t.c. am btez.sdu.edu.tr/tezler/ts03478.pdf · 2020. 8. 20. · t.c. sÜleyman demĠrel...
TRANSCRIPT
T.C.
SÜLEYMAN DEMĠREL ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
ĠNTERNET ORTAMINDA KUR’ÂN’A YÖNELTĠLEN
BAZI ĠTHAMLAR VE CEVAPLAR
Necdet ġAġKAN
1430207044
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
DANIġMAN
Prof. Dr. Ġshak ÖZGEL
Isparta-2019
TEMEL ĠSLAM BĠLĠMLERĠ ANABĠLĠM DALI
i
T.C.
SÜLEYMAN DEMĠREL ÜNĠVERSĠTESĠ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
YÜKSEK LĠSANS TEZ SAVUNMA TUTANAĞI
Öğrencinin Adı Soyadı Necdet ġAġKAN
Anabilim Dalı Temel Ġslâm Bilimleri
Tez BaĢlığı Ġnternet Ortamında Kur‟ân‟a Yöneltilen Bazı Ġthamlar ve
Cevaplar
Yeni Tez BaĢlığı1
(Eğer değiĢmesi önerildi ise)
--
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim-Öğretim ve
Sınav Yönetmeliği hükümleri uyarınca yapılan Yüksek Lisans Tez Savunma Sınavında
Jürimiz …./…./…. tarihinde toplanmıĢ ve yukarıda adı geçen öğrencinin Yüksek Lisans tezi
için;
OY BĠRLĠĞĠ OY ÇOKLUĞU
ile aĢağıdaki kararı almıĢtır.
Yapılan savunma sınavı sonucunda aday baĢarılı bulunmuĢ ve tez KABUL edilmiĢtir.
Yapılan savunma sınavı sonucunda tezin DÜZELTĠLMESĠ kararlaĢtırılmıĢtır.
Yapılan savunma sınavı sonucunda aday baĢarısız bulunmuĢ ve tezinin
REDDEDĠLMESĠ kararlaĢtırılmıĢtır.
TEZ SINAV JÜRĠSĠ
Adı Soyadı/Üniversitesi Ġmza
DanıĢman Prof. Dr. Ġshak ÖZGEL
Üye Prof. Dr. Hüseyin YAġAR
Üye Dr. Öğretim Üyesi M. Zeki SÜSLÜ
Yedek Üye
Yedek Üye
T.C.
SÜLEYMAN DEMĠREL ÜNĠVERSĠTESĠ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
YEMĠN METNĠ
Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “Ġnternet Ortamında Kur’ân’a
Yöneltilen Bazı Ġthamlar ve Cevaplar” adlı çalıĢmanın, tezin proje safhasından
sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel ahlâk ve geleneklere aykırı düĢecek
bir yardıma baĢvurulmaksızın yazıldığını ve yararlandığım eserlerin bibliyografyada
gösterilenlerden oluĢtuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmıĢ olduğunu belirtir ve
onurumla beyan ederim.
Necdet ġAġKAN
03/ 11 / 2019
ii
iii
ĠTHAF VE TEġEKKÜR SAYFASI
Bu çalıĢmayı, yakın zamanda vefat eden annem Remziye ġAġKAN‟a ve
babam Ġsmet ġAġKAN‟a; çalıĢmalarımda bana hep destek olan eĢim Zeynep
ġAġKAN‟a ithaf ediyorum.
Necdet ġAġKAN
15/ 11 / 2019
iv
(ġAġKAN, Necdet, Ġnternet Ortamında Kur‟ân‟a Yöneltilen Bazı Ġthamlar ve
Cevaplar, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2019.)
ÖZET
Günümüzde bilgi ve iletiĢimin en önemli kaynağı internettir. Ġnternet ortamında
Kur‟ân-ı Kerîm hakkında verilen bilgileri, ileri sürülen iddiaları, Kur‟ân-ı Kerîm‟e
yöneltilen ithamları bilmek ve bütün bu itham ve iddialara cevap vermek oldukça
önemlidir. Bunun için araĢtırmanın bir ön çalıĢması olmak üzere Türkçe yayım yapan
site, forum vb. internet ortamlarında Kur‟ân-ı Kerîm‟e yöneltilen ithamlar tespit
edilmiĢ; ardından konunun geniĢ kapsamlı olmasından hareketle sanal ortamda en çok
gündeme getirilen ithamlar seçilerek tezin kapsamı belirlenmiĢtir. Bu iddialar,
Kur‟ân‟ın tümüne ve onun belli âyetlerine yönelik olmak üzere iki ana baĢlık altında
tasnif edilerek cevaplandırılmıĢtır.
ÇalıĢmada, internet ortamında Kur‟ân‟a yöneltilen ithamların büyük bir kısmının
belli kaynaklardan alınarak internet ortamına taĢındığı, bazen alıntı yapılan kaynağın
kendisine dahi sâdık kalınmadığı, aynı ithamların farklı internet ortamlarında
tekrarlandığı, ithamlarla ile ilgili kaynakların dikkate alınmadığı ve dolayısıyla bilimsel
ölçütlerden ve bütüncül yaklaĢımdan uzak iddialar olduğu tespit edilmiĢtir.
Anahtar Kelimeler: Kur‟ân-ı Kerîm, ithamlar, Kur‟ân‟da kadın, Kur‟ân‟da
savaĢ, kıssalar, matematiksel hata, yedi kat gök, put isimleri, cennet, altı gün, Ģahitlik,
kölelik, özgürlük, iddalar.
v
(ġAġKAN, Necdet, Answerıng Some Charges Dırected At The Qur‟an In The
Internet, Master Thesis, Isparta, 2019.)
ABSTRACT
Nowadays, the internet is the most important source of information and
communication. In the internet, it is very important to know the information given about
the Qur‟an, the claims put forward, the charges made about the Qur‟an and to respond
to these claims and charges. For this purpose, as a preliminary study, Turkish publishing
site, forum and other internet environments, the criticism directed at the Qur‟an Kerime
was identified, the issue of the wide-ranging, virtual environment, by selecting the
charges that are brought to the agenda most, the scope of the thesis was determined.
These claims are classified under two main headings in our study, which are aimed at
the whole of the Qur‟an and its specific verses.
In our thesis study, it was determined that most of these charges directed to the
Qur‟an were raised in the internet by taking them from certain sources, that sometimes
the quoted source doesn‟t even stick to itself, that the some claims are repeated in
diffirent internet environments, that the sources related to the criticised subject are not
taken in to account therefore, it has been found that they are charges far from scientific
criteria and holistic approach.
Key words: Qur‟an Kerime, charges, women in Qur‟an, War in Qur‟an, short
stories mathematical error, seven flooms of the sky, names of idols, heaven, six days,
testimony, slavery, freedom, claims.
vi
ĠÇĠNDEKĠLER
TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI .......................................................................... i
YEMĠN METNĠ .............................................................................................................. ii
ĠTHAF VE TEġEKKÜR SAYFASI ............................................................................. iii
ÖZET ............................................................................................................................... iv
ABSTRACT ..................................................................................................................... v
ĠÇĠNDEKĠLER .............................................................................................................. vi
KISALTMALAR ......................................................................................................... viii
ÖNSÖZ ............................................................................................................................ ix
GĠRĠġ ............................................................................................................................... 1
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
KUR’ÂN’A YÖNELĠK ĠTHAMLAR
I. KUR’ÂN’IN KAYNAĞINA YÖNELĠK ĠTHAMLAR VE CEVAPLAR .............. 3
A. Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in Telifi Olduğu Ġthamı ........................................... 5
1. Kur‟ân‟ın Kendini (vahyi) Savunması................................................................. 9
2. Kur‟ân‟ın Benzerini Sunamamaları ................................................................... 11
3. Kur‟ân‟da Hz. Peygamber‟i Uyaran Âyetler ..................................................... 11
4. Vahin Geciktiği Durumlarda Hz. Peygamber‟in Sıkıntıya DüĢmesi ................. 15
a. Medine‟deki Yahûdî Din Adamlarının Soruları ............................................ 15
b. Ġfk Hâdisesi.................................................................................................... 17
c. Kıblenin DeğiĢtirilmesi.................................................................................. 18
5. Bir Âyet Gelinceye Kadar Beklemesi................................................................ 19
a. Bakara Sûresi‟nin 284. Âyet-i Kerîmesi ....................................................... 20
b. Hudeybiye AntlaĢmasındaki Tavrı ............................................................... 23
6. Kur‟ân‟ın Ġndiği Dönemde Bilinmeyen Bazı Bilgiler Vermesi ......................... 25
7. Vahyin Nüzûlü Sırasında Hz. Peygamber‟de Görülen Fizikî ve Ruhî
DeğiĢimler ......................................................................................................... 27
B. Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı BaĢkasından Aldığı Ġthamı.................................. 28
1. Kur‟ân‟ın Bu Ġddiaya BakıĢı .............................................................................. 28
2. Hz. Peygamber‟in Ümmîliği .............................................................................. 29
C. Kur’ân’ın Yerelliği .............................................................................................. 33
II. BAZI ÂYETLER ARASINDA ÇELĠġKĠLER OLDUĞU ĠTHAMI .................. 37
A. Aralarında ÇeliĢki Olduğu Ġddia Edilen Âyetler ............................................. 38
1. Kocası Ölen Kadının Bekleme Süresi ............................................................... 38
2. Zinâ Eden Kadının Cezâsı ................................................................................. 39
3. Ġçki Ġle Ġlgili Âyetler .......................................................................................... 41
4. Bazı Peygamberlerin Üstünlüğü ........................................................................ 43
5. Nesh Meselesi .................................................................................................... 44
6. Ġyiliğin Ve Kötülüğün Kaynağı ......................................................................... 47
III. KUR’ÂN KISSALARININ ÜSLÛBU .................................................................. 49
IV. KUR’ÂN KISSALARI VE EHL-Ġ KĠTAP EFSANELERĠ ................................ 52
V. SÛRE ADLARI ĠLE ĠÇERĠKLERĠ ARASINDAKĠ ANLAM ĠLĠġKĠSĠ ........... 56
VI. KUR’ÂN’DA TEKRAR ......................................................................................... 58
vii
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
KUR’ÂN’IN BAZI ÂYETLERĠNE YÖNELĠK ĠTHAMLAR
I. DĠN, VĠCDAN VE ĠRÂDE ÖZGÜRLÜĞÜ ............................................................ 61
II. SAVAġLA ĠLGĠLĠ ÂYETLER .............................................................................. 65
III. BENÎ KUREYZÂ YAHÛDÎLERĠ ........................................................................ 68
IV. KADINLARLA ĠLGĠLĠ ÂYETLER .................................................................... 72
A. Kadının Toprağa Benzetilmesi .............................................................................. 74
B. Ailede Kadın ve Erkeğin Konumu ........................................................................ 75
C. Kadının ġâhitliği .................................................................................................... 76
D. Çok Kadınla Evlilik (Poligami) ............................................................................. 78
E. DiĢi Putlar .............................................................................................................. 79
V. KADINA ġĠDDET .................................................................................................... 81
VI. HZ. PEYGAMBER’ĠN HZ. ZEYNEP ĠLE EVLĠLĠĞĠ ...................................... 83
VII. AHZÂP 52 VE BEDEL NĠKÂHI......................................................................... 86
VIII. KUR’ÂN’DA KÖLELĠK VE CARĠYELĠK ..................................................... 88
IX. CENNET VE NĠMETLERĠ ................................................................................... 92
X. CEHENNEMLE ĠLGĠLĠ ÂYETLER .................................................................... 94
XI. AZÂP ÂYETLERĠ ................................................................................................. 97
XII. TAKĠYYE .............................................................................................................. 99
XIII. BEDDUA ............................................................................................................ 103
VIV. PUTLAR ............................................................................................................. 105
XV. ĠNSANIN TÎN SÛRESĠ’NDEKĠ ĠKĠ YÖNÜ .................................................... 110
XVI. EVRENĠN ALTI GÜNDE YARATILMASI ................................................... 112
XVII. YEDĠ KAT SEMÂ ............................................................................................ 113
XIII. EN YAKIN SEMÂ ............................................................................................. 118
XIX. DÜNYA’NIN ġEKLĠ ĠLE ĠLGĠLĠ ÂYETLER ............................................... 120
XX. HAREKET EDEN DAĞLAR............................................................................. 123
XXI. “SULB” VE “TERÂĠB” ĠN AÇIKLAMASI ................................................... 125
XXII. MĠRAS HUKUKU ĠLE ĠLGĠLĠ ÂYETLERĠN ĠZAHI ................................ 127
A. Üç AĢamalı Taksîm ............................................................................................. 128
B. Taksimde EĢin Payının Ayrılmasına Öncelik Verilmesi ..................................... 130
C. Kadîm Ġslâm Miras Hukukunun GörüĢü .............................................................. 131
XXIII. HZ. YÛSUF DÖNEMĠ MISIR’IN ĠKLĠMĠ ................................................. 132
SONUÇ ......................................................................................................................... 135
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 140
ÖZ GEÇMĠġ ................................................................................................................ 148
viii
KISALTMALAR
a.g.e. : adı geçen eser
a.g.m. : adı geçen makale
a.g.t. : adı geçen tez
agmd. : adı geçen madde
a.s. : aleyhisselâm
bkz. : bakınız
C. : cilt
Çev. : Çeviren
Dr. : Doktor
DĠA : Türkiye Diyanet Vakfı Ġslâm Ansiklopedisi
DĠD. : Diyanet Ġlmî Dergi
DĠB. : Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı
Ed. : Editör
Ek. : Ekleyen
ĠFAV : Marmara Üniversitesi Ġlâhiyat Fakültesi Vakfı
ĠSAM : Türkiye Diyânet Vakfı Ġslâmî AraĢtırmalar Merkezi
Hz. : Hazreti
M.Ü. : Marmara Üniversitesi
md. : maddesi
ö. : ölümü
s. : sayfa
S. : Sayı
s.a.v. : Sallallahu Aleyhi ve Sellem
SDÜ : Süleyman Demirel Üniversitesi
Tahk. : Tahkîk
TDK : Türk Dil Kurumu
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
Terc. : Tercüme
ts. : tarih yok
Ünv. : Üniversitesi
y.y. : (basım) yeri yok
ix
ÖNSÖZ
Günümüzde bilgi ve iletiĢimin en hızlı, en etkin ve en geniĢ kapsamda
gerçekleĢtiği alan, internet ortamıdır. Sanal medya olarak da ifade edilen bu biliĢim
ortamında doğru ya da yanlıĢ her türlü bilgi yer alabilmekte, bu bilgiler birçok insana
ulaĢabilmekte ve dolayısıyla okuyucusunu olumlu ya da olumsuz olarak
etkileyebilmektedir. Bu durum, Ġslâm dini ve onun kaynakları hakkındaki bilgiler için
de söz konusudur. ĠĢte bu noktada, bu global bilgi ve iletiĢim platformunda Ġslâm dini
ve onun temel kaynakları ile bu kaynakların muhtevası hakkında paylaĢılan bilgilerin
incelenmesi ve değerlendirilmesi, hayatî önem taĢımaktadır. Ancak söz konusu
inceleme ve değerlendirmelerin daha geniĢ çalıĢmalar yapmayı gerektirdiğini de kabul
etmek gerekir. Yapılacak çalıĢmaların farklı konu baĢlıkları altında ve daha geniĢ çapta
çalıĢmalar olarak tasarlanması yararlı olacaktır.
Kur‟ân‟a yöneltilen ithamların geçmiĢi, Kur‟ân‟ın indiği döneme kadar
uzanmaktadır. Zirâ Kur‟ân‟ın kayanağına ve muhtevasına yönelik ithamlar, Kur‟ân‟ın
indiği ilk dönemden günümüze kadar hep yapılagelmiĢtir. MüĢriklerin ithamlarına karĢı
ilk cevapları da Kur‟ân‟ın kendisinin verdiği bilinmektedir.1 Kur‟ân‟ın nüzûlünden bu
güne kadar ona yöneltilen bu farklı ithamlar hep gündeme gelmiĢ, ileri sürülen iddialara
cevaplar verilmiĢ ve konu ile ilgili birçok eser telif edilmiĢtir. Ancak internet alanı kaydı
ile yapılmıĢ bir alan araĢtırma çalıĢması tespit edilmiĢ değildir.
Kur‟ân‟a yöneltilen ithamlar ve hakkında ileri sürülen iddialarla ilgili olarak
yapılmıĢ pek çok çalıĢma bulunmaktadır. Ġlk üç çalıĢma olarak bilinen Mukatil bin
Süleyman‟ın (ö. 150/767) “el-Cevâbât fi‟l-Kur‟ân”ı, Süfyân bin Uyeyne‟nin (ö.
150/767) “Cevâbâtu‟l-Kur‟ân”ı ve Muhammed bin Mustenîr Ebû Alî El-Basrî‟nin (ö.
206/821) “er-Raddu Ale‟l Mulhidîne fî MuteĢâbihi‟l-Kur‟ân”adlı eserler bize kadar
ulaĢmamıĢtır.2 Kuveyt Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Abdu‟l-Muhsin el-Mutayrî, 2016
tarihli konu ile ilgili doktora tezinde yirmi beĢi matbu, yirmi dördü el yazması ve elli
altısı kayıp olmak üzere toplam yüz beĢ eserin/çalıĢmanın listesini nakletmektedir.3
1 Enfal 8/31; Nahl 16/24, 103.
2 el-MUTAYRÎ, Abdu‟l-Muhsin, Deâva‟t-Tâinin fi‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Dâru‟s-Saâde, Beyrut, 2006, s. 37-38.
3 el-MUTAYRÎ, a.g.e., s. 38.
x
Konu ile ilgi Türkçe çalıĢmalara gelince Müslüman-Hristiyan diyaloglarını ihtiva eden
eserler4 baĢta olmak üzere Ġsmail Fennî Ertuğrul‟un (ö. 1855/1946) “Kitâb-ı Ġzâle-i ġukûk” adlı
eseri, Ġsmail Cerrahoğlu‟nun “Oryantalizm ve Batı‟da Kur‟ân ve Kur‟ân Ġlimleri Üzerine
AraĢtırmalar” adlı eseri, Hakan Uğur‟un “Osmanlının Son Döneminde Oryantalistlerin Kur‟ân
Hakkındaki Ġddialarına KarĢı Osmanlı Ulemasının Yaptığı ÇalıĢmalar, Ġsmail Fennî Ertuğrul
Örneği” adlı çalıĢması, Salih Akdemir‟in “MüsteĢriklerin Kur‟ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed
(s.a.v.)‟e YaklaĢımları” adlı makalesi, Abdulaziz Hatip‟in “Kur‟an ve Hz. Peygamber
Aleyhindeki Ġddialara Cevaplar” adlı eseri, Mehmet Emin ÖzafĢar‟ın “Oryantalist YaklaĢıma
Ġtirazlar”, adlı kitabı ile Selahattin Sönmezsoy‟un “Kur‟ân ve Oryantalistler” adlı eseri örnek
verilebilir.5
ÇalıĢmanın konusunun geniĢ olması dikkate alınarak konu/alan sınırlandırılması
tercih edilmiĢ ve konu, “Ġnternet Ortamında Kur‟ân‟a Yöneltilen Bazı Ġthamlar ve
Cevaplar” baĢlığı altında özetlenmiĢtir. Burada amacımız, internet ortamında, Türkçe
yayım yapan site ve forumlar vb. sanal ortamlarda, Kur‟ân‟a yöneltilen eleĢtirileri tespit
etmek, belirlenen bu eleĢtirileri dinî ve ilmî veriler ıĢığında cevaplandırmaktır. Âyet
meâlleri için Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı‟nın yeni meâlinden yararlanılmıĢtır.
Tezin tüm safhalarında, görüĢ ve önerilerine baĢvurduğum, hep teĢvik ve
yardımlarını gördüğüm danıĢman hocam Prof. Dr. Ġshak Özgel Bey baĢta olmak üzere ders
dönemindeki katkılarından dolayı Temel Ġslâm Bilimleri bölüm baĢkanı Prof. Dr. Ali Galip
Gezgin Bey‟e, Temel Ġslâm Bilimleri öğretim üyeleri Dr. Öğr. Üyesi Ali Bulut Bey‟e ve Dr.
Öğr. Üyesi Celalettin Divlekçi Bey‟e Ģükranlarımı arz ederim.
Necdet ġAġKAN
Isparta, 2019
4 Bkz. AKSEKĠ, Ahmet Hamdi, Âlem-i Ġslâm ve Ġngiliz Misyonerleri, Ġstanbul, 1334; AYDIN, Mehmet,
Müslümanların Hristiyanlığa KarĢı Yazdığı Reddiyeler ve TartıĢma Konuları, Selçuk Ünv. Ġlâhiyat
Fakültesi Yayınları, No: 2, Konya, 1989; el-CAHIZ, Ebu Osman Amr b. Bahr, Hristiyanlığa Reddiye,
Tekin Kitabevi, Çev. Osman Cilacı, Konya, 1992; ÇAVĠġ, ġeyh Abdulaziz, Angilikan Kilisesin‟e
Cevap, DĠB. Yayınları, Ankara, 1991. 5 Bkz. ERTUĞRUL, Ġsmail Fennî (ö. 1855/1946), Kitâb-ı Ġzâle-i ġukûk, Çizgi Kitabevi, Ġstanbul, 2017;
CERRAHOĞLU, Ġsmail, “Oryantalizm ve Batı‟da Kur‟ân ve Kur‟ân Ġlimleri Üzerine AraĢtırmalar”,
Ankara Ünv. Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. XXXI, Ankara, 1990, s. 105; UĞUR, Hakan, “Osmanlının
Son Döneminde Oryantalistlerin Kur‟ân Hakkındaki Ġddialarına KarĢı Osmanlı Ulemasının Yaptığı
ÇalıĢmalar, Ġsmail Fennî Ertuğrul Örneği”, Kur‟an ve Tefsir Akademisi AraĢtırmaları II, S. IV, Ġstanbul,
2013; AKDEMĠR, Salih, “MüsteĢriklerin Kur‟ân-ı Kerim ve Hz. Muhammed (s.a.v.)‟e YaklaĢımları”,
Ankara Ünv.Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. XXXI, Ankara, 1990, s. 93; HATĠP, Abdulaziz, Kur‟ân ve
Hz. Peygamber Aleyhindeki Ġddialara Cevaplar, Nesil Yayınları, Ġstanbul, 1997; ÖZAFġAR, Mehmet
Emin vd., Oryantalist YaklaĢıma Ġtirazlar, AraĢtırma Yayınları, Ankara, 1999; SÖNMEZSOY,
Selahattin, Kur‟ân ve Oryantalistler, Fecir Yayınları, Ankara, 1998.
1
GĠRĠġ
1. ÇalıĢmanın Konusu, Metodu ve Amacı:
“Ġnternet Ortamında Kur‟ân‟a Yöneltilen Bazı Ġthamlar ve Cevaplar” baĢlıklı tez
çalıĢması için belirlenen çalıĢma metodu kısaca Ģöyledir: Konunun geniĢ bir araĢtırma alanına
sahip olması, konu ile ilgili tespiti mümkün görünmeyen sayıda internet siteleri, forumlar vb.
sanal ortamların çokluğu, bizi konu ile ilgili Türkçe yayın/yayım yapmakta olan site ve
forumlarda, Kur‟ân âyetlerine yöneltilen eleĢtirileri tespit etmeye zorlamıĢtır. Bu nedenle
araĢtırma alanı, Türkçe yayın/yayım yapmakta olan sanal ortamlar ile sınırlandırılmıĢtır.
Türkçe yayın/yayım yapan sanal ortamlarda Kur‟ân‟a yöneltilen ithamlar tahlil
edildiğinde söz konusu ithamların doğrudan ya da dolaylı nitelikte ithamlar olmasına rağmen
daha açık bir tasnif olması ve eleĢtirilere cevap vermede sağladığı kolaylık dikkate alınarak,
“Kur‟ân‟a yönelik ithamlar” ve “Kur‟ân‟ın bazı âyetlerine yönelik ithamlarlar” Ģeklindeki
tasnif tercih edilmiĢ ve çalıĢma bu iki baĢlık altında yapılandırılmıĢtır.
a. Kur’ân’a Yönelik Ġthamlar: Bu tür ithamlar, Kur‟ân âyetleri arasında çeliĢkiler
olduğu, kıssalarının anlatım bütünlüğünden yoksun olduğu, Kur‟ân‟ın diğer ilâhi kitaplardan
iktibas edildiği, sûre adları ile içerikleri arasında bir anlam iliĢkisinin bulunmadığı ve
sûrelerin kısır tekrarlar barındırdığı gibi Kur‟ân‟ın varlığına ve kaynağına yönelik ontolojik
nitelikte eleĢtirilerdir. ÇalıĢmanın birinci bölümü, bu ithamlar ve bunlara verilen cevaplardan
oluĢmaktadır.
b. Kur’ân’ın Bazı Âyetlerine Yönelik Ġthamlar: Bu ithamlar, Kur‟ân‟ın bazı
âyetlerinin bilimsel verilere; tarihî, hukukî ve hatta ahlâkî bazı temel ilkelerle çeliĢtiği
yönündeki ithamlardan oluĢmaktadır. Bu bölümde, baĢta kadınlardan bahseden bazı âyetlerle
ilgili olmak üzere savaĢ hukuku, putperestlik, Ģiddet, kölelik, takiyye, Kur‟ân‟ın üslûbu,
cennet ve nimetleri, irade özgürlüğü ile ilgili bazı âyetler ile Kur‟ân‟ın matemetiksel hata
içerdiği iddia edilen miras âyetleriyle ilgili iddialara cevap verilmiĢtir. Dünya‟nın Ģekli,
Mısır‟ın iklim özellikleri ve Kur‟ân, evrenin altı günde yaratılması, yedi kat gök, en yakın
gök, dağların hareketi, spermlerin üretildiği organ gibi konularda yapılan bazı ithamlar ise
dinî kaynaklarla birlikte bilimsel verilerin de dikkate alınarak değerlendirilmesi gereken
ithamlardır. Bütün bu ithamlar ve bunlara verilen cevaplar tezin ikinci bölümünü
oluĢturmaktadır.
2
AraĢtırmada, sanal ortamlarda aynı ithamların farklı adreslerde tekrarlandığı
görülmüĢtür. Ancak çalıĢmada tekrar edilen bu ithamlardan biri seçilmiĢtir. Aynı Ģekilde
ithamların çoğunun belli adres, makale ve kitaplardan alındığı tespit edilmiĢtir. ithamlara
cevap verirken çoğu zaman ithamın yapıldığı kaynak metnin kendisine de yer verilmiĢ ve bu
metinler dikkate alınarak eleĢtiriler cevaplandırılmıĢtır. Ayrıca Kur‟ân‟a yöneltilen
eleĢtirilerin derecesine göre kullanımda bazın iddia bazen bazen itham kelimesi tercih
edilmiĢtir.
Bu çalıĢmanın amacı, internet ortamında Kur‟ân- ı Kerîm‟e yöneltilen ithamların bir
envanterini ortaya çıkarmak, ithamlara cevap vermek ve bundan sonra yapılacak çalıĢmalara
katkı sağlamaktır. Bunun için tespit edilen ithamlar; Kur‟ân-ı Kerîm, Hadîs ve Tefsîr
kaynakları baĢta olmak üzere bilimsel makaleler, tez çalıĢmaları gibi yazılı kaynaklar ile ilmî
kriterlere uygun yayım yapan ilgili internet siteleri ve bilimin mevcut verileri ıĢığında
cevaplandırılmıĢtır.
2. ÇalıĢmanın Önemi:
Kur‟ân-ı Kerîm hakkında bilgi edinmek isteyen birçok insan için internet, en kolay
ulaĢılabilir kaynaktır. Ancak burada yer alan/sunulan bilgilerin gevenilir olup olmadığı
meselesi, önemli bir problem teĢkil etmektedir. Zirâ çeĢitli amaçlarla farklı platformlarda
paylaĢılan bu bilgiler için henüz bir paylaĢım kriteri konulmuĢ değildir. Her konuda olduğu
gibi bu konuda da sanal ortamda gündeme getirilen yanlıĢ bilgilere karĢı doğrusunu ortaya
koymaya çalıĢmak/paylaĢmak en önemli yöntem gözükmektedir.
Sanal ortamlarda ve özellikle de sosyal medyada paylaĢılan bilgilerin yayılma hızı,
paylaĢımların hitap ettiği alanın oldukça geniĢ olması ve paylaĢımlar için etkin bir sunum
imkânı sağlaması oldukça önemlidir. Küresel ölçekte iletiĢim ve haberleĢme imkânı sağlayan
bu devasa alanda Kur‟ân-ı Kerîm‟e yöneltilen ithamları bilmek, öne sürülen iddiaları tespit
etmek ve bu itham ve iddiaları doğru bir Ģekilde cevaplandırmak, alanın/ortamın önemini
daha da arttırmaktadır. Bu nedenle denilebilir ki bu çalıĢma, bu global bilgi ve iletiĢim
çağında Kur‟ân-ı Kerîm ile ilgili doğru bilgileri ortaya koyma çabasından doğmuĢtur.
3
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
KUR’ÂN’A YÖNELĠK ĠTHAMLAR
Bu bölümde, internet ortamında Kur‟ân‟ın tümüne yani kaynağına ve ontolojik
yapısına yöneltilen ithamlar incelenecek ve iddia sahiplerinin Kur‟ân-ı Kerîm hakkında ileri
sürdükleri bu ithamlara cevap verilmeye çalıĢılacaktır. Konu ile ilgili aklî ve naklî delillerden
istifâde edilecek ve özellikle Kur‟ân-ı Kerîm, Hadis, Siyer, Ġslâm Tarihi kaynakları ve konu
ile ilgili yeni telif eserler ve akademik çalıĢmalardan elde edilen bilgilerle konunun
iĢlenmesine özen gösterilecektir.
I. KUR’ÂN’IN KAYNAĞINA YÖNELĠK ĠTHAMLAR VE CEVAPLAR
Kur‟ân‟ın kaynağına yönelik ithamlar, “Kur‟ân‟ın, Hz. Peygamber‟in Telifi olduğu
Ġthamı”; “Hz. Peygamber‟in Kur‟ân‟ı BaĢkasından Aldığı Ġthamı” ve “Kur‟ân‟ın Yereliği”
alt baĢlıkları altında geniĢçe açıklanacaktır.6 Ancak burada, Kur‟ân‟ın hitap Ģeklini ve onun
üslûp özelliklerini anlamaya çalıĢmak yerine ilmî olmayan bazı yaklaĢımlarla onun ilâhî
olmamakla itham edenlere cevap verilmeye çalıĢılacaktır. Ġddialara konu olan âyetlerden
sadece Tekvîr Sûresi‟nin 15-16. âyetleri ile ĠnĢikâk Sûresi‟nin 16-19. âyetleri incelenecettir.
Ġtham kısaca Ģöyle:
“Bazı âyetlerdeki hitap Ģekli ve üslûp, âyetlerin Allah kaynaklı olma kanâati
vermemektedir. Bunların ancak bir insan sözü olabileceği anlaĢılmaktadır. Çünkü bu sözler
Allah‟a hitaben söylenmiĢtir.” 7
Ġthama mesnet olarak gösterilen âyetler: Tekvîr 81/15, 16 ve ĠnĢikâk 84/16-19.
Kur‟ân‟ın Allah‟ın kelâmı olmadığı ithamı/iddiası, Tefsir disiplininde; vahyin menĢei,
vahyin mahiyeti, Kur‟ân tarihi, Kur‟ân ilimleri ve Allah (c.c.)‟nun muradını (murâd-ı ilâhî)
açıklamak için seçtiği ifade biçimi olarak tarif edilen “Üslûbu‟l-Kur‟ân” ilmi gibi konu
baĢlıkları altında incelenmesi gereken bir konudur. Ġddia sahipleri, Kur‟ân‟daki yemin
üslûbunun ilâhî bir üslûp olamayacağını iddia etmekte ve buradan da Kur‟ân‟ın beĢer
kaynaklı bir kitap olduğu kanâatine varmaktadırlar. Onlara göre yemin eden Allah (c.c.) değil,
6 Bkz. bu tezin Kur‟ân‟ın, Hz. Peygamber‟in Telifi Olduğu Ġthamı, s. 5-28; Hz. Peygamber‟in Kur‟ân‟ı
BaĢkasından Aldığı Ġthamı, s. 28-32; Kur‟ân‟ın Yerelliği, s. 33-37. 7 http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2015)
4
Hz. Peygamber‟in kendisidir ve bu durum yemin ifadelerini içeren tüm âyetler için
geçerlidir.8
“ للنللسش ؾ ـ قس ..فلل٠ا قعقسنلل ؾ قسجلل /Ant olsun, bir görünüp bir sinenlere, akıp gidip
kaybolanlara.”9
“ لللن ـ قس .س لللغ ي فللل٠ا للل. ـ قس ولللغقطققك . ؿللل. هللل للل قس . للل . .سش للليؽ للل. ؽ للل /Yemîn ederim
Ģafağa, geceye ve içinde topladıklarına, dolunay halindeki Ay‟a ki Ģüphesiz siz halden hale
geçeceksiniz.”10
Kur‟ân-ı Kerîm‟in üslûbunun bir parçası olarak Kur‟ân‟da Hurûfu‟l-Kasem (yemin
harfleri) ile baĢlayan âyetler ve sûreler bulunmaktadır. Bu konu “Aksâmu‟l-
Kur‟ân”(Kur‟an‟ın yeminleri) olarak bilinen Tefsir‟in alt disiplini ile ilgilidir. Konu, Tefsir
ilminin perspektifi ile değerlendirildiğinde bu ifadelerin bazen ilâhî bir hakikati tasdik, te‟kit
ve teyit etmek için; bazen kendisiyle yemin edilen Ģeyin kıymet ve önemine iĢâret etmek için;
bazen dinleyenlerin dikkatlerini yeminin hikmetine yoğunlaĢtırmak üzere kullanıldığı
görülecektir. Allah Teâlâ, belirtilen hikmetlerle bu yemin ifadeleriyle; kendi zâtına,
peygamberlere, Kur‟ân‟a, meleklere, Kıyâmet gününe ve evrendeki bazı olay ve varlıklara
yemin etmiĢtir. Bu, bir bakıma Allah‟ın kendi adına yemin etmesidir. Zîrâ yaratılmıĢ olan her
Ģey O‟nun zâtına delâlet eder. Bazı âlimler, yemin edilen varlıkların/kelimelerin baĢında
“rab” kelimesinin mahzûf (düĢürülmüĢ) bulunduğunu, meselâ “Yemin ederim Ģafağa”
ifadesinden maksadın “Yemin ederim Ģafağın rabbine” demek olduğunu ileri sürmüĢlerdir.11
Allah‟ın (c.c.), Kur‟ân-ı Kerîm‟de kendi zâtına ve yarattığı varlıklara yemin ederek
te‟kît ve teyît ettiği hususlar: Kur‟ân, tevhîd, Hz. Peygamber, âhiret, cezâ ve mükâfat gibi
Ġslâm inancının temel esasları ile vahyin muhatabı olan insanın bazı özellikleridir.12
Kur‟ân-ı Kerîm‟in dili, indiği dönemde halkın konuĢtuğu Arapçadır. Yemin üslûbu, bu
dilde çok yaygın olarak baĢvurulan bir ifade biçimi olduğu bilinen bir vakıadır. Ġndiği
dönemin dili ile nâzil olan Kur‟ân‟ın bu ifade biçimini kullanmasında yadırganacak bir durum
yoktur. Burada önemli olan, bu ilâhî mesajın insanın konuĢtuğu dil ile insana ulaĢmasıdır.
Kur‟ân kullandığı yemin üslûbu ile bazen güneĢe, kuĢluk vaktine, aya, gündüze, geceye,
semaya, yere, nefse;13
bazen incir, zeytin, Sina Dağı‟na ve emîn beldeye14
yemin edilmiĢtir.
8 http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2015)
9 Tekvîr 81/15, 16.
10 ĠnĢikâk 84/16-19.
11 KIRCA, Celâl, Aksâmu‟l- Kur‟ân, Diyanet Vakfı Ġslâm Ansiklopedisi (DĠA), C. II, Ġstanbul, 1989, s. 290.
12 KIRCA, Aksâmu‟l- Kur‟ân, DĠA, Ġstanbul, C.II, 1989, s. 291.
13 ġems 91/1-7.
5
Böylece muhatabın her an yakınında olan ve asla görmezden gelemeyeceği varlıklara yemin
edilerek muhatabın dikkati verilmek istenen mesaja çekilmekte ve böylece ikna süreci
hızlandırılmaktadır.15
Burada açıktır ki iddia sahipleri, Kur‟ân-ı Kerîm‟in kendine özgü
üslûbunu ve dilinin yapısal özelliklerini ya bilmemektedir ya da bu özellikleri dikkate
almadan ithamda bulunmaktadır.
Kur‟ân‟ın üslûbunda görülen sözcük seçimi, söz dizimi, farklı kipler arasında geçiĢler,
konuların iç içe iĢlenmesi, çağrıĢım ve imaj teknikleri gibi metotlar iyi incelendiğinde
bunların her birinin Kur‟ân mesajlarının muhataplara tam ve etkin bir Ģekilde ulaĢmasına
hizmet eden unsurlar olduğu görülecektir. Kur‟ân‟ın bu üslup özellikleri, aynı zamanda onun
i‟cazı ile de yakından ilgilidir.16
Dolayısıyla Kur‟ân‟ın bazı âyetlerinin Allah‟a hitaben
söylendiği ithamı, Kur‟ân‟ın farklı kipler arasındaki geçiĢ tekniğini ya da daha genel bir ifade
ile Kur‟an‟ın üslûp özelliklerini bilmemekten kaynaklanmaktadır.
A. Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in Telifi Olduğu Ġthamı
Bu itham sahipleri, Kur‟ân‟ın ilâhî bir kitap olmayıp onun Hz. Peygamber (s.a.v.)
tarafından yazılan/yazdırılan bir kitap olduğu ithamında bulunmaktadır.17
Bu iddalarını, bazen
“de ki” emrinin olmadığı âyetlerden hareketle Hz. Peygamber‟in kendisinin onu meydana
getirdiği sanucuna vararak,18
bazen Kur‟ân‟ın Ģekil ve muhteva yönünü yorumlayarak indiği
dönemde hâkim olan sözlü kültürün bir ürünü olduğu iddiasına dayandırmaktadırlar.19
Burada hemen belirtmek gerekir ki bu iddiayı ilk gündeme getiren Mekkeli
müĢriklerdir. Kur‟ân‟ın indiği dönemde, müĢriklerin Kur‟ân hakkında benzer iddialarda
bulundukları bilinmektedir.
لضى“ لن غ هليس للكس ل نهليلظم لقكل هلها ظعس هيعكس قسذ. Yoksa „Onu/قم سىقف غ
Muhammed uydurdu mu diyorlar? Hayır o kendilerine senden önce hiçbir uyarıcı gelmemiĢ
olan bir kavmi uyarman için, doğru yolu bulsunlar diye Rabb‟in tarafından indirilmiĢ
gerçektir.”20
14
Tîn 95/1-3. 15
ġEN, AyĢegül,“Kur‟ân-ı Kerîm‟de Tekrarlar, Yeminler ve Mesellerin ĠletiĢim Açısından Değerlendirilmesi”,
Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006, s. 171, 172. 16
BAYSAL, Sıddık, “Üslûbu‟l-Kur‟ân‟ın Tefsîr Ġlmi Ġle ĠliĢkisi”, Bilimnâme, Kayseri, 2018, S. 35, s. 401-402. 17
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2015) 18
https://eksisozluk.com/kuranda-muhammedin-konustugu-ayetler--2522711 (2015) 19
http://islamgercegi.athost.net/kuranozellikleri.htm (2015) 20
Secde 32/3.
6
“ للقهلليقؿلل ن قص ه غلل م للل ه ع فللكق شللغؿلل سلليقم سللىقف غلل لل نطللصسم قى
/ هلليصىه
Yoksa Onu (Kur‟ân‟ı) kendisi uydurdu‟ mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah‟tan
baĢka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi uydurulmuĢ on sûre
getirin.”21
Yukarıda zikredilen iki âyet-i kerimeden birincisinde, Kur‟ân‟ın Hz. Peygamber
tarafından meydana getirildiği iddiasına, vahyin ilâhî bir hakikat ve nimet olduğu
belirtildikten sonra Kur‟ân‟ın varlık sebebi vurgulanarak cevap verilmiĢtir.22
Ġkinci âyet-i
kerîmede ise söz konusu iddiaya karĢı bir meydan okuma vardır. Hz. Peygamber‟in Kur‟ân‟ı
oluĢturduğu iddiasına karĢılık olmak üzere müĢriklerden, üstelik yardım alabilecekleri
herkesten yardım alabilme yolu da açık olmak üzere Kur‟ân sûreleri gibi on sûre meydana
getirmeleri istenmiĢtir. Ancak onlar bütün edebî yeteneklerine rağmen buna cesaret
edemediler ve bir âyeti bile meydana getiremediler.23
MüĢriklerin Kur‟ân hakkındaki iddiaları
ve Kur‟ân‟ın bu ithamlara verdiği cevaplara iliĢkin üslûbu ifade eden âyet-i kerîmleri
hatırlamak gerekir. Konu ile ilgili âyet-i kerîmelerde onların vahyin menĢei konusundaki
iddialarını aktaran ifadeleri topluca görmekte yarar vardır.
”....”Sen ancak uyduruyorsun…/ إ وأته غ “ 24
قف لغق“ إفلكا لظقإ Bu Kur‟ân, Muhammed‟in uydurduğu bir yalandan baĢka bir Ģey.../ إى
değildir.. 25
“ ل ا لظأمل لله Acaba o, yalan yere Allah‟a iftira mı etmiĢtir? Yoksa onda/ أف غ
delilik mi var?...”26
غ“ ه إفكا ظقإ ”...Bu Kur‟ân düpedüz bir uydurmadan baĢka bir Ģey değildir…/ه27
قف لغق “ ل سلسقأػلثأأدل٠م saçma sapan rüyâlardır; bilakis onu kendisi (bunlar)…/ ل
uydurmuĢtur …”28
“ ظ له ”…?Allah‟a karĢı yalan uydurdu mu derler (senin için)…/ أم سىقف غ29
...?Yoksa Onu uydurdu mu diyorlar/أم سىقف غق“ 30
س“ ...?Yahut „Onu kendisi uydurdu!‟ mu diyorlar/أم سىك 31
21
Hûd 11/13. 22
KARAMAN, Hayrettin vd., Kur‟ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsiri, DĠB Yayınları, Ankara, 2017, C. IV, s. 348. 23
KARAMAN vd., a.g.e., C. III, s. 155. 24
Nahl 16/101. 25
Furkân 25/4. 26
Sebe‟ 34/8. 27
Sebe‟ 34/43. 28
Enbiyâ 21/5. 29
ġûra 42/24. 30
Ahkâf 46/8.
7
Yukarıda zikredilen âyet-i kerîmelerde görüldüğü üzere müĢrikler, Kur‟ân‟ın Allah‟ın
kelâmı olmadığını, Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından uydurulduğunu, bunu yaparken baĢka
kimselerin de kendisine yardım etmiĢ olabileceğini iddia etmektedir. AĢağıda zikredilen âyet-i
kerîmelerde ise bu iddia sahiplerine ve kıyamete kadar bu iddiada bulunacaklara karĢı, cevap
niteliğinde âyetler yer almaktadır. Bir bakıma bu âyetlerle Kur‟ân, kendisi hakkındaki
iddialara, bizâtihi kendisi cevap vermektedir. MüĢriklerin, Kur‟ân‟ın temel konularından
ikisini teĢkil eden risâleti ve vahyi yalanlamalarına karĢılık olarak inen âyetlerdeki cevap
ifadeleri, Kur‟ân‟ın bu iddialar karĢısındaki üslûbunu da ortaya koymaktadır.
“ لد ا دل إ ل .إى ل ليقس هل ل. /o, arzusuna göre de konuĢmaz. O (bildirdikleri)
vahyedilenden baĢkası değildir.”32
“ دوض يدنن ه ا ”.O, hikmet sahibi, çok övülen Allah‟tan indirilmiĢtir/كؼ33
ػعق“ قزلوللللل Böylece onlar hiç Ģüphesiz haksızlığa ve iftiraya/ف لللللضللللل
baĢvurmuĢlardır.”34
“ فل ه لل لله ليلإؿلغق ه ضا ضهل هل لغكنل ضه نإى ىهي أعأ قؿل ن غكن...س ي /Hiç
düĢündünüz mü; Ģâyet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmiĢseniz, Ġsrâiloğulları‟ndan
bir Ģâhit de bunun benzerini görüp inandığı halde, siz yine de büyüklük taslamıĢsanız
(haksızlık etmiĢ olmaz mısınız)? …”35
;
قسظ سوى“ هجذض كإ / Âyetlerimizi, ancak zâlimler bile bile inkâr eder.”36
“ ه تك ل قسو للى عكل كش لولكإطق هلي ل هليس لل / Sen bundan önce ne bir yazı
okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuĢku duyarlardı.”37
“ جولي.ف لغأ ل لغق س ؼ س هي هل ل لقل نه لل / Biz onu Arapça bilmeyenlerden
birine indirseydik de bunu onlara o okusaydı yine ona îmân etmezlerdi.”38
“ ... غق سلسقؿلذغقىكظل هؿلهليس ل سنن غقولأكل هؿأ هأك ه أك س سلسقإ لنل
Eğer doğru sözlüler iseniz Allah katından bu ikisinden (bana ve Mûsâ'ya inen / للفغى
kitaplardan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım!”39
“ إى قطصسيفلكقذضث ه ل / Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler.”40
31
Tûr 52/33. 32
Necm 53/1-4. 33
Fussilet 41/42. 34
Furkân 25/4. 35
Ahkâf 46/10. 36
Ankebût 29/49. 37
Ankebût 29/48. 38
ġuarâ 26/198-199. 39
Kasas 28/49. 40
Tûr 52/34.
8
”...uydurulabilecek bir söz değildir (Bu Kur‟ân) / ه ىدض غ…“ 41
“ لى س ل ظققس غآىكىو لأىكقو قسجي ؾ لغسس ئيق و تق نسل غ ز ا ؼل / De
ki bu Kur‟ân‟ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler birbirlerine
destek de olsalar onun benzerini ortaya getiremezler…” 42
“… ليه لضه لغ قث ل ليقك ل هو هليأػل / Allah‟tan bir yol gösterici olmaksızın kendi
hevesine uyandan daha sapık kim olabilir! ...”43
“ لل إسللإ أى لللنه لوقأ وللأللؼ لل ج قسنللنفلل ـ ... فللنىس للن / Eğer (onlar) size cevap
veremiyorlarsa bilin ki o ancak Allah‟ın ilmiyle indirilmiĢtir ve O‟ndan baĢka ilâh yoktur.
…”44
كي“ لقسل س له للسوي.لن سلظه . ل س ل لغق ل ك ل سل / Eğer (Peygamber) bize
atfen bazı sözler uydurmuĢ olsaydı elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını
koparırdık (onu yaĢatmazdık).”45
للقسنلفغي“ لغا ـ سذ إ ي. نظ هننه إ س لنأى / Ġçinizde (onu) yalan sayanlar bulunduğunu
Ģüphesiz bilmekteyiz. Muhakkak o, kâfirler için bir iç yarasıdır.”46
ذللض “ لليه للنه لللنقس للظيجللصسىفللآكللهللس / Böylece âyetlerimiz üzerinde tartıĢanlar,
kendilerine kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.” 47
“ ض ل س ؼ و ب ه إى نفع ل نطلصسي ليصىهإى ضقء نه قه قص ل يه ه ـع / فكق
Kulumuza indirdiğimiz Kur‟ân‟dan Ģüphe ediyorsanız siz de onun benzeri bir sûre meydana
getirin; eğer doğru sözlü iseniz Allah‟tan baĢka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın..”48
ئ...“ هل لفل٠كولنلىسلهليه إىقف غ ?Yoksa „Onu uydurdu‟ mu diyorlar /أم سىقف غقس
De ki: Eğer ben onu uydurmuĢsam Allah tarafından bana gelecek Ģeyi savmaya gücünüz
yetmez…”49
Mekkeli müĢriklerden sonra Kur‟ân‟ın Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından uydurulduğu
ithamı; Hristiyanlar, Yahudiler ve Herbert George Wells (ö.1947), Julius Wellhausen
(ö.1918), Gustave Le Bon (ö.1931), Theodor Nöldeke (ö.1930) baĢta olmak üzere bazı
oryantalistler tarafından da ileri sürülmüĢtür.50
41
Yûsuf 12/111. 42
Ġsrâ 17/88. 43
Kasas 28/50. 44
Hûd 11/14. 45
Hâkka 69/44-46. 46
Hâkka 69/49-50. 47
ġûrâ 42/35. 48
Bakara 2/23. 49
Ahkâf 46/8. 50
el-MUTAYRÎ, a.g.e, s. 181-182.
9
Ġnternet ortamında çoğunlukla kendilerini ateist olarak tanımlayan, bu ve benzeri
isimlerle oluĢturdukları sanal ortamlarda Kur‟ân‟ın, ilâhî bir kitap olmayıp Hz. Peygamber
(s.a.v.) tarafından telif edildiği ithamının Hz. Peygamber döneminde müĢriklerin, sonraki
dönemlerde Hristiyanların, Yahudilerin ve bazı oryantalistlerin iddiaları ile örtüĢtüğü
görülmektedir. Bu itham yedi baĢlık altında değerlendirilerek izah edilmeye çalıĢılacaktır.
1. Kur’ân’ın Kendini (vahyi) Savunması
Burada Kur‟ân‟ın Hz. Peygamber‟in telifi olduğu ithamının Kur‟ân-ı Kerîm‟deki
durumu incelemek, Kur‟ân‟ın indiği dönemde bu iddialara verdiği cevaplar ve onun kendini
nasıl savunduğunu öğrenmek, konuyu anlamamızı kolaylaĢtıracaktır.
“ قسن ل ل ك ظم ل يض ل .قس ظم سنيكظضم ظققس غقىقى غهيصىه ه ى هليع ل لبفم ع
ي Bu Kur‟ân, Allah‟tan (indirilmiĢ olup) baĢkası tarafından uydurulmamıĢtır. Fakat o/قس لسوم
(Kur‟ân), kendinden öncekileri doğrulayıcı ve Kitab‟ı (Allah‟ın Levh-i Mahfûz‟daki yazısını)
açıklayıcı olarak, indirilmiĢtir. Bunda hiçbir Ģüphe yoktur. (O) âlemlerin Rabb‟i
tarafındandır.”51
Bu âyette, Kur‟ân‟ın hiçbir beĢer tarafından uydurulmadığı ve onun ilâhî kaynaklı bir
kitap olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bu âyetle ilgili olarak Hâris el-A‟ver (ö. 65/685)‟in
Ali Bin Ebi Talip (ö. 40/661)‟ten naklettiği bir rivayette: “O‟nda (Kur‟ân‟da) sizden
öncekilerin ve sonrakilerin haberleri ve yaĢadığınız dönemin ayrıntılı açıklamaları vardır.”
Hz. Peygamber‟in geçmiĢ ve geleceğin haberleri ile ilgili bu derece bilgi sahibi
olamayacağına göre bu bilgiler ancak ilâhî kaynaklı olabilir. 52
Kur‟ân, hem lafzı hem manası itibariyle ilâhî bir sözdür ve Hz. Peygamber (s.a.v.) ona
asla müdâhele etmemiĢtir. AĢağıdaki iki âyet o (s.a.v.)‟in manaya müdahele etmediğine
delâlet etmektedir:
ن سسقس قطقسنكك عدول ا لض لغهليعنلن لظقظا ل هليعم قسل هدا قك ق وا س "ق
هلى " م Onlara bir âyet getirmediğin zaman: „Kendin bir âyet yapsaydın!‟ derler. De / س ل
ki: Ben, ancak Rabb‟imden bana vahyolunana uyarım, bu, Rabb‟inizden gelen açık
delillerdir. Ġnanan bir toplum için de yol gösterici ve rahmettir.”53
51
Yûnus 10/37. 52
ĠBNĠ KESÎR, Ebü‟l-Fidâ, Ġmadüddîn Ġsmail b. Ömer (ö.774/1372), Tefsîru‟l - Kur‟âni‟l-Azîm, Dâru Tayyibe
li‟n-NeĢri ve‟t-Tevzi‟ Riyad, 1999, C. IV, s. 269. 53
A‟râf 7/203.
10
“ غىس اءق ي قس ظم س نقك ل قطقك ل سهي اقىقض هنىسم سس ض قق ظا غ غ ت غقى
للن ظم م لل للظق لل تعم ظلل اللقسلل قى قم قسلل هللللدا ق قىقك لل لل مـ Âyetlerimiz kendilerine/ كل اللن
apaçık birer delîl olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuĢmayı ummayanlar, “Ya
(bize) bundan baĢka bir Kur‟ân getir veya onu değiĢtir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden
değiĢtirmem benim için olacak Ģey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer
Rabbime isyân edecek olursam elbette büyük bir günün azabından korkarım.” 54
Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in Kur‟ân‟ın lafzına müdâhele etmediğini gösteren âyetlerin
bir kısmı ise Ģöyledir.
سغقل .فلطقسغألفلك سغقل لو ل ل .قى م ل كس ج ـ س م ك كذغ " لل ل قى .لن
/Cebrail
sana Kur‟ân okurken unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme, yalnız dinle.
Doğrusu o vahyolunanı kalbine yerleĢtirmek ve onu sana okutturmak bize düĢer. O halde biz
onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuĢunu takip et. Sonra onu açıklamak da bize aittir.”55
سل. "قسغأؿنعكقس ظم /Yaratan Rabbinin adıyla oku!”56
غلس ل نلنك للى ؼسلسغآل " ق الق /Biz onu, anlayasınız diye, Arapça bir Kur‟ân olarak
indirdik.”57
“ ـ ”.Sana Kur‟ân‟ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın/ؿ غكف٠ك58
هل ذلضق " م سليكجلضهليصل م سنلوكل ه لض علك لكهلي ل قس دل لق ها قكل / Rabbinin kitabından
sana vahyedileni oku. O‟nun kelimelerini değiĢtirecek hiçbir kimse yoktur. O‟ndan baĢka asla
bir sığınak da bulamazsın.”59
" ٠ قس غقىكغكم عك ل ػص ”.Yahut buna biraz ekle. Kur‟ân‟ı ağır ağır, tane tane oku/ ق60
Bu âyetlerde geçen; Kur‟ân (سلغقى), kıraat ( سغقل), ikra‟ (إسلغأ), tilâvet ( ,(كغكل) tertîl ,(كل٠
dilin hareket ettirilmemesi (ك كذغ ) ve sözün Arapça oluĢu (غل ifadeleri, lâfza taalluk (سغآ
eden kavramlardır ve bu lâfızlar Hz. Peygamber‟e öğretilmiĢtir. Öyleyse açıktır ki Kur‟ân, ne
Hz. Peygamber‟e ne de baĢka bir insana ait bir sözdür. Böylece Kur‟an‟ın hem lâfız hem de
manâ yönüyle Allah‟ın kelâmı olduğu Kur‟ân‟da açıkça ifade edilmektedir.
54
Yûnus 10/15. 55
Kıyamet 75/16-19. 56
Alak 96/1. 57
Yûsuf 12/2. 58
A‟lâ 87/6. 59
Kehf 18/27. 60
Müzzemmil 73/4.
11
2. Kur’ân’ın Benzerini Sunamamaları
Kur‟ân‟ın bütün meydan okumalarına rağmen müĢrikler, Kur‟ân‟ın kendisinin ya da
on sûresinin hatta bir sûresinin benzerini getiremediler.61
Halbuki edebî açıdan meĢhûr olmuĢ
müĢrik kiĢi ya da kiĢiler bir araya gelerek uydurduğu iddiasında bulundukları ümmî bir
kimseden daha iyi bir sûre ya da on sûre meydana getirebilirlerdi.62
Böylece Kur‟ân‟ın
meydan okumalarına cevap vererek müslümanlarla daha etkin mücadele edebilirlerdi. Ancak
Kur‟ân‟ın indiği dönemle ilgili hiçbir tarihi kaynakta müĢriklerin Kur‟ân‟ın bu meydan
okumalarına karĢı bir alternatif sunduklarına dair bilgi mevcut değildir.63
Ancak müĢrikler bu
meydan okumalara cevap veremeyince Kur‟an‟a; “süregelen bir sihir”64
, “öncekilerin
masalları”65
ve “uydurulmuĢ söz”66
gibi iftiralarla hakaretlerde bulundular.67
Kur‟ân, onların
bu acizliklerini Ģöyle ifade etmektedir:
“ لى سل لل ظققس غآىكىو لأىكقو قسجي ؾ لغسس ئيق و تق نسل غ ز ا ؼل /
De ki: Ant olsun, insanlar ve cinler bu Kur‟ân‟ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve
birbirlerine de destek olsalar yine onun benzerini getiremezler”68
3. Kur’ân’da Hz. Peygamber’i Uyaran Âyetler
Allah (c.c.), birçok âyet-i kerîmede, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)‟i ikaz etmek, ona
talimat vermek ve rehberlik etmek maksadıyla uyarmıĢtır. Bu uyarıların bir kısmı Hz.
Peygamber (s.a.v.)„in Ġslâm‟ı tebliğ yöntemi; bir kısmı onun yönetimle ilgili kiĢisel bazı
ictihad ve tasarrufları ile ilgilidir.69
Hz. Peygamber‟i uyaran ve ona yol gösteren bu âyetlerin
bir kısmına burada yer vermek yararlı olacaktır.
“ هغضقس غعقسض شيفقععكغضى أىنىسأؿغد دنناه ىس ؼؼا ه غ
ظلنا ا لظق لننفولأسلظكن ـ ليهؿل .سو ه ا ل Yeryüzünde savaĢırken düĢmanı yere sermeden/ س ل
61
Bakara 2/23; Hûd 11/13; Ġsrâ 17/88; Kasas 28/9; Tûr 52/34. 62
Müseylimetu‟l-Kezzab (ö. 12/633) ve Ġbnu‟l-Mukaffa‟ (ö. 145/759)‟nın bu yöndeki denemeleri hayal kırıklığı
ile sonuçlanmıĢtır.(el-BAKILLÂNÎ, Ġ‟câzu‟l-Kur‟ân, Beyrut, 1991, s. 48-49). 63
Bkz. er-RUMMÂNÎ, Ebu‟l-Hasan, en-Nüketu fî Ġ‟cazi‟l-Kur‟ân, Kahire, 1968; el-BAKILLÂNÎ, Ġ‟cazü‟l
Kur‟ân, Beyrut, 1991; ABDULCEBBÂR, Kâdî, Ġ‟câzü‟l-Kur‟ân, Kahire, 1960; el-CURCÂNÎ, Abdülkahir,
Delâilü‟1-Ġ‟caz, Beyrut, 1980; SEYYĠD KUTUB, et-Tasvîru‟l-Fennî fi‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Kahire, 1966;
es-SÂBÛNÎ, Muhammed Ali, Ġ‟câzu‟l-Beyân fî Süneni‟l-Kur‟ân, DımaĢk, 1979. 64
Müddessir 74/24; Kamer 54/2. 65
En‟âm 6/25; Enfâl 8/31. 66
Furkan 25/4. 67
Fussilet 41/26. 68
Ġsrâ 17/88; Bakara 2/23-24; Hûd 11/13; Yûnus 10/37-38. 69
GEZGĠN, Ali Galip, Kur‟ân‟da Hz. Peygamber‟e Yapılan Uyarılar, Rağbet Yayıları, Ġstanbul, 2005, s.189-
190.
12
esir almak, hiçbir peygambere yaraĢmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz, oysa Allah,
ahireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür, Hakîm‟dir. Eğer Allah‟ın daha önce verilmiĢ bir
hükmü olmasaydı aldığınız Ģey (fidye)den dolayı size büyük bir azap dokunurdu.” 70
Bu âyetlerin tefsiri ile ilgili olarak nakledilen bir rivayete göre Bedir SavaĢ‟ından
sonra bu âyetler inince Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir ile birlikte ağlamıĢtır. Zîrâ Rasûlullah
(s.a.v.), Hz. Ömer‟in esirlerin öldürülmesi önerisi yerine; Hz. Ebûbekir‟in önerisi olan fidye
karĢılığı serbest bırakmayı tercih etmiĢti. Bunun üzerine bir uyarı olarak bu âyetlerin indiği
anlatılır.71
Uyarının sebebi, ister fidye almak olsun ister savaĢ ya da savaĢ devam ederken esir ve
ganimet toplamaya giriĢmenin yanlıĢlığı olsun, bu davranıĢ yerilmiĢ olup Hz. Peygamber ve
müslümanlar uyarılmıĢtır. Burada konu ile ilgili önemli bir tespit de Peygamber (s.a.s.)‟in
uyarı âyetlerinden sonraki durumudur. Kendisine verilen ilâhî görevi ifâ edememe korkusu
onu üzmüĢtür. Nitekim uyarı âyetinden sonra Hz. Ebubekir‟le birlikte ağlamıĢtır.72
Eğer
Kur‟ân, kendisinin oluĢturduğu bir kitap olsa idi, O‟nun (s.a.v.)‟in hali nasıl açıklanabilir?
“ لكسللنأطلت ك للنقسنللطي له للند ل لل يسلكقس للظيطلضسق س /Allah, seni affetsin! Doğru
söyleyenler sana iyice belli olup yalancıları bilinceye kadar beklemeden niçin onlara izin
verdin?”73
Âyette Allah (c.c.), Tebük Seferi öncesinde, Hz. Peygamber‟in savaĢa katılmak
istemeyenleri iyice araĢtırmadan onlara izin vermesini, hatalı bir karar olarak
nitelendirmektedir. Belki de Efendimiz izin vermeseydi onlar yine de savaĢa
katılmayacaklardı. Ancak o zaman Hz. Peygamber‟in onlara verdiği iznin arkasına
sığınamayacaklardı ve dolayısıyla Müslümanları kandırmak için bahaneleri kalmayacaktı.
Ancak bu olmadı ve Hz. Peygamber inen âyetle bu kararından dolayı uyarılmıĢtır.
“ لل. هللضعكس ل لؼ ول. .أىلءق س كل ل ؾ غ. غف لقسلظ لظ لهليقؿل ث.أ فلتسللأه
ششلل.ض كظلل لل لل . ـ للهلليللءك أه لل. ؼ للكأ ل هلل لل للكل .فللت /Kendisine âmâ geldi diye
yüzünü ekĢitti ve döndü. Sen nereden bileceksin, belki o arınacaktı? Yahut, öğüt dinleyecek de
öğüt kendisine yarayacaktı. Kendisini yeterli görüp tenezzül etmeyene gelince; sen ona
70
Enfâl 8/67-68. 71
el-MÜSLĠM, Ebu‟l-Hüseyn Müslim b. Haccac (ö. 261/875), el-Câmiu‟s-Sahîh, Kitabu‟l- Cihâd ve‟s-Siyer, 58,
1763, Dâru‟l- Hadîs, Beyrut, 1991. 72
AHMED B. HANBEL (ö.241/855), el-Musned, Çağrı Yayınları, Ġstanbul, 1992, C. I, s. 30-31. 73
Tevbe 9/43.
13
yöneliyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu değilsin. Fakat koĢarak sana gelen, saygı
duyarak gelmiĢken, sen onunla ilgilenmiyorsun.” 74
Hz. Peygamber (s.a.v.), müĢriklerin önde gelenleri ile büyük bir ümit ve azimle
Ġslâm‟ı teblîğ ettiği bir sırada, gözleri görmeyen Abdullah Ġbni Ümmü Mektûm: (ö.15/636)
“Ey Allah‟ın Rasûlü! Allah‟ın sana öğrettiğinden bana da öğret.” diye seslenince Hz.
Peygamber (s.a.v.)‟in müsait olmadığı bir anda kendisine yönelik bu tavrı yadırgayarak
suratını astı ve tebliğe devam etti. Allah Teâlâ onun bu tavrının hatalı olduğunu kendisine
yukarıdaki âyetlerle beyân etmiĢtir.75
Allah Rasûlü (s.a.v.)‟i uyaran yukarıdaki âyetlerin dıĢında, ona (s.a.v.) yönelik ilâhî bir
uyarı Ģekli daha vardır. AĢağıdaki âyetler bu uyarı Ģeklini ifade etmektedir:
“ أى س ل ػل حقسوول طسلكػل حقسذل ئسلل٠.إطق نهل كلغ يإسل ل كس ض ض ل كجلضسلك ن
Sana sebat vermemiĢ olsaydık ant olsun ki az da olsa onlara meyledecektin. ĠĢte o/ظلغق
zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karĢı kendine
hiçbir yardımcı bulamazdın.”76
“ ه فول ثتعؿس إىس نك ك كهيع إس لغهأؼ ؿ قسغ لضأ ه ظوكهيقس لؽإى
مقسنلفغي Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O‟nun/قس ل
verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiĢ olursun. Allah, seni insanlardan korur.
ġüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmeyecektir.”77
“ كيفوه قس س ه سوين سظه س غق ل ك س لدلؼي يأدض ننه /Eğer
(Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuĢ olsaydı, mutlaka onu kudretimizle
yakalardık. Sonra da onun Ģah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip
ondan savamazdı.”78
“ بؼي لقسث ه /O, gaybın bilgilerini (vahyi sizden) esirgemez.” 79
Rasûlullah (s.a.s)‟in, gerek Ģahsî bazı içtihad ve yorumlarındaki yanılgılardan dolayı
ilâhî ikazla uyarılması ve gerekse sonraki âyet-i kerîmelerde de görüldüğü üzere nâzil olan
vahiylerin tümünü gizlemeden eksiksiz bir Ģekilde tebliğ etme sorumluluğunun kendisine
yüklenmesi ve bu hususta Ģiddetli ifadelerle uyarılması, uyarıların bir sahibinin olduğunu
74
Abese 80/1-10. 75
el-KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed (ö. 671/1272), El-Câmi‟li Ahkâmi‟l-Kur‟ân, Müessesetü‟r-
Risale, Beyrut, 2006, C. XXII, s. 70-71; es-SÂBÛNÎ, Muhammed Ali, Safvetü‟t-Tefâsir, Çev. Sadreddin
GÜMÜġ -Nedim YIMAZ, Ensar NeĢriyat, Ġstanbul, 1995, C. VII, s. 216. 76
Ġsrâ 17/74-75. 77
Mâide 5/67. 78
Hâkka 69/44-47. 79
Tekvîr 81/24.
14
göstermektedir ki o da Allah‟tır. Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde kendisine yöneltilen ağır uyarı
ifadelerini, Hz. Peygamber‟in kendisinin uydurduğunu düĢünmek mümkün değildir:
“… ػللل حقسووللل طسلللكػللل حقسذللل .../…hayatın da ölümün de katmerli acılarını
tattırırdık...”,80
ظغق“ ل كجضسك ”.sonra bize karĢı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın/...ن 81
”.peygamberlik görevini yerine getirmemiĢ olursun /...فول ثتعؿس …“ 82
“ سوي سظه /mutlaka onu kudretimizle yakalardık.”83
,
“… كين قس ,”.sonra onun Ģah damarını mutlaka keserdik / س ه84
“ دؼي يأدض ”.hiçbiriniz de bu cezayı engelleyip ondan savamazdı / فوهننه85
Eğer iddia edildiği gibi Kur‟ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in kendisinin telif
ettiği bir kitap olsaydı Hz. Peygamber (s.a.v.), niçin hatalı olduğunu gösterip kendisini
uyarsın? Ardından tebliğ görevini tam ifâ etmemesi durumunda, kendisini söz konusu
âyetlerde geçen sert ifadelerle uyarsın? Bütün bu âyet-i kerîmeler iyi incelendiğinde Kur‟ân-ı
Kerîm‟in Hz. Peygamber (s.a.v.) ‟in kendisinin telif ettiği bir kitap olmasının mümkün
olmadığı görülecektir.
Bu arada, Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in Kur‟ân‟da, kiĢisel bazı içtihat ve yorumlarının
sonucunda yaptığı bir kısım hatalardan (zellelerden) dolayı uyarılmasını doğru anlamamız
gerekir. Denilebilir ki Hz. Peygamber (s.a.v.), vahye mazhar olduğu halde neden bir kısım
âyetleri anlarken Allah‟ın muradına uygun anlamadı? Bu soruya onun bir beĢerî yönünün de
olduğunu tespitten hareketle cevap vermemiz gerekir. Nitekim onun “zelle” olarak ifade
edilen bütün hataları, Kur‟ân‟da uyarılara konu olanlardan ibarettir ve onlar da vahiyle
düzeltilmiĢtir. Böylece ondan hatalı hiçbir bilgi ve davranıĢ bize intikal etmiĢ değildir. Bu
itibarla da o (s.a.v.) masumdur. Burada konudan uzaklaĢmamak için onun ilâhi ikaza muhatap
olduğu hata (zelle) örneklerinden birini daha incelemekle yetinilecektir. Müttefekun aleyh
olan (Ġmam Buharî ve Müslim‟in birlikte naklettiği) bir rivayette özetle Ģöyle denmektedir:
“Münafıkların önderi Abdullah b. Ubey ölmüĢtü. Nebî (s.a.v.), onu kendi elbisesiyle
kefenledi ve onun için af dilemek ve cenaze namazını kılmak istedi. Bunun üzerine Hz.
Ömer (r.a.), ona (s.a.v.): „Rabb‟in sana yasakladığı halde onun üzerinde namaz mı
80
Ġsrâ 17/75. 81
Ġsrâ 17/75. 82
Mâide 5/67. 83
Hâkka 69/45. 84
Hâkka 69/46. 85
Hâkka 69/47.
15
kılacaksın? sorusuna „Rabbim beni muhayyer bıraktı‟ cevabını verdi ve Ģu âyeti
okudu:„Onlar için ister bağıĢlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiĢ kez
bağıĢlanma dilesen de Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resûlü‟nü
inkâr etmiĢ olmaları sebebiyledir. Allah, fâsık topluluğu doğru yola iletmez.‟ ve namazını
kılmaya baĢladı. Bunun üzerine Ģu âyet indi: نهم هم كفروا "ولا تصل على أحد م ات أبدا ولا تقم على قبره إن م
اقو ا ام اوه ومااتوا و Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin baĢında بااه ور
durma. Çünkü onlar Allah‟ı ve Resûlü‟nü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.‟86
Bunun
üzerine Hz. Peygamber namaz kılmayı bıraktı.”87
Allah Rasûlü‟nün, âyetlerin nüzûlüne sebep olan bütün yanılgılarından hemen
vazgeçmesi de dikkat çekicidir. O kendisinden hiçbir hata/yanılgı sadır olmayan bir
peygamber değildi. Hristiyanların Hz. Ġsa‟ya ulûhiyyet isnad ettikleri gibi müslümanlar da
onu Allah‟ın elçisi olma vasfından uzaklaĢtırabilirlerdi.88
Hz. Peygamber‟in Kendisini uyaran
bu âyetleri nimet bilerek, onlara hemen tabi olması da onun Kur‟ân‟ı Ģekillendiren bir kimse
değil; aksine Kur‟ân‟ın Ģekillendirdiği bir peygamber olduğunun kanıtıdır.
4. Vahyin Geciktiği Durumlarda Hz. Peygamber’in Sıkıntıya DüĢmesi
Kur‟ân-ı Kerîm‟in ilâhî kaynaklı bir kitap oluĢunun kanıtlarından biri de Hz.
Peygamber‟in vahye Ģiddetle ihtiyaç duyduğu bazı durumlarda vahyin gecikmesiyle
bilgi/haber bekleyenler karĢısında yaĢadığı sıkıntıdır. Bu konu üç ayrı örnek üzerinde
açıklanmaya çalıĢılacaktır.
a. Medine’deki Yahûdî Din Adamlarının Soruları
Ġbni Abbas‟tan rivayet olunduğuna göre KureyĢliler, aralarında seçtikleri Nadr bin
Haris ve Utbe bin Ebi Muayd‟ı Medine‟deki Yahûdî âlimlerine gönderirken onlara Ģöyle dedi:
“(Yahûdî âlimlerine) Muhammed‟i sorup sıfatını tavsif edin ve onlara, O‟nun kendilerinin
ısrarla kitap ehli olduğu, kendilerinden olmayan peygamberlerin ilmi bulunduğu yolundaki
sözünü de haber verin.” derler. Daha sonra bu iki kiĢi Medine‟ye gider ve orada yaĢayan
Yahûdî âlimlerine Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in durumunu anlattıktan sonra Rasûlullah‟ın bazı
sözlerini naklederek: “Siz Tevrat ehlisiniz. Biz buraya, adamımızın durumunun ne olduğunu
86
Tevbe 9/84. 87
el-BUHÂRÎ, Muhammed Ġbni Ġsmâil (ö.256/870), el-Câmiu‟s-Sahîh, Kitabu‟t-Tefsîri‟l-Kur‟ân, 12, Dâru Ġbni
Kesîr, Beyrut, 2002; el-MÜSLĠM, Kitabu Fedâili‟s-Sahabe, 2400. 88
GEZGĠN, Ali Galip, a.g.e., s. 226.
16
bize bildirmeniz için geldik.” derler. Bunun üzerine Yahûdîler: “O‟na Ģu üç Ģeyi sorun. Cevap
verirse, bilin ki o Allah tarafından gönderilmiĢ bir peygamberdir. Cevap veremezse o zaman
yalancının biridir. Artık onun hakkında kararınızı siz verin, ona kaybolan gençleri (Ashâb-ı
Kehf) sorun, onların durumu neydi? Çünkü onların çok ĢaĢılacak bir durumları vardı. O‟na
arzın doğusuna ve batısına ulaĢan gezgin adamı (Zülkarneyn) sorun, onun haberi neydi?
Nihâyet O‟na rûhu ve onun ne olduğunu sorun.” diye karĢılık verdiler. Yahûdîlerden bu
soruları alan Nadr bin Haris ile Utbe bin Muayd, Mekke‟ye geri dönerek KureyĢlilere:
“Muhammed ile aranızdaki problemi kesin olarak halledecek delilleri size getirdik.” derler ve
hemen Hz Peygamber‟in huzuruna gelerek ona bu üç soruyu sorarlar. Hz Peygamber ise
“sorulara yarın cevap vereceğim” diye karĢılık verince onlar da oradan ayrılırlar. Hz.
Peygamber (s.a.v.), 15 gece beklemesine rağmen, Allah‟ın ona herhangi bir vahiy
indirmemesi üzerine Mekkelilerin, “Bize yarın diye söz vermiĢti. Ama üzerinden 15 gece
geçti.” diye Ģehirde yaygara koparmalarına ve bu konuda bir vahyin gelmemesine Hz.
Peygamber çok üzülür. Ancak bir süre sonra Ģu âyet-i kerîme nazil oldu: “Hiçbir Ģey için
„bunu yarın yapacağım‟ deme, „ Allah dilerse yaparım‟ de.” 89
Birçok Tefsir ve Ġslâm tarihi kaynağında nakledilen bu meĢhur diyalogda, Hz.
Peygamber‟in söz konusu sorulara uzun süre cevap verememesi nasıl açıklanabilir? Ġddia
edildiği gibi Kur‟ân-ı Kerîm onun oluĢturduğu bir kitap olsaydı bu kadar beklemesine gerek
kalmazdı ve kısa sürede cevap verebilirdi. Ayrıca rûhun mahiyeti ile ilgili soruya âyetin
verdiği cevap, “سلل٠ ليقس للنإ هلأكل نه حهيأهغع قسغ حس يقسغ سك ـ /Sana rûh hakkında
soru soruyorlar. De ki: Rûh, Rabbimin bileceği bir Ģeydir. Size pek az ilim verilmiĢtir.”90
Ģeklinde oldukça kısa bir cevap olmuĢtur. Kur‟ân, iddia edildiği gibi Hz. Peygamber
(s.a.v.)‟în kendisinin telif ettiği bir kitap olsaydı bu kadar kısa bir cevap için onun bu kadar
süre beklemesine gerek olmazdı.
b. Ġfk Hâdisesi
Ġfk, “insana, yalan ve iftira olarak ulaĢan Ģeyler anlamına” gelir.91
Rasûlullah‟ın eĢi
Hz. ÂiĢe validemize açık bir iftira atıldığı için Kur‟ân‟da bu Ģekilde ifadesini bulmuĢtur.
Peygamber Efendimiz, Benu‟l-Mustalik Gazvesi ya da ondan önceki bir baĢka savaĢta, eĢi Hz.
89
es-SUYÛTÎ, Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr (ö. 911/1505), ed-Dürrü‟l-Mensûr fi‟t-Tefsîri bi‟l- Me‟sûr,
Daru‟l-Fikr, Lübnan, 1911, C. V, s. 331-332. 90
Ġsrâ 17/85. 91
ez-ZEMAHġERÎ, Ebu‟l-Kâsım Carullah Mahmud b. Ömer (ö. 538/1144), Tefsîru‟l-KeĢĢaf an Hakâiki‟t-Tenzîl
ve Uyûni‟l-Ekâvîl fî Vucûhi‟t-Te‟vîl, Mısır, 1966, C.III, s. 52.
17
ÂiĢe validemizi de yanına almıĢtı. Hz ÂiĢe, devenin üzerindeki hevdeçte92
yolculuk yapmıĢtı.
Bir mola yerinde Hz. ÂiĢe vâlidemiz, tabiî bir ihtiyaç için habersizce hevdecten ayrılmıĢtı.
Döndükten sonra boynundaki gerdanlığını düĢürdüğünü fark etmiĢ ve gerdanlığı almak için
mola yerinden ayrılmıĢtı. Döndükten sonra ordunun mola yerinden ayrıldığını görmüĢ ve bir
müddet sonra kervan, hevdecin içinde Hz. ÂiĢe‟nin olmadığını fark etmiĢti. Hz. AiĢe mola
yerinde onların geliĢini beklerken, onu, uykusunun ağırlığı ile bilinen ve mola yerinde uyuya
kalmıĢ olan Safvân b. Mu‟attal Sülemî ez-Zevkânî adındaki sahabe görmüĢ, onu devesine
bindirerek kervana yetiĢtirmiĢti. Bu arada bazı fitneciler boĢ durmamıĢlardı. Onların arkadan
gelip orduya yetiĢmelerini yanlıĢ yorumlayan Abdullah b. Ubey b. Selûl gibi bazı iftiracılar,
bu konuyu istismar ederek iftirada bulunmuĢlardı. Hz. Peygamber bu durumdan oldukça
etkilenmiĢ ve çok üzülmüĢtü. Ancak o, bu sıkıntılı duruma rağmen vahyin gelmesini beklemiĢ
ve ancak 40 gün sonra Nûr Sûresi‟nin 11. ve 12. âyet-i kerîmeleri nâzil olmuĢtur.93
“ قهلغ س نلنسنل لغا س ل قس نن ـ هغ كذ نن ه ظ ا فك ق قس ظي لبإى ـ لق نه ل لنه هليق
غ س قس ظك . ظنا ا ظق نس ه ه ليا لظقإفلكا سلسق لغق نس ل ـ هل قسو هلى قسو إطؿو وزلي س
/(Peygamber‟in eĢi hakkında) o yalanı uyduranlar içinizden bir gürûhtur. Bunu kendiniz için
kötü sanmayın, o sizin için hayırlı olmuĢtur. O kimselerden her birine kazandığı günah
karĢılığı ceza vardır; içlerinden elebaĢılık yapana ise büyük azap vardır. Onu iĢittiğiniz
zaman, erkek kadın müminlerin, kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: „Bu apaçık bir
iftiradır‟ demeleri gerekmez miydi?”94
Kur‟ân‟ın, Hz. Peygamber‟in kendisinin meydana getirdiği bir kitap olduğu iddiası
doğru olsaydı onun 40 gün boyunca eĢi iftiraya uğradığı halde beklemesine gerek yoktu.
Yukarıda konu ile ilgili âyete benzer ifadelerle bir açıklama ile karĢılık verebilirdi. Böylece
bu sıkıntılı durumdan kurtulup iftiracıları bir an önce susturmuĢ olurdu. Ancak O (s.a.v.),
büyük bir sabırla bu konudaki ilâhî hükmü beklemiĢtir. Hz. Peygamber‟in 40 gün bu ilâhî
hükmü beklemesi, onun ancak vahiyle ile hareket ettiğinin, her konuda olduğu gibi bu konuda
da hevâ ve hevesiyle hareket etmediğinin ve Kur‟ân‟ın, Peygamber Efendimiz‟e gönderilen
ilâhî bir kelâm olduğunun kanıtıdır.
92
Hevdeç (صج/قصج), kadınların binmesi için değneklerden yapıldıktan sonra üstü ahĢapla örtülen kubbeli ve
kubbesiz mahfel. ( ĠBNĠ MANZÛR (ö. 711/1311), Lisânu‟l-Arab, Beyrut, 1994, s. 4360). 93
FAYDA, Mustafa, Ġfk Hadisesi, DĠA, Ġstanbul, 2000, C. 21, s. 507-509. 94
Nûr 24/11-12.
18
c. Kıblenin DeğiĢtirilmesi
Kur‟ân- ı Kerîm‟de, hicretten önce inen bazı âyet-i kerîmelerde, Mescid-i Aksâ‟nın,
سل“ ”çevresi mübarek kılınan/قس ظع د95
ؿل “ ”mukaddes toprak/قععقسو ض 96
, “ أطلض ,iyi/ ه ل
güzel bir yer”97
olarak ifade edilmiĢtir. Oranın Ġsrâ ve Mi‟râç yurdu olması gibi birçok
sebeple hicretten önce iki üç yıl boyunca Rasûlullah‟ın hem Kâbe‟ye hem de Kudüs‟e aynı
anda yönelerek namaz kıldığı ile ilgili farklı rivâyetler bulunmaktadır. Hicretten sonra da on
altı veya on yedi ay bu Ģekilde namaz kılmaya devam ettikten sonra ancak Kâbe‟ye
dönmüĢtür.98
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), hicretten sonra da 16-17 ay boyunca Küdüs‟e yönelerek
namaz kıldığı belirtilen Berâ bin Âzib‟in rivâyetine göre Yahûdiler: “Muhammed ve ashabı,
biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı!” dediler ve
Peygamber (a.s.) ile alay ederek ortalığı karıĢtırmaya baĢladılar. Bu durumdan rahatsız olan
Efendimiz, müslümanlara Allah‟ın bir ikrâmı olarak kıblenin değiĢtirilmesi için dua etmeye
baĢladı. Hicretten 17 ay sonra kıblenin Kâbe‟ye doğru çevrildiğini bildiren âyet nâzil oldu:99
“ جضقسذغ ـ كه غقسو ف كس ل كغػ س وءفل ـ كفقس سلقسضغك لب ثهل ل نف د قم
ننهلل غ لل /(Ey Rasûlüm! Vahyin gelmesi için) yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu
görüyoruz. Bunun için seni, râzı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. ġimdi, yüzünü Mescid-i
Haram tarafına çevir. Ey Müminler! Siz de her nerede olursanız yüzünüzü namazlarda o
mescit tarafına çevirin!”100
Ġlk kıble Mescid-i Aksâ ve mevcut kıble Kâbe, aslında insana aynı sorumlulukları
yüklemektedir. Medine Yahûdileri‟nin:“Muhammed ve ashabı, biz gösterinceye kadar
kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı!”101
gibi sözlerle Efendimiz (s.a.v.) ile alay
etmeleri ve fitne çıkarma çabaları, Ġsrâiloğulları‟ndan önderliğin alınması ile ilgilidir. Kur‟ân-
Kerîm, bu durumun sebebi olarak; onların sorumluluklarını yerine getirmeyip gönderilen ilahi
emirlere sâdık kalmamalarından kaynaklandığını ifade etmektedir:“Yüzünüzü doğuya ve
batıya çevirmeniz, erdemlilik değildir. Asıl iyi kiĢi odur ki Allah‟a, ahiret gününe, meleklere
inanır. Sevgi duymasına karĢın malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmıĢlara,
95
Ġsrâ 17/1. 96
Mâide 5/21. 97
Yûnus 10/93. 98
el-BUHARÎ, Ġman, 30. 99
el-BUHÂRÎ, Salât, 31, Tefsîr, 18; MÜSLĠM, Mesâcid, 11,12. 100
Bakara 2/144. 101
el-KURTUBÎ, a.g.e., C. I, s. 420.
19
yardım isteyenlere ve kölelerin özgürleĢtirilmesi uğrunda harcar, namazını dosdoğru kılar,
zekâtını verir. Bir de söz verdiği zaman sözünde duranlar; hele o sıkıntı, hastalık ve savaĢ
zamanlarında sabredenler var ya, iĢte doğru sözlü olanlar onlardır, korunanlar da yine
onlardır.”102
Efendimiz (s.a.v.), müslümanların, Mescid-i Aksâ‟ya yönelerek namaz kılmaları
üzerinden yürütülen bu kötü propagandadan dolayı çok üzülmüĢ ve kıblenin değiĢmesi için
dua etmiĢtir: “ للوء... ـ للكفللقس yüzünü göğe (Ey Rasûlüm! Vahyin gelmesi için)/ سللضللغك لللب
doğru çevirip durduğunu görüyoruz…”103
âyetinde geçen “.للوء ـ للكفللقس yüzünü / ...ك لللب
göğe doğru çevirip durduğunu” ifâdesi, Efendimiz‟in bu duasındaki yakarıĢı ve iĢtiyakı hak-
kında bize yeterince fikir vermektedir. Allah Rasûlü‟nün, vahye bir müdâhelesi mümkün
olabilse idi bu kadar çok istediği bir Ģeyi, dualarla istemek yerine kendisi ilâve edebilirdi.
Ama o (s.a.v.), Allah‟ın elçisidir ve ancak vahiyle hareket etmiĢtir. Zîrâ o, Kur‟ân‟ın kaynağı
değil; Kur‟ân‟ı insanlara ulaĢtıran bir elçidir.
Burada Ģunu da belirtmemiz gerekir ki Yahûdîler, daha önce müslümanların Mescid-i
Aksâ‟ya yönelerek namaz kılmalarını alay ve hakaret konusu yaparken kıblenin değiĢmesi ile
bu defa “Bu müslümanları, daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?...”104
dediler. Bunun üzerine Allah (c.c.), “ De ki: Doğu da Batı da Allah‟ındır. O dilediğini doğru
yola iletir.” 105
âyet-i kerîmeseni indirmiĢtir.106
5. Bir Âyet Gelinceye Kadar Beklemesi
Hz. Peygamber‟in (s.a.v.), inen bazı âyetlerde geçen kelimelerdeki mücmellik,107
(kapalılık) ya da bazı âyetlerin mânâlarındaki müĢkillik108
sebebiyle sahabenin anlamakta
zorlandığı âyetler hakkında bir müddet açıklama yapmaktan kaçındığı bilinmektedir.109
O
102
Bakara 2/177. 103
Bakara 2/144. 104
Bakara 2/142. 105
Bakara 2/142. 106
el-BUHÂRÎ, salât, 31. 107
Mücmel, Kur‟ân-ı Kerîm‟de kendisiyle neyin kastedildiği anlaĢılamayan kelimelerdir. Kur‟an-ı Kerîm‟de bir
kelimenin; zikredildiği bağlamda iki farklı anlamda kullanılabilmesi (müĢterek), birlikte kullanıldığı
unsurlardan birinin mahzuf olması, zamirinin merciindeki farklılık, atıf veya istinaf ihtimali, garip olması, az
kullanır olması, takdim ve te‟hiri, harfleri değiĢerek dönüĢmesi ve sözü bir cümleye bağlamak için tekrar
etmesi mücmelliğin oluĢmasına sebep olan etkenlerdir. (es-SUYÛTÎ, el-Ġtkân fî Ulûmi‟l-Kur‟ân, Çev. Sakıp
YILDIZ-Hüseyin Avni Çelik, Hikmet NeĢriyat, Ġstanbul, 1987, C. II, s. 49). 108
“Kur‟an âyetleri arasında ilk bakıĢta var olduğu sanılan ihtilâf ve tenâkuz durumu.” (es-SUYÛTÎ, el-Ġtkân fî
Ulûmi‟l-Kur‟ân, C. II, s. 71). 109
Bu duruma örnek iki âyet: Bakara 2/190; Bakara 2/284.
20
(s.a.v.), bu tür âyetleri ancak onları açıklayan (tefsir eden) baĢka âyet/âyetler indikten sonra
açıklamıĢtır. Bu duruma iki örnek vermekle yetineceğiz.
a. Bakara Sûresi’nin 284. Âyet-i Kerîmesi
Hz. Peygamber‟in; ashâb-ı kirâmın, Bakara 284. âyetindeki müĢkillikle ilgili sorularına
hemen cevap verememesi ve bir süre ilahî bir izah beklemesi, onun Kur‟ân‟ı telif etmediğinin
kanıtlarından biridir.
“ إىك ضقهفأ هفقعع وق ـ هفقس لل لظ هفث غسويشء كش ذؿ نن ننأ ـ
سلضغا ء هل ل ل ه Göklerdeki her Ģey, yerdeki her Ģey Allah‟ındır. Ġçinizdekini açığa/ هيشء
vursanız da gizleseniz de Allah sizi onunla sorguya çeker de dilediğini bağıĢlar, dilediğine
azap eder. Allah‟ın gücü her Ģeye hakkıyla yeter.”110
Bu âyet nazil olunca Allah‟ın emirlerine uyma ve yasaklarından sakınma konusundaki
titizlikleri ile bilinen müslümanlar, iradeleri dıĢında içlerinden geçirdikleri her duygu ve
düĢünceleri sebebiyle günah iĢlediklerini ve bu yüzden azâb göreceklerini düĢünmüĢlerdi. Bu
düĢüncelerle ağlayarak, Rasûlullah (s.a.v.)‟e gelip ona bu konudaki güçsüzlüklerini ifade
ettiler.111
Bunun için aĢağıdaki âyet nazil oldu ve böylece konu açıklığa kavuĢturulmuĢ,
endiĢe içindeki müslümanlar rahatlamıĢtır:
“ قسظإى ك ـ تع هق ل ـ ت ه س ؿ إ ـ نلحه كذو أس ع أ ـ
ك ل لقس ظيهيس لع إطغق ودول ل ل قعدول ألته قغ لغسل ل لح ق للهلؽسل سلل ذو
مقسنلفغي للقس ل Allah kiĢiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler, kazandığı iyilik/فظلغ
lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi
sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme.
Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği Ģeyi taĢıtma, bizi affet, bizi bağıĢla, bize acı. Sen
Mevlâmızsın, kâfirlere karĢı bize yardım et.”112
Sahâbenin bu endiĢeleri, onların Hz. Peygamber ile bu konudaki diyalogları ve
sahabeyi endiĢelendiren âyetin anlam çerçevesini çizen açıklayıcı âyet ve konuyla ilgili süreç,
hadis kitaplarında da nakledilmiĢtir. Buna göre inen ilk âyetle ashab-ı kiram, uygulamaya
dönüĢmeyen sadece içlerinden geçen tüm düĢündüklerinden sorumlu tutulacaklarını sandılar,
telaĢ içinde Hz. Peygamber‟e gelerek namaz, oruç, zekât ve cihad gibi emirleri yerine
getirdiklerini, ancak içlerinden geçen düĢüncelere engel olamadıklarını ifade ettiler.
110
Bakara 2/284. 111
TĠRMĠZĠ, Tefsîr, 3, 1990, 1991, 1992. 112
Bakara 2/286.
21
Peygamber Efendimiz onlara ehl-i kitabın söylediği Ģekilde “iĢittik ve isyân ettik” yerine
“iĢittik ve itaat ettik ey rabbimiz. Bizi bağıĢlamanı dileriz, dönüĢümüz ancak sanadır”
demelerini öğütledi. Onların bu yöndeki duaları kabul oldu ve gelen âyet, konuyu
kavramalarını sağladı ve böylece Allah (c.c.) onların îmanlarını güçlendirdi: “ لإ ـ نللحه
... ؿل / Allah kimseyi gücünün yetmeyeceği Ģeyden sorumlu tutmaz…” ifadesi ile baĢlayan
Bakara Sûresi‟nin 286. âyeti-i kerîmesi indi.113
Bu konu ile ilgi bir hadîs-i kutsî de olumsuz düĢüncelerin günah olarak
yazılmayacağını göstermektedir: “Allah Teâlâ meleklere Ģöyle buyurur: Kulum bir kötülük
yapmayı gönlünden geçirirse onu yapmadıkça kötülük olarak yazmayın. Eğer onu yaparsa o
zaman bir kötülük olarak yazın, Eğer kulum benim rızam için o kötülüğü yapmaktan
vazgeçerse bunu onun için bir iyilik olarak yazın. ġâyet bir iyilik yapmayı gönlünden geçirir
de yapamazsa siz onu bir iyilik olarak yazın. Eğer onu yaparsa o zaman on mislinden 700
misline kadar iyilik olarak yazın.”114
Bakara Sûresi 284. âyetini ve âyetin anlam çerçevesini açıklayan birçok âyet-i kerime
vardır:
“ هلي ظ هفقععث غسويشء ق و ـ هفقس لل دلنا ع هغ لعا Göklerdeki her / شلء
Ģey ve yerdeki her Ģey Allah‟ındır. O, dilediğini bağıĢlar, dilediğine azab eder. Allah, çok
bağıĢlayandır, çok merhamet edendir”.115
“ أد ءه قس ظعذيأ ص سستقس يسل.ث لغسوليشلء و ه أ نشغا ننظنن فلن ظ س
هي ظ قسوظلغ ل إس ول هل قعع ق لو ـ هللكقس لل شلء /(Bir de) Yahûdîler ve Hıristiyanlar,
„Biz Allah‟ın oğulları ve sevgili kullarıyız‟ dediler. De ki: „Öyleyse (Allah) size neden
günahlarınız sebebiyle azap ediyor? Hayır, siz de O‟nun yarattıklarından bir beĢersiniz.‟
(Allah) dilediğini bağıĢlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve bunların arasında
bulunanların da hükümranlığı Allah‟ındır. DönüĢ de ancak O‟nadır.”116
ك ل لى“ ل إس غدنهليشلء هيشء O, dilediğine azap eder, dilediğine de merhamet/ ظ
eder. Ancak O‟na döndürüleceksiniz”.117
دول“ غ لعقع لىه هيشء ظ ععث غسويشء ق ق و ـ هلكقس لل /Göklerin ve yerin
hükümranlığı Allah‟ındır. O, dilediğini bağıĢlar, dilediğine ceza verir. Allah, çok
bağıĢlayandır, çok merhamet edendir.”118
113
MÜSLĠM, Ġman, 199, 200; TĠRMĠZĠ, Tefsîr, 3,1990, 1991, 1992. 114
el-BUHÂRÎ, Tevhîd, 35; MÜSLĠM, Ġman, 203, 204. 115
Âl-i Ġmrân 3/129. 116
Mâide 5/18. 117
Ankebût 29/21.
22
Bu âyetlerden anlaĢılan Ģudur ki Allah Teâlâ, azabı hak etmiĢ kimselerden dilediğini
affeder, dilediğine azâp eder. O‟nun dilediğini cezalandırması, adâlet dairesinde olup belli
ölçüleri olan bir cezalandırmadır. Çünkü O (c.c.), hiçbir kuluna zerre kadar haksızlık etmez ve
herkese kazandığını tam olarak veren ve hatta onun yaptığı iyilikleri kat kat arttırandır.119
لنظلولى“ ل ت ـ ل لؾ ه ف ك إسهن هكغ ىف قك ق /Öyle bir günden sakının
ki o gün hepiniz Allah‟a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin
karĢılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.”120
“ لل ؼلل ـ إىكللكد طع لل هظلللنه ظوللإى للأللغق هلليس ض لل / ġüphesiz Allah (hiç
kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat
arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.”121
نظلولى“ ل ـ قس لؽأ سنلي ئ هظللنقس لؽهل ġüphesiz Allah, insanlara hiçbir Ģekilde/إى
zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.”122
“ ظققسن ل ه سى ف ف غقسوجغهيهش يهو قسن ػ لغ ثلصعطلثغ
ظللللنعلللكأدلللضق وللللقدػلللغق لللضقهللل أدظللل Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın/إ
içindekilerden korkuya kapılmıĢ görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük
hiçbir Ģey bırakmadan hepsini sayıp dökmüĢ!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karĢılarında
bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”123
Burada iyi anlaĢılması gereken bir nokta da Allah‟ın azap etmesi adâlete dayanınır ve
O‟nun affetmesi ise kuluna bir ihsanıdır. O‟nun affetmesi de azap etmesi de kendisi için bir
zorunluluk olarak anlaĢılamaz, tersine ikisini de küllî iradesiyle yapar. Kur‟ân-ı Kerim‟in
birçok âyetinde Allah (c.c.)‟nun iradesini sıkça vugulaması, bu konunun doğru anlaĢılmasını
sağlamak içindir. Burada tamamen keyfî bir durumdan söz edilemez. Ancak Allah (c.c.),
affetme ve azaplandırmada, mutlak yetki sahibidir. Bu yetkisi, O‟nun kimin neyi hakketiğini
en iyi bilmesine dayanmaktadır.124
Bu örnekte de açıkça görülmektedir ki Hz. Peygamber (s.a.v.), sahabenin, Bakara
Sûresi 284. âyetini anlamadaki problemlerini hemen çözememiĢtir. O, yukarıda zikredilen
açıklayıcı âyetler indikten sonra ancak söz konusu âyet-i kerîmeyi açıklayabilmiĢtir. Bu
durum, sahabenin anlamada zorlandığı ya da anlayamadığı bir âyeti anlatma konusunda keyfî
118
Fetih 48/14. 119
YAZIR, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur‟ân Dili, Azim Dağıtım, Ġstanbul, 1992, C. II, s. 268. 120
Bakara 2/281. 121
Nisâ 4/40. 122
Yûnus 10/44. 123
Kehf 18/49. 124
YAZIR, a.g.e., C. II, s. 269.
23
davranmadığını göstermektedir. Bu da Kur‟ân-ı Kerîm‟ın bir beĢer olan Hz. Peygamber‟in
meydana getirdiği bir kitap olmadığının kanıtlarından biridir.
b. Hudeybiye AntlaĢmasındaki Tavrı
Hz. Peygamber, hicrî 6. yıl Zilkâde ayında, KureyĢlilerle barıĢcıl iliĢkiler kurmak ve
umre yapmak üzere 1400-1500 kiĢilik bir gurupla yola çıkmıĢtı. Bu amaçlarının bir iĢareti
etmek üzere ashabın üzerinde sadece yol kılıcı vardı. Böylece geçmiĢteki husûmetlerin
unutulması ve bölgeye barıĢ havasının hâkim olması sağlanacaktı. Ancak Mekke yakınlarına
geldiklerinde Mekkelilerin bu düĢünceden uzak olduklarını ve düĢmanca tavırlarını
sürdürdüklerini öğrendiler. Hz. Peygamber, beraberindeki ashâbıyla Hudeybiye denilen yerde
yapmak istedikleri bu umre ve hâkim kılmak istedikleri barıĢ arzularını, sürdürdürülen
diplamatik iliĢkilerle bir antlaĢmayla sonuçlandırmıĢtı. Ġslâm tarihine Hudeybiye AntlaĢması
olarak geçen bu anlaĢmada alınan kararların ilk bakıĢta müslümanların aleyhine görünmesi,
baĢta Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere ashâb-ı kiramı ümitsizliğe sevketmiĢti. Ashâbın çoğunluğu
Mekke‟ye ve Kâbe‟ye bu kadar yaklaĢmıĢken umre yapmadan Medîne‟ye dönmeyi
kabullenemiyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in, “Kalkın, kurbanlarınızı kesin, ardından tıraĢ
olun.” Ģeklindeki davetini üç kez tekrarlamasına rağmen kafileden bu emre uyan çıkmadı.
Ümm-ü Seleme validemizin tavsiyesi ile Efendimiz‟in ortaya çıkarak kurbanını kesmesi, tıraĢ
için berberini çağırması, ashabı etkilemiĢ ve böylece müslümanlar; bu geçici itiraz, belirsizlik
ve kararsızlıktan kurtulmuĢlardır.125
Hudeybiye anlaĢmasından önce savaĢla ilgili inen medenî âyetlere baktığımızda,
nerede olursa olsun, müslümanlara savaĢ açanlara karĢı savaĢma izninin verildiğini
görüyoruz.
“ قسو للضي هذللب ك للضقإى هقس للظي للكلنن سللكلقفللؿلل /Sizinle savaĢanlara karĢı
Allah yolunda siz de savaĢın. Ancak aĢırı gitmeyin. Çünkü Allah aĢırı gidenleri sevmez.” 126
Bu ve benzeri âyetlerde, müslümanlara savaĢ açanlara karĢı savaĢma izni verilmesine
rağmen Hz. Peygamber‟in görünürde bu kadar ağır Ģartlar taĢıyan bir anlaĢmayı kabul etmesi,
anlaĢılması zor bir karardır. O‟nun barıĢta ısrar etmesi, Ġslam‟ın bir barıĢ dini olması ve barıĢ
ortamında insanlara ulaĢmanın daha kolay olduğuna olan inancı idi. Zîrâ bundan önceki bütün
125
TABERÎ, Muhammed bin Cerîr (ö. 310/922), Câmiu‟l-Beyân an Te‟vîli Âyi‟l-Kur‟ân, Müessesetü‟r-Risâle,
Beyrut, 1993, C. VII, s. 56-63; ĠZZEDDĠN EBU‟L-HASAN, Ali b. Muhammed, (ö.630/1233), el-Kâmil fi‟t-
Tarih, Dâru‟l-Kitabi‟l-Arabî, Beyrut, 2012, C. II, s. 85-86. 126
Bakara 2/190.
24
savaĢlarda o, sonuna kadar hep barıĢı denemiĢ ancak müĢriklerin geri adım atmaması
sebebiyle savaĢ kaçınılmaz olmuĢtu.
Efendimiz (s.a.v.), yukarıda zikrettiğimiz Bakara 190. âyeti ve konu ile ilgili daha
önce nâzil olan âyeti kerîmeleri, barıĢ giriĢimleri için engel görmüyordu. Ancak Sahâbe-i
Kirâm, onun bu konudaki ısrarını da anlamakta zorlanmıĢtı. Ashap, îtiraz ederek ve
kararsızlıklarını ortaya koyarak tepki göstermiĢlerdi. Nihâyet bu belirsizlik, ashâbın Hz.
Peygamber‟in çizgisine gelmesiyle sonuçlanmıĢtır. Fakat bu konuda Kur‟ân‟a konu olacak bir
vahiy (vahy-i metluv) de inmemiĢ olmalı ki Efendimizin Hz. Ömer‟e cevaben: “Muhakkak ki
ben Allah‟ın resûlüyüm, kesinlikle O‟nun emrine isyân etmem. O, benim yardımcımdır.”127
ifâdesine rağmen ashâp, anlaĢma kararını kabul etmiĢ ancak buruk bir Ģekilde Medine‟ye
doğru yol almaya baĢlamıĢtı. DönüĢ yolunda Efendimiz‟in savaĢla ilgili âyetleri anlamadaki
kararlığı ve anlaĢma yapmadaki haklılığını teyit eden âyet-i kerîmeler indi. 128
“ لن س ض ـ قس نفلؼ ف لنهفسلل جغ هيإط ككذتقسش يقسو ه نف ذلعػ أل ن لل
ġüphesiz Allah o ağacın altında, sana biat eden müminlerden razı oldu. Kalplerinde/ سغ ل
olanı bildi. Ve onlara huzur ve sükûnet bahĢetti. Ve onları yakın bir fetih ile
mükâfatlandırdı.” 129
Burada tespit edilmesi gereken nokta Ģudur ki bu âyetler, Hudeybiye AntlaĢması‟ndan
önce Medine‟de savaĢla ilgili inen âyetlerin çerçevesini geniĢleterek söz konusu âyetlerin
daha iyi/doğru anlaĢılmasını sağlamıĢtır. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hudeybiye‟de savaĢla ilgili
bu âyetlerin izahını yapmaktan kaçındığı anlaĢılmaktadır. Fetih Sûresi‟ndeki açıklayıcı bu
âyetler inince de mesele (Hudeybiye AnlaĢma ve ilgili tartıĢma) açıklığa kavuĢmuĢtur.
Böylece savaĢla ilgili âyetlerden ne anlaĢılması gerektiği vahiyle açıklanmıĢtır. Nâzil olan bu
açıklayıcı âyetler ve sonrasındaki geliĢmeler, Hudeybiye AntlaĢması‟nın sonucunda oluĢan
barıĢ ortamı, Ġslâm davetinin önünü açmıĢ ve müslümanları zafere götüren önemli bir etken
olmuĢtur.130
Hz. Peygamber‟in, Hudeybiye AnlaĢması sonrasında otaya çıkan tartıĢmalardaki bu
tavrı, onu Kur‟ân‟ın müellifi olmadığının delillerinden biridir. Ġddia edildiği üzere eğer o
(s.a.v.) Kur‟ân‟ın kaynağı olsaydı, baĢka bir ifade ile Kur‟ân‟ı meydana getirme imkânına
sahip olsaydı konuyla ilgili yukarıdaki âyet-i kerîmeleri (Feth 48/24-27), Hudeybiye
127
el-BUHÂRÎ, Kitabu‟Ģ-ġurût, 2731. 128
Fetih 48/1-5; Fetih 48/24-27. 129
Fetih 48/18. 130
ĠBNĠ HĠġAM, Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. HiĢâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-
Mısrî (ö. 218/833), es-Sîretu‟n-Nebeviyye, Dâru‟l-Kitabi‟l-Arabî, Beyrut, 1990, C. III, s. 273.
25
AntlaĢması öncesinde ya da hemen sonrasında müslümanların meseleyi anlamada
zorlandıkları en kaotik sırada okuması/söylemesi gerekirdi. Oysa o (s.a.v.), açıklayıcı söz
konusu âyetler indikten sonra ancak konu ile ilgili ilâhî hükmü açıklamıĢtır. Zîrâ vahyin ne
zaman geleceğine karar veren Allah (c.c.)‟dur.
6. Kur’ân’ın Ġndiği Dönemde Bilinmeyen Bazı Bilgiler Vermesi
Kur‟ân, Hz. Peygamber‟in vefatından sonra meydana gelen bazı olaylardan haber
vermekte ve onun yaĢadığı dönemde bilinmeyen bazı bilgiler vermektedir. Hz. Peygamber‟in
kendisine vahiy ile bildirilenin dıĢında gaybı bilmediği, nâzil olan âyetler131
ve vârit olan
hadislerden132
anlaĢılmakadır. Oysa Kur‟ân, geleceğe ait gaybî haberlere yer vermektedir.
Buna bazı tarihî olaylar, peygamber kıssaları ve geçmiĢe ait gaybî haberler örnek verilebilir.
Bedir SavaĢı‟ında müslümanların gâlip geleceği,133
Bizanslılarla Ġranlılar arasında meydana
gelecek bir savaĢta Ġranlıların yenilgiye uğrayacağı,134
Hz. Peygamber‟in düĢmanlarına karĢı
korunacağı,135
müslümanların Mescid-i Harâm‟a (Kâbe‟ye) girecekleri, Mekke‟yi
fethedecekleri,136
ve Kur‟ân‟ın tahrif edilemeyeceği137
gibi haberler, geleceğe ait gaybî
haberlerdir. Bu haberler, ifade edildiği gibi gerçekleĢmiĢtir. Kur‟ân‟ın iddia edildiği gibi Hz.
Peygamber‟in meydana getirdiği bir kitap olduğunu varsayarsak bu durumda kendisine ancak
bildirildiği kadar gaybı bilen bir peygamberin, Kur‟ân‟da bildirilen bu gayb haberlerini nasıl
izah edeceğiz? Vahiyden baĢka, bu haberleri ona verecek baĢka kaynak olmadığına göre
Kur‟ân onun sözü olamayacağı gerçeği ortadadır.
Kur‟ân‟ın, Hz. Peygamber‟in yaĢadığı dönemde varlığı bilinmeyen bazı ilimlerden
haber vermesi de onun Kur‟ân‟ı meydana getiren değil; aksine vahyin gösterdiği Ģekilde
131
“Ancak seçtiği resûller baĢka. (Onlara bildirir.)” (Cin 72/27);“Ben gaybı da bilmem.” (En‟âm 6/50; Hûd
11/31); Gayb‟ın anahtarları Allah‟ın yanındadır.” (En‟âm 6/59); “De ki: Eğer ben gaybı bilseydim elbette
daha çok hayır yapmak isterdim.” (Arâf 7/188). 132
“...Muavviz kızı Rubeyyi Ģöyle demiĢtir: “Ben gelin olduğum günün kuĢluk vaktinde Peygamber evlenme
törenime geldi, oturdu. O sırada bir takım kızlar def çalıp Bedir‟de Ģehit olan babalarını övüyorlardı. Bu
kızlardan birisi:“Ġçimizde bir peygamber vardır ki o, yarın ne olacağını bilir” dedi. Bunun üzerine
Peygamber:“Öyle söyleme, söylemekte olduğun Ģeyleri söyle!” buyurdu/menetti. (Tirmîzî, Nikâh, 6; Buhârî,
Mağâzi, 12 ); “Kim, Peygamber yarın ne olacağını insanlara haber ver(ebil)ir derse, Allah‟a iftirâ etmiĢ
olur.” (Buharî, Tevhid, 4); Bi‟r-i Maûne ve Reci‟ olaylarında “Bize Ġslâm‟ı anlatacak kiĢiler gönder.”diyen
kabilelerin istediğini yerine getirirken ashabından pek çok değerli insanın suikaste kurban gideceğini
bilmemiĢtir.”
(el-BUHÂRÎ, Meğâzî, 28; ĠBNĠ HĠġAM, a.g.e., C. III, s.123-124). 133
Enfâl 8/36. 134
Rûm 30/15. 135
Mâide 5/67. 136
Fetih 48/27; Nasr 110/1-3. 137
Hicr 15/9.
26
yaĢayan bir peygamber olduğunu gösterir. Kur‟ân‟ın birçok âyet-i kerîmesi; Allah‟ın varlığına
ve birliğine, O‟nun yaratıcı tek ilâh olduğuna ve âhiret hayatına dikkat çekmektedir. Ancak
Kur‟ân, bu vb. konularda muhatabı düĢündürmek ve ikna etmek için, insanın yaratılıĢı,
tabiatın oluĢumu, evrenin biyolojik, fiziksel ve toplumsal iĢleyiĢi ile ilgili bilgiler de
vermektedir. Günümüz pozitif ilimlerinin ortaya koyduğu kesin verilerle de örtüĢen bu
bilgilerin, Hz. Peygamber‟in yaĢadığı Mekke ve çevresinde biliniyor olması, ispatı mümkün
olmayan bir iddiadır.
Kur‟ân‟da, kısaca değinilen veya iĢaret yoluyla temas edilen ve aynı zamanda modern
bilimin de onayladığı bazı bilgiler bulunmaktadır: dünyanın bir yörüngede hareket etmesi,138
bütün canlı varlıkların erkekli diĢili yaratılması,139
dünyanın çevresinde bir atmosfer
tabakasının bulunması,140
bitkilerin tozlaĢması,141
güneĢin bizzat ısı ve ıĢık kaynağı olması,142
yerkürenin üzerinde canlıların yaĢamasına elveriĢli bulunması,143
uzayın geniĢlemesi,144
dağların ağırlık merkezi olup yerküreyi sarsılmaktan koruması,145
denizde tatlı su ile tuzlu su
138
“O, geceyi, gündüzü, güneĢi ve ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler.” (Enbiyâ 21/33). 139
“Yerin bitirdiği Ģeylerden, insanların kendilerinden ve (daha) bilemedikleri (nice) Ģeylerden, bütün çiftleri
yaratanın Ģanı yücedir.” (Yasin 36/36).
“Nihayet ondan da erkek ve diĢi iki eĢi var etti.” (Kıyame 75/ 39).
“DüĢünüp ibret alasınız diye her Ģeyden (erkekli diĢili) iki eĢ yarattık.” (Zariyat 51/49). 140
“Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.” (Saffat 37/6). 141
“Rüzgârları da aĢılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan
da siz değilsiniz.” (Hicr 15/22). 142
“O, güneĢi bir ıĢık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı
bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah, bunları (boĢ yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti
gereğince) yaratmıĢtır. O, âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.” (Yunus 10/5).
“Göğe burçlar yerleĢtiren, orada bir ıĢık kaynağı (güneĢ) ve aydınlatıcı bir ay yaratanın Ģanı çok yücedir.”
(Furkân 25/61).
“Onların içinde nasıl ayı bir ıĢık, güneĢi de bir kandil yapmıĢtır?” (Nûh 71/16).
“Alev alev yanan aydınlatıcı ve ısıtıcı bir kandil yarattık.” (Nebe‟ 78/13). 143
“O, yeri sizin için döĢek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeĢitli ürünler
çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah‟a ortaklar koĢmayın.” (Bakara 2/22).
“O, yeri yayıp döĢeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-diĢili) iki eĢ
yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. ġüphesiz bunlarda, düĢünen bir kavim için (Allah‟ın varlığını
gösteren) deliller vardır.” ( Ra‟d 13/3).
“Yeryüzünde birbirine komĢu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli
hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün
kılıyoruz. ġüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah‟ın varlığını gösteren) deliller vardır.” (Ra‟d
13/4). 144
“Göğü, gücümüzle Biz kurduk; Ģüphesiz biz onu geniĢleticiyiz.” (Zariyât 51/47). 145
“Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice iĢaretler
meydana getirdi. Ġnsanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar.” (Nahl 16/15-16).
27
arasına bir engelin konulması, (denizlerdeki su kütleleri)146
göğe doğru yükseldikçe oksijenin
azalması,147
gibi bilgiler örnek verilebilir.148
Bu konuda Deborah Potter149
‟ın sorduğu soru ve verdiği cevap Ģöyledir:
“Kur‟ân‟ın haber verdiği ancak bu günkü modern bilimin bile hâlâ çözmeye çalıĢtığı
evrendeki mucizeleri, bilgisizliğin hâkim olduğu bir çevrede büyüyen ve ümmî bir insan olan
Muhammed (s.a.v.), nasıl bilebilsin? Öyleyse bu sözün Allah‟ın sözü olması gerekir.”150
7. Vahyin Nüzûlü Sırasında Hz. Peygamber’de Görülen Fizikî ve Ruhî DeğiĢimler
Risâletten önce Hz. Peygamber‟de meydana gelen ilk değiĢim, sâdık rüyâlar Ģeklinde
baĢlayan vahiylerden sonra görülmüĢtür. Nitekim konu ile ilgili hadisi rivâyet eden Hz. ÂiĢe
(r.a.), bu değiĢimi Ģöyle ifade etmektedir: “ Rasûlullah (s.a.s.)‟e ilk vahiy, sâdık rüyâ Ģeklinde
gelmeye baĢlamıĢtır. Zîrâ Rasûlullah‟ın gördüğü bütün rüyâlar sabah aydınlığı gibi çıkardı.
Sonra kendisine yalnızlık sevdirildi…”151
” Bu rivâyette, Hz. Peygamber‟de meydana gelen
vahiy kaynaklı ilk değiĢim “…sonra kendisine yalnızlık sevdirildi…” Ģeklinde ifadesini
bulmuĢtur. Nitekim Allah Rasûlü, bu yalnız kalma isteği ile Hirâ Mağarası‟nda uzlete
çekilmiĢtir. Bundan sonraki değiĢim, yine Hirâ‟da Hz. Cebrail‟in Efendimiz‟e aslî hüviyetiyle
görünmesi ile yaĢadığı değiĢimdir. Hz. Peygamber, vahyin bu halinin ağırlığı ve gelen ilk
âyetlerin dehĢetinden titreyerek Hz. Hatice‟nin yanına gelmiĢ ve ondan kendisini örtmesini
istemiĢtir. Ardından da Hz. Hatice ve Varaka bin Nevfel, onun yaĢadığı bu durumu, övücü
sözlerle izah etmiĢlerdi.152
146
“Acı ve tatlı sulu iki denizi birbirine kavuĢmamak üzere salıvermiĢtir. Fakat aralarında bir engel vardır,
birbirine geçip karıĢmıyorlar. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (Rahman 55/19). 147
“Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü Ġslâm‟a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da
göğsünü göğe çıkıyormuĢçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) iĢte böyle verir.”
(En‟âm 5/125 ). 148
YAVUZ, Yusuf ġevki, Ġ‟câzü‟l-Kur‟ân, DĠA, Ġstanbul, 2000, C. XXI, s. 404. 149
Potter Deborah 1954 doğumlu ve 1980‟de müslüman olan gazeteci. Amerika BirleĢik Devletleri‟nde medya
gözlem ve eleĢtiri yazıları ile ünlü bir dergisi bilinen American Journalism Review yazarı, gazetecilik etik
uzmanı ve eğitmeni, Washington‟daki NEWSLAB‟in (gazetecilik kaynak kuruluĢu) baĢkanı.
(https://www.pbs.org/wnet/religionandethics/about-the-series/biographies/deborah-potter/- ) (2016) 150
ĠMAMUDDĠN HALÎL, Kâlû ani‟l-Ġslâm, Ennedvetu‟l-Âlemiyyetu li‟Ģ-ġâbbi‟l-Ġslamî, Riyad, 1992. 151
el-BUHARÎ, Bedu‟l- Vahy, 3; MÜSLĠM, Ġman, 73. 152
Hz. Hatice:“Hayır, Allah'a yemin ederim ki, Allah seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabanı ziyaret eder,
iĢini görmekten aciz olanların iĢlerini yüklenirsin, yoksula bakar, misafiri ağırlarsın, hak uğruna halka
yardım edersin” dedi. (el-Buharî, Bedu‟l-Vahy, 3).
Varaka b. Nevfel:“Bu sana gelen Allah‟ın Mûsâ‟ya indirdiği Namus (melek)‟tur. KeĢke kavmin seni yurdundan
çıkaracağı zaman sağ olsaydım. Hz. Peygamber sorar: Onlar beni yurdumdan çıkaracaklar mı?” diye sorar:
“Senin getirdiğinin benzerini getiren hiç kimse yoktur ki kavmi ona düĢman olmasın. ġâyet o güne yetiĢirsem,
sana çok yardımcı olmaya çalıĢırım.” (el-Buharî, Bedu‟l-Vahy, 3).
28
Vahyin nüzûlünün gerçekleĢtiği sırada Hz. Peygamber‟de görülen bazı fizikî ve ruhî
değiĢimler ve bu değiĢimlerin mahiyetini Ģöyle izah etmek mümkündür:
“ Kaynaklar, Hz. Peygamber‟e ilk vahyin kırk yaĢında gelmeye baĢladığını ve onda,
vahiy gelmeden önce olağan dıĢı haller görüldüğünü kaydetmektedirler. Söz konusu hallerle
ilgili hadislerin verdiği bilgilere göre Rasûlullah, vahiy esnasında âdeta kendinden geçerek
en soğuk günlerde bile terler, uykusu gelir, gözlerini belli bir noktaya diker, kaskatı kesilir,
benzi sararır veya kızarır, vücudu ağırlaĢır, bazen de nefes alırken horultuya benzer bir ses
çıkarırdı. Ġslâm bilginleri, Allah Râsulün‟de görülen bu belirtileri, onun, Kur‟ân vahyini,
beĢeriyetten melekiyete yükseltilerek, metafizik bir ortamda almıĢ olmasına bağlamaktadırlar.
Çünkü onlara göre bu durum, vahiy alma esnasında Rasûlullah‟ın melekût âlemine
geçiĢindeki zorluklardan kaynaklanıyordu.”153
Peygamberlikten önce Hz. Peygamber‟de görülmeyen ancak vahiy ile birlikte
kendisinde meydana gelen bu değiĢim, beĢerî bir sebeple açıklanacak bir durum değildir. Bu
durum, O‟nun vahiy esnasında fizik âlemden, metafizik âleme geçiĢteki zorlukla ancak
açıklanabilir. Nitekim Varaka Bin Nevfel, onun ilk vahiyden sonraki halini, Hz. Mûsa‟nın
yaĢadığı benzer bir hâl (Hz. Cebrail‟in geliĢi) ile açıklamıĢtır.
B. Hz. Peygamber ’in Kur’ân’ı BaĢkasından Aldığı Ġthamı
Bu iddia sahipleri de Kur‟ân‟ın ilâhî bir kitap olmadığı ithamında bulunmaktadır.
Ancak onun kaynağı konusunda yukarıda zikrettiğimiz birinci iddiayı yani Kur‟ân‟ın, Hz.
Peygamber (s.a.v.) tarafından yazılan ya da baĢkasına yazdırılan bir kitap olduğu iddiasını
kabul etmemektedirler. Bunun yerine onlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in, Kur‟ân‟ı baĢkasından
aldığı iddiasını ileri sürerler. Onlara göre Kur‟an, vahiy kaynaklı olmadığı gibi Hz.
Peygamberin meydana getirdiği bir eser de değildir. Kur‟ân‟ın, bu iki kaynağın dıĢında
üçüncü bir kaynaktan alındığını iddia etmektedirler.154
1. Kur’ân’ın Bu Ġddiaya BakıĢı
Kur‟ân‟ın Peygamber Efendimiz‟e geliĢi konusunda, dört kaynak isnadı iddia
edilebilir. Bu ihtimaller, Hz. Peygamber‟in kendisinden baĢka bir Ģahıs/Ģahıslardan, bir
kitaptan ve Allah (c.c)‟dan alınmıĢ olma ihtimalleridir. Hz. Peygamber‟in Kur‟ân‟a kaynaklık
153
DEMĠRCĠ, Muhsin, “Kur‟ân Vahyinin Nüzûlü Keyfiyeti ve Korunması”, Diyanet Ġlmî Dergi, DĠB Yayınları,
2016, 2010, C. 46, S.1, s. 21. 154
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2016)
29
ettiği iddiası, yukarıda açıklandığı üzere ilmî gerçeklerle bağdaĢmadığı ortaya konulmuĢtu.
Onun Kur‟ân‟ı baĢka bir Ģahıstan aldığı iddiasına gelince iddia sahiplerinin çoğunluğu, O‟nun
Yahûdî ya da Hristiyan bir kiĢiden aldığı iddiasındalar. Ancak Nahl Sûresi 103. âyeti bu
iddiaya cevap vermektedir. “ ن س ض لنأ لىا ـ لظقس جول أ ىقس ظلذضىإس ـ س سىإ و لوشغا
ه ليا غل /Ant olsun ki biz onların, „Kur‟ân‟ı ona bir insan öğretiyor‟ dediklerini biliyoruz.
Ġmâ ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur‟ân ise gâyet açık bir Arapçadır.”155
âyet-i
kerîmede de ifade edildiği üzere Kur‟ân‟ın kendisinden alındığı iddia edilen kiĢinin dili
Arapça değildir. Böyle bir kiĢinin fesâhat ve belâgat açısından Arapçanın zirvesi olan
Kur‟ân‟ı meydana getirmesi, mümkün değildir.
Kur‟ân‟ın bir kitaptan muktebes olduğu ithamı da Kur‟ân‟ın bizatihi kendisi tarafından
gerekçesi ile birlikte reddedilmiĢtir. “.قسو للى عكل كش وكإطق هي ه تك لهيس ل
قسظ لسوى هلجذلض كلإ فلطلضعقس لظيأكلققس للن ا ل ا آ /Sen Ģu Kur‟ân‟dan önce hiçbir
kitap okumuyor ve onu sağ elinle yazmıyordun. (Okuyup yazsaydın) o takdirde batıl peĢinde
koĢanlar, Ģüpheye düĢerlerdi. Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin kalplerindeki apaçık
âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi ancak zâlimler inkâr eder.”156
Okuma yazmayı bilmediği
bilinen Efendimiz‟in, baĢka bir kitaptan okumak sûretiyle bilgileri yazması düĢünülemez.
2. Hz. Peygamber’in Ümmîliği
Kur‟ân-ı Kerîm Hz. Peygamber‟in ümmî olduğu yani okuma ve yazmayı bilmediği ve
onun bu vasfının peygamberliğine delâlet eden bir kanıt olduğu ifade edilmektedir.157
Yine
Kur‟ân, kendisine vahiy gelmeden önce onun ne bir kitap okuyabildiğini ne de bir yazı
yazabildiğini vurgulamaktadır.158
O (s.a.v.), yaĢadığı dönemdeki muarızlarınca da ümmî
olarak bilinirdi. Nitekim anlattığı bir kıssa için müĢrikler, “للل / onu kendisi
yazdı”dememiĢlerdi. Bunun yerine “ إ/onu baĢkasına yazdırdığı” demeyi seçmiĢlerdi.159
Hz. Peygamber‟in, okuma yazmayı bildiğini varsaysak bile iddia sahipleri bu kez Eski
Ahit‟in Ġslâm öncesinde bir Arapça tercümesinin bulunmadığı gerçeği ile karĢı karĢıya
kalırlar. Eski Ahit ile ilgili bu görüĢü oryantalistler de paylaĢmaktadır. Nitekim Oryantalist
Goıteın (ö.1985), Hz. Peygamber dönemindeki Yahûdî sahifeleri ile ilgili olarak “Bu
155
Nahl 16/103. 156
Ankebût 29/47-48. 157
A‟raf 7/157; Al-i Ġmrân 3/164; Cuma 62/2; el-Buhârî, Kitâbu‟s-Savm, 13. 158
Ankebût 29/48. 159
Furkan 25/5.
30
sahifeler, Arapça dıĢında bir dil ile yazılıydı.”160
demektedir. Ġslâm öncesinde Arapçaya
çevrilmiĢ Eski Ahit olmadığı ve ilk Arapça çevirisinin Abbasî dönemi baĢında ve Ġbranice
harflerle yazıldığını biliyoruz.161
Mekke döneminde Eski ve Yeni Ahitler, ancak iki dil
bilenlerin uhdesinde idi. Nitekim Tevrat içindeki bilgileri paylaĢma konusundaki cimrilik
gösteren bu kimseler Kur‟ân‟da tanıtılmıĢtır.162
Ġlmi gizleyen bu kimseler, bu durumlarını
Medine‟de de sürdürmüĢlerdir.163
Ancak hicretten önce Hz. Peygamber‟in bu çevre ile bir
iliĢki kurduğu yönünde bir bilgi mevcut değildir.164
Öyleyse bu tarihi gerçekler ortada iken
Hz. Peygamber‟in Kur‟ân‟ı Ahd-i Atik‟ten aldığını iddia etmek, ilmî temellerden yoksun bir
iddiadan öteye geçmemektedir.
Kur‟ân, Tevrat ve Ġncil‟den ya da eski kitaplardan alınmıĢ bir kitap olsaydı Efendimiz,
Kur‟ân‟ın bir benzerini getirme konusunda müĢriklere meydan okuyabilir miydi? Tevrât ve
Ġncil, insanların ellerinin altında iken bu meydan okumanın arkasının boĢ olduğu belli olacak,
bir süre sonra da Kur‟ân‟ın bunlardan alındığı ortaya çıkacak ve bu meydan okuma, çok
büyük bir hataya dönüĢecekti. Ayrıca Mekke döneminde Tevrat ve Ġncil‟i ya da eski kutsal
metinleri getirerek böyle bir iddiada bulunulduğu ile ilgili bir kayıt mevcut değildir.165
Bu iddia ile ilgili önemli bir reddiye de Ġslâm âlimlerinin, âyetlerin nüzûl sebeplerinin
faydaları ile ilgili kaydettikleridir. Ulemâ, esbâb-ı nüzûlü, Kur‟ân‟ın ilâhî bir kitap olduğunun
bir kanıtı olarak kabul etmektedirler. ġöyle ki bazen bir olaydan hemen sonra âyet inmiĢtir.
Burada Hz. Peygamber‟in bir kitaba bakarak ya da bir kimseye sorarak cevap verebilecek bir
durumu söz konusu değilken söz konusu olayla ilgili âyetleri açıklaması, nasıl izah edilebilir?
Öyleyse daha önce hakkında bilgi sahibi olmadığı bir konuda ve bir kaynaktan yararlanma
160
“GOITEIN, Shelomo Dov, (1900-1985) 20. yüzyılın tanınmıĢ Ģarkiyatçılarından biri. Bavyera‟nın
Burgkunstadt kasabasında doğdu; hem Ġslâm hem de Mûsevîlik üzerinde uzmanlaĢmıĢ bir Alman Yahûdîsidir.
Hayatını bu iki dini, özellikle birbirleriyle olan iliĢkilerini araĢtırmaya vakfetti. 1923‟te Filistin‟e göç ederek
1928‟den itibaren Kudüs Hebrew University‟de Arap ve Ġslâm araĢtırmaları konularında ders vermeye
baĢladı ve daha sonra bu üniversitenin Institute of Asian and African Studies‟e baĢkanlık yaptı. 1957‟de
profesör olarak davet edildiği Amerika BirleĢik Devletleri‟nin Pennsylvania Üniversitesi‟ne, ardından da
buradan Philadelphia Üniversitesi‟ne ve Princeton‟daki Institute of Advanced Studies‟e gitti. Hayatı boyunca
birçok ilmî faaliyete katıldı.” (JACOB M. LANDAU, GOITEIN, Shelomo Dov, DĠA, Ġstanbul, 1996, C. XIV,
s. 101). 161
ġENGÜL, Ġdris, Kıssa, DĠA, Ankara, 2002, C. XXV, s. 500. 162
Âl-i Ġmrân 3/78. 163
Bakara 2/79. 164
DRAZ, Abdullah, Kur‟ân‟a GiriĢ, Otto Yayınları, çev. Salih AKDEMĠR, Ankara, 2012, s. 117-118. 165
el-MUTAYRÎ, a.g.e., s. 172-173.
31
imkânı yok iken onun yaptığı açıklama ancak vahye müstenit olup sadece vahiyle
açıklanabilir.166
Kur‟ân‟ın, ġam Hristiyanlarından ve/veya Medîne Yahûdîleri‟nden ya da baĢka ehli
kitap kaynaklarından alındığı iddiası da doğru değildir. Bu iddia tarihi gerçeklerle de
bağdaĢmamaktadır. Zîrâ böyle bir durum söz konu olmuĢ olsaydı Efendimiz döneminde
yaĢayan, onu çok iyi tanıyan, onun günlük hayatını yakından takip eden, ona cevap veren ve
ona karĢı iddialarda bulunan ve Ġslâm davetine düĢmanlık eden tüm çevrelerin dikkatinden
kaçmaz, mutlaka bu gündeme getirilir ve ilk dönem tefsir ve hadis kaynaklarına konu olurdu.
Oysa söz konusu kaynaklarda bu konuda bir kayıt bulunmamaktadır.
Kur‟ân‟daki bazı hükümlerin ya da bilgilerin Tevrat, Ġncil ve dönemin Arap
toplumundaki hükümlerle benzerlik göstermesi, onun bu kaynaklardan alındığına bir kanıt
değildir. Zîrâ Kur‟ân, eskiye ait her Ģeyi yıkmak için gönderilmiĢ bir kitap değildir. Hatalı
bilgi ve uygulamaları düzeltmek, Ġslâm‟ın tevhit inancıyla çeliĢmeyen uygulamaları devam
ettirmek, Kur‟an‟ın temel prensibi olmuĢtur. Nitekim Ġslâm, Cahiliye döneminden kalan
doğruluk, kahramanlık, cömertlik, merhamet gibi ahlâkî erdemleri devam ettirmiĢtir.
Kur‟ân‟ın, bu uygulamaları övdüğünü ve insanları bu erdemli davranıĢlara teĢvik ettiğini
görüyoruz. Efendimiz‟in " للنهنللعمقسلل٠ Ben güzel ahlâkı tamamlamak için/إولل للتكو
gönderildim.”167
ifâdesinde geçen “ شل/yeniden inĢa etmek” yerine “لن ”tamamlamak /كو
ifadesinin kullanılması bu inceliği vurgulamaktadır. Kur‟ân‟ın ilâhî kaynaklı bir kitap
olabilmesi için insanlığın ulaĢtığı iyi ve güzel uygulamalara karĢı çıkması gerekmez. Aksine
Kur‟ân‟ın bu tür müspet uygulamaları reddetmesi, onun ilâhî olduğu konusunda Ģüphe
uyandırabilirdi. Bu konuda ifâde edilmesi gereken bir bilgi daha var ki o da Kur‟ân‟ın, ehl- i
kitaptaki birçok argümanı reddeden ve onların insan fıratıyla uyuĢmadığını ifade eden birçok
hükmü içermesidir. Bu durum, Yûnus Sûresi‟nde Ģöyle ifade edilmiĢtir: “لظققس لغآىأى هل لى
قس ل هيع بف ع قسن ك ظ يض سنيكظض.قس ظ سوي غهيصىه /Bu Kur‟ân, Allah‟tan
(indirilmiĢ olup) baĢkası tarafından uydurulmamıĢtır. Fakat o, kendinden öncekileri
doğrulayıcı ve Kitab‟ı (Allah‟ın Levh-i Mahfûz‟daki yazısını) açıklayıcı olarak indirilmiĢtir.
Bunda hiçbir Ģüphe yoktur. (O) âlemlerin Rabbi tarafındandır.”168
166
ĠBNĠ ÂġÛR, Muhammed Tâhir (ö.1973) et-Tahrîr ve‟t-Tenvîr, ed-Dâru‟t-Tunûsiyyetu li‟n-NeĢri Sahnûn li‟n-
NeĢri ve‟t-tevzi‟, Tunus, 1984, C. I, s. 50. 167
MALĠK BĠN ENES, Ebû Abdillâh Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahî el-Yemenî (ö. 179/795), el-
Muvatta, Kitâbu Husni‟l Huluk, 8, C. 2, Dâru Ġhyai Turasi‟l-Arabî, Beyrut, 1985. 168
Yûnus 10/37.
32
Birçok konuda Tevrat ve Ġncil‟e muhalefet ettiği halde Kur‟ân‟ın bu kitaplardan
muktebes bir kitap olduğu iddiası, ispatı mümkün olmayan bir iddiadır. Zirâ Hz. Mûsâ‟nın
kıssasıyla ilgili olarak Kur‟ân, Hz. Mûsâ‟ya bakan kadının Firavun‟un karısı olduğuna iĢaret
ederken Eski Ahit‟te bu kadının, Firavun‟un kızı olduğu vurgulanmaktadır.169
Yine Kur‟ân,
Firavun‟un boğulması, onun bedeninin denizden çıkarılması, ölümü ve helâkı gibi birçok
detayı zikrederken; Tevrat‟ın, Firavun‟un boğulmasına, kapalı bir Ģekilde, değindiğini
görmekteyiz. Kur‟ân ve Tevrat‟ta farklılık gösteren konulardan birisi de Hz. Mûsâ‟nın
kıssasındaki buzağı meselesidir. Tevrât, Hz. Hârûn‟un buzağıyı yaptığını söylemektedir. Hz.
Îsâ‟nın doğumu konusu ve diğer birçok konuda da aynı Ģekilde farklılıklar görülmektedir. 170
Kur‟ân-ı Kerîm‟de yer aldığı halde Yahûdî ve Hristiyan kaynaklarında yer almayan
Peygamber kıssaları bilinmektedir. Bu kıssalar Hûd (a.s.), Sâlih (a.s.) ve ġuayb (a.s.)‟ın
kıssalarıdır. Bu kıssaları Efendimiz nereden aldı? Ġddia sahiplerinin bu tespitleri hesaba
katmaları ve bu soruya cevap bulmaları gerekir.171
Hz. Peygamberin Kur‟ân‟ı, birlikte yaĢadığı dönemin Hristiyan ve Yahûdî kökenli
Suheyb er-Rûmî, Selmân-i Fârîsî, Varaka bin Nevfel, Bilâl-i HabeĢî, Abdullah bin Selâm ve
Ka‟b‟ul- Ahbârî gibi müslümanlardan aldığı iddiası da birçok açıdan reddedilebilir bir
iddiadır. Bu iddia, aslında, aleyhlerine Ģahitlik eden bir iddiadır. Zirâ Kur‟ân, ehl-i kitaptan
kopyalanan bir kitap idi ise Hristiyan ve Yahûdî kökenli bu müslümanlar neden Ġslâm‟ın aslı
olan bu dinleri terk edip sahtesine inansınlar? Bu arada Kur‟ân birçok âyette Hristiyanların
küfre saptıklarını ifade ettiği halde bu iddia ile ilgili olarak öne sürülen argümanlar doğru ise
bu durumda dönemin Hristiyan ve Yahûdîleri bunu neden açıklamadılar? “Ant olsun, “Allah,
Meryem oğlu Mesîh‟tir.” diyenler kesinlikle kâfir oldular. De ki: “ġâyet Allah, Meryem oğlu
Mesîh‟i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese Allah‟a karĢı kim ne
yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her Ģeyin hükümranlığı Allah‟ındır.
Dilediğini yaratır. Allah, her Ģeye hakkıyla gücü yetendir.”172
“Ant olsun, “Allah, üçün
üçüncüsüdür” diyenler kâfir oldu. Hâlbuki bir tek ilâhtan baĢka hiçbir ilâh yoktur. Eğer
dediklerinden vazgeçmezlerse ant olsun onlardan inkâr edenlere elbette, elem dolu bir azap
dokunacaktır.”173
169
el-HAKÎM, Muhammed Bakır (ö. 2003), el-MüsteĢrikûn ve ġubuhâtuhum Havle‟l-Kur‟ân, Müessesetu‟l-
E‟lemiyyi li‟l-Matbûat, Beyrut, ts., s. 46. 170
el-HAKĠM, a.g.e., s. 47. 171
MAHMUT MÂDÎ, el-Vahy‟ul-Kur‟âniyyu fi‟l-Manzûr‟il-ĠstiĢrakıyyi ve Nakduh, Ġskenderiye, 1996, s. 148. 172
Mâide 5/17. 173
Mâide 5/73.
33
C. Kur’ân’ın Yerelliği
Bu ithama göre Kur‟ân; indiği dönemdeki toplumun ortak kültür, edebiyat, örf- âdet
ve kanunlarının, Hz. Peygamber‟in kendi ilhamlarından ve rüyalarından oluĢturduğu bir
kitaptır: “Kur‟ân, Ġslâm‟ın tamamını değil, ilk 20 yılını yansıtmaktadır ve „kollektif yaratma
faaliyeti‟ sonucunda ortaya çıkmıĢtır. Ahiretle ilgili âyetler, Arap Ģiirinin bir yansıması ve o
zamanki halk Ģiirinden seçmelerdir. GeçmiĢ kavimler ve Ģahıslarla ilgili efsaneler, çevre
kültüründen ve dinlerinden alınmıĢtır. Vahyin kaynağı „rüya‟dır. Nitekim „inzâl‟ de, Allah‟tan
veya gökten düĢmek değil; baĢa düĢmek, akla gelmek demektir. Bu da ilhamdır. Dolayısıyla
Kur‟ân, gökten inen bir kitap değil, Hz. Muhammed‟in rüyasında gördükleri ve ruhuna doğan
ilhamlardan ibarettir. Kur‟an, bir dönemde yaĢayan, mücadele eden, tartıĢan, hâkimiyet
kuran bir sınıfın müĢterek kanunlarını, örf-âdetlerini ve dünya görüĢlerini kendinde toplayan
bir kitaptır.” 174
Kur‟ân‟ın kaynağına yönelik bu ithamın cevabı, “Hz. Peygamber‟in Kur‟ân‟ı
BaĢkasından Aldığı Ġthama” baĢlığı altında verildi.175
Burada, iddiada öne sürülen yeni
argümanları da dikkate alarak, iddiaya bu yönüyle de değinmek yararlı olacaktır. Bu iddia
kısaca “Kur‟ân‟ın, bir dönemde yaĢayan bir sınıfın, ortak kültür ve dünya görüĢlerini
toplayan bir kitap olduğu Ġthamı” Ģeklinde ifade edilebilir.
Bu ithamda dile getirilen,“Kur‟ân, Ġslâm‟ın tamamını değil, ilk 20 yılını
yansıtmaktadır ve “Kollektif yaratma faaliyeti” sonucunda ortaya çıkmıĢtır.” cümlesiyle bu
iddiada Kur‟ân‟ın Medine döneminin son üç yılı yok sayılmaktadır. Ġddianın naklededildiği
metindeki çeliĢkiler hemen dikkati çekmektedir. Önce Kur‟ân‟ın kaynağı olarak Mekke‟deki
birçok unsûr kastedilirken sonra aynı metinde bu kaynaklar yok sayılarak Kur‟ân için yeni bir
kaynak ileri sürülüyor ki o da rüyalardır. “Kollektif yaratma faaliyeti” nden kastedilen Ģey ise
cahiliye döneminin örf ve dinleri, kabile önderlerinin emirleri, kabileler arasında görüĢlerine
değer verilen yüksek mevki sahibi kimselerin söyledikleridir. Ayrıca eski cahiliye Ģiirleri az
da olsa Hıristiyan ve Yahudi kimseler de burada gündeme gelmektedir.
Cahiliyedeki dînî uygulamalara baktığımızda Ġslâm‟ın; bunların bir kısmına
dokunmadığını, Ġslâm akidesine uymayan bir kısmını düzelttiğini ve diğer bir kısmını da
174
ERġAHĠN, Seyfettin, “Sovyetler Birliği‟nde Kur‟ân‟a YaklaĢımlar”, Ġslamî AraĢtırmalar Dergisi, Ankara,
1996, S. IX, s. 271-275; COġKUN, Selçuk, “Sovyet Dönemi Buharî Yurdunda Hadîs”, Ekev Akademi
Dergisi, 2002, s. 13. 175
Bkz. bu tezin Hz. Peygamber‟in Kur‟ân‟ı BaĢkasından Aldığı Ġthamı, s. 28-32.
34
tamamen kaldırdığını görüyoruz. ġimdi Kur‟ân‟a kaynaklık ettiği iddia edilen bu „kollektif
yapıyı‟ oluĢturan unsurları inceleyelim.
Cahiliye döneminde de oruç ibâdeti vardı. KureyĢ‟in, AĢûre gününde oruç tuttuğu, Hz.
Peygamber‟in de bu orucu hicretin 2. senesine kadar sürekli tuttuğu ve ashabına da bu orucu
tutmalarını emrettiği bilinmektedir. Ramazan orucunun farz kılınması ile birlikte aĢûre orucu
ihtiyarî hale gelmiĢtir. Artık müslümanlar; süresi, hükmü ve Ģartları AĢûre orucundan farklı
olan Ramazan orucunu devamlı tutmaya baĢlamıĢlardır. AĢûre gününde tutulan oruç ise nâfile
bir oruç olarak varlığını sürdürmüĢtür.176
Zirâ oruç ilâhî bir gelenekten gelmektedir.
Hac ve umre ibâdetlerindeki bazı uygulamaları inceleyecek olursak Ġslâm, bu
uygulamaları tümüyle ortadan kaldırmamıĢtır. Bu iki konuda sadece Ġslâm‟ın tevhît anlayıĢı
ile uyuĢmayan uygulamalar kaldırılmıĢtır. Zirâ bu dönem biri çıplak diğeri elbiseli olmak
üzere iki çeĢit hac yapılırdı. Ġslâm, çıplak olarak yapılan tavafı yasaklamıĢ, hacda ihram
giymeyi farz kılmıĢtır. Aynı Ģekilde cahiliyede de hac ve telbiye vardı. Ancak Ġslâm telbiyenin
içeriğini değiĢtirmiĢ ve bugün uygulandığı gibi telbiyeyi177
Allah‟a has kılan bir formata
çevirmiĢtir. Cahiliye halkı, Safâ ve Merve tepeleri üzerine “Usaf” ve “Nâile” adında iki tane
put koyarak bu iki tepe arasında tavafta bulunurlardı. Ġslâm, bu iki tepenin üzerine konan
putları kaldırmıĢ ve bu yürüyüĢün adını “Sa‟y” olarak değiĢtirerek devam ettirmiĢtir. Yine
cahiliyede Zilhicce ayının 9. gününde Arafat‟ta durulurdu, oradan Müzdelife‟ye, oradan da
Minâ‟ya gelinirdi. Ġslâm bunlara da dokunmamıĢtır. 178
Cahiliyedeki evlenme konusuna gelince usûl ve fürû‟ ile evlilik yasağı onlarda da
vardı. Fakat kiĢi iki kız kardeĢi aynı anda nikâh altında tutabiliyordu. Ayrıca Makt nikâhı
yaygındı. Bu nikâha göre kiĢi babasının ölümünden sonra üvey annesi ile evlenebiliyordu.
Ġslâm, bu son iki uygulamayı kaldırmıĢtı. Cahiliyede mehrin verilmesi zorunluydu, bu da
devam etmiĢtir. Belli bir süre için evlilik olan mut‟a nikâhı ve bedel, Ģiğar, zaine, istibdâ‟
denilen cahiliyenin nikâh çeĢitleri kaldırılmıĢtır. Yine kaldırılan bir uygulama da boĢanma ile
ilgilidir. Üç talakla boĢanma (baîn talak) gerçekleĢtikten sonra kadının baĢından bir nikâh
176
SÖNMEZSOY, a.g.e., s. 88. 177
Sözlükte“çağrıda bulunana cevap vermek, bir dâvete icabet etmek” anlamındaki “telbiye”, bir fıkıh terimi
olarak hac veya umre niyetiyle ihrama giren kimsenin aĢağıdaki sözleri söylemesini ifade eder: “ لن لكقسل س
قسوللكهلغكسلك. قس ول سلك قسذولض لكإى لكهلغكسلكس كس Rabbim! Dâvetine sözüm ve özümle tekrar tekrar/س
icabet ettim, emrine boyun eğdim. Rabbim! Senin davetine icabet boynumun borcudur. Senin eĢin ve ortağın
yoktur. Rabbim! Bütün varlığımla sana yöneldim; hamd senin, nimet senin, mülk senindir. Senin eĢin ve
ortağın yoktur.” Ġslâm‟dan önceki dönemde hac sırasında Araplar tarafından telbiye getiriliyordu. Ancak
üzerinde ittifak edilen bir telbiye Ģekli mevcut olmayıp kabilelere ve putlarına göre değiĢiklik gösteriyordu.
(TOPALOĞLU, Bekir, Telbîsü Ġblîs, DĠA, Ġstanbul, 2011, C. XL, s. 397). 178
SÖNMEZSOY, a.g.e., s. 88-89.
35
geçmedikçe aynı Ģahısla yeniden evlenmesi haramdı. Ancak cahiliye halkı, boĢadıkları kadını
geri alabilmek için onu anlaĢmalı bir Ģekilde baĢkasına nikâhladıktan sonra onunla
evlenirlerdi. Ġslâm, “Muhallel”179
denilen bu hileli nikâhı haram saymıĢtır. 180
Sünnet olma, cenabetten yıkanma, cenazenin yıkanması, teçhiz ve tekfin cahiliyede de
vardı ve Ġslâm‟dan sonra da bu uygulamalar aynen devam etmiĢtir. Cahiliyede kızlar mirastan
pay alma hakkına sahibi değildi. Kızlarına ilk defa mirastan ikide bir pay veren kiĢinin “Zu‟l-
Mecasit”181
lakabıyla bilinen bir kiĢidir. Onun bu taksimatı Ġslâm‟ın konuyla ilgili hükmüyle
örtüĢmektedir.182
Netice itibariyle Ġslâm dini, cahiliyeden alınan bu uygulamalardan kendi akidesine ve
Ģer‟î maksatlarına uygun bulduğu uygulamaları devam ettirmiĢ ancak yine akidesine,
Kur‟ân‟ın iniĢ maksadı ve Ġslâm‟ın uluhiyyet anlayıĢına ters düĢen uygulamaları da
kaldırmıĢtır. Cahiliyedeki bu uygulamaların kaynağının ne olduğu konusunda söylenebilecek
Ģey Ģudur ki insanın fıtrî ve aklî çabaları ya da ilâhî dinlerden tevarüs etmiĢ olma ihtimali.
Bundan hareketle Kur‟ân‟ın cahiliyedeki uygulamalardan alınmıĢ bir kitap olduğu iddiası,
ispatı mümkün olmayan bir ithamdır. Zirâ Kur‟ân, cahiliyenin birçok uygulamasını da
kaldırmıĢtır. Cahiliyenin kendisini ortadan kaldıran Kur‟ân‟ın, cahiliye kaynaklarından
alındığını iddia etmek açıklanabilir bir durum değildir.
Mekke‟de yaĢayan Hanîflerin Kur‟ân‟a kaynaklık ettiği iddiası doğru değildir. Zirâ
onların inançları hakkında bildiğimiz Ģey, tek bir ilâha inanmalarıdır. Akideleri konusunda
bize intikal etmiĢ detaylı bir bilgi yoktur. Ġnanç ve öğretileri oldukça müphem ve bütün
insanlığın hayatını tanzim edecek derecede güçlü dînî bir öğreti ve din mensubu sayısına
sahip olmayan bir grubun; muhteĢem bir kitap olan Kur‟ân‟a kaynaklık etmesi gerçeklerle
örtüĢmemektedir. Ümeyye bin Ebi Salt ve Rahip Ebi Amir bin Seyfi gibi Hanîflerin, Ġslâm‟a
düĢmanlıkları bilinmektedir. ġayet inançları Kur‟ân‟a kaynaklık edecek kadar Ġslâm‟a yakın
idi ise neden Ġslâm‟a karĢı çıkıyorlardı.183
Kur‟ân‟ın kıyametle ilgili âyetlerinin, Ümeyye bin Ebi Salt ait olduğu öne sürülen bir
Ģiirden mülhem olduğu iddiası, kanıtlardan yoksun bir iddiadan öteye geçmemektedir. Zirâ
Kur‟ân ile bu Ģiir arasındaki üslûp farkı, iddianın doğru olabileceğine imkân vermemektedir.
179
Konu ile ilgili rivayet Ģöyledir: “Allah (c.c.) “muhallile” (hileyi yapana) ve “muhallal lehâ” (kendisi için
hile yapılana) lânet etsin.” (SARAHSÎ, el mebsût, C. V, s. 2). 180
SÖNMEZSOY, a.g.e., s. 89-90. 181
Asıl adı Âmir bin CebĢ bin Ğanem bin Habib bin Ka‟b bin YeĢkûr‟dur. (ALĠ CEVÂD, el-Mufassal fi
Tarîhi‟l-Arab Kable‟l-Ġslâm, Daru‟l-Ġlm li‟l-Melâyin, 1970, C. V, s. 56). 182
SÖNMEZSOY, a.g.e., s. 80-91. 183
SÖNMEZSOY, a.g.e., s. 92-94.
36
Ayrıca Ģiirin Ümeyye bin Ebi Salt‟a ait olduğu da kanıtlanabilmiĢ değildir. ġiirin bu kiĢiye ait
olduğunu varsaysak bile en az Kur‟ân kadar ilgi görmesi beklenmezmiydi? O dönem böyle bir
Ģiir bilinseydi Hz. Peygamber‟in açığını aramaya çalıĢan müĢrikler bunu mutlaka fark edip
ilân ederlerdi. Hulâsa bu Ģiirin söz konusu Ģaire ait olmadığı, Kur‟ân‟dan esinlenen bir Ģair
tarafından kaleme alındığı ispatlanmıĢtır.184
Hz. Peygamber‟in Varaka bin Nevfel‟den etkilendiği yolundaki görüĢleri analiz
edelim. Bazı iddia sahiplerine göre Hz. Hatice‟nin amcazâdesi Varaka bin Nevfel, Tevrat ve
Ġncil‟i Arapçaya tercüme etmiĢ ve Hristiyan olarak da ölmüĢtür. Yine onlara göre Hz.
Peygamberin 15 sene Varaka bin Nevfel‟in yakınında yaĢamıĢ ve ondan ilerde vahiy olarak
açıklayacağı bilgiler almıĢtı. Ġthama dayanak olarak gösterilen bu bilgiler, muteber hiçbir
kaynak tarafından kaydedilmiĢ değildir. Tersine kaynaklar, bu dönemde Tevrat ve Ġncil‟in
Arapçaya tercüme edilmediğini bildirmektedir. Buna göre ilk Kitab-ı Mukaddes Abbasiler
döneminde Arapçaya çevrilmiĢtir. Varaka bin Nevfel‟in Efendimiz‟e gelen ilk vahiy ile ilgili
değerlendirmesi, önceki peygamberlere nâzil olan Nâmûs-u Ekber olarak nitelendirmesi, onun
eski ilâhî kitaplardan öğrendiği bir bilgidir. Ancak onun kavminin kendisine eziyet edeceği ve
onu yurdundan çıkarılacağı Ģeklindeki bilginin ise Tevrat ve Ġncil kaynaklı olmadığı tespit
edilmiĢtir.185
Mekke‟de oturan bazı Yahûdiler‟den Kur‟ân‟ın alındığı iddiasına gelince Rasûlullah
(s.a.v.) döneminde Yahûdiler‟den çok az kimse Mekke‟de oturuyorlardı. Onlar daha çok
Medine‟de yaĢıyorlardı. Mekke‟de genelde kılıç yapma, marangozluk, bazıları okuma-yazma
bildikleri için tüccarların mal ve ticaretlerinin tescili ile uğraĢıyorlardı. Onlardan bazıları
Kitab-ı Mukaddesi muhtemelen biliyordu. Kur‟ân‟a kaynaklık edebilecek bir birikime asla
sahip değillerdi. Bu iddia sahiplerinden önce Mekkeli müĢrikler, bir kiĢinin Hz. Peygambere
yardım ettiğini iddia etmeleri üzerine Nahl Sûresi‟nin 103. âyeti inmiĢti.186
MüĢrikler, Hz.
Peygamber‟in bu vahiyleri bir gruptan aldığını iddia etmiĢlerdi. Ancak bu iddia, Furkan
Sûresi‟nin 4. âyeti ile reddedilmiĢti.187
Bildiğimiz bir gerçek var ki o da Mekke‟de oturan ehl-
i kitaptan bazı kimselerin Tevrat okudukları, mütevazî bir hayat yaĢadıkları, Rasûlullah‟ın
onlara çok ilgili gösterdiği nakledilmektedir. Sonra da bunların tümünün müslüman olduğu
184
ALĠ CEVÂD, a.g.e., C. VI, s. 495. 185
SÖNMEZSOY, a.g.e., s. 96-97. 186
“Andolsun ki biz onların, „Kur‟ân‟ı ona bir insan öğretiyor‟ dediklerini biliyoruz. Ġmâ ettikleri kimsenin dili
yabancıdır. Bu Kur‟ân ise gayet açık bir Arapçadır.”( Nahl 16/103). 187
“Ġnkâr edenler, “Bu Kur‟ân, Muhammed‟in uydurduğu bir yalandan baĢka bir Ģey değildir. BaĢka bir
topluluk da bu konuda ona yardım etmiĢtir” dediler. Böylece onlar haksız ve asılsız bir söz uydurdular.”
(Furkan 25/4).
37
bilinmektedir.188
Eğer Kur‟ân‟ın bunlardan alındığı iddiası doğruysa peygambere hocalık
ettikleri iddia edilen bu kimseler neden hoca olmak yerine ona talebe olmayı tercih etsinler?
Kur‟ân‟ın Rahip Bahira‟dan alındığı iddiası, tespit edilmiĢ tarihi hakikatlerle
örtüĢmemektedir. Rahip Bahira olarak bilinen kimseyi ortaya koyan Siyer kaynaklarıdır. Aynı
kaynaklar, Efendimiz‟in Bahira ile 12 yaĢında iken sadece bir defâ Busra‟da görüĢtüğünü
nakletmektedirler.189
Efendimiz‟in 25 yaĢında iken çıktığı ġam seferinde onunla görüĢmediği
konusunda müttefiktir. Onun Bahira ile birçok kez görüĢtüğü iddiası kaynaklardan ve
kanıtlardan yoksundur. Efendimiz 12 yaĢında iken gerçekleĢen bu kısa görüĢmede, bu yaĢlı
zattan 23 yılda inen bu eĢsiz âyetler nasıl alınabildi? Üstelik Efendimiz okuma ve yazma da
bilmiyordu. Ġkinci görüĢmenin gerçekleĢtiği varsayılması halinde Hz. Peygamber‟in ondan
aldığı bilgileri neden en az 15 yıl sonra ancak açıklayabildi?190
II. BAZI ÂYETLER ARASINDA ÇELĠġKĠLER OLDUĞU ĠTHAMI
Kur‟ân-ı Kerîm‟in tümüne yönelik ithamlardan biri de onun âyetleri arasında çeliĢkiler
olduğu iddiasıdır. Hemen ifade etmek gerekir ki bu ithamlar, çoğunlukla Kur‟ân‟ın
“MüĢkilu‟l- Kur‟ân”191
kapsamında incelenen âyetlerle ilgilidir. Kendilerince çeliĢkili
olduğunu iddia ettikleri âyetlerden hareketle Kur‟ân‟ın ilâhî bir kitap olmadığı kanaatine
varmaktadırlar.192
Kur‟ân‟ın bu iddialarla ilgili görüĢü,“لغه لضغ لىهلي سل أف٠ لض غىقس لغآى
قس ٠فل لغق لضقفل Hâlâ Kur‟ân‟ı düĢünüp anlamaya çalıĢmıyorlar mı? Eğer o, Allah‟tan/ س
baĢkası tarafından (indirilmiĢ) olsaydı mutlaka onda birçok çeliĢki bulurlardı.”193
âyet-i
kerîmesinde özetlenmiĢtir. Bu âyette onun çeliĢkiler barındırması, ilâhî olma vasfını
kaybetmesi ile aynı anlama geldiği de ifade edilmiĢtir.
Bu ithamlarda bulunanlarının, Kur‟ân‟ın çeliĢkiler barındıran bir kitap olduğu
kanaatlerine varmaları birçok sebepten kaynaklandığı görülmektedir. Bu sebeplerin baĢında,
onların Tefsir alanındaki eksilikleri gelmektedir. Ġddia sahipleri, Kur‟ân‟ın; müfessire geniĢ
bir yorum alanı açan kıraât farklılıkları, hakikât ve mecâz ihtiva eden ifadeleri, birden fazla
mânâ ifade edebilen müĢterek lâfızları, herkes tarafından kolayca anlaĢılamayan âyetlerdeki
188
SÖNMEZSOY, a.g.e., s. 98. 189
en-NUVEYRÎ, Ebü‟l-Abbâs ġihâbüddîn Ahmed b. Abdilvehhâb b. Muhammed el-Bekrî et-Teymî el-KureĢî
en-Nüveyrî (ö. 733/1333), Nihâyetu‟l-Ereb fi Ahbâri Men Zeheb, Dâru‟l-Kutubi‟l-Mısrıyye, ts., C. 16, s. 91. 190
SÖNMEZSOY, a.g.e., s. 100-102. 191
“Kur‟ân‟ın bazı âyetleri arasında ilk bakıĢta var olduğu sanılan ihtilâf ve tenakuzu inceleyen Kur‟ân ilmi.”
(YERĠNDE, Adem, MüĢkilü‟l-Kur‟ân, DĠA, Ġstanbul, 2006, C. XXXII, s. 164). 192
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2016) 193
Nisâ 4/82.
38
müteĢabihlik ve mücmellik, Kur‟ân‟daki bir olayın değiĢik yönlerden ele alınıĢ tarzı, bir
cinsin değiĢik türlerine veya bir oluĢumun muhtelif safhalarına iĢâret edilmesi, âyetlerin konu
ve yer farklılığı, harf-i cerlerin birbirinin yerine kullanılması ve fiil kiplerinin kullanım
yönleri gibi temel üsûl konuları hakkında yeterli bilgiye sahibi olmadıkları anlaĢılmaktadır.194
Yine iddia sahipleri, netice itibariyle, çeliĢkiler barındırdığını iddia ettikleri
âyetlerdeki anlama problemini gidermek için bilinen Tefsir metodolojisini, farklı sebeplerle
de olsa, kullanmadıkları tespit edilmiĢtir. Oysa söz konusu anlama problemini gidermek için
Arap dili ve belagatını iyi bilmek ve kullanmak, Kur‟ân‟ı bir bütün olarak ele almak, sünnetin
açıklayıcılığından yararlanmak, taassup ve taklitten uzaklaĢmak, gaybî konulara ve gereksiz
ayrıntılara dalmamak, zâhirî anlamı esas alıp gereksiz yerde batınî anlama gitmemek, sibâk ve
sıyâkı (âyetin bağlamını) göz önünde bulundurmak, âyetlerin nüzûl sebeplerinden
yararlanmak ve en önemlisi önyargısız bir Ģekilde hakîkâti aramak gayesiyle Kur‟ân‟ı okumak
gerekir.195
A. Aralarında ÇeliĢki Olduğu Ġddia Edilen Âyetler
Burada Kur‟ân‟ın aralarında çeliĢkiler olduğu iddia edilen bazı âyetleri, altı baĢlık
altında incelenecektir. Önce iddialar ortaya konulacak, ardından âyetlerdeki farklı anlamaların
nereden kaynaklandığı tespit edilmeye çalıĢılacak. Ortaya çıkan veriler ıĢığında konu
değerlendirilerek ithamlarla ilgili oluĢan kanaat belirtilecektir.
1. Kocası Ölen Kadının Bekleme Süresi
Kocası ölen kadının ölen kocasının evinde kalabileceği süre ile ilgili âyetlere yönelik
iddia kısaca Ģöyle özetlenebilir:“Bakara:234, kocası ölen kadının, dört ay on gün beklemesini
söylerken; Bakara:240, evlerinden çıkarılmaksızın senesine kadar geçimini sağlayacak Ģeyin
vasiyet edilmesini emreder.”196
Ġthama konu olan iki âyet Ģunlardır:
“ شغقفنطق غ أع أه ي ـ ق غ ظي ظعىأػ ىهنن ف قس ظي نن لل فل٠لح ي لثيأل
ي لل ـ هوللك ولللىس للغافوللف للليفللأ ,Ġçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eĢleri/ للسو غ
194
YERĠNDE, Adem, MüĢkilü‟l-Kur‟ân, DĠA, Ġstanbul, 2006, C. XXXII, s. 165. 195
CANDAN, Abdulcelil, Kur‟ân Okurken Zihne Takılan Âyetler, Elest Yayınları, 2004, s. 41-45. 196
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2016)
39
kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için
meĢru olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır.”197
“ غإسغقج غ إسقسذ نه ق ػ ط ق ظعىأػ ىهنن ف قس ظي نن ل فنىسغيف٠ح
ه لغ هليه ي ل ـ أ فلهلف لليفل دنلنا ؼلؼا / Ġçinizden ölüp geriye dul eĢler bırakan erkekler,
eĢleri için evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler.
Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa artık onların meĢru biçimde kendileri ile ilgili olarak
iĢlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.”198
Burada iki âyet arasında iddia edildiği gibi bir çeliĢki söz konusu değildir. Bakara
234. âyet, ölen bir kimseden geride kalan eĢin 4 ay 10 günlük evlilik yasağını yani belirtilen
süredeki bekleme zorunluluğunu ifade etmektedir. Bakara 240. âyette ise ölen kocanın
ölmeden önce geride bıraktığı hanımının bir yıla kadar, geçimini temin etmek üzere, evinde
kalabileceğini tavsiye etmesi istenmektedir. Burada kocası vefat eden eĢ, dilerse 4 ay 10 gün
bekledikten sonra evden ayrılabilir. Buradan anlaĢılan, iddia sahipleri 240. âyetteki tavsiyeyi
zorunluluk olarak anlamıĢlardır. Dolayısıyla çeliĢkiyi kendileri oluĢturmuĢtur. Yoksa bu iki
âyet arasında bir çeliĢki söz konusu değildir.199
2. Zinâ Eden Kadının Cezâsı
Kadınların zinâsı ile ilgili âyetlerde belirtilen cezaların farklılık arz ettiği iddiası, sanal
ortamda Ģu Ģekilde yer almaktadır:“Nisa 16 „da, „zînâ eden iki kimseye eziyet edin, tevbe edip
düzelirse onları bırakın‟ denirken Nisa 15‟te, daha farklı olarak sadece kadın için „ölünceye
kadar veya Allah onlara bir yol açana kadar evlerde tutun‟ denir. Nûr 2‟de ise, „Zinâ eden
kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun‟ denir.” 200
Ġthama konu olan üç âyet Ģunlardır.
“ لن ـ ضقفه لننفلنىهل أع ل ه ي لل ضق ل ننفؿ شل ـ قس٠ ككيقس دش هلي د ل فلقس ل ي
ؿل ٠ لي هس ج ل أ قسول ي ف ل / Kadınlarınızdan fuhûĢ (zînâ) yapanlara karĢı içinizden dört
197
Bakara 2/234. 198
Bakara 2/240. 199
CANDAN, a.g.e., s. 41-54. 200
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2016)
40
Ģahit getirin. Eğer onlar Ģahitlik ederlerse o kadınları ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar
hakkında bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde tutun (dıĢarı çıkarmayın).”201
“ وفن هننف ط قسل ظقىك دول قلع ه لىك وإى غػق أطلذف ىك / Sizlerden fuhuĢ
(zînâ) yapanların her ikisini de incitip kınayın. Eğer onlar tövbe edip ıslah olurlarsa onları
incitip kınamaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhamet
edendir.”202
“ فلصليه ولعأفل ا كسلظ ن ولهئل للض ه قدلض قفللضق ل قسؼ ق قسؼ هلىللل إى ل نك
هي ليقسول ه وؽ ل ا لظق ض سشل سلغ مق قسل / Zînâ eden kadın ve zînâ eden erkekten her birine
yüzer değnek vurun. Allah‟a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah‟ın dini(nin koymuĢ olduğu
hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü‟minlerden bir topluluk da
onların cezalandırılmasına Ģâhit olsun.”203
Kur‟ân'ın zinâ suçu cezasından bahseden ilk âyetleri, Nîsâ Sûresi‟nin 15. ve 16.
âyetleridir. 15. âyete göre suçlu kadın, “ ؿل ٠ لي هس ج ل أ قسول ي ف ل o kadınları/...د ل
ölüm alıp götürünceye veya Allah onlar hakkında bir yol açıncaya kadar…” evde
tutulmalıdır. Âyet, bu cezanın nihâî bir ceza olmadığını ifade etmekle bu konuda yeni
âyetlerin nüzûlüne iĢaret etmektedir. Nisâ 16‟da, zînâ suçu iĢlediği tespit olunan kadın ve
erkeklerin cezalandırılması gerektiği, ceza biçimi ise azarlama, hor görmek, dövmek Ģeklinde
olması gerektiği açıklanmaktadır. Bu cezâ, sonra Nûr 2‟de değiĢtirilmiĢtir zînâ suçu iĢlediği
sabit olunan her kadın ve erkeğe yüz değnek vurulmalıdır. Cezaların aĢamalı olarak artması
birçok hikmete mebnîdir. Bu âyetlerin nazil olduğu dönemde insanlar, yerleĢik bir hukuk
sistemi içinde yaĢamaya alıĢkın değildi. Burada Kur‟ân‟ın tedricî olarak cezâ sistemini vaz‟
ettiğini görüyoruz. Nitekim Nisa 15 ve 16‟da açıklanan cezâlar uygulanmıĢ, daha sonra zînâ,
hırsızlık, cinâyet gibi suçlar için daha ağır cezalar belirlenmiĢtir. Böylece, Ġslâm cezâ
hukukunun oluĢum süreci tamamlanmıĢtır. Cezâ hukuku bu haliyle Efendimiz döneminde ve
sonra da halifeler döneminde uygulanmıĢtır.204
Bu yoruma göre zînâ cezası ile ilgili olarak
inen bu üç âyetin aslında birbirini nakzeden âyetler değil, aksine tedricî olarak birbirlerini
tamamlayan âyetler oldukları anlaĢılmaktadır.
Nîsâ Sûresi‟ndeki iki âyetin farklı zînâ suçları ile ilgili olduğu görüĢü de vardır. 15.
âyette konu kadınlar arasında gerçekleĢen eĢcinsellik (lezbiyenlik) iken 16. âyetin konusu ise
201
Nisâ 4/15. 202
Nisâ 4/16. 203
Nûr 24/2. 204
MEVDÛDÎ, Ebu‟l-A‟lâ, Tefhîmu‟l-Kur‟ân, Ġnsan Yayınları, Ġstanbul, 1996, C. I, s. 338; YAZIR, a.g.e., C. I,
s. 530.
41
erkekler arasındaki livata (homoseksüellik) dır.205
Nur Sûresi 2. Âyette, genel bir ifade ile
zinâ eden erkek ya da kadınlar için had cezası emredilmiĢ gibi görünse de âyetin hükmü
muhsan olmayanlar (evlenmemiĢ olanlar) için olduğunu Efendimiz‟in uygulamasından
anlaĢılmaktadır. Nitekim O (s.a.v.)‟in bekâr olan Maiz ve Gâmidiyye hakkında verdiği hüküm
bu yönde olmuĢtur. Nisa 15 ve 16. âyetlerde öngörülen cezâlar, belirlenip sistemleĢmiĢ
cezalar değildi yani ta‟zir cezaları idi. Nur 2‟de ise Nisâ 15‟te va‟d edilen yol gösterilmiĢ had
cezası olarak hükme bağlanmıĢtır.206
Aralarında çeliĢki olduğu iddia edilen söz konusu üç âyeti anlama konusunda farklı
yorumlar yapılmıĢtır. Ancak her bir yorum kendi içinde tutarlı olup ve her hangi bir çeliĢki
söz konusu değildir.
3. Ġçki Ġle Ġlgili Âyetler
Kur‟ân-ı Kerîm‟de içki ilgili âyetler arasında çeliĢki olduğu ithamı Ģu Ģekilde
özetlenmiĢtir:“Nahl:67‟de içki “güzel rızk” olarak nitelenirken Bakara: 219‟da içkinin
faydası da olduğu ancak zararının daha çok olduğu belirtilir. Nisa: 43„te Kur‟an: sarhoĢken
„ne dediğini bilene kadar namaza yaklaĢmayın‟ diyerek içkiye sadece namaz sırasında yasak
getirmekle yetinir. Ancak Maide 90 ise kararı değiĢtirir ve içkiyi toptan yasaklar; Tur: 23„te,
„Cennetle karĢılıklı kadeh tokuĢtururlar …” denilir ki her Ģey tam bir çeliĢkiler yumağı
olur.”207
Ġthama konu olan beĢ âyet sırasıyla Ģunlardır.
“ ول أ لغهلي و إ سل لؽ هلف لغا نا وإ ف غس ـ قسو يقسشوغ سك ـ ول ... / Sana içkiyi ve
kumarı sorarlar. De ki: “Onlarda hem büyük günah hem de insanlar için (bazı zahirî)
yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür….”208
“ ك لوقهك سى أ نؿنعد ٠ قس ظيآهقك غققسظ لقأ ـ كث د غؿ إ
يقسث ؾأ ننه ه ءأدضا أ لؿ غ غػأ إى نه لذق ـ وقط ضقؽ لفه ءفلنكجضقهءف و ـ ـ نقس ه
قغ لعق ل ه لى لضننإى أ نن ل / Ey iman edenler! SarhoĢ iken ne söylediğinizi bilinceye
kadar, bir de yolcu olmanız durumu müstesna, cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza
yaklaĢmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız yahut biriniz abdest bozmaktan
gelince ya da eĢlerinizle cinsel iliĢkide bulunup su da bulamazsanız o zaman temiz bir
205
CANDAN, a.g.e., s. 181. 206
YAZIR, a.g.e., C. v, s. 545-546. 207
https://pozitifateizm.wordpress.com/category/elestiriler/kuran-celiskileri-ve-yanlislari/ (2016) 208
Bakara 2/219.
42
toprağa yönelip (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. ġüphesiz Allah, çok
affedicidir, çok bağıĢlayıcıdır.”209
“ ى ل قسش ول لي ه قػمعلؾا قظل غ ـ قسو قس ظيآهقإ وقسشوغ / ك لذلىفل س ل نلنأ
Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri Ģeyler), kumar, dikili taĢlar ve fal okları ancak
Ģeytan iĢi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluĢa eresiniz.”210
“ لل ك شللظىه لل ق قس شلل هلليوللغق لللى م فللطسللكلل س لل للإى ـ عػسللد Hurma/ ؿللنغق
ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette
bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.”211
“ ى للػ كللنا لل ف ا سثلل لل ؿلل ف /Orada, (içilince) boĢ söz söyletmeyen, günah
iĢletmeyen dolu bir kadehi elden ele dolaĢtırırlar.”212
Bakara 2/219, Nisa 4/43, Maide 5/90, Nahl 16/67 ve Tûr 52/23 âyetlerinde içki ile
ilgili çeliĢkili bilgiler olduğu iddiası birçok sitede paylaĢılmaktadır. Yukarıda zikredilen beĢ
âyette de içki konusu iĢlenmektedir. Ancak Tûr 52/23, cennette Allah (c.c.)‟nun bir ihsanı
olarak cennet ehline sunulan cennete özgü içecekle ilgili bir âyettir. Ġlk üç âyetin nüzul sırası,
farklı görüĢler olmakla birlikte, Nahl 16/67, Bakara 2/219, Nisa 4/43 ve Maide 5/90
Ģeklindedir. Bu âyet-i kerîmeler, içkinin haram kılınması ile ilgili olup yasaklama ile ilgili
tedrîcî süreci ifade etmektedir. Birinci âyet, içkiyi rızıktan saymayarak ona yasaklama zemini
hazırlamıĢtır. Ġkinci âyet, içki karĢısında, insan iradesini güçlendirmeye ve onu zihnen ikna
etmeye çalıĢmaktadır. Bir önceki ayetteki yasaklama zemini güçlendirilmiĢtir. Üçüncü âyet
ise içkiyi insan hayatının çok önemli kesitlerinden birinden (namazdan) çıkarmak sûretiyle
insanı içkisiz bir hayata hazırlamaktadır. Nihayet dördüncü âyet, Ġslam‟ın içkiye bakıĢını ve
insan ile ilgili zararlı yönü ifade edilerek insanın içki içmesi kesin bir dille haram kılınmıĢtır.
Ġlk üç âyet eğitim sürecinin geçici birer basamağını teĢkil ederken, Mâide Sûresi‟nin 90. âyeti
Ġslam‟ın içki hakkındaki temel görüĢünü ve bu eğitim süreci ile ulaĢılmak istenen asıl hedefi
ifade etmektedir. 213
Son iki âyetten birincisi (Nahl 16/67), dünya hayatının nimetlerinden bahsederken son
âyet-i kerîme (Tûr 52/23), ahiret hayatında cennette, müslümanlara ikrâm edilecek
nimetlerden bahsetmektedir. Dünya hayatında Allah (c.c.)‟nun insana ihsan ettiği iki nimetten
209
Nisâ 4/43. 210
Mâide 5/90. 211
Nahl 16/67. 212
Tûr 52/23. 213
ÜNAL, Necdet, “Kur‟ân‟ın Ġçki Yasağı Tedriciliği Üzerine Bir AraĢtırma”, Kelâm AraĢtırmaları Dergisi
(KADER), 2011, C. IX, S. 2, s. 156-166.
43
yani hurma ve üzümden bahsedilmiĢtir. Bu iki nimeti meyve olarak yiyebildiğimiz gibi
üzümün suyundan da yararlanabildiğimiz vurgulanmaktadır. Burada kastedilen, üzümün
sarhoĢ edici özelliği olmayan sularıdır. Zîrâ âyette geçen “هلغق” (içki) kelimesi, sözlük
manasıyla kullanılmıĢtır. Ġkinci âyette ise cennette ikram edilen cennet içeceğinden
bahsedilmektedir. Bu içecek, dünyadaki içkilerden farklı olarak insanı sarhoĢ etmeyen ancak
cennet ehlinin içmesinden hoĢlanacağı cennete has içecektir.214
4. Bazı Peygamberlerin Üstünlüğü
Aynı konunun farklı yönlerini açıklayan Bakara 253 ile 285 âyetleri arasında çeliĢki
olduğu ithamı Ģöyle özetlenmiĢtir:“Bakara:285 „te “…Biz de peygamberlerimiz arasında fark
yapmayız…” denirken, aynı sûrenin 253. âyetinde; “ĠĢte bu peygamberlerin bir kısmını
diğerlerine üstün kıldık…” denir.”215
Ġthama konu olan iki âyetin meâli sırasıyla Ģöyledir.
“ ل آك نصعل ؼل عفل ي ل لنه نه ل غ ه ن ل ؼ فؼ ؿ كلكقسغ ل ليهلغنقس لق ـ
قس ظ هءههقس س أ ضغحقس ضؽ ن هل يآهي نه سنيقس ل قفو نقس ي ضهءك نه يهي ض
هلغلض ه ل سنلي هلءههلقس للق سل لي لغ ĠĢte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir/ه
kısmına üstün kıldık. Ġçlerinden, Allah‟ın konuĢtukları vardır. Bir kısmının da derecelerini
yükseltmiĢtir. Meryem oğlu Îsâ‟ya ise açık deliller verdik ve onu Ruhu‟l-Kudüs (Cebrail) ile
destekledik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düĢtüler. Onlardan
inananlar da vardı, inkâr edenler de. Yine Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin
Allah dilediğini yapar.”216
“ وأؼ ؿ آهيقسغ يأدلض ل لغ عؿلل ل هن آهيلل هى قسو هيع إس ؿلل ع
لكقسوظلغ إس ل أؽ لغ غقلكع سسقؿو Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene îmân / هلي
etti, mü‟minler de (îmân ettiler). Her biri; Allah‟a, meleklerine, kitaplarına ve
peygamberlerine iman ettiler ve Ģöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini
(diğerinden) ayırt etmeyiz.” ġöyle de dediler: “ĠĢittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden
bağıĢlama dileriz. Sonunda dönüĢ yalnız sanadır.” 217
214
TABERÎ, a.g.e., C. IV, s. 535. 215
https://pozitifateizm.wordpress.com/category/elestiriler/kuran-celiskileri-ve-yanlislari/ (2016) 216
Bakara 2/253. 217
Bakara 2/285.
44
Bakara 253. âyette tüm peygamberlerin Allah Teâlâ tarafından seçilmekle birlikte her
birine veya bir kısmına farklı üstünlükler ve rütbeler verildiği ifade edilmektedir. Nitekim
peygamberlere verilen mu‟cizeler ve özellikler, birbirinden farklıdır. Hz. Mûsâ‟ya asâ ve
Allah ile konuĢma, Hz. Îsâ‟ya beĢikte iken konuĢma, ölüleri diriltme, körleri iyileĢtirme; Hz.
Muhammed (s.a.v.)‟e son peygamberlik verilerek onun Makam-ı Mahmûd‟a yüceltilmesi ve
miraçta Allah (c.c.)‟ın manevi katına yükseltilmesi gibi birbirinden farklı mû‟cizeler
verilmiĢtir.218
Bakara 285. âyette ise tüm peygamberlerin peygamber olmaları açısından ve onların
peygamberliğine îmân etme noktasında eĢit oldukları ifade edilmektedir. “لي ه يأدلض ل لغ
ؿلل Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Yani hepsine îmân /ع
ederiz, onlardan birine inandığımız gibi diğerlerine de inanırız, demektir. Âyete göre inanma
yönünden onları birer peygamber olarak kabul etmek, onların bazılarının diğerlerine göre bazı
yönleriyile üstün olmadığı anlamına gelmez.
Bu âyeti, belirtildiği Ģekilde anlamamızı sağlayan aynı konuda baĢka âyetler de vardır:
لوى“ ـ ذيسه ن ه يأدض onlar (peygamberler) arasında asla ayırım yapmayız. Biz /… غ
ancak Allah‟a teslîm olmuĢuzdur.”219
; “ قس لظيآهلقللل سئلكؿل نأ ل ه يأدلض سلقل سلن غ عؿلل
دولل للىهغ للعقع ن نأللع ك Allah‟a ve peygamberlerine îmân edenler ve onlardan/ لل
hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince iĢte onlara Allah mükâfatlarını verecektir.
Allah, çok bağıĢlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”220
Ġlgili diğer âyetlerde olduğu gibi bu iki
âyetin ifade ettiği mânâ, hiç birini ayırmaksızın bütün peygamberlere îmân etmektir. Tüm
peygamberlere inanmanın zorunluluğu ya da îmân esasları arasında yer alması, bu âyetlerden
çıkan bir esastır. Bir peygamberi inkâr etmek, tüm peygamberleri inkâr anlamına gelir. Bu
sebeple Ġslâm‟a göre Rasûlullah‟a inanmayan ehl-i kitabın îmân ettiği söylenemez.221
5. Nesh Meselesi
Nesh meselesi ilgili Nahl 101‟in, Nisa 82, Yunus 64 ve Kâf 29 ile çeliĢtiği iddiası Ģöyle
özetlenebilir:“…Eğer Kur‟ân Allah‟tan baĢkası tarafından indirilmiĢ olsaydı onda birbirine
zıt olan birçok Ģey bulurlardı” (Nisa, 82); ” Allah‟ın sözleri asla değiĢmez…”(Yûnus,
64); “Benim nezdimde söz değiĢtirilmez…” (Kâf, 29) denilerek tanrısallık iddiası yine bizzat
218
YAZIR, a.g.e., C. II, s. 148-150. 219
Al-i Ġmrân 2/84. 220
Nisâ 4/152. 221
KANDEMĠR vd., Âyet ve Hadislerle Açıklamalı Kur‟ân-ı Kerîm Meâli, Marmara Ünv. Ġlâhiyat Fakültesi
Vakfı Yayınları (ĠFAV), Ġstanbul, 2016, C. I, s. 75.
45
Kur‟ân‟ın kendisi tarafından ortadan kaldırılır. Ama daha da önemlisi, içsel çeliĢkilerin
ancak tanrısal olmamanın bir ispatı olabileceği Ģeklindeki sözler üzerine yukarıdaki ifadeler
unutulur ve „Biz bir âyeti değiĢtirip yerine baĢka bir âyet getirdiğimiz zaman ki Allah neyi
indireceğini çok iyi bilir, sen düpedüz iftiracısın‟ dediler.„MüĢriklerin çoğu bilmezler. (Nahl,
101)” denilerek çeliĢkili ifadelere yer verilmiĢtir.”222
Bu iddiaya konu olan dört âyet ve meali sırasıyla Ģöyledir:
“ قس ٠فل للغقأفل٠ للض غى للضقفلل للغهس للضغ للىهللي سلل قس للغآى /Hâlâ Kur‟ân‟ı düĢünüp
anlamaya çalıĢmıyorlar mı? Eğer o, Allah‟tan baĢkası tarafından (indirilmiĢ) olsaydı,
mutlaka onda birçok çeliĢki bulurlardı.” 223
“ إطق ن أ للغ سللسقإ وللأللته للغ لل لللنوللللؼ هأ نللىآلل سآلل ه لوللىللض / Biz bir âyeti
değiĢtirip yerine baĢka bir âyet getirdiğimiz zaman ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir,
onlar Peygamber‟e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.” 224
ػقس ظلن“ قس ل ل هطسلك سنلول ك لض فلقسلغ قسلض نقس شغفقسذل Dünya hayatında/ س
da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah‟ın sözlerinde hiçbir değiĢme yoktur. ĠĢte bu
büyük baĢarıdır.” 225
سل للض“ م هللأللظلل٠ سللض قس لل Benim katımda söz değiĢtirilmez ve ben kullara/هلل للض
zulmedici değilim.” 226
Nisâ Sûresi‟nin 81. âyetinde, gündüz Hz. Peygamber‟e itaat ettikleri halde akĢam
görüĢtükleri baĢka insanların yanında farklı davranan insanlardan bahsedilmektedir. 82. âyette
ise onların bu çeliĢkili halleri, Kur‟ân üzerinde gereği gibi düĢünmemelerinden kaynaklandığı
ifade edilmektedir. Kur‟an‟ın hiçbir çeliĢki içermemesi ve sunduğu hükümlerdeki tutarlılık
vasfının, Kur‟ân‟ı okuyan ve ona inanan insanlara yansıması beklenmektedir. Burada,“Eğer
Kur‟ân Allah dıĢında bir kaynaktan gönderilmiĢ olsaydı içinde birçok çeliĢki ve tutarsızlık
bulunurdu” vurgusu ile müslümanlar uyarılmıĢtır. Zîrâ Kur‟ân‟ın çeliĢkiler içerdiği iddiası,
onun ilâhî bir kitap olmadığı sonucuna götürmektedir. Oysa Kur‟ân‟ın hiçbir âyeti baĢka bir
âyetle asla çeliĢmemektedir. Evrendeki fiziksel kusursuzluk Kur‟ân için de geçerlidir.
Öyleyse evrenin yaratıcısı olan Allah (c.c), aynı zamanda Kur‟ân‟ın da kaynağıdır. 227
222
https://pozitifateizm.wordpress.com/category/elestiriler/kuran-celiskileri-ve-yanlislari/ (2016) 223
Nisâ 4/82. 224
Nahl 16/101. 225
Yûnus 10/64. 226
Kâf 50/29. 227
BAYRAKLI, Bayraktar, Yeni AnlayıĢın IĢığında Kur‟ân Tefsiri, Bayraklı Yayınları, Ġstanbul, 2017, C. VII, s.
233 -234.
46
Yûnus Sûresi‟nin 62 ve 63. âyetlerinde ise Allah dostları ve onların iki özelliği olan
îmân ve takvâ vasıflarından bahsedildikten sonra 64. âyette onların Allah katındaki ödülleri,
“Onlara hem bu dünyada hem de âhirette müjdeler vardır” Ģeklinde ifade edilmektedir.
Âyetin devamında Allah (c.c.)‟nun Allah dostları ile ilgili va‟dinin (Allah‟ın verdiği sözün)
kesinlikle gerçekleĢeceği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla buradaki sözden kasıt Kur‟ân
değildir. Burada “ه Allah‟ın sözü” ifadesi, Türkçe‟de “söz verme” manasına/ لولل
gelmektedir.228
Ancak iddia sahipleri bunu fark etmemiĢ olmalı ki “Allah‟ın sözü” ifadesini,
Kur‟ân âyetleri olarak anlayıp bunların baĢka âyetlerle çeliĢtiği sonucuna varmıĢlardır.
Nahl Sûresi 101. âyet, “nesh”229
ile ilgilidir. Nesh konusu, Kur‟ân ilimlerinden birini
teĢkil eden “ للقسوزؿللقس رـ / Nâsih ve Mensûh” baĢlığı altında iĢlenmektedir. Kur‟ân‟da
hükümler va‟z edilirken hükümlerin ilk muhatabı olan birey ve toplum da dikkate alınmıĢtır.
Ġnsan eğitimi birçok aĢamadan oluĢan bir süreci gerektirir. Kur‟ân, toplum ve insanın bu
eğitim süreçlerini dikkate alarak bazen geçici hükümler koymuĢtur. Bu geçici hükümlerle,
onların belli bir kıvama gelmeleri sağlandıktan sonra asıl hüküm konmuĢtur. Kur‟ân‟ı, insanı
tedavi eden bir ilaç gibi düĢünmek gerekir. Ġlaçla önce hasta iyileĢtirilir. Sonra farklı yemekler
verilmeye baĢlanır. Kur‟ân‟ın bu üslûbu, vahyin anlaĢılmasını kolaylaĢtırmak üzere Allah‟ın
kullarına bir ihsanıdır. Bu âyet, Kur‟ân‟daki bu prensibin insan için önemini ifade etmekte
ancak müĢriklerin bunun farkında olmadıklarını açıklamaktadır. Burada Kur‟ân‟daki bu
eğitim sürecini bir çeliĢki olarak gören ve bu sözde çeliĢkiyi Hz. Peygamber‟e karĢı
kullananların tavır ve düĢüncelerine, bu âyetle cevap verilmiĢtir. Âyetler arasında çeliĢki
olarak ifade edilen bu durumu anlamak için Kur‟ân‟ın bir konu hakkındaki tüm âyetlerini bir
araya getirerek onları konu bütünlüğü içinde anlamak gerekir.230
ÇeliĢkili olduğu iddia edilen bu bölümün son âyeti ise Kâf Sûresi‟nin 29. âyet-i
kerîmesidir. Bir önceki âyette Allah (c.c.), suçlu iki insanın hesap gününde: “Huzurumda
çekiĢmeyin! Ben size daha önce uyarı göndermiĢtim.” Ģeklindeki diyaloglarına müdahalesi
zikredilmiĢti. Bu âyette ise “سل للض م هللأللظلل٠ سللض قس لل Benim huzurumda söz /هلل للض
değiĢtirilmez ve ben kullara asla zulmedici değilim.” denmek sûretiyle bu hak edilen cezânın
kendi yaptıklarının bir sonucu olduğu vurgulanmıĢtır. Burada geçen “ سللض قس لل هلل للض
/huzurumda söz değiĢtirilmez.” cümlesindeki “söz”den kasıt Kur‟ân sözü değil Allah‟ın
228
KARAMAN vd., a.g.e., C. III, s. 117-118. 229
“Bir nassın hükmünü daha sonra gelen bir nas ile kaldırmaktır, baĢka bir deyimle Ģer‟î bir hükmün baĢka bir
Ģer‟î delil ile kaldırılması; mukaddem tarihli bir nassın hükmünü daha sonra gelen bir nas ile değiĢtirmektir.
(CERRAHOĞLU, Tefsir Usûlü, s. 122). 230
es-SABÛNÎ, a.g.e., C. III, s. 344-345.
47
verdiği sözdür. Dolayısıyla Allah‟ın verdiği cezâlandırma kararı geri alınamaz ve dünyada
iken haktan sapan ya da insanları hak yoldan saptıranlar için konulan o kanun
değiĢtirilemez.231
Nesh kelimesini, bir nassın hükmünün diğer bir nassla kaldırması ya da cari bir
uygulamanın kademeli olarak ve zamana yayılalarak kaldırılması gibi iki anlama biçiminde de
Kur‟ân‟ın indiği dönemdeki değiĢimi takip ettiği, o ortamda meydana gelen değiĢimlerin
inecek vahiyilere yön/Ģekil verdiği bir vakıadır. Ancak burada değiĢim karĢılıklıdır ve ilâhî
mesajlar da toplumu değiĢtirmekte ve dönüĢtürmektedir. Ġslâm toplum ve medeniyeti bu
Ģekilde teĢekkül etmiĢtir.232
Dolayısıyla nesh, Kur‟ân için bir çeliĢki değil; tersine indiği
toplumun birçok alandaki değiĢimini dikkate alan ilâhî eğitim sürecinin bir gereğidir.
6. Ġyiliğin Ve Kötülüğün Kaynağı
Bu ithamın konusu, ardarda gelen ve birbirini tamamlayan Nisa Sûresi‟nin 78. ve 79.
âyetleridir. Bu iki âyetle ilgili iddia Ģöyledir:“Nisâ: 78„de iyiliğin ve kötülüğün kaynağının
Allah olduğu belirtilirken; Nisa: 79‟da iyiliğin Allah‟tan kötülüğün ise insandan olduğu ifade
edilmektedir. Bu bir çeliĢkidir.”233
Bu itham “kötülük problemi” ile de ilgili olduğundan aynı zamanda kelâmî bir
meseledir. Ancak burada ithama konu olan iki âyet değerlendirilecektir. Konu olan iki âyet ve
meâli sırasıyla Ģöyledir:
“ ش ض نفغج ه س نقسو وكنقضع ننأ إىكظل لضه هلي لظ سق ا ـ ند إىكظ
لىدل منلصى ءقس ل ل لضهفولس ي ه ضكس هي ظ سق ,Nerede olursanız olun/ ضؿئ ا
sağlam ve tahkîm edilmiĢ kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaĢacaktır. Onlara bir
iyilik gelirse „Bu, Allah‟tandır‟ derler. Onlara bir kötülük gelirse „Bu, senin yüzündendir‟
derler. (Ey Muhammed!) De ki: „Hepsi Allah‟tandır.‟ Bu topluma ne oluyor ki neredeyse
hiçbir sözü anlamıyorlar!” 234
Özellikle Yahûdîler iĢleri yolunda gider, üretimleri çok, kazançları bol olduğunda
kendilerini seçilmiĢ bir toplum olarak gördüklerinden, bunu Allah‟ın kendilerine has bir
ihsânı olarak görüyorlardı. Ancak iĢleri ters gider, üretimleri az ve kazançları bekledikleri gibi
almazsa bunu Hz. Peygamber‟e isnat ettikleri bir uğursuzluğa bağlıyorlardı. Bu uğursuzluk
231
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. I, s. 338. 232
ÖZGEL, Ġshak, “Tarihselcilik DüĢüncesi Bağlamında Kur‟ân‟ın Tarihsel Yorumu (Metodolojik Bir Teklif)”,
Doktora Tezi, Isparta, 2002, s.164. 233
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2016) 234
Nisâ 4/78.
48
isnâdı peygamberimizle de sınırlı değildi. Zîrâ Kur‟ân, birçok peygamberin, aynı Ģekilde,
uğursuzlukla itham edildiğini haber vermektedir.235
Âyet, bu yanlıĢ anlayıĢı, “ لضه لي ه De ki: Hepsi Allah‟tandır.” ifadesi ile tashih / س
ederek ilâhî bir prensip koymuĢtur. Buna göre insanların baĢına gelen iyi-kötü, hayır-Ģer, her
Ģey Allah‟tandır; O takdir etmiĢ, murat etmiĢ ve yaratmıĢtır. Ancak “eğer iradelerine
bırakılmıĢ konularda iyi bir Ģeyle karĢılaĢır, bir nimete nâil olur, bir baĢarı elde ederlerse
Allah‟ın verdiği aklı, bilgiyi, iradeyi ve gücü doğru ve yerinde kullanmıĢ oldukları anlaĢılır.
Allah böyle istediği, buna razı olduğu, verdiği kabiliyetleri bu sonucu elde etmek üzere
kullansınlar diye verdiği için hayır, iyilik, baĢarı Allah‟tandır. Yine insanların irade ve
tercihlerine bırakılan konularda, alanlarda, iĢlerde insanlar akıl, bilgi, irade ve güçlerini ki
bunların hepsini veren Allah‟tır, yerinde ve doğru kullanmazlar, bu yüzden O‟nun razı
olmadığı, kendilerinin de hoĢlarına gitmeyen sonuçlar elde ederlerse bu sonuçlar (Ģer,
kötülük) kendilerindendir; bunlara kendileri sebep olmuĢlardır.”236
Kötülüğü yaratıp insana
tercih imkânı verdiği halde rızâsı bulunmadığı için kötülük Allah‟a yüklenemez. Âyette
“hepsi Allah‟tandır.” ifadesi “ontolojik olarak iyiyi ve kötüyü yaratan Allah‟tır.” demektir.
Yoksa Allah, insana kötülüğü yaptıran değildir. 237
“ أعؿللكسل لؽعؿل لك ـ هلأطلكهليؿلئ فولي فوليه ـ أطكهيد ضقه / للللهل
Sana ne iyilik gelirse Allah‟tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!)
Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. ġâhit olarak Allah yeter.” 238
Bu âyet-i kerîme, bir önceki âyeti tefsir etmektedir. Bir önceki âyette iyiliğin ve
kötülüğün kaynağı tartıĢılmıĢ, Nisâ 4/79‟da ise sonuca bağlanmıĢtır. “Bazı kimseler iyiliğin
Allah'tan, kötülüğün de Hz. Peygamber‟den kaynaklandığını iddia etmiĢlerdir. Bu âyette
Allah (c.c.), bu düĢüncenin yanlıĢ olduğunu açıklamıĢtır. Ġyilik Allah‟tandır, bu doğru, ama
insanın baĢına gelen bir uğursuzluğu baĢkasına değil kendine bağlaması gerekir. Kötülüğü
kulun yapıp ettikleri dâvet eder, Allah da yaratır denilerek konuya açıklık getirilmiĢtir. Demek
ki iyiyi Allah ister, Allah yaratır; ama kötüyü insan ister, Allah yaratır. Bu âyette, ahlâkın ve
sosyal hayatın üzerine oturduğu değerler sisteminin kaynağı verilmektedir.” 239
Ġddiaya konu olan bu iki âyet arasında bir çeliĢki sözkonusu değildir. Ġyiliği de
kötülüğü de yaratıcısı Allah‟tır. Ancak diğer varlıklardan farklı olarak iki varlığa (insan ve
235
A‟râf 7/131; Hac 22/11; Neml 27/47; Yâsîn 36/18-19. 236
KARAMAN vd., a.g.e., C. II, s. 98. 237
ġûrâ 42/30. 238
Nisâ 4/79. 239
BAYRAKLI, a.g.e., C. V, s. 222-224.
49
cin) akıl (irade) vererek onlara vahiy ve peygamberler göndererek onları iyiliği seçmesi
yönünde teĢvik etmiĢ, kötülükten sakındırmıĢtır. Öyleyse Allah (c.c.) iyiliği hem ister hem
yaratır hem de insanı buna teĢvik eder. O (c.c.) kötülüğü yaratır fakat onu istemez, tercihi
insana bırakır ve insanı bundan sakındırır. Ama sonuç itibariyle insana iyiliği ya da kötlüğü
seçebilme özgürlüğü verilmiĢtir.
III. KUR’ÂN KISSALARININ ÜSLÛBU
Kur‟ân kıssalarının; kesitler Ģeklinde, farklı yerlerde ve farklı bağlamlardaki anlatım
üslûbu da ithamlara konu olmuĢtur. Kıssaların kendine has bu üslûbu bir eksiklik, anlam
açısından da bir çeliĢki olarak algılanmıĢtır. Ġtham Ģöyle:“Peygamber kıssalarnın, Hz.
Yûsuf‟un kıssası hariç, hiçbiri derli toplu bir anlatıma sahip olmayıp her biri pek çok sûrede
parça parça ve her seferinde hatta aynı sûre içinde bile çeliĢkilerle dolu olarak
anlatılmıĢtır.”240
Mevcut haliyle Kur‟ân‟da geçmeyen “ سظل/kıssa” kelimesi, sözlükte izi sürülen, takip
edilen haberler manasına gelmektedir.241
Ancak kelimenin mastarı olan “hikâye etmek”
manasındaki “ سظلض /kasas” geçmektedir. Aynı anlamda “ ل / haber”, “أ لء/ haberler” ve
.söz /hikâye” kelimeleri de kullanılmaktadır /دللضث “242
Büyük ve önemli haber/ haberler
manasındaki ilk iki kelimenin bazı peygambelerin kıssalarında geçtiği görülmektedir.243
Kur‟ân‟da “hikâye etmek” anlamında kullanılan “ سظل/kıssa” kelimesi, edebî bir tür
olan hikâyeden farklı bazı özellikler taĢır. Kıssanın bu farklı özelliği de dikkate alındığında
kelimenin Tefsir ilminde “Kur‟ân- ı Kerim‟de ibret amacıyla zikredilen, tarihî doğruluk ve
gerçeklik niteliği taĢıyan olaylar/hayat hikâyeleridir.”244
Ģeklinde tarif edilebilir. Kelime;
etimolojik yapısı ve anlamı, kullanıldığı bağlamlar ıĢığında incelendiğinde: “Tarih boyunca
insanların yaĢadıkları gerçekleri ve gelecekte insanlara yol göstermek için öğüt olabilecekleri
hikmetlerden bahseden; yaĢamla bağlantısı kurulduğunda daha iyi anlaĢılabilecek, özellikle
tarih boyunca vahye muhatap çevrelerin tutum ve davranıĢlarına bizleri yönlendirerek, kimi
zaman süreç ve mekândan bağımsız kimi zaman da olayların detayları ile sunulduğu, Yüce
240
http://islamgercegi.athost.net/k uranbilimdisi.html (2016) 241
RÂĞIB el-ĠSFAHÂNÎ, Ebu‟l-Kâsım Huseyn b. Muhammed (ö. 502/1108), el-Müfredât fi Ğarîbi‟l-Kur‟ân,
Mektebetü Nizar Mustafa el-Bâz, y.y., ts., C. V, s. 3650. 242
ABDULBÂKĠ, Muhammed Fuâd, el- Mu‟cemu‟l Müfehres li Elfâzi‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Dâru‟l-Hadîs, Kahire,
1988, s. 859. 243
Maide 5/27; Yunus 10/71; ġuara 26/69; Kasas 28/3. 244
ġENGÜL, Kıssa, DĠA, Ankara, 2002, C. XXV, s. 498.
50
Allah‟ın razı olacağı birey ve toplum inĢası için idrak ve terakkimize yöneltilmiĢ bir bilgi
formudur.”245
Ģeklinde izah etmek mümkündür.
Tarih boyunca Allah (c.c.) tarafından gönderilmiĢ bazı peygamberlerin ve
gönderildikleri toplumların kıssaları, Kur‟ân-ı Kerîm‟in önemli bir bölümünü
oluĢturmaktadır.246
Peygamber kıssaları, insanlık tarihinin Kur‟ân dili ve onun eĢsiz üslûbuyla
aktarılmıĢ en güvenilir özetidir.247
Kur‟ân‟ın Ģekilsel üslûbu ne tam Ģiir ne de nesirdir. Sözlü
bir hitabın yazı ile ifadesi olarak nitelendirilebilir. Ġlk muhataplarının durumları gereği
kıssalar, emirler, nehiyler, temsiller, teĢbihler ve diyaloglar gibi anlatım Ģekillerinin sıkça
kullanıldığı görülmektedir. Bu üslûp, Kur‟ân‟ın beliğ (hale uygun söz söyleme) oluĢunun bir
gereğidir.248
Kur‟ân‟ın, kıssalarla anlatım yöntemini kullanmasındaki bir diğer gayesi, Kur‟ân‟ın
tümünde verilmek istenen ilâhî mesajları, yaĢanmıĢ gerçek olay örgüleri içinde insanlara
ulaĢtırmaktır. Bu ilâhî mesajlar, tarihî gerçeklerin anlatıldığı kıssalarda mükemmel bir uyumla
iĢlenmiĢ, eĢsiz bir üslûp ve belîğ ifadelerle aktarılmıĢtır. Kıssalar, müslümanların bir nevi
tevhît akidesi tarihidir.249
Kıssaları konu edinen âyetler incelendiğinde, tüm kıssaların teblîğ, ibret ve irĢâd
konularından biri, bir kısmı ya da tümü ile ilgili mesajlarla yetinilmiĢ olduğu görülecektir.
Olayların kronolojik sıralaması ve ayrıntıları özellikle terkedilmiĢtir. Bunun sebebi, olayların
ayrıntılarının bilinmemesi değil, Kur‟ân‟ın bu söz konusu yöntemine uygunluktur. Zîrâ Hz.
Peygamber‟in yaĢadığı Ġsrâ ve Mi„rac hadisesi ile Bedir ve Uhut savaĢları vb. olayların
detayları bilinmesine rağmen, bu yöntem gözetilmiĢ ve detaylara yer verilmemiĢtir.
Ayrıntılara yer veren ve kronolojik sıraya göre anlatılan tek kıssa Hz. Yûsuf‟un kıssasıdır.
Bunun sebebi ise kıssada zikredilen detayların kıssanın maksadının anlaĢılmasına yardımcı
olmasıdır. Bazı kıssalarda gereksiz gibi görünebilecek detaylara girilmesi de bu maksada
matuftur. Örneğin, Ġsrâiloğulları‟ından kesilmesi istenen ineğin özellikleri konusunda
ayrıntıya girilmesi, tarım ve hayvancılıkla uğraĢılan bir bölgede, ineğe tapma yanlıĢlığına
dikkatleri yoğunlaĢtırmak ve bu yanlıĢ inancı yıkmak içindir. 250
245
GEDĠKLĠ, Fikret, “Sosyo Psikolojik Boyutları Açısından Kur‟ân Kıssaları”, Selçuk Ünv. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Doktora Tezi, Konya, 2011, s. 58. 246
KAYAER, Osman, Kur‟ân Kıssalarının Anlam ve Değeri, Fecr Yayınevi, Ankara, 1998, s. 23. 247
ġENGÜL, Kur‟ân Kıssaları Üzerine, Ġzmir, 1994, s. 17. 248
ÖZGEL, a.g.t., s. 247. 249
ġENGÜL, Ġdris, Kıssa, DĠA, Ankara, 2002, C. XXV, s. 499. 250
ġENGÜL, Kıssa, DĠA, Ankara, 2002, C. XXV, s. 499.
51
Kur‟ân kıssalarının özelliklerinden biri de onların farklı üslûp, temsil ve tasvirlerle
bezenmiĢ çarpıcı giriĢ bölümleriyle baĢlamasıdır. Kıssaların çoğu bu çarpıcı sahnelerle baĢlar.
Böylece muhatabın dikkatinin kıssaya çekilmesi sağlanır ve sonra kıssanın ayrıntılarına
geçilir. Hz. Mûsâ‟nın kıssası bunun en güzel örneğidir. Bazen de kıssa, en ibret verici bir
giriĢle baĢlar, sonra kıssa tekrar ele alınır. Bunun örneği ise Ashâb-ı Kehf kıssasıdır. Bazen,
Kasas Sûresi‟nde olduğu gibi kıssadaki olayların hikmet ve sebebi açıklanarak kıssaya giriĢ
yapılır. Bunların dıĢında Kur‟ân kıssalarında vurgulanması istenen mesajlar, temsili sahnelerle
somutlaĢtırılır. Bu somutlaĢtırma, bazen bir portre ve tablo Ģeklinde bazen de etkili ve canlı
bir edebi üslupla gerçekleĢir.251
Kur‟ân kıssalarının üslûp özellileri hakkındaki bu temel bilgilerden sonra, kıssaların
derli toplu bir anlatımdan yoksun olduğu iddiası, birçok açıdan gerçeği yansıtmamaktadır.
ġöyle ki Kur‟ân‟ın bir sûrede, kısa ve özlü bir biçimde ifade ettiği bir konuyu, baĢka bir âyet
ya da sûrede daha detaylı bir Ģekilde anlatması, aslında onu okuyan ve inceleyen herkesin
müĢahede ettiği ilâhî bir metottur. 252
Bu metodun, Kur‟ân kıssalarında da kullanıldığını
görmekteyiz. Kıssalardaki bu üslûp, Kur‟ân‟ın vermek istediği mesajın farklı anlayıĢlara ve
anlama düzeyine sahip muhataplarca anlaĢılmasını ve pekiĢmesini kolaylaĢtırmaktadır.253
Bazı kıssa kesitlerinin bir kaç kere tekrar etmesi, muhatabın dikkatini diri tutup
mesajın pekiĢmesini sağlar. Zîrâ kıssalar, insanlık tarihini veciz bir Ģekilde seyircilerine, ders
alınacak ince noktaları vererek, onların gözlerinin önünde cereyan ediyormuĢçasına hayatı
tanzim etme yollarını gösterir. Ancak Kur‟ân‟daki kıssaların asıl gâyesi, bir edebî sanat
sunmak değil, ahlâkî erdemler kazandırmaktır.254
Yine Kur‟ân kıssalarının birçoğunun, farklı bağlamlarda, yeni ayrıntılar, farklı üslûplar
ve yeni manalarla tekrarlanmıĢ olması, ilâhî gâyenin daha etkin bir yöntemle gerçekleĢmesine
matûftur. Örneğin, Kur‟ân‟ın faklı bağlamlarında en çok tekrar edilmiĢ olan Hz. Mûsâ
kıssasının küçük farklar taĢıyan tekrarları birleĢtirildiğinde, kıssanın tamamı ortaya çıkacaktır.
Bu inceliği fark edemeyenler, bu muhteĢem üslûbu kuru bir tekrar gibi algılamaktadırlar. Bu
bakımdan, Hz. Âdem, Hz. Nûh ve Hz. Mûsâ gibi bazı peygamberlerin kıssalarındaki bu
tekrarları kusur olarak nitelendirmek, ancak konuyu ilmi ölçülerle incelememek ya da konuya
yüzeysel bakmaktan kaynaklanabilir.255
Ancak bir yönüyle bu konu, sadece bir anlama
251
ġENGÜL, Kıssa, DĠA, Ankara, 2002, C. XXV, s. 500. 252
ALBAYRAK, Halis, Kur‟ân‟ın Bütünlüğü Üzerine, ġûle Yayınları, Ġstanbul, 1993, s. 157. 253
ġĠMġEK, Mehmet Sait, Kur‟ân Kıssalarına GiriĢ, YöneliĢ Yayınları, Ġstanbul, 1993, s. 112. 254
CERRAHOĞLU, Ġsmail, Tefsir Usulü, TDV Yayınları, Ankara, 1983, s.172. 255
ġENGÜL, Kıssa, DĠA, Ankara, 2002, C. XXV, s. 499.
52
problemi olarak izah edilememeke; aynı zamanda bir inanma ile ilgili bir boyutunun olduğu
da ortaya çıkmaktadır.
Kur‟ân kıssalarının bulunduğu bağlam (siyâk ve sibâk) iyi incelendiğinde, kıssa ya da
kıssa kesitlerinin; pedagojik, psikolojik ve sosyolojik açıdan bağlama uygunluk arz ettiğine,
bağlamı te‟yit ettiğine ve pekiĢtirdiğine Ģahit olunacaktır. Bu durum, Kur'ân i‟cazının
göstergelerinden biridir.256
Kur‟ân‟da anlatılmak istenen konular, verilmek istenen mesajlar,
âdeta kıssalara iĢlenmiĢtir. Dolayısıyla bir kıssanın veya bir bölümünün tekrarı, zikredildiği
bağlama göre, onun yeni bir mana/yorum kazanması demektir. Bu açıdan bakıldığında bazı
kıssalar, lâfız itibariyle tekrar izlenimi verse de mana açısından bir tekrardan söz edilemez.257
Bütün bunlardan sonra anlaĢılmaktadır ki Kur‟ân kıssalarının anlatım bütünlüğünden
yoksun olduğu ve çeliĢkiler barındırdığı iddiası doğru değildir. Ġddia sahiplerinin, Kur‟ân‟ın
kendisine has üslûbu ve yukarıda zikredilen ibret ve hikmet mantığı hakkında yeterli bir
bilgiye sahip olmadıkları anlaĢılmaktadır.
IV. KUR’ÂN KISSALARI VE EHL-Ġ KĠTAP EFSANELERĠ
Kur‟ân kıssalarının; ehl-i kitap efsanelerinden, dönemin dinî kültür ve folklorü gibi
kaynaklardan izler taĢıması ya da bazı yönlerden benzerlik göstermesi de iddilara konu
olmuĢtur. Özetle itham Ģöyle:“Müslümanlara göre bu benzerlik farklı izah edilse de, aslında
bu, mezkûr tarihî efsanelerin o dönemdeki tarihî duruma uygun biçimde yaratılmıĢ
olmasından kaynaklanmaktadır. Kur‟ân, eski mukaddes kitaplardan ve eski Arap
folkloründen derlemelerden meydana getirilmiĢtir. Hatta bu derlemeler arasında Parsizm
(Mecusilik)‟in de etkisi vardır. Ayrıca, Kur‟ân‟da yazılan ve Ģarkta yaĢayıp adaletsizlik
edecek olan “Ye‟cûc ve Me‟cûc”, Ġncil‟deki “Gog ve Magog”tur ve oradan alınmıĢtır.
Kur‟ân‟daki birçok hikâyede, Arap folklorünün eseri olan 1001 gece masallarından motifler
vardır.”258
Öncelikle Ģunu ifade etmemiz gerekir ki Kur‟ân ve Kur‟ân kıssalarının indiği
dönemde, Kur‟ân‟ın, Ġncil ve Tevrat‟tan alındığını ilk iddia edenler, Yahûdi ve Hıristiyanlar
değil, mekkeli müĢriklerdir. Zîrâ ehl-i kitabın itirazı vahye ve peygamberliğe değil,
peygamberliğin Ġsrâiloğulları‟ndan olmayan birine verilmesine yani Hz. Peygamber‟in
256
ÇĠÇEK, Halil, Yirminci Asırda Kur‟ân Ġlimleri ÇalıĢmaları, TimaĢ Yayınları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara,
2006, s. 96. 257
SEYYĠD KUTUB, Kur‟ân‟da Edebî Tasvir, Hikmet NeĢriyat, Çev. Kamil M. Çetiner, Ġstanbul, 1997, s. 224. 258
CABBAROV, Sancar, Kur‟ân Efsanelari va Rivayetleri, Özbekistan CCR Fen NeĢriyatı, TaĢkent, 1986, s. 10-11.
53
Ģahsına idi.259
Kur‟ân, onların, Hz. Peygamber‟i, oğullarını tanıdıkları gibi bildiklerini ancak
bu gerçeği bile bile gizlediklerini ifade etmektedir.260
Ümmî olan ve Arapça dıĢında baĢka bir dil bilmeyen bir peygamberin Arapça
bilmeyen, sayıları bir elin parmak sayısını geçmeyecek kadar az olan ve çoğu hizmetkârlıkla
hayatlarını idame ettiren, toplumlarından ayrı yaĢadıkları için dinleri hakkında pek bilgi sahibi
olmayan birkaç Hıristiyan kökenli insandan Kur‟ân‟ı ve Kur‟ân kıssalarını alması
düĢünülemez. Ayrıca elimizde o dönem Mekke‟de Yahûdîlerin yaĢadığına dair tarihî bir kayıt
da mevcut değildir. Tevrât‟ın bilinen ilk Arapça çevirisi miladî 718 tarihine, Ġncil‟in ilk
Arapça tercümesi ise 19. asra ait olduğu bilgisi, bu iddianın doğru olmadığını ispatlamak için
yeterli bir kanıttır.261
Kur‟ân‟daki kıssaların Tevrat ve Ġncil‟deki kıssalarla benzerlikler göstermesi Kur‟ân
kıssalarının bu kaynaklardan alındığına bir kanıt değildir. Zîrâ Tevrat ve Ġncil tahrîf edilirken
bu tahrifattan bu iki kitapta zikredilen kıssalar da nasibini almıĢtı. Tevrat tahrif edilerek Torah
oluĢturulmuĢtur. Torah‟taki kıssalar birçok çeliĢkiyi barındırmakta ve ana tema “tanrının
seçilmiĢ kavmi”dir. Oysa Kur‟ân kıssalarının ana teması Kur‟ân‟ın da temasıdır ki oda tevhit
düĢüncesidir. 262
Kur‟ân bütün vahiyleri, özü itibariyle, bir araya getirirken, aslında kıssaların
da tahrif edilmemiĢ halini yani doğrusunu ortaya çıkarmıĢtır. Kaynaklar arasındaki
benzerliğin sebebini burada aramak gerekir. Bununla birlikte Kur‟ân kıssalarının Tevrat ve
Ġncil‟deki kıssalarla hedef, üslûp ve muhtevâ açısından büyük farklılıklar arz ettiği
görülmektedir. Hz. Mûsâ‟nın Firavunla olan mücadelesindeki farklılıklar buna örnek olarak
zikredilebilir.263
Burada Hz. Âdem ve Hz. Nûh‟un Kur‟ân‟daki kıssalarının, Kitab-ı
Mukaddes‟teki kıssalarla bazı farklılıkları görülmektedir.264
AĢağıda oluĢturulan tabloda, bu
iki kıssanın Kur‟ân- Kerim ve Tevrattaki farklı anlatımları gösterilmiĢtir.265
259
Bakara 2/91. 260
Bakara 2/146. 261
GÜNDÜZ, ġinasi, “Kur‟ân Kıssalarının Kaynağı Eski Ahit mi? Yapı, Muhtevâ ve Kaynak Açısından Torah
Kıssaları”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. 10, Dönem: ġubat, Samsun, 1998, s.
88. 262
ġĠMġEK, Kur‟ân Kıssalarına GiriĢ, s. 113. 263
Bkz. bu tezin Hz. Peygamber‟in Kur‟ân‟ı BaĢkasından Aldığı Ġthamı, s. 28-32. 264
ġĠMġEK, Kur‟ân Kıssalarına GiriĢ, s. 20. 265
ġĠMġEK, Kur‟ân Kıssalarına GiriĢ, s. 15-29.
54
Hz. Âdem’in Kıssası
Kur’ân’daki Anlatım266
Tevrat’taki Anlatım267
1. Detaya girmeden kıssadan alınması
gereken ibret öne çıkarılmıĢtır.
1.Kıssadan alınması gereken ibret detaylarda
boğulmuĢtur.
2. Aldatan ġeytan‟dır, ilk aldanan Hz.
Âdem‟dir.
2. Aldatan yılandır, ilk aldanan Hz. Havvâ‟dir.
3. Kıssa, ümitle son bulmakta. Ġnsan
Ģükretmeye davet edilmektedir.
3.Tevrat, Hz. Âdem‟in isyanı sebebiyle ona lânet
okumaktadır.
4. Allah, her Ģeyden haberdardır. Zirâ
O,insanın fitne çıkarabileceğini de iyilik
yapabileceğini de bilir.
4. Allah‟ın, olanlardan haberi yoktur. Zirâ o
saklanan Hz. Âdem ile Hz. Havvâ‟yı aramaktadır.
5.ĠĢlenen her suç Ģahsidir, bir kimsenin
günahı baĢkasına yüklenemez.
5. Hz. Âdem‟in ilk günahından soyu da sorumludur.
6. ġeytan üstünlük tasladığı için Hz.
Âdem‟e secde etmemiĢtir.
6. Melekler, Hz. Âdem‟e secde ettiği için, ġeytan
ona secde etmemiĢtir.
7. Hz. Âdem‟e ilmi öğreten Allah‟tır.
Allah insanı ilme teĢvîk etmektedir. Ġlim
insanı Allah‟a yaklaĢtırmaktadır.
7. Hz. Âdem‟e yasaklanan ağaç bilgi ağacıdır.
Yasaklanan bilgidir. Allah insanın bilgilenmesini
istememektedir. Ġnsanın bilgi sahibi olması,
Allah‟la çatıĢma sebebidir.
Hz. Nûh’un Kıssası
1. Detaya girmeden kıssadan alınması
gereken ibret öne çıkarılmıĢtır.
1. Kıssada ayrıntıya girilmiĢtir: Geminin hacmi,
hangi ağaçtan yapıldığı, suyun ne kadar yükseldiği
gibi.
2. Hz. Nûh'un gemiye binmeyen bir oğlu
olduğu zikredilmektedir.
2. Hz. Nûh'un böyle bir oğlunun olduğuna dair bir
kanıt yoktur.
3.Tufânın yeryüzünün tamamını
kapladığından bahsedilmemektedir.
3. Yeryüzünün tamamının sular altında kaldığı
zikredilmektedir.
4. Boğulmaktan kurtulanların îmân
edenler olduğu bunların, Hz. Nûh‟un
âilesinden ibaret olmadığı
belirtilmektedir.
4. Hz. Nûh ile birlikte gemiye binen ve
boğulmaktan kurtulanlar, onun eĢleri, oğulları ve
gelinleridir.
5. Allah‟ın, yanlıĢ yaptığı için onun bir
Ģeyden piĢmanlık duyması da
düĢünülemez Zîrâ Allah, bütün
eksikliklerden uzaktır.
5. Allah‟ın, tufandan sonra piĢmanlık duyduğu ve
bir daha böyle bir tufanı meydana getirmeyeceği
bildirilmektedir.
6. “Onların (kurbanların) ne etleri ne de
kanları Allah'a ulaĢır, ona sadece
onların takvâsı ulaĢır.”268
6. Hz. Nûh‟un, kurtulduğu için, sunduğu
kurbanların kızartılan et kokularının Allah‟a
gittiğini, O‟nun etleri kokladıktan sonra
kızgınlığının geçtiği ve bundan razı olduğu ifade
edilmektedir.
Tevrat‟ın kıssalarında zikredilen yaratıcı tasavvuru ve peygamber anlayıĢı, Ġslâm‟ın
Allah ve peygamber tasavvuruyla örtüĢmeyen tutarsızlıklar ve mitolojik unsurlar
266
Bakara 2/33-39. 267
Tevrat, Tekvin, 1., 2., 3. bablar. 268
Hac 22/37.
55
içermektedir. Allah‟ın Tâlût‟u kral yapmaktan ve Nûh tufanını yaratmaktan dolayı, hâĢâ,
piĢman olduğu iddiası,269
peygamberlere, hâĢâ, zina yapma ve puta tapma isnadı gibi. Ġncil ise
Hz. Îsâ‟nın hayat hikâyesinde belirtilen teslîs inancı (üçlü ilah inancı), Hz. Îsâ‟nın, Allah‟ın
oğlu olduğu ve onun çarmıha gerildiği gibi birçok konuda Kur‟ân‟la çeliĢmektedir.270
Kur‟ân‟ın tümünde olduğu gibi kıssalarında da hiçbir topluluğa ayrıcalık
verilmemiĢtir. Zîrâ kıssaların taĢıdığı mesajlar, tevhît esasına dayalı bir hedefle, bütün
insanlığı kuĢatmıĢtır. Oysa Tevrat, seçilmiĢ bir kavim olduklarına inanan Ġsrâiloğulları‟nı
konu alan tarihi bir kitap görünümündedir.271
Kur‟ân‟da yer alan kıssaların, Arap Edebiyatı‟nın sözlü masal ve hikâyelerinden
alındığı,272
bizâtihi Kur‟ân tarafından reddedilmektedir. Kur‟ân‟ın birçok âyet-i kerîmesi,
kıssaların vahyedilen gayb haberlerinden olduğu, dolayısıyla bunların inmeden önce ne Hz.
Peygamber‟in kendisi ne de kavmi tarafından bilinmediği ifade edilmektedir.273
Buna göre
Arapların bu kıssaları bilmediği aĢikârdır. 274
Aynı Ģekilde Arap edebiyatının sözlü masal ve
hikâyelerine benzer motifler taĢıması da anlaĢılır bir durumdur. Ehl-i kitap kaynaklı muharref
kıssalar, o dönem aynı bölgede yaĢayan tüm kavimlerin sözlü edebiyâtlarını etkilemiĢtir. Bu
arada bölgenin kadîm iki toplumu olan Arap ve Sâsâni hikâye ve masallarını da
etkilemediğini kim iddia edebilir? Kur‟ân, Ehl-i kitap‟tan aktarılan kıssaların ve bu kıssaların
etkilediği civar bölgelerdeki tüm topluluklara ait anlatıların tahrif edilmemiĢ halini, yani,
doğrusunu ortaya çıkarmıĢtır. Kaynaklar arasındaki benzerliğin sebebini burada aramak
gerekir.
Kur‟ân‟ın, Allah‟ın kelâmı olmayıp onun, ehl-i kitap kaynaklarından derlenen bir kitap
olduğu iddiasına verilen cevapta da ifade edildiği üzere, Hûd (a.s.), Sâlih (a.s.) ve ġuayb
(a.s.)‟ın kıssaları gibi Kur‟ân‟da zikredildiği halde Yahûdî ve Hristiyan kaynaklarında bahsi
geçmeyen kıssalar da vardır. Kur‟ân‟a, hep vahiy dıĢında bir kaynak arayanlar, bu kıssalara
bir kaynak bulmaları gerekmez mi? Ġddia sahiplerinin bu soruya cevap aramaları gerekir.275
269
Tekvîn, 8/20-22; 9/11-17; Samuel, 15/10-11. 270
ġENGÜL, Kıssa, DĠA, Ankara, 2002, C. XXV, s. 500. 271
DEMĠR, ġehmus, Mitolojik Kur‟ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyân Yayınları, Ġstanbul, 2003, s. 71;
GÜNDÜZ, a.g.m., s. 88. 272
CABBAROV, a.g.e., s. 10-11. 273
Âl-i Ġmrân 3/14; Yûsuf 10/102; Kasas 28/44-46; Hûd 11/49. 274
GEDĠKLĠ, a.g.t., s. 66-69. 275
MAHMUT MÂDÎ, a.g.e., s. 148.
56
V. SÛRE ADLARI ĠLE ĠÇERĠKLERĠ ARASINDAKĠ ANLAM ĠLĠġKĠSĠ
Kur‟ân sûrelerinin adları ile sûrelerin içerikleri arasındaki anlam iliĢkisi ile ilgili iddia
Ģöyle ifade edilmiĢtir:“Hemen hemen her Ģeyden söz eden Bakara Sûresi, Yahûdîlere
kesmeleri emredilen bir sığırdan bahsettiği için bu adı almıĢtır. Yine içinde hemen hemen tüm
konulardan söz edilen Âl-i Ġmrân Sûresi, içinde Ġmrân ailesinin zikri geçtiği için bu adı
almıĢtır. 109 âyetlik Yûnus Sûresi‟nin bu adı almasının nedeni ise bir tek 98. âyetinde „Yûnus
Milleti‟nden söz edilmesidir. Oysa aynı sûrede 75„ten 93. âyete kadar Hz. Mûsâ„nın
kıssasından söz edilir; diğer âyetlerde de baĢka konulardan. Nitekim Hz Yûsuf‟un kıssasına
ayrılan Yûsuf Sûresi hariç peygamber adları taĢıyan sûrelerin tümü, adını aldığı
peygamberden çok, diğer konulardan söz eder. Yani bölümlere ad koymada en küçük bir
mantık tutarlılığı yoktur. Hz. Muhammed‟in eĢi Hz. AiĢe‟nin zan altında kalması üzerine onu
savunan ve kadın sorununa iliĢkin Ġslamî yaklaĢımı belirleyen Nûr Sûresi ise konu ağırlığı bu
olmasına rağmen bir tek âyette „ilâhî Nûr‟dan söz ettiği için bu adı almıĢtır. Yine Neml
Sûresi, bir tek âyetinde Hz. Süleymân‟ın ordusuna yol veren karıncalardan söz edildiği için
bu adı almıĢtır. Sâffât Sûresi bu sözcükle, Sâd Sûresi bu harf ile baĢladığı için, Fussulet
Sûresi ikinci âyetinde bu sözcük geçtiği için, Duhân Sûresi içinde bu sözcük geçtiği için, Kâf
Sûresi bu harfle, Zâriyât Sûresi bu sözcükle baĢladığı için, Necm Sûresi bu adla baĢladığı için
bu adları almıĢlardır. ĠĢte tüm âyetler böylesi en küçük bir iç tutarlılığı olmayan bir
yaklaĢımla adlandırılmıĢlardır.” 276
Konuya baĢlamadan önce, konunun Tefsir disiplini içinde nerede yer aldığı gibi bazı
hususlarda kavramsal ve teknik bazı ön bilgiler vermekte yarar vardır. Sûrelerin isimleri,
indiği yer ve zamanın bilinmesi, aralarındaki anlam iliĢkileri, ilk ve son âyetleri arasındaki
anlam bağları ve bir sûrenin âyetleri arasındaki insicam gibi konular, Kur‟ân‟ın anlaĢılmasına
yardımcı olan hususlardandır. Kur‟ân‟ın, âyet ve sûreleri arasındaki insicam ve burada ithama
konu olan sûre isimleri ile sûre içerikleri arasındaki irtibatı inceleyen Münâsebâtü‟l-Âyât ve‟s
Süver277
ilmi ile sûrelerin ilk cümleleri ile ilgili olan Fevâtihu‟s-Süver 278
ilmi, konumuzla
yakından ilgili olan iki ilim olduğu bilinmektedir.279
276
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2016) 277
Kur‟ân ilmidir. Kur‟ân âyetlerinin birbirleri ile olan anlam iliĢkisini, manalarının birbirini tamamlaması,
muntazamlığından dolayı cümlerinin tek kelime haline geldiğini ve sûreler arasında anlam iliĢkisi
bulunduğunu savunan ve inceleyen Tefsir ilminin alt disiplinidir. (Es-SUYÛTÎ, el-Ġtkân fî Ulûmi‟l-Kur‟ân,
C. II, s. 287-288).
57
Kur‟ân, farklı isim ya da isimler taĢıyan 114 sûreden oluĢmaktadır. Sûre isimleri,
cumhurun tercih ettiği görüĢe göre, Hz. Peygamber‟den gelen rivayetlere dayanmaktadır. Bu
nedenle sûrelere verilen isimler tevkîfîdir.280
Sûrelere isim olan kelime ya da harf/harfler,
Fâtiha ve Ġhlâs sûreleri hariç olmak üzere sûrede zikredilen kelime ya da harflerden alınmıĢtır.
Bu isimler bazen sûrede anlatılan kıssalarda adı geçen bir peygamberden (Yunus, Hud, Yusuf,
Ġbrahim, Lokman gibi); bazen bir toplum/topluluktan (Sebe‟, Al-i Ġmran, Nisa, A‟raf, Hicr,
Kehf, Ahzab, KureyĢ gibi); bazen sûrede geçen bir olayı hatırlatan sembol bir kelimeden
(Ġsrâ, Bakara, Mâide, En‟âm, Enfâl, Tevbe, Ra'd, Nahl gibi); bazen sûrenin ilk kelimesinden
(Tâhâ, Yâsîn, Sâd, Kâf, Nûn gibi); bazen de konumu ve taĢıdıkları bir özellikten alınmıĢtır.
Genel olarak sûrelerin bir ismi varken, bazı sûreler için birden fazla isim sayılmıĢtır.281
Sûrelerin iĢlediği konular, ayrıntıda çeĢitlilik arz etse de her sûre genel ve özel
hedeflerinin olması ve ihtiva ettiği konular arasında irtibatı sağlamasıyla kendi içinde bir
bütünlük oluĢturur. Bu bütünlük, mutlaka, Kur‟ân‟ın temel konularından tevhit, risâlet, ahiret,
ibadet ve adaletten biri veya birkaçının etrafında oluĢmaktadır.282
Sonuç itibariyle sûre isimleri, vahyin inmeye baĢladığı ilk dönemlerde Kur‟ân ayetleri
gibi yazıyla tespit edilmiĢ değildi. Konu ile ilgili rivâyetler ve sahâbenin ifadeleri
incelendiğinde, ortaya çıkan görüĢ, yukarıda zikredilen cumhûrun görüĢüdür ki o da bu
isimlerin bir kısmının Hz. Peygamber‟in vahye dayanan direktifleri ile tespit edildiğidir.
Ancak isimler, sadece sûrenin ana konusu ile bağlantılı olarak tesbit edilmiĢ değildir. Sûreye
hâkim ana konuyu yansıtanları olduğu gibi ( Karia, Fil, KureyĢ, Yusuf, ĞaĢiye gibi); hâkim
konunun yerine sûrenin içerdiği talî bir konuda ama sembol bazı kelime ve harflerden alınan
isimler de vardır. (Bakara, Al-i Ġmrân, Ankebût, Nûr, Duhân, Necm, Neml, Fussulet, Zâriyât,
Kâf, Tâhâ, Nûn gibi ) Ġddia sahiplerinin “iç tutarlılığı olmayan bir yaklaĢımla adlandırma”
olarak iddia ettikleri isimler bu son guruptur.
Öncelikle sûrelerin isimlendirilmesindeki temel mantık, Kur‟ân‟ın kendi içinde 114
parçaya (sûreye) ayrılmasındaki mantıkla aynıdır. Bu mantık, Kur‟ân‟ın anlaĢılmasını
278
Sûre baĢlangıçı, sûre giriĢi demektir. Sûrelerin ilk kelimelerini belağat açısından inceleyen, tüm sûrelerin
Husnu‟l-Ġbtdâ ile (söze güzel bir cümle ile) baĢladığını savunanarak sûrelerin giriĢi belağatını inceleyen
Tefsir ilminin alt disiplinidir. (Es-SUYÛTÎ, el-Ġtkân fî Ulûmi‟l-Kur‟ân, C. II, s. 282). 279
AKPINAR, Ali, “Kur‟ân Sûrelerinin Ġsimlerine Dair YazılmıĢ Mensûr ve Manzûm Eserler ve Manzûm Bir
Örnek”, Cumhuriyet Ünv. Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sivas, 2009, S.1, C. VII, s. 6. 280
es-SUYÛTÎ, el-Ġtkân fî Ulûmi‟l-Kur‟ân, C. I, s. 69; ez-ZERKEġÎ, Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b.
Bahâdır b. Abdillâh et-Türkî el-Mısrî el-Minhâcî ez-ZerkeĢî eĢ-ġâfiî (ö. 794/1392), el Burhân fî Ulûmi‟l-
Kur‟ân, Mektebetu Dâru‟t-Turâs, Kahire,1984, C. 1, s. 263-265. 281
AKPINAR, a.g.m., s. 6. 282
DEMĠRCĠ, Sabri, “Kur‟ân Âyetleri ve Sûreleri Arasındaki Tenasüb (Fahruddin Razi„nin Tefsiri Mefatihu‟l-
Gayb Örneği)”, Ekev Akademi Dergisi, Bahar dönemi, Ankara, 2015, S. 62, s. 62.
58
kolaylaĢtırmaktır. Sûre isimleri, Kur‟ân‟ın temel konularından birini veya birkaçını iĢleyen
sûrelere verilerek, onların, okuyucunun hafızasında kalmasını kolaylaĢtırmıĢtır. Aynı Ģekilde
birçok açıdan muhatabın dikkatini çeken sembol bazı kelime ve harflerden isimlerin alınması
da aynı hikmete dayanır.
“Bakara Sûresi”nin Arapça ifadesi, “Sûretu‟l-Bakara” (ؿلعقس لغ)‟ dır. Bunun da
aslı “Sûretu‟lleti tüzkerü fiha el-Bakara” (ؿلعقس لكلظ غفلقس لغ)‟dır. Manası ise “ineğin
isminin geçtiği sûre” demektir. Ġsmin uzun olmasından ötürü, önce ismi mevsûl “elleti”
kelimeleri hazf edilmiĢ ve sonunda “Sûretu‟l- Bakara” ifadesi (كظ غ )”sonra da “tüzkerü ;(قس )
bulunmuĢtur. Bu durum, iddia sahiplerinin “iç tutarlılığı olmayan bir yaklaĢımla adlandırma”
olarak iddia ettikleri diğer sûre isimleri için de geçerlidir: “Âl-i Ġmrân isminin geçtiği sûre”,
“Ankebût‟tan bahseden sûre”, “Nûr kelimesinin geçtiği sûre”,“Duhân‟dan bahseden sûre”,
“Necm‟dan bahseden sûre”, “karınca isminin geçtiği sûre”, “Fussilet ile ilgili sûre”,
“Zâriyât isminin geçtiği sûre, “Kâf harfiyle baĢlayan sûre”, “Tâ hâ harfileriyle baĢlayan
sûre, “Nûn harfiyle baĢlayan sûre” gibi. 283
Bu gramatik bilginin iĢaret ettiği mananın (yorumun) bazı rivâyetlerle de
desteklenmesi, isimlendirmedeki mantığın, sadece sûrenin konusuna dayanmadığı, sûreyi
hatırda tutacak ve muhatabın dikkatini çeken sembol bazı kelime ya da harflerin de sûrelere
isim olduğu görülmektedir
VI. KUR’ÂN’DA TEKRAR
Kur‟ân‟ın; bazen aynı sûrede, bazen ayrı sûrelerde tekrar eden âyetlerinin olması, ilâhî
bir söze yakıĢır bir üslûp olamayacağı iddia edilmektedir. Bu konudaki iddia
Ģöyledir:“Mürselât‟ta 15. âyetten baĢlayarak, 50. âyete kadar, dokuz kez „YalanlamıĢ
olanların vay haline‟ âyeti geçer. Bu arada beĢ bitiĢik âyet olduğunu da belirtirsek demek ki
her üç âyetten biri „YalanlamıĢ olanların vay haline‟ olmuĢ oluyor. Aynı durumu Rahmân‟da
daha da boyutlanmıĢ olarak görüyoruz. 79 âyetlik bu sûrede, tam otuz bir âyet, „Öyleyken
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?‟ ġeklinde tekrar etmektedir. 13. âyetle
baĢlayan bu ilginç durum her âyetten sonra tekrar Ģeklinde devam eder. Diğer yandan
Kur‟ân‟da aynı kelimelerle tekrarlanan âyetlere de sıkça rastlarız. Tevbe 32, yine Tevbe 33
ile Sâf 9 buna örnektir. „Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden ağır bir borç
altında mı kalıyorlar. Yoksa gaybın bilgileri onların yanındadır da diledikleri gibi mi
283
ĠBNĠ ÂġÛR, a.g.e., C. I, s. 88.
59
yazıyorlar‟ diyen Tûr 40-41„in, kelimesi kelimesine Kalem 46-47‟de de tekrarlanması buna
bir diğer örnektir. Bu gibi örneklere Kur‟ân‟da oldukça çok rastlanır.” 284
Bu iddialar, Tefsir ilminin alt disiplinlerinden olan “Tekrâru‟l- Kur‟ân”285
ilmi
hakkındaki bilgi eksikliğinden kaynaklandığı görülmektedir. Bunun için “Tekraru‟l- Kur‟ân”
ilmi konusundaki bazı temel bilgileri hatırlamak gerekir.
Kur‟ân‟ın tekrar üslûbu, Arapların öteden beri âĢina oldukları bir edebî üslûp
olduğunu bilmemiz gerekir. Zîrâ onlar vahyin nâzil olduğu dönemde, sözlü edebî türlerde (Ģiir
ve hitabet gibi) oldukça iyi düzeyde idi ve böyle bir topluluğa hitap eden Kur‟ân‟ın, onların
konuĢtuğu bu dil ve üslûbu kullanması tabii bir durumdur. Üstelik Kur‟ân, bu dil ve üslûbu ve
dolayısıyla da tekrar üslûbunu, daha yüksek bir edebî zevkle kullanmıĢtır.286
Nitekim tüm
vahiyler gönderildiği toplumun dili ile gönderilmiĢtir.287
Kur‟ân‟ın bu edebî ve iletiĢimsel üslûbunun bir ifadesi olarak tekrarlar; söz ve manâyı
birlikte vurgulayan ve onları pekiĢtiren, Kur‟ân‟ın kendisine özgü bir eğitim tekniğidir.
Kur‟ân, muhatabın dikkatini çekmek için bazen bir kelimenin, bazen bir cümlenin, bazen bir
âyetin, bazen bir konunun tekrarına yer verir. Ancak bu tekrarlardan hiçbiri, aynı lafzın veya
ifadenin aynı siyâk ve sibâk (bağlam) içinde yeniden zikredilmesi Ģeklinde değil, farklı
muhataplarla ve farklı bağlamlarda, konunun yeniden yorumlanması Ģeklinde gerçekleĢir.
Kur‟ân‟ın dil ve üslûbunu bilen bir kimsenin, tekrarmıĢ gibi görünen bu lafız ve ifadeleri,
lüzumsuz ve bıktırıcı görmesi mümkün değildir. Zîrâ tekrarlar, eğitim ve iletiĢim açısından
çok önemli fonksiyonlar icrâ etmektedir.288
Ġddiada söz konusu edilen Mürselât Sûresi‟nde 10 defa geçen; “ ي سلونلظ هئلظ ا ل /O
günü yalanlayanların vay haline!” âyeti; Rahmân Sûresi‟‟nde 31 defa geçen “ ءعنول ف ل آ
ى Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” âyeti; Tevbe 32 ve 33 ile Sâf 9‟da çok/ كنلظ
az kelime farkla birer defa geçen “ ي للقسلض غ سظ صيقسذ. ض عؿسس قس ظأعؿ لغ سل لل
O, Allah‟a ortak koĢanlar hoĢlanmasalar bile dînini, bütün dinlere üstün kılmak / قسوشلغ ى
için peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir.” âyeti, hem Tûr 40-41, hem Kalem 46-
284
AYDIN, Erdoğan, Kur‟ân ve Din, Ġslâmiyet Gerçeği1, Cumhuriyet Kitapları, Ġstanbul, 1992, s. 152.
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2015) 285
Kur‟ân‟ın tekrarlanan lafız ya da âyetlerini konu alan Tefsir‟in alt disiplinidir. Bu ilmin adını oluĢturan ilk
kelime olan “tekrar” kelimesi “tekrir” kelimesiyle aynı anlam gelmektedir.( SÎBEVEYH, Ebû BiĢr Amr Bin
Osman Bin Kanber el-Hârisî (ö. 180/796), el-Kitâb, Bulak Nushası, Mısır, 1898, C. I, s.79). Tekrîr sanatı ise
Manzûm veya mensûr bir parçada, sözün etkisini arttırmak ve anlamını kuvvetlendirrnek amacıyla aynı
kelimenin ya da kelime gruplarının sıkça tekrarlanması sanatıdır. (BAYRAKTUTAN, Lütfi, Edebî Sanatlar
Açıklamalar Ve Örneklerle, Akademi Yayınları, Balıkesir, 1989, s. 240). 286
SOFUOĞLU, Mehmet, Tefsire Giris, Çağrı Yayınları, Ġstanbul, 1981, s. 98. 287
Ġbrahim 14/4. 288
ġEN, a.g.t., s. 104-105.
60
47‟de blok olarak geçen “ ن لس ـ لنن لى.أمك لبف نقسث لض للى.أم ه ثلغم ليه لنه Yoksa sen/ ألغقف
onlardan (teblîğ görevine karĢılık) bir ücret istiyorsun da onlar, borçtan ağır bir yük altında
mı kalmıĢlardır? Yoksa gayb ilmi onların yanında da ondan mı yazıyorlar?”289
âyetleri,
zikredildikleri bağlamları dikkate alınarak incelendiğinde, bu âyetlerin her birinin geçtiği
bağlamda farklı amaçlarla kullanıldığı ve yeni fikirler verdiği ortaya çıkacaktır. Özetlemek
gerekirse, bu âyetler, farklı bağlamlarda, konunun farklı yönleri, boyutları ile yeni manâlarla
yeniden zikredilmiĢtir.290
Rahmân Sûresi‟nin 14. âyeti (“Allah insanı piĢmiĢ çamura benzeyen bir balçıktan
yarattı.”) ile aynı sûrenin 15. âyeti (Cinleri de yalın bir ateĢten yarattı.) zikrediltikten sonra
gelen ve Sûre‟de 31 defa geçen “ Öyle ise Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? ”
âyetini kendisinden önceki iki âyetle bağlantısı kurularak Ģöyle anlamak mümkündür: “Ey
insanlar ve cinler, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? Ġnsanların atası Âdem‟i
topraktan yaratıp yeryüzünde halife kılmasını mı? Yoksa insanların gözüne görünmeyen
cinleri hâlis ateĢten yaratmasını mı?”291
Lafzen tekrar eden söz konusu âyet-i kerîme, aynı
sûrede zikredildiği yerlerde, Allah‟ın ihsân ettiği nimetlerin farklı yönlerini ifade etmektedir.
Zîrâ tekrar, “düzgün ve yerinde söz söyleme sanatı”292
dır.
Belâgat üslûplarından ikisini teĢkil eden tekrar ve te‟kîd arasında çok yakın iliĢki
vardır. Te‟kid, kendinden önceki kelimeye tabîdir, o kelimenin manâsını pekiĢtirir ve
manasındaki kapalılığı giderir. Özellikle iĢlevleri açısından bakıldığında tekrar; en “kuvvetli
te‟kît”ten sayılır.293
Kur‟ân‟da, inkârcı muhatabı iknâ etmek için te‟kîde yer verilmesine itiraz
etmeyenler ya da Kur‟ân‟da çokça yer verilen te‟kîdi anlayabilenler ne hikmetse te‟kidin
kuvvetli bir Ģekli olan tekrarı gereksiz ve usandırıcı görmektedir. Bunu anlamak mümkün
değildir.
289
Kalem 68/46-47. 290
er- RÂZÎ, Fahruddîn (ö. 1411/1990), Mefâtihu‟l-Ğayb, Dâru‟l-Fikr, Beyrut, 1981, C. XXIX, s. 96-97. 291
ġEN, a.g.t., s. 102. 292
el-KAZVÎNÎ, Hatîb ( ö. 739/1338), et-Telhîs, Dâru‟Ģ-ġifa, y.y., 2017, s.12. 293
ġEN, a.g.e., s. 104-105.
61
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
KUR’ÂN’IN BAZI ÂYETLERĠNE YÖNELĠK ĠTHAMLAR
Bu bölümde Kur‟an‟ın bazı âyetlerine yönelik ithamlar değerlendirilecektir. Sanal
dünyada ileri sürülen bu ithamlar, bir kısım âyetler üzerinden ileri sürülmüĢ olsa da netice
itibariyle Kur‟ân‟ın tümü hakkında kanaat oluĢturacak nitelikte ithamlardır. Ġddia sahiplerinin
oluĢturmak istedikleri bu kanaatteki hedefleri, Kur‟an‟ın tümünün ilahî bir kitap olmadığı
iddiasıdır. ÇalıĢmanın bu bölümündeki ithamlar, ithamlara konu olan âyet-i kerîmelerin
bağlamları dikkate alınarak, Kur‟an‟ın bütünlüğü içinde, söz konusu âyetlerle ilgili Tefsir
müktesebatı ve bilimin kesinleĢmiĢ verileri ıĢığında incelenecektir.
I. DĠN, VĠCDAN VE ĠRÂDE ÖZGÜRLÜĞÜ
Bu ithamlar, Hz. Peygamber‟in Mekke‟de insanları cennet mükâfatı ile ikna/motive
ettiği, cehennem azabıyla tehdit ettiği; Medine‟de ise bazı yerel uygulamaları ve önceki
dinlere ait bazı dinî argümanları kullandığı ve dolayısıyla kendinden baĢka insanlara inanç
özgürlüğü tanımadığı Ģeklindedir. ġöyle ki:
“Henüz güçlü olmadığı dönemde (özellikle Mekke döneminde) Hz. Muhammed, zor
kullanarak kiĢileri müslüman yapamayacağını bildiği için genellikle cennet vaatleri ya da
cehennem korkutmalarıyla iĢ görürdü. Müslüman olmak isteyenlerin mükâfatlara
kavuĢacağını, istemeyenlerin ise cehennemi boylayacaklarını anlatmak maksadıyla Kur‟ân‟a
âyetler koymuĢtur. Medîne‟ye geçtikten sonra Hz. Muhammed, kendisini Yahûdilere ve
Hıristiyanlara „peygamber‟ olarak kabul ettirmek istemiĢtir. Kabul ettirebilmek için, onların
bazı geleneklerini benimsemek yanında, bir de Tanr‟nın onlara verdiği dînin esas itibariyle
Ġslâmiyet olduğunu, bu doğrultuda kitaplar (Tevrat ve Ġncil) gönderdiğini fakat onların bu
dînî kitapları tahrif ettiklerini, doğru yola girmediklerini söyler. Ve eğer Kur‟ân‟ı benimseyip
kendisini de „peygamber‟ olarak kabul edecek olurlarsa mükâfatlandırılacaklarını, etmezlerse
sorumlu tutulacaklarını bildirir.”294
Ġthamlara dayanak olarak gösterilen âyetler: Hicr 15/93, En‟âm 6/125, Bakara: 2/137,
Bakara 2/2.
294
http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/kutsal-kitaplar/kuran-elestirisi/548-273 (2016)
62
“ ئلكول لق و لغىسلسقل Dediler ki: “Evet, fakat biz sana (kavminin) Ģüphe/ فل
etmekte olduğu azâbı getirdik.” 295
“ طلضعػل دغل ج ل هليلغصأىؼلل ؿل٠م ضلشلغحطلضعس ل ضفلفويلغصهأى ولظ
هللى للقس للظي ؾ هقسللغ لوء للظسكج لل ـ Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse onun/قس
göğsünü Ġslâm‟a açar. Kimi de saptırmak isterse onun da göğsünü göğe çıkıyormuĢçasına
daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azâbı (ve sıkıntıyı) iĢte böyle verir.”296
لضسلو لي“ لبفل ع Bu, kendisinde Ģüphe olmayan kitaptır. Allah‟a karĢı /طسلكقسن ل
gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.”297
“ نه لن ن ـ لنفلهل ف قفن ول س ل إىك لضق ف لضق هلآهل نل ل قس للنفنىآهلقو لو ـ قس ل /
Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten doğru yolu bulmuĢ
olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düĢmüĢ olurlar. Allah, onlara karĢı
seni koruyacaktır. O, hakkıyla iĢitendir, hakkıyla bilendir.”298
Hz. Peygamber (s.a.v.), gerek Mekke ve gerek Medîne döneminde, insanları hep
öğütle, kanıtla ve iknâ yöntemi ile dîne dâvet etmiĢtir. O (s.a.v.), hiçbir zaman zor kullanarak
onları dâvet etmemiĢtir. Zirâ Allah (c.c.), bu konuda da ona yol göstermiĢ ve onun insanları
dine dâvet ederken hikmetle, güzel öğütle ve en güzel Ģekilde dâvet etmesini
emretmektedir.299
Onun dâveti gibi mücâdelesi en güzel Ģekilde gerçekleĢmiĢtir. Nitekim
Efendimiz‟in bu samîmi yaklaĢımı sonuç vermiĢ ve Medîne‟de nâzil olan bir âyet ile onun bu
durumu tescil edilmiĢtir.300
Hz. Peygamber (s.a.v.), düĢmanın zayıf veya kuvvetli oluĢuna
göre değil; inandığı dinin dâvet ilkelerinin bir gereği olarak hep barıĢ yolunu tercih etmiĢtir.
Onun Mekke'deki dâvetinde sıklıkla tevhît, ahiret ve dolayısıyla da cezâ ve mükâfatı öne
çıkarması, hitap ettiği toplumun dikkatini çekmek ve böylece Ġslâm‟ı tanımalarını sağlamaya
yönelik bir yaklaĢımı seçmesi ile açıklanabilir.
Medîne‟de de barıĢ esastır. Ancak sadece müslümanların barıĢı seçmesi savaĢı
engellemeye yetmemiĢtir. MüĢrikler, müslümanların Medîne‟deki varlığından hep rahatsız idi.
Onlar, hem Amr b. Hadramî‟nin intikamını almak hem de gün geçtikçe güçlenen
müslümanların Mekke‟deki bu hızlı ilerleyiĢlerini engellemek için gelirini, yapılacak savaĢta
kullanmak üzere Suriye‟ye bir ticaret kervanı gönderdiler. Üstelik bu kervandaki malların
295
Hicr 15/63. 296
En‟âm 6/125. 297
Bakara 2/2. 298
Bakara 2/137. 299
Nahl 16/125. 300
Âli Ġmrân 3/159.
63
çoğu da müslümanların gaspedilmiĢ sermayesinden oluĢuyordu. Hz. Peygamber‟in bu kervanı
engellemek ve kervandaki malın KureyĢ‟ten alınması için müslümanları teĢvik etmesi ile
savaĢ baĢlamıĢtır.301
Bu savaĢın öncesinde, müĢrîk kervanları hiçbir zarar ile karĢılaĢmadan
kurtuldukları halde, Efendimiz‟in savaĢmama önerisine rağmen müĢrikler savaĢta ısrar
etmiĢtir. Uhut ve Hendek savaĢları da müĢriklerin müslümanları ortadan kaldırmak amacıyla
baĢlattığı ve müslümanların kendilerini savundukları savaĢlardır.302
Hz. Peygamber‟in, Mekke‟nin fethi sırasındaki tavrı ve uygulamaları, Ġslâm‟ın hayata
ve insana bakıĢını ifade etmesi açısından önemlidir. Zîrâ o (s.a.v.), müslümanların varlığına
tahammül etmeyip onlara her türlü baskıyı, zulmü reva gören ve onları hicret etmeye
zorlayan, imzaladıkları Hudeybiye anlaĢmasını iki yıl sonra ihlâl eden ve bölgedeki
kavimlerle ittifaklar kurarak müslümanlara saldıran müĢriklere güvence verdi ve onlara
serbest olduklarını bildirdi. Bunu bir fırsat bilip intikâm hissine kapılmadı.303
Zîrâ onun
görevi kendisi gibi düĢünmeyen insanları yok etmek değil, onlara yol göstermekti. Onun bu
tutumu Mekkelilerin onu daha iyi tanımalarını sağladı ve Mekke‟nin fethinden sonra insanlar
guruplar halinde müslüman oldu.304
Hz. Peygamber, Medine‟deki bütün unsurları bir araya getirerek bir Ģehir devleti kurdu
ve onlarla Ġslâm tarihinde “Medine Vesikası” olarak bilinen bir sözleĢme yaptı. Bu sözleĢme,
Medine‟de yaĢayan herkese inandığı gibi yaĢama imkânı tanıyan ve herkesin mâl ve can
güvenliğini emniyet altına alan bir belgedir. Ancak burada da sözleĢmeyi ihlâl eden taraf
Yahûdi kabileleri olmuĢtu. Oysa Hz. Peygamber onları hep ortak bir söze dâvet etmiĢti.305
Hatta bazen Beytü‟l Makdis‟e yönelerek namaz kılması gibi vahyin inmediği bazı konularda
Tevrat‟a göre hüküm vermiĢti. Müslümanların onların kestiklerinden yemeleri, onlardan iffetli
kadınlarıyla evlenmelerine izin verilmiĢti. Onların Beytü‟l Midras adlı eğitim kurumlarına
dokunulmamıĢtır. Ancak onlar, müĢrikler ve diğer Ġslâm düĢmanları ile iĢbirliği yaparak
anlaĢmayı bozmuĢlardı. Öyle ki bir Yahûdi kabilesi olan “Benî Nadr”, bu hasmane tutumu,
Hz. Peygamber‟e suikast düzenlemeye kadar götürmüĢtür.306
Bütün bunlardan sonra artık
barıĢta ısrar etmek, bu kabileler için bir anlam ifade etmiyordu.307
301
SIRMA, Ġhsan Süreyya, Müslümanların Tarihi, Beyan Yayınları, Ġstanbul, 2014, C. II, s. 223-224. 302
ÜNAL vd., Ġslâm Kültüründe HoĢgörü, DĠB. Yayınları, Ankara, 2013, s. 43-44. 303
ÜNAL vd., a.g.e., s. 43-44. 304
Nasr 110/1-3. 305
Âl-i Ġmrân 3/64. 306
ÜNAL vd., a.g.e., s. 47. 307
Enfâl 8/58.
64
Hz. Peygamber‟in Hristiyanlarla olan ilk teması, müslümanların ülkesine hicret
etmesine izin veren NecaĢî ile baĢlamıĢtı. Onun, Ca‟fer bin Ebi Talip ile olan diyaloğu, iki
dinin mensupları arasındaki olumlu bir etki meydana getirmiĢti. Ancak Medine döneminde,
Hz Peygamberin bölgeye gönderdiği dâvet mektuplarının engellenmesi, elçilerin öldürülmesi
ve genelde sergiledikleri hasmâne tutumları nedeniyle, Mûte SavaĢı yapılmıĢtır. SavaĢ
öncesinde, Ġslâm ordusuna, Ġslâmî ve insanî haklara riâyet konusunda gerekli uyarılar
yapıldıktan sonra savaĢ baĢlamıĢtır. Hristiyanlarla kurulan temaslardan biri de Tebük
Seferi‟dir. Burada Bizans imparatorunun bir birlik oluĢturarak, müslümanlara saldırmak üzere
olduğu bilgisi alınmıĢ ancak imparatorun herhangi bir savaĢ hazırlığı içinde olmadığı
anlaĢılınca Hz. Peygamber (s.a.v.), Tebük denilen bölgede geri dönme kararı almıĢtır. Bu
arada bölgede dâvet sürdürülmüĢ ve bölge halkından dininde kalmak isteyenler, cizye308
vergisinden sorumlu tutulmuĢlardır.309
Bu vergi onların askerlik yapmamalarına karĢılık
olmak üzere bir güvenlik vergisi olarak alınmaktaydı.
Ġslâm, tüm insanlar için gönderilmiĢ yegâne dindir. Tüm insanları dâvet eder ve
onların müslüman olmalarını arzu eder. Ancak tercih insana bırakılmıĢtır. SavaĢta da durum
farklı değil. Müslümanların onları koruması, onlara sunulan hizmetler ve askerlikten muaf
olmaları karĢılığında, bir vergi (cizye, baĢ vergisi) vererek, Ġslâm ülkesi vatandaĢı (dâru‟l-
Ġslâm halkı) olmaları istenir. Ancak bunu da reddeder de savaĢta ısrar ederlerse bu takdirde
ancak savaĢa izin verilir. Fakat Hz. Peygamber devrinde, Ġslâm‟ın doğduğu coğrafyada
yaĢayan müĢrikler ile Ġslâm‟dan dönen mürtedler dıĢında kalan Yahûdi, Hristiyan, Mecûsî ve
putperestlerle bir savaĢ durumu söz konusu ise ve onlar müslüman olmayı kabul etmezlerse
bunlarla savaĢmadan önce cizye seçeneğini teklif etmek farzdır. Arzu edilen cizye seçeneğini
kabul ederlerse bu durumda toplumun tamamına ait hukuk (muamelât) onlara da uygulanır,
müslüman halk gibi olurlar ve bu hukuka uyarlar. Ancak aile, miras, Ģahsın hukuku, inanma
ve ibâdetler gibi konularda ise kendi inançlarına ait hukuka tâbi olurlar.310
Öyleyse Ġslâm
ülkesinde, devletin görevlerinden biri de hem müslümanların dinini güçlendirmek ve
korumak, hem de gayr-i müslimleri zorlamadan ve onların inanç hürriyetlerine sâdık kalarak
Ġslâm‟a dâvet etmektir. Hiçbir müslümanlar, inandığı dinî kuralları açık alanlarda çiğneme
hakkına sahip değildir, bu ilkeyi ihlâl ederse buna engel olunur. Ancak hiçbir insanın özel
308
Ġslâm ülkesinin gayr-ı müslim vatandaĢlarından alınan bir vergidir. Bu vergi, askerlik yapmadıklarından, mal,
can ve din hürriyetlerinin güvence altına alınmasına karĢılık olarak alınırdı. (ÜNAL vd., a.g.e., s. 54). 309
ÜNAL vd., a.g.e., s. 54. 310
http://www.hayrettinkaraman.net/makale/0478.htm (2017)
65
alanına izinsiz girilemez ve bu alandaki gizli bilgiler açığa çıkarılamaz. Ġslâm ülkesinde
yaĢayıp müslüman olmak istemeyenler, hukukî sorumluluklarını yerine getirmek sûretiyle
temel insan haklarından yararlanarak asimile edilmeden, Ġslâm ülkesinin teb‟ası olarak
hayatlarını sürdürürler.311
Ġddiaya dayanak olarak gösterilen yukarıdaki âyetler incelendiğinde, âyetlerde geçen
“ و غى للقس لظي“ ,”.Ģüphe etmekte olduğu azâbı getirdik/ ئكو قف ؾ هقسلغ ظسكج
هلى /Allah, inanmayanlara azâbı (ve sıkıntıyı) iĢte böyle verir.”, “لضسلو لي /Allah‟a karĢı
gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.” ve “ لنفلهل ق س ل إىك فن ول /yüz çevirirlerse,
elbette onlar, derin bir ayrılığa düĢmüĢ olurlar.” bölümlerde, irâdesini kötüye kullanmak
suretiyle baĢta yaratıcısı olmak üzere, kendine ve kendi dıĢındaki diğer varlıklara kötülük
ederek kendi tercihleri ile uhrevî bir azaba müstehâk olan insanlardan bahsedilmektedir. Bu
âyetlerde Ġslâm dıĢındaki farklı inanç sahiplerine yönelik bir irâde kısıtlaması yoktur. Zîrâ
Kur‟ân, diğer din ve inanıĢları bâtıl olarak nitelemekle birlikte, tercihi bu inanç sahiplerine
bırakarak, onları bir vakıa olarak kabul etmektedir.312
Kur‟ân‟ın bütün insanlara tebliğ edilmesi ve onların müslüman olmasını sağlamak için
müslümanlara sorumluluk yüklemesinde yadırganacak bir durum yoktur. Ancak Kur‟ân‟ın,
Ġslâm‟ın dıĢındaki dinlerin tümüyle ortadan kaldırılması ve sadece Ġslâm‟ın kalması gibi bir
iddiası yoktur.313
Hak ve hakikat kendisine ulaĢtıktan sonra, insanın sonuçları ile birlikte
küfrü tercih hakkı vardır.314
Dinin özü îmândır, îmân ise ancak hür iradeyle gerçekleĢebilir.315
II. SAVAġLA ĠLGĠLĠ ÂYETLER
Bu ithama göre Kur‟ân çözümü barıĢta değil, savaĢta arayan bir kitaptır. Kur‟ân‟ın
indiği dönemde yapılan onlarca savaĢ/saldırı ve savaĢ ilgili âyet sayısının çok olması bu
ithama kanıt olarak gösterilmektedir. itham özetle, “Ġslâm dininin ilk dönemlerinde 65 saldırı
düzenlenmiĢtir. Pek çok Arap kabilesi kılıçla müslüman olmuĢtur. Kur‟ân‟ın pek çok âyetinde
ganimetlerin nasıl paylaĢtırılması gerektiğinden bahseder. Bu, Ġslâm‟ın savaĢ dîni olduğunu
gösterir.316
Ģeklindedir.
311
http://www.hayrettinkaraman.net/makale/1246.htm (2017) 312
ALGÜL, Hüseyin, Ġlmihal I, TDV Yayın Matbaacılık, Ġstanbul, 1999, C. II, s. 309. 313
Yûnus 10/99. 314
Kehf 18/29. 315
Bakara 2/256. 316
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında (2016)
66
Bu ithamın devamında özetle, Kur‟ân‟ın, barıĢı ve bilimi değil, savaĢı öne çıkaran bir
kitap olduğu ilâvesi de bulunmaktadır Ġddiaya mesnet olarak gösterilen kaynaklar, savaĢla
ilgili bazı âyet-i kerîmelerdir.317
Kur‟ân-ı Kerîm‟de barıĢ anlamına gelen selâm, silm, sulh ve islâm kavramlarına
bakıldığında barıĢın, ancak huzur ve güven ortamında gerçekleĢtiği görülecektir. Zîrâ Kur‟ân,
bireysel ve toplumsal hayatta barıĢ için gerekli olan huzur ve güven ortamını sağlamak için
insanlara yol göstermiĢ, barıĢın gerçekleĢmesine yönelik ilkeler koymuĢ ve müslümanların bu
ilkelere göre hareket etmeleri gerektiğini kendilerine sorumluluk olarak yüklemiĢtir. Ġslâm‟a
giren bir insan, aslında bulunduğu her ortamda, barıĢçıl olmayı da kabul etmiĢ demektir.
”Es-Selâm/قسـل٠م“318
ve “قسولهي/el-Mü‟min”319
olan Allah (c.c.)‟nun gönderdiği Ġslâm dini, “el-
Emîn”320
olan ve her namazdan sonra “قسللنألتقسـل٠مهلكقسـل٠م/Allah‟ım! Sen‟sin Selâm ve
Sen‟dendir selâmet”321
diyerek dua eden bir peygamber tarafından insanlara ulaĢtırılmıĢtır.
Böyle bir dinin bir savaĢ dini olarak gösterilmesi doğru değildir.
Kur‟ân‟ın gerçekleĢtirmek istediği barıĢ, üç aĢamada tahakkuk eder. Bunlar; öz barıĢ
(bireyin kendisiyle barıĢıklığı),322
âilede barıĢ,323
toplumsal ve evrensel barıĢtır.324
Bunun
yanında Kur‟ân, evrensel anlamda bir barıĢın gerçekleĢmesine yönelik ilkeler koymuĢtur.
Bunlar, adâlet ve yaradılıĢ açısından tüm insanlar eĢittir; üstünlük ancak takvadadır;325
tüm
insanlar fıtratta ve Hak Din‟e yönelmekte eĢit tutulmuĢtur;326
adâleti gözetmek, iyilik yapmak
ve akrabayı gözetmek emredilmiĢ; kötü, çirkin iĢlerden ve haddi aĢmaktan sakındırılmıĢtır;327
317
Bakara 2/191; Bakara 2/216; Bakara 2/244; Bakara 2/256; Âl-i Ġmrân 3/157; Nisâ 4/74; Nisâ 4/91; Nisâ 4/89;
Nisâ 4/144; Mâide 5/51; Mâide 5/32-35; En‟âm 6/68; En‟âm 6/125; Enfâl 7/12; Enfâl 7/39; Tevbe 9/5;
Tevbe 9/14; Tevbe 9/23; Tevbe 9/29; Tevbe 9/41; Tevbe 9/111; Tevbe 9/123; Hac 22/39; Muhammed 47/4;
Mümtehine 60/13; Sâf 61/11. 318
Allah (c.c.)‟nun isimlerinden biri olup “her türlü eksiklik, acz ve kusurdan, yaratılmıĢlara özgü
değiĢikliklerden ve yok oluĢtan münezzeh olan, selâmetin kaynağı olup esenlik veren” Ģeklinde açıklanır.
(TOPALOĞLU, Selâm, DĠA, Ġstanbul, 2009, C. XXXVI, s. 342). 319
Allah (c.c.)‟nun isimlerinden biridir ve “inanıp tasdik eden, baĢkalarının güvenli olmasını sağlayan, vaadine
güvenilen” mânalarına gelir. (TOPALOĞLU, Mü‟min, DĠA, Ġstanbul, 2006, C. XXXI, s. 558). 320
Ġslâmiyet‟ten önce Hz. Peygamber‟e verilen sıfatlardan biri. “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde
duran, vefalı; baĢkalarından korkmayan kimse” anlamına gelir. (SAHĠLLĠOĞLU, Halîl, Emin, DĠA,
Ġstanbul, 1995, C. XI, s. 112). 321
el-MÜSLĠM, Mesâcid,135,136; TĠRMĠZÎ, Salât, 224. 322
Bakara 2/195; Nisâ 4/29; Bakara 2/30; Ġsrâ 17/70; Sâd 38/26; Tîn 95/4. 323
Nisâ 4/1; Nisâ 4/128; Tahrîm 66/6; Ġsrâ 17/23; En‟âm 6/151. 324
Bakara 2/233; Enfâl 8/28; Ġsrâ 17/64; Hadîd 57/20; Nahl 16/58-59; Hucûrât 49/13; Necm 53/45; Leyl 92/3;
Tekvîr, 8-9. Ġbrahîm, 36 Nisâ, 48/116; Mümtehine, 8-9. Mâide, 118; Bakara, 113; Yûnus, 93; Nahl 124;
Secde 32/25; Câsiye 45/17; Mâide 5/32; Ġsrâ 17/33; Hucûrât 49/9-10; Bakara 2/188; Nisâ 4/161; A‟râf 7/85;
Tevbe 9/34; Hûd 11/185; ġuarâ, 26/183. 325
Hucûrât 49/13. 326
Rûm 30/30. 327
Nahl 16/90.
67
kötülüğün iyilikle savılması daha erdemli bir tutum olarak benimsenmiĢtir; 328
insanlar
arasında barıĢın bozulmasına sebep olan bütün kötü alıĢkanlıklar yasaklanmıĢtır; 329
dinde
zorlama yoktur;330
davette bulunurken zorbalık yerine; kesin bilgi, belge, güçlü kanıt,
yumuĢak sözlülük, hikmet ve güzelce tartıĢma gibi yöntemler seçilmelidir;331
mabetlere ve
kutsal mekânlara saygıda din ayrımı gözetilmez;332
Hz. Muhammed (s.a.v.) âlemlere rahmet
olarak gönderilmiĢtir.333
Tüm bu ilkelerin ortak özelliği, onların insan fıtratıyla uyuĢmasıdır.
Öyle ise barıĢ ve fıtratın dile gelmiĢ hali olan Ġslâm‟ın bir savaĢ dini olduğu iddiası, Kur‟ân‟ın
bu ilkeleri ile baĢdaĢmamaktadır.
Efendimiz, hicretin yedinci yılında, bazı kral ve yöneticilere elçiler göndermiĢ ve
onları Ġslâm‟a davet etmiĢti. Bu amaçla Busra vâlisine gönderilen Haris el-Ezdi, Gassâniler
tarafandan öldürüldü. Rûm Kayseri‟ne gönderilen Dıhyetu‟l- Kelbî ise Tebuk bölgesinde
soyuldu. Muan vâlisi Ġslam‟a girdiği için Rûmlar tarafından Ģehit edilmiĢti. Üç Hıristiyan
kabilesi olan Kelb, Cüzam ve Kudâa boĢ durmuyor ve müslüman kafilelere saldırıyor,
Medine‟yi istilâ amaçlı toplantılar yapıyorlardı. Gittikçe büyüyen bu geliĢmeler, müslümanlar
için tehdit ve tehlike olmaya baĢlayınca inen âyetle müslümanların savaĢa hazırlanmaları
emredilmiĢtir.334
Böylece müslümanlar kendilerini, mallarını ve yurtlarını tehdit edenlerle
caydırma ve savunma amaçlı savaĢ yapmak zorunda kalmıĢlardır.335
Ġslâm‟ın savaĢ dini olduğunu ileri sürmek kanıtlanması mümkün olmayan bir ithamdır.
Zîrâ yukarıda ithama mesnet olarak gösterilen âyetlerin indiği dönem ve sûrelerdeki
bağlamlarına dikkat edilerek incelendiğinde hepsinin savaĢ döneminde nâzil olduğu,
müslümanlarla fiilen savaĢanlarla ilgili olduğu ortaya çıkacaktır. Bu âyetler, müslümanları
yurtlarından çıkarmak isteyen ve onların varlığına kastedenlere karĢı savunma meĢruiyetini
ifade etmektedir. Bu ise son derece tabiîdir. Zîrâ inancınıza, varlığınıza ve yurdunuza
saldıranlara karĢı önlem almak (gerekirse de savaĢmak), zorundasınız.336
Kur‟ân‟ın savaĢla ilgili bütün âyetlerinden çıkan sonuç Ģudur ki Ġslâm‟da esas olan
barıĢtır, din ayrılığı bizatihi savaĢ sebebi değildir, savaĢ haklı gerekçelerle yapılan zorunlu bir
çözümdür. BarıĢçıl bir ortam için, dîni teblîğ etmenin önündeki engelleri kaldırmak gerekir.
328
Fussilet 41/34. 329
Mâide 5/90-91. 330
Bakara, 2/256. 331
Nahl 16/125; Yûsuf 12/108; Âl-i Ġmrân 3/159. 332
Hac 22/40. 333
Enbiyâ 21/107. 334
Tevbe 9/29. 335
ÜNAL vd., a.g.e., s. 31-32. 336
Tevbe 9/36.
68
Yine savaĢ, Ġslâm‟da ancak tehdit, engelleme, saldırı ve zulme karıĢı savunma amaçlı olarak
meĢru kılınmıĢtır.337
Bu tespiti biraz açacak olursak, Ġslâm‟da savaĢı meĢru kılan sebepler:
meĢru müdafaa hakkı,338
karĢı tarafın mevcut bir antlaĢmayı bozması,339
yakın savaĢ
tehlikesinin bulunması,340
azınlık haklarının ihlâl edilmesi,341
Allah‟ın dîninin teblîği
önündeki engelleri kaldırmak.342
III. BENÎ KUREYZÂ YAHÛDÎLERĠ
Bu itham ile Medine‟de yaĢayan Benî Kureyzâ Yahûdîleri ile ilgili âyetler gündeme
getirilmiĢtir. Kendileri ile yapılmıĢ olan antlaĢmayı bozarak Mekkeli müĢriklerle iĢ birliği
yapmalarından dolayı çıkan savaĢla ilgili âyetler bu iddiaya konu olmuĢtur:“Ġslâm dünyasında
düĢmanın nasıl cezalandırılacağına dair ilk örnek Hz. Muhammed tarafından verilmiĢti. Ġbn-i
Ġshâk‟ın (ö.151/768) anlattığına göre Hendek SavaĢı‟nda Mekkelilere yardım ettikleri
gerekçesiyle, 15 Nisan 627 tarihinde Cebrâil‟in emri üzerine, Ģehirde kalan Beni
Kurayzâlılar‟ın mahallesi sarılmıĢ ve Muhammed „Ģehri terk etmenizi istiyorum‟ demiĢ.
Teslim olmalarına rağmen Kureyzâ erkekleri (sayılar 400 ila 900 arasında değiĢiyor) kafaları
kesilerek öldürülmüĢ, kadın ve çocukları köle edilmiĢ, malları müsadere olunmuĢ. En çok
kafa kesen, Hz. Peygamber‟in damadı Hz. Ali imiĢ. Hz. Ali o gün öyle yorulmuĢ ki sürekli kılıç
tutan elini değiĢtirmek zorunda kalmıĢ. Hz. Muhammed de çadırından bu iĢlemleri
izlemiĢ.”343
Ġthama dayanak olarak gösterilen âyetler:
“ ه ننف ققس ظيآهلق إطدعكإسقسو٠ن أ لبفػلغقفل قس لظي لغققسغ ؿلس فلسلل
لى ن ل قػلغقهل ل Hani Rabbin meleklere: „Ben sizinle beraberim. Îmân edenlere /ق
sebat verin. Ben kâfirlerin kalplerine korku salacağım. ġimdi vurun boyunlarının üstüne.
Vurun, onların bütün parmaklarına‟ diye vahyediyordu.”344
Bu âyet-i kerîme, Bedir SavaĢı‟nda müslümanlara gönderilen ilâhî yardımlarından
sadece biri hatırlatılmaktadır. Bu yardım, melekler aracılığı ile gerçekleĢen yardımdır.
337
KÖSE, Saffet, Ġslâm Hukuku Açısından Din ve Vicdan Hürriyeti, Ġz Yayıncılık, Ġstanbul, 2003, s. 52-99. 338
Nisâ 4/17; Bakara 2/290; Bakara 2/194. 339
Ahzâb 33/10; Enfâl 8/58. 340
Tevbe 9/36. 341
Nisâ 4/75; Bakara, 2/256. 342
AKINCI, Ahmet, “Ġslâm Hukukuna Göre SavaĢta Uyulacak Kurallar”, Yüksek Lisans Tezi, Bursa, 2007, s.
29-37. 343
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında/ (2016) 344
Enfâl 8/12.
69
Meleklere, düĢmanların boyunlarına (baĢlarına) ve ayaklarına vurmaları emredilmektedir. Tâ
ki onlar, savaĢta etkisiz hale gelsin ve esir alınmaları kolaylaĢsın.345
“ سلءد ل نأ قءفل٠ك شلظقهل كن غى ول لغقف نلىؿل قس ص ق س ل فلنىك ه لغقفلؿل
ظللغق سلل ن ك شللظقهلل ن للضكو للث ند قس للل ن Arzu ettiler ki kendilerinin küfre /فشللظ
saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebeple onlar Allah yolunda hicret
edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve
bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.”346
Âyette yakalanıp öldürülmeleri istenenler, herhangi bir dine mensûp kimseler
olduklarından ya da açıkça düĢman olduklarını ifade ettikleri için de değil, tersine küfür ile
iman arasında kalan ve müslümanların aleyhine komplolar düzenleyen bir münafık guruptu.
Hiçbir din ve ideoloji kendisini yok etmek isteyen kimselere müsaade etmez. Üstelik onlar
müslümanlardan görünerek, onlardan öğrendikleri bilgileri, Ġslâm düĢmanlarına ulaĢtırırlardı.
Bu âyet bunların takip edilmesini ve etkisiz hale getirilmesini emretmektedir.347
قء“ كن غى ول لغقف نلىؿل قس ص /Arzu ettiler ki kendileri küfre saptıkları gibi siz de
sapasınız da beraber olasınız.” ifadesi ile asırlardan beri süregelen toplumsal bir vakıa olarak,
farklı inanç ve düĢünce gruplarının, birbirlerine karĢı sergiledikleri sosyo-psikolojik
tutumlarını ifade etmektedir. 348
“ لهل ل فنه ققس نفشلض ول ش د لإطقأ سل قسغ فنطقس نقس ظي غقفؼلغ لفلضقءد لكؼل إه لض
أ قس لظيس للقفلقسذغ ؼلننل غ سنيس ل ن ظغه شءه س طسك نػقع ولس أ فلليؼل ه ؿل
/(SavaĢta) inkâr edenlerle karĢılaĢtığınız zaman boyunlarını vurun. Nihâyet onları çökertip
etkisiz hâle getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın (sağ kalanlarını esir alın). Artık bundan sonra
(esirleri) ya karĢılıksız ya da fidye karĢılığı salıverin. SavaĢ sona erinceye kadar hüküm
budur. Eğer Allah dileseydi onlardan öç alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek için böyle
yapıyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince Allah onların amellerini asla boĢa
çıkarmayacaktır.”349
Bu âyet-i kerîme, savaĢ hali ile ilgili olup Ġslâm‟ın savaĢ hali ile ilgili özel stratejisini
ifade etmektedir. Zirâ bütün barıĢ ümitlerinin tükendiği bir noktada savaĢ, karĢı gücü
kırmanın tek yoludur. Kur‟ân‟da farklı bağlamlarda geçen “ سل قسغ فلنطقس ل نقس لظي لغقفؼلغ
/inkâr edenlerle karĢılaĢtığınız zaman boyunlarını vurun” benzeri âyetler, savaĢ halinde
345
es-SABÛNÎ, a.g.e., C. I, s. 5. 346
Nisâ 4/89. 347
CANDAN, a.g.e., s. 192. 348
KARAMAN vd., a.g.e., C. II, s. 111. 349
Muhammed 47/4.
70
baĢvurulabilen bu özel durumu ifade etmektedir.350
Nitekim âyetin devamında “ قسذغ كؼ د
ل ػقع SavaĢ sona erinceye kadar hüküm budur.” ifadesi ile bu savaĢ ve barıĢ talimatının /أ
bağlandığı gerekçe ortaya konmaktadır. Kur‟ân, haksız yere insan öldürmeyi, kısasla (fâilin
öldürülmesi) engellemek istediği gibi, savaĢı da zâlim düĢmanın savaĢ güçlerini çökertmek
sûreti ile engellemek istemektedir. Ancak bu Ģekilde hak, adâlet, barıĢ ve din özgürlüğü tesis
edilebilir.351
Kur‟ân‟nın savaĢa bakıĢı konusunda bu tezin “SavaĢla Ġlgili Âyetler” baĢlığı altında
bilgi verilmiĢtir.352
Burada Kur‟ân‟ın kafa kesmeyi bir cezâ olarak kullandığı iddiasını
incelemekle yetineceğiz. Adını barıĢ manasına gelen bir kelimeden alan Ġslâm dinince, aslolan
barıĢtır. SavaĢ kaçınılmaz olduğunda ise müslümanlar açısından artık o, kâideleri konmuĢ,
sınırları belirlenmiĢ bir vâkıadır. Ġslâm‟ın savaĢ anlayıĢında, insanlık Ģeref ve haysiyetini
rencîde edici hiçbir uygulamaya müsâade edilmemiĢ ve muharip (savaĢan) statüsünde
olanların dıĢında canlı ve cansız varlıklara zarar vermek yasaklanmıĢtır.353
Âlemlere rahmet
olarak gönderilen Efendimiz (sav),354
yeryüzünde rahmet ve merhametin hâkim olmasını
engellemek isteyenlere karĢı savaĢmıĢtır:“Ben rahmet peygamberiyim, ben savaĢ
peygamberiyim.”355
SavaĢ sırasında ve sonrasında, düĢmana ve onların ölülerine gösterdiği
duyarlılık, onun savaĢtaki maksadının ne olduğu konusunda yeterince fikir vermektedir.
Nitekim karĢı saflarda savaĢanların bir kısmı, savaĢ sonrasında Ġslâm‟a girerek kendisiyle
savaĢmak yerine ona asker olmayı tercih etmiĢtir.
Cahiliye döneminde, müĢriklerin, intikâm duygusuyla savaĢta öldürdükleri kiĢilerin
kulak, burun, tenasül organlarını kesmek ve karınlarını deĢmek, (müsle) uygulamaları
kaldırılmıĢtır. Uhud SavaĢı‟nda Hz. Hamza‟nın cesedine “müsle” yapıldığını gören
Efendimiz (s.a.v.), buna çok üzülmüĢ ve otuz müĢrike “müsle” yapacağına yemin etmiĢti.
Ancak konu ile ilgili bir âyet356
nâzil olunca o, bundan vaz geçerek keffaret ödemiĢti.357
Bu
konuda Kur‟ân‟ın koyduğu ölçü“Sizinle savaĢanlara karĢı Allah yolunda siz de savaĢın.
Ancak aĢırı gitmeyin. Çünkü Allah aĢırı gidenleri sevmez.” âyetidir.358
350
CANDAN, a.g.e., s. 416. 351
KARAMAN vd., a.g.e., C. V, s. 48. 352
Bkz. bu tezin SavaĢla Ġlgili Âyetler, s. 65-68. 353
AHMED B. HANBEL, Müsned, C. 17, s. 300. 354
Enbiyâ 21/107. 355
AHMED B. HANBEL, Müsned, C. IV, s. 395. 356
Nahl 16/126. 357
el-HEYSEMÎ, Ebü‟l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Süleymân el-Heysemî (ö. 807/1405), Mecmeu‟z-
Zevâid, Dâru‟l-Kütübi‟l-Ġlmiyye, Beyrut, 1988, C. VI, s. 120. 358
Bakara 2/190.
71
Hicretten sonra Medineli müslümanlar ile üç Yahûdi kabilesi ve iki Arap kabilesi olan
Evs ve Hazreç arasında, elli iki maddelik bir antlaĢma yapılmıĢtı.359
“Medine SözleĢmesi”
olarak tarihe geçen bu anlaĢmaya, Medine toplumunun bütün unsurları katılmıĢtı. Bu siyasî
birlikteliğe göre Yahûdiler‟in can, mal ve hürriyetleri teminat altına alınacaktı; taraflar,
Medine dıĢından gelen saldırılara karĢı müslümanlarla birlikte ortak savunma yapılacaktı.
Böylece bu anlaĢma ile baĢta KureyĢ olmak üzere müslümanların düĢmanlarıyla anlaĢma
yapmaları yasaklanmaktaydı.360
Hendek SavaĢı, Medine‟yi kuĢatıp yağmalamak, katliâm yapmak ve böylece Ġslâm
davetini ortadan kaldırmak amacıyla yapılmıĢtır. Benî Kurayzâ Yahûdileri bu savaĢta
müslümanlara karĢı birleĢen güçlerle iĢbirliği yaparak müslümanları arkadan vurma kararı
aldılar. Bu savaĢ, bekledikleri gibi sonuçlanmayınca yaptıkları büyük ihânetin farkında olarak
korkuya kapılıp kalelerine çekildiler. Beni Nadir'in lideri Huyay bin Ahtab onları savaĢa iknâ
ederken söylediği “Bakın, ona karĢı bütün Arabistan‟ın gücünü birleĢtirdim. Bu ona bir son
vermek için mükemmel bir fırsat. Eğer bu fırsatı kaçırırsanız bir daha böylesi elinize
geçmez.” Ģeklindeki sözleri onların hangi amaçla bu savaĢa girdiklerini ortaya koymaktadır.361
Sonuç itibariyle, Benî Kurayzâ Yahûdileri sığındıkları kaleden inerek teslim oldular ve
Sa‟d bin Mu‟az (r.a.)‟ın hakemliğine razı olacaklarını bildirdiler. Sa‟d bin Mu‟az (r.a.), daha
önce anlaĢmayı bozan Beni Kaynuka ve Beni Nadr Yahûdileri‟nin Medine‟den ayrılmalarına
izin verildikten sonra, onların Medine çevresindeki diğer kabileleri örgütleyerek
müslümanlara karĢı, on iki bin civarında ortak bir cephe oluĢturduklarını görmüĢtü. Aynı
Ģekilde o, Benî Kurayzâ Yahûdileri‟nin, Medine‟nin, Ģehrin dıĢarıdan kuĢatıldığı ve tüm
Medinelilerin tehlikede olduğu çok kritik bir anda, onların ihanetine Ģâhit olmuĢtu. Öyleyse
onların da Medine dıĢına çıkmalarına izin vermek, Ġslâm‟ın ve müslümanların geleceği
açısından büyük bir tehlike oluĢturuyordu.362
Bu nedenle Sa‟d bin Mu‟az (r.a.), Tevrat‟a göre hükmetmeye karar verdi.363
Böylece
Benî Kurayzâ‟nın (savaĢ unsuru olabilecek) bütün erkeklerinin öldürülmesi, kadın ve
359
SIRMA, a.g.e., C. II, s. 193-194. 360
HAMĠDULLAH, Muhammed, Ġslâm Peygamberi: Hayatı ve Faaliyeti, Çev. Salih Tuğ, Ġstanbul, 1993, C. I, s.
189-210. 361
SIRMA, a.g.e., C. II, s. 310-311. 362
KELPETĠN, Mahmut, “Benî Kurayza Gazvesi Ġle Ġlgili Rivayetlerin Değerlendirilmesi: Ġbn HiĢâm Örneği”,
Tarih Dergisi, Ġstanbul, 2012, S. 53, s. 16-17. 363
KĠTAB-I MUKADDES, Tesniye, s. 10-15.
72
çocukların (savaĢ dıĢı unsurların) esir alınması ve mallarının müslümanlar arasında
dağıtılması hükmü verildi ve karar uygulandı.364
Verilen kararın ardından haklarında hüküm verilen Benî Kurayzâ Yahûdileri‟nin
evlerinde, bu savaĢta kullanılmak üzere 1500 kılıç, 300 zırh, 2000 mızrak ve 1500 kalkan
toplanmıĢ olarak bulundu.365
Bütün bu silahlar, müĢrikler Hendek‟ten saldırıya geçtiği sırada,
müslümanlara karĢı arkadan kullanmak üzere hazırlanmıĢtı. Bu savaĢ bir bütün olarak
değerlendirildiğinde Sa‟d bin Mu‟az (r.a.)‟ın verdiği kararın yerinde olduğu anlaĢılmaktadır.
“ بفغ ك نقسغ سظ فسل ن هيطط قسن نهيأ غ قس ظيز ؼ أ كؿغىفغ / لى
Allah, kitap ehlinden olup müĢriklere yardım edenleri kalelerinden indirdi ve kalplerine büyük
bir korku saldı. Siz onların bir kısmını öldürüyor, bir kısmını da esir ediyordunuz.”366
Ġddia sahiplerinin, söz konusu savaĢın sadece bir kesitini alarak, Kur‟ân- ı Kerîm‟in
savaĢ anlayıĢı hakkında genel bir kanaat ifade ettikleri görülmektedir. Oysa savaĢ tüm yönleri
ile bütüncül bir bakıĢla incelendiğinde ve konu ile ilgili tüm âyet ve rivâyetler
değerlendirildiğinde durumun daha farklı olduğu görülecektir.
IV. KADINLARLA ĠLGĠLĠ ÂYETLER
Ġthamda bulunanlar, Kur‟ân‟ın kadından bahseden bazı âyetlerini gündeme getirerek
onun erkekler kadar kadına değer vermediğinin bir kanıtı olarak kadının Ģahitliği, çok kadınla
evlilik, kadının toprağa benzetilmesi, aile reisliğinin erkeğe verilmesi gibi bazı ithamlarda
bulunmaktadır. Bu bölümde bu ithamlar alt baĢlıklar altında değerlendirilecektir. Kur‟ân‟ın
erkekler kadar savaĢamadığı için kadına değer vermediği iddiası kısaca Ģöyledir: “Ġslâm‟ın ilk
dönemlerinde, askere/güce ihtiyaç vardı. Kadınların fiziksel olarak zayıf olmasından dolayı
Ġslâm, kadına hiç değer vermedi.” 367
Bu ithama dayanak olarak gösterilen bazı âyetler Ģunlardır: Bakara 2/222, Bakara
/223, Bakara 2/228, Bakara 2/282, Nisâ 4/3, Nisâ 4/34, Nisâ 4/117, Nisâ 4/119.
Ġthama cevap vermeden önce kadının cahiliye dönemindeki durumuna kısaca bakmak
gerekir. Bu dönemde kız çocuğuna sahib olmak, Mekkeliler için bir utanç vesilesi, yüz
kızartıcı bir suç olarak telakki edilirdi.368
Kız çocuklarını ancak diri diri toprağa gömerek
bundan kurtulabileceklerine inanan kabileler vardı. Yine bu dönemde kadın; kendisine miras
364
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. IV, s. 380. 365
AVCI, Casim, Benî Kaynuka, DĠA, Ankara, 2002, C. XXV, s. 88. 366
Ahzâp 33/26. 367
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında (2016) 368
Zuhruf 43/17.
73
bırakılmayan, akit yapma yetkisi olmayan, Ģahitliği kabul edilmeyen, dönemin mevcut siyasî
ve hukukî haklarından mahrûm bırakılan bir varlık konumunda idi.369
Kabileler arasında
süregelen savaĢlarda erkekler öldüğünden, bölgede kadın sayısı çoğunlukta idi. Babalarını
kaybeden kızların ve dul annelerin, bir erkeğin himayesine girmekten baĢka bir çareleri yoktu.
Çoğu zaman, onların bu durumundan yararlanarak, fikirleri alınmadan, bir menfaat
karĢılığında, mehirsiz olarak evlendirebiliyorlardı ve aynı Ģekilde çok keyfî sebeplerle de
onları boĢayabiliyorlardı. Bazen himayesine girdikleri kiĢilerden, bir miras olarak, vârislere
kalabiliyorlardı.370
Kur‟ân, tesis ettiği sosyal adâletle haksızlığa uğramıĢ bütün kesimlerin olduğu gibi
kadınların da gasp edilmiĢ haklarını vermiĢtir. Ġslâm‟da kadın, hak ve adâlet açısından erkekle
eĢittir. Aynı Ģekilde kadın, erkekle aynı düzeyde vahyin muhatabı olup dînî hak ve
sorumluluklarını ifa etme açısından erkeğe denktir371
ve erkekle birlikte insan cinsinin eĢit
mütemmimi olan aslî bir varlıktır. Ancak o, aynı zamanda, erkekte olduğu gibi, psikolojik ve
biyolojik bazı farklılıkları da taĢıyan bir varlıktır. Erkeklerin sahip olduğu farklılıklar
kendileri için bir üstünlük veya aĢağılık ölçüsü olmadığı gibi, kadınların sahip olduğu bu
farklılıklar da aynı Ģekilde bir üstünlük ya da aĢağılık sebebi değildir. Bilakis erkek ve kadın,
birbirini tamamlayan bu özelliklerle insandır. Bu, Kur‟ân‟ın evrensel bir yasasıdır ve bu yasa,
insanın sahip olduğu fıtrî farklılıklara göre konulmuĢtur.372
Erkekler kadar savaĢamadığı için Kur‟ân‟ın, kadına erkekler kadar değer vermediği
iddiasına dayanak olarak gösterilen âyetler incelendiğinde, âyetlerin, iddiaya mesnet olmaktan
uzak olduğu anlaĢılmaktadır. ġöyle ki Yahûdiler, âdet gören kadınlarla aynı evde oturmazlar
ve onlarla aynı sofradan yiyip içmezlerdi. Sahâbenin, bunu Hz. Peygember‟e sorması üzerine,
Bakara 2/222‟nin indiği bilinmektedir: “ يقسوذغ سك ـ ءفقسوذغ ـ ؼسققس أطف س
قس لل هذللب للثأهللغ نهإى هلليد ي للغىفللك للغىفللنطقك د لل ي للغيك غلل قسو ذللب Sana / قي
kadınların ay hâlini sorarlar. De ki: „O bir ezadır (rahatsızlıktır). Ay hâlinde kadınlardan
uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaĢmayın. Temizlendikleri vakit, Allah‟ın size
emrettiği yerden onlara yaklaĢın.‟ ġüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok temizlenenleri
369
ÖZTÜRK, Emine, “Kur‟ân‟ın Kadına BakıĢı ve Ġslâm Tarihinde Kadının Sosyal Statüsüne Genel Bir BakıĢ”,
Harakanî Dergisi, 2014, S. 2, s. 26. 370
BĠLGĠN, Beyza, Ġslâm‟da Kadının Rolü ve Türkiye‟de Kadınlar, Sinemis Yayınları, Ankara, 2005, s. 34. 371
Âl-i Ġmrân 3/195; Tevbe 9/71. 372
ÖZTÜRK, a.g.m., 2014, s. 24-28.
74
sever.”373
Nitekim Efendimiz (s.a.v.) de âdet döneminde, cinsel iliĢki hariç, her türlü
birlikteliğin serbest olduğunu ifade etmiĢlerdir.374
Kur‟ân‟ın indiği dönemde, müĢriklerin ve ehl-i kitabın, kadınların bireysel, toplumsal
ve malî hakları konusundaki bakıĢ açıları ve bu dönem sürdürülen yukarıda söz konusu
uygulamalarına karĢın Ġslâm dini, insan mefkûresinin bir gereği olarak kadına yönelik bütün
bu yanlıĢ fikir ve uygulamaları kaldırmıĢtır. Ġslâmın kadına değer vermediği iddiasına
dayanak gösterilen âyetlerin, ilmi ölçülerle değerlendirilmediği anlaĢılmıĢtır. Dolayısıyla
âyetler ithamlara kaynak olmaktan uzaktır.
A. Kadının Toprağa Benzetilmesi
Bakara 2/223‟te kadının tarlaya yani toprağa benzetilmesini Kur‟ân‟ın kadına değer
vermediğinin bir kanıtı olduğu iddia edilmektedir.375
Ġthama dayanak olarak öne sürülen âyet:
Bakara 2/223.
“ لولقأ ق قك لقه لنن ـ هق سض هئ ن س ننفكقدغننأ ندغأا ـ هي لغقسول ش ٠سل / نلنه
Kadınlarınız sizin ekinliğinizdir. Ekinliğinize dilediğiniz biçimde varın. Kendiniz için
(geleceğe hazırlık olarak) güzel davranıĢlar takdîm edin. Allah‟a karĢı gelmekten sakının ve
her hâlde onun huzuruna varacağınızı bilin. (Ey Muhammed!) Mü‟minleri müjdele.”376
Bakara Sûresi‟nin 223. âyeti, bir önceki âyetle bağlantılı olarak değerlendirildiğinde,
Yahûdi kaynaklı bir anlayıĢı reddetmektedir. Zirâ Yahûdiler, cinsel iliĢki esnasında kadının
üreme organına arkadan yaklaĢmanın, doğacak çocuğun ĢaĢı olarak doğmasına neden
olacağını düĢünüyorlardı. 377
Bu âyet bu iddiaya cevaben inmiĢtir. Kur‟ân‟ın bu konudaki
cevabı, teĢbih sanatının belîğ bir çeĢidi olan “kinâye sanatı” ile ifade edilmiĢtir. Bu âyeti
kerîmedeki edebî sanatları açarak Ģöyle bir meâl verilebilir: “Kadınlarınız size ürün veren
topraktır. Toprağınızı dilediğiniz gibi iĢleyin ama mutluluğa varmanız için önceden hazırlık
yapın. Allah‟a karĢı gelmekten sakının ve ona kavuĢacağınızı bilin. Mü‟minlere müjde
ver.”378
Kadının tarlaya yani toprağa benzetilmesi ve toprağın istendiği gibi iĢlenmesi mecâzi
birer anlatımdır. Zîrâ kinâye mecâzi bir anlatım tarzıdır. Âyette, çocuğunu rahminde taĢıması
373
Bakara 2/222 374
el-MÜSLĠM, Hayz, 16. 375
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında (2016) 376
Bakara 2/223. 377
el-BUHÂRÎ, Tefsîr, 39; el-MÜSLĠM, Nikâh, 117-118. 378
KANDEMĠR vd., a.g.e., C. I, s. 124.
75
ve onu dünyaya getirdikten sonra da büyütmesindeki yeri ve önemi sebebiyle anne, “toprak
ana” ya benzetilmiĢtir. Nitekim toprak, tohum için aynı vazifeyi icrâ etmektedir. Bu âyet,
aynı zamanda evliliğin temel hedefinin çocuk yetiĢtirmek olduğuna da iĢaret etmekedir.379
Edebî bir Ģaheser olarak Kur‟ân-ı Kerîm incelendiğinde onda hârikulade teĢbihlerin
yapıldığı görülecektir. Bu teĢbihler, sadece söz sanatı amaçlı değil, aynı zamanda, Kur‟ân'ın
içerdiği pek çok hakîkati, insanların dikkatini çekecek bir mükemmellikte ifade etmek ve bu
yolla ilâhî mesajları, Ģanına yakıĢır bir Ģekilde açıklama amacına da matuftur. Söz konusu
âyetle ilgili olarak edebî ve tarihî kaynak analizleri yapılmadan âyetteki teĢbih sanatını ve
hiçbir ilmi ölçüyü dikkate almaksızın değerlendirip tenkit etmek, üstelik bu tenkitleri
Kur‟an‟ın bütüne teĢmîl etmek doğru değildir. Rasûlullah‟ın en büyük mucizesi olan
Kur‟ân‟ın mucizevî yönlerinden biri de onun ifadelerindeki edebî güzelliklerdir. Fesâhat ve
belâgatındaki inceliklerdir. Bu incelikleri anlamak için iyi niyet ve gayretle gerekli
araĢtırmaların yapılması gerekir. Meselâ, burada kadın, toprağa değil de bir çiçeğe
benzetilmiĢ olsaydı, Yahûdiler‟in iddiaları cevapsız kalacaktı. Ayrıca Allah‟ın yaklaĢmayı
helal kıldığı yerden olmak kaydıyla, cinsel iliĢkinin Ģekli ile ilgili geniĢ bir ibâhatın
(serbestinin) tanındığı nasıl ifade edilecekti? Yine bu teĢbihteki benzetme yönü de
kaybolacaktı.380
B. Ailede Kadın ve Erkeğin Konumu
Kur‟ân‟ın, kadına, erkekler kadar değer vermediği, erkeklerin kadınlardan üstün
olduğunu ifade eden bazı âyetler olduğu ileri sürülmektedir.381
Önce söz konusu âyetler ve
meallerine bakalım.
“ أىن ويهسل.هفل ي س ذ ء ٠ سغ ي ـ غ ظي قسو ل للل هي ل إى لي ي أعدله
لل قس لظ ه ي س فطسكإىأعقصقإط٠د ي غص أد. ي س مقسغ قس صعل ا ي لل ل سلغ لسو غ ي
دنلنا ؼلؼا ه / BoĢanmıĢ kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti)
beklerler. Eğer Allah‟a ve ahiret gününe inanıyorlarsa, Allah‟ın kendi rahimlerinde
yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Kocaları bu süre içinde barıĢmak isterlerse onları
geri almaya daha çok hak sahibidirler. Kadınların, yükümlülükleri kadar meĢru hakları
379
KANDEMĠR vd., a.g.e., C. I, s. 124. 380
AYDAR, Hidayet, “Kur‟ân‟daki TeĢbihlerden: Kadınlarınız Sizin Tarlanızdır...”, Kur‟ân Mesajı Ġlmî
AraĢtırmalar Dergisi, S. 3, 1998, s. 54-57. 381
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında (2016)
76
vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah, mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”382
“ للل للغ ن ه ؼلل لل للءوللفؼ ـ لللقس قهللى س لل نقسغ قس وللأ للقهلليأهلل ... / Erkekler,
kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün
kılmıĢtır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve âilenin geçimini sağlamakta)
dırlar…”383
Bu iki âyette özetle “erkeklerin, kadınları koruyup kollamaları, böylece kadınlar
üzerinde bir derece farklarının olması ve insanların kiminin kiminden üstün kılınması…”,
Ģeklinde ifade edilen üstünlük, hukukî veya fıtrî bir üstünlük değildir.384
Bunu yerine fıtrî bir
farklılıktan bahsedilebilir. Ġslâm hukukçuları, buradaki üstünlüğü, âile reisliği olarak
anlamıĢlardır. Bu kanaatlerini, erkeklerin “kavvam olma”385
vasfına, yani onların bu yöndeki
biyolojik ve psikolojik bazı farklılıklarına ve ailenin geçimi için çalıĢıp harcama yapmalarına
dayandırmaktadırlar. Âile reisliğinin kocaya verilmesi, toplumun en küçük ve en önemli yapı
taĢı olan ailede çıkabilecek anlaĢmazlıkları önleme ve âilede sükûneti sağlama gâyesine
yöneliktir. Nitekim buradaki üstünlük ontolojik bir üstünlük değil, fonksiyonel bir yetki
farklılığıdır.386
Zirâ kadının da aile içi eğitim ve kültür gibi diğer bazı önemli konularda
erkeklere göre daha iyi bir fonksiyon icra ettiği görülmektedir. Böylece kadın ve erkeğin bu
fıtrî farklılıkları, toplumsal organizasyonlar içinde bir bütünün birer parçası olarak, insan olma
ve insanî sorumluluklar noktasında eĢitlenmektedir.387
C. Kadının ġâhitliği
Konu ile ilgili olarak öne sürülen bir argüman ise kadının Ģahitliği ile ilgilidir. Ġthamda
bulunanlar, Kur‟ân‟ın; Ģahitliklerine baĢvurma açısından, kadın ve erkeği eĢit tutmadığını
iddia etmektedir.388
Önce ilgili âyetleri anlayalım.
“ ف و ـ ه إسأ ي قس ظيآهقإطقكضق نض (....)أ ػل أ أ ؿل قسذ. ل فنى ىقس ظ
لسننفلنىس لن يهليع ض ضقهل قؿ شل سلس لض فلولل ل أىول ـ لي قهغأكلىهو ا يفغل نلعلل
ىهلي وقسلغكغػل غإدلضق وف لظ إدلضق ضقءأىكؼل ل Ey iman edenler! Belli bir süre için / ...قسش
382
Bakara 2/228. 383
Nisâ 4/34. 384
Nisâ 4/1; A‟râf 7/189. 385
“kavvam” kelimesi, bir Ģeyi gözetip koruma, muhafaza etme, bakma, yönetme, hak ve yetkilerine müĢtereken
sahip olmayı ifade etmektedir. (el-ĠSFAHÂNÎ, a.g.e., C. II, s. 538.). 386
AYDIN, Mehmet Akif, Kadın, DĠA, Ġstanbul, 2001, C. XXIV, s. 87. 387
ÖZTÜRK, a.g.m., 2014, s. 27. 388
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında (2016);http://dinsizler.tumblr.com/
77
birbirinize borçlandığınız zaman bunu yazın. Aranızda bir yazıcı adâletle yazsın. Yazıcı,
Allah‟ın kendisine öğrettiği Ģekilde yazmaktan kaçınmasın, (her Ģeyi olduğu gibi dosdoğru)
yazsın. Üzerinde hak olan (borçlu) da yazdırsın ve Rabbi olan Allah‟tan korkup sakınsın da
borçtan hiçbir Ģeyi eksik etmesin (hepsini tam yazdırsın.(...) Eğer borçlu, aklı ermeyen veya
zayıf bir kimse ise ya da yazdıramıyorsa velisi adâletle yazdırsın. (Bu iĢleme) Ģahitliklerine
güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa bir erkek ve iki kadını Ģahit tutun. Bu,
onlardan biri unutacak olursa diğerinin ona hatırlatması içindir. ġâhitler çağırıldıkları
zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. ...”389
Bu âyet-i kerîme borçlanma ve ticâret hukuku ile ilgili konulardaki Ģahitlikle ilgilidir.
Hicretten sonra Medine‟de vadeli satıĢlar gerçekleĢmekte idi. Hz. Peygamber (s.a.v.),
tahakkuk eden borçların miktarının ve ödeme zamanının tespit edilmesini emretti.390
Âyet, bu
tespitler sırasında iki erkek Ģâhidin ya da bir erkek bir kadın Ģâhidin bulunması gerektiğini
ifade etmektedir. Ancak kadın Ģâhidin unutması ihtimaline karĢılık, ikinci bir kadın Ģâhidin
bulundurulması da emredilmektedir. Burada kadın Ģâhit için ikinci bir kadının hatırlatıcı
olmak üzere bulundurulması Ģartı, kadının ontolojik olarak Ģâhitliğinin eksik olduğu anlamına
gelmemektedir. Kadının borçlanma ya da ticâret hukuku ile ilgili konularda uzman olmama ya
da o dönem bu sektörün daha çok erkeklerin uhdesinde olması ile açıklanmalıdır. Bu durum
erkek için de geçerlidir. Hz. Peygamber‟in bedevînin Ģehirliye Ģâhitliğinin geçerliği
olmayacağı ifadesi391
bedevî erkeklerin Ģehir hayatına ve onun ticarî faaliyetlerine yabancı
olmaları ve hâdiseleri yanlıĢ algılama ihtimaliyle ile ancak izah edilebilir. Efendimiz,
sütkardeĢliğinin tespiti konusunda, tek bir kadının Ģâhitliğine itibar ederek, sütkardeĢi
oldukları için Ukbe bin Haris‟in nikâhının bozulmasına hükmetmiĢtir.392
Hz. Ömer (r.a.)
doğumla nesebin tespiti konusunda; Hz. Osman (r.a.) ise evli çiftlerin boĢanması konusunda
bir tek kadının Ģâhitliğini yeterli bulmuĢlardır.393
Öyleyse kadınların daha kolay ya da doğrudan bilgi sahibi olabildiği doğum,
sütkardeĢliğinin tespiti gibi konularda sadece iki kadının, hatta zaruret halinde bir kadının,
Ģahitliğinin yeterli görülmesi, Nisâ Sûresi 34. âyetinde belirtilen bir erkek yerine iki kadının
Ģâhitliğinin istenmiĢ olması, ticarî alana kadının yabancı olmasından kaynaklandığını doğrular
389
Bakara 2/282. 390
el- BUHÂRÎ, selem, 2. 391
ĠBNĠ MÂCE, Ahkâm, 30. 392
el-BUHÂRÎ, ilim, 26. 393
ATEġ, Ali Osman, Kur‟ân ve Kadın Sempozyumu, TDV Yayınları, Ankara, 2013, s. 319.
78
niteliktedir.394
ġâhitlik konusu ile ilgili âyetlerde, Ģâhitlerin cinsiyetleri ile ilgili bir kayıt söz
konusu değildir. Nisa Sûresi 34. âyetindeki iki kadın Ģahit aranmanın illeti bizatihi Kur‟ân'da
zikredilerek belirtilmiĢ olması önemlidir. Dolayısıyla Ģahitliğin gerçekleĢtiği alanda kadın ve
erkek farkı olmaksızın ulaĢılmak/araĢtırılmak istenen hakikate kim daha yetkin ise onun
Ģâhitlik yapması daha uygundur.
D. Çok Kadınla Evlilik (Poligami)
Kur‟ân‟a yöneltilen iddialardan biri de onun çok kadınla evliliği teĢvik ettiği
iddiasıdır.395
Bu konuda Nisâ Sûresi‟nin 3. âyeti kaynak olarak gösterilmektedir.
“ لء ـ سنلنهليقس نذقهلؽل ـ قفلقس لهفل ك إىس نأ ك لضسق علففلنىس ل نأ ل٠أ ل ه
ك سلق ولننطسلكأصلأ هلهلنلتأ قدلضأ Eğer (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) /ف
hakkında adâletsizlik etmekten korkarsanız (onları değil), size helâl olan (baĢka) kadınlardan
ikiĢer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adâletli
davranmayacağınızdan korkarsanız o takdirde bir tane alın...” 396
Bu âyetin konusu, yetim kızların evliliği ile ilgili istismarın önlenmesi ya da onlarla
evlenme hakkının kötüye kullanılmasının engellenmesidir. Âyetin indiği dönemde, yetim
kızları himayesinde bulunduran bazı kimseler, bu kızlarla evlendiklerinde ya mehîr ve
çeyizlerini emsallerine göre az belirliyorlardı ya da onları istemedikleri halde, sırf mallarını
ellerinden almak için onlarla evleniyorlardı.397
Bunlar o dönem bir vakıa idi. Âyetin dolaylı
olarak değindiği birden fazla kadınla evlilik konusu ise o dönem, o coğrafyada yaygın bir
uygulama idi. Bu birliktelik bazen nikâhlanmak, bazen de dost hayatı yaĢamak Ģeklinde
gerçekleĢiyordu. Ġslâm, bu istismarı ve haksız uygulamayı, ıslâh ederek belli Ģartlara ve hukûk
kurallarına bağlayarak devam ettirmiĢtir. Bu âyet, yeni evleneceklere bir evlilikle
yetinmelerini, çok kadınla evli olanlara ise, adâletli olmanın zorluluğu ifade edilerek aynı
Ģekilde tek kadınla yetinmeyi ifade etmektedir. Nisâ 129. âyetin hitâbı ise birden fazla kadınla
halı hazırda (fiilen) evli olanlaradır. 398
Burada birden fazla kadın arasında adâleti eksiksiz
394
ATEġ, a.g.e., s. 319. 395
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında (2016) 396
Nisâ 4/3. 397
el-BUHÂRÎ, Tefsîr, 1. 398
“Ne kadar uğraĢırsanız uğraĢın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün
gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmıĢ kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve
Allah'a karĢı gelmekten sakınırsanız, Ģüphesiz Allah çok bağıĢlayıcı ve çok merhamet edicidir.”(Nisâ 4/129)
79
olarak gözetmenin mümkün olmadığı tekrarlandıktan sonra, en azından adâletsizlikte, ilgi ve
muamelede ölçünün kaçırılmaması ifade edilmiĢtir.399
Sonuç olarak birden fazla kadınla evlilik izni, tarihî ve sosyal Ģartlarla kayıtlı bir
izinden ibaret olan bir evliliktir. Bu evlilik Ģeklinin çoğunlukla istismar edilmesi ya da
olumsuz sonuçlar doğurması halinde, müslümanlar veya onların yetkili temsilcileri bunu
engelleyebilirler ve bu engelleme, Allah‟ın koyduğu hükmü değiĢtirme anlamına gelmez. Zîrâ
bu, adâleti sağlamaktan korkan bir kimsenin tek kadınla evlenmeyi yeğlemesi gibidir. Tarihi
ve sosyal Ģartların, toplumsal ve bireysel zorunlulukların olmadığı durumlarda aslolan tek
evliliktir.400
Doğrusu, indiği dönemde, yetim kızlara yönelik hak ihlâllerini engelleyen bir âyetin,
kadına erkekler kadar değer vermediği iddiasına muhatap olmasını anlamak mümkün değildir.
E. DiĢi Putlar
Kur‟ân‟da geçen “إللأ/ diĢi putlar” ifadesi kadını aĢağılayan bir ifade olduğu
ithamıdır.401
Ġddiaya dayanak gösterilen âyet: Nisa 4/117.
هغلضق“ هلل ىإ إىلض إل إ ىهليصلل Onlar, Allah‟ı bırakıp ancak diĢi / إىلض
putlara tapıyorlar. Hâlbuki (aslında) azgın bir Ģeytana tapmaktadırlar.”402
Âyette geçen “inâs” kelimesi sözlükte “diĢiler” manasına gelmektedir. Kur‟ân
meâllerinde “diĢi putlar” Ģeklinde tercüme edilmesini iki sebebe dayandırılmaktadır. Birinci
sebebe göre bu kelime ile kastedilen diĢiler, müĢriklerin “el-Lât”, “el-Uzzâ” ve “el-
Menât”403
Ģeklinde müennes (diĢil) olarak zikredilen meĢhur putlarıdır. Ġkinci görüĢ ise Râğıb
el- Ġsfahanî‟ninde tercih ettiği ve anlamın hükmünün esas alındığı görüĢtür. Çünkü bu kelime
edilgen bir kavramdır. Buna göre varlıklar ya hep etken (Yaratıcı-Allah), ya hep edilgen
(cansız varlıklar) ya da hem etken hem edilgen (insanlar, melekler ve cinler) olmak üzere üçe
ayrılır. Bu ifade ile müĢriklerin, tamamen edilgen cansız birer varlık olan putlara
tapmalarındaki cehaletlerine de dikkat çekilmiĢtir.404
“el-Lât”, “el-Lâh”ın diĢisi; “el-Uzzâ”
399
KARAMAN vd., a.g.e., C. I, s. 155. 400
KARAMAN vd., a.g.e., C. II, s. 16. 401
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında (2016) 402
Nisâ 4/117. 403
Necm 53/19-20. 404
el-ĠSFAHÂNÎ, a.g.e., C. I, s. 35.
80
da “el-Azîz”in diĢisidir. O dönem her bir kabilenin bir putu vardı ve bu put kabilenin ismiyle
“filânoğullarının unsâsı” (diĢisi) Ģeklinde anılırdı.405
Âyet-i kerîmede özetle, Allah‟tan baĢka hiçbir ilâh, kendisine tapanlara bir fayda
sağlayamaz, onlara yönelen bir kötülüğe mani olamaz; aksine müĢrikler taptıklarına bir takım
özellikler verir ve onlara yarar sağlarlar. Bu durum, Allah‟tan baĢka bir ilâhî varlığın kabul
edildiği tüm inanma Ģekilleri için geçerlidir. O halde müĢrikler hangi puta taparsa tapsın,
aslında Ģeytâna tapmakta ve ona itâat etmektedirler. Çünkü putlar insanları etkilemekten âciz
varlıklardır. Bu âyette ayrıca müĢrîklerin, kadınları aĢağıladıkları halde, putlarını, diĢilere ait
adlarla isimlendirmelerindeki çeliĢkiye de dikkatimizi çekmektedir.406
MüĢriklerin nazarındaki ilâh tasavvuru, her Ģeyden önce bir kadın hayaline
dayanmaktadır. Onlar nefislerini ilâhlaĢtırdıkları için tanrılarının rollerini de kendileri
belirlemektedir. Bunu için tanrılarını, her isteklerine boyun eğen bir varlık olarak telakkî
ettikleri kadın isimleri ile isimlendirmiĢlerdir. Eski Yunan ve tüm diğer putperest toplumların
putlarının çoğunun diĢi olması onların bu rûh hallerinden kaynaklanmaktadır.407
“Yani müĢrik rûhunun, tanrıdan gâyesi kadındır. Onun kanaatince tapınmanın en
büyük misâli kadına tapmadır (culte de femme), o bütün zevkini, bütün ilhamını kadından
almak ister, kadın zevki onun için en büyük lezzet olur. Onun bütün hayallerinin baĢında bir
kadın hayali vardır. Ve bundan dolayı, her oturduğu yerde, her hürmet edeceği mevkide güzel
bir kadın resmi arar. Putların ve hele pek çok putların kadın ismiyle isimlendirilmiĢ olması da
kadına tapmanın rûha hâkim olmasından doğmuĢtur. Putların yerleri buna bir remiz, bir
timsal olmaktan ibarettir. Bu Ģekilde fevkalade veya hayâl edilen güzellerin resimleri
genelleĢtirilerek onların hayalleri karĢısında, diğer kadınlar hakir görülür. Ve en çirkin bir
kadının, en güzel bir puttan daha kıymetli olması gerekirken tanrısını kadın kabul eden
müĢriklerin elinde gerçek kadınlar öyle bir aĢağı düĢerler ki hürmet Ģöyle dursun, en basit
insanî haklardan bile mahrûm edilirler. Davaya bakarsınız kadın her Ģeydir, tatbikata
bakarsınız kadın oyuncakların en düĢüğü olmuĢtur. (…) GüneĢe taparlar, diĢi tasavvur
ederler. Yıldıza taparlar, diĢi tasavvur ederler. Meleklere taparlar, diĢi tasavvur ederler ve bu
Ģekilde bütün tapmanın zevkini Ģehvetlerde toplayıp hakları, gerçekleri hayallere fedâ ederek
kadın hayalleri karĢısında gerçek kadınları ayaklar altında süründürürler.” 408
405
YAZIR, a.g.e., C. III, s. 86. 406
KARAMAN vd., a.g.e., C. II, s. 147. 407
YAZIR, a.g.e., C. III, s. 86. 408
YAZIR, a.g.e., C. III, s. 86.
81
Onlar en aĢkın sevgilerini, tek olan Allah‟a değil, kadınlara tahsis ederek onları
ilâhlaĢtıranlar, Ģeytana aldanmaktan, Ģeytana kul olmaktan kurtulamazlar.409
Ġddia sahiplerine
göre burada “diĢi putlar” ifadesi, Kur‟ân‟ın kadınlara verilen değerin bir yansımasıdır. Oysa
âyet, müĢriklerin, putları hep kadın isimleri ile adlandırmıĢ olmalarından dolayı “diĢi putlar”
ifadesini zikretmiĢtir. Kur‟ân, o dönem bir vakıa olan bu anlayıĢı eleĢtirmekte ve bu konudaki
çeliĢkiyi ortaya koymaktadır. Burada ifade edilmek istenen kadının değersizliği değil
putperestliğin ve onun inanma mantığının arkasındaki yanlıĢlardır. Aynı Ģekilde burada
maksat “diĢiliği ĢeytanlaĢtırmak” değil, “diĢi putlar” düĢüncesinin arkasındaki problemli ve
kadını aĢağılayıcı bakıĢ açısını reddetmektedir.
V. KADINA ġĠDDET
Nisa 4/34‟ten hareketle Kur‟ân‟ın, erkeğin eĢine karĢı Ģiddet kullanmasına cevaz
verdiği ithamında bulunulmaktadır.410
Ġthama dayanak olarak Nisâ Sûresi‟nin 34. âyeti
gösterilmektedir.
“ نف قس وللأ للقهلليأهلل للل للغ ن ه ؼلل لل للءوللفؼ ـ لللقس قهللى س لل قسغ ا س لل للسذ سظ
ي جلغ ق ي ف ظل ي قس٠ كلكشلفىشلػ لبولد لالله سلث ا فلنىأؽ لننفل٠دفظ ي قػلغ فلقسوؼل
للل للغ ه للى ؿلل ٠إى ي للل Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü /ك ثللق
Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıĢtır. Bir de erkekler kendi mallarından
harcamakta (ve âilenin geçimini sağlamakta) dırlar. Ġyi kadınlar itaatkârdırlar. Allah‟ın
(kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini
reddederek) baĢkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız
bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat
ederlerse artık onların aleyhine baĢka bir yol aramayın. ġüphesiz Allah, çok yücedir, çok
büyüktür.”411
Ġthama kaynak olarak gösterilen bu âyet-i kerîme, ailede meydana gelen
anlaĢmazlıkların çözümü ile ilgilidir. AnlaĢmazlıklar ancak alınacak tedbirlerle önlenebilir.
Kur‟ân, bu noktada âileye bir yönetici tayin etmiĢtir. Bu yönetici âilenin geçimini de
sağlamakla görevli olan erkektir. Kadın ise evin içinden sorumludur. Diğer iĢler ise tarafların
karĢılıklı sevgi ve uyacakları adâlet ilkesi çerçevesinde yürütülür. Ancak bu her zaman
mümkün olmayabilir. Bu anlaĢmazlık kadın ya da erkekten kaynaklanabilir. Âiledeki bu
409
SEYYĠD KUTUP, a.g.e., C. III, s. 452. 410
http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/kutsal-kitaplar/kuran-elestirisi/548-273 (2016) 411
Nisâ 4/34.
82
anlaĢmazlığı, âilenin yöneticisi olarak, erkeğin çözmesi beklenir. Âyetin de gösterdiği yöntem
budur. Erkekten kaynaklanan anlaĢmazlıklarda kadın kocasına konuyu açarak412
ya da âileden
birini araya koyarak çözebilir. Aynı Ģekilde kadın istemesi halinde mahkemeden boĢanma
talebinde bulunabilir ya da maruz kaldığı haksızlıklara sabredip durumun düzelmesi için
çözüm bulma çabasını sürdürmeyi tercih edebilir ve böylece evliliğini devam ettirebilir.413
AnlaĢmazlık kadından kaynaklanıyorsa âyette geçen “nâĢize” ifadesi ile “kocasına
isyan eden, ona güvenmeyen”414
ve “hukuka baĢkaldıran ve meĢrû âile düzenini bozmaya
kalkıĢan” kadın kastedilmektedir. Erkeğin nasihat etmek, bundan sonuç alınmadığı takdirde
yatakta yalnız bırakmak/küsmek, bundan da beklenen sonuç gerçekleĢmiyorsa bu durumda da
hafifçe dövmek Ģeklinde bir sıra ile çözüm aranmalıdır. Burada bir tedbir olarak dövmenin
zikredilmiĢ olması, günümüzde, kadın hakları ve insan onuru açısından tartıĢma konusu
olmuĢtur.415
Bu âyetten baĢka, dövme tedbirine kaynaklık eden konu ile ilgili hadisler de
mevcuttur. Bu hadisler, sıhhat açısından tasnif edildiğinde, dövmeyi ifade etmeyen
rivayetlerin, aksini söyleyen rivâyetlere göre daha sahih olduklarını görmekteyiz. Söz konusu
rivâyetlerde Peygamberimiz, eĢlerini dövenleri “hayırsız” olarak nitelemekte, kadını
dövdükten sonra onunla aynı evi ve yatağı paylaĢmadaki çeliĢkiye dikkat çekmiĢ ve
kadınların dövülmesini yasaklamıĢtır.416
Söz konusu rivâyetlerde dövmenin aynı zamanda
insanî ve ahlakî olmaktan da uzak olduğu vurgulanmaktadır. 417
Bu âyetin nüzûl sebebi iyi incelendiğinde, esasen o dönem bir âdet haline gelmiĢ olan
kadın dövme yanlıĢına karĢı Hz. Peygamber‟in olumsuz bakıĢını ve bu yanlıĢı ortadan
kaldırma isteğinin olduğu görülecektir. Koca, çözüme faydası olacağına inanıyorsa nâĢize
olan eĢini ıslah etmek ve böylece ailesini korumak maksadıyla ölçüyü kaçırıp eĢine zarar
vermeden te‟dib ve tedbir amaçlı olmak üzere buna baĢvurabilir. Yok eğer bu iznin sınırı
aĢılır ve izin istismar edilirse ulü‟l-emr (yönetici, yargı) bu konuda kesin bir Ģekilde yasak
koyma yetkisine sahiptir. Bu âyet-i kerîme‟de, kadının âile hukukunu ihmâl etmesi
durumunda, bir tedbir olarak baĢvurulabilecek belli baĢlı yollar önerilmiĢ, olayın geçtiği
toplumun bir âdeti dikkate alınarak zikredilirken “kocanın karısını dövmesi” ne de yer
412
Nisâ 4/128. 413
ġĠMġEK, Sait, Günümüz Tefsir Problemleri, Esra Yayınları, Ġstanbul, 1997, s. 369. 414
ez-ZEMAHġERÎ, a.g.e., C. IV, s. 235. 415
KARAMAN, vd., a.g.e., C. II, s. 59. 416
el-BUHÂRÎ, Nikâh, 93. 417
KARAMAN, vd., a.g.e, C. II, s. 60.
83
verilmiĢtir. Son aĢamada baĢvurulabilecek olan bu tedbir, Hz. Peygamber tarafından hiçbir
insanın ve özellikle eĢin dövülemeyeceği ifade edilerek kötülenmiĢtir. Nitekim Efendimiz‟in
“iyi bir kocanın karısını dövemeyeceği” ilkesi ile âyette zikredilen anlaĢma, küsme ve hakem
tayin etme gibi yollarla anlaĢmazlığın giderilmesi teĢvik edilmiĢtir. Nitekim Hz. Osman (r.a)
ile Hz. Ali (r.a), dönemin Ģartlarının bir gereği olarak eĢlerin barıĢma veya ayrılma kararını
uygulama yetkisine sahip hakemler tayin etmiĢlerdir. Ancak bu hakemlerin resmî bir yetkileri
yoktur. Dönemin otoritesi, onlara belli yetkiler verirse ancak o zaman onlar da zorlayıcı
olabilirlerdi. Burada sünnetin âyeti nesh etmesi söz konusu değildir. Burada sünnet, âyetin
kültürel bağlamını açıklamıĢtır.418
Abdullah bin Ömer‟in “Hz. Peygamber devrinde hakkımızda âyet iner korkusuyla
kadınlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakınırdık. Hz. Peygamber vefat edince elimizi ve
dilimizi onlara uzattık.”419
Ģeklindeki tespiti, Hz. Peygamber devrinde kadına yönelik Ģiddetin
onun tarafından nasıl engellendiğini ortaya koymaktadır. Bugün Ġslam coğrafyasında kadına
yönelik bir Ģiddetten bahsediliyorsa bunun sebebi, Ġslâm ve onun önemli iki kaynağı olan
Kur‟ân ve Sünnet değil; tersine bu iki kaynağa uymamaktır.420
VI. HZ. PEYGAMBER’ĠN HZ. ZEYNEP ĠLE EVLĠLĠĞĠ
Hz. Peygamber‟in Hz. Zeynep evliliği ile ilgili âyetler ve bu âyetlerin nüzûl sebebi
konusundaki ilgili bazı rivayelerden hareketle internet ortamında gündeme getirilen ithamlar
vardır.421
Ġthamlara dayanak olarak gösterilen âyetler: Ahzab 33/37, 38.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Hz. Hatice ile evlendiğinde ona kölesi Zeyd bin Harise‟yi hibe
etmiĢti. Efendimiz (s.a.v.) henüz sekiz yaĢındaki Zeyd‟i âzât etti ve o dönemin yaygın bir
âdeti olduğu üzere onu evlât edindiğini ilân etti. Bundan sonra artık Zeyd, “Zeyd Bin
Muhammed” olarak tanındı ve öyle çağırılır oldu. Evlât edinme (tebenni), Ġslâm‟ın geliĢinden
sonra da uzun bir süre devam etmiĢti. Bu dönemde miras, boĢanma ve benzeri akitler, evlâtlık
esasına göre devam ediyordu. Ancak hem evlât edinme, hem de evlâtlıkların babalığının ismi
ile anılması, Medine‟de inen bir âyetle kaldırıldı.422
Rasûlullah (s.a.v.), herkesten önce bu
418
KARAMAN vd., a.g.e., C. IV, s. 386. 419
el-BUHÂRÎ, Nikâh, 80. 420
SAVAġ, Rıza, Ġslâm‟ın IĢığında Kadın, TDV Yayınları, Ankara, 2008, s. 109. 421
http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=2361( 2016) 422
Ahzâp 33/4-5.
84
âyeti kerîmeye uymuĢ ve o, evlâtlıkların babalıklarının ismi ile çağrılmasının büyük bir günah
olduğunu ifade etmiĢlerdir. 423
Hz. Peygamber (s.a.v.), Zeyd bin Harise‟nin velisi olarak onun evliliği ile de ilgilendi
ve onu halası Umeyme‟nin kızı Zeynep Binti CahĢ ile evlendirdi.424
Burada köleliğin yaygın
olduğu bir dönemde köle kökenli bir müslüman olan Zeyd‟in, hür ve tanınan bir hanım olan
Hz. Zeynep‟le evlendirilmesi de oldukça önemlidir. Zira toplumsal sınıf farklılığını ortadan
kaldırmaya doğru atılmıĢ önemli bir adım olarak yorumlanmıĢtır.425
Ancak bu evlilik bir süre
sonra, taraflar arasında beklenen ülfet hâsıl olmadığından Hz. Zeyd, karısından boĢanmak
istediğini Rasûlullah (s.a.v.)‟e arz etti. Ancak Efendimiz (s.a.v.) ona eĢini boĢamamasını
tavsiye etti. Bunun üzerine inen âyet-i kerîmeler Efendimiz‟i uyarı niteliğindedir:
“ كش قك .ه ك كػ ل ك ـ أه ل وت أ ل نه سل ظأ إطك كشش ه ض كهه ـ ف
ؽغقػ ه ضا سؼػ أىكششفلو أد. ه نإطققس ؽ ل قجأص فلأػ هيدلغجا لقسول نى سن
ه ل لىأهلغه ؽلغق ي قهل Hani sen Allah‟ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat/سؼل
etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “EĢini nikâhında tut (onu boĢama) ve Allah‟tan
sakın” diyordun. Ġçinde, Allah‟ın ortaya çıkaracağı bir Ģeyi gizliyor ve insanlardan
çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eĢinden yana isteğini
yerine getirince (eĢini boĢayınca), onu seninle evlendirdik ki, eĢlerinden yana isteklerini
yerine getirdiklerinde (onları boĢadıklarında), evlatlıklarının eĢleriyle evlenmeleri konusunda
mü‟minlere bir zorluk olmasın. Allah‟ın emri mutlaka yerine getirilmiĢtir.”426
“ لقس ى سلضعقه لىأهلغه قهليس ل فلقس لظيسلل سلؿل ه هليدلغج فولفلغعه لضعق ل ه
/Allah‟ın, kendisine farz kıldığı Ģeyleri yerine getirmesi konusunda peygambere bir darlık
yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah‟ın kanunu böyledir. Allah‟ın
emri, kesinleĢmiĢ bir hükümdür.” 427
Ahzâp Sûresi‟nde zikredilen bu âyet-i kerîmelerde ifade edilen bir bölüm, dikkati
çekmektedir: “ …أىكششل أدل. ه كششلقس لؽ ه ضل لكهله ـ كش لفل ... / …Ġçinde, Allah‟ın
ortaya çıkaracağı bir Ģeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene
Allah daha lâyıktı. …” Burada Rasûlullah (s.a.v.)‟in Hz. Zeynep‟le evlenme emrinin daha
evvel kendisine bildirildiği, ancak Efendimiz (s.a.v.)‟in bunu bildiği halde, çevre baskısından
çekindiği için Hz. Zeyd‟e eĢini boĢamamasını tavsiye ettiğini anlıyoruz. Yukarıda ifade
423
MĠRAS, Kamil (ö.1957), Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve ġerhi, DĠB. Yayınları, Ankara, ts., C. XX, s. 335. 424
Ahzâp 33/6. 425
KARAMAN vd., a.g.e., C. IV, s. 386. 426
Ahzâp 33/37. 427
Ahzâp 33/38.
85
edildiği gibi evlât edinme ve ona bağlı olarak da babalığın ismi ile çağırma kaldırılmıĢtı ve
Ģimdi artık sıra bu konu ile ilgili yeni bir hükmü uygulamaya gelmiĢti ki bu hüküm, evlatlığın
boĢadığı kadınla evlenme ile ilgili yasağın kalkmasıdır.428
Böylece Allah (c.c.), cahiliye
toplumunda harâm haline getirilen bir helâli (evlâtlığın boĢanmıĢ eĢiyle evlenebilme), bu
örnek olay üzerinden yeniden uygulamaya koymuĢtur. Bu uygulama; tüm insanlar için Üsve-i
hasene (en güzel örnek) olan ve doğru bildiği değerler konusunda karĢısındaki güçlere karĢı
gösterdiği direnme gücü ile bilinen ve içinde yaĢadığı toplumun en güvenilir kimsesi olan
Rasûlullah (s.a.v.)‟in Ģahsında baĢlatılmıĢtır. Nitekim bu uygulama müslümanlar tarafından
rahatlıkla kabul edilmiĢtir. AnlaĢıldığı üzere bu evlilik Efendimiz‟in kendi arzusuyla değil,
ilâhî emrin bir gereği olarak gerçekleĢmiĢtir.429
Yeri gelmiĢken Ahzâp Sûresi 37. âyet-i kerîme ile ilgili olarak vârid olan bazı
rivâyetlerden bahsetmek gerekir.430
Zîrâ bu rivâyetleri, art niyetli kimseler, iddialarına kaynak
olarak kullanmaktadır. Ancak rivâyetler incelendiğinde bunların tümünün amel edilecek
rivâyetler olmadığı ortaya çıkacaktır. ġöyle ki Tefsir âlimleri, Esbab-ı Nüzûl ile ilgili olarak
vârid olan bu tarz rivâyetler konusunda, oldukça dikkatli davranmıĢlardır. Çünkü bu
rivâyetler, âyetin ya da âyetlerin arka planını vermekte, âyetlerin anlam ya da yorum
sınırlarını belirlemekte, âyetlerin ifade ettiği manaya yön vermektedir. Bunun için usûl
âlimleri, nüzûl sebeplerinin tespiti konusunu, içtihada yer olmayan bir konu olarak kabul
etmiĢlerdir. Ayrıca sahih hadis için gerekli olan koĢulları, bu konuda kaynak gösterilen
rivayetler için de Ģart koĢmuĢlardır.431
Ahzâb Sûresi‟nin 37. âyet-i kerîmesi ile ilgili olarak vârid olan rivâyetler konusunda,
tesbit edilmiĢ bu ilkeler göz ardı edilmiĢ, söz konusu rivâyetler, muteber Tefsir kitaplarına
kadar girmiĢ ve sonuç itibariyle Hz. Peygamber‟in ve sahabenin âdâb ve ahlâkı ile asla
bağdaĢmayan bir profilin ortaya çıkmasına sebep olmuĢtur. Bu durum aynı zamanda art
niyetli kimselere kaçırılmayacak bir fırsat sunmuĢtur. Senet metin açısından tenkide açık bu
rivâyetleri, Taberî (ö. 310/923) ve Ġbn Sa‟d (ö. 230/845)‟ın kitaplarında nakletmesi, birçok
428
Ahzâp 33/38-40. 429
GÜMÜġ, Sadreddin, “Hz. Peygamber ve Âile Hayatı / Rasûlullah (s.a.v.)„in Aile Hayatı Ġle Ġlgili Âyetlerin
Toplu Değerlendirilmesi”, Ġslâmî Ġlimler AraĢtırma Vakfı (ĠSAV), Ġstanbul, 1998, s. 209-242. 430
Ġlgili rivayete göre Efendimiz, bir defa Hz. Zeyd‟in evine gittiğinde, Hz. Zeyneb‟i kıyafetini giyerken görmüĢ
ve onun güzelliğine hayran olmuĢ ve “gönülleri döndüren Allah‟ın Ģanı münezzeh olsun!” demiĢti. Bunu
duyan Zeyd, Rasûlullah‟a gelerek eğer Hz. Zeyneb‟i beğendiysen onu boĢamaya hazır olduğunu söylemiĢtir.
Bunun üzerine Hz. Peygamber “EĢini yanında tut ve Allah‟tan kork!” der. Fakat Hz. Zeyd bunu yapamaz, eĢi
Hz. Zeyneb‟i boĢar. Ġddeti bitince de Hz. Peygamber, Hz. Zeyneb‟le evlenir. (MEVLANA ġĠBLÎ (ö. 1914),
Asr-ı Saâdet, Çev. Ömer Rıza Doğrul, Eser NeĢriyat, Ġstanbul, ts., C.I, s. 417). 431
DĠVLEKCĠ, Celalettin, “Ahzâb Suresi 37. Âyetiyle Ġlgili Nüzûl Sebebi Rivayetleri ve Ġlmî Değeri”, Ekev
Akademi Dergisi, Bahar, 2014, S. 59, s. 89-90.
86
müfessirin de bunları eserlerinde nakletmelerine sebep olmuĢtur. Semerkandî (ö. 373/983), el-
Beğavî (ö. 516/1122), er-Râzî (ö. 606/1210) ve ZemahĢerî (ö. 538/1144) rivayetleri
kullanmakta sakınca görmemiĢlerdir. Elmalılı Hamdi Yazır (ö. 1942) ile Tahir b. AĢûr (ö.
1973), bu rivayetleri asılsız kabul etmekle birlikte bunların bir sakınca içermediği
kanaatindedirler. Ġbnü‟l-Arabî (ö. 543/1148), Ġbni Kesîr (ö. 774/1373), Kurtubî (ö. 671/1273),
Alûsî (ö. 1270) ve Cemâleddin Kâsımî (ö. 1914) ise rivâyetleri kabul edilemez olarak
görmüĢlerdir.432
Metin tenkidi açısından söz konusu rivâyetler değerlendirildiğinde, bunların ifade
ettiği manâ, Hz. Peygamberin ismet sıfatı ve örnekliği ile bağdaĢmayacak nitelikte
olduğundan, bunları delil olarak sunmanın doğru olmadığı ortaya çıkacaktır. Mütevatir bir
yolla nakledilen Kur‟ân-ı Kerîm‟i, tenkide muhtaç senetlerle nakledilmiĢ bu tür rivayetlerle
açıklamak, kabul edilebilir bir durum değildir. Sahih hadis kitaplarında zikredilen sahih
rivayetlere gelince; Buhârî, Nesâî, Ahmed b. Hanbel ve Tirmîzî‟nin rivâyeti Ģu Ģekildedir:
“Zeyd eĢinden Ģikâyet etmek üzere Hz. Peygambere geldi, Efendimiz kendisine eĢini
bırakmamasını emretti. Bunun üzerine Allah‟ın ileride açıklayacağı Ģeyi içinde gizliyordun.
âyeti nazil oldu.” Bu sahih rivayetlerin senet ve metin açısından tenkit edilecek tarafları
olmadığı halde konuyu yeterince izah etmemektedir. Tam izah âyette zikredilmektedir ki o da
Hz. Zeyneb‟in Allah‟ın emri ile Hz. Peygamberle evlendirileceği gerçeğidir.433
VII. AHZÂP 52 VE BEDEL NĠKÂHI
Ahzap 33/52‟in bedel nikâhının kaynağı olduğu ithamıdır.434
Bu ithama mesnet olarak
gösterilen âyet, Ahzâb 33/52 ve âyetin tefsîr edildiği bazı tefsir kitaplarında geçen ilgili
rivâyetler.435
Âyetin meali Ģöyledir:
“ ههل إ ي ـ ج كد أ س قج هيأػ ي أىك ض ءهي ض ـ سكقس ذ ل ىه نتوك
س ل ع ء Bundan sonra, güzellikleri hoĢuna gitse bile baĢka kadınlarla evlenmek, eĢlerini / هل
boĢayıp baĢka eĢler almak sana helâl değildir. Ancak sahip olduğun câriyeler baĢka. ġüphesiz
Allah, her Ģeyi gözetleyendir.”436
432
DĠVLEKCĠ, a.g.e., s. 91-98. 433
DĠVLEKCĠ, a.g.e., s. 92. 434
http://turandursunku...6lc3bcmc3bc.pdf (2016) 435
el-KURTUBÎ, a.g.e., C. XXIII, s. 200; ĠBNĠ KESĠR, Muhtasar, Kur‟ân- Kerîm Tefsiri, Çağrı Yayınları,
Ġstanbul, C. IV, s. 1986. 436
Ahzâp 33/52.
87
Bu âyet-i kerime, Ahzâp Sûresi 28 ve 29. âyetlerinde ifade edildiği üzere, âile içi bir
tartıĢmadan dolayı kendilerinden tercih yapmaları istenen Efendimizin‟in eĢlerinin büyük bir
kararlılıkla onu tercih etmeleri üzerine inmiĢtir.437
“ للءهللي للض ـ سللكقس ذلل ... / Sana bundan sonra kadınlar helâl olmaz.” ifadesi ile
efendimize özgü bir hüküm konulmuĢtur. Bu hüküm, samimiyetlerinin bir ifadesi olarak
dünya hayatı ve onun zinetleri yerine, Hz. Peygamber‟i tercih eden hanımları ile ilgilidir.438
قج…“ هليأػ لي eĢlerini boĢayıp baĢka eĢler almak” ifadesi ile de Efendimiz‟in/ …أىك لض
eĢlerini boĢaması ya da onları boĢayıp baĢka bir hanımla evlenmesi yasaklanmıĢtır. Bu,
Efendimiz‟in eĢlerinin samimi tercihlerinden dolayı Allah Teâlâ‟nın onlara bir lütfudur.
Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) vefat edinceye kadar sadece onlarla evli kalmıĢtır. Vefatından
sonra da Efendimiz‟in hanımları, hep “mü‟minlerin anaları” olarak anılmıĢ bu Ģekilde
kalmıĢlardı.439
Açıktır ki iddia sahipleri, âyet-i kerîmeyi bağlamından kopararak onu anlamak
istedikleri gibi yorumlamıĢlardır. Sonra bu yorumu âyetin mealine de yansıtmak sûretiyle
âyeti, ithamlarına mesnet olarak ileri sürmüĢlerdir. Ġddia sahiplerinin bazı Tefsir kitaplarında
geçen ilgili âyetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetlere gelince Ġbni Kesir‟de zikredilen bir
rivayete göre özetle, Uyeyne bin Hısn, izin almadan Efendimiz‟in yanına girer ve kısa bir
diyalogtan sonra orada bulunan Hz. AiĢe‟yi sorar, Efendimiz onun mü‟minlerin annesi Hz.
AiĢe olduğunu söyleyince Uyeyne, bir cahiliye âdeti olan bedeli (eĢ değiĢtirmeyi) teklif eder,
Hz. Peygamber, Allah‟ın bedeli haram kıldığını söyleyerek karĢılık verir. Uyeyne çıkıp
gidince Hz. AiĢe bu da kim? diye sorar. Efendimiz: “Bu adam, sözü dinlenen bir ahmaktır.”
diye cevap verir.440
Ġddia sahipleri nedense bu rivâyetin devamında: “Rivâyetin delil olarak
kullanılacak yeterlilikte olmadığı, dolayısıyla güvenilir bir rivayet olmaktan uzak olduğu,”
kaydını görmemektedir! Bu rivâyet Kurtûbî‟nin EI-Câmi‟ li Ahkâmi‟l-Kur‟ân‟ında da geçer.
Burada da rivâyetin zayıf olduğu kaydı düĢüldüğü halde iddia sahipleri bu kaydı görmezden
gelerek onu kanıt olarak ileri sürmekten kaçınmamıĢlardır.441
437
KANDEMĠR vd., a.g.e., C. II, s. 1560. 438
Bu hanımlar: ÂiĢe binti Ebî Bekr, Hafsa binti Ömer, Ümmü Habîbe binti Ebî Süfyan, Sevde binti Zem‟a,
Ümmü Seleme binti Ebi Ümeyye, Safiyye binti Huyeyyi‟l-Hayberiye, Meymûne binti‟l-Harisi‟l-Lilâliye,
Zeyneb binti CahĢ, Cüveyriye binti‟l Hârisi‟l-Mustalikıyye‟dir. (YAZIR, a.g.e., C. VI, s. 328). 439
YAZIR, a.g.e., C. VI, s. 328. 440
ĠBNĠ KESÎR, a.g.e., C. IV, s. 1986. 441
el-KURTUBÎ, a.g.e., C. XXIII, s. 200.
88
Câhiliye döneminin evlenme Ģekillerinden biri olan bedel (eĢ değiĢtirme), tamamen
kaldırılmıĢtır.442
Bunu Kur‟ân‟la iliĢkilendirme çabası beyhûdedir ve bu çirkin durumu
Kur‟ân‟a dayandırmak bir tarafa, bir Kur‟ân âyetinin yorumuna bile dayandırmak mümkün
değildir.
VIII. KUR’ÂN’DA KÖLELĠK VE CARĠYELĠK
Ġddia sahipleri, kölelik ve cariyelik ile ilgili âyetler incelendiğinde Kur‟ân‟ın kölelik
ve cariyelik sistemi öngördüğünü iddia etmektedir.443
Köleliğin tarihi, neredeyse ilk savaĢların tarihi kadar eskiye dayanır. Kur‟ân, Hz.
Yûsuf‟un kardeĢleri tarafından kuyuya atıldıktan sonra oradan geçen kervan sahipleri
tarafından kuyudan çıkarıldığını ve onun Mısır‟da (köle pazarında) satıldığını haber
vermektedir.444
Hz. Yûsuf‟un milattan binlerce yıl önce yaĢadığı bilgisi, kölelik tarihinin ne
kadar eski olduğu konusunda yeterince fikir vermektedir.445
Bu tarih, oldukça acımasız ve
zaman zaman ağır uygulamalarla XVIII. yüzyıla kadar devam etmiĢtir. Eski uygarlıklarda,
kabileler arasında tahakkuk eden savaĢlarda ele geçirilen esirler ya öldürülüyor veya köle
olarak en zor iĢlerde çalıĢtırılıyorlardı. Eski Yunan, Mezopotamya, Hint, Çin, Roma, Mısır,
Sümerler, Akatlar, Babil, Asur ve Arap medeniyetlerinde kölelik, tam bir toplumsal kurum
haline dönüĢtürülmüĢtür.446
Ġslâm öncesi ve sonrası dönemlerde Ġslâm coğrafyası dıĢındaki bölgelerde insanlar Ģu
yollarla köleleĢtirilirdi: SavaĢ, korsan ve haydutların insan ticâreti için yaptıkları saldırılar,
mahkemelerin bazı suçlar için verdiği cezâ kararları, terk edilen ya da köle olarak satılan
çocuklar, borca karĢılık ve feodal sistemle köleleĢtirme.447
Cahiliye dönemi Arap toplumunda
köleler sınıfı vardı ve köleleĢtirme, genellikle üç yöntemle sürdürülmüĢtür: SavaĢta ele
geçirilen esirlerin köleleĢtirilmesi, baĢka toplumlardan baskınlarla kaçırılan hür insanların
köle pazarlarında satılması ve bir kölenin soyundan gelenlerin köleleĢtirilmesi. 448
442
DEMĠRCAN, Adnan, “Cahiliye ve Hz. Peygamber Dönemi Uygulamalarıyla Nikâh”, Diyanet Ġlmî Dergi,
Ankara, 2013, C. XLIX, S. 3, s. 28; el-BUHÂRÎ, Nikâh, 36; EBÛ DÂVÛD, Süleymân b. el-EĢ„as b. Ġshâk
es-Sicistânî el-Ezdî (ö. 275/889), Talâk, 32, 33, Dâru‟l-Kütübi‟l-Ġlmiyye, Beyrut, 1996. 443
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında/ (2016) 444
Yûsuf 12/20-21. 445
https://ebubekirsifil.com/dergi-yazilari/islam-ve-kolelik-1 arsiv (2016) 446
AKGÜNDÜZ, Ahmet, Osmanlı‟da Harem, TimaĢ Yayınları, Ġstanbul, 2012, s. 77. 447
https://ebubekirsifil.com/dergi-yazilari/islam-ve-kolelik-1 arsiv (2016) 448
DUMAN, M. Zeki, “Ġslam‟ın Köle ve Cariye Sorununa YaklaĢımı”, Ġlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011, S. 12,
s.1-54.
89
Görüldüğü gibi kölelik449
ve cariyelik450
Ġslâm‟la ortaya çıkmıĢ bir uygulama değildir.
Kur‟ân‟ın indiği dönemde Mekke‟de sistem çok ağır uygulamalarla varlığını sürdürüyordu.
Bu uygulama, Ġslâm dininin öncelikle ıslah etmeyi ve zamanla da tamamen kaldırmayı
hedeflediği bir uygulama idi. Ġslâm‟ın baĢlattığı ilk ıslah hareketi sayesinde, uygulama, dünya
milletlerinin büyük ölçüde aynı noktaya gelmeleri sonucunda, bir daha geri dönmemek üzere,
tarihe karıĢtı. Ancak günümüzde sistem, dünyanın birçok yerinde farklı görünümlerle
sürdürülmektedir. Bugün bazı insanlar belki bir savaĢ sonucunda esir alınıp köle olmadılar
ancak onlar açlar, iĢsizler, evsiz-barksızlar, güçsüzler. Bunların bir kısmı, eski köleler ve
cariyeler gibi yaĢıyorlar. ġiddetli ihtiyaç gereksinimi ve güçsüzlük onları köleleĢtirmiĢtir
artık. Bu sebeple insanlık, Ġslâm‟ın baĢlattığı ıslah hareketinde kendisinden beklenen
geliĢmeyi gerçekleĢtirememiĢtir. Yapılması gerekenin ancak çok küçük bir bölümünü
gerçekleĢtirebilmiĢtir. Bu konuda Ġslâm‟ın hedeflediği Ģey, tüm dünyada insanın haysiyetine
yaraĢır bir özgürlük ve adâletin teminidir.451
Kur‟ân‟ın indiği dönemdeki kölelerin Ġslâm‟ı
seçmiĢ olması ancak bu hedefin bir tezahürü olarak açıklanabilir.
Kur‟ân, insanlık tarihinde derin bir geçmiĢe sahip olan ve toplumların sosyal,
ekonomik ve kültürel yapılarına kadar sinmiĢ olan bir vakıayı bir anda tümüyle
kaldırmamıĢtır. Ancak Kur‟ân, köleleĢtirmenin kaynağını teke indirerek zorlaĢtırmıĢtır. Zîrâ
Kur‟ân‟a göre yukarıda köleliğe kaynaklık eden sebeplerden sadece savaĢ sonucunda kölelik
gerçekleĢebilmektedir. SavaĢ sonucunda esir alınanların durumu konusunda beĢ ihtimal
vardır: esirlerin öldürülmesi, karĢılıksız serbest bırakma, belli bir bedelle serbest bırakma,
hapse atma ve köleleĢtirmek. Farklı Ģartlara ve imkânlara göre bunların her biri tercih
edilebilir olmasına rağmen esirleri öldürmek, savaĢ sonrası bir katliam anlamına geldiğinden
Ġslâm‟ın insanı yaĢatma mefkûresiyle örtüĢmemektedir. KarĢılıksız serbest bırakma, Ġslâm‟ın
savaĢ mantık ve maksadıyla uyuĢmadığından ve savaĢın caydırıcı olma vasfı ortadan
kalkacağından belli bir bedelle serbest bırakma veya esir değiĢimi her zaman mümkün
olmayabileceğinden hapse atma ise esirlerin uzun süre bakımı düĢünüldüğünde savaĢan
449
Köle, kökeni itibariyle özgür olmayan bir toplum sınıfından gelen, satılıp alınabilen, iktisadi bir araç olarak
görülen ve bir efendiye bağımlı olan kiĢi demektir. BaĢka bir ifade ile köle keyfî, totaliter, müstebit bir güce
veya Ģahsa boyun eğen erkek demektir. Eğer boyun eğmek zorunda kalan bu kimse kadın ise, ona da cariye
adı verilir. Bu kelimelerin Arapça‟da ve Kur‟ân‟da kullanılan karĢılığı ise “ لضا /abd” ve “ أهل/emet”dir. (
DUMAN, a.g.m., s. 5). 450
Cariye, esas itibariyle; seyr ve cereyanından ötürü güneĢe, denizdeki galip vasfı seyri sebebiyle gemiye isim
olarak kullanılır. Hizmetlerindeki sürat ve kıvraklık sebebiyle genç kız ve taze gelinlere; yaygın olarak da
efendilerinin emir ve hizmetleri dairesinde hareket ettikleri için hürriyeti elinden alınmıĢ kadınlara isim
olarak kullanılmıĢtır. Çoğulu “قع/cevârî‟” dir. (DUMAN, a.g.m., s. 5). 451
http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat2/0269.htm-(2017)
90
taraflar ve esirler açısından sorunun çözümüne bir yarar sağlamayacağından kölelik devreye
girmiĢtir.452
Ġslâm‟ın cevaz verdiği kölelik, batılıların kastettiği “devamlı kölelik” değil, Ġslâm‟ın
insana bakıĢı ile ilgili ilkelerle yoğrulmuĢ bir uygulamadır: “Allah‟a ibâdet edin ve O‟na
hiçbir Ģeyi ortak koĢmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba
olan komĢulara, yakın komĢulara, yanında bulunan arkadaĢa, yolda kalanlara, sahip
olduğunuz kölelere iyilik edin. ġüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.”453
Hatta
denilebilir ki Kur‟ân, köle âzât etmeye yetime ve yoksula yardım etmeye yanaĢmamayı
onursuzluk olarak ifade etmektedir:454
“ ط.ف٠قس ذنقس م فلل إؽ ما عس .أ هأصعقكهقس .فك
لنطقه غل . ـ ه لث . ولطقه غل .أ ـ Fakat o, sarp yokuĢu aĢamadı. O sarp yokuĢ nedir bilir / ه
misin? Köle âzat etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç-açık bir yoksulu
doyurmaktır.”455
Kur‟ân kölelerin evlendirilmesine yardımcı olmayı emretmiĢtir:“نذللق أ
نن هه ق ا قؿ ه هيفؼل نه إهننإىنقف غقءث ص ن سذيهي قسظ لنا / Bir de içinizden
bekârları ve kölelerinizle cariyelerinizden sâlih olanları evlendiriniz. Eğer fakir iseler Allah
onları kendi lütfundan zengin eder.”456
Bu arada, câriye sâhibinin, câriye ile evliği için bir
nikâh akdine gerek yoktu. Zîrâ câriye sâhibi, câriyenin bütününe sahiptir. Bu sâhiplik,
nikâhtan daha geniĢ bir hukukî tasarruftur ve câriye ile cinsel hayat yaĢamayı da meĢru
kılmaktadır. Öyleyse câriyelerle nikâhsız olarak cinsel temasa girildiği iddiası gerçeği
yansıtmamaktadır. 457
Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in kölelere muamele Ģekli, Kur‟ân‟ın emrettiği Ģekilde
somutlaĢmıĢtır. Hz. Hatice (r.a.)‟ın satın alarak kendisine hediye ettiği Zeyd bin Harise‟yi âzât
etmesi ve kendisini almaya gelen babasının yerine Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in yanında kalmayı
tercih etmesi,458
âzâtlı bir köle olan Hz. Bilâl‟e müezzinlik görevinin verilmesi, Hz.
Peygember‟in âzât ettiği Hz. Üsâme‟nin orduların baĢkomutanlığına getirilmesi, bu konuda
önemli birer örnek teĢkîl etmektedir.459
Yine Efendimiz (s.a.v.), köle
sahiplerine, yediklerinden kölelerine yedirmelerini, kendi giydiklerinden kölelerine de
452
https://ebubekirsifil.com/dergi-yazilari/islam-ve-kolelik-1 arsiv (2016) 453
Nisâ 4/36. 454
KARAMAM vd., a.g.e., C. V, s. 626. 455
Beled 90/11-16. 456
Nûr 24/32. 457
http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat2/0269.htm (2017) 458
YAZIR, a.g.e., C. VI, s. 315-316. 459
ġĠMġEK, M. Sait, Kur‟ân‟ın Ana Konuları, Beyân Yayınları, Ġstanbul, 2005, s. 201.
91
giydirmelerini, kölelere güçlerinin üstünde iĢ yüklememelerini tavsiye etmiĢ,460
kölesine kötü
davranan kimsenin cennete giremeyeceğini, kölelere “kölem”, “cariyem”, değil, “oğlum” ve
“kızım” demeyi bildirmiĢti.461
Böylece Hz. Peygamber (s.a.v.), aslında, efendi-köle ayrımını
fiilen ortadan kaldırmıĢ oluyordu.462
Köle sahibi olmanın ne derece büyük bir sorumluk ifade
ettiği “müslümanlıkta köle almak, köle olmaktır.” tabiriyle özetlenmiĢtir.463
Esirlerin köleleĢtirilmesi, Ġslâm fıkhı açısından “zorunluluk” bildiren bir hüküm (farz,
vacip) olmayıp birçok seçenekle birlikte sadece “mübah” (câiz) dir. Bütün dünya köleliği
ortadan kaldırdı da Ġslâm bunu tek taraflı olarak uyguluyor da değildi. Ġslâm‟da esas olan,
kölelerin özgürlüğüne kavuĢturulmasıdır. Bu amaçla bazı fıkhî hükümlerde, köleliğin zamanla
ortadan kaldırılmasını sağlamaya yönelik tedbirler alınmıĢ, onları âzâd etme (özgürleĢtirme)
nin yolu hep açık tutulmuĢ ve müslümanlar, bu konuda teĢvik edilmiĢtir. Devletin zekât
fonundan kölelerin âzât edilmesi (özgürlüğüne kavuĢturulması) için özel bir
ödenek ayrılması,464
kölelerin sahipleriyle “kitâbet” denilen bir anlaĢma ile belli bir bedelle
özgürlüklerini kazanabilmeleri,465
Ümmü‟l-veled olan (sahibinden çocuk doğuran) cariyenin
doğurduğu çocuğun hür kabul edilmesi, sahibinin ölümüyle de hürriyetine kavuĢması,
yanlıĢlıkla adam öldüren, yalan yere yemin eden ya da Ramazan orucunu cinsel iliĢki ile
bozan kimse için belirlenen keffâretin köle âzât etmek olarak öngörülmesi toplumda nihaî
hedef olarak tümüyle köleliği kaldırmaya yönelik hükümlerdir.466
Bu konu ile ilgili ayetlerde
köle bulamazsa” ifadesinin /فلنىسلنجلض“ kiĢi güç yetiremezse” ifadesi yerine /فلنىسلنـل “
kullanılması vahyin nihaî hedefinin köleliğin tamamen kalkacağına iĢarettir. Zirâ köleliğin
tamamen kalktığı ve azat edecek köle bulunamadığı durumda oruç tutmak, alternatif bir
keffaret olarak konulmuĢtur.467
Kur‟ân‟ın indiği dönemde, köleliği tümüyle kaldırılmamasının nedenine gelince;
Ġslâm‟a göre kölelik, kalıcı bir nitelik değildir. Köleliğin kaynağı olan savaĢlar, varlığını
sürdürmekte idi. Sadece müslümanların kaldırması ile kölelik kaldırılamazdı. Taraflar, esirler
konusunda, köleleĢtirmenin dıĢında bir çözüm (karĢılıklı serbest bırakma, fidye karĢılığı
460
el-BUHÂRÎ, Ġman, 22. 461
el-BUHÂRÎ, Itk, 17; el-MÜSLĠM, Elfâz, 3. 462
https://ebubekirsifil.com/dergi-yazilari/islam-ve-kolelik-1 arsiv (2016) 463
MĠRAS, a.g.e., C. VII, s. 466. 464
Tevbe 9/60. 465
Nûr 24/33. 466
ġĠMġEK, Kur‟ân‟ın Ana Konuları, s. 199-201. 467
ÖZGEL, a.g.t., s. 278.
92
serbest bırakma) konusunda anlaĢtıklarında müslümanlar bunu hep desteklemiĢlerdir.468
Ancak bu her zaman mümkün olamamıĢtır. Tarihî bir vakıa olarak kökleĢmiĢ bir uygulamanın
bir anda tümüyle kaldırılmasını imkânsız ve faydasız kılan birçok sebep vardı. Bu sistem, en
azından toplu öldürmeleri önlüyordu. KarĢı taraf, ele geçirdiği müslümanları köleleĢtirirken;
müslümanların ellerindeki esirleri serbest bırakması beklenemezdi. Esirlerden köle olarak
yararlanma beklentisi, gereksiz kan dökülmesini önleme gibi bir fonksiyonu da vardı. Belli bir
sürece yayılarak ancak kaldırılabilecek bir uygulamanın gerekli tedbirler oluĢturulmadan
hemen kaldırılması, köleler için de ciddî ekonomik ve sosyal buhranlara yol açabilirdi.469
IX. CENNET VE NĠMETLERĠ
Ġthamda bulunanlara göre Kur‟ân‟da cennet; hûrîlerle iliĢkinin yaĢandığı, kadehlerle
Ģarâbın içildiği yer olarak anlatılmaktadır. Onlar bu iddiadan hareketle Kur‟ân‟ın tasvir ettiği
bir cennet tasavvuru yerine ölüp yok olma fikrinin daha mantıklı olduğunu iddia
etmektedirler.470
Ġthama dayanak olarak gösterilen âyet: Nebe‟ 78/31-38.
“ بأكغق ق . أ سلو يه ػق.دضق. س.إى ؿص ق. لظ ق لسثل لو ىف ـ ليلؼق. ءه
. ـ ءد ك س ع ولنىه وقسغدوي ه عع ق ق و ـ قس قسو٠نل طل .ع ح م لمقسلغ .
ق طلل سلل هلليأطىسللقسللغدوي ġüphesiz Allah‟a karĢı gelmekten sakınanlara bir / نل وللىإ
kurtuluĢ, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaĢta, göğüsleri çıkmıĢ genç kızlar ve dolu dolu
kadehler vardır. Orada ne bir boĢ söz iĢitirler, ne de bir yalan. Bunlar kendilerine;
Rabbinden, göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbinden, Rahmân‟dan bir mükâfat,
yeterli bir ihsân olarak verilmiĢtir. Onlar, Rûh‟un (Hz. Cebrâil) ve meleklerin saf duracakları
gün Allah‟a hitap edemeyeceklerdir. Sadece Rahmân‟ın izin vereceği ve doğru söyleyecek
olan kimseler konuĢabilecektir.”471
Bu ithama kaynak olarak gösterilen ilgili âyetlerde, muttakîlere (Allah‟a karĢı
gelmekten sakınanlar), cennette, kendilerine ihsân edilecek nimetler zikredilmektedir. Burada
zikredilen nimetlerden ikisi “ للبأكغقلل ق / kendileriyle bir yaĢta, göğüsleri çıkmıĢ genç
kızlar” ve “س ؿص / dolu dolu kadehler”dir.
468
Muhammed 47/4. 469
ALGÜL vd., a.g.e., C. II, s. 326. 470
https://tr.scribd.com/doc/59723328/Islamiyet-Gercekleri (2016) 471
Nebe‟ 78/31-38.
93
Öncelikle ahiret hayatı dolayısıyla cennet ve oradaki mükâfat konusunun, gaybî bir
mesele olduğu bilinmelidir.472
Ġnsanın zor algılayabildiği bu konu, yine de temsilî bir üslûpla,
insanın dünyada en çok sevdiği nimetler ve bunların cennete özgü bazı lezzet ve hazlarından
bahsedilmiĢtir. Yine bu âyetlerde cenneti hak eden muhatabın dünyadaki amellerine,
beklentilerine, ahlâkî olgunluk derecelerine ve mutluluk anlayıĢlarına göre ödüllendirileceğini
de anlamak mümkündür.473
Cennette müttakîler için hazırlanan bu nimetler, “ يعأ ل ...هل
للسللبشلغ … س لغ أطىؿلو ت /…gözlerin görmediği, kulakların iĢitmediği ve hiçbir
beĢer aklının tam olarak tasavvur edemeyeceği türdendir.”474
Ahiret âleminde biz yeniden yaratılacağız ve duygularımız, talep ve arzularımız
dünyadakine benzemeyecektir. Bu âyette, müttakîlere verilen nimetlerin, dünyadaki isimleri
“bağ, bahçe, çiçek, köĢk, hûrî, gılman ve çeĢitli meyveler”ile zikredilmesi, yalnızca isim
bakımından benzer olmalarından kaynaklanmaktadır. Zîra mahiyetleri tamamen farklıdır.
Cennet hayatına ait nimetlerin, cennetteki özel isimlerini, dünyada bilmek ve onların
mahiyetini anlamak mümkün değildir. Dolayısıyla cennet nimetleri, dünyada bildiğimiz ve
hoĢlandığımız nimetlerin isimleri ile zikredilmiĢ ve dünya nimetleri üzerinden tarif edilmiĢtir.
Orada nefisler farklıdır ve orada canlar neyi isterse Allah onu ihsân edecektir.475
Netice itibariyle âyette müttakîlere va‟dedilen “kendileriyle bir yaĢta, göğüsleri çıkmıĢ
genç kızlar” ve “dolu dolu kadehler”, mahiyetini tam olarak kavrayamayacağımız
nimetlerdir. Kur‟ân, bazen cenneti gönüllerin özleyeceği, gözlerin hoĢlanacağı her Ģeyin
bulunduğu yer;476
bazen meleklerin dilinden: “Biz dünya hayatında da ahiret hayatında da
sizin dostlarınız. Canlarınız ne isterse gönlünüz ne dilerse burada sizin için hazırdır. Bütün
bunlar, bağıĢlayıcı ve esirgeyici Allah'ın bir ikramıdır.”477
Ģeklinde tasvir etmektedir. Bazen
de: “ لؼقءول لق وللى لي أ ليسلغ لنه س أس ه ف٠ك لن ؾا /Yaptıklarına karĢılık olarak, onlar
için ne mutluluklar saklandığını bilemezler.”478
Ģeklinde merak uyandırılmak sûretiyle tavsif
etmiĢtir. Cennet içeceği olarak va‟dedilen içecek ise Kur‟ân‟da “سل ؿلص /dolu dolu kadeh”
ya da “ لل للفعق... ”...kâfûr katkılı içeceklerle dolu kadeh / للؽ للىهؼق479
gibi ifadelerle
472
Bakara 2/3. 473
Fussilet 41/31-33. 474
el-BUHÂRÎ, Tevhîd, 35. 475
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00015.htm 476
Zuhruf 43/71. 477
Fussilet 41/30-32. 478
Secde 32/17. 479
Ġnsân 76/5.
94
zikredilmiĢtir. Ancak Kur‟ân bu içeceği, “ ى ل قسش ول لي ه ġeytan iĢi bir içecek.” bir içki/ علؾا
değil, “ عق .Tertemiz bir içecek...” olarak nitelendirmektedir/ هغقؽ
Bütün bu açıklamalardan ortaya çıkan sonuç Ģudur ki cennetteki mükâfatlar, akılla tam
olarak bilinmesi mümkün olmayan sonsuz mutluluk yurdunun nimetleridir. Mü‟mîn ona
ulaĢmakla aslında Allah'ın rızâsına ulaĢmak istemektedir. Yoksa amaç, dünya gözüyle
ulaĢılmak istenen bir kadın ya da insanı sarhoĢ eden bir kadeh içki aslâ değildir. ĠĢte cennetin
evrensel olan ve her çağa hitap eden yönü de budur.480
X. CEHENNEMLE ĠLGĠLĠ ÂYETLER
Ġthamda bulunanlar, cehennemle ilgili âyetler okunduğunda insanların çoğunun
cehenneme atılmak için yaratıldığını iddia etmektedir.481
Ġthama dayanak olarak gösterilen âyet: A‟râf 7/179.
“ ليا لنأ س ل لى ا نسل ؾس ق يقسجي ن غقه س ضطعأسج لنآطقىا س ل ظلغى
لنقسثلفلى سئلك أ لنأػل لمل سئلك لأ لو ى ـ /Ant olsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri
olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla
iĢitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. ĠĢte bunlar hayvanlar gibi hatta daha da
aĢağıdadırlar. ĠĢte bunlar gâfillerin ta kendileridir.“482
Ġddia edildiği üzere bu âyet-i kerîme ile ifade edilmek istenen mana, insanın varlık
sebebi onun Allah tarafından cehenneme gönderilmesi ya da cehennemin yakıtı haline
getirilmesi değildir. Burada kastedilen Ģey, Allah (c.c.)‟nun insanlara; birer ihsân olarak kalp,
akıl, göz ve kulaklar bahĢettiği halde onların bir kısmı bu yetenekleri, hakkı bâtıldan ayırmada
kullanmak yerine kötülükte kullanmıĢ olmaları483
ve böylece fıtrî değerlerinden uzaklaĢarak
bir hayvanın bile düĢemeyeceği - zîrâ hayvan insana bahĢedilen bu yeteneklerden yoksundur
ve onlardan ahlâkî erdemler beklenemez - bir duruma kendilerini mahkûm etmeleridir. Bu
âyetin (A‟râf 7/179) edebî üslûbunda, içeriği ile ilgili bir üzüntü ve hayıflanma vardır. ġöyle ki
oğulları savaĢta öldürülen bir annenin “ben onları savaĢta sıkılan kurĢunlara yem olsun diye
büyüttüm!” Ģeklindeki sözleri, annenin çocuklarını gerçekte bu amaçla büyüttüğü anlamına
480
ÖZTÜRK, Mustafa, “Kur‟an‟ın Cennet Betimlemelerinde Yerel ve Tarihsel Motifler”, Ġslâmiyat, Ankara,
2001, S. 1, s. 145-162. 481
http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/kutsal-kitaplar/kuran-elestirisi/548-273. (2016) 482
A‟râf 7/179. 483
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. V, s. 454.
95
gelmemektedir. Aksine o, yaĢamakta olduğu büyük acıyı göstererek savaĢtan sorumlu olanları
yermek istemektedir.484
“ إىهللنن لل للظعقسظ للسويف للقس للظيقك للق ج ؼللللن لللعللكد ولله لل للى قعص Ey) / للإ
insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak
hükme bağlanmıĢ bir iĢtir. Sonra Allah‟a karĢı gelmekten sakınanları kurtarırız da zâlimleri
orada diz üstü çökmüĢ hâlde bırakırız.”485
Bu âyetlerin mutlak manâ ifade ettiği gerekçesi ile Kur‟ân‟a göre bütün insanların
cehenneme gireceği kanaatine varmak doğru değildir. Zirâ bu, âyetlerin bağlam (siyak ve
sibak)‟ına, Kur‟ân‟ın, iyi - kötü ve cezâ - mükâfat tasavvuru ile ilgili ilkelerine ters
düĢmektedir.486
Yine Kur‟ân, cennet ehlinin cehennemden uzak tutulacağını, 487
Onların
cehennemin uğultusunu bile duymayacaklarını, 488
dünyada da ahirette de korkmayacakları ve
üzülmeyeceklerine dair Allah‟ın va‟di olduğunu açıklamaktadır.489
Âyetin “(Ey insanlar!)
Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur.” kısmında geçen “هلنن/sizden” zamirinden
kastedilen kimselerin inkârcılar olduğu açıktır. Bunun için söz konusu âyetten bir önceki
âyetlere bakmak yeterlidir.490
Ayrıca ayette geçen ( ننإى هل ) ifadesindeki (لن ) bitiĢik zamiri,
aslında, “siz” manasında değil “onlar” manasında kullanılmıĢtır. Bu ince üslûbu, Kur‟ân‟ın
birçok yerinde görmek mümkündür.491
Buna göre âyetin; “قس ظيقك لق ج sonra Allah‟a karĢı/ن
gelmekten sakınanları kurtarırız” kısmını da, inkârcıların cehenneme girmesinin ardından
müttakîlerin cennete gönderilecekleri Ģeklinde anlamak gerekir.492
“ سلظسك دلنعلك هليع ؼقسلىهش ل ليإ قدلض قس ؽأه هءعكسج س لت لول علك كو لن سل
قس لؽأو لي ل نهليقسج ل Rabbin dileseydi insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet / هى
yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesnâ, onlar ihtilafa devam edeceklerdir.
Zâten onları bunun için yarattı. Rabbinin, „Ant olsun ki cehennemi hem cinlerden, hem
insanlardan (suçlularla) dolduracağım‟ sözü kesinleĢti.”493
Ġnsanların tek ümmet olduklarını bildiren âyetlerde, insanların ihtilâfa düĢmesinden
sonra Allah (c.c.)‟nun peygamberler gönderdiği, ihtilafları çözmeleri için kendilerine
484
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. II, s. 119. 485
Meryem 19/71-72. 486
Teğâbun 64/9-10; Kehf 18/106-108; Hâkka 69/18-35. 487
Enbiyâ 21/101. 488
Enbiyâ 21/102. 489
Yûnus 10/62-64. 490
Meryem 19/66-70. 491
Ġnsân 76/22. 492
SAKA, ġevki, “Mü‟minler Cehennem‟e Girer mi?”, s. 30-40. (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/751/
9589.pdf) 493
Hûd 11/118-119.
96
gerçekleri içeren kitaplar indirdiği açıklanmaktadır.494
Ġhtilâflar hususunda peygamberler hep
iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek sûretiyle inzâr ve tebĢîr görevlerini yerine
getirmiĢlerdir. Bu konudaki bir kısım âyetlerde ise Kur‟ân‟ın, insan iradesini dıĢlamadığı,
sonucu kendisine bırakılmak üzere ona günah iĢleme özgürlüğü verdiği, peygamberlerin
rehberliğinde onların doğru yola teĢvik edildiği, yine de hangi yolu seçeceği insanın kendisine
bırakıldığı anlaĢılmaktadır.495
Allah‟ın verdiği akıl nimetini doğru kullanan ve peygamberlerin
tarif ettiği doğru yolu tercih edenler cenneti; Allah‟ın ve fıtratının gösterdiği doğru yolu
tanımayan, nefsine uyup kötü yolu tercih edip bunda ısrar edenler ise cehennemi tercih
edecektir. Nitekim“قس ؽأو ي نهيقسج Ant olsun ki cehennemi hem cinlerden hem /هى
insanlardan (suçlularla) dolduracağım.” âyeti ile kastedilen mananın bu olduğu
anlaĢılmaktadır.496
Aynı manâ kastı, iddiaya konu olan aĢağıdaki iki âyet için de geçerli
olduğu anlaĢılmaktadır.
“ ك قه ن سج م ؼلض هيه /O gün cehennem‟e, „Doldun mu?‟ deriz. O da,
„daha var mı?‟ der.”497
“ قس لل لل نهلليقسج لل ى هلل هلل قس لل سنلليدلل. للضق للؾ لل لل ك هللئ سلل Eğer/ ؽأو للي
dileseydik, herkese hidâyetini verirdik. Fakat benim, „Ant olsun, cehennemi hem cinlerden
hem de insanlardan dolduracağım.‟ sözüm gerçekleĢecektir.”498
Hemen hemen bütün dinlerde ölüm sonrasında cennet ve cehennem adı altında olmasa
bile insanın mutlu ya da mutsuz bir hayatının olacağı inancı açıktır. Ancak Kur‟ân‟ın bu
konuda getirmiĢ olduğu ilke ve tasvirler daha geniĢ, daha doyurucu ve daha açık bir nitelik arz
etmektedir.499
Kur‟ân; îtikât, ibâdet, muamelât ve ahlâk konuları ile ilgili olarak getirdiği
hayat prensiplerinin hem uygulanmasını sağlamak hem de bunlarla ilgili ihlâlleri önlemek ve
böylece insan hayatını tümüyle ıslâh etmek amacıyla dünya ve ahiret hayatına yönelik olarak
hem özendirici hem de caydırıcı tedbirler almıĢtır.500
Âhiret hayatına yönelik olarak alınan bu
özendirici tedbirler, ölümden sonraki hayat için va‟d edilen ilâhî mükâfatlardır. (cennet ve
cennette ihsan edilen nimetler gibi) Âhiret hayatına yönelik olarak alınan caydırıcı tedbirler
ise ölümden sonraki hayat için, insanın kendi yapıp ettiklerine (ihlâllerine) karĢılık olmak
494
Bakara 2/213. 495
Nahl 19/93; En‟âm 6/35; En‟âm 6/149. 496
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. II, s. 432. 497
Kâf 50/30. 498
Secde 32/13. 499
ÇELĠK, Ahmet, “Kur‟ân‟a Göre Cehenne‟de Kalmanın Semantik Tahlili”, Ekev Akademi Dergisi, 2002, S.
11, s.79. 500
AKBULUT, Ġlhan, “Ġslâm Hukukunda Suçlar ve Cezâlar”, Ankara Üniv. Hukuk Fakültesi Dergisi, Ankara,
2003, C. LII, S.1, s. 167.
97
üzere va‟dedilen ilâhî cezalardır.501
Kur‟ân-ı Kerîm‟de, insanın dünyada yaptığı bir iyiliğin
karĢılığının kat kat mükâfat olacağı ifade edilirken, dünyada yapılan bir kötülüğün (günahın)
karĢılığının ise onun misli502
ile bir cezâ olacağı ifade edilmiĢtir.503
Bütün bunlardan
anlaĢılmaktadır ki Kur‟ân‟ın bütünlüğü içinde konu ele alındığında, söz konusu âyetlerin,
ithama kaynaklık etmekten kesinlikle uzak olduğu anlaĢılmaktadır.
XI. AZÂP ÂYETLERĠ
Kur‟ân‟da çok öfkeli bir yaratıcı portresi olduğu ve azapla ilgili âyetlerin muhataplarını
sürekli cehennemle tehdit ettiği iddia edilmektedir.504
Ġthama dayanak olarak gösterilen âyet:
Bakara 2/275.
“Faiz yiyenler, ancak Ģeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların,
„AlıĢveriĢ de fâiz gibidir‟ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alıĢveriĢi helâl, fâizi haram
kılmıĢtır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) fâizden
vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah‟a kalmıĢtır. (Allah, onu
affeder.) Kim tekrar (fâize) dönerse iĢte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî
kalacaklardır.”505
Bu âyet-i kerîmedeki “ ول لمقس لظ ش ل ل هلىإ قس لظيل لىقسغ ىهليقسولؾ ل قسش /
Fâiz yiyenler, ancak Ģeytânın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar…” bölümde fâizle borç
veren kimse, deliye benzetilmiĢtir. Deli kimse, hâkimiyetini kaybettiği gibi fâizle borç veren
kimse de hâkimiyetini kaybetmiĢtir. Zîrâ bu davranıĢı ile o, kardeĢliğe ve dostluğa ciddi bir
darbe vurduğunun, insan sevgisine ve insanlığın maslahatına ne denli zarar verdiğinin
farkında değildir. Zengin olma uğruna, kaybettiklerinin farkında olmayan bu insanlar, âhirette
de bilinçsiz halleriyle dirilecektir. Zîrâ insan hangi hâl üzere öldüyse Ahirette de aynı hâl
üzere dirilir.506
Fâizli bir muamaeleyi, normal bir alıĢveriĢ olarak gören insanlar, aslında
Allah‟ın harâm kıldığı bir Ģeyi helâl kılarak insanları sömürmektedirler. Onlar, mahĢerde
Ģeytanın çarptığı kimseler (delirenler) gibi kalkarlar ve düzgün yürüyemezler. MahĢerde bu
Ģekilde tanınırlar. Çünkü aldıkları fâizde borç alanın emeğinden alınmıĢ bir fazlalık vardır.
501
Zilzâl 99/7, 8. 502
Bu kelime suç ve ceza arasında biri diğerinin yerini tutan, onun yerine geçen çok yönlü bir denkliği zorunlu
kılmaktadır. Dolayısıyla suçların farklılığı beraberinde cezâların farklılığını getirmiĢtir. (ERDOĞAN, Suat,
“Kur‟ân ve Sünnet IĢığında Suç-Cezâ Uygunluğu”, Bingöl Ünv. Ġlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014, S. 3,
s.132). 503
En‟âm 6/160; Mü‟min 40/40; Yûnus 10/27; ġûra 42/40; Kasas 28/84; Neml 27/90; Nahl 16/126; Hac 22/ 60. 504
http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/kutsal-kitaplar/kuran-elestirisi/548-273- (2016) 505
Bakara 2/275. 506
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. I, s. 217.
98
tebĢîr” kavramı ile insanı iyiye ve güzele teĢvik etmek maksadıyla mutluluk ve/ ك شلغ“
sevincin haberini veren Kur‟ân; “ /إلظقع inzâr” (uyarma) kavramı ile de insanı kötü ve çirkin
iĢlerden sakındırmaktadır.507
Ġnsanın, tercihleri sonucunda karĢılaĢacağı kötü akîbeti haber
vermek, onu bu konuda uyarmak bu kötü tercihi engelleme amacına matuftur. Zirâ bu uyarıyı
yapmak için peygamberler görevlendirilmiĢ ve onlara “uyarıcı”, “sakındırıcı” manasında
.nezîr”denmiĢtir/لللظغ“508
Ayrıca uyarıcı (Peygamber) gönderilmeyen topluluklara azâp
edilmeyeceği bildirilmiĢtir.509
Kur‟ân, tercihi insana bırakarak yaptığı bu uyarılarla, aslında
insanı, kendisini bekleyen tehditlerden koruma amacındadır. Kur‟ân‟ın, insanı fıtratına
uymaya çağıran bu uyarılarını tehdit olarak algılamak ve onun insanı sürekli cehennemle
tehdit ettiği Ģeklinde yorumlamak, en iyimser ifade ile Kur‟ân‟ı anlamamıĢ olmanın bir
sonucudur.
Kur‟ân‟ın azâpla ilgili âyetlerine gelince bu kelime, türevleri ile birlikte Kur‟ân‟da 490
defa geçmekte olup genellikle “ilâhî emirlere karĢı gelenlere verilen ceza” manasında
kullanılmıĢtır.510
Konu ile ilgili âyetler incelendiğinde, azâbın; dünyada,511
kabir hayatında512
ve ahirette513
olmak üzere üç safhada gerçekleĢtiği anlaĢılmaktadır.514
Çünkü insan baĢıboĢ
yaratılmamıĢ ve bütün yapıp ettiklerinin bir karĢılığı vardır.515
Özgür bir irâde ile karar verme
yeti ve yetkisine sâhip olan insan için dünya hayatı ne tümüyle cezâ ne de mükâfat yeridir.
Ġnsanın sınandığı yerdir.516
ĠĢte azâp, evrendeki tüm varlıklara karĢı yapılan her türlü ihlâllerin
karĢılığıdır. Ayrıca hiçbir idârî ve adlî sistem, insanın yaptığı tüm iyilikleri tespit etme ve
ödüllendirme, iĢlediği tüm kötülükleri tespit etme ve cezâlandırma gücüne sahip değildir. ĠĢte
bu noktada Kur‟ân, mükâfat ve cezânın, baĢka bir ifâde ile cennet ve cehennemin varlığının
zorunlu olduğunu bildirmektedir. Öyleyse azâp, mutlak adâlet sâhibi olan Allah (c.c.)‟nun
adâletinin bir gereğidir. Yoksa diri diri toprağa gömülen kız çocuklarının hesabını kim
soracak ve cezasını kim verecekti?517
“Her Ģey zıddı ile kâimdir.” prensibi gereği, aslında, her Ģey zıddı bir varlıkla
tanımlanır ve değer kazanır. Cennetin varlığına bir itirazınız yoksa ve onun insanı
507
Fetih 48/8; Furkân 25/56. 508
Mülk 67/8. 509
Ġsrâ 17/15. 510
YAVUZ, Yusuf ġevki, Azâp, DĠA, Ġstanbul, 1991, C. IV, s. 303. 511
Ankebût 29/40; Ġsrâ 17/103, 171; A‟râf 7/84. 512
Konuya iĢaret eden âyetler: Mü‟minûn 23/100; Mü‟min 40/46; Nûh 71/25. 513
Kehf 18/105, 106; Nisâ 4/139, 145, 161, 172; Mâide 5/72-73; Âl-i Ġmrân 3/151; Ahzâb 33/73. 514
YAVUZ, Azap, DĠA, Ġstanbul, 1991, C. IV, s. 302-303. 515
Necm 53/31; Enbiyâ 21/16; Zariyât 51/56. 516
Mülk 67/2. 517
Tekvîr 81/8.
99
“Ģımarttığına” inanmıyorsanız, cehennemin varlığına da bir itirazınızın olmadığını ve onun
insanı tehdit etmediğini de kabul etmiĢsiniz demektir. Zîrâ Kur‟ân‟daki emir ve nehiyler,
dâvet ve irĢat alanında tebĢir ve inzâr; insanın vicdanında yer bulduğunda ümit ve korku;
Ahiret hayatın da ise biri cennet ve nûr, diğeri ise cehennem ve nâr olarak ortaya çıkar.518
Ġnsanın, fıtratı gereği sahip olduğu adâlet duygusu,519
taĢıdığı sorumluluk duygusu,520
sonsuzluk ve ebedilik duygusu521
ve insanın yaratılıĢının bir amaç (yeryüzünün halifesi
olma)‟a dayanmıĢ olması, 522
ahiret hayatının dolayısıyla da cezâ ve mükâfatın varlığını
zorunlu kılmaktadır. Öyleyse Kur‟ân‟da çok öfkeli bir yaratıcı portresi olduğu iddiasının bir
dayanağı yoktur. Aksine, Kur‟ân‟da merhamet ve adâlet sahibi tek bir yaratıcının sıfatları
vardır. O insanı rahmete, merhamete ve adâlete dolayısıyla da cennete davet etmektedir.
XII. TAKĠYYE
Kur‟ân‟ın, ruhsat, azîmet ya da zarûret ifade eden bazı âyetlerinin takiyye
uygulamasının kaynağı olduğu iddia edilmektedir.523
Ġddiaya dayanak olarak gösterilen
âyetler: Âl-i Ġmrân 3/28, 29; En‟ân 6/119; Nahl 16/106, 107.
“ ؾهيهف طسكفل هي هي ىقسو سءهيص هىقسنفغيأ شظقسو ن أىك لقهل إ ء ه
إىكش قه إسهقسوظغ.س ـ ع نه ذظ هفلك ق و ـ لنهفقس ك ض لوه فطضع نأ
سلضغا ء هل لل ل ه Mü‟minler, mü‟minleri bırakıp inkârcıları dost edinmesin. Kim /قعع
böyle yaparsa, onun Allah ile bir iliĢiği kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden)
korunmanız baĢkadır. Allah, asıl sizi kendisine karĢı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır.
Çünkü dönüĢ Allah‟adır. De ki: „Ġçinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir.
Göklerdeki her Ģeyi, yerdeki her Ģeyi de bilir. Allah, her Ģeye hakkıyla gücü yetendir.”524
Kur‟ân‟ın, takiyyeye onay verdiği iddiasına mesned olarak gösterilen Âl-i Ġmrân
Sûresi‟nin 28. âyetinin nüzûl sebebi olarak; Medîne‟de, bazı Yahûdilerin ya da müĢriklerin
Ensar‟dan bazı müslümanlarla gizlice görüĢerek onları dinlerinden vaz geçirmeye çalıĢtıkları,
bunu fark eden bazı müslümanların (Rifâa bin Münzir, Abdurrahmân b. Cübeyr ve Saîd b.
Hayseme) da bu gizli görüĢmeleri yapan müslümanları uyardıkları, ancak onların bu
518
SAÎD NURSÎ, ĠĢârâtü‟l Ġ‟câz, Tenvîr NeĢriyat, Ġstanbul, 1988, s. 231. 519
Câsiye 45/21-22. 520
Sâd 38/27-28. 521
Câsiye 45/26-27. 522
Mümtehine 60/115-116. 523
http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/kutsal-kitaplar/kuran-elestirisi/487-218 (2016) 524
Âl-i Ġmrân 3/28-29.
100
görüĢmeleri sürdürmeye devam ettikleri ve bunun üzerine bu âyetin nâzil olduğu
zikredilmektedir. Ancak nüzûl sebebi ne olursa olsun, âyette geçen hükümler tüm zamanlar
için geçerlidir. Bu konuda nâzil olmuĢ olan Kur‟ân âyetleri ile Hz. Peygamber‟in ilgili
uygulamaları birlikte değerlendirildiğinde müslümanların; inançlarını tehlikeye sokacak
Ģekilde, inkârcılara inanç açısından yakınlık duymaları ve bu noktada onlarla dostluk
kurmaları yasaklanmıĢtır. Ancak Ġslâm‟ın insana bakıĢını destekleyen ve hayatın istikrarlı bir
Ģekilde devamını sağlayan iliĢkiler özendirilmiĢtir. Bu, aynı zamanda, Ġslâm‟ı bütün insanlığa
ulaĢtırma (teblîğ) gâyesinin de bir parçasıdır. O halde burada yasaklanan dostluk, “itikadi bir
yakınlık” ya da “inanç zemininde bir sevgi ve güven duygusu oluĢumu” Ģeklinde
özetlenebilecek bir yakınlıktır ve bu tarz yakınlıkta, Ġslâm dinine ve müslümanlara sadâkat
yerine, bir takım kiĢisel çıkarlar öne çıkmaktadır. Zîrâ âyette geçen “هي ىقسولل هلليص
/mü‟minleri bırakıp” kaydı ile burada yasaklanan dostluğun çerçevesi çizilmiĢtir.525
Âyet-i kerimede geçen “نك ل أىك لقهل Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) / إ
korunmanız baĢkadır.” istisnâ cümlesi ile yaygın olan manası ile “bir kimsenin olduğundan
farklı görünmeyi sürekli bir davranıĢ biçimi haline getirmesi” anlamında bir takıyye anlayıĢı
ile karıĢtırılmamalıdır. Zirâ bu anlayıĢ, kaçınılmak istenen zararlardan çok daha büyük
zararlar getireceği, kiĢide karakter bozukluğuna sebep olacağı, bireysel ve toplumsal güveni
sarsacağı, dolayısıyla da bu anlayıĢın Ġslâm‟ın ahlâk ilkeleriyle bağdaĢmayacağı açıktır.526
Öte yandan, müslümanlar, daha üst bir değeri ihlâl etmeden, gelebilecek büyük bir
zarara karĢı önlem almak maksadıyla, bazı söz ve davranıĢlarıyla gerçek inanç ve düĢüncesini
gizlemek durumunda kalabilmektedir.527
Bu duruma Müseylemetü'l-Kezzâb‟ın Ģehîd ettiği iki
sahâbinin durumu örnek verilebilir. Müseyleme, esir aldığı iki sahabiyi de “Benim Allah‟ın
elçisi olduğuma Ģehâdet eder misin?” sorusunu sormuĢ, “evet” cevabını aldığı esir sahâbiyi
hemen serbest bırakırken; “Ben dilsizim, ben dilsizim, ben dilsizim” cevabını aldığı sahâbiyi
ise Ģehit etmiĢti. Bu haberi duyan Hz. Peygamber (s.a.v.): “O öldürülen, îmânındaki sadâkat
ve samîmiyet üzere geçti, mübarek olsun; öbürüne gelince o da Allah‟ın ruhsatını kullandı,
bunda da bir zarar yoktur.” buyurdu. Bu hadisin ifade ettiği manâ, iddiaya dayanak olarak
gösterilen aĢağıdaki âyet-i kerîmenin manası ile örtüĢmektedir. 528
525
KARAMAN vd., a.g.e., C. I, s. 538-539. 526
KARAMAN vd., a.g.e., C. I, s. 540. 527
KARAMAN vd., a.g.e., C. IV, s. 541. 528
YAZIR, a.g.e., C. VI, s. 328.
101
“ سنيه يهغحسن وى سل ه وئي هيأ غ إ هلي غطضعهي غللهي ضإو نغؼلبا قف ل
لضقه ه أى للقسلغ ققسذلقسلض نقؿل ذ .طسلكل ظنا ا ظق ن س مقسنلفغي س ل / Kalbi îmânla
dolu olduğu halde zorlanan kimse hariç inandıktan sonra Allah‟ı inkâr eden ve böylece
göğsünü küfre açanlara Allah‟tan gazap iner ve onlar için büyük bir azâp vardır. Bu, onların
dünya hayatını sevip ahireti tercih etmelerinden ve Allah‟ın kâfirler topluluğunu asla doğru
yola iletmeyeceğindendir.”529
Bu âyet-i kerîme, Ġslâm dinine girip inanmanın zevkini yaĢadıktan sonra, dünya
hayatını âhiret hayatına tercih ederek dinden çıkanların Allah‟ın gazâbına uğrayacağı, ancak
kalbi kesin bir îmân ile dolu olduğu halde zorlandığı için inkâr kelimesini söyleyenlerin
bundan müstesnâ olduğu açıklamaktadır. Müfessirler, bu âyetin Ammar bin Yasir hakkında
indiğini belirtmektedir. MüĢrikler Hz. Ammar‟ı, babası Hz. Yasir‟i ve annesi Hz. Sümeyye‟yi
Ġslâm‟dan dönmeye zorladılar. Onlar bunu kabul etmeyince de Hz. Sümeyye‟yi birer
ayağından iki deveye bağlayarak ve ona hakaretler ederek bir mızrak ile karnının deĢtiler ve
onu develerin arkasından sürükletip Ģehit ettiler. Arkasından kocası Hz. Yasir‟i de öldürdüler.
Annesini ve babasını, bu durumda gören Ammar, müĢriklerin iĢkenceleri sonucunda, onların
istediklerini söylemek zorunda kaldı.530
Bundan sonra insanlar onun kâfir olduğunu
söyleyince Rasûlullah (s.a.v.): “Ammâr tepeden tırnağa îmân ile doludur. Ġman onun etine ve
kanına iĢlemiĢtir.” dedikten bir müddet sonra Hz. Ammâr ağlayarak Rasûlullah‟a geldi.
Rasûlullah, onun gözyaĢlarını sildi ve ona “Neyin var? Tekrar ederlerse sen de dediğini
tekrar et.”531
diyerek onu tesellî etmiĢti. Netice itibariyle “kalbi imanla dolu olduğu halde”
ağır baskılara maruz kalan bir mü‟min, görünüĢte inancının tersine bir açıklama veya bir
halde bulunmak zorunda kalırsa bundan dolayı mü‟min olmaktan çıkmaz. Dolaysıyla böyle
bir mü‟minin karĢılaĢtığı baskı veya sıkıntıya “zarûret”; böyle bir zarûret halinde onun
inandığının aksini ifade etmesine veya yapmasına “ruhsat”; zorlanmasına rağmen, inandığı
gibi konuĢmasına ya da davranmasına da “azîmet”, denir. Ayrıca bu âyet, genel bir hukûk
ilkesine de kaynaklık etmiĢtir:532
“Zarûretler, memnû‟ olan Ģeyleri mubah kılar” 533
“ هق ننإ ل م دغ سننه سضفظ ل ط غقؿنه ك لقهو هسننأ ى ؼلل لغقس إى ل ػل غعكنإس
للنسو أ ل ع لك إى للن لغ نث ق لضيل /Allah, yemek zorunda kaldıklarınız dıĢında size neleri
529
Nahl 16/106-107. 530
YAZIR, a.g.e., C. VI, s. 328. 531
es-SABÛNÎ, a.g.e., C. III, s. 345-346. 532
KARAMAN vd., a.g.e., C. IV, s. 386. 533
Yani; ĠĢlenmesi yasaklanmıĢ (haram kılınmıĢ) bazı Ģeyler vardır ki; zaruret halinde bunları yapmak, mübah
olur. Bundan dolayı o iĢi iĢleyen kiĢi bundan sorumlu tutulmaz. (Ahmed Cevdet PaĢa, Mecelle, madde. 21).
102
harâm kıldığını tek tek açıklamıĢken üzerine adının anıldığı hayvanları yememenizin sebebi
nedir? Gerçekten birçokları nefislerinin arzularına uyarak bilmeden (halkı) saptırıyorlar.
ġüphesiz senin Rabbin, haddi aĢanları çok iyi bilir.”534
Bu âyet-i kerîmede, daha önce bu konuda inmiĢ âyetlere atıfta bulunulmuĢtur. Zirâ
Kur‟ân‟daki tertibe göre bu âyetten önce inmiĢ olan bazı âyetlerde, açlıktan ölmek gibi
zorunlu haller dıĢında, neyin harâm ve neyin helâl olduğu açıklanmıĢtır.535
Burada Allah‟ın
adı anılarak kesilen Ģeylerden yenmemesinin sebebi sorgulanmaktadır. Bu sûrenin devamında
aynı konudan bahseden âyetler, daha önceki âyetleri desteklemekte ve onları
açıklamaktadır.536
ġüphesiz, bazı insanlar, bir konuda Allah‟ın koyduğu hükmü aramadan,
kendi arzusunu ölçü kabul ederek harâmı helâl, helâli de harâm göstererek insanları
saptırırlar. Allah (c.c.) sınırı aĢan bu insanları çok iyi bilmektedir. 537
Burada âyette geçen “ إ
ل Allah, yemek zorunda kaldıklarınız dıĢında…” bölümde ifade edilen zarûret /هلقػل غعكنإس
hâlinin ne olduğu konusunda kesin ölçüler belirlemek güçtür. Âyetin sonunda zikredilen “ إى
للنسو لضي أ ġüphesiz senin Rabb‟in, haddi aĢanları çok iyi bilir” bölüme bakılırsa bu / ع ك
durumun büyük ölçüde vicdanî bir mesele olduğu anlaĢılmaktadır. Bu ifade ile aynı zamanda
ruhsatı istismar edecek olan kimseler uyarılmıĢtır.538
,kökünden türeyen “takiyye” kelimesi; korumak, düzene koymak, saklamak ”سل“
ihtiyat tedbiri almak gibi anlamlara gelir. Terim manası ise bir kimsenin can, mal, ırz, nâmus
gibi her türlü kutsal değerlerini açık veya muhtemel tehlikelerden korumak amacıyla gerçek
inancını gizlemesidir. 539
Bu anlamıyla takiyye, zorunlu bir durumu ifade eder ki bunun
Kur‟ân ve sünnette yeri olduğu söylenebilir. Ancak Ġslam‟ın ilk üç asrında Hz. Ali‟nin
soyundan gelen, sonra da “ġia” olarak bilinen kesim, uzun süren iktidar olma arzularını
gerçekleĢtiremeyince bu arzularını gizlilik içinde sürdürme yolunu seçtiler. Onların bu
anlayıĢları, hicri üçüncü asrın ortalarında “asıl niyeti gizleme” olarak da özetlenebilecek bir
inanca dönüĢtü. Kısa bir süre sonra, Ġmamiye Ģiası mensupları, son imamların gizlenme
(gaybet) sebeplerinin bu inanç olduğu, bu gizlenmenin kıyamete kadar süreceği, dolayısıyla
da tüm Ģiilerin kıyamete kadar takiyyeye baĢvurabileceklerini iddia ettiler.540
ĠĢte bu anlamda
534
En‟âm 6/119. 535
Bakara 2/173; Mâide 5/3. 536
En‟âm 6/121; En‟âm 6/145. 537
YAZIR, a.g.e., C. VI, s. 328. 538
KARAMAN vd., a.g.e., C. IV, s. 386. 539
HAKYEMEZ, Cemil, “ġiî Takiyye Ġnancının TeĢekkülü”, Çorum Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, Çorum, 2004, C.
III, S. 6, s. 130. 540
HAKYEMEZ, a.g.e., C. 3, S. 6, s. 144.
103
tanımlanan bir takıyyenin, iddiaya mesned gösterilen yukarıdaki âyetlerle ilgili açıklamalarda
da izah edildiği gibi Kur‟ân‟a dayandırılamayacağı açıktır.
XIII. BEDDUA
Kur‟ân‟da bedduyı belirten bazı sözcüklerin bulunması ilgili olarak da bulunulmuĢtur.
AĢağıda açıklanacak olan birçok sepepten dolayı Kur‟ân‟ın kullandığı bu üslûp, bir eksiklik
olarak görülmüĢtür. Ġtham kısaca Ģöyle:“Ġnsanların Tanrı‟dan, „üstün bir güç‟ten dilekte
bulunmaları doğal. Ama Tanrı‟nın dilekte bulunmasına gelince anlaĢılır gibi değil. Tanrı her
gücün, her Ģeyin üstünde görüldüğüne göre hangi üstün güçten dilekte bulunur?”541
Beddua kelimesi, Farsça‟da “fena, çirkin, kötü” manalarına gelen “bed” kelimesiyle,
Arapçada “dileme, isteme” gibi anlamlara gelen “duâ” kelimelerinin birleĢmesinden
meydana gelmiĢ olup “bir kimsenin baĢına kötü Ģeylerin gelmesi için yapılan duâ”ya
denilmektedir. Bu kelimenin Arapça karĢılığı, “صلل” fiilinin “لللل ” harf-i ceri ile
kullanımından doğar.542
Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in müslümanlara iĢkence eden ve onlara karĢı Ģiddetli tavırları
ile bilinen müĢriklerin ileri gelenlerinden Ebû Cehil, Ümeyye bin Halef, Utbe bin Rebia,
ġeybe bin Rebia ve Ukbe bin Muayt gibi kiĢiler hakkında bedduada bulunduğu ve bu
kimselerin Bedir SavaĢı‟ında öldürülmüĢ oldukları bilinmektedir543
Yine Bi‟r-i Maûne
olayında, Kur‟ân öğretmeleri için çağrılan yetmiĢ civarında sahâbenin pusuya düĢürülerek
Ģehît edilmeleri, Hz. Peygamber, bir ay boyunca sabah namazlarının kunutunda, söz konusu
sahabilere tuzak kuran kabilelere, lânet okuyup beddua etmiĢtir.544
Buna rağmen, beddua Hz.
Peygamber (s.a.v.)‟den en az duyulan sözlerdendir.545
Kur‟ân-ı Kerim‟de birçok âyette farklı kelimelerle bedduaya baĢvurulduğu
görülmektedir. Zîrâ Kur‟ân-ı Kerîm‟de geçen; gazap ( غؼلب ), 546
lânet ( س ل), 547
veyl ( ل ),
548, bu„den ( ا لض ),
549 suhkan ( ؿلذ),
550 ta„sen (ك ـل),
551 tebbe ( كلب ),
552 ıtmis (قؽولؾ),
553 kutile
541
http://www.turandursun.com/turan-dursun/turan-dursun-makaleleri/475-kuran-in-tanrisinin-beddualari (2016). 542
SAYLAN, a.g.m., s. 125-135. 543
AHMED BĠN HANBEL, Müsned, C. I, s. 393-397. 544
el- BUHÂRÎ, Megâzî, 28; el-MÜSLĠM, Ġmâret, 147. 545
el-BUHÂRÎ, Edeb, 37, 38; el-MÜSLĠM, Birr, 87. 546
Bakara 2/61,90; Âl-i Ġmrân 3/112; A‟râf 7/152; Tâhâ 20/81, 86; Nisâ 4/93; Nahl 16/106; Enfâl 8/16; Fetih
48/6; Mâide 5/60; Nûr 24/9. 547
Bakara 2/88; Nisâ 4/46, 47, 52; Mâide 5/13, 60, 64; Nisâ 4/118; Hicr 15/35; Sâd 38/78; Bakara 2/89, 161;
Âl-i Ġmrân 3/87; Tevbe 9/68; Ahzâb 33/64; Fetih 48/6; A‟râf 7/44; Hûd 11/18; Mü‟min 40/52; Ahzâb 33/57;
Âl-i Ġmrân 3/61; Bakara 2/159; Râd 13/25; Muhammed 47/22; Nûr 24/7. 548
Ġbrahim 14/2; Fussilet 41/6, 7; Enbiyâ 21/18; Tûr 52/11; Mutaffifîn 83/1,10; Câsiye 45/7; Bakara 2/79;
Furkân 25/27-29; Âl-i Ġmrân 3/19; Zuhruf 43/6; Zümer 39/22; Kehf 18/47-49; Mâûn 107/4-7; Hümeze 104/1;
104
) ve kâtele (س ل) ( سكل554
kelimeleri, beddua ifade eden kelimeler olduğu görülmektedir. Bu
ifadelerin geçtiği âyetlerde, bedduaların bir kısmı kullara diğer bir kısmı ise Allah‟a izafe
edilmiĢtir. Burada Allah (c.c.)‟nun; Kur‟ân‟daki bedduaların muhatabı olan inkârcıları
kınaması, onları azapla tehdit etmiĢ gibi görünse de aslında kötülenen onların kötü vasıfları ve
ahlâk anlayıĢlarıdır.555
Bu uyarı özü itibari ile insanı kötü ve çirkin olandan sakındırırken iyi
ve güzel olana teĢvik etmektedir.
Ġthama dayanak olarak gösterilen âyetlerden biri:“ للىهللأ للغ ـ ق Kahrolası/ س لل
(inkârcı) insan! Ne nankördür o!“556
Bu âyet-i kerîmede bedduayı belirten sözcük,
“kahrolası” ya da “lânet olunası” Ģeklinde tercüme edilebilecek olan Kutile ( لس ) kelimesidir.
Bu kelime, kâtele ( كلس ) Ģeklinde de kullanılmıĢtır. Âyette beddua edilenlerin kimler olduğu
konusunda, âyetin nüzûl sebebinden hareketle farklı isimler ve görüĢler ileri sürülmüĢse de
“fakirlere, fakirlikleri sebebiyle üstünlük taslayan inkârcı zenginler” olduğu anlaĢılmaktadır.
O dönemde yaĢayan Arapların yaptığı en kötü beddualardan olan bu ifade, Bürûc Sûresi‟nde,
Ġslâm‟dan önceki devirlerde, inananları dinlerinden döndürmek için, onları ateĢ dolu çukurlara
atarak iĢkence eden kimseler için de kullanılmıĢtır. Aynı ifade Müddessir Sûresi‟nde ise bu
kelime, dönemin müĢriklerden olup Mekkeli müĢriklerden; Hz. Peygamber‟in bir sihirbaz
olduğu, Kur‟ân‟ın sihirbazlardan nakledilen bir sihir ve beĢerî bir söz olduğu idddiasını
insanlar arasında yaymalarını isteyen Velîd bin Muğîre için kullanılmıĢtır. 557
“ ـ ذ ضا ـ ه نسشبا ن س س و ـ إى سقك ن ه ـ نك ج كأ إطقعأ نقس ض ن ل ذ ط ى
فنلى أ ل نه نسلكل Onları gördüğün zaman kalıpları hoĢuna gider. KonuĢurlarsa / فدلظع
sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiĢ kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi
kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düĢmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da
(haktan) çevriliyorlar!”558
Âyette “Allah onları kahretsin!” Ģeklinde tercüme edilen “سللكلنه” cümlesi, bir
beddua ifadesidir. Bedduanın muhatabı, âyette özellikleri verilen Abdullah bin Übey, Muğîs
bin Kays ve Cedd bin Kays gibi münafıklar olduğu rivâyet edilmektedir. Âyette, bu
549
Hûd 11/60; Hûd 11/68; Hûd 11/44; Mü‟minûn 23/41. 550
Mülk 67/11. 551
Muhammed 47/8. 552
Mesed 111/1-2; Mü‟min 40/37; Hûd 11/101. 553
Yûnus 10/88. 554
Zariyât 51/10; Müddessir 74/19, 20; Abese 80/17; Burûc 85/4. 555
SAYLAN, a.g.m., s. 131. 556
Abese 80/17. 557
SAYLAN, NesriĢah, “Kur‟ân‟da Beddua”, Fırat Ünv. Sosyal Bilimler Dergisi, Elazığ, 2016, C. XXVI, S. 1,
s. 132. 558
Münâfikûn 63/4.
105
kimselerin, dıĢ görünümlerine çok önem verdikleri, aldatıcı cümleler kullandıkları ancak
onların cansız keresteler gibi rûhsuz, vicdândan yoksun ve korkak kimseler oldukları
belirtilmektedir. Ancak Allah (c.c.), insanları hak ve hakîkatten ayırmaya çalıĢmalarından
ötürü, bu münafıklara beddua etmiĢ ve onların rüsvay olmalarını murat etmiĢtir.559
“ ه هأغ كب ب ك تضقأس س قسذ بفض قهغأكدو ب س بؿظلعقطق ـ ه س
لض ـ ليه ه ا Ebu Leheb‟in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda / د ل
vermedi. O, alevli bir ateĢte yanacak. Odun taĢıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden
bükülmüĢ bir ip olduğu halde karısı da (ateĢe girecek).”560
kelimesine birbirine yakın manalar verilmiĢtir. Zirâ söz konusu kelime “helâk ” ك لت “
olsun”,561
“hüsrâna uğrasın”,562
“çabası boĢa gitsin” ve “hiçbir hayır elde etmesin” gibi
manâlara gelmektedir. Ancak tüm bu manâlar birer beddua ifadesi olmakla birlikte, sûrenin
genel muhtevası dikkate alındığında burada “Ebu Leheb‟in iki eli kurusun! Kurudu da.”
Ģeklindeki manâ tercih edilmiĢtir.563
Bazı âlimler, bu âyetin Ebu Leheb‟in akibetini kesin
gerçekleĢmiĢ gibi mazi (geçmiĢ) kipiyle önceden haber verdiğini ve dolayısıyla da bir
lânetleme içermediği görüĢündeler. Zirâ birkaç sene sonra, yakalandığı çiçek hastalığı ya da
Bedir yenilgisi kahrı ile ölmüĢtür. Bu durumda “elin kuruması”ndan maksat, kiĢinin uğruna
her Ģeyini ortaya koyduğu hedefi gerçekleĢtirmede baĢarısız kalmasıdır.564
Kur‟ân‟da beddua formlarının bulunması, Allah (c.c.)‟nun yaratıcı tek üstün güç olma
vasfı ile bağdaĢmadığı iddiasına gelince bilinmelidir ki Kur‟ân‟ın, indiği dönemdeki ilk
muhataplarının konuĢtuğu üslûbu kullandığı ve ilk muhataplarının konuĢtuğu dille nâzil
olduğu bir vâkıadır.565
Dolayısıyla Kur‟ân, indiği dönemdeki dilde kullanılan beddua ve
kınama üslûbunu kullanmıĢtır. Böylece Kur‟ân‟ın ilk muhatap kitlesinin çok iyi bildiği ve
kullandığı bu üslûp, ilâhî mesajın daha kolay anlaĢılmasını sağlamıĢtır.
VIV. PUTLAR
Kur‟ân-ı Kerîm‟de yirmi civarında put ismi geçtiği, dolayısıyla da Kur‟ân‟ın
putatapıcılığı tamamen reddetmediği Ģeklinde özetlenebilecek ithamdır. Ġçinde bazı put
isimlerinin geçtiği âyetler ya da put isimlerinden alındığı iddia edilen bazı kelime ve harfler
559
SAYLAN, a.g.m., s.133. 560
Mesed 111/1-5. 561
Mü‟min 40/37. 562
Hûd 11/101. 563
SAYLAN, a.g.m., s. 131. 564
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. VII, s. 296. 565
Ġbrâhîm 14/4; Rûm 30/47.
106
dayanak gösterilerek Kur‟ân, putperestliği tamamen yasaklamamakla itham edilmektedir.
Ġthama konu olan olan âyetlerde put isimlerinin nasıl geçtiğini görmekte yarar vardır.566
“ ي مقسللض دن.هلللكلل دويقسللغ قس للسوي.قسللغ ,Hamd, Âlemlerin Rabb‟i, Rahmân/ قسذوللضللع
Rahîm, hesap ve cezâ gününün (ahiret gününün) mâliki Allah‟a mahsûstur.”567
“ إؿلل ن للغق للإسللإ د أ قس لليهللي للض للإسللللح د للك وللأ للإس د إ للأ إؿللذ. و لل
صػلعق لصق آك وى ؿلل لعى لؾ أل ل ـ قؿل ؽ /Biz, Nûh‟a ve ondan sonra gelen
peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ġbrâhim‟e, Ġsmâîl‟e, Ġshâk‟a, Ya‟kûb‟a,
torunlarına, Îsâ‟ya, Eyyûb‟a, Yûnus‟a, Hârûn‟a ve Süleymân‟a da vahyetmiĢtik. Davûd‟a da
Zebûr vermiĢtik.” 568
“ . لل قسلل جنإطق هللغلل طللد نن هللػلل /Battığı zaman necme (yıldıza) ant olsun ki
arkadaĢınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.”569
سلغ“ هلقس سل ق . قس لؼ نقسل٠ Lât ve Uzzâ‟ya ve diğer üçüncüsü Menât‟a ne/أفلغأ
dersiniz?”570
غ“ قسش ع أ /Doğrusu ġi‟râ yıldızının Rabbi O‟dur.” 571
سلي“ آلننق ع ع نلن ليقسشلس ي.ه ـ كلظعىأد ى ل٠ Yaratıcıların en güzelini, sizin/أكلض
ve geçmiĢ atalarınızın Rabb‟i olan Allah‟ı bırakarak Ba‟l‟e mi tapıyorsunuz?” 572
“ كغ سلغي فق ل ؿلي. للإ ؿل٠ما /Sonra gelenler içinde, kendisine bir ün bıraktık,
Ġlyas‟a selâm! dedik.”573
“ ”.Hâ Mîm. Ayn Sîn Kâf/ ـ..دن574
“ġûra” sûre ismi. “ġuârâ” sûre ismi.
”Tâ-Sîn-Mîm/ ؽـن“575
“ ه لللي للل قس لللغآى ؽلللؾكللللكآللل /Tâ-Sîn. Bunlar Kur‟an‟ın, apaçık bir kitabın
âyetleridir.”576
”.Hâ Mîm/دن“577
”Yâ Sîn/ؾ“578
566
http://alaeddinyavuz....rap-tanrilari/ (2016) 567
Fâtiha 1/1-3. 568
Nisâ 4/163. 569
Necm 53/1-2. 570
Necm 53/19-20. 571
Necm 53/49. 572
Sâffât 37/125-126. 573
Sâffât 37/129-130. 574
ġûrâ 42/2. 575
Kasas 28/1. 576
Neml 27/1. 577
ġuarâ 26/1.
107
“ غ.ص قس غآىطقسظ /Sâd.” O Ģanlı, Ģerefli Kur‟ân‟a ant olsun (ki o, Allah sözüdür)” 579
“ ػذ وؾ قسش /ġems”e (GüneĢe) ve onun aydınlığına ant olsun.” 580
“ ل ـ ف ىفلأه ل أس قسش إطقكو إ ؿ هأعؿلهيس لكهيع ىلن ل هلل لقسش زه
دنلنا للنا ه آكل Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki bir Ģey temenni/ذنلنه
ettiği zaman, Ģeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiĢ olmasın. Ama Allah, Ģeytanın
vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaĢtırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.”581
“ هلى.قسوغ أ لغقس لؽ سنلي لكقسذل. لكهليع إس أؼ قس ظ قسن كلكآ /Elif Lâm Mîm Râ.
ĠĢte bunlar Kitab‟ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen gerçektir, fakat insanların çoğu
inanmazlar.”582
Ġddia sahiplerine göre yukarıda meâlleri verilen âyet-i kerîmelerde italik olarak yazılan
kelime ve harflerin tümü, etimolojik olarak Arapça kelimeler olmadığı hatta bu kelimelerin
bir kısmı kök itibariyle ait olduğu dillerde putlar için kullanıldığı halde Kur‟ân‟da çeĢitli
bağlamlarda zikredilmiĢtir. Öncelikle Ģunu belirtmek gerekir ki tarih boyunca dünyanın farklı
bölgelerine yerleĢen insan toplulukları, coğrafî ve fizikî etkilere ve medeniyet seviyelerine
göre değiĢik kelimelerle diller meydana getirip geliĢtirmiĢlerdir. Bu diller, zamanla karĢılıklı
olarak ödünç kelimeler alarak birbirlerini etkilemiĢtir. Bu etkileĢimin neticesinde transfer
edilen kelimelerin bir kısmının etimolojik yapısı tamamen değiĢmiĢ, ancak bu kelimelerin
çoğu köklerini muhafaza etmiĢlerdir. Dolayısıyla Arapça olarak indirilen Kur‟ân-ı Kerîm‟de
de bu tarz yabancı kökenli kelimelerin bulunması bir vâkıadır.583
Arapça, geniĢ bir dil âilesi olan Sâmi diller gurubuna mensuptur. Bu dil gurubu, Arap
Yarımadası‟nın kuzey doğusundaki Bâbil‟den, güney batısındaki Etiyopya‟ya; batıdan
Cezayir ve Tunus‟a; kuzeyden Anadolu‟ya kadar uzanan bir coğrafyaya ait bir dil
familyasıdır. Sami dil gurubu Arapça, Aramice, Ġbranice, Süryanice, Berberice, Amharikçe,
Etiyopyaca dillerinin de yer aldığı 46 dili kapsamaktadır. Bunun yanında müslüman Arapların
gerçekleĢtirdikleri fetihler sonucunda, Kuzey Afrika‟da, bir dönem Ġspanya‟da ve Güney
Avrupa‟nın bir kısmında, Sâmî bir dil olan Arapça konuĢma dili olmuĢtur. Bu kadar geniĢ bir
coğrafyada yaĢamıĢ olan bir dilin diğer dil havzalarından kelime almasında yadırganacak bir
578
Yâsîn 36/1. 579
Sâd 38/1. 580
ġems 91/1. 581
Hacc 22/52. 582
Ra‟d 13/1. 583
USTA, Ġbrahim, “Kur‟ân- Kerîm‟de Semitik Kökenli Özel Ġsimler”, Turan Stratejik AraĢtırmalar Merkezi
Dergisi, Ġlkbahar, 2012, C. IV, S. 14, s. 182.
108
durum yoktur. Nitekim Sâmî diller gurubundaki fiil çekimleri, ses sistemi, ismin halleri, kök
morfolojisi, Ģahıs zamirleri ve sayılar gibi konularda görülen benzerlik ortak özellikler olarak
dikkat çekmektedir. Bu ortak özelliklerin yanında çoğu dinî ve mitolojik terimler ile vücut
organları, hayvan isimleri, dünya ile ilgili coğrafî terimler, sıfatlar, renkler ve âile bireylerinin
isimleri, bu dil ailesinde ortak kök ve kullanıma sahiptirler.584
Sâmî dil gurubunun en kadim dillerinden birisi olan Arapça, ait olduğu dil gurubundan
kelimeler almıĢ ve zamanla bu kelimeler Arapçanın ayrılmaz parçaları olmuĢtur.
Oryantalistler aksini iddia etse de Kur‟ân‟ın indiği dönemde Arapçanın geliĢimini
tamamladığını anlamaktayız. GeliĢimini tamamlamadan önce Arapça, özellikle Farsça,
Süryânice ve Ârâmiceden etkilenmiĢtir. Bunu, Kur‟ân‟daki kelime köklerinden de anlamak
mümkündür. Zira, Arapçanın geliĢim döneminde, baĢka dillerden Arapçaya geçen kelimelerin
bir kısmı, bu dilde otoriter biri tarafından ArapçalaĢtırılmıĢsa bu kelimelere “mu‟arreb”;
Arapçanın geliĢim döneminden sonra ArapçalaĢtırılan yabancı kelimelere “müvelled”;
Arapçaya girdikten sonra aslî hüviyeti üzere kalan ya da kendisinde yabancılık eseri kalan
kelimelere ise “dahil” denmiĢtir. Bu en eski kelimeler Sümerce olup Sâmî milletlerin atası
kabul edilen Akadlar aracılığıyla Arapçaya girmiĢtir.585
Yeryüzündeki alfabe sistemlerindeki harflerin çoğu isim olarak Fenike alfabesinden,
Ģekil olarak da Mısır hiyerogliflerinden alındığı kabul edilir. Ancak her millet, bu harflere,
ihtiyaca binaen, dillerinin fonetik yapısına uyan yeni harfler/sesler eklemiĢtir. Harfler adlarını,
belli varlıkların adından; harflerin Ģekli ise o varlıkların yalın çizgilerle oluĢturulan
resimlerinden almıĢtır. Bu resim ve Ģekillerin bir kısmı zamanla ait oldukları orijinal resmi
andırırken bir kısmı ise ait oldukları orijinal resmin özelliğinden tamamen uzaklaĢmıĢtır.586
Arap alfabesinin kaynağı ve geliĢimi konusunda farklı görüĢler olmakla beraber,
bugün bu konuda kabul gören en güçlü görüĢe göre Araplar, önceleri Güney Arabistan‟da ilk
defa kullanılan ve “Müsned” ya da “Himyeri” denilen bir yazı kullanıyorlardı. Ancak Miladi
III. yüzyılın sonları ile 4. asrın baĢlarından itibaren “Nabât” harflerini kullanmaya baĢladılar.
Yirmi iki harften oluĢan “Nabât” alfabesine, Arap fonetiğine özgü sesleri belirten harfler
ilave edilerek ses sayısını yirmi dokuza çıkarmıĢlardır. Buna göre Arap harfleri, “Nabâtî” ve
584
USTA, Ġbrahim, a.g.m., s. 182. 585
BULUT, Selahattin, “Ta„rîb ve el-Cevâlîkî‟nin el-Mu„arrabı”, Yüksek Lisans Tezi Konya, 2007, s. 24-25. 586
DURMUġ, Ġsmail, Harf, DĠA, Ġstanbul, 1997, C. XVI, s. 161.
109
“Arâmî” alfabeler kanalıyla dünya alfabelerinin çoğunun kaynağı kabul edilen Fenike
alfabesine, oradan da Mısır hiyerogliflerine ulaĢır.587
Arap harflerinin isimlendirilmesi meselesine gelince bu harflerinin önemli bir kısmı
adını, tıpkı Latin alfabesi gibi harfe isim olan kelimenin ilk hecesinden almıĢtır ve “elif-i
memdûde” ( ...ا ء ) ile söylenmektedir.588
( ثاءء ااءء ءاءء حاءء خاءء راء زاء طاءء ظاءء فاءء هاءء ياءء ).
Kalan diğer harfler, dayandıkları eski orijinal adlarını korumuĢlardır: (ص ,ش ,س ,(ذ) د ,ج ,ا
,Yani bu harfler/isimler, temsil ettikleri seslere isim oldukları gibi (,و ,ن ,م ,ل ,ك ,ق ,(غ) ع ,(ض)
kendileri de müstakil birer isimdir. (Elif, Dâl, Zâl, Sîn …. ) Arap harflerine ad olmuĢ bu
isimler, Sami alfabesindeki harflere ait isimlerin devamıdır. Sami topluluklar, dolayısıyla
Araplar harfleri, Mısır hiyerogliflerinden Ģekilleri ve adlarıyla birlikte almıĢlardır. Zamanla
Mısır dilindeki isimlerin telaffuzlarına kendi dillerindeki karĢılıklarını vermiĢlerdir. Harfin
temsil ettiği sesin tezahür ettiği adın bu ilk kısmı muhafaza edilmiĢ ancak adın diğer kısmı
giderek unutulmuĢtur. 589
Hulâsa, bütün diller birbirini etkilemektedir. Her dil gibi Arapça da baĢka dillerden
kelimeler almıĢ ve onları kendi fonetiği içinde ArapçalaĢtırmıĢtır ve bu yabancı kökenli
kelimeler artık Arapçadır. Burada önemli olan bu kelimelerin geçtiği dilde ifade ettiği
anlamdır. Kur‟ân‟da, put isimlerinin geçtiği âyetler incelendiğinde Kur‟ân‟ın, putlara
tapanları “müĢrik”; onlara tapmayı da “Ģirk” olarak nitelediğini ve Ģirk koĢmanın da büyük
zulüm olduğunu görecektir.590
Hal böyle iken Kur‟ân‟ın, puta tapıcılığı tamamen
reddetmediği iddiası gerçekle bağdaĢmamaktadır. Kur‟ân‟ın, her dilde olması bir vâkıa olan
yabancı kökenli kelime bulundurma meselesine gelince Allah (c.c.) ilâhî mesajı (vahyi) daha
önce gönderdiği farklı peygamberlere farklı dillerle göndermiĢtir.591
Kur‟ân yeni bir Arapça
icat edip ve icat edilen bu dille gönderilmiĢ bir kitap değil, indiği dönemdeki insanların
konuĢtuğu en güzel dil ile gönderilmiĢtir.
587
DURMUġ, Harf , DĠA, Ġstanbul, 1997, C. XVI, s. 161. 588
Bu on iki harfe kaynaklık eden isimler için bkz. (DURMUġ, Harf, DĠAĠstanbul, 1997, C. XVI, s. 160-161). 589
DURMUġ, Harf, DĠA, Ġstanbul, 1997, C. XVI, s. 161. 590
“Dikkat edin, halis din Allah‟ındır; O‟nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: „Onlara, bizi Allah‟a
yaklaĢtırsınlar diye kulluk ediyoruz.‟ derler. Doğrusu Allah ayrılığa düĢtükleri Ģeylerde aralarında hüküm
verecektir. Allah Ģüphesiz yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola eriĢtirmez.” (Zümer 39/3).
“Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek Ģöyle demiĢti: “Yavrum! Allah‟a ortak koĢma! Çünkü ortak koĢmak elbette
büyük bir zulümdür.” (Lokman 31/13). 591
“Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah‟ın emirlerini) iyice açıklasın.
Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet
sahibidir.” (Ġbrahim 14/4).
110
XV. ĠNSANIN TÎN SÛRESĠ’NDEKĠ ĠKĠ YÖNÜ
Bu itham, Tin Sûresi‟nin 4. ve 5. âyetleri ile ilgilidir. Bu iki âyet-i kerimeye atıfta
bulunularak Ģöyle denmektedir. “Allah insanı aĢağıların aĢağısında yaratıp diğer canlılara
karĢı üstün hale getirendir. Allah zamanla insanı, gorillerden, Ģempanzelerden,
orangutanlardan ve diğer primat türlerinden ayırıp akıl sahibi yapan ve kim benim daha iyi
kulum olacak diye imtihana tabi tutmuĢtur.”592
Ġthama dayanak olarak gösterilen âyetler:
“ و... قس ظيآهق ؿفليإ عصصأؿ ن ن يك ـ ىفأد ـ غس ضسل ق غ نأغا فل سذ لققسظ
…هوللى /…biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aĢağıların
aĢağısına indirdik. Ancak iman edip salih ameller iĢleyenler baĢka. Onlar için devamlı bir
mükâfat vardır…”593
Tin Sûresin‟de kısa ama etkileyici bir üslûpla ahiret hayatı ile bu hayatta verilecek
cezâ ve ödülün gerekliliği ve mantıkî zorunluluğu anlatılmaktadır.594
Sûre‟nin “لى ـ س ضسل ق
ن ليك ل ـ .biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık” Ģeklinde tercüme edilen 4 / فأد
âyet-i kerîmesi, Allah (c.c.)‟nun insana ihsan ettiği en güzel ve en mükemmel yapısını ve
onun gerek fizyolojik gerekse ruhsal yetenekleri bakımdan tüm varlıklar içinde en mükemmel
canlı olarak yaratıldığı açıklanmaktadır. Ġnsanın bu imtiyazlı yaratılıĢı ve bu sayede onun
yeryüzünde halife kılınması,595
Allah (c.c.)‟nun bir ihsânıdır. Kur‟ân‟ın konu ile ilgili diğer
âyetinde ise insana bahĢedilen bu güzelliğin kaynağı da açıklanmaktadır ki o da Allah
(c.c.)‟nun insanı yaratması, Ģekil vermesi, ona ruhundan üflemesidir.596
Bu âyet-i kerîmeyi
açıklayan bazı rivâyetlerde ise Allah (c.c.)‟nun insanlık düzeyinde olmak üzere bazı
sıfatlarının tecellisi olarak insanı yarattığı açıklanmaktadır.597
Tefsir âlimleri de Allah‟ın
yarattığı en mükemmel varlığın insan olduğu kanâatindedirler. Zîrâ insan; ilim ve irâde sahibi,
konuĢan, iĢiten, dinleyen, gören, düĢünüp önlem alan, hikmetle hareket eden, üreten, ahlâk
sahibi, sorumluluk üstlenebilen ve böylece kendisinden daha güçlü varlıklar üzerinde
hâkimiyet kurabilen tek varlıktır.598
Bütün bu müspet fizikî, rûhî ve zihinsel özelliklerle
donatılmıĢ olan insanoğluna bir yaratılıĢ istikameti de çizilmiĢtir: “ يد لف لغه كسلض فسن
592
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında/ (2016) 593
Tîn 95/4-6. 594
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. VII, s.16. 595
Bakara 2/30. 596
Sâd 38/72. 597
el-BUHÂRÎ, Ġsti‟zân, 1; el-MÜSLĠM, Birr, 115. 598
KARAMAN vd., a.g.e., C. 5, s. 647.
111
أ ل قس ف غ سنلي يقس لن طسلكقسلض سشلل.ه ك ض ل لولىقس ؽ غقس لؽ /Hakka yönelen bir kimse
olarak yüzünü dine çevir. Allah‟ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah‟ın
yaratmasında hiçbir değiĢtirme yoktur. ĠĢte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu
bilmezler.”599
Ancak bazı insanlar Allah (c.c.) kendilerine bahĢedilen bu fıtrata/tabîata sâdık
kalmamaktadır:“Sonra onu, aĢağıların aĢağısına indirdik.”
Sûrenin “ؿلفلي عصصأؿ Sonra onu, aĢağıların aĢağısına indirdik.” Ģeklinde ifade /ن
edilen bölümünde ise iman etmeyen, iyi ve erdemli davranmayan, dünya ve âhiret için iyi ve
güzel iĢler (sâlih amel) iĢlemeyen kimselerin yaratılmıĢların en mükemmeli olabilme
fırsatını/imkânını kötüye kullandıklarından dolayı alçalacakları, açıklanmıĢtır.600
Ġnsanın
kendisinin asla sahip olamayacağı ve tümüyle yaratan Allah (c.c.)‟nun ona ihsanı olan bu
mükemmel özellikler, kötülük yolunda kullanıldığında, bu durum, insanı aĢağılar aĢağısı bir
konuma düĢürür. Böyle insanların durumu açıkça gözlenebilen bir hakikattir. ġöyle ki hırs,
bencillik, Ģehvet düĢkünlüğü, öfke, intikam alma duygusu, menfaat elde etme, makam ve
mevki sahibi olma gibi bazı nefsi arzular nedeniyle insan ahlâkî bakımdan vahĢî bir
hayvandan daha düĢük bir seviyeye düĢer: نأم م نإ لىإى و ىأ ـ ن أ غ بأى ـ كذ
ؿل ٠ Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını /أػل
mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da ĢaĢkındırlar.” 601
VahĢî hayvanlar, beslenmek için ihtiyacı kadar avlanır. Oysa insan çeĢitli gerekçelerle
kendi gibi insanlara katliam uygulayacak kadar aĢırıya gidebilmektedir. VahĢî hayvan
avlanırken sadece pençelerini ve diĢlerini kullanırken; insan, kendisine ihsân edilmiĢ olan aklı
kötüye kullanmakta, hemcinslerini yok etmek için yeryüzündeki enerjiyi de amacı dıĢında
kullanarak en tehlikeli silahları kullanabilmektedir. Hiçbir vahĢî hayvanın, insanları diri diri
yaktığı ve diri diri toprağa gömdüğü görülmemiĢtir. Kendi fıtratlarından uzaklaĢan insan,
bütün sahalarda olduğu gibi inanç konularında da fıtratıyla bağdaĢmayan durumlara
düĢmektedir. Meselâ bazen ağaçlara, hayvanlara, taĢlara, erkek ve kadınlara, hatta cinsî
organlara tapabilmektedirler. Hatta tapındıkları tanrı ve tanrıçalara o kadar çirkin duygularla
yönelirler ki her insan bundan iğrenir. 602
Hulâsa; insanoğlu, rabbini unutur ve fıtratına sâdık kalmazsa tüyleri ürperten gü-
nahlara dalar ve insan olma vasfından uzaklaĢır. Güzel fıtrat ancak îmân, amel-i sâlih ve
599
Rûm 30/30. 600
KARAMAN vd., a.g.e., C. V, s. 648. 601
Furkân 25/44. 602
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. VII, s. 171.
112
takvaya sarılmakla ayakta kalabilir. Bu üç unsur olmayınca fıtrat da kaybolmaktadır.
Görüldüğü gibi iddiaya konu olan söz konusu fıtrat âyetlerinin evrimle, gorillerle,
Ģempanzelerle, orangutanlarla ya da diğer primat türlerle bir ilgisi bulunmamaktadır.
XVI. EVRENĠN ALTI GÜNDE YARATILMASI
Bu konudan itibaren Kur‟ân‟ın bilime de konu olan bazı âyetleri ile ilgili ithamlar
değerlendirilecektir. Burada bilimin ilgili verileri ile âyetler arasında çeliĢki olduğu iddia
edilmektedir. Kur‟ân evrenin altı günde yaratıldığını ifade ederken,“Prof. Dr. Guillaume,
Tevrat‟ta, Tekvin1‟de ve Kur‟ân‟ın Kâf Sûresi‟nde „gökleri ve yeri ve ikisi arasındaki her Ģeyi
altı günde yarattık‟ diye söylendiğinin tersine evrenin altı günde yaratılmadığını biliyoruz.
Meâric 4, Hac 47 ve Secde 5‟te açıklanan dünyadaki elli bin yılın ya da bin yılın, kıyametteki
bir güne eĢit olduğu yorumu da bilimsel açıdan mümkün değildir. Bu âyetler arasında bir
çeliĢki var.”603
ithamı yapılmaktadır.
Ġthama dayanak olarak gösterilen âyet-i kerîmelerde “evrenin altı günde yaratılması”,
yakın ifadelerle zikredilmiĢtir. Bazı âyetlerde, “ قععفلؿل أ لم ق لو ـ gökleri ve / قس ظسلل.قس
yeri altı gün içinde yaratan”604
Ģeklinde; bazen“ هل عع ق ق لو ـ ولفلؿل أ لم قس لظسلل.قس
/gökleri ve yeri, ikisi arasındakileri altı günde yaratan” Ģeklinde ifade edildiği görülmektedir.
Fussilet 41/9-12‟de ise yer ile yeryüzü üzerindeki bitki örtüsü ve benzeri unsurların
yaratılması dört günde ( ع سلض لفلأع ل أ لم قك لأس ف ) ve göğün yaratılması iki günde (.قس لظسلل
ي ه ععفلللل .olmak üzere toplam altı günde (dönemde) yaratıldığı ifade edilmektedir (ق
Böylece Kur‟ân‟da, bu farklı ifadelerle evrenin altı günde (dönemde, aĢamada) yaratıldığı,
açıkça ifade edilmektedir. Bu âyetlerin konusu, hem ilâhî bir kitap olan Kur‟ân‟ı hem ilâhî bir
eser olan kâinat kitabını okumanın önemini kavramaktır. Dolayısıyla da evreni yaratan ve her
Ģeye kâdir olan Allah (c.c.)‟yu bilme ve O‟na iyi bir kul olmaktır. 605
Kur‟ân-ı Kerîm‟de, “arz” (yer) ve “semâvât” (gökler) kelimeleri, 176 defa birlikte
zikredilmiĢtir. Birlikte kullanıldığı durumlarda, bu iki kelimenin, “âlem”i (kâinatı, evreni)
ifade ettiği anlaĢılmaktadır. Bunların birlikte kullanıldığı âyetlerde, Cenâb-ı Hakk‟ın göklerin
603
http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/kutsal-kitaplar/kuran elestirisi/548273 (2016)
GUĠLLAUME, Alfred, “Garp‟ta Ġslâm Tetkikleri‟ Konusuna Dair Konferanslar”, Ġslâm Tetkikleri Enstitüsü
Dergisi, Ġstanbul, 1953-1954, Cüz: 1-4, C. I, s.122. Prof. A. Guillaume, Ġstanbul Üniversitesi‟nde verdiği
konferansta, “bir gün” den maksadın, “elli bin yıl” olduğunun kendisine hatırlatılması üzerine Ģu cevabı
verir: “Binlerce milyon yıl gibi geniĢ zaman kavramını elli bin yıl ile ifade etmenin, bu zamanı „24 saatlik bir
gün‟ ile ifade etmekten daha isabetli olacağını sanmam.” (GUĠLLAUME, a.g.m., C. I, s. 142). 604
A‟râf 54; Yûnus 10/3; Hûd 11/7; Hadîd 57/4. 605
ġĠMġEK, Sait, YaratılıĢ Olayı, Beyân Yayınları, Ġstanbul, 1998, s. 12.
113
ve yerin yaratıcısı ve oraların mutlak hâkimi olduğu, kâinatın sırlarının sadece kendi
bilgisinde olduğu ve evrende bulunan her Ģeyin kendisine boyun eğdiği ifade edilmektedir.606
Âyetlerde zikredilen “altı gün” ifadesindeki “gün” (لم) kelimesi, yirmi dört saat
manasında kullanılmamıĢtır. Zîrâ evrenin henüz oluĢum safhası ifade edilirken gün
mefhumundan bahsetmek mümkün değildir. Burada insan açısından bir anlam ifade etmek
üzere dönem, devir ve aĢama gibi bir anlam ifade etmektedir. Nitekim Kur‟ân-ı Kerîm‟de bu
kelime bazen “an” mânasında607
, bazen insanların hesabına göre bin yıl manasında608
bazen
elli bin yıl anlamında609
kullanılmıĢtır. Dolayısıyla bu altı dönemin her birinin ne kadar süre
devam ettiği ise gaybî bir meseledir. Esasen zaman kavramlarını, yaratıcı ve yaratılan
iliĢkisinin söz konusu olduğu konumlarda, dâima yaratılan açısından dikkate almak gerekir.610
Prof. Dr. Guillaume‟in; Hac 22/47, Secde 32/5 ve Meâric 70/4 âyetleri arasında çeliĢki
olduğu ithamına gelince bağlamları dikkate alınarak incelendiğinde bu âyetlerin her birinin
zaman mefhumunun farklı boyutları ile ilgili olduğu anlaĢılacaktır. Hac 22/47 ve Secde
32/5‟te Ġnsanın “zaman”dan anladığı Ģeyin Allah için bir anlamı olmadığı, dolayısıyla da
O‟nun zamandan münezzeh olduğu, O‟na bir baĢlangıç ve son isnat edilemeyeceği
belirtilmektedir. O‟nun için bir gün ile bin yılın bir farkı yoktur.611
Meâric 4„te ise bir önceki âyette Allah (c.c.) için “ طقسو لعجهل يه / O, derece ve
makamların sahibi Allah‟tandır.”dendikten sonra meleklerin, miktarı elli bin sene olan bir
günde, Allah (c.c.)‟ya yükseldikleri belirtilmiĢtir. Görüldüğü gibi “ ليأسلحؿل ـ elli bin/ سو
yıl”ifadesi, uhrevî hesapla, dünya ya da âhiretteki zaman mefhûmu ile bir ilgisi olmayıp
meleklerin Allah‟a yükselirken geçen zaman olarak söz edilmektedir612
ve burada bir çeliĢki
söz konusu değildir.
XVII. YEDĠ KAT SEMÂ
Ġddia sahipleri Kur‟ân‟ın “yedi kat sema” ifadesi ile ilgili yorumlardan sadece birini
seçerek ve onu tek bir yorummuĢ gibi bilimin ilgili verileri ile karĢılaĢtırmakta ve Ģu ithamda
bulunmaktadır:“Bu mûcize, Kur‟ân‟daki atmosferin yedi kat oluĢu mûcizesinin devamı
niteliğinde aslında. Ġddiaya göre Kur‟ân, yerin içindeki katmanların atmosferin katmanlarına
606
BOLAY, Süleyman Hayri, Âlem, DĠA, C. II, Ġstanbul, 1989, s. 358. 607
Rahmân 55/29. 608
Hac 22/47; Secde 32/5. 609
Meâric 70/4. 610
KARAMAN vd., a.g.e., C. II, s. 535. 611
ESED, Muhammet, Kur‟ân Mesajı, ĠĢaret Yayınları, Ġstanbul, 1996, C. II, s. 680. 612
KARAMAN vd., a.g.e., C. IV, s. 386.
114
benzer olduğu ve yedi tane olduğunu haber veriyormuĢ. Kur‟ân‟nın haber verdiği bu bilgiyi,
bilim daha yeni bulmuĢ. ĠĢin mûcizevi tarafıysa Ģu: bilimin yeni keĢfettiği bu bilgi, Kur‟ân‟da
1400 yıl önceden yazılıymıĢ. ĠĢte Kur‟ân‟ın Allah katından geldiğinin en büyük kanıtlarından
biri olduğunu söylüyorlar. Bunun, Kur‟ân‟ın bir mûcizesi olduğuna inanıyorlar. Oysa durum
hiç de öyle değildir. Çünkü atmosferin yedi değil, beĢ katmandan oluĢtuğunu ve bahsedilen
diğer iki katmanın atmosferin katmanları olarak bilimde yer almadığını, atmosferin özellikleri
olduğunu artık kesin olarak bilmekteyiz.”613
Ġthama dayanak olarak gösterilen âyet: Talâk: 12
“ ه س لوقأى ي هغ ق ؼ ي ل ععه هيق ق ؿو قس ظسل.ؿ ه ه أى سضغا ء ه ل
لول ء ه Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Allah‟ın emri bunlar/سضأدؽن
arasından inip durmaktadır ki Allah‟ın her Ģeye kadir olduğunu ve Allah‟ın her Ģeyi ilmiyle
kuĢattığını bilesiniz.”614
“Semâ” )ؿلوء( kelimesi “sümüvv” ( ”kökünden türemiĢ olup sözlükte “yükseklik (ؿلو
anlamına gelen bir isimdir. Çoğulu semâvât )ؿللوق( tır. Kur‟ân-ı Kerîm‟de daha çok
“gökyüzü” anlamıyla zikredilen bu isim, “bulut, yüksekte olan her Ģey, evin tavanı, yağmur,
atın sırtı”gibi mânâlara da gelmektedir. Kur‟ân‟da kelimenin müzekker615
, müennes616
,
müfred,617
ve cem‟i618
olarak kullanımını görmek mümkündür.619
“Semâ” )ؿلوء( kelimesi,
Kur‟ân-ı Kerîm‟de üçü Mekkî dördü de Medenî olmak üzere, yedi âyette “yedi gök”
anlamında kullanılan )قسـوققسـ ,ؿ ؿوق( ifadeler geçmektedir.620
Kur‟ân- Kerîm‟de ve hadîs-i Ģerîflerde, dolayısıyla da Ġslâm‟ın varlık tasavvurunda
“Semâ” )ؿلوء( kelimesinin biri fizikî diğeri fizik ötesi olmak üzere iki anlamından söz edilir.
Uzaydaki tüm gök cisimlerinin yer aldığı ve bütün uzaklıkları ifade eden ve gök ile ilgili tüm
ilimlerin (kozmoloji, astronomi, astrofizik vb.) inceleme konusu olan boyut, kelimenin fizik
anlamını teĢkil eder. Kelimenin fizik ötesi boyutu ise Hz. Peygamber‟in, Melekût âleminde,
yedi kat gökte Ģâhit olduğu olayların621
zikredildiği Mi‟râç hadisesinde olduğu gibi söz
613
https://pozitifateizm.wordpress.com/category/elestiriler/kuranin-olmayan-mucizeleri (2016) 614
Talâk 65/12. 615
Müzzemmil 73/18. 616
Fussilet 41/11. 617
Fussilet 41/11. 618
Bakara 2/29. 619
BAġ, Erdoğan, sema, DĠA, Ġstanbul, 2009, C. XXXVI, s. 453. 620
Bakara 2/29; Ġsrâ 17/44; Fussilet 41/12; Talâk 65/12; Mülk 67/3; Nûh 71/15; Mü‟minûn 23/86. 621
el-BUHÂRÎ, a.g.e., Salât, 1; Bed‟ü‟l-Halk, 6; Tevhid, 37.
115
konusu edilen boyuttur. Melekût âleminin diğer varlıkları olan kürsî, arĢ, âlem ve beytu‟l-izze
bu boyuta örnek verilebilir.622
Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde zikredilen “ قسـلوققسـل” ve “ؿل ؿلوق” ifadesi “yedi
kat gök” manâsında kullanıldığı gibi hadislerde de aynı manâda kullanılmıĢtır.623
“Yedi kat
gök” ifadesinden ne kasdedildiği konusuna gelince bu konuda serdedilen görüĢler üç baĢlık
altında tasnîf edilebilir.
1. Kur‟ân‟ın bazı âyetlerinde olduğu gibi624
“yedi kat gök” ifadesinin geçtiği âyetlerde
de “yedi” rakamının “kesretten kinâye” olduğu, temsilî bir anlam taĢıdığı ve dolayısıyla da
semânın katlarının yedi ile sınırlandırılamayacağı Ģeklinde özetlenebilecek görüĢtür. Buna
göre kürsî ve arĢ ya da Uranüs ve Neptün de ayrı ayrı sekiz ve dokuzuncu katlar olarak
sayılabilir.625
Birçok dilde olduğu gibi Arapçada da bu temsilî anlatım örnekleri
bulunmaktadır: “ ل لض ذلغ ه ؿل أ هلي لض قس ذلغولض أس٠ما ععهيهجغ أ وفق س ه إى ه لول
دنلنا ؼلؼا / Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa arkasından yedi deniz
daha ona katılsa Allah‟ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. ġüphesiz Allah mutlak güç
sâhibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”626
Burada “ ذلغ yedi deniz” ifadesindeki yedi /ؿل أ
sayısının çokluk bildirdiği açıktır. Dolayısıyla Kur‟ân‟da geçen yedi gök ifadesinden “yedi
âdet gök” anlaĢılabileceği gibi “birçok gök” de anlaĢılabilir.
2. “Yedi kat gök” )ؿل ؿلوق( ifadesini, Kur‟ân‟ın müteĢâbih ifadelerinden sayan
görüĢtür. Kur‟ân‟da “Yedi gök” terkibinin mücmel olarak ifade edilmiĢ olması, birçok farklı
yorumu da beraberinde getirmiĢtir. Bu farklı yorumlara dayanarak bazı müfessirler, semânın
yedi kat olarak yaratıldığını açıklayan âyetlerin, Kur‟ân‟ın müteĢâbih (mahiyeti fizikî ölçüm
ve aygıtlarla tam olarak bilinemeyen) âyetlerinden olduğunu ifade etmiĢlerdir. 627
Bu durumda
bazı Kur‟ân âyetleri ve hadîs metinlerinde zikredilen gökyüzüne iliĢkin “Ebvâb” (kapılar),
“Sakf” (dam), “Ģidâd” (sağlam ve metin olanlar) ve “bina etme” gibi maddî anlam ifade
eden kavramları, tıpkı meleklere atfedilen kanatları, meleklerin metâfizik yapıları içinde
değerlendirdiğimiz gibi metâfizik hususlar olarak anlamak gerekir.628
622
BAġ, Erdoğan, sema, DĠA, Ġstanbul, 2009, C. XXXVI, s. 453. 623
TĠRMĠZÎ, Tefsîr, 57; el-BUHÂRÎ, Salât, 1. 624
Lokman 31/27; Tevbe 9/80. 625
TANTÂVÎ CEVHERÎ, Cevâhir, Kahire, 1935, C. I, s. 46-49. 626
Lokman 31/27. 627
BAġ, sema, DĠA, Ġstanbul, 2009, C. XXXVI, s. 453. 628
ÇĠÇEK, Halîl, “Kur‟ân‟da Sema Kavramı”, Dicle Ünv. Ġlahiyat Fakültesi Dergisi, Diyarbakır, 1917, C. 9, S.
1, s. 15.
116
3. Bu ifadedeki “yedi” rakamını gerçek mânada kullanıp yorumlayan görüĢtür. Bu
görüĢ aynı zamanda birçok farkı yorumu içinde barındıran görüĢtür.
a. Müfessirlerin çoğunluğunun görüĢü: Buna göre Kur‟ân- ı Kerîm‟de “dünyâ
semâsı” ya da “yakın semâ” (قسـللوءقسللض)629
Ģeklinde zikredilen semâ; galaksiler ve
gezegenlerden oluĢan; güneĢ, ay ve yıldızların da bulunduğu fiziki semanın birinci katını
oluĢturmaktadır. Bu dünya semâsının ötesinde altı kat semâ daha bulunmaktadır ki bunların
mahiyeti bilinmemektedir. 630
Kur‟ân‟da, sıkça Allah (c.c.), gök cisimlerini dile getirerek
kudretinin bir delîli olarak insanın duyularına ve aklına hitap etmiĢtir. Böylece, Allah (c.c.),
ilim ve kudretinin sonsuzluğu ve bu sonsuz kudretin bir tecellisi olarak bu geniĢ evreni
yarattığını, dolayısıyla da insan için tümüyle evreni kavramanın zorluğunu bildirmiĢtir ki bu
ihtimalin akla uzak olmadığı anlaĢılmaktadır.631
“Eğer yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve
deniz de ardından da yedi deniz daha eklenerek (mürekkep) olsa yine de Allah‟ın kelimeleri
(yazmakla) tükenmez”632
âyeti bu yorumu teyit etmektedir.
b. Batlamyus nazariyesinin esas alındığı eski astronomi bilginlerinin görüĢü: Buna
göre semânın katları, Merkür, Venüs, GüneĢ, Merih, Jüpiter, Satürn ve Satürn sonrası Ģeklinde
sıralanır. Bilimsel Geçerliliğini yitirmeye baĢlayan Batlamyus nazariyesine dayandığı için ve
sonradan Uranüs ile Neptün‟ün keĢfedilmesinden dolayı bu görüĢ eleĢtirilmiĢtir.633
Eski
dönem müfessirlerin çoğunun göklerin ve yerin yaratılıĢı gibi konulardaki yorumları,
Batlamyus ve Kopernik‟in izahlarına dayanmakatadır.634
Batlamyus ve Kopernik‟in bu
görüĢleri, yeni bilimsel geliĢmelerle aĢılınca, hâliyle, müfessirlerin, ilgili âyetler hakkındaki
yorumlarının isâbetli olmadığı ortaya çıkmıĢtır.
c. Semâyı, iĢârî ve ruhanî anlamla yorumlayan bazı tasavvuf âlimlerinin görüĢüdür ki
onlara göre yedi kat semâ, insanın olgunlaĢma dereceleri ve insanın Allah‟a yükselirken
aĢması gereken önemli basamaklardır. Ġnsan ruhu, irfanla donanır, kesretten (çokluktan)
kurtulup vahdete (birliğe) ulaĢırsa ancak o zaman yedi kat semayı aĢabilir ve böylece Allah‟a
ulaĢabilir.635
629
Sâffât 37/6; Fussilet 41/12; Mülk 67/5. 630
BAġ, sema, DĠA, Ġstanbul, 2009, C. XXXVI, s. 455. 631
ÇĠÇEK, a.g.m., s. 16. 632
Lokmân 31/27. 633
BAġ, sema, DĠA, Ġstanbul, 2009, C. XXXVI, s. 455. 634
ġAHĠN, Furkan, “Yeryüzünün ve Göklerin Yaratılmasıyla Ġlgili Âyetlerin Modern Ġlmî Veriler IĢığında
Yorumlanması”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006, s. 93. 635
BAġ, sema, DĠA, Ġstanbul, 2009, C. XXXVI, s. 455.
117
d. Semânın katlarıyla kastedilen Ģeyin, atmosferin katmanları olduğunu düĢünen
çağdaĢ bazı coğrafyacı ve astrofizikçilerin görüĢü: Bunlara göre semânın katları: troposfer,
stratosfer, ozonosfer, mezosfer, termosfer, iyonosfer ve ekzosfer Ģeklinde sıralanmıĢtır. Bu
görüĢ, semayı atmosfer tabakasından müteĢekkil gördüğü için kabul görmemiĢtir.636
Bazı bilim adamları bu yedi tabakanın bazılarını, müstakil birer katman olarak değil,
atmosferin birer özelliği olarak nitelendirmiĢ ve aynı tabakadan saymıĢlardır. Bu durumda
sayı tam olarak yedi rakamına tekabül etmemektedir. Buna göre yedi rakamının kesretten
kinaye (çokluktan kinâye, temsili) olan ikinci mânasına göre yorumlanmıĢtır. Gökyüzünün
tabakalarında olduğu gibi yeryüzünün bazı katmanları da aynı kategoride sayılmıĢ
olduğundan, yeryüzünün tabakaları için de yedi sayısı kesin değildir. Bu durumda da yedi
rakamı çokluktan kinâye olarak yorumlanmıĢtır. Katmanların sayısı ne olursa olsun, bilim,
atmosferin birbirinden ayrı ve de birbirine uyumlu tabakalardan meydana geldiğini ancak son
yüzyılda tespit edebilmiĢtir.637
Sonuç itibariye, Kur‟ân‟ın farklı âyetlerinde zikredilen “yedi kat gök” ifadesinden
anlaĢılan Ģudur ki kendine has özellikler taĢıyan, bizim tam olarak tanımlayamadığımız bir
Ģekilde düzenlenmiĢ ve her biri diğerini kuĢatmıĢ biçimde yedi farklı gök var. Konu ile ilgili
Kur‟ân âyetleri ve yeni bilimsel geliĢmeler dikkate alındığında, yedi kat semayı; dünyayı
merkez kabul ederek bu merkezin etrafından dıĢa doğru daha büyükleri ile birbirlerini
sarmalayan ve muazzam büyüklüğe ulaĢan bir küre olarak tasavvur etmek mümkündür.638
Galaksiler, gezegenler, güneĢ, ay ve yıldızların da bulunduğu semâ, yedi kat göğün birinci
katını oluĢturmaktadır. Dünya seması olarak da isimlendirilen bu semânın ötesinde altı kat
sema daha bulunmaktadır ki bunların mahiyeti bilinmemektedir. Ancak her bir göğün kendine
has bir iĢleyiĢi ve oluĢ Ģekli olduğu ayet639
ile sabittir.640
Ayrıca ilgili Kur‟ân âyetlerinin
dikkatimizi semâlara çekmesi, insanın sarf edeceği çaba ile kalan altı kat sema hakkında da
bilgi sahibi olabileceğini ve mevcut bilgilerinin sınırlarını geliĢtirebileceğini göstermektedir.
Bu, evren hakkında bir farkındalık meydana getirecek ve Allah (c.c.)‟nun kudretini ve
azametini anlamamızı kolaylaĢtıracaktır: “Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını
636
KOCABAġ, ġakir, Kur‟ân‟da YaratılıĢ, Küre Yayınları, Ġstanbul, 2004, s. 96-97. 637
ġAHĠN, a.g.e., s. 118-119. 638
ÖZDEMĠR, Ġsmail, “Kur‟ân-ı Kerim‟de Göklerin ve Yerin YaratılıĢı ve “Altı Gün” Problemi”, Marmara Ünv.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 82. 639
Fussilet 41/12. 640
ġAHĠN, a.g.e., s. 118-119.
118
yaratandır. Allah‟ın emri bunlar arasından inip durmaktadır ki Allah‟ın her Ģeye kadir
olduğunu ve Allah‟ın her Ģeyi ilmiyle kuĢattığını bilesiniz.” 641
Allah (c.c.)‟nun varlık, birlik ve kudretinin somut olarak anlaĢılmasına vesile olması
açısından bilimsel tefsir yöntemi önemli olmakla birlikte, Kur‟ân‟ın, esasen, bir bilim kitabı
değil; bir hidâyet kitabı olduğunu unutmamak gerekir. Onun evrene dair verdiği misalleri bu
açıdan okumak/anlamak gerekir. Dolayısıyla onu bir bilim kitabı gibi anlamaya ve
yorumlamaya çalıĢmak doğru bir anlama yöntemi değildir. Bilimsel olarak kanıtlanmamıĢ
değiĢken verilerle yapılan yorumların ilgili âyetlerin kesin yorumu ve dolayısıyla da Allah‟ın
murâdı olamama ihtimalini de hesap etmek gerekir.642
“Yedi kat gök” ifadesinin mevcut bilimsel verilerle çeliĢtiği iddiasına gelince bu
ifadenin fizik ve fizik ötesi yorumlara açık olması ya da mücmel olarak zikredilmiĢ olması,
âyetlerin farklı yorumlanmasına imkân vermektedir. Ġddia sahiplerinin, bütün muhtemel, hatta
kuvvetle muhtemel yorumları yok sayarak, âyetin manasını, sadece atmosferin katmanları
olarak yorumlayan görüĢe indirgemeleri, üstelik bu yorumu tek ve kesin yorummuĢ gibi
sunmaları ilmî olarak açıklanabilir ve kabul edilebilir bir durum değildir. Burada üzerinde
fikir birliğine varılmamıĢ bir yorumun, yine bilimsel olarak henüz tam kanıtlanmamıĢ bir ilmî
veri ile çeliĢtiği iddiası var. Söz konusu yorumu kabul etmemiz halinde bile buradaki yedi
sayısının kesretten kinaye olduğu yorumu ile açıklanmıĢtır.
XIII. EN YAKIN SEMÂ
Ġddia sahipleri, Kur‟ân‟ın “en yakın sema” ifadesi ilgili kabul görmeyen bir yorumu
bilimin ilgili verileri ile karĢılaĢtırmakta ve Ģu iddiada bulunmaktadır: “En yakın göğü
kandillerle süsledik”âyetinde geçen „en yakın gök‟te (Troposferde) yıldızlar varmıĢ.
Atmosferin en yakın katmanı Troposferdir. Bu katman kutuplarda 6 km, ekvatorda 16 km
kalınlıktadır. Yani mûcizevi âyete göre, kutuplarda 6 km. yakınında yıldızlar var, ekvatorda
16 km yakınında yıldızlar vardır. Bilime göre bize en yakın yıldız, GüneĢ‟tir ve uzaklığı
yaklaĢık 150 milyon km‟dir.”643
Ġddiaya dayanak olarak gösterilen âyet: Fussilet Sûresi‟nin 12. âyetidir.
“ وظ وءقسض ـ ػ قس ؿوءأهغ دف أ ي ه ف ق ؿو ؿ ي د ظطسلكك لضغف ؼ خ
Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi / قس ؼلؼقس للن
641
Talâk 65/12. 642
KAYA, Mehmet, “Bilimsel Tefsir ve DeğiĢim”, Mütefekkir Dergisi, Haziran, 2016, S. 5, C. III, s. 120. 643
https://pozitifateizm.wordpress.com/category/elestiriler/kuranin-olmayan mucizeleri/ (2016)
119
iĢini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. ĠĢte bu, mutlak güç sahibi ve
hakkıyla bilen Allah‟ın takdiridir.”644
“En yakın gök” ifadesi, Kur‟ân-ı Kerîm‟de iki âyette daha geçmektedir.645
Bazı
müfessirler, bu âyetlerdeki “dünya semâsı” ya da “yakın semâ” (قسـللوءقسللض)‟dan kasıt,
galaksiler ve gezegenlerden oluĢan; güneĢ, ay ve yıldızların da bulunduğu kattır ve bu kat
semanın birinci katını oluĢturmaktadır. Bu katın (Dünya semasının) ötesinde altı kat semâ
daha bulunmaktadır ki bunların mahiyeti bilinmemektedir. 646
“Biz, bu görüĢü Yüce Allah‟ın sonsuz güç ve büyüklüğü açısından daha kuvvetli bir
görüĢ olarak buluyoruz. Bugünkü bilimsel geliĢmeler henüz bu yıldızlardan müteĢekkil olan
evreni aĢamamıĢtır. Ancak son zamanlarda paralel evrenlerden bahsedilmektedir. Buna göre
uzaydaki kara delikler vasıtasıyla bizim bildiğimiz yıldızlar, galaksiler, gaz ve toz
bulutlarından müteĢekkil evrenin dıĢına çıkılıp baĢka bir evrene veya evrenlere
geçilebilmektedir. Kimi araĢtırmacılar Kur‟ân‟daki „Târık‟ yıldızının bu kara deliklere iĢâret
ettiğini belirtirler.647
Bu kanaat sahiplerine göre kara delikler, Târık Sûresi‟nin mâna
sınırlarına yaklaĢım yaparak, bizlere yalnız uzayın değil; uzay ötesinin de sınırlarını ifĢa
etmektedir.”648
Buna göre, iddia edildiği üzere, “Kur‟ân‟a göre atmosferin en yakın katmanı olan
Troposfer‟de (bu katman kutuplarda 6 km, ekvatorda 16 km kalınlıktadır) yıldızlar var”
iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Zirâ dünya semâsının; galaksiler, gezegenler, güneĢ, ay ve
yıldızların bulunduğu muazzam bir geniĢliği ifade etmiĢ olması kuvvetle muhtemeldir.
Semânın katlarından kastedilen Ģeyin atmosferin katmanları (troposfer, stratosfer,
ozonosfer, mezosfer, termosfer, iyonosfer ve ekzosfer) olduğu düĢüncesi, çağdaĢ bazı
coğrafyacı ve astrofizikçilerin görüĢüdür. Ancak semayı atmosfer tabakasından müteĢekkil
gördüğü için bu yorum kabul görmemiĢtir.649
ġunu da ifade etmemiz gerekir ki “ق لب ؼل قسن لوءقسلض ـ Biz, en yakın göğü / إ لػ لقس
zinetlerle, yıldızlarla (yıldızların süsü) ile donattık.”650
âyetinde ifade edilen „yakın göğün
yıldızlarla süslenmesi‟ nden anlaĢılan, yıldızların yakın semada yer aldığı değil, yıldızların
birinci semadaki görüntüsünün oluĢturduğu süstür. Âyette, yakın göğün, yıldızlarla değil,
644
Fussilet 41/12. 645
Sâffât 37/6; Mülk 67/5. 646
BAġ, sema, DĠA, Ġstanbul, 2009, C. XXXVI, s. 455. 647
Târık 86/1-3. 648
ġAHĠN, a.g.e., s. 124. 649
KOCABAġ, a.g.e., s. 96-97. 650
Sâffât 37/6.
120
yıldızların süsü (ؼلل قسنق للب) ile süslendiği açıkça ifade edilmektedir. Zîrâ dünyadan
bakıldığında, yıldızların muazzam görüntüsü ile donatılmıĢ bir gökyüzü görürüz.
Burada konu ile ilgili âyetler, kesin olmayan ya da herkesçe kabul görmeyen bir
yorum esas alınarak, bu ayetler ile bilimin bu konudaki verisi karĢılaĢtırılmıĢtır. Kanaatimizce
bu Ģekildeki bir karĢılaĢtırma yanlıĢtır ve dolayısıyla iddia mesnetsiz bir iddiadan öteye
geçmemektedir.
Kur‟ân‟da, sıkça gök cisimleri dile getirilmiĢ; Allah (c.c.)‟nun sonsuz kudretinin bir
delîli olarak insanın duyularına ve aklına hitap edilmiĢtir. Böylece, Allah (c.c.), ilim ve
kudretinin sonsuzluğunun bir tecellisi olarak bu geniĢ evreni yarattığını, dolayısıyla da insan
için tümüyle evreni kavramanın zorluğunu bildirmiĢtir.651
Lokman Sûresi‟inde, “Eğer
yeryüzündeki ağaçların tümü kalem ve deniz ardından da yedi deniz daha eklenerek
(mürekkep) olsa yine de Allah‟ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez”652
buyurulmak sûretiyle bu
perspektif teyit edilmiĢtir.
XIX. DÜNYA’NIN ġEKLĠ ĠLE ĠLGĠLĠ ÂYETLER
Bu ithama göre Kur‟ân‟da, Dünyâ‟nın küre Ģeklinde olduğunu bildiren âyet yoktur.
Tersine dünya‟nın düz olduğunu ifade eden âyetler vardır:“Kur‟ân, Dünyâ‟nın ve diğer
gezegenlerin küre seklinde olduklarını bilseydi âyetler bundan mutlaka bahsederdi.
Kur‟ân‟da “yuvarlak”, “dâire”, “küre”, “çember" kelimeleri geçmez. Ancak Dünyâ‟nın düz
olduğunu imâ eden âyetler bulunmaktadır.”653
Ġthama mesnet olarak gösterilen iki âyet Ģunlardır: Kâf 50/7, ġems 91/6.
Âyet-i kerîmelerde Dünya‟nın Ģekli ile ilgili geçen ifadelerden bir kısmı Ģunlardır:
“ ععهلضص ق ... /Yeryüzünü de yaydık...654
ل“, هلؽذ عع ق / Yere ve onu yayıp döĢeyene
ant olsun,”655
,“ ل عع لضطسلكصد ق / Ardından yeri düzenleyip döĢedi”656
لح“, عع إسلق
”?Yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı / ؿل ذت657
قس لظهلض قعع“ , ل / O, yeri
yayıp döĢeyen,…”658
,“ سنللللنقععفغقهلللل ...قس للللظ لللل / O, yeri sizin için döĢek
651
ÇĠÇEK, a.g.m., s. 16. 652
Lokmân 31/27. 653
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında (2016) 654
Kâf 50/7. 655
ġems 91/6. 656
Nâzi‟ât 79/30. 657
ĞâĢiye 88/20. 658
Ra‟d 13/3.
121
yapan…dır.”659
,“ ... قععهلضص / Yeri uzatıp yaydık…”660
,“ ععفغهل ق ... / Yeri de biz
döĢedik…”661
,“ صق ععه ق ?Biz yeryüzünü bir döĢek, yapmadık mı / أسنج 662
Kur‟ân-ı Kerîm, bu âyet-i kerîmelerin bir kısmındaki bazı ifadelerle sadece
yere/dünyaya, âyetlerin bir kısmında ise yerle birlikte göğe ve ikisi arasındaki bazı varlıklara
dikkat çekmektedir. Zîrâ yeryüzü, insanın üzerinde yaĢayabildiği, dinlenebildiği, rızkını temin
edebildiği ve çeĢitli üretim faaliyetlerini sürdürebildiği bir Ģekilde yaratılmıĢtır. 663
ġems Sûresi 6. âyette geçen ve “yayıp döĢemek” anlamıyla tercüme edilen
“tahâ/ؽذلل)” kelimesi, bir nesneyi yaymak, geniĢletmek ve götürmek manasına gelir.664
Burada söz konusu kelime yeri nitelediği için yer yüzeyinin kabuğunun oluĢturulmasıyla
yaĢamaya elveriĢli bir Ģekilde döĢendiği ifade edilmektedir. Bu durum, yerin küremsi
olmasına engel bir durum teĢkil etmemektedir. Zirâ “لحؿل ذت عع إسلق / ve yerin nasıl
yayılmıĢ olduğuna bakmazlar mı?” 665
âyet-i kerîmesi, insanı yerin bu özelliğini anlamaya
davet etmektedir. Bu gün bilimsel araĢtırmalar yerin Ģeklinin küremsi olduğunu
ispatlamıĢtır.666
Gerek yukarıda zikredilen âyetlerde ve gerek Kur‟ân‟ın konu ile ilgili diğer
âyetlerinde Dünyâ‟nın Ģeklinin düz olduğu iddiasına mesnet olabilecek bir bilgi mevcut
değildir. Aksine aĢağıda söz konusu edeceğimiz bazı âyetlerde de görüleceği üzere,
Dünyâ‟nın küre Ģeklinde olduğu ile ilgili bilgiler verilmektedir.
“ قس ولغ لوؾ غقسش ؿلش عفقسل سجقس ع فقس سجقسل ه أسنكغأى لو ـ ه جلغإسلأل ل
ولك وللىس لغا ه أى /Görmedin mi ki Allah, geceyi gündüzün içine ve gündüzü de gecenin
içine sokuyor. GüneĢ‟i ve Ay‟ın iĢleyiĢine hâkim kıldığı kanunlara boyun eğdirmiĢtir. Her biri
(kendi yörüngesinde) belli bir zamana kadar akar gider. ġüphesiz Allah, iĢlediklerinizden
hakkıyla haberdardır.”667
Bu âyet-i kerîmenin zikredildiği bağlama bakıldığında, Allah (c.c.)‟nun sonsuz kudreti
ve mükemmel yaratıcılığı; gece ile gündüzün, güneĢ ile ayın birbirleriyle olan iliĢkisi ve
Allah‟ın söz konusu gök cisimlerin iĢleyiĢine koyduğu ilâhî kanunlar üzerinden
hatırlatılmaktadır. Bu âyetten, gece ile gündüzün; güneĢ ve ayın hareketlerinin birbirleri ile
659
Bakara 2/22. 660
Hicr 15/19. 661
Zâriyât 51/48. 662
Nebe‟ 78/6. 663
KARAMAN vd., a.g.e., C. I, s. 86. 664
el-ĠSFAHÂNÎ, a.g.e, C. II, s. 394. 665
ĞâĢiye 88/20. 666
YAZIR, a.g.e., C. IX, s. 239. 667
Lokman 31/29.
122
yakından ilgili olduğu, her birisinin kendi yörüngesinde ve belirlenmiĢ bir süreye göre hareket
ettiği anlaĢılmaktadır.668
Yine burada, gündüz ile gecenin ve evrendeki diğer tüm gök
cisimlerinin kusursuz bir sisteme göre düzenli bir Ģekilde hareket etmesi, GüneĢ‟in ve Ay‟ın
da bir sistem çerçevesinde hareket ettiğini göstermektedir. Bu kusursuz düzenin ebedî
olmadığı da vurgulanmaktadır.669
Konu ile ilgili benzer bir âyet de Zümer Sûresi‟nde
zikredilmektedir:
“ ؿلش ل للقسل لع عقس نل لع للقس ل عقسل ن ععسذ. ق ق و ـ سل.قس قس ولغ ل لوؾ غقسش
قس ؼلؼقسث لع ل أ لو ـ ه ل .Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıĢtır / جلغ
Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. GüneĢ‟i ve Ay‟ı da
koyduğu kanunlara boyun eğdirmiĢtir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp
gitmektedir. Ġyi bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağıĢlayandır.”670
Bu âyet-i kerîmede “örtmek”, “dolamak” olarak tercüme edilen “yükevvirü” (ع (نل
fiili, “bir nesneyi döndürmek, sarmak, dolamak, yuvarlak bir Ģeyi sarmak ve bir nesnenin
parçalarını yanaĢtırıp bir araya getirmek” manasına gelir.671
Âyette zikredilen bu kelimeden,
Dünyâ‟nın bugünkü Ģeklinin ve kendisine tayin edilen yörüngede hareket etmesinin bir
sonucu olarak gece ve gündüzün oluĢtuğu anlaĢılmaktadır.672
“ عع ضطسكصد ق / Ardından yeri düzenleyip döĢedi.”673
Bu ayetlerdeki „dehâ‟ (صد) fiili, kök itibariyle, hem “yapıp düzenlemek” hem “deve
kuĢunun yumurtlama yeri” anlamına gelmektedir. Bunun yanında bu kelimenin bazı
müĢtakları (türevleri) “yuvarlak taĢ ve ceviz atmak” anlamına da gelmektedir. Bu manâlar
incelendiğinde âyette “yerin döĢenmesi” olarak tercüme edilen söz konusu fiilden, küremsi
bir düzenleme kastedildiği anlaĢılmaktadır.674
Günümüzde artık uzay araçlarından çekilen fotoğraflardan da görüldüğü gibi
Dünyâ‟ya çok uzaktan bakıldığında, onun GüneĢ‟e bakan yarısı aydınlık iken diğer yarısının
ise karanlık olduğu görülmektedir. GüneĢ‟in aydınlatması sâbit olduğu halde, aydınlık olan
yarım küre ile karanlık olan yarım kürenin 24 saatte bir yer değiĢtirmesi, günümüz insanının
kolayca anlayabileceği bir durumdur. Zîra GüneĢ‟in nisbî olarak sabit olduğu ve Dünya‟nın
668
KARAMAN vd., a.g.e., C. IV, s. 343. 669
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. IV, s. 337. 670
Zümer 39/5. 671
el-ĠSFAHÂNÎ, a.g.e, C. II, s. 571. 672
https://sorularlaislamiyet.com/kuran-i-kerimde-dunyanin-yuvarlak-oldugunun-belirtilmesi-kuranda- yapilan-
bilimsel-hatalardan-birisi (2016) 673
Nâziat 79/30. 674
https://sorularlaislamiyet.com/kuran-i-kerimde- dunyanin-yuvarlak-oldugunun- belirtilmesi-kuranda- yapilan-
bilimsel- hatalardan-birisi (2016)
123
GüneĢ‟in etrafında döndüğü artık herkesçe bilinen bir gerçektir. Ancak Kur‟ân‟ın; aydınlık ile
karanlığın bu sürekli yer değiĢtirmesi durumu, gece (bölümü) nin, gündüz (bölümü) e girmesi
olarak tasvir etmesi, o devirde insanların bu bilgeye sahip olduğu izlenimini vermektedir.
Oysa bunun böyle olması bilim tarihi ve Kur‟ân‟ın indiği dönemle ilgili tarihî kaynaklar
açısından mümkün değildir.675
Bu da Kur‟ân‟ın, her Ģeyi yoktan var eden Allah (c.c.)‟nun
gönderdiği mu‟ciz (eĢsiz) bir kitap olduğunun kanıtlarından biridir.
XX. HAREKET EDEN DAĞLAR
Ġddia sahiplerine göre Kur‟ân‟ın dağlardan bahseden âyetlerinden dünyadaki dağların
her an hareket etmekte olduğu anlaĢılmaktadır. Ancak bu hareketin mahiyetini söz konusu
etmeden bu konudaki âyetlerle ilgili diğer yorumları yok sayarak Ģu iddiada
bulunulmaktadır:“Dağların hareket etmesi ifadesinden yola çıkıp bilimin yakın zamanlarda
keĢfetmiĢ olduğu kıtaların hareket etmesi ve „levha tektoniği kuramı‟na bağlarlar. Levha
tektoniği, Litosfer‟in yapısını ve bu yapının değiĢimini inceleyen jeoloji dalıdır diyebiliriz.
„Kıtaların kayması‟ kuramının geliĢmesi sonucu oluĢmuĢtur. Kurama göre baĢlangıçta
„pangea‟ denilen tek bir kıta vardı sonradan parçalanarak ayrıldı ve ayrılma devam etti ve
günümüzdeki kıtaların Ģekli oluĢtu. Kıtaların kayması kuramı kıtalarla alakalıdır. Dağlar ile
alakası yoktur. Dağların hareket ettiği söylenemez.”676
Önce iddiaya dayanak olarak gösterilen Neml Sûresi 88. âyet-i kerîmesini, siyâk ve
sibâkı (bağlamı) içinde anlamaya çalıĢalım. Bunun için âyetin, bir önceki ve sonraki âyetlerle
birlikte değerlendirmek yararlı olacaktır.
“ صق أكل ل هليهلءه ععإ هليفلق ق لو ـ عف لؼفهليفلقس م زفقسظ سلغي / Sûr‟a
üfürüleceği ve Allah‟ın dilediği kimselerden baĢka göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin
korkuya kapılacağı günü hatırla. Hepsi de boyunlarını bükerek O‟na gelirler.”677
“ إ لل ء هلل قس لظأك للي ل ه طلل لذ ـ قس هللغ كوللغ ل هللض ل ـ كذ كلغقسج لل وللك للى س لغا /
Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar bulutların geçiĢi gibi hareket
ederler. Bunu, her Ģeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıĢtır. ġüphesiz O,
yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”678
675
BUCAĠLLE, Dr. Maurice, Müsbet Ġlim Yönünden Tevrat, Ġncil ve Kur‟ân, DĠB. Yayınları, Çev. Mehmet Ali
SÖNMEZ, Ankara, 1998, s. 267. 676
https://pozitifateizm.wordpress.com/category/elestiriler/kuranin-olmayan-mucizeleri/ (2016) 677
Neml 27/87. 678
Neml 27/88.
124
“ ه غا فلس ـ آهلىهيءسذ هئلظ ليفلؼف لنه ل /Her kim iyi amel getirirse ona ondan
daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan emindirler.”679
Ġddiaya dayanak olarak gösterilen âyetten bir önceki âyetin (Neml 27/87) konusu,
kıyâmet ve onun kuĢatıcı yönü olduğu açıktır. Bu âyetin sonunda herkesin, bugüne Ģâhit
olacağı ve o günün hükmüne boyun eğeceği bildirilmiĢtir. Konumuzla ilgili olan Neml 88‟de
ise kıyâmette, dağların bugün hareketsiz durduğu gibi durmayacağı, kıyâmet günü dağların
bulutlar gibi hareket edeceği ve bütün bunların arkasındaki mulak güç sahibinin; her Ģeyi
olması gereken yerde yaratan ve her Ģerden haberdâr olan Allah (c.c.) olduğu ifade
edilmektedir. Nitekim Neml 89. âyette, birey veya toplumların yaptıkları iyi davranıĢların bir
karĢılığı olmak üzere kendilerine âhirette daha iyisi verileceği ve orada huzûr ve güven
içerisinde yaĢayacakları ifade edilmiĢtir.680
Bazı müfessirlere göre bu âyet, kıyametin ancak ilahî kudretle kopacağının da bir
delilidir. Evreni ve içindeki her Ģeyi yaratan ve yaratılıĢ amacına uygun mükemmel bir düzen
içinde yürüten sonsuz kudret, zamanı geldiğinde, bu âlemi, baĢka bir âleme dönüĢtürmeye
muktedirdir. Nitekim Kur‟ân- Kerîm‟de, Sûr‟un üflenmesinden sonra, dağların yok edileceği
ve yeryüzünün baĢka bir âleme dönüĢtürüleceği ifade edilmektedir.681
Elmalılı M. Hamdi YAZIR‟ın Neml 27/88 ile ilgili görüĢü Ģöyledir:
Bizim görüĢümüze göre bu âyet, Ģimdiki hâlin her an oluĢ ve yok oluĢunu göstererek,
kıyamet ve yeniden dirilmeyi düĢündürmek için bir nevi delil göstermek üzere ifade edilmiĢtir.
„Hâlbuki onlar her gün bulut geçer gibi geçerler.‟ (للكوللغهللغقسـللذ) ifadesi, dağların,
aslında, gezici gazlardan meydana gelmiĢ olup, zerrelerinde bulut buharlaĢır gibi olmak ve
yok olmak, kimyasal değiĢim ile her an yeni yaratılıĢın devam edip durduğunu ve bu suretle
yoğunluklarının da bir tek hacimde sabit kalmayıp her an değiĢmek ve yeniden meydana
gelmek üzere bulunduğunu ve bu sebepten âlemin en sabit görülen Ģeylerinin bile böyle her
an değiĢme ile bir kıyamete doğru gittiğini ve Ģu halde günün birinde bir üfürme ile o koca
dağların yerinden bütün yoğunluklarıyla yürütülüp yeryüzünün baĢka bir yeryüzüne
değiĢtirilebileceğini anlatıyor.682
“Kıtaların kayması” kuramının geliĢtirilmesi ile ulaĢılmıĢ bir kuram olan “Levha
Tektoniği Kuramı”, kıtaların oluĢumu ile ilgilidir. Ancak Kur‟ân-ı Kerîm‟de, dağların
679
Neml 27/89. 680
KARAMAN vd., a.g.e., C. IV, s. 206. 681
Ġbrahim 14/48; Kehf 18/47; Tâhâ 20/105-107; Nebe‟ 78/20; Tekvîr 81/3; Kâriâ 101/5. 682
YAZIR, a.g.e., C. VI, s. 166-167.
125
hareketliliğinden bahseden âyetlerin, dağların mevcut halleri ile ilgili olmayıp kıyametle
birlikte tüm evrende olduğu gibi dağların da düzeninin bozulması/yok olması ile ilgili olduğu
anlaĢılmaktadır.683
Yukarıda, iddiaya konu olan âyet-i kerimeyi (Neml, 88), kıyametle
iliĢkilendirmeyip dağların dünyadaki mevcut durumu olarak görmek ve dağların
hareketliliğinden maksadın, kıtaların hareketliliği olduğu Ģeklinde yorumlamak, zorlama bir
yorum olduğu görülmektedir. Zîrâ Kur‟ân, dünyada, dağların hareketliliği bir yana, onların
sâbit olduğuna iĢaret eder.684
Kur‟ân‟ın birçok âyet-i kerimesinde, dağların, yer kabuğunun sağlıklı bir Ģekilde
görevini yerine getirecek Ģekilde yerleĢtirildiği, ifade edilmektedir. 685
Kur‟ân‟ın konu ile ilgili
verdiği bu bilgiler, mevcut çağdaĢ jeolojinin verileri ile tamamen örtüĢmektedir.686
Ayrıca,
Kur‟ân-ı Kerîm‟de Levha Tektoniği Kuramı ile ilgili bir kaynağın olup olmaması ayrı bir
araĢtırma konusudur.
XXI. “SULB” VE “TERÂĠB” ĠN AÇIKLAMASI
Bu itham ise Tarık Sûresi‟nde geçen “(O su) sırt ile göğüs kafesi arasından
çıkar.”âyetinin tam olarak ne ifade ettiği ile ilgilidir. Bu konuda internet ortamında iddia
edilen Ģudur: “Tıp biliminde diĢi üreme hücresi olan “oocyte” nin yumurtalıkta, erkek üreme
hücresi olan „sperm‟in ise testiste üretildiği bilinmektedir. Ancak Kur‟ân‟a göre insan, bel
kemiği ile kaburgalar arasından gelip atılan bir sudan yaratıldı.”687
Ġthama dayanak olarak gösterilen âyetler: Tarık: 5-8.
“ للع قس غقلبإ ل للب يقسظ ءصقف. شغجهيل سل.سل.هيه ىهن ـ فلظغق س لصعا ل / Ġnsan
neden yaratıldığına bir baksın! Atılan bir sudan yaratıldı. (O su) sırt ile göğüs kafesi
arasından çıkar. ĠĢte Allah (baĢlangıçta bu Ģekilde yarattığı) insanı tekrar yaratmaya da
kadirdir.”688
Ġthama konu olan âyetler, Târık Sûresi‟nin 5-8. âyetleridir. Bundan önceki âyetlerde
gökyüzüne dikkat çekildikten sonra, 5. âyette “Ġnsan neden yaratıldığına bir baksın!”
denmek sûretiyle, insanoğlu, bizzat kendi varlığı üzerinde tefekkür etmeye dâvet edilmiĢtir. 689
Sonra da insanın oluĢumu ilgili bazı detaylar veriliyor.“ للب يقسظ لءصقفل. شلغجهليل سلل.هليه
683
Ġbrahim 14/48; Kehf 18/47; Tâhâ 20/105,107; Nebe‟ 78/20; Tekvîr 81/3; Kâriâ 101/5. 684
Nebe‟ 78/7; Nâziât 79/32; ĞâĢiye 88/19. 685
Lokmân 31/10; Nahl 16/15; Enbiyâ 21/31; Nebe‟ 78/7; Nâziât 79/32; ĞâĢiye 88/19. 686
BUCAĠLLE, a.g.e., s. 284-285. 687
http://www.turandursun.com/ kose-yazarlarimiz/arv/serdarkaangil/620-celiskiler-4-bilimdisi-ayetler(2016). 688
Târık 86/5-8. 689
MEVDÛDÎ, a.g.e., C. VII, s. 91.
126
قس غقلب / (Ġnsan) sırt ile göğüs kafesi arasından çıkan/atılan bir sudan yaratıldı.” bölümü ile
insan varlığının gerçekleĢtiği anatomik alan ve varlığının dayandığı kaynak belirtilmiĢtir.
Ġnsan varlığının oluĢumunu sağlayan üreme suyunun (meninin) çıktığı/atıldığı
anatomik alan, 7. ayette belirtilmiĢtir: “شلغجهليليقسظللبقس غقلب”: “sulb ve teraib arasından
çıkan (su)” burada “sulb” kelimesi, içinden omuriliğin geçtiği/indiği, baĢın arka kısmından
kuyruk sokumuna kadar uzayan vücudun arka kemiğine denir ki bu organ, omurga kemiği ve
bel olarak da isimlendirilen bedenin temel direğidir. “قس غقلب/Terâib” ise “teribe” kelimesinin
çoğulu olup, “göğüs tahtası” olarak tabir edilen göğüs kemiklerine dendiği gibi iki meme ile
boyun halkası kemiklerinin aralığına ya da göğsün sağ tarafından ve sol tarafından dörder
kaburgaya veya iki el, iki ayak ve iki göze de denilir. ġu halde bu iki kavram bedenin bel ve
bağır gibi iki temel direği arasında bulunan üreme aygıtlarından kinayedir. 690
Burada âyette zikredilen “sulb” ve “terâib”, erkeğe mi kadına mı ya da ikisine birden
mi iĢaret ettiği konusunda farklı yorumlar yapılmıĢ olmakla birlikte bu âyetlere geniĢ yer
veren Elmalılı M. Hamdi Yazır, 7. âyette geçen “شلغج” (çıkar) fiilinin gizli zamirinin 6.
âyetteki “.هلءصقفل” (atılan bir su)‟nun yerine geçtiğini ve onu nitelediğini, dolayısıyla “sulb”
ve “terâib” kelimelerinin ikisinin de açıkça erkeğe iĢaret ettiğini ancak yine de erkek ve
kadından her birine; “sulb” un erkeğe “teraib”in ise kadına iĢaret ettiği Ģeklindeki anlamanın
daha uygun olduğunu izah etmiĢtir.691
Bu âyet-i kerîme ilgili olarak yapılan değerlendirmeleri iki noktada toplamak
mümkündür. Birinci görüĢe göre âyette geçen “sulb” ve “terâib” in ikisi de erkeğe aittir.
Sulb, erkeğin bel kemiği, terâib ise onun alttan dörder kaburga kemiğidir. Ġnsan, cinsellik
sırasında, bedenin bu iki ana iskeleti arasında yer alan cinsellikle ilgili organların tazyikle
atılan suyun bir kısmından meydana gelmektedir. Buna göre insan, erkekten atılan meninin
içindeki milyonlarca spermden birinden meydana gelmiĢtir. Burada âyet, kadının üremedeki
fonksiyonunu yok saymıĢ değil, âyet üremenin iki tarafından en önemli olanına iĢaret etmekle
yetinmiĢtir. Bu yorumun oluĢmasında “ع سل لهلي ل سل لف لض ء هل Allah onu hangi/ هليأ
Ģeyden yarattı? Bir erlik suyundan, onu yarattı.”692
âyeti etkili olmuĢtur. Ġkinci görüĢe göre
ise insan, erkeğin sulb‟ü ile kadının terâib‟i arasından çıkan bir sudan yahut her ikisinin sulb
ve terâibi arasından çıkan bir sudan yaratılmıĢtır. Buna göre insan, menîdeki sperm ile
kadındaki yumurtanın birleĢiminden yaratılmıĢtır. Bu arada söz konusu âyette (“atılgan suyun
690
YAZIR, a.g.e., C. VI, s. 328. 691
YAZIR, a.g.e., C. VI, s. 328. 692
Abese 80/18, 19.
127
bir kısmından yaratıldı”) geçen ve “…den, …dan, bir kısmından” anlamına gelen “هلي” cer
harfinin seçilmesindeki incelik dikkat çekmektedir. Zîrâ âyette, insanın; sulb ve terâib
arasından tazyikle atılan suyun tamamından değil; atılan menî içindeki milyonlarca spermden
sadece birisinden yaratıldığına iĢaret edilmiĢtir.
Yukarıda belirtilen farklı görüĢlerin hiçbirinde, üremenin kadın yumurtalığı ile erkek
testisleri kaynaklı olduğu bilgisiyle çeliĢen bir bilgi mevcut değildir, ancak üreme testisten
baĢlayıp sonuçlanmaz. Zira Embriyoloji biliminin bu konudaki verilerine göre, testislerde
üretilen spermler, buradan baĢlayan bir seyirle Vas Deferens denilen kanal aracılığıyla
böbreklerden mesaneye gelen kanalların üzerinden dolanarak aĢağıya inmekte, mesanenin
altında bulunan prostat bezinin içinde yoğunlaĢarak idrar kanalından dıĢarı atılır.693
Bütün bu
devinim, âyette sulb olarak ifade edilen bel bölgesi ve omurganın önünde gerçekleĢmektedir.
Sulb ve teraib arasındaki bu bölgenin damar, sinir ve lenf sisteminin üst sınırı terâib denilen
bölgedir. Zîrâ testislerden yukarıya doğru çıkan Vas Deferens denilen kanal, böbreğin üst
kısmında âyette teraib olarak zikredilen yerle birleĢmektedir. ĠĢte bu sistem, söz konusu
sıvının (meninin) tazyikli bir Ģekilde tahliyesini sağlamaktadır. Zîrâ mesane kanserlerinde
buradaki lenf düğümleri ameliyatla alınmak zorunda kalındığından, sıvı tazyikli olma
özelliğini kaybetmektedir. Bu noktadaki devinim ise hem bel hem de göğüs bölgesinde
gerçekleĢmektedir ki âyette zikredilen sulb ve teraible bu bölge kast edilmektedir. Buna göre
ayette zikredilen sulb ve teraib‟in ikisi de erkeğe aittir.
Burada iddia edildiği üzere, tıp biliminde diĢi üreme hücresi olan “oocyte” nin
yumurtalıkta; erkek üreme hücresi olan spermin testiste üretildiği bilinmektedir. Ancak
burada âyet, spermin nerede yaratıldığına değil; testiste üretilen spermlerin dıĢarıya atılırken
nerelerden geçtiğine iĢaret etmektedir. Zirâ bu durum açıklanırken “شللغج” (çıkar) fiili
kullanılmıĢtır. Nitekim sperm hareketinin baĢladıktan sonra geçtiği, tazyik kazandığı,
yoğunlaĢtığı ve prostatta birleĢtiği bölge, âyetin tarif ettiği sulb ve teraib arasındaki bölgedir.
Bu ise günümüz tıp biliminin verileri ile de örtüĢen bir bilgidir
XXII. MĠRAS HUKUKU ĠLE ĠLGĠLĠ ÂYETLERĠN ĠZAHI
Bu itham, Ġslâm Hukuku‟nun bir alt disiplini olan Ġslâm miras hukuku (ferâiz) ile hisse
sahiplerinin mirastan alacakları pay miktarı hesaplanırken payların toplamının ortak paydadan
fazla çıkması (avl) ile ilgilidir: “Miras hukuku ilgili âyetlere göre hesap yapıldığında mirasın
693
https://www.dicle.edu.tr/Contents/01baef8f-7b2e-4395-afc0-3132c45538c9.pdf (2018)
128
payları toplandığında, toplam, mirastan fazla olmaktadır. Varsayalım ki bir adam öldü ve
geride üç kız evlât, bir ana, bir baba ve eĢini bıraktı. Yukarıdaki âyetlere göre miras
paylaĢımı Ģöyle olacaktır: Üç kız evlâda mirasın 2/3‟ü, ana ve babanın her birine 1/6,
karısına 1/8 kalacaktır. Bu durumun matematiksel ifadesi Ģöyledir:
(2/3)+(1/6)+(1/6)+(1/8)=27/24=1,125 bulunur. Oysa sonuç (1,0) olması gerekirdi.”694
Ġthama mesnet olarak gösterilen âyetler Ģunlardır: Nisâ 4/11-12, Nisâ 4/176.
Bir arama motorunda “Kur‟ân” ve “hata” kelimesi ile bir tarama yaptığımızda,
karĢımıza bu ithamla ile ilgili birçok internet sitesi çıkmaktadır. Ġddia sâhipleri, bu ithamlarını
Nisâ Sûresi‟nin miras ile ilgili söz konusu âyet-i kerîmelere dayandırmaktadırlar. Oysa ithama
konu olan âyet-i kerîmeler incelendiğinde durumun öyle olmadığı; tersine Kur‟ân‟da, çok
seçici ifadelerle bilinçli bir Ģekilde matematiksel bir mantığın iĢlendiği görülecektir.695
Miras âyetlerinde, “doğrudan hisse sahipleri”nin alacağı oran, izafet terkibi (isim
tamlaması) ile “للهلكلغك / tüm bıraktığının üçte ikisi” ve mutlaklıkbildiren ifadelerle “ ل فل
ona tüm mirastan yarım var.”ifade edilmiĢtir. “Dolaylı hisse sahipleri” nin alacağı / قسظلح
oran ise “den/dan” anlamına gelen “هللي” ile (قسـللضؽهوللكللغك/kalanın altıda biri gibi)
bildirilmiĢtir. Bu ifade biçimlerine, bütün miras âyetlerinde, özenle ve tekrar tekrar uyulduğu
görülmektedir.696
Dolayısıyla âyetlerdeki bu ifade biçimleri, aynı zamanda yukarıda tarif
edilen iki hisse türünün varlığına da kaynaklık etmektedir.
Bu iddiaya cevap verme konusunda üç görüĢ öne çıkmaktadır:
A. Üç AĢamalı Taksim
Buna taksime göre mirâsla ilgili bu âyet-i kerîmelerde vârislerin hisse oranları ve ilgili
ifadeler iyi incelendiğinde âyetlerinde sözü edilen hisse sâhiplerinin temelde iki nitelik
gösterdiği görülecektir. Hisse sahiplerinin bir kısmının, doğrudan; diğer bir kısmımının ise
dolaylı bir Ģekilde mirastan pay alma hakkına sahiptir. Varsa vasiyet ve borç düĢürüldükten
sonra, kalan mirastan/maldan doğrudan pay alma hakkına sahip olan hisse sahiplerine
“doğrudan hisse sahipleri” denir. PaylaĢıma hazır mirastan/maldan doğrudan pay alma
hakkına sahip varis/varisler hisselerini aldıktan sonra kalan mirastan pay alma hakkına sahip
694
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2016) 695
Nisâ 4/11, 12, 176. 696
AYDEMĠR, Halis, Kur‟ân‟da Hata Yok, Enki Yayınları, Ġstanbul, 2012, s. 19-20.
129
olan varislere ise “dolaylı hisse sahipleri” denir.697
Bu tasnif, aynı zamanda hissenin türleri
olarak da isimlendirilir. Buna göre paylaĢıma hazır miras üç aĢamada paylaĢtırılır:
Birinci aĢamada, mûris (miras bırakan) çocuklu ise ve çocuklardan en az biri erkek ise
çocuklar, doğrudan hisse sahibidir ve bütün miras, bu aĢamada paylaĢtırılır. Ölen kiĢi çocuklu
değilse bu durumda anne-baba ve koca (ölen çocuksuz kadınsa) “doğrudan hisse sahibi”
konumuna çıkarlar ve belirlenen oranda hak sahibi olurlar. Sadece kız çocuk/çocukları varsa
kız çocuk/çocuklar doğrudan hisse sahibi olarak kendileri için belirlenen payı aldıktan sonra
mirasın kalan kısmı, ölenin anne-babası ve eĢi kendileri için belirlenen oranlarda hak
sahibidir.
Ġkinci aĢamada, ölen kiĢinin sadece bir kız ya da birden fazla kız sahibi olması
durumunda dolaylı hisse sahibi olan anne-babası ve eĢi (kadın ya da erkek) kendileri için
belirlenen oranlarda hak sahibidir.
Üçüncü aĢamada, her halükârda dolaylı hisse sahibi olan varislerdir. Ölen çocuksuz
olsa bile ancak ikinci aĢamadaki hisse sahipleri konumuna gelebilenlerdir. Bunlar ölen
erkeklerin eĢleridir.
Yukarıda geçen iddia metninde verilen örnekte (varsayalım ki bir adam öldü ve geride
üç kız evlât, bir ana, bir baba ve eĢini bıraktı. Yukarıdaki âyetlere göre miras paylaĢımı Ģöyle
olacaktır: Üç kız evlâda mirasın 2/3‟ü, ana ve babanın her birine 1/6, karısına 1/8 kalacaktır)
belirtilen vârislerin miras payları/oranları doğru verilmiĢtir. Ancak dolaylı hisse sahiplerine;
doğrudan hisse sahiplerinin hisseleri ayrılmadan, mirastan pay verilmiĢ ve onlar doğrudan
hisse hakkına sahip olan varislerle bir tutulmuĢtur. Oysa doğrudan hisse hakkına sahip
olanların payları verildikten sonra kalan mal, dolaylı hisse sahiplerine oranları ölçüsünde üç
aĢamada paylaĢtırılınca matematiksel bir hatanın söz konusu olmadığı görülecektir.698
Öyleyse hata Kur‟ân âyetlerinde değil, iddia sahiplerinin âyetleri doğru anlamamalarından
kaynaklandığı ortadadır.
Ġddia sahiplerinin, Kur‟ân‟da matematiksel hata olduğu ithamını ispatlamak üzere
verdikleri örnek hesaplamayı bir de bu doğru veriler ıĢığında yeniden hesaplayalım. Daha
kolay anlaĢılması için bu hesaplamayı bir örnek üzerinden anlamaya çalıĢalım: Bir erkek
ölürken ardında bıraktığı 3 kız evlât, anne, baba ve eĢine 72 bin TL miras bırakmıĢ olsun.
697
AYDEMĠR, a.g.e., s. 17-19. 698
AYDEMĠR, a.g.e, s. 25-27.
130
Birinci aĢama: Üç kız, “doğrudan hisse sahibi” olmalarından ötürü 72 bin TL‟nin
2/3‟nü alacaklardır. 72/3=24 bin TL‟dir. 24x2=48 bin TL‟dir. (üç kızın payı) 72-48=24 bin
TL‟dir. (kızlardan kalan miktar)
Ġkinci aĢama: Anne ve baba, birinci “dolaylı hisse sahibi” olarak her biri, kızlardan
kalan 24 bin TL‟nin 1/6 alacaklardır. 24/6=4 bin TL‟dir. 4x2=8 bin TL‟dir. (Anne ve babanın
toplam payı) 24-8=16 bin TL‟dir. (anne babadan kalan miktar)
Üçüncü aĢama: Ölenin eĢi ikinci “dolaylı hisse sahibi” olarak anne ve babadan kalan
16 bin TL‟nin 1/8 alacaktır. 16/8=2 bin TL‟dir. 16-2=14 bin TL‟dir. (mirastan artan miktar)
48+4+4+2=58 bin TL‟dir. (paylaĢtırılan miras) 58+14=72 bin TL‟dir. (paylaĢıma hazır
bırakılan toplam miras)
Burada mirastan arta kalan bir miktarın (14 bin TL) olması, matematiksel bir hata
değil; tersine matematiksel bir veridir. Kalansız bir iĢlem her zaman mümkün olmayabilir.
Önemli olan, varisler arasında paylaĢımın adil olmasıdır. PaylaĢımlarda arta kalan miktar,
aklımıza Nisâ Sûresi‟nin 8. âyetini getirmektedir. Zirâ bu âyette, miras paylaĢılırken hazır
bulunan akrabalara, yetimlere ve yoksullara bir Ģeyler verilmesi emredilmektedir. Mirastan
artan bu miktar sanki söz konusu kiĢilere ayrılmıĢ gibi:“Miras taksiminde (kendilerine pay
düĢmeyen) akrabalar, yetimler ve fakirler hazır bulunurlarsa onlara da maldan bir Ģeyler
verin ve onlara (gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin.” 699
Bu görüĢ; mirasla ilgili âyetlerin, daha çok gramatik ve kelime çözümlemelerine
dayanan yorumlar içermesi ve kadim Ġslâm miras hukukunun sistemleĢmiĢ miras taksim
esaslarına ters düĢmesi yönüyle eleĢtirilmektedir.
B. Taksimde EĢin Payının Ayrılmasına Öncelik Verilmesi
Burada söz konusu ettiğimiz örnek paylaĢımda, eĢin payının verilmesinden sonra kalan
miktardan diğer hisse sahiplerine oranlarınca paylarının verilmesi gerektiğini savunan
görüĢtür.700
Bu görüĢe göre iddiada örnek verilen miras paylaĢımında, önce eĢin 1/8‟lik payı
ayrılır, sonra kalan miktardan diğer hisse sahiplerine belirlenen oranlarda payları verlir. Bu
durumda avliye701
ye de gerek kalmamıĢ olur. Bu görüĢe avliye, Nisâ, 12‟de eĢler için
699
Nisâ 4/8. 700
https://www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/avliyye-meselesi.html (2019) 701
Bir mirasın taksiminde, belirli hisse sahiplerinin terekeden alacakları pay miktarı hesaplanırken, payların
toplamının ortak paydadan fazla çıkmasına “avl”; bu durumun ortaya çıktığı miras meselesine de avliye
denir. ĠĢlem sonucunda ortaya çıkan eksiklik her vârise hissesi oranında paylaĢtırılır. Böylece varislerin
131
belirenen 1/8 (قسللوي) oranını, 1/9 olarak değiĢtirmektedir. Ayrıca bu görüĢ sahipleri,
paylaĢımda eĢin hissesine öncelik verilmesini, Nisâ, 33‟e dayandırmaktadırlar: “(Erkek ve
kadından) her biri için ana-babanın ve akrabanın bıraktıklarından (pay alan) varisler kıldık.
Yeminlerinizin bağladığı (ahitleĢtiğiniz) kimselere de kendi hisselerini verin. ġüphesiz Allah
her Ģeye Ģahittir.”Onlara göre bu âyette geçen “...ولنن أ لض قس لظي /Yeminlerinizin bağladığı
(ahitleĢtiğiniz) kimseler…”den maksat eĢlerdir ve paylaĢımda önce onların payı ayrılır.
Buna göre miras paylaĢımında “eĢin hissesi ayrıldıktan sonra, kalan miktarın
paylaĢtırılması” yorumunun Nisâ 33‟e dayandırılması, zorlama bir yorum olarak
görülmektedir. Zîrâ bu âyette, miras paylaĢtırılmasında eĢe öncelik verilenmesinden
bahsedilmemekte; sadece eĢlerin paylarının (haklarının) verilmesi emredilmektedir.702
C. Kadîm Ġslâm Miras Hukukunun GörüĢü
Ġslâm mîras hukuku (Ferâiz)‟de, hisseler oransal (kesirli) olduğundan bütün durumlara
(yani farklı bireylerden oluĢan her aileye) uygun tam kesir çıkaran bir formül
oluĢturmak matematiksel olarak mümkün değildir.
Burada gözden kaçırılmaması gereken diğer önemli bir konu ise Ġslâm miras hukuku
(Ferâiz)‟de, vârislerin hisse oranlarının her zaman sâbit olmadığıdır. Zirâ vârislerin sayısı,
mirastaki payları, onların dolaylı ya da doğrudan hisse sahibi olup olmaması, erkek ya da
kadın olması, dolaylı hisse sahibi ise kaçıncı derecede hisse sahibi olduğu gibi değiĢkenlere
bağlı olarak farklılık arz etmektedir. Burada rasyonel sayı kullanılarak elde edilen sonucun,
eksik veya fazla çıkması zorunlu bir durumdur. Zira sonucun, her durumda tam
çıkması, matematiksel olarak mümkün değildir. Ġddiâ iyi incelendiğinde denilebilir ki iddia
sahipleri, bilerek ya da bilmeyerek Kur‟ân-ı Kerîm‟den, matematiksel olarak mümkün
olmayan bir Ģey istemektedir.
Ġddiada yer verilen örnek paylaĢım incelendiğinde, 2/3 + 1/6 + 1/6 + 1/8 rasyonel
sayıların toplamı 1‟i aĢıyor (diğer bir ifade ile %100'ü aĢıyor). Farz edelim ki Kur‟ân, bu
örneğin sonucu, tam sayıyı verecek Ģekilde, kızlara 1/2, anneye 1/6, babaya 1/6, eĢe 1/6
verseydi baĢka bir örnekte, varis olarak kızlar, anne ve eĢ kalsa ama baba hayatta olmasa bu
durumda da eksik çıkacaktı. Bu son duruma göre hüküm verilse baĢka bir miras meselesinde
baba olunca bu sefer de fazla çıkacaktı. Varislerin; sayı, cinsiyet ve oran gibi açılardan
hisseleri o ölçüde azalmıĢ olur.” (el-MEVSILÎ, Ebu‟l-Fazl Mecduddîn Abdullâh b. Mahmûd b. Mevdûd (ö.
683/1284), el-Ġhtiyâr li Ta‟lîli‟l-Muhtâr, Çağrı Yayınları, Ġstanbul, 2015, C. V, s. 96). 702
Nisâ 4/33.
132
farklılık göstermesi, pay ya da paydanın fazla veya eksik olması sonucunu doğurmaktadır.
Fıkıhta sonucun fazla çıkmasına “avliye”, eksik çıkmasına “reddiye” denir ve varislerin
hisseleri oranınca azaltma veya artırma yapılarak paylaĢım sonuçlandırılır. Böylece hiçbir
varise, fazlalık veya eksiklik yansıtılmaz. Böylece pay-payda dengesi hisseler oranında adil
olarak orantılanmıĢ olur. Burada sonuç, 81/72 hisse çıkacağından, “avliye” uygulanır ve
payda 24‟ü 27‟ye yükseltilerek pay ve payda dengelenmiĢ olur. Bu yönüyle avliye, tüm hisse
sahiplerini, mirastaki hisse oranları kadar etkilediğinden adil bir paylaĢım sağlamaktadır.
XXIII. HZ. YÛSUF DÖNEMĠ MISIR’IN ĠKLĠMĠ
Hz. Yusuf‟un rüyasının aktarıldığı âyetlerde ifade edilen ve yedi yıl süreceği belirtilen
bereketli yıllardaki verimin sebebini yağmura bağlayan iddadır. Ancak Mısır‟ın kurak bir
iklime sahip olması durumu, oranın yedi yıl yağmurlu olmasının mümkün olmadığı Ģeklide
özetlenecek bir iddiadır: “Devamlı yedi yıl ekin ekip biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını,
baĢağında bırakın, sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir, bütün biriktirdiğinizi yer,
yalnız az bir miktar saklarsınız. Sonra halkın yağmur göreceği bir yıl gelir, o zaman sıkıp
sağarlar. Yusuf 47, 48 ve 49. âyetlerinde, sürekli yağmur sayesinde bolluk ve bereket
sağlanacağı anlatılmak istenmiĢtir. Oysaki Mısır‟da, tarih boyunca yağmurdan daha az bir
Ģey görülmemiĢtir. Ġklimin çok kurak olması yüzünden Mısır'ın ziraâta ve iskâna müsâit olan
bölgesi, Nil nehri boyunca uzanan ve nehrin deltası üzerinde geniĢleyen yerlerdir ki vaktiyle
Firavunlar‟ın yaĢadıkları yerlerdir. Her ne kadar Nil nehrinin taĢmasının HabeĢistan‟a
yağan yağmurlardan olduğunu ve yukarıdaki âyetin buna atıfta bulunduğunu öne sürenler
bulunsa da bu yanlıĢtır, çünkü âyet Firavun‟dan ve Mısır halkından söz etmektedir. Yine
bunun gibi her ne kadar Mısır‟a yağmur yağdığı ileri sürülürse de söz konusu olan mıntıka
Mısır‟ın çok aĢağısı olan güney bölgesidir; kaldı ki oraya dahi pek az yağmur düĢer. Mısır
topraklarındaki bereketin yağmur bolluğundan değil fakat Nil nehrinden ve bu nehrin zaman
zaman taĢmasından geldiği tarihi bir gerçektir.”703
Hz. Yûsuf‟un kıssası, Tevrat‟ta da Kur‟ân-ı Kerîm‟de de ayrıntılı bir Ģekilde,
anlatılmaktadır. Bu iki kitabın anlatımları karĢılaĢtırıldığında, anlatımlar arasındaki
benzerliklerin daha çok olduğu dikkat çekmektedir.704
Konu ile ilgili eski Ġbrânice
metinlerdeki bilgiler, kronolojik olarak sıralandığında, kıssanın milâttan önce 1871‟ler
703
http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/kutsal-kitaplar/kuran-elestirisi/519-249 (2016) 704
HARMAN, Ömer Faruk, Yûsuf, DĠA, Ġstanbul, 2013, C. XLIV, s.1.
133
civarında XII. sülâle döneminde cereyan ettiği anlaĢılmaktadır. Bazı arkeolojik bulgular, Hz.
Yûsuf kıssasının Tevrat‟taki anlatımının gerçek olduğunu desteklemektedir. Zîrâ kıssada
geçen Mısır âdetleriyle ilgili belgeler ve papirüsler bulunmuĢtur.705
Milâttan önce 100 yılına
ait bir kitâbede, Firavun Zoser döneminde (M.Ö. 2700 yıllarında) yedi senelik bir kıtlıktan
bahsedilmektedir. Milâttan önce 1900‟lu yıllara doğru Sâmî kökenli bir topluluğun Mısır‟a
göç ettiğini gösteren bir de tasvir mevcuttur.706
Ġddiaya dayanak olarak gösterilen Yûsuf Sûresi‟nin 47., 48. ve 49. âyetlerini tetkik
etmek yerinde olacaktır. Söz konusu âyetler, Hz. Yûsuf‟un; kralın gördüğü rüyânın Mısır‟ın
ekonomik hayatına iliĢkin yorumunu ele almaktadır. Hz. Yûsuf‟un; zindan arkadaĢları olan
gençlerin gördüğü rüyâları ve kralın rüyasını yorumlamasından anlıyoruz ki o dönem “rüya
yorumlama” geleneği oldukça yaygın idi. Bundan dolayı da Hz. Yûsuf‟a bu yaygın gelenek
üzerinden bir meydan okuma imkânı (mucizesi) verilmiĢtir. Zira Hz. Mûsâ döneminde
“sihir” yaygın olduğundan kendisine “asâ mûcizesi”, Hz. Ġsâ döneminde “tıp” yaygın
olduğundan ona “ölüleri diriltme mûcizesi”, Hz. Peygamber döneminde ise “sözlü edebiyât”
ileri düzeyde olduğundan ona “Kur‟ân mûcizesi” verilmiĢti.
Hz. Yûsuf, yedi yıl boyunca, eskiden olduğu gibi ekin ekilmesini, bu dönemde
ekinden az bir miktar yiyecek için ayırdıktan sonra, mahsûlün fazlasının baĢağında bırakılarak
stoklanmasını; bu bereketli yıllardan sonra kıtlığın hüküm süreceği ikinci yedi yılda ise yeteri
kadar tohumluk ayırdıktan sonra bu biriktirdikleri yiyecekleri tüketmelerini, sonra da Allah‟ın
yardımı ile verimli bir yılın geleceğini söyler.707
Bu son yılda, meyve ve sebzelerin bol
olacağına da iĢaret eder ki bütün bu yorumlar, tüm toplumlar için tasarruf, harcama ve tedbirli
olma noktasında evrensel birer ilke mesabesindedir.708
Bu noktada artık Mısır‟ın ikliminden bahsetmek gerekir. Mısır; coğrafik olarak, Kuzey
Afrika çöl kuĢağında yer aldığından iklimi sıcak ve kurak çöl ikliminin etkisi altındadır.
Burada yıl boyunca iki ana mevsim (yaz, kıĢ) ve bu iki mevsimin kısa geçiĢ dönemleri
görülür. Yaz mevsimi her yerde sıcak geçer ve en sıcak geçen ay olan Haziran ayıdır.
(Haziran ayı en yüksek günlük sıcaklık ortalaması, Kahire‟de 33°C; Asvan‟da 41°C‟dir).
YağıĢın en fazla olduğu mevsim, kıĢ mevsimidir. KıĢ yağıĢları daha çok kıyı kesimi ve
705
Potifera, Zafenat-paneah (Tsafnath - Paeneach), Asnath, Potifar, On gibi Mısır isimleri (Tekvîn, 39/1; 41/45);
görevlilerin unvanları (Tekvîn, 39/1; 40/23) ve Mısır‟daki kıtlık (41. bab) bunlar arasında zikredilebilir.
(HARMAN, Yusuf, DĠA, Ġstanbul, 2013, C. XLIV, s. 3). 706
HARMAN, Yusuf, DĠA, Ġstanbul, 2013, C. XLIV, s. 3. 707
Yusuf 12/47, 48, 49. 708 BAYRAKLI, a.g.e., C. IX, s. 425-435.
134
deltalarda görülür. (Ġskenderiye‟ de yıllık yağıĢ ortalaması 178 mm.) Kahire ve çevresinde
yağıĢlar azalır. (30 mm.) Güneyde ve vahâlarda yıllık yağıĢ oranı iyice düĢmektedir. (Asvan 2
mm., Feyyûm 12 mm ). Sinâ yarımadası rakımının diğer bölgelere oranla yüksek olması,
yarım adanın daha fazla yağmur almasını sağlamıĢtır.709
Âyetlerde “yağmur”, “iklim” ya da “kuraklığa bağlı bir kıtlık”ı doğrudan belirten bir
ifade/kelime zikredilmemiĢtir. BaĢka bir ifade ile bolluğun ya da kıtlığın sebebi
açıklanmamaktadır. Ancak 47. âyette geçen “ziraatte eskiden beri süregelen” ve “her zaman
yapılan” anlamındaki710
( للأص ) kelimesinden hareketle, eskiden beri bu bölgede yaĢayan
insanların rızıklarını temin ettikleri Ģekilde ekin ekmeleri istenmekte ve yedi yıl boyunca
mahsullerinin bereketli olacağı dolaysıyla da yiyecekleri stoklamaları istenmektedir. Bu
bolluğun sebebi yağmur ve Nil suları olabileceği gibi Allah‟ın lütfettiği baĢka bir sebeple de
olabilir.711
Bolluğun sebebini yağmura dayandırmamız halinde, Mısır‟da yedi yıl boyunca
insanların ihtiyaçlarını karĢılayacak kadar yağmurun yağamayacağı (ve dolayısıyla da ekinde
bir bolluk olamayacağı) iddiası bilimsel açıdan somut kanıtları gerektirir ki bu imkânsız
görünmektedir. Zîrâ iklim değiĢikliklerini hesaba katmadan, M.Ö. 2000 yıllarında yaĢanan
kıssanın geçtiği iklim koĢullarını, günümüz Mısır iklimi ile değerlendirmek, izaha muhtaç bir
iddiadır. Ayrıca Nil nehrinin Mısır‟a taĢıdığı suyu sadece Nil bölgesine yağan yağmurlardan
aldığını iddia etmek de doğru değil; bilakis Nil nehri kaynağından baĢlayarak nehrin geçtiği
tüm bölgelerin su kaynaklarından (yağmur, akarsular vb.) da su alabilir. Zirâ Nil‟in iki
kaynağı olan Mavi Nil ve Atbara nehirleri Mısır‟ın dıĢındadır ve bu iki nehir Mısır‟a giren Nil
sularının % 80‟nini oluĢturmaktadır.712
SONUÇ
709
DOĞANER, Suna, Mısır, DĠA, Ankara, 2004, C. XXIX, s. 554. 710
MAHLÛF, Hüseyn Muhammed, Kelimâtu‟l- Kur‟ân, el-Mektebetü‟l-Ġslâmiyye, Ġstanbul, 1957, s.137. 711
Talâk 65/2-3. 712
ERGĠL, Doğu, “Ortadoğu‟da Su SavaĢları mı?”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Ankara, 1990, S. 1, C.
XLV, s. 72.
135
“Ġnternet Ortamında, Kur‟ân‟a Yöneltilen Bazı Ġthamlar ve Cevaplar” konulu tez
çalıĢmasında varılan sonuçlar Ģöyle özetlenebilir:
Bu tez çalıĢmasının; “Ġnternet ortamında Kur‟ân-ı Kerîm‟e yönelik iddia ve ithamların
bir envanterini ortaya çıkarmak, tespit edilen ithamlara cevap vermek ve konu ile ilgili
yapılacak çalıĢmalara katkı sağlamak” olarak belirlediği hedefler doğrultusunda Türkçe
yayım / yayın yapan site, forum vb. internet ortamları incelenerek 37 iddia / itham tespit
edilmiĢ, belirlenen bu ithamlardan 23‟ü tezde üst baĢlıkta 14‟ü alt baĢlıkta tasnif edilmek
suretiyle konu ile ilgili Ġslâmî kaynaklar ve bilimsel veriler ıĢığında değerlendirilerek
cevaplandırılmıĢtır.
Oldukça geniĢ bir araĢtırma alanına sahip olan bu çalıĢmada, internet ortamında
Kur‟ân-Kerîm hakkında gündeme getirilen ve ithama varan iddiaların büyük bir kısmının
alıntılardan ya da ilgili kaynak metinlerin yorumlarından oluĢtuğu, bazen alıntı metnine sadık
kalınmadığı görülmüĢtür. AraĢtırmada dikkat çeken bir baĢka husus ise çoğu iddia
sahiplerinin bilimsel ölçülerle uyuĢmayan tutumları, konuya bütüncül olmayan yaklaĢımları
ve bazen ahlâkî değerlerle bağdaĢmayan dil ve üslûpları olmuĢtur. Bundan sonra aynı konuda
yapılacak çalıĢmalarda tespit edilen bu ithamların her birinin müstakil olarak ele alınması ve
çalıĢmaların internet ortamlarında paylaĢılması yararlı olacaktır.
Farklı sanal ortamlarada gündeme getirilen tüm bu ithamlar, Kur‟ân‟ın ilâhî vasfını
inkâr niteliği taĢıdığı, ancak taĢıdıkları nitelikler açısından değerlendirildiğinde ithamların iki
kategoride tasnif edilebilir nitelikte olduğu anlaĢılmıĢtır:
1. Kur’ân’ın ilâhî vasfını tümel (genel) bir yöntemle inkâr etme niteliği taĢıyan
ithamlar: Bu itham, bir bütün olarak vahyin / Kur‟ân‟ın inkârına dayanan sonra çeĢitli
argümanlarla bu inkârın kanıtlanmaya çalıĢıldığı bir ithamdır. Denilebilir ki önce inkâr sonra
bu inkârı ispatı çabası/arayıĢı vardır. Kur‟ân‟a yönelmeleri ve onunla ilgilenmeleri bu inkârı
ispat gayretlerinden kaynaklanmaktadır. Bu ithamda bulunanlar, Kur‟ân‟ın kaynağı
konusunda farklı görüĢtedir: Onun Hz. Peygamber‟in telifi olduğu, eski kutsal kitaplardan ya
da bu dinlere mensup bazı kimse ya da kimselerden muktebes (alıntı) olduğu, indiği dönemin
bazı yerel kaynaklardan alındığı gibi. Ayrıca Kur‟ân‟ın üslûp özellilerinden bahisle / hareketle
onun ilâhî bir metin olamayacağı iddiası ile Kur‟ân‟ın çeliĢkiler barındıran bir kitap olduğu
ithamı da bu türden ithamlardır.
Ġnternet ortamında Kur‟ân‟ın kaynağına yönelik ithamların yeni bir iddia olmadığı,
ithamların bir kısmı eski iddialarla benzerlik gösterirken bir kısmı Allah‟ın varlığını,
136
dolayısıyla da vahyi ve risaleti reddeden bir kısım yazılı ve sözlü kaynakardan alındığı tespit
edilmiĢtir. Bu konudaki kaynak âyetler incelendiğinde, Kur‟ân‟ın bizatihi kendisinin bu
iddiaların bir kısmını gündeme getirdiği ve bu iddialara cevap veren en önemli kaynağın da
yine Kur‟ân‟ın kendisi olduğu görülmüĢtür. Zirâ Kur‟ân‟ın Hz. Peygamber‟e yönelik
hitaplarında kullanılan ifadeler incelendiğinde bu ifadelerin bir kısmının lafza, bir kısmının
manaya taalluk eden ifadeler olduğu, ve bunların Hz. Peygamber‟e emreden bir üslupla ifade
edildiği anlaĢılmıĢtır. Bu vecihle, Kur‟ân‟ın hem mâna hem de lafız yönüyle ilahî olduğu ilgili
âyetlerle açıklanmıĢtır.713
Kur‟ân‟ın kanağına yöneltilen ithamlar, ispatı mümkün olmayan iddialardan öteye
geçmediği anlaĢılmıĢtır. Nitekim Kur‟ân‟ın bütün meydan okumalarına rağmen müĢriklerin,
ümmî bir peygamber olduğunu bildikleri Efendimiz‟den Arap edebiyatı konusunda çok daha
ileri düzeyde yetenekli ve meĢhur birçok Ģair, hatip olduğu halde Kur‟ân‟ın ya da bir kısmının
benzerini sunduklarına dair muteber hiç bir kaynakta bu yönde bir bilgi tespit edilmiĢ değildir.
Efendimiz (s.a.v.), Kur‟ân-ı Kerim‟de birçok konuda uyarılmıĢtır. Hz. Peygamber (s.a.v.)
müellifi olduğu iddiası doğruysa kitapta niçin hatasını gösterip kendisini sert uyarılarla
uyarsın? Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)‟in; Medineli Yahûdî din adamlarının soruları, ifk
hadisesi ve kıblenin değiĢtirilmesi gibi vahye Ģiddetle ihtiyaç duyduğu durumlarda vahyin
gecikmesi ile sıkıntıya girmesi, Efendimiz‟in anlamlarında kapalılık olan bazı âyetler714
ve
sahabenin anlamakta zorlandığı bazı âyetler hakkında açıklama yapmaktan kaçınması,
Kur‟ân‟da onun yaĢadığı dönemde bilinmeyen birçok gaybî haberler / bilgilerin olması, daha
önce onda görülmeyen ancak vahiy öncesi rûhî hazırlık döneminden itibaren ve nihayet
vahyin geliĢiyle birlikte özellikle nüzûl sırasında ve sonrasında Hz. Peygamberde görülen bazı
fizikî ve ruhî değiĢimlerin olması, Kur‟ân‟ın Hz. Peygamber tarafından telif edilmiĢ bir kitap
olamayacanın kanıtlarındandır.
Hz. Peygamber‟in Kur‟ân‟ı yaĢadığı dönemin yazılı kaynaklarından ya da bazı
kimselerden aldığı aldığı iddiası da doğru değildir. Nitekim o dönem hiçbir ilâhî kitap / metin
Arapçaya tercüme edilmiĢ değildi. Ümmî bir peygamberin bunu yapamayacağı ortadadır. Hz.
Peygamber‟in meydan okumalarına rağmen ehl-i kitaptan hiç kimse Kur‟ân‟ın, kitaplarından
alındığı iddiasında bulunmamıĢlardır. Tersine ehl-i kitap, Kur‟ân‟ın kendi kitaplarından farklı
olduğunu söylüyorlardı. Unutulmamalıdır ki ehl-i kitabın itirazı vahye ve peygamberliğe
değil, gelecek peygamberin kendilerinden olmamasına yönelik idi. Ayrıca dönemin tüm yerel
713
A‟râf:7/203;Yûnus:10/15; Kıyame: 57/16-19; Alak: 96/1; Yûsuf: 12/2; A‟lâ: 87/6. 714
Bakara 2/284.
137
dinî kaynaklarına mensup birçok insanın müslüman olmayı seçmesi de önemle kaydedilmesi
gereken bir tespittir.
Kur‟ân kıssalarının Yahûdî ve Hristiyan efsanelerinden alındığı ithamı da ispatı
mümkün olmayan bir iddiadır. Zira Tevrat‟ın ilk Arapça çevirisi milâdî 8. yılda Ġncil‟in ise
ancak 19. asırda yapılabilmiĢtir. Kur‟ân kıssaları, Tevrat ve Ġncil‟in kıssalarından hedef, üslûp
ve muhtevâ açısından farklılık göstermekte, mesajın farklı anlayıĢ ve anlama düzeylerine
sahip muhataplarca anlaĢılmasını ve pekiĢmesini sağlamaya yönelik bir üslûptur. Farklı
bağlamlarda zikredilen kıssa kesitleri ise pedogolojik, psikolojik ve soyolojik olarak bağlama
uyum sağlamakta ve bu durum, âdeta tekrarın sanata dönüĢmesidir. AnlaĢılan o ki bu ince,
sanatsal ve vecîz üslûbu fark edemeyenler, bunu olumsuz bir durum, bir eksiklik olarak
görmüĢ ve bu beliğ üslûbu itham konusu yapmıĢlardır. Kur‟ân‟daki kıssaların ehl-i kitabın
kıssalarıyla ismen benzerlik göstermesi, Tevrat ve Ġncil‟in tahrif edilmesi gibi bu kıssaların
içeriğinin de tahrif edilmesi ile açıklanabilir. Denilebilir ki Kur‟ân kıssaları, Tevrat ve Ġncil‟de
geçen kıssaların tahrif edilmemiĢ halini ortaya çıkarmıĢtır. Ayrıca Hûd (a.s.), Sâlih (a.s.) ve
ġuayb (a.s.)‟ın kıssaları gibi, Kur‟ân‟da zikredildiği halde Yahûdî ve Hristiyan kaynaklarında
bahsi geçmeyen kıssalar olduğunu da unutmamak gerekir.
Sûre adları ile sûre içerikleri arasında tutarlık olmadığı iddiasına gelince anlaĢılan Ģu
ki iddia sahipleri Kur‟ân‟ın kendisine özgü üslûp özelliklerini bilmemektedir. Kur‟ân‟ın 114
sûreye ayrılmasındaki mantık ile bu sûrelerin isimlendirilmesindeki mantık aynıdır: Sûrelerin
akılda kalmasını sağlamak ve sûredeki muhtevayı anlamayı kolaylaĢtırmaktır. Kur‟ân‟ın edebî
üslûplarından biri olan tekrarlar ise söz ve manâyı birlikte vurgulayan ve pekiĢtiren Kur‟ân‟ın
kendisine özgü bir eğitim tekniğidir. Ancak tekrarlar, aynı lafzın veya ifadenin aynı bağlamda
yeniden zikredilmesi Ģeklinde değil, farklı muhataplarla ve farklı bağlamlarda, konunun
yeniden yorumlanması Ģeklinde gerçekleĢir. Böylece Kur‟ân, Ģiddetli inkârcılığı ile bilinen
Mekkli müĢrikler ile diğer muhatap kitleleri ikna etmek için dönemin dil ve edebiyatına
hâkim olan iki belâgat üslûbu olan te‟kîde ve te‟kîdin en kuvvetli hali olan tekrara
baĢvurmuĢtur. Kur‟ân‟ın dil ve üslûbunu bilen bir kimsenin tekrarmıĢ gibi görünen lafız ve
ifadeleri lüzumsuz ve bıktırıcı görmesi mümkün değildir. Zîrâ tekrarlar, eğitim ve iletiĢim
açısından çok önemli fonksiyonlar icrâ etmektedir. Kur‟ân‟da kısır tekrarlar olduğu iddiası,
Kur‟ân, Kur‟ân tarihi ve Kur‟ân‟ın üslup özellikleri hakkında yeterince bilgi sahibi
olmamaktan kaynaklandığı görülmüĢ
138
Kur‟ân‟ın, bir dönemde yaĢayan bir toplumun, ortak kültürü, fikrî ve edebî
müktesebâtını toplayan bir kitap olduğu iddiasını “Kur‟ân‟ın Yerelliği” baĢlığı altında
incelenmiĢtir. Ġslâm dini, insanın fıtrî özellikleri ve aklî çabaları ile bulduğu ya da ilâhî
dinlerden tevarüs etmiĢ olma ihtimali olan uygulamalardan, akidesine ve Ģer‟î maksatlarına
uygun bulduklarını devam ettirmiĢ ancak bu niteliklere uymayan uygulamaları da kaldırmıĢtır.
Cahiliyenin kendisini ortadan kaldıran Kur‟ân‟ın, cahiliye kaynaklarından alındığını iddia
etmek açıklanabilir bir durum değildir.
Tek bir ilâha inanmaları dıĢında inançları hakkında fazla bir bilgiye sahip olmadığımız
Haniflerin Kur‟ân‟a kaynaklık etmesi mümkün değildir. Oldukça müphem öğretilere sahip bu
inanç gurubunun, insanlığın hayatının tüm yönleri kuĢatan evrensel bir kitap olan Kur‟ân‟a
kaynaklık ettiği iddiası, büyük bir zorlamadır. Kıyametle ilgili âyetlerin Ümeyye bin Ebi
Salt‟ın Ģiirlerinden alınması iddiası da Ģiirin söz konusu Ģaire ait olmadığı ve sonraki
dönemlerde müslüman bir Ģair tarafından, Kur‟ân‟dan mülhem olarak yazıldığı tespit
olunmuĢtur. Varaka bin Nevfel‟in, Kur‟ân‟a kaynak olabileceği ile ilgili aleyhte hiçbir kaynak
tespit edilmiĢ değildir. Tersine o gelen ilk vahyi Nâmûs-u Ekber olarak nitelendirerek Hz.
Peygamber‟in peygamberliğini anlamıĢ ve açıklamıĢtır. Efendimiz‟in Kur‟ân‟ı Rahip
Bahira‟dan almıĢ olması bir iddiadan öteye geçmediği görülmüĢtür. Zira Bahira‟yı bize
aktaran siyer kaynaklarıdır. Bu kaynaklara göre Efendimiz, on iki yaĢında iken kendisiyle bir
kez kısa görüĢmesi olmuĢtur. Bu kadar kısa bir görüĢmede onun, yirmi üç yılda inen bu eĢsiz
âyetlerin hepsini öğrenmesi ve ezberlemesi mümkün değildir. Kaldı ki bu kısa görüĢmede
Bahira, Efendimiz‟in durumunu yorumlayarak onun peygamberlik vasfı taĢıdığını ifâde ettiği
bilgisi de vardır.
2. Kur’ân’ın ilâhî vasfını tikel bir yöntemle (belli örneklerden hareketle) inkâr
etme niteliği taĢıyan ithamlardır: Burada Kur‟ân‟ın belli âyetleri ile ilgili bazı iddialar/
argümanlardan hareketle Kur‟ân‟ın ilâhî vasfı inkâr edilmekte ve Kur‟ân; bilimsel, tarihî,
sosyal ve hukûkî gerçeklerle bağdaĢmayan bir kitap olmakla itham edilmektedir.
Bu gurupta tasnif edilen ithamlar, çalıĢmanın ikinci bölümünde incenmiĢ ve
Kur‟ân‟ın; bilime, insana, insanın sosyal hayatına ve ölümden sonraki hayatına dair bazı
âyetlerine yönelik eleĢtiriler cevaplandırılmıĢtır. Kur‟ân‟da kadın, kadının değeri, kölelik ve
cariyelik, Hz. Peygamber‟in Hz. Zeynep‟le evliliği, kadına yönelik Ģiddet, savaĢ, insan ve
onun değeri, takiyye, cennet ve cehennem hayatı, cezâ ve mükâfat, Kur‟ân‟da geçen put
isimleri, mirasla ilgili âyetlerde matematiksel hata olduğu, Kur‟ân‟ın üslûbu ile ilgili bazı
139
iddialar ve Kur‟ân‟ın, bilimin de konusu olan bazı âyetlerine iliĢkin iddialar, bütüncül bir
yöntemle incelenmiĢ, iddialara konu olan âyetlerin; iddia sahiplerince doğru anlaĢılmadığı,
bilimsel verilerin yorumlanması ile elde edilen bazı yorumsal veriler, adeta Kur‟ân‟ın ilgili
âyetlerine dayatılmaya çalıĢıldığı anlaĢılmıĢtır.
Ġnternet ortamında Kur‟ân‟a yöneltilen iddiaların temelinde “Kur‟ân‟ı doğru
anlamama” probleminin yattığı tespit edilmiĢtir. Bu probleminin temelinde ise Kur‟ân‟ı
Tefsir kitaplarından okuma / anlama yerine meallerden okuma / anlama ya da mealle yetinme
olduğu tespit edilmiĢtir. Aynı Ģekilde Ġthamların temelinde; Arap dili ve belâğatı konusundaki
yetersizlik, Kur‟ân‟ı bütüncül bir bakıĢla okumama, sünnetin açıklayıcılığından
yararlanmama, taassuptan sakınmama, gaybî konulara dalma, Kur‟an‟ın zahirî ve batınî
anlamalarında dengeli davranmama, âyetlerin bağlamını dikkate almama, âyetlerin nüzûl
sebeplerinden yararlanmama, Ulûmu‟l-Kur‟ân‟ı bilmeme ya da dikkate almama, daha da
önemlisi Kur‟ân‟a, hakikati arama erdemi ile yaklaĢmama gibi ilmî, fikrî, metodolojik, teknik
ve etik sebepler olduğu anlaĢılmıĢtır.
Bütün ön yargılardan uzak bir Ģekilde, âyetlerin ifade edildiği bağlam, Tefsîr
kaynaklarındaki ilgili açıklamalar ve bilimin kesinleĢmiĢ verileri dikkate alınarak ithamlar
incelenmiĢ, inceleme sonucunda, internet ortamında, Kur‟ân-ı Kerîm‟e yöneltilen ithamların
doğru gerekçelere dayanmadığı, tutarlı olmaktan uzak olduğu ve kanıtlanması mümkün
olmayan iddialardan öteye geçmediği görülmüĢtür.
KAYNAKLAR
140
ABDU‟L-BÂKÎ, Muhammed Fuâd (1882-1968), el-Mu‟cemu‟l-Müfehres li Elfâzi‟l-
Kur‟âni‟l-Kerîm, Dâru‟l-Hadîs, Kahire, 1988.
AHMED B. HANBEL (ö.241/855), el-Musned, Çağrı Yayınları, Ġstanbul, 1992.
AHMED CEVDET PAġA (1823-1895), Mecelle, md. 21.
AKBULUT, Ġlhan, “Ġslâm Hukukunda Suçlar ve Cezalar”, Ankara Ünv. Hukuk Fakültesi
Dergisi, C. LII, S.1, Ankara, 2003, ss. 167-168.
AKDEMĠR, Salih, “MüsteĢriklerin Kur‟ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed (s.a.v.)‟e
YaklaĢımları”, Ankara Ünv. Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. XXXI, Ankara, 1990, ss.
93-94.
AKGÜNDÜZ, Ahmet, Osmanlı‟da Harem, TimaĢ Yayınları, Ġstanbul, 2012.
AKINCI, Ahmet, “Ġslâm Hukukuna Göre SavaĢta Uyulacak Kurallar”, Yüksek Lisans Tezi,
Bursa, 2007.
AKPINAR, Ali, “Kur‟ân Sûrelerinin Ġsimlerine Dair YazılmıĢ Mensûr ve Manzûm Eserler ve
Manzûm Bir Örnek”, Cumhuriyet Üniv. Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi C. XIII, 2009, ss. 6-
7.
AKSEKĠ, Ahmet Hamdi, “Âlem-i Ġslâm ve Ġngiliz Misyonerleri”, Ġstanbul, 1334.
ALBAYRAK, Halis, Kur‟ân‟ın Bütünlügü Üzerine, ġule Yayınları, Ġstanbul, 1993.
ALGÜL, Hüseyin vd., Ġlmihal (I-II), TDV Yayın Matbaacılık, Ġstanbul, 1999.
ATEġ, Ali Osman, Kur‟ân ve Kadın Sempozyumu, TDV Yayınları, Ankara, 2013.
AVCI, Casim, Benî Kaynuka, DĠA, C. XXV, Ankara, 2002, s. 88.
AYDAR, Hidayet, “Kur‟ân‟daki TeĢbihlerden: Kadınlarınız Sizin Tarlanızdır...”, Kur‟ân
Mesajı Ġlmi AraĢtırmalar Dergisi, S. 3, 1998, ss. 54-57.
AYDEMĠR, Halis, Kur‟ân‟da Hata Yok, Enki Yayınları, Ġstanbul, 2012.
AYDIN, Mehmet Akif, Kadın, DĠA, C. XXIV, Ġstanbul, 2002, s. 87.
AYDIN, Mehmet, Müslümanların Hristiyanlığa KarĢı Yazdığı Reddiyeler ve TartıĢma
Konuları, Selçuk Ünv. Ġlâhiyat Fakültesi Yayınları, No: 2, Konya, 1989.
AYDIN, Erdoğan, Kur‟ân ve Din, Ġslâmiyet Gerçeği 1, Cumhuriyet Kitapları, Ġstanbul, 1992.
BAġ, Erdoğan, semâ, DĠA, C. XXXVI, Ġstanbul, 2009, s. 453.
BAYRAKLI, Bayraktar, Yeni AnlayıĢın IĢığında Kur‟an Tefsiri, Bayraklı Yayınları, Ġstanbul,
2017.
BAYSAL, Sıddık, “Üslûbu‟l-Kur‟ân‟ın Tefsîr Ġlmi Ġle ĠliĢkisi”, Bilimnâme, Kayseri, 2018, ss.
401-402.
BĠLGĠN, Beyza, Ġslâm‟da Kadının Rolü ve Türkiye‟de Kadınlar, Sinemis Yayınları, Ankara,
2005.
BOLAY, Süleyman Hayri, Âlem, DĠA, C. II, Ġstanbul, 1989, s. 358.
BUCAĠLLE, Maurıce, Müsbet Ġlim Yönünde Tevrat, Ġnciller ve Kur‟ân, Çev. Mehmet Ali
SÖNMEZ, DĠB Yayınları, Ankara, 1998.
141
EL-BUHÂRÎ, Muhammed b. Ġsmâil (ö.256/870), el-Câmi‟‟s-Sahîh, Dâru Ġbni Kesîr, Beyrut,
2002.
BULUT, Selahattin, “Ta„rîb ve el-Cevâlîkî‟nin el-Mu„arrab‟ı”, Yüksek Lisans Tezi, Konya,
2007.
CABBAROV, Sancar, Kur‟ân Efsanelari ve Rivayetleri, Özbekistan CCR Fen NeĢriyatı,
TaĢkent, 1986.
EL-CAHIZ, Ebu Osman Amr b. Bahr, Hristiyanlığa Reddiye, Tekin Kitabevi, çev: Osman
Cilacı, Konya, 1992.
CANDAN, Abdulcelîl, Kur‟ân Okurken Zihne Takılan Âyetler, Elest Yayınları, Ġstanbul,
2004.
CERRAHOĞLU, Ġsmail, Tefsir Usûlü, TDV Yayınları, Ankara, 1983.
--------------------,“Oryantalizm ve Batı‟da Kur‟ân ve Kur‟ân Ġlimleri Üzerine AraĢtırmalar”,
Ankara Ünv. Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. XXXI, 1990, ss. 105-106
CEVÂD, Ali, el-Mufassal fî Tarihi‟l-Arab Kable‟l-Ġslâm, Dâru‟l-Ġlm li‟l-Melayin, C. V,
y.y., 1970, s. 56.
COġKUN, Selçuk, “Sovyet Dönemi Buharî Yurdunda Hadis”, AKEV Akademi Dergisi, S.
13, 2002, ss. 13-14.
ÇAVĠġ, ġeyh Abdulaziz, Angilikan Kilisesine Cevap, DĠB. Yayınları, Ankara, 1991.
ÇELĠK, Ahmet, “Kur‟ân‟a Göre Cehennem‟de Kalmanın Semantik Tahlili”, Ekev Akademi
Dergisi, S. 11, 2002, ss. 79-80.
ÇĠÇEK, Halil, “Kur‟ân‟da Sema‟ Kavramı”, Dicle Ünv. Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi,
S. 1, 1907, ss. 15-16.
----------, Yirminci Asırda Kur‟ân Ġlimleri ÇalıĢmaları, TimaĢ Yayınları, Ankara, 2006.
DAVUTOĞLU, Ahmet (ö.1983), Sahîh-i Müslim Tercemesi ve ġerhi, Sönmez NeĢriyat,
Ġstanbul, 1983.
DEMĠR, ġehmus, Mitoloji, Kur‟ân Kıssaları ve Tarihi Gerçeklik, Beyân Yayınları, Ġstanbul,
2003.
DEMĠRCAN, Adnan, “Cahiliye ve Hz. Peygamber Dönemi Uygulamalarıyla Nikâh”, Diyanet
Ġlmî Dergi, C. XLIL, S. 3, Ankara, 2013, ss. 28-29.
DEMĠRCĠ Sabri, “Kur‟an Âyetleri ve Sûreleri Arasındaki Tenasüb (Fahruddîn Razî„nin
Tefsiri, Mefâtîhu‟l-Gayb Örneği)”, Ekev Akademi Dergisi, S. 62, Ankara, 2015, ss. 26-
63.
-----------, “Kur‟ân-ı Kerîm‟deki Tekrarlar Meselesi ve Mefâtîhu‟l-Ğayb Tefsir‟inde Râzî‟nin
YaklaĢımı”, Sosyal Bilimler Dergisi, S. 5, Aralık, 2015, s. 286-307.
DEMĠRCĠ, Muhsin, “Kur‟ân Vahyinin Nüzûlü Keyfiyeti ve Korunması”, Diyanet Ġlmî
Dergisi, C. XLVI, S. 1, Ankara, 2010, ss. 21-22.
DĠVLEKCĠ, Celalettin, “Ahzâb Suresi 37. Âyetiyle Ġlgili Nüzûl Sebebi Rivayetleri ve Ġlmî
Değeri”, Ekev Akademi Dergisi, S. 59, 2014, ss. 89-90.
DOĞANER, Suna, Mısır, DĠA, C. XXIX, Ankara, 2004, s. 554.
142
DÖNDÜREN, Hamdi, Avl, DĠA, C. IV, Ġstanbul, 1991, s. 117,118.
DRAZ, Abdullah, Kur‟ân‟a GiriĢ, Otto Yayınları, çev. Salih AKDEMĠR, Ankara, 2012.
DUMAN, M. Zeki, “Ġslâm‟ın Köle ve Cariye Sorununa YaklaĢımı”, Erciyes Ünv. Ġlâhiyat
Fakültesi Dergisi, S. 12, 2011, ss. 1-54.
DURMUġ, Ġsmail, Harf, DĠA, C. XVI, Ġstanbul, 1997, s. 161.
EBÛ DÂVÛD, Süleymân b. el-EĢ„as b. Ġshâk es-Sicistânî el-Ezdî (ö. 275/889), es-Sünen,
Dâru‟l-Kütübi‟l-Ġlmiye, Beyrut, 1996.
ERDOĞAN, Suat, “Kur‟ân ve Sünnet IĢığında Suç-Ceza Uygunluğu”, Bingöl Ünv. Ġlâhiyat
Fakültesi Dergisi, S. 3, 2014, s.132-133.
ERGĠL, Doğu, “Ortadoğu‟da Su SavaĢları mı?”, Ankara Ünv. SBF Dergisi, C. XLV, S. 1,
Ankara, 1990, ss. 72-73.
ERġAHĠN, Seyfettin, “Sovyetler Birliği‟nde Kur‟ân‟a YaklaĢımlar”, Ġslamî AraĢtırma- lar
Dergisi (özel sayı), S. 9, Ankara, 1996, ss. 28-32.
ERTUĞRUL, Ġsmail Fennî (ö. 1855/1946), Kitâb-ı Ġzâle-i ġukûk, Çizgi Kitabevi, Ġstanbul,
2017.
ESED, Muhammet Kur‟ân Mesajı, ĠĢaret Yayınları, Ġstanbul, 1996.
FAYDA, Mustafa, Ġfk Hadisesi, DĠA, C. 21, Ġstanbul, 2000, ss. 507-509.
GEDĠKLĠ, Fikret, “Sosyo Psikolojik Boyutları Açısından Kur‟ân Kıssaları”, Selçuk Ünv.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Konya, 2011.
GEZGĠN, Ali Galip, Kur‟ân‟da Hz. Peygamber‟e Yapılan Uyarılar, Rağbet Yayıları,
Ġstanbul, 2005, ss. 189-190.
GUĠLLAUME, Alfred “Garp‟ta Ġslâm Tetkikleri Mevzuuna Dair Konferanslar”, Ġslâm
Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, C. I, 1954, ss. 122- 142.
GÜMÜġ, Sadreddin, “Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, Resûlullah (s.a.v.)‟in Aile Hayatı Ġle
Ġlgili Âyetlerin Toplu Değerlendirilmesi”, Ġslâmî Ġlimler AraĢtırma Vakfı (ĠSAV),
1998, ss. 209-242.
GÜNDÜZ, ġinasi, “Kur‟ân Kıssalarının Kaynağı Eski Ahit mi? Yapı, Muhteva ve Kaynak
Açısından Torah Kıssaları”, Ondokuz Mayıs Ünv. Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi, S. 10,
1998, ss. 88-89.
EL-HAKÎM, Muhammed Bakır (ö.2003), El-MüsteĢrikûn ve ġubuhâtuhum Havle‟l-Kur‟ân,
Müessesetu‟l-E‟lemiyyi li‟l-Matbûat, Beyrut, ts.
HAKYEMEZ, Cemil, “ġiî Takiyye Ġnancının TeĢekülü”, Çorum Ġlâhiyat Fakültesi Dergisi,
C. III, S. 6, , 2004, ss. 130-131.
HAMĠDULLAH, Muhammed, Ġslâm Peygamberi: Hayatı ve Faaliyeti, Ġrfan Yayınevi, Çev.
Salih Tuğ, Ġstanbul, 1993.
HARMAN, Ömer Faruk, Yûsuf, DĠA, C. XLIV, Ġstanbul, 2013, s.1.
HATĠP, Abdulaziz, Kur‟ân ve Hz. Peygamber Aleyhindeki Ġddialara Cevaplar, Nesil
Yayınları, Ġstanbul, 1997.
143
EL-HEYSEMÎ, Ebü‟l-Hasen Nûrüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Süleymân el-Heysemî (ö.
807/1405), Mecmeu‟z- Zevâid, Dâru‟l-Kütübi‟l-Ġlmî, Beyrut, 1988.
ĠBNĠ ÂġÛR, Muhammed Tâhir (ö.1973), et-Tahrîr ve‟t-Tenvîr, ed-Dâru‟t-Tunûsiyyetu li‟n-
NeĢri Sahnûn li‟n-NeĢri ve‟t-tevzi‟, Tunus, 1984.
ĠBNĠ HĠġAM, Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. HiĢâm b. Eyyûb el-Himyerî el Meâfirî
el-Basrî el-Mısrî (ö.218/833), es-Siretu‟n-Nebeviyye, Dâru‟l-Kitabi‟l-Arabî, Beyrut
1990.
ĠBN KESÎR, Ebü‟l-Fidâ, Ġmadüddîn Ġsmail b. Ömer (ö.774/1372), Tefsîru‟l - Kur‟âni‟l Azîm,
Dâru Tayyibe li‟n-NeĢri ve‟t-Tevzi‟, Riyad, 1999.
------------, Muhtasar Kur‟ân-ı Kerîm Tefsiri, Çağrı Yayınları, Çev. Bekir KARLIĞA,
Ġstanbul, 1990.
ĠBNĠ MANZÛR (ö. 711/1311), Lisânu‟l-Arab, Beyrut, 1994.
ĠMAMUDDĠN HALÎL, Kâlû ani‟l-Ġslâm, Ennedvetu‟l-Alemiyyetu li‟Ģ-ġâbbi‟l-Ġslâmî, Riyâd,
1992.
ĠZZEDDĠN EBU‟L-HASAN, Ali b. Muhammed, (ö.630/1233), el-Kâmil fi‟t-Tarih, Dâru‟l-
Kitabi‟l-Arabî, Beyrut, 2012.
JACOB M. LANDAU, Goıteın Shelomo Dov, DĠA, C. XIV, Ġstanbul, 1996, s. 101.
KANDEMĠR, Mehmet YaĢar, Âyet ve Hadislerle Açıklamalı Kur‟ân-ı Kerîm Meâli, Marmara
Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Yayınları, Ġstanbul, 2016.
KARAMAN Hayrettin, ÇAĞRICI Mustafa, DÖNMEZ Ġbrahim Kâfi, GÜMÜġ Sadrettin,
Kur‟ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsiri, DĠB. Yayınlar, Ankara, 2017.
KAYA, Mehmet, “Bilimsel Tefsir ve DeğiĢim”, Mütefekkir Dergisi, C. III, S. 5, 2016, ss.
120-121.
KAYAER, Osman, Kur‟ân Kıssalarının Anlam ve Değeri, Fecr Yayınevi, Ankara, 1998.
EL-KAZVÎNÎ, Hatîb (ö.739/1338), et-Telhis, Daru‟Ģ-ġifa, y.y., 2017.
KELPETĠN, Mahmut, “Benî Kurayzâ Gazvesi Ġle Ġlgili Rivâyetlerin Değerlendirilmesi: Ġbn
HiĢâm Örneği”, Tarih Dergisi, S. 53, Ġstanbul, 2012, ss. 16-17.
KIRCA, Celâl, Aksâmu‟l- Kur‟ân, DĠA, C. II, Ġstanbul, 1989, ss. 290-291.
KĠTAB-I MUKADDES, Tesniye, s. 10-15.
KOCABAġ, ġakir, Kur‟ân‟da YaratılıĢ, Küre Yayınları, Ġstanbul, 2004.
KÖSE, Saffet, Ġslâm Hukuku Açısından Din ve Vicdan Hürriyeti, Ġz Yayıncılık, Ġstanbul,
2003.
El-KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed (ö. 671/1272), El-Câmi‟ li Ahkâmi‟l-
Kur‟ân, Müessesetu‟r-Risâle, Beyrut, 2006.
MAHLUF, Hüseyn Muhammed, Kelimâtü‟l-Kur‟ân, el-Mektebetu‟l-Ġslâmiyye, Ġstanbul,
1957.
MAHMUT MÂDÎ, el-Vahyu‟l-Kur‟âniyyu fi‟l-Manzuri‟l-ĠstiĢrakıyyi ve Nakduhu, Mektebetu
Dari‟d-Da‟ve, Ġskenderiye, 1996.
144
MALĠK BĠN ENES, Ebû Abdillâh Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahî el-
Yemenî (ö.179/795) el-Muvatta, Dâru Ġhyâi Turasi‟l-Arabî, Beyrut, 1985.
MEVDÛDÎ, Ebu‟l-A‟lâ (ö.1979), Tefhîmu‟l-Kur‟ân, Ġnsan Yayınları, Ġstanbul, 1996.
MEVLÂNÂ ġĠBLÎ (ö.1914), Asr-ı Saâdet, Çev. Ömer Rıza Doğrul, Eser NeĢriyat, Ġstanbul,
ts.
EL-MEVSILÎ, Ebu‟l-Fazl Mecduddîn Abdullâh b. Mahmûd b. Mevdûd (ö. 683/1284), el-
Ġhtiyâr li Ta‟lîli‟l-Muhtâr, Çağrı Yayınları, Ġstanbul, 2015.
MĠRAS, Kamil (ö.1957), Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve ġerhi, DĠB. Yayınları, Ankara, ts.
EL-MUTAYRÎ, Abdu‟l-Muhsin, Deâva‟t-Tâinin fi‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, Dâru‟s-Saâde, Beyrut,
2006.
El-MÜSLĠM, Ebü‟l- Hüseyn Müslim b. Haccac (ö. 261/875), el-Câmiu‟‟s-Sahîh, Dâru‟l-
Hadîs, Beyrut, 1991.
EN-NUVEYRÎ, Ebü‟l-Abbâs ġihâbüddîn Ahmed b. Abdilvehhâb b. Muhammed el-Bekrî et-
Teymî el-KureĢî en-Nüveyrî (ö. 733/1333), Nihâyetu‟l-Ereb fî Ahbâri Men Zeheb,
Dâru‟l-Kutubi‟l-Mısrıyye, Kahire, ts.
ÖZAFġAR, Mehmet Emin vd., Oryantalist YaklaĢıma Ġtirazlar, AraĢtırma Yayınları,
ANKARA, 1999.
ÖZDEMĠR, Ġsmail, “Kur‟ân-ı Kerîm‟de Göklerin ve Yerin YaratılıĢı ve „Altı Gün‟ Problemi”,
MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2007.
ÖZGEL, Ġshak, “Tarihselcilik DüĢüncesi Bağlamında Kur‟ân‟ın Tarihsel Yorumu
(Metodolojik Bir Teklif)”, SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Isparta,
2002.
ÖZTÜRK, Emine, “Kur‟ân‟ın Kadına BakıĢı ve Ġslâm Tarihinde Kadının Sosyal Statüsüne
Genel Bir BakıĢ”, Harakanî Dergisi, S. 2, 2014, ss. 26-27.
ÖZTÜRK, Mustafa, “Kur‟ân‟ın Cennet Betimlemelerinde Yerel ve Tarihsel Motifler”,
Ġslâmiyat, S. 1, Ankara, 2001, ss. 145-162.
RÂĞIB El-ĠSFAHÂNÎ, Ebu‟l-Kâsım Huseyn b. Muhammed (ö.502/1108), el-Müfredât fi
Ğarîbi‟il-Kur‟ân, Mektebetü Nizar Mustafa el-Bâz, yy., ts.
ER- RÂZÎ, Fahruddîn (ö.1411/1990), Mefâtîhu‟l-Ğayb, Dâru‟l-Fikr, Beyrut, 1981.
ES-SÂBÛNÎ, Muhammed Ali, Safvetü‟t-Tefâsir, Ensar NeĢriyat, Ġstanbul, 1995.
---------------, Ġ‟câzu‟l-Beyân fî Süneni‟l-Kur‟ân, DımaĢk, 1979.
SAĠD NURSÎ (ö.1960), ĠĢârâtü‟l Ġ‟caz, Tenvir NeĢriyat, Ġstanbul, 1988.
SAHĠLLĠOĞLU, Halîl, Emin, DĠA, C. XI, Ġstanbul, 1995, s. 112.
SAKA, ġevki, “Mü‟minler Cehennem‟e Girer mi?”, Ankara Ünv. Ġlahiyat Fakültesi Dergisi,
S. 41, Ankara, ss. 30-40.
SAVAġ, Rıza, Ġslâm‟ın IĢığında Kadın, TDV Yayınları, Ankara, 2008.
SAYLAN, NesriĢah, “Kur‟ân‟da Beddua”, Fırat Ünv. Sosyal Bilimler Dergisi, C.
XXVI, S. 1, Elazığ, 2016, ss. 132-133.
145
SEYYĠD KUTUP (ö.1966), Fî Zilâli‟l-Kur‟ân, Çev. M. Emin Saraç, Bekir Karlığa, Ġsmail
Hakkı ġengüler, Hikmet Yayınları, Ġstanbul, ts.
---------------------, Kur‟ân‟da Edebî Tasvir, Hikmet NeĢriyat, Çev. Kamil M. Çetiner,
Ġstanbul, 1997.
SIRMA, Ġhsan Süreyya, Müslümanların Tarihi, Beyan Yayınları, Ġstanbul, 2014.
SÎBEVEYH, Ebû BiĢr Amr Bin Osman Bin Kanber el-Hârisî (ö.180/796), el-Kitab, Bulak
Nushası, Mısır, 1898.
SOFUOĞLU, Mehmet (ö.1987), Tefsire Giris, Çağrı Yayınları, Ġstanbul, 1981.
SÖNMEZSOY, Selahattin, Kur‟ân ve Oryantalistler, Fecir Yayınları, Ankara, 1998.
ES-SUYÛTÎ, Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr (ö.911/1505), ed-Dürrü‟l-Mensûr fi‟t-
Tefsîri bi‟l-Me‟sûr, Daru‟l-Fikr, Lübnan, 1911.
--------------, el-Ġtkân fî Ulûmi‟l-Kur‟ân, Çev. Sakıp YILDIZ, Hüseyin Avni Çelik, Hikmet
NeĢriyat, Ġstanbul, 1987.
ġAHĠN, Furkan, “Yeryüzünün ve Göklerin Yaratılmasıyla Ġlgili Âyetlerin Modern Ġlmî
Veriler IĢığında Yorumlanması”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006, s. 93.
ġEN, AyĢegül, “Kur‟ân-ı Kerîm‟de Tekrarlar, Yeminler ve Mesellerin ĠletiĢim Açısından
Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006.
ġENGÜL, Ġdris, Kıssa, DĠA, C. XXV, Ankara, 2002, ss. 498-500.
-----------, Ġdris, Kur‟ân Kıssaları Üzerine, TimaĢ, Ġzmir, 1994.
ġĠMġEK, Sait, Günümüz Tefsir Problemleri, Esra Yayınları, Ġstanbul, 1997.
----------, Kur‟ân Kıssalarına GiriĢ, YöneliĢ Yayınları, Ġstanbul, 1993.
----------, Kur‟ân‟ın Ana Konuları, Beyan Yayınları, Ġstanbul, 2005.
----------, YaratılıĢ Olayı, Beyân Yayınları, Ġstanbul. 1998.
TABERÎ, Muhammed bin Cerîr (ö. 310/922), Câmiu‟l-Beyân an Te‟vîli Âyi‟l-Kur‟ân,
Müessesetü‟r-Risâle, Beyrut, 1993.
TANTÂVÎ CEVHERÎ (ö.1940), Cevâhiru‟l- Kur‟ân, Kahire, 1935.
TĠRMĠZÎ, Ebu Îsâ Muhammed b. Îsâ (ö.279/892), Çev. Mehmet Türk, Kitap Dünyası, Konya,
2018.
TOPALOĞLU, Bekir, Telbîsü Ġblîs, DĠA, C. XL, Ġstanbul, 2011, s. 397.
------------------, Selâm, DĠA, C. XXXVI, Ġstanbul, 2009, s. 342.
------------------, Mü‟min, DĠA, C. XXXI, Ġstanbul, 2006, s. 558.
UĞUR, Hakan, “Osmanlının Son Döneminde Oryantalistlerin Kur‟ân Hakkındaki Ġddialarına
KarĢı Osmanlı Ulemasının Yaptığı ÇalıĢmalar Ġsmail Fennî Ertuğrul Örneği”, Kur‟ân
ve Tefsir Akademisi AraĢtırmaları II, S. 4, Ġstanbul, 2013.
USTA, Ġbrahim, “Kur‟ân-ı Kerîm‟de Semitik Kökenli Özel Ġsimler”, Turan Stratejik
AraĢtırmalar Dergisi, C. 4, S. 14, 2012, ss. 182-183.
ÜNAL, Ġsmail Hakkı - ÖZDEMĠR, Mehmet - YAZICI, Nesimî, Ġslâm Kültüründe HoĢgörü,
DĠB. Yayınları, Ankara, 2013.
146
ÜNAL, Necdet, “Kur‟ân‟ın Ġçki Yasağı Tedriciliği Üzerine Bir AraĢtırma”, Kelâm
AraĢtırmaları, C. 9, S. 2, 2011, ss. 156-166.
YAVUZ, Yusuf ġevki, Azâp, DĠA, C. IV, Ġstanbul, 1991, s. 303.
YAVUZ, Yusuf ġevki, Ġ‟câzü‟l-Kur‟ân, DĠA, C. XXI, Ġstanbul, 2000, s. 404.
YAZIR, Elmalılı M. Hamdi (ö.1942), Hak Dîni Kur‟ân Dili, Azim Dağıtım, Ġstanbul, 1992.
YERĠNDE, Adem,, MüĢkilü‟l-Kur‟ân, DĠA, C. XXXII, Ġstanbul, 2006, s. 165.
YILMAZ, Mehmet Faik, Münâsebâtü‟l-Âyât ve‟s-Süver, DĠA, C. XXXI, Ġstanbul, 2006, ss.
569-571.
EZ-ZEMAHġERÎ, Ebu‟l-Kâsım Carullah Mahmud b. Ömer (538/1144), Tefsîru‟l-KeĢĢâf an
Hakâiki‟t-Tenzîl ve Uyûni‟l-Ekâvîl fî Vucûhi‟t-Te‟vîl, Mısır, 1966.
EZ-ZERKEġÎ, Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır b. Abdillâh et-Türkî el-Mısrî
el-Minhâcî ez-ZerkeĢî eĢ-ġâfiî (ö. 794/1392), el Burhân fî Ulûmi‟l-Kur‟ân, Mektebetu
Dâru‟t-Turâs, Kahire, 1984.
Ġnternet Kaynakları:
http://ateizmdernegi.org.tr/forum/index.php?/forum/31-dinler-hakkında/(2016)
http://alaeddinyavuz....rap-tanrilari/ (2016)
http://islamgercegi.athost.net/kuranbilimdisi.html (2015)
http://islamgercegi.athost.net/kuranozellikleri.htm (2015)
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler /37/ 751/9589.pdf (2017)
https://dergipark.org.tr/download/article-file /38264 (2017)
http://www.dicle.edu.tr/Dosya/2018-09/2007-1-icerik_493.PDF (2018)
http://dinsizler.tumblr.com/ (2017)
https://eksisozluk.com/kuranda-muhammedin-konustugu-ayetler--2522711 (2015)
http://turandursunku...6lc3bcmc3bc.pdf (2016)
http://www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat2/0269.htm (2017)
http://www.turandursun.com/bilgi-arsivi/kutsal-kitaplar/kuran-elestirisi/548-273 (2016)
https://ebubekirsifil.com/dergi-yazilari/islam-ve-kolelik-1 arsiv (2017)
https://www.pbs.org/wnet/religionandethics/about-the-series/biographies/deborah-potter/-
2016
https://pozitifateizm.wordpress.com/category/elestiriler/kuranin-olmayan-mucizeleri (2016)
https://sorularlaislamiyet.com/kuran-i-kerimde-dunyanin-yuvarlak-oldugunun-belirtilmesi-
kuranda- yapilan-bilimsel-hatalardan-birisi (2017)
https://www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/avliyye-meselesi.html (2019)
147
https://tr.scribd.com/doc/59723328/Islamiyet-Gercekleri (2016)
https://www.dicle.edu.tr/Contents/01baef8f-7b2e-4395-afc0-3132c45538c9.pdf (2018)
148
ÖZ GEÇMĠġ
KiĢisel Bilgiler:
Adı ve Soyadı : Necdet ġAġKAN
Doğum Yeri ve Yılı : MuĢ / 26/03/1969
Medeni Hali : Evli
Eğitim Durumu :
Lise Öğrenimi : Üsküdar Ġmam Hatip Lisesi, 1990.
Lisans Öğrenimi : Selçuk Üniversitesi Ġlâhiyat Fakültesi, 1995.
Yüksek Lisans : SDÜ Ġlahyat Fakültesi, 2019./ Ġnternet Ortamında Kur‟ân‟a Yöneltilen Bazı
Ġthamlar ve Cevaplar.
Yabancı Dil(ler) ve Düzeyi:
l. Arapça / C düzey
ĠĢ Deneyimi :
1. 1995 yılından beri Milli Eğitim Bakanlığı‟nda, ĠHL Meslek Dersleri Öğretmeni olarak
çalıĢmaktadır.