanî çaba giren bütün yorumlar mutlaklaştırılamayacağı gibi, kim

tarafından yapılırsa yapılsın, ilmî otoritesi ne olursa olsun yapılan yorum ana kaynakla eşitlenemez.11) Sosyal konularda özcülük insanı gerçeklerden koparma riskini taşır. Sürekli gerçekliğe angaje ol-mak ise insanı değerlerden koparır. Sağlıklı eleştiri

bu ikiş yaklaşımın ortasını bul-makla yapılabilir.12) Belli bir siyasî ve örgüt kam-pının içinden konuşan insanın öznel değerlendirmeler yapması kadar doğal bir durum yoktur. Bir siyasî anlayıştan başka bir siyasî anlayışa geçişte yaşanan para-digma değişikliği, büyük ölçüde farklılaşan değerlendirmelere de yol açar. Bu durum yapılan de-ğerlendirmelerde köklü değişim-lere yol açar. Bağlı bulunduğu

grup içinden konuşmak hakîkati onunla özdeşleş-tirmek sağlıklı eleştiriyi engelleyen bir davranış bi-çimidir.13) Tarih, insanların etkin olduğu bir alandır. Pey-gamberler hariç ki, onların hataları Allah tarafından düzeltilmiştir, tarihte etkili olan her aktör insandır ve insan olmanın zaaflarına sâhiptir. Bundan dolayı ta-rihin içinde olan, ontolojisi gereği hataya açık olan insan kutsallaştırılıp insanüstü bir konuma yükselti-

lemez. Bu yüzden bilgisi tartışıla-maz, bütün zamanlar için geçerli bilgi üretmek insanın yapısına aykırıdır.14) İnsanların sizden farklı dü-şüneceği gerçeğini gözden uzak tutmayarak, yapılan farklı eleş-tirilere karşı hoşgörülü olun. Hiç kimse sizin gibi düşünmek, sizin gibi inanmak, olayları sizin gibi analiz etmek zorunda değildir. Hayatın çoğulcu olduğunu aklı-nızdan çıkarmayın.15) Olayları sosyolojinin sınırla-rı dışına taşıyıp sürekli komplo teorisi ile açıklamaya çalışmak çoğu kez insanları gerçeklerden

koparır. Gerçeklerden kopan spekülatif düşünceler kendi içinde tutarlıdır, ancak hayatın gerçekleriyle uyuşmaz. Eleştiri yaparken uygulanması mümkün olmayan ve hayatın gerçekleriyle uyuşmayan reto-rik üzerinden yürümeyin.16) Bir terör örgütüne sempati duyan, terör örgü-tünün eylemlerine sessiz kalan militanlarla aslâ tartışmaya girmemek gerekir. Bunu PKK, FETÖ,

Kur’an dışında yanılgı-sız bilgi kaynağı yoktur. Çünkü o, yanılgısız bir bilgi kaynağından gelir. İnsanın ürettiği bilgiler, kim tarafından üretilirse üretilsin, bilgisi ve konu-mu ne olursa olsun mut-laklık değeri taşımazlar.

Bir terör örgütüne sempati duyan, terör örgütünün eylemlerine sessiz kalan militanlarla aslâ tartışmaya girme-mek gerekir. Bunu PKK, FETÖ, DHKP-C ve İŞİD gibi örgütlere sempati duyan bazı kimselerin yorumlarında çok net bir şekilde görmek müm-kündür.

13

DHKP-C ve İŞİD gibi örgütlere sempati duyan bazı kimselerin yorumlarında çok net bir şekilde görmek mümkündür. Terör örgütünün militanları vardır. Mi-litanın aslâ tartışmayacağı kesin doğruları vardır. Militan özcü olduğu için, düşüncelerini aslâ tartış-maya açmaz.17) Eleştiri ahlâkı son derece önemlidir. Ahlâkî ilke-lere aykırı suçlamalar kesinlikle tartışmanın hiçbir aşamasında yer almamalıdır. Bu yüzden muhatabı-nız ahlâkî ilkelerin dışına taşma eğilimi gösterdiğin-de tartışmayı bitirmek gerekir.18) Bireylerin aile yapısı, bireysel özellikleri, özel ha-yatı eleştiride aslâ yer almaması gereken unsurlar-dır. Hakîkati söyleyenin kimliği değil, hakîkatin ken-disinin doğruluğu belirler. Bu amaçla bir sözü kimin söylediği değil, ne söylediğine odaklanmak gerekir.19) Hakîkat sizin tekelinizde de-ğildir. Dinin en doğru yorumunu siz yapıyor değilsiniz. Hiçbir in-san hakîkati kuşatamaz. Din tek, yorumlar çoktur. Din, din adına yapılan hiçbir yoruma mahkûm edilemez. Dînî konularda kendi mezhebinizi ve bir konudaki bilgi-nizi tek doğru yorum olarak gör-meniz mümkün değildir.19) Kazanma hırsı ve kaybetme korkusunun hâkim olduğu tartış-madan hemen çekilmek gerekir. Çünkü burada hakîkati arama aşkı değil, üstün gelme kaygısı egemen olmuştur. Böyle bir tar-tışmadan ulaşılabilecek hiçbir sonuç çıkmaz.20) Herkes için eleştiri dışı tutulması gereken ko-nuların olabileceği kuşkusuzdur. Bunu daha ileri taşıdığınızda hiçbir konu eleştirilemez. Eleştiriye sınır çizmektense, eleştiri ahlâkı üzerine düşünmek gerekir.21) Kuşkusuz iktidar sâhipleri öncelikle eleştirilme-lidir. Ancak bu kendi içinde bulunduğumuz cema-

atin, örgütün, sivil vakıfların hatalarını görmezden gelmeye yol açmamalıdır. Eleştirinin en güzeli ken-di kendini eleştirinin öznesi yapabilmektir. Doğru eleştiri içeriden dışarıya doğru yapılan eleştiridir. Kendini hiç eleştirmeden sürekli dış etkenleri öne çıkarmak, kendi zaaflarını gizleyen bir tutuma dö-nüşecektir. Bu da kendini, içinde bulunduğu grubu eleştirinin dışına taşımak demektir. İslâm dünyası sürekli olarak içinde bulunduğu durumdan dış fak-törleri öne çıkararak analiz yapmaktadır. Bir kez daha söylemek gerekir ki, İslâm dünyası yaklaşık 200 yılı aşkın bir süredir sorun çözme yeteneği-ni kaybetti. Asıl sorun ABD’nin veya İsrail’in gücü değil, Müslüman halkların zaafıdır. Sürekli ABD ve Batıya küfrederek slogan atmak rahatlatıcıdır; ama sorun çözücü değildir. Bu yüzden sosyal değişimde

belirleyici faktör olan iç faktörlere yönelmek gerekir.22) Hakaret etmek ve eleşti-ri yapmak kesinlikle birbirinden ayrılmalıdır. Hakaret etmek ayrı eleştiri yapmak ayrıdır. Hakaret konumu, kimliği ne olursa olsun hiç kimseye yapılmamalıdır. Hiç kimse eleştiriden âzade olmadı-ğı için, eleştiri herkese yapılabilir. Dolayısıyla hiç kimseye yapılma-ması gerektiği gibi, Atatürk’e de hakaret kabul edilemez. Ancak buradaki zorluk, her tür eleşti-riyi hakaret kapsamına sokarak Atatürk’e bir eleştirisizlik zırhı kazandırmaktır. Dolayısıyla neyin eleştiri, neyin hakaret olduğu ko-nusunun sınırının nasıl çizileceği

sorunludur. Üstelik her konuda özgür düşünceyi savunan felsefecilerin bile söz konusu bazı düşün-celer olunca içindeki otoriterlik dışarıya taşıyor. Ko-numu ve bilgisi ne olursa olsun bir kişiyi tartışma ve eleştiri dışına çıkarmak o kişiyi kutsallaştırmaya yol açar.

İslâm dünyası sürekli olarak içinde bulunduğu durumdan dış faktörle-ri öne çıkararak analiz yapmaktadır. Bir kez daha söylemek gerekir ki, İslâm dünyası yak-laşık 200 yılı aşkın bir süredir sorun çözme yeteneğini kaybetti. Asıl sorun ABD’nin veya İsrail’in gücü değil, Müs-lüman halkların zaafıdır.

14

www.osmanogullarialuminyum.comwww.osalcambalkon.comcaylanibrahim@hotmail.com

MERMERAKMER Tel: 0264 274 60 75 Gsm: 0532 483 18 95

Karasu Cd. Tekeler Mh. / ADAPAZARI

AİLE PANELİ ve ÇALIŞTAYI Ribat Eğitim Vakfı Konya’da büyük bir çalıştaya imza attı. Ribat Eğitim Vakfı ve Karatay Belediye-si işbirliği ile Konya’da “Aile Paneli ve Çalıştayı” düzenlendi. 22 Nisan’da yapılan ve “Peygamber Efendimizin Aile Hayatı Örnekliğinde Topluma Sunulacak Metotlar” başlıklı çalıştaya, Konya’dan ve Türkiye’nin çeşitli illerinden çok sayıda davetli katıldı. Ribat Eğitim Vakfı Sakarya Şubesi ve Sa-karya Aile Derneği olarak katılım sağlandı.Programa; AK Parti Konya Milletvekili Hüsnü-ye Erdoğan, Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, RİBAT Eğitim Vakfı Genel Başkanı Mu-zaffer Büyük, Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Önder Kutlu, Kara-tay İlçe Müftüsü Hasan Hüseyin Arslantürk ve

Türkiye’nin çeşitli illerinden çok sayıda davetli katıldı. Programa Ribat Eğitim Vakfı Sakarya Şu-besi ve Sakarya Aile Derneği de katkı sağladı. Hz. Peygamber Efendimizin aile hayatının örnek-liğinin anlatıldığı programın açılış konuşmasını Ribat Eğitim Vakfı Genel Başkanı Muzaffer Bü-yük yaptı. Muzaffer Büyük, batı özentisi haya-tın aile kurumuna büyük zarar verdiğini söyledi. Küreselleşen dünyanın yaşadığı değişimlerden en fazla aile kurumunun etkilendiğine dikkat çe-ken Büyük şunları söyledi: “Aileler gün geçtikçe parçalanıyor. Küresel dünyada nikah yerine dikte edilen seviyeli bir ilişki, nitelikli beraberlik, partner gibi kavramlar evlilik müessesini zayıflattı. Ayrıca modern yaşam tarzının sürüklediği doyumsuzluk

16

hissi fertlerden önce aile kurumuna zarar verdi.”‘Çalıştayın, aile kavramının yeniden ayağa kaldı-rılması bakımından önemli olduğunu’ vurgulayan Muzaffer Büyük; “Aile ahlâkının, toplumsal hayatın varlığını sürdürmesi veya ortadan kaldırması ba-kımından ne kadar önemli olduğu bilinen bir ger-çektir. Fertlerin, hatta toplumların birbirlerini değerlendirmede te-mel kıstasları da görül-düğü üzere aile ahlâkı ile olmaktadır. Efendi-mizin aile ahlâkını bu topluma kazandırabil-mek açısından böyle bir çalıştayın düzen-lenmesi de son derece anlamlı ve önemlidir” diye konuştu.Karatay Belediye Başkanı Mehmet Hançerli, panelin düzenlenmesi için Ribat Eğitim Vakfı’na katkılarından dolayı teşekkür etti. Başkan, toplu-mu ayakta tutan en temel yapının aile olduğunu söyledi ve aile bağlarının son derece kuvvetli ol-duğu Karatay’da dahi boşanmaların arttığını dile getirerek: “Karatay gibi bir yerde dahi evlenen çiftlerin yüzde 34’ü boşanmak için mahkemeye başvuruyor ve başvuranların yüzde 14’ü fiilen ay-rılıyor. Bu oran da her sene yüzde 10 artıyor. Kıy-dığımız nikahların 10’undan 6’sı ilk defa evlenen çiftler, 3 tanesi ikinci evliliği olan çiftlerdir. Kuşkusuz bir aile ku-ramamış insanların arttığı, kurulan ailele-rin bazılarının kısa bir sürede parçalandığı bir ortamda yaşıyoruz. Bu yönüyle ‘aile için tehlike çanları çalıyor’ demek yanlış olmaz” dedi. Toplumu ayakta tutan yapının aile ol-duğunun altını çizen Başkan Mehmet Hançerli, “Ne zaman ki ailede bir sıkıntı olmaya başlar, bu tüm toplumu etkiler. Bu açıdan manevî değerle-rimize dört elle sarılmalıyız” ifadelerine yer verdi.

Karatay Müftüsü Hasan Hüseyin Arslantürk ise, televizyonun aile içi iletişimi ciddi bir biçimde et-kilediğini, bu durumda en büyük zararı çocukla-rın gördüğünü söyledi. Arslantürk; “Biz aile haya-tımızın mükemmelliğiyle batıya karşı övünürken şimdi o noktadan hızlı bir şekilde uzaklaşıyoruz. Dünya küçüldü insan yalnızlaştı, Peygamberimiz

(sav)’in hayatını örnek almalıyız” dedi.Son olarak konuşan AK Parti Konya Millet-vekili Hüsnüye Erdo-ğan, ailenin en önemli okul olduğuna dikkat çekerek şu ifadelere yer verdi: “Aile iyilik ve erdem eğitiminin alın-dığı, irfanın öğrenil-diği ilk mektep ve en

önemli okuldur. Vatan, millet, bayrak, Kur’an ve Peygamber sevgisinin kazanıldığı milleti ve üm-meti oluşturan en temel birimdir. Tüm işlerimizde olduğu gibi aile hayatımızda da temel taşımız, il-ham kaynağımız, hayatı boyunca Kur’an doğrul-tusunda yaşayan Peygamberimizin Sünnetidir. Onun yolundan ayrılmazsak aile hayatımız da bozulmayacaktır.” Öte yandan Çalıştayın Konu Başlıkları ise: “Ha-nımlarının Dilinden Hz. Peygamber”, “Aile Reisi Olarak Hz. Peygamber”, “Bağlayıcılık Bakımın-

dan Rasulullah (sav)’ın Davranışları”, “Evinde Hz. Peygamber”, “Mo-dernitenin İslâm Ailesi Üzerindeki Etkisi”, “Hz. Muhammed’in Tesettüre Bakışı ve Günümüzde Tesettür Anlayışı”, “Örnek Bir Hayat İçin Gereken-ler”, “Hz. Peygamber (sav)’in Sevgiyi Pe-kiştirici Davranışları”,

“Hz. Peygamber’in Kadına Şiddet Konusundaki Engelleyici Söz ve Tutumları”, “Hz. Muhammed (sav) ve Çocuklar (Sünnette Terbiye)” şeklinde tezâhür etti.

17

2017 YAZ OKULU PROGRAMLARI

12 Haziran - 14 Temmuz 2017 8.Sınıf - 11 Sınıf Arası Kız Öğrenciler Yatılı Eğitim* Kur’anı-ı Kerim - Tecvid - Talim ve Ezber* Kur’an Ayı “Ramazan”da Kur’an İncelemeleri* Hz. Peygamber’in Hayatı ve Hadis* Uygulamalı Edep Dersleri* “Hazreti Genç”* İtikad Mes’eleri

"ÖZ"lenen Nesil Yaz Kampı:

3 Temmuz – 4 Ağustos 2017 Tarihleri Arası4. ve 8. Sınıf Arası Erkek Öğrenciler İçin Eğitim10:00 – 16:00* Kur’an-ı Kerim ve Tecvid* İlmihâl* Ahlâk* Peygamberimizin Hayatı* İnanç Esasları* Ve Çeşitli Etkinlikler: 2 Piknik / 2 Havuz, Futbol, Masa Tenisi, vs.

Erkek Öğrenci Yaz Programı

3 Temmuz - 4 Ağustos 20172. Sınıf - 7. Sınıf Arası Kız Öğrenciler 09:30 - 14:30 * İlmihâl* Kur’an-ı Kerim ve Tecvid* Ahlâk* Peygamberimizin Hayatı* İnanç Esasları* Ve Çeşitli Etkinlikler

Çekirdek Kulübü / Yaz Kursu

18

RİBAT EĞİTİM VAKFI SAKARYA ŞUBESİNDE İFTARGönül Sofralarının İlki Bu Yıl da Kuruldu: Ribat Eğitim Vakfı Şubesi yeni binasında ‘Vakıfta İf-tar’ programlarında gönül sofralarının bu yıl da ilk İftarı olarak kuruldu. Vakfa gelen eş, dost ve mahalleliler ile beraber oruçlarını birlikte açarak Ramazan sevincine ortak oldular. Maddî, mânevî ve bedenî hizmeti geçen ve dualarımıza ortak olan bütün kardeşlerimizden Allah (cc) râzı olsun.

SEMİNERSGK Sakarya İl Müdürü Sayın Erhan ÇAVUŞ ve İŞKUR Sakarya İl Müdürü Sayın Tekin KAYA Beyler, Vakıf Şube Merkezimizde sundukları se-minerle Kurumlarının ülkemiz ve şehrimiz gene-linde yaptığı faaliyetler ve projelerle ilgili olarak oldukça aydınlatıcı bilgiler verdiler. Meslek, iş ve maddî imkânlar için ihtiyaç duyan vatandaşları-mıza örneklerle yol gösterek faydalı bir hizmeti ortaya koyduklarını gösterdiler. Kendilerine te-şekkür ediyor ve çalışmalarının bereketlenerek devamını temenni ediyoruz.

19

KONYA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI PLATFORMU UFUK TURU-14Vakıf Şube Başkanımız Gazanfer ÜVEZ Bey’in de katıldığı “Konya Sivil Toplum Kuruluşları Platfor-mu Ufuk Turu”nun 14.sü gerçekleştirdi ve ülkemiz ve insanlığın temel meselelerine çözüm sunabile-cek tartışmalara ve analizlere ev sâhipliği yaptı.Konya Sivil Toplum Kuruluşları Platformu tarafın-dan, İçişleri Bakanlığı, Konya Büyükşehir Bele-diyesi, Selçuklu Belediyesi ve Mardin Valiliği’nin destekleriyle organize edilen Ufuk Turu Prog-ramlarının 14.sü bu yıl, 17-21 Mayıs 2017 tarihleri arasında, güçlü kültürel ve sosyal yapısı, Türki-ye panoramasını yansıtan çoğulculuğu ve tarihî zenginliği ile ön plâna çıkan Mardin’de, başarıyla gerçekleştirilmiştir.Toplantılar, Platform üyesi 175 sivil toplum ku-ruluşunun ev sâhipliğinde, Mardin Sivil Toplum Kuruluşları Platformunun desteğiyle, Türkiye’nin yedi bölgesinin 63 şehrinden 170 ve Konya’dan 235 olmak üzere toplam 405 sivil toplum temsil-cisinin katılımı ile icra edilmiştir.

Memnuniyetle ifade etmeliyiz ki, 15 Temmuz sonrası dönemde, milletimizin birlik-beraberlik duygu, düşünce ve pratiğinin pekiştiği bir vasat-ta düzenlemiş olduğumuz Ufuk Turu Toplantıları sâdece katılımcılara değil, bölgemiz, ülkemiz ve insanlığın temel meselelerine çözüm sunabilecek tartışmalara ve analizlere ev sâhipliği yaptı. Ha-yırlara ve kardeşliğimizin yeniden ihyâsına vesile olması dileğimizle.

20

• Ofset

• Dijital Baskı

• Ambalaj

• Oluklu Kutu

• Baskılı Koli Bantı

• Sürekli Form

• Promosyon

• Kupa

• Plaket

www.burakofset.com

[email protected]

0264 277 40 000264 281 68 50

Yahyalar Mh. Çeşme Meydanı Cd. No.4 ADAPAZARI / SAKARYA

RİBAT EĞİTİM VAKFI "GENÇLİK VE SORUNLARI ÇALIŞTAYIMeram Belediyesi ve Ribat Eğitim Vakfı’nın iş-birliğinde geçen dönem Konya’da düzenlenen “Gençlik ve Sorunları Çalıştayı” ile ilgili kitapçık hazırlanarak halkımızın istifadelerine sunulmuş-tur. Kitapçık incelendiğinde görüleceketir ki, ül-kemiz gençliği ile ilgili olarak oldukça geniş bir çeçeveden ele alınan konular, problemler çok detaylı bir şekilde incelenmiş, sebep-sonuç ve çâreler konusunda teklifler sunulmuştur. Bu ça-lışmanın bundan sonra bu konularda yapılacak olan çalışmalara ve gençliğimize yeni bir yol ha-ritası olması hususunda Rabbimizden yardımla-rını niyaz ederiz.

HALK(AY)A DÂHİL OLMAK Toplumda yetişen ve yaşayan her insanın, o topluma karşı bir vefa borcu vardır. Bu borcu kişi, toplumdan kaçarak, uzaklaşarak değil; ancak toplum içerisinde yaşayarak ve onlara faydalı olarak ödeyebilir. Müslüman; aile, akrabalık, komşuluk, mesai arkadaşlığı, ticaret gibi insanlarla olan ilişkilerini, İslâm kimliğine uygun olarak şekillendirip dininin güzelliklerini ortaya koymalı, başkalarına örnek olmalı, topluma bir yük değil, destek olmalıdır.

İnsan sosyal bir varlıktır. Onun için ilk insan cen-

nette bile tek başına ola-mamış, Yüce Rabbimiz onun için bir eş yaratmış ve insanoğlu Âdem ile Havva çiftinden nesil ne-sil çoğalarak toplumlar oluşmuştur. Rabbimiz, insanları bir erkek ve bir dişiden yarattığını beyan ettikten sonra birbirle-ri ile teârüf etmeleri için farklı meziyetleri olan ka-bileler hâlinde var ettiği-ni haber verir.(1) İnsanla-rın birbirlerini tanımaları anlamına gelen teârüf, toplum içinde birlikte ya-şamanın ilk adımıdır. An-cak, duyguları, düşünceleri, bakış açıları, öncelik-leri farklı farklı olan insanlarla birlikte yaşayabilmek kolay değildir. Bunun için insanın bazı zorluklara katlanması gerekecektir. İnsanlar arasında maale-sef nefsinin ve şeytanın vesveselerine uyan, kötü niyetli, kötü düşünceli, kötü inançlı, kötü ahlâklı kimseler bulunmaktadır. Bu tür insanlar, hak-hukuk gözetmeyip her zaman kendi arzu ve menfaatleri doğrultusunda hareket edeceklerinden toplumun

diğer fertlerine madden ve mânen sıkıntı verirler. Öyle ki bazen bu sıkın-tılar, katlanılamayacak seviyeye ulaşır ve insanı, birlikte yaşamaktan bez-dirir. Başını alıp gidesi gelir kişinin. O insanlarla muhatap olmamak, on-ların eziyetlerine maruz kalmamak, onların ça-ğırdığı günah bataklığına savrulmamak, kulluğunu daha rahat bir ortam-da yerine getirmek için halkın içinden uzak dur-mayı ister. Ne var ki her konuda rehberimiz olan Allah Rasûlü, insanın sürekli toplum hayatın-

dan soyutlanmasını doğru bulmamış ve halkın içi-ne karışıp, insanlara faydalı olmayı tavsiye etmiştir. İbn Ömer (ra)’den rivayet edildiğine göre Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanların arasına karışa-rak onların cefalarına katlanan kimse, halk arasına karışmayıp kimsenin eziyetine katlanmayan kimse-den daha hayırlıdır.”(2)

Toplumda yetişen ve yaşayan her insanın, o toplu-

1 Hucurât, 49/13. 2 Tayâlisî, Müsned, 3/399; İbn Ebî Şeybe, Müsned, 3/250; Musannef, 13/370; Ahmed, Müsned, 9/64; 38/188; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, No: 388; İbn Mâce, Fiten, 23; Tirmizî, Sıfatu’l-kıyâme, 55; Beyhakî, Şuabu’l-îmân, 7/127.

Ö.Faruk AKPINAR

22

ma karşı bir vefa borcu vardır. Bu borcu kişi, top-lumdan kaçarak, uzaklaşarak değil; ancak toplum içerisinde yaşayarak ve onlara faydalı olarak öde-yebilir. Müslüman; aile, akrabalık, komşuluk, mesai arkadaşlığı, ticaret gibi insanlarla olan ilişkilerini, İslâm kimliğine uygun olarak şekillendirip dininin güzelliklerini ortaya koymalı, başkalarına örnek ol-malı, topluma bir yük değil, destek olmalıdır. Sâhip olduğu meslekî tecrübeyi, topluma daha çok hizmet edebilmek için en iyi şekliyle icraya gayret etmeli; bunu yaparken, başkalarıyla olan münasebetlerini mü’min şahsiye-tiyle uyumlu sürdürebilmelidir.Her insanın, birey olarak yapması gereken görev ve sorumlulukla-rı vardır. Toplum içinde yaşayan insanları, bir vücudun azaları olarak düşünürsek, bazı azaların vazifelerini eksik veya yanlış yap-maları, diğer uzuvlara fazladan yük yükleyecektir. Hiçbir uzvun, vazifesini yerine getirmeme lüksü olmadığı gibi, farz-ı muhal böy-lesi bir durumda ben bu yüke katlanamam, deme durumu da yoktur. Bir toplumda yaşanan sıkıntılar, o toplumun bütün fert-lerince yüklenilirse zararı daha az olur. Halkın arasında yaşayan hayırlı mü’min, iyiliği emretmek ve insanları kötülükten men et-mek suretiyle, bireylerin görev ve sorumluluklarını eksiksiz ye-rine getirmelerine, aralarındaki ilişkilerin iyi ve doğru olarak tan-zim edilmesine çalışır. Toplumda yaşanan olumsuzlukları sabrı ve mücâdelesi ile savuşturmaya, insanları bu yük altında ezilmek-ten korumaya gayret edenler halkasına katılmış olur. Böylece insanlara faydalı olur ve hayırlılar arasına yazılır.İmâm Gazâlî, toplum içinde halkla birlikte yaşama-nın faydalarını yedi maddede şu şekilde sıralamış-tır: “İnsanlara bilmediklerini öğretmek, yeni bilgiler öğrenmek; başkalarının bilgi ve birikiminden, yap-tıklarından faydalanmak, insanlara faydalı olmak; insanlara edep erkân belletmek, edeplenmek; in-sanlarla ünsiyet kurmak; hakkı ayakta tutmak ve hukuka riayet etmek suretiyle sevap elde etmek; kibirden uzaklaşarak alçakgönüllülüğü öğrenmek; hadiselerden tecrübeler elde etmek ve bunlardan

ibret almak.”(3)

Rabbimiz aralarında kardeşlik hukuku tesis ettiği kullarını en azından haftada bir kere bir araya ge-tirmek için Cuma namazını farz kılmıştır. Rasul-i Ekrem Efendimiz, ümmetine sürekli cemaate iştirak etmenin faziletinden bahsetmiştir. Ayrıca Müslü-manın kardeşi üzerindeki hakları arasında, selâm almak, davetine icabet etmek, hastalığında ziyaret etmek, cenazesine katılmak(4) gibi toplumsal bağı güçlendirici hususları zikrederek, onların cemiyet

içinde yaşamalarını telkin etmiş-tir. Sürekli namaz kılacağını, oruç tutacağını söyleyen sahabîlerini uyarmış, âhirete daha iyi hazırla-nabilme düşüncesiyle evlenme-meyi, Sünnetini terk olarak de-ğerlendirmiştir.(5) Ne onun rahle-i tedrisinde yetişen ashab-ı kiram ne de sonraki nesillerden âlimler, toplumu bir kenara bırakıp da uz-let hayatını tercih etmemişlerdir. “Yalnız sahabi” olarak tanınan Ebû Zer (ra) de hayatının büyük kısmını insanlara marufu emret-me ile geçirmiştir. Nefs terbiyesi için kısa bir süre uzlete çekilen sûfiler bile, halkla birlikte yaşa-mışlar, eylem ve söylemleriyle insanlara örnek olmaya çalış-mışlardır.Âlimlerin çoğu, toplumda bulu-nabilecek fitnelerden selâmette olacağını düşünen kimsenin toplum içinde yaşamasının daha faziletli olacağı görüşündedirler. İmâm Nevevî de Efendimizin bu hadisinin, onların görüşünü des-teklediğini belirtmiştir.(6) Ne var ki Hz. Peygamber, insanlardan uzak durup, namaz ve zekât gibi ibâdetleriyle meşgul olan kim-seyi de hayırlı kimseler arasında saymıştır.(7) Bu hadisi bir başka

yazıya bırakarak burada halkın arasında bulunma teşvikini O’nun hayatı örnekliğinde ele almaya ça-lışalım.Allah Rasûlü, kırk yaşına kadar müşrik bir toplum içerisinde, onlarla birlikte yaşamış, ticaretini yap-mış, zengin ve güçlü olanın üstün görüldüğü o top-lumda “emîn” sıfatına lâyık görülecek kadar onlarla ilişkilerini en iyi şekilde devam ettirmiştir. Peygam-berliği süresince onların dayanılması güç, türlü ezi-yet ve cefalarına katlanmış, buna rağmen insanlarla

Toplum içinde yaşayan insanları, bir vücudun azaları olarak düşünür-sek, bazı azaların vazi-felerini eksik veya yanlış yapmaları, diğer uzuv-lara fazladan yük yükle-yecektir. Hiçbir uzvun, vazifesini yerine getir-meme lüksü olmadığı gibi, farz-ı muhal böyle-si bir durumda ben bu yüke katlanamam, deme durumu da yoktur.

3 Gazâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, 2/236. 4 Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Selâm, 4. 5 Buhârî, Nikâh, 1; Müslim, Nikah, 5.6 Bkz. Aynî, Umdetü’l-kârî, 21/168. 7 Mâlik, Cihad, 1; Nesâî, Zekat, 74; İbn Hıbbân, Sâhîh, 2/367.

23

bağını koparmamış, doğruları anlatmaktan çekin-memiş, kendisine tâbi olan kutlu insanlarla birlikte omuz omuza mücâdelesini sürdürmüştür.İslâm medeniyetinin temellerini attığı Medine’de halkın her kesiminden inananların yanı sıra Yahu-di, müşrik ve münâfıklarla bile aynı ortamı paylaş-mıştır. Ashabı ile birlikte üzülmüş, onlarla birlikte sevinmiş, bollukta darlıkta, seferde ve hazarda, barışta savaşta onlarla birlikte olmuştur. Sayısız kötülüklerini gördüğü münâfıklara; yersiz, fütursuz ve üslûpsuz söz ve fiilleriyle bedevîlere; basit meseleler yü-zünden birbirleri-ne giriveren bazı sahabîlerin durumu-nun kendisine verdi-ği sıkıntıya rağmen, onların arasında ya-şamaya, güzel örnek olmaya, doğruları öğretmeye devam etmiştir. Öyle ki am-cası Abbâs, insanla-rın Hz. Peygamber’i kardeşleri gibi gör-meleri ve ona sıkıntı vermelerinden ra-hatsızlık duymuş ve yeğenine in-sanların kendisine saygı duyması ve mesafeli olması için bir taht edinmesini istemişti de O, elbise-sini çekiştirseler de, kaldırdıkları tozla kendisini rahatsız etse de Allah’a kavuşana dek onların iç-lerinde bulunacağını söylemiş,(8) öyle de yapmıştır.

Efendimiz, insanlara faydalı olarak halkın içinde ya-şama konusunda verdiği şu misâl ile ümmetine de teşvikte bulunmuştur: Ebû Mes’ud (ra)’un nakletti-ğine göre O, bir gün sohbetinde şunları anlatmıştır: “Sizden önceki milletlerden bir adam hesaba çekil-di ve hayır namına şu işinden başka hiçbir ameline rastlanmadı. Bu işi, onun insanların arasına karışan ve eli darda olan borçlu kimselere kolaylık göster-melerini adamlarına emreden bir kimse olmasıy-dı. Allah Teâlâ (onun bu amelini görünce) ‘Biz, bu

kolaylık göstermeye ondan daha hak sa-hibiyiz!’ buyurdu ve (görevli meleklere) onun günahlarından vazgeçmelerini söy-ledi.”(9)

Şu hâlde hayırlı Müslüman, neme lâzımcı düşünceden ve vurdumduymaz tavırdan uzak dura-rak insanlarla birlikte iyi yaşamanın yolla-rını aramalı; Rabbin rızasını gözeterek içinde yaşadığı toplumu ıslahı için

koşturmalı, insanlara hizmet için gayretkeş olmalı; darda olanın, yolda kalanın, yoldan şaşanın yanında ve yardımında bulunma-lıdır. Müslüman, boş duran değil koşturan; güdülen değil gündemi belirleyen, iyiliği kendinde kalan değil iyiliklerini başkalarına taşı-yan aktif eylem adamıdır.

Allah Rasûlü, kırk yaşına kadar müşrik bir toplum içerisinde, onlarla bir-likte yaşamış, ticaretini yapmış, zengin ve güçlü olanın üstün görüldü-ğü o toplumda “emîn” sıfatına lâyık görülecek kadar onlarla ilişkileri-ni en iyi şekilde devam ettirmiştir.

8 İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, 2/193 (Rivayet hem آخوك hem آذوك şeklinde nakledildiğinden her iki mana birlikte zikredilmiştir). Bkz. Süyûtî, Câmiu’l-ehâdîs, 22/428.9 Müslim, Müsâkât, 30; Tirmizî, Büyû’, 67.

24

Tatlı dilli, güler yüzlü olmak gerekir. Zira güzel yüzlü olmak elimizde olamasa da, güler yüzlü olmak elimizdedir.

Çocuklara Öykülerle 40 HADiS

TATLI DİL, YILANI DELİĞİNDEN ÇIKARIR

18.HADiS

“Siz mallarınızla bütün insanları memnun edemezsi-niz. Öyleyse güler yüzlülüğünüz ve güzel huyunuzla memnun ediniz.”(1)

Tatlı dilli, güler yüzlü olmak gerekir. Zira güzel yüz-lü olmak elimizde olamasa da, güler yüzlü olmak eli¬mizdedir. Bir güzel söz var:“Bir aileyi haylaz evlat, bir esnafı asık surat, bir yi-ğidi huysuz avrat, bir şoförü aşırı sürat yıkar” diye. İnsanlara değer veren değerli olur. Tepeden bakan ve surat asan te-petaklak gider. Şimdi öykümüze bir bakalım:Köylünün biri ufak bir küpe bal doldurur, sırtına yükleyip pazarda satmaya çıkarmış. Ancak bir kaşık bile satamadan akşam eve döner-miş. Babası bu durumu merak et-miş. Neden oğlunun balını kimse almıyor? diye düşünmüş. Bir sabah oğlunun peşine takılmış ve takip etmiş. Çok geçmeden oğlunun ne-den balını satamadığını anlamış.Asık bir suratla “Bal, bal!” diye bağırdığı için, kimse-nin ondan bal almadığının farkına varmış. Oğlunun yanına varmış ve: “Ben senin balını niye satamadığı-nın sebebini buldum, demiş. Senin dilin bal satıyor, ama suratın sirke satıyor... Oğulcuğum, asık surat-lılık, soğuk durma, buz gibi olma, duvar gibi durma insanları kişiden uzaklaştırır.”Şu hikâye de bunu ne güzel ispatlıyor: Adamın biri şapkasını ve ceketini iyice giyinmiş, yolda gidiyor-muş. Güneş ile rüzgâr iddiaya girmişler: “Bu adamın şapkasını ve ceketini kim çıkarabilir?” diye. Kura çekmişler, öncelik rüzgâra düşmüş. Rüzgâr estikçe esmiş. Adam, rüzgâr arttıkça şapkasına ve ceketine

daha sıkı sarılmış. Rüzgâr fırtınaya dönüşmüş, ada-mı yerden yere savurmuş. Nafile... Adam ceketini ve şapkasını kaptırmamak için var gücüyle mücadele ediyormuş, sonunda rüzgâr pes etmiş.Daha sonra sıra güneşe gelmiş. O biraz görününce adam sıcaktan bunalıp şapkasını çıkarmış, güneş bi-raz daha sıcaklığını arttırınca ceketinin düğmelerini çözmüş. Güneş iyice ısıtınca da ceketini çıkarmış.

Rüzgâr, güneşe: “Tamam, davayı sen kazandın, adamın ceketini ve şapkasını çıkartmayı başardın.” demiş.Burada güneş, tatlı dili ve güler yüzü temsil ederken, rüzgâr, sert-liği ve asık suratlılığı, yüzü soğuk-luğunu temsil ediyor ve sonunda, tatlı dil güler yüz galip geliyor.Sevgili arkadaşlar, şunu unutma-

malıyız: Tatlı dil yılanı deliğinden, kötü söz insanı di-ninden çıkarır. Tatlı dil ve güler yüz, insan kalbine en çok tesir eden ve kalbi harekete geçiren en önemli psikolojik unsurdur.Herkese verecek, memnun edecek malı, maddî gücü bulamayabiliriz, ancak tüm insanlara yetecek tatlı dil ve güler yüze sâhip olabiliriz.Tatlı dil ile söylenen söz mutlaka etkisini gösterir ve kişileri istenilen hedefe ulaştırır. Acı sözler ile kırıcı davranışlar ve kötü huy ise insanları olumsuz yönde etkiler ve olacak işleri bile bozar. Acı surat, acı söz ve huysuzlukla hiçbir hedefe ulaşmak mümkün değildir.“Siz mallarınızla bütün insanları memnun edemezsi-niz. Öyleyse güler yüzlülüğünüz ve güzel huyunuzla memnun ediniz.”

1. Münziri, Et-Terğib vet-Terhib 3/411. Münavi, Feyzul-Kadir 2/557.

Herkese verecek, mem-nun edecek malı, maddî gücü bulamayabiliriz, ancak tüm insanlara yetecek tatlı dil ve güler yüze sâhip olabiliriz.

Halil ATALAY

25

MODERNİTENİN İSLÂM AİLESİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Modernliğe rengini veren ve hâkim karakterini oluşturan özelliği; kendisini din karşıtlığı üzerine konumlandırması, dinin alanını sâdece ibâdetlerle sınırlandırıp günlük hayattaki yapıp-etmelerde belirleyiciliğini büyük ölçüde sınırlandırması, yâni dini vicdanlara hapsetmesidir.

Bir olguyu, bir süreci, bir kavramı tarihî arka plânını dikkate almadan analiz etmek mümkün olmadığı

gibi tek bir yönüne bakarak değerlendirmek de her zaman tam anlamıyla açıklayıcı olmayabilir. Onun hâkim karakterini oluşturan, ona asıl rengini verene ve sonuçlarının büyük ölçüde kendisine bağlı olduğu ana özelliğini tespit etmeye çalışmak, arananı bulmaya yardımcı olur ve anlamayı kolaylaştırır. İşte modernli-ğe bu noktadan yaklaşmak gerekir. Bu bağlamda onu hayatın farklı alanlarındaki konumunu merkeze alarak meselâ siyasî, ekonomik, kültürel, askerî, teknolojik vb. yönlerini öne çıkararak çözümlemek har zaman mümkündür. Ama bunlar sâdece bir yönden sonucu tartışmak olur.Modernliğe rengini veren ve hâkim karakterini oluştu-ran özelliği; kendisini din karşıtlığı üzerine konumlan-dırması, dinin alanını sâdece ibâdetlerle sınırlandırıp günlük hayattaki yapıp-etmelerde belirleyiciliğini bü-yük ölçüde sınırlandırması, yâni dini vicdanlara hap-setmesidir. İbâdetlerin bile rûhunu kaybettiğine ba-kılırsa bu yapı daha iyi anlaşılabilir. Bu tespit, süreci anlamada dönüm noktasıdır. Diğer alanlarda mey-dana getirdiği değişimler ise bunun tabii sonucudur. Onun bu tarafına odaklanmadan yapılacak her türlü tartışma eksik kalacaktır. Modernlik, tarihî kökleri itibariyle büyük ölçüde ki-lisenin merkezinde olduğu din sorununa tepki ola-rak başlayan sürecin adıdır. Bu ideoloji, başlangıçta sâdece Hıristiyan Batı dünyasını ilgilendirmekle birlik-te ileriki dönemlerde gittikçe genişlemiş ve teknolojik imkânların sağladığı avantajla da tüm dünyayı etkisi altına almıştır.

Kaynaklara göre “modern” kelimesi Latince “moder-nus” kelimesinden türetilmiştir. Kelimenin anlamı “he-men şimdi/ günümüz” demektir. Modus ve modernus kelimelerinden türetilen “modern” kelimesi ise düne ait olmayan anlamını taşımaktadır. Modernite kelime-si ilk defa 5. yüzyılda eskiye karşı yeni dönemi belirle-mek için ortaya atılmıştı. Toplumsal yapıda modernite sürecine bakıldığında; ekonomik ve sosyal şartlarının 16.yy’dan itibaren oluşmaya başladığı, temel felsefesini 18.yy’daki ay-dınlanma sürecinden alarak yapısını insan ve akla da-yandırdığı görülmektedir. Vahye dayalı din ve inanç, toplumsal yaşamdan uzaklaştırılarak siyasî yapıda “Laiklik” benimsenmiştir. 18. ve 19. yüzyılların keşifler, sömürgeler ve buluşların da katkısıyla oluşan “Sa-nayi Devrimi” toplumsal refah düzeyinin yükselmesi sonucunda kapitalist yapıyla evrimini tamamlamıştır. Sonraki dönemlerde tamamen ideolojiye dönüşerek, kendi siyasî sistemini de kurmuştur.Modernite kavramının batıdaki aydınlanma dönemi-nin ürünü olduğu konusunda araştırmacılar fikir birliği içerisindedir. Bu deyim, yakın tarihte ilk defa Jan Jak Rousseau tarafından kullanılmıştır. İki anlamı bulunmaktadır: Birincisi; batı medeniyetinin bir devrini betimlemekte, ikincisi bir stil veya tarzın tasvirini yapmaktadır. Gelişim aşamasında Avrupa toplumlarının sekülerleşmesiyle, akla ve bilime atfedi-len öneme dayalı olarak, geleneksel siyasî otoritenin yerinin rasyonel hukukî otorite tarafından devralınma-sı ile sistemleşmiştir.Modernite ve yeni ismiyle Post-Modernite doğrultu-sunda oluşmakta olan küreselleşme, Yahudi ve Hıris-

Yusuf E. ERDEM

26

tiyanlıkla doğudaki felsefî inanç sistemlerini kendi po-tasında erittikten sonra, önündeki en büyük engelin İslâmiyet olduğunu öngörmüştür. Bu nedenle teoris-yenler “Medeniyetler Çatışması” tezini ileri sürülerek, önce Müslümanları sindirip daha sonra İslâm’ın va-zettiği tüm inanç sistemini yok etmeyi planlamakta-dırlar. Modernite ve kapitalizmin oluşumuna katkıda bulu-nanlar ve olmazsa olmaz taraftarları onu bir din; ilâhını da para olarak kabullenmektedirler. Bu nedenle “yeni din”de birey ne kadar çok servete sâhip olursa o ka-dar dindar kabul edilerek itibar görmektedir. Aslında bu düşünce, tarihin derinliklerinde daima var olmuş, İslâm dini de her dönemde bu düşünceyle mücadele etmiştir. Yüzyılımızın -yaklaşık- son çeyreğine kadar moder-nite karşısındaki tavır ve davranış, meydan okumaya karşı düşmanı tanıyıp gerekli tedbirleri alma, alternatif sunma ve hesaplaşma yerine hay-ranlık, çaresizlik, zorunluluk kar-şısında sıkışma, yanlış değerlen-dirme, yanlış birleştirme şeklinde olmuştur. Evet, modernite ile mut-laka hesaplaşmak gerekir. İslâm kendisine zıt olan, kendisi için tehdit oluşturan hiçbir inanç ve düşünce ile izdivaç edemez, sulh yapamaz; mücadele eder, kendini korur, kendi bünyesinde, kendi yöntemleriyle, özünü boz-madan değişmesi gerektiği kadar değişir ve bu sayede hem kendisi hem de yeni olarak varlığını sürdü-rür, insanların hep muhtaç olacak-ları bir “mürşid” olarak kalır; kıya-met kopuncaya kadar. Dine ve dînî olana karşı duruş ser-gileyen ve bu uğurda çalışan ancak bunu görünmeden yapabilenler, toplumların alışkanlıklarını, zevklerini, zaaflarını tespit ederek başarılı bir toplum mühendis-liği projesiyle önce algıları sonra da tutumları değiştir-mektedirler. Bu konuda popüler kültür araçları etkin şekilde kullanılıp nefisleri ayartarak manevî değerlere karşı zihinleri fark ettirmeden yeniden biçimlendirip dünyalığa yönlendirilmekte ve yönetmektedir. Bu pro-je insanların birbirleriyle, çevresiyle, eşyayla, inançla-rıyla ilişkilerini bütünüyle etkilemektedir. En güçlü etki de ailede gözlemlenmektedir.Sorunlar:1. Günümüzde modernite ve onu ayakta tutan kapita-lizm, önünde en büyük engel olarak, İslâm ve kurum-sallaştırdığı aileyi görmektedir. İslâm’ın inanç, ibâdet, aile ve toplum sistemini yeniden şekillendirmeye ça-

lışmaktadırlar. Amaçları toplumunun temeli olan aileyi çökertip, “gelenekçi” gördükleri Müslümanları “alla-yıp pulladıkları” modernite potasında eriterek post-modernite kalıplarıyla yeniden şekillendirmektir.2. Modernitenin dini erozyona uğratma hedefinde ilk önce aile ve kadın bulunmaktadır. Modernite aile ya-şamını ortadan kaldırmaktadır. Sistemde ferdin alabil-diğine özgürlüğü esas olunca aile yaşamı bu özgürlü-ğü kısıtladığı düşüncesi hâkim olmuştur. Bu nedenle boşanma oranı oldukça yükselmiştir. Onsekiz yaşını bitiren çocuklar ailelerinden ayrılarak ayrı eve çıkmak-ta canının (nefsinin) istediği gibi bir yaşam sürmekte-dirler. Sinema, medya ve pek çok kitle iletişim araçları insanların seks dürtülerini olabildiğince körükleyerek bu alanda yeni sektörler oluşmasını sağlamaktadır. Fertler cinsî ihtiyaçlarını hayvanlar gibi kolay ve ser-bestçe karşılar hâle gelmişlerdir. Yasalarda zina suç olmaktan çıkarılmıştır. Çocuklar arasında flört yaşı

oldukça aşağılara inerek, mahre-miyeti -hele genç kızların- ortadan kalkmış bulunmaktadır. İstatistik-lere göre eşler arasında aldatma oldukça yaygınlaşmış, pek çok çift bu konumu kanıksar hâle gelmiştir.3. Modernite ve Kapitalizmin nihâî hedefinde doğurganlığını kaybet-miş, zamanının çoğunu evin dışın-da geçiren erkeğimsi kadın türü ve hiçbir sorumluluk üstlenmeyen, gününü gün etmeye çalışan kadı-nımsı erkek türü üretmek bulun-maktadır. 4. Ailelerde artık anne ve baba rol model olmaktan çıkmış, tv di-zilerindeki hayali karakterler on-ların yerini almıştır. Hele çalışmak zorunda olan annelerin çocukları

kendilerini yalnızlığa itilmiş hissetmekte, boşluğu tv ve internet bağımlılığı ile gidermeye çalışmaktadırlar.5. Modern dünyada Müslümanlar din-hayat bağlan-tısını nasıl ya da hangi ölçülere göre veyahut nasıl bir yöntemle kuracağı konusunda gelenek ile modernlik arasında bocalamaktadır.6. Modern kültür, yapısı itibariyle: Allah-insan den-gesini “insanı önceleyerek”, Din-dünya dengesini “dünyayı öne çıkararak”, Madde-maneviyat dengesi-ni “maddeyi merkeze alarak”, Kadın-erkek dengesini “kadın merkezli cinsî kışkırtıcılığı öne çıkararak” boz-muştur. Bu dengesizlik maddî çıkar ve hazzı önemse-yen, gönül/kalp dünyasını ihmal eden rasyonalite te-melli ilişkiler ağı örmüş, böyle bir düzen kurmuştur. Bu da ister istemez aile ilişkilerinde bazı yapısal sorunlara yol açmıştır. Modern dünya aile sorunlarıyla bu husu-

Bu zihniyet ikiyüzlü, hatta biz buna çok yüzlülük desek yeridir. Din de, îman da, insan-lıkta, ahlâkta, iktisatta, vs. aklımıza gelen in-sanlıkla ilgili, insanlığa ait her şeyde bunların çok yüzlülüğü vardır. Hangisi işlerine gelirse o hâllerini kullanacak kadar karaktersizdirler, vicdansızdırlar.

27

su artan oranda yaygınlaşarak fiilen yaşamaktadır.7. Müslüman değerleri üzerinden üretilmiş bir bilgi yerine Batılı kaynaklardan gelen hazır bilginin, hazır düşünce kalıplarının kullanılması İslâm toplumları için ciddi bir sorundur.8. Modern değerleri merkeze alarak din ile moderni-teyi uzlaştırmak ve onu din üzerinden meşrulaştırma-ya çalışmak birçok açıdan sorun doğurmaktadır.9. Gelenekli aileyi değiştiren, bir başka ifadeyle mo-dern aileye dönüştüren iki öğe öne çıkmaktadır: a) Seküler yaşam biçimi ve b) kadın figürünün yeniden inşası ve bu yolla toplumsal kodların değiştirilmesi. Sekülerizm dünyanın kutsanması ve hazların tanrılaşmasına zemin hazırlamış, kadının yeniden inşa-sıyla da rollerde karmaşa doğmuş-tur. Yeni kadının merkezinde oldu-ğu modern hayat, aile kurumunu bambaşka bir şekle sokmuştur.10. Hz. Peygamberimiz (sav)’in “Bir keler deliğinden girseler siz de gi-receksiniz” dediği seküler dünyayı sıkı sıkıya takip eden Müslüman-lar onların yaşadığı sorunlarla çok hızlı şekilde tanışmıştır. Bunun do-ğurduğu problemler gitgide derin-leşmektedir. Esas felaket, çok kısa süre sonra Batı’nın şu anda yaşa-dığı kronik sorunlarla İslâm dünya-sının karşılaşacak oluşudur.11. Dînî alanın daraltılmasının aile üzerinde olumsuz ve yıkıcı etkileri giderek artmaktadır.12. Maneviyata karşı “görünen dünyanın öncelenme-si” (sekülerleşme) giderek yaygınlaşmaktadır. Dün-yevileşme en fazla aileyi etkilemekte; özellikle eş se-çiminden aile içi ihtilaflara varıncaya kadar sorunları çıkmaza sokmaktadır.13. Modern değerler ve yaşam biçimi Kur’ân, Sünnet malzemesi ve sahabe uygulamaları üzerinden meşru-laştırılmak istenmektedir. Bu yaklaşımın en olumsuz etkisi, kavramların genetiğiyle oynanması ve onların İslâmî kimliğini baskılayan modern rengini meşrulaş-tırmasıdır.14. Kendisini din karşıtlığı üzerine konumlandıran mo-dernite dinin sahasını iyice daraltmıştır. Dinde ise aile geniş şekilde düzenlenmiş bir alandır. Modernitedeki daraltılmaya karşın İslâm’daki geniş aile alanının aile-ye olumsuz etkileri vardır.15. Modernitenin meydan okuduğu ve zafer kazan-dığı alan dindir. Modernleşme/Çağdaşlaşma süreci, insan-din ilişkisi bakımından iki olumsuz sonuç do-

ğurmuştur:a) Dindar insanlarda zihnî bir parçalanma meydana gelmiş, bir açıdan dinin gereğini yerine getirip, diğer açıdan dine aykırı tercihlerde bulunan zihniyet dünya-sı kurulmuş ve ona bağlı bir yaşam biçimi doğmuştur. (Haccımı yaparım viskimi içerim; namazımı kılarım fa-izli parayla umreye giderim; oruç tutarım iş hayatımda aldatırım; Kur’ân okunurken, camiye girerken, cena-zeye katılırken başörtüsü takarım sonra çıkarırım vb.)b) Modernlik etkili araçlarıyla nesilden nesile, kuşak-tan kuşağa dinin zayıfladığı bir sürecin belirleyicisi ol-muştur. (Dînî hassasiyetleri olan ailenin çocuklarının

nişan veya düğünlerindeki modern görüntüleri vb.)16. Müslüman dünyanın zihni mo-dernliğin işgali altındadır ve bu yüzden sağlıklı düşünme meleke-si, düşünme tasavvuru hasar gör-müştür.17. Modernitenin ailemize ruh ve-ren değerleri, kendine özgü mis-tisizmi ile itici hâle getirdiği ya da değiştirdiği bilinmektedir. Bu de-ğerlerin içeriden bir bakışla yeni-den ele alınıp aktif hâle getirilme-sine ihtiyaç vardır.18. Modern kültür ve Müslüman ülkelerdeki temsilcileri; bilinçli ça-lışmaları, kullandıkları etkin araçlar vasıtasıyla toplum, modern yaşam biçimine programlanmakta, gene-tiği bozulan ve Müslümanlara se-

vimli gelen melez kavramlarla toplum günden güne yeni yaşam biçimine farkında olmadan ikna edilmek-tedir.19. Modern kültür, zaafları ayartarak, zaten güçlü bir câzibeye sâhip olan kadın cinselliğini yeniden inşa edip kışkırtmış, bu yolla insanı en zayıf noktasından yakalamıştır. Özellikle gençler üzerinde başarılı ope-rasyonlarla bütün fıtrat dengeleri altüst edilmiştir.Çözüm Önerileri: 1. Mahrem alanlar dâhil her şeyin alım-satım alanı-na dâhil edildiği ve üret-tükete endekslendiği, nefsin ilâhlaştırılıp Allah’ın devre dışı bırakıldığı, hazcılığın, konfor arayışının ana hedef hâline geldiği, ikili ilişki-lerde benmerkezciliğin (bencillik) hâkim karakteri oluşturduğu kısaca yaratılış gerçekliği ve buna dayalı ilişkilerin bozulduğu modern çağda yaşadığımızın far-kında olmak zorundayız.2. Müslüman dünyanın zihni modernliğin işgali altın-dadır ve bu yüzden sağlıklı düşünme tasavvuru hasar görmüştür. Bu noktada Kur’ân-ı Kerîm’in Muhammed

Bu bir Hak–Bâtıl mücâdelesidir, sürüp gitmektedir. Mesele hak nedir, bâtıl nedir onu iyi bilmekte. Hak, nasslara dayanır, yâni Vahiy ve Peygamberlerin Sün-netlerine dayanır. Bu bizim için Kur’ân ve Hz. Muhammed (sav) Efen-dimizin Sünnetidir; yâni başka bir ifadeyle, açık hüküm, kesin delil ve hüccete dayanır.

28

(sav) ümmetine yüklediği iki vazifeye sâhip çıkmak gerekecektir: Birincisi; iyiliği hâkim kılan ve kötülüğü engelleyen yapısıyla insanlar için en hayırlı ümmet ol-mak. İkincisi; orta yolu benimseyerek insanlığın mo-deli olmak. 3. Müslüman dünyaya düşen vazife, “Allah-insan, insan-insan, insan-âlem, din-dünya, dünya-âhiret, madde-mâna, kadın-erkek…” arasında dengeyi ko-ruyan, ifrat ve tefritten uzak, orta yolu tutan “vasat ümmet” olarak diğer ümmetlere model olma görevi-nin bilinciyle hareket etmek, bunu yaparken de yük-sek ahlâkî değerlerin beşer formundaki ifadesi olan Hz. Peygamber’i (sav) model almaktır.4. Herkesin hayat tarzına ve şahsî tercihlerine saygı duymanın esas olduğu gerçeğini göz ardı etmeden kültürel değerlerimize ve kavramlarımıza eklemle-nen yabancı unsurlara dikkat çekmek, otantik/aslına uygun, saf özelliklerini ortaya koymak ve bu konuda farkındalık oluşturmak zorunluluğu vardır. Entelektü-el kesim ve ülkeye yön veren aktörler, samimî olarak Müslüman dünyanın değerlerine ve bu yönde oluşan sahih geleneklere saygı duymak durumundadırlar.5. Müslüman dünyada modernitenin kat ettiği büyük mesafe onunla hesaplaşmayı, yüzleşmeyi kaçınılmaz kılmıştır. Modernitenin karakteristikleri analiz edilmeli, Müslüman zihni üzerindeki etkileri tespit edilmelidir.6. Özellikle modern dünya ile İslâm âleminin ortak-laşa kullandığı kavramlardaki karmaşa dikkat çek-mektedir. Aradaki ortaklık sebebiyle kavramlarımıza eklemlenen parazitler ayıklanmalıdır. Bu bağlamda; - kadın-erkek eşitliği ve ilişkileri, - haklar ve özgürlükler, - tüketim, - roller, - mahremiyet, - cinsellik, - hazcılık, - mahalle baskısı gibi aile kurumunu özünden ilgilen-diren kavramlar ele alınmaya muhtaçtır.7. Modernitenin, ailemize ruh veren değerleri, kendine özgü mistisizmi ile itici hâle getirdiği ya da değiştirdiği bilinmektedir. Bu değerlerin içeriden bir bakışla yeni-den ele alınıp aktif hâle getirilmesine ihtiyaç vardır.8. Kur’ân-ı Kerim’in, aileyi kuran ve yaşatan üç te-mel değer olarak bahsettiği “Rahmet”, “Meveddet”, “Sekinet”in egemen olduğu aile yapıları teşvik edil-melidir. Kur’ân ve Sünnetin ailenin mutluluk ve kalıcılık esası üzerine kurulmasını öngören ilke ve tedbirleri ele alınarak toplumda yaygınlaştırılmalıdır.9. Aile içinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan uyuş-mazlıkları yönetebilme becerisi ve çözüm önerileri Kur’ân-Sünnet perspektifinden incelenmelidir. Batı’da üretilen çözümlerde Müslüman toplumlarla doku uyuşmazlığı bulunmakta ve sorunlara çözüm içeriden bir bakışla, öze dönüşle mümkündür. 10. Aile haklar üzerinden değil, vazife ve sorumluluk bilinci üzerinden inşa edilmelidir.

11. Kur’ân-ı Kerim’de “aile içi uyuşmazlıkların dışarı-ya taşmadan aile içinde çözülmesi” ilkesine yaptığı vurgunun bir örneği olarak zikredilen hakemlik kuru-munun canlandırılması, ailenin kurtarılmasında etkili bir yoldur. Her iki aileden birer hakemin ya da hakem heyetinin (Nisa, 35), günümüzdeki anlamıyla iki taraf-tan sözü dinlenir, saygınlığı olan büyüklerden birer âkil adamın sorunu sahiplenmesi ve çözüm üretmesi yö-nünde bir düzenleme yapılmalıdır.12. Çözücü postmodern kültüre karşı kendi değerle-rimizi koruyacak ve kendi medeniyet ilkelerimiz doğ-rultusunda İslâmî duyarlıkları gelişkin yeni bir kuşak yetiştirmeliyiz.13. Modernite bir sosyal kültür ve yaşama tarzıdır. El-bette toplumların yaşama ve kültürel dünyaları sanat, bilim ve teknolojik tercihlerini de etkiler. Müslümanlar çağın bilim ve teknolojisini özümseyerek üretimlerini ona göre geliştirmeli, fakat modernite karşısında sos-yo-kültürel kimliklerini kaybetmemelidirler. Bu kimliğin ilk oluşum yeri İslâmi kalıplara göre şekillenmiş ailedir. 14. Toplum mühendisleri Müslüman toplulukların kodlarıyla ne kadar oynamaya çalışırlarsa çalışsınlar: Yüce Allah’ın Müslümanların elindeki “Kur’ân’ı ve Dini-ni muhafaza edeceği” vaadi, Müminler için en büyük teminattır. Ayrıca Hz. Peygamberin 1400 yıldır yaşa-tılan Sünneti, uzun bir süreçte oluşan İslâmî gelenek ve medeniyeti hiçbir medeniyet yok edemediği gibi modernite kültürü de yok edemeyecektir. İslâm nasıl Pers, Mısır Roma ve Bizans kültürünü kendi potasın-da erittiyse, yeni oluşan Grek-Roma kökenli neo-libe-ral kültürün günümüzde şekillenen son versiyonunu da sinesinde eritecek güçtedir. Moğol istilası sonra-sında, irfan ehli tebliğciler tarafından İslâm nasıl o ilkel kavmin beynine yerleştirildiyse, günümüz tebliğcileri de yeni düşünce kalıpları içerisinde İslâm’ı seküler ka-falara nakşedecek güçtedir.15. Müslüman kadın kamu alanından dışlanamaz; ancak kamu alanında erkek ve kadın mü’min ve mü’mine olduğunun bilinciyle davranması gerekir. Kapitalizmin kendi kalıplarında şekillendirmeye başla-dığı ve modern yaşama kendini alabildiğine kaptırmış Müslüman kadın ve erkekler İslâm’ın vakarı içerisinde eşine örtü olacak ve çocuklarına örnek rol-model ola-cak bilinçte yaşamını şekillendirmek zorundadır. 16. Müslümanlar olarak ayakta kalmamız, anne-baba ve çocuklardan oluşan tabloyu muhafaza etmemize bağlıdır. Aksi takdirde gelecek nesiller için olumlu hiç bir miras bırakamayacağız. Toplum olarak oldukça büyük bir fetret devresinden geçiyoruz. Karşı karşı-ya bulunduğumuz modernitenin aileye yönelik yıkım komplosunu engellemek için, toplum olarak mümine fakihlere, ilim kadınlarına ihtiyaç bulunmaktadır; İslâm toplumunun geleceği onların ellerinde şekillenecektir.

Yararlanılan Kaynaklar: -Saffet Köse, “Genetiğiyle Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin Sonu” -Halit Özdüzen, “Müslüman Ailenin Modernite ile İmtihanı”

29

Kadına şiddeti erkeğe men eden, aslında şiddeti kime karşı işlenmiş olursa olsun lânetleyen bir

dinin mensupları olarak… Bugün karısını döven -eziyet eden-, hatta öldüren ve hâlâ “Elhamdülillah Müslümanım” diyen nasıl bir toplum olmuş ve ne yazık ki nereden nereye gelmişiz… Sevgili Peygam-berimizin bu konudaki tavrına bakıp belki daha net anlama imkânı bulabiliriz…Hz. Muhammed (sav) kadın haklarına saygı göste-rilmesini istemiş, “Veda Hutbesi”nde konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’a kar-şı gelmekten sakınmanızı tavsiye ederim.” (Müslim, Hac, 147)Hz. Âişe’nin naklettiği hâdisede: Bir kızcağız geldi: “Yâ Resûlallah”, dedi “Babam beni istemediğim hâlde amcamın oğluyla evlendirdi.” Hz. Muhammed derhal kızın babasını çağırdı: “Kızını, istemediği hâlde bir başkasıyla evlendirmeye zorlayamazsın.” dedi. Adam: “Nasıl emrederseniz yâ Resûlallah!” diyerek yaptığından vazgeçti.Hz. Muhammed (sav) aile hayatında kadının da so-rumluluğunun olduğunu ve söz hakkının bulundu-ğunu bildirmiş ve bu hususu şöyle dile getirmiştir: “Kadın; eşinin, evinin ve çocuklarının yöneticisidir. Hepiniz yöneticisiniz ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz” (Müslim, İmâre, 20).

Ashabına bir tavsiyesinde; “Kadınlarınızı nasıl köle ya da hayvan döver gibi dövüyor, sonra da akşam olunca utanmadan beraberce yatıyorsunuz?” şek-linde bir ifade ile seslenirken; Erkeklerin eşlerine karşı katı, kaba, zorba ve merhametsiz olmama-larını, onlara sözlü ve fiilî şiddet uygulamamalarını, kötü sözlerle tahkir edilmemesini (Ahmed, V, 5) is-temiş ve; “Kadınlara yediğinizden yedirin, giydiği-nizden giydirin, onlara vurmayın ve onları kötüleme-yin” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42).Hz. Muhammed (sav) aslâ kadın dövmemiş, dö-venleri kınamış, kadınlar hakkında Allah’tan kor-kulmasını, onlara haksızlık yapılmamasını ve onla-ra iyi davranılmasını istemiş, bu bağlamda; “Sizin hayırlınız kadınlarına/ eşlerine en hayırlı olanlarınız-dır” (Tirmizî, Rada, 11). Ya da; “Mümin-lerin îman bakımından en mükemmel olanları, ahlâkı en gü-zel olanları ve eşine en yumuşak davrananlarıdır.” (Nesâî, es-Sünenü’lKübra, Uşratü’n-Nisaî, 66). Ya da; “Sizin hayırlınız, eşi ve aile fertlerine hayırlı ola-nınızdır. Ben sizin, eşi ve aile fertlerine en hayırlı ola-nınızım.” (İbn Hıbbân,Nikâh, IX, 484) buyurmuştur.Peygamberimiz kadınların görüşlerine önem vermiş, onlarla istişare etmiştir. Meselâ ilk vahiy aldığı zaman, içinde bulunduğu sıkıntılı durumu hanımı Hz. Hatice (ra) ile istişare etmiştir. Peygamberimizin, dînî ve dünyevî en ciddî konularda eşleriyle istişare etmesi, kadınlara ve onların görüşlerine verdiği önemi ifade eder.

KADINA ŞİDDET KONUSUNDA PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İNTUTUM VE DAVRANIŞLARIPeygamberimiz kadınların görüşlerine önem vermiş, onlarla istişare etmiştir. Meselâ ilk vahiy aldığı zaman, içinde bulunduğu sıkıntılı durumu hanımı Hz. Hatice (ra) ile istişare etmiştir. Peygamberimizin, dînî ve dünyevî en ciddî konularda eşleriyle istişare etmesi, kadınlara ve onların görüşlerine verdiği önemi ifade eder.

İrfan ARAS

30

Zaten evinde zamanının bir kısmını ibâdete, bir kıs-mını ailesine, bir kısmını da kendisine olmak üze-re üçe ayırırdı. Kadınların ibâdetlerine önem verir, beş vakit namaza, cumaya ve bayram namazlarına katılmalarını (Buhârî, VI, 160) teşvik eder, kadınların camiye gelmelerine engel olunmamasını isterdi.Sonuç olarak; Peygamberimiz, “Kadınlarla iyi ge-çinin” (Nisâ, 19) âyet-i kerimesinin gereğini hakkıy-la yerine getirmiş, ashabını da bu yönde eğitmiş, Müslümanlara da gerekli tavsi-yelerde bulunmuştur. Bu itibarla; insanlık âleminin olmazsa olmazı konumunda olan kadına gereken değeri ve önemi vermiş, kadı-nı şerefli bir kul, sâlih bir insan, kendisi ile cennetin kazanıldığı bir anne (Süyûtî, Câmi’u’s-Sağîr, I, 42, No: 3657), güven ve huzura erildiği bir eş (Rum, 21), adâletle davranılması gereken bir evlât (Müslim, Hibât,13) olarak gör-müştür.Kız çocuklarının diri diri gömüldü-ğü ve kadının bir meta gibi kolay-ca alınıp satıldığı, el değiştirdiği bir çağda, kadınların itilmesine, aşağılanmasına, haklarının gasp edilmesine, sözlü ve fiili şiddet uygulanmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Öyleki; ka-dınlara iyi davrananları insanların en hayırlısı olarak zikretmiştir.Aslında bugün her konuda olduğu gibi kadın hakla-rı konusunda da çağımız insanının, Hz. Peygamber (sav)’in çağları kucaklayan anlayış ve görüşüne, ör-nek ve üstün ahlâkına ne kadar da çok ihtiyacı var!Kadına Yönelik Şiddet: Erkek eşine neden şiddet uygular? “Erkeğin kadınını dövmesi, güçlü olduğu-nu değil, güçsüz olduğunun göstergesidir.” Çünkü güçlü ve kendinden emin beyefendiler, tüm işlerin-de olduğu gibi, kadınıyla da konuşarak anlaşırlar. Kur’ân iffetsiz kadınlar için dahi, önce konuşmaları-nı, daha sonra başka yöntemlere başvurmalarını ve bunlar da yetmeyince, “hafifçe” vurmalarını söyler. Pişman olup dönüş yaparlarsa, geçmişi unutup af-fetmelerini emreder.”Nüşuzundan/ geçimsizliğinden korktuğunuz ka-dınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, (bu da yetmezse hafifçe) vurun. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın.” (Nisâ, 34). Oysa günümüzdeki dayak olaylarına baktığı-mızda, kadını dövmek için türlü bahaneler aradıkla-rını görmekteyiz. Kendi iç dünyalarındaki yaşadık-

ları fırtınaları, iş hayatında yaşadığı olumsuzlukları, trafikte yaşadığı stresi, hatta çok acıktığında yeme-ğin biraz gecikmesi, tuzunun eksik olması dahi, ka-dını dövmek için yeterli bahanelerdir.Bu dayaklar da “hafifçe” değil de, neredeyse fala-kaya çekip kafa göz kırmaktır. Bu durum sâdece ülkemize has bir olay değildir. Dünyanın birçok ül-kesinde kadınlar dayak yemektedirler. Gelişmiş ül-kelerde çok az olmasına rağmen, gelişmekte olan

ülkelerde ve ülkemizde dayak, hat safhadadır. Zengin-fakir, eği-timli-eğitimsiz her kesimde da-yak olayına rastlayabilirsiniz.Hatta istatistiklere göre, kırsal ve eğitimsiz kesimlerden çok, kent-li ve eğitimli beylerin kadınlarını daha çok dövdüğü görülmüştür. Çünkü kadınlarda eğitim yük-seldikçe, tabii olarak haklarını aramaya başlamaktadırlar. Özel-likle ekonomik özgürlükleri olan hanımlarımız eşlerine bazı hak-larını hatırlattıklarında, nedense bazı eğitimli beyefendiler bu özel hakları reddederek, eşlerini döv-mek-tedirler. Hatta sadece dayak değil, hakaret dolu sözler, aşa-ğılayıcı davranışlar, toplum kar-

şısında küçümsemeler, evde yapılan baskılar gibi yüzlercesi sıralanabilir.Tarih boyunca “kadını aşağılamak, küçümsemek, yaşadığı tüm olumsuzluklarda, hatta dışarıda ami-rinin-patronunun yanında sus-pus olup ta, evini ve kocasını bekleyen, suçsuz ve masum eşinden hırsını almak, ezmek, baskı yapmak” bazı hasta ve kendini eksik gören erkeklerin en büyük ortak nok-taları olmuştur. Dayak olayını sâdece kadınlarda görmemekteyiz. Hatta dayağı yiyen kadın da, ço-cuklarını döverek kendileri de dayak atmaktadırlar. Dolayısıyla kadınlar farkında olmadan, dayakçı bir nesil yetiştirmektedirler.Bu duruma eğiticileri ve diğerlerini de ilâve edebi-liriz. Basında çok sık duyduğumuz “dayakçı öğret-menler”, dili olmayan hayvanları döverek işkence yapanlar. Hatta trafikte el frenini çekip de, şehrin orta yerinde meydan dayağı çekenler bile vardır.Anlayacağınız insanların çoğu, Allah’ın tüm can-lıların içinde, insanlara verdiği konuşma mucizesi yerine, nefislerine uyarak kaba kuvvet kullanmayı tercih etmektedirler…Dayak Cennet’ten çıkmamıştır, İslâm’da hadisler en çok kadınlara yönelik yazılmıştır. Bu yazıları da ne-

Tarih boyunca Müslü-manlar dayak olayını, İslâm’ın emri sanmış-lardır. Oysa Kur’ân bu konuya açık ve net bir şekilde açıklık getirme-sine rağmen, nefsî olan insanların yazdığı bazı uydurma hadisler, kadı-nın dayak yemesini ve ezilmesini, sanki Allah’ın emriymiş gibi İslâm’da kadına lanse edilmiştir.

31

dense, hep erkekler yazmıştır.Tarih boyunca Müslümanlar dayak olayını, İslâm’ın emri sanmışlardır. Oysa Kur’ân bu konuya açık ve net bir şekilde açıklık getirmesine rağmen, nefsî olan insanların yazdığı bazı uydurma hadisler, ka-dının dayak yemesini ve ezilmesini, sanki Allah’ın emriymiş gibi İslâm’da kadına lanse edilmiştir.Bunlardan bazıları şöyledir: “Kadının en makbu-lü koyun cinsidir”, “Dayak Cennet’ten çıkmıştır”, “Cennet kocalarınızın ayağının altındadır”, “Kadının dini ve aklı yarımdır”, “Namaz kılan birinin önünden eşek, kara köpek ve kadın geçerse namazı bozu-lur”, “Evlilik, kadın için bir çeşit köleliktir”, “Cehen-nem halkı bana gösterildi; çoğunluğu kadındı”.Bu uydurma veya mevzu hadisleri İslâm’ın kuralları sanan zavallı kadınlar da, tarih boyunca kocalarının yaptığı haksız hakaretlere, koyun misâli boyun eğ-mişlerdir.Halk arasında kadını küçümseyen sıfatlar ise; “Eti benim kemiği senin”, “Eksik etek”, “Kadının sırtın-dan dayağı eksik etmeyeceksin”, “Erkeğin vurdu-ğu yerde gül biter”, “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Kadının saçı uzun aklı kısadır” gibi ifadeler kadına yakıştırılmıştır.Fakat her nedense kadınlarımız da, bu yakıştırma-lara çok azı dışında tepkisiz kalıp, sanki kabul etmiş imajı vermişlerdir.Dayağın küçüğü büyüğü olmaz. Eşler arasında sevgi, saygıyla beraber oluşur. Saygıyı bitiren tek olay, “atılan tek bir tokattır.” Ruh sağlığı yerinde olan bir koca, eşine tokat atmaya yeltenecek kadar kendinde bu cesareti bulduysa, artık o evlilikte say-gı bitmiştir. En azından kocanın kadınına karşı olan saygısı azalmıştır. Çünkü insan psikolojik olarak kendinden üstün, güçlü ve saygı duyduğu insana karşı el kaldıramaz, hatta bu davranışı düşünmesi bile söz konusu olamaz. Allah (cc) dünyada her şeyi çiftler hâlinde yaratmış bu çiftler birbirinin tamamlayıcısı olmuşlardır. Erkek ile kadın bir bütünün iki eşit parçalarıdır. Biri olma-dan bu bütünün tamamlanması mümkün değildir. Erkeğin çifti olan kadın, gerçek değerini İslâm ile bulmuştur. İslâm âleminde kadın en muallâ mevki olan annelik makamına oturtulmuş, Cennet onun ayakları altına sunulmuştur.Erkek-kadın ilişkileri bu üstün mevkî dikkate alına-rak düzenlenmeli, aciz insanların müracaat ettiği şiddete kesinlikle yer verilmemelidir. Şiddet, ancak fikir plânında tükenmiş kişilerin uyguladığı insanlık

dışı bir davranıştır. Bizim için en güzel örnek olan Hz. Peygamberin hayatında, bu vb. davranışlara rastlamak mümkün değildir. Aksine Hz. Peygamber bir Hadis-i Şerifle-rinde beş garibi sayarak zâlim bir kocanın nikâhında bulunan kadının garip olduğunu buyurmuştur. İnsanların birbirinden uzaklaştığı, bencilliğin arttığı şu asrımızda kadınlarımız daha fazla şiddete maruz kalmaktadır. Kadınlarımız Müslüman toplum için ayıp sayılacak “kadın sığınma evleri”nde kalmaya zorlanmaktadır.Her kadın bir annedir ve kadınlar bize Allah (cc)’ın emânetidir. Çağlar öncesinden seslenen Hz. Pey-gamber (sav); “Size iki zayıfı emânet ediyorum; bunlar kadınlar ve yetimlerdir” buyurmuştur.Yine Hz. Peygamber (sav); “Benden sonra erkek-lerin en çok kayba uğrayacakları imtihan, kadınlar konusundaki imtihanıdır” buyurmuşlardır.Dinimiz savaşta dahi kadınlara dokunmayı yasakla-mışken, kadınların hak ve hukukunu anlatan müsta-kil bir Sûre varken, hakkı temsil etme gibi bir amacı olan İslâm toplumuna kadına yönelik şiddet yakış-mamaktadır. Yapılan eylemin İslâm’a mal edilmesi de ayrı bir günahtır.Âyet ve Hadiste şöyle geçiyor: Âyet: “Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarat-tık”; H. Şerif: “Kadınlarını döven kimseler sizin ha-yırlılarınız değildir”.Velhasıl sonuç olarak;Günümüz Türkiye’sinde ise evde ufak bir tartışma olduğunda adlî makamlar devreye giriyor, erkek ev-den uzaklaştırılıyor, hâliyle zaman içinde sıkıntı ve soğukluklar baş göstererek artıyor ve sonucunda daha büyük problemler doğuruyor. Oysaki İslâm hukukunda böyle bir uygulama olmamıştır. Eşler arasındaki problem çözümlerinde eşlerden erkeğin ya da kadının evden uzaklaştırılması ya da çocuk-larını görmesinin engellenmesi, ya da kadınların sığınma evine yerleştirilmesi diye bir şey olmamış, aksine çözüm ve ara bulmak için aile büyüklerinden ya da işin ehli hakem heyeti, kadı makamından yar-dım istenerek çözüm üretilmiş, tâbiri caizse diyalog kurulmuş, problemin ana kaynağına inilmiş, barıştı-rılmak adına merhâle merhâle çaba gösterildikten sonra, yine de aynı çatı altında beraberlik olama-yacaksa, ancak ondan sonra ayrılmalarına karar verilmiştir.

32

Hayatla, varlıkla bağlantımız işitmeye dayalı ise îman üze-

re, îmana yakın bir alanda veya fıtrata uygun yaşıyoruz demektir. Çünkü ‘bize bir mucize göster’ tavrı ne ölçüde inkâra yakın bir ruh durumunu ifade ederse, işittik îman ettik tavrı da o ölçüde inan-ca dönük bir ahlâkî tutumu ifade eder. Birinci tipler hakîkati görme melekelerini yitirmiş gibidir. Sağır ruhları inatla kilitlendiği için bak-salar da göremezler. Görseler de anlayamazlar. Mü’minlerin ise inanmaları için görmeleri gerekmez. Görüntü çoğu zaman aldatıcıdır, hakîkati gizler veya insan görün-tüyü aşarak öze vâkıf olamaz. Mü’minler zaten gör-mediklerine inanırlar. İnanmış oldukları için hayatı, hakîkati görürler. Görme telaşına girmek hakkın çemberinde tutu-nanlar için bir ihtiyaç değildir. Gereksiz bir eylem-den öteye geçmez, zaman kaybıdır. Güven toplu-mu ve ahlâk inşası nesnel kanıtların çıkmazında kaybolmadan ehliyetli ellerde vücut bulmalı diye dirençler oluşur. Adâleti bir kez bile incitmemek üzere geliştirilen her türlü iyi niyet projesi şeklen ve mahiyet olarak önem arz eder.Negatif yüklü haklar karmaşasında başta kendisini, ardından ulaşabildiği geniş çaplı yaşama rehberli-ğini ayakta tutma refleksi umudunu kaybetmemek-ten bile daha fazla inanca ihtiyaç duyar. Kuraklık ve açlık gibi toplumsal kaosların ulaştığı boyutları algılayabilmek için gözlerin teferruatı ile görme ihti-yacına lüzum aranmaz. İçsel güdülerin tabii olarak ortaya çıkaracağı yardım mekanizması sessizce görev yerine odaklanır.Bedenleri ve zihinleri geniş kafeslerde mahkm ol-duğunu hissettirmeden yönetmeye çalışan cam-bazların kirli emelleri saklanması en zor alanlardır. Kamçılarını uyuşturulmuş bu alanda tepki vermek isteyenler için hazır tutan kirli zihinler, huzuru ko-

ruma maskesini takmış kafes bekçileri gibidir. Câzip kuşkularla bakışlarını en tepeden indirme-den kontrol hastalığıyla sarılmış düzenin kabuğu kırık takipçileri soluk almaya devam ediyorlar. Ki bunu anlamak için görmeye ih-tiyaç bile duyulmaz. Hissedişler had safhadadır. Zor hayat tec-rübeleri kimisi için kötülüğe sap-manın gerekçesi oluyor, kimisi için ise bilgece bir bakış kazan-manın kaynağı.Yeryüzündeki tüm insanları ko-

caman bir şemsiyenin altına sığdırma, aynı şemsi-ye ile bedbaht hâllerden koruma azmini taşıyarak faaliyetlere odaklanmak, eşsiz bir heyecanın kav-ram ötesi hâlidir. Bugün şemsiyemizin kaplama alanını, olumlu ve iyi niyetli tavırlarla daralttıkça as-lında kendi ayak bastığımız toprağımızı kaydırdığı-mızı anlamaya mecburuz. Küçük şemsiyeyi yeterli görenler, bir kişi için yapılmış şemsiyenin altına iki kişi girdiğinde ıslandıkları gibi asit yağmurunda ıs-lanacak ve neticede eriyeceklerdir. Hep beraber o büyük şemsiyenin altına girmek zorundayız.Tehlike altında olan ne kadar mâna varsa onu sa-vunmak en belirleyici görevlerin başında gelir. Gör-selliğin çoğu zaman sunduğu aldatıcılık arasından sıyrılıp, bu seferde görev edinmek esas olandır. Saldırı altında olan ahlâktır, rahmet ve merhamettir, doğruluk ve şeffaflıktır. Karanlık teamüllerden arın-dırmak istediğimiz değerlerimiz yaşam gayemizin önünde durmaya devam edecektir. Adâlet ancak gerçekten, saadet ancak adâletten doğabilir. Tanımlanmış tüm kimliklerin üzerinde inancın şüphe götürmez gerçekliği ile ertelenme-den var olan gayret, vefalı bir istikrarın tecellisi ola-caktır.

GÖRMEDEKİ İNCELİK Adâlet, ancak ger-

çekten, saadet, ancak adâletten doğabilir.

Tanımlanmış tüm kim-liklerin üzerinde inan-cın şüphe götürmez

gerçekliği ile ertelen-meden var olan gay-

ret, vefalı bir istikrarın tecellisi olacaktır.

Yasin MÜSLİM

33

HAYIRDA YARIŞIN

“Herkesin (ve her toplumun) yöneldiği bir yön(bir kıble ve bir istikâmet) vardır. Öyle ise (ey mü’minler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun, sonunda Allah hepinizi (mahşerde hesap için) bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.” (Bakara, 148)Mü’minler için bir yön tayini… Bizi yaratan Rabbi-miz Kur’ân ile istikâmetlenmemizi, Kur’ân ile hemhâl olarak yaşamamızı istiyor. Hayırda yarışın derken bizden beklediği vasat bir gayret değil, âdeta yarış modunda bir koşuş…Bu itibarla Allah (cc)’a îman eden ve Kur’ân’ı rehber kabul eden her şahsın kullukta, hizmette, hayırda fazilette erdemde yarışması gerekir.İnsan istese de istemese de bir yöne doğru fıtrî olarak yönelip yürümek ya da koşmak zorunda. İnandığımız dinin insan hayatının ve dolayısıyla ey-lemlerinin dünya ile sınırlı olmadığını buradaki yürü-yüşlerin ebedî hayatta da devam edeceğini ve bir mükâfat ya da mücâzat ile neticeleneceğini bize bildirmektedir...Dünyevî yarışlar kaybedildiğinde telâfisi mümkün-dür, fakat Bakara Sûresi 148. âyetin yönlendirdiği yarış kaybedilirse, telâfisi mümkün olmaz. O hâlde biz mü’minler hayır yarışında dikkatli ve titiz olmak durumundayız.Peki, hayır nedir? Hayr: Taşıdığı özellik dolayısıyla istenilen, arzu edilen değerli dünya ve âhirette fay-dalı, yarayışlı olan her şeydir. Din ister bir davranış, ister bir ibâdet, ister mal, yâni dünyalık yönünden olsun dünya ve âhirete ait meselelerde faydalı olan

ve arzu edilen şeyleri ifade eder. Biz mü’minlere âyette hayrın “Kıble” olarak gösterilip bu yönde müsabaka etmemizin istenmesi de oldukça mani-dardır… Kıble anlam itibarı ile yön ve cihet demektir. Yâni, dünya ve âhirette faydalı ve yarayışlı bir iş yaparken temel hedefin, yâni Rıza-i İlâhinin merkeze alınması ve bu uğurda müsabaka yapılması istenmektedir.. Fakat unutmamak gerekir ki, hayırlı işlerin muzır mânileri çok olur ve bilhassa âyette bahsedilen ha-yır bizim Kıble konumumuzu belirleyen bir değer ise tüm güçlerin hayrımızı engellemek ve koşumuzu yavaşlatmak için seferber olacağını dikkate almak lâzım...Gerek kendi adımıza ve gerekse tüm insanlık adına yapacağımız hayırlı işlerde, hizmetlerde koşumu-zun duraklatılmaması için güç almamız gereken merkezle bağlantıları sağlam kurmak ve sık sık bu bağlantıları kontrol etmek çok önemli, zira Kıble değerinde olan hayır işlerinden koparıldığımızda istikâmetimizin tehlikeye düşeceği söz konusu ola-bilir...Kur’ân ile istikâmetlenmesi gerektiğini kavrayan her mü’minin yine Kur’ân âyetiyle kendisine hedef gösterilen hayır müsabakasında oldukça titiz olma-sı ve ömrü var olduğu müddetçe hayır koşusunu yavaşlatmadan bu uğurda gayret etmesi gerektiğini unutmaması gerekir...Dünya ve âhiret hayrımıza olacak her türlü hayır iş-lerinde daima yarışabilmek duasıyla...

İnsan istese de istemese de bir yöne doğru fıtrî olarak yönelip yürümek ya da koşmak zorunda. İnandığımız dinin insan hayatının ve dolayısıyla eylemlerinin dünya ile sınırlı olmadığını buradaki yürüyüşlerin ebedî hayatta da devam edeceğini ve bir mükâfat ya da mücâzat ile neticeleneceğini bize bildirmektedir...

Ümmü NİSA

34

Kur’an âlemlerin Rabbi tarafından kıyâmete kadar bize hidâyet nûru olması için gönderilmiştir. Bu

sebeple içerisinde hem insanların cennete ulaşma-ları için yapması gerekenleri belirleyen kurallar, hem de doğru yoldan sapma temayüllerine karşı onları hidâyete iletecek âyetler yer alır. Allah (cc) kitabında yer yer kıssalar anlatarak insanlara misâller sunar. Çünkü her ne kadar farklı devirlerde yaşamış olunsa da insan tek bir Yaratıcı’nın eseri olduğu için fıtraten aynıdır. “Bu ağaçtan yeme” denmesine rağmen ya-sağın celp ettiği Âdem (as) ile “bu kapıyı açma” den-mesine rağmen yalnızca o kapının ardını merak eden insanın arzusu aynı fıtratın mahsulüdür. İşte bu se-beple Allah (cc) bize hem Peygamberlerinden hem de onların düşmanlarından örnek veriyor ki, fıtratta bu-lunan duyguların tezahürlerini görebilelim. Zira insan olmak tam bu noktada başlayan bir gerçektir. Ortaya konulmuş bir fıtrat ve tercihe sunulmuş iki yol olan hak ve bâtıl…Rabbimiz ise bu dünya geçidinde bizi yalnız bırakmı-yor ve dâima hak yolun temsilcilerini işaret ediyor ki, insan ayağı kaymaya başladığında onlara tutunarak kalkabilsin. Bu temsilcilerin her açıdan bize önder-lik edenleri şüphesiz sahabe neslidir. Çünkü onlar kıyâmete kadar bizi doğruya iletecek olan Kur’an’ın bizzat muhatapları olmuştur. Âyetleri yaşamalarıy-la mahfuz etmişlerdir. Yaptıkları bizzat Allah tarafın-dan onaylanmış yahut hataları âyetlerle uyarılmıştır. Bize yol gösteren önderlerden biri de Ka’b b. Malik (ra) ve sıcak havalarda mücâdelenin nişânesi Tebuk Seferi’dir. Kısaca bahsedecek olursak olay şöyle ger-çekleşmiştir; Peygamber (sav) Medine’nin kavurucu sıcaklarında bir sefere niyet eder. Çoğu zaman nere-ye gidildiğini söylememesine rağmen bu defa seferin Tebuk’a yapılacağını ilân eder. Çünkü havalar sıcak, yol uzun, düşman güçlü ve de ürünlerin hasat yapı-lacağı bir zamandır. Yâni mü’minlerin Peygamberle aynı safta yer aldığı münâfıkların ise geride kaldığı bir seferdir. Fakat münâfık olmamasına rağmen sefere çıkmayan üç kişi daha vardır. Onlardan biri de Ka’b b. Malik’tir. Ka’b (radıyallahu anh) kendi diliyle de ifade ettiği gibi meyvelerin yetişmesini ve de gölgelenmeyi

çok seviyordur. Bu sebeple ha bugün ha yarın hazırlık yaparım derken Peygamber ve ordusu sefere çıktı-ğında o Medine’de kalmıştır. Ayrıca sonrasında da her ne kadar yetişirim diye düşünse de ona hazırlık yap-tırmayan gaflet Peygambere yetişmesine de engel olmuştur. Efendimiz döndüğünde ise geride kalanlar bir bir mazeretlerini sunarken Ka’b (radıyallahu anh) hatasını kabul etmiş, onu seferden alıkoyan hiçbir se-bebin olmadığını itiraf etmiş ve doğruyu söylemekten vazgeçmemiştir. Efendimiz ise onun hükmünü Allah’a bırakmıştır.Ve bu olaydan 50 gün sonra bizzat Allah tarafından tövbesinin şu âyetle kabul olunduğu müj-delenmiştir :“Savaştan geri kalan üç kişinin de tövbelerini ka-bul etti. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış, böylece Allah’(ın azabın)dan yine O’na sığınmaktan başka çâre olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hâllerine) dönsünler diye, onların tövbelerini de ka-bul etti. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir.” (Tevbe/118)Şimdi 15 asır sonra biliyoruz ki Peygamber hâlâ dip-diri içimizde. Ve her gün yeniden doğan güneşle bir-likte Efendimiz sefere niyetleniyor. Bu defa arkasına bir ordu asker değil, Kur’an ve Sünnet’i alıyor. Bizse gerek iş, gerek aş, gerek eş meşgaleleriyle uğraşırken Peygamberle sefere niyetlenmeyi unutuyoruz. Bazen de niyet etsek bile hazırlık yapmaya vakit bulamıyo-ruz.(!)Peygamber ilerledikçe geç kalıyor, geç kaldığımız için hızlanmak yerine umutsuzca yerimizde saymaya de-vam ediyoruz. Asırlar değişiyor ama insan aynı insan, gaflet aynı gaflet. Bizi doğrultacak olan ise aynı Ka’b b. Malik’in yaptığı gibi Nebi (sav)’nin önüne diz çökmek ve nefsini temize çıkarmaya uğraşmadan Allah’tan af dilemektir. Af dilemenin yalnızca dil ile olmadığını farkedip Peygamber’e yetişmeye çalışmak olduğunu bilmektir. Şimdi Kur’an’ın bize bu örneği vermesinin hakkı olarak hiç durmadan, bahane taşlarına takıl-madan adım atalım ve Peygambere geç kalmayalım. Kalmayalım ki yeryüzü tüm genişliğiyle bir avuç îmanı olan şu yüreklerimize dar gelmesin.

PEYGAMBER (SAV)’E GEÇ KALMAYALIM Allah (cc) bize hem Peygamberlerinden hem de onların düşmanların-dan örnek veriyor ki, fıtratta bulunan duyguların tezahürlerini görebile-lim. Zira insan olmak tam bu noktada başlayan bir gerçektir.

Haticenur CANLI

35

“KISSINGERDOKTRİNİ”

1- Amerika ve kuklası bazı İslam ülkeleri Katar’ı “te-röre destek olmakla” (!) suçluyorlar. Oysa yaranmaya çalıştıkları Amerika’nın terör ör-gütleri İŞİD’i kurup yönlendirdiğini (Trump Obama kurdu diyor), PYD/PKK’yi para ve silahla fonladığı-nı, FETÖ’yü dünya jandarmalığında kendi amaç ve çıkarları için gözetip, kolladığını bilmeyen kaldı mı?

İsrail’in Filistin’deki yıllardır devam eden zulmü için bir araya gelip Müslüman halkların beklediği çıkışı yapmayan bu güruh; Katar için havadan, karadan, denizden kuşatma yarışında. Hem de mübarek ra-mazan ayında Müslümanları açlığa mahkûm etme yarışındalar. Tek bir Suriyeli mülteci kabul etme-yen Suudi Arabistan, Amerikan başkanı Trump’ın kızı Ivanka’nın iş kadınları fonuna 100 milyon dolar yardım yapıyor. Şeytanların bağlı olduğu bu ayda insan şeytanlarına pranga yok. Böylesi bir fitnenin olduğu yerde zaten şeytana da pek iş kalmıyor…

36

Bizde IŞİD denilen terör örgütünün Batıdaki ismi ISIS’dir. ISIS’in açılımını şu şekilde okursak yaşa-dıklarımız daha bir anlam buluyor sanki:ISIS= (Israel Secret Intelligence Service- İsrail Gizli İstihbarat Servisi)

Ortadoğu’nun enerji kaynakları tükenmedikçe bu coğrafyaya rahat yüzü görünmüyor. Amerika ve Batı kendi çıkarları ve rahatı için Orta-doğu coğrafyasını devamlı kan ve gözyaşı içerisin-de tuttukça kendisi de hiçbir zaman huzur bulama-yacak gibi… Günümüzde yaşananlar 1980 yılında İsrail’in Ortadoğu Projesi’nde neler planlandıysa adım adım bu topraklarda uygulanmasından ibaret. Tüm Arap devletlerinin daha küçük parçalara bö-lüneceği fikri üzerine kurulu strateji sinsice hayata geçirilmekte. Meraklısı Oded Yinon’un “1980’lerde İsrail’in Stratejisi” yazısını okumalı. 25 yıl önce TBMM’de rahmetli Erbakan hocamız Amerika/İsrail ikilisinin Irak, Suriye, İran ve PKK üzerindeki planını ve Amerikalı bir Albayın anlattık-larını açıkladığında alaya alınıyordu. Bugün Irak ve Suriye ile ilgili söyledikleri aynen gerçekleşmekte. Bir tek Türkiye planı kaldı...

Katar 25 milyar varil petrol rezervine sa-hip. Milyonlarca metreküp doğalgaz da var. Bu da trilyonlarca dolar demek. Bakın Trump Amerika’nın 20 trilyon dolara yakın borcunu nasıl ödeyecekmiş:

Amerika’nın dünyadaki karışıklıklar karşı-sındaki tavrı “Kissinger Doktirini” ile izah ediliyor. Nedir o: “bırakınız çatışsınlar, bıra-kınız birbirlerini yesinler. Sonunda çatışan tüm taraflar gelip kapımızda yatacak, biz-den medet umacaklar”Ne dersiniz, öyle olmuyor mu?

37

İnsanlık varoluşunun temelindeki mânayı, mad-delerdeki hakîkati kaybettiğinden beri maddelere

esir oldu. Çünkü esareti altında bulunduğu madde-nin ondaki hakîkati kaybetme yetkisinden doğan hüznü ve sıkıntıyı kaybedeceğini zannetti. Ama yanıldı. Kaybettiği mânayı ve maddenin hakîkatini böyle bulamaz ve üzerini böyle kapatamazdı. İnsan kimi zaman kendini çaresiz, mutsuz veya mecbur hissetti. Bu durumdan uzaklaşmak isteyince sigara içmeye başladı. Zannetti ki sigara onun sıkıntısı-na çözüm olacak. Halbuki sigara onun derdini bir kerede yaşamasına müsade etmedi. Sâdece anlık olarak onu rahatlattı. İnsan buna aldandı. Kimi za-man yaşamaktan aldığı keyif bitti. İçkiye başvurdu. İçki içerek hayattan uzaklaştı ve keyfi yerine geldi sandı. Bunun yerine keyifsizliğin ardındaki soru-nu bularak bu sorunu kısa bir sürede çözebilirdi. O, hayatı boyunca sorununu unutmayı, çözümsüz bırakmayı seçerek tuzağa düştü. Kimi zaman çok bunaldı, çıkar yol bulamadı ve kumar oynamaya başladı. Kumardan keyif aldı çünkü biraz rahatlat-mıştı. Ama ardından çorap söküğü gibi gelecek olan sıkıntıları en başta göremedi. İnsanlar ellerin-den ne gelebileceğinin, isteseler neler yapıp ede-bileceklerinin, farkında olmadıkları için kendilerini bir maddeye bağımlı olma ihtiyacında hissediyorlar. Kendilerini hislerini uyuşturmayınca problemlerinin çözülmeyeceğini sanıyorlar. Hâlbuki uyuştuklarında sorunları kat be kat artmakta bunun farkına vara-mamaktalar. Farkına vardıklarında ise artık çok geç olacak. Toplumda madde bağımlısı insanlar çok ay-rıcalıklı, çok özel bir yerde sayılıyor. Çünkü azınlık-ta olan insanların yaptığı şeylere cesaret ediyorlar. Bu yüzden bazı insanlar kötü bir alışkanlığa sâhip olduklarının farkında bile değiller. Meselâ sigarayı herkes kullanıyor ve herkes kullandığı için normal karşılanıyor. Bu yüzden bağımlı olmak daha kolay

oluyor. Madde bağımlısı insanlar kendilerinin çok havalı, çok üstün gözüktüğünü sanıyorlar. Şu husus bilimelidir ki hiçbir madde insanı ne üstün yapabilir, ne de alçak bir seviyeye getirebilir. Asıl önemli olan insanın kişiliği, benliği ve ahlâkıdır. Yâni, bu açıdan bakıcak olursak insanlar kişilik, benlik ve ahlâk so-runlarını çözmek için maddelere başvurmaktadır. Artık her isteyen insan madde bağımlısı olabiliyor. Çünkü heryerde ve her şart altında bulunabiliyor. Bunun sebebide kapitalizmin yolundan gidenlerin insan sağlığını hiçe sayması geliyor. Adamlar işi ticarete dökmüş ve kimsenin sağlığına, kimsenin pişmanlığına bakmaksızın para için her şeyi yapa-bilir duruma gelmişler. Ne kadar insan madde ba-ğımlısı olursa onlar için o kadar iyi bir durum. Sonuç olarak; madde bağımlısı insanlar maddeyi mutlu olmak, kafalarını rahatlatmak için kullanırlar. Ve aslında bağımlı olduğu için hiçbir insan mutlu değilidir. Bu bağımlılık bir esarettir. Önemli olan başladıktan sonra pişman olmak değil en başından hiç başlamamaktır. Herkes sorunlarına birçok çö-züm yolunun olduğunun farkına varmalıdır. İnsanla-rın sağlığı para ile kandırılabilecek kadar ucuz de-ğildir. Maddeye bağımlı olan insanlardan aslâ ümit kesilmemelidir. Her insan değerlidir. Onlar kendi-lerini kurtaracak bir yardım eli bekliyorlar. Madde bağımlısı insanlardan uzaklaşmak, görmezden gelmek, zaten esir olmuşlar diye düşünmek yanlış bir davranıştır. Onları değerlerine bağlı bir şekilde imkânlar sunarak hayata kazandırmak bizim gö-revimizdir. Çâre olmak bizim sorumluluğumuzdur. Yoksa gün be gün madde bağımlılığı artacaktır. Bu dünyanın insanı olmak, dünyadaki sorunları çöz-meyi gerektirir. Her kazanılmış insan güzel bir gele-cek umududur. Gelecek nesillerimizin huzuru için, geleceğimizi maddenin esaretininden kurtaralım.

GELECEĞİ MADDENİN ESARETİNDEN KURTARMAKİnsanlık varoluşunun temelindeki mânayı, maddelerdeki hakîkati kay-bettiğinden beri maddelere esir oldu. Çünkü esareti altında bulunduğu maddenin ondaki hakîkati kaybetme yetkisinden doğan hüznü ve sıkın-tıyı kaybedeceğini zannetti. Ama yanıldı.

R. VERA

38

CCS DEKORASYON İNŞAAT SANAYİ TİCARET LİMİTED ŞİRKETİMaltepe Mh. Orhangazi Cd. No:40 / Adapazarı / SAKARYA Tel: 0264 291 27 31 / [email protected]

www.ccsdekor.com

İstiklal Mah. Kirişhane Cad. No: 86 Serdivan / SAKARYA Tel: 0264 333 11 11 Gsm: 0555 849 34 06