t.c. ankara Ünİversİtesİ sosyal bİlİmler enstİtÜsÜ...

280
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DİLBİLİM ANABİLİM DALI TÜRKÇENİN EĞİTİMİ ve ÖĞRETİMİ BİLİM DALI ÖĞRETİCİ METİNLERDE TANITSALLIĞIN SUNUMU: TÜRKÇE ÖĞRETİMİNE YÖNELİK GÖZLEMLER Yüksek Lisans Tezi Çağrı KAYGISIZ Ankara - 2016

Upload: others

Post on 29-Feb-2020

9 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

DİLBİLİM ANABİLİM DALI

TÜRKÇENİN EĞİTİMİ ve ÖĞRETİMİ BİLİM DALI

ÖĞRETİCİ METİNLERDE TANITSALLIĞIN SUNUMU: TÜRKÇE

ÖĞRETİMİNE YÖNELİK GÖZLEMLER

Yüksek Lisans Tezi

Çağrı KAYGISIZ

Ankara - 2016

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

DİLBİLİM ANABİLİM DALI

TÜRKÇENİN EĞİTİMİ ve ÖĞRETİMİ BİLİM DALI

ÖĞRETİCİ METİNLERDE TANITSALLIĞIN SUNUMU: TÜRKÇE

ÖĞRETİMİNE YÖNELİK GÖZLEMLER

Yüksek Lisans Tezi

Çağrı KAYGISIZ

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Gülsün Leylâ UZUN

Ankara - 2016

i

TEŞEKKÜR

Bu bölümde ilk olarak “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” düşüncesiyle Türk

Devrimlerini gerçekleştiren, ülkemizde bize fikri ve vicdanı hür bireyler olarak

yaşama şansı tanıyan Cumhuriyetimizin ve Fakültemizin kurucusu, ulu önderimiz ve

başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve aziz arkadaşlarına sonsuz

teşekkürlerimi sunmak ve ayrıca bu tez çalışmasının Cumhuriyet ve Başöğretmen

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e ithaf edildiğini söylemek isterim.

Bu bölümde özel olarak teşekkürlerimi sunmak istediğim kişilere de tek tek

değinmek isterim. Öncelikle gerek ders sürecinde gerekse tez danışmanlığım

süresinde bilgisini, desteği ve her şeyden önemlisi emeğini benimle paylaşan

danışmanım ve öğretmenin Prof. Dr. Gülsün Leylâ Uzun’a, her zaman yanımda

olduklarını ve beni her durumda desteklediklerini bildiğim öğretmenlerim Yrd. Doç.

Dr. Sevgi Sevim Çıkrıkçı’ya, Ydr. Doç. Dr. Ümit Başak Bozkurt’a ve Yrd. Doç. Dr.

Elif Arıca Akkök’e, bilgi ve akademik görgüleriyle her daim ufkumu açan Prof. Dr.

Nadir Engin UZUN ve Prof. Dr. Özgür AYDIN’a sonsuz teşekkürlerimi sunmak

isterim.

Ayrıca tez çalışmasında kullanılan istatistiksel teknikler ve verilerin analizinde bana

yön veren başta Prof. Dr. Muhip Özdoğan, Ar. Gör. Emel Özgümüş Demir ve değerli

dostum William Spach’a

Desteğini ve emeğini hiçbir zaman benden esirgemeyen nişanlım Elif Koç’a ve

getirdiği kitaplarla kaynakçama destek olan kardeşim Ezgi Koç’a, hayatımın her

döneminde yanımda olan tüm aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

ii

İÇİNDEKİLER

Teşekkür .................................................................................................................. i

İçindekiler ............................................................................................................... ii

Kısaltmalar ve İmler ................................................................................................ v

Tablolar ................................................................................................................... vi

Grafikler .................................................................................................................. ix

Şekiller .................................................................................................................... x

Ekler ........................................................................................................................ xi

I. GİRİŞ ................................................................................................................... 1

1.1 Tezin Amacı ve Önemi ............................................................................ 2

1.2 Araştırma Soruları ................................................................................... 2

1.3 Varsayımlar.............................................................................................. 3

1.4 Kapsam ve Sınırlılıklar ............................................................................ 3

1.5 Tezin Bölümleri ....................................................................................... 3

II. KURAMSAL ÇERÇEVE .................................................................................. 5

2.1 Tanıtsallık ................................................................................................ 5

2.1.1 Willet’in Tanıt Türü Tipolojisi .................................................... 8

2.1.1.1 Doğrudan Tanıt ............................................................... 9

2.1.1.2 Dolaylı Tanıt ................................................................... 10

2.1.1.2.1 Aktarımsal Tanıt ................................................. 10

2.1.1.2.2 Çıkarımsal Tanıt ................................................. 11

2.2 Tanıtsallık - Bilgisel Kiplik İlişkisi ......................................................... 11

2.2.1 Kiplik Alt Ulamı Olarak Tanıtsallık ........................................... 12

2.2.2 Bağımsız Bir Ulam Olarak Tanıtsallık ........................................ 21

iii

2.2.3 Kesişim Alanı Olarak Tanıtsallık ................................................ 31

2.3 Tanıtsallığın Hiyerarşik Yapılanışı .......................................................... 36

2.4 Tanıtsallığın Sunumu ............................................................................... 42

III. TÜRKÇENİN TANITSALLIK SUNUMU ...................................................... 46

3.1 Tanıtsallığı Konu Edinen Çalışmalar ...................................................... 50

3.2 Türkçe’nin Dolaylı Tanıtsallık Görünümü ve Anlamsal Yapısı .............. 67

3.2.1 Çıkarım ........................................................................................ 68

3.2.2 Aktarım........................................................................................ 71

3.2.3 Uslamlama ................................................................................... 73

3.3 Türkçe’nin Doğrudan Tanıtsallık Görünümü ve Anlamsal Yapısı.......... 74

3.4 Tanıtsallık Edinimi .................................................................................. 76

IV. METİN KAVRAMI .......................................................................................... 84

4.1 Metin Kavramı ......................................................................................... 84

4.2 Metinsellik Ölçütleri ................................................................................ 85

4.2.1 Metin Merkezli Ölçütler .............................................................. 86

4.2.1.1 Bağdaşıklık ..................................................................... 86

4.2.1.2 Tutarlılık ......................................................................... 86

4.2.2 Kullanıcı Merkezli Ölçütler ........................................................ 86

4.2.2.1 Amaçlılık ve Kabuledilebilirlik ...................................... 86

4.2.2.2 Bilgisellik ........................................................................ 87

4.2.2.3 Durumsallık .................................................................... 87

4.2.2.4 Metinlerarasılık ............................................................... 87

4.3 Metin Türü Kavramı ................................................................................ 87

4.3.1 Metin Türü ve Söylem İlişkisi ..................................................... 89

iv

4.4 Metin Türü Sınıflandırması ..................................................................... 91

4.4.1 Öğretici Metinler ......................................................................... 106

4.5 Metin Türü Öğretimi................................................................................ 108

V. YÖNTEM ........................................................................................................... 113

5.1 Araştırma Deseni ..................................................................................... 113

5.2 Veri Tabanının Oluşturulması ................................................................. 113

5.3 Veri Tabanının Çözümlenmesi ................................................................ 115

VI. BULGULAR ve TARTIŞMA .......................................................................... 117

6.1 İçerik Analizine Dair Bulgular ................................................................ 117

6.2 Tanıtsallık Ekleri ile Öğretici Metinler Arasındaki İlişkiye Yönelik

Bulgular ................................................................................................................... 133

VII. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME .................................................................... 137

KAYNAKÇA .......................................................................................................... 146

ÖZET....................................................................................................................... 163

ABSTRACT ............................................................................................................ 164

TÜRKÇE – İNGİLİZCE TERİMLER DİZİNİ ....................................................... 165

EKLER .................................................................................................................... 174

DİZİN ...................................................................................................................... 262

v

KISALTMALAR ve İMLER

AUX: Yardımcı (auxiliary)

EMPH: Vurgulu (emphatic)

EV: Dolaylı Tanıtsallık İşlemcisi (indirect evidentiality operatör)

Evid: Tanıtsallık (evidentiality)

H: Hipotez

HSY: Söylenti (hearsay)

IND: Bildirme (indicative)

INTEN: Pekiştireç (intensifier)

n: Gözlem Sayısı

OECD: Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Organisation for Economic Co

Operation and Development)

p: Önerme

P: Anlamlılık Değeri

PE: Bitmiş Tanıtsallık (perfect of evidentiality)

PISA: Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (Programme for International

Student Assessment)

PRES: Şimdiki (present)

SG: Tekil (singular)

SPSS: Statistical Package For The Social Science

UNCERT: Gerçeklik Dışı (uncertain)

X2: Ki-Kare (Chi-square)

< : Küçüktür

E: Olay (event)

Ø: Sıfır Biçimcik (zero morph)

vi

TABLOLAR

Tablo 2.1. Frawley’in Gönderim Sınıflandırması ve Bilgisel Kiplik Sıradüzeni ... 17

Tablo 2.2. Frawley’in Gönderim Sınıflandırması ve Bilgisel Kiplik Sıradüzeninin

Bilgi Kaynağının Yönelim Açısına Göre Tekrar Düzenlenmesi ........... 19

Tablo 2.3. Tanıtsallık Sistemindeki Semantik Parametreler ................................... 25

Tablo 2.4. Kiplik Türleri ......................................................................................... 31

Tablo 2.5. Bilgisellik ve Tanıtsallık Arasındaki Kesişim Noktası .......................... 32

Tablo 2.6. Tanıtsal Karşıtlıkların Farklı Türleri...................................................... 34

Tablo 2.7. Tuyuka Dilinin Şimdiki Zaman ve Geçmiş Zamana Göre Düzenlenmiş

Tanıtsallık Paradigması ......................................................................... 43

Tablo 2.8. Tukuya Dilinin Kişi, Sayı ve Cinsiyete Göre Düzenlenmiş Tanıtsallık

Paradigması ........................................................................................... 44

Tablo 2.9. Tanıtsallığın Kodlandığı Dilbilgisel Araçlar ......................................... 44

Tablo 4.1. Tür Sınıflandırmalarında Başlangıç Noktası Olarak Organon Modeli .. .92

Tablo 4.2. Egon Werlich’in Temel Söylem Biçimleri Tipolojisi ............................ 93

Tablo 4.3. İlköğretim 6.7.8. Sınıfta Verilmesi Gereken Metin Türleri ................... 108

Tablo 4.4. 6,7,8. Sınıflar Okuma Öğrenme Alanı Hedef ve Kazanım Sayıları ...... 109

Tablo 4.5. On Birinci Sınıf Dil ve Anlatım Dersinde Yer Alan Metin Türleri ....... 109

vii

Tablo 4.6. On İkinci Sınıf Dil ve Anlatım Dersinde Yer Alan Metin Türleri......... 110

Tablo 4.7. On Birinci Sınıf Hedef Kazanım Tablosu ............................................. 111

Tablo 4.8. On İkinci Sınıf Hedef Kazanım Tablosu ............................................... 111

Tablo 5.1. Veritabınında Yer Alan Metinler ........................................................... 114

Tablo 6.1. Tanıtsallık Eklerinin Metin Türlerine Göre Dağılımı ............................ 117

Tablo 6.2. Metkup Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı ................... 119

Tablo 6.3. Günlük Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı .................... 120

Tablo 6.4. Anı Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı ......................... 121

Tablo 6.5. Biyografi Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı ................ 122

Tablo 6.6 Gezi Yazısı Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı ............. 123

Tablo 6.7. Sohbet Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı .................... 124

Tablo 6.8. Haber Yazısı Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı .......... 125

Tablo 6. 9. Fıkra Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı ..................... 126

Tablo 6.10. Deneme Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı ................ 127

Tablo 6.11. Makale Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı ................. 128

Tablo 6.12. Eleştiri Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı ................. 129

Tablo 6.13. Tanıtsallık Eklerinin Tanıt Türlerine Göre Dağılımı ........................... 130

Tablo 6.14. Doğrudan Tanıtsallık Bildiren Eklerin Dağılımı ................................. 131

viii

Tablo 6.15. Doğrudan Görsellik Bildiren Eklerin Dağılımı ................................... 131

Tablo 6.16. Doğrudan Duyusallık Bildiren Eklerin Dağılımı ................................. 132

Tablo 6.17. Doğrudan Algısallık Bildiren Eklerin Dağılımı .................................. 132

Tablo 6.18. Dolaylı Tanıtsallık Bildiren Eklerin Dağılımı ..................................... 132

Tablo 6.19. Normallik Testi Sonuçları .................................................................... 133

Tablo 6.20. Pearson Ki-Kare Bağımsızlık Sınaması Test Sonucu .......................... 134

Tablo 6.21. Cramer’s V İlişki Katsayısı Sonucu .................................................... 135

Tablo 7.1. Tanıtsallık Eklerinin Tanıt Türlerine Dağılımı .......................................... 137

ix

GRAFİKLER

Grafik 6.1 Tanıtsallık Ekleri ile Öğretici Metinler Arasındaki İlişki Kaynağının

Alt Boyutları ......................................................................................... 136

Grafik 7.1. Doğrudan ve Dolaylı Tanıt Türlerine Ait Eklerin Yüzdelik Oransal

Dağılımı ................................................................................................ 139

Grafik 7.2. Doğrudan Tanıt Türüne Ait Eklerin Yüzdelik Oransal Dağılımı ......... 139

Grafik 7.3. Dolaylı Tanıt Türüne Ait Eklerin Yüzdelik Oransal Dağılımı ............. 140

Grafik 7.4. Tanıt Türlerinin Bilgisellik Değeri ....................................................... 141

Grafik 7.5.Tanıtsallık Ekleri İle Öğretici Metin Türleri Arasındaki İlişki Katsayısının

Oransal Dağılımı .................................................................................. 142

Grafik 7.6. İlişki Kaynağının Oransal Dağılımı ...................................................... 143

x

ŞEKİLLER

Şekil 2.1. Willet’in Tanıt Türü Tipleri .................................................................... 9

Şekil 2.2. Palmer’ın Temel Tanıtsallık Kategorisi .................................................. 12

Şekil 2.3. Tuyuka Dilinin Tanıtsallık Gösterim Yapısı........................................... 20

Şekil 2.4. Keşa Dilindeki Kesişim Alanı ................................................................ 27

Şekil 2.5. Ferdinand De Haan’ın Tanıtsallık Türleri Sınıflandırması ..................... 30

Şekil 2.6. Tanıtsallık Değerleri Sınıflandırması ...................................................... 33

Şekil 2.7. Tuyuka ve Keşa Dillerinin Tanıtsallık Eşlemesi .................................... 39

Şekil 2.8. Tuyuka ve Keşa Dillerinin Tanıtsallık Eşlemesinin Yeniden

Düzenlenmesi ....................................................................................... 40

Şekil 3.1. -DI ve -mIş Morfemlerinin Bilgisellik Düzlemi Karşılaştırması ............ 48

Şekil 3.2. Türkçe’nin Sıfır Biçimcik ile Çekimlenen Eylem Değişkeni ................. 66

Şekil 3.3. Türkçe’nin Tanıtsallık Sistemi Paradigması ........................................... 82

Şekil 4.1. Saukkonen’in Metin Türü Sınıflandırması ............................................. 95

xi

EKLER

Ek 1: Veri Tabanında Yer Alan Metin Örneklemi .................................................. 174

Ek 2: PISA Okuma Becerileri Yeterlilik Düzeylerinin Özet Tanımları ................. 259

Ek 3: PISA Okuma Becerileri Alanında Yer Alan Değerlendirme Alanları .......... 261

Ek 4: PISA 2009 Öğrencilerin Okuma Becerilerinin Yeterlilik Düzeylerine Göre

Dağılımı ................................................................................................ 261

I. GİRİŞ

Sürdürülmekte olan Türkçe eğitiminin dayandığı geleneksel anlayışın, günümüz

modern dünyasının ihtiyaç duyduğu niteliklere sahip bireylerin yetiştirilmesinde

yetersiz kaldığı, Türk öğrencilerin hem ulusal ölçekli sınavlarda hem de Ekonomik

İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) üye ve diğer ülkelerin katılımıyla

gerçekleştirdiği Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA)1 gibi

uluslararası ölçekli sınavlarda gösterdikleri düşük performanslardan anlaşılmaktadır.

Bu sınavlara katılan Türk öğrencilerin özellikle dört temel dil becerisinden biri

olarak kabul edilen okuma becerisini ölçmeye yönelik sınavlarda sergiledikleri düşük

performans verilen Türkçe eğitimin, PISA (MEB, 2011: 37)2-3 okuma becerilerinde

yer alan bilişsel yeterlilikleri, metni basit bir biçimde çözümlemenin aksine kelime

bilgisini, dilbilgisel, dilbilimsel, metinsel yapı ve özellikleri bilmeyi ve aynı zamanda

metin çözümlemesinde kullanılacak stratejileri kullanma ve bu stratejilerin farkında

olmak gibi üst bilişsel becerileri kazandırmaktan uzak olduğunu açıkça

göstermektedir. Bu sebeple geleneksel anlayışla yapılan Türkçe eğitiminin

sürdürülebilir olmadığı ve ülkenin uluslararası arenadaki rekabet gücünü yitirmemesi

için yeni yaklaşımlara yönelinmesi gerekliliği açıktır.

Türkçe eğitim programlarının güncel ihtiyaçlara cevap vermesini sağlayacak olan söz

konusu bu yeni yaklaşımın temelini dilbilimsel çalışmalardan elde edilen bilgilerin

Türkçe eğitimi ve öğretimi alanına entegre edilmesi teşkil etmektedir. Bu bağlamda

öğrencilerin gerek dilbilgisi eğitiminde gerekse metin okuma - anlama süreci

1 Sayfa 261, EK 4: PISA 2009 öğrencilerin okuma becerilerinin yeterlilik düzeylerine göre dağılımı.

2 Sayfa 259 EK 2: PISA okuma becerileri yeterlilik düzeylerinin özet tanımları.

3 Sayfa: 261 EK 3: PISA okuma becerileri alanında yer alan değerlendirme alanları.

2

içerisinde ihtiyaç duydukları fakat geleneksel yaklaşım içerisinde tanımı bulunmayan

kavramların öğretilmesi gündeme gelmektedir. Bu noktadan hareketle tez

çalışmasının amacını şu şekilde ifade etmek mümkündür:

1.1 Tezin Amacı ve Önemi

Tezin temel amacı okuma - anlama süreci içinde metnin değerlendirilmesine,

anlaşılmasına, yorumlanmasına, metin türü kavramının ve metin türleri arasındaki

farklığının kavranmasına katkı sağlayacağı düşünülen tanıtsallık ulamının Türkçenin

eğitimi ve öğretimi alanına aktarılması ve bu çerçevede tanıtsallık ulamının metin

türleriyle olan ilişkisini ve metin türlerinde sergilediği görünümlerin

betimlenmesidir.

Tanıtsallık ifade eden dilbilgilsel yapıların Türkçenin eğitimi - öğretimi sürecine,

okuma - anlama sürecine ve metin türü öğretimi sürecine sağlayacağı katkıların

ortaya konulması ve buradan hareketle Türkçe eğitimi ve öğretimi alanında yapılan

çalışmalara katkı sağlanacağı düşünülmektedir.

1.2 Araştırma Soruları

Yukarıda belirtilen amaç doğrultusunda tez çalışmasında şu soruların yanıtları

araştırılacaktır:

i. Öğretici metin türleri, tanıtsallık ekleri bakımından nasıl bir görünüme sahiptir?

ii. Bu metin türleri, içerdikleri tanıtsallık türü bakımından nasıl bir görüntü

sergilemektedir?

3

iii. Bu metinlerdeki tanıtsallık türleri daha çok hangi tanıtsallık ekine dayalı olarak

gerçekleşmektedir.

iv. Tanıtsallık ekleri ile öğretici metin türleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı

düzeyde bir ilişki var mıdır?

1.3 Varsayımlar

Yukarıda ifade edilmiş olan araştırma soruları bağlamında bu tez çalışmasının

dayandığı varsayımı şu şekilde ifade etmek mümkündür:

Tanıtsallık anlatımı bildiren ekler ile öğretici metin türleri arasında ilişki vardır.

1.4 Kapsam ve Sınırlılıklar

Bu araştırma öğretici metin türleriyle ilgili olarak Milli Eğitim Bakanlığı 11. Sınıf

Dil ve Anlatım ders kitabında yer alan öğretici metin türleriyle sınırlıdır ve söz

konusu müfredatta öğretici metin türü başlığı altında bulunan bütün metinler tezin

kapsamı içindedir.

Ayrıca bu çalışma tanıtsallık sunumu gerçekleştiren ekleri ile sınırlıdır bu çerçevede

tüm alt türleriyle birlikte tanıtsallık bildiren ekler tezin kapsamı içine alınmıştır.

1.5 Tezin Bölümleri

Yukarıda belirtilmiş olan amaç ve kapsam doğrultusunda tezin bölümleri şu şekilde

oluşturulmuştur:

Birinci bölümde tezin konusu, amacı, önemi, araştırma soruları, varsayımları,

kapsamı ve sınırlılıklarına yönelik bilgi verilmektedir.

4

İkinci bölümde tezin kuramsal alt yapısını oluşturan tanıtsallık kavramı ve bu

kavrama ilişkin yaklaşımlar ele alınmıştır.

Üçüncü bölümde tezin kuramsal alt yapısını oluşturan tanıtsallık kavramının

Türkçedeki görünümüne ilişkin bilgiler yer almaktadır.

Dördüncü bölümde metin kavramı, metinsellik ölçütleri, metin türleri, metin

türlerinin sınıflandırılması, metin türü eğitimi, metin ve söylem arasındaki ilişki

üzerinde durulmuştur.

Beşinci bölümde tezin yöntemine, araştırma desenine, veri toplama yöntemine ve

verilerin çözümlemesine dair bilgiler verilmektedir.

Altıncı bölümde verilerin çözümlenmesiyle elde edilen bulgular ayrıntılı bir biçimde

ele alınıp değerlendirilmiştir.

Yedinci ve son bölümde ise elde edilen sonuçlar özetlenmiş ve bu sonuçlardan

hareketle araştırmanın vargıları belirtilmiştir.

II. KURAMSAL ÇERÇEVE

2.1 Tanıtsallık

Tanıtsallık terimini açıklamadan önce “tanıt” ve “tanıtlamak” sözcüklerinin

anlamlarının bilinmesinde fayda vardır. Tanıt bir kavram ya da olgunun doğruluğunu

gösteren ifade, öne sürülen bir şeyin doğruluğunu göstermede izlenen düşünsel süreç,

tanıtlamanın dayandığı temel olarak tanımlanırken, tanıtlamak usa vurma yoluyla ya

da tanık göstererek bir şeyin doğruluğunu ortaya koymak, bir ifadenin dayandığı

tanıtın türünü (doğrudan gözlem, aktarımsal, çıkarımsal) ya da güvenilirliğini belli

etmek şeklinde tanımlanmaktadır (Turnboll, 2006: 251, Matthews, 2014: 30, TDK

Büyük Türkçe Sözlük 2010: 1901, Akarsu, 1998: 167).

Tanıt ve tanıtlama terimlerinin anlamlarından yola çıkarak tanıtsallık terimi

Woodbury (1986) ve Schlichter (1986)’da da belirtildiği gibi şu şekilde

açıklanmaktadır. Tanıtsallık; tümcede yer alan önermelerin, işiten kişinin yorumuna

açıldığı ve bu nedenle de işiten kişinin yargısını gerektiren bir bilgisel kiplik türdür.

Tanıtsallık ifade eden yapılar konuşucunun önerme içeriğinin doğruluğunu, olasılık

ya da gereklilik terimlerinden ziyade, ne ölçüde üstlendiğini ifade etmektedir. Ayrıca

tanıtsallık ifade eden yapılar tümceye olduğunu gördüm (I saw it happaned),

olduğunu gösteren bir şey duydum (I heard that it happaned), olduğunu gösteren bir

tanıt/kanıt gördüm (I have seen evidence that it happaned) ya da birilerinden

olduğunu gösteren bir bilgi edindim (I have obtained information that it happaned

from someone else) tümcelerinde olduğu gibi anlamsal farklar ekler (Crystal, 2008:

176,177). Nuyts’a (2001a: 10) göre ise tanıtsallık, olgu durumları (state of affairs)

hakkındaki bilginin kaynağına ilişkin tanımları içerir. Bybee ise tanıtsallığı,

6

önermede yer alan bilginin kaynağı hakkında gönderimde bulunan belirteçler olarak

tanımlamaktadır (Bybee, 1985: 184).

Yukarıdaki açıklamalardan yola çıkarak tanıtsallığın ne olduğuyla ilgili kısaca şu

şekilde bir açıklama yapmak mümkündür. Tanıtsallık, konuşucunun aktarım yaptığı

tümcede yer alan önermesel bilgiyi nasıl elde ettiğine dair tutumunun kodlanmasıdır.

Dünyanın farklı coğrafyalarında konuşulmakta olan dillerde aktarılan bilginin

doğruluğuna bakılmadan ve içerik doğrulaması yapılmaksızın konuşucunun aktardığı

bilgiyi nasıl elde ettiğine dair dilsel ve dilbilgisel kodlama sistemleri bulunmaktadır.

Bu dilsel ve dilbilgisel kodlamayla sistemleriyle ilgili yapılan çalışmaların ilk izlerini

Franz Boas’ın 1911 yılında Hint Amerikan dilleriyle ilgili olarak yaptığı çalışmada

görmek mümkündür. Boas bu çalışmasında tanıtsallık terimini kullanmamakla

birlikte yerel bir Amerikan dili olan Kwakiult4 dilinde konuşucuların bilginin

kaynağına gönderimde bulunmak üzere -l(a) son ekini kullandıklarını ifade etmiştir

(Boas, 1911: 1947). Fakat günümüz tanıtsallık alan yazını incelendiğinde

görülmektedir ki, aktarılan bilginin kaynağına ilişkin kodlamaları içeren söz konusu

bu dilsel ve dilbilgisel kodlama sisteminin ifadesi olan tanıtsallık teriminin içeriği

hakkında farklı yaklaşımlar bulunmaktadır.

Önceki paragrafta da ifade edildiği üzere, dilbilim alanında çalışma yapan bilim

insanları arasında tanıtsallığın tanımıyla ilgili çeşitli itilaflar söz konusudur. Benzer

şekilde Portner da (2009) tanıtsallık ulamının tanımlanmasıyla ilgili olarak bir

4 Kwakuilt: İngiliz Kolombiyasından, Washinton Eyaletinin güneyinde bulunan Cape Flattery’e

kadar olan bir bölgede Noutka ve Kwakuilt kabileleri tarafından konuşulan yerel bir dildir (Boas,

1911: 427).

7

uzlaşmanın söz konusu olmadığını, bazı dilbilimcilerin tanıtsallığı, bilgisel kiplik

ulamının bir alt kategorisi olarak görürken, bazı dilbilimcilerin ise tanıtsallığı bilgisel

kiplik ulamının dışında ayrı bir dilbilgisel ulam olarak gördüğünü ifade etmektedir.

Bybee, Perkins ve Pagliuca (1994: 176)’da da görüldüğü gibi kiplik anlamsal

kategorsi, zaman ve görünüş kadar kolay tanımlanamamıştır. Corcu (2010)

tanıtsallığın, zaman ve görünüş gibi kolay tanımlanamamasını zaman ve görünüşün

yüklemle ilgili iki ulamken, kipliğin sadece yüklemle değil bütün tümceyle ilgili bir

ulam olmasına bağlamaktadır. Ayrıca alan yazına bakıldığında kiplik kategorisinin

tanımıyla ilgi araştırmacıların kiplik ve onunla ilişkili olduğu düşünülen birimlerin

tanımlanmasına farklı boyutlardan yaklaştıkları görülmektedir. Örneğin, Van der

Auwera ve Plungian (1998: 80) kiplik ve türevi birimlerin kolaylıkla tanımlanıp

isimlendirilebileceğini fakat bunun tekbir doğru biçiminin olmayacağını söyleyerek

yapılacak olan tanımlama ve isimlendirmelerin araştırmacıların bakış açıları,

kavrayış ve algılarına göre değişebileceğini fakat yapılacak bu tanım ve

isimlendirmenin bir başka araştırmacı tarafından farklı bir şekilde yapılabileceğine,

yani farklı içerik ve kavramsallaştırma süreçleri içerebileceğini söylerken, Lampert

ve Lampert (2000: 296) kiplik ulamlarının bilişsel yönlerinden ele alınması

gerektiğini, Givòn ise (1994: 226) kipliğin konuşucunun, önermelere karşı tutumunu

içerdiğinden kiplik ulamlarına önerme boyutundan yaklaşılması gerektiğini ifade

etmektedir.

Görüldüğü üzere kiplik tanımlanmasında yaşanan sıkıntılar, doğal olarak kiplik ve

ulamları arasındaki bağlantıların tanımlanmasını ve ayrımların yapılmasını da

zorlaştırmaktadır. Yukarıda verilen bilgiler ışığında kiplik ve tanıtsallık arasındaki

ayrımın yapılamayışında, konuşucu tarafından aktarılan bilginin kaynağına ilişkin

8

tutumu ve konuşucunun aktardığı bilginin doğruluğuna karşı olan yükümlülüğü

olmak üzere iki temel etmen görülmektedir. Bu duruma Mortelmans da (2007:

871)’de dikkat çekmiş ve bilgi kaynağı (information source) olarak tanıtsallık ile

bilgisel kiplik arasındaki bağlantı ilişkisi hakkında bir uzlaşı olmadığı ifade

edilmiştir.

Tanıtsallığı bir kiplik alt ulamı ya da bağımsız bir kategori olarak görmenin dışında,

bu dilsel biriminin kapsadığı alt kategorilerin neler olduğu konusunda ise

araştırmacılar arasında bir uzlaşma olduğunu görmek mümkündür. Alan yazında bu

konuda referans noktası olarak kabul edilen çalışma Tomas Willet’in 1988 tarihli “A

Cross-Linguistic Survey of the Grammaticization of Evidentiality” çalışmasıdır.

Willet bu çalışmada Givòn’un (1982) doğrudan ve dolaylı tanıt türlerinden hareketle

söz konusu bu tanıt türlerini ve bu tanıt türlerine ait alt kategorileri şu şekilde

tanımlamaktadır:

2.1.1 Willet’in Tanıt Türü Tipolojisi

Willet (1988) otuz sekiz dil üzerine yaptığı bu çalışmada, dillerin doğrudan ve

dolaylı tanıtsallık türünü, üç ayrı alt kategoriye ayırma eğiliminde olduğunu

görmüştür. Buradan hareketle Willet (1988) doğrudan tanıtın iki ana alt kategorisini

sözel aktarıma dayalı tanıt (aktarımsal) ve çıkarıma dayalı tanıt olarak belirlerken, bu

iki tanıt türüne karşıt olarak da atanmış tanıt türünü, doğrudan tanıtın alt kategorisi

olarak konumlandırmıştır. Buna göre Willet’in belirttiği tanıtsallık türlerini şekil

2.1’deki gibi göstermek mümkündür:

9

Şekil 2.1. Willet’in Tanıt Türü Tipleri (Willet, 1988: 57).

Tanıt Türü

{ { Görsel Tanıt

{ Doğrudan Atanmış { Duysal Tanıt

{ { Diğer Duyulara Dayalı Tanıt

{

{

{ { { İkinci El Tanıt {Söylenti

{ { Aktarımsal { Üçüncü El Tanıt {

{ Dolaylı { { Folklorik Tanıt

{ {

{ { Çıkarımsal { Sonuçlar

{ { { Uslamlama

Willet (1988) doğrudan ve dolaylı tanıt türleri ve bu türlere ait alt kategorileri şu

şekilde açıklamaktadır (Willet, 1988: 96).

2.1.1.1 Doğrudan Tanıt

Bu tanıt türünde konuşucu tanımlamış olduğu durumu algıladığını belirtmekle

birlikte tanıtın duyusal kaynağını belirtmeyebilir. Bu tanıt türünün alt kategorileri

şunlardır:

i. Görsel Tanıt

Konuşucu aktardığı olduğu durumu gördüğünü iddia etmektedir.

ii. Duyusal Tanıt

Konuşu aktardığı durumu duyduğunu iddia etmektedir.

iii. Duyuşsal Tanıt

Konuşucu aktardığı durumu fiziki olarak duyumsadığını iddia etmektedir.

10

2.1.1.2 Dolaylı Tanıt

Konuşucunun aktarmış olduğu duruma yönelik bilgiyi dolaylı olarak edindiğini

belirtmektedir. Ancak, konuşucu tanıta aktarım yoluyla mı yoksa çıkarımlama

yaparak mı ulaştığını belirtmeyebilir. Dolaylı tanıt türünün yukarıda da belirtildiği

gibi aktarımsal tanıt ve çıkarımsal tanıt olmak üzere iki alt kategorisi vardır.

2.1.1.2.1 Aktarımsal Tanıt

Bu tanıt türünde konuşucu tanımlamış olduğu durumu sözel yolla edindiğini

belirtmektedir. Fakat bilginin kendisine ikinci elden mi, üçüncü elden mi yoksa

folklorik olarak mı aktarıldığını belirtmeyebilir.

i. İkinci Ele Dayalı Tanıt

Konuşucu tanımladığı durumu, olaya doğrudan şahitlik eden bir kişiden duyduğunu

belirtmektedir.

ii. Üçüncü Ele Dayalı Tanıt

Konuşucu tanımlamış olduğu durumu, olaya doğrudan şahitlik etmemiş bir kişiden

duyduğunu belirtmektedir.

iii. Folklorik Tanıt

Konuşu tanımlamış olduğu durumun sözel bir tarihin parçası olduğunu

belirtmektedir.

11

2.1.1.2.2 Çıkarımsal Tanıt

Konuşucu tanımlamış olduğu durumu yalnızca çıkarım yoluyla edindiğini

belirtmektedir. Fakat sonuca gözlemlenebilir bir yolla mı? Yoksa uslamlama yoluyla

mı? Elde ettiğini belirtmeyebilir.

i. Sonuca Dayalı Çıkarım

Konuşucu tanımlamış olduğu duruma gözlemlenebilir bir tanıt yoluyla vardığını

belirtmektedir.

ii. Uslamlamaya Dayalı Çıkarım

Konuşucu tanımlamış olduğu durumu önsezi, mantık, ön deneyim ya da diğer

zihinsel yapılanmalara dayalı olarak ulaştığını belirtmektedir.

2.2 Tanıtsallık - Bilgisel Kiplik İlişkisi

Buraya kadar olan bölümde açıkça görülmektedir ki tanıtsallık ve bilgisel kiplik

ulamlarının içeriğiyle ilgili iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. Bu yaklaşımların ilki

tanıtsallığı, bilgisel kipliğin bir alt ulamı olarak kabul ederken; diğer yaklaşım ise

tanıtsallığı, bilgisel kiplikten bağımsız bir ulam olarak kabul edilmektedir. Dendale

ve Tasmowski de (2001) tanıksallık ve bilgisellikle ilgili temelde ikili bir ayrım

olduğunu fakat tanıtsallığı ayrı bir ulam olarak kabul eden yaklaşımın da kendi

içinde ikiye ayrıldığını ifade etmektedir. Buna göre Dendale ve Tasmowski (2001),

tanıtsallık ve bilgisellik arasındaki farklı yaklaşımları şu şekilde ifade etmektedir.

i. İçerim (Inclusion): Tanıtsallığı, bilgisel kipliğinin bir alt kategorisi olarak kabul

eden görüş.

12

ii. Ayrım ya da Ayırma (Disjunction or Seperation): Her iki kategorinin

birbirinden ayrı olarak kabul edildiği görüş.

iii. Kesişim (Overlap): İki kategorinin birbirinden ayrı olduğunu fakat her iki

kategorinin bir kesişim noktası olduğunu ifade eden görüş (Dendale, Tasmowski,

2001: 341-342).

2.2.1 Kiplik Alt Ulamı Olarak Tanıtsallık

Tanıtsallığı bir kiplik alt ulamı olarak kabul eden çalışmalar arasında en dikkat çekici

olanlarından birisi F.R. Palmer (1986, 2001) tarafından yapılan çalışmadır. Palmer

söz konusu bu çalışmada tanıtsallığı, bilgisel kiplikle birlikte, önermesel kipliğin bir

alt ulamı olarak kabul etmektedir.

Şekil 2.2. Palmer’ın Temel Tanıtsallık Kategorisi (Palmer, 2001: 22).

Kiplik

Önermesel Kiplik Olay Kipliği

(Propositional Modality) (Event Modality)

Bilgisel Kiplik Tanıtsallık Kipliği Yükümlülük Devingenlik

(Epistemic M.) (Evidential M.) (Deontic) (Dynamic)

Çift Doğrulu Rapor Edilen Bilgi İzin Yeterlilik

(Speculative) (Reported) (Permissive) (Abilitive)

a.İkinci El B.

Kesinleştirilmiş b.Üçüncü El B. Zorunluluk/Gereklilik Dilek

(Deductive) c. Genel Dünya B. (Obiligative) (Volitive)

Sayıltısal Duyusal Bilgi

(Assumptive) (Sensory)

a.Hisse Dayalı

b.Görsel (Visual)

c.İşitsel (Auditory)

13

Şekil 2.2’de de görüldüğü gibi Palmer tanıtsallık kipliğini, önermesel kipliğin bir alt

kategorisi olarak tanımlamakta ve bilgisel kiplikten ayırmaktadır. Palmer bilgisellik

kipliği ile tanıtsallık kipliği önermenin doğruluk değeri ya da olgusal durumuyla

ilişkili olduğundan her iki kiplik kategorisini önermesel kiplik kategorisi altında

değerlendirmektedir. Fakat tanıtsallık ve bilgisel kiplik türleri arasında temel bir

ayım olduğunu ifade etmektedir. Buna göre bilgisel kiplikte konuşucunun önermenin

olgusal durumuyla ilgili bir yargısı, değerlendirmesi söz konusu iken; tanıtsallık

kipliğinde söz konu olan sahip olunan bilginin kaynağına ilişkin tutumudur.

Palmer tanıtsallık kipliğini de bilginin elde ediliş biçimine yani bilginin geliş

kaynağına göre, “rapor edilen bilgi” ve “duyuşsal bilgi” olmak üzere iki temel

kategoriye ayırmıştır. Aşağıda bu iki temel kategori daha detaylı şekilde

açıklanmaktadır.

i. Rapor Edilen Bilgi (Reported)

Palmer (2001) bu tanıtsallık türünün, kiplik sistemine sahip dillerde bulunduğunu ve

gerçek (realis) ve gerçeklik dışı (irealis) olgularına ait dilbilgisel belirticilerin, diğer

kategorilere ait dilbilgisel belirticilerle eş oluşumsal bir yapı teşkil etmesiyle

oluştuğunu ve bu tür tanıtsallık yapılarının genellikle dilsel yapıda gerçeklik dışı

olguları kodladıklarını ifade etmektedir. Bu tanıtsallık türüne örnek olarak Palmer,

Brezilya’da yerel bir dil olarak kullanılmakta olan Hixkaryana ve Almanca’dan

örnekler vermiştir. Buna göre:

Örnek 1: nomokyan ha-tɨ

He.come+NONPAST+UNCERT INTEN-HSY

He is coming (they say) “Adam geliyor (onlar söylüyor).”

(Derbyshire: 1979, 1435. akt. Palmer 2001: 40).

14

Bu örnekte “uncertain” gerçeklik dışı (irrealis) olgunun belirticisi durumundadır ve

aktarım (hearsay) terimi rapor edilen tanıt türü için kullanılmaktadır.

Örnek 1’e benzer bir durum, baskın bir hüküm sistemine (judgement system) sahip

olan Almanca’da da görülmektedir.

Örnek 2: Er soll steinreich sein

He SOLLEN+3SG+PRES+IND very.rich be

He is said to be extremly rich “Adamın son derece zengin olduğu

söyleniyor”. (Hammer, 1993: 231,232. akt. Palmer, 2001: 40).

ii. Duyusal Bilgi (Sensory)

Bu tanıtsallık kategorisinde, rapor edilen bilgiden farklı olarak artık konuşucunun

aktardığı bilgileri kendi algıları yoluyla elde etmesi ve iletmesi söz konusudur.

Duyuşşal bilgi türü tanıtsallıklar bu sebepten ötürü rapor edilen tanıtsallık türündeki

tanıtsallara göre daha güçlü bir gerçeklik algısına sahiptir. Plamer (2001) duyusal

tanıt türünün, tıpkı rapor edilen tanıtsallık türünde olduğu gibi, dillere göre değişik

biçimlerde sergilediğini söylemektedir. Buna göre kimi dil sistemleri tek bir duyusal

tanıt türü kategorisine sahipken, kimi dil sitemleri ise görsel (visual) ve duyusal

(auditory) gibi alt tanıtsallık kategorilerine sahiptir.

Tanıtsallığı, Palmer gibi önermesel kiplik altında konumlandıran diğer bir kişi de

Kees Hengenveld’dir. Hengenveld (1989) tanıtsallığı önermesel kipliğin

(epistemological modality) bir alt kategorisi olarak kabul etmektedir.

Tanıtsallık ve bilgisel kiplik arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu ve tanıtsallığın

bir bilgisel kiplik alt ulamı olduğunu ifade eden diğer bir kişi de Frajzyngier’dir.

Frajzyngier’e göre bilgi edinmenin farklı tutumları, önermelerin doğruluğu

15

hakkındaki farklı kesinlik dereceleriyle ilgilidir (Frajzyngier, 1985: 250). Bu

tümceden doğrudan ve dolaylı tanıtın yorumlanması ve tümcelerin doğruluk

değerleri arasında doğrudan bir bağlantı olduğu anlamını çıkarmak mümkündür.

Daha açık bir biçimde ifade etmek gerekirse Frajzyngier, önermelerin tanıtsallık

değerlerinin, onların bilgisel kiplikle ilişkili olan doğruluk ve kesinlik dereceleriyle

doğru orantılı olduğunu söylemektedir.

Tanıtsallığı kiplik ulamının altında, bir alt ulam olarak kabul eden ve farklı bir

tanıtsallık sistemi önerisinde bulunan bir diğer kişi de G. H. Matthews’tir. Matthews

(1965)’te Hidatsa diliyle ilgili olarak yaptığı çalışmada, her bir tümcenin kiplik

morfemiyle biten bir tümceciği (clause) olduğunu ifade etmekte ve buradan hareketle

her biri tümceye farklı tanıtsallık değeri katan altı tanıtsallık morfemi olduğunu

belirtmektedir. Matthews’in tanıtsallık türleri şunlardır (Matthews, 1965: 99-101).

i. Vurgulu (Emphatic): Bu morfem, konuşucunun tümceyi doğru olarak kabul

ettiğini göstermektedir. Fakat tümce yanlış bir emphatik morfemle biterse,

konuşucunun yalan söylediği düşünülür.

Örnek 3: wacèo íikipi kurè hèo ski

Man pipe carried EMPH

The man (sure) carried the pipe “(Eminim) ki adam boruyu taşıdı.”

ii. Period: Bu tanıtsallık kategorisinde, konuşucu tümceyi doğru olarak kabul

etmektedir. Ancak, tümce içeriğindeki önermesel bilgi yanlışlandığında konuşucu da

yanlışlanmış olur. Fakat bu konuşucunun yalan söylediği anlamına gelmez.

16

Örnek 4: wacèo íikipi kurè hèo c

Man pipe carried PER

(I suppose) the man carried the pipe “Adamın boruyu taşıdığını

(sanıyorum)

iii. Aktarımsal (Quotative): Bu kategoride konuşucu söylediklerini herkesin

bildiğini göz önünde bulundurmaktadır.

Örnek 5: wacèo íikipi kurè hèo wareac

The man carried the pipe (they say) “ Adamın boruyu taşıdığını

(söylüyorlar).

iv. Aktarım (Report): Aktarım kategorisinde konuşucu bir tümcede başka bir

konuşucudan duyduğu bilgiyi aktarmaktadır. Fakat konuşucunun tümcenin doğruluk

değeriyle ilgili olarak bir tanıtı mevcut değildir.

v. Belgisiz (Indefinite) - Soru (Question): Bu iki tanıtsallık türünde konuşucu

aktardığı bilginin doğruluğuna ilişkin bir bilgiye sahip değildir. Fakat belgisiz türü

tanıtsallıkta konuşucu, dinleyicinin aktarılan bilginin doğruluğunu bilmediğini

düşünürken, soru türü tanıtsallıkta bilginin doğruluğunu bildiğini düşünmektedir.

Matthews (1965) ayrıca, aktarım ve Indefinitel türü tanıtsallık işaretleyicilerinin

“rahe” ve “toak” fonemlerinin olduğunu, fakat soru türü tanıtsallık kategorisi için

herhangi bir fonemik birimin olmadığını ifade etmektedir.

Tanıtsallığı bilgi kipliği altında kabul eden, Palmer ve Givòn’un tanıtsallık

görüşlerinden hareketle yola çıkan ve bir bilgi kipliği biçimi sunan diğer bir isim de

17

William Frawley’dir. Frawley’e göre (1991) kiplik, gösterim (deixsis) kavramının

tüm özelliklerini taşımaktadır. Daha net bir şekilde açıklamak gerekirse Frawley,

Palmer’in doğrudan ve dolaylı tanıtsallık türleri arısındaki ayrımla, Givòn’un dışa

gönderimli temel kaynak (the canonical source outward) tanıtsallık kategorisinden

hareketle Palmer ve Givòn’un tanıtsallık üzerine söylediklerini birleştirmiş ve

gösterim noktası (deictic point) ve yönelimliliğin (directionality) iki değişkesinin

(bilgi kaynağı ve bilginin gücü) tüm bilgisel kiplik kategorisini açıkladığını ifade

etmiştir.

Frawley’in bu gösterim kavramına dayanan bilgisel kiplik önerisinin temelinde,

bilginin kaynağı, bilginin yönelimi ve bilginin uzaklığı kavramlarının bulunduğu

anlaşılmaktadır. Bu kavramlar aynı zamanda Frawley’in bilgisellik kipliğini, bilginin

kaynağı ve bilgini gücü kavramlarıyla betimlediğini göstermektedir.

Tablo 2.1. Frawley’in Gönderim Sınıflandırması ve Bilgisel Kiplik Sıradüzeni

(Frawley, 1991: 413).

Bilginin Kaynağı Bilginin Gücü

Konuşucunun Kendisi

Öteye

(Uzağa)

Çıkarım Kategorisi Sıra Düzeni

Gerekli>Olası

Beriye

(Yakına)

Duyumlama Kategorisi Sıra Düzeni

Görsel>İşitsel>Diğer Duyular>Hisler

Başkası

Öteye

(Uzağa)

Dış Bilgi Kategorisi Sıra Düzeni

Alıntı>Aktarım>Söylenti>Diğerleri

Beriye

(Yakına)

Katılımcı Kategorisi Sıra Düzeni

Başkası > Herkes

18

Tablo 2.1’den hareketle Frawley’in neden tanıtsallık ve bilgisellik kipliğini,

önermesel kiplik altında konumlandırdığı anlaşılmaktadır. Frawley burada bilginin

yöneliminden açısından hareketle konuşucunun kendisi ve başkası arasında bir

ayrıma gittiğini ve bu ayrımında tümce içerisindeki önermelerin doğruluk

dereceleriyle ilişkili olduğunu ifade etmektedir. Daha açık bir anlatımla Frawley bilgi

kaynağını konuşucunun kendisi ve başkası olarak ikiye ayırmaktadır. Buna göre

konuşu önermenin bilgisel doğrululuğunun gerekliliği, zorunluluğu noktasındaki

yorumunu ya da bilginin elde ediliş biçimine yönelik bilgisini aktarırken, bilgi

kaynağı olarak konuşucunun kendisini konumlandırmaktadır. Bilginin kaynağından

konuşucu çıkarıldığında ise aktarılan bilginin alıntı, aktarım veya söylenti yoluyla

elde edilmiş olduğu kabul edilmektedir.

Yukarıdaki açıklamadan hareketle, Frawley’in “bilginin kuvveti” olarak tanımladığı

unsura devinim kazandıran bilgi kaynağının yönelim açısıdır. Bu açıda yaşanacak her

hangi bir değişim, tümcede aktarılan bilginin doğruluk değerini de doğrudan

etkileyecektir. Örneğin bilgi kaynağının yönelim açısında konuşunun kendisi

konunlandırıldığında, tümcede aktarılan bilgi konuşunun çıkarımları aracılığıyla elde

ettiği bilgi olacağından doğruluk değeri, aktarım, alıntı gibi bilgi kaynağının bir

başkası olduğu duruma göre daha yüksek olacaktır. Bu nedenle Frawley’in Tablo

2.1’de verilen “Gönderim Sınıflandırması ve Bilgisel Kiplik Sıradüzeni” tablosunu

bilginin yönelim açısını da dikkate alarak şu şekilde yeniden yorumlamak

mümkündür.

19

Tablo 2.2. Frawley’in Gönderim Sınıflandırması ve Bilgisel Kiplik Sıradüzeninin

Bilgi Kaynağının Yönelim Açısına Göre Tekrar Düzenlenmesi.

Bilginin Kaynağı Bilginin Gücü

Bil

gin

in K

ayn

ağın

ın Y

ön

elim

Açı

sı Konuşucunun

Kendisi

Öteye

(Uzağa)

Çıkarım Kategorisi Sıra Düzeni

Gerekli>Olası

Beriye

(Yakına)

Duyumlama Kategorisi Sıra Düzeni

Görsel>İşitsel>Diğer Duyular>Hisler

Başkası

Öteye

(Uzağa)

Dış Bilgi Kategorisi Sıra Düzeni

Alıntı>Aktarım>Söylenti>Diğerleri

Beriye

(Yakına)

Katılımcı Kategorisi Sıra Düzeni

Başkası > Herkes

Frawley’in gönderim sınıflandırması ve bilgisel kiplik sıradüzeni incelendiğinde

görülen diğer bir unsurda bilgi kaynağının yöneliminden bağımsız olarak kaynakların

kendi içlerindeki hiyerarşik yapılanıştır. Örneğin bilginin yönelimi “başkası”

olduğunda alıntı türü bilginin kuvveti, aktarım türü bilginin kuvvetinden daha yüksek

konumdadır. Aynı durumunu bilginin yönelimi konuşunun kendisi olduğunda da

görmek mümkündür. Konuşucunun çıkarım yoluyla elde ettiği bilgide gereklilik,

olası bilgiden daha güçlü bir yapıya sahiptir.

Frawley’in (1991) merkezine gösterim kavramını koyduğu kiplik önerisini

somutlaştırmak adına Malone (1988: 120)’de belirtilen Tuyuka diline ait tanıtsallık

birimlerinden hareketle bu dilin gösterim yapısını şematize etmiştir.

20

Şekil 2.3. Tuyuka Dilinin Tanıtsallık Gösterim Yapısı (Frawley, 1991: 414).

Bilgisel Kiplik

Kendisi Başkası

Öteye Beriye Öteye Beriye

Görsel Görsel Olmayan Doğrudan Dolaylı

?? -wi -ti -yi yiği/higi ??

Tanıtsallığın, bilgisel kiplik ulamının bir alt kategorisi olduğuna dair bir başka görüş

de Anna Papafragou’da (2000) görülmektedir. Papafragou, bilgisellik kipliği ile

tanıtsallık arasındaki ilişkiyi ve tanıtsallığın neden bilgisel kipliğin bir alt kategorisi

olduğunu şu şekilde açıklamaktadır: “Kiplik eylemleri ve taşıdıkları bilgisel

yorumlar, hem konuşucunun bilgiye ulaşım yolunu (çıkarım vb.) hem de

konuşucunun kesinlik derecesi hakkındaki bilgi aktarımını sağlamaktadırlar”

(Papafragou, 2000: 112-113). Bu ifadeden Papafragou’nun tümcede aktarılan bilgisel

içeriğin doğruluk ve kesinlik derecelendirmesinde, tanıtsallık ifade eden birimlerin

etkili olduğunu kabul ettiğini ve bu nedenle tanıtsallığı, bilgisel kipliğin bir alt

kategorisi olarak kabul ettiğini göstermektedir.

21

Teenie’ye (1989), DeLancey (2001), Infantidou (2001) ve Saeed (2003) alanyazında

tanıtsallık ve bilgisel kiplik arasında kavramsal açıdan bir ilişkili olduğunu ve

tanıtsallığın, bilgisellik kipliğinin bir alt ulamı olduğunu ifaden diğer kişilerdir.

Teenie’ye (1989: 215) tanıtsallığı konuşucunun bilgi kaynağını ve bilginin kesinlik

derecesini kodlayan ve bilgisel kipliğin parçalarını üzerinde barındıran bir dilgilbisel

birim olarak tanımlamakta ve tanıtsallığı bilgisel kipliğin bir parçası olarak

görmektedir. DeLancey (2001) tanıtsallığı, bir önermenin sahip olduğu tanıtsallık

değerinin dilbilgisel belirticisi olarak tanımlarken, Infantidou (2001) tanıtsallığı

konuşucunun aktarılan bilgi karşısındaki tutumu olarak tanımlanmaktadır. Saeed ise

(2003)’de tanıtsallığı, konuşucunun bilgi kaynağına olan tutumunu ifade etmesine

olanak tanıyan semantik bir kategori olarak tanımlamaktadır.

2.2.2 Bağımsız Bir Ulam Olarak Tanıtsallık

Tanıtsallığın, bilgisel kiplik ulamından ayrı bir kategori olduğunu ilk kez Roman

Jacopson ifade etmiştir. Jacopson (1971) tanıtsallığı, bilgi kaynağıyla

ilişkilendirilerek, kiplik ulamı, aktarılan olay ve olayın katılımcılarıyla birlikte

konuşma olayı (speech event) arasındaki ilişkiyi karakterize eden bir unsur olduğunu

ifade etmiştir. Jacopson bu yaklaşımıyla tanıtsallık ile bilgisel kiplik arasında bir

ayrıma gitmiştir.

Tanıtsallığa, bilgisel kipliğin dışında kendi başına bir birim olarak ele alıp, açıklayan

isimlerin başında Alexandra Aikhenvald gelmektedir. Aikhenvald, önceki yaklaşımın

aksine, tanıtsallığın öncelikli anlamının bilgi kaynağını göstermek olan kendi başına

bir dilbilgisel kategori olarak tanımlamaktadır (Aikhenvald, 2003: 1, 2004: 7).

22

Aikhenvald (2004: 11) tanıtsallığın bir kiplik alt kategorisi olarak değerlendirilip

açıklanmaya çalışılmasını 19. Yüzyılın sonlarına kadar dilbilgisel kategorilerin, Hint

-Avrupa dillerinin kurallarına göre belirlenmesine ve bu dillerde bilgi kaynağının

gösteriminin dilbilgiselleşmediğinden egzotik dillerin incelenmeye başlanmasına

kadar, tanıtsallığın dilbilsel bir kavram olarak incelenmeye başlanamamasına

bağlamaktadır.

Aikhenvald (2004), Aikhenvald ve Dixon (2011) tanıtsallığı bilgi kaynağının

dilbilgiselleştirilmiş anlatımı olarak tanımlamakla birlikte, tanıtsallığı; kutupluluk5,

zaman, görünüş, kişi, sayı, durum ve gönderim sınıflandırmasıyla birlikte sekiz

eylemcil kategori arasında tanımlamaktadır. Buna göre, zaman, görünüş ve tanıtsallık

genellikle yüklemin bir özelliği olarak görülmektedir. (Aikhenvald ve Dixon, 2011:

169).

Aikhenwald (2004) tanıtsallığın, kiplik ulamından ayrı bir birim olarak

tanımlamasında, tanıtsallık birimimlerinin güvenilirlik (reliability), olurluluk

(probability) ve olasılık (posibility) gibi bilgisel uzanım taşıdıkları bilinen kiplik

ifadelerini ikincil olarak edinebileceklerini fakat bu anlamları kazanmanın,

tanıtsallığın bir kiplik alt kategorisi olarak değerlendirilmesini sağlamayacağını

belirtmekte ve kesinlik derecesiyle ilgi olan kipliğin, söz edimle ilgili olan kip’in ve

tanıtsallığın bu nedenle birbirinden ayrı kategoriler olarak değerlendirilmesi

gerektiğini ifade etmektedir. Aikhenvald (2003: 18, 2004: 105) ve Lazard (1999)’a

göre farklı kategorilerde yer alan kip, kiplik, kişi, adlaştırma (nominalization),

tümleç (complement) gibi dilsel birimlerin ikincil olarak tanıtsallık anlamı

kazanmalarını tanıtsallık stratejisi olarak kabul edilmektedir.

5 Kutupluluk (Polarity): Olumluluk ve olumsuzluk arasındaki karşıtlık (Matthews, 2014: 308).

23

Bu duruma Noonan da (2007) dikkat çekmekte ve farklı tümleyicilerin

(complementizers) önermedeki bilginin kaynağını ve aynı zamanda konuşunun inanç

derecesiyle ilgili anlamları ikincil olarak ifade edebildiklerini söylemektedir.

Aikhenvald (2004) tanıtsallığın bir kiplik alt kategorisi olarak tanımlayan yaklaşıma

karşı çıkarak, tanıtsallık birimlerinin dilbilsel araçlarla işaretlendiği beş yüz dili

incelemiş ve bu çalışmasının sonucunda araştırdığı dillerde tanıtsallık sisteminin ikili

tanıtsallık seçeneğinden başlayarak, beş ya da daha fazla seçenekli tanıtsallık sisteme

kadar genişleyebilin bir yapı sergilediğini tespit etmiştir.

Aikhenvald’ın (2004) tanımladığı söz konusu bu tanıtsallık sistemleri şunlardır:

a. İki Seçenekli Tanıtsallık Sitemi:

a.1: Birinci el ve birinci el olmayan.

a.2: Birinci el olmayana karşılık her şey.

a.3: Aktarım ya da söylentiye karşılık her şey.

a.4: Duyuşsal tanıt ve aktarım ya da söylenti.

a.5: İşitsel tanıta karşılık her şey (Aikhenvald, 2004: 25).

b. Üç Seçenekli Tanıtsallık Sistemi:

b.1: Doğrudan (ya da görsel), çıkarımsal, aktarımsal.

b.2: Görsel, görsel olmayan duyusal, çıkarımsal.

b.3: Görsel, görsel olmayan duyusal, çıkarımsal.

b.4: Görsel olmayan duyusal, çıkarımsal, aktarımsal.

24

b.5: Aktarımsal, alıntısal, her şey (Aikhenvald, 2004: 42-43).

Üç seçenekli tanıtsallık sistemi en az bir duyunun belirtilmesini içermektedir.

c. Dört Seçenekli Tanıtsallık Sistemi:

c.1: Görsel, görsel olmayan duyusal, çıkarımsal, aktarımsal.

c.2: Doğrudan ya da görsel, çıkarımsal, varsayımsal, aktarımsal.

c.3: Doğrudan, çıkarımsal, aktarımsal, alıntısal (Aikhenvald, 2004: 51).

Dört seçenekli tanıtsallık sistemi bir ya da iki duyunun belirtilmesini içermektedir.

d. Beş Ya da Daha Fazla Seçenekli Tanıtsallık Sistemi:

Beş ya da daha fazla seçenekli tanıtsallık sistemi, iki duyusal tanıt, bir çıkarımsal, bir

varsayımsal tanıt ve aynı zamanda bir aktarımsal belirtici (reported marker) içeren

tanıtsallık sistemidir.

d.1: Görsel, görsel olmayan duyusal, çıkarımsal, varsayımsal, aktarımsal

(Aikhenvald, 2004: 60).

25

Tablo 2.3. Tanıtsallık Sistemindeki Semantik Parametreler (Aikhenvald, 2004: 65).

I. Görsel II. Duyusal III. Çıkarımsal IV. Varsayımsal V. Söylenti VI. Alıntısal

2 Seçenekli

a.1 Birinci el Birinci el olmayan

a.1 Birinci el Birinci el olmayan

a.1 Birinci el Birinci el olmayan Farklı bir sistem ya da terimsiz

a.4 Terimsiz Görsel olmayan Terimsiz Aktarımsal

3 Seçenekli

b.1 Doğrudan Terimsiz Aktarımsal

b.2 Görsel Görsel olmayan Çıkarımsal Terimsiz

b.2 Görsel Görsel olmayan Çıkarımsal

b.3 Görsel Görsel olmayan Terimsiz Aktarımsal

b.4 Terimsiz Görsel olmayan Çıkarımsal Aktarımsal

4 Seçenekli

c.1 Görsel Görsel olmayan Çıkarımsal Aktarımsal

c.2 Doğrudan Çıkarımsal Varsayımsal Aktarımsal

c.3 Doğrudan Çıkarımsal Aktarımsal Alıntısal

5 Seçenekli d.1 Görsel Görsel olmayan Çıkarımsal Varsayımsal Aktarımsal

26

Tabloda 2.3’de tanıtsallığı dilbisel olarak işaretleyen dillerin, tanıtsallığı nasıl ifade

ettikleri görülmektedir. Örneğin dört seçenekli tanıtsallık sisteminin c.3 dizgesinde

görsel ve duyusal tanıt “doğrudan” tanıt şeklinde belirtilirken, iki seçenekli

tanıtsallık sistemindeki a.4 dizgesinde görsel tanıt “terimsiz olarak”, duyusal tanıt

ise “görsel olmayan” tanıt şeklinde belirtilmektedir.

Tanıtsallığın, bağımsız bir kategori olduğunu belirten diğer bir önemli isim de

Martina Faller’dir. Faller (2002) doktora tezi çalışmasında tanıtsallığın, kiplik

ulamından bağımsız kendi başına bir dilbilgesel kategori olduğunu ifade

etmektedir. Faller tanıtsallığın bağımsız bir kategori olması ve kiplikten ayrı kabul

edilmesi için şu dört temel gerekçeyi sunmaktadır (Faller, 2002: 261).

i. Tanıtsallık ve kiplik ulamları kavramsal olarak değerlendirildiğinde birbirinden

bağımsız oldukları görülmektedir,

ii. Her iki ulamı da işaretleyen birçok dil sisteminin bulunmasına rağmen, kiplik ve

tanıtsallık ulamlarından yalnızca birini işaretleyen dillerin de var olması,

iii. İki ulam arasında bir metodolojik fark olması. Tanıtsallık bilgi kaynağının

türüne yönelik bir kodlamada bulunurken; kiplik ulamının önerme içeriğinin

bilgiselliğiyle ilişkili olması,

iv. Bilgisellik kipliğinin tanımı içerisinde “olasılık” ve “gereklilik” kavramları yer

almaktadır. Fakat doğrudan ve aktarımsal tanıt türleri bu iki kavramla açıklanamaz.

Faller’a göre (2002) bilgisellik ve tanıtsallık, çıkarımsal tanıtsallık kavramları

üzerinde örtüşen/kesişen ancak birbirinden ayrı iki kavramdır. Ancak bu söz

konusu örtüşme tanıtsallığın tanımını değiştirmediğinden Faller tanıtsallığın kendi

27

başına bir dilbilsel kategori olduğunu ifade etmektedir. Bu durumla ilgi olarak Keşa

dilinden verdiği örnekte -chà ekinin kullanımında bu özelliğin bulunduğunu

söylemektedir.

Şekil 2.4. Keşa Dilindeki Kesişim Alanı (Faller, 2002: 93).

Bilgisel Kiplik Tanıtsallık

-si

Şekil 2.4’de görüldüğü gibi konuşucunun bilgiyi uslamlama yoluyla edindiğini

görteren -chà eki bilgisel kiplik ve tanıtsallık arasındaki keşişim noktasında yer

almaktadır. Bu bakımdan kiplik ve tanıtsallık birbirleriyle çıkarım açısından

örtüşmektedir. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere bu kesişim alanının bulunması

tanıtsallık tanımını etkilemez ve Faller’a (2002) göre kiplik ve tanıtsallık

kategorileri birbirlerinde ayrı birer kategoridir.

Faller (2002) tanıtsallık kavramına yaklaşımda ayrı bir pencere açmaktadır. Buna

göre, güncel semantik ve pragmatik teorilerinin tanıtsallık çalışmalarına nasıl katkı

sağlayacağı sorusundan hareket ederek, çalışmasında tanıtsallığı söz edim kuramı

çerçevesinde yeniden yorumlamış ve tanıtsallık ulamlarının, sözcenin edimsöz

değerine katkı sağlayan bir yapı teşkil ettiğini ileri sürmüştür.

Tanıtsallığın bağımsız bir kategori olduğunu ifade eden diğer bir isim de Ferdinand

De Haan’dır. De Haan’a göre (1999) tanıtsallık, tümcede aktarılan bilginin

-puni

-man -mi

-chà

28

kaynağıyla ilgili bir unsurken, bilgisel kiplik konuşucunun ifadesinin doğruluğuna

ilişkin yükümlülüğünün değerlendirilmesiyle ilgili bir kavramdır. Bu ifadeden yola

çıkarak De Haan’ın (1999) tanıtsallık ve bilgisel kiplik arasında anlamsal bir

ayrıma gittiğini söylemek mümkündür.

De Haan (2001a)’de bilgisellik kipliği zayıf ve güçlü bilgisellik kipliğine

gönderimde bulunan olasılık (posibility) ve gereklilik (necessity) kavramlarıyla

ilişkili olduğunu ve bu iki kavramın da (olasılık, gereklilik) konuşucunun, konuşma

içeriğinin doğruluğuyla ilişkili olduğunu belirtmektedir. Bu durumu Türkçe bir

örnekle açıklamak gerekirse.

a. Ali evde olmalı. Işıklar açık.

b. Ali evde olabilir. Işıklar açık.

c. Ali evde. Işıklar açık.

Örnek “a” ve “b” tümceleri incelendiğinde her iki tümcenin de tanıtsallık değerini

taşıdıkları görülmektedir. “a” tümcesinde tanıtsallık anlatımı daha güçlü bir

tanıtsallık değeri taşıyan -mAlI morfemi ile kodlanırken “b” tümcesinde ise daha

zayıf bir tanıtsallık değeriyle ve olasılık bildiren -AbIl morfemi ile kodlanmıştır. De

Haan’ın bu düşüncesine göre her iki tümcede de kiplik ve tanıtsallık birimleri

arasında içsel ve nedensel bir bağlantı yoktur. Yani her iki olayda da durumsallık

özdeştir. Konuşucu ışığın açık olduğunu görüyor fakat Ali’nin evde olduğunu

görmüyor. “c” tümcesinde ise konuşucu Ali’nin evde olma durumuyla ışıkların açık

olması durumu arasında yüksek bir bağlantı olduğunu bilmektedir. “a” ve “b”

tümcelerinde ise ışığın açık olmasına karşın Ali’nin evde bulunmama ihtimali söz

konusudur. Konuşucu “a” ve “b” tümcelerinde ışığın açık olması durumundan

29

hareketle bir yorumlamaya gitmektedir. “c” tümcesini tekrar ele alırsak, konuşucu

bu tümcede herhangi bir kiplik birimi kullanmamaktadır. Ali’nin evde olma

durumunu görmemiş ya da duymamış olmasına karşın tanıtsallık değeri son derece

yüksek olarak kodlanmıştır. Yani konuşucu Ali’nin evde olma durumundan emin

olduğundan ifadesinin doğruluk değeriyle ilgili bir derecelendirmeye ihtiyaç

duymamıştır. Bu açıklamadan da anlaşıldığı gibi De Haan’ın tanıtsallığı

konuşucunun aktardığı bilginin kaynağı olarak görmektedir.

De Haan (2001b: 207, 2005a: 59) ayrıca tanıtsallığın kiplikten bağımsız bir kategori

olarak kabul edilmesinde, tanıtsallığın, gösterimsel kategori (deictic category)

olmasını gerekçe göstermektedir. De Haan’ın bu yaklaşımı aslında Frawley’de de

(1992) görülmektedir. Frawley de (1992: 408) tanıtsallık için kipsel gösterim

(modal deixis) ifadesini kullanmaktadır. Fakat Frawley (1992) ve De Haan (2001b,

2005a) arasındaki temel fark, Frawley’in tanıtsallığı kiplik ulamının alt kategosi

olarak kabul etmesine karşın De Haan’ın tanıtsallığı ayrı bir kategori olarak kabul

etmesidir.

De Haan (1999) bazı dillerde tanıtsallığın bilgisel kiplik ifade eden birimler

aracılığıyla dilbilgiselleştiği fakat bu durumun dünya dillerinde yaygın olarak

görülmediğini ve bu durumunun tanıtsallığı, bilgisel kipliğin bir alt kategori olarak

kabul edilmesi için yeterli olmadığını ve tanıtsallık ifadesi taşıyan morfemlerin

konuşucunun doğrudan ya da dolaylı olarak elde ettiği durumları tanımladığını bu

nedenle de tanıtsallık kategorisinin doğrudan ve dolaylı tanıtsallık olmak üzere iki

kategoriye ayrılması gerektiğini söylemektedir (De Haan, 2006: 57-58).

30

De Haan (2006) tanıtsallığı doğrudan ve dolaylı tanıt olmak üzere iki kategoriye

ayırdıktan sonra bu iki temel kategorinin alt kategorilerini de belirtmiştir. De

Haan’a (2001c) göre görsel tanıt (visual), aktarılan olayın duyularak algılandığını

gösteren duyuşsal tanıt (auditory) ve olayların görsel olmanın dışında diğer hislere

dayanılarak elde edildiğini gösteren görsel olmayan duyusal tanıt (nonvisual

sensory), doğrudan tanıt türünün alt kategorilerini oluşturmaktadır. Dolaylı tanıtı

ise aktarılan olayın, konuşucunun kendisi dışında başka bir kaynaktan edindiği bilgi

olarak tanımlamakta ve alıntısal ya da aktarımsal (quotative or reported), söylenti

(hearsay) ile çıkarımı (inference) dolaylı tanıtın iki alt kategorisi olarak

tanımlamaktadır. Bu açıklamadan yola çıkarak De Haan’ın (2001c) tanıtsallık

türleri sınıflandırmasını şekil 2.5’teki gibi gösterilebilir.

Şekil 2.5. Ferdinad De Haan’ın Tanıtsallık Türleri Sınıflandırması:

Tanıtsallık

Doğrudan Tanıt Dolaylı Tanıt

Görsel Duyusal Hisse Dayalı Alıntısal ya da Çıkarımsal

Aktarımsal

De Haan’a göre (2001c: 94, 101) görsel tanıtın dört temel bilişsel kaynağı

bulunmaktadır bunlar:

i. Zaman ve görünüş belirticilerinden elde edilen görsel tanıtsallık,

ii. Uzamsal (spatial) gönderimden elde edilen görsel tanıt,

iii. Birinci tekil şahıs morfeminden elde edilen görsel tanıt,

31

iv. Bir algı eylemi olan görmek (to see) eylemidir.

2.2.3 Kesişim Alanı Olarak Tanıtsallık

Tanıtsallığın kendi başına bir dilbilgisel birim olduğunu fakat kiplik ve tanıtsallık

arasında bir kesişim alanı olduğunu ilk belirten kişiler Vladimir A. Plungian ve J.

van der Auweradır. Buna göre kesişme (overlapping) tanıtsallığın ve kipliğin

kesiştiği yer olarak tanımlanmaktadır (Auwera ve Plungian, 1998: 85-86).

Tanıtsallığın, kiplikle olan kesişim ilişkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için Auwera

ve Plungian’ın kiplik tanımının bilinmesine ihtiyaç vardır. Auwera ve Plungian

(1998) kipliği, Tablo 2.4’te de görüldüğü gibi olasılık (posibility) ve gereklilik

(necessity) kavramları etrafında yorumlamaktadır.

Tablo 2.4. Kiplik Türleri (Auwera ve Plungian, 1998: 82).

Olasılık

Bilgisel Olmayan Olasılık Bilgisel Olasılık

(Kesinlik Dışı) Katılımcı-İç Olasılık

(Edimsel Olasılık,

Yeterlilik, Kapasite)

Katılımcı-Dış Olasılık

İstek Dışı Olasılık İstek Olasılığı

(İzin)

Katılımcı-İç

Gereklilik

(Gereklilik)

İstek Dışı Gereklilik İstek Gerekliliği

(Zorunluluk)

Bilgisel Gereklilik

(Olurluluk) Katılımcı-Dış Gereklilik

Bilgisel Olmayan Olasılık

Gereklilik

32

Auwera ve Plungian (1998) kiplik türlerini Tablo 2.4’te gösterilen şekilde

tanımladıktan sonra, tanıtsallık ve kiplik arasındaki kesişim noktasının, bilgisel

gereklilik ve çıkarımsal tanıtsallık olduğunu ifade etmişlerdir.

Tablo 2.5. Bilgisellik ve Tanıtsallık Arasındaki Kesişim Noktası (Auwera ve

Plungian, 1998: 86).

Gereklilik

… İstek

Gerekliliği

Bilgisel Gereklilik

=

Çıkarımsal Tanıtsallık Aktarımsal

Tanıtsallık

Tanıtsallık

Ayrıca Plungian (2001) tanıtsallığı tanımlamak üzere şu örneği vermektedir. P,

tanımlanacak bir durum olarak kabul edildiğinde, tanıtsallık değeri konuşucunun P

durumu için sahip olduğu bilgi kaynağını işaret etmektedir ve Plungian bu bilgi

kaynağıyla ilgili üç ana tip bilgi kaynağı tanımlamaktadır (Plungian, 2001: 351-

352).

i. Konuşucu P’yi doğrudan gözlemlemiştir.

ii. Konuşucu P’yi görsel olmayan biçimde doğrudan algılar. Plungian bu ifadeyle

görülemeyen fakat varlıkları duyuşsal ve zihinsel olarak algılanabilen algısal bir

tanıtsallıktan bahsetmektedir.

iii. Konuşucu P’yi zamandan ve uzamdan ayrıştırarak dolaylı olarak algılamaktadır.

Corcu’nun da (2010) belirttiği gibi bu sayede Plungian tanıt türleri ile aktarım ve

alıntılama ulamlarının öznellik değerleri bakımından farklı değerler taşıdığını ifade

33

etmekte ve tanıt türlerinin kişinin algısına şu ya da bu şekilde bağlı olmasını

gerekçe göstererek dilde öznel olan ve öznel olmayan tanıtları ayrı ayrı olarak ele

almaktadır.

Şekil 2.6. Tanıtsallık Değerleri Sınıflandırması (Plungian, 2001: 353).

Doğrudan Tanıt Dolaylı Tanıt

Görsel Tanıt Görsel Olmayan Çıkarımsal Uslamlama

Duyusal Tanıt Algısal Tanıt Eşzamanlı Artzamanlı

Şekil 2.6’da da görüldüğü gibi Plungian (2001) doğrudan tanıt türünün iki alt

kategorisi olarak çıkarımsal ve uslamlamayı konumlandırmıştır. Bu durum

Plungian’ın çıkarımlama ve uslamlamanın farklı zihinsel süreçler içeren eylemler

olduğunu düşündüğünü göstermektedir. Benzer biçimde çıkarımsal tanıtın iki alt

kategorisi olarak tanımladığı eşzamanlı ve artzamanlı çıkarımda da Plungian insan

zihninin yaşadığı olaylar karşısında eş zamanlı ya da geriye dönük yorumlama

yaparak artzamanlı çıkarımlamalar yapacak bir düzlemde çalıştığını ifade

etmektedir.

Plungian (2001) tanıtsallığı bireysel katılım (personal involvement) açısından da

derecelendirmiş ve sınıflandırmıştır. Faller’ın da (2002) ifade ettiği gibi bireysel

katılım derecesi bazı dillerde düzenleyici parametre konumunda bulunmaktadır

(Faller, 2002: 49).

34

Tablo 2.6. Tanıtsal Karşıtlıkların Farklı Türleri (Plungian, 2001: 353).

Doğrudan Tanıt

Dolaylı Tanıt

Algılanan Tanıt

(Çıkarım ve Uslamlama)

Nesnel Tanıt

(Aktarımsal)

Bireysel Tanıt

Tablo 2.6 incelendiğinde, Plungian’ın tanıtsallığı bireysel tanıt olarak da bir

sınıflamaya tabii tuttuğu anlaşılmaktadır. Tabloya 2.6’ya göre, doğrudan tanıt ve

alt kategori ile dolaylı tanıtın çıkarım ve uslamlama yoluyla elde edilen tanıtlar,

bireysel tanıt türü içinde yer almakta, buna karşın aktarımsal tanıt birey dışında bir

tanıt türü olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle Plungian’ın (2001) bireyin

kendisi ve bireyin dışında bir başkası şeklinde olmak üzere tanıtsallığın kaynağına

yönelik bir ayrıma gittiği de anlaşılmaktadır. Tanıtsallığın kaynağında yaşanan bu

değişim doğal olarak tanıtsallık derecelerini de doğrudan etkileyecektir. Örneğin

bireysel tanıtların, tanıtsallık değerleri bireyin kendi algılarına dayalı olduğundan,

birey dışı tanıtsallık değeri taşıyan aktarımsal tanıta göre daha yüksek bir konumda

olacaktır. Tanıtsallığın kaynağına yönelik bu şekilde bir ayrımı Frawley’de de

(1992) görülmektedir (bkz. Sayfa 12, şekil 2.2).

Plungian’ın ifade ettiği tanıtsallık türlerinin açıklaması ise şu şekildedir (Plungian,

2001: 354).

i. Doğrudan Tanıt (P’ye doğrudan erişimi içerir).

Görsel Tanıt: ‘P, ve ben, P’yi görürüm/gördüm.

35

Duyusal Tanıt: ‘P, ve ben, P’yi algılarım/algıladım [P, duyulmuş,

koklanmış, tadılmış vb. olabilir].

Algısal Tanıt: ‘P, ve ben, P’yi hissettim/hissederim [P, burada konuşucuya

ait bir iç durum (inner state) konumundadır. Örneğin; açım, uyumak istiyorum,

cevabı biliyorum vb.]

ii. Çıkarımsal Tanıt (Q’nun, P’ ile ilişkili bir duruma doğrudan erişimini içerir.

Eşsüremli Tanıt: ‘P, çünkü ben, P’yi işaret eden bazı şeyleri

gözlemleyebiliyorum [P at T0] örneğin: O açıkmış olmalı, çünkü o acıkmış olma

durumunun belirtilerini gösteriyor.

Artsüremli Tanıt: ‘P, çünkü ben, P’nin bazı izlerini gözlemleyebiliyorum

[P’ önce T0] örneğin: O burada uyumuş olmalı, çünkü yatağı bozulmuş.

Uslamlama: ‘P, çünkü Q’yu biliyorum ve Q gerektirir P’yi.

iii. Nesnel Tanıt: ‘P, ye ne doğrudan erişimi ne de çıkarımlanmış eşirimi gerektirir.

Aktarımsal: ‘P, çünkü P’ bana duruldu.

Tanıtsallık ve bilgisel kiplik arasında bir kesişim alanı bulunduğunu söyleyen diğer

bir kişi de Givòn’dur. Givòn’a (2001: 326) göre, tanıtsallık olgusu, bilgisel kiplikle

bir kesişim alanına sahiptir. Buna göre, dilbilgiselleşmiş tanıtsallık sistemi öncelikli

olarak iddianın desteklenmesi için bilginin kaynağını, ondan sonra dolaylı olarak

iddianın kesinlik gücünü kodlamaktadır. İki unsur arasındaki dolaylı bağlantı,

tanıtsallığı öznel kesinliğe (subjective certainty) bağlamaktadır.

36

Givòn (2001: 326)’da ayrıca tanıtsallık ve bilgisel kiplik arasındaki bağlantı

zincirini “tanıtın kaynağı > tanıtın gücü > bilgisel kesinlik” şeklinde

göstermektedir.

2.3 Tanıtsallığın Hiyerarşik Yapılanışı

Tanıtsallık ifadesi taşıyan birimler, tanıtsallığın türü (doğrudan - dolaylı) ve

bilginin edinim biçimine (birinci el bilgi, ikinci el bilgi) bağlı olarak çeşitli

düzeylerde tanıtsallık derecelerine sahiptir ve bu nedenle de doğal olarak hiyerarşik

bir organizasyon yapısı sergilemektedirler. Tanıtsallık birimlerinin bu yapılanışı bu

alanda çalışma yapan kişiler tarafından da dikkat çekici bulunmuş ve farklı isimler

farklı görüşlerde tanıtsallık birimlerinin bu hiyerarşik yapısını ele almışlardır.

Tanıtsal yapıların sözü edilen hiyerarşik yapılanışıyla ilgi olarak Givòn (1982) dört

temel düzeyde tanıtsallık hiyerarşisini şu şekilde ortaya koymuştur (Givòn, 1982:

43-44).

i. Bireysel/Gösterimsel Hiyerarşi: Konuşucu > dinleyici > üçüncü şahıs (third

party).

ii. Duyusal/Kaynak Hiyerarşisi: Görsel > işitsel > diğer > hisse dayalı.

iii. Dolaylılık Hiyerarşisi: Duyular > çıkarım.

iv. Yakınlık (proximity) Hiyerarşisi: Duruma yakınlık > duruma uzaklık.

Givòn’un (1982) önermiş olduğu bu tanıtsallık hiyerarşisi hem dikey biçimde

(türler arasında) hem de yatay biçimde (türlerin kendi içindeki sıralanışta)

gerçekleşmektedir.

37

Tanıtsallık birimlerinin, tanıtsallık değerleriyle ilgili diğer bir tespitse Barnes

(1984) tarafından yapılmıştır. Barnes (1984) Tuyuka dilindeki tanıtsallık birimlerini

belirledikten sonra bu birimlerin tanıtsallık sıra düzenlerine yönelik bir sıralama

yapmıştır. Barnes’e göre (1984) Tuyuka dilindeki tanıtsallık birimlerine ait

morfolojik birimler ile bu birimlerin sıra düzeni ve hiyerarşik yapılanışı şu

şekildedir (Barnes, 1984: 257).

a. díiga apè - wi -wi= Görsel, ‘O futbol oynadı’. (onu futbol oynarken

gördüm).

b. díiga apè - ti -ti= Görsel olmayan. ‘O futbol oynadı’. (oyunu ve

onu duydum fakat onu ve oyunu görmedim).

c. díiga apè - yi -yi= Belirgin. ‘O futbol oynadı’. (onun futbol

oynadığına dağına dair bir tanıtım var, ayakkabısının

belirgin izi sahada fakat oynarken onu görmedim).

d. díiga apè - yigi -yigi= İkinci el. ‘O futbol oynadı’ (futbol oynadığı

bilgisini birisinden öğrendim).

e. díiga apè – híyi -híyi= Varsayımsal. ‘O futbol oynadı’ (onun futbol

oynadığını varsaymak mantıklı).

Görsel > Görsel Olmayan > Belirgin > İkinci El > Varsayımsal

(Visual) > (Nonvisual) > (Apparent) > (Seconhand) > (Assumed)

(-wi) (-ti) (-yi) (-yigi) (-hiyi)

38

Givòn’un da (1982) belirtildiği gibi Barnes (1984)’de önerilen tanıtsallık dizisi

kendi içinde yatay bir hiyerarşik organizasyona sahiptir. Buna göre görsel yolla

elde edilen tanıt, görsel olmayan yolla edilen tanıta oranla daha yüksek bir değere

sahipken, görsel olmayan tanıt da varsayımsal tanıta oranla daha yüksek bir

tanıtlama derecesine sahiptir. Fakat Barnes’in belirtmiş olduğu tanıtsallık derecesi,

Givòn belirtmiş olduğu tanıtsallık dizisinden farklıdır. Givòn (1982)’de belirtilen

tanıt dizisi hem kendi içinde hem de tanıt türleri arasında bir ayrım yaparken,

Barnes (1984)’te önerilen tanıt dizisi sadece yatay düzlemde bir tanıtsallık

hiyerarşisine sahiptir.

Tanıtsallık sıra düzeniyle ilgili diğer bir öneri de Oswalt’a aittir. Oswalt (1986)

Keşa (Kashaya) dili için beş tanıtsallık düzeyi olduğunu ifade etmiştir. Bu düzen şu

şekidedir:

Edimsel > Oluntusal Görsel > İşitsel > Çıkarımsal > Aktarımsal

(Performative) > (Factual-visual) > (Auditory) >(Inferiental) > (Quotative)

Oswal’ın (1986) Keşa dili için önermiş olduğu bu sıra düzeninde edimsel tanıt

kategorisini belirlemiş olması oldukça önemlidir ve bu tanıt türü en yüksek tanıt

değerine sahip tür olarak konumlandırılmıştır.

Oswald (1986) Keşa dili için önerilen bu tanıt dizisi hiyerarşisinin evrensel

olduğunu iddia etmektedir. Fakat Faller (2001) bu duruma karşı çıkmakta ve bu

durumu açıklamak için Barnes (1984) ve Oswald (1986) tarafından belirtilen tanıt

dizilerini karşılaştırmıştır. Yapılan bu karşılaştırma sonucunda Faller bu durumla

ilgili düşüncesini şu şekilde ifade etmektedir: “Edimsel ve oluntusal görsel tanıtın

Tuyuka dilindeki görsel tanıta denk geldiğini işitsel ve çıkarımsal tanıtın ise

39

Tukuka’daki görsel olmayan tanıta karşılık gelmektedir. Bu nedenle her iki sıra

düzeninin eşleşmediği görülmekte ve Keşa dilindeki belirtilen sıra düzenin evrensel

olamayacağı görülmektedir (Faller, 2001: 46).

Şekil 2.7. Tuyuka ve Keşa Dillerinin Tanısallık Eşlemesi6

Tuyuka: Görsel > Görsel Olmayan > Belirgin > İkinci El > Varsayımsal

Keşa: Edimsel > Oluntusal Görsel > İşitsel > Çıkarımsal > Aktarımsal.

Faller’ın (2001) Keşa dilindeki sıra düzeninin evrensel olamayacağı düşüncesi

doğru olmakta birlikte açıklanması gereken bir nokta daha bulunmaktadır. Çünkü

Barnes’in (1984) “belirgin” (apparent) olarak tanımladığı tanıt türü (verilen

örnekte de görüleceği gibi sayfa 39, örnek: c) aslında çıkarımsal bir süreci işaret

etmektedir. Bu noktada Barnes’in (1984) neden bu tanıt türünü çıkarımsal

(inferiental) olarak adlandırmayıp, belirgin (apparent) olarak adlandırdığının ve

çıkarım’ı bir tanıt türü olarak görüp görmediğinin ya da tanıt türünün

isimlendirilmesinde bir yanlışlık yapıp yapmadığının daha detaylı incelenmesi

gerekmektedir. Bu nedenle Faller’ın (2001) yaptığı Tuyuka ve Keşa dillerindeki

tanıt sıra düzeni eşlemesinin yukarıdaki açıklamadan yola çıkılarak şekil 2.8’deki

gibi yeniden düzenlenmesi gerekmektedir:

6 Faller, 2001: 46’dan uyarlanmıştır.

40

Şekil 2.8. Tuyuka ve Keşa Dillerinin Tanısallık Eşlemesinin Yeniden

Düzenlenmesi.

Tuyuka:

Görsel > Görsel Olmayan > Belirgin > İkinci El > Varsayımsal

Keşa:

Edimsel > Oluntusal Görsel > İşitsel > Çıkarımsal > Aktarımsal.

Tukuya ve Keşa dillerinin tanıtsallık sıra dizisi hiyerarşisi için De Haan (1998) beş

tanesi Tuyuka dilinin tanıtsallık sistemiyle, üç tanesi ise Keşa dilinin tanıtsallık

sistemiyle eşleşen toplam sekiz dili incelemiş ve Tuyuka ve Keşa dillerinin

tanıtsallık sıra düzenleriyle ilgili şu sıra düzenini önermiştir.

Tuyuka: Görsel > Görsel Olmayan > Çıkarımsal > Aktarımsal

Keşa: Görsel > İşitsel > Çıkarımsal > Aktarımsal

Bu sıralamada De Haan’ın (1998) Keşa dilindeki tanıtsallık dizisinde bazı

değişimler yaptığı görülmektedir. Buna göre, Oswald’ın (1986) sıralamasında olan

“oluntusal-görsel” tanıt türünün De Haan (1998) tarafından “görsel” tanıt türü

olarak kabul edilmiş ve “edimsel tanıt” sıralamadan çıkartılmıştır. De Haan’ın

edimsel tanıtı sıra düzeninden çıkarması, onun bu tanıt türünü, bir tanıtsallık türü

olarak kabul etmediğini düşündürmektedir.

De Haan (1998) ayrıca evrensel bir tanıt dizisi yerine, farklı bir prototipsel hiyerarşi

dizisi önermektedir. De Haan’a göre (1998) bir dil, belli bir tanıtsallık kategorisi

sergiliyorsa, o dil bütün tanıtsallık kategorilerini, tanıtsallık hiyerarşisi altında

41

sergilemelidir. De Haan bu düşünceden hareketle şu sıra düzeni dizisini

önermektedir:

Görsel > Görsel olmayan > Aktarımsal

Tanıtsallık sıra düzeniyle ilgili bir diğer öneride Willet (1988) tarafından

yapılmıştır. Willet’in tanıt sıra düzeni önerisi şöyledir (Willet, 1988: 57).

Atanmış > Aktarımsal > Çıkarımsal

Sıralamadan da anlaşılacağı üzere, Willet (1988) en yüksek tanıtsallık derecesini

“atanmış” tanıt türüne, en az güvenilirlik derecesini ise “çıkarım” türü tanıtsallığa

vermiştir. “Aktarım” ise “atanmış” ve “çıkarım” türü tanıtsallıkların ortasında

kaldığından orta derecede bir güvenilirliğe sahiptir.

Plungian’a göre ise (2001: 354) bilginin güvenilirliği genellikle nasıl elde

edildiğine bağlıdır, görsel tanıtsallık en yüksek güvenilirlik derecesine sahipken,

nesnel (mediated) bilgi en düşük güvenilirlik derecesine sahiptir.

Faller (2002)’de, Plungian’ın (2001) tanıt türlerini yorumlayarak, tanıtsallık sıra

düzenini Plungian’ın doğrudan - dolaylı ya da bireysel - nesnel sınıflandırmasının

parametrelerine göre oluşturmuştur. Faller’ın tanıtsallık dizisi şu şekildedir (Faller,

2002: 50,51).

Öznel Tanıt Dizisi:

Edimsel > Görsel > İşitsel > Diğer duyular > Uslamlama > Varsayım

Nesnel Tanıt Dizisi:

(Doğrudan) > İkinci el > Üçüncü el > Söylenti / Folklorik

42

2.4 Tanıtsallığın Sunumu

Var olan bütün diller, konuşucuların sahip olduğu bilginin kaynağını göstermek

üzere çeşitli dilsel araçlar kullanmaktadırlar. Kullanılan bu dilsel araçların seçimi

ise yine dillere göre değişik dil içi düzenler ve kurallara göre değişmektedir.

Lazard’a göre de (2001) bütün diller, bilginin kaynağına gönderimde bulunan

anlam belirteçlerine sahip olsalar da, bu dillerin hepsi dilbilgiselleşmiş tanıtsallık

sistemine sahip değildir. Örneğin İngilizce ve Fransızca’nın eylem sisteminde böyle

bir dilbilselleşmiş birim bulunmamaktadır. Bunun yerine tanıtsallık “it seems”, “it

appear”, “reportedly”, “as I see” gibi sözcüksel birimlerle sağlanmaktadır

(Lazard, 2001: 360). Benzer bir ifade Matsui ve Fitneva’da da (2009)

görülmektedir. Buna göre, her bir dil, değişik bilgi kaynaklarını göstermek üzere

anlamlara sahiptir. İngilizce ve Almanca gibi diller bunu sözcüksel birimlerle

yaparken, Türkçe gibi bazı diller de bunu ekler aracılığıyla dilbilgiselleştirerek

ifade eder (Matsui ve Fitnewa, 2009: 2).

Tanıtsallığın yukarıda belirtildiği gibi dilbilselleştirerek ya da sözcüksel birimlerle

aktaran diller olduğu gibi, bazı dillerde yarı dilbilselleşmiş belirteçlerle de

aktarıldığı görülmektedir. Örneğin Lazard (2001: 360) birincil kullanım amacı ve

anlamsal özelliği bitmişlik (perfect) göstermek olan dilsel birimlerinin, uygun

bağlamlarda ikincil anlam olarak tanıtsallık ifade ettiklerini ve bu tip kullanımların

olduğu dillerde tanıtsallığın henüz dilbilselleşme sürecini tamamlamadığını ifade

etmektedir. Bu dillerin en tipik örneklerinden birisi de Ermenice’dir. Batı

Ermenice’de tanıtsallık ifade eden birimler dilbilgiselleşmiş olarak görülürken (-

er), Doğu Ermenice’de ise örnek 6’da görüldüğü gibi tanıtsallık birimleri henüz

dilbilgiselleşme sürecini tamamlamamıştır (Donabédian, 2001: 422-423).

43

Örnek 6: Maro-n amausnac- er ē!

Maro-DEFART marry-EVİD AUX3SG

Maro has got married (so I heard)! “(Duyduğuma göre) Maro

evlenmiş!”

Tanıtsallığın dilbilgisel olarak işaretlendiği bazı dillerde tanıtsallık birimlerinin

kullanımının zorunlu olması durumu bulunmaktadır. Tuyuka bu dillerden birisidir.

Buna göre Tablo 2.7 ve 2.8’de de görüldüğü gibi Tuyuka dilinin konuşucuları, her

bir söyleyiş için uygun tanıtsallık türüne ve bununla birlikte uygun kişi, zaman ve

cinsiyet eklerine karar vermelidirler.

Tablo 2.7. Tuyuka Dilinin Şimdiki Zaman ve Geçmiş Zamana Göre Düzenlenmiş

Tanıtsallık Paradigması (Malone, 1988: 120).

Görsel Görsel Olmayan Belirgin İkinci El Varsayımsal

Geçmiş Zaman

Diğer -wi -ti -yu -yiro hĩyu

3. Tekil eril -wi -ti -yi -yigi -hĩyi

3. Tekil dişi -wo -to -yo -yigo -hĩyo

3. Çoğul -wa -ta -ya -yira -hĩra

Şimdiki Zaman

Diğer -a -ga - - -ku

3. Tekil eril -i -gi -hīi - -ki

3. Tekil dişi -yo -go -hīo - -ko

3. Çoğul -ya -ga -hīra - -kua

44

Tablo 2.8. Tuyuka Dilinin Kişi, Sayı ve Cinsiyete Göre Düzenlenmiş Tanıtsallık

Paradigması (Malone, 1988: 125).

Görsel Görsel Olmayan Belirgin İkinci El Varsayımsal

Geçmiş Zaman

Diğer -i -i -Ø -ro -Ø

3. Tekil eril -i -i -i -gɨ -i

3. Tekil dişi -o -o -o -go -o

3. Çoğul -a -a -a -ra -a

Şimdiki Zaman

Diğer -Ø -Ø - - -Ø

3. Tekil eril -i -i -i - -i

3. Tekil dişi -o -o -o - -o

3. Çoğul -a -a -ra - -a

Tanısallığın ne tür dilbilgisel araçlarla kodlandığı dillerle ilgili olarak yaptığı

çalışmasında De Haan (2005b) 418 dili incelemiş ve tanıtsallığın dilbilgisel

gösterimiyle ilgili olarak şu sayısal sonuçlara ulaşmıştır:

Tablo 2.9. Tanıtsallığın Kodlandığı Dilbilgisel Araçlar (De Haan, 2005b: 317).

Dilbilgisel gösterimi olmayan

(no grammatical evidentials)

181

Eylemcil ek ya da biçimce

(verbal affix or clitic)

131

Zaman sisteminin bir parçası

(part of the tense system)

24

Ayrı parçacık

(seperate particle)

65

Kiplik morfemi

(mood morpheme)

7

Karışık sistem

(mixed system)

10

Toplam: 418

45

Tanıtsallık ifadelerinin dünyanın farklı coğrafi bölgelerinde konuşmakta olan farklı

dillerde benzer amaçla kullanılmasını Lazard (2001: 361) tanıtsallık formlarının

temelde, diğer insanların ne söylediğinden türeyen, olayın uslamlanması ya da

geçmiş olayların izlerinin çıkarımlanmasına gönderimde bulunmasına ve

kullanımsal değerlerinin aslında benzer soyut zihinsel işlemlere dayanmasına

bağlamaktadır.

Tez çalışmamızın bu noktaya kadarki olan bölümünde öncelikli olarak tanıtsallık

kavramı üzerinde durulmuş ve bu kavrama ilişkin tanımlamalara ve tanıtsallık

türlerine değinilmiştir. İlerleyen aşamada ise tanıtsallık ve bilgisel kiplik arasında

ilişki irdelenmiş olup alan yazında bu konu hakkındaki farklı görüşlere ve bu

görüşlere ilişkin varsayımlara şu sırayla yer verilmiştir. Tanıtsallığı, bilgisel

kipliğin alt ulamı olarak kabul eden görüş. Tanıtsallığı, bilgisel kipliğin dışında

bağımsız bir ulam olarak kabul eden görüş. Tanıtsallığı bilgisel kipliğin dışında

kabul eden, fakat iki ulam arasında bir kesişim alanı olduğunu varsayan görüş. Bir

sonraki basamakta ise tanıtsallık türlerine bağlı olarak gerçekleşen tanıtsallık sıra

düzeni yapılanışına değinilmiştir. Bu bölümde yer verilen son konu ise tanıtsallığın

dünya dillerinde dilbilgisel olarak nasıl sunulduğudur.

III. TÜRKÇE’NİN TANITSALLIK SUNUMU

Tez çalışmasının bu bölümünde Türkçe’nin tanıtsallık sunumuna dair görünümleri

Willet (1998)’de tanımlanmış olan tanıtsallık sınıflandırması göre ele alınacaktır

(bkz. sayfa:9, şekil 2,1).

Givòn’un da (2001: 327) belirttiği gibi tanıtsallığı dilbilgisel olarak ifade eden

yapılar, eylem üzerine gelen zaman, görünüş ve kipliğin bir parçası olarak

dilbilgiselleşme eğilimindedir. Bu noktadan hareketle Türkçe de eklemeli diller

sınıfının tipik bir üyesi olarak eylemcil kategoriler üzerine eklenen kip, görünüş

zaman ekleri üzerinden tanıtsallık anlatımını dilbilgisel olarak gerçekleştirmektedir.

Türkçe tanıtsallıkla ilgili olarak yapılan çalışmalarda, bu yapıyı dilbilgiselleştirmiş

olması, özellikle de doğrudan ve dolaylı tanıtsallık bildiren dilsel birimlerin

seçiminin zorunluluk göstermesi nedeniyle araştırmacılar tarafından oldukça rağbet

gören bir dildir.

Türkçede geçmiş zaman gösteren -DI ve -mIş morfemlerinin kullanımı üzerinde,

önceki paragrafta da belirtildiği gibi, aktarılan bilginin kaynağının ve buna bağlı

olarak konuşucunun inanç derecesinin belirtilmesi üzerinden gerçekleşen zorunlu

bir seçim bulunmaktadır. Diğer bir değişle, konuşucu aktardığı bilginin kaynağının

ya da deneyimleyicisinin kendisi olup olmadığını bu iki morfemin dolaylılık ve

doğrudanlık karşıtlığı üzerinden kodlamaktadır. Örnek 7’de görüleceği gibi, “a”

tümcesinde konuşucunun almak eyleminin gerçekleşmesine dair bilgisi kendi

algılarına ve deneyimlerine dayanırken, “b” tümcesinde ise konuşunun söz konusu

almak eylemine dair bilgisi kendi algısının ve deneyimlerinin dışındadır. Bu

47

nedenle konuşucunun bilginin kaynağına ilişkin gösterimi üzerinde, bilgi

kaynağının gösterilmesi yönünden zorunlu bir seçim bulunmaktadır.

Örnek 7: a. Aldı.

b. Almış.

Weber’e göre (1986) bilgi kaynağının belirtilmesi aynı zamanda konuşucunun

aktarılan bilginin kesinlik derecesi üzerindeki yükümlülüğünü de ifade etmesi

demektir. Diğer bir değişle doğrudan deneyim ifade eden belirteçlerin seçimi

konuşuculara daha yüksek bir sorumluluk düzeyi yüklerken, dolaylı deneyim

ifadesi taşıyan birimlerin seçiminde ise aktarılan bilginin kesinlik göstermesi

zorunlu olmadığı gibi konuşucuya bilginin doğruluğuna ilişkin sorumluluğu bir

başkasına yükleme olağanı sağlamaktadır.

Benzer şekilde Noonan (2007) farklı tümleyicilerin (complementizers) önermedeki

bilginin kaynağını ve aynı zamanda konuşucunun inanç derecesiyle ilgili farklı

düzeylerdeki anlamları ifade edebileceğinin altını çizmektedir.

Her iki açıklamadan da anlaşılacağı üzere dillerde aktarılan bilginin kaynağına

ilişkin gönderim aynı zamanda konuşucunun aktardığı bilgiyi nasıl edindiğinin

bilgisini de içermektedir. Bu nedenle doğrudan deneyim anlatan birimlerin kesinlik

algısı ve doğruluk değeri, kaynağı doğrudan deneyim anlatımına dayanmayan

bilgiye göre dayanmayan bilgiye göre daha yüksek konumda bulunmaktadır.

Aktarılan bilgide yer alan önerme içeriği hiyerarşik bir yapılanma sergilediğinden

Türkçede dolaylı deneyim ifade eden -mIş ile doğrudan deneyim ifade eden -DI

arasında da kesinlik algısı bakımından hiyerarşik bir yapılanma söz konusu

48

olmaktadır. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse Türkçede bitmişlik gösteren

-DI ve -mIş birimleri arasındaki hiyerarşik yapılanmanın temelinde -mIş’ın

çekirdek anlamında aktarılan olayın doğrudan görülmediğine dair algısal bir

kısıtlama bulunmaktadır. Bu nedenle konuşucunun aktardığı olayın kesinlik

derecesi -DI’ya göre daha düşüktür.

-DI ve -mIş morfemlerini bilgisellik düzlemi üzerinde değerlendiren Özmen de

(2005) aynı noktanın altını çizmektedir. Buna göre, -mIş biçimbiriminin bilgisellik

düzleminde bağlam veya tanıt türü tarafından belirtilen kipsel güç değerleri

konuşucu/yazarın doğruluk sunumları açısından -DI biçimbirimiyle

karşılaştırıldığında -zorunlu doğruluk, -nesnel, -olgusal, -güvenilirlik değerini

taşıyabilmektedir ve bu anlamda -DI bilgisellik düzleminde, konuşucunun veya

yazarın doğruluk sunumu açısından zorunlu doğruluk aktarmaktadır (Özmen, 2005:

22).

Şekil 3.1. -DI ve -mIş Morfemlerinin Bilgisellik Düzlemi Karşılaştırması (Özmen,

2005: 23).

-DI -mIş

+ Zorunlu doğru +/- Zorunlu doğru

+Nesnellik +/- Nesnellik

+Olgusallık +/- Olgusallık

+Güvenilirlik +/- Güvenilirlik

49

Konuşucular bazı durumlarda deneyim aktarımından ziyade aktarılan durumun

veya olayın bilgisel içeriğine karşı da bir tutum içerisinde bulunmaktadırlar. Bu

nedenle de tanıtsallık stratejilerini kullanarak aktarılan olayın bilgisel içeriğini

manipüle eder ya da bir diğer ifadeyle aktarılan olay veya durumla kendi aralarına

bir mesafe koyarlar.

Konuşucunun aktardığı olayla kendisi arasında koyduğu mesafeyle ilgili olarak

Platon Devlet adlı eserinde konuşanın kendisi değil de başkasıymış gibi konuşması

ve konuşanın kendisiymiş gibi konuşması (yalın anlatım) olarak iki farklı anlatım

biçiminden bahsetmektedir (Platon, Devlet: 103,105). Günümüzde de tanıtsallık

alan yazınında bu konuya birçok araştırmacı tarafından Mushin (2014), De Haan

(2005c), Nuyts (2001b) değinildiği görülmektedir.

Underhill de (1976: 199) Türkçede benzer kullanım biçiminin altını çizmektedir,

konuşucu aktarılan ifadenin doğru olduğunu bildiği halde, doğruluk değerini

onaylamaktan kaçındığı ve ifadenin doğruluk değeriyle kendisi arasına mesafe

koymak istediği durumlarda -mIş morfemini kullanmaktadır. Bu durumda

konuşucu, söz konusu ifadenin önceki bilgilerinin bir parçası olmadığını ve bu

bilginin kendisine beklenmedik bir şekilde geldiğini göstermektedir.

Yukarıda da açıklandığı üzere, deneyime dayalı olarak gerçekleştirilen dolaylı ve

doğrudan tanıt aktarımının yanı sıra, konuşucunun aktarılan olayın bilgisel içeriğine

karşı da bir tutum sergilediği görülmektedir. Buna göre konuşucu tanıtsallık

stratejileri üzerinden tümcenin bilgisel doğruluk değeri hakkında bir tutum

sergilemekte ve aktarılan olayı görmediği, deneyimlemediği halde, daha yüksek

kesinlik ve doğruluk değeri yüklemek için, tıpkı haber söyleminde olduğu gibi,

50

doğrudan deneyime dayalı tanıtsallık ifadesi taşıyan -DI morfemini kullanmaktadır.

Konuşucunun aktardığı olayı kendisinin deneyimlediği bir durumu aktarıyormuş

gibi kodlaması hem tanıtsallık derecesini hem de bitmişlik kodlaması nedeniyle

gerçeklik algısını yükseltmekte ve “bu durum gerçekleşti” okumasına olanak

sağlamaktadır. Bunun tam tersi kullanımda ise dolaylı deneyim aktaran -mIş

morfemi kullanılarak hem konuşucu aktarılan olayın doğruluk/kesinlik derecesi

üzerinde bir yorumlamaya gitmiyor ve araya başka bir sorumlu zihin koymuş

oluyor hem de olayın doğruluk derecesini olası doğru şeklinde kodluyor.

3.1 Tanıtsallığı Konu Edinen Çalışmalar

Türkçe’nin tanıtsallık sistemi içerisinde doğrudan ve dolaylı tanıtsallık ifadesi

taşıyan dilsel birimlere ait izler Türkçe’nin eski dönemlerinde de görülebilmektedir.

Johanson (2000a, 2003) farklı sistemlerle olmasına karşın, Türk dillerinin bilinen

bütün dönemlerinde doğrudanlık ve karşıtı olarak dolaylılık aktarımını dilbilgisel

olarak aktaran özel birimlerin olduğunu ifade etmektedir. Johanson (2000a) Türk

dillerinde bilinen ilk dolaylılık ifade eden dilsel birim örneğinin Eski Doğu

Türkçesinde işlek bir kullanıma sahip eylemcil birim -mIŠ ve bu ekin olumsuz

biçimi -mAdoq eki olduğunu söylemektedir (Johanson, 2000a: 62).

Dankof ve Kelly de (1982) Türkçede bitmişlik gösteren -DI ve -mIş ekleri arasında

dolaylılık - doğrudanlık ya da aktarılan olaya şahit olma yahut şahit olmama

durumları bakımından anlamsal bir farklılık bulunduğunu ve bu anlamsal farkın

Türkçe’nin eski dönemlerine kadar giden bir ayrım olduğunu ifade etmektedirler.

Dankof ve Kelly (1982) Divan-ı Lügati’t Türk üzerine yaptıkları çalışmada

AW.KA BAR.MIŠ (awkä barmış) “eve gitmiş”, ULMANKA’ KAL.MIŠ (olmana

51

kalmış) “bana gelmiş” ve BAR.DIY (bardi) “gitti”, KAL.DIY (käldi) “geldi”

sözcüklerinden hareket ederek söz konusu bu ayrımın Türkçe’nin eski dönem

metinlerinde yer alan bir ayrım olduğunu göstermişlerdir (Dankof ve Kelly, 1982:

412). Bu ifadeye göre “eve gitmiş” ve “bana gelmiş” örneklerinde konuşanın

“gitmek” ve “gelmek” eylemlerinin gerçekleşmesiyle ilgili bilgisi kendi algılarına

dayanmazken, “gitti” ve “kaldı” eylemlerinde aktarılan bilgideki “gitme” ve

“kalma” durumu konuşucunun kendi algısıyla elde ettiği bilgiye dayanmaktadır.

Türkçede dolaylı ve doğrudan tanıtsallık ifade eden -DI ve -mIş morfemlerinin,

Türkçenin eski dönemlerindeki görünüşlerini inceleyen ve bu iki dilbilsel birim

arasındaki anlamsal - yapısal farka değinen diğer bir araştırmacı da Talat Tekindir.

Tekin (1967) çekimli (finite) biçimleri birincil çekimli biçimler (primary finite

forms) ve ikincil çekimli biçimler (secondary finite forms) olmak üzere iki ayrı

kategoriye ayırmıştır. Bu ayrıma göre birincil çekimli birimler yalnızca yüklemcil

fonksiyonu olan eylem biçimleriyken, ikincil çekimli biçimler ortaç kökenli

eylemcil adlardır. Ayrıca ikincil çekimli birimler de kendi içlerinde, eylemcil ad +

iyelik soneki (verbal naun + possessive suffix) ve ortaç + kişi adılı (participle +

personal pronoun) olmak üzere iki ayrılmaktadırlar.

Tekin’e göre (1967) çekimli birimler yukarıda belirtilen ayrım içerisinde bitmişlik

ifade eden -d/-t (-DI) morfemi birincil çekimli biçimler kategorisinde yer

almaktadır ve geçmişte başlayıp an itibariyle tamamlanmış bir olguyu ifade etmekte

ve ayrıca konuşanın söz konusu olaya şahitlik ettiği anlamını vermektedir.

Bitmişlik ifade eden diğer morfem -mIš ise, ikincil çekimli biçimler kategorisinin,

ortaç + kişi adılı alt kategorisinde yer almaktadır ve konuşanın aktardığı olaya

şahitlik etmediğini, olayı söylenti yoluyla öğrendiği ifade etmektedir.

52

-DI ve -mIş morfemlerinin tarihsel görünümlerini inceleyen diğer bir araştırmacı

olan Erdal da (2004) Orhun Yazıtlarından hareketle bu iki ek arasındaki ayrıma

değinmiş ve Orhun Yazıtlarında bitmişlik veya dolaylılık ifade eden eylem

biçimlerinin -mIš ekiyle ifade edildiğini belirtmiştir.

Çalışmamızın geride kalan bölümlerinde Türkçe’nin tanıtsallığı kip, görünüş,

zaman ekleri üzerinden aktardığını söylemiştik. Bu noktaya kadarki bahsi geçen

çalışmalarda da bu durumu desteklemekte ve Türkçe’nin eski dönemlerde

konuşucunun aktarmış olduğu durumu nasıl algıladığına dair bilgiyi -DI ve -mIş

görünüş eklerini kullanarak dilbilgiselleştirdiğini ifade etmektedir. Daha açık bir

ifadeyle, konuşucunun kendi algıları aracılığıyla deneyimlediği tanıtsallık anlatımı -

DI ile aktarılırken, kendi algısı dışında bir kaynaktan deneyimlediği tanıtsallık

anlatımı ise -mIş ile aktarılmakta ve ayrıca her iki ekin geçmiş zaman gönderiminde

bulunması nedeniyle de konuşanın aktardığı bilgiyi nasıl elde ettiğine dair

kodlaması üzerinde zorunlu bir tercih yapması gerekmektedir.

Türkiye Türkçesi’nde dolaylı ve doğrudan tanıtsallık aktaran birimler üzerine

Korkmaz (2007) görülen geçmiş zaman kipi -DI’nın yüklemde belirtilen oluş ve

kılışın konuşma anından daha önceki bir zaman dilimi içinde bitmiş, tamamlanmış

olduğunu gösteren bir zaman oryantasyonu sağladığını ve aktarılan olayın oluşumu

anında konuşanın eylemde aktarılan oluş ve kılışa tanık olduğunu, bitmişlik

durumuna konuşucunun şahitlik ettiğini ya da bitmişlik durumunun konuşanın

kesin bilgi ve kanısına dayalı olduğunu belirtmektedir. Korkmaz (2007) -mIş’la

ilgili olarak da, bu ekin ortaç (sıfat fiil) kökünden gelen duyulan geçmiş zaman kipi

olduğunu ifade etmektedir.

53

Korkmaz (2007) tıpkı -DI ekinde olduğu gibi -mIş ekinin de zamansal gönderim

bakımından konuşma anından önceki bir zaman dilimine gönderimde bulunduğunu,

fakat -mIş’ın -DI ekinden farklı olarak konuşan kişinin eylemde aktarılan kılış ve

oluşa şahitlik etmediğini, aktardığı bilgiye başka bir kaynaktan ulaşıldığını veya

kılıcının aktarılan olayı farkında olmadan gerçekleştirdiği ve sonradan farkına

vardığı anlamı verdiğini ifade etmektedir. Korkmaz, görülen geçmiş zaman ile

duyulan geçmiş arasındaki en önemli farklılığı gerçekleşen olayı görüp - görmeme,

bilip - bilmeme olarak tanımlamaktadır (Korkmaz, 2007: 600).

Türkçe’nin -DI ve -mIş ekleri üzerinden gerçekleşen doğrudan ve dolaylı tanıtsallık

anlatımına değinen diğer bir araştırmacı da Kornfilt’tir (1997). Kornfilt, Türkçede

geçmiş zaman ifadesi taşıyan iki ayrı ek olduğunu, konuşucunun -DI morfemiyle

aktırdığı ifadenin doğruluğuna ilişkin bir değerlendirmede bulunurken, -mIş

morfemiyle aktarılan ifadenin doğruluğu ya da yanlışlığı hakkında bir bilgisinin

olmadığını ifade ettiğini ve konuşucunun bu tutumu aktarımsal geçmiş zaman

kullanarak belirginleştirdiğini söylemektedir. Kornfilt (1997) ayrıca konuşanın bu

sayede aktarılan eylemin ya da durumun kendisine aktarım yoluyla ulaştığını veya

bilginin çıkarım yoluyla elde edildiğini gösterdiğini belirtmektedir.

Lewis’de (2000: 122) -mIş ekini öncelikli görevi konuşma anı itibariyle

tamamlanmış olan eylemlerin sürmekte olan durumlarını gösteren bir bitmişlik

ortacı (perfect participle) olarak tanımlamaktadır. Fakat bu bitmişlik ortacı,

konuşanın aktarılan eylemi gördüğüne dair bir anlatım sergilemediğinden zaman

içerisinde doğrudan görülmeyen, fakat gözlenen durumdan çıkarımsanarak

söylentiye dayalı olarak elde edilmiş bilgiyi aktarmak için çekimli eylem biçiminde

kullanıldığını ifade etmektedir. Bu noktadan hareketle Lewis (2000) -mIş ve -ImIş

54

arasıdaki ayrıma da değinmekte ve bu ayrımı şu şekilde gerekçelendirmektedir: -

ImIş, geçmiş zaman ve şimdi zaman arasında kalan daha geniş bir zaman aralığına

gönderimde bulunurken, -mIş’ın zamansal gönderimi sadece geçmiş zamana

yöneliktir. -ImIş, çoğunlukla söylentiye dayalı olarak elde edilen bilgiyi aktarmakla

birlikte daha sıklıkla da olsa çıkarıma dayalı olarak elde edilen bilgiyi aktarmakta

da kullanılır (Lewis, 2000: 129).

Lewis (2000) -mIş ve -DI arasındaki karşıtlığa da değinmektedir. Buna göre -mIş’ın

karşıtı olarak -DI geçmişte kalan fakat konuşanın kendi deneyim ve algıları

aracılığıyla elde ettiği ve bildiği durumları, eylemleri ifade etmektedir.

Göksel ve Kerslake (2005) Türkçede geçmiş zaman aktarımının -DI ve -mIş

eylemcil son ekleri aracılığıyla ifade edildiğini ve ayrıca bu iki ekin geçmiş zaman

anlatımına ek olarak bitmişlik görünüşü de belirttiğini söylemektedirler.

Göksel ve Kerslake’e göre (2005) Türkçede dolaylı yollardan edinilen tanıtsallık

bilgisi, bitmişlik görünüşü ve geçmiş zaman gösteren -mIş eylemcil son eki ve

görevi tamamen tanıtsallık kipliği belirmek olan -(y)mIş koşacı aracılığıyla ifade

edilmektedir. Ancak -mIş ekinin dolaylılık iletimi yanlızca söylem anı itibariyle

geçmişte kalmış olan durumların ifade edilmesiyle sınırlıyken, -(y)mIş koşacının

dolaylılık iletimi üzerinde zamansal bir sınırlılık söz konusu değildir. Başka bir

değişle -(y)mIş’ın zamansal gösterim açısı hem söylem anını hem de söylem

anından önce tamamlanmış olan durumların ifadesini kapsamaktadır.

Göksel ve Kerslake (2005) ayrıca bilgiye dayalı tanıt ifadesi (information-based

statements) ve sonuca dayalı tanıt ifadesi (resuld-based statments) olmak üzere iki

ayrı tanıtsallık sisteminden bahsetmektedir. Bu ayrıma göre, bilgiye dayalı tanıt

55

ifadesi konuşanın sözel ya da yazılı olarak kendisi dışında başka bir bilgi

kaynağından edinmiş olduğu bilgiyi aktarırken kullandığı tanıtsallık ifadesi türüdür.

Türkçede dolaylı ve doğrudan tanıtsallık aktaran birimler arasında zorunlu bir

seçim bulunduğundan, doğrudan edinilmiş bilgiyi içermeyen durumlar hakkında

yapılan tanıtsallık ifadesinde bulunan birimlerin kullanımında bir hata olması

iletişimsel bir ihlal teşkil etmektedir. Çünkü örnek 8’de de görüldüğü gibi bu

durumda dolaylı tanıtsallık aktaran -mIş morfemi yerine, bunun karşıtı olarak

doğrudan tanıtsallık ifade eden -DI morfemi bulunmaktadır.

Örnek 8: a. (Ali’den, Gül’e): Bahçe-ye bir meşe ağaç-ı dik-ti-m.

b. (Gül’den, Orhan’a): Ali bahçe-sin-e bir meşe ağaç-ı dik-miş.

c. (Orhan’dan, Ali’ye): Sen bir meşe ağaç-ı dik-miş-sin bana

göstersene (Göksel ve Kerslake, 2005: 309).

Göksel ve Kerslake (2005)’de ayrıca bilgiye dayalı olarak elde edilen tanıtsallık

ifadelerinin birinci ve ikinci kişi çekimiyle birlikte kullanılmasının yaygın bir

durum olmadığı ifade edilmektedir. Bu açıklamaya göre, söz konusu tanıtsallık

ifadesi birinci kişi çekimiyle kullanıldığında, konuşanın hatırlamak için oldukça

küçük olduğu ya da bilinç dışı durumlarda yaptığı olayları başkasından duyduğu

anlamı ifade etmektedir.

Örnek 9: Bir yaşındayken kalp ameliyatı ol-muş-um.

Birinci kişi çekim ekiyle birlikte kullanıldığında aynı zamanda konuşucu,

kendisinin başkaları tarafından nasıl görüldüğünün, algılandığının ifade edildiğini

belirtmektedir (Göksel ve Kerslake 2005).

56

Örnek 10: Sözde inatçıy-mış-ım (Göksel ve Kerslake, 2005: 310).

Bilgiye dayalı tanıt ifadesinin ikinci kişi çekim ekiyle birlikte kullanılması

durumunda ise dinleyici, konuşucunun kendisi hakkındaki bilgiye bir başka

kaynağa dayalı olarak eriştiği sonucunu çıkarmaktadır.

Örnek 11: Siz babamı tanıyor-muş-sunuz galiba (Gökse ve Kerslake, 2005:

310).

Sonuca dayalı tanıt ifadesinde ise konuşucnun, görmediği fakat olayın

sonuçlarından hareketle söz konusu olaya dair çıkarımlarda bulunduğu tanıt

ifadesidir (Göksel ve Kerslake 2005).

Örnek 12: Ressam iki figürün arasını boş bırak-mış (Gökse ve Kerslake,

2005: 311).

Göksel ve Kerslake (2005) -(y)mIş koşacının diğer bir kulanım biçiminin de

konuşanın yeni fark ettiği olgu durumlarını göstermek olduğunu belirtmektedirler.

Örnek 13: (buzdolabı açılıp) Aaa yiyecek hiçbir şey kalmamış (Göksek ve

Kerslake, 2005: 311).

Türkçede ve Türk dillerinde tanıtsallık anlatımının nasıl gerçekleştiğine dair çalışan

diğer bir araştırmacı olan Johanson (1996, 2000a, 2003), hem Türkiye Türkçesinde,

hem de diğer Türk dillerinde tanıtsallığın dilbilgisel olarak sunulduğunu ifade

etmektedir. Johanson’a göre Türk dillerinde tanıtsallık i. -mIš, -gAn, -IbdIr, -mIş,

gibi çekimsel belirteçlerle ve ii. Ermıš, erken, ImIş, gibi koşaçlar aracılığıyla

olmak üzere iki şekilde kodlamaktadır (Johanson, 2003: 276).

57

Johanson (2000a: 61, 2003: 274)’de dolaylılık anlatımının; söylenti/aktarım,

çıkarım ve beğeni (admirative) kavramlarını kapsayan bir üst terim olduğunu

söylemekte ve dolaylılığı, En, P’ye öyle gelir’in dilbilgisel ifadesi olarak

tanımlamaktadır. Başka bir değişle, aktarılan olay En, doğrudan algılanmamakla

birlikte, P tarafından dolaylı olarak algılanmaktadır.

Johanson (2003), dolaylılık anlatımında bilgi kaynağının özgülleştirilmesinin bir ön

koşul olmadığını ve dolaylılık algısının söylenti, çıkarım ve algılama olmak üzere

üç ayrı yolla fark edileceğini ifade etmektedir.

Johanson’un (2000), dikkat çektiği bir diğer nokta ise -mIş ve -ImIş birimlerinin

anlamsal olarak birbirlerinden farklı olduğudur. Johanson’a göre (2000), -mIş’ın

temel görevi dolaylılık belirtmek değil, bitmişlik sonrası (postterminality) ifade

etmekken, -ImIş koşacı iç bitmişlik (intraterminality) ifade etmektedir. Buna göre

bitmişlik sonrası terimi, görünüş değeri açısından olayın başlangıç ve bitiş

sınırlarının ötesinde bir gönderim özelliğine sahip olması olarak tanımlanırken, iç

bitmişlik, olayın başlangıç ve bitiş arasında görmeyi bildiren görünüş değeri

şeklinde tanımlanmaktadır (Johanson, 2000a: 277).

Johanson’a göre (1996) bu iki kavram hem Türk dillerinde hem de başka birçok

dilde dilgibilgiselleşmiştir. Fakat bu dilbilgiselleşme sürecinde -ImIş bitmişlik

sonrası gösterim değerini kaybetmiştir (Johanson, 2000a: 278).

Türkçenin tanıtsallık sistemini Johanson’a yakın bir görüşle değerlendiren bir diğer

araşrıtmacı olan Csatò (2000: 30) Türkçede -mIş ve -DI soneklerin öngönderimde

(anteriority) bulunan iki ek olduğunu ve gönderimde bulunulan olayın, söz edim

58

(speech act) zamanından önceki bir noktayı gösterdiğini belirtmekte ve fakat bu iki

morfem arasında kullanımsal açıdan farklılıklar olduğuna dikkat çekmektedir.

Csatò’ya göre (2000: 30) -DI morfemi olaylara tarihsel olarak gönderimde

bulunmaktadır. Başka bir değişle -DI morfemi “düştü” örneğinde olduğu gibi bir

olayın tarihsel gerçekleşme anına işaret etmekle birlikte, örnek 14’te de görüldüğü

şekliyle, aynı zamanda sıralı biçimde gerçekleşen olayların sırasını anlatmakta da

kullanılır. Bu nedenle de -DI morfemini genellikle anlatılarda ilerletici/yürütücü

(propulsive) bir özelliği vardır.

Örnek 14: Bir taş aldım, yılana attım ve onu öldürdüm.

Csatò (2000: 31) öngönderim özelliğine sahip -DI ve -mIş birimleri arasındaki

temel farklılığı bitmişlik sonrası (postterminality) gösterimine bağlamaktadır. Diğer

bir değişle, bitmişlik sonrasına gönderimde bulunan birimlerin tanısal (diagnostic)

kullanımı -mIş son ekine dayanmakta ve söz konusu bu ek, söz edim anı itibariyle

aktarılan olayın başlangıç - bitiş noktalarının tamamlanmış olduğunu göstermekte,

ayrıca -mIş dikkat odağını, “okumuş, ölmüş” örneklerindeki gibi tamamlanmış olan

eylemin sonundaki bitmişlik durumuna yöneltmektedir.

Csatò (2000: 32)’de ayrıca -mIş eki, -DI ve -Iyor ekleriyle birlikte kullanıldığında

anlatılan olayın nedensel ya da zamansal arka planına yönelik bir gönderimde

bulunduğunu, fakat bu kullanım esnasında -DI ile sağlanan anlatı zincirinin

(narrative chain) -mIş tarafından kesintiye uğratıldığını belirtmektedir.

Örnek 15: Kulübün idarecilerine haber uçuruldu geldiler ama…

mektubumuzu almamışlar (Csatò, 2000: 32).

59

Yukarıdaki örnekten de anlaşıldığı üzere, söz konusu tümcede -DI ile sağlanan bir

anlatı zinciri yapılanması vardır. Fakat tümce sonunda yer alan -mIş’ın etkisiyle

tümcenin anlatı zinciri yapısı kırılmıştır.

Csatò’nun -DI morfeminin kullanımıyla ilgi olarak değindiği bir diğer nokta da -

DI’nın uygun bağlamsal koşullar altında diğer kullanımsal özelliklerine ek olarak,

anlık ilgi durumu (current relevance) ve ya sıcak, taze bilgi (hot news) ifade

ettiğidir (Csatò, 2000: 32).

Örnek 16: a. Bağlam: Sabah 9’da sorulan: Neden bu kadar yorgun

gözüküyorsun.

Cevap: Gece boyunca iyi uyuyamadım.

b. Otobüs geldi.

Bu açıklamaya göre örnek 16’da -DI morfemi, konuşucunun anlık ilgisel bir durum

karşısındaki bilgisini, b’de ise yeni bir bilgi aktarımında kullanılmaktadır.

-DI morfeminin sıralı olayların anlatımındaki kullanımına benzer olarak, -mIş

morfemi de özel bağlamsal koşullarda anlatı zinciri üzerinde gerçekleşen sıralı

olayların anlatımında kullanılabilir. Diğer bir değişle, “her hazırlığını kendi

tamamlamış, arabaya binmiş kendi de girmiş yanına oturmuş”, örneğinde olduğu

gibi, eğer döküm/sıralılık (inventory), -DI biçiminin kullanım özelliklerini

içermiyorsa -mIş biçimi, masal söylemi gibi uygun söylem koşulları altında, sıralı

olayları anlatmakta kullanılabilir (Csatò, 2000: 32,33).

Csatò da (2000: 34) tıpkı Johanson gibi -mış ve -ImIş’ın birbirinden ayrı birimler

olduğunu ifade etmektedir. Csatò’ya göre, dolaylılık anlatımının semantik kavramı

60

aynı zamanda söylemin önermesel içeriği üzerindeki yorumu ifade eden bir bilgisel

kiplik kategorisidir. Tümce sonu pozisyonuna yerleşen çekim eki -mIş, dolaylılık

aktarımında bulunurken, tümce içinde bir pozisyonda ortaç olarak konumlanan -mIş

ise, Schroeder (2000: 138)’de de belirtildiği gibi, dolaylılık anlatımı ifade

etmemektedir ayrıca çekim eki olan -mIş, zaman aşımlı bitme yapısı sergilerken,

ortaç olan -mIş, zaman aşımlı bitme göstermemektedir.

Örnek 17: Gelmiş otobüs, pullanmış zarflar.

Gelen otobüs, pullanacak zarflar.

Örnek 17’den de anlaşılacağı üzere, ortaç olarak kullanılan -mIş, çekim eki olan -

mIş’tan farklı olarak dolaylılık aktarmaktan çok kendilerinden sonra gelen adlara

ait bir özelliğe işaret etmektedir.

Csatò’nun (2000: 34) değindiği bir başka noktada, örnek 18 “a” ve “b”de

görüldüğü gibi “mIş/ImIş + gibi” yapılanmasıdır. Csatò’ya göre bu yapılanış

biçimi, semantik olarak dolaylılıkla ilişkili olmakla birlikte, aslında karşı olgusallık

(counterfactuality) anlamı ifade etmektedir.

Örnek 18: a. Olmamış şeyleri olmuş gibi, olmuş şeyleri olmamış gibi.

b. Adam karısının kaçtığı kişiyi bilemiyormuş gibi yapsın.

-mIş ve -ImIş birimleri arasındaki temel anlamsal fark zamansallık (temporality),

bitmişlik sonrası (posterminality) ve dolaylılıktır (indirectivity) (Csatò, 2000: 37).

Örnek 19: a. Elif hastaymış.

b. Elif hastalanmış.

61

Yukarıdaki örnekte yer alan “a” tümcesinde -ImIş morfemi hem şimdiki zaman

hem de geçmiş zaman gönderimine yönelik bir çıkarımlama yapılmasına izin

vermekte ve bu nedenle de bitmişlik sonrasına gönderimde bulunamamaktadır. Bu

tümcede yer alan hasta olma durumu, alıcı tarafından hasta olma durumu geçmişte

kalmış olması ya da konuşma anı itibariyle devam eden bir olgu olarak

yorumlanabilir. Fakat “b” tümcesinde -mIş, zorunlu olarak öncelik göstermektedir.

Bu tümcede yer alan Elif’in hasta olması durumu, bitmişlik sonrası perspektifinden

yorumlanabilmektedir. Bu bakımdan hasta olma durumunun konuşma anından

önceki bir zamanda bitmiş olduğu yorumu yapılmaktadır.

Csatò (2000) -mIş, ekinin diğer eklerle sergilediği görünümleri de incelemiş ve

bitmişlik sonrası ve dolaylılık gösteren -mIş’a dayalı olarak kullanılan (mIŞ+DI) ve

(mIş+DIr) yapılanışlarının, -mIş ekinin temel görevlerinden daha karmaşık bir yapı

anlatmak üzere kullanılan dilbilgiselleşmiş yapılar olduğunu ifade etmiştir.

Buna göre göre mIş + DI, yapılanış biçimi geçmişte ikincil bir zaman oryantasyonu

sağlamaktadır. Örneğin, “ben geldiğimde sen çoktan gitmiştin” tümcesinde olduğu

gibi, -mIşDI biçimi, konuşma anı öncesinde gerçekleşen iki olaydan ilkine

gönderimde bulunmaktadır. Diğer bir değişle, konuşucunun gelme eylemini

gerçekleştirmesinden önce diğer öznenin gitme durumuna gönderimde

bulunmaktadır (Csatò, 2000: 39,40).

-mIşDI, yapılanışının belirttiği bir diğer anlatım da, konuşucunun aktardığı durum

karşısında duyduğu gerçek ya da psikolojik uzaklığı vurgulamakta ve “ben bundan

4-5 yıl önce Türkiye’de bir yıl Japonca dersi almıştım”, tümcesinde -mIşTI,

konuşucunun Japonca dersi alma durumunun geçmişte çok uzak bir konumda

62

bulunduğunu ve konuşma anı itibariyle Japonca bilme durumunun beklenmediği

anlamını taşımaktadır (Csatò, 2000: 40).

Csatò’ya göre (2000) -mIş ve -mIşDI arasındaki temel fark dolaylılıktır. -mIş

dolaylılık anlatırken, -mIşDI biçimi hiçbir zaman dolaylılık anlatımı

taşımamaktadır.

-mIş morfeminin Csatò (2000)’de belirtilen bir diğer farklı kullanım biçimi de -DIr

ile olan kullanımıdır. Bu yapılanışın ifade ettiği anlam kullanıldığı duruma göre

değişiklik göstermektedir. Yirminci örnekte olduğu gibi kurgusal olmayan bir

bağlam içinde -mIşDIr, genellikle herhangi bir belirgin kipsel anlam taşımayan

belirsiz geçmiş birimler olarak kullanılırken, yirmibirinci örnekte olduğu gibi

günlük dile dayalı bir kullanımda iddia (assertion) ve ön sayıltı (presumption)

arasında bir içerik yapılanışı sergileyebilir.

Örnek 20: Anadolu doğu ile batı arasında ticaret yapan ülkelerin yolu

olduğu için doğu ve batıdan birçok istilalara uğramıştır.

Örneğin tüccar, zannatçi, işçilerden başka asker ve memurların

da yerleşme merkezi olmuştur. İşte bin yıldan beri Anadolu’ya

egemen olan Türkler bu yoldan gelmiştir (Csatò, 2000: 40-41).

Örnek 21: Magazin yazarı sordu: “Halanız evde kalmış bir kadın mıydı?

“Hiç evlenememiştir” dedi.

Csatò ‘ya göre (2000: 41) iddia ve ön sayıltı arasındaki bu okuma aynı zamanda

konuşucunun kim olduğuna bağlı olarak da bir değişim sergileyebilir. Örneğin,

konuşu birinci tekil kişi olduğunda -mIşDIr yirmi ikinci örnekte olduğu gibi

63

aktarılan olayların tekrarlanan olaylar olduğu anlamını verirken, konuşucu ikinci

tekil kişi olduğunda ise -mIşDIr’ın yirmi üçüncü örnekteki gibi ön sayıltısal bir

okumayı ifade etmektedir

Örnek 22: a. O balkonlu odaya rüyalarımda hep girmiş çıkmışımdır.

b. Dün çok düşünceli duruyordun, ne oldu?

Yorulmuşumdur.

Örnek 23: Herhalde duymuşsundur.

Türkçe’nin kip, görünüş ve zaman ulamları ve bu ulamların edinimiyle ilgi olarak

çalışan ve alana önemli katkılar sunan Aksu-Koç (1988), tanıtsallığın Türkçede kip,

görünüş, zaman sistemi içerisinde dilbilgiselleştiğini ve geçmiş zaman

gönderimiyle ilgili her durumda doğrudan deneyim anlatımında bulunan -DI soneki

ile dolaylı deneyim anlatımında bulunan -mIş soneki arasında zorunlu bir seçim

olduğunu ifade etmektedir.

Aksu-Koç’a göre (1988) -mIş ortacı hem sonucu hem de süreci kapsamaktadır ve

sonucu süreç ile ilişkilendirmektedir. Yani Aksu-Koç’un temel olarak gördüğü

nokta, süreçten ziyade sürecin sonunda ulaşılan en son noktadır. Bu nedenle de asıl

işlevi durağanlık (stativity) aktarmak olan sonuçsal bitmişlik (resultative perfective)

terimini kullanmaktadır (Aksu-Koç, 1988: 22).

Aksu-Koç’un (1988) altını çizdiği bir diğer nokta da -mIş morfeminin zaman

bildiren diğer eklerle olan yapılanışıdır. Buna göre, geçmiş anlatımı taşıyana bu

ortaç ekinin geçmiş bitmişliği (past perfect) anlatmak için -DI ile gelecek bitmişliği

(future perfect) anlatmak içinse -AcAk ekiyle oluşturduğu kombinasyondur. Buna

64

göre, -mIş’ın geçmiş zaman belirticisi/işaretleyicisi olarak kullanılması, onun kiplik

anlamıyla ilişkilidir.

Aksu-Koç (1988)’de -mIş’ın bağlama dayalı olarak gerçekleşen anlatı özelliklerine

de değinmektedir. Tarihsel açıklamalar, ifadeler ve fenomenolojiyle ilgili gerçekçi

kurguya dayalı bir bağlam söz konusuysa aktarılan olay -DI ile kodlanmaktadır.

Buna karşın -mIş’ise gerçeklik dışı alana ait özel durumlara dayalı bir anlatı

çerçevesine gönderimde bulunmayı sağlar. Aksu-Koç’a göre (1988) -mIş’ın bir

diğer anlatısal özelliği de, bu ekin bitmişlik aktarma yeterliliğiyle ilişkilidir. Diğer

bir ifadeyle belirtmek gerekirse, -mIş, öngönderim ya da durağanlık gösteren çeşitli

bitmişlik yapılanmalarında, çıkarım anlamı taşımamakla birlikte, olayın arka plan

anlatımına yönelik de katkı sağlamaktadır.

Aksu-Koç (1988)’de Türkçenin grameriyle ilgili olarak yapılan ve bir bölümünden

bahsettiğimiz çalışmalarda görülen çıkarım anlatımı ifade eden -mIş ile aktarım

anlatımı ifade eden -ImIş arasındaki ayrıma karşı çıkmaktadır. Aksu-Koç’ a göre,

dolaylı geçmiş aktarımında bulunan -mIş ile tanıtsal kip olan -ImIş iki farklı

birimmiş gibi davransa da iki birim arasında anlamsal, sözdizimsel fonksiyonlar

bakımından ortak bir kökten gelmekle birlikte, aralarında aynı zamanda semantik

bağlantının temelindeki çekirdek anlam, bir süreçten ya da olaydan sonra

sonuçlanan son duruma (end state) gönderimde bulunma ve şahit olunmayan bir

sürecin belirtilmesi bakımından da bir benzerlik bulunmaktadır (Aksu-Koç, 1988:

21,23).

Slobin ve Aksu-Koç (1982) yaptıkları çalışmada Türkçe’de dolaylı ve doğrudan

deneyim aktarımı arasında zorunlu bir dilbilgisel ayrım ifade eden iki geçmiş

65

zaman birimi olduğunun altını tekrar çizmekte ve dolaylılık anlatımı ifade eden -

mIş morfeminin kullanım açısından sürpriz, ironi, kompliman anlatımına uzanım

sağladığını ifade etmektedir (Slobin, Aksu-Koç, 1982: 185).

Slobin ve Aksu-Koç (1982) -DI ve -mIş birimleri arasındaki farkın psikolojik

yakınlık ve uzaklıkla ilişkili olduğunu söylemektedirler. Buna göre aktarılan olay

konuşucunun bireysel deneyimlerinin ve bilgisinin dışında kalan bir olaysa

konuşucu tanımlamış olduğu bu duruma karşı bir mesafe hissedebilir ve bu

durumdaki olaylar -mIş ile kodlanmaktadır. Benzer biçimde halk hikâyeleri, peri

masalları gibi günlük deneyimlerin dışında kalan anlatı türlerinde de -mIş

morfeminin kullanılması konuşucunun aktarılan olay karşısında bir psikolojik

uzaklık hissetmesinden kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan, -DI ile kodlanan

olaylarda ise konuşucu aktarılan olayların bireysel bilgisi ve beklentisine uygun

olarak gerçekleştiğini ifade etmektedir.

Türkçede -DI ve -mIş ekleri üzerinden gerçekleşen dolaylı ve doğrudan tanıtsallıkla

ilgili olarak yukarıda bahsi geçen çalışmalardaki ortak kabul, -mIş ve -DI eklerinin

hem bitmişlik ifade eden bir görünüş eki, hem de geçmiş zaman anlamı taşıyan bir

geçmiş zaman eki olduğu yönündedir. Bu kabul sadece -DI ve -mIş ekleriyle sınırlı

değildir, alan yazına bakıldığında eylem değişkelerinde bulunan morfemlerin hem

kip, hem zaman hem de görünüş aktardığı başka bir değişle bir ekin birden fazla

görev üstlendiği yönündeki genel kabul görülmektedir.

Türkçenin eylem çekimi değişkesinde bir ekin birden fazla görevi olduğu görüşüne

karşı çıkarak farklı bir yaklaşımla konuyu ele alan Uzun (1998: 5, 2004: 163)

Türkçenin bir eke birden fazla fonksiyon yüklemeyen eklemeli diller grubunun bir

66

üyesi olduğunu, bu durumun Türkçe’nin benzer hiçbir değişkesinde bulunmadığını

ifade etmekte ve bir eke birden fazla fonksiyon yüklemenin Türkçenin genel

karakteristiğine aykırı olduğunu ifade etmektedir.

Uzun (1998, 2004) Türkçede eklerin birden çok işlevi yerine getiriyormuş gibi

görülmesinin temelinde sıfır biçimcik (zero morph {Ø}) olduğunu ifade etmekle

birlikte, bir ekin birden fazla görevi olduğunu söylemek yerine konuya bu şekilde

yaklaşılmasının daha doğru ve geçerli olacağını söylemektedir. Uzun (2004) sıfır

biçimcikle çekimlenen eylem değişkesini şekil 3.2’deki gibi göstermektedir.

Şekil 3.2. Türkçe’nin Sıfır Biçimcik ile Çekimlenen Eylem Değişkesi (Uzun, 2004:

165).

Görünüş Ekleri Kip Ekleri Zaman Ekleri

Sürme -yor tahmin -acak geçmiş i-di

Bitme -dı olasılık -ar geçmiş dışı Ø

Başlama Ø rivâyet -(ı)mış olgusal Ø

Buna göre Türkçede sürme görünüşü -yor ile tahmin -AcAk ile aktarılırken geçmiş

dışılık, başlama ve olgusallık sıfır biçim birimcik ile ifade edilmektedir. Ayrıca

şekil 3.2 incelendiğinde söz konusu birimlerin zamanla ilişkili oldukları da

görülmektedir. Örneğin çocuk geliyor tümcesinde sürme görünüşü aktaran -yor,

şimdiki zamanla ilişkilidir. Uzun bu durumu söz konusu eklerin zamanla olan

bağlantılarının, aktarmakta oldukları kavramların doğasında bulunan doğal bir

bağlantıdan kaynaklandığı şeklinde açıklamaktadır (Uzun, 2004: 163).

67

Uzun (2004)’te Türkçede geçmiş zaman ifadesi taşıyan ekin -imek eylemiyle

birlikte gelen -di (i-di) eki olduğunu, -imek eylemi olmaksızın kullanılan -DI ekiyle

aktarılanın bitmişlik görünüşü olduğunu söylemektedir.

Uzun (2004)’te dikkati çeken diğer unsur da daha önce belirtilen araştırmacıların

aksine eylemcil birim olan -mIş ile ortaç olan -ImIş arasında bir fark olmadığıdır.

Uzun’a göre (2004: 162) “Ali eve gelmiş” ve “Ali eve geliyormuş” tümcelerinde

yer alan -mIş ve -ImIş arasında geçmiş zaman aktarımı açısından bir farklılık

bulunmamaktadır.

3.2 Türkçe’nin Dolaylı Tanıtsallık Görünümü ve Anlamsal Yapısı

Önceki bölümde özetlenen çalışmalarda da görüldüğü üzere Türkçede dolaylı

tanıtsallık ifade eden birimlerden birisi -mIş morfemidir. Türkçe de konuşucunun

dolaylı tanıta dayalı olarak elde ettiği bilginin arka planında, farklı yollarla elde

edilen bilginin aktarılması söz konusudur.

Olanaklı dünyalar anlambilimi çerçevesinde kiplik, zorunluluk ve olasılıkla ilişkili

bir sistemdir ve bir önerme yapısının kipsel taban (modal base) ve sıralama kaynağı

(ordering source) olmak üzere iki iletişimsel arka planı (conversational backraund)

bulunmaktadır. Bu ifadeye göre kipsel taban, bilgisel iletişimsel arka plan, her bir

dünya için bilgisel olarak erişilebilen dünyaları belirlerken; sıralama kaynağı, her

dünya için iletişimsel arka plan, dünyalar üzerinde bir sıralama içermektedir

(Kratzer, 1991: 639,644).

Kratzer’in (1991) olanaklı dünyalar anlambilimi çerçevesinde, Türkçe’de hem

bitmişlik görünüşü hem geçmiş zaman hem de dolaylı tanıtsallık aktaran -mIş

morfeminin iletişimsel arka planı şunlardır:

68

Elif eve gelmiş:

Çıkarım: Kipsel taban - dolaylı tanıt: Elif’in odasının ışığı yanıyor.

Sıralama kaynağı: Eğer Elif’in odasının ışığı yanıyorsa Elif evdedir.

Aktarım: Kipsel taban - dolaylı tanıt: Elif’in annesi, geldiğini söyledi.

Sıralama kaynağı: Elif’in annesi bilgi kaynağı olarak güvenilir.

Kratzer (1991)’de tanımlanan bilgiler ışığında -mIş morfemiyle kodlanan dolaylı

tanıtsallık ifadesinde konuşucunun aktarmış olduğu bilgiye çıkarım ve aktarım

yoluyla ulaştığı sonucuna varılmaktadır.

3.2.1 Çıkarım

Konuşucunun, konuşma anı itibariyle geçmişte kalmış bir olayın, sürmekte olan

izlerinden ya da sonuçlarından hareketle yaptığı çıkarım dillerde bitmişlik

görünüşüyle kodlanmaktadır. Konuşucu söz konusu bu olayı doğrudan görüp,

deneyimlemediği için de dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan birimleri kullanmaktadır.

Diğer bir değişle, geçmişte sonuçlanmış bir eylem ya da durumun etkisi konuşma

anı itibariyle mevcut durumda bulunabilir ve konuşucu var olan bu mevcut

durumdan yola çıkarak çıkarımda bulunabilir. Bu bakımdan dolaylı tanıtsallık ifade

eden birimlerle bitmişlik görünüşü arasında anlamsal bir bağlantı olduğunu

söylemek mümkün olmaktadır. Bu benzerliğin temelinde Comrie’ye göre (1976:

108,110) her iki kategorinin de olayların kendisinden ziyade sonuçları itibariyle

sergiledikleri yakınlık ilişkisi vardır.

69

Bu noktada irdelenmesi gereken husus dolaylı tanıtsallık bildiren birimlerle

bitmişlik gösteren birimler arasındaki ilişkidir. Izvorski (1997) birçok dilde,

bitmişlik görünüşü morfemlerinin ya da tarihsel olarak bitmişlik görünüşünden

türeyen biçimlerin tanıtsallık ifade ettiğini belirtmekte ve bu birimleri bitmiş

tanıtsallık (perfect of evidential {PE}) olarak tanımlamaktadır (Izvorski, 1997:

222).

Izvorski’ye göre (1997) dolaylı tanıtlar önermesel işleçlerdir ve dolaylı tanıtsallık

biçimindeki işleçler (EVp) p’nin olası yorumunun sonucudur ve ayrıca dolaylı

tanıtsallığın yorumu, hem aktarım hem de çıkarım okumasına izin vermektedir

(Izvorski, 1997: 222).

Alan yazın incelendiğinde tanıtsallık ile bitmişlik görünüşü arasındaki bu anlamsal

bağlantının irdelenmiş olduğu ve çıkarımsal süreçler ile bitmişlik görünüşü

arasındaki bu yakın ilişkinin (Delancey, 1981), (Johanson, 1971, 2000b) birçok

araştırmacı tarafından belirtildiği görülmektedir.

Türkçe için de geçmiş zaman ve bitmişlik görünüşünün ikincil olarak dolaylı

deneyim (indirect experience) anlamı kazandığına dikkat çekilmiştir (Aikhenvald,

2003: 18). Benzer biçim de Slobin, Aksu-Koç (1982: 188)’de tarihsel açıdan

çıkarım anlatımı ifade eden birimlerin, bitmişlik ifade eden birimlerden türediğini

ve modern Türkçede bu ilişkinin -mIş ekinde bulunduğunu ifade etmektedir.

Johanson -mIş morfeminin çıkarımsal kullanımını “On ya da etkisi, K tarafından

algılanır. Bu algısal bilginin temelinde mantıksal bir hüküm verme, yansıtma

vardır” şeklinde açıklamaktadır (Johanson, 2000: 65, 2003: 274).

70

Çıkarım ile elde edilen bilgi yukarıda belirtildiği şekliyle artsüremli olabileceği

gibi, örnek 24’te görüldüğü üzere, elde edilen tanıt bilgisi eşsüremli çıkarıma dayalı

olarak da elde edilebilir. Bu tip çıkarımlar Plungian (2001: 354) tarafından

eşsüremli çıkarım (synchrous inference) olarak tanımlanmaktadır.

Örnek 24: Araba da pek hızlıymış.

Ne kadar da sinirli bir insanmışsınız “hemen öfkeden patladınız”

Bu örnekte konuşucu, aktarmakta olduğu durumu gerçekleştiren kılıcıya ait bir

özelliği konuşma anı itibariyle geçerli olan bir zaman dilimi içinde

değerlendirmekte ve çıkarım yoluyla bir sonuca varmaktadır.

Bir olayın sonucundan hareketle çıkarımlanan bilginin sunuluşunda, çıkarımlanan

olay ile tanıtsallık arasında açık bir neden – sonuç ilişkisi bulunmaktadır. Başka bir

değişle “Elif eve gelmiş, odasının ışığı yanıyor” tümcesinde olduğu gibi

konuşucunun Elif’in eve geldiğine dair çıkarımına neden olan unsur Elif’in

odasının ışığının yanıyor olmasıdır.

Ayrıca örnek 25’te görüleceği gibi -mIş’la kodlanmış çıkarım aktarımında Slobin,

Aksu-Koç (1982), konuşucunun aktarılan olayın gerçekleştiricisi olmasına rağmen,

konuşanın aktardığı olayı bilincinin, farkındalığının dışında gerçekleşen bir süreci

(nonwitnessed process) ve bu süreç sonunda farkına varılan bir durumu ifade

edebileceğini belirtmektedir.

Örnek 25: a. Gözlüğümü kırmışım.

b. Bayılmışım.

71

Örnek 25’ten de anlaşıldığı gibi, aktarılan eylemlerin kılıcısı konuşucunun kendisi

olduğu halde ve kılıcının aynı zamanda olayın aktarıcısı olduğunu yüklem üzerinde

birinci tekil kişi eki ile dilbilgisel olarak belirtilmesine rağmen, aktarılan olay

konuşucunun bilinci ya da farkındalığı dışında gerçekleşmiştir. Bu noktada -mIş’ın

çıkarım okumasında ikili bir uzaklık sergilediği görülmektedir. Buna göre çıkarım

aktarımında i) konuşucunun kılıcı özne konumunda olmadığı, geçmişte olan bir

olayın izlerinden hareketle yaptığı dış uzaklığa bağlı çıkarım ve ii) konuşucunun

kılıcı özne olarak bilinci ve farkındalığı dışında gerçekleştirdiği eylemlerin

sonuçlarından hareketle çıkarımladığı ve fark etmeye dönük iç uzaklık çıkarımı.

Çıkarımsal kullanımla ilgi olarak dikkat edilmesi gereken diğer bir unsur da,

Slobin, Aksu-Koç (1982)’de de ifade edildiği gibi, çıkarım kullanımında eylemin

gerçekleşeceğine dair değerlendirmenin konuşucuya ait olduğudur. Konuşucu ister

artsüremli olsun ister eşsüremli olsun var olan bir durumu kendi algısı üzerinden

değerlendirmekte ve bir mantıksal sonuca erişmektedir. Bu nokta aynı zamanda -

mIş’ın söylenti ve aktarım belirtmesi arasındaki farklılığı teşkil etmektedir.

3.2.2 Aktarım

Türkçede -mIş ile aktarılan diğer bir dolaylı tanıt türü ise aktarımdır. Aktarım, On

ya da etkisi K tarafından aktarılır, bilginin temeli yabancı bir kaynak, aktarım ya da

söylentidir şeklinde tanımlanmaktadır (Johanson, 2000: 65-66; 2003: 274). Diğer

bir ifadeyle aktarım, konuşucunun aktardığı bilginin kaynağı bir başkasındır, bir

başkası aracılığıyla edindiği bilgiyi aktarmaktadır. Örneğin, Elif eve geldi, “annesi

eve geldiğini söyledi” tümcesinde konuşucunun Elif’in eve gelmesi durumuna

72

ilişkin bilgisinin kaynağı Elif’in annesidir. Konuşucu başka bir kaynaktan edindiği

bilgiyi aktarmaktadır.

Aktarımsal kullanımda, Slobin, Aksu-Koç (1982)’de de belirtildiği gibi, çıkarımsal

kullanımdan farlı olarak konuşucunun eylemin gerçekleşeceğine dair

değerlendirmesi kendisine ait değildir. Konuşucunun aktarılan eyleme karşı olan

bilgisi kendi algılarından değil, bir başka sorumlu zihin üzerinden

gerçekleşmektedir ve gerçeklik değeri de buna bağlı olarak değişmektedir.

Slobin, Aksu-Koç’a göre (1982) aktarımsal kullanım ve çıkarımsal kullanım

arasındaki bir diğer fark da -mIş’ın aktarımsal kullanımında söz konusu bu ekin

baskın bir biçimde konuşucunun, söylendiği ya da birileri bana söyledi ki,

şeklindeki aktarım sözcelerine dayanan bir bilgi taşımaktayken, çıkarımsal

kullanımın değerlendirmenin zorunlu olarak bitmişlik görünüşüne ve geçmiş

zamana dayalı olarak gerçekleşen tamamlanmış durumdaki eylemlerle ilişkili

olduğudur.

Bu durum -mIş morfeminin zamansal gösterim açısı üzerinde de etkili olmaktadır.

Örneğin, “kar yağacakmış” tümcesinde ifade edilen bilgi aktarım okumasına izin

verirken, çıkarım okumasına izin vermemektedir. Çünkü çıkarım okumasında söz

konusu eylemin tamamlanmış olması, sonuçları itibariyle devam ediyor olması

gerekmektedir. Fakat bu tümcede karın yağması henüz gerçekleşmemiştir. Bu

nedenle çıkarım okumasında aktarılan olaylar bitmişlikle ilişkiliyken, aktarım

okumasında -mIş morfemi -AcAk gibi gelecek zaman ifadesi taşıyan bir birimle

ilişki kurabilmektedir.

73

Slobin, Aksu-Koç (1982) ayrıca, -mIş’ın yalın (bare) eylem köküne geldiğinde

çıkarım ve söylenti kullanımları arasında bir belirsizliğe neden olduğunu, fakat O!

Ali beyler de buradaymış, çok konuşuyormuş, parası yokmuş, küçükken

hayvanlardan korkarmışım örneklerinde olduğu gibi, durum (stative), varoluş

(existential), kip, görünüş, zaman birimlerine eklendiğinde ise -mIş morfeminin

sadece söylenti, sürpriz anlamı taşıdığını ifade etmektedir.

3.2.3 Uslamlama

Türkçede dolaylı tanıta kaynaklık eden bir diğer bilgi kaynağı da uslamlamaya

dayalı olarak elde edilen bilgidir. Türkçe, uslamlamaya dayalı olarak elde edilen

bilginin sunumunu Corcu (2010) ve Aksu-Koç (1988, 2000)’de de görüleceği gibi

-DIr morfemi aracılığıyla dilbilgiselleştirmektedir. Buna göre söz konusu bu ekin

uslamlamaya dayalı kullanımları örnekte 26’da gösterilmiştir.

Örnek 26: a. Sınavdan mutlaka yüksek puan almıştır.

b. Bu saatte evdedir.

c. Yola çıkmış geliyordur.

d. Saat geç oldu, çocuklar şimdiye kadar uyumuştur.

e. Galatasaray her zaman olduğu gibi bu maçı da kazanacaktır.

Aksu-Koç (2000: 18)’de -DIr morfeminin, konuşucunun sözcelem anı itibariyle

herhangi bir konu hakkındaki değerlendirmesinin genel geçer doğrular (generic

truths) ya da alışkanlık oluntusu durumları (habitual states of affairs) dışındaki

bilgisinin haricinde, hakkında konuşulan konuyla ilgili olarak konuşma anı

74

itibariyle başka bir tanıtının ya da bilgisinin olmadığını ve -DIr morfeminin

varsayımsal ya da tahmine dayalı olarak elde edilen bilgini kavramsal sunumu

içerdiğini ifade etmektedir.

Uslamlama dayalı olarak elde edilen bilginin sunumunda, yukarıda da bahsedildiği

gibi, konuşucunun konuşma anı itibariyle hakkında konuşulan olaya dair algısı

fiziksel bir olaya dayanmamaktadır. Bu sebepten uslamlama türü tanıtta konuşucu

söz konusu durumun olduğuna dair bir varsayım, bir tahmin gerçekleştirmektedir.

Burada önemli olan nokta konuşucunun geçmişte xn sayıda olmuş olaylar serisinden

yola çıkarak gerçekleşmesi muhtemel bir duruma yönelik bir tahminde, varsayımda

bulunuyor olmasıdır. Bu sebeple uslamlama sürecinde konuşucu aktarılan olayla,

olması beklenen olay arasında tümevarım ilişkisi kurmakta ve bir duruma dair

beklentisini, inancını kodlamaktadır.

3.3 Türkçe’nin Doğrudan Tanıtsallık Görünümü ve Anlamsal Yapısı

Türkçede konuşucunun aktardığı olaya dair bilgisinin kaynağında, kendisi

olduğunu gösteren dilbilgisel birimler Aksu-Koç (1988, 2000), Corcu (2010) ve

Temürcü (2011)’de de belirtildiği gibi -DI ve -yor morfemleridir.

Örnek 27: a. Otobüs geldi.

b. Maç başladı.

c. Çocuklar geliyor.

Örnekte 27’de görüldüğü üzere tümcelerde aktarılan bilgi, konuşucunun doğrudan

doğruya kendi duyuları aracılığıyla algıladığı bilgiye dayanmaktadır.

75

Hengenveld’in (1990: 10-11) önermesel işlemci (propositional operator) olarak

nitelendirdiği bu birimler; konuşucunun aktarmış olduğu bilginin gerçekliğini,

doğruluğunu dilbilgisel olarak kodlayan birimlerdir. Bu açıdan değerlendirildiğinde

konuşucunun doğrudan tanıt değeri ile kodladığı tümcenin bilgisellik değeri doğal

olarak dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan birimlere göre daha yüksek konumda

bulunmaktadır.

Türkçede farklı duyulara dayanılarak elde edilen bilginin sunumu bazı dillerde

olduğu gibi birden fazla ek kullanılmaksızın, örnek 28’de olduğu gibi, tek bir ek

kullanılarak gerçekleştirilir.

Örnek 28: a. Otobüs geliyor.

b. Parfümün çok güzel kokuyor.

c. Çocuklar bahçede top oyuyor.

Örnekte 28’de görüldüğü gibi görme, işitme, duyma, koklama gibi üç farklı duyuya

dayalı olarak elde edilen tanıt bilgisi tek bir morfem kullanılarak aktarılmıştır. Bu

nedenle Türkçenin doğrudan tanıt ifadesi taşıyan birimler üzerinde sadece aktarılan

eylemin konuşma anı itibariyle bitmişlik göstermesi ya da devam ediyor olması

bakımından bir ayrıma gittiği, kaynakların dayandığı duyular arasında dilbilgisel

olarak bir ayrım yapmadığını söylemek mümkündür.

Corcu (2010) Türkçede doğrudan tanıtsallık anlatımının adcıl yüklem kullanılan

tümcelerde de olduğunu ifade etmektedir. Corcu’ya göre (2010: 207) Babam

banyoda (az önce girdiğini gördüm, kapı hala kapalı) tümcesinde, konuşucunun

aktardığı bilgisel içeriğe görme duyusu aracılığıyla eriştiğini ifade etmektedir.

76

3.4 Tanıtsallık Edinimi

Daha önce de ifade edildiği gibi Türkçede -DI ve -mIş morfemleri aktarılan olayın

konuşma anı itibariyle sonlanmış olduğunu göstermenin yanı sıra, bu iki birim

arasında algısal, anlamsal ve kullanımsal açıdan bir karşıtlık bulunmaktadır.

Konuşucu -mIş morfemiyle çekirdek anlamda olayın doğrudan görülmediğine dair

algısal bir kısıtlamaya gitmekte ve buna bağlı olarak da daha az kesinlik kodlaması

yaparken, -DI morfemi aktarılan bilginin arka planında konuşucunun kendi algısı

ve deneyimleri olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan hem kullanımsal açıdan

hem de bilginin kaynağı bakımından karşıtlık sergileyen bu iki dilsel birimin

edinim süreçleri de birbirlerinden farklıdır. Çünkü bilgi aktarımı esnasında

konuşucunun iki morfem arasındaki karşıtlığı fark etmesi, nedensel ilişkileri

kavraması ve anlatıma en uygun seçeneği tercih etmesi gerekmekte ve söz konusu

bu işlemleri gerçekleştirebilmesi için de belirli bir zihinsel olgunluğa erişmesi

gerekmektedir.

Piaget’in (1954: 320) zaman kavramının ifadesi, olaylar arasındaki öncelik-sonralık

bağlantısını gerektirir ve zaman ifadesi taşıyan dilsel birimlerin aktarımı, aşamalı

bir biçimde gelişim göstermekle birlikte nesne, uzam, nedensellik arasındaki

ilişkiler ağının ayrıntılı biçimde değerlendirilmesini içermektedir, düşüncesinden

hareketle Türkçede tanıtsallık ifade eden birimlerin ediniminde konuşucunun

öncelikli olarak olaylar asındaki öncelik-sonralık ilişkisinin farkına varması,

özellikle de dolaylı deneyim aktarımında kendisi ve başkası arasındaki uzamsal

farkı algılaması gerekmektedir. Diğer bir değişle Türkçede konuşucu bitmişlik

gösteren -DI ve -mIş morfemleri üzerinden aktarılan olaya dair algısını da

kodlamakta -DI ile geçmişte kalan ve doğrudan deneyimlenen bir olayın aktarımı

77

yapılırken, -mIş ile benim bu olaya dair bilgim kendi deneyimlerim üzerinden

değildiri kodlanmaktadır. Bu nedenle Türkçe dolaylı ve doğrudan deneyim ifade

eden birimlerin edimi üzerinde öncelikle olarak konuşucunun kendisi ve ötekisi

arasındaki farkı algılayabilecek zihinsel olgunluğa sahip olması gerekmektedir.

Bu görüşün Türkçede tanıtsallık ifadesi taşıyan dilsel birimlerinin edinimiyle ilgi

olarak yapılan çalışmalarında da desteklendiği görülmektedir. Söz konusu bu

çalışmalarda çocukların öncelikli olarak doğrudan deneyim anlatımı ifade eden -DI

morfemini edindiği, ilerleyen dönemlerde ise dolaylı tanıtsallık gösteren -mIş

morfeminin edinildiği görülmektedir (Aksu-Koç ve Slobin, 1986), (Aksu-Koç,

1986, 1988), (Öztürk ve Papafragou, 2008), (Aksu-Koç, Balaban, Ercan 2009). Bu

durumun sebebini Piaget (1954: 342) çocukların yeterli bilişsel donanıma sahip

olmaması nedeniyle ilk olarak doğrudan algılanan olaylarla ilgileniyor olmasına

bağlamaktadır.

Buna göre, Aksu-Koç, Balaban, Ercan (2009: 16)’da çocukların konuşmasında ilk

ortaya çıkan eylem çekimi olan ve sınırlı bir zamansal açıda doğrudan gözlemlenen

olayların ifadesinde kullanılan -DI morfeminin bir veya iki yaş arasında

görüldüğünü buna karşılık ise -mIş morfeminin daha geç dönemlerde görüldüğünü

ifade etmektedir.

Yukarıda bahsi geçen Türkçede tanıtsallık ifade eden birimlerin edinimiyle ilgili

olarak yapılan diğer bir çalışma olan, Öztürk ve Papafragou (2008)’de de algılama

biçimi ve bilgi kaynağı açısından birbirinden farklı tanıtsallık türlerini ifade eden

“görmek-çıkarımlamak” ve “görmek-duymak” karşıtlığı üzerinden -DI ve -mIş

morfemlerinin edinimi ve kullanımı incelenmiş ve -DI morfeminin, -mIş

78

morfeminden daha önce edinildiği ve kullanıldı görülmüştür. Öztürk ve Papafragou

(2008) ayrıca 5-7 yaş civarındaki çocukların geçmiş zaman kavramını doğru

biçimde algıladıkları ve kullandıklarını fakat -DI ve -mIş morfemleri arasındaki

farklı tanıtsallık anlamını tam olarak kavrayamadıklarını ifade etmektedir.

Alan yazında tanıtsallıkla ilgili yapılan çalışmalar değerlendirildiğinde dikkati

çeken diğer bir unsur da dolaylı tanıtsallık bildiren dilsel birimlerin farklı

kaynaklara dayanan bilgi kaynağı türlerinin kullanımının farklı zamanlarda

gerçekleştiği ve yaşa bağlı olarak farklı bilgi kaynağı türlerinin kullanım

performansının yükseldiğidir.

Sodian ve Wimmer (1987) çocuklarda bilgi kaynağı olarak çıkarımın

kullanılmasıyla ilgili olarak yaptıkları çalışmada çıkarım yoluyla elde edilen

bilginin kullanılmasında diğer türlerden farklı olarak daha karmaşık bilişsel

süreçlerin rol oynadığını ve bu sebepten ötürü de çocukların çıkarım türü bilgi

kullanımı için daha fazla gelişimsel sürece ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir. Söz

konusu bu deneysel çalışma sonucunda, 4-5 yaş civarındaki çocukların çıkarım

sonucu elde edilen bilgiyi kullanma becerilerinin, 6 yaş ve üstü çocuklara kıyasla

daha düşük olduğu görülmüştür. Benzer biçimde Noveck de (2001) çıkarım türü

bilgiye erişimde yedi yaş üzerindeki çocukların daha başarılı olduğunu buna karşın

beş yaş civarındaki çocuklarında çıkarım türü bilgiye erişimde daha düşük başarı

sergilediklerini tespit etmiştir.

Bu durum Türkçe için de geçerliliğini korumaktadır. Aksu-Koç ve Slobin (1986:

864), Aksu-Koç (1986: 254) -mIş morfeminin çocuk dilindeki ilk kullanımının

resim tanımlama, öykü anlatımı gibi durumsal eylemlerin belirtilmesinde,

79

yetişkinlerden duyulan günlük rutin ifadelerin yeniden üretiminde ortaya çıktığını,

çıkarım aktarımınınsa ilerleyen dönemlerde görüldüğünü ifade etmektedir. Özturk

ve Papafragou da (2008) çıkarım ve söylenti bağlamındaki kullanımlarda yaşla

birlikte performansın yükseldiğini fakat yedi yaş civarında dahi bu kullanımların

tam olarak yerleşmediği bazı durumlarda hatalı kullanımların olabileceğinin altını

çizmektedir. Bu durum nedeni -mIş morfemiyle aktarılan bilginin kaynağının

görsel olmayan tanıta dayanmasıdır. Çünkü çıkarım ve aktarım gibi bu farklı türler

kendi içinde de farklı yeterlilikleri gerektirdiğinden -mIş morfeminin aktardığı

farklı tanıtsallık türlerinin edinimi de eş zamanlı olarak değil farklı zamanlarda

gerçekleşmektedir.

Bu noktada değinilmesi gereken bir diğer nokta da Sezer’in de (2001) belirtildiği

gibi çekimli eylemlerin morfosentaktik açıdan hiyerarşik yapılanışlarının olduğu ve

çıkarımsal geçmiş (inferiental past) ifade eden -mIş morfemi gibi bazı morfemlerin

bu hiyerarşik yapılanış içerisinde daha karmaşık yapılar içerdiğidir. Çıkarım

aktarımında sonlanmış durumda bulunan eylemlerin konuşma anı itibariyle

sürmekte olan izlerinin eşleştirilmesinden ve soyut düzlemde bir neden – sonuç

ilişkisinin kurulması durumu söz konusu olmaktadır. Bu sebeple çıkarım

aktarımında diğer dolaylı tanıtsallık türlerine oranla daha karmaşık bilişsel

süreçlerin rol oynadığı açıktır. Bu durum zihin kuramıyla ilgili olarak yapılan

çalışmalarca da desteklenmektedir. Welman (1990), Wolley ve Welman (1993),

Welch-Ross (1995)’de de belirtildiği gibi imgesel, düşünsel yansıma, fiziksel dünya

ile ilişkili deneyimlere dayalı olarak türeyen yansımadan farklıdır ve imgesel,

düşünsel varlıkların fiziksel dünya ile olan ilişkileri bulunmamaktadır. Diğer bir

ifadeyle kaynağını dış dünya deneyiminden alan bilginin aktarılmasıyla, kaynağı

80

dış dünya olmayan deneyimlere dayalı bilginin aktarılması birbirinden farklı

zihinsel gelişim süreçlerini gerektirir.

Piaget (1971) çocukların hem bitmiş olayların hem de sürmekte olan olayların

içerdiği sıralılık ilişkisini kavramakta güçlük çektiklerini ifade etmekte ve zaman

ifadesinin aktarımındaki nedensel süreçlere ve bu süreçlerin kurulmasını sağlayan

zihinsel süreçlere özellikle de bellek gelişiminin önemine dikkat çekmektedir. Buna

göre zaman ifadesi taşıyan birimlerin edinilmesinde çocukların öncelikli olarak

olaylar arasındaki sıralılık ilişkisinin ve nedensellik bağının farkına varılması ve bu

süreç içinde bilgilerin bellekte depolanarak işlemlenmesi, gerektiğinde geri

çağrılması gerekmekte bu işlemlerin gerçekleştirilebilmesi içinse farklı görevleri

yerine getiren bellek türlerinin gelişimini tamamlamış olması önem arz etmektedir.

O’Neil ve Gopnik (1991: 395-396)’da da görüleceği üzere, bilgi kaynağının

kökenine ilişkin çözümleme, bilginin farklı kaynaklar aracılığıyla elde

edilebileceğinin farkına varılmasını ve söylem esnasında bu farklı kaynaklardan

elde edilen bilginin hatırlanarak uygun dilsel ve dilbilgisel birimlerle kodlanmasını

gerektirmektedir. Bu nedenle tanıtsallık ifade eden birimlerin ediniminde aktarılan

bilginin dolaylı olarak mı, yoksa doğrudan konuşucu tarafından mı edinildiğine dair

bilgilerin depolandığı kaynak belleğinin gelişimi oldukça önemlidir. Buna göre

kaynak belleği (source memory), bilginin nasıl ve hangi kaynaktan elde edildiğine

dair bilgilerin depolandığı bellek olarak tanımlanmaktadır (Lindsay, Johnson,

Know 1991: 301).

81

O’Neil ve Gopnik (1991) söz konusu çalışmada farklı yaş grubundaki çocukların

bilgi kaynağının gösterimine yönelik süreçlerini incelemiş ve yaş ortalamasının

artmasına paralel olarak bilgi kaynağının gösteriminde ki başarının da arttığını

gözlemlemişlerdir.

Zihin kuramına dayalı olarak çocukların bilgiyi nasıl edindiği ve bilgi kaynağının

gösterimiyle ilgili diğer çalışmalarda da (Taylor, Esbensen, Bennet:1994), (Perner,

Ruffman: 1995), (Drummey, Newcombe: 2002) üç yaş civarındaki çocukların

bilginin kaynağına yönelik bilgiye erişimde güçlük çektiklerini, buna karşın dört ve

beş yaş civarındaki çocuklarınsa üç yaşındaki çocuklara kıyasla öğrendikleri

bilginin kaynağını belirtmede daha başarılı oldukları görülmektedir.

Tanıtsallık bildiren dilsel birimlerin edinimiyle ilgi olarak yapılan çalışmalar

değerlendirildiğinde hem Türkçede hem de diğer dillerde bazı dilsel / dilbilgisel

unsurların daha karmaşık yapısal süreçler içerdiğinden, edinimi ve kullanılması

diğer birimlere kıyasla daha geç olmaktadır. Bu durum Türkçe açısından

değerlendirilecek olursa, konuşucunun kaynak noktası olarak kendisini

konumlandırdığı ve kaynağında kendisinin olduğu tanıtsallık birimi olan -DI

morfemini edinmesi daha erken dönemlerde gerçekleşirken, tersi konumda bulunan

ve kendi içinde de çıkarım, aktarım, söylenti gibi farklı türlerde bilgi kaynağını

içeren tanıtsallık belirteci -mIş morfemi farklı zihinsel ve bilişsel yapılanmaları

gerektirdiğinden edinimi daha geç olmaktadır.

Türkçede tanıtsallık ifade eden dilbilgisel yapıların edimiyle ilgili olarak

değinilmesi gereken diğer bir noktada görsel tanıt ifade eden -DI ve -yor

morfemlerinin edinimlerinin farkı zamanlarda gerçekleşmesidir. Aksu-Koç (2000)

82

bitmişlik ifade eden -DI morfeminin sürme ifade eden -yor morfeminden daha önce

edinildiğini ifade etmektedir.

Çalışmamızın buraya kadar olan bölümünde gerek ilk dönem metinlerinden ve

Türkçenin dilbilgisiyle ilgili olarak yazılmış kitaplardan hareketle artzamanlı

olarak, gerekse Türkiye Türkçesindeki yapılanışıyla eşzamanlı olarak Türkçenin

tanıtsallık anlatımını nasıl gerçekleştirdiğine değindik ve Türkçenin karakteristik

olarak tanıtsallık anlatımını dilbilgisel olarak gerçekleştirdiğini, aktarılan olayın,

konuşma anı itibariyle bittiğini gösteren -DI ve -mIş morfemlerinin kullanımında,

aktarılan bilginin kaynağı bakımından farklılık gösterdiğini ve bu nedenle iki

birimin kullanımda zorunlu bir seçim bulunduğunu ifade ettik.

Çalışmada dikkat çektiğimiz bir diğer nokta da, Türkçenin doğrudan ve dolaylı

anlatımları hangi araçlar aracılığıyla dilbilgiselleştirdiği ve bilginin hangi

kaynaklara dayalı olarak elde edildiğidir. Buna göre Türkçe’nin tanıtsallık sistemi

paradigmasını şekil 3.3’teki gibi ifade etmek mümkündür.

Şekil 3.3. Türkçe’nin Tanıtsallık Sistemi Paradigması.

Doğrudan Tanıt Dolaylı Tanıt

Görsel Duyusal Algısal Çıkarım Aktarım Uslamlama

-DI -mIş -DIr

-yor

83

Şekil 3.3.’de görüldüğü üzere konuşucunun aktarmış olduğu bilginin kaynağına

ilişkin gösteriminde kaynak kendisi ise doğrudan tanıt anlatımının dilbilgisel

kodlayıcısı olarak -DI, -yor morfemlerini ve adcıl yüklem olması durumunun sıfır

biçimbirim kullanılarak sağlandığını, fakat bilgi kaynağının konuşucunun kendisi

dışında bir kaynak olduğunu, söz konusu bilginin çıkarım, aktarım ya da

uslamlama yoluyla elde edildiğini göstermek içinse -mIş ve -DIr morfemlerinin

kullanıldığı görülmektedir.

Çalışmada tespit edilen bir diğer noktada, tanıtsallık ifadesi taşıyan birimlerin

edinimde ortaya çıkan sıralılıktır. Diğer bir ifadeyle söz konusu eklerin edinimi bazı

kavramların algılanmasını ve bu algılama süreci içerisinde bazı zihinsel

yapılanmaların tamamlanmış olmasını gerektirdiğinden eş zamanlı olarak

gerçekleşmemektedir. Alan yazında bu konuyla ilgili yapılan çalışmalar

değerlendirildiğinde çocuklarda ilk ortaya çıkan tanıtsallık ifadesinin -DI morfemi

olduğu görülmüştür. Bu morfemin edinilmesinden birkaç ay sonra ortaya çıkan

diğer bir tanıt morfemi ise -yor’dur. Yapılan çalışmalarda en geç edinilen tanıt

ifadelerinin çıkarım ve uslamlamaya dayalı olarak edinilen bilginin aktarılmasında

kullanılan morfemler olduğu görülmüştür. Söz konusu bu morfemlerin kullanımı ve

algılanması -DI ve -yor morfemlerinden daha karmaşık süreçleri içerdiğinden

doğal olarak daha geç ortaya çıkmaktadır. Dolaylı tanıta dayalı olarak elde edilen

bilginin dilbilgisel sunumunu gerçekleştiren bu iki morfemin ortaya çıkışı da kendi

içinde bir sıralılık barındırdığı ve ilk ortaya çıkan dolaylı tanıt morfeminin -mIş

olduğu, -DIr morfeminin ise daha sonraki dönemlerde ortaya çıktığı görülmüştür.

IV. METİN KAVRAMI

4.1. Metin Kavramı

Özellikle 1960’lı yılların sonlarından başlayan ve günümüze kadar ivme kazanarak

gelen metindilbilim çalışmaları, tümceyi en büyük yapısal birim olarak kabul eden

yaklaşımlardan farklı olarak, metinlerin dilbilgisel ve anlamsal bileşenlerini, yapı

taşlarını incelemeye yönelmiş ve metnin iletişimsel bir boyut taşıdığının altını

çizmiştir.

Farklı amaçlar güdülerek ve farklı iletişim kanalları içinde kullanılan dilin

sergilemekte olduğu bu farklı ve çok boyutlu yapılanışın dilsel çözümleme

çalışmalarda göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Metinlerin, üreticilerinin

bireysel özellikleri, hazırbulunuşluluk düzeyleri, çevresine ve toplumun diğer

katmanlarına karşı tutum ve etkileşimi dilsel çözümleme çalışmalarında göz önünde

bulundurulması gereken bir diğer noktadır.

Metni iletişim tabanlı bir unsur, bir birim olarak tanımlamak beraberinde, metin

üreticisine ek olarak, metnin alıcısının da bir rol üstlenmesi sonucunu

doğurmaktadır. Bu sebeple bir metnin iletişimsel amacına uygun dilsel ve

sözbilimsel yapıya uygun bir biçimde tasarlanıp, üretilmesi; okuyucunun da metni

çözümlemesine katkı sunacak bilgi ve donanıma sahip olması gerekmektedir.

Bu bağlamda, okuma-yazma bilen her bir bireyin metin nedir? Sorusu karşısında

asgari düzeyde bir düşüncesi, yorumu olduğunu ifade eden Petöfi’ye göre (1990)

metin nedir? Neye metin denilmelidir sorusunun cevabı arandığında şu dört temel

soru araştırmacıların karşısına çıkmaktadır:

85

i. Metin, fiziksel mi yoksa ilişkisel-bağlantısal bir gösterge nesnesi midir?

ii. Metin, tek ortamlı mı yoksa çoklu ortama ait olan bir nesne midir?

iii. Göstergeler sisteminin bir parçası-unsuru olan bir nesne midir, yoksa bu

gösterge sistemine uygulanan alana ait bir olgu mudur?

iv. Son aşamada tüm bu sorulardan hareketle, bir metni, metin yapan kriterlerin

neler olduğunun belirlenmesidir (Petöfi, 1990: 114).

Petöfi (1990) tarafından ortaya konulan “bir metni, metin yapan ölçütlerin neler

olduğunun” belirlenmesine yönelik yapılan farklı çalışmalarda metin kavramının ne

olduğu ve metni oluşturan birimlerin neler olduğu ortaya konulmaya çalışılmış ve

söz konusu bu farklı çalışmaların sonuçlarını bir araya getiren ve genişleten bir

yaklaşımla metin kavramı Beaugrande ve Dressler (2013: 29) tarafından “bir amaç

doğrultusunda, belirli kriterler ile bilişsel süreçlerin etkileşimi sonucu meydana

gelen ve temel dilsel özelliği süreklilik olan iletişimsel bir oluşum olarak

tanımlanmıştır.

4.2 Metinsellik Ölçütleri

Stillar’ın da (1998: 3) ifade edildiği gibi her bir metin, içeriğini oluşturan metnin

bölümleri arasındaki ilişki ağlarının kurulmasını, söz konusu bu ilişki ağlarının alıcı

tarafından erişilebilir olmasını sağlayan ve organizasyon yapısını oluşturan

işaretleyicilere - izlere sahip bütünsel bir oluşumdur.

Stillar’ın (1998) işaret ettiği bu işaretleyiciler-izler, diğer değişle bir metnin metin

olmasını sağlayan koşulları, alan yazındaki ifadesiyle metinsellik ölçütlerini

Beaugrande ve Dressler (2013) şu başlıklar altında bir araya getirmiştir.

86

4.2.1 Metin Merkezli (Text-Oriented) Ölçütler

4.2.1.1 Bağdaşıklık (Cohesion)

Metnin yüzey yapısını erişilebilir kılan, dilsel - dilbilgisel bağlantı ağlarını ifade

eder (Beaugrande ve Dressler, 2013: 48).

Stillar (1998: 16) bağdaşıklık yapılarının metni, metin dışı olandan ayırmaya ve

metnin birbiriyle bağlantılı olan farklı bölümlerinin - parçalarının alıcısı tarafından

görülmesine imkân tanıdığını ifade etmektedir.

4.2.1.2 Tutarlılık (Coherence)

Metnin derin yapısını erişielebilir kılan, metin içi anlamsal ve mantıksal bağlantıyı

ifade eder (Beaugrande ve Dressler, 2013: 84).

Stillar’a göre (1998: 16) tutarlılık yapısı, metnin ve metnin ait olduğu bağlam

arasındaki ilişkinin okuyucu tarafından kurulmasına, fark edilmesine katkı sağlayan

bir unsurdur.

4.2.2 Kullanıcı Merkezli (User-Oriented) Ölçütler

4.2.2.1 Amaçlılık ve Kabuledilebilirlik (Intentionality and Acceptability)

Metnin üretim süreci içinde, belirlenen iletişimsel amaca göre bağdaşık ve tutarlı

kılınarak tasarlanması ve üretilmesi amaçlılık olarak tanımlanmaktadır (Beaugrande

ve Dressler, 2013: 113).

Kabuledilebilirlik ise metnin söylemle uyumlu durum bağlamı içinde

kullanılmasıdır (Beaugrande ve Dressler, 2013: 130).

87

4.2.2.2 Bilgisellik (Informativity)

Metnin alıcısı açısında yeni bir bilgi değeri taşıması, diğer bir ifadeyle aktarılan

bilginin alıcısı için bilindik ve beklenen bir bilgi olmaması durumunu ifade eder

(Beaugrande ve Dressler, 2013: 139).

4.2.2.3 Durumsallık (Sitionality)

Metinin sahip olduğu iletişimsel amaçlar doğrultusunda, durum bağlamı içerisinde

alıcısıyla ilişkili hale gelmesidir (Beaugrande ve Dressler, 2013: 163).

4.2.2.4 Metinlerarasılık (Intertexuality)

Söz konusu bir metnin, alıcısının diğer metinlerden edindiği bilgilere dayanıyor

olması ve o metnin diğer metinlerle olan etkileşimini ifade eder (Beaugrande ve

Dressler, 2013: 182).

4.3 Metin Türü Kavramı

Metin türü kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için öncellikle kavram teriminin ne

olduğunun anlaşılması gerekmektedir. Bu bağlamda kavram terimini Şimşek (2006:

27) benzer özellikleri paylaşan nesne, görüş ve olaylara verilen ortak isim şeklinde

tanımlarken, Ülgen insan zihninde anlamlanan farklı obje ve olguların değişebilen

ortak özelliklerini temsil eden bilgi formu yapısı şeklinde kavramı tanımlamaktadır

(Ülgen, 2004: 117). Bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer husus da Şimşek’in

de (2006: 27) ifade ettiği gibi kavram kümesini oluşturan elemanların benzer ve

farklı özelliklerinin bulunduğudur. Bu farklı özelliklerden yola çıkarak tür ve metin

türü kavramını şu şekilde tanımlamak mümkündür.

88

Tür kavramı bir nesne ya da olgunun kendisine özgü birtakım ayırt edici, farklı

özellikleri sebebiyle, ilişkili olduğu diğer kavramsal birimlerden ayrıştırılmasını

sağlayan betimleyici, tanımlayıcı ve ayırıcı özelliklerini ifade etmek üzere

kullanılan bir kavramdır. Metindilbilim açısından ele alınıp değerlendirildiğinde ise

tür ve buna bağlı olarak gelen metin türü kavramı, herhangi bir metinde görülen

dilsel-dilbilgisel, anlamsal ve önermesel açıdan farklılaşan içerik sunumunun söz

konusu metni, ilişkili olduğu diğer metinlere göre farklılaşmasını ifade etmektedir.

Bu noktadan hareketle metin türü kavramını Bhatia (2013: 13,16) ve Martin (1992:

505) tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: “Metin türü, belirli iletişimsel amaçlar

doğrultusunda şekillendirilen ve türe özgü özellikler bakımından okuyucunun

kolaylıkla fark edebileceği şekilde yapılandırılmış, aşamalandırılmış, amaç odaklı

iletişimsel bir olgudur.” Benzer bir şekilde Hatim ve Mason da (1990: 140) metin

türü kavramını; retorik amaçlara hizmet eden iletişimsel niyetler bakımından

metinleri sınıflandırmaya imkân tanıyan kavramsal bir çerçeve olarak

tanımlamaktadırlar.

İfade edilmek istenilen anlamın en belirgin biçimi metin türünün seçimiyle

doğrudan ilişkilidir. Sager’in de (1997) belirttiği gibi alıcının metinle olan

etkileşimini belirleyen, diğer bir ifadeyle alıcının/okuyucunun zihninde metin

türüne uygun içerik şemasının etkileşmesini sağlayan temel unsur metin türüdür.

Benzer bir biçimde Yazıcı da (2004) bu duruma dikkat çekmektedir, buna göre;

metin türü, alıcı (okur, dinleyici) için metinle nasıl etkileşime gireceğini

belirleyerek alıcının zihninde uygun çerçeveyi (frame) açmasını ve bu yolla ilgili

metnin dünyasını kurmasını sağlar. Böylelikle metnin yüzey yapısı, bu yüzey

yapıdaki kullanımlarla belirginleşerek, metnin derin yapısına ulaşmada başlangıç

89

noktası oluşturur (Yazıcı, 2004: 11-12). Bu nedenle hangi türde olursa olsun bir

metin yazılmadan önce konunun durumuna, içeriğine uygun metin türü seçilmeli ve

metnin türüne özgü kurallara uygun biçimde metin yapılandırılmalıdır. Diğer bir

şekilde ifade etmek gerekirse, okuyucu metni gördüğü anda ilk olarak metin türünü

tanımlamadır, ancak bu sayede metnin en iyi biçimde algılanmasını sağlayacak

metin tonu yakalanabilecektir. Johnstone’un da (2002) altını çizdiği gibi bu da

ancak ve ancak iyi yapılandırılmış bir metinle mümkündür ve iyi yapılandırılmış bir

metin, ait olduğu metin türünün ayırt edici özelliklerini standart ve sabit bir biçimde

taşımaktadır.

Bu noktada açıklanması gereken bir diğer husus ise metin ve söylem arasındaki

organik bağlantıdır. Bir metinde bulunan türe ait karakteristik özellikleri söz

konusu metinlerde kullanılan ve farklı söylem özelliklerine bağlı olarak şekillenen

dilsel yapılar belirlediğinden metin türü kavramının daha iyi anlaşılabilmesi için

metin ve söylem kavramları arasındaki ilişkinin de ortaya konulması

gerekmektedir.

4.3.1 Metin Türü ve Söylem İlişkisi

Metnin iletişimsel bir boyuta sahip olduğunu söylemek, metni yalnızca anlamsal ve

dilbilgisel bir bütünlük içinde tanımlamayı yeterli bulmayan bir yaklaşımı içinde

barındırmaktadır. Bu yaklaşımda bir metnin, metin olmasını sağlayan koşullar

yalnızca dilsel-dilbilgisel ve anlamsal bütünlük değil; aynı zamanda metnin

iletişimsel amaçlarının belirlenip ortaya konulmasıyla sağlanabilir. Bu nedenle

metnin üreticisi, üretim süreci içinde metnin iletişimsel amacına dönük metinsel

stratejileri göz önünde bulundurmak ve bu stratejileri uygulamakla yükümlüdür.

90

Bir metnin iletişimsel amacına dönük stratejileri ise söylem (discourse) temellidir

ve söylem içerisinde şekillenmektedir. Diğer bir değişle Ruhi’nin de altını çizdiği

gibi (2009: 14) söylem, dilin iletişimsel bir olgu olmasıyla iniltilidir ve dilin

iletişimsel bir olgu olarak kabul edilmesi üretici ve alıcı arasında belli bir zaman-

mekân düzlemi içinde üretilmiş bir sözce ya da metin olarak, dilin nasıl

araştırılacağını incelemek demektir.

Bilindiği üzere, bütün metinler aynı sözbilimsel yapıya (retorik yapıya), sahip

değildir ve günlük yaşamda söz konusu bu farklı metin türleriyle farklı nedenlerden

ötürü birçok kez karşılaşmaktayız. Dil, dilbilim, iletişim, söylem ve kullanımbilim

gibi alanlardan elde edilen bilgilerin ışığı altında farklı türlerdeki metinlerin

sınıflandırılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bu bağlamda farklı türlerdeki

metinlerin belirlenip sınıflandırılmasında, Lakoff (1981: 26) ve Tannen’in (1982: 1)

de altını çizdiği gibi, temel söylem biçimlerine ait özelliklerinin belirlenmesi, bu

temel söylem biçimlerin birbirine benzeyen ve birbirinden ayrılan yanlarının tespit

edilmesi, farklı biçimlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin ortaya konulması ve

buradan hareketle hangi metin türünün iletişimsel amaca daha uygun olduğunun

saptanması önemli bir rol oynamaktadır.

Metin ve söylem kavramlarının tanımı ve birbirleriyle olan ilişkileriyle ilgili

yapılan bazı çalışmalarda metin yazılı dille ilişkili bir olgu olarak kabul görürken,

söylem ise sözlü dille ilişkili bir olgu olarak kabul görmektedir. Ancak kavramsal

açıdan birbirlerinden farklı birer olgu olarak görülen metin ve söylem

kavramlarının dil ve iletişim düzlemi üzerinde tamamlayıcı işlevleri bulunmaktadır.

Çünkü Virtanen (1990: 453) ve Torsborg’un da (1997: 7) işaret ettiği gibi, metin

yapısal ve üretimsel bir süreç olarak kabul edildiğinden; söylemi oluşturan yapı

91

taşlarının hem metin üretim süreçlerinde hem de okuyucuya ulaştığı andan itibaren

başlayan algılama ve çözümleme aşamaları üzerinde dinamik etkileri

bulunmaktadır. Benzer şekilde iletişim edimi içerisindeki söylemsel bağlantı

ağlarına makro düzeydeki erişim de metin türü sayesinde mümkün olmaktadır.

4.4 Metin Türü Sınıflandırması

Aristodan beri devam eden metin türlerinin belirlenmesi ve sınıflandırılmasına

yönelik çalışmalarda araştırmacılar ilk olarak metinleri bulundukları, kullanıldıkları

düzleme göre sınıflandırmışlardır. Biber’ın da (1989: 6) belirttiği bu anlayışa göre

metinlerin sınıflandırılmasında dışşal etmenler etkin olmaktadır yani bir gazete

makalesinin, gazete makalesi türünde olması o metnin gazetenin bir bölümünde yer

alıyor olmasıyla ilişkilidir. Ancak zaman içinde gelişen anlayışa göre metinler

bulundukları dış bağlama göre değil, sahip oldukları iç özelliklere dayalı olarak

sınıflandırılmaya başlamıştır. Swales (1990) ve Bhatia’nın da (2013) desteklediği

bu yeni sınıflandırma anlayışının temelinde ise dilsel-dilbilgisel içerik ve iletişimsel

amaçların metin türlerinin sınıflandırılmasında prototipsel açıdan rol oynadığı

düşüncesi bulunmaktadır.

Alanyazında tür sınıflandırma çalışmalarının ilk modellemesi olarak kabul edilen

Organon modelinde, dilin üç temel işlevi olduğu üzerinde durulur ve dilin bu üç

temel işlevi yerine getirmek üzere kullandığı, bu üç temel işlevin yansıması olan üç

temel söylem türü olduğu kabul edilir. Buna göre eğer dilin sembol işlevi söz

konusu ise, bu yapıda temel söylem biçiminin işlevi bilgi aktarımında bulunmaktır

ve söylem biçimi olarak bilgilendirici söylem geçerlidir. Eğer öykü ve roman gibi

anlatısal metin türlerinde olduğu gibi dilin işlevi anlatı ise söylem biçimi anlatı

92

söylemdir. Dilin işaret etme görevi vurgulanıyor ve işlevi ikna etmekse söylem

biçimi olarak tartışmacı söylem söz konusu olmaktadır (Renkema, 2004: 59).

Tablo 4.1. Tür Sınıflandırmalarında Başlangıç Noktası Olarak Organon Modeli

(Renkema, 2004: 59).

Organon Modeli İşlev Biçim

Sembol Bilgilendirme Bilgilendirici söylem

Belirti (symptom) Anlatı Anlatı söylemi

İşaret (signal) İkna etme Tartışma söylemi

Werlich (1983: 19, 39) metin türü ayrımının, kavramsal bir olgu olduğunu ve bu

kavramsal olgunun doğal dillerdeki karşılığının metin biçimi olduğunu ifade

etmektedir. Ayrıca bir metnin içerdiği bazı özellikler nedeniyle diğer metinlerden

ayrıştığını bu sebeple de metinlerin farklı türlerde yer alan metinler olmak üzere

sınıflandırılıp gruplandırılabileceğini belirtmekte ve buradan hareketle dilin temel

işlev biçimleriyle ilgili olduğunu düşündüğü beş temel söylem biçimi olduğunu

ifade etmektedir. Werlich’e göre bu beş temel söylem biçiminin spesifik tümce

yapıları hem dilbilgisel yapılarla hem de insanın düşünce yapısıyla eşleşmektedir.

Werlich (1983: 39) tanımlamış olduğu bu beş temel söylem biçimine göre metin

tiplerini Tablo 4.2’de de görüldüğü gibi betimleyici, anlatımsal, açıklayıcı,

tartışmacı, öğretici olmak üzere beş metin türüne ayrılmaktadır.

93

Tablo 4.2. Egon Werlich’in Temel Söylem Biçimleri Tipolojisi7

Temel Söylem Biçimler Öznel Nesnel

1. Betimleyici (Descriptive)

İzlenime dayalı betimleme Teknik betimleme

2. Anlatımsal (Narrative)

Raporlama (Repord) Haber öyküleri

3. Açıklayıcı (Expository)

Deneme Detaylı açıklama

4. Tartışmacı (Argumentative)

Yorum Tartışma

5. Öğretici (Instructive) Öğrenmeler Yönlendirmeler, kurallar,

düzenlemeler ve statüler

Metin türlerinin belirlenmesinde dilsel-dilbilimsel unsurlardan yola çıkılarak

yapılan sınıflandırma çalışmalarının yanında, metinlerin sahip oldukları iletişimsel

hedefleri temel alarak yapılan sınıflandırma çalışmalarından birini de Saukkonen

(1983) yapmıştır.

Saukkonen (1983) metinleri durum, niyet ve perspektif olmak üzere üç temel işleve

dayalı olarak sınıflandırmıştır. Saukkonen (1983) bu üç temel iletişimsel işlevi ve

bu iletişimsel işlevlere ait alt boyutları şu şekilde tanımlamaktadır:

i. Durum İşlevi

Uzaklık: Metnin, üreticisi ve alıcısı arasında bulunan toplumsal, ruhsal

yakınlık ve uzaklığı ifade etmektedir.

Kişisellik: Metin üreticisinin takındığı öznel ya da nesnel tavra karşılık,

metin alıcısının aldığı pozisyonu ifade etmektedir.

7 Werlich, 1983: 47-127’den uyarlanmıştır.

94

ii. Niyet İşlevi

Duygusallık: Metnin, metin alıcısının sahip olduğu duygu dünyasına

yönelik olması durumunu ifade etmektedir.

Akla Uygunluk: Metnin bazı durum ve olaylar karşısında, metin alıcısının

mantık sistemine uygunluk göstermesi durumudur.

İsteklilik: Metnin, alıcısının istek ve beklentilerine cevap verebiliyor

olmasını ifade etmektedir.

iii. Perspektif İşlevi

Kurmaca: Metnin, metin üreticisinin hayal dünyasından gelen unsurları

içermesi, dış dünya gerçekliğine yönelik gönderimlerin sınırlı veya hiç olmaması

durumunu ifade etmektedir.

Sentetiklik: Dış dünya gerçekliğine ait unsurların, metinde imgesel olarak

sunulması durumudur.

Uzaklık: Metnin zaman, mekân ve duygusal gerçeklikten uzak olmasıdır.

Nesnellik: Metnin nesnel ya da öznel tutum içermesi ifade etmektedir.

Soyutluk: Metin gönderimlerinin somut ya da soyut bir kavrama yönelik

olması durumunu ifade etmektedir.

Saukkonen (1983) yukarıda belirtlilen dilin üç temel işlevden hareketle metin türü

sınıflandırmasını şekil 4.1’de ki gibi yapmıştır.

95

Şekil 4.1. Saukkonen’in Metin Türü Sınıflandırması

Metin Türleri

Estetik Metinler Bilgisel Metinler Olgusal Metinler

±Kurmaca ±Kurmaca ±Kurmaca

±Sentetik ±Sentetik ±Sentetik ±Mesafe -Mesafe ±Mesafe, Duygusallık ±Mesafe ±Mesafe ±Mesafe

-Nesnellik Akla uygunluk ±Nesnellik ±Nesnellik

±Öznellik -Soyutluk ±Öznellik,İstemli ±Soyutluk ±Öznellik ±Soyutluk

-Anlatısallık ±Açıklayıcı ±Açıklayıcı

-Betimleyici ±Tartışmacı ±Tartışmacı

±Anlatısallık

Metin türü sıfınlandırmasıyla ilgi olarak yapılan bir diğer çalışmada ise Biber

(1989) metinlerin, sözcüklerin dilbilgisel ve sözcüksel özelliklerine bağlı olarak

sınıflandırılması gerektiği düşüncesinden hareket etmiş ve şu soruları göz önünde

bulundurmuştur (Biber, 1989: 5).

i. Dilbilgisel yapılar, metinlerde sistematik şekilde eşoluşumsal olarak mı

görülmektedir?

ii. Farklı metin tipleri dilbilgisel özellikler bakımında benzerlik sergiler mi?

iii. Temel türler / biçimler sahip oldukları dilbisel özellikleri açısından açık ve

belirgin bir şekilde ayrıştırılmış, belirlenmiş midir?

Biber (1989) bu üç sorudan hareketle metinleri sahip oldukları dilsel ve fonksiyonel

içeriklerine göre tanımladığı beş iletişimsel amaç doğrultusunda sınıflandırmıştır.

96

Bu beş iletişimsel boyutun tespiti için Biber 67 dilbilgisel özelliğin 481 metindeki

dağılımına bakmış ve dilbilgisel özellikler:

i. Zaman ve görünüş belirteçleri (tense and aspect markers),

ii. zaman ve yer zarfları (place and time adverbials),

iii. adcıl ve işlevsel eylemler (pronouns and pro-verbs),

iv. sorular (questions),

v. adcıl biçimler (nominal forms),

vi. edilgen yapılar (passives),

vii. durağan biçimler (stative forms),

viii. yantümce özellikleri (subordination features),

ix. ilgeç öbekleri sıfatlar ve belirteçler (prepositional phrases, adjectives and

adverbs),

x. sözcüksel özgüllük (lexical specificity),

xi. sözcüksel sınıflar (lexical classes),

xii. kiplik (mood),

xiii. özelleştirilmiş eylem sınıfları (specialized verb classes),

xiv. indirgenmiş biçimler ve tercih edilmeyen yapılar (reduced forms and

disprefered structures),

xv. sıralama (coordination),

97

xvi. olumsuzluk (negation) olmak üzere 16 temel dilbilisel kategoriye ayrılmıştır ve

söz konusu bu 16 dilbilsel yapı, faktör analizi olarak tanımlanan istatistiksel bir

yöntemle gruplandırılmıştır (Biber, 1989: 7-8).

Biber’in farklı metin türlerinin iletişimsel işlevlerini gösteren beş boyutlu metin

türlerini tipolojisi ise şunlardır (Biber, 1989: 8-9).

1. Boyut: İçerik üretimine karşı bilgisel üretim (involved versus informational

production). Bu boyutta yer alan bilgilendirici bir metinde dilbilgisel olarak

görülen yapılar şunlardır:

i. Özel eylemler (private verbs),

ii. “that” silme (that deletion),

iii. kaynaştırmalar (contractions),

iv. sürerlilik gösteren eylemler (present-tense verbs),

v. ikinci kişi adılı (2nd person pronouns),

vi. işlevsel eylem olarak “do” (do as a pro-verb),

vii. çözümleyici olumsuzlama (analytic negation),

viii. işaret adılları (demostrative pronouns),

ix. genel vurgulama (general emphatics),

x. birinci kişi adılı (1st person pronoun),

xi. “it” gösterme adılı (pronoun it),

98

xii. temel eylem olarak “BE” (be as a main verb),

xiii. nedenleyici yantümceleme (causative subordination),

xiv. söylem ilgeçleri (discourse particle),

xv. belirsizlik adılları (indefinite pronouns),

xvi. genel kaçınma (general hedges),

xvii. genişleteçler (amplifiers),

xviii. göreli tümceler (sentence relatives),

xix. “WH” soruları (WH questions),

xx. olasılık kipleri (possibility modals),

xxi. öbek dışı yapılar (nonphrasal coordination),

xxii. “WH” tümcecikleri (WH clauses),

xxiii. son ilgeçler (final prepositions),

xxiv. zarflar (adverbs),

xxv. isimler (nouns),

xxvi. sözcük uzunlukları (word lenght),

xxvii. ilgeçler (preposition),

xxviii. söyleyiş oranları (type/token ratio),

xxix. niteleme sıfatları (attributive adjective),

99

xxx. yer belirteçleri (place adverbials).

2. Boyut: Anlatısallığa karşı anlatısallık dışı (narrative versus nonnarrative

concerns) bu türde yer alan bir metinde görülen dilbilgisel yapılar şunlardır:

i. Geçmiş zamanla işaretlenmiş eylemler (past-tense verbs),

ii. üçüncü kişi adılı (3rd person pronouns),

iii. bitmişlik görünüşüyle işaretlenmiş eylemler (perfect-aspect verbs),

iv. kullanımsal eylemler (public verbs),

v. birleştirici olumsuzlama (synthetic negation),

vi. şimdiki zaman ortaç tümcecikleri (present-participal clauses),

vii. şimdiki zaman sürme görünüşü ile işaretlenmiş eylemler (present-tense

verbs),

viii. niteleme sıfatları (attributive adjective).

3. Boyut: Açık / belirgin gönderime karşı durum bağımlı gönderim (explicit versus

situation dependent reference). Bu tür metinde görülmesi beklenen dilbilgisel

birimler şunlardır:

i. Nesne pozisyonunda bulunan “WH” ilgi tümcecikleri (WH relative

clauses on object positions),

100

ii. kuyruk takma ilgi tümcecikleri (pied-piping8 relative clauses),

iii. özne pozisyonunda bulunan “WH” ilgi tümcecikleri (WH relative

clauses on subject positions),

iv. öbek eşdizinlemesi (phrasal coordination),

v. adlaştırma (nominalizations),

vi. zaman belirteçleri (time adverbials),

vii. yer belirteçleri (place adverbials),

viii. belirteçler (adverbials).

4. Boyut: Açık ikna anlatımı (overt expression of persuasion) bu türde

sınıflandırılan bir metinde olması beklenilen dilbilsel elementler şunlardır:

i. Mastarlar (infinitives),

ii. tahminde bulunmaya yönelik kipler (prediction modals),

iii. ikna etmeye yönelik eylemler (suasive verbs),

iv. koşul bildiren yantümceler (conditional subordination),

v. gereklilik bildiren kipler (necessity modals),

vi. bölünmüş yardımcı eylemler (split auxiliaries),

vii. olasılık bildiren kipler (possibility modals).

8 Kuyruk Takma (Pied-Piping): Dilbilgisel bir unsurun tümce içindeki hareketi esnasında

kendisiyle ilişkili bir başka dilbilgisel unsuru kendi hareketine eşlik ettirmesi, yanında taşıması

anlamına gelen sözdizimsel işlem (Matthews, 2014: 304).

101

5. Boyut: Soyut biçime karşı soyut olmayan biçim (abstract versus nonabstract) bu

türde yer alan bir metinde görülen dilbilgisel yapılar şunlardır:

i. Bağlaçlar (conjuncts),

ii. kılıcısı olmayan edilgenlik (agentless passive),

iii. geçmiş zaman ortaç öbekleri (past-participral clauses),

iv. “BY” edilgenlik” (BY passive),

v. diğer yantümce belirteçleri (other adverbial subortinators).

Yukarıda tanımlanan beş ana grup içerisinde 1. 2. ve 3. grubun kendi içlerinde de

iki ayrı gruba ayrıldığı görülmektedir. Buna göre çizginin üzerinde yer alan

dilbilgisel birimlerin söz konusu metin türleri içesindeki görülme sıklığı daha

yüksekken, çizginin altında yer alan dilbilgisel birimlerin metin türleri içerisindeki

görülme sıklıkları diğerlerine göre daha düşüktür.

Birinci boyutta, çizginin altında kalan birimler yüksek bilgisel yoğunluk ve kesin

bilgi içeriği sunarken; çizgi üzerinde yer alan diğer grup etkili, etkileşimsel ve

genelleştirilmiş içerik sunumu göstermektedir. Birinci boyutun iletişimsel

arkaplanında yazarın ve okuyucunun öncelikli amacı ve üretim koşulları olmak

üzere iki parametre etkli olmaktadır. Üçüncü boyutta kuyruk takma yapılarını da

içeren “WH” ilgi tümcecikleri, metin içindeki gönderimlerin ve ayrıntılı tutumların

belirtmede kullanılırken; zaman ve yer zarfları ise genelde metin dışı konumda

bulunan fiziksel yer ve zamana gönderimde bulunmada kullanılır. Dördüncü boyut

iknanın derecesiyle ilgilidir. Konuşucunun sahip olduğu bakış açısının mı yoksa

alıcının iknaya yatkın olma girişiminin mi daha belirgin olduğunun belirtilmesini

102

ifade etmektedir. Beşinci ve son boyutta ise bağlaçlar, edilgenlik gösteren yapılar

ve geçmiş zaman öbekleri söylemin diğer biçimlerine karşılık soyut, teknik ve

formal bilgisel söylemi belirtir (Biber, 1989: 10).

Biber (1989) yukarıda tanımlanan beş iletişimsel amaç doğrultusunda tanımladığı

sekiz metin türü ise şunlardır (Biber, 1989: 20-22).

Metin Türü I. Kişilerarası Yakın İletişim (intimate interpersonal interaction)

Yüz yüze konuşmalar.

Telefon konuşmaları (yakın kişiler arasında geçen).

Telefon konuşmaları (ayrılıklar).

Telefon konuşmaları (iş görüşmesi).

Metin Türü II. Bilgisel Etkileşim (informational interaction)

Yüz yüze konuşmalar.

Röportaj-mülakat.

Telefon konuşmaları (iş görüşmesi).

Telefon konuşmaları (yakın kişiler arasında geçen).

Telefon konuşmaları (ayrılıklar).

Spontane gelişen hazırlıksız konuşmalar.

Kişisel mektuplar.

Sportif olmayan yayınlar.

Profesyonel mektuplar.

Genel kurgu.

103

Metin Türü III. Bilimsel Yazılar (scientific exposition)

Akademik amaçlı yazılar.

Resmi evraklar.

Biyografiler.

Yazılı basın yazıları.

Hobiler.

Yazılı basında yer alan röportajlar.

Metin Türü IV. Öğretici Yazılar (learned exposition)

Akademik amaçlı yazılar.

Yazılı basında yer alan röportajlar.

Resmi evraklar.

Popüler bilim.

Hobi.

Din.

Gazete / dergi başyazıları.

Profesyonel mektuplar.

Biyografi.

Metin Türü V. Düşünsel / İmgeleyici Anlatı (imaginative narrative)

Roman.

Genel kurgu.

Gizem kurgu.

Macera kurgu.

Hazırlıklı konuşma.

104

Mülakat / röportaj.

Bilim kurgu.

Popüler bilim.

Biyografi.

Kişisel mektuplar.

Din.

Metin Türü VI. Genel Anlatısal Açıklama (general narrative exposition)

Röportaj.

Gazete / dergi başyazıları.

Genel kurgu.

Biyografi.

Mizah.

Eleştiri yazıları.

Akademik amaçlı yazılar.

Din.

Sportif olmayan yazılar.

Bilim kurgu.

Macera kurgu.

Popüler bilim.

Hazırlıklı konuşma.

Resmi evraklar.

Profesyonel mektuplar.

Roman.

Sportif yayınlar.

105

Metin Türü VII. Geleneksel Röportaj (situated reportage)

Sportif yayınlar.

Sportif olmayan yayınlar.

Bilim kurgu.

Gizem kurgu.

Hobiler.

Metin Türü VIII. İkna Etmeye Yönelik Metinler (involved persuasion)

Mülakat / Röportaj.

Hazırlıksız konuşma.

Popüler bilim.

Profesyonel mektuplar.

Din.

Hazırlıklı konuşma.

Telefon konuşmaları.

Mizah.

Gazete / dergi başyazıları.

Akademik amaçlı yazılar.

Hobi.

Kişisel mektuplar.

Sportif olmayan yayınlar.

Genel kurgu.

106

4.4.1 Öğretici Metinler

Özdemir (2007: 124) düz yazınsal türleri dilin kullanım biçimi ve aktarılan

unsurların kanıtlanabilir olup olmamasına bağlı olarak “öğretici nitelikli yazılar” ve

“yaşatıcı (kurmaca) nitelikli yazılar” olmak üzere iki ayrı kategoriye ayırmaktadır.

Bu bağlamda temel amacı okuyucuyu bilgilendirmek olan öğretici nitelikli yazıları,

Özdemir (2007: 125) okuyucuların bilgi dağarcığını geliştirmek, gündelik yaşamda

kullanabilecekleri bilgilerle donatmayı amaçlayan; kimi zamanda yerleşik inanç,

kanı, tutum ve davranışlarını değiştirmek amacıyla oluşturulan yazılar olarak

tanımlamaktadır.

Benzer bir tanımlamayı Günay (2007)’de de görmek mümkündür. Buna göre

Günay öğretici metinleri “anlatıcının bilmediği varsayılan bir konuda, onu

bilgilendirmek ve bu bilgilere göre davranmasını istemek için hazırlanan metinler”

şeklinde tanımlamaktadır (Günay, 2007: 363).

Bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer husus da öğretici metinlerin kendi

içlerinde de bir ayrım taşıdığıdır. Özdemir’in de (2007: 125) belirttiği bu ayrıma

göre öğretici metinleri kendi içinde:

i. makale, gezi yazısı, deneme olmak üzere gazete ve dergilerde yayımlanan yazılar,

ii. anı, günlük, yaşam öyküsü gibi kaynağını gerçek hayattan olan yazılar olmak

üzere ikiye ayırmak mümkündür.

Özdemir bu ayrımı şu şekilde gerekçelendirmektedir: “bunların ortak yönü

gerçekten kaynaklanması, düş gücü payının oldukça sınırlı kalmasıdır. Makale,

fıkra, röportaj, eleştiri, deneme nasıl düşünsel ve sorunsal boyutlu yazılarsa gerçek

107

bir yaşam ve yaşantıdan kaynaklanan yazılarda hem düşünsel ve sorunsal

boyutludur, hem de bir kişinin yaşam toprağında üretilir. Aralarındaki ayrım da

buradan kaynaklanır” (Özdemir, 2007: 185).

Öğretici metinlerdeki temel amaç bilgi aktarımı olduğundan bu türdeki metinlerin

yapısal olarak bu amaca uygun bir şekilde tasarlanması gerekmektedir. Çünkü bu

tip metinlerde yazar, ifade etmek istediği düşünceyi belli bir mantıksal sistem içine

yerleştirilmiş önermeler şeklinde ifade ettiğinden açıklayıcı ve betimleyici bir

anlatım biçimini destekleyecek dilsel-dilbilimsel yapıları kullanmak zorundadır.

Diğer bir değişle Karatay’ın da (2014: 137) belirttiği gibi temel amacı okuyucuyu

bilgilendirmek olan metinlerde okuyucu aktarılan bilginin kaynağına ilişkin bir

güvenilirlik sorgulaması gerçekleştirmekte ve kaynağın güncelliği, tarafsızlığı gibi

sorulara cevap aranmaktadır.

Bu sorgulamaya ek olarak Werlich’in de (1983: 124,128) ifade ettiği gibi öğretici

metinlerde konuşucu birinci kişinin bakış açısından konuştuğundan metnin

kaynağına yönelik yapılacak sorgulamada, aktarılan bilginin kaynağına ilişkin

kodlamalar içeren tanıtsallık yapılarının da kullanılmasıyla okuyucuya ikincil bir

denetim yapma imkânı sağlanacağını söylemek mümkündür.

Bu bağlamda metin üreticisinin aktardığı bilgiyi hangi yolla edindiğine ilişkin

yorumunu içeren ve metnin sahip olduğu bilgisellik değeri üzerinde doğrudan etkisi

bulunan tanıtsallık eklerinin öğretici metin türünde yer alan metinlerin

yorumlanmasında ve aktarılan bilginin metnin alıcısı açısından doğruluk değerinin

yükselmesinde önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkündür.

108

4.5 Metin Türü Öğretimi

Yapılan araştırmalar sonucu elde edilen bulgularda metin türlerinin etkin okuma ve

dinleme edimi üzerinde önemli bir rolü olduğu görülmüş ve bu nedenle metin türü

kavramı ve metin türleri ayrımı bireylere kazandırılması gereken erken bir beceri

olarak çağdaş eğitim programlarındaki yerini almıştır.

Benzer anlayışla metin türü kavramı ve metin türü eğitimi Türkçe eğitim

programında da yerini almıştır. Bu kapsamda metin türü kavramı ve metin

türlerinin öğretimiyle ilgili ilköğretim ve ortaöğretim ders kitapları ve öğretim

programları incelendiğinde metin türü kavramının ilköğretim 6. sınıftan başlayan ve

ortaöğretim 11. ve 12. sınıflarda devam eden bir süreci kapsadığı ve bu süreç

içerisinde farklı metin türlerinin öğretiminin amaçlandığı görülmektedir.

Bu amaç doğrultusunda Tablo 4.3’te de görüldüğü gibi farklı türlere ait metin

örnekleri Türkçe eğitim müfredatına dâhil edilmiş ve Tablo 4.4’te belirtilen 4 temel

amaca yönelik toplam 42 adet kazanımın gerçekleşmesi hedeflenmiştir.

Tablo 4.3. İlköğretim 6,7,8. Sınıfta Verilmesi Gereken Metin Türleri (MEB, 6.7.8.

Sınıflar Ders Programı, 2006: 57)

6. Sınıf metin türleri Şiir, hikâye, anı, masal, fabl, deneme, tiyatro, mektup.

7. Sınıf metin türleri

Şiir, hikâye, anı, deneme, tiyatro, sohbet (söyleşi), gezi yazısı,

biyografi.

8. Sınıf metin türleri Şiir, hikâye, anı, makale, roman, deneme, sohbet, eleştiri, destan.

109

Ancak Tablo 4.3 incelendiğinde 6,7,8. Sınıf eğitim programında yer verilen şiir,

anı, tiyatro gibi farklı türlere ait metinlerin; bu metinlerin ait oldukları metin

türlerine göre bir sınıflandırma yapılmadan verildiği görülmektedir.

Tablo 4.4. 6,7,8. Sınıflar Okuma Öğrenme Alanı Hedef ve Kazanım Sayıları

Amaçlar Kazanım Sayısı

Okuma kurallarını uygulama 5

Okuduğu metni anlama ve çözümleme 31

Okuduğu metni değerlendirme 2

Söz varlığını zenginleştirme 4

Toplam 42

Metin türü öğretimine yönelik daha kapsamlı eğitim faaliyetleri ise 11. sınıfa

gelindiğinde başladığı görülmektedir. Farklı metin türlerine ait metinlerin, türsel

özelliklerinin baz alınarak sınıflandırılmasını da kapsayan 11. Sınıf Dil ve Anlatım

ders programı Tablo 4.5’te görüldüğü gibi üç üniteden oluşmaktadır.

Tablo 4.5. On Birinci Sınıf Dil ve Anlatım Dersinde Yer Alan Metin Türleri

I. Ünite Metin türlerinin sınıflandırılması.

II. Ünite Öğretici metinler

Mektup, günlük, anı, biyografi, otobiyografi, gezi yazısı,

sohbet, haber yazısı, fıkra, deneme ve eleştiri.

III. Ünite Sözlü ve yazılı

anlatım

Röportaj, söylev.

Sanatsal ve bilimsel metin türlerinin yer aldığı 12. Sınıf Dil ve Anlatım ders

programının içeriği ise Tablo 4.6’da gösterildiği şekilde oluşturulmuştur.

110

Tablo 4.6. On İkinci Sınıf Dil ve Anlatım Dersinde Yer Alan Metin Türleri

I. ünite Sanat metinleri Fabl, masal, hikâye, roman, tiyatro, şiir.

IV. ünite Bilimsel yazılar

Ortaöğretim dil ve anlatım dersi öğretim programı temel alınarak hazırlanan 11. ve

12. sınıf Dil ve Anlatım ders kitabında yer alan metin türü sınıflandırmasının

Özdemir’in (2007) yazınsal türler sınıflandırmasına dayandığı görülmektedir. Buna

göre Özdemir (2007)’de tür ayrımını şiirsel türler (epik, çağdaş epik, lirik,

dramatik, pastoral), düzyazınsal türler (köşe yazısı, makale, röportaj, eleştiri,

deneme), gerçek bir yaşamdan kaynaklanan kaynaklanan yazılar (günlük, anı,

mektup, yaşam öyküsü, özyaşam öyküsü, gezi yazısı), yaşatıcı ya da kurmacasal

yazılar (roman, masal, bilim kurgu), dram ve dramatik türler (oyun türleri ve epik

tiyatro) şeklinde sınıflandırmıştır.

İlköğretim ders programının hedef ve kazanımlarında “okuma” öğrenme alanıyla

ilgili olarak: “öğrencilerin günlük hayatta karşılaştıkları yazılı metinleri doğru, akıcı

ve uygun yöntemleri kullanarak okuyabilmeleri, okudukları metinleri eleştirel bir

gözle değerlendirerek yorumlayabilmeleri ve okumayı alışkanlık haline

getirmelerinin” amaçlandığı ifade edilmektedir (MEB, 6.7.8. Sınıflar Ders

Programı, 2006: 6).

Yukarıda belirtilen amaçlara ulaşmada çocukların karşılaştıkları farklı türdeki

metinleri sahip oldukları türsel özellikler bakımından çözümleyebilmeleri; farklı

türlerdeki metinlerin türe özgü özelliklerini biliyor olmalarına ve metinlerin dil,

111

içerik ve anlatım özellikleri bakımından metin türlerine göre nasıl farklılaştığını

algılamalarına bağlıdır.

Gerek ilköğretim, gerekse ortaöğretim ders programında metin iletişimin bir

unsuru olarak kabul edilmekte, dilin farklı metin türlerinde nasıl şekillendiğinin

öğrenciler tarafından algılanabilmesinin amaçlandığı üzerinde durulmakta

öğrencilerin çeşitli kazanımları edinmeleri hedeflenmektedir. Bu bağlamda 11. ve

12. sınıflarda metin türü öğretimine yönelik faaliyetlerde öğrencilere kazandırılması

amaçlanan kazanım sayıları Tablo 4.7 ve Tablo 4.8’deki hedef kazanım tablolarında

gösterilmektedir.

Tablo 4.7. On Birinci Sınıf Hedef Kazanım Tablosu (MEB Dil ve Anlatım Dersi

Öğretim Programı 2011: 12)

Ünite Kazanım Sayısı

I. ünite Metinlerin sınıflandırılması 2

II. ünite Öğretici metinler 90

III. ünite Sözlü anlatım 113

Toplam 205

Tablo 4.8. On İkinci Sınıf Hedef Kazanım Tablosu (MEB Dil ve Anlatım Dersi

Öğretim Programı 2011: 12)

Ünite Kazanım Sayısı

I. ünite Sanat metinleri 61

IV. ünite Bilimsel yazılar 14

Toplam 75

112

Çalışmanın bu bölümün de ilk olarak metin kavramı üzerinde durularak metin türü

kavramının ne olduğu belirtilmiş ve ayrıca bir metnin, metin olmasını sağlayan

metinsellik ölçütlerinin neler olduğu ele alınıp açıklanmıştır. Söz konusu bu

bölümün ilerleyen aşamalarında ise metin türü kavramı ve metin türleri ile söylem

arasındaki organik ilişki irdelenmiştir. Bu bölümde ayrıca farklı araştırmacılar

tarafından yapılan metin türü sınıflandırmalarına yer verilmiş olup bu sınıflandırma

türlerinden birisi olan öğretici metin türü ve bu türe ait özellikler açıklanmıştır. Bu

bölümde son olarak metin türü eğitimi, Türkçe eğitim programının yapısı dâhilinde

ele alınıp incelenmiştir.

V. YÖNTEM

Tez çalışmasının bu bölümü araştırmanın deseni, veritabanının oluşturulması ve

verilerin çözümlenmesine dair bilgileri içermektedir.

5.1 Araştırma Deseni

Öğretici metinler ve tanıtsallık bildiren ekler arasında ilişki olduğu varsayımına

dayalı olarak kurgulanan bu tez çalışması, öğretici metinler ve tanıtsallık ekleri

arasındaki ilişkiyi betimsel bulgular yoluyla ortaya koymayı amaçladığından tarama

ve ilişkisel araştırma modelinde bir araştırma desenine sahiptir.

Tarama araştırması, Karasar’ın da (2003: 77) belirttiği gibi bir olguyu, olayı ve

durumu kendi koşulları içerisinde tanımlayan ve mevcut olan durumu, olduğu

şekliyle betimlemeyi amaçlayan bir araştırma modelidir.

İlişkisel (associational) araştırma modeli ise Büyüköztürk ve Ark. (2013: 23)’te de

görüleceği gibi kavramlar, durumlar ve olgular arasındaki ilişki ve bağlantıyı

incelemeyi amaçlayan bir araştırma modelidir.

5.2 Veritabanının Oluşturulması

Belirtilen amaç doğrultusunda bu tez çalışmasına ait veritabanının oluşturulmasında

amaçlı örnekleme (purposive sampling) yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntem

çalışmanın amacına bağlı olarak bilgi açısından zengin durumların seçilerek

derinlemesine araştırma yapılmasına olanak tanır. Belli ölçütleri karşılayan veya

belli özelliklere sahip olan bir veya daha fazla özel durumlarda çalışılmak

istenildiğinde tercih edilir (Büyüköztürk, Çakmak, Akgün vd, 2013: 90).

114

Yıldırım ve Şimşek’in de (2013: 135) ifade ettiği gibi bu örnekleme yöntemi

araştırmacıların elde edilen sonuçlardan hareketle araştırmanın evrenine yönelik

geçerli genellemeler yapmasına, olgu ve olayları tespit edilerek açıklamasına katkı

sağlar.

Örneklem, araştırma evrenini temsil eden bir alt küme niteliği taşıdığından ve

Balcı’nın da (2015: 95) belirttiği gibi bilimsel çalışmalarda araştırma evrenin

tamamı üzerinde çalışma yapmak matematiksel açıdan mümkün olmadığından,

evreni oluşturan birimler arasından belli kurallara göre seçilen örneklem üzerinden

araştırmalar yapılmaktadır. Bu bağlamda amaçlı örnekleme yöntemi ile oluşturulan

veri tabanının evrenini öğretici metin türleri, örneklemini ise Tablo 5.1’de de

görülen MEB 11. Sınıf Dil Anlatım Ders kitabında yer alan öğretici metin türleri

oluşturmaktadır.

Tablo 5.1. Veritabanında Yer Alan Metinler

Sıra Numarası Metinin Adı Metnin Türü

Metin 1 - Mektup

Metin 2 - Mektup

Metin 3 - Mektup

Metin 4 - Mektup

Metin 5 - Günlük

Metin 6 Yazmak Üstüne Günlük

Metin 7 Ağaçkakan Kuşu ve Başkaları Anı

Metin 8 Ankara’da Türk Ocağı Tiyatrosunun Açılışında Anı

Metin 9 Ömer Seyfettin Biyografi

Metin 10 Hayatım Biyografi

Metin 11 Japonya Gezi Yazısı

Metin 12 Japon Mucizesi Gezi Yazısı

Metin 13 Takdir Duygusu Sohbet

115

Metin14 Burgaz Ada Çöp Yangınıyla Faciadan Döndü Haber Yazısı

Metin 15 Kök Hücreden Minyatür Karaciğer Haber Yazısı

Metin 16 Kuzey Kutbunda Türkiye Kadar Buzul Eridi Haber Yazısı

Metin 17 Kaybolan Kelime Fıkra

Metin 18 Yalnızlar Deneme

Metin 19 Görgü Deneme

Metin 20 Ruh ve Beden Deneme

Metin 21 Bilgi ve Düşünceler Deneme

Metin 22 Küresel Çevre Kirlenmesi Makale

Metin 23 Atatürkçü Düşüncede Eğitim Sistemi Makale

Metin 24 Bugünkü Türk Destanı Eleştiri

Metin 25 Ece Ayhan Eleştiri

Metin 26 Saatleri Ayarlama Enstitüsü Eleştiri

Metin 27 Sultan Gelin Eleştiri

5.3 Veri Tabanının Çözümlenmesi

Verilerin çözümlenmesi, değerlendirilmesi ve araştırmanın amaçları doğrultusunda

tam, doğru ve güvenilir bilgilerin elde edilmesi amacıyla SPSS 20.0 (statistical

package for the social sciences) paket programı aracılığıyla istatistiksel analiz

yöntemleri kullanılmıştır.

Tanımlayıcı istatistiksel verilerin (frekans, yüzde) elde edilmesinde nitel araştırma

yöntemlerinden olan içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Sosyal bilimler alanında

yapılan çalışmalarda en sık başvurulan yöntemlerden birisi olan ve Bilgin’in de

(2014: 1) ifade ettiği gibi araştırmacıya öznel yargılardan arındırılmış nesnel veriler

sunan içerik analizi yöntemini Büyüköztürk ve arkadaşları şu şekilde

tanımlamaktadır: İçerik analizi metin veya metinlerden oluşan bir kümenin içindeki

116

belli kelimelerin veya kavramların varlığını belirlemeye yönelik olarak yapılır

(Büyüköztürk, Çakmak, Akgün, vd, 2013: 240).

Tanıtsallık ve metin türleri arasındaki ilişkinin belirlenmesinde ise ilişkisel

araştırma yöntemlerinden birisi olan korelasyon araştırması yöntemi kullanılmıştır.

Buradan hareketle Büyüköztürk ve ark. (2013: 15) bu araştırma yöntemini iki ya da

daha fazla değişken arasındaki ilişkileri belirlemek ve neden-sonuç ile ilgili ipuçları

elde etmek amacıyla yapılan araştırmalar şeklinde tanımlamaktadır.

Değişkenler (tanıtsallık – metin türü) arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığının

tespitinde kullanılacak uygun istatistiksel yöntemin (parametrik ya da non-

parametrik) belirlenmesi amacıyla öncelikle Özdamar (2003: 389), Pons (2014: 66),

Gamgam ve Altunkaynak (2013: 71)’de de belirttiği gibi Kolmogorov-Smirnov ve

Shapiro-Wilk normallik testleri uygulanmıştır.

Kolmogorov-Smirnov ve Shapiro-Wilk normallik testi sonucuna göre frekans

dağılımlarının, normal dağılım koşulunu sağlamadığı görülmüş ve bu nedenle de

ilişki analizinde Tekin’in de (2014: 22) belirttiği gibi normal dağılım koşulunun

sağlanmadığı parametrik olmayan X2 (Ki-Kare) test istatistikleri kullanılmıştır.

Ki-Kare testleri Büyüköztürk (2014: 158,159), Karasar (2014: 241) ve Özdamar

(2003: 369)’da da ifade edildiği gibi nitel değişkenlerin sayımla elde edilen frekans

dağılımlarından hareketle, kategorik (sınıflamalı) değişkenler arasında anlamı bir

ilişki olup olmadığının belirlenmesinde kullanılan ve parametrik olmayan testlerdir

ve ayrıca tarama türü çalışmalarda sıklıkla kullanılmaktadır.

Bu bağlamda iki değişken arasında anlamlı düzeyde bir ilişki olup olmadığı

Pearson Ki-Kare bağımsızlık sınaması testi yoluyla ortaya koyulmuştur.

VI. BULGULAR ve TARTIŞMA

Bölüm 5.3’te belirtilen yöntemler kullanılarak yapılan istatistiksel çözümlemelere

ilişkin sonuçlar şu şekildedir:

6.1 İçerik Analizine Dair Bulgular

Öğretici metinler başlığı altında yer alan 11 farklı türdeki toplam 27 metinin

içerdiği tanıtsallık eklerinin görünümü içerik analizi yöntemiyle belirlenmiştir. Bu

analizde incelenen metin türleri ve bu metinlerde yer alan doğrudan ve dolaylı

tanıtsallık eklerinin sıklık ve yüzde değerleri Tablo 6.1’de gösterilmiştir.

Tablo 6.1. Tanıtsallık Eklerin Metin Türlerine Göre Dağılımı

Metin Türleri n %

Mektup 1 24 3,8

Mektup 2 26 4,1

Mektup 3 12 1,9

Mektup 4 33 5,2

Günlük 1 37 5,8

Günlük 2 12 1,9

Anı 1 106 16,7

Anı 2 12 1,9

Biyografi 1 39 6,1

Biyografi 2 8 1,3

Gezi Yazısı 1 72 11,3

Gezi Yazısı 2 43 6,8

Sohbet 16 2,5

Haber 1 33 5,2

Haber 2 7 1,1

Haber 3 7 1,1

Fıkra 9 1,4

Deneme 1 12 1,9

118

Deneme 2 2 0,3

Deneme 3 1 0,2

Deneme 4 2 0,3

Makale 1 25 3,9

Makale 2 3 0,5

Eleştiri 1 51 8,0

Eleştiri 2 13 2,0

Eleştiri 3 13 2,0

Eleştiri 4 18 2,8

Toplam Ek Sayısı 636 100,0

Tablo 6.1’de de görüldüğü gibi incelenen 27 metinde doğrudan ve dolaylı

tanıtsallık bildiren toplam 636 adet ek tespit edilmiştir. Söz konusu metinler içinde

dolaylı ve doğrudan tanıtsallık bildiren ekler bakımından en fazla sayıda eke sahip

olan metin “Anı 1” metnidir. Bu metinde toplamda 106 adet tanıtsallık eki tespit

edilmiştir. Tanıtsallık ekleri bakımından en az değere sahip metin ise “Deneme 3”

metnidir. Bu metinde 1 adet tanıtsallık eki tespit edilmiştir.

Söz konusu 27 farklı metinde yer alan tanıtsallık eklerinin, tanıt türlerine göre

dağılımları da her bir metin türü için ayrı ayrı hesaplanmıştır. Buna göre Tablo

6.2.’de de görüleceği gibi mektup türünde yer alan dört farlı metinde doğrudan ve

dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan toplam 95 adet ek olduğu görülmüştür. Bu

eklerden 76 tanesi doğrudan tanıtsallık ifadesi taşırken, 19 tanesi dolaylı tanıtsallık

ifadesi taşımaktadır. Bu nedenle incelen dört metindeki tanıtsallık anlatımının

büyük oranda doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan ekler aracılığıyla

gerçekleştirildiğini söylemek mümkündür.

119

Tablo 6.2. Mektup Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Mektup

Mektup

1

Mektup

2

Mektup

3

Mektup

4

n % n % n % n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N E

KL

ER

Doğrudan

Tanıtsallık

Bildiren

Ekler

Doğrudan

Görsel -DI 2 8,3 1 3,8 3 25,0 20 60,6

Doğrudan

Görsel -yor 0 0,0 3 11,3 0 0,0 4 12,1

Doğrudan

Görsel -Ø 0 0,0 2 7,7 0 0,0 1 3,0

Doğrudan

Duyusal -DI 2 8,3 0 0,0 0 0,0 3 9,1

Doğrudan

Duyusal -yor 0 0,0 2 7,7 0 0,0 1 3,0

Doğrudan

Duyusal -Ø 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Doğrudan

Algısal -DI 1 4,2 8 30,8 2 16,7 1 3,0

Doğrudan

Algısal -yor 11 45,8 6 23,1 1 8,3 2 6,1

Doğrudan

Algısal -Ø 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Dolaylı

Tanıtsallık

Bildiren

Ekler

Dolaylı

Çıkarım -mIş 4 16,7 4 15,4 1 8,3 0 0,0

Dolaylı

Aktarım -mIş 4 16,7 0 0,0 2 16,7 1 3,0

Dolaylı

Uslamlama -

DIr

0 0,0 0 0,0 3 25,0 0 0,0

Toplam 95 100,0

120

Tez çalışmamızda öğretici metinler başlığı altında incelenen bir diğer metin türü de

günlüktür. Veri tabanında yer alan günlük türüne ait iki farklı metnin tanıtsallık

ekleri açısından sergilediği görünüm Tablo 6.3’te görülmektedir.

Tablo 6.3. Günlük Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Günlük

Günlük 1 Günlük 2

n % n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N

EK

LE

R

Doğrudan Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Doğrudan Görsel -DI 26 70,3 6 50,0

Doğrudan Görsel -yor 4 10,8 0 0,0

Doğrudan Görsel -Ø 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Duyusal -DI 1 2,7 0 0,0

Doğrudan Duyusal -yor 2 5,4 0 0,0

Doğrudan Duyusal -Ø 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Algısal -DI 3 8,1 4 33,3

Doğrudan Algısal -yor 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Algısal -Ø 0 0,0 0 0,0

Dolaylı Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Dolaylı Çıkarım -mIş 1 2,7 1 8,3

Dolaylı Aktarım -mIş 0 0,0 1 8,3

Dolaylı Uslamlama -DIr 0 0,0 0 0,0

Toplam 49 100,0

Tablo 6.3 incelendiğinde, mektup türünde olduğu gibi bu türde de tanıtsallık

aktarımının büyük ölçüde doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan ekler aracılığıyla

gerçekleştirildiği görülmektedir. Günlük türüne ait bu iki metinde doğrudan ve

dolaylı olmak üzere toplam 49 adet ek olduğu görülmüştür. Bu eklerden 46 tanesi

doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan eklerden oluşurken, 3 tanesi dolaylı tanıtsallık

ifadesi taşımaktadır.

İçerdiği tanıtsallık eklerinin görünüşü açısından incelenen diğer bir metin türü ise

anı türüdür. Bu türde yer alan iki farklı metin, tanıtsallık görünüşü bakımından

incelenmiştir. Bu bağlamda söz konusu bu iki metinde doğrudan ve dolaylı

121

tanıtsallık ifadesi taşıyan toplam 118 adet ek olduğu görülmüştür. Söz konusu bu

118 ekin 93 tanesi doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan eklerden oluşurken, 25 tanesi

dolaylı tanıtsallık ifadesi taşımaktadır. Anı türünde yer alan bu iki metinde de

tanıtsallık anlatımı büyük oranda doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan ekler

aracılığıyla gerçekleşmektedir. Bu iki metinde yer alan tanıtsallık eklerinin tanıt

türlerine dağılımını Tablo 6.4’te görülmektedir.

Tablo 6.4. Anı Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Anı

Anı 1 Anı 2

n % n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N

EK

LE

R

Doğrudan Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Doğrudan Görsel -DI 28 26,4 6 50,0

Doğrudan Görsel -yor 26 24,5 0 0,0

Doğrudan Görsel -Ø 6 5,7 0 0,0

Doğrudan Duyusal -DI 6 5,7 5 41,7

Doğrudan Duyusal -yor 6 5,7 0 0,0

Doğrudan Duyusal -Ø 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Algısal -DI 7 6,6 0 0,0

Doğrudan Algısal -yor 3 2,8 0 0,0

Doğrudan Algısal -Ø 0 0,0 0 0,0

Dolaylı Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Dolaylı Çıkarım -mIş 22 20,8 0 0,0

Dolaylı Aktarım -mIş 1 0,9 0 0,0

Dolaylı Uslamlama -DIr 1 0,9 1 8,3

Toplam 118 100,0

Öğretici metinler bağlığı altında yer alan diğer bir metin türü de biyografidir. Veri

tabanınında bulunan bu türe ait iki farklı metin türüne ilişkin sonuçlar Tablo 6.5’te

görülmektedir.

122

Tablo 6.5. Biyografi Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Biyografi

Biyografi

1

Biyografi

2

n % n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N

EK

LE

R

Doğrudan Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Doğrudan Görsel -DI 8 20,5 6 75,0

Doğrudan Görsel -yor 9 23,1 0 0,0

Doğrudan Görsel -Ø 1 2,6 0 0,0

Doğrudan Duyusal -DI 3 7,7 0 0,0

Doğrudan Duyusal -yor 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Duyusal -Ø 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Algısal -DI 7 17,9 0 0,0

Doğrudan Algısal -yor 1 2,6 0 0,0

Doğrudan Algısal -Ø 0 0,0 0 0,0

Dolaylı Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Dolaylı Çıkarım -mIş 4 10,3 0 0,0

Dolaylı Aktarım -mIş 4 10,3 2 25,0

Dolaylı Uslamlama -DIr 2 5,1 0 0,0

Toplam 47 100,0

Tablo 6.5’te de görüldüğü gibi biyografi türünde yer alan iki farklı metinde

doğrudan ve dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan toplam 47 adet tanıtsallık ekinin

olduğu tespit edilmiştir. Söz konusu bu 47 ekin 35 tanesi doğrudan tanıtsallık

türüne aitken, 12 tanesi dolaylı tanıtsallık türüne aittir. Bu iki metindeki tanıtsallık

anlatımının büyük ölçüde doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan ekler vasıtasıyla

sağlandığını sonuçlara bakarak söylemek mümkündür.

Tezin kapsamı içinde incelenen diğer bir öğretici metin türü de gezi yazısı türünde

yer alan iki metindir. Gezi yazısı türünde yer alan bu iki farklı metinde doğrudan ve

dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan toplam 155 adet ek olduğu saptanmıştır. Bu

eklerden 90 tanesi doğrudan tanıtsallık türüne ait eklerden oluşurken, kalan 25 ek

dolaylı tanıtsallık türüne ait eklerdir. Bu metin türünde yer alan tanıtsallık eklerinin

tanıt türlerine göre dağılımları ise Tablo 6.6’da görülmektedir.

123

Tablo 6.6. Gezi Yazısı Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Gezi

Yazısı

Gezi

Yazısı 1

Gezi

Yazısı 2

n % n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N

EK

LE

R

Doğrudan Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Doğrudan Görsel -DI 6 8,3 1 2,3

Doğrudan Görsel -yor 33 45,8 11 25,6

Doğrudan Görsel -Ø 4 5,6 3 7,0

Doğrudan Duyusal -DI 1 1,4 0 0,0

Doğrudan Duyusal -yor 10 13,9 7 16,3

Doğrudan Duyusal -Ø 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Algısal -DI 8 11,1 1 2,3

Doğrudan Algısal -yor 0 0,0 5 11,6

Doğrudan Algısal -Ø 0 0,0 0 0,0

Dolaylı Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Dolaylı Çıkarım -mIş 5 6,9 5 11,6

Dolaylı Aktarım -mIş 5 6,9 10 23,3

Dolaylı Uslamlama -DIr 0 0,0 0 0,0

Toplam 115 100,0

Tablo 6.6 incelendiğinde doğrudan tanıtsallık bildiren eklerin sayıca dolaylı

tanıtsallık bildiren eklerden fazla olduğu net bir biçimde görülmektedir. Bu

bakımdan söz konusu bu iki metinde bulunan tanıtsallık anlatımının büyük oranda

doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan ekler vasıtasıyla gerçekleştiğini söylemek

mümkündür.

Öğretici metinler kapsamında yer alan bir diğer metin türü de sohbet türünde yer

alan metinlerdir. Bu kapsam içinde veri tabanında bulunan bu türe ait bir metin

incelenmiş olup bu metinde geçen tanıtsallık eklerine ait sayısal veriler Tablo

6.7’de sunulmuştur.

124

Tablo 6.7. Sohbet Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Sohbet

Sohbet

n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N

EK

LE

R

Doğrudan Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Doğrudan Görsel -DI 3 18,8

Doğrudan Görsel -yor 2 12,5

Doğrudan Görsel -Ø 1 6,3

Doğrudan Duyusal -DI 1 6,3

Doğrudan Duyusal -yor 0 0,0

Doğrudan Duyusal -Ø 0 0,0

Doğrudan Algısal -DI 1 6,3

Doğrudan Algısal -yor 0 0,0

Doğrudan Algısal -Ø 0 0,0

Dolaylı Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Dolaylı Çıkarım -mIş 2 12,5

Dolaylı Aktarım -mIş 5 31,3

Dolaylı Uslamlama -DIr 1 6,3

Toplam 16 100,0

Tablo 6.7 incelendiğinde sohbet türünde yer alan metinde doğrudan ve dolaylı

tanıtsallık ifadesi taşıyan toplam 16 adet ek olduğu ve bu eklerin 8 tanesinin

doğrudan tanıtsallık türüne, kalan 8 tanesinin ise dolaylı tanıtsallık türüne ait

olduğu görülmektedir.

Öğretici metinler başlığı altında bulunan bir diğer metin türü ise haber yazılarıdır.

Bu türle ilgili olarak veri tabanında yer alan üç farklı metin incelenmiştir. Bu

metinlerde tanıtsallık ifadesi taşıyan toplam 47 adet ek olduğu görülmüştür. Bu

eklerin tanıt türlerine dağılımına ilişkin sonuçları Tablo 6.8’de yer almaktadır.

125

Tablo 6.8. Haber Yazısı Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Haber Yazısı

Haber

Yazısı 1

Haber

Yazısı 2

Haber

Yazısı 3

n % n % n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N E

KL

ER

Doğrudan

Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Doğrudan Görsel -DI 12 36,4 6 85,7 2 28,6

Doğrudan Görsel -yor 4 12,1 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Görsel -Ø 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Duyusal -DI 3 9,1 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Duyusal -

yor 4 12,1 0 0,0 2 28,6

Doğrudan Duyusal -Ø 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Algısal -DI 6 18,2 1 14,3 1 14,3

Doğrudan Algısal -yor 0 0,0 0 0,0 1 14,3

Doğrudan Algısal -Ø 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Dolaylı Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Dolaylı Çıkarım -mIş 1 3,0 0 0,0 0 0,0

Dolaylı Aktarım -mIş 3 9,1 0 0,0 1 14,3

Dolaylı Uslamlama -

DIr 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Toplam 47 100,0

Haber yazısı türünde yer alan toplam 47 adet tanıtsallık ekinin 35 tanesi doğrudan

tanıt türüne ait eklerden oluşmaktadır. Geriye kalan 12 ek ise dolaylı tanıtsallık

türüne ait eklerden oluşmaktadır. Bu sonuçlardan hareketle haber yazısı türünde yer

alan bu üç metindeki baskın tanıtsallık anlatımının doğrudan tanıt türüne

dayandığını söylemek mümkündür. Ayrıca haber metinlerindeki temel amacın,

metnin alıcısına bilgi aktarmak olduğundan bu türdeki metinlerde baskın tanıtsallık

türünün doğrudan tanıtsallık türünde olması doğal bir durum olarak görülmelidir.

Çünkü metin üreticisi, bu sayede tek bir sorumlu zihin üzerinden aktarılan bilginin

doğruluk değerini yükseltebilir. Aksi takdirde haber metninin taşıdığı bilgisellik

değerinin düşük olması sonucuyla karşı karşıya kalınması durumu ortaya çıkacaktır.

126

Öğretici metinler kapsamında incelenen bir diğer metin türü de fıkradır. Tezin veri

tabanında bu türe ait bir metin incelenmiş ve sonuçları Tablo 6.9’da gösterilmiştir.

Tablo 6.9. Fıkra Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Fıkra

Fıkra

n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N

EK

LE

R

Doğrudan Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Doğrudan Görsel -DI 5 55,6

Doğrudan Görsel -yor 0 0,0

Doğrudan Görsel -Ø 3 33,3

Doğrudan Duyusal -DI 1 11,1

Doğrudan Duyusal -yor 0 0,0

Doğrudan Duyusal -Ø 0 0,0

Doğrudan Algısal -DI 0 0,0

Doğrudan Algısal -yor 0 0,0

Doğrudan Algısal -Ø 0 0,0

Dolaylı Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Dolaylı Çıkarım -mIş 0 0,0

Dolaylı Aktarım -mIş 0 0,0

Dolaylı Uslamlama -DIr 0 0,0

Toplam 9 100,0

Tablo 6.9’da da ifade edildiği gibi fıkra türüne ait bu metinde tanıtsallık ifadesi

taşıyan toplam 9 adet ek olduğu tespit edilmiştir. Bu eklerin tamamı doğrudan

tanıtsallık ifadesi taşıyan eklerden oluşmaktadır. Bu metinde dolaylı tanıtsallık

anlatımı sağlayan ek bulunamamıştır.

Tezin kapsamın dâhilinde yer alan bir diğer öğretici metin türü ise deneme türüdür.

Bu bağlamda bu türe yer alan dört farklı metin, içerdiği tanıtsallık eklerinin

görünümü bakımından incelenmiştir. Bu inceleme sonucu söz konusu bu dört

metinde doğrudan ve dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan toplam 17 adet ek olduğu

görülmüştür. Bu 17 adet ekin 15 tanesi doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan eklerden

oluşurken, 2 tanesi dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan eklerden oluşmaktadır. Bu

127

sebeple bu dört farklı metindeki hâkim tanıtsallık anlatımının doğrudan tanıt türüne

ait ekler aracılığıyla sağlandığını söylemek mümkündür. Bu türe ait metinlerde yer

alan tanıtsallık eklerinin, tanıt türlerine dağılımı Tablo 6.10’da gösterilmektedir.

Tablo 6.10. Deneme Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Deneme

Deneme 1 Deneme 2 Deneme 3 Deneme 4

n % n % n % n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N E

KL

ER

Doğrudan

Tanıtsallık

Bildiren

Ekler

Doğrudan

Görsel -DI 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Doğrudan

Görsel -yor 2 16,7 0 0,0 0 0,0 1 50,0

Doğrudan

Görsel -Ø 0 0,0 1 50,0 0 0,0 0 0,0

Doğrudan

Duyusal -DI 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Doğrudan

Duyusal -yor 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Doğrudan

Duyusal -Ø 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Doğrudan

Algısal -DI 3 25,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Doğrudan

Algısal -yor 6 50,0 0 0,0 1

100,

0 1 50,0

Doğrudan

Algısal -Ø 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Dolaylı

Tanıtsallık

Bildiren

Ekler

Dolaylı

Çıkarım -mIş 1 8,3 1 50,0 0 0,0 0 0,0

Dolaylı

Aktarım -mIş 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Dolaylı

Uslamlama -DIr

0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Toplam 17 100,0

128

İçerdiği tanıtsallık eklerinin görünümü bakımından incelenen bir diğer öğretici

metin türü de makale türüdür. Bu kapsamda makale türüne ait iki farklı metinde yer

alan tanıtsallık eklerinin sayısal dağılımı Tablo 6.11’deki gibidir.

Tablo 6.11. Makale Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Makale

Makale 1 Makale 2

n % N %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N

EK

LE

R

Doğrudan Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Doğrudan Görsel -DI 1 4,0 0 0,0

Doğrudan Görsel -yor 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Görsel -Ø 0 0,0 0 0,0

Doğrudan Duyusal -DI 15 80,0 0 0,0

Doğrudan Duyusal -yor 1 4,0 0 0,0

Doğrudan Duyusal -Ø 2 8,0 0 0,0

Doğrudan Algısal -DI 2 8,0 0 0,0

Doğrudan Algısal -yor 2 8,0 1 33,3

Doğrudan Algısal -Ø 0 0,0 0 0,0

Dolaylı Tanıtsallık

Bildiren Ekler

Dolaylı Çıkarım -mIş 1 4,0 1 33,3

Dolaylı Aktarım -mIş 0 0,0 1 33,3

Dolaylı Uslamlama -DIr 1 4,0 0 0,0

Toplam 28 100,0

Tablo 6.11’de görüldüğü gibi alan makale türüne ait iki metinde tanıtsallık ifadesi

taşıyan toplam 28 adet ek olduğu görülmüştür. Bu eklerden 24 tanesi doğrudan tanıt

türüne aitken, 4 tanesi ise dolaylı tanıt türüne ait eklerden oluşmaktadır. Bu iki

metinde de baskın tanıtsallık anlatımı doğrudan tanıt türüne ait ekler tarafından

sağlanmaktadır.

Tezin kapsamı içinde incelenen son öğretici metin türü ise eleştiri türüne ait

metinlerdir. Bu bağlamda bu türde yer alan dört farklı metin incelenmiş olup, bu

incelemeye ait sonuçlar Tablo 6.12’de gösterilmiştir.

129

Tablo 6.12. Eleştiri Türünde Yer Alan Tanıtsallık Eklerinin Dağılımı

Metin Türü: Eleştiri

Eleştiri 1 Eleştiri 2 Eleştiri 3 Eleştiri 4

n % n % n % n %

TA

NIT

SA

LL

IK B

İLD

İRE

N E

KL

ER

Doğrudan

Tanıtsallık

Bildiren

Ekler

Doğrudan

Görsel -DI 1 2,0 0 0,0 3 23,1 3 16,7

Doğrudan

Görsel -yor 13 25,5 0 0,0 0 0,0 3 16,7

Doğrudan

Görsel -Ø 8 15,7 0 0,0 0 0,0 2 11,1

Doğrudan

Duyusal -DI 0 0,0 0 0,0 2 15,4 0 0,0

Doğrudan

Duyusal -yor 0 0,0 0 0,0 0 0,0 3 16,7

Doğrudan

Duyusal -Ø 0 0,0 5 38,5 0 0,0 0 0,0

Doğrudan

Algısal -DI 2 3,9 3 23,1 1 7,7 2 11,1

Doğrudan

Algısal -yor 11 21,6 1 7,7 3 23,1 3 16,7

Doğrudan

Algısal -Ø 0 0,0 0 0,0 0 0,0 0 0,0

Dolaylı

Tanıtsallık

Bildiren

Ekler

Dolaylı

Çıkarım -mIş 14 27,5 3 23,1 2 15,4 2 11,1

Dolaylı

Aktarım -mIş 1 2,0 0 0,0 0 0,0 0

Dolaylı

Uslamlama -

DIr

1 2,0 1 7,7 2 15,4 0 0,0

Toplam 95 100,0

Tablo 6.12’den de anlaşıldığı gibi eleştiri türüne ait bu dört metinde toplam 95 adet

tanıtsallık eki olduğu saptanmıştır. Söz konusu olan bu 95 ekin 69 tanesi doğrundan

tanıt türüne ait eklerdir. Geri kalan 25 ek ise dolaylı tanıt türüne ait eklerdir. Bu

130

sonuçtan hareketle eleştiri türüne ait bu dört metindeki tanıtsallık anlatımının büyük

oranda doğrudan tanıt türüne dayalı olarak gerçekleştiğini söylemek mümkündür.

İçerik analizinin buraya kadarki olan bölümünde, öğretici metinler başlığı altında

yer alan 11 farklı metin türündeki toplam 27 metinde yer alan tanıtsallık eklerinin

her bir metin içindeki dağılımına yer verilmiştir. Bu noktadan sonraki bölümde ise

söz konusu bu metinlerdeki yaygın tanıt türü kullanımını ve tanıt türlerinin

kullanımında tanıtsallık bildiren hangi ekin daha fazla sayıda yer aldığını tespit

etmek amacıyla tanıtsallık eklerinin tanıt türlerindeki dağılımlarına yer verilmiştir.

Bu bağlamda söz konusu 27 metinde tanıtsallık ifadesi taşıdığı tespit edilen toplam

636 adet ekin hangi tanıt türüne ait olduğu Tablo 6.13’te görülmektedir.

Tablo 6.13. Tanıtsallık Eklerinin Tanıt Türlerine Göre Dağılımı

Tanıtsallık Türleri n %

Doğrudan Tanıtsallık 507 79,7

Dolaylı Tanıtsallık 129 20,3

Toplam 636 100,0

Tablo 6.13’te görüldüğü gibi tanıtsallık bildiren toplam 636 ekin büyük çoğunluğu

doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan eklere aittir. Bu nedenle incelenen metinlerde

yer alan tanıtsallık anlatımı büyük ölçüde doğrudan tanıt türüne dayalı olarak

gerçekleşmektedir. Öğretici metin türünde yer alan metinlerdeki temel amaç, metin

alıcısına bilgi aktarmak olduğundan bu türdeki metinlerde, metnin bilgisellik değeri

üzerinde doğrudan etkisi bulunan tanıtsallık anlatımı ve anlatımı görünür kılan

tanıtsallık eklerinin kullanımı oldukça önemlidir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde

131

incelenen metinlerdeki baskın tanıtsallık anlatımının doğrudan tanıt türüne dayalı

olması metnin bilgisellik değerini de doğrudan etkilemekte ve metinde aktarılan

bilginin doğruluk değerini arttırarak metnin yazılışındaki temel amacının

gerçekleşmesine katkı sağlamaktadır. Doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan toplam

507 adet ekin büyük çoğunluğunun ise Tablo 6.14’te de görüldüğü gibi doğrudan

görsel tanıtsallık ifadesi taşıyan eklerden oluştuğu anlaşılmaktadır.

Tablo 6.14. Doğrudan Tanıtsallık Bildiren Eklerinin Dağılımı

Doğrudan Tanıt Türleri n %

Doğrudan Görsel 290 57,2

Doğrudan Duyusal 94 18,5

Doğrudan Algısal 123 24,3

Toplam 507 100,0

Tablo 6.15, 6.16 ve 6.17 ise doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan eklerin sayısal

dağılımları göstermektedir. Bu bağlamda adı geçen tablolar incelendiğinde görsel

ve duyusal tanıta dayalı anlatımın söz konusu metindeler büyük oranda -DI eki ile

sağlanırken, algısal tanıta dayalı anlatım -yor eki ile gerçekleştirilmiştir.

Tablo 6.15. Doğrudan Görsellik Bildiren Eklerin Dağılımı

Doğrudan Görsellik

Bildiren Ekler n %

Doğrudan Görsel -DI 143 49,3

Doğrudan Görsel -yor 115 39,7

Doğrudan Görsel -Ø 32 11,0

Toplam 290 100,0

132

Tablo 6.16. Doğrudan Duyusallık Bildiren Eklerin Dağılımı

Doğrudan Duyusallık

Bildiren Ekler n %

Doğrudan Duyusal -DI 49 52,1

Doğrudan Duyusal -yor 38 40,4

Doğrudan Duyusal -Ø 7 7,4

Toplam 94 100,0

Tablo 6.17. Doğrudan Algısallık Bildiren Eklerin Dağılımı

Doğrudan Algısallık

Bildiren Ekler n %

Doğrudan Algısal -DI 56 45,5

Doğrudan Algısal -yor 67 54,5

Doğrudan Algısal -Ø 0 0,0

Toplam 123 100,0

İncelenen metinlerde tespit edilen dolaylı tanıt türündeki eklerin dağılımı ise Tablo

6.18’de görülmektedir.

Tablo 6.18. Dolaylı Tanıtsallık Bildiren Eklerin Dağılımı

Dolaylı Tanıtsallık Bildiren

Ekler n %

Dolaylı Çıkarım 76 58,9

Dolaylı Aktarım 39 30,2

Dolaylı Uslamlama 14 10,9

Toplam 129 100,0

133

Tablo 6.18 incelendiğinde, incelenen metinlerde dolaylı tanıtsallık anlatımı ifade

eden toplam 129 adet ek içerisinde en büyük payın 76 adetle çıkarım anlatımı

belirten -mIş ekine ait olduğu görülmektedir. Bu nedenle söz konusu metinlerde

dolaylı tanıtsallık anlatımının büyük oranda çıkarım sonucu elde edilen tanıt türü ile

gerçekleştiğini söylemek mümkündür.

Buraya kadarki olan bölümde içerik analizine ilişkin sonuçlara yer verilmiştir. Bu

noktadan sonraki bölümde ise değişkenler arasında istatistiksel bakımdan anlamlı

bir ilişki olup olmadığını belirlemeye yönelik olarak yapılan istatistiksel

çözümlemelere ilişkin sonuçlar yer almaktadır.

6.2 Tanıtsallık Ekleri ile Öğretici Metinler Arasındaki İlişkiye Yönelik

Bulgular

Tablo 6.19. Normallik Testi Sonuçları

Kolmogorov-Smirnova Shapiro-Wilk

Statistic P Statistic P

Tür ,149 ,000 ,910 ,000

Tanıtsallık ,202 ,000 ,636 ,000

a. Lilliefors Significance Correction.

H0: Dağılım normal dağılımdır.

H1: Dağılım normal değildir.

Tablo 6.19’da da görüldüğü gibi hem Kolmogorov-Smirnov hem de Shapiro-Wilk

normallik testi için hesaplanan P anlamlılık değeri, Güriş ve Astar (2014: 185)’te

belirtildiği gibi, (P < 0,05) olduğundan 0,05 anlamlılık düzeyinde H0 hipotezi

134

reddedilmiş, söz konusu verinin normal dağılım değerine sahip olmadığını belirten

H1 hipotezi % 95 güven aralığında kabul edilmiştir.

6.20. Pearson Ki-Kare Bağımsızlık Sınaması Test Sonucu

Statistic P

Pearson Chi-square 967,417a ,000

a. 0 cell (,0%) have expected frequencies less than 5. The minimum expected cell frequencies is ,01.

H0: Değişkenler arasında ilişki yoktur.

H1: Değişkenler arasında ilişki vardır.

Ki-Kare test istatistiği sonuçlarının anlamlı düzeyde yorumlanabilmesi için

Kartal’ın da (2014: 143) altını çizdiği gibi gözlenen ve beklenen frekans

değerlerinin % 20’sinin 5’ten küçük olmaması gerekmektedir. Bu çalışmada 5’ten

küçük gözlenen ve beklenen frekans değeri sayısı (,0%) olduğundan Pearson Ki-

Kare bağımsızlık sınaması testine ait sonuçlar anlamlı düzeyde

yorumlanabilmektedir.

Tablo 6.20’de de görüldüğü gibi değişkenler arasında anlamlı bir ilişkinin olup

olmadığının belirlenmesi için hesaplanan Pearson Ki-Kare değeri (x2: 967,417) red

bölgesinde yer aldığından hesaplanan P anlamlılık değeri, Güriş ve Astar (2014:

233)’te belirtildiği gibi (P < 0,05) olduğundan 0,05 anlamlılık düzeyinde H0 yokluk

hipotezi reddedilmiş ve % 95 güven aralığında iki değişken arasında istatistiksel

açıdan anlamlı bir ilişki olduğunu ifade eden H1 hipotezi kabul edilmiştir.

Gamgam ve Altunkaynak’ın da belirttiği gibi (2013: 253) Pearson Ki-Kare test

istatistiği sonucunda elde edilen P anlamlılık değeri sonucuna göre, değişkenler

135

arasında istatistiksel açıdan bir ilişki olmadığını belirten H0 yokluk hipotezi

reddedildiğinden değişkenler arasındaki ilişkinin düzeyine bakmak mümkündür.

Bu bağlamda Ki-Kare istatistikleri ile hesaplanan nitel kategorik değişkenler

arasındaki ilişkinin yönü hakkında yorumlama yapılmasına olanak veren Cramer’s

V ilişki katsayısının hesaplanması gerektiği Çilan (2013: 102) ve Pett (2015: 391)

tarafından da ifade edilmektedir.

Tablo 6.21. Cramer’s V İlişki Katsayısı Sonucu

Statistic P

Cramer’s V ,400 ,000

Tablo 6.21 incelendiğinde Cramer’s V ilişki katsayısı için hesaplanan 0,400

değerine karşılık gelen P anlamlılık değeri sonucuna göre değişkenler arasında %

40 oranında pozitif yönlü bir ilişki bulunduğu görülmektedir.

Söz konusu bu % 40 oranındaki pozitif yönlü ilişkinin kaynağını % 79,7 oranında

dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan ekler oluştururken, kalan % 20,3 oranındaki kısım

ise dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan ekler tarafından oluşturulmaktadır. Ayrıca

Grafik 6.1’de de görüldüğü gibi tanıtsallık ekleri ile öğretici metin türleri arasındaki

ilişkinin alt boyutuna tanıtsallık ekleri bazında daha kapsamlı bir biçimde bakmak

mümkün olmaktadır. Buna göre söz konusu değişkenler arasındaki ilişkinin alt

boyutunda en yüksek oransal etkiye sahip tanıtsallık eki % 22,5 etki değeriyle

doğrudan görsel tanıt türüne ait -DI tanıtsallık ekidir. Buna karşılık % 1,1’lik

oransal değeri ile en az etki değeri sıfır biçimcik (-Ø) ile kodlanan doğrudan

duyusal tanıt türüne aittir.

136

Grafik 6.1. Tanıtsallık Ekleri ve Öğretici Metinler Arasındaki İlişki Kaynağının Alt

Boyutları

22,5

18,1

57,7

61,1

8,8

10,5

11,9

6,1 2,2 Doğrudan Görsel -DI

Doğrudan Görsel -yor

Doğrudan Görsel -Ø

Doğrudan Duyusal -DI

Doğrudan Duyusal -yor

Doğrudan Duyusal -Ø

Doğrudan Algısal -DI

Doğrudan Algısal -yor

Dolaylı Çıkarım -mIş

Dolalı Aktarım -mIş

Dolaylı Uslamlama -DIr

VII. SONUÇ ve DEĞERLENDİRME

Bu tez çalışmasında tanıtsallık eklerinin, öğretici metin türlerinde sergiledikleri

görünümü betimlemek ve bu iki birim arasında istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde

bir ilişki olup olmadığını belirlemek amaçlanmıştır. Bu kavramsal çerçeve

içerisinde 2. ve 3. sayfalarda belirtilmiş olan araştırma sorularının yanıtları için

amaçlı örnekleme yöntemi ile veritabanı oluşturulmuş, yapılan istatistiksel

çözümlemelerden elde edilen sonuçların dikkat çeken yanları ve bu sonuçlardan

yola çıkılarak çalışmada varılan yargılar aşağıdaki bölümde ifade edilmiştir.

Toplamda 11 farklı öğretici metin türüne ait incelenen 27 farklı metinde tanıtsallık

ifadesi taşıyan toplam 636 adet ek olduğu ve bu eklerden sıklık sayısı en fazla olan

tanıtsallık ekinin görsel tanıt türünde yer alan -DI eki olduğu; buna karşın sıfır

biçimcik ile kodlanan doğrudan algısal tanıt türünün ise hiç yer almadığı

görülmüştür. Bu bağlamda veritabanında yer alan eklerin tanıt türlerindeki görülme

sıklığı ve yüzde değeri Tablo 7.1’de görülmektedir.

Tablo 7.1. Tanıtsallık Eklerinin Tanıt Türlerine Dağılımı

Tanıtsallık Eki Tanıtsallık Türü n %

-DI Doğrudan Görsel 143 22,5

-yor Doğrudan Görsel 115 18,1

-Ø Doğrudan Görsel 32 5,0

-DI Doğrudan Duyusal 49 7,7

-yor Doğrudan Duyusal 38 6,0

-Ø Doğrudan Duyusal 7 1,1

-DI Doğrudan Algısal 56 8,8

138

-yor Doğrudan Algısal 67 10,5

-Ø Doğrudan Algısal 0 0,0

-mIş Dolaylı Çıkarım 76 11,9

-mIş Dolaylı Aktarım 39 6,1

-DIr Dolaylı Uslamlama 14 2,2

Toplam 636 100,0

Tablo 7.1 incelendiğinde doğrudan tanıt türüne ait eklerin diğer tanıtsallık türünde

yer alan eklerden daha fazla sayıda olduğu görülmektedir. Bu bağlamda temel

amacı okuyucuyu bilgilendirmek, bilmediği konu veya konular hakkında gündelik

yaşantısında kullanabileceği bilgileri aktarmak olan öğretici metin türlerinde

tanıtsallık ifadesi taşıyan eklerin yaygın biçimde görülmesi ve ayrıca bilgisellik ve

doğruluk değeri açısından daha yüksek kesinlik ve doğruluk değerine sahip

doğrudan tanıtsallık ifadesine sahip eklerin toplam tanıtsallık ekleri içindeki

payının yüksek olması öğretici metin türünün iletişimsel amacına bağlı olarak

şekillenen söylemsel özelliklerin tanıtsallık ekleri tarafından desteklendiğini

göstermektedir. Bu çerçevede doğrudan ve dolaylı tanıt türlerine ait eklerin yüzde

değerleri Grafik 7.1’de görülmektedir.

139

Grafik 7.1. Doğrudan ve Dolaylı Tanıt Türlerine Ait Eklerin Yüzdelik Oransal

Dağılımı

Çalışmada dikkat çeken bir diğer bulgu ise doğrudan tanıtsallık bildiren ekler

arasındaki dağılımdır. Diğer bir ifadeyle söylemek gerekirse doğrudan tanıtsallık

bildiren toplam 507 ek arasında en fazla sayıda bulunan tanıt türü eki Grafik 7.2’de

de görüldüğü gibi görsel tanıt türüne ait eklerden oluşmaktadır.

Grafik 7.2. Doğrudan Tanıt Türüne Ait Eklerin Yüzdelik Oransal Dağılımı

79,7

20,3

Doğrudan Tanıtsallık

Dolaylı Tanıtsallık

52,7

18,5

24,3

Doğrudan Görsel

Doğrudan Duyusal

Doğrudan Algısal

140

Bu durum öğretici metin türünde yer alan metinlerdeki doğrudan tanıtsallık

anlatımının büyük oranda görsel tanıt türüne dayalı olarak gerçekleştiğini

göstermektedir.

Benzer bir şekilde dolaylı tanıtsallık anlatımında da bilgi kaynağı pozisyonunda

konuşucunun kendisinin bulunduğu çıkarım ve uslamlama türüne tanıtsallık

eklerinin, bilgi kaynağı konumunda konuşucunun olmadığı aktarım türü tanıtsallık

eklerine oranla daha yüksek sayıda olduğu Grafik 7.3’te görülmektedir.

Grafik 7.3. Dolaylı Tanıt Türüne Ait Eklerin Yüzdelik Oransal Dağılımı

Bu noktada değinilmesi gereken bir diğer konu da ister doğrudan tanıtsallık

anlatımı olsun, ister dolaylı tanıtsallık anlatımı olsun her iki durumda da bilgi

kaynağı konumunda konuşucunun bulunduğunu gösteren tanıtsallık eklerinin sayıca

daha fazla olduğu görülmektedir. Bu durum tanıt türü ile bilgisellik değeri

arasındaki doğru orantı ve öğretici metinlerdeki temel amacın metin alıcısına bilgi

aktarılması olduğu düşünüldüğünde metnin bilgisellik değerini de doğrudan

etkilemektedir. Temelinde tanıtsallık ifadesi taşıyan birimlerin, tanıtsallık ekleri

aracılığıyla erişilebilir kılınan hiyerarşik bir yapılanış sergiliyor olmasından

58,9

30,2

10,9

Çıkarım

Aktarım

Uslamlama

141

kaynaklanan bu bilgisellik değeri değişimi, okuyucunun metnin doğruluk ve

gerçeklik değeri hakkında bir çıkarımda bulunmasına ve yorumlamaya gitmesine

imkân tanımaktadır. Bir başka değişle, öğretici metinlerdeki bilgi akışı tek bir

sorumlu zihin üzerinden gerçekleşmektedir; bu sebeple aktarılan bilginin kaynağına

dair kodlamaları içeren tanıtsallık türleri ve bu türlerin kodlandığı tanıtsallık ekleri

aracılığıyla, metin alıcısı nezdinde aktarılan bilginin doğruluk değeri ve gerçeklik

algısı, Grafik 7.4’te de görüleceği gibi, tanıtsallık anlatımının türüne bağlı olarak

değişebilir.

Grafik 7.4. Tanıt Türlerinin Bilgisellik Değeri

Öğretici metin türlerindeki temel amacın metin alıcısına bilgi aktarmak olduğu

düşünüldüğünde, tanıtsallık türleri ve bu türlere ait eklerin yardımıyla metnin

bilgisellik değeri hakkında bir yoruma ulaşmak ve bu yönde metne yönelik

değerlendirmeler yapmak mümkün olacağından tanıtsallık eklerinin Türkçe eğitimi

programına dâhil edilmesi oldukça önemlidir.

Görsel Duyusal Algısal Çıkarımsal Aktarım Uslamlama

Bilgisellik Değeri

142

Bu tez çalışmasının bulguları arasında yer diğer bir dikkat çekici sonuç da

tanıtsallık ekleri ve öğretici metin türleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı

düzeyde bir ilişkinin olup olmadığı sorgulandığında alınan yanıttır. Bu kapsamda

hem içerik analizi hem de ilişki analizi olmak üzere iki boyutlu olarak yapılan

istatistiksel çözümlemeler Grafik 7.5’te de görüldüğü gibi iki değişken (öğretici

metin türleri ile tanıtsallık ekleri) arasındaki % 40 oranındaki pozitif yönlü ilişkiyi

ortaya koymaktadır.

Grafik 7.5.Tanıtsallık Ekleri ile Öğretici Metin Türleri Arasında İlişki

Katsayısının Oransal Dağılımı

Grafik 7.6’ya bakıldığında ise değişkenler arasındaki bu pozitif yönlü ilişkinin %

79,7 oranında doğrudan tanıtsallık ifadesi taşıyan eklerden kaynaklandığı, söz

konusu ilişkinin kalan % 20,3’lük kısmının ise dolaylı tanıtsallık ifadesi taşıyan

eklerden kaynaklandığı görülmektedir.

İlişki Boyutu Düzlemi

Tanıtsallık Ekleri 40

İlişkinin Diğer Boyutları 60

0%

10%

20%

30%

40%

50%

60%

70%

80%

90%

100%

143

Grafik 7.6. İlişki Kaynağının Oransal Dağılımı

Çalışmanın giriş bölümünde de belirtildiği gibi metni basit bir biçimde

çözümlemekten ziyade, metnin iletişimsel amacına bağlı olarak şekillenen söylem

özelliklerinin ve bu özellikleri oluşturan dilbilgisel, anlamsal bileşenlerinin

çözümlenmesi okuma - anlama sürecinde oldukça önemli bir yer tutmaktadır.

Ohlhausen ve Roller da (1988: 70,84) yaptıkları araştırma sonucunda metinleri

oluşturan yapısal birimlerin öğretilmesinin metnin anlaşılmasına, yorumlanmasına

ve okuyucunun hangi bilginin daha önemli olduğuna dair erişim sağlamasına katkı

sağladığını ortaya koymuştur. Bu noktadan hareketle yapılan ilişki analizi sonucu

tanıtsallık ekleri ve öğretci metin türleri arasındaki organik ilişkiyi ve ayrıca söz

konusu eklerin öğretici metin türünü oluşturan yapısal özelliklerden birisi olduğunu

göstermektedir. Bu kapsamda tanıtsallık ve öğretici metin türleri arasındaki

bağlantıdan hareketle tanıtsallık ifadesi taşıyan dilbilgisel birimlerin Türkçe eğitim

programına dâhil edilmesi, tanıtsallık sisteminin Türkçede tipolojik olarak hangi

dilbilgisel araçlar ve dil içi düzenlemelere göre çalıştığının ve anlamsal iç yapısına

ilişkin bilgilerin öğretim ortamına aktarılması, öğrencilerin bu türde yer alan

İlişki Kaynağı Düzlemi

Dolaylı Tanıtsallık 20,3

Doğrudan Tanıtsallık 79,7

0%

10%

20%

30%

40%

50%

60%

70%

80%

90%

100%

144

metinlerle karşılaştıklarında metni anlama ve yorumlama becerilerinin gelişmesine

katkı sağlayacaktır.

Ayrıca metin türü eğitimi temelde bir kavram kazandırma eğitimidir ve kavram

kazanımı, oluşturulan kavramı uygun kurallar ve ölçütlerle sınıflara ayırma işlemi

olarak tanımlanmaktadır (Ülgen, 2004: 121). Bu işlem kavramı oluşturan ve onu

diğer kavramsal birimlerden ayrıştıran temel özellikleri bilmeyi ve yorumlamayı

gerektirmektedir. Bu bağlamda öğretici metin türleriyle ilişkisi ortaya konulan

tanıtsallık bildiren eklerin metin türü eğitiminde, özellikle de öğretici metin türü

eğitiminde bu türe özgü ayırıcı bir özellik olarak kullanılması, kazandırılması

amaçlanan hedef ve kazanımlara ulaşmada yardımcı olacaktır.

Gerek bilgi aktarımı sürecinde gerekse aktarılan bilginin çözümlenmesi sürecinde

bireylerin tanıtsallık ifadesi taşıyan morfemler arasındaki farklılığı algılayabilmesi;

bu morfemlerin kullanımı üzerinden gerçekleşen nesne - uzam, öncelik sonralık

gibi nedensellik ilişkilerinin kurulabilmesi ve bilginin hangi kaynaktan, hangi yolla

elde edinildiğine dair erişimin sağlanabilmesi yani bilginin kaynağına ilişkin bir

çözümlemenin yapılabilmesi için yeterli bilişsel donanıma erişmelerini

gerektirmektedir. Bu nedenle eğitim programlarına dâhil edilecek unsurların

öğrencilerin yaş ve zihinsel gelişim düzeylerine uygun olması oldukça önemlidir.

Bu bağlamda yapılan çalışmalardan elde edilen bulgularda tanıtsallık bildiren

dilbilgisel unsurların edinim sürecinin 7-8 yaş civarı bir dönemde tamamlandığı

görülmekte ve ayrıca Türkçe eğitim programları incelendiğinde Türkçe eğitiminde

metin türü bilgisinin ve farkındalığının kazandırılmasına yönelik eğitimlerin

ortaöğretim 6. sınıftan itibaren başladığı görülmektedir. Buradan hareketle metin

türü eğitiminde tanıtsallık ifadesi taşıyan yapıların kullanılması açısından dönemsel

145

olarak bir sorun görülmemektedir. Çünkü ortaöğretim 6. sınıf düzeyindeki bir

öğrenci normal koşullar altında yaşı ve zihinsel gelişimi itibariyle tanıtsallık

eklerinin kullanımı bakımından gerekli zihinsel donanıma ve bilişsel olgunluğa

erişmiş bulunmaktadır.

Daha önce de ifade edildiği gibi her bir metin, metinsellik ölçütleri olarak

tanımlanan ve okuyucunun metnin içerik yapısıyla organizasyon yapısına erişimine

olanak tanıyan işaretleyicilere - izlere sahiptir. Bu bakımdan eklemeli diller

ailesinin bir üyesi olarak Türkçe’de tanıtsallık sisteminin kip, görünüş ve zaman

ekleri aracılığıyla dilbilgisel olarak sunulduğu düşünüldüğünde okuyucunun söz

konusu bu tanıtsallık eklerinin sahip olduğu anlamsal özelliklerden yola çıkarak

metnin yüzey ve derin yapısıyla organisasyon şemasına erişimine ve metinin sahip

olması gereken iletişimsel amaçlar ile kabuledilebilirliğine dönük çıkarımlarda

bulunmasına katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir. Diğer bir ifadeyle tanıtsallık

ekleri aracılığıyla bir metnin, metin olmasına olanak tanıyan metinsellik ölçütlerine

dair izleri sürmek mümkündür. Bu nedenle de tanıtsallık ulamının Türkçe eğitimi

programlarında yer almasının gerekli olduğu değerlendirilmektedir.

Çalışmanın bulguları arasında dikkat çeken bir diğer husus da dolaylı tanıtsallık

türünde yer alan ve üst bilişsel süreçler sonucu elde edilen, çıkarım ve uslamlama

türü tanıtsallık anlatımının örneklem grubu içinde yer alan metinlerdeki sayısal

dağılımının diğer tanıtsallık türlerine kıyasla daha az sayıda olduğudur. Bu

bağlamda öğretici metin türü öğretimine yönelik olarak seçilecek metinlerde,

çıkarım ve uslamlama türü tanıtsallık anlatımının daha fazla olması öğrencilerin üst

bilişsel gelişim süreçlerlerine katkı sağlayacaktır.

146

KAYNAKÇA

Aikhenvald, A. Y. (2003). Evidentiality in Typological Perspective. A. Y.

Aikhenvald, & R. M. Dixon içinde, Studies in Evidentiality (s. 1-31).

Amsterdam - Philadelphia: John Benjamins Publishing Company.

Aikhenvald, A. Y. (2004). Evidentiality. Oxford: Oxford University Press.

Aikhenvald, A. Y., & Dixon, R. M. (2011). Language At Large Essay on Syntax

and Semantics. Boston: Brill Press.

Akarsu, B. (1998). Felsefe Terimleri Sözlüğü (12 b.). İstanbul: İnkılap Kitapevi.

Aksu-Koç, A. (1986). The Acquisition of Past Reference in Turkish. D. I. Slobin, &

K. Zimmer içinde, Studies in Turkish Linguistics (s. 247-263). Amsterdam -

Philadelphia: John Benjamins Publishing Company.

Aksu-Koç, A. (1988). The Acquisition of Aspect and Modality: The Case of Past

Tense Reference in Turkish. Cambridge: Cambridge University Press.

Aksu-Koç, A. (2000). Some Aspects of the Acquisition of Evidentials in Turkish.

L. Johanson, & B. Utas içinde, Evidentials: Turkic Iranian and

Neighbouring Languages (s. 15-28). Berlin - New York: Mouton de Gruyter

GmbH & Co.

Aksu-Koç, A., & Slobin, I. D. (1986). The Acquisition Turkish. D. I. Slobin içinde,

The Crosslinguistic Study of Language Acquisition (s. 839-878). Hillsdale:

New Jersey - London: Lawrence Erlbaum Associates.

147

Aksu-Koç, A., Ögel Balaban, H., & Ercan, A. (2009). Evidential and Source

Knowledge in Turkish. New Directions for Child and Adolescent

Development, 125(2009), 13-28.

Auwera, J., & Plungian, V. (1998). Modality's Semantic Map. Linguistic Typology,

1(2), 79-124.

Balcı, A. (2015). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntem, Teknik ve İlkeler (15 b.).

Ankara: Pegem Akademi.

Barnes, J. (1984). Evidentials in Tuyuca Verb. International Journal of American

Linguistic(50), 255-271.

Beaugrande, R. d., & Dressler, W. (2013). Introduction to Text Linguistics. London

- New York: Routledge.

Bhatia, V. K. (2013). Analysing Genre: Language Use in Professional Settings.

London - New York: Routledge.

Biber, D. (1989). A Typology of English Texts. Linguistics, 3(43), 3-43.

Bilgin, N. (2014). Sosyal Bilimlerde İçerik Analizi Teknikler ve Örnek Çalışmalar

(3 b.). Ankara: Siyasal Kitapevi.

Boas, F. (1911). The Handbook of American Indian Language. Washington DC:

Goverment Printing Office.

Boas, F. (1947). Kwakiult Grammar, With a Glossary of the Suffixes. Transaction

of the American Philosophical Society(33), 203-377.

148

Büyüköztürk, Ş. (2014). Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı (20 b.). Ankara:

Pegem Akademi.

Büyüköztürk, Ş., Çakmak, K. E., Akgün, Ö. E., Karadeniz, Ş., & Demirel, F.

(2013). Bilimsel Araştırma Yöntemleri (15 b.). Ankara: Pegem Akademi.

Bybee, J. (1985). Morphology: A Study of the Relation Between Meaning and

Form. Amsterdam - Philadelphia: John Benjamins Publising Company.

Bybee, J., Perkins, R. D., & Pagliuca, W. (1994). The Evolution of Grammar:

Tense, Aspect and Modality in the Language of the World. Chicago:

University of Chicago Press.

Comrie, B. (1976). Aspect: An Introduction to the Study of Verbal Aspect and

Related Problems. Cambridge: Cambridge University Press.

Corcu, D. (2010). Tanıtsallığın Durum Anlambilimsel Sunumu: Türkçede Tanıt

Türleri. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü: Doktora Tezi.

Crystal, D. (2008). A Dictionary of Linguistics and Phonetics (6 b.). Massachusetss:

Blackwell Publising Ltd.

Csatò, E. A. (2000). Turkish MIŞ- and IMIŞ- Itiems. Dimensions of a Funtional

Analysis. L. Johanson, & B. Utas içinde, Evidentiality: Turkic Iranian and

Neighbouring Languages (s. 113-143). Berlin - New York: Mouton de

Gruyter GmbH & Co.

Çilan Arıcıgil, Ç. (2013). Sosyal Bilimlerde Kategorik Verilerle İlişki Analizi (9 b.).

Ankara: Pegem Akademi.

149

Dankof, R., & Kelly, J. (1982). Mahmud Al Kasgari: Compendium of the Turkic

Dialects (Cilt 1). Massachusetts: Harward University Press.

De Haan, F. (1998). The Category of Evidentiality. Unpublished Phd Thesis:

University of Mexico.

De Haan, F. (1999). Evidentiality and Epistemic Modality Setting Boundaries.

Southwest Journal of Linguistics, 1(18), 83-101.

De Haan, F. (2001a). The Relation Between Modality and Evidentiality. R. Müller,

& M. Reis içinde, Modalität und Modalverben im Deutschen (s. 201-215).

Hamburg: Helmut Buske Werlag.

De Haan, F. (2001b). The Place of Interface Withing the Evidential System.

International Journal of American Linguistics, 2(67), 193-219.

De Haan, F. (2001c). The Cognitive Basis of Visual Evidentials. A. Cienki, B. J.

Luka, & M. B. Smith içinde, Conceptual and Discourse Factors in

Linguistics (s. 91-105). Standford - California: CSLI Publications.

De Haan, F. (2005a). Encoding Speacher Perspective: Evidential. Z. Frajzyngier, D.

Rood, & A. Hoydes içinde, Diversity and Language Theories (s. 379-397).

Amsterdam - Philadelphia: Jonh Benjamins Publising Company.

De Haan, F. (2005b). Coding of Evidentiality. M. Haspelmath, & vd. içinde, World

Atlas of Language Structures (s. 318-321). Oxford: Oxford University

Press.

150

De Haan, F. (2006). Typological Approach to Modality. W. Frawley içinde, The

Expression of Modality (s. 27-69). Berlin: Mouton de Gruyter GmbH & Co.

DeLancey, S. (1981). An Interpretation of Split Ergativity and Related Patterns.

Language, 3(57), 626-657.

DeLancey, S. (2001). The Mirativite and Evidentiality. Journal of Pragmatics,

3(33), 369-382.

Dendale, P., & Tasmowski, L. (2001). Introduction: Evidentality and Related

Notion. The Journal of Pragmatic, 3(33), 339-348.

Derbyshire, D. C. (1979). Hixkaryana. Lingua Decsriptive Series Volume I.

Amsterdam Nord Holland.

Donabédian, A. (2001). Towards a Semasiological Account of Evidentials: An

Enunciative Approach of -er in Modern Western Armenian. Journal of

Pragmatics, 3(33), 421-442.

Drummey, A. B., & Newcombe, N. S. (2002). Developmental Changes in Source

Memory. Developmental Science, 5(4), 502-513.

Erdal, M. (2004). A Grammar of Old Turkic. Leiden - Boston: Brill.

Faller, M. (2001). Remarks on Evidential Hierarchies. D. Beaver, & S. Kaufman

içinde, Proceeding of Semfest (s. 37-59). Standford: CSLI Publising.

Faller, M. (2002). Semantics and Pragmatics of Evidentials in Cuzco Quechua.

Stanford University: Unpublished Phd Thesis.

151

Frajzyngier, Z. (1985). Truht and Indicative Sentences. Studies in Language, 2(9),

243-254.

Frawley, W. (1991). Linguistic Semantics. Hillsdale - New Jersey: Lawrence

Erbaum Associates Publisher.

Gamgam, H., & Altunkaynak, B. (2013). SPSS Uygulamalı Parametrik Olmayan

Yöntemler (5 b.). Ankara: Seçkin Yayıncılık.

Givòn, T. (1982). Evidentiality and Epistemic Space. Studies in Language, 1(6),

23-49.

Givòn, T. (1994). Irrealis and Subjunctive. Studies in Language, 2(18), 265-337.

Givòn, T. (2001). Syntax: An Introduction. Amsterdam - Philadelphia: John

Benjamins Publishing Company.

Göksel, A., & Kerslake, C. (2005). Turkish: A Comprehensive Grammar. London -

New York: Routledge.

Günay, D. (2007). Metin Bilgisi (3 b.). İstanbul: Multilingual Yayınları.

Güriş, S., & Astar, M. (2014). Bilimsel Araştırmalarda SPSS ile İstatistik. İstanbul:

Der Kitapevi Yayınları.

Hammer, A. E. (1983). German Grammar and Usage. London: Edward Arnold.

Hatim, B., & Mason, I. (1990). Discourse and Translation. London - New York:

Longman Publishing .

152

Hengenveld, K. (1989). Layers and Operators in Functional Grammar. Journal of

Linguistics, 1(25), 99-123.

Hengenveld, K. (1990). The Hierarchical Structures of Utterances. A. M. Jan Nuyts

içinde, Layers and Levels of Representation in Language Theory: A

functional View (s. 1-23). Amsterdam - Philadelphia: Jonh Benjamins

Publishing Company.

Infantidou, E. (2001). Evidentials and Relevance. Amsterdam - Philadelphia: John

Benjamins Publising Company.

Izvorski, R. (1997). The Present Perfect As an Epistemic Modal. A. Lawson içinde,

SALT VII (s. 222-239). New York: Cornell University .

Jacopson, R. (1971). Shifter Verbal Categories and the Russian Verb. R. Jacopson

içinde, Roman Jacopson Selected Writing (Word and Language) (Cilt 2, s.

130-147). Berlin: Mouton de Gruyter GmbH & Co.

Johanson, L. (1971). Aspekt im Türkischen: Vorstudien Zu Einer Beschreibung Des

TürkeitTürkischen Aspektsystems. Upsala: Almqvist & Wiksell.

Johanson, L. (1996). Terminality Operators and Their Hierarchical Status. B.

Devriendt, L. Goossens, & J. v. Auwera içinde, Complex Structures: A

Functionalist Perspective (s. 229-258). Berlin - New York: Mouton de

Gruyter GmbH & Co.

Johanson, L. (2000a). Turkic Indirectives. L. Johanson, & B. Utas içinde,

Evidentials: Turkic, Iranian and Neighbouring Languages (s. 61-87). Berlin

- New York: Mouton de Gruyter GmbH & Co.

153

Johanson, L. (2000b). Viewpoint Operators in European Languages. O. Dalh

içinde, Tense Aspect in the Languages of Europe (s. 27-187). Berlin - New

York: Mouton de Gruyter GmbH & Co.

Johanson, L. (2003). Evidentiality in Turkish. A. Aikhenvald, & R. M. Dixon

içinde, Studies in Evidentiality (s. 273-290). Amsterdam - Philadephia: John

Benjamins Publishing Company.

Johnstone, B. (2002). Discourse Analysis. Oxford: Blackwell Publishing Ltd.

Karasar, N. (2014). Bilimsel Araştırma Yöntemi (27 b.). Ankara: Nobel Akademik

Yayıncılık.

Karatay, H. (2014). Okuma Eğitimi Kuram ve Uygulama (2 b.). Ankara: Pegem

Akademi.

Kartal, M. (2014). Bilimsel Araştırmalarda Hipotez Testleri (4 b.). Ankara: Nobel

Akademik Yayıncılık.

Komisyon. (2006). İlköğretim 6,7,8.Sınıflar Öğretim Programı. Ankara: Türkiye

Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başlanlığı.

Komisyon. (2011). Dil Anlatım Dersi 9,10,11,12. Sınıflar Öğretim Programı.

Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye

Kurulu Başkanlığı.

Komisyon. (2014). Ortaöğretim Dil ve Anlatım 11. Sınıf Ders Kitabı (3 b.). Ankara:

Devlet Kitapları.

Korkmaz, Z. (2007). Türkiye Türkçesi Grameri (2 b.). Ankara: Türk Dil Kurumu.

154

Kornfilt, J. (1997). Turkish. London - New York: Routledge.

Kratzer, A. A. (1991). Modality. v. A. Stechow, & D. Wunderlich içinde, Semantic:

Ein Internationales Handbuch Zeitgenössischer Forschung (s. 639-656).

Berlin - New York: Mouton de Gruyter GmbH & Co.

Lakoff, R. T. (1981). Persuasive Discourse and Ordinary Conversation. D. Tannen

içinde, Georgetown University Table on Languages and Linguistics (GURT)

Analyzing Discourse: Text and Talk (s. 25-42). Washington DC:

Georgetown University Press.

Lampert, G., & Lampert, M. (2000). The Conceptual Structures of Modality:

Essences and Ideologies. A Study in Linguistics (meta-)Categorization.

Frankfurt am Main: Peter Lang Verlag.

Lazard, G. (1999). Mirativity, Evidentiality; Mediativity or Other? Linguistic

Typology, 1(3), 91-110.

Lazard, G. (2001). On the Grammaticalization of Evidentiality. Journal of

Pragmatic, 3(33), 359-367.

Lewis, G. (2000). Turkish Grammar (2 b.). Oxford: Oxford University Press.

Lindsay, D. S., Johnson, M. K., & Know, P. (1991). Developmental Changes in

Memory Source Monitoring. Journal of Experimental Child Psychology,

3(52), 297-318.

Malone, T. (1988). The Origin and Development of Tuyuca Evidentials.

International Journal of American Linguistics, 2(54), 119-140.

155

Martin, J. R. (1992). English Text: System and Structure. Amsterdam -

Philadelphia: John Benjamins Publishing Company.

Matlok, T. (1989). Metaphor and the Grammaticalization of Evidential.

Proceedings of the 15th Annual Meeting of Berkeley Linguistic Society(15),

215-225.

Matsui, T., & Fitneva, S. (2009). Knowing How We Know: Evidentiality and

Cognitive Development. New Direction for Child and Adolescent

Development, 125(2009), 1-11.

Matthews, G. H. (1965). Hidatsa Syntax. Berlin - Londra: Mouton de Gruyter

GmbH & Co.

Matthews, P. H. (2014). Concise Dictionary of Linguistics (3 b.). Oxford: Oxford

University Press.

Mortelmans, T. (2007). Modality in Cognitive Linguistics. G. Dırk, & H. Cuyckens

içinde, The Oxford Handbook of Cognitive Linguistics (s. 869-889). Oxford:

Oxford University Press.

Mushin, I. (2014). Watching for Witness: Evidentiality Strategies and Epistemic

Authority in Garrwa Conversation. N. Janis, & M. Lev içinde, Evidentiality

in Interaction (s. 103-126). Amsterdam - Philadelphia: Jonh Benjamins

Publishing Company.

Noonan, M. (2007). Complementation. S. Timoty içinde, Language Typology and

Syntactic Description: Volume II Complex Construction (2 b., s. 52-150).

Cambridge: Cambridge University Press.

156

Noveck, I. A. (2001). When Children Are More Logical Than Adults: Experimental

Investigation of Scalar Implicature. Cognition, 2(78), 165-188.

Nutys, J. (2001a). Overwiev and Linguistics Issues. W. Frawley içinde, The

Experssion of Modality (s. 1-26). Berlin - New York: Mouton de Gruyter

GmbH & Co.

Nuyts, J. (2001b). Epistemic Modality Language and Conceptualization: A

Cognitive Pragmatic Perspective. Amsterdam - Philadelphia: Jonh

Benjamins Publishing Company.

Ohlhausen, M. M., & Roller, C. M. (1988). The Operation of Text Structure and

Content Schemata in Isolation and Interaction. Reading Research Quartery,

1(23), 70-88.

O'Neill, D. K., & Gopnik, A. (1991). Young Children's Ability to Identify the

Sources of Their Beliefs. Developmental Psychology, 3(27), 390-397.

Oswalt, L. R. (1986). The Evidentiality System of Kashaya. W. Chafe, & N.

Johanna içinde, Evidentiality: The Linguistic Coding of Epistemology (s. 29-

45). New Jersey, Ablex: Norwood Publishing.

Özdamar, K. (2003). SPSS ile Biyoistatistik (5 b.). Eskişehir: Kaan Kitapevi.

Özdemir, E. (2007). Yazınsal Türler (6 b.). Ankara: Bilgi Yayınevi.

Özmen, N. (2005). Türkçede Haber Söylemi ve Bitmişlik Görünüşü. Dil ve

Edebiyat Dergisi, 2(1), 15-33.

157

Öztürk, Ö., & Papafragou, A. (2008). The Acquisition of Evidentiality in Turkish.

University of Pennsylvania Working Papers in Linguistics: Proceeding of

the 31st Annual Penn Linguistics Colloquium, 1(14), 295-309.

Palmer, F. R. (1986). Mood and Modality (1 b.). Cambridge: Cambridge University

Press.

Palmer, F. R. (2001). Mood and Modality (2 b.). Cambridge: Cambridge University

Press.

Papafragou, A. (2000). Modality: Issues in the Semantics-Pragmatic Interface.

Current Research in the Semantic/Pragmatic Interface. Oxford: Elsevier

Science Ltd.

Partner, P. (2009). Modality. Oxford: Oxford University Press.

Perner, J., & Ruffman, T. (1995). Episodic Memory and Autonoetic Conciousness:

Developmental Evidence and a Theory of Childhood Amnesia. Journal of

Experimental Child Psychology, 3(59), 516-548.

Petöfi, J. S. (1990). Language as a Written Medium: Text. N. E. Collinge içinde, An

Encylopaedia of Language (s. 144-133). London - New York: Routledge.

Pett, M. A. (2015). Nonparametric Statistics for Healty Care Research: Statistics

for Small Samples and Unusual Distributions (2 b.). London - New Delhi:

SAGE Publication Inc.

Piaget, J. (1954). The Construction of Reality in the Child. (M. Cook, Çev.) New

York: Basic Book Inc.

158

Piaget, J. (1971). The Child's Conception of Time. (A. J. Pomerans, Çev.) New

York: Ballantine Books.

PISA. (2010). PISA Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı 2009 Ulusal

Ön Raporu. Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim

Araştırma ve Geliştirme Daire Başkanlığı.

Platon. (2002). Devlet. (H. Demirhan, Çev.) İstabul: Sosyal Yayınları.

Plungian, V. A. (2001). The Place of Evidentiality Within the Universal

Grammatical Space. Journal of Pragmatics, 3(33), 349-357.

Pons, O. (2014). Statistical Tests of Nonparametric Hypotheses: Asymptotic

Theory. Singapore: World Scientific Publishing Company.

Renkema, J. (2004). Introduction to the Discourse Studies. Amsterdam -

Philadelphia: John Benjamins Publishing Company.

Ruhi, Ş. (2009). Söylem ve Birey. A. Kocaman içinde, Söylem Üzerine (3 b., s. 16-

26). Ankara: ODTÜ Yayınları.

Saeed, J. I. (2003). Semantics (3 b.). Massachusetts: Blackwell Publising Ltd.

Sager, J. G. (1997). Text Types and Translation. A. Trosborg içinde, Text Typology

and Translation (s. 25-41). Amsterdam - Philadelphia: John Benjamins

Publishing Company.

Saukkonen, P. (1983). What Are the Semantic-Pragmatical Features of Stylistic

Genres of Text. Proceedings of XIIth International Congres of Linguistics

(s. 1036-1039). Tokyo: The Hague.

159

Schlichter, A. (1986). The Origin and Deictic Nature of Wintu Evidentials. W.

Chafe, & N. Johanna içinde, Evidentiality: The Linguistic Coding of

Epistemology (s. 46-59). New Jersey, Ablex: Norwood Publishing.

Schroder, C. (2000). Between Resultative Historical and Inferiental: Non-Finite -

mIs forms in Turkish. L. Johanson, & B. Utas içinde, Evidentials: Turkic

Iranian and Neighbouring Languages (s. 115-143). Berlin - New York:

Mouton de Gruyter GmbH & Co.

Sezer, A. (2001). Finite Inflection in Turkish. E. E. Taylan içinde, The Verb in

Turkish (s. 1-45). Amsterdam - Philadelphia: Jonh Benjamins Publishing

Company.

Slobin, I. D., & Aksu-Koç, A. (1982). Tense Aspect and Modality in the use of the

Turkish Evidentiality. P. J. Hoper içinde, Tense-Aspect: Between Semantics

& Pragmatics (s. 185-200). Amsterdam - Philadelphia: John Benjamins

Publishing Company.

Sodian, B., & Wimmer, H. (1987). Children's Understanding of Inference as a

Source of Knowledge. Child Development, 2(58), 424-433.

Stillar, G. F. (1998). Analyzing Everyday Texts: Discourse, Rheotoric and Social

Perspectives. London - New Delhi: SAGE Publication Inc.

Swales, J. M. (1990). Genre Analysis: English in Academic and Research Settings.

Cambridge: Cambridge University Press.

Şimşek, A. (2006). Kavram Öğretimi. A. Şimşek içinde, İçerik Türlerine Dayalı

Öğretim (s. 27-70). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

160

Tannen, D. (1982). Oral and Literate Strategies in Spoken and Written Narratives.

Language, 1(58), 1-21.

Taylor, M., Esbensen, B. M., & Benett, R. T. (1994). Children's Understanding of

Knowledge Acquisition: The Tendency for Children to Report That They

Have Always Know What They Have Just Learned. Child Development,

6(64), 1581-1604.

TDK. (2010). Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlük (10 b.). Ankara: Türk Dil

Kurumu Yayınları.

Tekin, T. (1967). A Grammar of Orkhon Turkic. Indiana University Press,

Bloomington, The Hauge.

Tekin, V. N. (2014). SPSS Uygulamalı İstatistik Teknikleri Klasik ve Bilgisayarlı

Çözümler (3 b.). Ankara: Seçkin Yayıncılık.

Temürcü, C. (2011). Grounding in Terms of Anchoring Relations: Epistemic

Associations of Present Continouns Marking in Turkish. F. B. Adelina

Patard içinde, Cognitive Aproaches to Tense Aspect and Modality (s. 109-

133). Amsterdam - Philadelphia: Jonh Benjamins Publishing Company.

Trosborg, A. (1997). Text Typology: Register, Genre and Text Type. A. Trosborg

içinde, Text Typology and Translation (s. 3-23). Amsterdam - Philadelphia:

John Benjamins Publishing Company.

Turnbull, J. (2006). Oxford Word Power Dictionary (3 b.). Oxford: Oxford

University Press.

161

Underhill, R. (1976). Turkish Grammar. Massachusetts: The MIT Press.

Uzun, N. E. (1998). Türkçede Kip Görünüş Zaman Üçlüsü. Dil Dergisi(68), 5-22.

Uzun, N. E. (2004). Dünya Dillerinden Örnekleriyle Dilbilgisinin Temel

Kavramları Türkçe Üzerine Tartışmalar (2 b.). İstanbul: Kebikeç Yayınları.

Ülgen, G. (2004). Kavram Geliştirme Kuramlar ve Uygulamalar (4 b.). Ankara:

Nobel Yayın Dağıtım.

Virtanen, T. (1990). On the Definition of Text and Discourse. Folia Linguistica, 3-

4(24), 447-455.

Weber, D. J. (1986). Information Perspective, Profile and Patterns in Quechua. W.

Chafe, & N. Johanna içinde, Evidentiality: The Linguistic Coding of

Epistemology (s. 137-155). New Jersey, Ablex: Norwood Publishing.

Welch-Ross, M. K. (1995). Developmental Changes in Pre-Schoollers' Ability to

Distinguish Memories of Performed, Pretended and Imagined Actions.

Cognitive Development, 3(10), 421-441.

Welman, H. M. (1990). The Child's Theory of Mind. Cambridge - Massachusetts:

MIT Press.

Werlich, E. (1983). A Text Grammar of English. Heidelberg: Quelle und Meyer.

Willet, T. (1988). A Coss-Linguistic Survey of the Grammaticization of

Evidentiality. Studies in Language, 1(12), 51-97.

162

Wolley, J. D., & Welman, H. M. (1993). Origins and Truth: Young Children's

Undestanding of Imaginary Mental Representations. Child Development,

1(64), 1-17.

Woodbury, A. C. (1986). Interactions of Tense and Evidentiality: A Study of

Sherpa and English. W. Chafe, & J. Nichols içinde, Evidentiality: The

Linguistic Coding of Epistemology (s. 188 - 202). New Jersey, Ablex:

Norwood Publishing.

Yazıcı, N. (2004). Anlatı Metinlerinde Ön ve Arka Planı Belirginleştiren Dilsel

Görünümler: Türkçe Üzerine Gözlemler. Ankara Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü: Yayımlanmamış Doktora Tezi.

Yıldırım, A., & Şimsek, H. (2013). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri (9

b.). Ankara: Seçkin Yayıncılık.

Yıldırım, H. H., Yıldırım, S., Yetişir, M. İ., & Ceylan, E. (2013). PISA Uluslararası

Öğrenci Değerlendirme Programı 2012 Ulusal Ön Raporu. Ankara:

Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Yenilik ve Eğitim

Teknolojileri Genel Müdrülüğü.

Yılmaz, B. H., Aztekin, S., Umurhan, H., Aydın, H., Akıncı, B., Fındık, L. Y., &

vd. (2011). PISA Türkiye. Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim

Bakanlığı Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü.

163

ÖZET

Bu tez çalışması tanıtsallık eklerinin öğretici metin türlerindeki görünümlerini

belirlemek ve tanıtsallık ekleri ile metin türleri arasında istatistiksel bir ilişki olup

olmadığını tespit etmek amacıyla yapılmıştır.

Bu bağlamda tarama ve ilişkisel araştırma modeline dayalı olarak tasarlanan

çalışmada veri tabanını oluşturmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim 11.

Sınıf Dil ve Anlatım Ders kitabında öğretici metinler başlığı altında yer alan 11

farlı türdeki toplam 27 metin amaçlı örnekleme yöntemiyle belirlenmiştir.

Verilerin çözümlenmesinde öncelikle içerik analizi yöntemi kullanılarak söz

konusu metinlerde yer alan tanıtsallık eklerinin türleri ve sıklık değerleri tespit

edilmiş ilerleyen aşamada ise değişkenler arasında istatistiksel bakımdan anlamlı

bir ilişki olup olmadığının tespit edilmesi için Ki-Kare test istatistiklerinden

yararlanılmıştır.

Yapılan içerik analizi sonucu söz konusu metinlerde toplam 636 adet tanıtsallık eki

olduğu görülmüş ve bu eklerin hem metin türlerinde dağılımına hem de tanıt

türlerine göre dağılımları sayısal olarak betimlenmiştir. Ayrıca değişkenler

arasındaki ilişkiyi belirlemek üzere yapılan Ki-Kare test istatistikleri sonucunda iki

değişken arasında istatistiksel bakımdan anlamlı düzeyde pozitif yönelimli bir ilişki

olduğu görülmüş ve bu bağlamda öğretici metin türüyle ilişkili olduğu tespit edilen

tanıtsallık ulamının bu türde yer alan metinlerin çözümlenmesine katkı sağlayacağı

sonucuna varılmıştır.

Anahtar Sözcükler: Kiplik, Tanıtsallık, Metin Türü, Öğretici Metinler.

164

ABSTRACT

This thesis study has been carried out to delineate the view of evidentiality affixes

in the instructive text types and than show whether a statisticial correlation among

the variables (evidentiality affixes – instructive text types) or not.

In this context this study designed based on survey and correlational research

models. And also to create the database total of 27 insructive texts in 11 different

text type, which is located in 11th grade textbook, has been selected to purposive

sampling method.

There were two kind statisticial techniques has been used to analyze the database.

At first stage of the analyze, using the content analysis method the types of

evidentiality affixes and their frequencies has been identify. In the second stage of

the analyze to identify whether a statictical correlation among the variables Chi-

square text statistics has been used.

At the and of the content analysis there are 636 number of evidentiality affixes has

been found and also thier distribution of both text types and evidentiality types has

been shown. In addition to the content analysis, the result of the Chi-square test

statistics revealed that there is a statisticialy meaningful correlation in positive

direction among the two variabes and in this context has been concluded to the

evidentiality category has provide to understanding to the instructive text type.

Keyword: Modality, Evidentiality, Text Types, Instructive Texts.

165

TÜRKÇE – İNGİLİZCE TERİMLER DİZİNİ

Açık ikna anlatımı: Overt expression of persuasion.

Açık/belirgin gönderime karşı durum bağımlı gönderim: Explicit versus situation

dependent reference.

Açıklayıcı: Expository.

Adcıl biçimler: Nominal forms.

Adcıl ve işlevsel eylemler: Pronouns and pro-verbs.

Adlaştırma: Nominalization.

Aktarımsal belirtici: Reported marker.

Aktarımsal: Reported.

Alıntısal: Quotative.

Alışkanlık oluntusu durumları: Habitual states of affairs.

Amaçlılık: Intentionality.

Amaçlı Örnekleme: Purposive sampling.

Anlatı zinciri: Narrative chain.

Anlatımsal: Narrative.

Anlatısallığa karşı anlatısallık dışı: Narrative versus nonnarrative concerns.

Anlık ilgi durumu: Current relevance.

Ayırma: Seperation.

Ayrı parçacık: Seperate particle.

Ayrım: Disjunction.

Bağdaşıklık: Cohesion.

Bağlaçlar: Conjuncts.

166

Beğeni: Admirative.

Belirgin: Apparent.

Belirsizlik adılları: Indefinite pronouns.

Belirti: Symptom.

Belirteçler: Adverbials.

Betimleyici: Descriptive.

Bilgi kaynağı: Information source.

Bilgisel etkileşim: Informational interaction.

Bilgisel kiplik: Epistemic modality.

Bilgisellik: Informativity.

Bilgiye dayalı tanıt ifadesi: Information-based statements.

Bilimsel yazılar: Scientific exposition.

Bireysel katılım: Personal involvement.

Birinci kişi adılı: First person pronoun.

Birincil çekimli biçimler: Primary finite forms.

Birleştirici olumsuzlama: Synthetic negation.

Bitmiş tanıtsallık: Perfect of evidential.

Bitmişlik görünüşüyle işaretlenmiş eylemler: Perfect-aspect verbs.

Bitmişlik ortacı: Perfect participle.

Bitmişlik sonrası: Postterminality.

Bitmişlik: Perfect.

Bölünmüş yardımcı eylemler: Split auxiliaries.

By edilgenlik: By passive.

Çekimli: Finite.

167

Çıkarım: Inference.

Çıkarımsal geçmiş: Inferiental past.

Çıkarımsal: Inferiental.

Çift doğrulu: Speculative.

Çözümleyici olumsuzlama: Analytic negation

Devingenlik: Dynamic.

Dışa gönderimli temel kaynak: The canonical source outward.

Diğer yantümce belirteçleri: Other adverbial subortinators.

Dilbilgisel gösterimi olmayan tanıtsallık: No grammatical evidentials.

Dilek: Volitive.

Dolaylı deneyim: Indirect experience.

Dolaylılık: Indirectivity.

Döküm: Inventory.

Durağan biçimler: Stative forms.

Durağanlık: Stativity.

Durum: Stative.

Durumsallık: Sitionality.

Duyusal bilgi: Sensory.

Duyuşsal tanıt: Auditory.

Düşünsel/imgeleyici anlatı: Imaginative narrative.

Edilgen yapılar: Passives.

Edimsel: Performative.

Eşsüremli çıkarım: Synchrous inference.

Eylemcil ek ya da biçimce: Verbal affix or clitic.

168

Eylemcil ad: Verbal naun.

Farkındalığın dışında gelişen süreç: Nonwitnessed process.

Geçmiş bitmişlik: Past perfect.

Geçmiş zaman ortaç öbekleri: Past-participral clauses.

Geçmiş zamanla işaretlenmiş eylemler: Past-tense verbs.

Gelecek bitmişlik: Future perfect.

Geleneksel röportaj: Situated reportage.

Genel anlatısal açıklama: General narrative exposition.

Genel geçer doğrular: Generic truths.

Genel kaçınma: General hedges.

Genel vurgulama: General emphatics.

Genişleteçler: Amplifiers.

Gerçek: Realis.

Gerçeklik dışı: Irealis.

Gereklilik bildiren kipler: Necessity modals.

Gereklilik: Necessity.

Göreli tümceler: Sentence relatives.

Görmek: To see.

Görsel olmayan duyusal tanıt: Nonvisual sensory.

Görsel tanıt: Visual.

Gösterim noktası: Deictic point.

Gösterimsel kategori: Deictic category.

Hüküm sistemi: Judgement system.

İç bitmişlik: Intraterminality.

169

İç durum: Inner state.

İçerik üretimine karşı bilgisel üretim: Involved versus informational production.

İçerim: Inclusion.

İddia: Assertion.

İkinci kişi adılı: 2nd person pronouns.

İkincil çekimli biçimler: Secondary finite forms.

İkna etmeye yönelik eylemler: Suasive verbs.

İkna etmeye yönelik metinler: Involved persuasion.

İlerletici: Propulsive.

İletişimsel arka plan: Conversational backraund.

İlgeç öbekleri, sıfatlar ve belirteçler: Prepositional phrases, adjectives and adverbs.

İlgeçler: Preposition.

İndirgenmiş biçimler ve tercih edilmeyen yapılar: Reduced forms and disprefered

structures.

İşaret adılları: Demostrative pronouns.

İşaret: Signal.

İşitsel: Auditory.

İşlevsel eylem "Do": Do as a pro-verb.

“It” göterme adılı: Pronoun it.

İyelik soneki: Possessie suffix.

İzin: Permissive.

Kabul edilebilirlik: Acceptability.

Karışık sistem: Mixed system.

Karşı olgusallık: Counterfactuality.

170

Kaynak belleği: Source memory.

Kaynaştırmalar: Contractions.

Kesinleştirilmiş: Deductive.

Kesişim: Overlap.

Kesişme: Overlapping.

Kılıcısı olmayan edilgenlik: Agentless passive.

Kiplik morfemi: Mood morpheme.

Kiplik: Mood.

Kipsel gösterim: Modal deixis.

Kipsel taban: Modal base.

Kişi adılı: Personal pronoun.

Kişilerarası yakın iletişim: Intimate interpersonal interaction.

Konuşma olayı: Speech event.

Koşul bildiren yantümceler: Conditional subordination.

Kullanıcı merkezli: User-oriented.

Kullanımsal eylemler: Public verbs.

Kuyruk takma ilgi tümcecikleri: Pied-piping relative clauses.

Kuyruk takma: Pied-piping.

Mastarlar: Infinitives.

Metin merkezli: Text-oriented.

Metinlerarasılık: Intertexuality.

Nedenleyici yantümceleme: Causative subordination.

Nesne pozisyonunda bulunan "wh" ilgi tümcecikleri: WH relative clauses on object

positions.

171

Nesnel: Mediated.

Niteleme sıfatları: Attributive adjective.

Olasılık kipleri: Possibility modals.

Olasılık: Posibility.

Olay kipliği: Event modality.

Olgu durumları: State of affairs.

Olumsuzluk: Negation.

Oluntusal görsel: Factual- visual.

Ortaç: Participle.

Öbek dışı yapılar: Nonphrasal coordination.

Öbek eşdizinlemesi: Phrasal coordination.

Öğretici yazılar: Learned exposition.

Öğretici: Instructive.

Ön sayıltı: Presumption.

Önermesel işlemci: Propositional operator.

Önermesel kiplik: Epistemic modality.

Öngönderim: Anteriority.

Özel eylemler: Private verbs.

Özelleştirilmiş eylem sınıfları: Specialized verb classes.

Özne pozisyonunda bulunan "wh" ilgi tümcecikleri: WH relative clauses on subject

positions.

Öznel kesinlik: Subjective certainty.

Sayıltısal: Assumptive.

Sıcak, taze bilgi: Hot news.

172

Sıfır biçimcik: Zero morph.

Sıralama kaynağı: Ordering source.

Sıralama: Coordination.

Son durum: End state.

Son ilgeçler: Final prepositions.

Sonuca dayalı tanıt ifadesi: Resuld-based statments.

Sonuçsal bitmişlik: Resultative perfective.

Soyut biçime karşı soyut olmayan biçim: Abstract versus nonabstract.

Söylem ilgeçleri: Discourse particle.

Söylenti: Hearsay.

Söyleyiş oranları: Type/token ratio.

Söz edim: Speech act.

Sözcük uzunlukları: Word lenght.

Sözcüksel özgünlük: Lexical specificity.

Sözcüksel sınıflar: Lexical classes.

Süreklilik gösteren eylemler: Present-tense verbs.

Şimdiki zaman ortaç tümcecikleri: Present-participal clauses

Şimdiki zaman sürme görünüşü ile işaretlenmiş eylemler: Present-tense verbs.

Tahminde ulunmaya yönelik kipler: Prediction modals.

Tanıtsal: Diagnostic.

Tanıtsallık kipliği: Evidential modality.

Tartışmacı: Argumentative.

Temel eylem olarak "be": BE as a main verb.

That silme: That deletion.

173

Tutarlılık: Coherence.

Tümcecik: Clause.

Tümleç: Complement.

Tümleyici: Complementizers.

Uzamsal: Spatial.

Uzanım: Deixsis.

Üçüncü kişi adılı: 3rd person pronouns.

Üçüncü şahıs: Third party.

Varoluş: Existential.

Vurgulu: Emphatic.

Wh soruları: WH questions.

Wh tümcecikleri: WH clauses.

Yakınlık: Proximity.

Yantümce özellikleri: Subordination features.

Yer belirteçleri: Place adverbials.

Yeterlilik: Abilitive.

Yönelimlilik: Directionality.

Yükümlülük: Deontic.

Yürütücü: Propulsive.

Zaman belirteçleri: Time adverbials.

Zaman sisteminin bir parçası: Part of the tense system.

Zaman ve görünüş belirteçleri: Tense and aspect markers.

Zaman ve yer zarfları: Place and time adverbials.

Zamansallık: Temporality.

174

EKLER

EK 1. Veri Tabanında Yer Alan Metin Örneklemi

Metin 1.

17 Mayıs 1977

Sevgili Özgeciğim,

Mektubunu bu sabah aldım. Bana böyle uzun ve güzel bir mektup yazdığın için

teşekkür ederim; Ahmet Mithat Efendi-Hüseyin Rahmi hikâyesini de çok

beğendim. Yalnız bazı yerlerinde – “heyecan”dan olacak- kelimeleri eksik ya da

fazla yazmışsın (‘göndelirmi’, ‘mektubunuzu alınınca’ gibi) Bunlar önemli değil;

asıl dilbilgisi –yazın- kurallarında bazı hatalar yapıyorsun; benim kızımın

yazılarında böyle şeyler olmamalı. Mesela ‘Efendi’ye’ derken arada apostrof

gerekli değil. Ayrıca “şık’ı” (roman adı) derken tek tırnak (‘ apostrof gibi) yazılırsa

daha iyi olur ve asıl önemlisi tırnak içinde sadece özel isim bulunur –şık da büyük

harfle başlar; yani şöyle olur: ‘Şık’ı, ya da senin gibi yazarsak: “Şık”ı. Sonra

İnglizce değil “İngilizce”. Ayrıca bazı Osmanlıca kelimeler kullanmışsın, olabilir;

ama ‘cerzebe’ değil ‘cerbeze’ yazılır. Yazılışta kuşkun olursa hemen yazın

kılavuzuna ya da sözlüğe bakacaksın. (Ben bile cerbeze için hemen sözlüğe baktım

şimdi). Bir önemli nokta da ‘dahi anlamına gelen ‘de’ ve ‘da’ların ayrı yazılması.

Sen bazı yerlerde, özellikle isimlerden sonra bu kelimeleri apostrofla ayırmışsın-

yanlış. Sadece ayrı yazılır. (“Ahmet Efendi’de romanın sonunu da başı kadar

beğenmiş.” Apostrof olmayacak. “O zevat’ta derken apostrof olmayacak ve yarı

yazılacak ve “ta” değil “da”) “Müziğimde kırık değilmiş.” Değil “Müziğim de kırık

değilmiş” olacak. Sonra, başkalarının konuşmaları tırnak içinde verilirken, tırnak

kapanmadan virgül konulur: Mesela, “Bunu tamamla, sonra neşredelim,” demiş.

175

(Ayrıca el yazısında [<<] değil, [“] kullanılır.) Bu kadar eleştiriyorum diye

kızmıyorsun, değil mi? Çünkü kazık kadar adamlar daha beter yazın hataları

yapıyorlar; benim kızım zamanında öğrensin de onlar gibi olmasın istiyorum. Bir

iki nokta daha var: Bir kere “ayın23’de” değil, ayın 23’ünde olacak, en iyisi

üşenmemek: “ayın yirmi üçünde” yazmak. Bir de –son olarak- çok uzun cümle

yazmaya özeniyorsun; cümlenin başı sonu tutmuyor. Bütün bunları senin daha ve

güzel yazman için söyledim. Yetenekli ve akıllı bir kızsın; böyle yanlışlar yüzünden

yazdıklarının değeri azalsın istemiyorum. Okulda derslerinin iyi gitmesine

sevindim. Aferin benim çalışkan ve akıllı kızım! Benim burada bir yıl kalma işim

olmuş diyorlar, fakat formaliteler bir türlü bitmiyor ve bana resmi bir yazı

göndermiyorlar. İngiltere’de altı ay kalma iznim de bir ay sonra bitiyor. İngiltere

hükümetinden tekrar izin alabilmem için de böyle bir yazıya ihtiyacım var. Geçen

ay buradaki doktorum Mr. Morgan (Morgın) beni tekrar gördü, iyi buldu. Gelecek

hafta gene görecek ve filim çektirerek kontrol edecek. Ben de daha iyi

hissediyorum kendimi; ama daha –arada- baş ağrıları ve yorgunluklar oluyor.

Doktor bunları da normal buldu. İlaçlarımı da azalttı. Televizyon seyrediyorum,

sinemaya ve parka gidiyorum. Biraz da okuyorum. İşte böyle canım kızım! Seni

çok özlüyorum. Bu mektubun bana çok iyi geldi. Söz verdiğin gibi sık sık ve uzun

uzun yaz bana, olur mu? Seni hasret ve sevgiyle çok çok öperim.

Oğuz ATAY

(Yayımlanmamış mektubudur)

176

Metin 2.

Antalya, 20 Eylül 1958

Kardeşim, neymiş senin bu Antalya? İki gündür buradayım, beni allak bullak etti.

Akdeniz işte, bütün haliyle Akdeniz. Su, hava, ışık, bitki. İnsanların yumuşak huyu,

her şey. Serviler, palmiyeler, portakal, limon… Her şey Akdeniz’in diliyle

konuşuyor. Burdur’dan buraya gelirken Kepez denilen bir yerden şehir ve deniz

göründü. Oradan itibaren yolu asfaltlamışlar. Şehir çok az imar görmüş. Ama

buraya ne yapılsa az.

Dün, Manavgat Şelalesini, Side harabelerini ve Aspendos’u gezdim. Doğru dürüst

bir müze yok ya, şehirde ve Side kazı yerinde enfes parçalar var. Biz, Halil Bedi

Yönetken’le, özel bir araba ile Bodrum, Muğla, Burdur… Nihayet Antalya. Ne mi

yapıyoruz? Halk oyunlarımızı ama şimdiye kadar bilmediklerimiz yahut

bilinenlerin yeni şekillerini arıyoruz. İşimiz cenk ü çegane. Ama çok yerde hayal

kırıklığına uğradık. Yerli kültürümüz en güzel taraflarıyla çöküyor. Henüz bir

foklor enstitüsü olsun kuramadık. Kurulsa ne olacak? Hiç olmazsa, ilmi bakımdan

bu kaybolan şeylerin tespitine çalışılır. Görsen, kıyafetler bakımından öyle sefil bir

dereye düşmüşüz ki insanın içi cız ediyor.

Seninle birlikte yaptığımız seyahatler ne hoştu, ne güzeldi. Bu da genel olarak güzel

geçti diyebilirim. “Geçti.” diyorum çünkü yarın dönüş yolu başlıyor. Hiç durmadan

İstanbul’a doğru akacağız. Üç hafta oluyor evden ayrılalı, üç hafta da gezebilirim.

Ne var ki iş mevsimi geldi çattı. İmtihanlar olmasa daha kalabilirim. Bu kadar da az

değil. Niyetimiz, bizim halk oyunları tesisi adına gelecek yazın bir festival

hazırlamak. Bunların faydası oluyor, gelenekler dikkati çekiyor. Sanat kaynakları

keşfediliyor.

177

Şimdi Tophane denilen bir mevkide bir pakta oturuyoruz. Kaç gündür seyrine

doyamadığım o güzelim dağlar karşımızda. Adeta tanrısal bir opera dekoru…

Günün her saatinde başka başka halleri var. Eski liman altımızda. Tekneler

uyukluyor. Eylülün bu çağında hâlâ ağustos böcekleri konserlerine devam ediyor.

Kale içi denilen eski mahalleler, ağaçlar, serviler arasında eski bir kabartma gibi

duruyor. Eski sur parçaları, eski duvarlar… Masmavi bir deniz. Masmavi, uzun ve

durgun…

Kardeşim Bedri, arkadaşlar yanı başımda, sabırsızlanıyor. 15 kilometre mesafede

bir tahtacı köyüne gidilecek, orada kadın-erkek, müşterek oyun görülecek.

Antalya’da sen ve Hamdi, daima beraberimdesiniz. Sana ve bütün ev halkına

muhabbetlerimi sunuyorum. Annenin ellerinden öperim.

Ahmet Kutsi Tecer

Güzel Yazılar Mektuplar

178

Metin 3.

Ankara, 27 Ocak 1944

Kardeşim Kaplan,

Bir yığın can sıkıntısı, üzüntü ve yorucu iş arasında mektubuna cevap veremedim.

O bir tarafa, o güzel makalene de vaktinden önce teşekkür etmek lazımdı. Fakat

daha iyisi etmeliyim. Çünkü hakikaten güzel bir makaleydi. Artık birinci sınıf bir

muharrir olduğuna hiç şüphe etmiyorum. Sana çok bağlı olduğum için bunsan

meşhudum.

Orhan Seyfi biraderimiz, daha doğrusu Yusuf Ziya Bey’in biraderi, Raks

manzumesi için yaptığı talif tenkitten sonra, bu sefer de senin yazdığına cevap

vermiş. Ben okumadım. Yine kafiyelere çatıyormuş. Tabii görüşlerimiz ayrı.

Münakaşaya değmez. Hakikat şu ki ben kafiyeye bağlıyım. Ayrıca kafiyenin ve

şekl-i kafiyenin şiirde yeri olduğuna inanırım. Tedaiyi açar. Fakat çok defa bir

aksan müşabehetini, kafiye benzerini tercih ederim. Benim şekil dediğim şey, ne

vezinden, ne kafiyeden gelir. O cümlenin, hayal ve tasavvurun, hülasa kendisini

tamamlamamış idee poetique (ide poetik)in kendisidir.

“Mest kendi güler altındaki rahş oynardı” mısraı tek başına kafiyesiz güzeldir. Ben

kafiyesi güzel yüzlerce mısra tanırım ki güzeldir. Fakat onların anladıkları kafiye

bende yoktur. Merhum Cenab’ın dediği gibi, baston sapı gibi mısradan ayrı kafiye.

Hülasa kendi zaviyelerine göre haklıdırlar. Fakat ben onların haklarından bir şey

anlamadım.

Ne ise... Kitabın müsveddelerini göndereyim. Mahur Beste adlı bir yolculuğa

çıktık, Ülkü’de canım neler ister, ne tembellikler istiyor, ben neler yapıyorum. Çok

179

yorgunum. Başımda bir de Erzurum yazısı var. Behice’ye çok selam ve dostluklar.

Senin de gözlerinden öperim.

Ahmet Hamdi TANPINAR

Güzel Yazılar Mektuplar

180

Metin 4.

Oğlum,

Buraya bahar geldi. İlk günden beri gelecem diye gözümüzü yollarda bıraktın.

Güzel ayva, nar sakladım. Belki kurban bayramı’nda gelir diye; ayvalar, narlar

askıda oldu; zehir olsun dilimize sürdüysek.

Bu sırada harımla diktiğin enginarlar büyüdü, yozup gider; sen yoksun diye pişirip

de içimize sine sine yiyemiyoruz. Gelirsin de göğsüne sokarsın diye, sümbülü,

nergizi kimselere vermediydim. Gelmedin; akranlarına verdim. Göğüslerine

soktular. Şimdi karanfiller, güller açtı. Yine de gelecem diye söz vermiyorsun.

Baban, her oduna gidişinde, dağdan tutam tutam dağ lalesi getirir. Oğlan gelince

sokunsun diye. Onlar da ellerin göğsünde kurudu.

Bayramda, menentlerin el öpmeye geldiler; seni sordular. Dünya başımıza dar

geldi. Halillerin düğünü var. Aliko, evlenecek. Babana, bayraktar senin oğlanı

yapalım dediler. Baban da: “gelirse her şeyiniz olsun, velakin gelemez benim

oğlan.” dedi.

Sarı inek doğurdu. Sakar bir buzağısı var. Onun ağızından da nasip olmadı sana.

Koca inek akşamlık sabahlık, onun ağızından da nasip olacağa benzemiyor.

Hıdrellez geliyor. Bütün oba, hazırlıkta. Hamdolsun, ele güne karşı Allah ne

verdiyse biz de hazırladık. Keşkeği çifte kazanlara vuracağım. Toğgayı sana

adadığım yerine pişireceğim. Helis eben de, üç yaşlı horoz adamış, kesecek

Hıdrellez günü. Hıdrellez’de bari gel oğlum. Bu gurbetlik yetti gayri bize.

181

Kardeşine gönderdiğin resimleri gösterdim. Ellerine alıp sokağa çıktılar, ağabeyim

geliyor, ağabeyim geliyor diye bağırmaya başladılar. Sevinçlerinden o akşam

yemek bile yemediler; aç uyudular. Aynanın üstünde asılı resmini gösteriyorlar. O

zaman gözlerimden yaş, dolu gibi iniyor. Baban, çok ağlıyorsun diye bazı bazı bana

söyleniyor.

Ekinler başağa geldi. Kabaklar çoktan döktü. Baklalar geçiyor gayrı burda. Her yer

yemyeşil. Yoğurt çiçeği ortalığı sardı bürüdü. İlaç için bir avuç kara toprak

göremezsin.

Bir buçuk aya kalmaz, akça armutlar yetişir. Arkasından kavun, karpuz, üzüm

gelecek. Bize söz kes de geleceğini bildir. Bu gurbetlik yetti gayri bize.

182

Metin 5.

30 Ocak, Ankara

Saat sekizde kalktım. Her günkü uyanışımdan iki-üç saat geç. Kırk yılda bir böyle

uyanırım. Aynı çorapları giydim. Bugün evdeyim. Çayı demledim, sütü ocağa

koydum. Süt kaynayıncaya değin jimnastik yaptım. Süt iki bardaklık. Birini

kahveyle içtim, öbürüne yoğurt çaldım.

Kahvaltı: Yarım dilim ekmek, iki yeşil, iki siyah zeytin, kâğıt gibi bir dilim kaşarla

rokfor. Hemen hemen şekersiz bir çay.

Yıkanıp odama geçtim. Perdeleri açtım, masamdayım. Bir bardak daha şekersiz çay

içiyorum. Düşünüyorum.

Saat 09.00: koca evde yalnızım ve yazacak hiçbir şeyim yok. Otlar gibiyim. Bir

resmin yerini değiştiriyorum. Yerdeki bir kitabı düzeltiyorum.

Saat 09.30: Nefti kadife pantolonumu, nefti botlarımı giydim. Traş oldum. Bir

portal yedim. Masadayım yine. Bakıyorum. Hava puslu. Gökyüzü bulanık. Bir

kuzey göğü gibi de düz. Bir kuş havayı yararak geçti. Uzakta kayboldu. Şimdi

havada tıs yok.

Saat 10.00: Bir kahve yaptım, Ortadirek’i okuyorum. 228. Sayfadayım. Zil. Sucu

geldi, küpü yıkatıp doldurttum. Ortadirek’e devam.

Saat 11.30: Kapıcı geldi, marul, yoğurt, biftek ısmarladım. Gazetenin başlıklarına

baktım. Havalar daha soğuyacak. Komer üstüne bir haber okudum. Gazeteyi dürüp

kaldırdım. Bahçede kapıcının karısı süprüntüleri döküyor.

183

Saat 12.00: Tarhana çorbası yaptım. Salça, pek az yağ koydum. Kapıcı eti, yoğurdu,

marulu getirdi. Bol maydanozlu marul salatası yaptım. Bol limon sıktım.

Çorba, yarım dilim ekmek, biftek, barbunya, salata yedim. Bulaşıkları yıkadım,

tabakları yerine koydum.

Yine masadayım. Doğa üstüne şiirler yazmayı düşünüyorum. Kısa, yalın şiirler. Çin

şiirleri gibi.

Telefon, Edibe yemeğimi yiyip yemediğimi soruyor.

Saat 13.30: Varlık’tan mektup geldi. Yaşar Nabi, Dünya şiir Antolojisi’ni

basacağını yazıyor /2.000 TL.

Bir kahve yaptım. Paris radyosunu, haberleri dinliyorum.

Saat 15.00: Pikaba W. B. Yeats (Yits)’in bir plağını koydum. Yeats, öksürükler,

aksırıklar içinde iki üç şiirini okudu. Kitaptan asıllarıyla izledim. Sevgili ihtiyar

ses!

Gökyüzü hala kapalı ve puslu. Bir elmayı soyuyorum, kalın kabuklu.

Yazacak hiçbir şeyim yok. Ortadirek’ten otuz sayfa daha. Tek düzeli bir anlatış.

Yinelemelerin de arkası gelmiyor.

Saat 16.00: Sıkıldım. Fethi Naci’nin Ortadirek üzerine bir yazısı. Masayı biraz

geriye çektim, üstünü düzelttim. Kitapların tozunu aldım, salona geçtim,

Ortadirek’e devam.

Saat 18.00: Fransız Kültür Merkezinde M. P. Eblin’in konuşması.

184

Saat 19.00: Bulvarda dolaşıyorum. Bir çocuk bana çarparak geçti. Sanatseverler

Kulübü Fahir Aksoy, Dündar Elbruz, Sunullah Arısoy, Mustafa Yalçın ve

Hülyaların yanına oturdum. Fahir, balıkları anlatıyor. İlk kez dinliyorum.

Saat 20.30: Atilla Sav geldi. Ocakbaşı konuşmasında okunacak şiirlerim üstüne

konuştuk.

Saat 21.00: Evdeyim, Edibe yatmış. Üç ızgara köfte, yoğurt, salata yedim.

İlhan Berk

El Yazılarına Vuruyor Güneş

185

Metin 6.

Yazmak Üstüne

1 Şubat, Ankara

Ne zaman yazarım. Çoğun, sabahleyin. Sonra nerde kaldımsa sürdürmeye çalışırım.

Sürdürebilirsem. Başladığım şiiri hemen bitirmek isterim. Ama yazık ki çabuk

bitiremem. Yılda 3-4 şiir ancak çıkar elimden. İki yıldır da ayı konuyu iki üç kez

yazdığım oldu. İki yıldır Karadeniz üstüne yazmak istediğim şiir kitabı bir türlü

bitmedi. Kısaca, kolay yazamam. Bir şiir için, bir sohbet için, bir sonnet örnekse

20-30 kâğıt harcarım. Her yazdığım satırı makinede görmedikçe de tadına

varamam. Zaten mısra mısra kurarım şiiri. Ölçülü yazdığım zaman enikonu

terlerim. Uyak hece sıkar çünkü beni ama ölçülü şiir de başka türlü yazılmadığı

için, uyarım ister istemez.

En çok, son yazdığım şiirler terletmiştir beni. (Nigari, Anka, Orhan Duru, Hamsi).

Nedeni de hiç alışmadığım bir biçimde yazmamdır, sanırım. İki yılda yazdım bu

dört şiiri. Bir şiiri yazamasam daha doğrusu yazdığımı beğenmezsem saklamam.

Uğraştırır çünkü beni, yakarım.

Eskiden benim konularım, özgürlük, aşk, mutluluk, baskıya karşı koyma ve

Anadolu’ydu. Sonra bunların yerini salt aşk aldı. Çivi yazısı, Otağ’da aşk’a

yalnızlık da karıştı. Çivi yazısı, Otağ hemen hemen aynı tarihlerden çıkmıştır.

Şimdilerde konularım somut nesneler. Hamsi’yi yazmak için yüzlerce hamsi üstüne

yazı okumam gerekti. Bir yüz kadar da hamsi resmi yaptım. Haftalarca hamsiler,

bir tabakta, orada, masanın üstünde durdular. Bir aya yakın bir zaman ev balık

186

koktu. Hamsi’nin en az 30 kopyası var. Anka şiiri de bir yıldan fazla zamanımı aldı.

Yırtıp yırtıp attım. Bir altı ay önce bir sabah uyandığımda “Bitti” dedim.

Bir şiire başladığım zaman sonunu getirmedikçe sinirliyimdir. Her şey sıkar, kavga

ararım. Şiiri bitirince de en çok iki üç gün dinlenirim, bir yenisine başlarım. Zaten

hiç yazacağım bitti demedim kendi kendime. Şimdilerde bütün yeryüzündeki

canlıları, cansızları yazmak istiyorum. Dünyaya yeni gelinmiş gibi her şeyi var

etmek istiyorum.

Yazarken okuru düşündüğümü hiç sanmıyorum. Beni oldum bitti yazacağım şiir

düşündürmüştür. Bence şiir, istediğim biçimi alınca biter. Gerisi beni ilgilendirmez.

Ama çıkan şiirin okuyanlarda uyandırdığı etkiyi merak ederim. Gördüklerime

sorarım. Kimi zaman kendimi salt şiire bırakırım. Şiirin çizdiği çizgiyi sürdürürüm.

Bu, yazmak eyleminin kendisini sevme olayıdır. Konuyu bir yana atarak şiirin

götürdüğü yere gitmek. Anlamdı, anlamsızlıktı hiçbir şey düşünmemek. Salt yazma

tadı. Beni zaten çoğu zaman da bu ilgilendirmiştir. Şimdilerde buna daha da

bağlıyım diyebilirim. Yazmak hiçbir neden, amaç, tür düşünmeden. Yazmak için

yazmak. Çoğun kurşun kalem kullanıyorum. Mürekkebe oldum olası ısınamadım.

Kâğıtlara bayılırım. Belli bir boyu rengi olmayan bir kâğıda şiirimi yazıp

gönderemem. Makinede çok kâğıt harcarım ama gereğince temiz yazamam yine de.

Hiç kimsenin önünde yazamam, düşünemem. Büyük bir yalnızlık işidir benim için

yazmak. Bir şiiri bitirince çarşılara giderim. Özellikle de pazarları dolaşırım.

Herhalde konuşmak isterim. Şiirlerimde düşünmediğim anlamları bulanlara

bayılırım. Büyür şiir gözümde.

İlhan BERK

El Yazılarına Vuruyor Güneş

187

Metin 7.

Ağaçkakan Kuşu ve Başkaları

Çocukluğumda, köyümüz, geniş ormanların kıyısında bir yamaçta; evimizin

bahçesinde de yüksel ağaçlar, sık çalılıklarla bir orman gibi idi. Bir gün, babam ile

eniştem değirmene bir oluk yapmak için, uzamış gitmiş, epeyce kartlaşmış bir

karaağacı kesip devirdiler. Ağaç yere düşerken yanındaki ağaçlardan birkaçının

dallarını kırdı, bir uzun ağacın da kabuğunu sıyırdı.

Bu, bir güz gününde olmuştu. Ertesi yaz, ben oralarda dolaştıkça bir ses işitiyorum.

Sanki birisi, bir tahta kabın içine bir çuvaldan ceviz dökermiş gibi bir ses. Biraz

duyuyor, yeniden başlıyor. Bakınıyorum, uzaklara bakıyorum, hiçbir şey

göremiyorum. Aramaya başladım. Ses, beni epeyce yanılttıktan, arattıktan sonra

geçen güz yalındaki ağaç kesilirken kabuğu soyulan ağacın yanına getirdi. Ağaca

baktım ki, o kabuğu soyulan heryer kurumuş. Belki de içi kofalanmış. Bir

ağaçkakan kuşu da bu kuru yerinden ağacı delmeye çalışıyor. Ben, ağaçkakan

kuşunu tanırım ama ağaç deldiğini o güne kadar hiç görmemişim. Kuş sert

tırnaklarını kuru ağaca geçirmiş, kısa kuyruğunu da dayanmış, keskin bir gagasıyla

ağaca vuruyor. Bu vuruştan sanki ağaç titriyormuş gibi bir ses çıkıyor. Baktıkça

anladım ki ağaca yalnız bir kere vuruyormuş gibi görünüyorsa da arka arkaya

birçok kereler vuruyor. Çabuk çabuk vurduğu için yalnız bir vuruş gibi görünüyor.

Kuş çalıştı ben seyrettim. Biraz sonra, belki yorulmuştur, uçtu. Uçarken de kısa,

sert bir çelik tele vurmuş gibi bir ses çıkardı.

Bu kuşu tanımıyorsanız kendi gövdesine bakarak ne kadar güçlü, kuvvetli, sert bir

hayvan olduğunu kestiremezsiniz. Tırnaklarını tutturabildiği bir ağaç üstünde, aşağı

188

yukarı, sanki düz yere inmiş gibi gezinir, kendisine yiyecek kurt arar. Bunun içinde

ağaçları kurtlanmış, kocalmış ormanlar içinde daha çok bulunur.

Birkaç gün sonra, kuşun delmeye çalıştığı ağacın yanına gittim. Ağaca bir cevizden

biraz büyükçe ve çok düzgün yuvarlak delik açmış olduğunu gördüm. İlkin, bu

deliğin içine kendi yuva yapacağını sandım. Kuş ortada yok. Belki içeridedir? Nasıl

da ağacı delmiş? Kalın bir ağacın gövdesini delip içerisine bir yuva yapmak kolay

değil. Bu yuvayı görmek istedim. Yuva iki üç adam boyu yüksekte. Yanındaki

ağaca tırmandım. Ağaçlar sık, dallar birbirine yakın. Yuvaya sokuldum. Anladım ki

ağacın dışı kurumuş, içi de çürümüş. Kuş orada değil. Ağaç çürüğü dolu. Bekli

ağaçkakan burada bir ağaç kurdu bulup yemiş. Kurdun, orada olduğunu nasıl

anlamış olabilir ki ağacı kemirirken kurdun çıkardığı sesi duymuş olsun! Deliği

kabuk bir santimden daha kalın değil. Ağacın ortası da bir bilek kalınlığında

çürümüş. Daha doğrusu kurt yemiş. İyice anlayamadım. Kuşun orayı deldiğine,

sonra da bırakıp gittiğine bakılırsa ağaç kurdunu yemek için bir iki gün çalışıp bu

deliği deldiğine inanmak gerek. Eğer doğru ise demek oluyor ki bu kuş ağaçların

üstünden kurtları topladığı gibi kuru ağaçları da delip içinden kurtları yemekle

geçiniyor. Ormanlara yakın yerde oturuyorsanız bu ağaçkakanın bir ağacın

kabuğuna pençeleri ile tutunup ve aşağı inip yukarı çıkarak ağacı gözleri ile gagası

ile yoklayışını seyrediniz. Görülecek bir şeydir. Ben, bütün hayvanların nasıl

yaşadıklarını, nasıl yerlere yuva yaptıklarını bilmek ve kendi yaşayışları içinde

onları seyretmekten hoşlanırım. Ara sıra, o delinmiş ağaca giderek ağaçkakanın

oraya yuva yapıp yapmadığını anlamaya çalışıyorum.

Bir gün gördüm ki bu delikten bir taraklı kuş çıktı. Bu kuşa bizde çavuşkuşu da

derler, ibibik denilen yerler de vardır. Uzunca ince bir gagası, tepesinde de açıp

189

kapadığı güzel tüylerden bir tarağı vardır. Bu tarağı toplayıp arkaya yatırınca o da

gagası kadar ince olur ve sanki kafasının arkasında bir gagası varmış gibin durur.

“Hü, hü” diye bir ötüşü de vardır. Bu ötüş için olacaktır ki İran’da bu kuşa hüthüt

derler. İsrail tarihinin Süleyman bahsindeki efsanelerde adı geçer. Ben, bu kuşun

duvar ve ağaç kovuklarına yuva yaptığını bilmiyordum. Onun bu ağaç kovuğunda

görünce buraya yuva yaptığını anladım. Orada biraz durunca anladım ki yuvasını

yeni yapıyor. Dişisi erkeği gidip gelip çöpler, otlar taşıyorlar. Sonra da öğrendim ki

sincaplar da ağaçkakanlardan kalan bu deliklere yuva yaparlarmış. Taraklı iki üç

gün içinde yuvasını yaptı. Sıra yumurtlamasına geldi. Ben, bu kuşun yumurtasını

hiç görmediğim için ağaca tırmandım, yuvaya baktım ama yumurtalarını

göremedim. Biraz derince bir yere yumurtlamış olacak.

Taraklı, ağaçlar arasındaki yollar boyunca inip geziniyor ve toprağı gözden

geçiriyor, yer içine sokulmuş böceklerin, alidayıların ufak deliklerini arıyor.

Bunlardan birini bulunca gagası ile bu deliği açıp büyütüyor, içinde bulduğu kurdu

alıp uçuyor. Böyle bir delik de ben bulayım, içinden çıkacak kurdu göreyim, dedim.

Birkaç ufak delik de buldum, içinden bir şey çıkmadı. Taraklı ise benim gözümün

önünde bulup çıkarıyor. Arkasını bırakmadım, araya araya günün birinde ben de bir

böcek buldum. Koyu kahverengi, ayakları çengel gibi, bir fındık büyüklüğünde, bir

böcekten çok alidayıya benzer bir kurt. Sonra anladım ki bu kurttan yeşil ağustos

böceği çıkıyormuş. Bunlar yerde olduğu aylarda taraklının da yavruları çıkmış

bulunuyor. Ormanlar arasındaki yollarda ve otsuz kuru topraklarda pek bol olan bu

hayvancıkları bulmak için taraklı pek güçlük çekmiyor. Benim gördüğüme kalırsa

her yedi sekiz yahut on dakikada birini bulup yuvasına götürüyor. Bu, belki bunun

190

gibi başka başka böcekler de yerde kalmayınca taraklının da buralardan göçüp sıcak

ülkelere gitmesi günleri gelmiş bulunuyor.

Bu böcekler yerde kalmıyor, ne oluyorlar diye düşünmeye, arasına durup bakmaya

başladım. Bir gün, Hasan adında bir arkadaşım ile evimizin inek ahırları önünde

oturur, ekmek katık yerken gördüm ki bu kurttan biri yerden çıkmış yürüyor,

duvara doğru gidiyor. Ayakları elverişli olmadığı için yerde güçlükle yürüyen bu

kurt, duvara sokulunca tırmandı, bir arşın kadar da yükseğe çıktı. Nereye gidiyor,

diye bakmaya başladık. Daha yükseğe çıkmak istemedi. Oraya çengel ayakları ile

tutunup titremeye başladı.

Hasan, dedi ki: “Kesildi, titriyor, düşecek!”

Biraz sonra gördük ki bu kurdun sırtı yarılıyor, içinden yemyeşil, filiz yeşili bir şey

görünüyor. Ben soluğumu tutmuştum. Hasan, gene bağırdı.

“Sırtı yarıldı” dedi.

Bu yarık büyüdü, içinden yeşil bir böcek çıktı ve sırtına doğru tersine kıvrılıp ağaca

tutundu. Bu sefer de o titremeye başladı. Sırtı yarılmış olan boş kabuk da olduğu

yerde kaldı. Biz, yeşil böceğe bakmaya başladık. Bu yeşil böcek içinden çıktığı

kızıl kara böceğe benziyordu. Yalnız bunun sırtında titreyen iki kıvrıntı vardı. Biraz

daha geçince gördük ki, titreyen bu kıvrıntılar açılıyor, böceğin içinden bunlara can

yürüyor. Benim yüreğim vuruyordu, Hasan’ın da benzi solmuştu. Bu kıvrımlar

yavaş yavaş açıldı, üst kıyıları kalın, kalan yerleri damarlı zardan dört iri, güçlü

kanat oldu. Biraz sonra da kısık kısık cızladı. Ağustos böceği dediğimiz çekirge ve

sineklerden birinin bu olduğunu anladık. Ses, hayvanın ensesinden geliyor. Başı ile

boynu arasında kesin kenarlı kemiğe benzer sert bir zar var, bu zar titriyor, ses de

191

bundan çıkıyor. Böcek sustu. Biz, yeniden sesini çıkarması için bir çöple

dokunacak olduk. Böcek, birdenbire uçup yanımızdaki menengeç ağaçlarının

yaprakları arasına girdi, hızlı uçuşu da bizi biraz korkuttu. Birkaç gün sonra ağaçlar

üstünde cızlayan böcek sesleri çoğaldı. Duvarların boyu, ağaçların gövdeleri de

içinden yeşil böcekleri çıkmış boş kabuklarla doldu. Bu kabil yeşil böcekleri

ağaçların yapraklı dalları arasında bulup görmek kolay değildir. Rengi, güneş vuran

yaprakların rengine benzer.

Demek oluyor ki taraklı, bunlardan yiyebildiğini yiyip doyuyor, yemediklerini de

yeşil ağustos böceği olup ağaçların üstünde cızlayıp duruyorlar, diye düşündüm

ama iş bu kadar ile kalmadı. Birkaç gün sonra idi, gördüm ki bizim samanlık

duvarında açılmış bir şekilde yuvası olan bir karga bu ağustos böceklerinden birini

yakalamış, yuvasına getirdi. Ağaçlı bir yerde yaşıyorsanız bu gök kargaları

tanırsınız. Kargaya benzer, sesi de çirkindir ama rengi gök rengindedir. Sırtının

biraz yeri de nohut renginde olur. Kuzgun soyundan bir kuştur. Seslerinden anladım

ki yuvada yavruları var. Bir merdiven koyup yavaşça çıktım, dört tüysüz, uyuz,

çirkin yavru birbirine sokulup oturmuşlar, soluk aldıkça ince, zar gibi ince derileri

şişip iniyor yuvanın ağzı da bu böceklerin kanatları ile dolu. Anlaşılıyor ki bu kuş

böceğin kanatlarını kopardıktan sonra kalan gövdeyi bu çirkin yavrularına

yediriyor.

Bundan birkaç gün sonra da kalan kanatları karıncaların taşıyıp yuvalarına

götürdüklerini gördüm. Birkaç karınca bir kanadın birer yanından tutmuş

çekiştiriyorlar. Sanıyorsun ki bu çekiştirmelerle kanat olduğu yerde dönüp duracak,

bunu yuvalarına götüremeyecekler. Bu sanış doğru değildir. Kanadı epeyce

döndürdükten ve çekiştirdikten sonra ince ucunu yuvanın ağzından sokuyorlar.

192

Kanadın geniş olan yanı yumuşak olduğu için içeriden çekince incelip delikten

giriyor ve kayboluyor.

Anlaşılıyor ki gök kargalar da yeşil ağustos böceklerinin hepsini yiyip

bitiremiyorlar. Birçoğu gene ağaçlar üstünde kalıyor. Yalnız bilmiyorum ki bunlar

ağaçtan inip toprak içine yumurta mı bırakıyor, yoksa kendileri mi toprağa girip

orada ipekböceğinin kozanın içine kapanıp ilkin alidayı, sonra kelebek olduğu gibi

bunlar da o kızıl kara renkli alidayı mı oluyorlar?

Mahmut Şevket ESENDAL

Tahran Anıları ve Düşsel Yazılar

193

Metin 8.

Ankara’da Türk Ocağı Tiyatrosunun Açılışında

Marmara Köşkü’nde 11 Nisan 1930 Cuma akşamı Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın

önünde sanatçıların geçirdikleri bu gece, can çekişen, kısırlaşmaya yüz tutmuş Türk

tiyatrosuna yeni bir çehre açmıştır.

Gazi gibi büyük bir insan elbette bizi ağırlamak için oraya çağırmaz. Oyunlarımızı

en sıcak bir ilgiyle izledikten sonra bize verilecek bir emri, söyleyecek bir sözü

vardır. Nitekim okyanus dağları gibi geniş ve birbiri arkasından ağır ağır gelen

iltifatlarından sonra baş başa kaldığımız zaman:

-Siz, buyurdular, benim ta ataşemiliterlik çağımdan beri memleketimizde görmeyi

candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. Böylesine bir birine bağlı bir sanatçı

topluluğu kendi yeteneklerinizle hazırlayıp bize getirdiniz, gösterdiniz. Şimdi ben

devlet başkanı olarak size soruyorum:

- Hükümetten ne gibi bir yardım istersiniz?

Böyle bir soru karşısında hükümetten istenecek neler neler vardı. Önce o zamanlar

yüzde otuz beşi bulan vergiler, daha neler istenmezdi. Maddi ve manevi

sıkıntılarımız sonsuzdu. Fakat o anda, Gazi Hazretlerinin engin gözlerine baktığım

zaman, memleketin olduğu kadar tiyatronun da ileri günlerini düşündüm. Geçmişin

değil, geleceğinde de önemini hatırladım. Biz veremli bir bayraktarı Büyükada

Mezarlığına daha yeni gömmüştük, biri de sanatoryumda tedavi edilecekti. Böyle

giderse birkaç yıl sonra Türk tiyatrosunda sıra sıra mezar taşlarından başka bir şey

kalmayacaktı. Beni en çok ilgilendiren tiyatronun bizden sonraki durumuydu. Onun

için benden cevap bekleyen Gazi Mustafa Kemal’e:

194

-Bir tiyatro okulu istiyorum Paşa’m, diyebildim.

Bu karşılıkla o günlerde beynimin içini saran yüklü düşünceler sanki bir anda

kurtulmuş gibi hafifledim. Gazi Hazretleri hemen, vakit geç olmasın rağmen,

Başbakan İsmet Paşa’ya haber gönderdi ve çağırttı:

-Paşa’m, sizi rahatsız ettim, buyurdular fakat önemli bir hususu size arz etmek

istiyoruz, diye beni tanıştırdı. Bana da:

-Haydi isteğinizi Paşa’ya tekrarlayın, buyurdular.

-Bir tiyatro okulu istiyoruz Paşa’m, dedim.

O akşam Gazi Hazretleri, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün büyükleri arasında

Türk tiyatro sanatçıları için cömertçe dağıttıkları bin bir iltifattan sonra nutku şöyle

bitirmişlerdi:

-“Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta

cumhurbaşkanı olabilirsiniz! Fakat sanatçı olamazsınız. Hayatlarını büyük bir

sanata veren bu çocukları sevelim.”

Muhsin ERTUĞRUL

195

Metin 9.

Ömer Seyfettin

Ömer Seyfeddin, Gönen kasabasında doğdu. Babası Dağıstan’dan muhacir gelen

bir Türk ailesinin çocuğu, Ömer Şevki Bey’dir. Ömer Şevki Bey binbaşı rütbesine

kadar yükselebilen alaylı bir subaydır. Yazarın annesi Fatma Hanım,

İsfendiyaroğulları’ndan topçu kaymakamı Mehmet Bey’in kızıdır. Ömer Şevki Bey

ile Fatma Hamın’ın dört çocuğu olmuştur. Ömer Seyfettin’in Güzide adlı bir ablası,

Hasan adlı bir kardeşi, bir de küçük yaşta ölen bir kız kardeşi vardır. Kaşağı ile ilk

Namaz başlıklı hikâyelerinde kardeşleriyle ilgili bazı hatıralarından geniş ölçüde

yararlanmıştır.

Kaleme kağıda ilgisi çok erken yaşta başlayan Ömer’i, dört yaşında iken mahalle

mektebine verirler. “daha iki, üç yaşında iken yalnız kâğıt ve kurşun kalemle

oynardı .bunu gören kadın hoca, annesine, “Maşallah çocuğun hevesi var, bana

yollasanız da okutmaya başlasam” demiş. İşte böyle bir teklifle Ömer, dört yaşında

o kadıncağızın mektebine başlamıştır (Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin, Hayatı-

Eserleri, İstanbul, 1947, s.8)

Yazarın babası bu yıllarda askerlik şubelerinde çalışır. Gönen’den başka İnebolu ve

Ayancık kasabalarında da görev almıştır. Ömer Şevki Bey, bu kasabalara da ailecek

gitmiştir. Ancak yazarın annesi Fatma Hamın “1892 yılında Ömer’i de alarak

Ayancık’tan ayrılıp babasının Kocamustafapaşa’daki konağına yerleşir; Ömer

Seyfettin de Yusuf Paşa’daki Mekteb-i Osmaniye kaydolur (Sadık Tural, Ömer

Seyfettin’in Hayatı ve Eserleri, Doğumunun Yüzüncü Yılında Ömer Seyfettin,

Marmara Ü. Yay. İst 1984, s. 9). Fatma Hanımın bu isteğinin arkasında oğlunun

196

daha iyi bir eğitim görmesi isteği yatmaktadır. Zira Mekteb-i Osmani, yeni usulde

öğretim yapan, yabancı dil olarak da Fransızca okutan özel bir okuldur. Ömer

Seyfettin Mekteb-i Osmani’de bir yıl okur. Babası oğlunun asker olmasını ister.

Mekteb-i Osmani’de sürdürülen eğitim oldukça serbesttir. Ömer Seyfettin ise son

derece hareketli ve yaramaz bir çocuk. Çocuğunun daha disiplinli yetişmesi

arzusuyla, belki de köyü alışkanlıklar kazanmasına engel olur düşüncesiyle Ömer

Şevki Bey, oğlunu 1893 ders yılı başında Eyüp’teki Askeri Baytar Rüştiyesinde

subay çocuklarına ayrılan özel sınıfa yerleştirir. Bu okuldaki dört yıllık eğitimi

bitirenlerden, Ömer Seyfettin’in devam ettiği özel sınıftakiler Kuleli Askeri

Lisesinde öğrenimlerini sürdürürlerdi. Ömer Seyfettin, kendi isteğiyle Enis Avni

(Aka Gündüz) ile birlikte Edirne Askeri Lisesine kaydolur.

Yazar, hayatı boyunca dost olarak kalacağı arkadaşlarından bir kısmını Baytar

Rüştiyesinde tanır. Bunlardan biri Aka Gündüz, Ömer Seyfettin’in çocukluğu

hakkında Tahir Alangu’ya şunları anlatmıştır: “Çocuktuk, Yunan muharebesi

oluyordu. Bizim gibi babaları askerde olan çocuklar için iplikhanede sınıf-ı mahsus

açmışlar, bizi de oraya koydular. Ömer’le orada tanıştık. Ondan evvel kendisini

tanımazdım. Yatılı mektep olduğu için devamlı arkadaşlığımız vardı. Zekâsındaki

cevvaliyet daha o zaman görülür, her gün dikkati celbeden yeni zekâ eseri

göstermezse rahat edemezdi. Orijinal bir çocuktu. O zamanlar henüz arkadaşları

arasında henüz komik olmanın çerçevesini aşamamıştı.” Ömer Seyfettin’in Baytar

Rüştiyesinde okuduğunu yazı yazmaya çalıştığını, aynı eserden öğreniyoruz: “O

zamanlar okumaktan ziyade, seyrederdik. O devrin edebi modası tiyatro idi. Öyle

edebiyat dergileri falan rakip edilmezdi. Manakyan’ın oyunlarına pek düşkündük…

Kendisi gayet hırçın, afacan, çabuk konuşur, bir yerde duramaz sanırdı. Aklına

197

geleni söylerdi fakat şer çocuk değildi, herkese kendini sevdirirdi. İçimizde en iyi

yazanlardan biriydi, piyes yazardı, beni de bu yola teşvik ederdi.”

Ömer Seyfettin, “Diyorlar ki,” sahibine verdiği cevapta, edebiyatla ilgisini şu

cümlelerle ifade eder: “Daha çocukken evimizde birçok divanlar vardı. Onları

okuya okuya edebiyata heves ettim. Fakat eski edebiyatın çeşnisini, zevkini

tattığımı iddia edemem. Çünkü bunun için başka bir ilim, başka bir tahsil ister. Pek

genç iken gazeller filan da yazdım fakat tabii saçma şeylerdi. O vakitten aklıma

Leyla ile Mecnunlar kaldı. Demek hakikatte yalnız onları anlayabiliyormuşum.

Bugün artık edebiyat-ı atikamıza hiç taraftar kalmadığı için, bu bahse bile değmez

sanırım. Divan edebiyatı! İşte nihayet edebiyat tarihi için bir saha! Daha fazlasına

aklım ermez. Şinasi’den sonra edebiyata gelince: Kemal Bey’i çok sevdim. Evrak-ı

Perişan’dan sayfalar ezberledim. Bana hayatiyet veren, beni iyiye, doğruya güzele

samimiyetle alakadar eden Kemal’dir sanıyorum. Ne yalan söyleyeyim. Hamid’

pek o kadar anlayamıyorum. Ekrem Bey’e gelince Nejad’ı için yazdığı şeylere hala

bayılırım, ne müesser şeylerdir! Fikret!.. İşte bana mükemmellik iştiyakını veren!

İdadiye mektebinde iken hep Rebab’ı okurdum. Halid Ziya, bizim ilk üstadımızdır.

Ben bir gece hiç uyumamış, sabaha kadar Bir Ölünün Defterini okumuştum. (Ruşen

Eşref, Diyor ki, İst. 1918, s.241). Bu cümlelerden Ömer Seyfettin’in gençlik

yıllarında divan edebiyatına ait eserleri okuduğu ama bunlardan pek zevk

almadığını; edebiyat dünyasıyla ciddi ilgisinin Tanzimat sonrası edebiyatçıların

eserleriyle geliştiğini öğreniyoruz. Tahir Alangu’nun Aka Gündüz’den naklettiğine

göre, şiir yazma denemelerine de Edirne İdadisinde devam ettiği yıllarda

başlamıştır. Onun yayımlanan ilk yazısı “Yâd” adlı manzumedir, 1900’de Mecmua-

i Edebiye’de çıkmıştır.

198

1896-1900 yılları arasında Edirne’de Askeri İdadiyi bitiren Ömer Seyfettin, Aka

Gündüz ile birlikte İstanbul’a döner ve “Mekteb-i Harbiye-i Şahane’ye katılır.

Ömer Seyfettin, harbiyede daha çok sporla meşgul olur. Bir arkadaşıyla yaptığı

kavga yüzünden, alaya çıkma (okuldan atılma) tehlikesiyle karşı karşıya gelir… bu

sırada Makedonya’nın karışması sebebiyle, Harbiye Şahane idaresi 1310’luları

sınıf-ı müstacele, diye imtihansız mezun eder (22 Ağustos 1903).

Harbiye’de öğrenci olduğu yıllarda yazdığı şiirlerde Edebiyat-ı Cedide zevkini

devam ettirir; daha sonra edebi zevkinde ve dil anlayışında değişiklikler olacaktır.

Mülâzım-ı sâni (üsteğmen) olarak harbiye’den mezun olan Ömer Seyfettin’in kura

ile İzmir’e ve Kuşadası redif taburuna tayin olunduktan sonra, doğrudan doğruya

taburunun Rumeli’de görevlendirildiği mevkie gönderildiği ve taburuyla birlikte,

1904 Eylül’ünde İzmir’e döndüğünü kabul etmek gerekir. (Ö. Faruk Huyugüzel,

Ömer Seyfettin’in İzmir Yılları ve Bu Devrede Yazdığı Hikâyeler, Doğumunun

100. Yılınca Ömer Seyfettin, İst. 1984 s. 81). Yazarın İzmir’den ayrıldığı tarih

kesin olarak bilinmemektedir. Ancak 1909 Ocak ayına kadar İzmir’de kaldığı

tahmin edilmektedir. Zira Ö. Faruk Huyugüzel’in tesbitine göre, onun İzmir’de

yayınlanan son yazısı, 19 Ocak 1909 tarihli Serbest İzmir’dedir. Buna göre Ömer

Seyfettin, 6 Eylül 1904’ten 1909 Ocak’ına kadar Kuşadası ve İzmir’de yaklaşık

dört buçuk yıl kalmış ve bu sürenin üç yıla yakın bir kısmını Kuşadası’nda, geri

kalanını da İzmir’de geçirmiş olmaktadır (age, s.85).

Ö. Faruk Huyugüzel, İzmir’de çıkan gazetelerden hareketle Ömer Seyfettin’in bu

şehirdeki basın hayatı hakkında bilgi vermektedir. Hikâyecimiz bu devrede İzmir

gazetelerinden Haftalık İzmir ( daha sonraki ismiyle Uşbui İzmir, Haftalık Serbest

199

İzmir, Edebi Serbest İzmir), 11 Temmuz ve Ahenk gazetelerinde yazılarının

yayımlandığını biliyoruz. Hatta Haftalık İzmir’in 19 ve 26 Temmuz 1324 tarihli 46

ve 47. Sayılarında gazetenin yazı işleri müdürü olarak çalışmıştır.

Bütün bu gazetelerde Ömer Seyfettin’in kullandığı takma adlar sırasıyla şunlardır:

Ö (ayın), H,Ö,S. Süheyl Feridun, Perviz, Feridun.

Ömer Seyfettin’in asıl faaliyeti bunlardan haftalık İzmir Gazetesinde olmuştur.

Bıçakçızade Hakkı’nın 1896 Haziranı’ndan 1905 sonuna kadar yayımladığı bu

gazete o yıl kapanınca 5 Ağustos 1907’de Hüseyin Hilmi ve İsmail Suphi

tarafından yeniden çıkarılmaya başlanır. Edebi karakterleriyle dikkati çeken ve çok

satılan gazetenin bu devresinde Celal Sahir, Şahabeddin Süleyman, Enis Avni, Ali

Süha, İlyas Macit, Salih Karamet, Hakkı Tarık ve Necip Türkçü gibi imzalar

dikkati çeker. Fakat gazetede daha çok Baba Tevfik ve Ömer Seyfettin’in yazıları

vardır. Yakup Kadri’nin ifadesiyle “askerlikten ziyade fikri ve bedii meselelerle

meşgul olan” yazarımızın bu çevrede daha çok Batı kültürünü ve Fransızcayı iyi

bilen Baba Tevfik ve Türk dili üzerinde çok ciddi bir şekilde duran Necip Türkçü

ile temasta olduğu bilinmektedir. Baba Tevfik’in onda Batı edebiyatı ve Fransızca

bilgisini arttırmak, Necip Türkçü’nün de Türkçe ve Türk edebiyatına farklı bir

açıdan bakmak, dilde sadelik ve milli edebiyat konuları üzerinde düşünmesini

sağlamak ve bazı temel fikirleri vermek bakımından etkili olduklarını biliyoruz.

Ömer Seyfettin’in bu gazetede çıkan makalelerinden Servet-i Fünun edebiyatına ve

bu edebiyatın önde gelen hikâyecilerine karşı tenkitçi bir tavır aldığını görüyoruz

(Ö. Faruk Huyugüzel, age. s. 85,86).

200

Ömer Seyfettin’in İzmir’de bulunduğu yıllar Fransızca öğrendiğini Aka Gündüz

söylemektedir.

Ömer Seyfettin’in İzmir’de aktif politikayla ve siyasi tartışmalarla vakit geçirmez,

daha çok edebi ve fikri çalışmalara ağırlık verir. İzmir’de geçirdiği yıllar, edebiyata

ve fikri hayata hazırlandığı devredir. Nitekim İzmir’de yazdığı son eseri “Ay

Sonunda”, “Yaşasın Dolap” çok sade ve neredeyse terkipsiz bir dille yazılmıştır.

İzmir’de, altısı telif, ikisi tercüme olmak üzere sekiz hikâye neşretmiştir. Bunlardan

Çeyiz Bir Köpek ve Kadım Mektupları Tercümedir. İlk Namaz, Sahir’e Karşı,

Sebat, Erkek Mektubu, Çirkin Bir Hakikat, Ay Sonunda adlı hikâyeler teliftir.

Ayrıca bu devrede “Yaşasın Dolap” adlı tek perdelik bir komedi de yazmıştır.

1909 Ocak ayından sonra Ömer Seyfettin, İzmir’den Balkanlara tayin edilir;

Selanik’teki üçüncü orduya bağlı birliklerde görev verilir. Bu yıllarda Rumeli,

sürekli bir karışıklığı bütün boyutlarıyla yaşamaktadır. Balkanlarda yaşayan

Müslüman olmayan kavimler milliyetlerini idrak etmenin heyecanı içinde, Batılı

devletlerin teşvik ve desteğiyle ayaklanmakta, Türklere saldırmaktadır. Ömer

Seyfettin böyle bir dönemde Rumeli’nin muhtelif şehir, kasaba ve köylerinde görev

alır. Görev mahalleri arasında Makedonya’da Serez Mutasarrıflığına bağlı Menlik

kazası, Manastır’ın Piplere kazası, Velmefce, Osenova, İştip, Babina, Demirhisar,

Cumayı Bala, Razık, Köprülü köyü gibi yerler bulunmaktadır. Balkanlar’da

görevleri Ömer Seyfettin üzerinde etkili olmuştur: Balkan milletlerinin milli uyanış

ve istiklal hareketlerinin en kızgın bir çağında, Bulgar çetelerinin en çok faaliyet

gösterdikleri yerlerde görev alan ve dolaşan Ömer Seyfettin, onları bu hareketlere

götüren düşünceleri ve nedenleri yakından görmek ve incelemek fırsatını buldu.

Hikâyelerinde bunların etkilerini ve motiflerini açıkça görebildiğimiz kadar, ondaki

201

duygu ve düşünce gelişiminin işleyişini de yakından izleyebiliyoruz. Sınır

bölgesinde yer yer komitacı çevrelerine yanaşırken o sırada Rumeli Türkleri

arasında uyanmaya başlayan, Balkan gerçekleri ve gelişmelerinden etkilenen “Yeni

Türk Milliyetçi Düşünce” akımının zorlayıcı nedenlerini aşağıdan gelen örnekler ve

uygulamalardan öğreniyoruz. Bulgar ve Makedon komitalarının kendi milli ülküleri

uğruna yaptıkları hareketlerin lejantları ve ağızdan ağıza dolaşa dolaşa büyüyen

hikâyeleri, o sırada Rumeli’deki asker ve sivil bütün aydınları olduğu gibi Ömer

Seyfettin’i de sarıyor, onun da yolunu ve yönünü bulmasında başlıca iteleyici güç

oluyordu. En ünlü hikâyelerinin malzemesini veren gözlemlerini, hayatının en

meşakkatli olduğu kadar en hareketli geçen yılları derlemişti. Sonraları dilde ve

düşüncede belli bir yolun öncülüğünü yaparken ortaya koyduğunu göreceğimiz

ilkelerin, onda, bu sıralarda filizlendiğini görüyoruz.

Balkanlar’daki askeri görevi ve buna bağlı olarak sürdürdüğü her yönüyle hareketli

hayat içinde bile Ömer Seyfettin; tercüme yapmaya, bazı edebi denemelere

girişmeye vakit bulur. Manastır ve Selanik civarındaki edebiyat meraklısı gençlerin

Bahçe, Kadın, Hüsn ve Şiir gibi dergilerde tercüme ve telif olmak üzere hikâye, şiir

ve çeşitli konularda kaleme alınmış yazılar yayımlar. Balkan devresinin ilk

yıllarında Edebiyat-ı Cedide zevkini devam ettiren manzumeler yazan Ömer

Seyfettin, 1910 yılında, sınırdaki Yakorit kasabasından Ali Canip Bey’e yazdığı

mektupta, yeni bir anlayış içinde olduğunu ortaya koyar. Bu arayışın arkasından,

İzmir’deki aydın çevresinden hususiyle Türkçü Necip Bey ve Baba Tevfik’ten

gelen tesirler: Fransız edebiyatında okuduğu eserlerden kazandıkları ve

Balkanlar’daki müşahadelerinden çıkardığı neticeler ile harbiye mektebinde

kazandığı terbiye vardı.

202

Onun Genç Kalemlerde yayımladığı Bahar ve Kelebekler hikâyesi, edebi alanda

kesin değişikliğin ifadesidir. Bu hikâye, Ömer Seyfettin’in edebi hayatında olduğu

kadar Türk hikâyeciliğinin gelişmesinde de önemli bir merhaleyi işaret eder. Bu

hususu Mehmet Kaplan şu şekilde belirtiyor: “… Dergide çıkan hikâyenin başında

‘yeni lisanla’ kaydı vardır. Hikâyenin daha sonraki baskılarında bu kayıt,

kaldırılmıştır. Basit gibi görünmekle beraber, bu kayıt Bahar ve Kelebekler hikâyesi

ile Ömer Seyfettin’in büyük bir heyecan ve talakatle müdafaa ettiği ‘yeni lisan’ tezi

arasında bir münasebet olduğunu gösterir. Gerçekten de, hikâye ile makale arasında

sıkı bir münasebet vardır ve bu münasebet sadece hikâyenin ‘yeni lisan’ ile

yazılmış olmasında ibaret değildir. Ömer Seyfettin, hikâyesinde de makalesinde

olduğu gibi yeni hayat görüşünü müdafaa eder.

Bu yeni hayat görüşü, Türk kültür ve edebiyatına o zamana kadar hâkim olan İran

ve Batıcı taklitçiliğe karşı milli ve çağdaş bir dil, edebiyat ve kültür yaratma

gayesine yöneliktir. (Mehmet Kaplan, Bahar ve Kelebekler’in tahlili, Doğumun

100. Yılında Ömer Seyffettin, İst. 1984, s.41).

Selanik’te Ziya Gökalp, felsefi planda düşündüklerini, cisimleşmiş bir şekilde, sınır

boylarından gelen “görgüsü ile idealist, kabiliyeti ile realist” Ömer Seyfettin’de

bulur. Ömer Seyfettin ise yaşadıklarını sistematize etmiş bir halde Gökalp’in

sohbetlerinde dinleme imkânı elde eder. Birlikte vücut verdikleri “Yeni Hayat

Kadrosu” yeni lisanın açtığı yoldan yavaş yavaş bir gençlik akımı halinde gelişip

zenginleşir. Ömer Seyfettin, yeni lisanla yeni hayatın edebiyatını yapmaya koyulur.

Bu yeni hayat terkibi, memleketin problemlerine çağdaş bir düşünce ve milli bir

endişe ile yaklaşmak, bizi biz yapan değerleri yorumlayarak onları zenginleştirmek

esasına dayanır.

203

Ömer Seyfettin, Genç Kalemlerde 5 Nisan 1910 ile 10 Temmuz 1912 arasında iki

yılı aşkın bir sürede ilki Bahar ve Kelebekler olmak üzere altı hikâye yazmıştır.

İkinci hikâye Pamuk İpliği adını taşır. O, bu hikâyesiyle açıkça Edebiyat-ı Cedide

zevkinden ayrıldığını ortaya koyar. İrtica haberi, 1909’da yaşanan bir olayın

Rumeli’deki aydınlar aksedişini hareket noktası almıştır. Genç Kalemlerde

yayımlanan dördüncü hikâye “Bomba”dır. Ömer Seyfettin, Primo-Türk Çocuğu,

And ve Aşk Dalgası adlı hikâyelerini Selanik’e yerleştikten sonra yazmış ve Genç

Kalemlerde yayımlanmıştır.

Genç Kalemler çevresinde Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip etrafında

toplanan gençler, Balkan savaşının başlaması üzerine dağılır. 24 Ağustos

1328/1912 tarihinden sonra çıkan Genç Kalemler dergilerinde M. Nermin Bey ile

Suphi Edhemden başka kimsenin imzasına rastlanmaz.

Ömer Seyfettin Balkan savaşına katılır ve esir düşer.

Onun hayatının bu devresini anlatan hatıraları, acı ve ıstırapla geçirdiği aylar, esir

olarak Nafliyon’da hissetlerini sergiler. Ömer Seyfettin “Kendisini doktormuş gibi

göstererek savaş kargaşalığında öldürülmekten kurtulmuştur.” O, Nafliyon’daki

esareti sırasında boş durmaz; okur, daha sonra yazacaklarına hazırlık yapar ve

arkadaşları ile mektuplaşır. Ömer Seyfettin, 15 Teşrisani 1329’da gemi ile

Nafliyon’dan İstanbul’a hareket eder. Dört gün sonra da İstanbul’a varır, on ay esir

hayatı yaşamıştır.

Onun yazarlık hayatının en verimli devresi, esirlikten kurtulup İstanbul’a dönüşü ile

ölümü arasında geçen yedi senelik süredir. Hayatını düzene koyma ve büyük eser

verme arzusuyla kıvranan yazara; devrin siyasi ve sosyal şartları içinde bir misyon

204

adamı olmanın getirdiği mesuliyet, geçim derdi ve kısa süren evliliği bu fırsatı

vermemiştir.

Ömer Seyfettin, İstanbul’a dönüp profesyonel yazar olarak çalışmaya başladıktan

sonra, devrinin modasına uyarak, mizah dergilerinde ve magazinlerinde

yayımlanacak cinsten hikâyeler yazar. Bunların ilki Koleksiyon adını taşır. Ancak

o, bu tip hikâyelerde de memleketin temel problemlerinden uzaklaşamaz. Bize has

değerlerden uzaklaşmış aydınların yaşama biçimi ve tatlı su frenkleriyle ilişkileri

mizahi hikâye için konu durumundadır. Başyazarlığını yaptığı Türk Sözü

gazetesinin ömrü pek kısa olmuş, yazar da istediği gibi yazı yayımlayacağı bir

basın organı bulamamıştır. Ömer Seyfettin’in muhayyilesinde uzun bir hazırlık

devresi geçiren Beyaz Lale adlı hikâyesi 1914 yılında Donanma dergisinde çıkar.

Bu hikâyede, Harbiye Mektebi öğrencisi iken Makedonya’da cereyan eden olaylar,

yazarın asker olarak Balkanlar’da görev aldığı yıllara ait tecrübeler ile

birleştirilmiştir.

Ömer Seyfettin 1915 ve 1916 yıllarında hikâye yayımlamamıştır. 1914 yılında

Kabataş Sultanisine öğretmen olarak tayin edilmiştir. Öğretmenlik hayatına

rahatlıkla intibak ettiği söylenemez. O, hikâyelerinde hayatının her döneminden

yararlanmasını; devrine ait çeşitli görünüş ve olayları edebi türün imkânlarını pek

zorlamadan yazılarına yerleştirmesini bilen bir sanatkârdır. Meşrutiyet dönemi

olaylarını ele aldığı Efruz Bey serisinde, öğretmenlik hayatında da yabancı kültür

ve eğitimin Türkiye’de yayılmasına karşıdır. Yabancı okulların yerini milli olanlara

bırakması gereğine inanır. Hikâyeci, edebiyat öğretmeni olarak, düşüncelerini

sevdirerek kabul ettirmeye gayret gösterir. Ömer Seyfettin’in öğretmenlik hayatı,

1914’ten hastalık sebebiyle yatağa düşeceği aylara kadar, yani 1920 yılına kadar

205

devam eder. Onun, Birinci Dünya Savaşı sırasında Saint Joseph (Sen Jozef) Lisesi

binasında açılan İstanbul Erkek Lisesi Muallim Mektebinde “edebi kıraat” dersi

verdiği bilinmektedir.

Ömer Seyfettin, 1913 yılında, esirlikten dönüşünde kısa bir müddet sonra annesini

kaybeder, yalnız kalır. Zira babası yeniden evlenmiştir. İyice çalışmak,

düşündüklerini gerçekleştirmek için aile rahatlığına ihtiyaç duyan yazar, İttihat ve

Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Bey’in kızı Calibe Hanım ile

evlenir (1915). Calibe Hanım, Kadıköyü’ndeki Saint Euphemie (Sen Öfhem)

okulunda okumuş, Avrupai tarzda yetişmiş, devrin yüksek sosyetesine mensup bir

genç kızdır. Ne kültür ve yaşama biçimi, ne de fizik olarak hikâyecinin benimsediği

ve beğendiği kadın tipidir. Bir yıl sonra kızı Güner dünya’ya gelir. Güner henüz iki

yaşını bitirmeden bu evlilik son bulur ve Ömer Seyfettin hoşlanmadığı bekar

hayatına döner.

Bundan sonraki hayatı, Cavid Paşa’nın olan, Kalamış Koyu’ndaki küçük

köşklerden birinde geçer. Yazar bu eve münferit yalı adını vermiştir. Buraya Ali

Canip’den başka zamanın tanınmış sanatkârları da gelerek Ömer Seyfettin’in evini

bir edebi mahfil haline çevirirler.

Ömer Seyfettin ömrü boyunca rahat bir çalışma ortamı bulamaz. Yunanistan’dan

döndükten sonra bir türlü İstanbul’ gönlünce yerleşemez. Bu bakımdan da kendisini

istediği ve düşündüğü gibi edebiyata verme imkânı bulamaz. Ancak o, 1917-1920

yılları arasında, bildiğimiz hikâyelerinin büyük çoğunluğunu yazar. Yani,

edebiyatımızdaki yeri bu üç yıl içerisindeki edebi faaliyetlerinin sonucu gibidir.

206

Ömer Seyfettin, Yeni mecmua dışındaki faaliyetlerinde, “Yeni Hayat” anlayışın

uygun insan tipini araştırmaya yöneliktir. “Bir meşrutiyet devri aydını olarak Ömer

Seyfettin, çevresinde namuslu adamın örnek tipini araştırırken çağına değil de çok

gerilere gitmek gereğini duyuyordu. Pembe İncili Kaftan’daki Muhsin Çelebi,

Diyet’teki Hoca, daha sonra Cabi efendi, tarihten gelen sağlam adam örnekleridir.

Onun bu seçimi, çağına ve takımına olan güvenini yitirdiğinin bir ifadesidir (Tahir

Alangu, age, s.451).

Ömer Seyfettin, hayatının son yıllarında oturduğu Kadıköy, Moda, Bahariye,

Kalamış çevresindeki yüksek sosyetenin alafranga yaşayışını, milli değerlerden

uzaklığını, mizahi hikâyelerinde malzeme olarak kullanır. Bu hikâyelerinin bir

kısmında, sosyal problemleri mizaha imkân hazırlayan bir kuruluş içinde dikkate

sunduğu görülür. Hatta denilebilir ki Ömer Seyfettin, hikâyelerinde birinci dünya

savaşı sonlarındaki Türk insanındaki değişmeyi tespit etmiştir. Bu yazılarında

modern yaşama biçimi ile alışılmış hayat tarzı arasındaki çatışma asıl unsur olarak

karşımıza çıkar. “Çirkinliğin Esrarı”, “Antiseptik”, “Havyar”, “Tos” adlı hikâyeler

bu bakımdan önemlidir. Aynı yıllarda yazarın, çocukluk cennetine sığındığını

düşündüren hikâyeler kaleme aldığını da görüyoruz: “Kaşağı”, ve “İlk Cinayet”.

Mizahi hikâye yazarı için, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türk toplumunun

sürdürdüğü yaşama kargaşası sayısız denecek ölçüde konu sunmaktadır. Otorite

yokluğunun sebep olduğu düzensizlik, milli, sosyal ve ahlaki değerlerdeki

çözülmeler bir taraftan modern çevrelerdeki alafranga yaşama biçimini sürdüren

insanların hayat tezahürlerine zemin hazırlamakta; bir taraftan da halkın batıl

inançlara saplanmasına imkân vermektedir. Aslında bu iki farklı yaşama biçimi,

gerçekten kaçışın ifadesi olmaları bakımından aynı ihtiyaçtan kaynaklanıyor. Ömer

207

Seyfeddin bu dönemde yaşama biçiminin “yeni hayat” söz grubuyla kısaca ifade

edilen esaslar çevresinde düzenlenmesini ister. Bu da, bize ait değerlerin zamana

açık biçimde, ihtiyaçlara göre yorumlanması ve yeniden şekillenmesine; milli

endişelerin ön plana çıkarılmasına ihtiyaç gösterir. Arzu edilen bu yaşama biçimi

ile yazarın müşahedeleri arasındaki çatışma, mizahi hikâyelerinin temeli

durumundadır. Kısacası bu hikâyelerde, yazarın düşüncesine göre, olması gereken

ile mevcut olan karşı karşıya getirilir. Olması gerekene ters düşen tavır ve

hareketler, gücünü müşahede ve hatıralardan alan, bu sebeple de okuyucuda

rahatlıkla gerçeklik duygusu uyandıran olaylar ve bu olayların ortaya çıkmasına

sebep olan insanlar çevresinde dikkatlere sunulur. Yirminci yüzyılın başlarındaki

Türk ailesini konu alan Harem, Fon Sadriştayn’ın Karısı, Horoz, Dünyanın Nizamı

adlı hikâyeleri birlikte okunduğunda yazarın bu husustaki dikkati ve kanaatleri daha

iyi anlaşılır. Ömer Seyfeddin’in bütün hikâyelerini aynı dikkatle incelemek bizi,

onun eserlerine şekil veren temel güce götürür. Bu, düşünülen ve arzu edilen ile

gerçekleşenin çatışmasıdır. Yazar, zihninde ve gönlünde olanı açıkça ortaya

koymaz; buna uymayanı, hatıralarından, müşahedelerinden ve tarih kitaplarından

okuduklarından yararlanarak hikâyeleştirir. Dikkati aktüel hayata ve halkın yaşayış

tarzına yöneldiğinde, hikâyeleri mizahi karakter kazanır. Bunun için onun mizahi

hikâyelerini diğer eserlerinden ayrı düşünmek hatalı olur. Zira onun bütün yazıları

ve edebi faaliyeti, düşüncesine göre, olması gereken ile gerçekleşen arasındaki

çatışmada düğümlenir. Hikâyelerinin yapı ve anlatma bakımından tahlili, bu temel

gücün; kültür, müşahede ve hayat tecrübesiyle zenginleşerek kendisini dışa

aksettirişini gözler önüne serer. Onun Efruz Bey adlı roman denemesi de bu

çerçeve içinde rahatlıkla değerlendirilebilecek bir eserdir. Hemen belirtmek gerekir

208

ki yazar, realist edebi terbiye ile yetişmiş biridir. Gördüklerini, okuduklarını ve

tecrübelerini bu temel güç etrafında şekillendirirken sözünü ettiğimiz edebi

terbiyeden yararlanmakta, Türkçenin imkânlarını türe has teknikle

birleştirmektedir. Az önce sözünü ettiğimiz temel güç, Efruz Bey tipi ile Cabi

Efendi tipi birlikte düşünüldüğünde çok daha iyi anlaşılmaktadır.

Onun hikâye tekniğinde Guy de Maupassant (Guy Dö Mopasan)’ın tesiri olduğu

açıktır. Bu Fransız yazarı, II. Meşrutiyet sonrası Türk hikâyeciliğine tesir etmiştir.

Fransız hikâyecisinin kendi ana dilinden kelime seçişindeki dikkati ile Ömer

Seyfeddin’in Türkçe karşısındaki tavrı arasındaki benzerlik de dikkati çekmektedir.

Ömer Seyfeddin, “Yeni Lisan” hareketini başlatan yazısında ifade ettiği

düşüncelerini, o yıllarda ve daha sonra yazdığı hikâyelerinde uygulayarak

Türkçenin her türlü hayat tezahürünü yapmacığa başvurmadan anlatabilecek

genişliğe ve esnekliğe kavuşmasına hizmet etmiştir. Bu, Avrupai tarz hikâyenin

yazılması için gerekli olduğu gibi, ilmi yazıların kaleme alınması, sosyal

problemlerin ortaya konulması ve geniş kitle ile iletişim sağlanması için de

gerçekleşmesi zaruri bir işti.

Yazı ve hikâyeleriyle milli devletin kurulmasına zemin hazırlayan insanlardan biri

olan Ömer Seyfeddin, Anadolu’da Milli Mücadele’nin devam ettiği günlerde, işgal

altındaki İstanbul’da “asabi teker krizlerinin pençesi” altında kıvranmaktadır.

Mütareke yıllarında İstanbul’un sahne olduğu bazı olayların ıstırabını da derinden

derine yaşayan Ömer Seyfeddin, 6 Mart 1920 Cumartesi günü, Haydarpaşa

Hastanesinde hayata gözlerini yumar. Önce Kadıköy-Kuşdili’ndeki Mahmut Baba

209

Mezarlığı'na defnedilir. Bu mezarlığın yerinin tramvay garajı haline getirilmesi

üzerine, arkadaşlarının himmetiyle, Zincirlikuyu Asri Mezarlığı’na nakledilir.

Prof. Dr. Şerif AKTAŞ

Büyük Türk Klasikleri

210

Metin 10.

Hayatım

1313 (1897) tarihinde İstanbul’da doğmuşum; Ocak ayının 23’ü imiş. Anam,

Japonya’dan dönüşte batan Ertuğrul Fırkateyni’nin süvarisi Tekirdağlı deniz

yarbayı Ali Bey’in kızı Bayan Neyyire; babam, Trabzonlu Hasan Ali Efendi (eski

posta ve telgraf nazırı)’nın oğlu Bay Ali Rıza’dır. İlköğrenimimi Yeşiltulumba’da

“Yolgeçen” Topkapı’da “Taş Mektep” mahalle mekteplerinde ve özel bir rüşdiye

olan “Mekteb-i Osmani” de yaptım. Rüşdiye diplomasını aldıktan sonra Vefa

İdadisine girdim. İki yıl sonra lise oldu. Son sınıftan, yedek subay olmak üzere

1331 (1915) tarihinde ayrıldım. Terhisten sonra edebiyat fakültesi felsefe bölümüne

girdim ve 1920 yılında bitirdim.

Edebiyat fakültesinde on bir ay kadar suren inzibat memurluğu yaptım. İzmir’in

geri alınması üzerine, Muallim Mektebi (öğretmen okulu) edebiyat öğretmenliğine

atandım. Bir yıl bitince İstanbul’a geldim; Kuleli Askeri Lisesi edebiyat, İstanbul

Erkek Lisesi felsefe öğretmeni oldum; 1925 yılı başında Kuleli’deki dersim

Galatasaray Lisesine aktarıldı. 19.01.1927 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı genel

müfettişliğine atandım. Bu görevim 09.12.1933 tarihine kadar sürmüştür. Bu sırada

ikincisi bir yıl sürmek üzere, iki kez Milli Eğitim işlerini incelemek üzere

Avrupa’ya gönderildim. Fransa’da Kültür İşleri adlı kitabım, bu incelemelerin

ürünüdür.

Bir yandan teftiş görevim sürmekte iken öbür yandan Türk Dili Tetkik Cemiyeti

Merkez Heyetinde çalışıyordum. Bu sıralarda Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünde de

vekil olarak yedi sekiz ay müdürlük ettim. 09.12.1933 tarihinde Milli Eğitim

Bakanlığı Orta Öğretim Genel Müdürlüğüne atandım. Bu görevde 28.02.1935

211

tarihine kadar kaldım. Ayrılmamın nedeni, İzmir milletvekilliğine seçilmemdir.

Milletvekili olduktan sonra Cumhuriyet Halk Partisi Merkez Heyetine üye seçildim.

Son günlerde Türk Tarih Kurumunda asli üye olarak görev almış bulunuyorum.

Hasan Ali YÜCEL

212

Metin 11.

Japonya

Yenilikleri çabuk kapıyorlar; ürünlerini pazarlamasını biliyorlar; fabrikaları çok

verimli çalışıyor; bir işçi, söz gelimi bir Hollanda işçisine göre ayda beş misli fazla

TV tüpü üretiyor; robotizasyon ve otomatizasyonu çok ilerletmişler. Millet olarak

ideolojileri farklı, millet değil şirket gibi çalışıyorlar; işçi-işveren yok, baba ve

evlatlar var; hele bir erkek eve, akşam erken gelsin; mahalle ayıplar. Gece on birde

iş yerlerinin çoğunun ışığı açıktır. Hatta bazıları, gece eve gitmeye üşenip büroda

sabahlar. Babaların eşleri ve çocukları ile aile yaşamı sürdürmesi olanaksız.

Şirketlerin arkasında büyük mali çevreler var; istedikleri zaman, ucuz faizle

borçlanıyorlar; yönetim de kendilerini aynı aileden saydıkları için birbirlerine

güveniyorlar; sorunları kimseyi kırmadan çözümlemeyi beceriyorlar ve başarılı

oluyorlar. İnsanlar birbirine çok saygılı. Sorumluluk duygusu çok gelişmiş. Bir iş

yerinin müdürü, orada çalışanların tüm sorumluluğunu üstleniyor. Temizlik çok

önemli; evler, iş yerleri, taşıt araçları, sokaklar, parklar pırıl pırıl. Evler bir yana,

bazı lokanta ve dükkânlara bile ayakkabı ile girmek yok. Aile yaşamı çok önemli.

Boşanmak zor. Birbiri ile geçinemeyen çiftler önce boşanma bürosuna başvuruyor.

Oradaki memur tüm aileyi sorguya çektikten sonra gerek görürse onları

mahkemeye gönderiyor. Boylarının kısa olması onları tedirgin ediyor. Bu yüzden

boy uzatıcı ilaç ve yöntemler arıyorlar. 1959’dan bu yana, boy ortalaması 17 cm

artmış. Elbette bunda iyi beslenmenin payı da küçümsenemez.

Kimlerden söz ettiğimi hemen anladınız değil mi? Evet, Japonlardan... Zaten bu

sıraladığım özellikleri barındıran başka bir ulus var mı ki? Ama gelin, isterseniz

daha az kişinin bileceği bir şeyden söz edelim. “Ameterasu”dan. Beyaz zeminli

213

Japon bayrağının tam ortasında bulunan kıpkırmızı bir güneş var ya, işte ondan. 124

Japon imparatorunun atası sayılan Pirinç Tanrısı Nini-gi-Nomikot’nun

büyükannesi, Güneş Tanrıçası. İşte bu inanç yüzünden Japon imparatorları “sınır

tanımaz” ama “sorumluluk da yüklenmez”. İktidarlarına dinsel bir boyut eklemek

için de “güneşin oğlu” olduklarını ileri sürerler. 124 imparator görmüş Japonya ama

hiçbiri öldürülmemiş. Hatta uluslararası dünyada da ayrıcalıklı. 1989’da ölen

imparator Hirohito, İkinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde Pasifik’te uğradıkları

ağır yenilginin ardından 1946’da “Tanrının Oğlu” olduğunu yadsıyarak ABD’li

komutan Mc Arthur (Mak Artur) ile yaptığı sıkı pazarlık sonucu tahtında kaldı.

Üstelik savaş suçlusu sayılmadı. Neredeyse tahtında yarım asır daha yaşadı.

Japonlar, galip devletlere “kayıtsız şartsız” teslim olmuştu ama teslim olmayan tek

kişi Hirohito’ydu. Ona dokunmadılar. Hirohito’dan sonraki yeni İmparator Akihito.

Bugün o var tahtta. Ve Japon takvimi Hirohito’nun ölümüyle sıfırlanmasının

ardından Akihito’nun tahta çıkışıyla “bir” diye yeniden başladı. Çünkü Japonya’da

her imparatorla birlikte takvim yenileniyor.

Konuya imparatorlardan girdiğimize göre, bir şeyler daha eklemek yerinde olur

sanıyorum. Meşhur İmparator Meji’nin anısına Tokyo’da yapılan tapınağa yurdun

dört bir yanından gelenler birer ağaç dikmiş. Bügün tapınağın çevresi 126 bin

ağaçlık bir orman. Japonlar, ülkenin her tarafından gelip imparatorun bahçesinde

gönüllü çalışıyor.

Japonya’nın resmi adı Japonya, ama milli adı “Nippon” (Nipın). Toplam 377 bin

kilometrekarelik bir ülke, dört adadan oluşuyor ve 123 milyon nüfusu var. İrili

ufaklı adaların bütünü Japonya ama büyük adalar Hokkaido, Hondo, Tikoku,

Kiyutiyo... Bu küçük ülkeye 123 milyon insanı sığdırmak için Japonlar sanki tüm

214

doğayı işgal etmişler... Üstelik ülkenin % 88’i dağlık ve ormanlık. Kırsal görüntüler

Yanagata’dan hemen sonra bitiyor. Sonra biri bitmeden öteki baştan uçsuz bucaksız

banliyöler, kasabalar. Toprağın her karışı kullanılıyor. Arsa ve arazi fiyatları

korkunç. Dünyanın en pahalı arsası Tokyo’nun Ginza’sında. Bir metrekarenin fiyatı

üç yüz bin dolara yakın. Japoncanın konuşulduğu ülkede, başkent Tokyo, para

birimi de yen. Bugün ülkede 124 gazete yayımlanıyor ve bin kişiye altı yüz gazete

düşüyor. Dünyanın en çok satan gazetesi Japonya’da: Yomiuri. Tirajı on üç milyon

ve hemen hemen herkesin telefonu var.

Başlıca kentleri, Tokyo, Yokohama, Osaka, Napoya, Sapporo, Kyoto, Kobe,

Fukuoka, Kavasaki, Hirotima, Kitakutu. En kalabalık kent Tokyo’nun nüfusu sekiz

milyonun üzerinde. On beş yaş ve üzerindeki okuryazarlık oranı % 100. Japonca

çok zor bir dil, bir tek nokta bile anlamı değiştiriyor. Bir Çinli ile bir Japon ancak

yazarak anlaşabilirmiş. İşte size birkaç kelime Japonca: Dozo hayaku: Lütfen

çabuk; Hoci moci: Merhaba; O hayo: Günaydın.

Japon insanına doğduğu günden itibaren sabır öğretildiği için sövmek nedir

bilmiyorlar. Yine de bir tek de olsa kötü sözleri var. “Baka”... Aptal anlamına

geliyor. Görüyorsunuz ya, ben de Japoncamı bir hayli ilerlettim! Ha, bir de din

olgusu var. Japonya’nın nüfusunun % 92’si Şintoist ve Budist. Geriye kalanlarda

Hristiyanlar çoğunlukta.

Japonya’da çocuk çok önemli. Japon ulusu ve yönetim yeni kuşakların üstüne

titriyor, iki çeşit alfabeleri var. Biri kırk sekiz harfli, öteki 2145 harfli; harfler

değişik sesler veriyor. Japonca zor olduğundan okuma yazma kolay değil. Çocuklar

önce okumayı yazmayı kırk sekiz harfli alfabe ile öğreniyorlar. Üçüncü sınıftan

215

sonra 48 harfli alfabe ile çalışmaya başlıyorlar. Zorunlu öğretim dokuz yıl. Bundan

sonra öğrenime devam etmek isteyenler, ya devletin ucuz liselerine ya da bizdeki

gibi İngilizce öğretim yapan pahalı kolejlere gidiyor. Aileler çocuklarını iyi

okutmak için Türk ailelerini aratmaz bir tutumla onları çalıştırıyorlar.

Okullarda eğitim görenler zaten günde sekiz saat çalışıyor. Çok da ödev veriliyor.

Yaz tatili kırk gün olmasına karşın, öğrenciler tatil suresince bile okula gidip

ödevlerini gösteriyorlar. Tatil içinde başka kente gitmek için izin almak gerekiyor.

Öğrenciler tek tip okul giysileri içinde, minik askerler gibi. Sık sık okul gezisi

yapılıyor, derste öğrenilen bilgiler yerinde görülüp inceleniyor. Fabrikalar,

limanlar, atölyeler, inşaatlar geziliyor; müzeler tek tek inceleniyor. çocuklar güzel

sanatlara yönlendiriliyor. Elbette bu durumdan yakınan ana babalar var.

Öğrencilerin yüzde yirmisi üniversiteye girebiliyor. Üniversiteye girme sınavı daha

önce yokmuş, son yıllarda koymuşlar. Üniversiteyi bitirenler bile sözlük olmadan

gazete makalesi yazamıyor. Japonya’da, insan ömrü ortalaması yetmiş yıl; bir başka

deyişle bizden ortalama on yıl daha fazla yaşıyorlar.

Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı Japon halkının ünlü yönetmen Akira Kurosawa

(Akira Kurusava)’nın “Yedi Samuray” filmine olan ilgisi inanılmayacak kadar

fazla. İyi dövüşen, saygın savaşçılara verilen Samuray adının Japonca’da asıl

anlamı “hizmet eden kişi”dir. Genellikle feodal beyleri koruyan ve onlar adına

savaş veren özel şövalyeler olan samuraylar Japon tarihinin en renkli kahramanları

arasında yer alıyor. Turizm açısından çok hareketli bir ülke olan Japonya’da bazı

yerlerde turistler için özel Samuray gösterileri de düzenleniyor. Üstelik bazı

mağazalarda da antika Samuray kıyafetleri satılıyor. 12. Yüzyıldan 19. Yüzyıla

216

kadar uzanan Samuray devrine ait giysilerin fiyatları da oldukça yüksek. Örneğin,

16. Yüzyıldan kalma bir miğfer 700 milyon liraya alıcı bulabiliyor.

Japonya’da dört kişiye bir araba düşüyor; trafik çok yoğun. Tehlikeli yılanlar gibi

sarmaş dolaş olmuş yollar; üst yollar, alt yollar... Ama gene de trafik sıkışıklığından

arabalar yol alamıyor. Bir otomobil bir milyon yen civarında. Garajınız yoksa araba

satın alamıyorsunuz üstelik. Ehliyet almak da o kadar kolay değil. Bin dolara mal

oluyor. Taksi şoförleri asker gibi üniformalı, beyaz eldiven takıyorlar. Taksilerin

döşemeleri beyaz dantel örtülerle kaplı... Japonlar demiryolu konusunda

Fransızlarla yarışıyor. 1987’de saatte beş yüz km hız yapan treni (unlu ucu sivri

tren) kullanmaya başladılar. Raylarda ek yeri yok. Çünkü sıcak ve soğukta

genleşmeye uğramayan özel alaşımlardan yapılmış.

217

Metin 12.

Japon Mucizesi

Yirmi-otuz yıl öncesine kadar Japonlar, batı teknolojisini öğrenmek için Avrupa ve

Amerika’ya akın ediyorlardı. Şimdi ise “Japon mucizesinin sırrını çözmek için

herkes Japonya’ya koşuyor. Gerçekten de teknolojide dünyada bir numara olan

Japonlar, çoktandır Batılı ekonomiler için tehdit oluşturur hale geldi. İkinci Dünya

Savaşı’ndan sonra kayıtsız şartsız teslim olan Japonya, ordu bile kuramıyor

uluslararası antlaşmaya göre ama teknoloji ordusuyla, değil Batılı ülkeleri,

Amerika’yı bile işgal etmiş durumda.

Japonları anlatmak için aslında tarih koridorlarında kısa bir gezinti yapmanın da

yararı var: Japon toplumu yüzyıllarca feodal bir biçimde yönetilmiş ve dışa kapalı

yaşamış. Japonya’da dünyaya açılma, modernleşme yolunda ilk adımlar 1868’den

itibaren Meji Restorasyonu Döneminde atılmaya başlamış. Bu ataktan sonra Batı

uygarlığına ve özellikle Batı’nın sanayileşme hareketine ayak uydurmada

olağanüstü bir başarı göstermişler. Bunda eğitime verilen büyük önemin, iş bilen

kadroların yetiştirilmesinin ve ülkede, istikrarlı bir yönetimin kurulmasının büyük

payı var. Japonlar doğal kaynaklardan yoksun ancak nüfusça zengin ve çalışkanlar.

Atılımları bir ara, İkinci Dünya Savaşı Döneminde duraklamış ama sonra hepimizin

bildiği gibi şaha kalkmışlar.

Japonya, gelir dağılımı açısından dengeli ülkelerin başında geliyor. Aylık

ortalaması 1500 doları bulan güçlü bir orta direk var (Halkın % 91’i kendini orta

direk kabul ediyor.). Enflasyon % 2, kişi başına ulusal gelir on bin doların üstünde.

Japonlar başarılarını biraz da üretimlerini dış piyasalara göre düzenlemelerine

218

borçlular. Bu tutumla daha 1960'larda bellerini doğrultmayı başarmışlar. Bu konuda

bir örnek vermek gerekirse; Japonya’da üretilen saatlerin % 82’si, videoların %

76’sı ihraç ediliyor. Üretilen yaklaşık 10 milyon arabanın yarısı da. Yurtdışına

satılan arabalar, gemilere parça olarak yerleştiriliyor. İki üç ay süren yolculuk

sırasında parçalar birleştiriliyor. Araba istenen ülkeye vardığında pırıl pırıl teslim

ediliyor. Ancak yiyecek, özellikle et ve meyve bu ülkede çok pahalı. Et son derece

kıt ve pahalı olunca, mutfağın temel gıdası “balık”... Büyük mağazalarda, akla

gelebilecek her tür biçimde ambalajlanmış çeşitli balık türleri satılıyor. Bu ülke

denizden doyuyor. Deniz ürünleriyle varlığını sürdürüyor. Meyve ise adeta lüks,

örneğin, bir kavunu, ev sahibine değerli bir armadan olarak sunabilirsiniz.

İstikrarlı yönetim dedik... Evet, bu konuda da çok başarılılar. Birçok Asya ülkesinin

aksine 40 yıldan beri demokrasinin tadını çıkarıyorlar. Gerçi Asya’da millet

meclisine sahip olmuş ilk ülke Japonya. Ama 1890’da kurulan “Diet” imparatorun

egemenliği altında olduğu için ülke yine de mutlakiyetle yönetiliyormuş.

Japonya’nın demokratik bir anayasaya kavuşması, ancak İkinci Dünya Savaşı’nı

kaybetmesinden sonra mümkün olmuş. Zaten yasaların çoğu 1947 tarihini taşıyor.

Japonların demokrasi konusundaki başarıları, ekonomik alandaki başarılarından

aşağı değil. Japonya’nın siyasal yaşamına son 35 yıldır Liberal Demokratik Parti

egemen. Ortanın sağındaki bu parti başarılı yönetimi sayesinde iktidarı

kaybetmiyor. Hatta Lockheed (Lokhid) Skandalı bile bu iktidarın devrilmesine

neden olmamış. Bu da halkın istikrarın bozulmasını istememesinden kaynaklanıyor

olsa gerek. Tabii bir de bünyesindeki çeşitli kanatlarla birlikte bir kitle partisi

olabilmesinin etkisi küçümsenemez. Japonya’da her yıl, nisanda kiraz ağaçlarının

çiçek açmasıyla birlikte işçi sendikaları bahar hareketliliği kazanıyor. Genellikle

219

istenen zam, enflasyon oranının biraz üstünde ve iki taraf, Japonlara özgü hoşgörü

sınırları içinde tartışıp çoğu zaman çok kısa süren toplantılarla uyuşuyorlarmış.

Japonya 1945’te atom bombası felaketini yaşamış bir ülke. Ondan sonra da hiçbir

devlet, bu bombayı kullanmaya cesaret edemedi zaten. Nagasaki ve Hiroşima’ya

atılan iki bomba İkinci Dünya Savaşı’nın yazgısı olduğu kadar, Japonya’nın

yazgısını da değiştirmiş. Ama felaketlere alışmış bir ulus Japonlar. Bir kez deprem

kuşağındalar. Deprem ve tayfun. Örneğin, 1923 Tokyo depreminde tam 140 bin kişi

ölmüş. Baharla birlikte ilginç bir olay yaşanıyor Japonya’da. “Sakura” seyretmek,

yani kiraz çiçeği seyretmek için Japonlar hasırlarını alıp kırlara koşuyor. Bildiğiniz

gibi kiraz çiçeğinin ömrü 3-4 gün. Hele bir yağmur yağsa hemen dökülüyorlar.

Ama ne gam! Japonlarda bu gelenek olmuş artık... Dünyanın en gelişmiş inci

endüstrisi Japonya’da bulunuyor.

İnci; sert, krem renginde, yuvarlak sedef tanecikleridir. Kabuklu bir deniz hayvanı

olan istiridye tarafından yapılır. İstiridyenin içine giren çok küçük yabancı

maddelerin, örneğin, bir kum taneciğinin, hayvanın ürettiği özel bir salgıyla

çevrilmesiyle belli bir süre sonra inci oluşur. Bu süre, genelde altı senedir. Japonlar,

bu süreyi kısaltmak için değişik yöntemler uyguluyorlar. Özel olarak yetiştirilen

istiridyelerin içine çok az miktarda yabancı maddeyi enjekte ederek suni yoldan

inci üretimi yapıyorlar.

Dünyanın en büyük inci tarlaları, Basra Körfezi, Hindistan kıyıları, Kızıldeniz’de

ve en büyük inci endüstrisine sahip olan Japonya’da bulunuyor. Denize dalıp

istiridyeleri çıkaran dalgıçların ise hemen hepsi, kadın. Çünkü kadınlar daha uzun

220

sure su altında kalabiliyorlar. İncilerin, nadir bulunduğu için en değerli sayılan türü

ise siyah renkte olanları.

Japonya’da ev yaşamı çok basit. Halkın çoğunluğu arsa sıkıntısı yüzünden iki odalı

evlerde yaşıyor. Hemen herkesin evinde, renkli televizyon, video, çamaşır

makinesi, buzdolabı var. Evler küçük olduğundan çamaşır makineleri çoğunlukla

balkonda bulunuyor... Evlerdeki her eşya gerekli; bizdeki gibi “Sakla samanı gelir

zamanı.” diyecek ortam yok. Yataklar ya yerde veya açılır kapanır tipte. Evler

çoğunlukla soba ile ısıtılıyor. Yani bizim Japon Sobası dediğimiz verimli, gelişmiş

sobalarla. Japonya’da ev gezmesi kısıtlı... Zaten pek vakitleri yok. O kadar

yorgunlar ki ancak doğum ve ölüm gibi olaylar; aileler, komşular arasında gidip

gelmelere neden oluyor.

Orhan KURAL

Küçük Dünyada Büyük Adımlar

221

Metin 13.

Takdir Duygusu

Bana Mustafakemalpaşa kazasından birkaç imzalı mektup gönderdiler. İçinde bir

sual var.

Doğrusu her mektupta sorulan suale hemen cevap vermek kolay olmuyor. Bir kere

bazı kimseler çok çetin sualler soruyorlar, onların içinden çıkmaya benim bilgim

kâfi gelmiyor. Bazı kimseler de serçe gibidir; akılları hep darıdadır. Gönül

meselelerinin hallini benden istiyorlar. Gönül meselesini de ne yazık ki bilgi ile

halletmek her zaman mümkün değildir. Onun için dikkat ederseniz erbabı, bu gibi

hallerde daha çok kahve falına, el falına başvururlar. Fala baktırmak veya bakmak

ise çoktan beri yasak olduğundan onların gönül meselelerine dair suallerini de

cevapsız bırakmak gerekiyor.

Sonunda kala kala daha kolayca, mantıkla ve hayattaki tecrübelerle içinden çıkmak

mümkün olan suallere cevap vermek işi kalıyor ki Mustafakemalpaşa kazasından

bana mektup gönderen vatandaşlarıma önce böyle bir sual sordukları için teşekkür

ederim.

Sonra itiraf edeyim ki Mustafakemalpaşa kazasında oturanlardan birkaç kişi

tarafından hatırlanmam da hoşuma gitti. Çünkü bundan hayli zaman önce,

çocukluğumda o kasabada on beş, yirmi gün kadar misafir kalmıştım. O zaman

İstiklal Mücadelesinden yeni çıktığımız için kasaba pek harap bir halde idi. Ama

çok şirin evleri, yemişlerle dolu bahçeleri hatırımdan bir türlü çıkmaz. Bir daha

fırsat bulup da ziyaret edemediğim Mustafakemalpaşa kazasından birkaç kişinin

222

beni hatırlayıp bir mesele etrafında fikrimi almaya heves etmesi, bilhassa eski

hatıralarımı canlandırdığı için pek hotuma gitti.

Bilirsiniz, geçmiş zamanı bir daha yaşamak ancak hatıralar sayesinde mümkün

olabilir ve meşhur tabir ile “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.”

Mustafakemalpaşa’dan mektup yazanlar “İnsanların büyüklerinden veya

karşılarındakilerden takdir görmeye ihtiyaçları var mıdır?” diye soruyorlar. Tabii

sual bu kadarla kalmamış, kendi fikirlerini de eklemeyi unutmamışlar. Onlara göre

de çalışan insanları takdir etmek, tebrik etmek lazımdır ki şevke gelsinler. Bazen bir

tatlı söz insana en büyük mükafâtlardan daha fazla gayret verdiği halde zaman olur

ki bir gönülsüz bakış insanı tuttuğu işten buzlar gibi soğutuverir. Takdirin gönülde

yaptığı tesir neden ileri geliyor, bize onu, mümkünse etraflıca anlatınız, diyorlar.

Geçenlerde attan pek iyi anlayan bir dostumla görüşüyorduk. Atlara her şeyi

öğretmenin kabil olduğunu söylüyordu. Yeter ki at istenilen bir hareketi yaptığı

zaman mükafât alacağını kavrayabilsin. O hareketi yapmadığı takdirde cezaya

çarpılabileceğini de anlarsa atın yapmayacağı şey yoktur.

Fakat ben öyle zannediyorum ki insanları iyi hareketler yapmaya teşvik etmekte

mükafâtın, yani takdirin tesiri cezanın tesirinden daha büyüktür.

Size galiba bir kere daha söylemiştim. Büyük filozof Bertrand Russell (Bortrynt

Rasyl) anlatır. Adamın biri kedisini fare tutmaya alıştırmak için fareyi ortaya

çıkarır, kedisini de üzerine atlasın diye teşvik eder, atlamadığını görünce sopayı

basarmış. Bu dayaklı terbiye sisteminin sonu ne olmuş biliyor musunuz? Kedi

fareyi gördüğü zaman dayak korkusundan tir tir titremeye başlarmış!

223

Onun için iyi hareketleri teşvikte cezanın tesiri takdirin, mükafâtın çok altında kalır.

Yine attan anlayan o dostumuza:

— Atın iyi hareketlerine karşılık beklediği takdir nedir, diye sordum.

— Gayet basit, dedi, ya bir topak teker yahut da suratının okşanmasından ibaret.

At okşanmaktan anlar mı, diyeceksiniz. Hem de öylesine anlarmış ki bayılır, mest

olurmuş. O hantal vücudu, o küt yapısıyla bir at takdirden, mükafâttan anlıyor, sırf

o takdiri, o mükafâtı kazanmak için yapılması en zor hareketleri yapmaya girişiyor

da insan neden takdir karşısında bir duvar gibi duygusuz kalsın?

Dünyada insanoğlu bütün güzel hareketleri sadece bir takdir kazanmak için

yapmıştır. Gerçi para kazanmak, kazandığımız o para ile daha refahlı bir ömür

sürerek rahat etmek için çalışıyoruz gibi görünüyorsak da bütün çalışmalarımızdan

zaman zaman takdir edileceğimizi ümit etmesek geçinmek hesabına bile olsa

çalışmak hevesimiz kalmaz. Daha çocukken henüz bütün kabiliyetlerimizin

gelişmediği küçük yaşlarda bizi yattığımız yerden ayağa kaldıran, annemizin,

babamızın teşvikleri, takdirleridir. İlk adımlarımızı atmaya başladığımız zaman

annemizle babamız bize “aferin” demeseler, kucakta taşınacağımızı pekala

bildiğimiz o günlerde bizler için çok zor bir şey olan yürümeyi her halde çekici

bulmayacaktık. Paranın insan için manası olmadığı çağlarda bir “aferin”, bir

“yaşa”, “var ol”, bir “arslanım” sözünün göze aldırmayacağı fedakârlık yoktur.

Mektepte gecen yıllarımız hocalarımızın takdirlerini kazanmak için gayret sarf

etmekle geçmiştir. Öğrenilmesi sahiden zor ve büyük bir kısmının hayatta yeri

olmayan o bilgi yükünü takdir kazanmak, hatta ileride takdir kazanacak bir

seviyeye yükselmek uğrunda kafamıza yerleştirdik.

224

Tiyatroya şüphesiz gidiyorsunuz. Aktörlüğün ne kadar güç bir meslek olduğunu da

o vesile ile düşündüğünüz zamanlar her halde olmuştur. Bir kitaptan, iki saat

sürecek sözleri, kelimesi kelimesine ezberlemek, sonra sahnede her gece aynı rolü,

belki yüz defa tekrar etmek.

Bütün bu külfetlere o sanatkârlar sadece maaşlarını almak için mi katlanıyorlar

dersiniz? O kadar gayret sarf eden adam aldığı maaşı her yerde hak eder. Aktör

bütün bu külfete sırf takdir toplamak için katlanır. Alkış yok mu, hani bizim için hiç

de zahmetli ve mahiyeti bakımından hiç de ağır olmayan, iki elimizi birbirine

çarpıp ses çıkarmaktan ibaret olduğu halde, lütfetmekte pek hasis davrandığımız o

alkış! İşte aktör o alkışın esiri olmuştur. Sahnenin üstünde yere düşüp ölür ve sizin

canı gönülden kendisini alkışladığınızı duyunca yerinden mesut ve bahtiyar

fırlayarak mükâfatını almış bir adamın keyfi içinde sizi selamlar.

En büyük keşifler, en faydalı icatlar para kazanmak için değil, insanlığa hizmet

edenlerin takdir edildiği bilindiği için yapılmıştır. Öldükten sonra iyi bir isim

bırakmak isteyen adam hayatını feragat içinde, fakirliğe katlanarak fakat namuslu

kalmaya gayret ederek geçiriyorsa takdir edilmek istediği içindir.

Geçen sene bütün dünya gazeteleri Himalaya Dağları’nın en yüksek tepesine

çıkmaya çalışan insanların macerasını okuyucularına saati saatine bildirmekle

meşguldü. İnsan durup dururken Himalaya'nın buzlu tepelerine tırmanmayı neden

istesin? Tehlikelere kendini neden atsın? Para içinse Himalaya'nın tepesine çıktığı

için kimse kimseye on para vermez. Fakat Himalaya'nın tepesine cıkmak bir

marifettir. Çünkü bunca senedir oraya çıkmak isteyenler karşılaştıkları

tehlikelerden gözleri yılarak aşağı indiler. Bu cesaret ve fedakârlığı kim gösterirse

225

onun takdir edileceğini, alkışlanacağını, bir müddet bile olsa baş üstünde

taşınacağını herkes bildiği için Himalaya'ya tırmanmaya cesaret edenler ortaya

çıkar. Çünkü bu işin sonunda takdir vardır.

Para; hizmetleri, gayretleri ödemek için iyi bir vasıtadır fakat kafi değildir.

Feragatler, fedakârlıklar para ile ödenmez; takdirle, alkışla veya birkaç tatlı cümle

ile ödenir. Dünyanın bütün büyük işleri de ancak fedakârlıkla yapılabilir.

Şevket RADO

Eşref Saat

226

Metin 14.

Burgazada Çöp Yangınıyla Faciadan Döndü

Yazar Sait Faik Abasıyanık’ın tabii güzelliklerini hikâyelerinde anlattığı Marmara

Denizi’ndeki Burgazada, çöplükten çıkan yangınla büyük tehlike atlattı.

Marmara’nın en yeşil ve üçüncü büyük adası olan Burgazada’da yangın rüzgârın

etkisiyle yerleşim birimlerine kadar ilerledi. Büyük panik yaşayan vatandaşlar,

adanın sahil kesiminde toplandı. Bir faytoncu kalp krizinden öldü. Yangın gece saat

21.00 sularında ancak söndürüldü. Ada sakinlerinden Reha Sayın, kontrollü olarak

yakılan çöplerden tedirgin olduklarını ve yangın tehlikesini sürekli hissettiklerini

kaydetti. Sadece üç itfaiye aracının olması yangının kısa surede büyümesine yol

açtı.

Deniz Kuvvetleri Komutanlığına ait iki çıkarma gemisi Bostancı’dan, bir çıkarma

gemisi de Yenikapı’dan adaya paletli iş makinesi götürdü. Adadaki yangınla aynı

saatlerde Çanakkale, Edirne, Kırklareli ve Bolu'da da orman yangınları meydana

geldi. Yetkililer, sabotaj ihtimalini araştırıyor.

Bostancı’dan iki deniz otobüsü ile Sirkeci’den bir adet arabalı vapur da adaya

takviye personel, araç ve motopomp iletti. Ayrıca İzmir ve Marmaris’ten birer

helikopter, Kayseri’den C-130 tipi bir uçak bölgeye intikal etti. Ancak yoğun

duman ve rüzgâr yangın söndürme çalışmalarını uzun süre aksattı. Kızılay ekipleri

de bölgeye sevk edildi. Adalar Belediye Başkanı Coşkun Özden, yangının birkaç

yerde aynı anda başladığını ve bu durumu araştıracaklarını söyledi.

Gece 21.00 sularında açıklama yapan İstanbul Orman Bölge Müdürü Faruk Cebi,

adadaki yangının söndürüldüğünü bildirdi. Cebi, yangın sonucu yaklaşık 40 hektar

227

alanın tahrip olduğunu belirtti. Öğle saatlerinde çıkan yangın hava kararırken ancak

kontrol altına alınabildi. Saat 21.00 sularında tamamen söndürülen yangının

soğutma çalışmalarının ise sabaha kadar süreceği açıklandı. Faruk Cebi, yangında,

7-8 evin ve çamlık alandaki bazı yapıların yandığını bildirdi. Cebi, yangının sabotaj

sonucu çıkmadığı kanaatinde olduğunu ifade etti.

Sait Faik, Burgazada ile özdeşleşmişti.

Ada’nın nüfusu 500 ile bin kişi arasında değişiyor. Yazın ise 12 bine çıkıyor.

Adadaki yazlıkçıların tamamının ayrılmadığı belirtiliyor. Burgazada, İstanbul’un

Adalar ilçesine bağlı adalardan. 1900 metre uzunluk ve 1300 metre genişlikte 1,5

kilometrekarelik alana sahip. Heybeliada ile arasında 600-700 metre genişliğinde

yer alan sığ kanal burada korunaklı bir liman oluşturmuş ve bu özelliği ile ilk

çağlarda “emin liman” anlamında “Panormos” diye adlandırılmış. İstanbul'un

fethinden sonra buraya Rumcada “kale burcu” anlamına gelen “Burgaz” ismi

verildiği söyleniyor. Adanın fethi ise İstanbul’un fethinden altı hafta önce 17 Nisan

1453’te Kaptan-ı Derya Baltaoğlu Süleyman Bey tarafından gerçekleştirilmiş.

Burgazada’nın sakinlerinden birisi de ünlü yazar Sait Faik Abasıyanık. 1954 yılında

vefat eden Abasıyanık, şimdi müze haline getirilen Burgaz Cayırı Sokak’taki 15

numarada ikamet etmiş.

Basından - 7 Ekim 2003.

228

Metin 15.

Kök Hücreden Minyatür Karaciğer

İngiliz bilim adamları, kök hücreden minyatür karaciğer geliştirdiler. Daily Mail

(Dayli Meyl) Gazetesi’ne göre mini-karaciğerler, ilaçların test edilmesinde

kullanılabilir ve gelecekte organ nakli için de bir ilk adım oluşturabilir. Gazetenin

haberine göre Newcastle (Nevkasıl) Üniversitesi bilim adamları, kordon kanından

elde edilen kök hücreyi laboratuvar ortamında, madeni para büyüklüğünde bir

karaciğere dönüştürmeyi başardı.

Bilim adamları, zamanla daha büyük karaciğer parçaları üretmenin yolunun

açıldığını belirterek 15 yıl içinde, tam bir karaciğer elde etmenin mümkün

olabileceğini söylediler. Önümüzdeki 5 yıl içinde de, laboratuvarda üretilecek

karaciğer parçalarının karaciğer bekleyen hastalara nakledilebileceğine dikkat

çekildi. Bilim dünyası, gelecekte hastanın kendi kök hücrelerinden geliştirilecek

organla nakil bekleyen karaciğer hastalarının sorununu çözmeyi umuyor.

Araştırma Prof. Colin McGuckin (Kolin Mak Gakin) ve Dr. Nico Forraz (Niko

Foras) liderliğinde yürütüldü. Bilim adamları, daha önce de laboratuvarda kök

hücreden karaciğer hücresi elde etmişti, ama ilk kez kayda değer bir büyüklükte

doku yetiştirilmiş oluyor. Kök hücrelerin NASA’nın geliştirdiği yer çekimsiz

"biyoreaktor"de çoğalttığı, karaciğer dokusuna dönüşmesi için kimyasal madde ve

hormon ilave ettiği bildirildi.

Basından - 01 Kasım 2006.

229

Metin 16.

Kuzey Kutbu’nda 9 Ayda Türkiye Kadar Buzul Eridi!

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA)’nin araştırmalarına göre, Kuzey

Kutbu’ndaki buzullar eskisinden daha hızlı eriyor.

NASA’nın 2004 ve 2005 uydu verilerine göre, Kuzey Kutbu’nun tüm yıl boyunca

kalan kalın daimi buzulları yüzde 14 oranında azaldı. NASA uzmanları, bunun

Türkiye’nin yüzölçümü kadar bir buzul kitlesinin Kuzey Kutbu’nda erimesi

anlamına geldiğini belirtiyorlar.

Son 20-30 yıldır Kuzey Kutbu’nda eriyen yaz buzul oranının da yılda yüzde 0,7

olduğunu belirten bilim adamları, bu etkili erimenin kısmen 2005’teki alışılmamış

rüzgârlardan ya da Kuzey Kutbu’nun sıcaklığının yükselmesinden kaynaklanmış

olabileceğini kaydediyorlar.

Kuzey Kutbu, Yerkürenin diğer bölgelerine oranla iki kat fazla ısınıyor. Kuzey

Kutbu’nun ince buzullarla kaplı bölümü ile daimi buzullarının endişe verici

düzeyde eridiğini ve dünya ile okyanusun hassas ekosistemini etkileyeceğini

gösteren bu araştırma, Geophysical Research Letters (Ceografikıl Resorc Letyrs)

Dergisinde de yayımlandı.

NASA’nın Eylül 2005’teki uydu fotoğraflarına göre, ilk uydu kayıtlarının alınmaya

başlandığı 1978’den bu yana en ince buzul örtüsü kaydedilirken 3 metre kalınlığa

varan daimi buzul örtüsünün de önemli ölçüde azaldığı tespit edildi.

Basından - 14 Eylul 2006.

230

Metin 17.

Kaybolan Kelime

Bu bayram, dilimizin bir kelime kaybettiğine iyice inandım. “Tandır” gibi “kağnı”

gibi artık yaşanan hayatta, yeri kalmamış, şöyle böyle bir kelime değil; zarif, ince,

medeni bir kelime.

Kapıyı çalan çöpçünün pos bıyıkları arasında onu aradım. Yok!.. Bahşişini alan

bekçinin kavlak dudaklarından onu bekledim. Yok!.. Bakkalın çırağından,

sebzecinin yamağından, kasabın oğlundan onu işitmek istedim. Yok!..

İpek mendilini alan oğlan, eşarbını kıvıran kız, iki buçukluğu cebine indiren manav,

üç gün kapımızı kim çaldıysa hediyesini kim aldıysa bana o beklediğim kelimeyi

vermeden gitti!

İki yüz kuruş yazan taksinin şoförüne iki yüz elli kuruş veriyorsunuz. Taş gibi bir

sukut!

Kitabından sevgiyle bahsettiğiniz genç adamla karşılaşıyorsunuz. Hakarete benzer

hissiz bir selam!

Tramvayda, ayakta kalmış bir kadına yerinizi veriyorsunuz. Yüzünüze, burun

delikleriyle yüksekten bir bakış! Ve hiçbirinin dilinde aradığınız o ince, o kibar, o

insanı insan yapan güzel kelime yok!

Gecen yıl, Atina’da bindiğim bir otomobilin şoförü, bana bu kelimeyi on kuruşluk

bahşiş için söylemişti: Hem başından kasketini çıkararak hem de kelimenin başına

bir “çok” ilave ederek.

231

Roma’nın en büyük otelinde oda hizmetçisi kız, yine küçük bir hediye karşılığı

zarif vücudunu nezaketle kırarak bu kelimeyi dudaklarında tebessümle süslemişti.

Bir kelime deyip geçmeyiniz. Cemiyet hayatımızdaki birçok şikâyetleri bu

kelimenin yokluğuna bağlamak bile mümkündür.

Düşünüyorum: Artık lügat kitaplarında beyaz kagıdın kefenlediği bu ölü kelimeyi

nasıl diriltsek? Acaba belediye, bu kelime için bir fiyat listesi yapamaz mı?

Hiç olmazsa çarşıda, pazarda, iş hayatında canımız istediği zaman listeye bakar,

parasını verir ve içimizin özlediği bu üç heceli sözü duyarız!

Haaa! Affedersiniz, deminden beri, yana yakıla hasretini çektiğim bu kelimenin ne

olduğunu söylemedim değil mi?

Teşekkür!

Yusuf Ziya ORTAÇ

Büyük Türk Klasikleri

232

Metin 18.

Yanlızlar

Günlük olaylar, bir sürü yazılar beni yalnızlık üzerinde düşündürürdü. Gerçek

yalnızlığın, tek başına odasına kapansa bile topluluğu türlü istekleri ile içinde

taşıyan insanda değil, topluluğun ortasında yaşadığı halde onun ağlarından

kurtulmuş olan insanda olduğunu düşündüm.

İnsanlar, içinde bulundukları topluluğun kurulmuş düzenine uyarak yaşıyorlar. Bu

düzen yalnız göreneklerde değil, düşünme ve duyma gibi iç davranışlarda bile

kendini göstermekten geri kalmaz. Üzerinde durulması gereken nokta bence budur

işte.

Her şeyi topluluk hayatına borçlu değil miyiz? Onun dışında ne insanı ne de eserini

tasarlamaya imkân vardır. Böyle olmakla beraber, insanı yücelten toplum onu

alçaltıyor da. Büyüklük de küçüklük de hep o kaynaktan geliyor. İçerideki

halimizle dışarıdaki halimiz bir değil. Kafamızdaki düşüncelerle kağıda geçişleri

birbirini tutmuyor. Kendimiz için ayrı, başkaları için ayrı yaşıyor; ayrı

düşünüyoruz. Böylece bizi yaşatan toplum, bizi kendimizden, kendimiz olmaktan

uzaklaştırıyor. Yazısını tamamladıktan sonra bir müddet bırakıp da tekrar eline alan

yazarın yaptığı değiştirmelerde yalnız söyleyiş kaygısı değil, bu müddet içinde

gelip gecen olayların da tesiri aranmalıdır.

İnsanın kendi kendisi ile baş başa kalabilmesi öyle pek kolay işlerden değildir. Bir

yandan toplumun tepkilerine uğramak, öbür yandan kendi boşluklarına

yuvarlanmak korkusu, birçok yazarı ne iseler öyle olmaktan alıkoymuştur. Bu

bakımdan, yalnızlıkla kahramanlık bir gibidir. Bu satırları yazarken Stephanè

233

Mallarme (Stefyn Malarme) hayalimde canlanıverdi. Öyle ya, kim onun kadar bir

yandan alaylara ve yermelere göğüs germesini, bir yandan da boşlukla karşılaşmayı

gözüne alarak kendi içine eğilmesini bilmişti. Toplumun ağlarından kurtulduğu için

şiirlerini okuyucularına göre değil, okuyucuları şiirlerine göre tasarlamış, yaşadığı

zamanın dışına demir atmıştı. Elbette Mallarme bir kahramandır. İnsanın hayatta ve

sanatta, içini dolduran engellerle savaşmasından özüne varmak için arınmaya

çalışmasından daha büyük kahramanlık mı olur? Bu savaşta insan kendi hiçliği,

toplumun sert tepkileri ile karşılaşabilir. Ama bunlar göze alınmadıkça gerçekten

varlık da yaratıcılık da yoktur. Don Kişotluk, insanın yalnız içinden geçirebildiği

bazen bunu bile yapmaktan çekindiği şeyleri, her şeyi göze alarak yüksek sesle

söylemenin sembolüdür. İlim ve sanat, bu uğurda savaşanların emekleri ile

yüceliyor.

Yunus, bu insanlardan biri idi. Baudelaire (Bodler) de bunlardan biridir. İlk halkası

dünlerin, son halkası yarınların sisleri içinde gömülen bu kahramanlar zinciri,

hayatı kendi kendisi olmaktan alıkoyan şeylerle savaş halinde geçen Gide’in ölümü

ile bugün kırılmıştır. Boşlukta sarkan iki uç, yeni bir halka ile birbirine ne zaman

kavuşacak? İnsanlık, bu yalnızlardan, bu savaşçılardan, bu Don Kişotlardan birini

ne zaman görecek? Cevapsız kalacak bir sual ama gene de bunu sormaktan

kendimizi alamıyoruz.

Suut Kemal YETKİN

Edebiyat Üzerine

234

Metin 19.

Görgü

Bir dalkavuk nezaketi vardır ki güzel değildir. Ama zaten o nezaket de değildir.

Bana öyle geliyor ki bile bile yapılan şeylerin hepsi nezaketin dışında kalır. Mesela

gerçekten nazik bir adam, kötü ve huysuz bir insana kotu davranırsa -hatta şiddet de

gösterebilir- bu nezaketsizlik değildir. Düşünerek yapılan iyi muamele de nezaket

değildir, hesaplı övmeler nezaket değildir. Nezaket, sadece düşünmeden yapılan ve

bizim ifade etmeyi düşünmediğimiz birtakım şeyler ifade eden hareketlere denir.

Aklına geleni yapan, aklına geleni söyleyen, hemen ilk hissine kendini kaptıran,

daha ne hissettiğini bile anlamadan hayret, iğrenme, haz hislerini ifade eden adam,

nezaketsiz bir adamdır. Böyle biri, daima özür dilemek zorunda kalır çünkü hasta

olmadan başkalarını rahatsız eder, üzer.

Farkında olmadan anlattığı şeylerle birini gücendirmek, hoş bir şey değildir. Nazik

adam, iş işten geçmeden rahatsız ettiğini fark edip derhal yolunu değiştirir ama

neler söyleyeceğini ve neler söylememek gerektiğini önceden tahmin etmek, daha

büyük bir nezakettir. Bütün bunlar, istemeden kötülük etmemek içindir çünkü

maksadı, tehlikeli bir insanı bam telinden yakalamaksa bunu yapmakta serbesttir. O

zaman hareketi nezaketten çok ahlak konusunu ilgilendirir.

Nezaketsizlik daima beceriksizliktir. Birine yaşını hissettirmek kötü bir şeydir ama

bunu istemeden işaretle yüz ifadesiyle ya da düşünülmemiş bir sözle yapmış olan,

nezaketsizlik etmiş demektir. Birinin ayağına basmak, kasten yapılmışsa bir

terbiyesizliktir. İstemeyerek yapılmışsa nezaketsizliktir. Nezaketsizlikler

beklenmedik olaylardır, nazik adam bunlardan sakınır ve ancak dokunmak istediği

235

şeye dokunur, onun için de iyi dokunur. Nazik, muhakkak dalkavuk demek

değildir.

Demek oluyor ki nezaket bir itiyat işidir. Nezaketsiz adam, yapmak istediğinden

başka türlü şeyler yapan insandır, söylemek istediğinden başka şeyler söyleyen ya

da kaba, tonu gereksiz yere yükseltilmiş sesi ile tereddüt veya kekelemeyle

kastettiğinden başka anlamlar hissettiren insandır. Onun için nezaket de eskrim gibi

öğrenilebilir. Atak bir adam, kasıtlı taşkınlıklarla ne dediğini bilmeden bir şeyler

diyen adamdır. Bir sıkılgansa atak olmak istemeyen fakat hareket ve sözlerin

önemini hissettiği için ne yapacağını da bilmeyen adamdır. O yüzden de bir şey

söylememek, bir şey yapmamak için ezilip büzüldüğünü görürsünüz. Kendi

üzerinde harcadığı bu büyük çaba; onu titreyen, terleyen, kıpkırmızı kesilen ve tabii

halinden daha beceriksizleşen bir insan haline koyar. Hiç kimseyi gücendirmeyen

bir hareket ve söz rahatlığı, mutlu olmak için çok önemli bir meziyettir. Bu yaşama

sanatını hiçbir zaman ihmal etmemelidir.

Alain

236

Metin 20.

Ruh ve Beden

Güzellik, insanlar arasında çok tutulan bir şeydir. Aramızda ilk anlaşma onunla

başlar. İnsan ne kadar vahşi ne kadar kötü yaradılışlı olursa olsun onun büyüsüne

kapılmaktan kendini alamaz. Bedenin varlığındaki payı ve değeri büyüktür. Bu

bakımdan onun yapısına ve düzenine verilen önem pek yerindedir, iki temel

taşımızı (ruh ve bedeni) birbirinden ayırmak, koparmak isteyenler yanılıyorlar; tam

tersine onları çiftleştirmek, birleştirmek gerek. Ruhtan istenecek şey bir köşeye

çekilmek, kendi kendine düşünmek, bedeni hor görüp kendi başına bırakmak değil

(Hoş, bunu ancak sahte bir çeşit maymunlukla yapabilir ya.), ona bağlanmak, onu

kucaklamak, sevmek, ona arkadaşlık ve kılavuzluk etmek, öğüt vermek, yanlış yola

saptığı zaman geri çevirmek, kısacası onunla evlenmek, ona gerçekten bir koca

olmaktır. Ta ki ikisinin hareketleri arasında başkalık ve karşıtlık değil, uygunluk ve

benzerlik olsun.

Montaigne

237

Metin 21.

Bilgi ve Düşünceler

Öğrenilen kazancımız daha iyi ve daha akıllı olmaktır. Epiharmus der ki insan

düşünce ile görür ve duyar; her şeyden faydalanan, her şeyi düzene sokan, başa

geçip yöneten düşüncedir; geri kalan her şey kör, sağır ve cansızdır. Şu muhakkak

ki çocuğa kendiliğinden bir şey yapmak özgürlüğünü vermemekle onu korkak bir

köle haline sokuyoruz. Retorik ve gramer üstüne, Cicero'nun şu veya bu cümlesi

üstüne öğrencisinin ne düşündüğünü kim sormuştur? Bunları Tanrı sözü gibi

belleğimize basmakalıp yapıştırırlar; harfler ve kelimeler, anlatılan şeyin kendisi

haline gelir. Ezber, bilmek değildir; hafızamıza emanet edilen bir şeyi saklamaktır.

İnsan kendiliğinden bildiği her şeyi ustasına bakmadan, kitaptaki yerini aramadan

istediği gibi kullanır. Tamamıyla kitaptan bir bilgi ne sıkıcı bir bilgidir; böyle bir

bilgi bir süs olarak kullanılsın ama temel olarak değil. Nitekim Platon, gerçek

felsefenin sağlam irade, inanç ve dürüstlük; amaçları başka olan öteki bilimlerinse

sadece süs olduğunu söyler.

Montaigne

238

Metin 22.

Küresel Çevre Kirlenmesi

Günümüzün dünyasında çevre kirliliği, tüm gezegeni kaplayan boyutlara ulaşmış

durumda. Dünyanın birçok bölgesinde insanlar, çevre felaketine karşı korumasız,

nükleer tehdit ve radyasyondan habersiz bir yaşam sürmektedir. Bilim adamları ise

bu olumsuzlukların devamı halinde dünyadaki tüm canlıların ciddi biçimde tehdit

altında olduğunu vurguluyorlar.

Halbuki insanoğlunun gelişimi başlarda yaşam ve doğal çevre ile uyum içinde

sürmüştür. Ancak dünyadaki toplumsal ve teknolojik gelişmelerin hızla artışı

karşısında ekolojik sistemin bu hassas dengesi giderek bozulmuştur. Bu tehlikeli

gelişmenin seyircisi durumunda olan insanlık ise dünyada dengeli bir çevrenin

korunamaması halinde tüm canlıların varlığının sürmesinin olanaksızlığını acaba ne

zaman anlayacak?

Bu yılın yaz başlarında başlayan yağmur dönemi dünyayı etkisi altına aldı.

Barajları, setleri ve köprüleri yıkan seller ölümcül sonuçlara yol açtı. Bir süre önce

Trabzon'da yaklaşık üç saat süren yağmur, Sürmene ilçesi ve haritadan silinen

Beşköy beldesinde büyük mal ve can kaybına neden oldu, ocakları söndürdü...

Yağışların etkili olduğu bir başka ülke olan Çin’in birçok bölgesinde barajlar

yıkıldı. Harekete geçirilen askeri birlikler setleri yıkarak sel sularının kırsal kesime

yayılmasını sağlamaya çalıştılar. Sel, eylülün ortasında da Meksika’nın Chiapas

(Ciapas) eyaletinin Valdivia (Valdivya) koyunu yok etti.

Dünyadaki benzer sel baskınlarının verdiği zararlar ürkütücü boyutlara ulaştı. 240

milyon kişiyi etkilediği söylenen bu yaz selleri, resmi açıklamalara göre şimdiye

239

kadar 2 binin üzerinde insanın ve sayısı bilinmeyen diğer canlıların yaşamlarına

mal oldu. Yaklaşık 14 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Bu durum,

insana, Çinlilerin “Su ile şaka olmaz.” özdeğişini hatırlatıyor.

Gün geçmiyor ki çevre felaketi haberlerde yer almasın. Büyük Okyanus’ta 30

metreye kadar yükselen dalgalar sahilleri yerle bir etti. Deniz dibindeki deprem ya

da yanardağların patlamasından meydana geldiği söylenen bu dev dalgalara karşı

uyarı ağları da para etmiyor. Hatırlanacağı gibi bu dev dalgalar, 1993'te

Endonezya’da bir adanın tamamını kapladı ve 2 bin kişinin yaşamını yitirmesine

yol açtı. Yine Gine’de yaşamını yitirenlerin sayısı ise 3 bini aştı.

Dev dalgalara yol açan depremin merkezi Büyük Okyanus’ta idi. Ama yer kabuğu,

dünyanın başka bölgelerinde harekete geçecek şekilde etki alanını genişletti.

Örneğin, haziran başında başlayan depremlerin, dünyanın dört bir yanını salladığı

ortaya çıktı. Ülkemiz de bundan nasibini aldı.

Bu ve buna benzer felaketler bize, geleceğimizi bugünden tahmin etmenin

olanaksızlığını gösteriyor.

Ozondaki delinme ve hava kirliliğinin yaşamda olumsuzluklara neden olabileceği

ve doğal yaşamın temellerini dinamitleyeceğini küresel gözlükle niçin

göremiyoruz?

Küresel çevre sorunlarının çözümü konusunda her ülkenin, çağdaş yöntemlerle

halkını bilgilendirmesi bir görev olmalıdır.

Sanayinin kent içinden uzaklaştırılmasına ve milli parkların gereği gibi korunup

doğal hali ile tutularak toplumun yararlandırılmasına öncelik verilmelidir.

240

3 binli yılların insanları için, doğayla çok daha büyük uyum içinde yaşanacak

rüzgâr güneş enerjisinden yararlanacak doğal konut yapımına geçilemez mi? Bu

sahada yeni arayışlar içinde olmalıyız.

Doğanın intikamının daha büyük olmaması ve acının yoksul ülkelere

çektirilmemesi için insanların bir an önce kendilerine çeki düzen vermeleri

gerekiyor.

Ölümcül etkileri yıllardır sürmekte olan “Çernobil” olayından kim sorumlu? Bugün

“Çernobil”den on misli daha tehlikeli olacak, radyoaktif atıkların bulunduğu

söylenen Sibirya’nın batısındaki Karacay Gölü, bir saatli bombadan farksızdır.

Gölün altında, yaklaşık yüz metre derinlikte 5 milyon metreküp radyoaktif

tozlardan oluşan kütlenin varlığı bilinmektedir.

İnsanların yazgıları ile ilgili dehşet dolu olası tehlikelere karşı evrensel yurttaş

girişimlerinin etkinliği artırılmalıdır.

Hepimizin paylaştığı bu dünyayı, bu gezegeni gelecek kuşaklara kirli ve çirkin

bırakmaya hakkımız var mı? Geleceğe bir borcumuz yok mu? Hatalarımızın

bedelini henüz doğmamışlara ödetmemeliyiz.

Doğanın yasalarına yeterince duyarlılık göstermeli ve doğal afetleri ciddiye

almalıyız. Doğal zenginliklerle dolu olması gereken bir dünyadan daha fazla

yoksun olmamalıyız.

Şaban Ali YATARODLU

Basından - 3 Ekim 1998

241

Metin 23.

Atatürkçü Düşüncede Eğitim Sistemi

1. Hedefler: Atatürk, cumhuriyet eğitiminin hedefleri için iki temel ilkeye dikkatleri

çekmiş; bunların önemini ve nasıl gerçekleştirileceğini şu ifadelerle ortaya

koymuştur. “Milli eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin

gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur. Bu zaferin sağlanması için: Birincisi,

eğitimin sosyal hayatın ihtiyaçlarına cevap vermesi; diğeri ise çağın gereklerine

uygun olmasıdır.”

2. Bilimsellik: Atatürk, eğitim sisteminin; eğitim programlarının bilimsel olmasının

önemi üzerinde durmuştur. Ona göre, “çağın ve toplumun ihtiyaçlarına cevap

verecek bir eğitim sistemi, bilimsel yöntemlere ağırlık vermelidir. Okullarımızda,

temel ve uygulamalı bilimlere, araştırmaya önem verilmelidir. Eğitim programları,

bilim alanındaki en yeni gelişmeleri göz önünde tutmalıdır.”

Atatürk, uygarlık yolunda başarı ile ilerlemenin sırrını, aklın ve bilimin yol

göstericiliğinde görmüştür. “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için,

başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol

gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan çıkmaktır.”

3. Gelişmelere Açık Olma: Atatürk, eğitim sisteminin temelini oluşturan eğitim

programlarının gelişmelere açık olmasını önemle belirtmiştir. “İlim ve fennin

yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri

zamanında takip etmek şarttır. Binlerce yıl önceki bilim ve fen ile ilgili kaide ve

kuralları şu kadar bin yıl sonra olduğu gibi uygulamaya kalkışmak şüphesiz bilim

ve tekniğin içinde bulunmak değildir.”

242

4. Uygulamaya Yönelik Olma: Atatürk, uygulamalı eğitimi eğitim sisteminin temeli

olarak görmüştür. Ona göre, “Bir yandan bilgisizliği ortadan kaldırmaya uğraşırken

bir yandan da memleket evladını toplumsal ve ekonomik hayatta aktif şekilde etkili

ve verimli kılabilmek için zorunlu olan ilk bilgileri uygulamalı bir biçimde vermek

metodu eğitimimizin temelini oluşturmalıdır.”

Atatürk, uygulamalı eğitimin yıllarca ihmal edildiğini ve bunun sonuçlarını da dile

getirmiştir. “Geçmişte devletin eğitim işlerini yürütenler, sanat ve ticaret

gereksizmiş gibi düşünmüşlerdir. Ülkenin yoksul, harap; halkın bilgisiz kalması bu

yüzdendir. Oysa eğitim programının temelini, yaşamamız için gerekli şeyleri

süratle, kolayca yapmayı öğretmek teşkil etmelidir.” Bu durumun gerçekleşmesi

için Atatürk’ün önerileri son derece önemlidir. Yaparak öğrenmeye dayanan ve

yaygın bir eğitim-öğretim için yurdun önemli merkezlerinde yeni kitaplıklar, çeşitli

bitkileri ve hayvanları içine alan bahçeler, konservatuvarlar, iş yerleri, müzeler,

galeriler, sergi salonları kurmak gerekli olduğu için ilçe merkezlerine kadar bütün

yurdun basımevleriyle donatılması gerekmektedir.

Atatürk, uygulamalı eğitimin hedeflerini, niçin gerekli olduğunu ve hangi eğitim

kademesinden itibaren başlaması gerektiğini de şöyle ifade etmiştir: “Toplumsal

hayatta bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lazımdır. Bu da ilk ve

ortaöğretimin uygulamalı bir şekilde olmasıyla mümkün olur. Ancak bu sayede,

toplumlar iş adamlarına, sanatkârlarına sahip olur. Elbette milli dehamızı

geliştirmek, hislerimize layık olduğu dereceye çıkarmak için yüksek meslek

sahipleri de yetiştirmeliyiz.” Öte yandan, Atatürk, uygulamalı eğitimin, özellikle ilk

ve ortaöğretimde nasıl verilmesi gerektiğini ayrıca vurgulamıştır. “İlk ve

ortaöğrenim mutlaka insanoğlu ve medeniyetin gerektirdiği ilim ve fenni versin

243

fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya

mâhkum olmadığına emin olsun.”

Eğitimin uygulamalı şekilde yapılmasında en önemli faktör, eğitim sürecinden

birinci derece sorumlu olan, öğretmenler ve eğitimcilerdir. Bunun böyle olduğunu

çok iyi bilen Atatürk, öğretmen ve eğitimcilerin öğretim sürecinde

gerçekleştirecekleri etkinliklerin nasıl olması gerektiğini ve bunun sonuçlarına

dikkatleri çekmiştir. “Her profesör ve öğretmenin aşılayacağı fikirler, ideal gayelere

hizmet edecek şekilde olmalıdır. Kitapların cansız teorileri ile karşı karşıya gelen

genç beyinler, öğrendikleriyle memleketin gerçek durumu ve çıkarları arasında

ilişki kuramıyorlar. Yazarların ve teorisyenlerin tek taraflı dinleyicisi durumunda

kalan Türkiye’nin çocukları hayata atıldıkları zaman bu ilişkisizlik ve uyumsuzluk

yüzünden tenkitçi, karamsar, milli şuur ve düzene uyumsuz kitleler meydana

getirirler.”

5. Üretkenliğe Yönelik Olma: Atatürk’ün eğitim sisteminin temeline koyduğu

ilkelerden biri de üretime yönelik olmadır. O, eğitimin hayatla ilişkili olmasını ve

eğitimin ekonomik hayatı etkilemesini istemiştir. Atatürk’e göre, “Eğitim ve

öğretimde izlenecek yol, bilgiyi günlük yaşamda başarılı olmayı sağlayacak,

uygulamalı ve kullanılması mümkün bir araç haline getirmektir.” Bu, gerçekleştiği

takdirde “Kültürlü insanlar sorunlarını, öğrendiği, uygulayacağı ve geliştireceği

bilgi ve teknoloji ile çözmeye çalışmalıdır. Faaliyetleri sonunda ortaya bir ürün

koymalıdır. Bu da hayal olan cansız teorilerle değil, gerçekle ilgili, gerçeği

açıklayan teorilerle mümkündür.”

244

6. Uygulanacak Yöntemler ve Nitelikleri: Atatürk, o güne kadar izlenen eğitim-

öğretim yöntemlerinin, milletimizin gerileme tarihinde en önemli etken olduğu

kanısındadır. Atatürk’e göre, “Eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi

insan için bir süs, bir baskı aracı yahut medeni bir zevkten çok, maddi hayatta

başarılı olmayı sağlayan pratik ve kullanılabilir bir araç durumuna getirmektir.” Bu

sözler hem geleneksel eğitimin bir eleştirisi hem de eğitimle ilgili yeni

düzenlemelerde hayattan ve hayatın ihtiyaçlarından kopuk bir yola girme

ihtimallerine karşı bir ikazdır.

7. Disiplin: Atatürk’e göre, “Hayatın her çalışma safhasında olduğu gibi özellikle

öğretim hayatında sıkı disiplin başarının esasıdır. Müdürler ve öğretim kadroları

disiplin sağlamaya, öğrenciler ise disipline uymaya mecburdur.” Bu, korku ve fiziki

etkileme şeklinde bir disiplin anlayışı değildir. Öğrencilerin, öğrendiklerini isteyen,

benimseyen, duyan ve kurallara uyan bir anlayıştır. Atatürk, bu konuya şöyle

açıklık getirmektedir. “Korku ile verilen eğitim, makbul bir eğitim değildir. Böyle

bir eğitime güvenilmez.” Atatürk, eğitim sisteminde eski dönemlerin dayağa

dayanan düzen ve disiplin anlayışı yerine, sevgiye dayanan bir düzen ve disiplin

anlayışının yerleştirilmesinden yandadır.

Yrd. Doc. Dr. Ahmet COBAN

245

Metin 24.

Bugünkü Türk Destanı

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın son eseri “Üç Şehitler Destanı” 1949 yılında İstanbul’da

basılmış. Yüz kuruşa satılan altmış iki sayfalık bir kitap. İkinci İnönü Savaşı

sırasında Üç şehitler Tepesi’nin nasıl altı kere kazanılıp kaybedildiğini anlatıyor.

Çoğu üç kıtayla altı dörtlük arasında değişen kırk dokuz parçadan meydana gelmiş.

Bir iki istisna bir yana, bütün kıtalar dörder dizelik. Bu dizelerin birincileriyle

üçüncünleri ara sıra ama ikincileriyle dördüncüleri her zaman uyaklı. Herhangi belli

bir ölçü kullanılmamış. Büsbütün de serbestliğe kaçılmamış. Her parçanın taşıdığı

duygu ve düşünce yüküne denk düşürülmüş bir biçim ve düzeni var.

Bu duygu ve düşünce yükü nedir ki diyeceksiniz? “Son rütbesi vatan havalarından”

kapanacak olan şehitlerin, “iliklerine kadar şahadetle tok” gazilerin, vurula devrile

çarpışanların, “neydi sağ kalanların işi” diye bekleşenlerin içlerinden geçirdikleri:

“insan takatinden başka” gerçekler. Çünkü bu eser, bir milletin en karanlık

gecesinde giriştiği ölüm kalım savaşının destanıdır.

Biçim sorulursa bunun kaygısı Dağlarca’da eskiden beri vardı. İlk şiirlerinden bu

yana serbest nazımdan kaçındığı bellidir. Örneğin, bu kitabında da dörtlü kıtaları

türlü türlü deniyor. Bu dörtlükler ilk bakışta Avrupa halk destanlarının kıtalarını

andırıyor. Hatta tıpkı onlar gibi dördüncü dizeler kimi zaman değişmeden

tekrarlanıyor, kimi zaman ufak bir değişikliğe uğruyor. Ama çoğu büsbütün

değişik; Dağlarca’nın ustalığı da orada kendini gösteriyor. Çünkü bu dördüncü

dizelere verdiği değişiklikle onların eski destancılar gibi soluk alma ve dinleyicileri

oyalama aracı olarak kullanmayı bırakıyor. Dağlarca’nın dörtlük sonları öylesine

246

bağlamalar ki Alpler’e tırmananların her kademe sonunda bel iplerini güvenilir bir

noktaya dolayıp kendilerini de ardlarındakileri de sağlama bağlamalarını andırıyor.

Örnek diye birkaç şiire bakalım; bu bağlamaların ne kadar ustaca ne kadar değişik

ilmikler olduğu hemen kendini belli edecek.

Girmişiz ovalarca, tepelerce sipere.

Gönüllerimizde bir vatan, zabit nefer

İnönü’nde bu ikinci savaş olacak,

Saldırırlarsa eğer.

(İnönü Dolaylarında Düşünceler)

İşte bir şiir bitimi ki yaklaşan bir cengi haber veriyor. Düşman kuvvetlerini

toplamış, biz de hazırlanabileceğimiz kadar hazırlanmışız. Öyleyse savaş olacak mı

demektir? Ozan, sonradan hatırlamış gibi ekliyor: Saldırırlarsa eğer. Bu küçücük

şart cümlesi sanki hem savaşların keyfiliğini belirtmiş hem de kopacak kıyametin

sorumluluğunu düşmana yüklemiştir. İnönü dolaylarında bütün düşüncelerin ve

bütün davranışların, gerçekten, düşmanın saldırmasına baktığı düşünülürse bu şiiri

bağlama için bu iki kelimeden daha yerinde bir son düğüm bulunamazdı. Her şiirin

kendi için gerekli kıldığı biçim ayrıdır, kanısına en güzel örneklerden biri de şu

dörtlüktür:

Söyletemezsin derdini savaş gecelerinde, yasak,

Darılır bağlamalarda telin.

Hem ne sözü olabilir, şehitlere,

Ecelin.

(Savaşlar, Geceler, Sevdalar Üst Üste)

Bu tek kelimelik son dize, dörtlüğün bütün öncesine bir contre-poids, (kontrapuan)

bir karşı yük. O, önce ne mi? Henüz sağ olan Konyalı Ahmet’in istekleri, hayata

bağlılığı, uzak düştüğü zevklere sevdalara özlemi. Bu demektir ki terazinin

kefelerinde karşılaşan hayatla ölümdür. Hayat bin bir andır, bin bir istektir, bin bir

247

renktir. Ölümse her şeyinde tektir, bir lahzalıktır. İnönü’de bütün hayatı

dilsizleştirip donduran ecel, bu dörtlük sonuna da o eksiksiz, artıksız gerekliliği

veriyor.

“Üç şehitler” tepesi var ol,

Eksilmemiş üzerinde bu şanlı rüzgâr

Sayısız şehitlerinde yaşa,

Memleket kadar.

(Atsız Tepe, Üç Şehitler Tepesi)

İşte bir başka dörtlük sonu ki “memleket” sözünün anlamından, “kadar”

kelimesinin de ahenginden faydalanarak bir sonu gelmezliğin ifadesi haline

getirilmiştir. Bu ifadeyi kazanan dize ise ruhça artık önceki dizelerden kısa değildir.

Belki onların hepsinden uzundur.

Bu işçiliğin tersi bir işçilikle de ozanın amacına ulaşabileceğini görmek istersek işte

bir başka dörtlük:

Seçtik gelenleri, atlısı Kemâlettin Sami Bey,

Arslan fırka kumandanımız.

Alay kumandanı Salih Bey, yayası,

Toplandı birdenbire ta hücrelere, dağılmış canımız.

(Bir Pırıltı)

Dörtlükte, son dizeye gelinceye kadar bir olağanüstülük yok ama orada birdenbire

yedi yedi üçlük bir söz dizisi, o vakte kadar bitkin, umutsuz, dağınık, kendini hücre

küçüklüğünde ve hücre güçsüzlüğünde duyan bir ordu askerin toparlanışını,

kumandanlarının gülümseyişinden can bulmasını, geniş bir solukla anlatıyor.

Dağlarca’nın çetrefilli, kimi zaman anlaşılmaz ve kılçıklı bir hal alan dili de bu

eserde, özelliğini yitirmeksizin, öylesine uslanmış ki İnönü’deki erlerin ağzında bile

yadırganmıyor. Ozanın çelik inatçılığında bir üslubu vardı. Üç Şehitler Destanı

gösteriyor ki sanat kaygısı o çeliği dövebilecek bir şahmerdan gücündeymiş.

248

Dağlarca’nın hesaplı sanatı, dörtlüklerinden başlıklarına kadar kendini her yerde

gösteriyor. Bu başlıklar sade, edaca öbür ozanların başlıklarından ayrılmakla

kalmıyor, onlarınkinden daha başka bir iş de görüyor. Çünkü bu adlar salt birer

özet, birer sembol değildir. Şiire yeni bir şey katan, anlamını bütünleyip açıklayan

gerekli bir parçadır. Örneğin, bir şiir şunları anlatıyor: Cengin en buhranlı, en

umutsuz bir anında, düşman taburlarca taze güçle saldırırken topçusu durmadan

ateş yağdırırken karşısında biz kala kala bir Veli Çavuş kumandasında altmış sekiz

kişi kalmışız. Ne tek bir nefer takviye geliyor ne de atacak tek bir mermi kalmış.

Kahrolarak taş kesilmekten başka yapacak bir şey yok. Öylesine yaslı bir durum ki.

Ayağımız başımızdan sıkılıyordu,

Elimizden utancı vardı kolumuzun.

Dağlarca, işte bu şiirin adını “Besmelenin Bittiği Yer” koyuyor. Bu, kuru bir ad

koyuş değil, umudun durakladığını anlatan şiire, imanın da güçsüzlüğe düştüğünü

söyleten, en azından bir şiirlik, bir taze güçtür.

Bu sözlerin niyeti, kitabın yalnız bir sıra doruk şiir olduğunu söylemek değildir.

Arada düzlükler de var: “28 Mart 337”, “Adsız Tepenin Düşmesi”, “İşte İlk

Şehidimiz” ve “Kolsuz Bilek” gibi. Bu düzlüklerde kıraçlara bile rastlandığı oluyor.

Ozanın bir dörtlükte başardığını ikinci, üçüncüsünde başaramadığı da var. “Herkes

Memleketi Kadar” böyle bir şiir. Arada “biraz daha tekçe” kabilinden ifade

düşüklükleri de bulunup çıkarılabilir.

Ama bu eseri ozanın bizde az görülmüş bir bileşimcilikle yazdığı da söz götürmez.

Dizeler, dörtlükler için, dörtlüklerle başlıklar şiir için, her şiir de destan için

çalışıyor. Enstantane görüşler halinde durmasına rağmen eserin gerçek bir destan

oluşu da bu sayededir. Örneğin, kitabın 38. sayfasında “Mustafa Kemal” diye sekiz

249

satırlık bir parça var. Burada verilse belki değeri gereğince anlaşılmaz. Çünkü artık

kafalarda ölçülere sığmaz belli kalıplardan taşar bir kavram halinde Atatürk

büyüyor. Oysa ozanın bileşimciliğinin sırrına varın. Mustafa Kemal’i destanın

ortasında, ulusun Kurtuluş Savaşının kargaşasından esinlenen kabartmanın içinde

bir kısım olarak görün. Yani, mümkünse onu başkumandan, kurtarıcı, devlet

başkanı, devrimci, politika adamı olarak görmeyi bırakın da; İnönü günlerinde

ancak yeni yeni efsaneleşmeye başlayan bir telkinci deha olarak nasıl içe

doğabileceğini, düşlere girebileceğini kestirmeye çalışın. O vakit göreceksiniz ki,

şu otuz yıl içinde Mustafa Kemal için yazılanlar birer anakronizm, birer tarih

tepmesi imiş; insanı ağlatacak kadar temli olan tek şiir, Dağlarca’nın Üç Şehitler

Destanı adlı eserinin 38. Sayfasında “Aha!” diye düşünü anlatan Anadolulu nefere

nasipmiş.

İşte böylesine bileşimci bir görüşle Fazıl Hüsnü Dağlarca, Kurtuluş Savaşı’nın ilk

acılı günlerini destanlaştırıyor. Bilmeyiz Nazım Hikmet Ran köşesinde

“Dumlupınar” ile ne yapıyor. Duyabildiğimiz parçaları güzel soylu şeyler. O da

destanını Dağlarca gibi, uzun bir bütün yerine, Bedrettin tertibini daha

yetkinleştirerek birer anlık parçalar halinde yazıyor galiba. Yahya Kemal

Beyatlı’nın terkibi bend halinde yığılan Yavuz Destanı da tarihimizin, dilimizin ve

edebiyatımızın öbür ucundan bir büyük yapı halinde yükseliyor. Bir çağ ki içinde,

öldürseniz övmek için şiir yazmayacak üç büyük ozan bir ulusun tarihini dile

getirmeye koyulsun. Hem her biri tarzı selefe takaddüm edip bir başka lisan

tekellüm etsin, hem de tarihin akışı içinde sonuncu, ortadakinin; ortadaki,

öncekinin; tabii bir sonucu olsun, insanı bu görünüş hayran etmez de ne eder?

Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca üçlüğü yüzü suyu hürmetine

250

Türk şiiri bugün bir ulus şiiri olarak hiçbir gününde erişemediği çeşitliliğe ve

bütünlüğe erişmiştir. Kendimizi mutlu bilelim.

Orhan BURİAN

Türkçede Yazınsal Eleştiri

251

Metin 25.

Ece Ayhan

Neden seçtim Ece Ayhan üzerine genel çizgileriyle onun şiirini saptayan bir yazı

yazmayı. Hem kolay hem de zor olduğundan, bir şiir anlayışını hem yıkıp hem de

bir yenisini kurduğundan. Ece Ayhan 1950 kuşağı içinde okuyucuyu kendinden ve

okuduklarından kuşkulandıran ilk addır. O her okuyanda bir yadırgama duygusu

uyandırmıştır. Bu yadırgatma, belli bir amaca yönelmiş midir? Bunu rahatlıkla

evetle karşılayamam. Birçok okuyucu onun yaptıklarını bir snobizm olarak

niteleyebilir, zorluğu burada başlıyor Ece'nin, kolaylığına gelince: Bu kadar yeni

bir şiir, bu kadar kapalı bir şiir olunca, hele üzerine yazılanlar yok denecek kadar

azsa... Ece Ayhan üzerine verilen genel yargılar aynı ölçüde doğruya ve yanlışa

yakındır. Şairin kullandığı ham madde, yalnız eleştirmenlerin çözümleri için ilginç

değil, şairler için de o oranda ilgi çekicidir. Çünkü o zengin malzeme, yalnız

Ece'nin yazdığı gibi yoğrulmaz, başka bir sanatçı da bu malzemeden yararlanabilir.

Özgün şairin ilk şiirlerinden bugüne kadar yazdıklarına çıraklıktan, acemilikten

ustalığa giden bir gelişme yoktur, o da işte usta olarak başlamıştır. Yukarıdaki

zengin malzeme deyimini neden kullandığımı da açıklayayım biraz. Ayhan'ı

edebiyatın varlığı doyurmaz, sanatın diğer kolları da onun açlığının giderilmesinde,

ham maddesinin kullanılmasında yararlanacağı kaynaklardır. Belki de türlerin

karışımı, en başarılı örneklerini Ece Ayhan’ın şiirlerinde bulur.

Çok şey söylemez şair, sanki sözcüklerden ekonomi başlıca dileğidir. İlk Kitabı

“Kınar Hanım’ın Denizleri” sözcük yığını yerine kavramlaşmış sözcükler

kullanılan bir şiir kitabıdır. Sözgelimi “sahibinin sesi” der, “fayton” der, sizi yolun

başında bırakır, artık şiir bilginize göre önünüzdeki yollardan birini seçeceksiniz.

252

Ne saklayayım, Ece Ayhan’ın şiiri gelişkin bir şiirdir, bir kültür şiiridir. İncelik,

gelişkinlik, güçlük emekle ve çabayla anlaşılırlık onun şiirinin ayrılmaz öğeleridir.

Açıkçası Ece Ayhan şiiri deyince akla ilk gelenleri bunlardır. Bu özellikleridir onun

şiirini yücelten, beraberinde de orta okuyucu kitlesini ondan uzaklaştıran. İlk

kitabından bu yana şiirleri için söylenen görüntü deyimine ben de katılıyorum.

Görüntü ama ne cins görüntü. İşte bu yargının ayrıntılarına inilmedi. Görüntüler bir

sessiz film tekniği taşırlar. Her şey anlatılmadan anlatılacakmış gibi bir sessiz film

tekniği taşırlar. Her şey anlatılmadan anlatılacakmış gibi bir duygu uyandırırlar

bizde, hatta şairi bundan gizli bir tat alır. İşte son yılların filme yardımcı öğelerine -

sesti, müzikti- alışanlar korkarım Ece’nin sessiz şiirlerini anlamakta zorluk

çekeceklerdir.

...

Ayhan bir dizesinde “Anlatmak diye bir şey yoktur burada.” der. Gerçekten de

anlatmayan bir şiirdir onun şiiri. Ortaya görüntüyü atan, bu görüntüyü netliğe

kavuşturmadan da çekip giden, ortadan kaybolan birisidir. Bir tablonun, resmin

önünde onun size anlatılmasını istemek, ressamı ve eleştirmeni buna zorlamak ne

oranda olumluysa Ece’nin şiirlerini de bu yönteme yanaştırmak o oranda

olumludur.

...

Görüntülerinin ilk malzemesi eş ve yakın anlamlı sözcüklerdir ama onu öyle bir

istife sokar ki bu kadar birbirine yakın nüanslı renkler bile şaşırtıcılığını kaybetmez.

Gene birbirine yakın deyimlerdir ama şaşırtıcıdır, ustalığı buradan gelir. “Atonal

kantolar”ın özlemi içindedir. İlk okuyuşta şaşırtıcı gelen bu deyim araştırıldıkça

bilinçle, akılla kurulmuş şiirsel bir görüntüdür çünkü ikisi de müziğe ait

253

kavramlardır. Ama ancak Ayhan bu iki müzik deyimini böylesine kullanır. İşte

buradan Ece Ayhan'ın klişeciliğe karşı takındığı karşıt tavır anlaşılabilir.

Sözcükleri, başıboş bıraktığı izlenimi uyandırır okuyanda ama aslında onu şiirinin

gizli prangalarıyla tutsak etmiştir. Gene de sizin şiir yorumunuzun yönetimini elden

bırakmak istemez. O alışılagelmişliğin, gündelidin, klişeleşmişin o kadar

karşısındadır ki sözlükteki anlamıyla bir sözcüğe zor rastlarsınız onda, yalnız

başına bile kalsa sıfatlarla o gene kaydırılmıştır.

...

Gördünüz ki “Ece Ayhan şiirinden çok “Ece Ayhan olayından söz ettim size.

Çünkü 1950 ve sonrası kuşağının şiirini övmek isteyenlerin de yerenlerin de

kalkanı odur.

Bu yazıyı Ece Ayhan’ı bilmeyenler, hiç okumayanlar, adını duymayanlar için

yazmadım. Ben de onun okurları arasında olduğumdan, onu anlamaya

çabaladığımdan size bir okuyucu mektubu karaladım.

Doğan HIZLAN

254

Metin 26.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Saatleri Ayarlama Enstitüsü iki uygarlık arasında bocalayan toplumumuzun yanlış

tutumlarını, davranışlarını, saçmalıklarını alaya alan, eleştirel bir romandır. Yapıt,

çocukluğu Abdülhamit döneminde gecen Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemlerinde

de yaşayan Hayri İrdal’ın anıları şeklinde verildiğine göre söz konusu hicvin son

elli yıllık Türk toplumuna yöneltilmiş olması gerekir. Prof. Mehmet Kaplan bu

kanıda. Ama aldanmıyorsam Tanpınar, İrdal’ın yaşamı içine sıkıştırılan bu elli

yıllık zaman diliminde, toplumumuzun çok daha geniş bir tarih süreci içinde

geçirdiği bunalımı anlatmaya çalışmaktadır. Dört bölüme ayrılmış roman: “Büyük

Ümitler”, “Küçük Hakikatler”, “Sabaha Doğru” ve “Her Mevsimin Bir Sonu

Vardır”. Yorumum doğruysa birinci bölüm Tanzimat öncesini ele almaktadır. İkinci

bölüm Tanzimat Dönemini, üç ve dördüncü bölümler de Cumhuriyet Döneminin

başlarını ve devamını. Yazar söz konusu dönemleri gerçekçi bir yöntemle

yansıtıyor demek istemiyorum tabii, toplumumuzun o dönemlerdeki bazı

özelliklerini dolaylı yoldan dile getirip hicvettiğini söylemek istiyorum. Saatleri

Ayarlama Enstitüsü’nde ne tür hiciv yöntemi uygulanıyor?

Yazarlar romanda hiciv için çeşitli yöntemlere başvurmuşlardır: parodi yöntemi

[Cervantes (Servantes)], utopia yöntemi [Huxley (Haksliy)]; hayvanlar dünyasını

alegorik olarak kullanma yöntemi [G. Orwell (G. Orvıl)]; topluma bir yabancının

gözüyle bakma yöntemi [Montesquieu (Monteskio)] ... vb. Tanpınar, Saatleri

Ayarlama Enstitüsü’nde bu sonuncuyu biraz değiştirerek ve daha karmaşık bir

biçime sokarak kullanır. Hiciv, gerçekten olan durumla, olması gereken durum

arasındaki farkı belirtmek için yapıldığından, bu yöntemi seçen yazarlar, içinde

255

yaşadığımız toplumun alıştığımız, kanıksadığımız bozuk ve kötü yanlarını bize taze

bir bakışla sunmak, bizde bunları sanki ilk kez görüyormuşuz duygusunu

uyandırmak isterler. Bunun için uygun bir yol, bozulmamış mantığı ve sağduyuyu

temsil eden, o topluma tüm yabancı birine, o toplumda işlerin nasıl yürüdüğünü,

insanların nasıl davrandığını anlatmak ve onun tepkilerini, düşüncelerini

belirtmektir. Örneğin yazar, çok yabancı bir ülkeden bir adamı hicvedilecek

topluma getirip gezdirir ve o toplumdaki insanların inançlarına, geleneklerine,

davranışlarına onun sağlıklı mantığı, çocuksu saflığı ile bakar. Montesquieu Les

Lettres Persanes’da (1721) (Les Letr Persan) bu iş için bir İranlıyı seçmişti.

Goldsmith (Goldsmit) ise Citizin of the World’da (1762) (Sitizın of dı vorld) bir

Çinliyi. Bu yöntemin bir benzerinin, şimdi aklıma gelen bizdeki bir örneği de

Haldun Taner’in Ha Bu Diyar’da kullandığı “anachronisme” yoludur. Evliya Çelebi

bugünün Ankara’sına gelir ve kendisiyle konuşanlardan modern Türkiye’yi dinler.

Yazar, böylece, geçmiş zamandan getirdiği bir adama yapılan açıklamalarla şimdiki

toplumu hicveder.

Tanpınar’ın yöntemi de toplumu bir gözlemci kullanarak eleştirmektedir. Ne var ki

İrdal ne uzak bir ülkeden gelmiş bir yabancıdır ne de öbür dünyadan aramıza inmiş,

geçmiş bir çağın adamı. İrdal eleştirilen toplumun bir üyesidir; o, insanlarla birlikte

yaşar ama yine de ayrılır onlardan. Bir kere doğuştan farklı olduğu, onlara

benzemediği için tam anlamıyla onlardan biri sayılmaz. Yalnızdır, “hayat dışı”dır.

Çocukluğundan beri nasıl türbelere götürüldüğü, nefesi keskin kişilere

okutulduğunu kendisinden dinleriz. Dr. Ramiz’den söz ederken, diyor ki:

“Hakkımdaki kanaati herkesin kanaati idi. Yani bana (...) hep bazı hususi

meziyetleri de bulunan biçare bir meczup, kabiliyetsiz bir adam, bir hayat dışı gözü

256

ile baktı”. İşte İrdal’ın bu çocuksu saflığı, yarı meczup garip kişiliği, içine kapalılığı

ile toplumun yarı içinde yarı dışında yaşayan bir adam olması, ona, topluma

dışardan, farklı bir acıdan bakmak olanağını sağlar. Fatih Rüştiyesindeki öğrencilik

yıllarından söz ederken: “İnsan işlerine uzaktan bakmayı oradan öğrendim.” der (s.

24). Başka bir yerde de: “Hayatımı düşündükçe... Daima kendimde seyirci

haletiruhiyesinin hâkim olduğunu gördüm” (s. 67) diye İrdal, bu seyirci rolü ile

hiciv edebiyatında topluma dışardan gelen yabancı geleneğine bağlanır.

...

Berna MORAN

257

Metin 27.

Sultan Gelin

Ankara Sanat Topluluğu, Cahit Atay’ın Sultan Gelin’ini oynuyor. Bütün oyun

yazarlarımız bir yana, Cahit Atay öbür yana. Cahit Atay, doğuştan oyun yazarı;

tiyatromuzu edebiyat ve şiir çizgisine en çok yaklaştırabilen o. Sultan Gelin kısa bir

köy oyunu. Anasınca, babasınca bir baş hayvanı kadar değer verilmeden bir mal

gibi açık artırma ile satılan, satıldığı hastalıklı kocanın düğün gecesi ölümü; sonra

ölenin beş yaşındaki kardeşiyle evlendirilişi; on yıl kocaya dadılık; bebek büyüyüp

tam evlenecekken bir başkasına kaçışı, üçüncü kez yeni doğmuş en küçük kardeşe

varışı. İşte Anadolu kadının sonsuz çilesi. Cahit Atay’ın ustalığı, oyununun konusu

önemli bir toplum sorunu olduğu halde, gazeteciliğe, fıkra yazarlığına veya toplum

söylevciliğine özenmeden oyun yazarlığını bilmesi. Konusunu bir şair gibi duyup

duyurması. Oyununu genelle açıp özelde sürdürmesi. Öyle ya filanca yerde bir uçak

düştü veya bir gemi battı da yüz kişi öldü dendiğinde kılımız kıpırdamaz. Oysa bir

tanıdığın ölümü ya da “ben” veya “o” romanının kahramanının başına bir şey gelse

bu olayı bir uçak dolusu insanın yoğunluğu ve gücüyle duymaz mıyız? İşte Cahit

Atay da böyle yazıyor. Önce köylü çevresini, anlayışını, huyunu, suyunu tanıttıktan

sonra bu çevre içinde çileli kahramanını seçiyor, onun beş dakikacık bile mutluluğu

tadamayan alın yazısını bir destan gücüyle dile getirip bize duyuruyor. Oyunda

yalnız bu gelişme değil fakat güldürü ve ağlatı öğelerinin dengeli bir biçimde bir

araya getirilişi de bir usta yazar işi.

A.S.T.’nin bu yerli oyunu, sahnelerine başarıyla çıkarmasıyla artık ayakları bu

topraklara değer oldu. Bu köşenin en çok umut bağladığı, bu umut yolunda da en

258

çok hırpaladığı bu ciddi topluluğun bu olumlu adımını büyük bir sevinçle

karşıladım. Asaf Çiyiltepe, oyunu sağlam bir düzen üzerine oturtmuş, bu düzende

Anadolu ve onun insanlarının sesi en inandırıcı bir biçimde duyuluyor. Bu başarıda

kısa olan oyuna bir boy ve boyut katan Muammer Sun’un müziğinin büyük payı

var. Karma, eşliksiz koro için düzenlediği ve Ankara Radyo Korosunun büyük bir

güçle söylediği bu parçalar, şimdiye dek bestecilerimizin Türk köylü müziğinden

yararlanarak yazdıkları müzikler içinde en oturmuşu, en iyi, en uyumlusu. Oyunun

iniltisini, ağıtsı sesini veriyor. Ayrıca oyuna katılan aslından, türkü ve oyun havaları

başarıyla seçilmiş, hele İğdeli Gelinin konusu, oyuna tam denk düşüyor. Yücel

Tanyeri’nin mavi ışıktan bir gerelti önünde kurduğu iki köy evinin ikisi de güzel.

Fakat temsilin en güçlü yönü Sultan Gelin’i oynayan Elif Türkan Atamer, en azla,

en çoğu veren tutumlu oynayışı, iç yaşayışıyla, erkeksi, boğuk sesiyle Sultan

Gelin’in bütün acısını veriyor. Zaten temsilde kadın oyuncular daha başarılı. İşte

Zelha’da Serap Tayfur, Yenge Kadın’da Aysan Sümercan, Zeynep’te Nermin

Yücel, Hacer’de Ülkü Ongan. Erkekler içinde erkek çocuk isteyen ağa kimliğinde

Ali Özoğuz ölçülü, anlayışlı bir yorum çıkarıyor. Tümüyle övgüye değer bir temsil

“Sultan Gelin”.

Metin AND

259

EK 2. PISA Okuma Becerileri Yeterlilik Düzeylerinin Özet Tanımları

zey

En

Düşük

Puan

Bu düzeydeki

öğrenci yüzdesi

(OECD

ortalama)

Bu düzeyde yer alan öğrenciler neler yapabilir?

6 698

OECD

ülkelerindeki

öğrencilerin

%0,8‟i en az 6.

düzeyde yer alan

görevleri yerine

getirebilmektedir.

Bu düzeyde yer alan öğrenciler, detaylı bir şekilde

benzerlikleri ve farklılıkları bulabilir ve çıkarımlarda

bulunabilir. Metni veya metinleri ayrıntılarıyla tam

olarak anladığını gösterir ve birden fazla metinden elde

ettiği bilgileri bir araya getirebilir. Önemli bilgilerin

olduğu metnin içerisinde açıkça ifade edilmemiş

kavramlarla başa çıkabilir ve soyut kavramları

yorumlayabilir. Birçok kriteri ve görüşü göz önünde

bulundurarak ve metnin ötesinde bir anlayış

sergileyerek alışagelmiş konuların dışındaki metinler

üzerinde eleştirel bir değerlendirme yapabilir ya da

hipotezlere ulaşabilir. Metindeki önemsiz detayları fark

edebilir ve analiz edebilir.

5 626

OECD

ülkelerindeki

öğrencilerin

%7,6‟sı en az 5.

düzeyde yer alan

görevleri yerine

getirebilmektedir.

Bu düzeydeki öğrenciler, metnin içine yerleştirilmiş

bilgileri belirleyebilir ve gerekli olan bilgilere karar

vererek metni düzenleyebilir. Özel bilgilere dikkat

çekerek eleştirel bir değerlendirme yapabilir ve hipotez

kurabilir. Aşina olmadıkları bağlamları ayrıntılarıyla

anlayabilirler. Beklentilere ters düşen kavramların

üstesinden gelebilir.

4 553

OECD

ülkelerindeki

öğrencilerin

%28,3‟ü en az 4.

düzeyde yer alan

görevleri yerine

getirebilmektedir.

Bu düzeydeki öğrenciler, metne yerleştirilmiş bilgileri

belirleyebilir ve gerekli olan bilgilere karar vererek

metni düzenleyebilir. Metni bir bütün olarak ele alarak

dil farklılıklarını yorumlayabilir. Metni anlayabilir ve

aşina olmadığı bağlamlara sınıflandırmaları

uyarlayabilir. Öğrenciler kişisel bilgilerini kullanarak

hipotez kurabilir ya da bir metni eleştirel bir şekilde

değerlendirebilir. Alışılagelmemiş uzun ya da karmaşık

metinler üzerinde derinlemesine bir anlayışa sahip

olduğunu gösterir.

3 480

OECD

ülkelerindeki

öğrencilerin

%57,2‟si en az 3.

düzeyde yer alan

görevleri yerine

getirebilmektedir.

Bu düzeydeki öğrenciler çoklu durumlara karşılık

gelebilecek bilgiler arasındaki ilişkiyi belirler ve bazı

durumlarda bu ilişkiyi tanımlar. Ana fikri belirlemek,

ilişkileri anlamak ve deyimlerin ya da kelimelerin

anlamlarını yorumlamak için metindeki bilgileri bir

araya getirebilir. Öğrencilerin benzer ve farklılıkları

bulabilmek ve sınıflandırabilmek için birçok özelliği

dikkate almaları gerekmektedir. Genellikle gerekli bilgi

260

açık olarak verilmemiş olabilir, çok fazla bilgi olabilir

ya da beklentilere ters düşen veya olumsuz bir şekilde

belirtilen kavramlar gibi başka engellerde olabilir.

Öğrencilerin ilişki kurmaları, karşılaştırma yapmaları

ve açıklama yaparak metinleri irdelemeleri

gerekmektedir ya da metnin özelliklerini

yorumlayabilmeleri gerekmektedir. Öğrenci metni

bilinen veya günlük hayatta kullanılan bilgilerle

ilişkilendirerek anladığını gösterir. Öğrenciden metni

ayrıntılarıyla anlaması beklenmez ama asgaride genel

ifadeleri anlaması beklenir.

2 407

OECD

ülkelerindeki

öğrencilerin

%81,2‟si en az 2.

düzeyde yer alan

görevleri yerine

getirebilmektedir.

Bu düzeydeki öğrenciler birçok duruma karşı

gelebilecek ya da çıkarımda bulunabileceği bir bilgiyi

ya da daha fazla bilgiyi metinde bulabilir. Metindeki

ana düşünceyi belirleyebilir, ilişkileri anlayabilir ya da

çok fazla bilginin olmadığı, fazla çıkarımda

bulunulmayacak durumlarda metnin belli bir

bölümünden anlam çıkarır. Metnin bir özelliğine

dayanarak benzer ya da farklılıkları bulabilir. Kişisel

deneyim ya da tutumlarından yola çıkarak metnin

dışındaki bilgilerle metnin içindeki bilgileri

karşılaştırabilir, bu bilgiler arasında ilişki kurabilir.

1a 335

OECD

ülkelerindeki

öğrencilerin

%94,3‟ü en az 1a

düzeyinde yer

alan görevleri

yerine

getirebilmektedir.

Bu düzeydeki öğrenciler, açıkça ifade edilen bir ya da

daha fazla bağımsız bilgiyi metinde bulabilir, aşina

olduğu bir konu hakkında yazılmış bir metnin ana

fikrini ve yazarın amacını anlayabilir veya metindeki

bir bilgi ile yaygın olarak bilinen günlük bilgi arasında

ilişki kurabilir. Bu düzeydeki öğrencilerin verilen

görevleri yerine getirebildikleri metinlerde bilgiler

açıkça ifade edilmiştir ve bu metinlerde çok fazla bilgi

bulunmamaktadır. Öğrenciler metindeki ilgili yerlere

açık bir şekilde yönlendirilmektedirler.

1b 262

OECD

ülkelerindeki

öğrencilerin

%98,9‟u en az 1b

düzeyde yer alan

görevleri yerine

getirebilmektedir.

Bu düzeydeki öğrenciler, hikâye ya da basit bir liste

gibi aşina olduğu bir bağlam ya da konu hakkına

yazılmış kısa, basit bir metnin içinde açıkça ifade

edilmiş bir bilgiyi bulabilir. Bu tür metinler genellikle

okura bilginin tekrarlanması, resim ya da benzer

sembollerin kullanılması gibi kanıtlar sunmaktadır. Bu

düzeydeki öğrencilerin verilen görevleri yerine

getirebildikleri metinlerde çok fazla bilgi

bulunmamaktadır. Okur birbirine yakın bilgiler

arasında basit ilişkiler kurabilir.

261

EK 3. PISA Okuma Becerileri Alanında Yer Alan Değerlendirme Alanları

Tanımlama ve Ayırt

Edici Özellikleri

Bireyin hedeflerine ulaşma, bilgisini artırma ve topluma

katılımı için yazılı metinleri anlama, kullanma ve yansıtma

birikimi ile ilgilidir. Metnin çözümlenmesi ve tam olarak

anlaşılmasının yanı sıra, okuma becerileri, okuma, yorumlama,

yansıtma ve bireyin yaşamındaki hedeflere ulaşmada okuma

becerilerini kullanma yeteneğini kapsamaktadır. PISA’nın

odak noktasında okumayı öğrenmeden çok öğrenmek için

okuma vardır. Bu nedenle öğrencilerin bilinen en temel okuma

becerileri değerlendirilmemektedir.

Bilgi Alanı

Okuma materyallerinin yapısı:

Öyküleme, yorumlama, tartışma gibi düz yazıları içeren

sürekli metinler

Grafikler, formlar ve listeleri içeren süreksiz metinler

İlgili Beceriler ve

Düşünme Süreçleri

Okuma becerileri ile ilgili görev ya da süreç türleri:

Bilgiye ulaşma ve bilgiyi hatırlama

Bilgileri bir araya getirme ve yorumlama

Kendi düşüncelerini yansıtma ve metni değerlendirme

Bağlam ve Konular

Metnin oluşturulma amacına yönelik kullanım:

Kişisel (örn. kişisel bir mektup)

Kamusal (örn. resmi bir belge)

Meslekî (örn.bir rapor)

Eğitimle ilgili (örn. okulla ilgili okuma)

EK 4. PISA 2009 Öğrencilerin Okuma Becerileri Yeterlilik Düzeylerine Göre

Dağılımı

PISA

2009

Ort.

P

1b

düzeyi

altı

(262’i

n altı)

1b

düzeyi

(262-

334)

1a

düzeyi

(334-

407)

2.düze

y

(407-

480)

3.düze

y

(480-

552)

4.düze

y

(552-

625)

5.düze

y

(625-

698)

6.düzy

(698’i

n

üzeri)

Türkiye 464

(3,5)

0,8

(0,2)

5,6

(0,6)

18,1

(1,0)

32,2

(1,2)

29,1

(1,1)

12,4

(1,1)

1,8

(0,4)

0,0

(0,0)

OEDC

Tüm

492

(1,2)

1,1

(0,1)

4,8

(0,1)

13,8

(0,3)

24,4

(0,3)

27,9

(0,3)

19,9

(0,3)

7,0

(0,2)

1,0

(0,1)

OECD

(Ort)

493

(0,5)

1,1

(0,0)

4,6

(0,1)

13,1

(0,1)

24,0

(0,2)

28,9

(0,2)

20,7

(0,2)

6,8

(0,1)

0,8

(0;0)

262

DİZİN

A

Aikhenvald, 21, 22, 23, 24, 25, 69,

144, 151.

Aksu-Koç, 63, 64, 65, 69, 70, 71, 72,

73, 74, 77, 78, 81, 144, 145.

Aktarım, 16, 17, 19, 23, 41, 68, 71, 82,

118, 119, 120, 121, 122, 123, 124,

125, 126, 127, 128, 131, 137.

Aktarımsal, 5, 8, 9, 10, 16, 23, 24, 25,

26, 30, 32, 34, 35, 38, 39, 40, 41,

53, 71, 72, 163.

Aktarımsal tanıt, 10.

Algısal tanıt, 33, 35.

Alıntısal, 24, 30.

Alışkanlık oluntusu durumları, 73.

Amaçlılık ve kabuledilebilirlik, 86.

Amaçlı örnekleme, 112, 113, 136,

161.

Aristo, 91.

Artsüremli, 69, 71.

Artsüremli tanıt, 35.

B

Bağdaşıklık, 86, 163.

Beaugrande ve Dressler, 85, 86, 87.

Biber, 91, 95, 96, 101, 145.

Bilgisellik, 26, 32, 48, 87, 140, 164.

Bitmişlik sonrası, 57, 58, 60, 61.

C

Csatò, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 146.

Ç

Çıkarım, 11, 17, 19, 20, 27, 34, 36, 39,

41, 53, 56, 57, 64, 67, 68, 69, 70,

71, 72, 78, 79, 81, 82, 83, 118, 119,

120, 121, 122, 123, 124, 125, 126,

127, 128, 131, 132, 318, 137, 165.

Çıkarımsal geçmiş, 79.

Çıkarımsal tanıt, 11, 35.

D

Dankof ve Kelly, 50.

263

De Haan, 27, 28, 29, 30, 40, 44, 49,

147, 148.

Doğrudan tanıt, 9, 30, 33, 34, 75, 82,

124, 127, 130, 138.

Dolaylı tanıt, 10, 30, 33, 34, 82, 137,

139.

Durumsallık, 87, 165.

Duyusal tanıt, 9, 33, 35.

Duyuşsal tanıt, 30.

E

Edimsel, 31, 38, 39, 40, 41, 165.

Erdal, 52, 148.

Eşsüremli, 69, 71.

Eşsüremli tanıt, 35.

F

Faller, 26, 27, 33, 38, 39, 41, 148.

Frawley, 17, 18, 19, 20, 29, 34, 148,

149, 154.

G

Genel geçer doğrular, 73.

Gereklilik, 5, 19, 26, 28, 31, 32, 100,

172.

Givòn, 7, 8, 16, 35, 36, 38, 46, 149.

Göksel ve kerslake, 54, 55, 56.

Görsel tanıt, 30, 138.

Görsel tanıt, 9, 30, 33, 34, 138.

Güvenilirlik, 22.

İ

İç bitmişlik, 57.

İçerik analizi, 114, 116, 140, 161.

İddia, 9, 38, 62, 196.

İlerletici/yürütücü, 58.

İletişimsel arka plan, 67.

İlişkisel araştırma, 112.

J

Jacopson, 21, 150.

Johanson, 50, 56, 57, 59, 69, 71, 144,

146, 150, 151, 157.

K

Kategorik (sınıflamalı) değişken, 115.

Kaynak belleği, 80.

Kesişim, 12, 27, 31, 32, 35, 45.

Ki-kare, 115, 133, 134.

Kipsel taban, 67.

264

Kolmogorov-smirnov, 115, 132.

Korkmaz, 52, 53, 151.

Kratzer, 67, 68, 152.

Kullanıcı merkezli, 86.

L

Lewis, 53, 54, 152.

M

Metin merkezli, 86.

Metin türü, 2, 3, 4, 87, 88, 89, 90, 92,

94, 95, 101, 108, 107, 110, 111,

115, 117, 119, 120, 121, 122, 123,

125, 127, 142, 143, 283.

Metindilbilim, 84.

Metinlerarasılık, 87, 168.

N

Nesnel tanıt, 34, 35, 41.

Nitel araştırma, 114.

Non-parametrik, 115.

O

OECD, 1.

Olanaklı dünyalar anlambilimi, 67.

Olasılık, 5, 22, 26, 28, 31, 66, 97, 100.

Olurluluk, 22.

Ö

Öğretici metinler, 3, 105, 109, 110,

112, 116, 119, 120, 122, 123, 125,

129, 161.

Ön sayıltı, 62.

Önerme, 5, 7, 26, 47, 67.

P

Palmer, 12, 13, 14, 16, 155.

Papafragou, 20, 77, 78, 155.

Petöfi, 84, 85, 155.

PISA, 1, 156, 160, 258, 260.

Piaget, 76, 77, 79, 155, 156.

Platon, 49, 156, 236.

S

Saukkonen, 93, 94, 156.

Shapiro-wilk, 115, 132.

Sıfır biçimcik, 66, 134, 136.

Sıralama kaynağı, 67.

Söylem, 4, 54, 59, 80, 89, 90, 91, 92,

97, 142.

265

Söylenti, 18, 23, 30, 51, 56, 57, 71, 72,

78, 81.

Söz edim, 27, 57, 58.

T

Tanısal, 58.

Tanıt, 5, 8, 9, 10, 11, 14, 23, 24, 26,

30, 32, 33, 34, 38, 39, 40, 41, 48,

49, 54, 56, 67, 68, 69, 71, 74, 75,

81, 82, 83, 117, 120, 121, 123, 124,

126, 127, 128, 129, 131, 132, 134,

136, 137, 138, 139, 161, 164, 165,

166, 170.

Tanıtlamak, 5.

Tanıtsallık, 2, 3, 5, 6, 11, 12, 14, 20,

21, 23, 24, 25, 26, 27, 30, 31, 32,

33, 35, 36, 37, 38, 41, 43, 44, 45,

67, 74, 75, 81, 82, 115, 116, 117,

118, 119, 120, 121, 122, 123, 124,

125, 126, 127, 128, 129, 130, 131,

132, 135, 136, 141, 143, 161, 170.

Tarama araştırması, 112.

Tekin, 51, 115, 158.

Tutarlılık, 86, 171.

U

Uslamlama, 9, 33, 34, 35, 41, 73, 82,

118, 119, 120, 121, 122, 123, 124,

125, 126, 127, 128, 131, 137.

Uzun, 65, 66, 67, 158, 159.

W

Werlich, 92, 106, 159.

Willet, 8, 9, 41, 46, 159.

Y

Yalın anlatım, 49.

Z

Zihin kuramı, 80.