sy kızıl bayrak 12-02

32

Upload: kizilbayrak

Post on 06-Mar-2016

237 views

Category:

Documents


6 download

DESCRIPTION

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak 2012-02 / Ocak

TRANSCRIPT

Page 1: SY Kızıl Bayrak 12-02
Page 2: SY Kızıl Bayrak 12-02

2 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERİşçi sınıfının gündeminde örgütlenme,

dayanışma ve birleşik mücadele

olmalıdır!…… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3

Anayasa tartışmaları yeniden

ısıtılıyor!…........… . . . . . . . . . . . . . . . . 4

Esenyurt’taki Roboski protestosuna

tutuklama terörü!.....…. . . . . . . . . . . . . . 5

Karadağ cinayeti davası: Polis vuruyor,

mahkeme koruyor! . . . . . . . . . . . . . . . . 6

Faşist baskı ve terör

sökmeyecek!/ BDSP. . . . . . . . . . . . . . . . 7

“Aktif taşeronluk sürecek” mesaji... . . . 8

Cuntanın iddianamesinden saçılanlar... . 9

Kölelik saldırıları kapıda! . . . . . . . . . . 10

Sendika yöneticileri taşeron sistemini

değerlendirdi... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11

İşçi düşmanı CHP’ye işçi protestosu.. . 12

Karayolları işçileri özelleştirme

kıskacında…...… . . . . . . . . . . . . . . . . . 13

Gerede’de deri işçileri ayakta!..… . . . . 14

ELTA’da kararlılık kazandı!.… . . . . . . 15

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Osman

Öztürk ile sağlıkta dönüşü üzerine

konuştuk… . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18

Emperyalistlerle suç ortaklığı rejimin

açmazlarını derinleştiriyor! . . . . . . . . . 19

Kapitalizm para ve dolandırıcılık

demektir!.….. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20

Tutuklu öğrencilerle

dayanışma eylemi . . . . . . . . . . . . . . . . 21

Hacettepe’de rektörle görüşme... . . . . . 22

Yerel işçi bültenleri:

Sömürü ve köleliğe paydos!. . . . . . . . . 23

Karl Liebknecht - Rosa Luxemburg . . 24

Neonazi cinayetlerine dur de!..… . . . . 25

1905 Devrimi ve

Sovyetler... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26-27

Alaattin yoldaşın anısına… . . . . . . . . . 28

Boyun eğmemenin adı:

“Molly Maguires”. . . . . . . . . . . . . . . . . 29

“Yaman çelişki”.... . . . . . . . . . . . . . . . . 30

Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Sermaye hükümetinin saldırıları kesintisiz olarakdevam ediyor. Saldırılar başta Kürt hareketi olmaküzere ilerici ve devrimci güçleri hedefliyor. Gözaltı vetutuklama terörü dalga dalga ülkenin her tarafınayayılıyor. Her gün gerçekleştirilen eşzamanlı polisbaskınlarıyla onlarca kişinin evleri basılıyor, eşyalarıtalan ediliyor, sudan gerekçelerle gözaltına alınaraktutuklanıyor. “İleri demokrasi” adına burjuva düzenkendi hukukununu ayaklar altına alarak çiğniyor.İşkenceyle, yargısız infazlar insan katledenler yaellerini kollarını sallayarak sokaklarda dolaşıyor ya daüstünü örtemedikleri durumda ise yapılan göstermelikyargılamalar sonucu çok az bir ceza verilerek serbestbırakılıyor. Öte yandan başta Hrant Dink davası olmaküzere, işkenceci katillerin itirafları sonucu açığa çıkandevletin “derinlerde saklanan” pisliklerinin üzeriörtülmek isteniyor.

Polis fezlekelerine dayalı yargılamalar ise tam birkomediye dönüşmüş bulunuyor. Polisin özel hedefhaline getirdiği ilerici ve devrimci güçler sudangerekçelerle tutuklanıyor. Bunun yeni bir örneğini ise,35 Kürt köylüsünün yaşamını yitirdiği Roboskikatliamını protesto etmek amacıyla 8 Ocak günüİstanbul Esenyurt’ta gerçekleştirilen protesto eylemindeyaşandı. 19 Kasım 2009 tarihinde Alaattin Karadağ’ısokak ortasında kurşunlayarak katlededen Esenyurtpolisi, bu kez de BDSP çalışanı Esin Yıldız’ı özelolarak hedef gösterdi. Polis-yargı özel işbirliğininsonucu tutuklanan Esin Yıldız Bakırköy KadınHapishanesi’ne götürüldü.

Gerici-dinci güruh sabah akşam yatıp kalkıp “adilyargılamadan”, “hukuk düzeni içinde yargılanmak”tansözediyorlar. Kimsenin hukuka ve adli yargıyamüdahalele etmemesini talep ediyorlar. Öte yandan isetümüyle denetimi altına aldıkları güvenlik-yargımekanizmasını harekete geçirerek tüm muhaliflerinisusturmaya, göstermelik davalar sonucu verilen ağırcezalarla yıldırmaya, F tiplerinde ise “AmerikanGuantanamo hapishanesini aratmayan bir tecrit”politikası uygulayarak devrimci tutsakları teslimalmaya çalışıyorlar. Dinci-gericiliği şefi Erdoğan ise,kolluk güçlerininn sırtını sıvazlayarak “operasyonlara

devam” talimatı veriyor. Polis-yargı kolkola verilen butalimatı harfiyen yerine getirmek için aralıksızmesaisine devam ediyor. Bu yeni talimat ile birliktefaşist baskı ve terörün önümüzdeki günlerde daha datırmanacağı açıktır. Dışarda “savaş ve saldırganlık”politikasını kuşanan sermaye devleti, içerde Kürthalkına imha-inkar ve asimlasyonu dayatıyor. Aynızamanda işçi ve emekçilere yönelik kölelik yasalarınıdevreye sokarak işçi ve emekçileri sefalete, açlığa,yoksulluğa, işsizliğe mahkum ediyor. Kısaca işçi veemekçilerin yaşamını cehenneme çeviriyor.

Ancak pervasızca saldıran sermaye devletinin-hükümetinin bu çabası boşunadır! Onlar zulmünüarttırarak çöküşlerini hızlandırıyorlar sadece.

Sosyalizm Yolunda

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Page 3: SY Kızıl Bayrak 12-02

Kapak Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

F-16 savaş uçaklarıyla çocukları bombalama emriveren sermaye devleti, pervasızlığını katliamınarkasında durarak da sergiledi. İktidarın başı TayyipErdoğan ile önde gelen müritleri, sermaye adınasiyaset yapan çürümüş kasta yakışır bir tutum alarakkatliama kılıf uydurma yarışına girdiler. Amerikancıdincilerin “eli kanlı katiller” olarak damgalanmasınavesile olan bombardımanın savunulması,pervasızlığın olduğu kadar bir aczin de ifadesiydi.

AKP hükümetinin şefleri her ne kadar ortamıdemagojiye boğarak gündemi saptırmaya çalışsalarda, bu, onları “eli kanlı katiller” olarakdamgalanmaktan kurtaramadı. AKP şefinin kin saçanbir üslupla Kürt halkına ve hareketine hücum etmesiilk olmasa da, sergilenen fütursuzlukta, suçüstüyakalanmış olmanın etkisi belirgindi.

AKP iktidarının katliamın üstünü örtme planının,Kürt siyasetçileri ile basın emekçileri tarafından boşadüşürülmesi, AKP şeflerinin Kürt halkına duyduklarıdüşmanlığı daha da pekiştirdi. Zira etrafa ahlak dersivermeye pek hevesli olan dinci-gerici şefler,İsrail’deki ırkçı-siyonistlerle aynı zihniyetitaşıdıklarını, çocukları bombalama suçunu işleyerekgöstermiş oldular.

Bu esnada AKP iktidarı ile en büyük destekçisiolan Fethullah Gülen cemaati arasında iktidar ve rantpaylaşımı etrafında yaşanan gerilimler, TayyipErdoğan’la müritlerini daha da sıkıştırdı. Sağa-solatehditler savuran, uyduruk gerekçelerle muhaliflere“terör örgütü üyesi” damgası vurup zindana atanAKP şeflerinin, cemaatin meydan okuyankalemşörleri karşısında ise genelde sessiz kaldıklarıgörüldü.

“İleri demokrasi” söylemiyle “ileri zorbalık”rejimini kuran dinci-gerici iktidarın maskesi,Roboski katliamıyla parçalandı. Maskeyi tamir etmekve gündemi saptırmak amacıyla eski GenelkurmayBaşkanı İlker Başbuğ’u “terör örgütü kurmak”suçlamasıyla tutuklayan sermaye iktidarı, bu hamleile güya darbecilerden hesap sorma gösterisiyapmaya çalışıyor. Oysa yapılan, halen dincigericiliğe biat etmeyenlere gözdağı vermek ve İlkerBaşbuğ’un tutuklanması ile gündemin meşguledilmesidir. Amerikancı rejimi gayr-ı meşru konumadüşüren Uludere katliamın yaratılan bu toz dumanlaunutturulmak istendi.

Bu arada aynı günlerde CHP lideri KemalKılıçdaroğlu hakkında da fezleke hazırlattıran AKPiktidarı, “ileri demokrasi” safsatasını tekrar piyasayasürdü. Kürt halkına karşı savaşı derinleştiren, komşuhalklara karşı ABD adına tetikçilik yapan AKPiktidarı, düzen içi muhalefete bile tahammül etmeyensaldırgan politikayı Ankara’nın merkezine de taşıdı.“Özel yetkili savcı” adı altında paravan bir oluşumagiden AKP iktidarı, “astığım astık, kestiğim kestik”zihniyetini egemen kılarken, dinci şefler “hukukunüstünlüğü” zırvasıyla nutuk atmakta sakıncagöremeyecek derecede riyakar olduklarını bir kezdaha kanıtladılar.

Büyük sermayenin, emperyalistlerin, borazanmedya ordusunun desteğine dayanarak pervasızlaşanAKP iktidarının “ileri demokrasi” söylemi, ancaktiksintiyle karşılanabilir. Zira bu iktidar darbeler veya

derin devletle hesaplaşmıyor; tersine, kontrgerillayıkendi denetimine alıp daha da tahkim ediyor.

Egemenler arası gerici iktidar savaşından üstünçıkan dinci gericilik işçi sınıfına, emekçilere ve Kürthalkına köleliği dayatıyor, Kürt hareketini tasfiyeetmek için savaşıtırmandırıyor, her muhalif sesisusturmaya, ilerici-devrimcihareketi ise bastırmayaçalışıyor. Bu icraatlara da“ileri demokrasi” diyor.

Orduyu dizayn edipdenetim altına alma yolundaönemli mesafeler katedendinci-Amerikancı iktidar,kendi içinde de rant kavgasınatutuşmuş bulunuyor. Gericirejimi tahkim etme ve dinciliğiyayma konusunda birlikteçalışan AKP ile cemaat vetarikatlar, iktidarın nimetleriniyağmalama konusunda isebirbirlerine düşüyorlar.Taraflar yağmadan aldıklarıpayı arttırmak için bastırınca,bu gerici çatışma dakaçınılmaz oluyor.

Ekonomik, sosyal, siyasal alanlardaki saldırılarıyoğunlaştıran dinci-Amerikancı iktidarın iççatışması, gericiliğin daha da koyulaştırılmasındanbaşka bir sonuç yaratmıyor. Tıpkı dinci güçlerleulusalcı güçler arasındaki çatışmanın rejimi daha dazorbalaştırması gibi.

İçe dönük bu saldırganlık, ABD emperyalizmininbölge politikasına endekslenerek, komşu halklara

karşı saldırganlıkla tamamlanıyor. Dış politikadakisaldırganlık ise, tersinden içe dönük saldırganlığıdaha da pekiştiriyor.

Hal böyleyken, İlker Başbuğ’un tutuklanması vehangi mahkeme tarafından yargılanması gerektiği

üzerine kopartılan fırtına, işçive emekçilerin kafasınıbulandırmaktan başka bir işeyaramıyor. Zira bu tartışmadasömürü ve köleliği daha dakatmerli hale getiren sermayeiktidarının saldırıları gözardıedilirken, kardeş Kürt halkınakarşı icra edilen savaş daegemen sınıflarıngündemleriyle örtülmekisteniyor.

Deneyimler, verilikoşullarda egemenler arasıçatışma ve hesaplaşmalardanemekçiler lehine bir sonuççıkmayacağını gösteriyor.Tersine, gerici iktidarsavaşından işçi ve emekçilerpayına düşen sömürü, kölelikve zorbalığın daha da

derinleştirilmesi oluyor. O halde işçi ve emekçiler,egemen sınıfların gündemleriyle oyalanmamalı,kendi gündemlerine odaklanmalıdır.

İşçi sınıfıyla emekçilerin gündemi; örgütlenmek,mücadele etmek, sınıf dayanışmasını güçlendirmek,sömürü ve kölelik koşullarıyla hesaplaşmak, kardeşKürt halkının mücadelesine destek olmak veemperyalist saldırganlığa karşı bölge halklarıylaenternasyonal dayanışmayı yükseltmek olmalıdır.

Sermaye iktidarı kendi gündemleriyle emekçileri oyalamaya çalışıyor...

İşçi sınıfının gündeminde örgütlenme,dayanışma ve birleşik mücadele olmalı!

Deneyimler, verilikoşullarda egemenler arası

çatışma vehesaplaşmalardan

emekçiler lehine bir sonuççıkmayacağını gösteriyor.

Tersine, gerici iktidarsavaşından işçi ve

emekçiler payına düşensömürü, kölelik vezorbalığın daha da

derinleştirilmesi oluyor.

Page 4: SY Kızıl Bayrak 12-02

Gündem4 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

AKP hükümetini önceleyen süreçte egemensınıflar tarafından gündeme getirilen “yeni anayasa”tartışmaları AKP’nin iktidara gelmesiyle yeni birboyut kazandı. Geniş bir kitle desteğine sahip,parlamentoda çoğunluğu elde etmiş, içerde vedışarda icraatlarıyla ermperyalistlere ve egemenlerehizmet kabiliyetini kanıtlamış AKP, yeni bir anayasaiçin tam desteğe sahipti.

Ara sıra yaşanan birtakım çatışmaları saymazsakAKP, TÜSİAD ve ABD arasında büyük bir uyumsözkonusu. AKP, ABD ve egemen sınıfların desteğisayesinde orduyu kendini savunamaz durumagetirmiş, diğer devlet kurumlarını da ele geçirerek biriktidar partisi haline gelmiştir. Referandum sürecindeve orduyla çatışmasında egemenlerin desteğinin yanısıra toplumun geniş bir kesiminin desteğini dealabilmiştir.

Bu süreçte “sivil bir anayasa” ve “12 Eylül’lehesaplaşma” söylemleri öne çıkarıldı. “Derin devlet”tarafından yıllardır baskı altında tutulan kitleler,“derin devletin bitirilmesi” ve “sivil anayasa” eksenlimedya faaliyeti karşısında AKP’nin demokratikanayasa tartışmalarına eklemlendiler. Öyle kireferandumda boykot taktiği uygulamalarına karşınyeni anayasa tartışmalarına etkin bir biçimde katılanBDP, Kürt halkını da temelsiz beklentiler içerisinesürükleyebildi.

AKP’nin anayasa heyecanı iktidarın elinegeçirilmesinden sonra sönümlense de, tam olarakrafa kaldırılmadı. AKP “yeni anayasa”yı bir “umut”olarak toplumun gündeminde tutmayı sürdürüyor.Arınç’ın alkışlanan sözleri, Çiçek’in televizyonlardananayasa yapım sürecine katılım çağrısı bununörnekleri. Zira sermayenin çıkar ve beklentileridoğrultusunda bir anayasa ihtiyacı orta yerdeduruyor.

Burjuva anayasanın özüsömürünün meşrulaştırılmasıdır

Yapılması düşünülen “sivil anayasa”nın birburjuva anayasası olacağı ve kapitalist sömürümekanizmasının ihtiyaçları çerçevesindehazırlanacağı yeterince açıktır. Bu nokta üzerindeözel olarak durmak gerekmiyor, zira komünistlerreferandum sürecinde, liberal reformistler tarafındanyürütülen “demokratik anayasa”, “halk anayasası”vb. tartışmalarının ne anlama geldiğini yeterliaçıklıkta ortaya koymuşlardır.

Kaldı ki, son süreçlerde yaşanan hukuksuzluğun12 Eylül dönemini aratmadığı düşünülürse, yenianayasa kağıt üzerinde dünyanın en “ileri” anayasasıolsa bile, işçiler, emekçiler, devrimci ve ilerici solgüçler payına bir şey ifade etmeyeceği açıktır. AKPve TÜSİAD tarafından öncelikli olarakdillendirilmesi de, kimlerin ihtiyacını karşılayacağınıgöstermektedir.

Öte yandan, sadece ülkemizde değil bütündünyada, mevcut anayasaların üzerinde burjuvadüzeninin bekası için çalışan gizli bir anayasa ile bir“derin devlet” sözkonusudur. Ülkemizde bu MilliSiyaset Belgesi olarak belli aralıklarlagüncellenmektedir.

Ekonomi büyürken servet-sefaletkutuplaşması derinleşiyor!

Marksist teori “maddesel koşullar bilinci belirler”

demektedir. Toplumların ekonomik altyapıları herzaman kendilerine denk düşen bir üstyapı oluşturur.Bunu güncel planda düşünürsek, bugünkü kapitalizmnasıl demokratik bir üstyapı inşa edebilir? Geçmişin“sosyal devletleri”ne ya da “iki kutuplu dünya”dakapitalizmin metropollerinde emekçilere verilentavizlere dayalı demokrasilere bakarak, bugünTürkiye’ye model önermek mümkün müdür?Ekonomik krizlerin emperyalist ülkeleri bilederinden sarstığı, “demokrasi kaleleri”nin baskıcıdüzenlere evrildiği, dahası üçüncü dünya savaşınınbölgesel savaşlarla gelişini ilan ettiği bir dönemde,Türkiye’de hangi “maddi zemin” üzerinde demokrasikurulabilir?

Bugün ekonomik büyüme masalları ömrünütüketmekte, Avrupa’daki krizin seyrine göreTürkiye’ye uygun felaket senaryoları çizilmektedir.Servet-sefalet kutuplaşması bu denli derinleşmişken,demokrasi beklentileri hangi zemine oturmaktadır?

DİSK-AR’ın yaptığı bir açıklamaya göre, açlıksınırı 992 lira, yoksulluk sınırı 3136’dır. Türk-İş’inaçıklamasına göre açlık sınırı 929, yoksulluk sınırı3018 TL’dir. Buna karşın topluma reva görülen asgariücret ortadadır. Son açıklanan 2012 Bütçesi’ndegelirlerin oransal dağılımında en büyük pay işçi veemekçilerden alınanlardır. Açıkça sermayeönümüzdeki dönem işçilerin sırtına binmeyehazırlanmaktadır. Ama reformist bakış açısı bukoşullarda demokrasi ortamı hayal edebilmektedir.

2012 bütçesi ağır baskı ortamınınhabercisidir!

AKP nin son birkaç aylık icraatları bile nasıl birbaskı ortamına doğru gittiğimizin göstergesidir.

Hukuksuz tutuklamalar, Kürt halkına dönük vahşikatliamlar vb... Buna karşın hala “demokratikanayasa”, “sivilleşme” ve “özgürlük” bekleyenlereMaliye Bakanı Mehmet Şimşek 2012 bütçesiylecevabı vermiştir. Adeta, kendimizi toplumsalmuhalefetin yükselmesine karşı hazırlıyoruzdemektedir. Nasıl mı? Bütçe payları ortadadır.MSB’nin bütçesi 18 milyar, jandarma genelkurmayının bütçesi 5 milyara yakın, EGM için 12milyar, sahil güvenlik için 400 milyona yakın bir payöngörülmektedir. Kaldı ki bu rakamlar eksikrakamlardır. Buna karşılık MEB’in bütçesi yüzde70’i personel gideri olmak üzere 31 milyardır, eğitimkurumlarına yeterli bütçe ayrılmamaktadır. Büyükkaynaklar ayrılarak militarist aygıtın tahkimedilmesi, herhalde demokrasiyi getirmek içindeğildir!

Demokratik haklar için devrimci mücadeleye!

İşçi sınıfı ve emekçiler için demokratik hak veözgürlükler mücadelesinin önemi yeterince açıktır.Ancak bunlar anayasal hayaller yayarak değil fiili-meşru mücadelenin gücüyle kazanılabilir. Kazanılmışhakların korunup geliştirilebilmesi de ancak budüzeni hedefleyen devrimci mücadelelerin varlığıkoşullarında mümkündür. Bugün burjuva toplumdakazanılmış ne kadar hak ve özgürlük varsa, bunlarişçi ve emekçilerin zorlu mücadeleleriyle kazanılmışve yine zorlu mücadeleleriyle korunabilmiştir.Burjuvazi her zaman devrimci gelişme karşısındarefomlara katlanmak zorunda kalmıştır. Bununötesindeki her türlü beklenti bir hayalden ibarettir.

Anayasa tartışmaları yeniden ısıtılıyor!

İşçi sınıfı ve emekçiler için demokratik hak ve özgürlüklermücadelesinin önemi yeterince açıktır. Ancak bunlar anayasalhayaller yayarak değil fiili-meşru mücadelenin gücüyle kazanılabilir.

Page 5: SY Kızıl Bayrak 12-02

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Esenyurt’taki Roboskiprotestosuna tutuklama terörü!

Roboski katliamını lanetlemek amacıyla 8 Ocakgünü İstanbul Esenyurt’ta gerçekleştirilen eylemdegözaltına alınan BDSP çalışanı Esin Yıldız “polisemukavemet” suçlamasıyla tutuklandı.

Esenyurt’ta polis terörü

8 Ocak günü BDP, BDSP, Çağrı, DHF, Partizan veSODAP’ın çağrısıyla biraraya gelen devrimci veilerici güçler Esenyurt Köyiçi Meydanı’nda basınaçıklaması yaparak Uludere’nin kaza değil katliamolduğunu haykırdılar. Açıklamanın ardından,katliamın sorumlusu AKP hükümetini teşhir etmekiçin Esenyurt AKP ilçe binası önüne yürümek isteyendevrimci ve ilerici güçler polis terörüne maruzkaldılar.

Köyiçi Meydanı’ndaki kavşakta oturma eylemiyaparak araç trafiğini ulaşıma kapatan kitleye polislertekme ve yumruklarla azgınca saldırdı, bu esnadaeylemci bir kadın ayağından yaralandı. Yaralıarkadaşlarının hastaneye götürülmesini isteyen

kitleye polisler tekrar saldırarak aralarında BDSPçalışanları Esin Yıldız, Metin Yıldırım ve SeyhanKurtalan ile BDP İlçe Başkanı Şafak Özanlı’nın dabulunduğu 14 ilerici ve devrimciyi gözaltına aldılar.

Yargı terörü devreye girdi

İlk olarak Kıraç İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne,ardından Vatan Caddesi’ndeki İstanbul EmniyetMüdürlüğü’ne götürülen ve savcının talebiyle gözaltısüreleri uzatılan 14 devrimci ve ilerici 10 Ocak günüBüyükçekmece Adliyesi’ne getirildi.

“Polise mukavemet” ve “2911 sayılı Toplantı veGösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet”suçlamalarıyla savcı karşısına çıkan 14 kişinintamamı tutuklanma talebiyle nöbetçi mahkemeyesevkedildi. 13 kişi “denetimli serbestlik” kararıylaserbest bırakırken, BDSP çalışanı Esin Yıldız ise“polise mukavemet” suçlamasıyla tutuklanarakBakırköy Kadın Hapishanesi’ne götürüldü.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Esenyurt’ta Uludere katliamını protestoeyleminde yaşanan polis terörü 9 Ocak günü KöyiçiMeydanı’nda yapılan basın açıklamasıyla protesoedildi.

BDSP, DHF, Partizan, SODAP, YDİ Çağrı’nınörgütlediği, KÖZ’ün ise destek verdiği basınaçıklamasında, yaşanan polis saldırısı ve gözaltıterörüne ilişkin ayrıntılar paylaşılarak tüm baskılararağmen mücadelenin süreceği vurgulandı.

Basın açıklaması, “Gözaltılar, tutuklamalarbaskılar bizi yıldıramaz!”, “Gözaltılar serbestbırakılsın!”, “Devrimci irade teslim alınamaz!”,“Anaların öfkesi katilleri boğacak!” sloganlarıyla sonbuldu.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

Esenyurt’ta gözaltı protestosu

Sermaye iktidarı boyutlarını artırdığısaldırılarına bir yenisini daha ekledi. Roboski’de 35yoksul Kürt köylüsünü vahşice katledip, katliamınarkasındaki devlet gerçeğini örtmeye çalışansermaye devleti, bu vahşete karşı sokaklara çıkanKürt halkına, ilerici ve devrimcilere yöneliksaldırılarında sınır tanımıyor. Uludere’nin“kaza” değil katliam olduğu gerçeğini haykırmakve sermaye devletinden hesap sormak için

yapılan her eyleme vahşice saldırıyor.Topyekûn bir şekilde her eylem azgın devletterörünün hedefi oluyor. Uludere’dekatledilenlerin yakınlarını dahi tutuklamapervasızlığı gösteren sermeye devleti, 8 OcakPazar günü Esenyurt’ta gerçekleştirilen Uludereprotestosuna da azgınca saldırmıştır. Bu saldırısonucunda 14 ilerici ve devrimciyi gözaltına alıp,bir çalışanımızı ‘polise mukavemet’ suçlamasıylatutuklamıştır.

Sermayenin eli kanlı kolluk güçleri Esenyurt’tason dönemde gerçekleştirilen eylemlere azgıncasaldırmayı iş edinmiştir. Geçtiğimiz haftalardayapılan eylemlere kadın-çocuk demeden gazbombalarıyla çevik kuvvet polisleri saldırılmış,ancak süreklileşen bu saldırılara rağmen militanbir tutum sergilenerek sokaklara çıkılmayadevam edilmiştir.

Biliyoruz ki sermaye iktidarı, Uludere’ninkaza değil katliam olduğunu katil devletin yüzünehaykıran Kürt halkını, ilerici ve devrimcileripervasızca gerçekleştirdiği gözaltı ve tutuklamaterörü ile susturmaya çalışıyor.

Biz Esenyurt BDSP olarak bu saldırılarla ilkkez karşılaşmadık. Dün olduğu gibi, bugün defaşist polis terörüne ve sermaye iktidarının hertürlü saldırısına karşı öfkemiz daha da bilenmiştir.Alaaddin Karadağ yoldaşımızı sokak ortasındakatledenler, bugün çalışanımız Esin Yıldız’ıtutuklayarak devrimci sınıf faaliyetimiziengellemeye çalışmanın hesabını yapmaktadırlar.Ancak sermaye düzeninin bu hesabını devrimin vesosyalizmin kızıl bayrağını tüm fabrikahavzalarında olduğu gibi Esenyurt’ta dadalgalandırarak soracağız. Katliamlarla vebaskılarla bizi susturamadınız, susturamazsınız!..

Esenyurt BDSP olarak, Kürt halkıyladayanışma çağrısını büyütecek, faşist baskı veteröre karşı işçi ve emekçileri “İşçilerin birliğihalkların kardeşliği!” şiarını daha gür bir şekildeyükseltmeye çağırmaya devam edeceğiz. Düzenineli kanlı efendileri şunu iyi bilsinler ki; sokaklar,fabrikalar, meydanlar, sömürücü ve zorbadüzeninizden hesap sormaya çağıran devrimci sınıffaaliyetimizle dolup taşmaya devam edecek.

BDSP çalışanı Esin Yıldız derhal serbestbırakılsın!

Uludere kaza değil katliam!Katil devlet hesap verecek! Kahrolsun sermaye iktidarı!

Esenyurt BDSP11 Ocak 2012

Faşist baskı ve terörünüzle bizisusturamazsınız!..

Esin Yıldız derhalserbest bırakılsın!

9 Ocak 2012 / Esenyurt

Page 6: SY Kızıl Bayrak 12-02

Devlet terörü6 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

TKİP militanı devrimci işçi Alaattin Karadağ’ın 19Kasım 2009 tarihinde Esenyurt-Avcılar polisi tarafındansokak ortasında kurşunlanarak katledilmesinin ardındangelişen tüm yargı süreci, polis terörü ve cinayetlerininbu düzenin değişmez gerçeği olduğunu ve düzenyargısının katliamcıları aklama mekanizması olarakçalıştığını defalarca gösterdi.

Yargı sürecinin özeti: Düzen katillerini aklıyor

Alaattin’i vuran polislerden Oğuzhan Vural’ıntutuksuz yargılandığı davanın ilk duruşması 16 Haziran2010 tarihinde görüldü. Sanık ve tanık polislerinifadelerinin yanısıra olay sırasında yaralanan dolmuşşoförü İsmail Durmuş’un da ifadesinin alındığı duruşmasırasında, mahkemede ifade veren tanıkların duruşmasalonuna mahkeme kalemi ile salonu bağlayankoridordan alındıkları görüldü. Bu durumda, her tanıkdiğer tanığın ifadesini ve duruşma sırasında sorulan tümsoruları dinleyerek tanıklık yaptı.

Polis-mahkeme işbirliğini gözler önüne seren bututum, davayı takip etmek için Çağdaş HukukçularDerneği (ÇHD) İstanbul Şubesi bünyesinde oluşturulanKaradağ Davası Takip Komisyonu üyesi avukatlartarafından da mahkeme salonunda teşhir edildi.

Keşif kararına keyfi erteleme

Davanın 9 Kasım 2010’da görülen ikinciduruşmasında ise, olayı evinin balkonundan gördüğünüve “vatansever olduğu için ifade verdiğini” belirten birtanık ifade verdi. Yine aynı tanık, mahkemeye tarihsizve havalesiz bir dilekçe vererek, kendi evinin keşiftenhariç tutulmasını talep etti.

112 Acil Hattı kayıtlarının olayın gerçekleşmesindenaylar sonra tutulduğunun da ortaya çıktığı ikinci celsedeolay yeri incelemesi yapılmak üzere keşif kararı verildi.Ancak, üçüncü dava öncesinde, 25 Mart günüyapılması gereken keşif mahkeme başkanının Kocaeliİnfaz Hakimliği’ne kademe düşümü yapılarak tayinedilmesiyle keyfi biçimde engellendi. Yeni mahkemeheyeti ise keşfin yapılacağı gün, keşfi bilinmez bir tariheerteledi.

Silahlı sivil polisler duruşma salonunda

Davanın 21 Nisan 2011’de görülen üçüncüduruşmasına da polislerin keyfi tutumları ve mahkeme-polis işbirliği damgasını vurdu.

Salonda mahkeme heyetine dönük olarak bellerindesilahla ayakta bekleyen kişilerin sivil polisler olduğuavukatlar tarafından tespit edildi. Avukatların talebiüzerine sivil polisler duruşma salonundan çıkarıldılar.

Yine aynı celsede polisin yönlendirmesiyle tanıklıkyapan, olayı aynı anda ve birlikte gördüklerini ifadeeden iki tanık birbirleriyle çelişkili ifadeler verdi. En sondinlenecek tanığın ise tanıklık yapmadan adliyeyi terkettiği zapta geçirildi.

Tanıklar Karadağ’ın infazını anlattı

Davanın 4. duruşması 24 Haziran 2011’de yapıldı. Geçmiş üç duruşma boyunca bulunamadığı belirtilen

iki tanık bu duruşmaya katıldı. Tanıklardan Ayhan Talay,

yaralı olan sanık polisi bizzat hastaneye götürdüğünü,Alaattin Karadağ’ı da hastaneye götürmek istediğinifakat buna polislerin izin vermediğini ve polislerin savcıgelene kadar hastaneye götürülemeyeceğinisöylediklerini ifade etti. Ayrıca Karadağ’ın gece yarısınakadar orda bekletildiği, olay anında yaralı olduğu ancakuzun bekleme sonucu öldüğü de zapta geçti. Yine olaytarihinde MOBESE kayıtlarının Terörle Mücadele ŞubeMüdürlüğü tarafından alınmış olmasının ortaya çıkmasıve Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün kayıtlarınkendilerinde olmadığını belirtmeleri üzerinemahkemeden MOBESE kayıtlarının akıbetininsorulması talep edildi.

Deliller yok ediliyor

26 Eylül 2011 tarihinde görülen 5. duruşmada da

sivil polislerin yer alması mahkemenin katliamcıpolisleri aklamak için çalıştığını gözler önüne serdi.

Mahkeme heyeti, katil polis Oğuzhan Vural’ınduruşma salonunda da silahlı korumaya alınmasınısahiplendi. MOBESE kayıtları, atış mesafesi vb. içinadli tıp raporlarının dosyaya eklenmemesi ve tanıklarındinlenmemesi ise davanın sürüncede bırakılmakistendiğini gösterdi.

Bu duruşmadan yansıyan önemli noktalardan birdiğeri ise mahkeme heyetinin Karadağ avukatlarınınyaptığı müdahalelere gülerek ve sırıtarak yanıt vermesioldu. Duruşmayı takip eden avukatlar, heyetin bututumunun keyfiliğine dikkat çektiler.

Karadağ’ın ve ailesinin avukatlarının, Karadağ’ınkatledildiği tarih olan 19 Kasım akşamı keşif yapılmasıtalebi ise bir sonraki celsede değerlendirilmek üzeresürüncemede bırakıldı.

Karadağ cinayeti davası: Polis vuruyor, mahkeme koruyor!

Muğla’da üniversite öğrencisi Şerzan Kurt’un, 12Mayıs 2010 tarihinde Kürt öğrencilere yönelik faşistsaldırı sırasında polis kurşunu ile katledilmesininardından polislerden Gültekin Şahin hakkında açılandava 6 Ocak günü görülen duruşmayla devam etti.

Duruşmada konuşan baba Ömer Kurt “Oğlumunbulunduğu yer bir kaldırım kenarıydı, oğlum kurşunuyerken kafası kaldırım kenarına çarpmış” dedi.

Muğla’da ilk defa böyle bir olay yaşandığını vepolisin ilk kez silah sıktığını iddia eden sanık avukatıpolisin on anki müdahalesinin “meşru” olduğunusöyledi. Polisin hedef gözeterek Şerzan’ı vurduğunubelirten gizli tanığın ifadelerinin yalan olduğunusöyleyerek, “O anda gaz bombası vardı ve göz gözü

görmüyordu” dedi.Şerzan Kurt’un polis kurşunu ile değil, sehpa ayağı

ile darpedilerek hayatını kaybettiğini öne süren sanıkavukatı hazırladığı raporu mahkeme heyetinesunarak tahliye talebinde bulundu.

Sanık polis Gültekin Şahin’in ise savunmasında“havaya ateş açtığını” söyledi.

Mahkeme heyeti raporu reddederken sanıkpolisin tutukluluğunun devamına karar verdi. Atışmesafesinin tespiti için olay günü Kurt’un üzerindeolan eşyalar ile görüntü kayıtlarının Adli TıpKurumu’na gönderilmesine karar veren mahkeme birsonraki duruşmayı 17 Şubat’a erteledi.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

Şerzan Kurt davasında polisten aynı savunma

Hrant Dink’in katledilmesi ile ilgili olarak İstanbul14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın 24.duruşması 10 Ocak günü görüldü.

Duruşmada söz alan Dink Ailesi’ninavukatlarından Fethiye Çetin, TİB tarafındangönderilen 6 bin 235 görüşme ve 9 bin 300numaranın yer aldığı kayıtlarda sanıklarla irtibatlıherhangi bir kişinin olmadığı bilgisinin doğruolmadığını söyledi. Kayıtlarda bulunan kimi telefonnumaraları ile dosya sanıklarının doğrudan irtibatınıntespit edildiğini vurguladı.

Mahkemede konuşan sanık Yasin Hayal,gardiyanlar tarafından tehdit edildiğini vekorktuğunu ifade etti. Hayal konuşmasını şu sözlerlesürdürdü:

‘’Devlet beni bu cinayette kullandı ve şimdi beni

yok etmeye çalışıyor. Başıma bir şey gelirse sebebi

Türkiye Cumhuriyeti’dir”

Hayal’in katilin devlet olduğunu itiraf edenaçıklamalarının ardından mahkeme heyeti bir sonrakiduruşmayı 17 Ocak’a erteledi. 17 Ocak’takiduruşmanın karar duruşması olabileceği ifade edildi.

Dink davasında 24. duruşma

Page 7: SY Kızıl Bayrak 12-02

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Kürt halkını, devrimci ve ilerici sol güçleri hedef alan faşist baskı ve terör dizginlerinden boşalaraktırmanıyor. Yalnızca son iki günde aralarında yoldaşlarımızın da bulunduğu 100’e yakın devrimci ve ilericigözaltına alındı, onlarcası tutuklandı.

35 Kürt köylüsünün yaşamını yitirdiği Roboski katliamını lanetlemek amacıyla 8 Ocak günü İstanbulEsenyurt’ta gerçekleştirilen eylemde yaşanan azgın polis saldırısını tutuklama terörü izledi. 19 Kasım 2009akşamı Alaattin Karadağ yoldaşımızı sokak ortasında kurşunlayarak katlededen Esenyurt polisi, bu kez deçalışanımız Esin Yıldız’ı özel olarak hedef gösterdi. Polis-yargı işbirliğini bir kez daha gözler önüne serentezgahın ardından Esin Yıldız, ortada düzmece denilebilecek bir iddia dahi bulunmaksızın tutuklanarakBakırköy Kadın Hapishanesi’ne götürüldü.

11 Ocak günü ise Ankara’da Ekim Gençliği okuru Zennure Karaarslan ile iki YDG okurunun evlerineeşzamanlı baskınlar düzenlenerek gözaltılar gerçekleştirildi. Baskınların ardından yoldaşımızın ve diğerdevrimci öğrencilerin evlerini talan eden polisler, “dosyada gizlilik kararı var” diyerek gözaltı gerekçesiniaçıklamadılar.

Erdoğan’ın TSK ve polise alkışlarla teşekkür ederek “operasyonlara devam” talimatı vermesinin ardındanortaya çıkan bu çarpıcı bilanço, uzunca bir döneme yayılan faşist baskı ve terörün önümezdeki günlerde dahada yoğunlaşacağını gösteriyor.

Öyle ki, dinci-gerici AKP hükümeti eliyle dışarıda emperyalist savaş ve saldırganlık politikalarına aktiftaşeronluk rolünün üstlenildiği bir dönemde, Kürt halkı ve devrimci-ilerici sol güçler payına düşen dedizginsiz baskı ve terör oluyor.

“İçerde ve dışarda savaş ve saldırganlık” pozisyonu alan sermaye devleti, Kürt sorunundaki imha-inkar veasimlasyon politikasını derinleştiriyor, işçi ve emekçilere dayattığı kölelik ve sefaleti daha da ağırlaştırıyor.

Ancak pervasızca saldıran düzen güçlerinin çabası nafiledir! Öyle ki, bugüne dek gözaltı ve tutuklamalarla, baskı, zorbalık ve katliamlarla Kürt halkının, devrimci ve

ilerici sol güçlerin mücadelesini boğamayan sermaye devleti, bundan sonra da bu uğursuz çabalarında başarılıolamayacak!

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu olarak, faşist baskı ve terörün devrimci sınıf mücadelesiniboğamayacağını bir kez daha haykırıyoruz!

Bu inanç ve kararlılıkla, tüm devrimci ve ilerici sol güçleri, işçileri, emekçileri ve Kürt halkını, sermayeiktidarının ve dinci-gerici AKP hükümetinin devreye soktuğu faşist baskı ve terörün karşısına birleşik-militanbir mücadeleyle dikilmeye çağrıyoruz!

Gözaltı ve tutuklama terörüne son!Faşist baskı ve teröre karşı omuz omuza!Kahrolsun sermaye diktatörlüğü!Yaşasın devrim ve sosyalizm!

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)11.01.2011

Faşist baskı ve terör sökmeyecek!

Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar biziyıldıramaz!

Ailelere baskıprotesto edildi

İzmir ve Antakya’da Mücadele Birliği okurlarıile Ayışığı Kültür Sanat Merkezi çalışanlarınınailelerine polis telefonla ya da birebir giderekçocukları hakkında terör estiren sözlersöylemeleri üzerine Mücadele Birliği Platformu6 Ocak’ta İHD İzmir Şube binasında bir basıntoplantısı gerçekleştirdi. Basın toplantısına BDSP,Partizan ve İHD katıldı.

Basın metninde Mücadele Birliği okurlarınınailelerinin terörize edilmelerinden bahsedildi ve“Karanlığın en koyu olduğu an şafağınsökmesine en yakın olunan andır. Bu topraklardada devrim şafağı sökecek, hiçbir baskı ve zulümbunu engellemeyecektir” denildi.

Basın metninin okunmasından sonra İzmirİHD yönetim kurlu üyesi Necla Şengül de birkonuşma yaparak “Bu tür saldırılar sondönemde artıyor. İHD olarak bunun karşısındaolacağız” dedi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Roj TV’ye paracezası

Roj TV davası 10 Ocak günü sonuçlandı.2010 yılının Eylül ayında açılan davaya bakan

Kopenhag Şehir Mahkemesi Roj TV’yi PKK lehinepropaganda yapmakta suçlu buldu. Mahkeme,kararında televizyon lisansının iptali vetelevizyona ait 20 milyon kron olduğu belirtilenmal varlığına el konulmasının yasal bir temeliolmadığı belirtti.

Mahkeme Roj TV A/S ile MezopotamyaBroadcasting A/S şirketlerine toplamda 5 milyonkron para cezası verdi.

Ölüsüne 3 yıl hapis

Ataması yapılmayan öğretmenlerin simgeismi haline gelen ve 10 Haziran 2011’da kemikkanseri nedeniyle yaşamını yitiren Şafak Bay “üçyıl hapis cezası” aldı.

Şafak Bay 9 Haziran 2004’te Elazığ Postanesiönünde yapılan bir basın açıklamasındagözaltına alınmış ve serbest bırakılmıştı.Sonrasında açılan dava 6,5 yıl sonra kararabağlandı. Mahkeme, 2911 sayılı “Toplantı veGösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet ettiği”gerekçesiyle Bay’a üç yıl hapis cezası verdi.

Bay’ın ölümünün ardından karara bağlanandavanın sonucunu değerlendiren ağabey Bayşunları söyledi:

“Ölen bir insanın arkasından ceza verilmesiaçıkçası bizim zorumuza gitti. Bu uygulama bizeintikam alma duygusu gibi geliyor. Kardeşimhastalığına rağmen ölene kadar kendisi gibiatanamayan öğretmenler için mücadele etmeyisürdürdü. Şafak bu süreçte atanamayanöğretmenler için bir umut oldu”

Page 8: SY Kızıl Bayrak 12-02

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasyaİşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Philip Gordon,ülkenin “yeni savunma stratejisi” adı altındaki savaş vesaldırganlık politikasında Türk devletinin “kilit ülke”olduğunu açıkladı.

Washington’daki Yabancı Basın Merkezi’nde basıntoplantısı düzenleyen Gordon, geçen hafta açıklanan“yeni savunma stratejisi” kapsamında Türk devletineemperyalist hamisi tarafından biçilen maşalık rolününaltını çizmiş oldu. Türk devletinin kendileri için kritikönemde bir NATO müttefiki olmayı sürdüreceğinivurgulayan Gordon, “Bölge genelinde tehditler vezorlukların bulunmaya devam ettiği bir sır değil veABD’nin, hem ikili düzeyde hem de bir NATOmüttefiki olarak Türkiye ile savunma alanındakiortaklığı kritik önemini sürdürecek’’ ifadelerinikullandı.

Türk devletinin her açıdan “kilit önemde”olduğunun altını çizen Gordon’un açıklamaları, AKPhükümeti eliyle emperyalizmin bölgedeki savaş vesaldırganlık politikalarına ‘aktif taşeronluk’ misyonuüstlenen Türk devletinin bu uğursuz role önümüzdekisüreçte de dört elle sarılacağını teyit ediyor.

“Aktif taşeronluk sürecek”mesaji...

Bir “taşla” on suç!Mersin’in Toroslar ilçesinde Uludere katliamını

protesto eylemine katılan 16 yaşındaki S.Y. gözaltınaalınmış ve “kaçma şüphesi olduğu” gerekçesi ileMersin 2. Sulh Ceza Mahkemesi tutuklanarak AdanaPozantı Çocuk Cezaevi’ne gönderilmişti.

S.Y.’nin tutuklanmasının ardından yargı terörünehız verildi. İddianame kısa sürede hazırlanarakmahkemeye sunuldu. Savcının jet hızıyla hazırladığıiddianamede S.Y.’nin 10 ayrı “suç” işlediği iddiaedilerek toplam 60 yıl hapsinin istenmesi gündemegetirildi.

İddianameye göre S.Y. “Silahlı örgüte üye olma”,“Tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma”,“Patlayıcı madde satın alma veya bulundurma”,“Görevi yaptırmamak için direnme”, “Mala zararverme”, “İş ve çalışma hürriyetini ihlal”, “Kanunaaykırı toplantı ve yürüyüşlere katılma, “Silah veyatehlikeli maddelerle gösteriye katılma”, “Örgütpropagandası yapma” suçlarını işledi.

Uludere’de 5 tutuklama!

Şırnak’ın Uludere ilçesi Roboski Köyü’nde 28Aralık gecesi 35 köylüyü katleden sermaye devletikatliamla ilgili başlatılan soruşturmada gizlilik kararıalırken, katliamda yaşamını yitirenlerin yakınlarınıtutukladı.

Katliama yönelik öfkesini 31 Aralık günü köyekurulan taziye çadırına gelen Şırnak’ın UludereKaymakamı Naif Yavuz’a tepki göstererek ortayakoyan kitle içerisinden gözaltına alınan 8 kişi 7 Ocakgünü adliyeye sevkedildi.

Savcılıkta ifadeleri alındıktan sonra nöbetçimahkemeye sevk edilen Faruk Encu, Özcan Encu,Mehmet Altürk, Faris Kaya, Ferdi Alma, “Kastenadam öldürmeye teşebbüs” iddiasıyla tutuklanarakŞırnak Kapalı Cezaevi’ne gönderildi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’inyönetiminde hazırlanan ve İş Kanunu’nda değişikliköngören taslakta planlanan uygulamalar şöyle:

- Esnek zamanlı çalışmal günlük çalışma süresi içinde işveren tarafındanbelirlenen çekirdek zaman dışında işe başlama vebitirme saatleri işçi tarafından belirlenecek. İşçiçekirdek zamanın dışındaki çalışma süresini, günlük 11saati aşmamak koşuluyla kullanabilecek. Haftalıkçalışma süresini haftanın ilk 4 günü dolduran işçi, 5.gün tam gün süreyle izin kullanabilecek.

- Çağrı üzerine çalışma: İşçi, kendisine ihtiyaçduyulursa iş görecek. Kısmi süreli bir iş sözleşmesiimzalanacak. Taraflar, hafta, ay veya yıl gibi bir zamandilimi içinde işçinin ne kadar süreyle çalışacağınıbelirlemezse, haftalık çalışma süresi 20 saat olarakkararlaştırılmış sayılacak.

- Uzaktan çalışma: İşçi, mal ve hizmet üretmekiçin işletme merkezi dışında çalışacak. Bu yöntemdehaberleşme ve bilgisayar sistemleri kullanılacak veişyerine bağımlılık olmayacak. İşyeriyle iletişimkurulacak saatler ve ücretleri sözleşmede yer alacak.

Esnek çalışma tasarısında neler var?

Güncel8 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Evrensel muhabiri Metin Göktepe, katledilişinin16. yıldönümünde Esenler Atışalanı KemerMezarlığı’ndaki mezarı başında anıldı.

Anma törenine Metin Göktepe’nin annesiFadime Göktepe, OdaTV Davası’nda tutukluyargılanan Ahmet Şık’ın eşi Yonca Şık, EMEP GenelBaşkanı Selma Gürkan ile yakınları ve arkadaşlarıkatıldı.

Anma için Atışalanı’nda bir araya gelen EvrenselGazetesi çalışanları buradan Kemer Mezarlığı’nayürüdü.

Anmada Evrensel Gazetesi Genel YayınYönetmeni İhsan Çaralan ile Toplumsal BellekPlatformu aileleri adına Canan Kaftancıoğlu birerkonuşma yaptı.

Göktepe katledilmişti

1996 yılında Ümraniye E Tipi Cezaevi’nde

katledilen Orhan Özen ile Rıza Boydaş’ın cenazetörenlerini takip etmek üzere Alibeyköy’e giderkenilçeye girişleri engellenerek gözaltına alınan 500’üaşkın kişiden biri olan Evrensel Gazetesi muhabiriMetin Göktepe, Eyüp Kapalı Spor Salonu’ndagördüğü işkence sonucu hayatını kaybetmişti.Göktepe’nin cansız bedeni spor salonununbüfesinin yanına bırakılmıştı.

Göktepe’nin gözaltına alındığını ilk başta kabuletmeyen İstanbul Emniyeti, bir süre sonra gözaltınıkabul etmek zorunda kalmış ancak bu sefer de‘sandalyeden düştü’, ‘duvardan düştü’ gibi bilindikyalanlarla cinayetin üzerini örtmeye çalışmıştı.

Dönemin Emniyet Genel Müdürü OrhanTaşanlar ve Emniyet Genel Müdür Yardımcısı KemalBayrak’ın yargılanmalarına izin verilmemiş, sadece10 polis memuru hakkında dava açılmıştı.

Güvenlik gerekçesiyle ilden ile dolaştırılan dava4,5 yıl sonra sanık polislerden beşi hakkında 5-7arasında hapis cezası verilmesiyle sonuçlanmıştı.

Göktepe mezarı başında anıldı

Uludere kaymakamınaödül

35 Kürt köylüsünün TSK’ya ait savaş uçaklarıylakatledildiği Uludere’nin kaymakamı “yılın bürokratı”ödülünü aldı. Taziyeye gittiğinde köylülerin tepkisiile karşılaşan kaymakam Naif Yavuz, Ankara’da 10Ocak günü yapılan İdareciler Günü Ödül Töreni’nekatıldı. “Yılın bürokratı” seçilen Yavuz, ödülünüBaşbakan Tayyip Erdoğan’ın elinden aldı.

Törende ödül alan diğer bir kaymakam da Van’ınErciş ilçesinde görev yapan Ramazan Fani oldu. Fani,23 Ekim’de Van ve Erciş’te yaşanan depremfelaketinin ardından yaptığı “çalışmalardan” dolayıödüle layık görüldü. Fani, “Afete Acil Müdahale ÖzelÖdülü”nü Erdoğan’ın elinden aldı

Kürt halkına yönelik katliamlarına devam edenve depremde bile Kürt halkını kendi acılarıylabaşbaşa bırakan devlet, yerel temsilcilerine verdiğibu ödüllerle katliamcı ve inkarcı kimliğini bir kezdaha sahiplenmiş oldu.

Page 9: SY Kızıl Bayrak 12-02

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Referendumla yapılan değişikliğin ardından 12Eylül cuntacılarının yargılanmasının yolu açılmış,savcılığa yapılan başvurular üzerine de 12 Eylül ileilgili dava açılmıştı. Dava için savcılık tarafındanhazırlanan iddianame mahkeme tarafından kabul edildi.12 Eylül cuntasının şefi Kenan Evren ve yanındakibirkaç isim dışında kimseyi kapsamayan dosya esasolarak komünizme ve devrimcilere saldırıyor.

İddianame demokrasi tanımlaması üzerindenbaşlıyor. Demokrasi kelimesinin kökenine dair verilençarpık bilgilerden sonra siyasal tanımlamaya geçiliyor.Burada birbirinin karşıtı olan iki ayrı demokrasitanımlanıyor ve birinin “çoğulcu demokrasi”,diğerininse “marksist ya da sosyalist demokrasi”olduğu ifade ediliyor. “Çoğulcu demokraside” idealözgürlüğe yine özgürlük yoluyla ulaşılmasınınamaçlandığının belirtildiği iddianamede marksistdemokraside ise özgürlüğün sadece bir amaç olduğu vebuna özgürlük yoluyla değil proletarya diktatörlüğü ileulaşılmasının amaçlandığı belirtiliyor. Böylesi bir vurguile de proletarya diktatörlüğü, özgürlüğü dıştalayan veburjuva diktatörlüğüyle aynılaşan bir yere konuluyor.

SSCB üzerinden de komünizme yönelik saldırılaradavem edilirken, SSCB’nin halkına yaptığı “baskı vemezalim” nedeniyle yıkıldığı, “dünyanın ve ortak aklınkabul ettiği”ni savunduğu liberal ekonomi veözgürlükler anlayışı sayesinde Rusya’nın yeniden süpergüç olma yolunda ilerlediği söyleniyor.

İddianame “Askeri darbede gerekçe olarakkullanılan terör olayları” başlığı ile devam ediyor. 1Mayıs ‘77 katliamının, 16 Mart katliamının, Sivasolaylarının, Maraş katliamının, Abdi İpekçi’ninöldürülmesinin, Çorum olayları gibi gelişmelerindarbeye zemin hazırlamak için bizzat darbecilertarafından tezgahlandığı iddia ediliyor. Böylecedevletin kirli yüzü gizlenmeye, kontrgerilla gerçeğiörtbas edilmeye çalışılıyor.

İddianamenin 12 Eylül darbecileriyle aynı dili vezihniyeti taşıdığı Fatsa örneği üzerinden degörülebiliyor. İddianamede “Fatsa ilçesi, sokaklarındarahatça dolaşılamayan, resmi dairelerinde Türk bayrağıasılmayan, camilerinde namaz kılınamayan, okullarındamini mini öğrencilerine dahi sol yumruklar havadaenternasyonal marşı söyletilen, devlet gücüne karşı,barikatlarla çevrilmiş, hiçbir adli ve devlet organıfaaliyet gösteremeyen, bütün meselelerini 11 Halk-direniş komiteleri tarafından çözülmeye çalışılan,milliyetçi vatandaşların mallarının istimlak edilerekgöçe zorlandığı, gitmeyenlerin acımasızca öldürüldüğübir yer haline geldi” denilerek halen curtacılarla aynıdilin konuşulduğu ortaya seriliyor.

Tanık ifadelerinin yer aldığı bölümde ise kimiifadeler dayanak yapılarak darbacilerin “terörolaylarına kasten müdahalede bulunmayarak” darbe

için zemin hazırladıkları iddia ediliyor. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, iddianame 12

Eylül darbecilerini yargılamak için değil, komünizmeve devrimcilere bir kez daha saldırmak içinhazırlanmış. İşkencelerle işlenen insanlık suçlarını vedarbenin ardındaki ABD parmağını “görmezden gelen”iddianame koca bir cunta rejiminden yalnızca Evren veŞahinkaya gibi birkaç kişinin “yargılanmasını” layıkgörerek gerçekte cunta rejimi ile bir hesabı olmadığını,davanın tümüyle göstermelik olduğunu göz önüneseriyor.

Hepsinden de öte, iddianame, o dönem yükselendevrimci mücadeleye açıktan saldırarak, devrimcieylemlerin başka güçler tarafından kargaşa yaratmak,böylece de darbeye zemin hazırlamak için planlandığınıiddia ederek 12 Eylül düzeninin hala sürdüğünügösteriyor.

Cuntanın iddianamesindensaçılanlar...

Kışanak: “Başbakan’ın yeri,Başbuğ’un yanıdır”

BDP Eşgenel Başkanı ve Siirt Milletvekili GültanKışanak, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’untutuklanmasıyla ilgili konuştu. İnternet AndıcıDavası’nda mahkemeye Başbakan Erdoğan’ın imzasıile sunulan bir belgenin olduğunu söyleyen Kışanak,Erdoğan’ın dava kapsamında tutuklanan eskiGenelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’unyanına konulması ile ülkede adalet olacağını belirtti.

Kışanak şunları söyledi: “Göstermelik davalarla bu işi pekiştirip devlet

içerisinde iktidarın gücünü paylaştıktan sonra budefteri kapatmaya çalışıyorlar. Bir internet andıcıdavasından bahsediyorlar. İlker Başbuğ bu nedenletutuklandı. Ama mahkemeye bile intikal eden,sonrasında örtbas edilip gizli kurye ile yenidenGenelkurmay’a gönderilen bir belge var. O belgeninaltında da başbakan Erdoğan’ın imzası var. O dadiyor ki; ‘DTP’yi susturun, Kürtleri susturun,Kürtlerin basınını susturun. Kürtlerin davasına sahipçıkan insan hakları kuruluşlarını susturun.’ Bubelgeyi hazırlayan, bu andıcı hazırlayan, İlkerBaşbuğ’la, Genelkurmay’la işbirliği yapan TayyipErdoğan’ın ta kendisidir. O zaman Başbakan’ın yeri,Başbuğ’un yanıdır”

Hanefi Avcı’danitiraflar

Özel Yetkili Ankara CumhuriyetBaşsavcıvekilliği tarafından faili meçhul cinayetlersoruşturması kapsamında ifadesi alınan eskiEmniyet Müdürü Hanefi Avcı birçok itiraftabulundu. MİT içindeki özel yapılanmayı anlatanAvcı, İHD Eski Başkanı Akın Birdal’a yöneliksuikastin da bu yapılanma eliyle gerçekleştirildiğinibelirtti.

Mehmit Eymür, Kaşif Kozinoğlu, Duran Fırat veYavuz Ataç’ın da aralarında bulunduğu subaylarınillegal bir yapılanma oluşturulduğunu söyleyen Avcı“Yeşil”in de aralarında bulunduğu ülkücülerleirtibatlı olan bu grubun Eymür’ün MİT’tenayrılmasının ardından da faaliyetlerine devamettiğini belirtti.

Diyarbakır’da görevde bulunduğu süre içinde 3faili meçhul olay gerçekleştiğini, bunları da biravukatın arabasının altına bomba konulması, VedatAydın’ın öldürülmesi ve “PKK’ya yakın” birderginin yıkılması ve bomba konulması olaraksıralayan Avcı, Ersever’le yaptığı görüşmesonrasında bu olayların JİTEM tarafındangerçekleştirildiği düşüncesine vardığını kaydetti.

Dönemin İnsan Hakları Derneği Başkanı AkınBirdal’a yönelik suikastin de bu yapılanma eliylegerçekleştirildiğini anlatan Avcı’nın itiraflarıdevletin kirli ve katliamcı yüzünü bir kez dahaortaya serdi.

Roboski Köyü’ne yağdırdığı bombalarla 35köylüyü katleden Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), BDPEş Genel Başkanı ve Hakkari Milletvekili SelahattinDemirtaş’ın Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’edönük açıklamarıyla ilgili hukuki süreç başlattığınıaçıkladı.

Demirtaş, Kürtçe anadilde eğitimi uygun

görmediğini söyleyen Genelkurmay Başkanı NecdetÖzel’e şunları söylemişti:

“Önce sen bu katliamın hesabını ver. Paşa hazretleriçıkıyor, emir buyuruyor. Senin rütben orgeneral olsa dabizim için onbaşısın. Bunu böyle bil, ha onbaşıkonuşmuş ha general. Zerre kadar kıymetin yok.Başbakan’ın meşruiyeti yokken seni hiç tanımıyoruz”

TSK’nın ‘onbaşı’ tahammülsüzlüğü

Page 10: SY Kızıl Bayrak 12-02

Sınıf hareketi10 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 2009yılında veto edilen “özel istihdam büroları ve kiralıkişçilik” saldırısı yeni bir taslak hazırlanarak tekrargündeme geldi. Sermaye hükümeti AKP tarafındanhazırlanan taslak tamamıyla işçi düşmanı bir belgeniteliğindedir. Daha önce iki kez yasalaştırılmayaçalışılan Özel İstihdam Büroları (ÖİB) ile işçilerekölelik koşulları dayatılmaktadır.

“Mesleki faaliyet olarak ödünç (geçici) iş ilişkisi”nedair ilk düzenleme adıyla 2003 yılında 4857 sayılıKölelik-İş Kanunu ile gündeme gelen bu saldırı, İşKanunu’nun topyekün kölelik yasası olması nedeniyleolası tepkiler göz önüne alınarak TBMM’ne sevkedilirken taslaktan çıkartılmıştı.

Bu şekilde uzun süredir sermaye sınıfınıngündeminde olan bu saldırı 2008 yılında hükümete dahasomut bir şekilde iletilmişti! Türkiye İşverenSendikaları Konfederasyonu (TİSK) tarafındanhazırlanan “Küresel Krize Karşı Alınması GerekenTedbirler” başlıklı raporda şu direktif verilmişti: “İşKanunu’nda değişiklik yapılarak özellikle yeni istihdamimkânı sağlayacak özel istihdam büroları aracılığıyladönemsel çalışma yasalaştırılmalıdır” (3 Kasım 2008tarihli rapor).

Bunun ardından Haziran 2009’da gece 03.00’te AKPGrup Başkanvekili ve milletvekillerinin verdiği kanunteklifi ile acelece ilgili meclis komisyonlarındagörüşülüp, jet hızla kanunlaştırılmıştı. Özel istihdambüroları 5920 sayılı “İş Kanunu, İşsizlik SigortasıKanunu ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık SigortasıKanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un birmaddesi olarak gündeme getirilmişti. Bu sürede “ÜçlüDanışma Kurulu” toplantısına katılan üç işçikonfederasyonu Türk-İş, DİSK ve Hak-İş ile degörüşülürken bir oldu-bittiyle meclisten geçen buyasaya karşı gelen tepkiler sonucu Cumhurbaşkanısadece bu maddeyi veto etmişti. TÜSİAD sonrasında“özel istihdam büroları” yasasının “güvenceli esneklik”anlayışı ile “tarafların kaygıları giderilerek bir an önceyeniden çıkarılmasını” tekrar hükümete bildirmişti.

Sermaye sınıfının ısrarla çıkmasını istediği özelistihdam büroları şimdi yine gündemde. Aslında 90’lıyılların ortalarından itibaren ‘Danışmanlık şirketleri’adıyla (daha çok ev işçilerini ve işverenleri bir arayagetiren “aracı” şirketler olarak) hızla çoğalan şirketleriiçin 2004 yılında, 4904 sayılı Türkiye İş Kurumukanunun “Özel İstihdam Büroları” yönetmeliğiçıkarılmıştı. Bu sayede ‘Danışmanlık Şirketleri’ adıylavarlığını sürdüren şirketler “Özel İstihdam Büroları” adıaltında 2004 yılı itibariyle yasal statüyekavuşturulmuştu. Altyapıları ve toplum nezrindemeşrulaştırma çalışmalarıyla uzun süredir hazırlığıyapılan bu saldırı sermaye hükümeti için her zamanöncelikli konu oldu. Hatırlanacağı gibi “ulusal istihdamstratejisinin” içinde de bu saldırı yine gündemegetirilmişti.

İşçi simsarlığı yasalaşıyor!

Sermaye hükümetinin, taslak çalışmasına göre,Türkiye İş Kurumu’ndan izin alınarak özel istihdambüroları kurulacak. Bu bürolar, ellerindeki işçileri geçiciolarak ve karşı tarafın ihtiyacını karşılaması için başkaişverene devredecek. Geçici iş ilişkisinde işveren, özelistihdam bürosu olacak. İşçi, özel istihdam bürosu ileyazılı sözleşme yapacak. Taslaktaki düzenlemelere göregeçici olarak çalıştırılacak işçi sayısı, o işletmedeçalıştırılan işçi sayısının beşte birini geçemeyecek.İşveren, işçiyi şirketine bağlı başka bir işyerinde ya da

yapmakta olduğu benzer işlerde çalıştırılması koşuluylabaşka bir işverene devredebilecek. Bu durumda, özelistihdam bürosunun aracılığı aranmayacak.

Mevcut durumda kadrolu-taşeron -sözleşmeli-mevsimlik vb. statülerle işçi sınıfını bölen sermeyesınıfı ve devleti, kiralık işçiliği de yasal statü halinegetirerek işçiler arasındaki ayrımcılığı ve rekabetiderinleştirmek istiyor.

İlk defa düzenlenecek geçici iş ilişkisi dört ayıaşamayacak (veto edilen eski düzenlemede bu süre 6aydı). Geçici iş ilişkisi ihtiyacının devam etmesi halindesözleşme, toplamda 12 ayı geçmemek üzere en fazla üçdefa yenilenecek. (Düzenlemenin eski halinde 18 aylıkbir süre düşünülmüştü.) Geçici işçi çalıştıran patron, busürenin sonunda aynı iş için altı ay geçmedikçe geçiciişçi çalıştıramayacak. İşçi geçici iş ilişkisi ileçalıştırıldığı işyerinden, büronun hizmet bedelindenmahsup edilmek üzere herhangi bir ücret, avans ya daborç alamayacak.

Taslakta geçici işçileri koruyormuş görüntüsü adıaltında kimi maddeler de var. Tam bir aldatmacayla adıüstünde “geçici” olan işçinin bu geçici olma durumununkendisi sorun değilmiş gibi sunuluyor. Örneğin,“Çalışma süreleri, fazla çalışma, ara dinlenmeleri, geceçalışması, mesleki eğitim ve yıllık izin de dahil olmaküzere tüm çalışma koşulları açısından, daimi işçiyleemsal iş yapan geçici işçi arasında ayrım yapılmayacak”deniliyor. Ya da “kiralık işçiler, dayanışma aidatıödeyerek işyerinde toplu iş sözleşmesi ile sağlananhaklardan yararlanabilecek” deniliyor. Aynı şekilde“Tüm büro işçileri, örgütlenme ve toplu pazarlıkhaklarına sahip olacak” deniliyor.

Ancak her biri farklı iş ve statülerde çalışan-kiralanan işçilerin çalıştıkları yerlerde belirsiz vedeğişken olduğu sürece ortak pazarlık hakkındanbahsetmek pek gerçekçi durmuyor. Sadece esas saldırıyıyani işçiyi tamamen bölerek atomize eden, güvencesizve örgütsüz olmasını amaçlayan bu saldırıyı örtmeyeyaraması umulan beyhude bir aldatmaca maddesidir. Birbaşka örnekse, “işçiyi geçici olarak alan işveren, grev velokavt uygulamaları sırasında çalıştıramayacak”deniliyor. Yine devamında “Grev Kanunu’nun ‘grevhalinde çalışacak işçiler’ hükmü saklı tutuldu”ğubelirtiliyor. Böylelikle patronlar yararına işçinin grevsilahını boşa çıkarmasına yaracak bir düzenlemegetiriliyor.

Taslakta ayrıca düzenlemenin temel hükümlerineaykırı davranan patrona 50 milyon TL, geçici işçiyikanuni sürenin üzerinde çalıştıran işverenler, her bir işçiiçin ücretinin iki katı tutarında, sözleşmesi biten işçiyle6 ay ara vermeden tekrar sözleşme imzalayanlara ise 5bin TL ceza ödeneceği belirtiliyor. Ancak biz gerçekyaşamda patronların yasada belirtildiği halde yaptıkları

hak ihlalleri yönelik yaptırımları ödemediklerinibiliyoruz. O nedenle bu maddenin zaten yaşamda birkarşılığı yoktur.

Sermaye köle işçi istiyor!

Sermaye sınıfının örgütlerinden TÜSİAD tarafından“istihdam kapasitesinin artmasına ve toplumsal refahakatkı” olarak cilalanan bu saldırı, neoliberal ekonomipolitikaların bir gereği olarak, çalışma yaşamınıtamamen sermayenin çıkarına göre yeniden düzenleyenköleleştirme projesinin bir parçasıdır.

İşyeri kavramının ortadan kalkması, çalışmakoşullarının esnekliği ve belirsizliği ile örgütlenmehakkı kullanılamaz hale getirilmekte, hak arama bilincibaştan köreltilmektedir. İşçinin üretim alanıylabütünleşmesi engellenmekte, buradan geliştireceğiişçilik bilinci de dumura uğratılmaktadır. Emek gücünüsatması yanında aynı zamanda da istihdam bürosununkiraladığı bir “meta” olmak, sınıf bilincini kazanmasınınönünde bir engele dönüşecektir. Bunun bir sonucu vedevamı olarak işçinin üretimden gelen gücünün farkınavarmasının da önüne geçilmektedir. Tabii ki budurumda grev, iş bırakma, işgal vb. eylem biçimleri isetamamen unutturulmak istenmektedir. Sermayeninistediği bedenen ve ruhen kendisini sermayeninacımasız kurallarına bırakmış, boyun eğmiş, köleleşmişişçidir.

Sermayenin kısa ve uzun erimli çıkarlarına hizmeteden bu saldırının ne denli ciddi olduğu ortadadır. Halböyleyken sendika konfederasyonlarından konuya dairdişe dokunur bir tepki gelmemiştir. Kuşkusuz varlıknedenleri sermaye ve devletinin işini kolaylaştırmakolan konfederasyonların başındaki ağaların bu tavrışaşırtıcı değildir. Zira 4857 sayılı kölelik yasasına olan“katkıları”, torba yasadaki tutumları vs. hatırlardadır.Sistematik bir saldırıyla işçi hakları tırpanlanırken, çoğuzaman sessiz, bazen de göstermelik açıklamalardanöteye gitmeyen tepkilerle konfederasyonlarıbünyesindeki işçi bölüklerini sınırlayan bu ağalardanbaşka bir şey de beklenemez.

Ayrıca eklemek gerekir ki, “Sendikal Güç BirliğiPlatformu” adıyla kendini tanımlayan güçlerin iddialımuhalefetinin, Türk-İş genel kurulu sürecinden ibaretolmadığına dair söylemlerinin sınanacağı bundan dahasomut ve yakıcı gündem yoktur. Bu sendikaların“tabanlarındaki işçileri harekete geçirme” vurgusu saltpopülist bir sloganı değilse, bu söylemin eylemedönüşmesi gerekir.

Yakın zamanda kıdem tazminatı, bölgesel asgariücret vb. ile katmerleşecek saldırıların kapıda olduğunudüşündüğümüzde, özel istihdam bürolarına karşıverilecek mücadele önemlidir. İşçi sınıfı örgütleri olaraksendikaların bu mücadeledeki belirleyici yeri veüzerilerindeki görev ortadadır.

Mücadele fabrika fabrika büyütülmelidir!

İşçi sınıfının bütününü etkileyen, sermayenin bukapsamlı saldırısına karşı, topyekün bir tepkiörgütlenmelidir. Oysa sınıfın örgütlü kesimlerinin olasıtepkileri sendika ağaları eliyle baltalanırken, örgütsüzyığınların ne yazık ki bu saldırının kapsamından dahihaberi yoktur. Sınıfın örgütlenmesi ve mücadeleyekatılması için gerek işçi havzalarında gerekse tek tekfabrikalarda yürütülecek sistematik çalışmalar yaratıcıyol ve yöntemlerle yoğunlaştırılmalıdır. Bu somutsaldırı karşısında yaygın bir şekilde yapılacakbilgilendirme çalışmalarının, eylemsel süreçlerle birlikteörülmelisi ayrıca önemli ve gereklidir.

Kölelik saldırıları kapıda!

Page 11: SY Kızıl Bayrak 12-02

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Maltepe Belediyesi taşeron işçilerinin kuralsız,kölece çalışma koşullarına ve düşük ücretlere karşıyürüttüğü kararlı direniş belediye işkolundakisendikaların taşeron işçilerinin örgütlenmesikonusundaki ataletini bir kez daha gösterdi.DİSK/Genel-İş Sendikası İstanbul Anadolu Yakası 1No’lu Şube Başkanı Mahmut Şengül ve Belediye-İşSendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı HasanGülüm, taşeron köleliği ve bu alanda yürütülmesigereken mücadele hattını gazetemize değerlendirdi...

“Sendikaların öncülük etmesi gerekiyor”

DİSK/Genel-İş Anadolu Yakası 1 No’lu ŞubeBaşkanı Mahmut Şengül: Büyük metropollerdebelediye işlerinin tamamına yakınının taşeronfirmalar aracılığıyla yürütüldüğünü görüyoruz. Torbayasa ve daha önceki yasalarla birlikte belediyeleri birşekilde erittiler. Düşük ücretlerle, kölelik düzenialtında, kuralsız, çalışma saatleri belli olmayan birdüzende işçiler çalıştırılıyor. Belediyelerin birçoğukısa vadeli ihaleler alıyor. Bu süreçte şirketlerdesendikaya üyelikler tamamlanmış olsa bilesözleşmeye başlayıp bitirinceye kadar ihale süresibitiyor. İhale süresi dolduğunda başka bir firmageliyor ve orada yapılan üyelik hiçbir şey ifadeetmiyor. Bu sorunlara karşı mücadelenin olduğu yerlerde deinsanların iş akitlerini feshederek, farklı tehditlerleişyerinden uzaklaştırarak yaptırımlar uyguluyorlar.Önümüzdeki süreçte sendikaların bu işkolundavarolmak gibi bir niyeti varsa yapılması gereken şey,taşeron şirket çalışanlarıyla ilgili hükümet tarafındanyasal bir düzenleme yapılmasını zorlamaktır.Sendikalar alanlara çıkıp bu konuda hükümettarafından yasal bir düzenleme yapılıncaya kadareylemlilik içerisine girmelidir. Hükümeti vemuhalefetiyle tüm siyasi partilerin dikkatlerinin buyöne çekilmesi gerekiyor. Çünkü sayısal olarakbaktığımızda taşeron işçilerinin sayısı oldukçafazladır. Bunu başarabilirsek Türkiye’de ilklerdenbiri yaşanır. Ekonomik anlamda çok bir şeygetirmese bile bu şirketlerde çalışan arkadaşların işakitleri işverenlerin iki dudağı arasında olmayacak.Herhangi bir sorun yaşandığı zaman işveren sopasıyerine orada muhatapları olacak. Ben bu anlamdaşirket çalışanlarının da bu işe duyarlı olduklarını vebir ışık beklediklerini görüyorum. Sendikaların biran önce bu soruna el atıp öncülük yapması gerekiyor.Taşeron şirketlerde çalışan arkadaşlarımızla süreçbaşlamadan önce eğitim çalışması yapılmasıönceliklidir. Şirket çalışanları belediye ayırmadanbiraraya getirilmediği sürece kuralsız, kölece çalışma

devam eder. İşverenler ilk önce öncü kadroları işten atıyorlar.

Daha sonra ise bu arkadaşlara diğer çalışanlartarafından katkı sunulduğunda bunlarıyalnızlaştırmak için farklı bahanelere sığınıyorlar.Bu arkadaşların derdinin sendikalaşma olmadığıylailgili konuyu saptırarak oradaki arkadaşların talepleribireysel taleplermiş gibi göstermek istiyorlar. Buyüzden kendi işkolumuzda çevremizde çalışan veörgütlenmesini çok rahat yapabileceğimiz alanlardabunu arkadaşlara yeterince anlatamıyoruz. Bunu tümsendikalar için söylüyorum. Sendikaların bu alandaçalışma yapması ve ortak biçimde eylemlilikiçerisinde olması gerekiyor. Eminim ki, şirketlerdebu kıvılcımı ateşlersek işverenlerin geri adımatacağını düşünüyorum. Bölgemizde de MaltepeBelediyesi taşeron işçilerinin mücadelesi sürüyor.Maltepe Belediyesi daha önce bize bağlıydı ve şuanda Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 2 No’luŞube’nin yetki alanı içinde. Bu konuyla ilgili dahadetaylı bilgi önümüzdeki süreçte sizlerlepaylaşılacaktır.

“Fiili-meşru mücadele temel alınmalı”

Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu ŞubeBaşkanı Hasan Gülüm: Hizmet işkolununönümüzdeki süreçte temel belirleyiciliği herkestarafından görülüyor. Eğitimden sağlığa,perakendeden hizmet işkoluna taşeronluk sistemigittikçe genişliyor. Sistemin kâr döngüsü en fazla bualanlar üzerinden sağlanıyor. Ülkedeki ekonomikyapıdan kaynaklı sanayi giderek azalırken burada birgenişleme var. İstanbul’da yaklaşık 7 belediyeüzerinden yaptığımız hesaplamaya göre buralarda

çalışan işçilerin 1/8’i kadrolu işçilerden oluşurkenkalan bölümü ise taşeron firmalar bünyesindeçalışıyor. Belediyelerin bütün gelirleri taşeronlarüzerinden dağılıyor. Bunun iki temel nedeni var.Yapılan işin denetlenmesi ve kendi üzerindenolmasından kaynaklı biraz daha toplum nezdindedaha iyi görülebiliyor. Burada işçilerin örgütsüzolması da belediyelere inanılmaz derecede kârsağlıyor. Albayraklar İstanbul’a ilk olarak yarımarabayla gelmişlerdi. Bugün Türkiye’de önemli veciddi bir şirket haline geldi. Albayraklar bu kârı işçiücretlerini düşürerek sağladı. Sendikalar aslında bugidişatı görmeli. Dönemin tartışması, özelleştirilenyerlerde örgütlenmenin temel görev olduğu yeterikadar kavranmadı. Saçılan zehirin tek panzehiribuydu. Sendikalar önümüzdeki süreçte bu alanagirmedikleri sürece birkaç yıl içinde sıfır noktasınagelirler. Bu alanda yoğunlaşmanın doğruluğuyanında bunun nasıl yapılacağı konusundaeksiklikler yaşıyoruz. Önümüzdeki sendikal yapılarıburalar oluşturacak. Sınıfın mücadeledeki konumuburalar üzerinden şekillenecek. Biz de bu işinörgütlenmesi konusunda bir alan taraması yaptık. Buyoğunlaşmanın ilk örgütlenme biçimi sendika değil.Yolun sonunda işçiler sendikalı olacaklar ama esasolan onlara sınıf kimliğinin kazandırılmasıdır. Buyolun hemen olmayacağı gerçeğini görmeliyiz. Profilde buna çok uygun değil. 6 ayda bir değişen taşeronşirketler var ve büyük sirkülasyon sözkonusu. Bunedenle faaliyeti uzun soluklu gören ve kendisi içinsınıf olma bilincini kazandıran bir çerçevede faaliyetgerekiyor. Esnek araçlar kullanarak bu süreciyürütüyoruz. Bunun hızla merkezileşmesi gerekiyor.Herkes bulunduğu yerden bir parça kopararak örnekyaratmak istiyor. Daha geniş bir alanı hedefleyip etkigücünü arttırmalıyız. Çünkü parça mücadelelerişverenler tarafından yalnızlaştırılıyor. Acelecidavranmamamız gerekiyor. Bu konuda fiili-meşrumücadeleyi temel almak lazım. Dev Sağlık-İşSendikası bu alanda önemli bir mücadele veriyor. Muhtemelen 2014’e doğru AKP’nin önceliklesendikal alanda dizaynı bitirdikten sonra taşeronuygulamasını kısmen sendikal alandaki AKP’leşenbir biçim oluşturmak isteyeceğini düşünüyorum.Yeniden olabilecek bir sendikanın dezavantajolmayacağını düşünüyorum. Bugünden o okun ucunugören bir faaliyet olması gerekiyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sendika yöneticileri taşeron sistemini değerlendirdi...

“Taşeronluk kölelik sistemidir!”

Page 12: SY Kızıl Bayrak 12-02

Sınıf hareketi12 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

CHP’li Maltepe Belediyesi’nin işten atma saldırısıile taşeron köleliğine karşı direnen taşeron işçileri 6Ocak günü CHP Maltepe İlçe Başkanlığı önündegerçekleştirdikleri eylemin ardından 7 Ocak günü deCHP’nin Şişhane’deki İstanbul İl Başkanlığı binasınacoşkulu bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Maltepe’de eylem

CHP’li Maltepe Belediyesi’ndeki taşeron şirketlerdeçalışırken işten atma ve baskılarla karşılaşan işçiler,belediye binası önündeki direnişlerinin 17. günündeCHP’nin işçi düşmanı tutumunu protesto ettiler.Belediye binası önünde toplanan işçiler CHP Maltepeİlçe Başkanlığı’na yürüdüler.

Minibüs yolu üzerinden yürüyerek CHP binasıönüne ulaşan işçiler, destekçi güçlerle birlikte sloganlarattılar. Taşeron işçileri adına basın açıklamasını okuyanAlper Ekici, direnişin geldiği aşamayı ve taleplerinisıraladı. Ekici, haklı ve meşru talepleri içindirendiklerini ifade ederek destek çağrısında bulundu.Ekici herkesi, direnişe ve eylemlere destek vermeyeçağırdı.

Eylem boyunca “Mustafa Zengin, işçiler fakir!”,“Zafer direnen işçilerin olacak!”, “Kahrolsun ücretlikölelik düzeni!”, “Direne direne kazanacağız!”sloganları atıldı. Polisin yığınak yaptığı eylem basınaçıklamasının ardından sona erdi. Eyleme, Tuzlatersanelerindeki direnişlerini kazanımla sonuçlandıranELTA Elektrik işçileri ve BDSP de destek verdi.

CHP binasına yürüyüş

Direnişlerinin 18. gününde taşeron işçileri CHPİstanbul İl Başkanlığı’na yürüdüler. BDSP ve DİK’in dearalarında bulunduğu ilerici ve devrimci güçlerin dedestek verdiği eylemde taşeron işçileri CHP GenelBaşkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “Taşeron 21. yüzyılınkölelik rejimidir Bedel ödemeden hak alınmaz,ağlamayan çocuğa kimse mama vermez ” sözlerineatıfta bulunarak aynı sözlerin yazılı olduğu “KemalKılıçdaroğlu / CHP Genel Başkanı” imzalı pankartıtaşıdılar.

Eylemde ayrıca “Çalmadık, çırpmadık hakkımızıaradık, işten atıldık” pankartını taşıyan işçiler CHPbinasının önüne uzun süren bir yürüyüşgerçekleştirdiler. Çevredeki insanların da yürüyüşekatılarak ve alkışlarla desteğini alan işçiler CHP binasıönünde basın açıklaması yaptılar.

Maltepe Belediyesi taşeron işçileri adına açıklamayıokuyan İlhan Yıldırım, taşeron işçilerinin çalışmakoşullarına değindi. Aylara yayılan örgütlenme süreçlerihakkında bilgilendirmede bulunan Yıldırım, bukoşulların düzeltilmesi için yüzlerce imza topladıklarınıve bu imzaları verdikten sonra işten atma saldırısıylakarşılaştıklarını sözlerine ekledi. Yıldırım, belediyeyönetiminin işçiler üzerinde karalama kampanyasıbaşlattığının altını çizdi.

“Emekten yana olduğunu söyleyen, taşeronluk 21.yüzyılın kölelik rejimidir diyen CHP’nin bu konudasamimiyle öncelikle bu işe kendi bulunduklarıbelediyelerden başlaması gerektiğini ifade ediyoruz.Maltepe Belediyesi’nde yaşanan bu sorunları görmelerigerektiğini ve çözümü noktasında adım atmalarıgerektiğini düşünüyoruz.” diyen Yıldırım, haklı veinsani olan taleplerini kazanana kadar mücadeleedeceklerini söyledi.

CHP yönetimiyle görüşecekler

Taşeron işçileri, çalışma koşullarını anlatan belgeleriiçeren bir dosyayı vermek üzere üç kişilik bir heyetleCHP İstanbul İl Başkanlığı binasına girdiler. İşçiler,CHP İstanbul İl Başkanı Oğuzkan Salıcı’nın bir açılışakatılması nedeniyle kendisiyle görüşemediler. Dosyayıileten işçilere Salıcı’nın ilerleyen günlerde kendileriylegörüşeceği söylendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Billur Tuz işçileriylekitlesel dayanışma!

İzmir Çiğli’de kurulu Billur Tuz fabrikasındadirenişlerini sürdüren Tek Gıda-İş üyesi işçilerlesınıf dayanışması büyüyor.

Alliance One tütün fabrikasında çalışan TekGıda-İş üyesi işçiler, Tek Gıda-İş Sendikası’nınörgütlü olduğu Sunel Tütün fabrikası işçileri,Belediye-İş, Demiryol-İş, Teksif, Haber-İş, TekGıda-İş, Tes-İş, Türk Metal, Yol-İş, Birleşik Metal-İşüyesi Totomak ve Schnieder Elektrik fabrikasıtemsilcileri, Harb-İş, Hava-İş yöneticilerinin dekatıldığı ziyarette Petrol-İş Aliağa Şubesiyöneticileri ve üyeleri ise “Direnenler her zamankazanmamıştır Ama Hep Kazananlar DirenenlerOlmuştur” pankartıyla direniş alanına geldiler.

Kipa’da sendikalaşma mücadeleleri devam edenTez-Koop-İş Sendikası üyeleri, Deri-İş üyesiSavranoğlu Deri işçileri ve TÜMTİS İzmir Şubeüyeleri kitlesel olarak ziyaret gerçekleştirdiler.Ayrıca ziyarete TÜMTİS Genel Başkanı KenanÖztürk de katıldı.

Billur Tuz fabrikası önünde kitleye önce Türk-İşEge Bölge Temsilcisi Mustafa Kundakçı seslendi.Kundakçı konuşmasında Savranoğlu’ndan BillurTuz ve Hugo Boss’a kadar direnişleri selamladı. Bufabrikaların patronlarının sendikayı, örgütlenmeözgürlüğünü tanıyana kadar mücadelelerininsüreceğini söyledi. 2 gün önce Savranoğlu işçilerinedönük gerçekleşen saldırıyı kınadıklarını belirterekbu saatten sonra bütün eylem biçimlerinin meşruolduğunu ifade etti. Kundakçı’nın sözleri “AdaletYoksa İşgal Edeceğiz” sloganıyla karşılandı.

Sınıf dayanışması vurgusu

TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk,UPS’de imzaladıkları sözleşmeye ve UPS işçilerinindireniş süreçlerine değindikten sonra sınıfdayanışmasına vurgu yaptı. Sonuna kadar Billur Tuzişçilerinin mücadelesinin yanında olacaklarınısöyledi.

Tek Gıda-İş Sendikası Genel Başkan DanışmanıGürsel Köse, atılan işçilerin Billur Tuz’a sendikalıolarak geri dönene ve toplu sözleşme imzalananakadar mücadelenin süreceğini vurgulayarakkonuşmasını noktaladı.

Kızıl Bayrak / İzmir

İşçi düşmanı CHP’ye işçi protestosu...

“Taşeron işçisi köle değildir!”

Billur Tuz fabrikasında direnişlerini sürdüren TekGıda-İş üyesi işçilere ilerici ve devrimci güçler 10Ocak günü destek ziyareti gerçekleştirdi.

Alınteri, BDSP, DHF, ESP, Kaldıraç ve Partizan’ınçağrısıyla biraraya gelen devrimci ve ilerici güçler,direnişin 9. gününde işçilerle sınıf dayanışmasınıyükselttiler. ZF Lemförder önünde toplanan bileşenler“Billur tuz işçisi yalnız değildir! Direnen işçilerkazanacak!” şiarlı pankart açarak direniş alanınayürüdüler. Yürüyüş sırasında “Billur Tuz işçisi yalnızdeğildir!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Yaşasınsınıf dayanışması!” sloganlarını atan bileşenler,İzmir’de direnşlerini sürdüren Hugo Boss veSavranoğlu direnişlerini sloganlarıyla selamladılar.

Billur Tuz önüne gelindiğinde işçiler alkış ve

sloganlarla ziyaretçileri karşıladılar. Billur Tuz işçileriadına Tek Gıda-İş Genel Başkan Danışmanı GürselKöse bir konuşma yaparak ziyarete gelen kurumlarateşekkür etti.

Kurumlar adına ise bir metal işçisi söz alarakişçilere seslendi. İzmir’deki sınıf hareketliliğine işaretedilen konuşmada son bir yılda yaşanan direnişler vekazanımlara değinildi. İmpo, HMS, Savranoğlu veHugo Boss direnişlerinin yanısıra sendikalaşanRoteks işçileri de selamlandı. Billur Tuz direnişininÇiğli Organize için öneminden bahsedilerek devrimcikurumların her zaman direnişlerin yanında olacağıvurgulandı. Ardından işçilerle birlikte halaylar çekildive direniş üzerine sohbetler gerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / İzmir

“Yaşasın sınıf dayanışması”

11 Mayıs 2008 / Taksim

Page 13: SY Kızıl Bayrak 12-02

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

AKP hükümeti Karayolları Genel Müdürlüğü’nünözelleştirilmesi için harekete geçti. UlaştırmaBakanlığı, kadrosu ve bütçesiyle kendisine bağlı olankuruluşlar arasında yeralan Karayolları GenelMüdürlüğü’nün 59 yıllık teşkilat yasasını değiştirenyasa tasarısını meclise sundu. Yeni yasa geçtiğimizgünlerde görüşülerek kabul edildi.

Yeni yasa Karayolları Genel Müdürlüğü’nü devletbütçesinin dışına çıkarıyor. Karayolları GenelMüdürlüğü’nü ilk aşamada özel bütçeli bir kurumhaline getirmek, tıpkı Köy Hizmetleri GenelMüdürlüğü gibi önce İl Özel İdareleri’ne bağlamak,sonra da özelleştirmeyi planlıyorlar. Ayrıca KarayollarıGenel Müdürlüğü’ne ait olan araç parklarını “hizmetalımı” adı altında taşeron firmalara peşkeş çekmeyitasarlıyorlar.

Yapılan özelleştirmelerin sonrasında yaşananlarortadadır. Devlete ait en kârlı kuruluşlar içinde yeralan TÜPRAŞ, PETKİM, TEKEL vb. kuruluşlar parababalarına peşkeş çekildi. POAŞ’ın hisselerinindeğerinin dörtte birine İş Bankası ve Doğan Holding’epeşkeş çekilmesi soygunun en açık göstergesidir.

Şimdiye kadarki özelleştirme örneklerinde olduğugibi, para babaları hem yağlı lokmaları yutarakdevleşiyorlar hem de hisse kırıntılarıyla halkın gözünüboyayarak elde avuçta ne varsa gaspediyorlar. Böylecesermayenin büyük sermaye grupları elindetoplanmasını sağlıyorlar.

Yaşanan özelleştirme örnekleri Karayolları’nınözelleştirilmesi durumunda işçilerin başına geleceklerkonusunda yeterli açıklıklar sunuyor. Yapılanözelleştirmelerin ardından işçilerin yüzde 80’niişinden ekmeğinden oldu. Sendikasızlaştırma aldıbaşını yürüdü. Taşeronlaştırma genelleşti. Ücretlerbudandı. İşçilerin sosyal hakları ve ikramiyeleriortadan kaldırıldı.

Özelleştirme durumunda Karayolları’nda daimi vesözleşmeli statüde çalışan binlerce sendikalı işçisendikal hak ve özgürlüklerinin tümünükaybedeceklerdir. Karayolları’nda çalışan sendikayaüye olan yaklaşık 9 bin taşeron işçisi işindenekmeğinden olacaktır. Bu saldırı karayolu işçilerininelindeki tüm kazanımları ve hakları gaspetmesaldırısıdır. Tıpkı diğer özelleştirmelerde olduğu gibikarayolu işçilerinin sendikal örgütlülüğü hedefeçakılacak ve taşeron işçilik genelleşecektir. Ücretlerbudanacaktır. Ekonomik ve sosyal haklar tümüyletasfiye edilecektir.

Bu cüretin kaynağında elbette ki yıllardır sürenözelleştirme saldırısının püskürtülememiş olmasıgerçeği var. Buna bağlı olarak Yol-İş yöneticilerininişçi sınıfı üzerindeki denetimine duydukları güven var.Bu güven sayesinde Karayolları’nda üç ayrı ücretskalası uygulamasını sürdürüyorlar. Bu güvensayesinde eşit iş yapan işçilerin eşit ücret almasınıengelliyorlar. Bu güven sayesinde 9 bin karayoluişçisini yıllardır asgari ücret karşılığında, sendikalhaklardan mahrum bırakarak çalıştırdılar. Bu güvensayesinde ihaleye giren firmalar yıllardır taşeronişçileri asgari ücret karşılığında çalıştırdılar.

Yol-İş yöneticileri karayolu işçilerine sorunuçözeceklerini söylüyorlar. Karayolları BölgeMüdürlükleri’nin satılmasını yaptıkları girişimlerleengellediklerini ifade ediyorlar. Görüşmelerden sonuç

çıkmazsa Türkiye eylem alanına çevireceklerinisöyleyip esip gürlüyorlar. İşçi sınıfı tümözelleştirmelerde sendika ağalarının esip gürlediğiniama her seferinde özelleştirme karşıtı mücadeleyiboğmak için çaba gösterdiğine defalarca tanıklık etti.

Şu ana kadar ortaya çıkan tablo fazla umutvermeyebilir, ama herşey bitmiş değildir. Geçmişinderslerinden gereği gibi yararlanır, bu dersler ışığındamücadeleyi yükseltmeyi başarırsak, karayollarınınözelleştirilmesi saldırısını engelleyebiliriz.

Bu da şu an ortaya çıkan olanakları en iyi şekildedeğerlendirmeyi, karayolu işçileri arasında tam birörgütlenme ve bilinçlenme seferberliği başlatmayıgerekli kılmaktadır. Bu işin bir an önce gereğinceyapılmasını sendikal ihanet çetelerinden ya da makam-mahkeme kapılarında dolananlardan bekleyemeyiz.Görev öncü işçilere düşüyor.

Eksik olan, karayolu işçilerinin öncü rolüoynayacak, bu dinamikleri kendi etrafında toplayacakdaha geniş ölçekte harekete geçirecek bir birlik veörgütlülükten yoksun oluşudur. Karayolu işçilerininsendika ağalarının etkinliğini kıracak mekanizmalarıyaratamamış olmasıdır. Her yere yayılan bir geneldirenişin örülebilmesi için, öncelikli sorumluluk bueksikleri kapatacak bir hareketi başlatmaktır.

Bu özelleştirme kıskacını parçalamak karayoluişçilerinin en önemli sorumluluğudur. Sendikaağalarını mücadeleye zorlayacak olan güç karayoluişçileridir. Karayolu işçileri bağırlarına saplanmak

istenen hançeri çıkarmak için harekete geçmeli,mücadeleyi büyütmeli, sendika ağaları üzerindekibaskıları artırmalıdır. Daha şimdiden özelleştirmekarşıtı mücadeleyi omuzlayacak taban örgütlerinibütün iş yerlerinde oluşturmak için hareketegeçmelidirler.

Komünist Karayolları işçileri

Karayolları işçileri özelleştirme kıskacında…

Özelleştirme saldırısına karşımücadeleye!

Hak-İş mücadeleye barikat olacak!Gündemde olan 2821 Sayılı Sendikalar Kanunu, 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt

Kanunu ve 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda yapılması düşünülen değişiklikleresermaye hükümetinin arka bahçesi Hak-İş’ten tam destek geldi. Yandaş konfederasyon, tasarıyıdesteklemenin ötesine geçerek tasarıdaki anti-demokratik maddelere karşı çıkan emek örgütlerine karşı damücadele kararı aldı.

AKP’den daha hevesli

HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan, Ocak 2012 tarihinin sendikal hareket açısından riskli bir süreçolduğunu belirterek, Toplu İş İlişkileri Kanunu’nun bir an önce yasalaşması gerektiğini, aksi takdirdeçalışma hayatında bir kaos yaşanacağını söyledi. Arslan, hükümetin tasarıyla ilgili yaptığı açıklamalardandaha kararlı bir açıklamanın altına imza attı.

Arslan, bu kanunun çıkarılmasını engellemeye yönelik “lobi faaliyetlerine” seyirci kalmayacağını veToplu İş İlişkileri Kanununun çıkarılması için bütün gücünü ve imkanlarını kullanacağını belirtti.

Arslan, tasarıdaki anti-demokratik uygulamalara karşı çıkan DİSK ve KESK gibi örgütlere de şu mesajıverdi:

“Bununla birlikte yasanın çıkarılmaması konusunda çeşitli çevreler tarafından çok ciddi bir lobiyürütüldüğünü de biliyoruz. 12 Eylül Darbe yasalarının destekçisi ve statükodan beslenen bu kesimler,küçük çıkarları uğruna Anayasa değişiklikleri dahil Türkiye’nin demokratikleşmesi, çağdaş, adil ve sosyalbir devlet olmasını engellemek istemektedirler. 2821 ve 2822 sayılı yasalar değiştirilmeden Anayasadeğişiklikleri ve yeni anayasa dahil Türkiye’nin özgürleşmesi, sivilleşmesi ve örgütlü bir toplum halinegelmesi imkansızdır. HAK-İŞ bütün sosyal tarafların katkısıyla hazırlanan ve bakanlar kuruluna sunulan buyasanın yasalaşmasını engellemeye yönelik bu lobi faaliyetlerine seyirci kalmayacak ve Toplu İş İlişkileriKanununun çıkarılması için bütün gücünü ve imkanlarını kullanacaktır.”

Özellikle 2821 sayılı sendikalar kanununda yapılması düşünülen kimi değişikliklerin (üyelik ve istifadanoter şartının kaldırılması gibi) teorik olarak örgütlenmeyi arttıracağı iddia edilirken 2822 sayılı kanundakiişkolu barajı sendikaların önerdiği gibi binde 5’e düşürülse bile işyeri barajının yüzde 50+1 olarak kalmasıdurumunda bu değişikliğin bir anlamı kalmıyor. Dünya üzerinde sadece Türkiye’de varolan buuygulamanın yanısıra tasarıda grev hakkına da yer verilmiyor.

Page 14: SY Kızıl Bayrak 12-02

Sınıf hareketi14 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Bolu Gerede’de hakları için eyleme geçen deriişçilerine yönelik polis terörünün basın vekamuoyunda yankı bulmasının ardından Deri-İşSendikası Basın Birimi, bölgedeki kölelik koşullarıve ortaya çıkan işçi tepkisinin arka planını anlatanbir değerlendirme yayınladı.

Dericiliğin bölgedeki en belirgin sanayi olduğunavurgu yapılan açıklamada, deri işçilerinin günde 14saat, cumartesi de dahil, 30 TL günlük yevmiye ilehiçbir iş sağlığı ve güvenliği ilkesine uyulmadançalıştırıldığı da söylendi. Sigortasız çalışmanınyaygınlığına da dikkat çekildi.

Basın Birimi’nin açıklamasında ayrıca,Gerede’de deri patronlarının sendikal örgütlenmedenduydukları korku da anlatıldı. Sendikanın açıklamasışöyle:Açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Gerede işçisiçok hızlı şekilde yol almaktadır, öfke ve tepki bilincedönüşmektedir. İlk toplantıların ardındansendikalaşma haberi alan patronların ev ev gezmesi,ikna çabası, kullanılan dini söylemler, ağlayan-duygulanan patronlar, verilen sözler, artan maaşlarbirçok işçide bir beklenti oluştursa da öncü işçilerinişten atılması ve şartların devam edeceğinin kısazamanda anlaşılması ile hareket alevlendi.”

Deri işçileri haklarını istiyor

Gerede deri sanayiinde çalışan 2500’den1500’ünün iş bırakması üzerine patronlar aldatmaca

ve manipülasyon saldırılarına başladılar. İşçilerdenbirkaçı ile toplantı yapan patronlar işçilerintaleplerini kabul ettiklerini açıkladılar.

İşçilerin taleplerinin karşılandığı izlenimi verilenanlaşma yazılı bir protokole dönüştürülmeyerekbirkaç işçi ve patronlar arasında sözlü bir anlaşmaolarak bırakılıyor. Anlaşmanın yazılı halegetirilmemesi nedeniyle işçilerin büyük çoğunluğuişbaşı yapmıyor.

Deri-İş Genel Başkanı Musa Servi, patronların“Sorunu Gerede’de çözelim, dışardan kimseyikarıştırmayalım” dediklerini ve mitingin iptaledilmesi için olağanüstü çaba sarf edildiğini, asılsıziddiaların ortaya atıldığını söyledi. Servi şunlarısöyledi:

“Biz de birkaç görüşme yaptık. İşçilerin talepleriolduğunu bunların kabul edilmesini istedik. Bizim buisteğimizin ardından patronlar birkaç işçi ilegörüşerek bir anlaşma yaptılar. Sigortaların 30 günüzerinden ödenmesi, ücretler net 1170 lira olacak,asgari geçim indirimi de eklenecek. Fakat buanlaşma karşılıklı protokole dönüşmüş değil. Bazıişçiler ile patronlar arasında yapılan sözlü biranlaşma. Bu yüzden işçilerin dikkatli olmasıgerekiyor. Patronlar genelde böyle vaatlerdebulunuyorlar ama daha sonra işçilerin tepkileriazalınca eski sisteme geri dönüyorlar. Bu yüzdenyazılı bir protokol yapılmalıdır. Biz Deri-İş Sendikasıolarak bütün işçilerin haklarını tam olarak almasıiçin işçilerle birlikte olmaya devam edeceğiz.”

Savranoğlu Deriişçilerine saldırı

İzmir Menemen’de kurulu Savranoğlu Deri

fabrikasında sendikasızlaştırma ve işten atmasaldırısına karşı 160 günü aşkın süredir direnenDeri-İş Sendikası üyesi işçiler bir kez daha saldırıyauğradı. Direnişin 158. gününde, fabrika önündebulunan kolluk güçlerinin himayesindegerçekleştirilen provakatif saldırı sırasında sendikaüyesi 2 işçi yaralanırken saldıran gruptan 6 kişi vesendika üyesi iki kişi gözaltına alındı.

İşçilere saldırı...

Deri-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu iseyaptığı yazılı açıklamayla provakatif saldırıyı kınadı.

Deri-İş Sendikası’nın açıklamasında şu ifadelereyer verildi: “Bilinçli bir provokasyonla direnişi

kırmayı hedefleyen saldırı karşısında haklı

mücadelemizi gölgelemek isteyenler bunu

başaramayacaklardır. Tüm kamuoyu ve halkımız

işçilerin haklı mücadelelerinin yanındadır.”

Onurluca ve fedakarca yürütülen mücadeledekimsenin, birliklerini bozmaya gücününyetmediğini belirten sendika yapılan saldırıyıkınadı.

Saldırı protesto edildi

Patronun kışkırtmasıyla, içeride çalışmayadevam eden direniş kırıcı işçiler tarafından yapılansaldırıya 7 Ocak akşamı iş çıkışında tekrar fabrikaönünde buluşarak yanıt veren işçiler mücadelekararlılıklarını haykırdılar.

Saat 17.00’de servisler fabrikadan çıkarkensloganlar atmaya başlayan Deri-İş üyesi işçiler,mücadeleden vazgeçmeyeceklerini gösterdiler.

“Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Gün gelecek devrandönecek hainler işçiye hesap verecek!”sloganlarının atıldığı eylemle hain saldırı protestoedildi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Gerede deri işçilerine polis saldırısı

Yıllardır sendika üyesi olarak ŞOK Marketlerzincirinde çalışan işçiler, marketler zincirinin ÜlkerGrubu tarafından satın alınmasının ardındansendikasızlaştırma saldırısı ile karşı karşıya kaldılar.

Ülker Grubu'nun yeni iş yerindeki ilk işi sendikanıntasfiye edilmesi için çalışmak oldu. İşçilere“sendikadan istifa edin, size daha iyi ekonomik şartlarsunalım” teklifi sunan yöneticiler, bunu kabul etmeyen

işçilere baskı uygulamaya başladı. İşçilerin örgütlü olduğu Tez-Koop-İş Sendikası

tarafından yapılan açıklamada işçilerin bizzat bölgesorumluları tarafından şirket arabalarına bindirilereknotere götürüldüğü, sendikadan tehdit ve baskıyla istifaettirildiği belirtildi. İstifa noter paralarının bile bizzatÜlker Grubu tarafından ödendiği ifade edildi. Sendika,eylemlere devam edeceğini açıkladı.

Ülker'de sendikasızlaştırma saldırısı

11 Mayıs 2008 / Taksim

Page 15: SY Kızıl Bayrak 12-02

Sınıf hareketiSayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 15

Tersanelerde yaşanan kuralsızlıklara ve köleceçalışma koşullarına karşı mücadele eden ELTAişçileri RMK Tersanesi önünde başlattıkları direnişin3. gününde tazminat haklarını aldılar. Hakları gaspedilen işçiler ELTA patronu tarafından işten atılmıştı.

İşten atılan arkadaşlarına sahip çıkan tersaneişçileri patronla görüşmeye giderek taleplerinisunmuşlar ve işten atılan arkadaşlarının işe gerialınmasını istemişlerdi. İşçilerin kararlı duruşusonucunda ELTA patronu taleplerinkarşılanabileceğini belirterek işçileri işe geri yolladı.Taleplerin kabul edilmesini olumlu bulan işçilerişyerlerine geri dönerek çalışmaya başladılar. Bir süresonra ELTA patronunun öncü iki işçiyi daha iştenatması üzerine işçiler, atılan arkadaşlarına vehaklarına sahip çıkarak şirkete gittiler. Görüşmeyegiden işçilerin türlü ayak oyunları ile giriş kartlarınael koyan patron işçilerin istifalarını yazmalarıkonusunda baskı oluşturmaya çalıştı. Ayrıca işçilerinçıkışlarını yapmayarak geriye dönük haklarını gaspetmeye çalışan ELTA patronuna işçiler ertesi günRMK tersanesi önünde direnişe geçerek yanıt

verdiler. İşten atılan 7 ELTA işçisi Tersane İşçileri Birliği

Derneği (TİB-DER) öncülüğünde RMK Tersanesiönünde ELTA patronunun işçi düşmanlığına karşıdireniş başlattılar. Üç gün süren direniş boyuncaşirketin umursamaz tavrını kıran işçiler bu aradapatron yalakaları başta olmak üzere kolluk güçlerinintehdit ve baskılarına maruz kaldılar. Bu baskılaraboyun eğmeyen tersane işçileri kararlılıklarını işegiriş saatinden iş çıkışına kadar sloganlarlahaykırdılar.

Üçüncü gün sabahı (6 Ocak) işçilerinalacaklarının banka hesaplarına yatırıldığı öğrenildi.Sabah işe giriş saatinde, mücadele çağrısı içerenTersane İşçileri Birliği kuşlamaları yapıldı. İşçiler“Direne direne kazandık!”, “Direne direnekazanacağız!”, “Örgütlü işçi yenilmezdir!”, “Yaşasıntersane işçileri birliği!”, “Zafer direnen işçilerinolacak!” sloganlarını attılar. İşçiler geriye dönükhaklarının karşılanması sonucu direnişi sonlandırdı.

Kızıl Bayrak / Tuzla

Bursa’da faks eylemi...KESK Bursa Şubeler Platformu, 4688 sayılı

yasada yapılacak değişikliklerin Bakanlar Kurulu’ndaonaylanarak Meclis’e gönderilmesinin ardındaneylem programını açıklamak için basın açıklamasıyaptı. Toplantıda 14 Ocak’ta bordro yakma eylemiyapılacağı ve yasanın görüşüleceği gün Bursa’daalanlarda olunacağı dile getirildi.

KESK Bursa Şubeler Platformu Dönem Sözcüsüve SES Bursa Şube Başkanı Ergin Uygun, sözkonusuyasa tasarısı hakkında KESK’in, görüşlerini defalarcaifade ettiğini belirtti. Uygun, grevli toplu sözleşmehakkını, örgütleme özgürlüğünü, özlük ve demokratikhakları yok sayan, yandaş konfederasyonun talepleridoğrultusunda hazırlanmış tasarıya karşı onlarcaeylemin yanısıra 21 Aralık grevini yaptıklarınıhatırlattı.

Sürekli olarak hak ve özgürlükleringenişletilmesinden yana olduğu yönünde propagandayapan AKP hükümetinin bunun tam aksi bir pratiksergilediğine dikkat çeken Uygun, mecliskomisyonlarında ele alınması öngörülen tasarınınhükümetin, sendikal hak ve özgürlükler konusundakisamimiyetinin en önemli göstergesi olacağını ifadeetti.

Basın açıklaması KESK üyelerinin talepleriniiçeren faks metinlerinin gönderilmesiyle son bulurkenmilletvekillerine, kamu emekçilerinin hak ettiği özgürve demokratik bir düzenlemeden yana tutum almalarıçağrısı yapıldı.

Kızıl Bayrak / Bursa

ELTA’da kararlılık kazandı!

İstanbul Çapa ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerindeişten atılan taşeron işçileri farklı birimlerde çalışansağlık emekçilerinin desteğiyle kitlesel bir yürüyüşgerçekleştirdi. İşten atılan arkadaşlarına sahip çıkantaşeron işçileri 2 saat boyunca iş bıraktı.

9 Ocak sabahı saat 08.00’de Çapa Tıp FakültesiPoliklinikleri önünde toplanan sağlık emekçileri, TıpFakültesi Dekanlığı önüne yürüyerek işten atmalarıkabul etmediklerini, yönetimin bu baskılardan derhalvazgeçerek, işçileri geri alması çağrısında bulundu.

Dekanlık önünde yapılan açıklamada, işçilerinçalışma koşullarının kötülüğüne dikkat çekilereknitelikli sağlık hizmetinin, verimli çalışma koşullarıile olacağının altını çizildi.

Emekçilere gözdağı

8’i radyoloji teknisyeni toplam 22 sağlık işçisininhiçbir açıklama yapılmadan işten çıkarıldığınınbelirtildiği açıklamada, taşeron işçilerinin tıpfakültesinde asıl işi yapan işçiler olduğunu belgeleyen2 müfettiş raporu ve bir de mahkeme kararı olmasınarağmen işten atılmaların yaşandığının altı çizildi.

Sağlık emekçileri, bu durumun tamamen haksız vehukuksuz bir uygulama olduğunu ve 21 Aralık greviile mücadele yolunu seçen emekçilere gözdağıvermek amacıyla devreye sokulduğunu ifade ettiler.

İşten çıkarılmalarının sebebinin açıklanmasınıisteyen işçiler, atılmaları kararının üniversite yönetimitarafından verildiğini belirttiler.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:“Üniversitenin piyasacı, kar-zarar hesabı yapan

tüccar politikası sadece hukuk dışı değil, aynızamanda çocukları aç, babaları ve anneleri işsiz,hastaları çaresiz bırakmakta, işçilere ve hizmetbekleyen hastalara ve yakınlarına da ağır bedellerödetmektedir. Taşeron işçileri, artık örgütlüdür vederneğimiz aracılığıyla bugüne kadar yazılı uyarılar,iş mahkemesi ve müfettiş raporlarıyla uyardığıÜniversite yönetimi karşısında GöREV’ini yerinegetirmek üzere yeniden uyarmaktadır.”

Açıklamada İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof.Dr. Taner Gören, SES Aksaray Şube Başkanı ErsoyAdıgüzel de birer konuşma yaparak mücadeledebirlikte olduklarını ifade ettiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hastanede işçi kıyımına protesto... Sosyal-İş Genel Kurulyapıldı

DİSK/Sosyal-İş Sendikası 13. OlağanMerkezGenel Kurulu 7-8 Ocak tarihlerinde Ankara’da OtelAngora’da gerçekleştirildi. 7 Ocak’ta değerlendirmeve konuşmaların yapıldığı genel kurulda 8 Ocakgünü ise yeni yönetim, denetim ve disiplin kurullarıbelirlendi. Seçimler sonucunda Metin Ebetürkyeniden genel başkanlığa seçilirken İstanbul ŞubeSekreteri Turgut Çivi eski yönetimden NesimiTurgut’un yerine genel merkez yönetimine getirildi.

Yönetim Kurulu’ndaki diğer isimler (Celal Uyar,Engin Sezgin, Hüseyin Kaşif) ise değişmedi. Genelkurulun ilk gününe DİSK Genel Sekreteri TayfunGörgün, Genel-İş Genel Başkanı Erol Ekici, TKPGenel Başkanı Erkan Baş da katılanlar arasındaydı.

Genel kurulda, taşeronlaşmanın giderek ülkeningeleceğini belirler hale getirildiğine dikkatçekilerek, taşeronlaştırmaya karşı mücadele edilmesiistendi. Sosyal-İş üyesi tutuklu gazeteci AhmetŞık’ın da unutulmadığı genel kurulda taşeronköleliğine karşı mücadele çağrısı yapıldı.

Page 16: SY Kızıl Bayrak 12-02

- ‘Sağlıkta dönüşüm’ adı altında geçtiğimiz yılsağlık alanında önemli uygulamalara imza atıldı.Geçtiğimiz yılı sağlık alanındaki düzenlemeleraçısından değerlendirirseniz neler söyleyebilirsiniz?

- 2010 yılının Aralık ayında tüm ülkede ailehekimliğine geçildi. Önemli düzenlemelerden biribuydu. Daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptaledilen ‘Tam Gün’ düzenlemesi bir Kanun HükmündeKararname (KHK) ile yürürlüğe girdi. 2 Kasım2011’de Sağlık Bakanlığı ve Bağlı TeşkilatlarınGörevlerine dair KHK yayınlandı. Sağlık alanınıyeniden düzenleyen ve devlet hastanelerini işletmeyeçeviren Kamu Hastane Birlikleri adında, sağlıkalanının yeniden yapılandırılması ve sağlığınticarileştirilmesini öngören bir KHK çıkarıldı. Buyüzden 2011 sağlık alanı açısından önemli bir yıl oldu.Bunun dışında 2003 yılından beri sağlıkta uygulananperformans sistemi var. Hekim gelirlerinin yüzde 70-80’i artık “performansa” göre ödeniyor ve 2011’deSağlık Bakanlığı’nda varolan performans sistemiüniversitelerde uygulanmaya başlandı. Buna karşıbüyük itirazlar doğdu. Performans dediğimiz şey,sağlığın kamu sağlık sistemleri içerisindeticarileştirilmesidir. Bunun özeldeki karşılığı isecirodur. Ne kadar ciro yaparsa hekimlere o kadar payverilir. Bu sistemin kamudaki karşılığı ise “ne kadarçok işlem, ne kadar çok hasta, ne kadar ameliyat, tıbbiişlem o kadar para”dır. Sağlıkta her bir işlemi ticari birmeta haline getiren bir düzenlemedir.

- ‘Tam Gün’ düzenlemesi de geçtiğimiz yıl açısındanönemli bir uygulamaydı

‘Tam Gün’ü kronolojik olarak tersindenokuyabiliriz. Türkiye’de ‘Tam Gün’ en son 1978yılında uygulandığında Türk Tabipleri Birliği (TTB)bu düzenlemeyi desteklemekle kalmamış yasanınyapım sürecinde de yer almıştı. Ancak bu dönemde biz

sağlığın ticarileştirilmesi ve hekim emeğininucuzlatılması amacı güdüldüğü için Tam Gün’e karşıçıktık. Nitekim, Tam Gün’le ilgili KHK 26 Ağustos2011’de, Ramazan Bayramı’nın arefesinde yayınlandı.Ondan birkaç hafta sonra Sağlık Bakanlığı ile ÖzelHastaneler Derneği (OHSAD) bir mutabakat metniyayınlandı. O metne göre özel hastanelerle kamuhastanelerinde çalışan hekimlerin ücretleri arasındauçurum farkı olmayacağı açıklandı. Aslında bu durumİş Hukuku’na da aykırıydı. Özel hastanelerde çalışanhekimlerin örgütlenme ve toplu sözleşme hakkı var.Şimdi ortada hukuki de bir metin var. Metinde, “bununüzerine çıkamazsın, arada fark olamaz” deniyor. Esasitibariyle Tam Gün’de de, ithal hekim uygulamasındada bizim baştan beri söylediğimiz şey hekim emeğininucuzlatılmasıydı. Tam Gün’le ilgili KHK’nın ardındanbu düzenlemenin yapılması bizim öngörülerimizidoğruladı. Bu yüzden karşı çıkıyorduk.

- Yeni yıla da GSS’deki kapsamlı değişikliklerlegirdik. Son gelişmelerden başlarsak “nüfusuntamamının sağlık güvencesi kapsamına” aldığıgerçekten doğru mu? Hükümet ve sermayepolitikaları açısından sağlık alanında gelinen noktanedir?

23 Aralık 2011’de 6262 Sayılı bir kanun kabuledildi. Bu kanun kamuoyunun gündemine emeklimilletvekillerinin maaşlarına yapılan zamlar.boyutuyla geldi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gültarafından bu maddeler veto edildi ve daha sonragörüşülecek. Onlarla ilgili maddeler değişebilir amadiğer maddeler büyük ihtimalle olduğu gibi geçecek.Bu kanun, 5434 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti EmekliSandığı Yasası’nda değişiklik yapılmasına dair birkanundu ama içerisinde 5510 Sayılı Genel SağlıkSigortası (GSS) ile ilgili çok önemli düzenlemeler var.

- Düzenlemenin içeriğinden bahseder misiniz?Şu anda vatandaşlar sağlık hizmeti alabilmek için

GSS primi ödüyorlar. Devlet veya özelde katılım payıödüyorlar. Bir de özel hastanelerde ilave ücreti adıaltında aslında bıçak parası ödüyorlar. Devlet ve özeldekatılım payları muayene, ilaçlarda, ortez ve protezlerdeödeniyor. Daha uygulamaya geçmedi ama 2009’dadüzenlendi ve yatan hastalardan da alınacak. Burayabir başka madde daha eklendi. Aile hekimliklerindebundan önce ödenmiyordu. Hükümet buna iki defateşebbüs etti ama mahkemeden döndü. Şimdi ise reçetebedeli adı altında 3 kutu ya da kaleme kadar 3 lira,onun üzerindeki her kutu ya da kalem için 1 liraödemek zorunda kalınacak. Çok önemli başka birdüzenleme yapıldı. Aslında 5510 Sayılı SosyalSigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’ndaSosyal Güvenlik Kurumu’nun ödemeyeceği sağlıkhizmetleri sayılmıştı. Estetik amaçlı cerrahi işlemler,Sağlık Bakanlığı’nın ruhsatlandırmadığı hizmetler veyabancı ülke vatandaşı olan ama Türkiye’de 1 yıldanfazla yaşadığı için Genel Sağlık Sigortası yaptırmışkişilerin eskiye dayalı hastalıklarının ödenmeyeceğikararlaştırılmıştı. Şimdi ise, 23 Aralık’ta çıkan yasaylabuna bir bent daha ekleniyor. Sosyal Güvenlik

Kurumu’na, her türlü sağlık hizmetini ödememe,finanse etmeme yetkisi tanıyor. Şimdiye kadar GenelSağlık Sigortası’yla ilgili bir dizi kanun teklifi,değişikliği, fıkra, bent okudum ama bunun kadartehlikeli bir şey okumadım. Sosyal Güvenlik Kurumu(SGK) bundan sonra istediği hizmeti, kendi seçtiğihastalık ve tedavileri ödememe hakkına sahip olacak.Bu hemen başlamayacak ama ilerde göreceğiz. Ayrıcayeşil kartlılar da SGK’ya geçti. Yeşil kartlılaryoksulluk testine tabi tutulacaklar. Eğer aile içindekikişi başı geliri asgari ücretin üçte birinden az iseprimlerini devlet karşılayacak. Çok ise onlar kademeliolarak prim ödeyecekler. Eğer yaptırmazlarsa asgariücretin iki katı kabul edilip aylık 212 lira ödeyecekler.Bu, birçok insanın sağlık hakkına erişmesiniengelleyecek. Gelir tespiti uygulaması henüz yok amayönetmeliğe baktığımız zaman sadece gelirleri değilbütün harcamaları hesaba katılacak. Eve gelipmutfakta ne yediği de dahil her şeyine bakacaklar.Evde televizyon, buzdolabı var mı, ev kira mı,köyünde mi tarlasında mı diye bakacaklar ve büyük bireleme yapacaklar. Yani, nüfusun tamamının sağlıkgüvencesi altına alındığı doğru değil.

Sosyal Güvenlik “Reformu“nun bir diğer temelargümanı da norm ve standart birliğini sağlamaktı. 23Aralık’ta çıkan kanunda bir madde koydular. Eski yeşilkartlı bundan sonra SGK kapsamına geçecek amaprimini devlet ödeyenler özel ve üniversite hastanesinediğer sigortalılar gibi gidemeyecek. Onlar için özeldüzenleme yapılacak. Aslında Genel Sağlık Sigortalılarda hükümetin gözünde ikiye bölünmüş oluyor. Priminiödeyebilen başka bir hizmet paketini alacak,ödeyemeyen başka bir paket alacak. 2012 yılı buaçıdan sağlık meselesinde vatandaş için çok büyük hakkayıpları risklerini içeriyor.

- Geçtiğimiz yılın temel gündemlerinden biri KHKdarbesiydi...

Hükümet, TBMM’den Kanun HükmündeKararname çıkarma yetkisini aldı. Burada gerekçebakanlıkları düzenlemekti ve bu bir ölçüdeanlaşılabilirdi. Bir de memurlarla ilgili düzenlemeyapma yetkisi içeriyordu. İyi niyetli olursa o daanlaşılabilirdi ama baktık ki çıkarma amacıyla ilgisiolmayan bir dizi KHK çıktı. Hukukçu değilim amabunun hukuki dayanağı nedir diye bakmıştım. Aslında1879’daki ilk anayasada (Kanun-i Esasi) bu uygulamaKanunu Muvakkat (geçici kanun) olaraktanımlanmıştı. İttihatçılar Mecliste uğraşmak yerinekanunu muvakkat çıkarıyorlardı. Şimdi KanunHükmünde Kararname diye çıkarıyorlar. Aslındayürütmenin yanında yasama yetkisini de sahiplenmişoluyorlar. 663 sayılı KHK içinde özellikle KamuHastane Birliği olan bir düzenleme 2007’den berimeclisin gündemindeydi. Mecliste bununla ilgilikomisyonlar kuruldu, koca koca adamlar oturdukonuyu madde madde tartıştı, raporlar yazdılar. Şimdibunların hepsini bir kenara attılar kendi vekillerininbile haberi yok. Ben AKP milletvekili olsamdayanamam. TBMM Sağlık Komisyonu Başkanı AKPTrabzon Milletvekili Cevdet Erdöl görevde nasıl

CMYK

“Sağlık hakkı mücadele 16 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * Sayı: 2012/02 *13 Ocak 2012

TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Osman Öztürk ile sağlık

“Sağlık hakkı mücadeles

Page 17: SY Kızıl Bayrak 12-02

duruyor ben anlamıyorum. Yıllardır sen oradaçalışıyorsun ve sonra bir gece bakıyorsun hükümetbaşka bir şey çıkarmış. Yıllardır niye çalışıyorsun,bundan sonra niye çalışacaksın. “Adalet ve TerakkiPartisi” sözü bazı AKP’lilerin kulağına gitmiş ve çokkızmışlar.

- Geride kalan yılın en hareketli kesimi sağlıkemekçileri oldu. Sağlık alanındaki mücadeleaçısından değerlendirirseniz geride kalan yıl nasılgeçti?

13 Mart 2011’de ‘Çok ses tek yürek’ mitingiyaptık. 19-20 Nisan’da iki günlük iş bırakma eylemi veen son 21 Aralık’ta 663 sayılı KHK’nın geri çekilmesiiçin sağlık hakkı meclisleri kurup vatandaşa bunuanlatan ve oylatan faaliyetler yürüttük. Geçtiğimizseneye baktığımızda sağlık çalışanları olarak haylihareketli bir yıl geçirdik diyebiliriz.‘Sağlıkta dönüşüm’denilen şey sağlık çalışanlarında önemli hakkayıplarına yol açıyor. Sağlıkta dönüşüm veya ‘sağlıkreformu’ dediğimiz şey zaten küreselleşmenin sağlıkalanına yansıması ve özelleştirmedir. Özelleştirmeninolduğu her yerde çalışanlar hak kayıplarına uğruyor.Bunun kadar önemli bir şey ise TTB, SES ve DevSağlık-İş’in sağlık hakkı konusundaki duyarlılığıdır.Bütün bu eylemlerin arka planına baktığımızda“sağlıkta ne olursa olsun sağlık çalışanlarının haklarıkorunsun” türünden bir yaklaşım yok. Eğer böyleolsaydı bu kadar hareketli olamazdık. Sağlıkçalışanlarının haklarıyla vatandaşın sağlık hakkıbölünmez bir bütündür. Birinde bir kayıp olursadiğerinde de olmak zorundadır. Bu durumu gözeterektepki gösterdiğimiz için daha hareketliyiz. 663 SayılıKHK bizim açımızdan çok önemli hak kayıplarıgetiriyor ama özellikle devlet hastanelerinin şirkethastanelerine dönüşmesi, Sağlık Bakanlığı’nın ‘SağlıkHolding’e dönüşmesi vatandaş için çok büyük kayıplargetiriyor. O hastaneler aynı özel hastaneler gibi olacak

ve bunu diğer adımlarda da görüyoruz. Bundan sonravatandaş katılım paylarına ek olarak daha da fazla paraödemek zorunda kalacak. Sağlıkta gidişatın kötüolduğunu da gördüğümüz için bu tepkiyi gösteriyoruz.2003’te Genel Sağlık Sigortası ile ilgili taslağıngündeme getirilmesinin ardından söyledik. Türkiye’deGenel Sağlık Sigortası uygulanırsa birtakım hastalıklarbu kapsamın dışında kalır, devlet ödemez ya da dahafazla ek para ister dedik. Bize, “Teklifte, kanundaböyle bir şey yok, abartıyorsunuz” dendi. GSSuygulaması başlayalı 3 yıl oldu ve bu süre içerisindeatılan adımlara baktığımızda önümüzdeki 30-40 yıliçinde hastanelere kimse giremez. GSS Yasasıuygulaması 2008’de başladı, vatandaş özel hastaneleredahi beş kuruş para ödemeyecekti. Sonra, yüzde 30ödesin, yüzde 40 ödesin dediler ve bu giderek artıyor.

Filmlerde izliyoruz ya kumar makineleri vardır.Para atıyorsun kolu çekiyorsun aşağıdan gelecek diyebekliyorsun; parayı yutuyor. İşte bu durum daGSSmatik gerçekten de.

- Bu eylemlilik sürecinde sağlık emekçilerinde, hastave hasta yakınlarında nasıl bir bilinç oluştu?

Sağlık çalışanları açısından, bu gidişatın iyiolmadığı ve hak kayıplarına yol açacağı 2003’te bukadar görülmüyordu. Hatta Türk Tabipleri Birliği’nin65 tane tabip odası vardır bu odaların 25-30 kadarınınyönetimlerinde sağ görüşlü arkadaşlarımız bulunuyor,bu arkadaşlarımız, sağlıkta dönüşüm programınınzararlı bir şey olmadığını, hayırlı bir plan olduğunu,hükümetin bunu uygulaması gerektiğini söylüyordu.Bugün gelinen noktada Türkiye’de hiçbir hekim yok kisağlıkta dönüşüm programına iyidir desin. AKP’ye oyveren ve orada politika yapan hekimler de dahil tümhekimler bu uygulamanın hekimlerin aleyhineolduğunu söylüyor. Sendikalar açısından ilginç birdurum var. Örneğin Sağlık-Sen hükümete yakın ve buprogramı şimdiye kadar savunmuş bir sendikadır.

Ancak şu anda savunabilecek durumda değil. KanunHükmünde Kararname’ye, Kamu Hastane Birlikleri’netepki göstermiyor, mücadeleyi pasifize etmeyeçalışıyor ama açıktan da savunamıyor. 21 Aralıkgrevinde hastanelerdeki eylemleri bastırmaya bileçalıştılar. Buna rağmen Sağlık-Sen ve Türk Sağlık-Sen’in birçok üyesi o eylemlere katıldı. Özetle sağlıkçalışanları gidişatın kötülüğünü görmüş durumdalar.

Vatandaşlar açısından da 2011 yılı farklıydı.Hükümet çok fazla abartsa da 2011’e kadar biz devatandaşlar arasında belli bir memnuniyetgözlüyorduk. İnsanlar sağlık kurumlarına eskiye göredaha fazla gidebiliyorlardı ve daha fazla tetkikyaptırabiliyorlardı. Özellikle eski SSK’lılar ilaçlarınıdışarıdaki eczanelerden alabildikleri içinmemnundular. 2011’de bu havanın değiştiğini onlar dagördüler. Hem hastaneye geldiklerinde sağlık hizmetialırken çok tepkililer hem de eylemlerimize olandestekleri arttı.

22 Kasım 2011’de İstanbul’da Cerrahpaşa veÇapa’da bir günlük bir grev yaptık. Bu grevivatandaşlara duyurmak için arkadaşlarımız bir haftaöncesinde çadır kurdular. Eylemden sonra da çadırısürdürmek zorunda kaldılar çünkü vatandaşların çadıragelip şikayetlerini duyurduklarını gördük. 2011vatandaşlar açısından da sağlıkta gidişatın pek de iyiolmadığı konusunda kuşkular ve farkındalık yarattı.

- Görülüyor ki, tıp öğrencileri bu süreçte daha özelbir yerde duruyorlar...

Evet. Asistanlar bizim son 20-25 yıllık sürecimizdeçok az yer alıyordu. Son birkaç senedir daha aktifolmuşlardı. Özellikle Tam Gün’le ilgili gelişmelerdensonra tıp öğrencileri de daha fazla tepki göstermeyebaşladılar. Nitelikli bir tıp eğitimi için hocabulamamanın yanında hekim emeğinin ucuzlatılmasıve özelleştirmenin kendi gelecekleri açısındanumutsuzluk yarattığını görüyorlar.

- Süresiz grevi dile getiriyorsunuz. Bugün açısındanbunun imkan ve olanakları nedir?

Süresiz bir grev yaparak hakların elde edilebileceğidüşüncesi yaygın bir düşüncedir. Bu hekimleriçerisinde de eskiden beri var olan bir düşünceydi amadaha çok teorik düzeydeydi ve pratik olarakgerçekleşebilir gözükmüyordu. Bu talebi öne sürenarkadaşlarımız bile bunun uygulanabileceğinidüşünmüyorlardı. Grevin yasal olarak tanımlanmadığıbir yerde gerçekten bu çok zordu. Şimdilerde süresizgrev fikrinin sağlık çalışanları arasında daha çokgeliştiğini ve gerçekçi bir zemine oturmaya başladığınıgörüyoruz. Süresiz grev düşüncesi bu süreçte daha çokrealize oldu. Ancak bu, tek başına örgütlerin kararalmasıyla olabilecek bir şey değildir. Zaten biz eylemkararlarını mümkün olabildiğince geniş ve kendiüyelerimizle toplantılar yaparak alırız. İnsanların bukonuda daha niyetli ve kararlı olduğunu gözledik amabunu ne zaman ve nasıl uygulayacağımız önümüzdekigünlerde belli olacak. Fakat uygulamamız gerek veuygulayacağız gibi gözüküyor. Bugünden bir karar vetarih vermem mümkün değil.

CMYK

esi toplumsallaştırılmalı” Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 17

kta dönüşüm ve sağlık hakkı mücadelesi üzerine...

si toplumsallaştırılmalı”

Page 18: SY Kızıl Bayrak 12-02

Ortadoğu18 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

- Tüm itirazlara ve eylemliliklere rağmen hükümetneden bu kadar rahat, ya da gerçekten rahat mı?

Aslında o kadar da rahat değil. Çünkü bu programözelleştirme programıdır. Resmi olarak kabuletmediler ama 31 Aralık 2008’de Avrupa Birliği 3.Ulusal Programı’nda açıkça ifade edildi. Hükümetiçeride başka bir şey dışarıda başka bir şey söylüyor,uluslararası partnerlerine farklı konuşuyor. Sağlıktadönüşüm programının başladığı 2003 yılından bugünebaktığımda sağlıkta özelleştirme açısından önemliadımlar atıldı. Sağlık ocakları kapandı, aslında birerözel kuruluş olan aile hekimliklerine dönüştürüldü.SSK hastaneleri tasfiye edildi, özel hastanelere çokbüyük kaynaklar aktarıldı. Devlet hastaneleri bir neviişletmeye dönüştü. Performansa dayalı ödemesistemiyle sanki birer piyasa aktörü gibi çalışıyor.Yanısıra Genel Sağlık Sigortası çıkarıldı. AmaHükümet tüm bunlarda çok temkinli adımlar atmakzorunda kaldı. Birçok yerde aslında taviz verdi. GenelSağlık Sigortası’nda son yapılan düzenlemeler en baştadüşünülüyordu. Türkiye’de GSS demek SosyalGüvenlik Kurumu’nun birçok hastalığı ödememesi vevatandaşın bugünkünden çok daha fazla para ödeyereko hizmete ulaşması demekti. Topluma kabulettirebilmek için bunu uygulamadılar. Daha yeni yenigetiriyorlar. Yeşil kartlıların eleneceği baştan beribelliydi ama bugüne kadar yapamadılar. Çünkü tepkioluşacağını biliyorlardı. İlaçlarda bir yığın kısıtlamayapıyorlar, yüzlerce ilaç ödeme kapsamının dışınaçıkarıldı ama bu işleri adım adım yapmak zorundakalıyorlar. Aile hekimliğinde bugüne kadar ücretsizmuayene yapmak zorunda kaldılar. Şimdi oraya ücretgetirdiler.

- Bu süreçte hükümetin başta TTB olmak üzere vesağlık örgütlerini hedef aldığına tanıklık ettik.

O konuda çok hassas oldukları görülüyor. TamGün’le ilgili kanun çıkardılar. Bu kanunu CHP’ylegörüşerek Anayasa Mahkemesi’ne götürdük ve önemlibölümleri iptal oldu. Ona rağmen uygulamayakalktılar, Danıştay’dan kararlar çıkarttık veuygulayamadılar. Son olarak Adalet Bakanlığı’nagörev ve teşkilatına Dair Kanun HükmündeKararname’nin içerisine gizlediler. 8 Ağustos’taBakanlar Kurulu’ndan geçmiş, 18 gün beklettiktensonra 9 günlük bayram tatilinin öncesinde yayınladılar.Sağlık Bakanlığı’yla ilgili son 663 Sayılı KanunHükmünde Kararname 12 Ekim’de BakanlarKurulu’ndan geçmiş, 2 Kasım’a kadar beklettiler. 3Kasım zaten Kanun Hükmünde Kararname yetkisininson günüydü. Bunun sonrasında ise 5 günlük tatilbaşlıyordu. Aslında sağlık çalışanlarının tepkisinden

fevkalade korktukları çok açık görülüyor. Çünkü,“hükümet sağlıktaki icraatlarıyla toplumdan oy alıyor”gibi bir düşünce var. Ama sağlık çalışanlarınıntepkileriyle aslında hükümetin politikaları süreklitartışılır hale geliyor. Hükümetin bu programı çok dahaönceden bitirmesi gerekiyordu. Özellikle devlethastaneleriyle ilgili olan bölümü en kritik aşamalardanbiriydi. Özelleri çok daha fazla geliştirmelerigerekiyordu. Tepkiler nedeniyle adımlarını temkinliatmaya çalıştılar. O yüzden o kadar da rahat değiller.

- Önümüzdeki süreçte sağlıkta yıkıma karşı nasıl birmücadele hattı örülmeli?

Önemli ölçüde iş sağlık çalışanları üzerindenyürüyor. Halbuki bu program politik bir program. Saltsağlık çalışanlarıyla ilgili bir program değil. Toplumundiğer kesimlerinin, örgütlerinin ve başta siyasetkurumunun bu konuda daha fazla söz sahibi olup tepkigöstermeleri gerektiğini düşünüyorum. Gerçi toplumungenel mücadele potansiyeline ve genel örgütlenmedüzeyine baktığım zaman çok da abartılı beklentiler veeleştiriler içerisinde olamıyorum. Türkiye’de sağlıkalanında çok kötü şeyler yaşanıyor ama ülkede aynızamanda her gün binlerce insan işinden atılıyor. Bunakarşı kimse bir şey yapamıyor ya da yapabilen çok azbir kesim var. Ne yazık ki sendikal ve meslekiörgütlerimiz, siyaset kurumumuz o kadar güçlü değil.Aslında Türkiye’de ilginç bir şekilde son 8 yılda sağlıkbir hayli siyasallaştı, hatta toplumsallaştı. 8 yıl öncepolitika anlamında sağlıkla ilgili bu kadar tartışmaolmazdı. Özellikle 2006 ve 2008’de Genel SağlıkSigortası’nın yasalaşması sürecinde kurulan HerkeseSağlık Güvenli Gelecek platformları, hataları da olsaEmek Platformu’nun o süreçte aldığı tavırlar, 14 Mart2008’de SSGSS’ye karşı iş bırakma eylemleriTürkiye’deki sınıf mücadeleleri açısından önemli veyeni deneyimlerdir. Bu nedenle işin bu yönünü pozitifgörüyorum. Ancak çok daha toplumsallaşmasıgerekiyor çünkü sadece sağlıkçıların üzerindenyürüyebilecek bir şey değil.

2012’de TTB olarak öncelikli hedefimiz sağlıkhakkı mücadelesinin toplumsallaşması konusundaelimizden geleni yapmaktır. Biz siyasi bir parti veyahareket değiliz. Bunu bizim tek başına örgütlememizmümkün değil. Biz bilgi birikimimizi başta örgütlükesimler olmak üzere toplumla paylaşırız. 2012 sağlıkaçısından toplumsal mücadelenin de yükseleceği biryıl olacak gibi gözüküyor. Çünkü, hükümetin artıksağlık alanında vatandaşa verebileceği yeni bir şeyyok.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Acil değilse paralı!

Hastanelerin acil bölümlerinde katkı payıalınmaması bazı hastalar için geride kalıyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) yeni aldığıkarar doğrultusunda yapılacak düzenlemeye göreacil servise giden hastaların durumunungerçekten acil olup olmadığına doktor kararverecek. Doktor hastanın durumunun acil olupolmadığını internet üzerinden işaretleyecek. Eğerdoktor hastanın acil olmadığını işaretlerse, hastaeczaneye gittiğinde katkı payı ödeyecek.

Yeni uygulamanın gerekçesi ise acilservislerdeki yığılma olarak sunuluyor. “Başıağrıyan, grip olan acil servise koşuyor diyen”yetkililler acil servis hizmetlerinden katkı payıalarak bu durumun önüne geçiliciğini ve durumugerçekten acil olan hastaların rahatlayacağınıiddia ediyorlar.

Ek ilaca ek ödeme

Bundan sonra reçetelerdeki “fazla ilaç” için dekatkı payı alınacak. Konuyla ilglil açıklama yapanSGK Başkanı Fatih Acar, hastalardan katılım payıalınması uygulamasının kuruma gelir getirmekiçin değil, aşırı tüketimi önlemek ve talebi kontroliçin konulduğunu söyledi. Bu amaçla ailehekimlerince yazılan reçeteler dahil olmak üzerereçetede yer alan üç kutudan sonraki ilave her birkutu ilaç için 1 Türk Lirası katılım payı alınacağınısöyledi.

Doktora “negatif performans”

Acar, “gereksiz” ilaç yazan doktorlarınkontrolü için negatif performans uygulamasınageçileceği bilgisini de verdi. Reçetelerin yüzde46’sının aile hekimleri tarafından yazıldığınıaktaran Acar “ilaç tasarrufu” yapılması gerektiğinibelirtti.

Sağlıkta fabrikasyonsistemi

Sağlıkta dönüşüm adı altında yıkımpolitikalarınıhayata geçiren SağlıkBakanlığı, doktor-hasta ilişkisinde'fabrikasyon sistemini' temel alacak birdüzenlemeyi daha hayata geçirdi.

Doğum sürecini an be an kayıt altınaalan partograf sistemi ile “normal dışıdoğumların önüne geçmeyi hedeflediğini”belirten Sağlık Bakanlığı, sisteminuygulanmasını zorunlu kılan bir genelgeyayınladı. Dünya Sağlık Örgütü'nün önerisiile harekete geçen Bakanlık, 'artık doğumyöntemini doktor değil sistembelirleyecek' diyor.

Page 19: SY Kızıl Bayrak 12-02

Ortadoğu Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 19Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

İthal ettiği petrolün yüzde 30’unu İran’dan alansermaye iktidarı, bu ülkeyle arasındaki toplam ticarethacmini ise 15 milyar dolar seviyesine çıkarmışbulunuyor. Her iki ülkenin egemen sınıfları, ilişkilerinbu seviyeye çıkmasından memnun görünüyordu.Ancak Türk sermaye devletinin bölgesel politikalarınıABD’nin çıkarlarına endeksli şekilde planlaması, ikiülke ilişkilerinin gerilmesine yol açıyor.

Aynı anda hem İran’la kurduğu çıkar ilişkilerinikorumak hem ABD emperyalizminin bölgeseltaşeronu olmak isteyen Türk devleti/AKP iktidarı, bunoktada ciddi açmazlarla karşı karşıya bulunuyor. ZiraABD adına taşeronluk yapmak İran’la ilişkilerigererken, İran’la arayı iyi tutmak ise, Washington’dakiefendileri kızdırıyor. Bu ikilem, ABD-ABemperyalistlerinin İran’ı ekonomik olarak boğmayıamaçlayan yeni yaptırım kararlarıyla daha dakarmaşık bir hal almaya başladı.

ABD’nin dayatmasıyla NATO’nun füze kalkanınıMalatya’ya kurma kararı alan AKP iktidarı, İranlıliderlerin sert tepkisiyle karşılaşmıştı. Hem askeri hemsivil yetkililer, İran’ın olası bir saldırıya maruzkalması durumunda, füze kalkanını hedef alacaklarınıaçıklamışlardı. Bu meydan okumayı alttan alanAnkara’daki dinci Amerikancılar, füze kalkanınınİran’a karşı kurulmadığı vaazını tekrarlayarakTahran’dan gelen sert tepkileri hafifletmeye çalıştılar.

Füze kalkanı sorunu ortada dururken, batılıemperyalistlerin İran’a karşı geniş kapsamlı biryaptırım uygulama kararı almaları, etkin taşeronluğasoyunan Ankara’daki işbirlikçilerin açmazını daha daderinleştirdi. Zira ABD-AB şefleri, sadece İran bankave şirketlerini değil, bunlarla işbirliği yapmaya devamedecek olanları da hedef almaya hazırlanıyor.

İran’la toplam 15 milyar dolara varan ticarethacmini riske atan bu yeni yaptırım kararınınaçıklandığı günlerde Tahran’a giden Dışişleri BakanıAhmet Davutoğlu, hem ABD’nin mesajını bu ülkeyetaşıdı hem füze kalkanı konusunda İranlı yetkililerirahatlatmaya çalıştı, hem de 15 milyar dolarlık ticarethacmini korumanın yollarını aradı. Bu arada Irak’takison durum, Suriye’deki gelişmeler ve Kürt hareketinitasfiye saldırısının, AKP’li bakanın gündemindekidiğer konular olduğu açıklandı.

Belirtmeliyiz ki, hem ziyaret öncesinde hemsonrasında Washington’daki efendileriyle görüşen

Ahmet Davutoğlu’nun, ‘emir alan-hesap veren’konumda olduğunu ve ABD’nin onayını almadanİran’a gitmeyi göze alamadığı bir kez daha gözlerönüne serilmiştir.

Türkiye’yle ilişkilerin geliştirilmesine önem verenİran yönetimi, AKP’li bakanın ziyaretinimemnuniyetle karşıladı. Buna karşın, CumhurbaşkanıMahmud Ahmedinejad dahil olmak üzere üst düzeyİranlı yetkililerle görüşen Ahmet Davutoğlu’nun zorluanlar yaşamış olma ihtimali yüksektir. Zira İranlıliderleri füze kalkanı konusunda ikna etmek kolay biriş değil. İsrail’in ABD onayıyla İran’ı tehdit ettiği,füze kalkanının ise İsrail’i korumak için kurulduğuTahran’daki liderler için bir sır olmadığına göre,AKP’li bakanın işi zor olmuştur. Görünen o ki, budurumda AKP’li bakanın, “füze kalkanının İran’akarşı kullanılmasına izin vermeyiz” vaadiyle İranyönetimini rahatlatmak dışında yapabileceği pek birşey yoktu.

Bu vaadin İran tarafından ciddiye alınıp alınmadığıkonusunda bir açıklama bulunmuyor. Ancakemperyalist/siyonist güçler tehditler savururken yenifüze sistemleri deneyip Basra Körfezi’nde günlersüren bir askeri tatbikat gerçekleştiren İran’ın, ABD-İsrail tehditlerine boyun eğmeye niyetli olmadığıanlaşılıyor. ABD-AB kuşatmayı sıkılaştırmada İranise, buna boyun eğmeme konusunda kararlı olduğusürece, emperyalist/siyonist güçler adına taşeronlukyapan AKP iktidarının işi zorlaşmaya devamedecektir.

Ortadoğu’da ABD emperyalizmi adına tetikçilikyapmaktan dolayı içine yuvarlandığı açmazdançıkabilmek için Washington’daki efendilerden medetuman Ankara’daki işbirlikçiler, İran’a karşıyaptırımdan muaf tutulmayı talep ediyorlar. Etkin birtetikçi olarak İran konusundan ‘ayrıcalık’ isteyen AKPşeflerine, Beyaz Saray’dan verilen yanıt hakkında birfikrimiz yok. Ancak İran’ı ekonomik abluka altınaalarak boğma taktiğinin uygulanabilmesi bakımındanTürkiye önemli bir rol düşüyor. DolayısıylaPentagon’daki savaş baronlarının AKP şeflerine‘ayrıcalık’ tanımaları kolay görünmüyor.

Tabloya bakıldığında, emperyalizme hizmet edenAnkara’daki işbirlikçi sermaye iktidarının durumununparlak olmadığı anlaşılıyor. Zira İran’la ilişkilerikoruma kaygısı savaş baronlarınca hoş

karşılanmazken, İranlı liderler de Türk sermayedevletiyle AKP hükümetinin Amerikancı bölgeselpolitika izlemesinden rahatsız olduklarınıgizlemiyorlar.

Kapitalizmin küresel krizinin aşılamadığıkoşullarda, bölgesel savaşların emperyalistlertarafından ateşlenmesi olasıdır. İran’ı hedef alansaldırgan planlar ve Pentagon onaylı İsrailtehditlerinin vardığı boyut dikkate alındığında,bölgesel savaş riskinin devam ettiği söylenebilir. Bunugöze alıp alamayacaklarından bağımsız olarak, “askeriseçenek” savaş baronlarının masasında duruyor.

Türk burjuvazisi ve onun siyasal temsilcisi olanAKP hükümetinin askeri seçeneği istediğisöylenemez. Ancak Ankara’daki işbirlikçi iktidarınemperyalist güçler adına tetikçilik ve aktif taşeronlukpolitikasında ısrar etmesi, olası bir savaşın“saldırganlar” tarafında yer almasını kaçınılmazkılıyor. Bilindiği üzere emperyalistlerle suç ortaklığınadayalı siyaset anlayışı, her koşulda komşu halklaradüşmanlıkla belirgindir.

Olası bir çatışmanın işçi ve emekçileri ağır biryıkımla karşı karşıya bırakacağı kesin olduğuna göre,emperyalizme ve ülke içindeki suç ortaklarına karşımücadelenin yükseltilmesi hayati bir önem taşıyor.Emperyalizme ve işbirlikçi gerici rejime karşımücadele, bölge halklarıyla enternasyonal dayanışmave birleşik direniş!..

Bölge işçi ve emekçilerinin geleceğinikarartabilecek uğursuz planları bozabilmenin yegâneyoludur bu.

Türkiye-İran ilişkileri…

Emperyalistlerle suç ortaklığı rejiminaçmazlarını derinleştiriyor!

Chavez’den ABD’yekınama

Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez,ABD’nin, Venezuela’nın Miami Başkonsolosu LiviaAcosta Noguera’yı sınırdışı etme kararının ‘haksız vekeyfi’ olduğunu belirtti.

Chavez, İran Cumhurbaşkanı MahmudAhmedinejad’la görüşmesinin ardından yaptığıaçıklamada, ‘bu kararın emperyalist bir gücün yenibir gülünç hareketi olduğunu’ söyledi.

Page 20: SY Kızıl Bayrak 12-02

Dünya20 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Kapitalizm para ve dolandırıcılıkdemektir!

Rüşvet, yolsuzluk, dolandırıcılık, skandallar, devletlemafyanın iç içeliği, tüm bunlar sadece geri ülkelerindeğil, bu bakımdan ilk akla gelen İtalya başta gelmeküzere istisnasız tüm gelişmiş zengin Avrupa’nın dayadsınmaz bir gerçeğidir. O kadar ki, Avrupa’da dasiyasal yaşam sürekli bir bunalım ve kokuşmuşlukiçindedir. Kapitalizme özgü bu kokuşmuşluğun bugünküdurağı ise zengin kıta Avrupası’nın zengin ülkesiAlmanya’dır.

Bilindiği gibi Almanya, bir süre önce SavunmaBakanı’nın istifasi ile sonuçlanan skandalı ileçalkalanmıştı. Günümüzde ise, büyük umutlarla işbaşınagetirilen Cumhurbaşkanı Christian Wulff skandalı ileçalkalanmaktadır.

Örnek siyasetçilikten dolandırıcılığa...

Alman Cumhurbaşkanı Christian Wilhelm WalterWulff, uzun süre “skandaldan uzak, temiz bir özgeçmiş,samimi, açık ve dürüst...” örnek bir siyasetçi olaraktanıtıldı. Bir burjuva politikacısı için bundan daha iyi birreferans olamazdı. Nitekim 50 yaşlarında olan Wulff,tam da bu referanstan hareketle muhafazakarlarıngelecekteki liderlerinden biri olarak gösteriliyordu. Bupazarlamanın başını çeken medya grubu, CDU’yu dadestekleyen gerici basin tekeli Springer grubundanbaşkası değildi. Belirtmek gerekir ki, ırkçı-gerici bulvargazetesi “Bild” de bu grubun içindedir ve en çok satangazetesidir.

Wulf, 2009’da Aşağı Saksonya Eyaleti’ninbaşbakanıydı. Aynı tarihlerde, 2009’da iflasın eşiğinegelen spor otomobili üreticisi Porsche, bu durumdanVW grubuna dahil edilerek kurtarıldı. VW’nin yönetimkurulunda Aşağı Saksonya Eyaleti’nin de söz hakkıbulunduğundan, Wulff onay vermeseydi anlaşmagerçekleşmeyecekti. Onay vererek uçurumdan kurtardığıPorsche’nin de iş yaptığı banka olan LBBW daha sonraWulff’a çok ucuz kredi verdi. Wulff, bu kredi içinnormal müşterilere uygulunan faizden çok daha düşük,0,9 ile 2,1 arasında bir faiz ödeyecekti.

“Skandaldan uzak, temiz bir özgeçmiş, samimi, açıkve dürüst...” olarak Springer grubunun pazarlandığıdönemde Wulff, bir kapitalistden de 500 bin avroalmıştı. Üstüne üstlük 2010 Şubat’ında Aşağı SaksonyaEyalet Parlamentosu’ndaki bir soruşturmada işverenEgon Geerkens ile iş ilişkisi olduğu gerçeğini degizlemişti. Buna karşın aynı yılın Haziran ayında Wulfmuhafazakar-milliyetşilerin adayı olarak, Almanya’nınen genç cumhurbaşkanı seçildi. Bütün bu olup bitinleridiğer basın-yayın organları gibi, ırkçı-gerici Springergrubu da biliyordu. Ne var ki, tümü de o dönem kendisefil ve kirli ilişkileri gereği Wulff’a övgü düzmeyi ortakbir politika yaptılar.

Geçen yılın sonlarına doğru durum birdendeğişiverdi. Daha önce Wulff’a övgüler yagdıran Bildgazetesi ne hikmetse onu teşhir tahtasına çiviledi.Springer grubu milliyetçi-muhafazakarlar içerisindekitercihini değiştirerek, Wulff’un yükselişine karşı tavıraldı ve elindeki belgeleri açıklamaya başladı. Wulff daboş durmadı, işgal ettiği makamın kendisine sağladığıayrıcalığı kullanarak, Springer grubunu susturmayaçalıştı. Gerici-milliyetçi Springer tekeli ise, “basınözgürlüğü” silahına sarılarak ve sahip olduğu maliüstünlüğe de dayanarak Wulff’u dize getirmeye çalıştı.Bu tümüyle kirli çıkarlara dayalı olan çatışma devamediyor.

Muhalefet Wulff sorununu hükümet krizineçevirmeye çalışıyor!

7 Ocak günü, Berlin’deki CumhurbaşkanlığıSarayı’nın önünde bir gösteri düzenleyen göstericilerWulff’u protesto etiler. 2008 yılında Iraklı birgazetecinin dönemin ABD Başkanı George W. Bush’aayakkabı fırlatması olayından esinlenen göstericiler,cumhurbaşkanlığı konutuna doğru dönerekayakkabılarını salladılar. “Wulff eve dön!”, “Wulffgitmeli!” yazılı pankartlar taşıdılar.

Yükselen tepkileri hanesine yazmaya amaçlayan(SPD) Sosyal Demokrat Parti’nin Genel SekreteriAndrea Nahles, ne olursa olsun görevde kalmayaçalışmanın kabul edilemez bir tutum olduğunuvurgulayarak, Wulff’un istifasının zorunlu olduğunu ilerisürdü. Bununla da kalmadı, bu durumda Almanya’dagenel seçime gidilmesini de istedi. Andrea Nahles“Wulff’un istifa etmesi halinde Angela Merkel’inseçmenlerin güvenoyunu alması gerekir. Bence Merkel

tam olarak da bu nedenle Wulff meselesi hakkındakonuşmaktan çekiniyor” diyordu. Nedir ki, Merkelhükümeti Guttenberg gibi Wulff vakasını da bir hükümetkrizi yaşamadan atlamak istiyor. Dahası, Springer grubuda dahil, Alman tekellerinin gündeminde şimdilik birerken seçim alternatifi bulunmamaktadır. Tam tersine,AB’de ağırlığını artıran Alman tekelleri, bu olayımilliyetçi-gerici Springer grubunun bayraktarlığında,bizzat kendi bilgi ve denetiminde gercekleştirilen neo-nazi cinayetlerini unutturmanın, Avrupa Birliği’ne karşıişçi ve emekçiler içinde yükselen tepkilerietkisizleştirilmenin imkanına çevirmek istiyor. Bu arada,Wulff ile Springer gurubu arasındaki it dalaşını basınözgürlüğünün ve Alman demokrasisinin güzide birörneği olarak yutturmaya çalışıyorlar. Kısacası, Almantekelleri Aralık 2011 zirvesinde Merkel-Sarkozyikilisiyle AB içinde bir üstünlük kurdu. Rakibi olanİngiliz tekellerinin manevralarına karşı boğuşurken birhükümet değişikliği işlerine gelmemektedir.

Her şeyin alınıp satıldığı, kullanım süresi doluncabir kenara atıldığı kapitalist tüketim toplumunun engelişkin örneğini sunan Almanya’da, tekeller için esasolan kendi sefil ve kirli çıkarları ve sistemin geleceğidir.Sistemi zorda bırakacak olanların geçmiş hizmetlerinebakılmadan bir kenara atılmaları tekellerin değişmezkurallarıdır.

Eyalet başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı gibisistemin en göz kamaştırıcı makamlarını işgal edenlerinbirkaç yüzbin Avro’luk akçeye kendilerini pazarlamaları,sahtekarlık yapmaya kadar düşmeleri ise, buyöneticilerin iğrenç yüzünü açığa çıkartan kapitalisttoplumdaki tipik olaylar zincirinin küçük halkalarıdırsadece.

Ve nihayet, hatırlanacağı üzere, bir Junker derebeyiaileden gelen “Dr”, titrini de sahtekarlıkla alan eskisavaş bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg de aynı basıntarafından yapılan anketlerde en çok sevilen hükümetüyesi olarak gösteriliyordu. Ancak 2011’in başlarındadolandırıcılığı basına sızdırılan Guttenberg istifa etmekzorunda kaldı. Tüm rezaletlerini arkada bırakarakABD’ye yerleşti. Merkel’in desteğine karşın Wulff’u daaynı akibet bekliyor.

ABD vatandaşlarının “terör” adı altında işlenensuçlar sonucu ABD topraklarında yakalanıpGuantanamo’da süresiz tutuklu kalmasının önünüaçacak Ulusal Savunma Yetki Yasası (National DefenseAuthorization Act) 8 Ocak günü New York sokaklarındatabutlarla protesto edildi.

Obama’nın sözkonusu yasayı imzalamasıyla, ülkede

anayasal hakların tabuta konduğuna ilişkin konuşmalaryapan göstericiler, eylemlerinde simgesel bir siyahtabut taşıdı. Simgesel tabutu, New York Borsası’nınişlem gördüğü Wall Street üzerinde bulunan ilk ABDBaşkanı George Washington’un heykeli önüne bırakangöstericiler daha sonra sloganlar eşliğinde tabutu NewYork sokaklarında dolaştırdı.

“Özgürlükler tabutta!”

31 Aralık 2011 tarihinde bir alışveriş merkezindeyaka paça gözaltına alınan ve götürüldüğü polismerkezinde şiddete uğrayan 30 yaşındaki WissamEl-Yamini’nin kalp krizi geçirerek komaya girmesikentteki emekçilerin öfkesine neden olmuştu.Polislerin “Wissam El Yamani polis merkezinegötürülürken kalp krizi geçirdi” açıklamalarına datepki gösteren eylemciler kent genelinde çok sayıda

aracı ateşe vermişti. Polis terörünü protesto eylemleri 8 Ocak günü

Clermont-Ferrand Polis Merkezi’ne yapılanyürüyüşle devam etti. 500’ün üzerinde kişininkatıldığı sessiz yürüyüşün ardından oturma eylemiyapılırken, polis şiddetinin son bulması veWissam’ın ölümüne neden olanların yargılanmaları

talep edildi.

Fransa’da polis terörü protestosu...

Page 21: SY Kızıl Bayrak 12-02

Türkiye’de tutuklu bulunan devrimci öğrencileriçin, Lefkoşa’da üniversite öğrencileri tarafındandayanışma eylemi düzenlendi. Öğrencilerin serbestbırakılmasının talep edildiği eylemde sermayeninkirli yüzüne dikkat çekildi.

“Arkadaşın tutuklu haberin var mı?” sloganıylabiraraya gelen üniversitelerde örgütlü öğrenciyapıları, 8 Ocak günü eski KTHY binası önündetoplanarak, yol kesme eylemi yaptı.

“Tutuklamalar, soruşturmalar, baskılar biziyıldıramaz” ve “Arkadaşın tutuklu haberin var mı”yazılı pankartla yürüyüşe geçen öğrencilerDereboyu’ndan TC Elçiliği’ne kadar sloganlareşliğinde yürüdü.

Faşizm teşhir edildi

Elçilik önüne gelindiğinde basın açıklaması yapanöğrenciler, Türkiye’de öğrenim gören ve şu andacezaevinde olan öğrencilerden örnekler verdi. Parasızeğitim isteyen, dergi çıkartmaya teşebbüstenyargılanan, puşi nedeniyle tutuklanan öğrencilerolduğunu belirten öğrenciler, sermaye devletinin AKPeliyle yaptığı faşist uygulamaları protesto etti.

Açıklamada Türkiye’de tutuklu bulunan devrimciöğrenciler belirtilerek, karakola sığınan kadınayapılan şiddete ve N.Ç. tecavüz davasına dikkatçekildi.

Açıklamanın devamında, “TC ve AKP’nin arkabahçesine çevirdiği Kıbrıs da bu devrandan kendinedüşen payı almıştır. Egemenler YDÜ’de Kürtöğrenciler üzerinden faşizmi ortaya çıkarmış ve kendihukuk kurallarını ihmal ederek öğrencilerin eğitimhaklarını elinden almış ve sınırdışı etmiştir. Bugünhala süregiden davada, davalıların sadece Kürtöğrencilerden ibaret olması, faşizm hukukundanbaşka birşey değildir. Mücadelemiz dayanışmamücadelesinden çok daha ötedir artık, mücadelemiz

faşizme karşı mücadeledir” denildi.

Devrimci gençlik

direnmeye devam edecek

Açıklamada, emperyalizmin yıkım saldırılarınave kanlı savaşlarına Türkiye ve Kıbrıs’ta olduğu gibiİtalya, Şili gibi dünyanın pek çok yerindeemekçilerin haklı eylemlerinde yer alan gençlikmücadelelerine dikkat çekildi.

Açıklama, “Arkadaşlarımız içerde. Biz yine deçok iyi biliyoruz ki, şairin dediği gibi, asıl en kötüsü,insanın hapishaneyi kendi kafasında taşıması.

Tüm haksız tutuklamalar sona erene kadarfaşizme karşı direnişe devam” denilereksonlandırıldı.

Eylemi,YDÜ Kolektif Öğrenci Mücadelesi,Kıbrıslı Gençlik Platformu, Aktivist DüşünceTopluluğu, Liseli Gençlik, DAÜ Öğrenci İnisiyatifi,ODTÜ Öğrenci İnisiyatifi örgütledi.

Tutuklu öğrencilere gönderilmesi için fotoğrafçekiminin ardından eylem sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Kıbrıs

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012 Dünya

Tutuklu öğrencilerle dayanışma eylemi

Nijerya’da petrol grevi Afrika’nın en büyük petrol üreticisi Nijerya’nın

petrol sübvasyonunu kaldırmasıyla başlayan grevlerülkede hayatı felce uğrattı. Gösteriler sırasında Nijeryapolisi iki kişiyi katletti.

Devlet desteğinin kesilmesinin ardından iki katınaçıkan fiyatları protesto eden sendikaların grevkararıyla, alışveriş merkezleri, ofisler, okullar, petrol

istasyonları bütün ülkede hizmetlerini askıya aldı.Başta Lagos olmak üzere birçok kentte binlerce kişialanlara çıktı.

Nijerya Cumhurbaşkanı Goodluck Jonathan ise,sübvasyonun daha fazla mümkün olmadığını,ekonomiye her yıl milyarlarca dolar ek yükgetirdiğini söyleyerek, geri adım atmayacaklarınınsinyalini verdi.

Nijerya’da 2003’te benzer bir grev baş göstermiş,hükümet desteği tamamen kesmek yerinedüşürmüştü.

Hükümetten

dokunulmazlık onayı Yemen’de halk ayaklanmalarıyla devrilen eski Devlet

Başkanı Ali Abdullah Salih’in yargılanmasını engelleyenyasa, 8 Ocak günü Yemen hükümeti tarafındanonaylandı. Yasaya göre Salih ve 33 yıl boyuncayönetimde yer alan asker ve sivil yetkililer geçmiştekihiçbir nedenden dolayı yargılanamayacak.

Yemenli emekçiler ise bir süredir Salih’inyargılanması talebiyle yaptıkları eylemlere devamediyorlar. Emekçiler, Salih’in devrilmesi ile sonuçlananve 11 ay süren ayaklanmalarda katledilen emekçilerinhesabının sorulmasını istiyorlar.

Filistin’den BM’ye başvuru Filistin yönetimi, yasadışı Yahudi yerleşimlerini

Birleşmiş Milletler’e şikayet etti. Filistinliler,yerleşimlerin inşasının durdurulması için yardım talepetti.

Filistin’in Birleşmiş Milletler temsilcisi RiyadMansur, konuyu Güvenlik Konseyi’nin Ocak ayıboyunca başkanlığını yürüten Güney AfrikaCumhuriyeti’nin Büyükelçisiyle görüştü.

Mansur, yasadışı Yahudi yerleşimlerinin Filistintopraklarını bir kanser gibi sardığını, 2 devletliçözümün önünde en büyük engel olduğunu söyledi.Riyad Mansur, Güvenlik Konseyi’ne yerleşimlerinolumsuz ve yıkıcı etkileri konusunda bilgi verilmesinitalep etti.

Konsey üyelerinin çoğu Filistin’e destek vermesinerağmen, veto hakkı bulunan Amerika BirleşikDevletleri, diğer üyeleri bu hakkını kullanmakla tehditediyor.

8 Ocak 2012 / Kıbrıs

300 işçi toplu intihara kalkıştı Sömürü ve kölelik koşulları nedeniyle daha önce de işçi intiharlarının yaşandığı Foxconn fabrikasında 300

işçi yönetimden maaşlarına zam istedi ancak olumsuz cevap aldı. İşçilerden işlerini bırakarak tazminatalmaları ya da işlerine zam almadan devam etmeleri istendi.

Xbox üretilen fabrikada çalışan işçilerin çoğu ayrılmayı ve tazminatlarını almayı talep etti. Ancak bu kez deFoxconn patronu işçilerin tazminatlarını vermek istemedi.

Alınan cevap işçilerin sabrını taşırdı. Fabrikanın çatısına çıkarak söz verilen tazminatın ödenmemesidurumunda atlayacaklarını söyleyen 300 işçi güçlükle aşağıya indirildi.

Dünyanın en büyük elektronik üreticisi Tayvan merkezli Foxconn daha önce de benzer haberlerlegündeme gelmişti. Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında yaşanan patlama sonucunda üç işçi hayatını kaybetmiş,2010’nun ilk beş ayında 16 işçi çatıdan atlayarak intihar etmişti.

Page 22: SY Kızıl Bayrak 12-02

22 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012Gençlik hareketi

Hacettepe’de rektörle görüşme...

“Mücadelemizi ısrarlabüyüteceğiz!”

Tutuklu öğrenciler için kısa film...Eskişehir Anadolu Üniversitesi Edebiyat Kulübü tutuklu öğrencilerle dayanışma amacıyla kısa film

hazırladı. Yalnızca 2011 yılında 600’den fazla öğrencinin tutuklanmasına dikkat çekilen kısa filmde, Anadolu

Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Selim ve Şeyma örnek verilerek devletin ara vermeden sürdürdüğütutuklama terörü teşhir ediliyor.

“Anadolu’dan Boğaziçi’ne Selam Olsun!” başlığı taşıyan filmde, Uludere’de yaşanan vahşet ve polistarafından kurşunlanarak infaz edilen Şerzan Kurt örnekleri üzerinden devletin katliamcı yüzüne dedeğiniliyor. Filmde, kitabı basılmadan toplatılan gazeteci Ahmet Şık’ın tutuklanması da devletin keyfi baskı veterörüne örnek olarak veriliyor.

“Tutuklanan ve halen içerde olan arkadaşımız için çektiğimiz bu video, aynı zamanda Boğaziçi’nde,ODTÜ’de, KTÜ’de sürmekte olan direnişlere, tutuklanan öğrencilere ve tüm eğitim emekçilerine ithafedilmiştir” ifadeleriyle paylaşıma açıldı.

Hacettepe Üniversitesi’ne yeni atanan rektörMurat Tuncer okulda faaliyet yürüten devrimci veilerici öğrencilerle 6 Ocak günü bir toplantı yaparakkendi döneminde yapacağı düzenlemelere dairbilgilendirmede bulundu. Devrimci ve ilericiöğrenciler, toplantının ardından ortak bir açıklamayaparak Rektör’ün sözlerini kamuoyu ile paylaştılarve tüm öğrencileri sürecin takipçisi olmayaçağırdılar.

DGH, DYG, Devrimci Proletarya, EkimGençliği, YDG, Gençler Meydana İnisiyatifi,Gençlik Muhalefeti ve Öğrenci Kolektifleritarafından yapılan açıklamada, yapılan görüşmederektör tarafından verilen sözler maddeler halindeşöyle aktarıldı:

Rektörle yapılan görüşmede;-Okulda yaptığımız eylemlerin demokratik bir

hak olduğunu, - Üniversitede fikir ve ifade özgürlüğüne hiçbir

engel konulmayacağını, - Polisin eyleme katılan öğrencilerin

görüntülerini, isim listesini ve öğrencileresoruşturma açılmasını istediğini ama okulyönetiminin bundan sonra isim ve görüntüvermeyeceğini

- Fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında yapılaneylem ve etkinliklerden hiçbir öğrenciye soruşturmaaçılmayacağını,

- Hakaret içeriği bulunmadığı sürece afişlerehiçbir şekilde saldırılmayacağını,

- Afişlerin asımına yönelik öğrencilerin isteğinikarşılayacak alanlara pano yapılmasını,

- Önceden “güvenlik gerekçesi” ile üniversitenin

gaz bombası, gaz maskesi ve kalkan aldığını amaartık bunların alımının durdurulduğunu,

- Her ayın 2.Cumartesi günü saat 14.00’daMehmet Akif Ersoy Salonu’nda öğrencilerle toplantıyapılacağı ve ilk toplantının 14 Ocak 2012Cumartesi günü yapılacağını,

- Sınavlar süresince kütüphanenin 24 saat açıkkalacağını ve gece 12.00’den sonra ücretsiz çay,kahve ve çorba verileceğini,

- Önceden açılmış siyasi soruşturmalarıntamamının iptal edildiğini,

- Okula girişlerde kimlik sorulmasınınkaldırıldığını,

- Önceden 24.00 öğrenci yurtları için, 02.00öğrenci evleri için olan giriş saatini 02.00’a çekilerekfarklılığın ortadan kaldırıldığını ve bir süre sonragiriş saati uygulamasının tamamen ortadankaldırılacağını,

- Üniversitede gençlik örgütleri ve topluluklarınstant açmalarına hiçbir engel konulmayacağını vestant etrafında özel güvenlik öbeklenmesine izinverilmeyeceğini,

- İstediğimiz her an rektörlüğe taleplerimizi,önerilerimizi, projelerimizi rahatlıklasunabileceğimizi,

- Üniversite Konseyi oluşturulmasınınhedeflendiğini ve biz öğrencilerinde burada “söz vekarar“ hakkına sahip olacağımız ifade edildi.

Açıklamada ayrıca, İstanbul Üniversitesi’nde veAkdeniz Üniversitesi’nde afiş asan, yürüyüş yapanöğrencilere polis, özel güvenlik birimleri vefaşistlerin birlikte saldırmasının YÖK gerçeğinindeğişmediğine dikkat çekildi.

Ankara’da evbaskınları

Geçtiğimiz günlerde Uludere Katliamı’yla ilgiliYüksel Caddesi’nde yapılan basın açıklamasındansonra Ankara’da devrimci ve ilerici öğrencilerihedef alan gözaltı dalgası başlatıldı.

10 Ocak günü 10 yurtsever öğrenci gözaltınaalındı ve “dosyada gizililk kararı” olduğu gerekçesiile gözaltılara ilişikin herhangi bir gerekçeaçıklanmadı.

11 Ocak sabahı ise Ekim Gençliği okuruZennure Karaarslan ile YDG okurları MerveÇakmakcı ve Ramazan Cebeci’nin evlerine eşzamanlı baskınlar düzenlenerek gözaltılargerçekleştirildi.

Gözaltılara gerekçe olarak başta Ulucanlaranması olmak üzere pek çok basın açıklamasıgösteriliyor. Bu basın açıklamalarına katılarakyasadışı TKİP ve TKP/ ML örgütlerininpropagandası yapıldığı iddia ediliyor.

Ekim Gençliği / Ankara

Ekim Gençliği’ndensöyleşi...

Ekim Gençliği 6 Ocak Cuma günü bağımsızlıksorunu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.

“Bağımsızlık sorunun kapsamı ve önemi”nintartışıldığı ilk bölümde yapılan sunumda anti-emperyalist mücadelenin önemine vurgu yapıldı.Bu kapsamda siyasal bağımsızlık meselesi üzerindeduruldu. Anti-emperyalist mücadelenin siyasalbağımsızlığa indirgenemeyeceği belirtildi. Gerçekbağımsızlığın ancak sosyalist bir devrimlegerçekleşebileceği belirtildi ve günümüzkoşullarında verilecek anti-emperyalistmücadelenin anti-kapitalist özü üzerinde duruldu.

İkinci bölümde yapılan sunumda gelenekselhalkçı akımların anti-emperyalist mücadeleyi elealış biçimleri ve bu bakış açısı ile anti-emperyalistmücadelenin siyasal bağımsızlık sorununaindirgenmesi üzerinde duruldu.

Gençler meydandaydı Gençler Meydana İnisiyatifi, “İşsizsek,

Borçluysak, Zenginlerden Çoksak GençlerMeydana” şiarıyla 7 Ocak günü İstanbul veAnkara’da 24 saatlik oturma eylemi gerçekleştirdi.

İstanbul’daki eylemde basın açıklamasınıokuyan Alper Alemdar, işsizlik sorununu anlatarakherkesi geleceği için meydanlara davet etti.

Oturma eylemine ayrıca, İstanbul Üniversitesiİktisat Bölümü Öğretim Görevlisi Çiğdem Şahin dekatılıp bir konuşma yaptı. Bandista grubumüzikleriyle yer aldığı eyleme öğrenci velilerindenkatılanlar ve konuşma yapanlar oldu.

Akşam saatlerinde, eylemdeki gençlerledayanışma göstermek için battaniye getirmekisteyen 3 gence polis barikat kurarak engel olmakistedi. Polisin bu engellemesine çevredebulunanlar montlarını vererek destek sundular.

Ankara ve İstanbul’daki eylemler 8 Ocak Pazargünü saat 11:00’de yapılan basın açıklamasıyla

sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 23: SY Kızıl Bayrak 12-02

Yeni yıla sermayenin kölelik ve sömürüdayatmaları altında giren işçilerle buluşan yerel işçibültenleri Aralık ve Ocak ayı sayılarıyla bir kezdaha sınıfın nabzını tutuyor. Yerellerde yürütülendevrimci sınıf çalışmasının birikimlerine yaslananbültenlerde temel gündem olarak asgari ücreteyapılan sefalet zammı ile sermayenin sosyal yıkım vekölelik saldırıları işleniyor.

Yeni yılın ilk bültenlerinde ise Manisa işçilerininsesi olma hedefiyle yayın hayatına başlayan‘Paydos’, “sömürüye paydos!” diyor. ÇHD MYKüyesi Av. Zeycan Balcı Şimşek’le kıdem tazminatıüzerine yapılan röportaja yer verilen Paydos’taErgun Hidrolik’te sendikalaşma mücadelesi verenişçilerin aktarımlarının yanısıra çeşitli fabrikalardanişçilerin yazıları da göze çarpıyor. Asgari ücretesefalet zammı yapılırken vekil maaşlarına yapılanastronomik zamma dikkat çekilen bültende ayrıcaspor köşesi de oluşturulmuş.

Sermayenin saldırılarına karşı genel grev geneldirenişe çağıran Gebze İşçi Bülteni’nin Aralık ayısayısında bölge işçileri sadaka zamlarına boyuneğmemeye davet ediliyor. 21 Aralık grevininyanısıra asgari ücrete yapılan sefalet zammıkonusunda daha erken bir tarihte uyarıda bulunanbültende süren işçi direnişlerinin de dökümüsunuluyor. Bültende en çok dikkat çeken işçiyazılarından birini ise Çelik-İş üyesi bir metalişçisinin kaleminden çıkan ‘Sınıf çıkarları mı koltukkavgası mı?’ başlıklı yazı oluşturuyor. İşçi sınıfı vesiyaset ilişkisine dair bir yazının da yer bulduğubülten sayfalarında Van depremi de işleniyor.’Bültende, ‘Siyaset’ başlıklı yazı şu cümlelerle sonaeriyor:

“Ne olursa olsun dünya üzerinde sosyalist birtoplum kurulabileceğini ispatladık” Evet Lenin bizebunu söylediğinde Rusyalı işçi ve emekçiler EkimDevrim’ini gerçekleştirmişti. Günü geldiğindeişçiler, tüm dünyanın da nasıl değişebileceğini tüminsanlığa kanıtlayacaklardır. Tekrar ve tekrarsöylemek gerekirse siyasetin önemini kavrayabilmekbir yanda yaşam koşullarımızı sorguladığımızdaortaya kendiliğinden çıkıyor.”

Kayseri İşçi Bülteni’nin Aralık ayı sayısında ise,kölelik ve soygun düzenine karşı mücadele çağrısıtemel bir yer tutuyor. Ağırlıklı olarak metalişçilerinin yazılarının yer bulduğu bültendefabrikalara özgü sorunlar ve mücadele ihtiyacıKayserili işçilere anlatılıyor. Kayseri’de işçilerin sendika değiştirme veörgütlenme arayışına ilişkin yazıda şu ifadeler dikkatçekiyor: “İşçi sınıfının sendikalaşma ve sendikaağalarına tepkisinin ifadesi olan sendika değiştirmeeğilimi artıyor. Bunun bir örneği de Kayseri’deyaşandı. Kayseri’nin önemli bir metal fabrikasındayaşanan olaylar bunu doğrular niteliktedir. Hak-İş’ebağlı Çelik-İş Sendikası Kayseri Şubesi’ne bağlıolan bir metal fabrikasında toplu sözleşme sürecindeortaya çıkan manzara, sendika ağalarına yöneliktepkinin ve sendika değiştirme eğiliminin ifadesiolarak kayıtlara geçti.”

Geçtiğimiz günlerde ELTA Elektrik işçilerinin 2günlük direnişine tanıklık eden Tuzla’da tersaneişçilerinin sesi ROTA Aralık ayı sayısında “Sömürüve kölelik yasalarına karşı gücümüz birliğimizdir”şiarıyla sesleniyor. Farklı tersanelerde çalışan

işçilerin kaleminden çıkan yazıların yer aldığıbültende Van depremi ve sosyal yıkım saldırılarıişlenmiş. ROTA’nın merhaba yazısı ise tersaneişçilerine şöyle sesleniyor:

“Sömürünün katmerleşerek arttırıldığı şugünlerde ROTA bütün tersane işçilerini mücadeleyeçağırıyor. Aldığımız maaşlar kriz bahanesiyle büyükoranda düşürüldü ve sefalet ücretine kadar çekildi.Artık büyük oranda asgari ücret düzeyindeçalışıyoruz. Zam alamıyoruz. Evimize bir lokmaekmeği götüremeyecek duruma geldik. Bıçak kemiğide geçiyor artık. Hükümet yeni asgari ücreti çoktanbelirledi. %3’lük bir zam uygulayacak. Bu zam oranıişçilerle dalga geçmekten başka bir şeyi ifadeetmiyor. Bu orta oyununu bozmak için bütünişçilerin mücadeleden başka yolu yok.”

Ümraniye İşçi Bülteni’nin Aralık sayısındatemel gündem olarak asgari ücretin belirlenmesisüreci ele alındı. Penta Elektronik’teki toplusözleşme süreci ve bölgedeki çeşitli fabrikalardayaşanan sorunların işçilerin kaleminden çıkanyazılarla zengin biçimde yansıtıldığı bültendeDelphi’den bir işçi gece çalışmasının yasaklanmasıtalebini dile getiriyor:

“En çok iş kazaları gece vardiyalarında yaşanır.Bu sadece Delphi’de değil bir çok vardiyalı işyerinde öyledir. Kim ne kadar önlem alsa da “işsağlığı, iş güvenliği” diye sen bir işçi olarak birkazanın sorumlusu olarak kalırsın. Her gecevardiyasında bir işçinin canı kesin yanar, yanıyorda. O yüzdendir ki “Gece çalışmalar yasaklansın”şiarını şiddetle destekliyorum. Ve tüm gece çalışanişçi arkadaşlarımın bu gece çalışma huzursuzluğunason verip gece evimizde sıcak yatağımızda ailemizlebirlikte geçireceğimiz zaman için, insanca yaşamakiçin destekliyorum. Gece çalışmasının yasaklanmasıiçin işçi arkadaşları huzursuzluklarımızı artıkeylemli bir hat izleyerek son vermeye çağırıyorum.”

İzmir yerelinde demir-çelik işçilerine seslenenDemir-Çelik İşçileri Bülteni’nin Ocak sayısı, asgariücret ve deprem gündeminin yanısıra sektöre ilişkingelişmeleri de işliyor. İzmir yerelinde sürendirenişlere ek olarak SİDER ve Habaş’tan işçilerTürk Metal çetesinin ihanetleri eşliğinde sömürü vekölelik koşullarını anlatıyorlar. Bültende HabaşDemir Çelik’ten bir işçi şu çağrıda bulunuyor:“Artık bıçağın kemiği geçtiği yerdeyiz. Ya kaderimizikendi ellerimize alacak ve her şeyden önce insanlıkonurumuz, geleceğimiz için mücadeleye atılacağızyada gerisini siz düşünün, bu şartlarda bizdengeriye bir şey kalırsa.”

Ankara İşçi Bülteni İşçiden İşçiye sefaletücretine karşı insanca yaşamaya yetecek vergidenmuaf asgari ücret talebini öne çıkaran kapağıylaişçilerle buluşuyor. 21 Aralık grevinin de işlendiğibültende Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) ve işçiyazıları dikkat çekiyor. Bültende ayrıca, Suriye’dekigelişmelerin ele alındığı yazıda emperyalistlere veişbirlikçilerine karşı mücadele çağrısı yapıyor.OSTİM’den genç bir işçi sınıf kardeşlerine şöylesesleniyor: “Bizler bir arada olursak, bizlerörgütlenirsek bizi ıslıkla da çağırarak aşağılayamaz,üç kuruş maaşımıza da göz dikemezler. Bu mücadelehepimizindir. Tüm işçilerindir. Eğer biz kendigücümüzün farkına varırsak burjuvaziye işçisınıfının karşısında diz çöktürebiliriz. Evet,biliyorum ve tek cümleyle sizleri çağırıyorum”

Asgari ücrete yapılan sefalet zammının teşhiredildiği özel sayıda ise Trakya işçilerine örgütlenmeve mücadele çağrısı yapılıyor. Özel bültende,“Trakya’da bulunan Tekirdağ, Kırklareli veEdirne’de yüzbinlerce işçi asgari ücret denilensefalet ücretiyle yaşam kavgası vermektedir. Ancakbu bizim kaderimiz değil, kaderimiz kendiellerimizde!” ifadelerine yer veriliyor.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012 Sınıf hareketi

Yerel işçi bültenleri: Sömürü ve köleliğe paydos!

Page 24: SY Kızıl Bayrak 12-02

“Sıkı durun! Kaçmadık. Yenilmedik... ÇünküSpartaküs ateş ve ruh demektir, yürek ve can demektir,

proleter devrimin iradesi ve eylemi demektir. ÇünküSpartaküs zafer özlemini, sınıf bilinçli proletaryanın

mücadele azmini temsil etmektedir... Bunlar elde edildiğizaman, biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım,

programımız yaşayacaktır ve kurtulan halklarındünyasına egemen olacaktır. Herşeye rağmen!”

Karl Liebknecht

(Öldürüldüğü gün, 15 Ocak 1919 tarihli Die RoteFahne’de yayınlanan son yazısından...)

“‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Sizi budalazaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim

daha yarın olmadan, ‘zincir şakırtıları içinde yenidendoğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet

sesleri arasında şunu bildirecektir:“‘Vardım, varım, varolacağım!’”

Rosa Luxemburg

(Öldürülmeden bir gün önce, 14 Ocak 1919 tarihliDie Rote Fahne’de yayınlanan son yazısından....)

1918-19 Alman

DevrimiLenin 14 Mayıs 1917’de Petrograd’da Vesilyevski

adasındaki Deniz Subayları Okulu’nda işçi, asker, subay,öğrenci ve aydınlardan oluşan bir topluluğa şöylekonuşuyordu:

“Bize şöyle diyorlar: ‘Bazı ülkelerde herşey uykudagibi. Almanya’da istisnasız bütün sosyalistler savaştan(1. Emperyalist Savaş- Ekim) yana, yalnızca Liebknechtsavaşa karşı! Buna derim ki: Bu tek adam, Liebknecht,işçi sınıfını temsil ediyor. Herkesin umudu yalnız onda,onu destekleyenlerde, Alman proletaryasında. Bunainanmıyor musunuz? Öyleyse savaşa devam ediniz!Başka yolu yok. Eğer Liebknecht’e inanmıyorsanız,eğer durmadan olgunlaşan işçi devrimineinanmıyorsanız, eğer buna da inanmıyorsanız, öyleysekapitalistlere inanınız!” (Savaş ve Sosyalizm, s.153)

Ve 1918’de devrim Almanya’da kapıya dayandı.1. Emperyalist Savaş başladığında Alman

parlamentosundaki ilk oylamada 110 SPD (Sosyal-Demokrat Parti) milletvekili içinde savaş kredilerine redoyu veren tek işçi milletvekili olan, ve emperyalist savaşaleyhtarı eylemlerinden dolayı tutaklanan SpartaküsBirliği’nin önderlerinden Karl Liebknecht, savaşınsonuna doğru serbest bırakıldıktan sonra Berlin’ehareket etti. (Alman hükümeti yenildiğini anlayınca afilan etmişti.)

23 Ekim’de Berlin’e varan Liebknecht’i büyük birkalabalık karşıladı.

1917 Nisan’ında patlak veren grevlerin ardından işçikonseyleri (sovyetler) kurulmaya başlanmıştı. 1917Ekim’inde ise, cephede ve cephe gerisinde askerkonseyleri kurulmaya başlandı.

Spartaküs Birliği, devrimci işçi-asker konseyleritemsilcileri ve USPD (Bağımsız Sosyal Demokrat Parti)bir araya gelerek ayaklanma kararı aldılar ve 4 Kasımgününü ayaklanma tarihi olarak tespit ettiler. Birkaçgün sonra bu tarih 11 Kasım’a ertelendi. Ancak genelgrev planlanandan iki gün önce başladı. Devrimbaşlamıştı. Ve Prusya hükümeti çekilerek, görevini,savaşın başından beri kendi emperyalist burjuvazisini

destekleyen hain SPD’ye, SPD liderlerinden Ebert’edevretti.

Aynı gün Karl Liebknecht Berlin Kraliyet Şatosununbalkonundan, binlerce işçi ve asker önünde SosyalistCumhuriyet’i ilan etti. Bunu durdurmak ve devrimiboğmak isteyen sosyal-demokratlar da, Scheidemann’ınağzından Cumhuriyet ilan etti.

Aynı gün serbest bırakılan Spartaküs Birliği’nindiğer ünlü lideri Rosa Luxemburg Berlin’e geldi.

SPD, USPD’nin de katıldığı sözde bir “HalkKomiserleri” hükümeti kurarak, devrimi durdurmayaçalışıyordu. Spartaküs Birliği, kurucu meclis tezinireddederek, tüm iktidarın işçi-asker konseylerinegeçişini ileri sürdü. Ancak Spartaküs Birliği’nin tezleri21 Kasım’da toplanan Berlin işçi-asker konseyleri genelkongresinde çoğunluğu sağlayamadı.

1917 Nisan’ında SPD’den ayrılan “merkezci”muhalefetin (Kautsky, Hilferding vd.) kurduğu USPDiçinde örgütsel bakımdan özerk olarak yer alanSpartaküs Birliği, 1918 Aralık ayı sonunda toplanankongresinde AKP’yi (Almanya Komünist Partisi) kurmakararı aldı ve 1 Ocak 1919’da AKP resmen kuruldu.

İşçilerin SPD hükümeti ve politikasına karşıprotestosu yükseliyordu. Aralık ayında USPDhükümetten çekilmişti. 5 Ocak 1919’da ayaklanmakendiliğinden yeniden patlak verdi. Henüz yeni bir partiolan AKP hazırlıksızdı ve ayaklanmayı yönetecekdurumda değildi. Ancak sosyal-demokrat hükümetinayaklanmayı kanla bastırma tutumu karşısında AKPişçileri yalnız bırakamazdı. AKP zamansız birayaklanmayla karşı karşıya kaldı, ancak ayaklanmahalindeki işçilerin başına geçti. USPD ise, her zamankigibi, Alman burjuvazisinin uşağı sosyal hainlerhükümetiyle el altından pazarlığa oturmuştu bile. Kanlısokak çatışmaları sırasında tutuklanan Karl Liebknechtve Rosa Luxemburg, sosyal-demokrat Ebert-Scheidemann hükümetinin emriyle katledildiler. (15Ocak 1919) Ayaklanmanın yenilgisinden sonra yeraltınainen AKP’yi yöneten Spartakistlerin diğer ünlü lideriLeo Jogiches ise iki ay sonra tutuklanarak Berlin PolisMüdürlüğünde beynine kurşun sıkılarak öldürüldü.

Scheidemannlar’ın, Kautskyler’in Sosyal-DemokratPartisi en büyük ihanet partilerinden biri olarak tarihteyerini almıştır. II. Enternasyonal lideri olarak, sadeceAlman proleter devrimini değil, dünya devrimini boğmaşerefi esasen bu partiye aittir. Kapitalizmin ömrünün bukadar uzaması bu partinin burjuvaziye yaptığı en büyüktarihi hizmettir. Sosyal-demokrasi komünizmin iflaholmaz düşmanıdır. Komünistler bunu aslaunutmayacaklardır.

Spartakistler ise işçi hareketinin tarihinde ihtilalin veenternasyonalizmin parlak temsilcileri olarak yer aldılar.1 Emperyalist Savaşta Rusya’da Lenin’in başındabulunduğu Bolşeviklerin taşıdığı bu bayrağı,Almanya’da başında Liebknecht ve Luxemburg’unbulunduğu Spartakistler taşıdılar.

Emperyalist savaşta kendi burjuvazisinin yanındayer alarak sonunu hazırlayan II. Enternasyonal’inçöküşüyle birlikte, III. Enternasyonal’in kuruluşununzorunluluğunu da açıkladığı ünlü “Nisan Tezleri”ndeLenin, II. Enternasyonal’deki üç eğilimi tahlil ediyordu.

Sosyal-şoven ve “merkez” denilen sosyal-şovenlerleenternasyonalistler arasında ikircikli oportünisteğilimleri saydıktan sonra;

“Üçüncü eğilim, en iyi ‘Zimmerwald solu’nun temsilettiği gerçek enternasyonalistler eğilimidir...

“Başlıca ayırdedici nitelik: sosyal-şovenizmdenolduğu kadar, ‘merkez’den de tam bir kopma. Kendi öz

emperyalist hükümetine ve kendi öz emperyalist

burjuvazisine karşı uzlaşmaz devrimci savaşım. İlke:‘Baş düşman bizim içimizdedir’...

“Bu eğilimin en belirli temsilcileri: Almanya’da KarlLiebknecht’in içinde bulunduğu ‘Spartaküs grubu’ ya da‘Enternasyonal grubu’dur. Karl Liebknecht bu eğilimin,ve gerçek proleter enternasyonal olan yenienternasyonalin en ünlü temsilcisidir.

“Karl Liebknecht, Almanya işçi ve askerlerini,silahlarını kendi öz hükümetlerine karşı çevirmeye

çağırdı. O, bu işi, açıkça, parlamento (Reichtag)kürsüsünden yaptı. Sonra gizlice basılmış bildirilerlebirlikte, ‘Kahrolsun hükümet!’ sloganını ileri sürerek,Berlin’in en geniş alanlarından biri olan Postdamalanında düzenlenen bir gösteriye katıldı.Tutuklandıktan sonra, kürek cezasına mahkum oldu...

“Karl Liebknecht, konuşmalarında ve mektuplarındayalnızca ülkesinin Plehanov ve Potresovları(Scheidemannlar, Legienler, Davidler ve hempaları) iledeğil, ama merkezciler ile de, ülkesinin Çheydze veÇeretelileri (Kautsky, Haase, Ladebour ve hempaları) ilede amansızca savaştı.

“Karl Liebknecht ve dosta Otto Rükle, yüzonmilletvekili içinde yalnız ikisi, disiplini bozdu, ‘merkez’ve sosyal-şovenler ile ‘birlik’i parçaladı; herkese karşı

yalnız ikisi kafa tuttu. Sosyalizmi, proletarya davasını,proleter devrimini yalnız Liebknecht temsil ediyordu.Alman sosyal-demokrasisinin tüm geri kalanı, (kendiside ‘Spartaküs grubu’nun üyesi ve önderlerinden biriolan) Rosa Luxemburg’un çok haklı deyişine göre,kokuşmuş bir cesetten başka bir şey değildir.” (NisanTezleri, s.60-61)

Bu tutum, Bolşevizmin ve Spartakistlerin tutumu,zamanımızın muhalefetteki sosyal-şovenlerine,Kautskistlerine karşı durmak isteyen, ama sözde “reel”ya da “yaşayan sosyalizm”i savunmak adına, iktidardakisosyal-şovenleri, Kautskistleri temsil eden modernrevizyonistlerin, yeni Kruşçevcilerin gönüllüavukatlığını üstlenen bazı Türkiyeli sosyalistlerimizesunulur! Bunlara göre, oportünizm, iktidardaysa ala,kabul edilebilir, muhalefetteyse zuldür.

(Ekim, Sayı: 4, Ocak 1988)

Devrimci önderler...24 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Karl Liebknecht - Rosa Luxemburg

Page 25: SY Kızıl Bayrak 12-02

Ya barbarlık ya sosyalizm! Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012..

Devlet ve Alman politik dünyası faşist saldırılarıyıllardır görmezden geliyor, susuyor ve üzerini örtüyor.NSU’nun (Nasyonal-Sosyalist Yeraltı) Almanyaistihbarat örgütleri tarafından desteklendiği bir gerçektir.Bu, ilerici, sol, devrimci, komünist güçlertarafından sürekli dillendirilse de dikkate alınmamıştır.NSU ve çekirdeğini oluşturan Jenaer, Böhnhard,Zschape gibi faşistler nihayet Kasım ayı başında ortayaçıktı. Bunların eylemleri, saldırı birimleri, işbirlikçileri,destekçileri ve Anayasa Koruma Örgütü ile bağlantılarıkamuoyu gündemine yerleşti. Irkçı-faşist eylemlersonucu en az 9 göçmen ve bir polisin katledildiği tespitedildi. Bununla beraber bombalama eylemleri, en az 14banka soygunu yaptıkları açıklandı. Bu örgütten 800’eyakın silah ele geçirildi. Neonazilerin yaptıklarıhakkında yeni bilgiler açığa çıkmaya devam ediyor.

Hitler faşizminin yıkılışının üzerinden 66 yılgeçmesine rağmen neonaziler öldürmeye devam ediyor.Son 20 yılda bu ırkçı-faşistlerin katlettiği 200 kişidenbahsediliyor. Olaylar medyada ırkçı-faşist propagandaeşliğinde sunuluyor. ‘NSU’nun katlettiği göçmenlerdensadece bir tanesi dönercilik yapmasına rağmen medyabu katliamları ırkçı aşağılayıcı yaklaşımla “dönerciölümleri” olarak ifadelendirmiştir.

Siyasi göçmenlere işbirlikçilikve sınırdışı tehdidi!

Devlet Neonazi saldırıları artarak devam ederkenbunların işledikleri katliamları dahi ciddiye almadı,görmezlikten geldi. Antifaşist gösterileri ise suç olarakele aldı. Anayasa Koruma Örgütü’nün bu neonazi faşistorganizasyonla olan güçlü bağlantıları her geçen gündaha ayrıntılı bir biçimde açığa çıkıyor. Bu saldırılarınarkasında, içinde yer alan Anayasa Koruma Örgütüpolitik göçmenleri sorgulayarak, işbirlikçilik teklifediyor ve sürekli sınırdışı tehdidi ile yaşamaya mahkumediyor. Devletin bu yaklaşımı NSU gibi faşistlericesaretlendiriyor ve güç veriyor.

Kendimize sormamız gereken soru şudur: Almandevleti antifaşistlerin eylemlerini, örgütlenmelerini baskıaltında tutarken bu faşistleri neden koruyor? Kapitalizmözellikle kriz dönemlerinde faşist güçleri işçi sınıfınınmücadelesini bölmek ve yıldırmak için ırkçılığı bir araçolarak kullanıyor.

NPD’nin yasaklanması yetmez!

Faşizm suçtur. Faşist örgütleri koruyan devletfaşizmin suç ortağıdır. Yapması gereken yargılamalarıyapmadıkça, canileri cezalandırmadıkça, devletiçindeki, dışındaki uzantılarını açığa çıkarmadıkçaneonazilerin, ırkçı-faşistlerin ortağı olmaya devamediyor demektir.

NPD’nin yasaklanması atılacak ilk ve doğru adımdır.Ancak yeterli değildir. Irkçı-faşistleri geriletecek olan engeniş kesimin sokakları kuşatmasıdır. Tüm ilericiantifaşist kurum, örgüt ve insanları düzenleyeceğimizyürüyüş ve mitinge katılmaya çağırıyoruz.

* Faşist örgütler, kurumlar ve bunlarınpropagandasının yapılması yasaklansın!

* Faşist katliamlarda ölenler için hesap sorulsun!* Anayasayı Koruma Örgütü lağvedilsin!Üstü kapatılan Ludwigshafende’deki

kundaklama olayı soruşturulsun failleri bulunsun,yargılansın!

* Tüm antifaşist ve ilerici güçlere koşulsuzsığınma hakkı tanınsın!

Faşizme ve Irkçılığa Karşı Stuttgart Birliği

(AGİF, ATİF, Yaşanacak Dünya, ADHF,

Mezopotamya Kültür Merkezi, BİR-KAR, MLPD Ba-

Wü, Yerel Seçim Platformu-FÜR Esslingen, Young

Struggle, Weiler schaut hin e.V., AABS-

Antifaschistisches Aktionbündnis Stuttgart & Region,

Rems-Murr Nazifrei!, SKB-Sosyalist Kadınlar Birliği)

İletişim: EKM Nordbahnhof Str. 61 70191 Stuttgart

İşçiler, emekçiler!Alman proletaryasının ve uluslararası işçi sınıfı ve

sosyalizmin bu iki seçkin önderi, Rosa Luxemburg veKarl Liebnecht bundan tam 84 yıl önce, 15 Ocak 1919tarihinde, Freikorps (Serbest Fırka) adlı cinayet örgütütarafından alçakça katledildi. Onlar, Almanburjuvazisinin militarist politikalarını teşhir ettikleri,emperyalist savaşa karşı çıktıkları ve bu caniyanesavaşa karşı, devrim ve sosyalizm çağrısı yaptıklarıiçin katledildiler. Bu katliam emperyalist savaşsırasında ihanetleri doruğa çıkan Sosyal-Demokratlar(SPD) sayesinde mümkün oldu. Sosyal-Demokrathainler bu alçakça cinayet sırasında ordu ile tam birişbirliği yaptılar.

Sosyalizmin bu iki seçkin önderinin tam da EkimDevrimi’nin hemen ardından katledilmesi, şüphesiz kitesadüfi değildi. Büyük Ekim Devrimi kapitalistbarbarlığa ve emperyalist savaşa ağır bir darbevurmuş, sistemi en zayıf halkasından çökertmişti.Daha da önemlisi, Ekim Devrimi dünya işçileri veezilen halklari için bir kurtuluş umudu haline gelmişti.Alman devrimi ise, kapitalist sistem için çok dahabüyük bir yıkıma yol açacak, dünya ölçüsünde çokdaha büyük sarsıntılar yaratacak ve Lenin’in deyimiile dünya devriminin habercisi olacaktı. Savaş suçlusuAlman burjuvazisi buna izin vermedi. Hiç vakitgeçirmeksizin sosyalizmin bu seçkin iki temsilcisinialcakça katletti. Tam da bu nedenledir ki, bu cinayetbilinçli, planlı ve çok özel hedefleri olan bir cinayetti.

Emekçi kardeşler!Kapitalizm bugün de boylu boyunca derin bir

krizin içindedir. Kriz, daha düne kadar “refahınkalesi” sayılan Almanya’nın da bir gerçeğidir.Günümüz Almanya’sında da tablo iç karartıcıdır. Durdurak bilmeyen sosyal hak gaspları nedeniyle, işçi veemekçilerin çalışma ve yaşam koşulları iyiden iyiyeçekilmez hale gelmiştir. Sömürü günbegünkatmerleşmekte, işsizlik çığ gibi büyümektedir. İşçiücretleri sürekli aşağı çekilmekte, yoksullukderinleşmektedir.

Öte yandan, demokratik hak ve özgürlükler hergeçen gün biraz daha sınırlandırılmaktadır. Almandevleti de gitgide bir polis devletine dönüşmektedir.Bu arada, düne kadar demokrasinin kalesi olaraksunulan Almanya, ırkçı-faşist düşünce, eylem veorganizasyonların kalesi haline gelmiştir. Irkçılık veyabancı düşmanlığı Almanya’da bir devlet politikasıolup, bir cinayet şebekesi olan neonaziler sokaklardakol gezmektedir. Almanya günlerdir bizzat devletin,polisin ve istihbarat teşkilatının bilgisi ve denetimialtında gerçekleştirilen Neo-nazi cinayetleri ile

çalkalanmaktadır. Almanya’da faşizm gelinen yerdebir tehdit olmaktan çıkmış, yakın bir tehlike halinegelmiştir.

Dahası var.Dünyaya hakim olma hırsı bugün de Alman tekelci

burjuvazisinin en temel niteliğidir. Almanya’da süreklimilitarist politikalar izlenmektedir. Alman devletisilahlanma yarışında, yeni silah teknolojisiningeliştirilmesinde ve emperyalist saldırganlık vesavaşta ABD’den sonraki başı çeken devlettir. Almanekonomisi giderek bir savaş ekonomisinedönüştürülmektedir. Milyonlarca insan işsizliğe,yoksulluğa, eğitimsizliğe, konutsuzluğa, sosyalhizmetlerden yoksunluğa ve geleceksizliğe mahkumedilirken, milyonlarca Euro savaş bütçesineaktarılmaktadır. Tüm veriler, insanlığı öncekilerden deyıkıcı yeni bir emperyalist savaş tehlikesininbeklediğini göstermektedir.

Çeşitli uluslardan işçiler, emekçiler, ilericiler vedevrimciler!

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in tümyaşamı, kapitalist barbarlığa ve emperyalistsaldırganlık ve savaşa karşı mücadele ile geçti.Kapitalist barbarlığa son vermek ve sosyalizmikurmak onların en büyük özlemi ve ülküsüydü. RosaLuxemburg ve Karl Liebknecht’in katledilmelerininüzerinden tam 84 yıl geçti. Fakat her şeye rağmen,Rosa Luxemburg ve K. Liebnecht’in anıları kapitalistbarbarlığa karşı sosyalizm için bir mücadele çağrısıolmaya devam ediyor. O halde ileri! Sosyalizm içinkavgaya...

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknechtölümsüzdür!

Yaşasın devrim ve sosyalizm!Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!

TKİP Yurtdışı Örgütü

Kapitalist barbarlığa karşı sosyalizmiçin mücadeleye!

Neonazi cinayetlerine dur de!

Page 26: SY Kızıl Bayrak 12-02

1905 Devrimi üzerine...26 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Paris Komünü’nün ilk örneği 20. yüzyılınbaşında Rusya’da yaşandı. 1905’te kurulanSovyetler, Paris işçilerinin yükselttiği özgürlük veeşitlik bayrağını Rus topraklarına taşıdı.

1896 ve 1897’de başta Petersburg, Moskova vediğer bazı sanayi merkezlerinde yaşanan grevlerdedoğan işçi örgütlenmeleri Sovyetler’in ilk öncülüoldu.

Bu grevler kendiliğindenci bir karakterde doğdu.Grevlerin yayılmasıyla bir dizi işçi örgütlenmesiortaya çıktı.

Grev kasaları ya da Grev Komiteleri buyapılardan biriydi. Grev Komiteleri, 1890’lı yıllarınbaşında Rusya’nın batı bölgelerinde Yahudi işçilertarafından oluşturuldu. Bund’un temelleri de bukomiteler aracılığıyla atıldı. 1896-1897 kitlegrevlerinde Grev Komitelerinin Merkezi Rusya’dayeniden ortaya çıktığı görüldü. İlk başlardamisyonları grevlerdeki işçiler için fon oluşturmaklasınırlıydı. Daha sonra grevleri yöneten odaklaradönüştüler. Faaliyetlerini illegal olarakyürütmekteydiler. Komiteler en diri ve enmücadeleci işçiler tarafından oluşturuldu. Bu yönleridevrimci siyasal gruplarla işçi yığınları arasındavolan kayışı işlevi görmelerini de sağladı.Otokrasinin tüm baskısına rağmen Grev Kasaları veGrev Komiteleri varlıklarını korudu ve 1905’tensonra kurulacak sendikalara temel oluşturdu.

Dayanışma Kasaları ya da karşılıklı dayanışmadernekleri yasal örgütlenmelerdi ve gizli polisindenetimi altındaydılar. Grevlere ya da grevdekiişçilere hiçbir maddi yardımda bulunmadılar vegiderek işlevsizleştiler.

Ayrıca 1880-1890’lı yıllardaki ilk grevlerde,kendilerini temsil edecek hiçbir yapıya sahipolmayan işçiler, aralarından temsilciler seçti. Buseçilen temsilciler işçilerin taleplerini fabrikayöneticilerine ve resmi mercilere iletenörgütlenmelerdi. 1896-97’de kitle grevlerinde debenzer bir gelişme yaşandı. 1901 Mayısı’ndan sonraPetersburg’ta işçi temsilcileri oluşumu daha dayaygınlaştı. İşçi Temsilcileri sürekli baskıgörmelerine, gözaltına alınmalarına,tutuklanmalarına rağmen varlıklarını koruyabildi.Hatta giderek daha radikal işçiler, temsilci olarakseçilmeye başlandı.

1900’lere girilmesiyle işçi eylemleri vedirenişleri yayıldı. Ekonomik taleplerin yanındasiyasi talepler de ileri sürülüyordu. Bu gelişmedeişçiler arasında faaliyet yürüten devrimciajitatörlerin büyük rolü oldu. Devrimci güçlerle işçihareketinin kaynaşması karşısında Çarlık hükümetihızla önlem alma ihtiyacı duydu.1903’te işçi-işverenilişkilerini düzenleyen bir yasa çıkarıldı. Yasaya görefabrikalarda işçiler arasından seçilecek temsilcilerle,adına Yaşlılar Kurulu denilen bir örgütlenmeyegidildi. Yasa temsilcilere bir iş güvencesigetirmiyordu. İşverenin keyfi uygulamalarına açıkbir mevzuattı. Ayrıca vali tarafından temsilcilergörevden alınabilmekteydi.

İşçi hareketi ile sosyalist gruplar giderekbütünleşmeye başlamıştı. Her grev, direniş ve gösteriişçilerle devrimcileri kaynaştırıyordu. Çarlıkhükümeti bu durum karşısında tedirgin oldu. Yeni biryönteme başvurarak işçi sınıfı ve devrimcilerarasında oluşmaya başlayan bağı koparmak istedi.Daha önce yaptığı provokasyon ve pogromlarla

(Yahudi kıyımı) hedef şaşırtabiliyor, korkuyuyayabiliyor, halk arasında şoven duygularıkörükleyebiliyordu. Çarlık, yeni bir stratejiyletoplumsal mücadeleyi felç etmek istedi.

Zubatovizm ya da polis sosyalizmi olarak anılanbu girişim Okhrana’nın (gizli polis) Moskova şubesişefi Zubatov’un fikriydi. Amaç işçilerinmücadelesini, ekonomik mücadele içine hapsetmekve işçileri siyasal mücadeleden kopartmaktı.

Zubatov 1901’de Moskova’da Metal İşçileriYardımlaşma Derneği’ni kurdu. Yardımlaşmadernekleri kısa sürede önemli sanayi merkezlerineyayıldı. Derneklere üye sayısı iki yıllık bir zamanda50 bin kişiye ulaştı.

Sosyalistler bir taraftanderneklerin niteliğini anlatıp,eleştirirken öte taraftan buyapılar içinde örgütlenmeyi deihmal etmiyorlardı.Yardımlaşma dernekleriningiderek politikleşmesi üzerineZubatovist oluşumlar, Çarlıkhükümeti tarafından tasfiyeedildi.

1905’e doğru ÇarlıkRusya’sında toplumsal gerilimgiderek artmaktaydı. İşçihareketi gelişirken, “halklarhapishanesi” olarak görülenRusya’da farklı uluslarayaktaydı. Köylülerin topraktalepleri yükselmişti. Rus-Japon savaşında Rusya’nındurumu kötüleşiyordu. Bugelişmeler rejime karşımuhalefeti artırıyordu. Rejim her şeye karşın hiçbiryeniliğe sıcak bakmıyor ve giderek içinekapanıyordu. Ülkede siyasal bir kriz olgunlaşıyordu.Bu krizin patlaması için bir kıvılcım yeterli olacaktı.

Kanlı Pazar

Zubatovcu sendikacılıktan sonra, Petersburg’ta“hayırsever” bir din adamı görünümünde, eksantrikbir kişilik olan ve daha sonra Okhrana’yla çalıştığıortaya çıkan Papaz Gapon devreye girdi. Gapon’un

başında bulunduğu bir işçi derneği kuruldu. 1904’ünsonuna doğru bu derneklerin sayısı 11’e ulaştı. Herderneğin 23 bin civarında üyesi vardı.

1904 Aralık ayında Petersburg’taki PutilovFabrikası’nda 4 işçi Gapon’un derneğine üyeoldukları için işten atıldı. 3 Ocak 1905’te atılanlarıngeri alınması için işçiler greve başladı. İşçiler yardımistemek için Gapon’un derneğine başvurdu. Yapılantoplantılar sonucunda işverene verilecek bir taleplerlistesi oluşturuldu. Talepler kısaca şöyleydi: Atılanişçilerin işe geri dönmesi, 8 saatlik işgünü, asgariücretlerin yeniden belirlenmesi, sağlık önlemlerininalınması.

Yapılan toplantılarda sosyalistler de etkin olmayabaşladı. ÖzellikleMenşevikler öne çıkmıştı.Talepler listesi Gapon’unmuhalefetine rağmendeğiştirildi ve siyasal içerikkazandırıldı. İşçilerintoplanma özgürlüğü,köylülere toprak verilmesi,basın özgürlüğü, Rus-Japonsavaşına son verilmesi,kurucu meclisin toplanmasıgibi siyasal talepler listeyeeklendi. 135 bin kişi taleplerlistesini imzaladı.

9 Ocak 1905’te Gapon veişçiler ellerinde kutsalresimlerle ve çarınportreleriyle Kışlık Saray’adoğru yürümeye başladı.Kitlenin sayısı 200 bineulaşmıştı. Ordu birlikleri

yürüyüşçülere dağılmalarını söyledi. Göstericiler dağılmadı. Açılan ateş sonucunda

binlerce kadın, erkek ve çocuk katledildi. Kanlı Pazar, Rus halkı üzerine inanılmaz bir etki

yarattı. Toplumsal muhalefet güçlendi. Kanlı Pazar“Küçük Baba” olarak görülen çar efsanesinin sonunugetirdi.

Özellikle işçi hareketi giderek yükseldi. Köylühareketi gelişti. Yoksul, yarı toprak kölesi milyonlaröfkeyle ayağa kalktı. Ağustos ayında kurulan KöylüBirliği, Rus köylüsünün ilk siyasal örgütü oldu.

1905 Devrimi ve SovyetlerVolkan Yaraşır

Kanlı Pazar, Rus halkıüzerine inanılmaz bir etki

yarattı. Toplumsalmuhalefet güçlendi. Kanlı

Pazar “Küçük Baba”olarak görülen çar

efsanesinin sonunu getirdi. Özellikle işçi hareketi

giderek yükseldi.

Page 27: SY Kızıl Bayrak 12-02

İşçi sınıfının Ocak-Şubat ayında gerçekleştirdiğigrevlere katılım sayısı 150 bine ulaştı. Son on yılınen büyük grev dalgası yaşanıyordu. Kafkasya’da,Polonya’da, Batlık Kıyıları’nda işçi hareketi veezilen ulusların talepleri birleşerek siyasallaşıyordu.

Ocak-Şubat grevleri bir dizi işçi örgütlenmesiyarattı. Dalgasal bir şekilde gelişen ve yayılangrevlere hiçbir siyasal yapılanma ve oluşummüdahale edemedi ve yönlendirme olanağıbulamadı. İşçi hareketinin dalgasal yükselişikarşısında bütün siyasi oluşumlar atıl kalmıştı. Bukendiliğindenci yükseliş beraberinde yine aynıözelliklere sahip bir dizi (Temsilciler Meclisi, İşçiKomisyonu, Grev Komitesi gibi) işçi örgütlenmesiyarattı.

Bu örgütlenmeler geçici karakterdeydi. Grevanlarında doğuyor, çalışma ve yaşam koşullarınındüzeltilmesini hedefliyorlardı.

1905’in ilk Sovyet’i Rusya’nın Manchester’iolarak kabul edilen, tekstil sanayinin merkezlerindenbiri olan İvanovo-Voznesensk’te kuruldu. Mayıs’tabaşlayan 40 bin işçinin katıldığı grevde, işçiler 110üyeli Sovyetler’in kurulduğunu ilan etti. Sovyet,Temmuz ayına kadar faaliyetlerini sürdürdü.

Ardından Kostroma’da 10 bin işçi greve çıktı veGrevci Temsilciler Meclisi oluşturuldu. Bu iki örnekşehir çapında kurulan ve bütün işkollarını kapsayanSovyetler’i temsil ediyordu. Eylül ayındaMoskova’da matbaa işçileri grevinde Matbaa İşçileriSovyeti kuruldu. Bu Sovyet oluşumu da işkolubazında bir örgütlenmeyi ifade ediyordu.

Bu arada çarlık hükümeti, seçimlerin yapılmasıDuma’nın toplanması için bir kararname çıkardı.Japonya’yla Ağustos ayının sonunda barış anlaşmasıimzalandı. Bu gelişmeler görünürde istikrarlı birtablo çizse de, Ekim ayında kendiliğinden başlayangenel grev, bir devrim dalgasının habercisi oldu.

12 Ekim’de bütün sanayi kentleri ve işçiler genelgrevdeydi. Genel grevin en yüksek noktasındaPetersburg İşçi Temsilcileri Sovyeti kuruldu. Sovyet,işçi hareketinin mücadele ve örgütlenmezenginliğinin muhteşem örneklerinden biri oldu.Sovyet, Rus devrim hareketinin kritik bir momentiniişaretliyordu.

O günleri fiilen Sovyet çalışması içinde yer alanVoline şöyle anlatmaktadır: “Grevin başlamasındahiçbir siyasal partinin, hatta hiçbir grev komitesininrolü bile olmadı. İşçiler kendi kendilerinin ‘şefi ’olarak, gönüllü bir atılım içerisinde fabrikaları veşantiyeleri terk ettiler. Hareketi bir kenarından bileyakalama fırsatını bulamayan siyasi partiler tümüyledevre dışı kaldılar” (Voline, Rus Devrimleri; BabilYay., 2000., s. 38.)

Sovyet genel grevle ortaya çıkan bir ihtiyacacevap olarak doğmuştu. Başlangıçta Sovyet sınırlıbir görev ifa ediyordu. Birkaç gün içinde işçileringenel siyasal temsilciliğini üstlenen bir örgütmahiyeti kazandı. Hızla “işçi parlamentosuna”dönüştü. “Böyle bir dönüşüm ne öncedendüşünülmüş ne de bilinçli önceden hissedilmişti”(Oskar Anweiler, Rusya’da Sovyetler; Ayrıntı Yay.,1990., s. 82)

Moskova Sovyeti, Petersburg Sovyeti’nden sonrakurulan en önemli Sovyet’ti. 180 bin işçiyi temsilediyordu ve 1905 ayaklanmasının ana yapılarındanbiri olarak hareket edecekti.

Yıl boyunca Rusya’nın birçok şehrindeSovyetler’in kurulması devam etti. Şehirsovyetlerinin dışında yaygın biçimde semt sovyetlerikuruldu. Örneğin Moskova ve Odessa’da şehirsovyeti, semt Sovyetleri’nin üzerinden şekillendi.

Şehir ve semt Sovyetleri arasından işlev veişleyiş açısından hiçbir sorun çıkmadı. Doğal olarakkabul edilen işleyişe göre şehir sovyetleri genel vepolitik sorunları çözüme bağlayacak kararlar aldı.Semt sovyetlerleri ise bu kararları yürürlüğe koyan

bir misyonla hareket etti. Sovyet toplantıları doğrudan demokrasinin somut

pratikleri oldu. Son derece heyecanlı ve yoğun geçenbu toplantılar “sıradan” bir işçinin kolektif iradesiniyansıtıyordu. Sovyetler faaliyetlerini örgütlü birşekilde yürütmek için alt komisyonlar oluşturdu.

1905 Sovyetleri üzerine Lenin, özel olarak durdu

Lenin, devrime ilişkin Menşevikler’indeterminist yorumuna karşın volantirist bir yorumyapmaktaydı. Bu perspektif kendini Sovyetdeğerlendirmesinde de gösterdi. Lenin, Sovyetleri“bir ayaklanma organı”, “devrimci yeni iktidarınçekirdekleri” olarak görmesi, bu anlayışa paralel birçözümlemeydi. Lenin, Menşevikler’in Sovyetleridevrimci özyönetim örgütlenmeleri olarakgörmelerini sert bir dille reddetti. Lenin,ayaklanmanın başarıya ulaşması ve geçici devrimhükümetinin kurulmasıyla ancak devrimciözyönetim örgütlenmesinin (geçici devrimhükümetinin bu misyonu üstlenmesiyle)gerçekleşebileceğini ileri sürdü. Kısaca, devrimciözyönetimin ayaklanmanın başlangıcında değil, sonbölümde kurulabileceğini vurguladı.

Lenin partinin yönetici rolüne özel önem veriyorve bu rolün altını çiziyordu. Menşevikler içinSovyetler işçi-kitle partisinin gelişimindevazgeçilmez önem taşıyorlardı. Bolşevikler iseSovyetleri, iktidara yönelik mücadele içersindetaktik bir araç oldukları ölçüde önemli görüyorlardı.

Lenin 1905 Sovyetleri üzerine net açılımlar vetanımlamalar yaptı. Fakat bütün bu açılımlararağmen Sovyetlere yönelik kuramsal bir çerçeveortaya konulmadı. Ağırlıkla Sovyetler üzerine

yorumlar, politik ihtiyaçların gereği doğrultusundayapıldı. 1906’da Petersburg Sovyeti’nin yıkılışındansonra Lenin daha ihtiyatlı bir tutum içine girdi.Sovyetleri siyaset dışı örgütlenme olarakdeğerlendirip, mesafeli yaklaştı. Lenin Sovyetlerüzerine kuramsal açılımlarını asıl olarak 1917’deifade etmeye başladı. 1905 tanımlamaları ve izahlarıbir anlamda 1917’deki kuramsal açılımlarınnüvesiydi.

Lenin 1907’de RSDİP’in 5. Kongresi’nde;partinin proleter kitleler içinde yeterli çalışmayapması ve yaygınlaşmasıyla Sovyet tipiörgütlenmenin gereksizleşeceğini açıkladı. Hatta butür örgütlenmelerin “anarko-sendikalizm” tehlikesiniiçinde barındırabileceğini ileri sürdü. Lenin 1905-1906 yıllarında önemle üzerinde durduğu ve işçidemokrasisinin organları olarak gördüğü Sovyetler’i1907’de partinin kitleler üzerinde etkili olmak içinkullandığı araçlar olarak değerlendirmeye başladı.(Oskar Anweiler, age., s. 127)

Lenin 1907-1916 yılları arasında budüşüncelerini korudu. Az sayıda yaptığı Sovyetlerüzerine açılımlarında, ‘ayaklanma örgütleri’,‘devrimci iktidarın organları’ gibi tanımlamalarınadevam etti. Kitle grevlerinin baş gösterdiği veayaklanmaların geliştiği ve başarı kazandığıdönemlerde Sovyet tipi kurumların yararlı olacağınıbelirtti.

Lenin, Nisan Tezleri (1917) adlı çalışmasında, ozamana kadar teorik içeriği doldurulmamış Sovyetörgütlenmelerine ilişkin önemli çözümlemelerdebulundu. Ve Rus Devrimi’nin yönelimi olanKesintisiz Devrimin teorik çerçevesini açıkladı.

1905 Devrimi ve Sovyetler, 1917 Şubat’ına veEkim’ine ışık tuttu. İlk prova ve ilk deneyim 1905’teyaşandı.

1905 Devrimi üzerine... Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Lenin, Nisan Tezleri (1917) adlı çalışmasında, o zamana kadarteorik içeriği doldurulmamış Sovyet örgütlenmelerine ilişkinönemli çözümlemelerde bulundu. Ve Rus Devrimi’nin yönelimiolan Kesintisiz Devrimin teorik çerçevesini açıkladı. 1905 Devrimi ve Sovyetler, 1917 Şubat’ına ve Ekim’ine ışık tuttu.İlk prova ve ilk deneyim 1905’te yaşandı.

Page 28: SY Kızıl Bayrak 12-02

“…Bir uzun gecesinde insanlığın Çiğneyerek alaylı bakışları

Mavi bir ışık demeti gibi Bağdaş kuruyor düşlerde

Umut daima vardı…”Şafak Tamer

Bir şarkının yarım bırakılmış ezgisinde, dudağımdagülümseme, gözlerimdeki ışıltıda anlattım seni bufabrikalar cehennemine. Bütün patika yollarında, çıkmazsokaklarında, yolsuz, ışıksız evlerinin önündekoşuşturan çocuklara anlattım. Bir yokuşun en altındanyukarıya doğru tırmanırken sadece gök ile yokuşunçakıllarını birleştiren noktayı görürken, göğe çıktığımızannederken, o yokuşun yanlarına sıra sıra dizilmiş‘mavi kapılı’ gecekondularına anlattım seni.

Hava işçilerin alınteri, fabrikaların dumanları,evlerin kömür yanığıyla bezenmiş, nefes almayızorlaştıran bir ağırlıkta. Demiş ya şair “hava ağır, kurşungibi ağır” diye. Buraları belki hiç görmemiş ama hemyüreğimizdeki ağırlığı hem de havanın ağırlığınıburalardaki gibi betimlemiş.

Buralarda korkunç bir güzellik var. Kelimenin tamanlamı ile korkunç, ufkumuzun zenginliği ile güzel.Korkunç, gerçekliğin dehşeti var yaşananlarda çünkü.Ellerde üretmenin kalınlığı, nasırlaşmışlığı, vücutlaraynı olağanlığın ritminde. Gücünden, kendisinden,çevresinden habersiz 8-4, 4-12, 12-8 akıyor buralardayaşam...

Akan yaşamdan kısa bir kesit

Mücadelenin günlük koşuşturması içerisinde “içeribuyur” cümlesini duyduğumda saatime baktım vebuyurdum içeri. Yoksulluğun duvarlarına işlediği bu evegirdiğimde soluğu sobanın dibinde aldım. Aklımdayapılacaklar, karşımda hayatı bir hamur gibi yoğuran,üretken, paylaşan eller… Bir sofra, bir çekyat ve birtelevizyon olan odada –ki “burada evler hep öğrencievlerine benzer”- mesaiden dönmüş yorgun iki kadınemekçi ‘hayat’ üzerine konuşuyoruz. Fabrikasındasigarasını bile paylaşmayan arkadaşından, patronasürekli yaranmak için birbirlerini ispiyonlayanlardan,hastalanıp bayılınca dahi umursamayıp işine devameden ‘insan’lardan konuşuyoruz. Ve biz ne edip yapıphep devrimci mücadeleye bağlıyoruz ya –ve bunuyapmaya devam edeceğiz!- söz kendini devrimcimücadeleye getiriyor. Bu kadar yabancılaşma, yalnızlıkiçerisinde kendini ölüme yatıranlardan, yoldaşlığı“kurşunları bile paylaşmak” olarak tanımlayanlardan vekurşunları bile paylaşanlardan söz ettik. Seni anlattımyoldaş ve “göz bebeğimiz gibi korumamız gereken”tarihsel aracı… Bu coğrafyada ve dünyada insanlığınkurtuluşu için bedel ödeyen insanları anlatırken en fazlabu paylaşıma, iradenin gücüne ve inanca şaşırdıkarşımdakiler.

Bunca bencillik örneği içerisinde paylaşmanınkazandığı yeni tanıma şaşırmaları normalkarşımdakilerin. Solcu bir mahallede oturmuyorsa, solile hiç tanışmamış sadece televizyonlardan duymuşsaözellikle buna şaşırması daha da bir normal. Örgütfikrinden bir felaketmişcesine kaçıldığı bir dönemdehem de illegal bir örgütün üyesinin, hem de bir işçininbu inancına ve iradesine şaşırması doğal. Görüneninaltındaki özü anlamanın bir perspektif gerektirdiğini ençok da kendi yaşam koşulları üzerinden anlar insanlar.

Onlar da senin yaşamında kendi yaşamlarına dairkesitler buldular.

Mücadelenin güncelliği ve göze sokulması gereken gerçekler!

Yaşam akıyor ya bu yeryüzünün her bir karışındafarklı farklı ama aynı aynı. Yalnızca yeni bir dünyanınkurulacağına inanan insan yaşamın akışına kapılmaz veonu değiştirmeye kalkar. Verili koşullardan kaçmaz veonunla bedelini önemsemeden yüzleşir. Hedeflerimizhep somuttur ama ufkumuz hep daha bir sınırsız vesoyut. Bundan kaynaklıdır ki bugünün gerçekliğinikendi somutluğu ama ufkumuzun soyutluğu içindedeğerlendirdiğimiz için umutluyuzdur. Yarınıgörebildiğimiz için bugünün suskunkunluğunda sesiz,tepkisizliğinde tepkiyiz, umutsuzluğunda umuduz. Vebiliriz hep sevincimiz, türkümüz çoğuldur. İçedönmek/kapanmak bizim işimiz değildir. Yoldaşumutları, sevinçleri çoğaltırız. Kimi zaman satılan birgazetede, kimi zaman “paylaşılan kurşunlarda”...

Ve tüm sorunların karşısında hep örgütlü mücadeleyeçıkar cümlelerimiz. Örgütlü mücadelenin önemine,üretenlerin örgütlü gücüne… Paylaşmaktan, üretmektenbahseder sözcüklerimiz. Ve hep gerçektir acılarımız,mutluluklarımız, hayatlarımız, ölümlerimiz. Bugerçekliği emekçilere döne döne anlatmak, kavratmakiçin anlamak, eylemin ateşinde kavrulmak gereklidir.

Çok okuduğumuz, söylediğimiz bir cümledir“gerçekler devrimcidir!” Gerçek hem somut olduğu hemde değiştirilmeyi barındırdığı için devrimcidir. Doğanınyasası gereği gerçekliğin özünde çelişki vardır. Ve bunusomut olarak kavramadıktan sonra ne onu anlayabilirizne de değiştirebiliriz. Emekçilerin verili durumdakihallerini değişmez, sabit sayar ve ‘mücadeleye küseriz’.Bu verili tabloyu anlamamak aynı zamanda sisteminideolojik bombardımanı ile birleştiği oranda ortayaatılan “insanın özü” ile ilgili safsatalara inanıp kendimizirahatlatabiliriz. “İnsanın özünde bencillik, yalnızlık var”diye serzenişlerle kendinize Sartere’ın romanlarında yerbulabilirsiniz ancak hayatın yeşil ağacında kurumuş birdal olarak kalırsınız.

Bugün karşılaştığımız tablo tüm yanlarıyla birliktebir parçadır. Bu parçalar tüm hayatımızda mevcuttur.Psikolojisinden ekonomik olanına, bireyindentoplumuna kadar bir işleyişi olan bu tablonun işleyişmantığını, gelişim seyirlerini kavramadıktan sonra insanne kendi gerçekliğini inşa edebilir ne de dünyayıdeğiştirebilir.

Yabancılaşma ve yalnızlık üzerine kısa kısa…

Yanılsamalar zinciri içerisindeyken üreten eller,zamanlarını bile birileri bölüyor ve planlıyorken,üzerlerindeki iş kıyafetleri bile tektipliği dayatıyorken,en temel ihtiyaçlarını bile onların istediği zamandilimleri arasında karşılıyorlarken ve hep daha fazlaçalış diyorlarken, onlara ve ne ürettiklerini bilebilmiyorlarken, bizler onların ‘gücüne’ inanırız. Emektirürettikleri, ödenmeyen emeklerinin farkında biledeğilken onlar birileri o “artıdeğerler” üzerine saltanatlarkurarlar. Saltanatlar büyürken yabancılaşır o saltanatlarıüreten eller. Kuşkusuz ki yabancılaşma insanın bilinçsizüretiminin bir sonucudur. Ürettiklerimize kafamızınermemesinin ve ürettiklerimizin hayatlarımıza hakim

olmasının bir sonucu olarak bizler hem kendimize hemde topluma yabancılaşırız. Eskiden insanlar çalışarakkendilerini ifade ederlermiş ve gelişmenin birgöstergesiymiş. Ne yazık ki şu an böyle bir misyonuyok.

Üretim süreçlerinin kendi içindeki çelişkileri vebunların yarattığı sınıf karşıtlığı yaşananyabancılaşmanın temelidir. Bu yabancılaşmanın insanyaşamı üzerinde farklı farklı görünümleri mevcuttur.Yabancılaşmanın en çarpıcı görünümü bireycilik veyalnızlıktır. Günümüzün çağdaş insanı hep kendikabuğundadır. Kendi kabuğunda insanlar gündelikyaşamın sınırları içerisinde yaşamı kontrol edemediğininfarkında olarak çaresizlik ve amaçsızlıklarını beslerler.Ve sistem işleyişiyle, kültürü ile bu çaresizliği çoğaltırve hep ‘insanın omzunun üstündeki’ fısıldar kulağına“her koyun kendi bacağından asılır” diye. Metaüretiminin ve uzmanlaşmaya dayalı iş bölümününsayesinde kendini geliştiren sistem insanlarınkültürlerinde kendini rekabet, bencillik vb. olarakyansıtır. İhtiyaca göre ürün değil de ürüne göre ihtiyaçyaratmakta ne kadar yetenekliyse sistem insanlarını dabu oranda ‘geliştirmekte’ yeteneklidir. Bu sistemdeinsanlar paylaşmak yerine rekabeti koyarlar. Amaçsızlıkve çaresizlik, yalnızlık ve rekabet bu sistemin insanadayattığı özelliklerden birkaçıdır. Bunu baskı ve şiddetleyapmak zorunda değildir. İnsanlar bunu tercih ettikleriniiddia ederler… Bu yöntem baskı ve şiddetten dahatemkinli bir yoldur aslında. Bir yanılsama yaratansisteme karşı görünenin altındaki özü açığa çıkarmaksistemli, hedefli bir mücadelenin görevi olabilir.

Bütün bu gerçeklik tablosu içerisinde partiye, örgüte,iradeye yapılacak vurgu kuşkusuz ki her dönem olduğugibi bu dönem de önemlidir. Hem tarihsel olarakyaşanmış deneyimlerden hem de şu dönemde yaşananhareketliliklerden çıkardığımız ders bu vurguyu güncelkılmaktadır.

Dünyayı değiştirmek gibi bir iddianın temsilcileriolarak bizim hem kendi gerçekliğimizi değiştirmemizhem de sistemin bütün bu bombardımanına karşı savaşaçmamız gerekmektedir. Bu salt dar anlamıylaanladığımız ‘pratikte’ değil en geniş anlamında yaşamolan pratikte böyle olması gerekiyor. Günlük yaşamsistemin kimliklerimize işlemiş yanlarını en rahat ortayaçıkardığı alandır. Kimi zaman ailemize ya da hiçtanımadığımız bir insana davranışımızda, kimi zamanyanıbaşımızdaki yoldaşımızın derdini bilmemekte, kimizaman kendimizin gerçekliğini farketmemekte yaniyaşamın her alanında bu savaşı sürdürebilmek öneminikorumaktadır. Yeni insanı yaratmaya çalışırken kendiiçimizde filizlerini atabilmek yarının güvencesiolacaktır.

Rekabetin yerine inatla paylaşımı, amaçsızlığınyerine amacı, iradeyi, tekilliğin yerine çoğulluğu koyanbizler elbette tüm bunların altındaki ekonomik nedenlerdeğiştirildiğinde insanlığın algısının da değişeceğinibiliyoruz. Verili durumu anlayarak ideolojinin gücüne,bilinçli olarak eylemin ateşine, partimize, örgütümüzesarılarak değişme ve değiştirme iradesini ortaya koymakbir zorunluluk olarak karşımıza dikiliyor.

‘An’ı aşıp zamana yayılanın, kalıcı olanın hakimkılındığı, şeklin değil de özün açığa çıktığı bir düzlemelbette ki düşünü kurduğumuz insanlığın ve değerlerinvarolduğu bir dünyada mümkün olacaktır. Bugerçekleşene kadar cümlelerimiz hep örgütlümücadeleye çıkacaktır.

G. Umut

Alaattin yoldaşa...28 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Alaattin yoldaşın anısına…

Cümlelerimiz hep örgütlü mücadeleye çıkacak!

Page 29: SY Kızıl Bayrak 12-02

Film tanıtımı Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 29

The Molly Maguires, 1970 ABD yapımı birfilmdir. Arthur H. Lewis’in romanından uyarlananfilmde yönetmenlikte Martin Ritt, başrollerde ise SeanConnery ile Richard Harris oynamıştır.

19. yy sonlarında ABD’nin Pennsylvaniaeyaletindeki maden ocaklarında geçen filmde işçilerarasında patronlara karşı örgütlenen Molly Maguiresadlı İrlanda asıllı örgüte sızmaya çalışan Pinkerton*ajanının macerası konu edilir. Yaşanmış bir tarihikesiti anlatan filmde insan gibi yaşayabilmek ve insanikoşullarda çalışmak isteyen maden işçilerinin kurduğuMolly Maguires örgütünün işçi lideri Jack Kehoe’ninhayatı öne çıkartılır.

Ölüm kokan madenlerde kölelikkoşulları

1870’lerde demiryolları ve kömür madenleri büyükfinans kuruluşlarınındı. Maden şirketleri yurtdışındangetirdikleri işçileri ABD’de karın tokluğunaçalıştırıyorlardı. İşçiler balık istifiyle demiryolu vegemilerle yüklenip getiriliyordu. Sıklıkla yaşanan işkazalarında yüzlerce işçi ölüyordu. Schuylkill County,Pennsylvnia’daki kömür madenlerinde 22 bin kömürişçisi çalışmaktaydı. Bu işçilerden 5500’ü ise yaşları 7ile 16 arasında değişmekteydi. İşçiler günde 1 ila 3dolar arası ücretler alıyorlardı. Ücretlerin çok az,çalışma koşullarının çok kötü olduğu madenlerde heryıl çok sayıda işçinin öldüğü kazalar yaşanıyordu.Bunlardan birinde 6 Eylül 1869’da Luzerne’deki birmadende çıkan yangında 110 madenci yanarakölmüştü. İkinci çıkış kapısı açmak patronlar içinmasraflı olduğundan yangın bir katliama dönmüştür. 7yılda sadece Schuykill County’de 565 madenci ölmüş,1655 işçi de ciddi şekilde yaralanmıştır.

İşçiler kölelik ve ölüme boyun eğmiyorlar!

Tarihçilere göre Molly Maguires örgütünün kökeniİrlanda’ya dayanıyor. İrlandalı köylülerin toprakağalarına karşı mücadelelerinde sembolleşmiş örgüt,Amerika’ya gelen İrlandalı işçilerin beraberlerindegetirdikleri bir gelenek olarak yorumlanıyor.Sendikaların tarih sahnesinde yeni oldukları budönemde maden işçileri “İrlanda Geleneği Örgütü”adıyla örgütlenip ekonomik mücadele yürütüyorlar.Bunun yanında örgütün bünyesinde illegal birçekirdek örgüt bulunuyor. “Molly Maguires” adlı buörgüt maden içerisinde vücut diliyle haberleşiyor,kasabaya yeni gelen işçileri tanımak için üye işçilerigörevlendiriyor ve onları çeşitli testlerden geçiriyorlar(filmde olduğu gibi bazen sudan sebeplerden kavgaçıkarıyorlar), maden patronlarının işçi kılığındakiparalı ajanlarını tespit edip emin olduktan sonramadende “iş kazası” süsü verip ajanlarıcezalandırıyorlar.

Filmin ilk sahnesinde olduğu gibi haklarınıalabilmek ve patronların sömürüsünü sınırlandırmakiçin sabotaj eylemleriyle maden ocağını dinamitlehavaya uçuruyor ya da büyük kömür sevkiyatınınyapılacağı günlerde yük trenlerini raydan çıkartıyorlar.Bu komplovari eylem tarzı ve sabotajlar ilk bakıştaİngiltere’de kapitalizmin gelişmeye başlamasıylaortaya çıkan makine kırıcılar olarak tanınan Ludistleriakla getiriyor. Bu yöntem eleştirilebilir fakat buradabahsi geçen dönemin 19. yy olduğu unutulmamalıdır.Bu dönemde işçi sınıfının tarih sahnesinde çok genç

olduğu, bağımsız sınıf örgütlerinin ve sınıfsendikalarının çok yeni olduğu hesaba katılmalıdır.Engels’in Marksizm öncesi ütopyacı sosyalizm içinyaptığı “eksik kapitalist üretim koşullarının eksikteorilerle karşılanması” tespiti uygar kapitalizmin ilkdönemleri için de geçerlidir. Burada asıl üzerindedurulması gereken nokta maden işçilerinin bütünolumsuz koşullara rağmen örgütlü yapıları ve militanduruşları olmalıdır. Türkiye işçi sınıfının bugün bunaihtiyacı vardır.

Başlangıçta günah, yolun sonundamerhamet, arada boyun eğmişsin...

Filmde çok anlamlı diyaloglar bulunmakta.Bunlardan biri işçi önderi Kehoe ile Peder arasındageçiyor. 42 yıl madenlerde çalışmış bir maden işçisiolan yaşlı Dan ölüm döşeğinde uzanmakta ve pederbaşında dua ederken eve Kehoe geliyor. Pederiselamlayıp yanlarına oturuyor. Peder duayı yarıdabırakıp Kehoe’ya dönerek yaşanan eylemlerden ençok onu suçladığını ve kiliseye dönmesi gerektiğinisöylüyor. Kehoe, “senin yolunu denedim bir faydasınıgörmedim” diyor. Buna karşılık peder mistik bir sestonuyla “yolun sonunda merhamet var” diyor. Kehoede “başlangıçta günah, yolun sonunda merhamet,arada boyun eğmişsin, bunu kabul edemem peder...”cevabını veriyor. Boyun eğmeyi günahla eşdeğer tutanişçi önderi onurlu yaşamanın erdemini birkaçcümleyle veciz bir şekilde ifade ediyor.

Filmin bir başka sahnesinde işçiler toplantıhalindeler ve Kehoe farklı bir maden ocağındanişçilerin kendilerinden bir talepleri olduğunubelirtiyor. Yeni gelen müdürün ilk andan otorite kurmaamacıyla keyfi işten çıkartmalar ve sebepsiz ücretkesintileri yaptığını söylüyor. Buna karşılık diğermadenin işçileri olası bir durumda tanınmıyacaklarıiçin cezalandırmayı Kehoe ve arkadaşlarından talepediyorlar. O sıralar örgüt içinde yükselişini sürdürenpolis ajanı James McKenna müdahale ederek örgütealınırken ettiği İrlandalı yeminini hatırlatıyor. Kehoeona dönerek bu “İrlandalı işi değil” diyor. Onlar olsaaynını yapardı. Diğer bir işçi, “onlar da bizim gibimaden işçisi bu ortak davamız” diyerek eyleminayrıntılarını konuşmaya başlıyorlar. Riskin yüksekolduğu böyle bir eylemde işçiler yoldaşca birdayanışma ruhuyla karar verip ertesi gün eylemegirişiyorlar. Çıkan silahlı çatışmada bir işçiyaralanıyor.

Filmin sonunda Molly Maguires üyeleri hakkındaPinkerton ajanının iddaları ve maden patronlarınınyargıya doğrudan müdahaleleriyle idam kararıveriliyor ve infazın yapılacağı güne kadar cezaevinekonuluyorlar. Tıpkı filmde olduğu gibi MollyMaguires üyesi işçiler göstermelik bir yargılamaylainfaz edildiler. 10 işçinin idam edildiği yargılamasüreciyle ilgili olarak, Carbon County hakimlerindenJohn Lavelle daha sonra yaptığı açıklamalarda yargısürecinin devlet egemenliğinin özel şirketlere teslimedildiği bir süreç olduğunu, soruşturmayı özel birsirketin gerçekleştirdiğini, sanık oldukları iddaa edilenkişileri özel güvenlik şirketinin tutukladığını ve madenşirket yöneticilerinin savcı olduklarını, devletin isesadece idam sehpasını sağladığını belirtmiştir.

Maden işçilerinin şerefli mücadelesi ve yarattıklarıgelenek Molly Maguires’i bir efsane haline getirdi.Amerikan beysbol ligi takımlarından Cleveland’ın adı1912-1914 yılları arasında Cleveland Molly Maguires

olmuştur. Sherlock Holmes’un The Valley Fear adlımacerası Molly Maguires’i işlemiştir. Yanısıraİrlandalı folk grubu The Dubliners Molly Maguiresadlı şarkılarını örgüte ithaf etmiştir.

Sana liman gösterdiler uzakta...

Geçtiğimiz günlerde 2011 yılını geride bıraktık.Bilanço, işçi sınıfına reva görülen sefalet, kölelik veölüm... 2011 yılı Ocak-Aralık döneminde 87 madenişçisi iş kazalarında öldü. Yaklaşık 300 işçi yaralandı.Bu rakamlarla birlikte son 5 yılda toplam 400 madenişçisi öldü. Maden işçileri halen ortaçağ koşullarındaçalışıyor ve sefalet içinde yaşıyorlar. Pensilvanyalımaden işçileri 19.yy’da işçi sınıfının yürüyeceği yolugösterdi.

Fransız şair Beranger’in şiirinde dediği gibi:

Yolun düşerse kıyıya birgünVe maviliklerini engininSeyre dalarsanDalgalara göğüs germiş olanları hatırlaSelamla, yüreğin sevgi doluÇünkü onlar fırtınayla çarpıştılar eşit olmayan

savaştaVe dipsizliğinde enginin yitip gitmedenSana liman gösterdiler uzakta

İşçi sınıfı o limana devrimci partisi ve kararlı-militan mücadelesiyle ulaşacak. Filmi yoldaşlarımızave okurlarımıza öneriyor ve iyi seyirler diliyoruz.

A. Koral

*Pinkerton: Pinkerton Ulusal Dedektif Ajansıkısaca pinkerton. 1850 yılında Allan Pinkertontarafından kurulan özel bir ABD güvenlik vededektiflik şirketi. Patronlar 19. yy işçi hareketinekarşı pinkerton’u etkin bir şekilde kullanmıştır.Pinkerton için modern ABD istihbarat servislerininembriyon hali denebilir.

Boyun eğmemenin adı: “Molly Maguires”

Yerin yedi kat altından doğan güneş!

Sayı: 2011/48 * 23 Aralık 2011

Page 30: SY Kızıl Bayrak 12-02

20 Aralık sabahı KCK operasyonları adı altındayapılan baskınlarda gözaltına alınarak tutuklanan DİHAmuhabiri Çağdaş Kaplan, tutuklu bulunduğucezaevinden bir mektup gönderdi.

Kaplan’ın “Yaman çelişki” başlığı taşıyan mektubuşöyle:

Son günlerde, “KCK” adı altında yürütülen 35 Kürtgazetecinin tutuklanması ile sonuçlanan operasyonun vegazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de yargılandığıODA TV davasının duruşmasının ardından yaygınmedyada tartışılan, köşelere taşınan gündemlerden birisi“Tutuklu Gazeteciler” tartışması.

TGS ve bir çok uluslararası gazeteci örgütünün sonoperasyon ardından açıkladığı tutuklu gazeteci sayısı100’e yaklaşırken, Adalet Bakanlığı’nın “8 gazeteci”tutuklu açıklamasındaki ısrarı ise “şaşırtıcılığı” korumayadevam ediyor. Yaygın medyada tutuklu gazetecilerüzerine yapılan tartışmalar ise bazen Adalet Bakanlığı’nınyaptığı şaşırtıcı açıklamalardan bile daha şaşırtıcıifadelere sahne oluyor. Kimi meslektaşlarımıztartışmalarını “onlar gazetecilik faaliyetinden dolayı değilörgüt üyeliğinden tutuklular” gibi absürt bir yöndesürdürürken, kimi gazetecilerin Türkiye’de gazetecilikfaaliyetinin yürütülmesinin (haber yazmanın, haber takibiyapmanın vb.) dahi örgüt üyeliğine polis fezlekelerisayesinde delil yapılmasını açığa çıkarma çabaları isemaalesef ki sonuçsuz kalıyor.

Cezaevinde kısıtlı imkanlarla izleyebildiğimiz,tartışmalarda ise insanın aklına şu sorular takılıyor: Birgazetecinin tutuklanmasının ardından “tutuklu gazeteci”sıfatı ile anılması için hangi suçu işlemiş olması gerekir?İkinci soru ise şu; Hakkında açılan ve tutuklanmasınasebep olan bir soruşturma kapsamında delil olarak sayılanbir gazetecinin, yaptığı haber, “örgüt adına faaliyetyürütmek” suçu mudur?

Acaba biz kimiz?Gel gelelim bizim durumumuza. Cezaevinde tutuklu

bulunan bir gazeteci olarak yürütülen tartışmalarınardından şu soruyu soruyorum şimdi kendime: “Acababiz tutuklu gazeteci miyiz yoksa örgüt üyesi mi?” Gerçeğisoruşturmanın ayrıntılarında birlikte aramaya çalışalım.Savcılık sorgusu aşamasında önüme ilk konulan delil“İmralı’da sessizlik sürüyor” başlığıyla yayınlanmışhaberim oldu. Merak ediyorum; devlet yetkililerinin PKKtemsilcileri ile yaptığı görüşmelerin basına yansıdığı birsüreçte gözlerin çevrili olduğu İmralı’da 150 günü aşkınsüredir Öcalan ile avukatlarının çeşitli gerekçelerle nedengörüştürülmediği sorusu üzerine haber yapmak, acabagazetecilik faaliyeti mi yoksa “örgüt içerisinde faaliyetyürütmek” suçu mudur?

Gelelim soruşturma dosyasına eklenen ikinci ilginçiddiaya. Kamuoyunda “puşi davası” olarak bilinen davadayargılanan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi CihanKırmızıgül’ün telefon rehberinde cep telefonu numaramınkayıtlı olması. Tekrar soralım o zaman; bir gazetecininhaber kaynaklarına telefon numarası vermesi, acaba“gazetecilik faaliyeti mi” yoksa “örgüt üyeliği mi” (KiGalatasaray Üniversitesi’nde öğrenci ve benim detanıdığım bir arkadaşımsa). Ve ben de Kırmızıgülhakkında bir çok haber yaptım, yapmaya da devamedeceğim.

Üçüncü delil ise çok daha ilginç. Adliyede KCK adıile yürütülen operasyonlar kapsamında gözaltına alınanBDP’li siyasetçilerin adliyeye sevk edilmesinin ardındantakip ettiğim haber. Haber takibi yaptığım sırada beniyayınlanmış haberlerdeki imzalarımdan tanıyan birgazetecinin haber programına canlı yayın bağlantısıylakatılarak haber ayrıntılarını canlı yayında gazeteci olarakaktarmak mı şimdi gazetecilik faaliyeti yoksa örgütüyeliği midir acaba.

Karşıma son delil ise bu kez ilginç değil komik.Taksim’de siyasi partilerin ve STK’ların bir protestogösterisi sırasında haber takibi yaparken polis tarafındançekilmiş bir fotoğrafım. Sıkılmadan yine soralım. Birgazetecinin, bir basın açıklamasını onlarca meslektaşı ilebirlikte elinde not defteri ve fotoğraf makinesi ileizlemesi gazetecilik faaliyeti midir yoksa örgüt üyeliğimi?

Bunların hemen hemen aynıları tutuklanan gazeteciarkadaşlarımızın soruşturma dosyalarında delil olarakgösteriliyor. Örneğin gazeteci Ömer Çelik’in Vandepreminin ardından ailesini kaybetmiş küçük birçocuğun hikayesini haberleştirmesi örgüt üyeliği migazetecilik faaliyeti mi? Şimdi de medyada yapılantartışmalarda “Gazetecilik faaliyetinden dolayı tutukludeğiller” diyen deneyimli meslektaşlara soralım. “Bizkimiz acaba gazeteci mi yoksa örgüt üyesi mi?” Busoruya ne cevap verecekler merak ediyoruz.

Acaba ‘onlar’ gazeteci mi?Tartışmaya birde şu noktadan bakmak gerekmez mi?

Şırnak Uludere’de 35 sivil yurttaşın yaşamını yitirdiğivahim olayın ardından 20 saat sessizliğini koruyan,patronlarından ve koltuklarını kaybetmekten korktuklarıiçin, tek kelime etmeyenler, yaşanan katliamın vahametinikamuoyundan gizleyenlerin takındıkları tavır acaba“gazetecilik faaliyeti midir” yoksa, “3 maymunuoynamak mıdır?” Ya da şöyle soralım “onlar” gazetecimidir?

Bir de şu soruyu ekleyelim: “35 sivil yurttaşınyaşamını kaybetmesinin ardından anı anına gerçekleriyazan gazetecilerin haberleri yarın haklarında açılansoruşturma kapsamında örgüt üyeliği için delil yapılabilirmi?

Birileri Türkiye’nin siyasi atmosferinde gerçeklerinyazılmasından rahatsız olmuş anlaşılan. Gazeteciler sonoperasyonların hedefi oldu. Ama o gazetecilerin ölümle,tehditle, işkenceyle, baskıyla, yasakla, davalarlabitirilemeyen Özgür Basın geleneğinin gazetecileriolduğunu bir an olsun akıllarından çıkmıştı. Gözaltınaalınırken “Tarih sizi de yargılayacak”, “Biz yazmayadevam edeceğiz” derken gazeteciler, onların dışarıdakiarkadaşlarının “Susturamayacaksınız” manşeti ilegazetelerini çıkarmaya devam etmesi de buoperasyonunun sonunu getiren, boşa çıkaran en güzelcevap oldu. Aslında bu yıllardır devam eden büyük birkapışma. Gazetemizi bombaladılar, ertesi gün “Bu ateşsizi de yakar” manşeti ile çıktı. Dünün Türkiye’sindebunun adı “Kontra zihniyete karşı Özgür Basın” ikenşimdiki ismi ise İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in “Birde terörün arka bahçesi var. Bunlar terörü resimletuvallere, şiirlere, kitaplarla, köşelerinde gazetelereyansıtıyorlar” ifadelerini kullandığı açıklamasındakizihniyete karşı gazeteci arkadaşımız AbdurrahmanGök’ün ifade ettiği gibi “Gerçek habercilik kaygısıduyarak çalışan, görevi Ape Musa’lardan, MazlumErenci’lerden devralan Özgür Basın çalışanı gazetecilerinkapışması.”

Zindan30 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2012/02 * 13 Ocak 2012

Cezaevinden bir mektup...

“Yaman çelişki”

“Tecrit öldürüyor”

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul ŞubesiCezaevi Komisyonu 10 Ocak günü Taksim HillOtel’de gala gerçekleştirerek “Tecrit öldürüyorF tipi hapishaneler kapatılsın!” şiarıyla üç ayboyunca yapacağı kampanyasının duyurusunuyaptı.

Galada, aralarında Vedat Türkali, İlkayAkkaya, Hakan Yeşilyurt, Erkan Can, DeryaAlabora, Hale Soygazi, Altan Erkekli, YetkinDikinciler, Zuhal Olcay, Ece Temelkuran, PınarSağ, Suavi, Nurgül Yeşilçay ve Fırat Tanış’ın dabulunduğu 36 aydın, sanatçı, yazar vemilletvekilinin parmaklıklar ardında çekilmişfotoğrafları da sergilendi.

Yönetmen Tolga Karaçelik’in hazırladığı vesanatçı Nur Sürer’in oynadığı kısa filmingösterimi yapılarak hapishanelerdeki hücreyaşamı anlatıldı.

Gösterimin ardından Cezaevi Komisyonuadına Av. Ahmet Fazıl Taner ve İHD İstanbulŞube Başkanı Abdülbaki Boğa birer konuşmayaptı. Vedat Türkali, Akın Birdal, BarışAnneleri’nden Döndü Ana ve Pınar Sağ da birerkonuşma yaparak düşüncelerini ifade ettiler.İlkay Akkaya ve Hakan Yeşilyurt ise galada birerezgi seslendirdi.

F tipi cezaevlerinin kapatılması için 3 aysürecek olan kampanya çerçevesinde filmgösterimleri, yürüyüşler ve oturma eylemleriyapılacak. Her hafta F şeklini alacak şekildesiyah elbiseler giyerek ‘ortaçağ karanlığınıtemsil eden’ gaz lambaları ile oturma eylemleridüzenlenecek.

Kızıl Bayrak / İstanbul

10 Ocak 2012 / Taksim

10 Ocak 2012 / Taksim

Page 31: SY Kızıl Bayrak 12-02

Çocukluğumuzun bilindik masallarından “Hanselve Gretel”. Bu masalda üvey anneleri tarafındanistenmeyen, sevilmeyen bu çocuklar ormanabırakılmak istenirler ve babaları tarafındanbırakılırlar. Ceplerine çakıl taşları dolduran buçocuklar, babaları onları ormana götürürken gizligizli bu taşları yol üzerine bırakırlar ve evin yolunutekrar bulup dönerler. Fakat üvey anneleri onlarıtekrardan ormana bıraktırmaya kararlıdır. Ne yazıkki bu defa Hansel ve Gretel’in ceplerinde çakıltaşları yoktur, bu yüzden yemeleri için verilenekmekleri yollara minik parçalar halinde atarlar.Babaları ormana bırakıp gittiğinde onlar yolu budefa bulamayacaklardır. Attıkları ekmekler kuşlarayem olmuştur çünkü… Ormanda bir kulübe bulurlar.Cadı Magda’nın kulübesini. Magda çocuklarısahiplenir ve bakmaya başlar…

İşte şimdi de “Hansel ve Gretel’in GerçekÖyküsü”ne geçiyorum. Louise MURPHY’nin tekrarkaleme aldığı bu öykü 2. Dünya Savaşı sırasındaPolonyalı iki Yahudi çocuğu anlatıyor. Polonya,savaş sırasında “cehennemin merkezi” olarakadlandırılmıştı. Almanlar’ın öncelikli planıYahudileri, Çingeneleri, Polonyalı liderleriöldürmek, yaşlıları ve çocukları ise yeni Almandüzeninin hâkim olacağı şehirlerin kurulmasındakullandıktan sonra ölüme mahkûm etmekti.

Peri masalındaki sözkonusu acımasız üvey anneyoktur romanda. Gettoyu terkeden baba, çocuklar veüvey anne motosiklette kaçmaya başlarlar. Fakatdaha fazla ilerleyemeyeceklerdir, SS’lerin dışındakiherkese motosiklet kullanmak yasaktır çünkü.Ormandan geçerken çocukları kendilerine güvenlibir yer bulmaları için bırakırlar. Kendi isimlerionların Yahudi olduğunu ortaya çıkaracağı için üveyanneleri onlara yeni isimler bulur “Hansel veGretel”. Ormanda köyden uzak bir kulübe bulurlar.“Büyücü Magda” olarak tanınan yaşlı bir kadınınevidir burası. Magda çocukları kabul eder. ÇocuklarıSS’e akrabası olarak tanıtır ve onlara yemekalabilmek için karne çıkartmayı başarır. Gretelkulübenin içinde bulunduğu ormanı çok sever ve sıksık evden uzaklaşıp derinliklerine iner. Magdabunun tehlikeli olduğunu ona anlatmıştır. Yine böylebir gezisinde iki adamın tecavüzüne uğrar ve aklınıyitirir. Artık Hansel için her şey daha zor olur. Onusürekli koruyan ablası bilincini kaybetmiştir.

Babaları ve üvey anneleri yolda karşılaştıklarıpartizanlara katılırlar. Sovyet Ordusu her gün birazdaha Polonya’ya yaklaşırken artık onlar da öncümüfrezenin içindelerdir. Üvey anneleri yaşamınıRuslar bölgeye varamadan önce yitirir.

Köyden tekrar kaçmaları gerektiğinde bu sefer

Hansel Gretel’i korumak zorundadır. Hansel bukitapta yaşama isteğinin, inadın, karalılığın ve aslavazgeçmemenin adıdır aynı zamanda. Uzunyolculukları tekrar başlamıştır. Kulübe, orman çokgerilerdedir artık. Geldikleri yere, gettoya dönmeyeçalışırlar. Artık Naziler terketmiştir Polonya’yı.Gretel yolda her şeyi hatırlar. Kardeşini korumasıgerektiğini, ölüleri ve savaşı… Hatırlayamadığı tekşey gerçek adlarıdır. Şartlanmayı, korkuyu getirenbu savaş çocuklara isimlerini unutturmuştur.Söylememeleri gereken şeyi düşünememişlerdirbile. Bu tarz düşünceler o günün Polonya’sındaölüme davetiye çıkartacak türden düşüncelerdir. Vetekrar gettoda buldukları babaları kulaklarınafısıldayacağı ana kadar da isimlerinihatırlayamayacaklardır.

Ve Magda, iyi yürekli, sevgi dolu cadımız.Sevebilmenin ve her şeye rağmen sevgide ısraretmenin cadısı. Özgür Polonya’yı görmeyi ne kadarda hak ediyordun. Senin sonun da ne yazık ki

binlerce insan gibi gaz odası oldu. Fakat ocaktayakıldıktan sonra küllerinin her yere yayılmasınaengel olamadı gözü dönmüş katiller. İşte o küllerkonduğu toprakta sevgi yeşertmeye devam ediyor.

Kitabın anlatıcısı da olan sevgili cadımızın sonsözleriyle bitirmek istiyorum:

“Bitti işte. Hikâye dosdoğru anlatıldı. Gerçeklerne daha ağır ne de yalanlardan daha güzeldi. Yinede gerçeği sevmemi sağlayan bir şeyler vardı. Ve busevgi dönüp dolaşıp doğrular size birarmağanmışçasına sunulana dek içimi kemirdi.Çünkü bir şeye duyduğumuz sevgi sahip olduğumuzher şeyin sonudur.

Çark dönüyor. Mavi gökyüzü ve yeşil zemindeuzun bir yol kat ediyoruz. Ancak dünyayı ve canıterk etiğimizde ruhumuzun kadehinde sadece sevgikalır. Sonsuza kadar bu sevgiyi içeriz. Biliyorum.Çünkü ben Magda’yım. Ben cadıyım.”

Ankara’dan bir Kızıl Bayrak okuru

CMYK

Mücadele Postası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Kitap Tanıtımı…

“Hansel ve Gretel’in gerçek öyküsü”

Page 32: SY Kızıl Bayrak 12-02