t ez k ır ·e - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d01353/2005_41/2005_41_ozdemirs.pdf · allah...
TRANSCRIPT
t ez k • ır ·e
düşünce, siyaset, sosyal bilim
sayı 41, kasım/aralık/ocak'05
AKP lKTlDARI: 'MÜSLÜMAN'IN ATEŞLE lMTlHANI
Şetınur Özdemir
Bu yazı, AKP'nin iktidar ve yönetim deneyimi üzerinden Türkiye'de dinsiyaset-iktidar ilişkilerini bir kuramsallaştırma denemesidir. Yazı boyunca dinsel inanç ve ternalann devreye sokulduğu durumda iktidar deneyiminin teorik ve pratik gerilimlerinin ortaya koyduğu açılımların Türk siyasetinin ikili (laik ve lslami) evreninde ne anlama gelebileceği sorgulanıyor. Yazının son bölümünde Recep Tayip Erdoğan'ın doğu-tipi lider tipolojisini yansıtma kapasitesinin sorgulandığı kısa bir değerlendirmeye de yer veriliyor.
Anahtar Kelimeler: AKP, Iktidar, Emanet olarak Iktidar, (Kutsal) Devlet,
(doğu-tipi) liderlik, Recep Tayip Erdoğan
Laik Bakış ve Eleştirisi
Allah Devletinde Demokrasi kitabında Faik Bulut (1993: 10), günümüz şartlarında bir grup "Islam savaşçı"sımn pratiğinden yola çıkarak bütün bir Islam dinini "bir devlet arayışına"; Ibn Teymiyye'nin "bir devlet olmaksızın Islamiyetİn mümkün olamayacağı" fikrini de biraz alay biraz da ürküntü yüklü bir Allah Devleti fikrine indirgiyor. Oysa, diğer dinler gibi Islam'ın da herşeyden önce insanlara karmaşadan "kurtarıp" bir toplum hayatını öğütleme!vaaz etme misyonu dikkate alınabilir; ve Islam'ıı:ı ortaya çıktığı koşullarda bir kamu düzeninin olmaması nedeniyle de bugünkü anlamda bir devlet değil, ama kamu düzeninin sağlanmasına dönük çabanın sonucunda ortaya çıkan yönetsel aygıtın mimarı olarak görülebilir. ı Böyle bakılınca, Islam'ın devlete yaptığı vurgunun, hayvanlar
Bir topluma devletsizliginlkamusal düzeıısizliğin hakim olması halinin neye benzediğini tahayyül etmek içiııse çok uzağa gitmeye gerek yok; halihazırda bütün dünyanın çözüm üretmeye çalıştıgı Irak'ın "devletsizlik" ortamı buna verilebilecek en iyi örnektir. Nitekim, belki Iraklı Şii
t e z k i r e , düşünce, siyaset, sosyal bilim dergisi, sayı 41, kasım 1 aralık 1 ocak 2005, s. 97-112
98 tezkir e
için bile kendiğiliğinden bir düzenin sözkonusu olduğu evrende, insanların kaos ortamında yaşamaması, insanlararası ilişkilerin niteliğinin şansa (ya da güçlünün erkine) terkedilmemesine yönelik bir vurgu olarak anlamlandırılması d~ha mümkün ve yerinde olacaktır.
Bu yazının, bu tür çalışmalarda vurgunun İslam=Devlet eşitlernesi kurulacak denli dar siyasete/yönetsel boyuta indirgemesine2itirazla başlamasının iki nedeni var. Bu itiraz, İslam'ın "ruh"una dair içseVsubjektif koşullar yanında İslam-dışı objektif tarihsel koşullardan da beslenmektedir.
Bu nedenlerle ben, İslam'ın gerekleriyle müslümanlara atfedilmek istenen bu türden bir İslamcılığın bağdaşmadığını düşünüyorum: Evet, Müslümanlar İslam-cı olamazlar. Olamazlar; çÇınkü öncelikle, müslümanların tek kalıba, kültüre ve dolayısıyla hoşgörüsüz ve hareket kabiliyeti olmayan dar bir alana sıkıştırmak anlamına gelecektir. Ki, ne daktrin/öz olarak, ne de diğer din ve kültürlerle eklemlenebilirliğin/içiçeliğin ilk başarılı örneğini bize veren derin İslam (toplumları) tarihselliği ile (Hodgson, 1995: Cilt I ve II) bu "itham", İslam düşünce geleneği ve deneyimi ile bağdaşmamaktadır.
Bu nedenledir ki, Müslümanlar (en az herhangi bir başkadinin mensupları kadar) herhangi bir yönetseVdüzen sağlayıcı aygıtın şemsiyesi altında varlıklarını/inançlarını sürdürebilirler. Tabii ki, elden geldiğince bu ortamda da inançlarının gereğini yerine getirmeye çalışarak; zira, örneğin sınıflı toplumun meşru sayıldığı bir devlet düzeni altında yaşanabilir mecbur kalındığında, ama bu sınıflılığın ruhuyla çatışmadan ve ona meydan okumadan olmak zorunda da değildir elbette.
Sonuç olarak, bu durumda, 'laik' ve 'müslüman' iktidar kavramlaştırmalarını belirleyen yönelim ve terminolojiler arasındaki derin farklılık nedeniyle, aslında, bu iki pozisyon alışın tamamen farklı şeylerden bahsettikleri halde aynı konu üzerinde kavga ettiklerini ve hak'iddia ettiklerini düşünebiliriz: Şahit olduğumuz şey; bir sağırlar diyaloğunu andmrcasına karşılıklı tekabüliyederi olamayacak dönem, kavram ve kaygıların yanyana getirilmesinden ibarettir. Ilk kategoride, sanki bil-fiil insanların
grupların düzen sağlama konusunda gösterdiği çarpıcı yetkinlikle Islam'ın devlet ve .düzene yapuğı vurgu· arasında bir paralellik kurulabilir. (Bu konuda Şiilerin neden daha aktif bir tutum aldıklarının izahı da çok önemli olmakla beraber benim bilgi sınırlarımı aşllğından bu yazı çerçevesinde böyle bir işe girişilmeyeceklir).
2 Muhtemelen "Islam mevzusunun" akademisyenlerce dahi dar politika ve ideolojiyle sınırlı bir "lslamcılık"a indirgenmek sureliyle 'işlenmesi'nin temelinde de bu ideolojik tercih yaunaktadır.
Şennur Özdemir 1 AKP Iktidarı 99
yönetmedikleri bir düzen olabilirmişcesine; daha da önemlisi, Osmanlı deneyimine yön veren din adamlarından oluşan ve yönetsel becerilerle donatılmamış kişilermişcesine saidırmaktadır İslam ve devlet kavramlarının yan yana getirilme (değil gerçeğine) satır aralarında böyle bir ima aramak suretiyle ihtimaline bile. Oysa, ikinci kategoride, devlet etme ve siyaset sözkonusu olduğunda dert, pratik düzeyde bir dışlanma-yoksanmaya başkaldırı; düşünsel etkinlik düzeyinde ise "devlet etme"nin "nasılıyla" yani etik boyutlarıyla ilgili 'gerçek ve meşru'3 kaygılard~m köken alır.
Batı'nın Kutsal Devlet Filai'ne Karşı lslam'm (Allah) Devleti.
Yukarıdaki 'Mutlak'la ilişkilendirilmiş bir kutsal devlet fikri sözkonusu olduğunda bizim içinde bulunduğumuz tarihsel-toplumsal ortamın bununla ilişkisi, bilindiği gibi, salt fikir düzeyinde kalmamışken, bu özellikle de batı-tipi Hristiyanlık için belki fikir düzeyinde bile "yeni"dir4 -Hegel'in diyalektik tarihsel sürecin s.onucuna yerleştirdiği "kutsal devleti" gibi.S Bu nedenledir ki, batılı düşüncelfelsefe dili bütünüyle somut dünyevi düzeyle ilişkilendirilmesi bağlamında neredeyse bütünüyle boşluğa tekabül eden bir "meta-fizik" özelliğe sahipken (bkz. Heidegger, 1817: 73)6, doğulu (düşünmenin) dilinde fizik'le fizik ötesi; beden'le ruh, kavram'la gerçeklik, etle tırnak ya da unla yoğrulmuş su gibi içiçe geçmiş bir birbirinden ayrı düşünülemezlik/varolamazlık arze-
3 Burada kullanıldıkları haliyle 'gerçek ve meşru'dan bir kasıt da, özellikle bu tip kaygılar "rejimi ele geçirme" ya da "geçirse bile teokralik devlet kurma ihtimali içermeyen" kişi ve gruplar tarafından dile gelirildiğinde bir tehdit olarak algılanmıyor olmasıdır.
4 "Iktidar (kutsal) ile iktidar (dünyevi) arasında doğuda tarihsel olarak hiçbir zaman "Sezar'ın hakkının Sezar'a verildiği" bir açıklık bulunmarmştır: Bir müslüman, böylece, yapuğının Kutsal'ın rızasıyla ne denli bağdaşık olduğundan tam olarak emin olamayacaksa da (böyle olması için sürekli çabalayıp dua etmesi ve yardım dilemesi beklenir) üstlendiği iktidarı kendine mal etmemesi gerektiğini bilme anlamında "kendi iklidarı"yla "Mutlak lklidar"ı özdeşleştirme "cürelini" göstermesinin önünde dünyevi (Bu konuda bazı Kutsaldan kaynaklanan engellerin Kur'an ve diğer dinsel kaynaklardan türetitmesi bence mümkün olabilir) bir engel bulunmami.Ştır.
S Hegel'in düşüncesinde, bizatihi düşüncenin süreçselitarihsel niteliğinin, kendisi de zaten 'düşünme için düşünme' olarak tanımlanan -bunu Weber'e araçsal olmayan yani, değer/ilke yönelimli gerçek rasyonelfdüşünsel etkinlik olarak da tercüme ettirebiliriz- mutlak oluş tarafından belirlenen diyalektik yasası diğer insan etkinliklerine de uygulanabilir.
6 "Soyut olayları canlandırma" konusundaki "mucizevi" diliyle Kur'an da bu soyut-somut bütünleşmesini destekleyici olduğu ileri sürülmektedir (bkz: Ateş'in çevirdiği Kur'an-ı kerim'e yazdığı sunuş yazısı).
100 tezkir e
derler: 7 Bunu söylemek bir bakıma, doğuda metafizik düşüncenin hiç bir zaman yerleşmediğini ileri sürmek demektir. 8
Batı dillerinin metafizik olma özelliğini problematize eden Heidegger9, bu "metafizik soyutluğu!boşluğu" Hegel'den yola çıkarak ele alır: Mutlak olan'a karşılık gelen evrensel ve genellenebilir olanın da üstünde yer alan herşeyin toplamı olan (soyutun da soyutu) olarak bir hiçliğe tekabül eden Varlık'ının somutlanıp ele geçirilemez oluşunu "meyve" örneği üzerinden aktanr (181 7: 1817: 66): Buna göre meyve, ne elmadır, ne armut, ne çilek, ne de erik; öyleyse ('evrensel'e yönelen) arzu, satın alınamaz -yerine getinlemez/ele geçirilemez- (dır).lO Doğulu anlayışta
ise, 'Mutlak' hem varlıkların oluşlannı hem de 'ideal' boyutunu içerir. Bu, eşzamanlı olarak soyutluklar dünyasını olduğu kadar elle tutulan gözle görülen somut fiziki dünyayı da kapsadığından, herhangi bir meyvenin yokluğunda dahi "arzu"yu yerine getirebilecek başka yakın seçenekler sunulabilir size: örneğin, meyvenin de sel;ızenin de aynı kaynaktan gelip aynı ihtiyaca yönelik olması dikkate alınarak, size "meyve kalmadıysa bile sebze almanız" konusunda teklif getirilebilir -batılı kavrayış için daha da "absurd" bulunabilecek başka şeylerin sunulması bile sözkonusu olabilir.ll Mutlak Varlık ille de soyut olarak kurgulanıp kav-
7 Dogu-tipi insanın batılı felsefeyi "kelime oyunlarından ibareuniş gibi" algılamasının da, sözümona bizim ülkelerde batı-tipi felsefe kapsamına girecek anlamda (başarılı) felsefeci yokluğun un; ve hatta ülkemizde insanların neden az okuduğunun bile bu kritik 'fark'tan hareketle açıklığa kavuşturulması mümkün olabilir: ete kemiğe büründürülmemiş fikirler alıcı bulmaz ve kolay kolay geçit vermez bu binyılların ürünü olan deneyimiyaşam ile düşüncenin ayrılmaz kardeşler kılındığı sosyo-kültürel iklimde. Marks'ın "altyapı-üstyapı" kavramlaşurmasının batı ger- · çeğini mükemmelen yakaladığı halde, bu ikisinin ayrılmaz bir ikili olduğu bizim örneğimizde neden sorun çıkarıp durduğu da böylece anlaşılır hale geliyor: kavramlar, düşünceler, idealler dünyası maddi olandan bağımsız olmuş olsalardı dogulullslami bağlamımızda, elbette üstteki yapı olarak nitelendirilirlerdi, ama böyle bir şey hiçbir zaman olmadı ki ...
8 Bu konuda derinlemes\ne bir taruşma için bakınız, Özdemir (2004b). 9 Bu metafizik özellik kendisini; metafiziğe karşı ve ona tepki olarak ortaya çıkan toplumbilimin
bile ancak uygulama alnında bir "toplum mühendisliği"; teoride ise metafiziğe yakın bir soyutluğun egemenliği alundaki pozitivist yaklaşımidüşünce şeklinde vuku bulmasında da ortaya koymuştur.
10 Bir "ele geçirilemezlik'te karşılığını bulan bu 'Hiç'lik, soyutlama düzeyinde (ve tekil düzeyde) kendisini Mutlak Varlık'ın bir parçası olarak duyumsayabilen din ve düşünce adamlarının toplumsal içinde bu bir/aynı oluşu sürdürebil~elerinin imkansızlığı olarak okunabilir. Bu imkansızlık da yine aslında algılama düzeyinde kalır; zira, öyle ya da böyle o toplumsallığın ve o evrensel oluş sürecinin bir parçası, halkasıdır (idea-l-ler dünyasının düşünen) kişi(si) de gerçekte.
ll Ben Hegel'in "meyve" örneğini notlar alarak okurken, TV: ekranından annesiz kalmış aslan yavrularını ernzirmekle de kalmayıp bir anne şefkatiyle benimseye(bile)n bir köpeğin hikayesinin anlatılıyor olmasındaki 'hoş' eşzamanlılık, burada sanırım not edilmeli.
Ozdemi1· 1 AKP iktidarı 101
ranınadığından somutluklar dünyasının ideali yansıtan soyut dünyayı bozup kirleteceği düşünülmez bile: dolayısıyla, soyut-somut birlikteliği herhangi bir çelişki görülmeyerek doğallığı içinde benimsenir; tıpkı cinselliğin ya da başka bedeni isteklerin kirli bir şey olarak görülmemesi gibi.12 Bedeni ve dünyevi haz ve isteklerin kirliliğini ve temizliğini tayin eden bunların ne biçimde "eylendikleri"yle bağlantılandırılır sadece. Doğuda en derindeki arzunun Mutlak'la bağlantısı çoktan kurulmuş olduğundan bütün tekil arzuların Arzu'dan kaynaklanması nedeniyle bağlanuya geçilen herşeyden önce 'Mutlak Arzu' olmaktadır böylece: "Gönül muhabbet ister kahve bahane" iddiası, bizim toplumumuz için ne denli gerçekse, yukarıdaki saptamalar da o kadar gerçektir.
Buna mukabil, meyve üst başlığı altında toplanan herşeyin sorunsuzca meyve olarak ele geçirilebileceği bir sonsuzcasına eklektik doğulu bağlam tahayyül edebiliriz: yani, meyvenin bütün meyveleri kapsadığından herhangi birinin "işimizi" görebileceğini düşünmenin önünde bir engel bulunmaz. Bu, genel olarak bütün bir "kimlik ve fark" mevzuna genellenebilir de: Doğu için bütün farklılıklar Allah'ın tekliğinde birleşebilirlerken; ban için "farklılık" kesin olarak bir ayrılık-gayrılık/uzlaşmazlık nedeni olabilmektedir.13 Böyle bakınca, en üst genelleme olarak soyut 'meyve'nin batı düşüncesinde "ele geçirilememesi"nin nedeni, gerçekte (kirli arzuyu temsil eden) "somut"la araya konmak istenen mesafeyle ilgilidir. Böylece, mesele, "meyvenin satın alınamaz oluşu"ndan ziyade, "yasak meyve"den uzak kalma zorunluluğunun ortaya koyduğu bir "işi
ı2 Weber'in Islam sözkonusu olduğunda ortaya çıkan "ortalama etik" ten duyduğu memnuniyetsizliğin kaynağında bu bedeni istekler konusundaki "tavizkarlığın" yatması da tesadüf değildir. Oysa, gerçekten de bir "ortalama ve denge" dini olarak özetlenebilecek Islam dininde bu bakımlardan ölçü, bunların "aşınlığa" vardırılmamasıdır: Ölçüyü yansıtan aşınlık mevzu sözkonusu olduğunda ise, batılı katı ahlak anlayışının aksine, ideal(!) ar dünyasına "kafayı takıp" as ketizmin dozunu kaçırmak da aşırılık olarak görülerek "men edilmiş" olanlar arasındadır.
13 Somut tekillikler olarak varlıklar ile soyut evrensellik olarak Varlık arasındaki (aslında düşünce düzeyinden kaynaklanan ve görmezden gelmek konusunda özgür olduğumuz) farkın, bauda üzerinde kafa dahi yorulmayacak denli veri kabul edildiği ortaya koyan açıklamaları ve soyut ve somut arasındaki bağlantının kurulmasında temel bir problem olarak batılı "dil"lerin ıaşıdığı karakteri gördüğünü yansıtan görüşleri için bkz: Heidegger (1817: 62-6 ve 73). Benzerliklerden ziyade farkları vurgulayan ve farkları uzlaştırmada seçeneksizliğe düşerek zorlanan batılı tarihsel bağlarnın (ister Hegelci idealizm isterse Marksist maddeci formunda olsun) çözüm için sert bir çatışmacı diyalektik sürece bel bağlamış olması da bu çerçevede anlam kazanır: Mutlak Oluş'la Mutlak Varlık arasındaki açıklığın da müsebbibi olan dünyevilikle ilintilendirilmemişlikten muzdarip bir zaman içinde kurulacak "MutlaklkutsaVide~l" dünya/düzen kavrayışı/anlayışıdır bu; ve hiç kuşkusuz, bu tahayyüle göre, bu keskin çauşmacı diyalektiğin arzulanan(ideal düzen) ı öteki dünyay:,ı kadar sürekli erteleme ihtimali de imkan dahilindedir.
102 tezkir e
yokuŞa sürme" meselesidir. Kişi, arzusunu soyut düzeyde ortaya koyarak adeta arzunun ele geçirilmesinin bütün imkan zeminini ortadan kaldırmak istemektedir. Çünkü, bu kültür ikliminde somutla bağlantılı olarak kirli ilan edilen arzu soyut ve somut düzeyler arasındaki hiçbir "gerçek" geçişliliğe izin vermemektedir. ı 4
Dolayısıyla, "laik bakış" alunda incelediğim batı esinli bakışa göre kutsa1/idealizasyon esinli bir devlet fikrinin baskı ve zorbalıkla özdeşleştirilmesi doğaldır. Ama, en derin hafızasında kutsa1/dünyevi ayrımı neredeyse hiç yer tutmamış olan doğulu insanın 'Allah DevietP fikrini tuhaf bulmak şöyle dursun, onda kendisi için bir emniyet bulmasına da biraz 'anlayış'la ıs yaklaşmak mümkün olabilir.
Alman düşünce geleneğine de damgasını vuran. Heidegger'in (1817: 4 2) de "metafizik boşluk" karşısında önerdiği gibi, şayet somut gerçekliklerden "mutlak"lık seviyesinde sözedilecekse, batı için bile, hiç değilse araçsallaştınlmayan kendiliğindeliklerimizin içinde "düşüncemizin
· (kendini) düşünmesi, konuşmamızın (kendini) konuşması, yazmanın (kendini) yazması, ve nihayet iktidarın (kendini) iktidar etmesi" yoluyla hiçliğin aşılmasına hizmet etmek mümkün olabilecektir; yeter ki biz, (kendi) gerçeğ(imiz)e sadık kalmamızın en büyük güvencesi olan kendiliğindenlik potansiyelimize sahip çıkmış olalım. O z~man, bütün bu etkinlikler karşısında bizim konumumuz onların bizim içimizden geçerek kendilerini ortaya koyup/eylemelerini mümkün kılmaktan ibaret olacaktır.
Buradaki "başim" ölçütü ·de böylelikle, ister batılı kendiliğindenlik potansiyelinden, isterse lslam inancından temellendirelim, ne denli ka-. zandığımız, şan-şöhret sahibi olduğumuza kıyasla olmayıp, kendimizi ne denli az araçsallaştıracağımızla, insan yanımıza ne denli sadık kalabildiğimizle ve dolayısıyla kendimizi mutlak anlam ve ereğe yaklaşılmasında . ne denli araç kılabildiğimizle bağlantılı olacaktır: Kur'an'ın pek çok ayetinde işlenen ("Tanrı'nı bir tek Tanrı (Allah) olduğu", ve Herşeyin O'na ait olduğu ve O'ndan geldiği" fikrinden türetilen) lslam'ın Birlik (Tev-
14 Ama elbeue, bir geçişlilik, bir etkileşim kaçınılmaz olarak vuku bulmaktadır bauda da. Yaşam devam ettigine göre öyle de olmalıdır bu hiç kuşkusuz. Filozof ve teologlann yaptıkları ise, bu kirli dünyanın dışında kalmak adına olan biteni es geçmekten ibaretti: En azından ona kaulmayarak somut düzeyin kirliligine hizmet ediyorlardı.
ıs 'Anlama'nın, hana 'anlayış gösterme'nin, ille de olumlamak!dogrulamak anlamına gelmedigini, üstelik bu konularda "cemaat-içi" bir fikir birliginin dahi olmadıgı bir ortamda, bilmem ayrıca belirtmeye gerek var mı?
Şennur Özdemir 1 AKP iktidan 103
hid) prensibini de, pekala bu çerçeve içinde anlamlandırabiliriz. "Insanlık ideali''nin gerçekleşmesi için emanet olarak yürütülen iktidara hükmeden (tekilliğimiz içinde) biz olmayacağız. Yapmamız gereken, sadece kendimizi, (Heidegeryen betimlemeylel6 (evrensel!Mutlak) iktidar gerçeğinin (kendi kendine) iktidar etme (bizim içimizden geçerek hüküm sürmesine) sürecinin 'hizmetkarı' kılmaktan ibaret olacaktır. Yani, iktidar l_<ılığındaki Allah emri olarak kutsal'ınfMutlak'ın olması gerektiği gibi (varoluş nedenine uygun olarak) işlemesine vesile olup, ters yönde işlemesinin ise aracısı olmamak şeklinde .. ,17
İşte o zaman, ister Weber'den kalkarak, doğal-gerçek-değer bağlantılı bir iktidarın nasıl olması gerektiği konusunda gerçekten bir akıl yürütıneye kalkışalım, isterse de kutsal metinleri samimi ve merak dolu bir kaygıyla tekrar tekrar gözden geçirelim, kendimizi iktidar konumuna oturtmamış ama 'Iktidar'ın gerçekte hizmet etmesi gerken kutsal doğrularının hizmetine vermiş oluruz: "buyurgan devlet/iktidar" ile "hizmetkar devlet/iktidar" arasındaki farkı tayin eden kriter de zaten bir iktidarın, bir grup ya da grupların çıkarlarından ını; yoksa, insanlığın veya belli bir toplumun genelitoplam iyiliğinden mi köken aldığıyla bağlantılıdır. Biraz korkuyla biraz da ürküntüyle ele alıp gönderme yapınaya alışık olduğumuz Islami bir kutsal Allah Devleti (iktidarı) fikrinin biraz felsefi bir derinlikle deşeleyince karşımıza işte böyle zararsız bir çerçevenin çıkabildiğini görüp şaşırabiliriz. Insan etkinliğini bu şekilde kavramlar dünyasıyla da dolayıınlamakla bir bakıma tam da insanın evren içindeki yerini soınutlamış olmaz mıyız? Burada sorunun, bu dolayımlamayı yapacak kişilerin böylelikle kat-kat artıracaklan güçle ne yapacakları noktasında düğüınleneceği elbette ki açıktir.
16 Heidegger'in (küçük harlle başlatarak tapılacak dünyevi tannlara gönderme yaptığı) 'tanrısızdüşünme' ('god-less ılıinking') yoluyla kişinin Mutlak hakikat durumundaki kutsal Tanrı'ya daha fazla yaklaşacağını ileri sürerek metafiziğe karşı tavır alarak anlatmak istediğiyle, Islam'ın Tevhid ilkesi (Allah' dan başka dünyevi tanrılar olduğu vehmine kapılmamama) aniatılmak istenen ve doğulu bağlarnın beden-ruh ikiliğine dayanmayan kültürel iklimi arasındaki özdeşliğe varan benzerlik çarpıcıdır: Her ne kadar teknolojiye teslim olan bau için Heidegger, "metafizik"bunun gerç~k çözümlere götürecek bir yol inşasına vesile olacağı konusunda umutlu olmasa da ... (bkz. 1817: 72).
17 Bütün bu açıklamalardan maksat, "emanet olarak iktidar" fikrinin ille de islam düşüncesiyle bağlantılı olmayıp genel olarak düşünce tarihinin kabulleriyle de örtüştüğünü ortaya koymaktır: "Emanet olarak iktidar"ı islam-dışı (islami olarak nitelendirilmeyen demek belki daha doğru, zira 'düşünceler' arasındaki etkileşimin tarihsel olarak ne kadar gerilere gittiği bilinmektedir.) düşünce tarihine "kendinde -ya da kendi için- iktidar" olarak tercüme edebiliriz.
104 tezkir e
Kutsal devlet'in fikir düzeyinin ötesine geçemediği Hıristiyan batı için , günümüzde sorunun ikiye katlandığı söylenebilir: Eskiôen sorun, sadece 'idea'l (olan)ın gerçeklikle zorlamacıiçatışmacı olmayan biçimlerde ilintilendirilememesiyken, görünen odur ki, şimdilerde, çatışmanın hazırlayacağı ertelenmiş yarınlardan da umut kesiliyor gibidir. Somut olanla ilişkqenmekte hiç bir güçlüğe sahip olmayan (her hangi bir tekilin, Allah'ın birliğinin bir parçası olduğu sürece, yani birlik gerçeğini redderınediği dürece aynı Mutlak'ın parçası olmak sıfatıyla, evrenseli temsilinde hiç bir engellbeis görülmez) İslami bağlarnın akıbeti de, aslında, siyasal alanın bir tür sekülarizasyonu olarak görül.ebilecek bir kader olmuştur. Hatta, Osmanlı deneyiminden iyi bilindiği gibi, pek çok defa (lslam) din(i), siyasal gerekierin meşrulaştıncısı olarak işlev görerek siyasal ve dolayısyla dünyevi olan'ın öncelik kazanmasında en büyük rolü oynamıştır. Weber'in (1978. Vol.II: 1185) İslam'ın bir "savaşçılar dini"ne dönüşerek "asketik!etik" özelliğini bütünüyle yitirmiş olduğu yönündeki İslam adına pek de hoş olmayan saptamasıyla anlatmaya çalıştığı da budur. ıs Burada deneyimlenen de bir bakıma, İslam'ın "doktrin, kavramiaştırma ve idealizasyon" yanını uygulama ve belki de isim olarak İslam dinini dünyada egemen kılmak adına geri plana atılmış olmasıdır.
'Müslüman' Bakış: Emanet Olarak lktidar
Özellikle de AKP iktidarının ilk yıllarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ağzından sıkça duyduğumuz, ama yakın tarihin siyaset dilinde belki de hiç yer tutmayan kritik bir cümledir, "emanetin emin ellerde olduğu". 'Emanete hıyanet'in artık alenen ortalığa dökülmüş olduğu kimi
18 Bu noktada, dogu ve batı için geçerli olan farklı kurtuluş ve ahlak temellerinin kaynağına da bizi götüren ve alsında hepimizin iyi bildiği ilk-tarihsel gerçek atlanmamalıdır: Sözkonusu dinlerin ortaya çıkış koşullarında, doğrularını gerçek yaşama aktarabilme kapasiteleri bakımından kritik önemde olan siyasetidevlet ortamları bakımından nasıl bir dünyanın içine düşmüş olduklarına bakılması gerekir. Bu açıdan, Hıristiyanlık için uzun yıllar geçerliliğini koruyan elverişsiz ortama karşın, Islam için serbestçe serpilebileceği ve olumlu mesajlada yaygınlaşmasında bile hizmeti altına alabileceği bir kaotik toplumsal ortamın yarattığı avantaj açıktır. Tavizsiziortalama olmayan, paylaşılamayan bir "Mutlaklaşurma ve ahlak" anlayışı somut gerçeklik düzeyine aktanlamayan bir boşluğa tekabül etme sonucunu doğurmaktadır Hıristiyanlık için. Kavramlarla somut gerçeklikler dünyasının birbirinin üstüne tam olarak bir türlü kapanıp da (birbirlerine) kavuşturulamadıkları bir 'idea'l(ler) dünya(sı). Idealle ilişkilendirilememiş olduğundan 'kutsal-dışı' görülen dünyanın ancak çalışmalarla yüklü bir zamanın sonrasında kutsalla buluşması sözkonusu olacaktır.
özdemir 1 AKP Iktidarı 105
konular dile getirilirken özellikle de. Peki, bu cümlenin gücü, dahası silıri nereden kaynaklanmaktadır? Tek bir cümleyle verilen o kritik mesaj ya da mesajlar toplaını nedir? Cümlenin İslami-kültürel çağnşımlarla yüklü, özellikle de geniş kesimler nezdindeki cezp edici gücü açıktır. Buna mukabil toplum elideri de sadece bu değil diğer kültürel-geleneksel-
. İslami çağrışım yüklü mesajlardan had safhada rahatsız olmaktadırlar kuşkusuz. Geldiğimiz noktada yukarıdakilere benzer başka sorular da türete biliriz:
Şimdi biz, belki de kendisini "İslamcı" olarak nitdendirmesi mümkün olmadığından muhafazakar ilan etmekten başka çaresi kalinayan (Aktay, 2003) AKP yönetimi dolayısıyla bu Allah DevietPnin neresindeyiz? Allah'ın iktidarda olduğu Devlet nasıl bir şeydir? Bir Allah Devletinden sözetmek için, ille de, o düzenin "şeriat düzeni" olduğunun ilanı gerekir mi? Yoksa kendisini müslüman olarak tanımlayan insanların işbaşına gelmeleri bunun gerçekleştiğinin bir işareti olarak alınabilir mi? Allah'ın yeryüzündeki "halifeleri"nden olan bu iktidarın taşıyıcıları olarak bu müslüman insanların davranışlanna yön veren kriterler nelerdir? Doğrudan İslami metin ve kaynaklardan türetilmese bile bir toplumun iyiliğini gözeten yasalara bağlanmış bir düzen zorunlu olarak İslam'la bağdaşmaz ilan etmenin belli şartlara bağlanınası sözkonusu olabilir mi? Bu konularda müslümanlar arasında neden derin görüş ayrılıkları bulunmaktadır? Son olarak, İslam'ın, Kur'anda ibadet ve ideal düzenin gerçekleştirilıneye çalışılması konusunda şartları zorlaştırmak şöyle dursun (bu örneğin katı bir disiplin ve dünya-dışılık gerektiren Hıristiyan pratiğin tam tersidir) kolaylaştırma gayesinden hareketle Müslümanların öncelikli amaçlarının ille de kendilerine ait ve 'saf bir İslam ideali'nin peşine düşüp, belki de inancını yaşayabilecek olduğu halde kendisine zoraki sorun yaratmak yerinel9 İslam'ın daha yaşanabilir hale getirilmesi için çabalamasının İslam'a daha uygun düşeceği bile ileri sürüleınez mi ? Dahası, bir "Müslüman iktidarı"nın yargılanması (hem Allah hem de yönetilenler nezdindeki) da bu iktidarın ortaya kayacağı dünyevi sonuçlara göre olacağına göre, bu iktidarın olumlu ve olumsuz İCraatının (bu dünyadaki sonuçlarına tekabül etmek üzere) yargılanm;sındaki ölçüt ya da ölçütler neler olabilir?
19 Nitekim, belli bir devlet düzeni ve ideolojik tercihin ilan edilmesinin insanların yaşamına gerçekten o ideolojileriniyönetsel ideallerin haltim kıiınması anlamına gelmediğini destekleyen örneklerle dolu değil mi zaten dünyanın yakın siyasal tarihi?
106 tezkir e
Sanırım, AKP iktidarının anlamlı ve etraflıca bir muhasebesini yapmak bu sorular etrafında mümkün olabilir. Aşağıdaki satırlar, bu amacı yerine getirmeye yetmeyecekse de doğu tipi iktidar etmenin anlam ve içeriğini AKP iktidarı bağlamında yapmayı hedeflemektedir.
Bir Müslüman için, her şeyin ve tabii iktidarın da (gerçek ve tek) sahibi Allah'tır hiç kuşkusuz. (O kadar ki, insanlar kendi bedenlerine dahi "emanetçi" konumundan yaklaşmak durumundadır. Hoyratça ve kişisel sahipliğimizi abartmadan, hatta mümkünse yok sayarak bir ilişki kurmamak gerekir yani, kendi aklımız ve bedenimiz ve eylemlerimizle bile: Bu (fiziki boyutu temsil eden) hayat da zaten, mal ve mülk'le (kısaca iktidarla) ilişkisinde insanın, yaratan (Allah) karşısında verdiği bir sınavdan ibarettir. Bu sınavın, güç, mevki-makam sahipleri için çok daha ağır olduğu da yaygın bir inanıştır. Bu 'imtihan hali', sadece İslam'ın 'iktidar et~ me' karşısında getirdiği uyarı ve sınırlılıklardan kaynaklanmamaktadır hiç kuşkusuz. Realitede, belki de asıl sıkıntı, 1980'lerden bu yana İslamcı-laik ekseninde işleyen siyaset mekanizmasının halen rejim savunusunu tekelinde bulundurma hevesinden vazgeçmemiş görünen 'laik blok'unun sürekli göz hapsi altında olmakla da ilintilidir. Bu bağlamda, en küçük bir 'haddini aşma' karşısında verilen çok sayıda 'göz dağlarına' da tanıklık etti geçtiğimiz 3 yıllık AKP iktidarı.
'Halk İslamı'nda kök salmış "yokluk ta şeref bulan"20 anlayış (Ülgen er, 1981) da bunlarla bağlantılıdır. Aksi yönde davranmak, insan eyleminin kaynağına kendi kişisel arzularımız da dahil başka bazı etkenleri koymak suretiyle, İslam dininin en ayırdedici gereklerinden biri olan Allah'ın tekliği ve O'na "ortak koşmamak" gerektiği prensibiyle çelişmek anlamına gelecektir. Bu tek (Hakikat/Mutlak'ı temsil eden) Allah dışındaki bir şeye yönelmek, ondan güç almak ve benzeri"sapmalar" insanın (araçsallaştırmak suretiyle) önce kendine sonra da zincirleme olarak bütün evrene · ihaneti demek olacaktır: Para-pul, mevki-makam, gurur, korku, şan-şöhret vb. etkenler21 ortak koşmayla 'kastedilen ve saptırıcı olanlardır.
' 20 Allah'ın işini zorlaşurmak istediği kullarını güç ve serveı.le donatarak "sınavı" daha çetin hale getirdiği konusunda bile hem Kur'andan hem de başka kaynaklardan yola çıkılmaksuretiyle ileri sürülebilir. Tabii tam tersi de yoksul tutluklan için geçerlidir; ki bunların kısmetleri, gerçek ve sonsuz olanı temsil eden manevi zenginlik konusunda açık tutulmuştur.
21 Serbest piyasanın ideal bireyi için uygun görülen özgürlük tam da burada bahsedilen "ortak koş- . ma"yla özdeş olduğundan pek çok düşün ür liberal yaklaşımın "rasyonel seçmeye" dayalı özgürlük anlayışını kaygıyla karşılamış ur. Buradaki özgürlük, güç ve başarı için en iyi seçenek ya da
özdemir 1 AKP Iktidarı 107
İşte bu çerçevede, bir Müslüman için "ateşten bir gömlek" giyrnek gibidir hem maddi hem de manevi açılırnlarıyla güç ve servet. İktidar "ateş"tir; ve ateş, Kur'an'da her türden aşırılığı ve cehennem azabını tarif etmede en sık başvurulan-'sernbol'dür: İktidar (özellikle de paylaşılmadığında ve süreklilik arzettiğinde) aşırılıktır. Bu nedenle iktidar pozisyonundaki Müslüman kişi, sahip olduğu 'iktidar'la bile arasına mesafe koymak, yani onu aşırı benimsememe k durumundadır: lktidarı rnutlaklaştırrnak ve kendisiyle Allah'ın lütfu olduğu gerçeği dışında özdeşleştirrnek lslarn'a göre çok tehlikelidir. Zira, herkesin Allah'ın yeryüzündeki ernanetçileri ve temsilcileri olması anlamında Allah'ın halifeleri olduğu bir dinde birilerine iktidar verip diğerlerini bütünüyle bunun dışında olduğunu nonnal sayan bir anlayışa izin verilerneyecek olmalıdır. İktidarın
. Allah'a ait olması, kimsenin kendisini işgal ettiği mevki ve rnakarnla özdeşleştirrnemesi gerektiği anlamına gelecek biçimde anlaşılrnalıdır:22
Başbakan R. Tayip Erdoğan'ın 3 yıllık iktidarları boyunca gerek kendisi, gerekse hükümet ileri gelenleri, milletvekilleri ve belediye başkanları için sık sık benzeri cürnlelerle uyardığına tanıklık etti Türkiye: 'Rehavete kapılrnarnak' yönündeki uyarısı bu türden uyarılar içinde en seküler çağrışırnlı olanıydı.
"Ernanet"e nasıl muamele edilir? Herhangi bir emanet için sorulabilecek bu basit sorunun yanıtı, bilindiği gibi, '" emanet'in gerçek sahibinin bizden istediği/beklediği ve umduğu gibi" biçiminde olacaktır. Basit bir emanet bile çok değerli olduğunda buna hıyanet etmemenin herkes için çok kolay olmadığı aşikarken, sahibinin Kur'an aracılığıyla bir kez, o da dalaylı olarak konuştuğu böylesi değerli ve bir bakıma sahibinin ne şe~ kilde muamele etınernizi beklediği konusunda kuşkuya düşmenin de
· ötesinde tıpkı kendi bedenimizi sadece kendimizin hissetmedeki doğal-
seçenekler LOplaınının benimseneceği (Makyavelist) 'amaç için herşeyin mübah sayıldığı' elikkarşıtı (etik-dışı bile değil) bir özgürlüktür.
22 Bu noktada, doğu tipi şahsiyelin kamusal içinde kurulan özelliğinin alu çizilmelidir. Siyasalliderlik de dahil, hiç bir düzeyde bireysel güce dayalılık anlamında kahraman yaratılmaması bu bağlaında dikkat çekicidir. Aslında, Osmanlı padişah ve yöneticilerinin sonradan ını günümüzdeki anlamıyla kahraınanlaştırıldıkları; yoksa, dönemin tarih yazımının üslup ve içeriğine de batı-tipi bir kişi-yüceltiminin egemen olup olmadığını incelemek oldukça ilginç sonuçlar koyabilir ortaya. Ayrıksılık ve başarıyı kendine mal etme özendirilmez. ve hoş görülmez. Kur'an'da kıyamet alametleri arasında sayılan "yüksek binalar" kadar kıyamet alameti olabilecek bir yere sahip olabilir Kur'an nezdinde (değerini ve gücünü kendinden menkul sayan) "kahraman" olsa olsa: aşırılığı ve 'Allah'a ortak koşmayı' çağrıştırdığı ölçüde Islam ortamı için "ateş"in kardeşi olarak görülecektir.
108 tezkir e
lık gibi iktidar pozisyonu da kalıcılaşuğı ölçüde ona sahip olmak en doğal hakkımızmış ve iktidar bizimmiş gibi hissetmek mümkündür: Tıpkı bir sürü güç sahibinin kendisini gücü temsil eden o konum ve pozisyonla özdeşleştirmesi gibi. 23
En genel biçimde ifade edilecek olursak, bütün dinler insanlara kötüyü men edip iyiyi öğütlemektedir: Amaç, bir toplumu (giderek insanlığı) kötülük ve eksiklikten, iyilik ve tamlığa doğru yükseltmektir. Bütün mesele, bu "soyut" 'iyi ve kötü'nün insanlar tarafından ete kemiğe büründürülüp somutlandırılmasının nasıl yapılacağı meselesidir. Ancak, yukarıda doğu adına ortaya konulan çerçeve ne denli olumlu olursa olsun, sonuç olarak "iyi ve kötü"ye karar verecek olanlar da bunların sonuçlarına katlanacak olanlar da yine bu "yalan dünyanın biz fani insanları"ndan başkası değil. Ayrıca, hiç kuşku~u:;::, ortaya çıkacak sonuçların yöneticilerin "niyetlerinin" iyiliği ve kötülüklerinin ötesinde olumsuz sonuçları ve yaptırımları da olabilecektir yönetenleri ve yönetilenleriyle biz insanlar için ... ve, iktidarlar daima (sadece) niyetlerine göre değil ama aynı zamanda ve genellikle yapılarıların ortaya koyduğu sonuçlara göre değerlendirilirler; ki, bilindiği gibi, bu sonuçların kendisini (olumlu ve olumsuz halleriyle) gecikmeli olarak göstermesi ihtimali daha yüksektir. Bütün bunlara değinmekten maksat, din-siyaset ilişkisinin anlamlandınlıp tahlil edilmesindeki sosyolojik/bilimsel olduğu kadar, inananlar açısından (ya da konunun ilahiyat boyutu bakımından da) da zorluklarla dolu engebeli bir yol olmak durumunda olduğuna dikkat çekmekti.
Biliyoruz ki, hiç de adil olmayan bir 'kötü' uygulamayı 'iyi'ymiş gibi gösterecek meşrulaştırıcı araçlar/ideolojik aygıtlar (Weber, 1978; Althusser, 1994) insanların elinde mevcuttur. Ve, bu çerçecede elbette ki, geriellikle sistemler, güçlünün lehine sonuçlar üretecek şekilde planlanıp yürütülmekte ve yönetilen/zayıfbırakılan kesimler de bir nev'i kandırılarak eski durumlarının içinde tutul(abil)maktadırlar. Birer inanç sistemi olarak dinler de, meşrulaştırıcı sistemler olarak en kaba tabiriyle insanları kandırmanin en güçlüisağlam aracısı kılınabilmektedir. Bu nedenle, geniş kesimlerin memnuniyet ve sisteme yükledikleri meşr~iyet bile her zaman işlerin olması gerektiği gibi yürütülmekte olup ol:madığını anlamayı sağlamamaktadır. Bu durumda ilave başka bazı kriteriere de ihtiyaç
23 Gerçekte kendimizi hastalıklarımızla, yaşlılığımız veya gençliğimiz, cinsiyetimiz, ülkemiz, ailemiz, okulumuz ve benzeri pek çok durum ve/veya kurumla özdeşleştirme yoluna da gidebiliyoruz ...
Şennur özdemir 1 AKP Iktidarı 109
duyulacağı açıktır. Nedir Bunlar? Bu ikisi arasındaki uygunluğu test edecek olan hiç kuşkusuz insandır; ve bunu, aklı ve diğer duyularını kullanarak yapacaktır.24 Örneğin, belli ellerde birikmiş ne güç ne de servet olmayacak. ... yani sınıflı bir toplum olmayacak. .. Bunun olduğu bir sistem-. den insanlar memnun olsalar ya da daha doğru bir ifadeyle şikayet beyan etmeseler de bu ortamı lslam'a uygun olarak nitelendirmek mümkün olamayacağından elbette ki Müslümanların bu ortamın değişmesi için çaba göstermelerine25 şaşırmamak gerekecektir.
Buradan, dinler, kültürler, ve medeniyetler-ötesi bir biçimde belki her tür iktidar eyleme biçimi için şu genellerneye varabiliriz: lktidarın yanlış
. elde olduğunun ve "emanete" ihanet edildiğinin en Önemli göstergesi de, böylece, 'denge'yi yok sayan aşınlıklara açık bir yönetim pratiği olarak tasvir edilebilir. Aşınlıkların engellenmek ve cezalandınlmak yerine teşvik edilmesi durumunda, mutlaka, denge prensibi gereği, bu iktidarların kendi bindikleri dalı kesecek sonuçlar ortaya çıkacaktır. Ama bu "istenmeyen" sonuçlar, aslında iki kere ikinin dört etmesi kadar doğal ve anlaşılır olmalıdır; zira, iktidar edilmiştir edilmesine ama, onun "mutlak'ınaföz'üne" sadık kalınarak iktidarın ger(ç)eği yerine getirmek sure
tiyle değil; kendiliğindenliği içinde bir iktidar etıne pratiği yerine, en temel oluş ve yaşam prensibini yok sayan bir sahte, indirgenmiş, evrenseli temsil etmeyen amacın hizmetine girmiş bir iktidar eyleme/etme durumudur bu.
24 Bu iddia, meşruiyelin üç temelinden (gelenek, inanç ve yasa) (Weber, 1978, Cilt I: 36-7) biri olan inanç faktörüyle desteklenmelidir: Tahmin edilebileceği gibi burada kastedilen meşruiyet zemini, Weber'in meşruiyelin 'en saf hali' olarak nitelendirdiği ve "doğal yasayı" temsil elliğini belirtliği -araçsal olmayan rasyonellik olarak- değer yönelimli rasyonel inanıştan ("value-ralional faiıh") kaynaklanır. Bu lip rasyonellik koşulu olarak da, yine Weber'den (1993: 207, 209) yola çıkarak, "doktrin"le (iıianılan ideale karşılık gelecek biçimde) deneyimlenmekte olan gerçeklik arasındaki açıklığın artmasının neden olduğu 'elik gerilim'i gösterebiliriz.
25 Islam'ın bir cihatlsavaş dini olduğunun doğruluğu; ama bunun ille de bildiğimiz bil-fiil savaşmak olmak zorunda olmadığı; ki zaten, bu lipsavaşada Kur'an'ın ancak saldırı karşısında cevaz verdiği burada not edilmelidir. Bunun dışında, cihal'ın asıl ve daha dogru karşılığının 'çabalamak' anlamına gelen bir 'savaşım'/mücadele haliyle özdeş olduğu; O kadar ki, Islam düzeni kurulduğunda bile Islam, 'gevşeme' anlamına gelmek üzere "barış" ı men eder (Buradaki yorumlar hakkında detay için bkz, Özdemir, 2004a). Zira, düzeninesasen bütün düzenler için geçerli olacak bir biçimde "bozulmadan" sürdürülebilmesinin koşulu, hareketli-dinamik bir insan çabasınaleylemine bağlanır. Aksi taklirde, gerçekten de "ideal" sayılan düzene ulaşan insanın yaşama amaç ve arzusunu kayheLmesi gerekirdi ki bu, felsefi anlamda varoluşun olduğu kadar daha kaba bir toplumsal varoluşun da yaşam kanallarının kuruması demek olurdu.
ııo tezkir e
Buradaki denge, batının dikey olarak 'sonsuzca' büyüyebilen26 ve bu nedenle de her türlü dışlama ve öteleme/yoksama için hazır bir meşrulaştıncı zemin sağlayan iktidar anlayışının tersine, her türden "öteki"ni (hem maddi hem de kültürel farklar temelinde) yok saymamak, hesaba katmak, dahası içermek zorunluluğuna dayanır. Doğu-tipi iktidara, adeta, bir tür "zorunlu" çoğulculuk/demokrasidir sözkonusu olan. Çünkü, doğulu kavrayış onu gerektirir ]:d, (belki, ülkemizde İslam dışı popüler bir inancın yansıması olan "karma" kavramıyla da karşılanabilecek olan) bu denge prensibi gereği, sen olan bir şeyi yok saymaya kalkarsan o sana hiç de hoş olmayan biçimlerde ispatlayacaktır varlığını ... Bir kere öncelikle, iktidann ömrü kısa olacaktır. Bu iktidann akibetini ve nihai yargılamasını ortaya koyacak olan, evrende ve toplum hayatında olması gereken dengeye ne ölçüde hizmet edildiğine bağlı olacaktır.
Doğu-Tipi Liderlik: Recep Tayip Erdoğan27
Yukanda çizilen çerçeve içerisinde, gerek yatay iktidar, pratiği gerekse kamusal şahsiyetlerin aynksılıklannın özendirilmemesi bağlarnındaki denge prensibi gereği AKP iktidannı bir lider olarak iyi taşıdığı su götürmeyen Recep Tayip Erdoğan'ın kısa bir karakter analizini yapmak istiyorum:
Bu noktada, batı-tipi lider doğu-tipi lider ayrımı yapmak mümkündür: Zannedildiğinin ve hep doğuya atfedildiğinin aksine doğu-tipi lider, temsil bakımından toplumunun doğal bir uzantısı ve doğru bir yansıması olabildiği sürece "liderdir". Bu bakımdan, batının sürprizlerle dolu ve kendisinden diğerlerini "olağanüstü" ve beklenmedik çözümler bularak sevk ve idare etmesi beklenen liderinden oldukça farklıdır.28 Doğu-tipi
26 Bu batılı, alabildiğine dikey, 'iktidar gerçeği'nin meşruluk kaynağı, bilindiği gibi, dinsel temelde, "kunuluş"un kişi eksenli olarak ete kemiğe büründürülmesinin uzun bir tarihselliğe sahip olmasıyken; bunun dünyevi ayağını hiyerarşik ve ayrıcalıklara dayalı aristokratik düzen ve bununla bağlantılı 'kahramanlık etiği' tamamlar (Weber'in batılı ahlakı kişisel ve kahramanlık temelinde açıklarken, toplumca paylaşılan ortak doğulu ahlakı "ortalama ahlak" olarak ele alışıyla ilgili olarak bakınız, (Weber, 1978: Vol.2: 1105, 1068; ayrıca bakınız Turner, 1991: 311).
27 Bu yazıda önceki dönemin lslam(c)ı siyasetini temsil eden Erbakan tipi liderliği doğu-tipi olarak görmediğimi -nedenlerine değinmeksizin- belinmekle yetineceğim.
28 Bu tiplerneyi dayandırdığım etik temel açısından, diğer çalışmalarımın hemen tamamında da bir şekilde başvurduğum doğu-ban tipolojisi kısaca şudur: Doğunun paylaşılan, kamusaliağı içinde anlam kazanan "ortalama etik"iyle, baunın tck kişilik kurtuluşunun kau disipline dayalı çileci ahlakı ve bunu tamamlayan aristokmlik kahramanlık ahlakı.
Özdemir 1 AKP iktidarı ı ı ı
· liderden, başarı ve olumluluklan olabildiğince anonimleştirip paylaşması (hatta belki de kendisiyle ilintili bile gönnemesi), sorumluluğu ve/veya hatayı ise bütünüyle üstleurnesi beklenir. Lider, gerek dinsel metinleri gerekse Allah'ın yarattığı evrenin ve toplum düzeninin (matematiksel karşılığı da olan) işleyiş mantığını dikkate alarak benzer bir "denge"ye hizmet etmek zorunda olan kişidir29. Bu nedenle de kişiler toplumda sivrilmek ve lider olmak için özel gayret sarfetmezler, dahası sarf etmemelidirler de. Zaten, aksi şekilde davranan kişilerin doğu-tipi bir ortamda başarı şansı da yoktur zaten -batıda ise bilindiği gibi, daha aileden başlayarak, kişilere her düzeyde sivrilme ve diğerlerini geride bırakarak lider olma yönünde bir eğitim verilir.30
Bir diğer nokta da, etrafındaki işin ehli de olan kiınselerin göreve buyur edilmeleri karşısında "hayır" demelerinin doğu-tipi liderlikle bağdaşmayacak olmasıdır. Tam tersine, göreve talip olma değil, görece çağrılma esastır. Bu bağlamda ben, 3 yıllık AKP iktidarı boyunca Başbakanın çeşitli vesilelerle kimsenin gelip göreve talip olmamasını, kendilerinin göreve kimin layık olduğunu bulup çağıracaklarını ilan ettiğini
anımsıyorum. Bu çerçevede, liderlik pozisyonundaki kişilerin de, etrafındakilerin telkinine açık olmalan ve onların güvendiği bir şeye güvenmeleri gerekmektedir.
29 Islami kesimlerde sıkça başvurulan "fıtrat" mantığını sanırım burada özellemeliyim: Aslında, lslam dininin ne anlamda bir "teslimiyet" dini olduğunu da önemli ölçüde açıklayan fıtrat yaklaşırnma göre, her insanın evrendeki başka herşey gibi, 'vahşi' doğa durumunda kendi haline bırakıldığında dahi, kendiliğinden Allah'ı ve Allah'ın insanlar için tasarladığı toplumsal yaşantı tarzına yaklaşacağıdır -bu yaklaşımın "doğal durum"u kaosla ve geniş kesimleri de böylesi bir doğal duruma malıkurniyetle özdeşleştirme eğilimiyle batılı yaklaşımlarla taban tabana zıtlık içinde olduğuna da diklmt çekmek isterim: Temel fark, doğal durumu Allah'ın düzeni olduğundan kişiyi doğru yola CAllah'ın yolu) bile götürebilecek bir barış durumu olarak gören anlayışla kontrol altına alınması gereken "vahşi" savaş durumu olarak gören anlayış arasındadır.
30 Belki gereksiz, ama günümüzün hakim esnek yönetim anlayışın da, gerek siyaset gerekse de iş dünyasında sivritmekten ziyade koordine eden ve herkesin yeteneklerini açığa çıkarıp verimli olabilmesi konusunda etkin olabilen yatay ilişki kurma yeteneği (yani paylaşma ve ilişki becerileri) gelişkin kişilerin katılımcılığı özendiren ve hiyerarşik olmayan tarzlarıyla doğu-tipi liderlik arasındaki benzerliğe de dikkatinizi çekmek isterim.
112 tezkir e
KAYNAKÇA
Aktay, Y. (2003) İslamcılıktaki Muhafazakar Bakiye, Modem Türkiye'de Siyasi Düşünce,Muhafakarlık, 5. Cilt, derleyen Ahmet Çiğdem, İstanbul: tletişim Yayınlan
Althusser, L. (1994) İdeoloji v~ Devletin Ideolojik Aygıtları, çev. Mahmut Özışık ve Yusuf Alp, tletişim: İstanbul.
Faik B. (1993) Allah Devletinde Demokrasi, Tüm Zamanlar Yayıncılık, İstanbul. Heidegger, M. (181 7) Idendty and Difference. Trans. Joan Stambaugh. New York: Har
per&Row.
Hodgson, MGS. (1995) Islam'ın Serüveni: Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, çev, Alp Eker, Mutlu Bozkurt ve diğerleri, Cilt I ve II, lz Yayıncılık, İstanbul.
Özdemir, Ş. (2004) Bilgi Sosyolojisi Açısından Doğu ve Batı, Uluslar arası tlişkiler Dergisi, Cilt,1, Sayı:1, Bahar.
Özdemir, Ş. (2005) MÜSİAD ve Hak-lş'i Birlikte Anlamak: Sınıflı Bir İslami Ekonomi Mi?
Modem Türkiye'de Siyasi Düşünce: Islamcılık. edt. By. Yasin Aktay. İstanbul: lletişim.
Ülgener, S. E (1981) D ünü ''e Bugünü ile Zihniyet ve Din: Islam, Tasavvuf ve Çözülme Devri Iktisat Ahlakı. İstanbul: Der yayınları.
Weber, M. (1978) Economy and Society Vol I-ll. Berkeley: University ofCalifornia Press. Weber, M. (1993) The Sociology of Religion. Boston: Beacon Press.